PSHD 2011-2

Page 1

ISSUED BY THE PSYCIATRIC NURSES ASSOCIATION

JOURNAL of PSYCHIATRIC NURSING C İ LT / V O L U M E 2 • S AY I / I S S U E 2 • Y I L / Y E A R 2 0 1 1 Lise Öğrencilerinin Şiddet Algıları, Şiddet Eğilim Düzeyleri ve Etkileyen Faktörler High School Student’s Perception of Violence, Level of Tendency to Violence and Effective Factors Sağlık Çalışanlarında Yaşam Kalitesi ve Etkileyen Değişkenler Quality of Life and Effective Variables Among Health Care Professionals Yoğun Bakım Ünitesinde Yatan Hastaların Hastalık Sürecinde Yaşadığı Deneyimler Konusunda Hasta ve Hemşire Görüşlerinin Karşılaştırılması Comparison of Nurses’ and Patients’ Opinions about Their Experiences During the Disease Process of Inpatients in the Intensive Care Unit Öğrencilerin Duygusal Zeka Düzeyleri ile Problem Çözme Becerileri Arasındaki İlişki The Relationship Between Emotional Intelligence Levels of Students and ProblemSolving Skills Elektrokonvülsif Tedavi ve Hemşirelik Bakımı Electroconvulsive Therapy and Nursing Care Kadının Madde Kullanımı ve Bağımlılığı Substance Use and Abuse Among Women Estetik Cerrahide Ameliyat Öncesi Psikososyal Değerlendirmede Hemşirenin Rolü The Role of the Nurse in the Pre-op Psychosocial Assessment in Cosmetic Surgery

CİLT/VOLUME 2 • SAYI/ISSUE 2 • YIL/YEAR 2011

Türk Psikiyatri Dizini, Türkiye Atıf Dizini, Index Copernicus ve Gale/Cengage Learning’de dizinlenmektedir. Indexed in Turkish Psychiatry Index, Turkish Citation Index, Index Copernicus, and Gale/Cengage Learning.

ISSN 1309-3568

PSİKİYATRİ HEMŞİRELİĞİ DERGİSİ • JOURNAL of PSYCHI ATRIC NUR SING

PSİKİYATRİ HEMŞİRELERİ DERNEĞİNİN YAYIN ORGANIDIR

PSİKİYATRİ HEMŞİRELİĞİ DERGİSİ



PSİKİYATRİ HEMŞİRELERİ DERNEĞİNİN YAYIN ORGANIDIR ISSUED BY THE PSYCIATRIC NURSES ASSOCIATION

JOURNAL of PSYCHIATRIC NURSING

C İ LT / V O L U M E 2 • S AY I / I S S U E 2 • Y I L / Y E A R 2 0 1 1

EDİTÖRLER KURULU / EDITORIAL BOARD EDİTÖR / EDITOR IN CHIEF Nurhan EREN Nazmiye KOCAMAN YILDIRIM YARDIMCI EDİTÖRLER / ASSOCIATE EDITORS Hülya BİLGİN Perihan GÜNER KÜÇÜKKAYA Gül ÜNSAL İSTATİSTİK DANIŞMANI / STATISTICAL CONSULTANT Rian DİŞÇİ ULUSAL DANIŞMA KURULU / NATIONAL SCIENTIFIC ADVISORY BOARD Filiz ADANA Gülsüm ANÇEL Berna ARİFOĞLU Hülya ARSLANTAŞ Nesrin AŞTI Aysun BABACAN GÜMÜŞ Ayşegül BİLGE Nihal BOSTANCI DAŞTAN Kadriye BULDUKOĞLU Sevim BUZLU Sibel COŞKUN Olcay ÇAM Zekiye ÇETİNKAYA DUMAN Fatma DEMİRKIRAN Türk Psikiyatri Dizini, Türkiye Atıf Dizini, Index Copernicus ve Gale/Cengage Learning’de dizinlenmektedir. Indexed in Turkish Psychiatry Index, Turkish Citation Index, Index Copernicus, and Gale/Cengage Learning.

Selma DOĞAN Şeyda DÜLGERLER Fatma EKER Esra ENGİN Nevin GONCA ONAN Ayça GÜRKAN Özlem IŞIL Songül KAMIŞLI Semra KARACA Gülseren KESKİN Meral KELLECİ Yasemin KUTLU Leman KUTLU Leyla KÜÇÜK

TEKNİK EDİTÖR / TECHNICAL EDITOR Arzu AYDOĞDU

DİL EDİTÖRÜ / LINGUISTIC EDITOR Corinne LOUGUE CAN

Fahriye OFLAZ Ayşe OKANLI Fatma ÖZ Ayşe ÖZCAN Neslihan ÖZCAN Gönül ÖZGÜR Çaylan PEKTEKİN Gülcem SALA RAZI Havva TEL Gülşen TERAKYE Besti ÜSTÜN Serap YILDIRIM

ISSN 1309-3568

PSİKİYATRİ HEMŞİRELİĞİ DERGİSİ


PSİKİYATRİ HEMŞİRELİĞİ DERGİSİ JOURNAL of PSYCHIATRIC NURSING ISSN 1309 - 3568 CİLT / VOLUME 2

SAYI / ISSUE 2

YIL / YEAR 2011

PSİKİYATRİ HEMŞİRELERİ DERNEĞİ YAYIN ORGANI ISSUED BY THE ASSOCIATION OF PSYCHIATRIC NURSES Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü / Owner and Publishing Manager Psikiyatri Hemşireleri Derneği adına Nurhan EREN

PSİKİYATRİ HEMŞİRELERİ DERNEĞİ YÖNETİM KURULU ASSOCIATION OF PSYCHIATRIC NURSES BOARD Başkan / President Başkan Yardımcısı / Vice President Genel Sekreter / Secretary General Genel Sekreter Yardımcısı / Vice Secretary General Sayman / Treasurer Sayman Yardımcısı / Vice Treasurer Yönetim Kurulu Üyeleri / Members

Yasemin KUTLU Semra KARACA Hacer ATİK Serhat SAYGILI Fatma TOKUR Kinyas TEKİN Arzu AYDOĞDU Ebru İLKME Nevin ONAN

YAZIŞMA ADRESİ / CORRESPONDENCE e-posta / e-mail: phdergi@phdernegi.org Psikiyatri Hemşireleri Dergisi Yayın Koordinasyonu: KARE Yayıncılık • karepublishing Tel: 0216 550 6 111 Faks: 0216 550 6 112 e-posta: kareyayincilik@gmail.com Adres: Söğütlüçeşme Cad. No: 76/103, Sevil Pasajı, 34730 Kadıköy, İstanbul Yayına hazırlama / Publisher: KARE Yayıncılık / KARE Publishing Basım tarihi / Press Date: Kasım / November 2011 Dört ayda bir yayınlanır / Published three times a year Yayın türü / Type of publication: Süreli yayın / Periodical Baskı adedi / Circulation: 750 Baskı / Press: Yıldırım Matbaacılık - İstanbul Sayfa tasarım / Design: Ali CANGÜL Kapak tasarım / Cover: Cengiz AKIN

Türk Psikiyatri Dizini, Türkiye Atıf Dizini, Index Copernicus ve Gale/Cengage Learning’de dizinlenmektedir. Indexed in Turkish Psychiatry Index, Turkish Citation Index, Index Copernicus, and Gale/Cengage Learning. Bu dergide yayınlananların telif hakkı Psikiyatri Hemşireleri Derneği’ne aittir. © 2011 Material published in the Journal is covered by copyright © 2011 Association of Psychiatric Nurses. All rights reserved. Bu dergide kullanılan kağıt ISO 9706: 1994 standardına uygundur. This publication is printed on paper that meets the international standart ISO 9706: 1994. Türkçe ve İngilizce tam metinlere İnternet erişimi ücretsizdir (www.phdernegi.org). Free full-text articles in Turkish and English are available at www.phdernegi.org.


İÇİNDEKİLER / CONTENTS

Editörden . ...................................................................................................................................................................................................................................iv

ORİJİNAL MAKALE (ORIGINAL ARTICLES)

Lise Öğrencilerinin Şiddet Algıları, Şiddet Eğilim Düzeyleri ve Etkileyen Faktörler

High School Student’s Perception of Violence, Level of Tendency to Violence and Effective Factors

Gönül ÖZGÜR, Gülden YÖRÜKOĞLU, Leyla BAYSAN ARABACI....................................................................................................................53

Sağlık Çalışanlarında Yaşam Kalitesi ve Etkileyen Değişkenler

Quality of Life and Effective Variables Among Health Care Professionals

Arzu YILDIRIM, Rabia HACIHASANOĞLU...............................................................................................................................................................61

Yoğun Bakım Ünitesinde Yatan Hastaların Hastalık Sürecinde Yaşadığı Deneyimler Konusunda Hasta ve Hemşire Görüşlerinin Karşılaştırılması

Comparison of Nurses’ and Patients’ Opinions about Their Experiences During the Disease Process of Inpatients in the Intensive Care Unit

Çiğdem ALACA, Rana YİĞİT, Ayşe ÖZCAN..............................................................................................................................................................69

Öğrencilerin Duygusal Zeka Düzeyleri ile Problem Çözme Becerileri Arasındaki İlişki

The Relationship Between Emotional Intelligence Levels of Students and Problem- Solving Skills

Elanur YILMAZ KARABULUTLU, Sevda YILMAZ, Afife YURTTAŞ..................................................................................................................75

DERLEME (REVIEWS)

Elektrokonvülsif Tedavi ve Hemşirelik Bakımı

Electroconvulsive Therapy and Nursing Care

Çiğdem Fulya DÖNMEZ, Mualla YILMAZ................................................................................................................................................................80

Kadının Madde Kullanımı ve Bağımlılığı

Substance Use and Abuse Among Women

Yasemin KUTLU.................................................................................................................................................................................................................90

The Role of the Nurse in the Pre-op Psychosocial Assessment in Cosmetic Surgery

Perihan GÜNER KÜÇÜKKAYA.......................................................................................................................................................................................94

Estetik Cerrahide Ameliyat Öncesi Psikososyal Değerlendirmede Hemşirenin Rolü

Tez Tanıtımı . ...........................................................................................................................................................................................................................100 Yazarlara Bilgi . ......................................................................................................................................................................................................................101 Instructions for Authors ...................................................................................................................................................................................................103

iii


iv

EDİTÖRDEN

Değerli Meslektaşlarımız, Dergimiz, sizlerden gelen, çeşitli alanlarda gerçekleştirdiğiniz araştırmaları, bilgi ve deneyimleri tüm okuyucularına ulaştırmaya, hemşirelikte, psikiyatri hemşireliğinde bilimsel aktivitelere katkıda bulunmaya devam etmektedir. Özenle yürütülen süreçlerin sonunda Psikiyatri Hemşireliği Dergisi Türk Atıf Dizininden sonra Türk Psikiyatri Dizini, Index Copernicus, Gale/Cengage Learning ve ULAKBİM Ulusal Veri Tabanları Dergi Takip Sistemi’ne de kaydı onaylanmıştır. Dergimizin diğer bilimsel veri tabanlarına ve Institute for Scientific Information (ISI) tarafından kullanılan indekslere girmesi sonraki hedeflerimiz arasındadır. Dergimizin bu sayısında yer alan ilk araştırma lise öğrencilerinin şiddet deneyimlerini, algılarını, eğilimlerini ve etkileyen faktörleri ortaya koyan “Lise Öğrencilerinin Şiddet Algıları, Şiddet Eğilim Düzeyleri ve Etkileyen Faktörler” başlıklı bir yazıdır. İkinci araştırmada, Aile Sağlığı Merkezlerinde çalışanlarda yapılan tükenmişlik, depresyon, yaşam kalitesi ilişkisi ve yaşam kalitesini etkileyen değişkenlerin araştırıldığı “Sağlık Çalışanlarında Yaşam Kalitesi ve Etkileyen Değişkenler” başlıklı bir çalışma yer almaktadır. Üçüncü yazıda, “Yoğun Bakım Ünitesinde Yatan Hastaların Hastalık Sürecinde Yaşadığı Deneyimler Konusunda Hasta ve Hemşire Görüşlerinin Karşılaştırılması” başlıklı bir araştırmadır. Bu çalışma, hastaların hastalık sürecinde yaşadığı duygu ve düşüncelerin hemşireler tarafından ne derece tanındığı hastaların ve hemşirelerin cevapları karşılaştırılarak yapılmış ve Konsültasyon Liyezon Psikiyatrisi Hemşireliğinin yaygınlaştırılmasının gerekliliği ortaya konmuştur. Dergide yer alan son araştırma yazısı, hemşirelik öğrencilerin duygusal zekâ ve problem çözme düzeyleri ile duygusal zekâ seviyesi arttıkça problem çözme becerilerinin de arttığını ortaya koyan “Öğrencilerin Duygusal Zekâ Düzeyleri ile Problem Çözme Becerileri Arasındaki İlişki” başlıklı araştırmadır. Bu sayıda üç derleme yazısı yer almaktadır. Yazılardan ilki, “Elektrokonvülsif Tedavi ve Hemşirelik Bakımı” başlıklıdır. Bu tedavi yönteminin geçmişten günümüze kullanımı ayrıntılı olarak ele alınmıştır. “Kadının Madde Kullanımı ve Bağımlılığı” başlıklı yazı ile günümüzde, ülkemizde ve dünyada gittikçe artan bir konuya dikkat çekilmektedir. Son derleme yazısında da, estetik cerrahiye başvuran hastalarda psikososyal değerlendirmenin önemi ve hemşirelere uygun psikososyal değerlendirme yapabilmeleri için bir çerçeve sunan “Estetik Cerrahide Ameliyat Öncesi Psikososyal Değerlendirmede Hemşirenin Rolü” başlıklı yazıdır. Yeni sayılarda olgu sunumu, deneyim, araştırma, derleme vb. yazılarınızı göndererek katkıda bulunmanızı bekliyoruz. Yazarlara teşekkür eder, dergimizin meslektaşlarımıza yararlı olmasını dileriz. Saygılarımızla, Dr. Nurhan Eren Doç. Dr. Nazmiye Kocaman Yıldırım


ORİJİNAL MAKALE / ORIGINAL ARTICLE

53

Lise Öğrencilerinin Şiddet Algıları, Şiddet Eğilim Düzeyleri ve Etkileyen Faktörler High School Student’s Perception of Violence, Level of Tendency to Violence and Effective Factors Gönül ÖZGÜR,1 Gülden YÖRÜKOĞLU,2 Leyla BAYSAN ARABACI3

ÖZET

SUMMARY

Amaç: Ülkemizde şiddet olayları okullarda giderek artmakta ve alınan önlemler disiplin kurallarının dışına çıkmamaktadır. Geçmişten bugüne ilköğretim ve lise yıllarında pek çok kez kavga eden, okul eşyalarına zarar veren öğrencilere rastlanmıştır. Ancak son yıllarda farklı düzeylerde ve türdeki şiddet, anne babalar ve eğitimcilerin yanısıra toplumun genelini kaygılandıracak boyuta ulaşmıştır. Okullarda yaşanan şiddetin, öğrencinin yaşam kalitesini ve başarı düzeyini etkilediği gerçeği göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir. Bu gerekçelerden hareketle, bu araştırma lise öğrencilerinin şiddetle karşılaşma ve şiddeti algılama durumlarını, şiddet eğilim düzeylerini ve bunu etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla yapıldı.

Objectives: Violence is gradually increasing in our country despite precautions taken and disciplinary rules. From past to present, fighting among students and damage to school property in the elementary and high school periods have been reported. Yet, in recent years, violence of different levels and type has reached a new dimension that should be a cause of concern to not only parents and educators but society in general. The reality that violence experienced at schools affects the student’s life quality and level of success is important and should not be ignored. In this regard, this research was conducted in order to determine the high school student’s experiences with violence and means of avoiding it, their level of tendency to violence and the effective factors.

Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı tipteki bu araştırma, gerekli izinler alındıktan sonra, Aydın iline bağlı Kuşadası ilçesinde bir lisede okuyan öğrencilerle (n=460) yürütüldü. Örneklem seçimine gidilmemiştir. Evrenin %78.26’sına (360 öğrenci) ulaşıldı. Araştırmada “Öğrenci Tanıtım Formu” ve “Şiddet Eğilim Ölçeği (ŞEÖ)” kullanıldı. Verilerin değerlendirilmesi sayı-yüzde dağılımı, Mann Whitney-U testi ve Kruskal Wallis test analizleriyle yapıldı.

Methods: After obtaining the necessary permissions, this descriptive research was carried out with students (N=460) studying in a high school in Kuşadası, a subsidiary of the city of Aydın. No sampling choice was used. The participation rate was 78.3% (360 students). “Student Identification Form” and “Violence Tendency Scale (VTS)” were used in the research. Data were evaluated using number-percentage distribution, Mann-Whitney U test and Kruskal-Wallis test analysis.

Bulgular: Öğrencilerin %10.3’ünün şiddete maruz kaldığı ve bu öğrencilerin yarısından fazlasının (%51.4) bu şiddeti arkadaşları tarafından okulda yaşadığı saptandı. En yüksek oranda şiddet türü “fiziksel şiddet”, algılanan şiddet kaynağı “dayak” olarak belirtilmiştir. Öğrencilerin ŞEÖ puan ortalaması 44.08±12.48 idi. Şiddet eğiliminde etkili faktörlerin ise öğrencilerin cinsiyeti, bulundukları sınıf, ailenin gelir düzeyi ve babanın çalışma durumu olduğu saptandı.

Results: It was determined that 10.3% of the students were exposed to violence and more than half of these students (51.4%) experienced this violence from friends at school. The most frequent type of violence was stated as “physical” and the perceived source as “beating”. The students’ VTS average score was 44.08±12.48. It was determined that the factors affecting tendency to violence were the students’ gender, their grade level, their family’s level of income, and their father’s employment status.

Sonuç: Öğrencilerin şiddet deneyimlerinin az olmasına karşın, şiddet eğilimlerinin orta düzeyde olduğu, şiddet yaşama konusunda risk grubu oluşturduğu, cinsiyetin, sınıfın, babanın işsiz olmasının yanı sıra ekonomik durumun şiddet eğiliminde etkili faktörler olduğu sonucuna varılmıştır.

Conclusion: Although the students reported little exposure to violence, their tendency to violence was at medium level, they comprise a group at risk of violence, and the student’s economic situation in addition to gender, grade level and paternal unemployment were the effective factors in the tendency to violence.

Anahtar sözcükler: Eğilim; lise öğrencisi; şiddet.

Key words: Tendency; high school students; violence.

Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı, İzmir 1

2

Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul

İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü Ruh Sağlığı ve Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı, İzmir 3

İletişim (Correspondence): Dr. Leyla BAYSAN ARABACI. e-posta (e-mail): baysanarabaci@hotmail.com Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2011;2(2):53-60 Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):53-60

Giriş Toplumların gelişmişlik düzeyi ile birlikte azalması beklenen şiddetin, geçmişten günümüze devam ettiği gözlenmektedir. Bu var oluş, günümüzde hem geçmişte yaşandığı şekliyle ilkel biçimde, hem de teknolojinin kullanımıyla farklı şekillerde yaşanmaktadır. Bu bağlamda, şiddet insan haklarına yönelik ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Şiddet 21. yüzyılın gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinde, insanların toplumsal sorunlarından biri olarak varlığını sürdürmektedir.[1-3]


54

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):53-60

Şiddet dar anlamıyla, kişilere ve nesnelere yönelik düşmanlık ve öfke duygusunun, yoğun ve yıkıcı bir şekilde ortaya çıkmasıdır.[4] Kapsamlı şiddet tanımı ise Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından yapılmıştır. DSÖ (2002) şiddeti “bireyin kendisine, başkasına, belirli bir topluluk veya gruba yönelik yaralama, ölüm, fiziksel zarar, bazı gelişim bozuklukları veya yoksunluk ile sonuçlanabilen, tehdit ya da fiziksel zor kullanma” olarak tanımlamıştır.[1] Şiddette güç kullanımı yanısıra saldırganlığı yansıtan tüm söz, yaklaşım, tutum ve hareketler, bedensel ya da ruhsal etkilenmeler önemlidir.

Şiddet oluşumunda birçok nedenin etkili olmasından dolayı, şiddet biyo-psiko-sosyal bütünlük içinde ele alınmalıdır. Biyolojik nedenleri arasında genetik, hormonlar, bilişsel değişikliklere neden olan fiziksel ve ruhsal hastalıklar sayılmaktadır.[5,6] Psikolojik nedenler arasında ise, şiddetin getirdiği kazanç, anne baba tutumları, engellenme, tahrik edilme, güç ve kontrol sağlama, bağımlı/muhtaç olma, iletişim ve çatışma çözme becerilerinin öğrenilmemesinin yer aldığı kabul edilmektedir.[5-9] Sosyal nedenler olarak da, toplumda şiddetin hoş görülmesi, sorun çözme yöntemi olarak görülmesi, aile eğitiminin yetersizliği, medyanın etkisi, cinsiyet rolleri, yaşam sıkıntıları, göçler ve küreselleşme sayılabilir.[5-12]

Olumsuz biyolojik, psikolojik ve sosyal nedenlerle ortaya çıkan dört tip şiddetten söz edilmektedir. Bunlar, fiziksel şiddet (itme-kakma, dövme, vurma, tokatlama, tekme, bıçaklama), cinsel şiddet (tecavüz etme, zorla ya da erken yaşta evlendirme, laf atma, kaba/duygusal kuvvet kullanarak cinsel ilişkiye zorlama), duygusal şiddet (hakaret, küfür etme, utandırma, sürekli eleştirme, alay etme, isim takma, sosyal olarak izole etme, sevgi göstermeme, aşağılama, başkalarının önünde küçük düşürme) ve ekonomik şiddettir (zorla kişinin parasını yönetme, elinden alma).[13,14]

Diğer taraftan şiddet, uygulandığı kişiye göre de kendine yönelik, kişilerarası ve kollektif şiddet olmak üzere üç grupta tanımlanmaktadır. Kişinin kendisine yönelik şiddette intihar, intihar girişimi ya da farklı türde davranışlar yer almaktadır. Kişilerarası şiddette, kişinin bir başka kişiye, genellikle çocuk, eş, arkadaş ve yaşlılara yönelik olarak sıklıkla evde uyguladığı şiddetten söz edilir. Ancak bu şiddet biçimi, sokak, okul, iş yeri, hapishane ve yaşlı bakımevleri gibi her ortamda görülebilir. Kollektif şiddete ise, tüm dünyada yaşanan çete çatışmaları, mafya olayları, terör olayları ve savaşlar örnek verilebilir. Toplumlara sosyal, politik ve ekonomik şiddet şeklinde uygulanmaktadır.[1,14] Şiddet kavramının ana özelliklerinin zamana ve topluma göre değiştiği, şiddet davranışlarının ise birbirleri ile ilişkili, birbirlerini tanıyan bireyler ve gruplar arasında yaşandığı,[15] ancak genç erkeklerin tanımadıkları veya rastlantı sonucu karşılaştıkları insanlara saldırgan davranışlar gösterebilecekleri[13] unutulmamalıdır. Her yıl dünyada iki milyondan fazla kişinin şiddet ne-

deniyle yaralandığı, hem fiziksel hem de duygusal kalıcı sakatlıklar yaşadığı belirtilmektedir.[1,11,16,17] Türkiye’de ise yapılan birçok çalışma[11,14,18,19] şiddetin giderek arttığını gösterse de, ülke genelini temsil edecek verilere ulaşılamamıştır. Diğer taraftan şiddet daha çok aile içi şiddet kapsamında incelenmektedir.[8,20,21] Oysa şiddet olayları bugün sıklıkla, ergenler arasında özellikle de okullarda yaşanmaktadır. Şiddetin, dünyada[1,22] ve ülkemizde[2,11,14] giderek artış gösterdiği ve bu artışın kaygı verici boyutlara ulaştığı bilinmektedir. Aynı zamanda bu konuda özel çaba harcanması gereğinin doğduğu yukarıda belirtilen kaynaklarda altı çizilerek vurgulanmaktadır.

Hızlı bir gelişme dönemi olan ergenlikte, çatışma doğuracak birçok yeni sorumluluk ve kimlik oluşturma gereksinimi ortaya çıkmaktadır. Çatışmalar hem içsel hem de toplumla yaşanmaktadır. Bu çatışmalar ergende topluma karşı bir baş kaldırış olarak ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda risk alma davranışının en çok yaşandığı dönemdir. Böyle bir durumda ergen, kendisini önemsiz hissedebilmekte, şiddet ile yaşamını olumsuz kılan her şeyi yok edebileceğine inanmakta ve sorunlar karşısında şiddeti kullanabilmektedir. Ergenin, kendini önemsiz ve bu önemsizliğin ne kadar değişmez olduğuna ilişkin inancı arttıkça, şiddetin dozu da artabilmektedir.[11,23,24] Bu dönemde aile ilişkileri de önem kazanmaktadır. Sevgisiz ve baskıcı bir ortamda yetişen ve şiddet yaşayan çocukların psiko-sosyal gelişimini olumsuz etkileyeceğinden ileriki yıllarda toplumda birer şiddet uygulayıcı olabilirler.[25] Bandura (1997) sosyal öğrenme kuramında, şiddet ve saldırganlığın diğer sosyal davranışlar gibi öğrenilmiş, başka bir deyişle sonradan kazanılmış davranışlar olduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda, çocuğun şiddet davranışı sergilemesinde ebeveynlerin uygulamış olduğu disiplin yöntemi ve kuralların işleyiş biçiminin önemli olduğunu vurgulamıştır.[26] Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu’nun (1998) yapmış olduğu araştırmada da, anne-babaları tarafından dövüldüğünü söyleyen çocukların şiddet davranışı gösterme düzeylerinin diğer gruptakilere göre daha yüksek olduğu saptanmıştır.[13] Ayan’ın (2007) araştırmasında da annelerin olumsuz tutum ve davranışlarının, çocukların saldırgan olma olasılığını arttırdığını saptamıştır.[20]

Ergenin toplumsallaşmasında ailesinden sonra en önemli ortam okuldur. Bu bağlamda şiddete müdahalede okullar da önem kazanmaktadır. TBMM Araştırma Komisyonu çalışmasında (2007), ortaöğretim kurumlarına devam eden öğrenciler tarafından şiddetin en fazla sokakta (%39), okul ve çevresinde (%34) görüldüğü belirtilmiştir.[14] Ergenin öğrenim gördüğü okullarda şiddet nedenleri arasında kalabalık sınıflar, boş zaman değerlendirme olanaklarının yetersizliği, katı öğretmen davranışları, kız arkadaş sorunu, yaşa özgü risk alma davranışları, disiplin uygulamaları, yoksulluk, çeteye ka-


ÖZGÜR G ve ark., Lise Öğrencilerinin Şiddet Algıları, Şiddet Eğilim Düzeyleri ve Etkileyen Faktörler

tılma, okula olan bağlılık düzeyinin ve akademik başarı düzeyinin düşük olması sayılabilir.[9,12,27] Bu nedenle, okulun fizik yapısı, kişilerarası ilişkileri ve etkinliklerinin öğrenci üzerindeki etkisi önem taşımaktadır. Aynı zamanda, bu nedenlerin etkileşimi, okullarda şiddet konusunun daha karmaşık hale gelmesini ve üstesinden gelinmesini zorlaştırır.

Yavuz ve ark. (2003) liseli öğrencilerle yaptığı araştırmada, kız ve erkek öğrencilerin okulda ve aile içinde fiziksel şiddet yaşadıklarını, kızların aile içi şiddete, erkeklerin ise okul içi şiddete daha fazla hedef olduklarını saptamışlardır. Aynı zamanda okulda yaşanan şiddetin en sık uygulayıcısının öğretmenler olduğu[28] ve öğrenciler arasında yaşandığı[29,30] belirtilmektedir.

Tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde, şiddetin birey, aile ve topluma sosyal, ekonomik, duygusal ve ruhsal açıdan önemli bir yük getireceği ve önlenmediği sürece kuşaktan kuşağa aktarılmasının kaçınılmaz olacağı anlaşılmaktadır. Aynı zamanda nesilden nesile aktarılan şiddetin yaygınlaşarak devam etmesi, toplum bireylerinde çeşitli sağlık sorunlarına ve toplumun sosyal yapısında aksaklıklara neden olarak, toplumun geleceğinin sağlam temellere dayanmasını engelleyecektir. Bu bağlamda, ergenin sağlığa zararlı davranışlar geliştirmemesi, olumlu sosyal ilişkiler kurarak psikososyal gelişimini sürdürmesi gereksinimi vardır.[20,29] Anlaşılacağı üzere, toplumla uyumlu, mutlu ve üretken bireyler olmanın yolu, aileler başta olmak üzere eğitim kurumlarından geçmektedir. Okullarda yaşanan şiddetin, genç bireyin yaşam kalitesini, başarı düzeyini ve geleceğe bakış açısını olumsuz yönde etkilediğinin, şiddete yönelik eğilim ve davranışların değiştirilmesi ya da en aza indirilmesi için en son fırsatın okul olduğunun önemsenmesi ve göz ardı edilmemesi gereklidir. Bu bağlamda, eğitim sürecinde öğrencilerin şiddetle karşılaşma ve şiddet eğilim durumlarının belirlenmesi büyük önem kazanmaktadır.

Şiddetin belirlenmesinde ve önlenmesinde hemşirelerin rolünün önemi inkâr edilemez. Bu noktada, toplum sağlığının korunması ve yükseltilmesinden sorumlu olan hemşirelerin, şiddetin önlenmesinde sorumluluk alması kaçınılmazdır. Hemşirelikle ilgili yapılan 19 Nisan 2011 tarihli 27910 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Hemşirelik Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” uyarınca yapılan yasal düzenlemede de, “Toplum Sağlığı Hemşireliği” alanında “Okul Sağlığı Hemşireliği” yan dal olarak tanımlanmış ve yasal olarak hemşirelere bu alanda çalışabilme olanağı sunulmuştur. Okul sağlığı hemşiresinin görev yetki ve sorumluluklarının özellikle “b maddesi (Sağlık risklerinin erken tanılanması ve uygun girişimlerin planlanması, gereken önlemlerin alınması konusunda okul idaresiyle koordinasyonu sağlar)” kapsamında,[31] okul ortamında ve çevresinde gerçekleşebilecek şiddet olgularının önlenmesinde görev almaları beklen-

55

mektedir. Ancak uygulamada okullarda yeterli hemşire istihdamının olmadığı görülmektedir. Oysa hemşireler, şiddet konusunda riskli çocuk ve ailelerin belirlenmesinde, şiddet uygulayan veya şiddete uğrayan çocuğa gerekli yardımın sağlanmasında, duruma uygun kabul edilebilir çözüm yolları bulunmasında özel bir konuma sahiptir.[32] Ancak öncelikle okul ortamında şiddetin varlığı ve boyutlarının tespit edilmesi gerekmektedir. Bu alanda yapılacak çalışmalar, okul sağlığı hizmetlerinin sürdürülmesine de katkı sağlayacaktır. Bu bilgilerden hareketle, Türkiye’de şiddet olaylarının 15– 16 yaşları arasında en yüksek seviyeye ulaşması ve bu yaş grubunun risk faktörü oluşturması nedeniyle,[29] araştırma 15-16 yaş grubunun eğitim gördüğü orta eğitim düzeyinde yürütülmüştür. Lise öğrencilerinin şiddetle karşılaşma ve şiddeti algılama durumlarını, şiddet eğilim düzeylerini ve bunu etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla yapılmıştır.

Gereç ve Yöntem Bu çalışma, tanımlayıcı tipte bir alan araştırmasıdır. Araştırma, 2006-2007 eğitim ve öğretim yılında Aydın ili Kuşadası ilçesinde bulunan bir lisede okuyan 460 öğrenciyle yapıldı. Örneklem seçimine gidilmemiştir. Katılım oranı (360 öğrenci) %78.3 idi. Araştırmaya katılanların %35.3’ü (n=127) dokuzuncu (lise 1), %40.3’ü (n=145) onuncu (lise 2), %24.4’ü (n=88) ise onbirinci sınıf (lise 3) öğrencisiydi. Kurumdan gerekli izin, öğrencilerden sözlü onam alındıktan sonra, araştırma verileri “Tanıtıcı Bilgi Formu” ve “Şiddet Eğilim Ölçeği” kullanılarak toplandı. Tanıtıcı Soru Formu; öğrencilerin demografik bilgilerini içeren 11 soru ve örgencilerin şiddet davranışlarıyla ilgili görüşlerini öğrenmek amacıyla sorulan yedi soruyla birlikte toplam 18 sorudan oluşmuştur.

Şiddet Eğilim Ölçeği (ŞEÖ): Göka, Bayat ve Türkçapar (1995) tarafından geliştirilen ölçeğin amacı orta öğretim kurumlarında okuyan öğrencilerin sardırganlık ve şiddet eğilimlerini belirlemektir. Ölçek T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu’nun “Aile İçinde ve Toplumsal Alanda Şiddet” (1998) konulu araştırmasında temel yapısı bozulmadan yeniden desenlenmiş ve kapsam geçerliliği sağlanmıştır. Ölçekteki 20 soru dörtlü Likert tipi (1) “hiç uygun değil” den, …, (4) “çok uygun”a değişen puanlama uygulanarak yapılmaktadır. Ölçekten elde edilecek en yüksek puan “80”, en düşük puan “1”dir. Yüksek puan, öğrencilerin saldırganlık ve şiddet eğilimlerinin fazla olduğunu göstermektedir. Öğrencilerin ölçekten aldıkları puanlara göre, 1-20 arası puan “çok az”, 21-40 arası puan “az”, 41-60 arası puan “fazla” ve 61-80 arası puan “çok fazla” şiddet eğilimi olarak değerlendirilmiştir.[13] Bu araştırmada ölçeğin “Cronbach Alpha” güvenirlik katsayısı ise .88 olarak bulundu. Veriler bilgisayar ortamında değerlendirildi. Öğrencilerin


56

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):53-60

Tablo 1. Öğrencilerin şiddetle ilgili bilgileri öğrendikleri kaynaklara göre dağılımı (n=360)

80 Standart hata: 12.48 Ortalama: 44.08 N: 360.00

60

Sayı

Yüzde*

Yazılı ve görsel basından Çevre veya toplumdan Okul veya arkadaştan Aile/yaşam deneyimlerinden Bilgisayar/internetten

262 186 140 78 2

72.8 51.7 36.1 21.7 14.4

*Birden fazla yanıt olduğu için satır yüzdesi.

40

20

0

Şiddetle ilgili bilgi alınan kaynaklar

20.0 25.0 30.0 35.0 40.0 45.0 50.0 55.0 60.0 65.0 70.0 75.0 80.0

Şekil 1. Verilerin normalite dağılımını gösteren histogram.

tanıtıcı özelliklerine ve şiddet konusundaki görüşlerine ilişkin bulguların sayı-yüzde dağılımları yapıldı, öğrencilerin cinsiyet, sınıf, anne-babalarının çalışma durumu ve gelir durumları ile şiddet eğilim puan ortalamaları arasındaki karşılaştırmalar, yapılan normalite testinde (Shapiro Wilk Testi) veriler normal dağılım göstermediği için (Şekil 1) non-parametrik analizlerle (Mann Whitney-U ve Kruskal Wallis testleri) incelendi.[33]

Bulgular

Araştırmaya katılanların %56.7’si kız, %45.61’i erkekti. Öğrencilerin %58.1’i kasaba kökenli ve %69.2’si çekirdek aileye sahipti. Annelerin %31.1’i lise mezunu, %73.9’u ev hanımı ve %73.9’u bir işte çalışmamaktaydı. Babaların ise %31.1’i yüksekokul/fakülte mezunu %33.3’ü esnaf ve %18.6’sı bir işte çalışmamaktaydı. Öğrenciler ailelerinin gelir düzeyini %71.1 gibi yüksek oranda “geliri gidere denk” olarak değerlendirdiler.

Öğrencilerin %10.3’ünün (n=37) şiddet yaşadığı saptandı. Bu öğrenciler en fazla arkadaşları tarafından okulda %51.4 ve aile üyelerinin evde %21.6 şiddet uyguladığını belirtmişlerdir. Diğer taraftan öğrencilerin %13.5’i kendi kendine şiddet uyguladığını ifade etmiştir.

Araştırma kapsamındaki öğrencilerin şiddeti en fazla “dayak” (%18.3), “psikolojik baskı” (%15.3), “kavga” (%15.8) ve “başkalarına zarar vermek” (%11.4), en az (%2.8) “içki gibi zararlı alışkanlıklar”, (%3.1) “özgürlüğün kısıtlanması”, (%3.9) “mutsuzluk/huzursuzluk” ve (%5.6) “savaş/terör” olarak algıladıkları saptandı. Öğrenciler algıladıkları şiddet türleri olarak %78.9’u fiziksel ve %45.6’sı psikolojik şiddeti belirtmiştir. Şiddette “psikolojik durum” (%26.7), “eğitim” (%23.6), “ile-

tişim” (%16.9) ve “televizyon diziler/filimler” (%16.7) etkili faktörler olarak görülmektedir. Aynı zamanda, şiddetle ilgili bilgileri öğrencilerin sırasıyla %72.8’i yazılı ve görsel basından, %51.7’si çevre veya toplumdan, %36.1’i okul ve arkadaşlarından, %21.7’si aile/yaşam deneyimlerinden ve %14.4’ü bilgisayar/internetten öğrendiği saptandı.

Araştırma kapsamındaki öğrencilerin şiddetin önlenmesi için önerileri incelendiğinde, %32.5’i “eğitim”, %19.4’ü “psikolojik danışmanlık” ve %13.1’i “basın yayın organlarının denetlenmesi” gerektiğini belirtmişlerdir. Öğrenciler, “cezalandırma” (%16.9) ve “şiddete şiddetle yanıt verilmeli” (%7.8) gibi şiddet döngüsünün devam etmesine neden olacak yönde geleneksel önerilerde de bulunmuşlardır. Ayrıca öğrencilerin %4.7’si de şiddetin üstesinden gelinemeyeceğini/önlenemeyeceğini ifade etmiştir. Öğrencilerin şiddet eğilim düzeyi puan ortalaması 44.08±12.48 olarak bulundu. Şiddet eğilim düzeylerinin katılanların %46.1’inde “Az” (21-40 puan), %42.2’sinde “Fazla” (41-60 puan), %11.4’ ünde ise “Çok fazla” (61-80 puan) görülmektedir. Ancak ŞEÖ puanları bütün olarak değerlendirildiğinde, öğrencilerin yarısından fazlasının %53.6 şiddet eğilim düzeyleri “fazla/çok fazla” yönündeydi (Tablo 2).

Öğrencilerin öğrenim gördükleri sınıfa göre şiddet eğilim puan ortalamaları incelendiğinde, onbirinci sınıfta öğrenim gören öğrencilerin şiddet eğilim puan ortalamalarının (46.41±12.99), dokuzuncu sınıfta (38.54±10.48) ve onuncu sınıfta (42.06±12.08) öğrenim gören öğrencilerin şiddet eğilim puan ortalamalarından daha yüksek olduğu görülmektedir. Bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (KW=17.718, p<0.01). Araştırmaya katılan erkek öğrencilerin (45.61±12.01) şid-

Tablo 2. Öğrencilerin şiddet eğilim düzeylerine göre dağılımı Şiddet eğilim düzeyleri

Sayı

Yüzde*

Çok az (1-20 puan) Az (21-40 puan) Fazla (41-60 puan) Çok fazla (61-80 puan) Toplam

1 166 152 41 360

0.3 46.1 42.2 11.4 100.0


57

ÖZGÜR G ve ark., Lise Öğrencilerinin Şiddet Algıları, Şiddet Eğilim Düzeyleri ve Etkileyen Faktörler

Tablo 3. Öğrencilerin Sosyodemografik Özelliklerine Göre Şiddet Eğilim Ölçeği Puan Ortalamaları Arasındaki Farkın İncelenmesi (n= 60) Sosyo-Demografik Sayı X SS özellikler

Kruskal Mann Wallis Whitney-U

p

Sınıf 9. sınıf 10. sınıf 11. sınıf

127 145 88

38.54 42.06 46.41

10.48 12.08 12.99

Cinsiyet Kız Erkek

204 156

39.03 45.61

11.44 12.01

1013.00

Anne çalışma durumu Çalışıyor Çalışmıyor

.000 <0.01**

94 266

43.15 41.43

13.57 11.56

11805.50

Baba çalışma durumu Çalışıyor Çalışmıyor

.422 >0.05

293 67

41.16 45.03

11.62 13.77

8210.00

0.037 <0.05*

Gelir durumu Az Denk Fazla

46 256 58

40.89 43.44 45.02

11.27 11.95 13.04

det eğilim puan ortalamalarının kız öğrencilere (39.03±11.44) göre daha yüksek olduğu ve bu farkın istatistiksel olarak oldukça anlamlı olduğu saptandı (MW-U=1013.00, p<.01).

Annenin çalışma durumuna göre öğrencilerin şiddet eğilim puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmazken (MW-Uanne=11805.50, p>0.05); babası çalışmayan öğrencilerin şiddet eğilim puan ortalamaları (45.03±13.77), babası çalışan öğrencilere (41.16±11.62) göre daha yüksek bulundu ve puan ortalamaları arasındaki bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptandı (MWUbaba= 8210.00, p<0.05) (Tablo 3).

Diğer taraftan öğrencilerin ailelerinin gelir durumlarını değerlendirmeleri incelendiğinde, şiddet eğilim puan ortalamalarının ailelerin geliri giderden “az” olanlara (40.89±11.27) ve gelir gidere “denk” olanlara (43.44±11.95) göre gelir giderden “fazla” olanlarda (45.02±13.04) yüksek olduğu saptandı. Ailelerin gelir durumları iyileştikçe, şiddet eğilim puan ortalamaları yükselmektedir. Bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (KW=6.770, p<0.05) (Tablo 3).

Tartışma Araştırma kapsamındaki öğrencilerin %10.3’ünün şiddete maruz kaldığı ve bu öğrencilerin büyük çoğunluğunun (%51.4) bu şiddeti arkadaşları tarafından okulda yaşadığı saptanmıştır. Kapcı tarafından ilköğretim 4.-5. sınıfa devam eden 206 öğrenci ile yapılan bir çalışmada öğrencilerin %40.0’ının zorbalığa maruz kaldığı belirlenmiştir.[34] Özcebe ve ark. (2006) tarafından Ankara’da yer alan üç lisede öğrenim gören 400 birinci sınıf öğrencisi ile yapılan bir çalışmada ise, öğrencilerin %45.5’inin (%16.1’i şiddete maruz kalan;

.000 <0.01**

17.718

6.770

0.034 <0.05*

%8.8’i şiddet uygulayan; %20.6’sı hem şiddete maruz kalan hem şiddet uygulayan) son üç ay içerisinde herhangi bir nedenle şiddetle karşı karşıya kaldığı ifade edilmiştir.[29] Çalışmamızda, şiddet yaşama oranının bu kadar düşük bulunması, öğrencilerin şiddeti kabul etmeme yönündeki tepkilerinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda bu bulgu, öğrenciler şiddet yaşadıklarnı dile getirmekten kaçındıkları için belirtmediklerini de düşündürmektedir. Bu öğrenciler en fazla arkadaşları tarafından okulda ve aile üyeleri tarafından evde şiddete maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Şiddetin en fazla okullarda yaşandığının belirtilmesi, bu konunun önemsenmesi açısından uyarıcı niteliktedir. Özcebe, Çetik ve Üner (2006) araştırmalarında da öğrencilerin şiddeti en fazla okulda %42.0 ve en fazla arkadaşlarına %65.6 uyguladıklarını saptamışlardır.[29] Bulut’da (2008) yaptığı araştırmada basına yansıyan 302 şiddet olayının %74’nünün okul binası içinde yaşandığını saptamıştır.[30] Bu araştırmaların sonuçları çalışmamızı desteklemektedir. Diğer taraftan öğrencilerin %13.5’inin kendi kendine şiddet uyguladığını ifade etmesi, bu konunun ayrıca araştırılması gereken önemli konu olduğunu göstermektedir.

Öğrencilerin şiddeti en fazla “dayak” (%18.3) olarak algıladıkları saptanmıştır. Ankara ilindeki lise öğrencileriyle yapılan araştırmada da öğrenciler okuldaki şiddeti “dayak” olarak tanımlamışlardır.[7] Okullarımızda görülen şiddet olayları %32.8 gibi yüksek oranda fiziksel zarar verme (yumruk, tekme, tokat, vb.) olarak saptanmıştır.[11] TBMM Araştırma Komisyonu’nun (2007) yaptığı araştırmada da öğrenciler arasında “şiddet”i fiziksel şiddet olarak algılama en yüksek iken, sözel şiddet ve duygusal şiddet davranışlarını şiddet olarak al-


58

gılama oranlarının düşük olduğu saptanmıştır.[14] Bu araştırmalar çalışmamızı desteklemektedir.

Öğrenciler şiddet türlerini de algıları doğrultusunda en fazla fiziksel (%78.9) ve psikolojik (%45.6) şiddet olarak belirtmiştir. Şiddeti yaşayan bireyde yarattığı izler açısından, cinsel ve duygusal şiddete göre fiziksel şiddet, daha somut, ölçülebilir ve kolay ifade edilebilir olması sebebiyle, ilk olarak dile getirilen şiddet türüdür.[35-37] Bu bağlamda, araştırmada öğrencilerin şiddeti öncelikle fiziksel olarak belirtmeleri beklenen bir sonuçtur. Ancak bu bulgu, psikolojik/duygusal şiddeti görmezden gelme açısından düşündürücüdür. Diğer taraftan, öğrencilerin fiziksel şiddet kadar olmasa da psikolojik/ duygusal şiddeti belirtmeleri, bu şiddet türünün günümüzde çok fazla yaşanması ve gündeme gelmesinin bir yansıması olarak da yorumlanabilir. Öğrenciler “psikolojik durum”un, “eğitim”in, “iletişim”in ve “televizyon diziler/filimler”inin şiddette etkili faktörler olduğunu belirtmektedirler. Öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun (%72.8) şiddeti yazılı/görsel basından öğrendiklerini ifade etmeleri önemli bir bulgudur. Ülkemizde sözlü ve özellikle yazılı basında şiddet haberlerine sık sık yer verilmesi ve izlenme oranı (rating) kaygısıyla haberlerin şiddeti sergileme eğilimi biçiminde ele alınmasının bir sonucu olduğu düşünülmektedir. Birçok kaynakta da, medyanın şiddetin artmasında önemli olduğu belirtilmektedir.[32,38] Araştırma kapsamındaki öğrencilerin şiddetin önlenmesi için verdiği yanıtların bilinmesi, bu sorunu yaşama riski taşıdıkları için çok önemlidir. Öğrencilerden gelen önerilerin “eğitim, “psikolojik danışmanlık” ve “basın yayın organlarının denetlenmesi” gibi akılcı ve uygulanabilir yönde olduğu görülmektedir. Ancak bazı öğrenciler, “cezalandırma” ve “şiddete şiddetle yanıt verilmeli” gibi şiddet döngüsünün devam etmesine neden olacak yönde geleneksel önerilerde de bulunmuşlardır. Ayrıca öğrencilerin bir kısmının şiddetin üstesinden gelinemeyeceğini/önlenemeyeceğini belirtmesi, şiddet karşısında çaresizlik yönünde yanıt vermiş olmaları da önemsenmesi gereken bir sonuçtur. Öğrencilerin şiddet eğilim düzeyi puan ortalamalarının değerlendirilmesinde ortalama (44.08±12.48) (maks:80) dikkate alındığında öğrencilerin şiddet eğilim düzeylerinin çok fazla olmadığı, yüzdeler dikkate alındığında öğrencilerin %53.6’sının şiddet eğilim düzeylerinin fazla olduğu ya da “orta”nın üzerinde olduğu söylenebilir. Öğrencilerin büyük çoğunluğu (%89.7) şiddet yaşamadığını belirtmelerine karşın şiddet eğilim düzeyinin “orta”nın üzerinde bulunması düşündürücü bir sonuçtur. Bu sonuç, öğrencilerin şiddet konusunda risk grubu oluşturduğunu göstermektedir. Aile Araştırma Kurumu’nun (1998) araştırmasında 7-14 yaş grubu çocukların %35’nin şiddet eğilim puanının “az” (40 puan), %2 şiddet eğilim puanının ise “fazla” (60 puan ve üzeri) olduğu bu-

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):53-60

lunmuştur.[13] Uysal (2001) tarafından yapılan araştırmada da, öğrencilerin %57.8’inin “az”, %37.9’unun “fazla”, %2.9’unun ise “çok fazla” şiddet eğilim düzeyinde olduğu bulunmuştur. Araştırmamızın bulguları, bu iki araştırmanın “bulguları ile benzerlik göstermektedir.[39] Öğrencilerin sınıfları yükseldikçe, başka bir anlatımla yaşları ilerledikçe, şiddet eğilimlerinin de arttığı görülmektedir. Bu bulgu yaşla birlikte şiddet eğiliminin azalacağı görüşüyle[40-42] ters düşmektedir. Diğer taraftan çevrenin şiddet eğilimi üzerinde olumsuz etkisi görüşüyle[26] örtüşmektedir. Araştırmaya katılan erkek öğrencilerin şiddet eğilim puan ortalamalarının kız öğrencilerden anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu görülmektedir. Bu bulgu, toplumda erkek çocuğa verilen önemin ve gösterilen hoşgörünün, ergenlik döneminde çocuğun başkaldırı davranışları nedeniyle daha fazla şiddet yaşamasına ve sorunlar karşısında şiddeti deneyimleme eğilimlerinin daha fazla olması ile açıklanabilir. Özgür, Baysan-Arabacı ve Aycan 2007 tarafından yapılan araştırmada da hem annelerin hem babaların, erkek çocuklarını kız çocuklarına göre daha fazla cezalandırdıkları saptanmıştır.[8,23] Annenin çalışma durumu öğrencilerin şiddet eğilimlerini etkilemezken, babası çalışmayan öğrencilerin şiddet eğilimlerinin çalışanlara göre daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Bu sonuç, babanın çalışma durumunun öğrencilerin şiddet eğilimini etkilediğini göstermektedir. Günümüzde aile üyelerinin çalışma durumunun geleneksel geniş aileden çekirdek aileye geçişte anne babaya atfedilen cinsiyet rollerindeki değişimin, şiddet eğiliminde etkili olduğu söylenebilir. İlgili kaynaklarda da aile içi geçimsizlik, boşanma, sık sık iş-ev değiştirme ve babanın işsiz kalması gibi ailede strese neden olan olayların, çocuğa yönelik istismar ve ihmal eğilimini arttırdığı bildirilmektedir.[35,43,44] Bu bilgiler ışığında, babası çalışmayan öğrencilerin ailelerinde yaşanan stres ortamında sorunlarla baş etmede şiddeti kullanarak şiddet davranışını öğrendikleri ve bu nedenle şiddet eğilim puanlarının yüksek olduğu düşünülmektedir.

Öğrencilerin ailelerinin gelir durumları iyileştikçe, şiddet eğilim puan ortalamaları yükselmektedir. Bu bulgu ailelerde yaşanan ekonomik sorunların şiddet eğilimine neden olacağı[13,35,43,44] görüşüyle örtüşmemektedir. Diğer taraftan, şiddet her sosyal, kültürel ve ekonomik düzeyde, etnik grupta, coğrafik yerleşimde ve tüm yaşlarda görülür görüşü[45] bu araştırma bulgusunu destekler niteliktedir.

Sonuç Araştırmaya katılan öğrencilerin çoğu, yaşamlarında şiddetin varolduğunu ve bunu sıklıkla arkadaş ve okul ortamında yaşadıklarını belirtirken, şiddeti daha çok “dayak ve kavga” olarak fiziksel boyutuyla tanımlamışlardır. Öğrencilerin büyük çoğunluğu şiddeti arkadaş ve okul ortamında deneyim-


ÖZGÜR G ve ark., Lise Öğrencilerinin Şiddet Algıları, Şiddet Eğilim Düzeyleri ve Etkileyen Faktörler

lerken, şiddet konusundaki bilgileri, bilişim çağının bir yansıması olarak kitle iletişim araçlarından öğrenmişlerdir.

Şiddet eğilimleri “orta” düzeyde olan öğrencilerin, yaşı ilerledikçe şiddet eğilim düzeyleri artmaktadır. Erkek öğrencilerin kız öğrencilere, babası çalışmayan öğrencilerin çalışanlara oranla şiddet eğilimleri daha yüksektir. Ayrıca, öğrencilerin aile gelir durumları yükseldikçe şiddet eğilimleri de artmaktadır Sonuç olarak, öğrencilerin şiddet yaşama konusunda risk grubu oluşturduğu, cinsiyetin, sınıfın, babanın işsiz olmasının yanı sıra ekonomik durumun şiddet eğiliminde etkili faktörler olduğu ortaya çıkmıştır. Öğrencilerin bazılarının “şiddetin şiddetle önlenebileceği” görüşünde olmaları, şiddet döngüsünün kırılmasında engel teşkil edeceği için ivedilikle müdahale edilmesi gereken bir noktadır. Araştırma verilerinin bir ilçede yer alan tek bir liseden toplanmış olması, sonuçların genellenmesi açısından sınırlılık yaratmaktadır. Araştırma bulgularına göre,

• Okullarda öğrencilere şiddetin fiziksel boyutu kadar, duygusal, cinsel ve ekonomik boyutu konusunda da farkındalık kazandırılması, • Okullarda, gerçekleşebilecek olası şiddet olaylarının önlenmesinde görev alabilecek okul sağlığı hemşirelerinin istihdam edilmesi ve bu hemşirelerin, - Ergenlerde ailesel risk faktörlerinin belirlenmesinde,

- Şiddet uygulayan veya şiddete uğrayan çocuklara gerekli yardımın sağlanmasında, - Ergenlerde düzenli ruh sağlığı taramalarının yapılmasında aktif olarak rol almaları,

• Ergenlerin, oluşturulacak şiddet önleme programlarına katılması sağlanarak, şiddet ve şiddet nedenlerine ilişkin görüşlerinden yararlanılması, • Şiddet içerikli yayın ve haberlerin denetlenmesi, etkin bir şekilde kontrol edilmesi,

• Gençlere şiddet karşısında “hayır” diyebilecekleri ortamların oluşturulması önerilebilir. Kaynaklar 1. WHO. World report on violence and health. Geneva: 2002. p. 1-46. 2. Kepenkçi Y, Çinkir S. Bullying among Turkish high school students. Child Abuse & Neglect 2005;1717:1-12. 3. U.S. Department of Education. Crime, violence, discipline, and safety in U.S. public schools. Findings from the school survey on crime and safety: 2005-06. Retrieved September 27, 2007. from http://nces.ed.gov/pubsearch. ET: 28.11.2011. 4. Budak S. Psikoloji sözlüğü. 2. baskı. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları; 2003. s. 712. 5. Baltaş Z. Sağlık psikolojisi. İstanbul: Remzi Kitabevi; 2000. s. 238-56. 6. Köknel Ö. Bireysel ve toplumsal şiddet. Özcan Köknel Dizisi 9, Altın Kitap-

59

lar Yayın Evi; 1996. 7. Durmuş E, Gürkan U. Lise öğrencilerinde şiddet ve saldırganlık eğilimleri. Türk Eğitim Bilimleri Dergisi 2005;3:12. 8. Özgür G, Baysan-Arabacı L, Aycan Z. 10-15 yaş grubundaki çocukların fiziksel ve duygusal istismar durumlarının incelenmesi. Hemşirelik Forumu Ocak-Şubat/Mart-Nisan 2007;(Birleştirilmiş İki Sayı):59-65. 9. Ögel K, Tarı I, Yılmazçetin-Eke C. Okullarda suç ve şiddeti önleme. İstanbul: Yeniden Yayınları; No:17, 2006. 10. Erdil D. Şiddetin kültürel kökenleri. Bilim Teknik Dergisi 2001;Şubat:40-1. 11. Gelbal S. Okullarda şiddetin önlenmesi, mevcut uygulamalar ve sonuçları. Türk Eğitim Derneği Kitapçığı. Ankara: 2006. s. 28-31. 12. Kızmaz Z. Okullardaki şiddet davranışının kaynakları üzerine kuramsal bir yaklaşım. C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi 2006; 30:47-70. 13. T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu. Aile içinde ve toplumsal alanda şiddet. Bilim Serisi: 113. Ankara: Başbakanlık Basımevi; 1998. 14. Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırması Komisyonu. Türkiye’de ortaöğretime devam eden öğrencilerde ve ceza ve infaz kurumlarında bulunan tutuklu ve hükümlü çocuklarda şiddet ve bunu etkileyen etkenlerin saptanması. Araştırma Raporu. Ankara: 2007;(19-22):56-8. 15. Kocacık F. Şiddet olgusu üzerine. C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi 2:1,1-7. http://www.cumhuriyet.edu.tr/edergi/makale/88.pdf. (Erişim tarihi: 28.09.2007). 16. Braaren S. Youth violence and aggression “why?” or should we be asking “why not?” Preventing School Failure; 1999. p. 6-10. 17. Stevahn L, Johnson DW, Johnson RT, Schultz R. Effects of conflict resolution training integrated into a high school social studies curriculum. J Soc Psychol 2002;142:305-31. 18. Aksayan S, Emiroğlu ON, Adıgüzel N, Güler N ve ark. Lise öğrencilerinde öfke düzeyi öfke ifade tarzları ve ilgili değişkenler. 3. Sosyal Psikiyatri Sempozyumu Bildiri Kitabı. Çanakkale: 17-19 Nisan 1996. 19. Kavacıklı F, Evrukan M, Aytekin T, Kaplan M ve ark. Aile içi şiddetin sebep ve sonuçları (Aralık 1993-Aralık 1994). 2. basım. Ankara: Bizim Büro Basımevi; 2000. s. 18-195. 20. Ayan S. Aile içi şiddete uğrayan çocukların saldırganlık eğilimleri. Anadolu Psikiyatri Dergisi 2007;8:206-14. 21. Kocacık F. Şiddet olgusu üzerine. C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi 2001;2:1-7. (http://www.cumhuriyet.edu.tr/edergi/makale/88.pdf ). (Erişim tarihi: 28.09.2007). 22. Yell ML, Rozaski ME. Searching for safe school: Legal issues in the prevention of school violence. Journal of Emotional Behavioral Disorders 2000;8: 187-96. 23. Bahar Hİ. Çözüm karakolda değil. Radikal Gazetesi 12.03.2001. 24. Güney C. Şiddetin bahanesi olmaz. Tepe Yayınları - Arı Matbaası; İstanbul: 2008. s. 144-51. 25. Ustun A, Yilmaz M, Kırbas S. Gençleri şiddete yönelten nedenler. Solak A. (Ed.) Okullarda şiddet ve çocuk suçluluğu. Ankara: Hegem Yayınları; 2007. s. 109-30. 26. Bandura A. Social learning theory. Practice Hall- New Jersey: 1997. p. 2236. 27. Özdemir S. Ne oldu liselerde şiddet konusu. http:// www.sabah.com.tr. (Erişim tarihi: 15.09.2007). 28. Yavuz MF, Atan YK, Atamer TA, Gölge ZB. Lise öğrencilerinde fiziksel şiddetin değerlendirilmesi: okulda ve ailede karşılaşılan şiddet ve öğrencinin kendi uyguladığı şiddet. Adli Bilimler Dergisi 2003;2:35-44. 29. Özcebe H, Üner S, Çetik H. Adölesanlarda şiddet davranışları (Üç Lise, Ankara, 2004), Şiddet ve okul: Okul ve çevresinde çocuğa yönelik şiddet ve alınabilecek tedbirler. Uluslararası Katılımlı Sempozyum Bildiri Özetleri. İstanbul: Duman Ofset; 2006. s. 27. 30. Bulut S. Okullarda görülen öğrenciden öğrenciye yönelik şiddet olaylarının bazı değişkenler açısından arşiv araştırma yöntemiyle incelenmesi. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi 2008;8:23-38. 31. Resmi Gazete 19 Nisan 2011 tarihli Hemşirelik Yönetmeliği’nde Değişiklik


60

Yapılmasına Dair Yönetmelik. http://www.resmigazete.gov.tr/default. aspx#. (Erişim tarihi: 20.11.2011). 32. Baysan-Arabacı L, Karadağlı A. Hemşire ve ebelerin kadına yönelik şiddet belirtilerini tanımalarına ilişkin ölçek geliştirme. Sağlık ve Toplum Dergisi 2006;16:101-11. 33. Aksayan S, Bahar Z, Bayık A, Emiroğlu ON ve ark. Verilerin çözümlenmesinde istatistiksel yöntemler. hemşirelikte araştırma ilke, süreç ve yöntemleri. (Erefe İ, Editör) 8. Bölüm. 1. baskı. İstanbul: Odak Ofset; 2002. s. 211-49. 34. Kapcı EG. İlköğretim öğrencilerinin zorbalığa maruz kalma türünün ve sıklığının depresyon, kaygı ve benlik saygısıyla ilişkisi. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi 2004;37:1-13. 35. Bahçecik N, Kavaklı A. Çocuk istismarı ve ihmali. Hemşirelik Bülteni 1993; VII:23-31. 36. Kozcu Ş. Çocuk istismarı ve ihmali. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Seminer Dergisi 1988/1989;6:63-73. 37. Zeytinoğlu S. Sağlık, sosyal hizmet, hukuk ve eğitim alanlarında çalışanların, Türkiye’de çocuk istismarı ve ihmali sorunu ile ilgili görüşleri. V. Ulusal Psikoloji Kongresi. Psikoloji Seminer Dergisi Özel Sayısı 1990;8: 561-73. 38. Başbakkal Z, Baysan L. Çocuk istismarı ve ihmali konusuna ilişkin polislerin bilgi düzeylerinin ve düşüncelerinin incelenmesi. Çocuk Forumu MayısAğustos 2004:65-70.

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):53-60

39. Uysal A. Şiddet karşıtı programlı eğitimin öğrencilerin çatışma çözümleri, şiddet eğilimleri ve davranışları yansıması. [Doktora Tezi] İzmir: E.Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 2001. 40. Çelenk S. İlköğretim ve lise öğrencilerinde akran zorbalığı ve akran zorbalığına maruz kalma. http://www.tavsiyeediyorum.com/ makale_5744.htm. (Erişim tarihi: 04.12.2011). 41. Rigby K, Cox I, Black G. Cooperativeness and bully/victim problems among Australian schoolchildren. J Soc Psychol 1997;137:357-68. 42. Salmon G, James A, Smith DM. Bullying in schools: self reported anxiety, depression, and self esteem in secondary school children. BMJ 1998;317:924-5. 43. Kocaman N. Fiziksel ve cinsel istismar. Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 1994;1:71-5. 44. Özdemir U. Çocuk ihmal ve istismarına hekimlerin bakışı ve önleme. Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı Dergisi 1992;2:10-3. 45. Muslu L. Kırsal bölgede eşleri tarafından fiziksel şiddet gören ve görmeyen kadınların benlik saygısı düzeylerinin belirlenmesi. [Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi] Denizli: 2001.

*6. Ulusal (Uluslararası Katılımlı) Hemşirelik Öğrencileri Kongresi’nde poster bildiri olarak sunulmuştur (26-29 Haziran 2007, İstanbul).


ORİJİNAL MAKALE / ORIGINAL ARTICLE

61

Sağlık Çalışanlarında Yaşam Kalitesi ve Etkileyen Değişkenler Quality of Life and Effective Variables Among Health Care Professionals Arzu YILDIRIM,1 Rabia HACIHASANOĞLU1

ÖZET

SUMMARY

Amaç: Bu araştırma, sağlık çalışanlarında tükenmişlik, depresyon, sosyodemografik ve mesleki özelliklerin yaşam kalitesi üzerine etkisini belirlemek amacıyla yapıldı.

Objectives: This study was conducted to determine the effect of burnout, depression, and sociodemographic and occupational characteristics on quality of life among health care professionals.

Gereç ve Yöntem: İlişki arayıcı kesitsel nitelikte olan araştırma Erzincan Devlet Hastanesi ve merkezde bulunan 5 aile sağlığı merkezlerinde çalışan 311 sağlık çalışanı ile Mayıs-Haziran 2010 tarihleri arasında yapıldı. Veriler soru formu, Maslach Tükenmişlik Ölçeği (MTÖ), Beck Depresyon Envanteri (BDE) ve Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği-Kısa Formu Türkçe Versiyonu (WHOQOL-BREF-TR) ile toplandı. Veriler tek değişkenli analiz, Pearson korelasyon ve çoklu doğrusal regresyon analizi ile değerlendirildi.

Methods: This cross-sectional study was conducted with 311 health care professionals employed at five Family Health Centers and Erzincan State Hospital in central Erzincan between May and June 2010. Data were collected using a questionnaire, Maslach Burnout Inventory (MBI), Beck Depression Inventory (BDI), and the Turkish version of the World Health Organization Quality of Life Instrument (WHOQOL-BREF-TR). For analysis of the data, univariate analysis, Pearson correlation and multiple linear regression analysis were used.

Bulgular: Çalışmada BDE ile MTÖ arasında zayıf pozitif (p<0.001), WHOQOL-BREF-TR ile BDE arasında orta, MTÖ arasında zayıf negatif yönde anlamlı bir ilişki saptandı (p<0.001). Yapılan regresyon analizi sonucunda BDE, Kişisel Başarı Eksikliği (KBE) ve ekonomik sorunların bedensel alt boyut için; BDE, KBE, çalışma yılı, iş yaşamından memnuniyetsizlik ve kurumdaki başarıyı algılamanın ruhsal alt boyut için; BDE, KBE, Duygusal Tükenmişlik (DT), medeni durum, eğitim düzeyi, çalışılan kurum ve iletişim sorunlarının sosyal alt boyut için; BDE, KBE, medeni durum ve cinsiyetin çevre alt boyutu için önemli yordayıcı değişkenler olduğu belirlendi. Sonuç: Bu çalışmada, sağlık çalışanlarının tükenmişlik ve depresyon düzeyinin düşük, yaşam kalitesinin orta düzeyde olduğu, depresyon, tükenmişlik ve bazı değişkenlerin yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilediği belirlenmiştir. Anahtar sözcükler: Depresyon; sağlık çalışanları; tükenmişlik; yaşam kalitesi.

Giriş Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (International Labour Organization-ILO) bir raporunda, son yıllarda işyerlerinde tükenmişlik gibi işyeri ile ilgili olumsuz psikolojik problemlerin küresel ölçekte artan bir sorun olduğuna dikkat çekilmektedir.[1] İnsanlarla yüz yüze çalışan, doğrudan insana hizmet eden ve hizmetin kalitesinde insan unsurunun çok Erzincan Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Hemşirelik Bölümü, Erzincan 1

İletişim (Correspondence): Yrd. Doç. Dr. Arzu YILDIRIM. e-posta (e-mail): arzuyildirim_25@hotmail.com Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2011;2(2):61-68 Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):61-68

Results: In this study, there was a weak-positive statistically significant relationship between the BDI and MBI (p<0.001), a moderate-negative relationship between the WHOQOL-BREF-TR and BDI, and a weak-negative relationship between the WHOQOL-BREF-TR and MBI (p<0.001). Results of the regression analysis revealed that BDI, Diminished Personal Accomplishment (DPA) and economic problems were significant predictor variables for the physical sub-domain; BDI, DPA, work-years, dissatisfaction with work life, and perception of success in the institution for psychological sub-domain; BDI, DPA, emotional exhaustion (EE), marital status, educational status, place of work, and communication problems for social sub-domain; and BDI, DPA, marital status, and gender for environmental sub-domain. Conclusion: In this study, it was determined that depression and burnout levels of health care professionals were low and quality of life was medium. It was also determined that depression, burnout and some of the variables have a negative impact on the quality of life. Key words: Depression; health care professionals; burnout; quality of life.

önemli bir yere sahip olduğu mesleklerde (doktor, hemşire, öğretmen, polis, avukat vb.) tükenmişliğin daha sık görüldüğü bildirilmiştir.[2,3] Yapılan çalışmalarda hekimlerin yaklaşık %45’inin, hemşirelerin yaklaşık %50’sinin tükenmişlik yaşadığı belirlenmiştir.[4,5] Maslach uzun süreli iş stresinin tükenmişliğe yol açtığını belirtmiş ve tükenmişliği, profesyonel bir kişinin mesleğinin özgün anlamı ve amacından kopması, hizmet verdiği insanlarla artık ilgilenemiyor olması şeklinde tanımlamıştır.[6] Sağlık alanında çalışanlarda yoğun iş yükü, ağır ve ölümcül hastalara bakım verme, iş yerinde ilişki ve görev paylaşımı sorunlarının yaşanması, uyku düzeninin bozulması, nöbetler, hasta yakınları ile uğraşı ve ekonomik sorunlar işle ilgili stres ve gerginliğe yol açmaktadır.[3,7] DSM-IV’te travmatik bir olaya tanık olmanın veya bu tür bir olayı öğren-


62

menin doğrudan yaşamak gibi örseleyici bir niteliğinin olduğu belirtilmektedir.[8] Sağlık çalışanlarında travmatik olaylara tanıklığın sıkça yaşanması da çalışanlarda tükenmişliğe ve çeşitli ruhsal sorunlara neden olabilmektedir.

İş ve meslek yaşamındaki tükenmişlik sendromu depresif yakınmalarda artış, yaşam kalitesinde bozulma,[9,10] yorgunluk, uyku bozuklukları, çabuk öfkelenme iş doyumsuzluğu ve profesyonelliğin engellenmesi gibi sorunlara yol açmaktadır.[11] Çalışmalarda sağlık alanında çalışanlarda depresyonun topluma göre daha sık görüldüğü bildirilmiştir.[12-14] Yazarlar depresyonu tükenmişlikle ilişkili olan ve olmayan şeklinde ayırt etmiş ve tükenmişliğe bağlı gelişen depresyonun daha ağır bir gidiş gösterdiğini belirtmiştir.[13-15] Fransa’da 1200 sağlık çalışanı ile yapılan bir çalışmada kadınların %6.5’inde, erkeklerin %9.4’ünde depresyon ve tükenmişliğin birlikte görüldüğü[12] ve acil servislerde çalışan 322 hemşire ile yapılan bir çalışmada ise, hemşirelerin yaklaşık yarısının tükenmişlik yaşadığı ve tükenmişlik arttıkça iş doyumu ve yaşam kalitesinin azaldığı belirlenmiştir.[5] Sağlıkta iyilik halinin ölçülebilmesinde yaşam kalitesi kavramı geliştirilmiştir. Yaşam kalitesi bireyin fiziksel işlevlerini, ruhsal durumunu, aile içindeki ve dışındaki toplumsal ilişkilerini, çevreden etkilenilmişlik düzeylerini kapsar ve bu durumun bireyin işlevselliğini ne derece etkilediğini gösterir.[16] Tıbbın giderek ilerlediği günümüzde, sadece hastalıkların ortadan kaldırılması değil, kişilerin yaşam kalitelerinin arttırılmaları da hedeflenmektedir. Bu nedenle iyilik hali ve yaşam kalitesinin ölçülebilmesi konusunda giderek artan bir çaba gösterilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 1980’den beri yaşam kalitesini ölçme ve değerlendirmek için çalışmalar yapmaktadır. Bu amaçla kişinin iyilik halini ölçen ve kültürler arası karşılaştırmalara olanak veren geniş kapsamlı 100 ve bunlardan seçilen 26 sorudan oluşan WHOQOL-BREF oluşturulmuştur.[17,18]

Sağlık çalışanları normal çalışma saatleri ve günleri dışında çalışmak durumunda kalmakta, yaşamsal tehdidi bulunan insanlarla çalışmakta, aile ve hastaların büyük beklentileri ile karşılaşmaktadır. Hemşireler hastalarla en uzun süre birlikte olan sağlık profesyonelleri olup, hasta bireyin ve ailesinin her türlü sorunlarında ilk başvurduğu ve ekip içerisinde iletişimi sağlayarak anahtar rol oynayan sağlık personelidir. Yoğun stres altında çalışma sağlık çalışanlarını ruhsal olarak etkileyebilmekte ve bu durum yaşam kalitelerine olumsuz yansıyabilmektedir. Sağlık çalışanlarının tükenmişlik ve depresyon düzeylerinin incelenmesi, hem çalışanların yaşam kalitesi hem de sunulan sağlık hizmetlerinin kalitesi açısından önemlidir. Türkiye’de tükenmişlikle ilgili yapılan çalışmaların çoğunluğunun örneklem grubunun hemşirelerden oluştuğu gözlenmiş, Türkiye’de ve yurtdışında sağlık çalışanlarında yaşam kalitesi ve yaşam kalitesini etkileyebilecek değişkenlerin incelendiği çalışmalara sınırlı sayıda rastlanılmıştır.

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):61-68

Erzincan’da daha önce sağlık çalışanlarında yaşam kalitesini ve etkileyen faktörleri ölçmeye yönelik her hangi bir çalışma yapılmamıştır. Bu nedenle bu çalışma sağlık çalışanlarında tükenmişlik, depresyon, sosyodemografik ve mesleki özelliklerin yaşam kalitesi üzerine etkisini belirlemek amacıyla yapıldı.

Gereç ve Yöntem İlişki arayıcı kesitsel nitelikte olan araştırma birinci ve ikinci basamak sağlık hizmetlerinde çalışanlar ile gerçekleştirildi. Katılımcılar

Araştırmanın evrenini Erzincan Devlet Hastanesi’nde çalışan 525 ve il merkezinde bulunan 5 aile sağlığı merkezlerinde çalışan 61 sağlık çalışanı olmak üzere toplam 586 kişi oluşturdu. Araştırmanın sağlık çalışanlarının tümü üzerinde yapılması planlandı, ancak gebelik, doğum izni, hastalık, görevlendirme gibi nedenlerle izinli olma ve araştırmaya katılmayı kabul etmeme gibi nedenlerden dolayı çalışma 311 (evrenin %53’ü) kişi ile Mayıs-Haziran 2010 tarihleri arasında yapıldı. Kullanılan Araçlar

Tanımlayıcı Form: Yaş, cinsiyet, medeni durum, eğitim düzeyi, meslek, çalıştığı kurum ve bölüm, çalışma şekli, mesleği ve çalıştığı bölümü isteyerek seçme, iş yaşamından memnuniyet ve kişisel başarıyı algılama durumu ile iş yaşamından memnun olmama nedenlerinden oluşan sosyo-demografik ve mesleki özelliklerle ilgili toplam 14 soru içermektedir.

Maslach Tükenmişlik Ölçeği (MTÖ): Maslach ve Jackson[19] tarafından geliştirilmiş, Türkiye’de geçerlik ve güvenirlik çalışması Çam[20] ve Ergin[21] tarafından yapılmıştır. Ölçek 5’li Likert tipinde (0: Hiçbir zaman, 1: Çok nadir, 2: Bazen, 3: Çoğu zaman, 4: Her zaman) 22 sorudan oluşmaktadır. Duygusal Tükenme (DT, 9 madde), Duyarsızlaşma (D, 5 madde) ve Kişisel Başarı Eksikliği (KBE, 8 madde) olmak üzere üç boyutu vardır. DT, kişinin yaptığı iş nedeniyle emosyonel olarak kendini aşırı yüklenmiş hissetmesidir ve tükenmişliğin en önemli belirleyicisidir. D, bireyin hizmet verdiği kişilerin birer birey olduklarını dikkate almaksızın duygudan yoksun biçimde tutum ve davranışlar sergilemesidir. KBE ise, sorunun başarı ile üstesinden gelememe ve kendini yeterli görmeme olarak tanımlanır. Alt ölçek puanları DT ve D için yukarıda belirtildiği gibi, KBE için ise tersine puanlanmaktadır (Hiçbir zaman: 4, Her zaman: 0). DT ve D alt ölçekleri olumsuz, KBE ise olumlu ifadelerden oluşan Kişisel Başarının tersine çevrilerek puanlanması nedeniyle KBE olarak ifade edilmektedir. Alt ölçeklerden elde edilen puanlar için kesme değeri olmadığından tükenme var ya da yok biçiminde bir ayırım yapılamamaktadır. Tükenmişliği yaşamakta olan bireylerde DT (0-36), D (0-20) ve KBE (0-32) puanlarının yüksek olması beklenmektedir. [21]


63

YILDIRIM A ve ark., Sağlık Çalışanlarında Yaşam Kalitesi ve Etkileyen Değişkenler

Beck Depresyon Envanteri (BDE): Depresyonda görülen bedensel, duygusal, bilişsel ve motivasyonel belirtileri ölçmektedir. Ölçeğin amacı depresyon tanısı koymak değil, depresyon yönünden riski belirlemek ve depresif belirtilerin düzeyini ve şiddet değişimini ölçmektir. Beck ve arkadaşları[22] tarafından geliştirilmiş olup ülkemizde geçerlilik ve güvenilirlik çalışması Hisli[23] tarafından yapılmıştır. Toplam 21 kendini değerlendirme cümlesi içermekte ve dörtlü Likert tipi ölçüm sağlamaktadır. Her madde 0-3 arasında giderek artan puan alır ve toplam puan 0-63 arasında değişir. Toplam puanın yüksekliği depresyon düzeyinin ya da şiddetinin yüksekliğini gösterir. Ölçeğin Türkçe geçerlik ve güvenirlik çalışmasında kesme puanı 17 olarak belirlenmiştir.[24,25]

Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği Kısa Formu Türkçe Versiyonu (WHOQOL-BREF-TR): Sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi ölçeği DSÖ tarafından geliştirmiş, Eser ve arkadaşları[18] tarafından geçerlik ve güvenirliği yapılmıştır. Ölçeğin uzun (WHOQOL-100) ve kısa (WHOQOL-27) formu olmak üzere iki sürümü vardır. Ölçek bedensel, ruhsal, sosyal ve çevresel iyilik hallerini ölçmekte ve 26 sorudan oluşmaktadır. Türkiye sürümü (27. soru ulusal sorudur) kullanıldığında Çevre alan skoru çevre-TR olarak adlandırılır. Bu durumda Çevre-TR alan skoru çevre skoru yerine kullanılır. Ölçek yaşlı olmayan yetişkinlere uygulanabilmektedir.[24] Ölçek sağlık çalışanlarında da uygulanmıştır.[5,18] Her bir alan, birbirinden bağımsız olarak kendi alanındaki yaşam kalitesini ifade ettiği için, alan puanları 4-20 arasında hesaplanmaktadır. Puan arttıkça yaşam kalitesi artmaktadır.[17,18,24] İşlem

Anketler sağlık çalışanlarına Mayıs-Haziran 2010 tarihlerinde dağıtıldı ve toplandı. Formların doldurulması ortalama olarak 15-20 dakika sürmüştür. Çalışmada WHOQOLBREF-TR Ölçeği’nden alınan puan ortalamaları bağımlı; MTÖ, BDE puan ortalamaları ve tanıtıcı özellikler bağımsız değişkenleri oluşturdu. İstatistiksel Değerlendirme

Verilerin analizinde sosyo-demografik özellikler sayı ve yüzde dağılımı halinde verildi. Bağımlı-bağımsız değişkenler arasındaki ilişki tek değişkenli analiz (Kruskall Wallis Varyans Analizi, t-testi, Tek Yönlü Varyans Analizi), Pearson korelasyon ve çoklu doğrusal regresyon analizi ile değerlendirildi. İstatistiksel analizler SPSS for Windows 15.0 kullanılarak yapıldı ve anlamlılık düzeyi p<0.05 olarak kabul edildi. Etik İlkeler

Çalışmaya başlamadan önce İl Sağlık Müdürlüğünden yazılı izin alındı. Sağlık çalışanlarına çalışmanın amacı ve yöntemi anlatılarak sözel onamları alındı, gizlilik ilkesine saygı gösterildi.

Bulgular Sağlık Çalışanlarının Tanımlayıcı Özellikleri

Araştırmaya katılan sağlık çalışanlarının yaş aralığı 21-53 olup, yaş ortalaması 32.66±6.26’dır. Çalışanların %66.6’sı kadın, %74’ü evli, %41.5’i ön lisans mezunudur. Çalışanların %65.2’si hemşire olup, %78.8’i devlet hastanesinde çalışmakta ve meslekte çalışma süresi 6-10 yıl arası olanlar %28 ile en büyük grubu oluşturmaktadır. Cerrahi birimlerde çalışanların oranı %24.8 olup, %51.4’ü gündüz+nöbet şeklinde çalışmaktadır. İş yaşamından memnun olmama nedeni olarak %42.8 ile ilk sırada çalışma sistemindeki uygunsuzluklar olarak belirlenmiştir (Tablo 1). Ayrıca çalışanların %72.7’si mesleği, %61.1’i çalıştığı bölümü kendi isteği ile seçmiş, %55.3’ü iş yaşamından kısmen memnun olduğunu, %11.3’ü memnun olmadığını belirtmiş ve %28.3’ü kurumdaki kişisel başarısını çok iyi, %60.8’i iyi, %9.6’sı orta olarak değerlendirmiştir.

Çalışmaya katılanların %4.5’i yaşam kalitesini çok kötü, %5.1’i biraz kötü, %50.2’si ne iyi ne kötü, %35’i oldukça iyi, %5.1’içok iyi olarak değerlendirmiştir. Algıladıkları genel sağlık durumlarına bakıldığında %3.5’i hiç hoşnut olmadığını, %10’u çok az hoşnut olduğunu, %24.1’i ne hoşnut ne hoşnut olmadığını, %48.9’u epeyce hoşnut olduğunu, %13.5’i çok hoşnut olduğunu belirtmiştir. Tükenmişlik, Depresyon ve Yaşam Kalitesi Düzeyi

Çalışmada BDE puan ortalaması 8.87±7.71; Duygusal Tükenme 13.86±6.96, Duyarsızlaşma 4.31±3.25, Kişisel Başarısızlık 10.09±4.72; WHOQOL-BREF-TR bedensel alan 12.59±1.77, ruhsal alan 14.33±2.08, sosyal alan 14.53±2.99, çevresel alan-TR 13.55±2.11; depresyon riski (BDE≥17) %16.4 olarak belirlenmiştir (Tablo 2). Yapılan korelasyon analizi sonucunda BDE ile DT, D ve KBE arasında pozitif yönde zayıf (p<0.001), WHOQOLBREF-TR ile BDE arasında orta ve WHOQOL-BREFTR ile DT, D, KBE arasında zayıf negatif yönde bir ilişki saptanmıştır (p<0.001) (Tablo 3). Yaşam Kalitesinin Tükenmişlik, Depresyon ve Tanımlayıcı Özelliklerle Çoklu Regresyon Analizi Sonuçları

Yapılan analizlerde istatistiksel olarak anlamlı ilişki gösterdiği belirlenen değişkenler ve yaşam kalitesi alan puanlarından oluşan model ile yapılan çoklu regresyon analizi sonucunda BDE, DT, D, KBE, yaş, cinsiyet, medeni durum, eğitim düzeyi, çalıştığı kurum, çalışma yılı, mesleği isteyerek seçme, iş yaşamımdan memnuniyet, iletişim sorunları, ekonomik sorunlar, fiziksel şartlar, mesleki doyumsuzluk, çalışma sistemindeki uygunsuzluklar, sosyal olanak yetersizliği ve başarıyı algılama değişkenleri bağımsız-açıklayıcı değişken olarak saptanmıştır. Belirtilen bağımsız değişkenlerden model uyumunu sağ-


64

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):61-68

Tablo 1. Sağlık çalışanlarının tanımlayıcı özellikleri (n=311)

Sayı

Yüzde

Yaş grubu

≤29 30-35 36-41 42-47 48-53

98 122 64 23 4

31.5 39.2 20.6 7.4 1.3

Cinsiyet

Kadın Erkek

207 104

66.6 33.4

Medeni durum

Bekar Evli

81 230

Sağlık meslek lisesi Ön lisans Lisans Lisansüstü

52 129 78 52

16.7 41.5 25.1 16.7

Meslek

Hemşire Pratisyen hekim Uzman hekim Diğer (teknisyen, laborant, eczacı)

203 21 31 56

65.2 6.8 10.0 18.0

Çalıştığı kurum

Devlet hastanesi Aile sağlığı merkezi

245 66

78.8 21.2

Meslekte çalışma süresi (yıl)

≤5 6-10 11-15 16-20 ≥21

84 87 77 36 27

27.0 28.0 24.8 11.6 8.7

Çalıştığı bölüm

Aile sağlığı merkezi Acil Cerrahi birimler Dahili birimler Yoğun bakım Diğer (Poliklinik, röntgen, laboratuvar)

61 33 75 53 12 77

19.6 10.6 24.1 17.0 3.9 24.8

Çalışma şekli

Gündüz + Nöbet Gündüz Vardiya

160 141 10

51.4 45.3 3. 3

İş yaşamından memnun olmama nedenleri*

İletişim sorunu Mesleki doyumsuzluk Ekonomik yetersizlik Fiziksel koşulların yetersizliği Sosyal olanak yetersizliği Çalışma sistemindeki uygunsuzluklar

63 50 100 81 79 133

MTÖ DT D KBE BDE

Alınabilecek puan Alınan puan aralığı aralığı

Ort. (SS)

0-36 0-20 0-32 0-63

0-34 0-19 0-26 0-46

13.86 (6.96) 4.31 (3.25) 10.09 (4.72) 8.87 (7.71)

Bedensel Ruhsal 4-20 Sosyal Çevre-TR

7-17 8-18 5-20 7-18

12.59 14.33 14.53 13.55

WHOQOL-BREF-TR (1.77) (2.08) (2.99) (2.11)

26 74

Eğitim düzeyi

Tablo 2. Sağlık çalışanlarının MTÖ, BDE, WHOQOL- BREF-TR Ölçeklerinden aldıkları ortalama puanlar

20.3 16.1 32.2 26 25.4 42.8

* Birden fazla yanıt verilmiştir.

layanlar Tablo 4’te gösterilmiştir. Buna göre BDE, DT, KBE ve ekonomik sorunlar bedensel alt boyut ile düşük düzeyde anlamlı bir ilişki göstermiştir (R2=0.23, p<0.001). Bu değişkenler bedensel alt boyut için toplam varyansın %23’ünü açıklamaktadır. Regresyon katsayıları incelendiğinde (β), be-

densel alt boyut için değişkenlerin önem sırasının BDE, ekonomik sorunlar, KBE ve DT olduğu görülmektedir. Regresyon katsayılarının anlamlılığına ilişkin t testi sonuçları incelendiğinde, BDE, ekonomik sorunlar ve KBE’nin bedensel alt boyut için önemli yordayıcı değişken olduğu, DT’ nin ise önemli bir yordayıcı değişken olmadığı görülmüştür.

Ruhsal alt boyut ile BDE, KBE, çalışma yılı, iş yaşamından memnuniyetsizlik ve başarıyı algılama arasında orta düzeyde anlamlı bir ilişki saptanmıştır (R2=0.41, p<0.001). Bu değişkenler ruhsal alt boyut için toplam varyansın %41’ini açıklamakta olup bu alt boyut için değişkenlerin önem sırası BDE, çalışma yılı, iş yaşamından memnuniyetsizlik, KBE ve başarıyı algılama olarak belirlenmiştir. BDE, çalışma yılı, iş yaşamından memnuniyetsizlik, KBE ve başarıyı algılama bu alt boyut için önemli yordayıcılar olduğu saptanmıştır.

Sosyal alt boyut ile BDE, DT, KBE, medeni durum, eğitim düzeyi, çalıştığı kurum ve iletişim sorunları arasında düşük düzeyde anlamlı bir ilişki tespit edilmiştir (R2=0.38, p<0.001). Bu değişkenler sosyal alt boyut için toplam varyansın %38’ini açıklamakta olup bu alt boyut için değişkenlerin önem sırası BDE, medeni durum, eğitim düzeyi, KBE, DT, çalışılan kurum, iletişim sorunları olarak saptanmıştır. BDE, medeni durum, eğitim düzeyi, KBE, DT, çalışılan kurum ve iletişim sorunları sosyal alt boyut için önemli yordayıcılar olduğu belirlenmiştir. BDE, KBE, cinsiyet, medeni durum ve ekonomik sorunlar ile çevre alt boyutu arasında düşük düzeyde anlamlı bir ilişki belirlenmiştir (R2=0.33, p<0.001). Bu değişkenler çevre alt boyut için toplam varyansın %33’ünü açıklamaktadır. Çevre alt boyutu için değişkenlerin önem sırasının ekonomik sorunlar, BDE, KBE, medeni durum ve cinsiyet olduğu saptanmıştır. Ekonomik sorunlar, BDE, KBE, medeni durum ve cinsiyet bu alt boyut için önemli yordayıcılar olduğu tespit edilmiştir (Tablo 4).

Tartışma Çalışmada BDE puan ortalaması 8.87±7.71; BDE 17


65

YILDIRIM A ve ark., Sağlık Çalışanlarında Yaşam Kalitesi ve Etkileyen Değişkenler

Tablo 3. MTÖ, BDE ve WHOQOL-BREF-TR Ölçekleri arasındaki ilişki DT D KBE BDE

WHOQOL-BREF-TR

BDE

Bedensel r*

Ruhsal r*

Sosyal r*

Çevre-TR r*

r*

-0.336** -0.224** -0.288** -0.424**

-0.434** -0.270** -0.430** -0.506**

-0.422** -0.300** -0.369** -0.447**

-0.358** -0.225** -0.328** -0.429**

0.465** 0.379** 0.354** —

*Pearson korelasyon analizi, **p<0.001

puan ve üzerinde alma oranı %16.4 olarak belirlenmiştir. MTÖ’ne göre puan ortalamaları, Duygusal Tükenme 13.86±6.96, Duyarsızlaşma 4.31±3.25, Kişisel Başarısızlık 10.09±4.72 olarak saptanmıştır. Bu sonuçlar çalışanların düşük düzeyde tükenmişlik ve depresyon yaşadığını göstermiş olup depresyon ve tükenmişlik puanlarının bazı çalışma sonuçlarına göre daha düşük,[5,12,14,26,27] bazılarına göre ise benzer düzeyde bulunmuştur.[13,27-29] Farklı ülkelerde çalışan 87 psikiyatristle yapılan bir çalışmada DT puanının bu çalışma sonucuna göre daha düşük, D ve KBE puanlarının benzer düzeyde olduğu, psikiyatristlerin %18.3’ünün antidepresan kullandığı ve bu grupta DT puanının antidepresan kullanmayanlara göre anlamlı olarak yüksek olduğu belirlenmiş-

tir.[30] Bu çalışmada, çalışanların genel olarak düşük düzeyde tükenmişlik ve depresyon yaşamasında, çalışanların büyük çoğunluğunun mesleği, çalıştığı bölümü isteyerek seçmesi ve kurumdaki başarısını iyi olarak algılaması, yine büyük çoğunluğunun kısmen de olsa iş yaşamından memnun olmasının etkili olabileceği düşünülmektedir.

WHOQOL-BREF-TR bedensel alan 12.59±1.77, ruhsal alan 14.33±2.08, sosyal alan 14.53±2.99, çevresel alan-TR 13.55±2.11 olarak saptanmıştır. Bu sonuçlara göre çalışanların genel olarak yaşam kalitesi orta düzeyde ve sosyal alan puan ortalaması en yüksek, bedensel alan puan ortalaması en düşük olarak görülmektedir. Çalışmada evlilerin çoğunlukta (%74) ve sosyal alan puan ortalamasının evlilerde yüksek olması, ge-

Tablo 4. Çalışanların yaşam kalitesi puanları ile tükenmişlik, depresyon ve bazı değişkenlerin ilişkisi

Değişkenler

WHOQOL-BREF-TR Bedensel

(Sabit) BDE DT KBE Ekonomik sorunlar (Sabit)

WHOQOL-BREF-TR

BDE KB

Ruhsal

Çalışma yılı İş yaşamından memnuniyetsizlik Başarıyı algılama (Sabit)

WHOQOL-BREF-TR

BDE DT

Sosyal

KBE Medeni durum Eğitim düzeyi Çalıştığı kurum İletişim sorunları (Sabit)

WHOQOL-BREF-TR Çevre-TR R2: Açıklayıcılık katsayısı.

B

Std. Hata

β

t

p

14.186 -.069 -.027 -.045 -.511 18.807

.233 .013 .016 .021 .198 .401

— -.301 -.105 -.120 -.135 -

60.906 -5.189 -1.714 -2.094 -2.579 46.945

<0.001 <0.001 .087 .037 .010 <0.001

R2=0.23 F=23.003 p<0.001

-.090 -.081

.013 .022

-.333 -.184

-6.851 -3.634

<0.001 <0.001

R2=0.41 F=43.115

-.045 -.690 +.629 17.606

.014 .158 .159 .815

-.209 -.192 +.143 —

-3.216 -4.354 +3.963 21.605

.001 <0.001 <0.001 <0.001

p<0.001

-.126 -.063

.021 .024

-.325 -.147

-6.017 -2.617

<0.001 .009

R2=0.38 F=26.170

-.114 1.283 -.573 -.439 -.794 13.858

.033 .314 .147 .166 .347 .541

-.180 .189 -.184 -.120 -.107 —

-3.472 4.085 -3.908 -2.637 -2.288 29.303

.001 <0.001 <0.001 .009 .023 <0.001

p<0.001

BDE

-.081

.014

-.295

-5.739

<0.001

R2=0.33

KBE Cinsiyet Medeni durum Ekonomik sorunlar

-.084 .491 -.545 -1.390

.022 .210 .226 .217

-.189 .110 -.114 -.309

-3.779 2.338 -2.407 -6.410

<0.001 .020 .017 <0.001

F=30.477 p<0.001


66

nel sosyal alan puanının yüksek olmasında etkili olabileceğini düşündürmektedir. Bedensel alan ise günlük yaşantıdaki işlevselliği yansıtmaktadır. Çalışma örnekleminin genç ve çoğunluğunun (%48.9) genel sağlık durumundan epeyce hoşnut olması nedeniyle fiziksel alan puanının yüksek olması beklenirken düşük düzeyde bulunması, çalışanların iş doyumu düzeyinin düşük olabileceğini, bunun da performanslarına olumsuz yansıyabileceğini düşündürmektedir. Araştırma bulgularına göre çalışanlar iş yaşamından memnun olmama nedeni olarak %42.8 ile ilk sırada çalışma sistemindeki uygunsuzlukları, %32.2 ile ekonomik yetersizliği belirtmiştir. Yapılan bir çalışmada çalışma şartlarından ve maddi gelirinden memnun olmayan psikiyatristlerin iş doyumu düzeyinin düşük olduğu saptanmıştır.[30] Hekimler ve sağlık çalışanlarının da içlerinde bulunduğu üniversite öğretim elemanlarıyla yapılan çalışmalarda bedensel alan puan ortalamasının yüksek (sırasıyla 15.0, 15.14) olması dışında diğer alanlarda[31,32] ve hemşirelerle yapılan çalışmalarda benzer düzeyde sonuçlar elde edilmiştir.[5,33-35] Çalışmada yapılan çoklu analiz sonucunda erkeklerin yaşam kalitesi çevre alt boyutu puan ortalamalarının kadınlara göre daha fazla olduğu görülmüştür. DSÖ’nün araştırmasında, Manisa Devlet Hastanesi’nde yatan hastalarda ve sağlık personelinde yapılan çalışmalarda bedensel ve ruhsal alan puanları erkeklerde anlamlı olarak yüksek bulunmuştur.[36,37] Çevre alan puanı, maddi olanaklar, fiziksel güvenlik, ev ortamı, ulaşım, yeni bilgi ve beceri edinme fırsatı, dinlenme ve boş zamanları değerlendirme fırsatından oluşmaktadır. Çevre alan puanlarının kadınlarda düşük olması, kadınların hem iş yerinde hem de evde çalışmasının, dinlenme ve boş zaman değerlendirme fırsatını kısıtlayıp yaşam kalitesini olumsuz etkilediği düşünülebilir. Yapılan bazı çalışmalarda erkeklerin yaşam kalitesi düzeyinin kadınlardan daha fazla olduğu belirlenirken[29,32,38] bazılarında cinsiyetin yaşam kalitesinde etkili olmadığı belirlenmiştir.[31,39] Bu sonuçlar cinsiyetin yaşam kalitesini etkileyebilecek kesin bir belirleyici olmadığını düşündürmektedir. Çalışmada evli olanların sosyal alan puanları bekarlara göre istatistiksel olarak daha yüksek, çevre alan puanları ise daha düşük bulunmuştur. Çalışmada evlilerin çoğunlukta (%74) ve sosyal alan puanlarının evlilerde yüksek olması evliliğin sürekli bir sosyal destek sağlamasını düşündürmektedir. Çevre alan puanının düşük olması ise çalışmada kadın ve evlilerin çoğunlukta olması ile ilişkili olabilir. Hekim[31] ve hemşirelerle yapılan çalışmalarda da evlilerin sosyal alan puanları belirgin olarak yüksek saptanmıştır.[33,35] Diğer çalışmalarda evliliğin yaşam kalitesi üzerine olumlu etkisi olduğu belirlenmiştir.[37,40]

Eğitim düzeyi yaşam kalitesinde önemli bir belirleyicidir. Eğitim düzeyi yükseldikçe kişi dış etkenlerden daha az etkilenir ve bunun sonucunda yaşam kalitesi artar.[41] Bu çalışmada eğitim düzeyi yükseldikçe sosyal alan puanı azalmakta-

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):61-68

dır. Çalışma sonucu eğitim düzeyinin yükselmesi ile özgüvenin, benlik saygısının artıp, gereksinim ve beklentilerin daha iyi karşılanabileceğini ve bu durumun sosyal beklentileri artırabileceğini düşündürmektedir. Çalışmalarda eğitim düzeyi arttıkça ruhsal[33,35,39] ve çevre alanlarının arttığı saptanmıştır.[35] Çalışmada meslekte çalışma yılı arttıkça ruhsal alan puanı azalmaktadır. Bu sonuçta hizmet süresinin artmasının çalışanların yüksek beklentilerinin ve enerjilerinin yıllarla birlikte azalıp iş doyumsuzluğuna neden olabileceği ve ruhsal alanı olumsuz etkileyebileceği düşünülebilir. Hekimlerle yapılan bir çalışmada da çalışma yılı arttıkça iş doyumu düzeyinin anlamlı olarak azaldığı saptanmıştır.[42]

Ekonomik durumun sağlıklı yaşam biçimini etkileyen bir faktör olduğu bildirilmektedir.[43,44] Çalışmada iş yaşamından memnun olmama nedeni olarak ekonomik sorunları belirtenlerde bedensel ve çevre alan puanları azalmaktadır. Bir çalışmada ekonomik düzey arttıkça çevre alan puanın arttığı,[33] diğer çalışmalarda da gelir düzeyinin yaşam kalitesini olumlu etkilediği belirlenmiştir.[32,35,45]

Çalışmada ruhsal alan puanı, kişisel başarı algısında azalma ve iş yaşamından memnun olmama arttıkça; sosyal alan puanı ise aile sağlığı merkezinde çalışanlarda ve çalışma ortamında iletişim sorunları arttıkça azalmaktadır. Yapılan çalışmalarda da iş stresi, yoğunluğu, çalışma şekli, işinden memnun olmama, ekonomik sorunlar, mesleki doyumsuzluk gibi çalışma şartlarının çalışanların yaşam kalitesini olumsuz etkilediği belirlenmiştir.[5,29,35,40,46,47] Bir çalışmada da çalıştığı bölümü isteyerek seçenlerde ruhsal ve çevre alan puanı, çalıştığı bölümden memnun olanlarda ise sosyal alan dışında diğer alan puanları yüksek bulunmuştur.[33] Birinci basamak sağlık çalışanlarının tükenmişlik düzeyinin incelendiği bir çalışmada çalışanların tükenmişlik düzeyinin, ikinci basamak sağlık çalışanları ile yapılan çalışma sonuçları ile benzer düzeyde olduğu ve mesleğin tükenmişliği etkilemediği belirlenmiştir.[28] Türkiye’de 28 ilde 7255 sağlık çalışanı ile yapılan bir çalışmada[48] ve ikinci basamak sağlık hizmetlerinde çalışan hemşire ve hekimlerde tükenmişliğin değerlendirildiği 45 çalışmanın incelenmesi sonucunda, tükenmişliğin en fazla pratisyen hekim ve hemşirelerde görüldüğü ve iş yoğunluğu, iş doyumu, rol çatışması ve çalışma ortamından memnun olmama gibi faktörlerin tükenmişliği artırdığı bildirilmiştir.[49] İş ve meslek yaşamındaki tükenmişliğin depresif yakınmalarda artış, yaşam kalitesinde bozulma gibi sorunlara neden olduğu ve en önemli sonucu olarak da sunulan hizmetin kalitesinin bozulduğu bildirilmektedir.[9,10,40] Hemşirelerle yapılan bir çalışmada tükenmişliğin ve iş yaşamından memnun olmamanın profesyonelliği olumsuz etkilediği, sorumluluklarından uzaklaştırdığı bildirilmiştir.[50] Bu çalışmada tükenmişlik alt ölçeği ve depresyon puanları arasında pozitif bir


YILDIRIM A ve ark., Sağlık Çalışanlarında Yaşam Kalitesi ve Etkileyen Değişkenler

ilişki olduğu ve tükenmişlik ve depresyonun yaşam kalitesini olumsuz etkilediği saptanmıştır. Hemşirelerle yapılan bir çalışmada %38 oranında DT, %33 oranında anksiyete ve depresyon saptanmış, tükenmişlik ve psikiyatrik morbiditenin iş memnuniyetini olumsuz etkilediği belirlenmiştir.[51] Hemşire,[13,15] hekim[27] ve sağlık çalışanlarıyla yapılan çalışmalarda da tükenmişlik ve depresyon arasında anlamlı ilişki olduğu saptanmıştır.[12,14]

Sonuç Sağlık çalışanlarının yaşam kalitesi sundukları hizmetin bakım kalitesini önemli ölçüde etkileyebilmektedir. Bu nedenle yalnızca bireysel değil kurumsal, toplumsal ve sağlık politikasıyla ilgili önemli boyutları olan tükenmişlik ve depresyonun sağlık çalışanlarında erken tanınması, önlenmesi, başa çıkmada etkili yöntemlerin belirlenmesi ve yaşam kalitelerinin artırılması önemlidir. Çalışmada tükenmişlik ve depresyonun, cinsiyetin, medeni durumun, eğitim düzeyinin, çalışılan kurumun, çalışma yılının, ekonomik nedenlerin, iletişim sorunlarının, iş memnuniyetsizliğinin ve kurumdaki başarıyı algılama durumunun yaşam kalitesi çeşitli alanları için önemli yordayıcı değişkenler olduğu saptanmıştır. Bu sonuçlar doğrultusunda, çalışanların iş stresi ve iletişim sorunları ile etkili başa çıkması ve uyumlu bir ekip çalışması içinde olmaları için örgütsel düzeyde gerekli önlemlerin alınarak düzenli aralıklarla stresle başa çıkma, çatışma yönetimi gibi programlar düzenlenmesi, destekleyici grupların oluşturulması önerilebilir. Bununla birlikte çalışmada hedef gruba ulaşım oranının (%53) düşük olması nedeniyle kesin sonuçlara ulaşılamadığı, bu nedenle iş doyumu gibi yaşam kalitesini etkileyebilecek ilişkili diğer faktörlerin çalışıldığı, sağlık çalışanlarının tamamını temsil edebilecek düzeyde çok merkezli benzer çalışmaların yapılmasının yararlı olacağı düşünülmektedir. Kaynaklar 1. Chappell D, Di Martino V. Violence at work. International Labour Organization. ILO Report, 3rd Print. Geneva: 2006. 2. Barron DN, West E. The emotional costs of caring incurred by men and women in the British labour market. Soc Sci Med 2007;65:2160-71. 3. Kaçmaz N. Tükenmişlik sendromu. İst Tıp Fak Derg 2005;68:29-32. 4. Deckard G, Meterko M, Field D. Physician burnout: an examination of personal, professional, and organizational relationships. Med Care 1994;32:745-54. 5. Kavlu İ, Pınar R. Acil servislerde çalışan hemşirelerin tükenmişlik ve iş doyumlarının yaşam kalitesine etkisi. Türkiye Klinikleri J Med Sci 2009;29:1543-55. 6. Maslach C, Schaufeli WB, Leiter MP. Job burnout. Annu Rev Psychol 2001;52:397-422. 7. French SE, Lenton R, Walters V, Eyles J. An empirical evaluation of an expanded Nursing Stress Scale. J Nurs Meas 2000;8:161-78. 8. American Psychiatric Association. Manual identification and classification of psychiatric disorders. 4th ed. (Çeviri Editörü: Köroğlu E) Ankara: Hekimler Yayın Birliği; 2001. 9. Collins S, Long A. Working with the psychological effects of trauma: consequences for mental health-care workers-a literature review. J Psychiatr Ment Health Nurs 2003;10:417-24.

67

10. Sabin-Farrell R, Turpin G. Vicarious traumatization: implications for the mental health of health workers? Clin Psychol Rev 2003;23:449-80. 11. Cullen A. Burnout. Why do we blame the nurse? Am J Nurs 1995;95:22-8. 12. Martin F, Poyen D, Bouderlique E, Gouvernet J, et al. Depression and Burnout in Hospital Health Care Professionals. Int J Occup Environ Health 1997;3:204-9. 13. Taycan O, Kutlu L, Çimen S, Aydın N. Bir üniversite hastanesinde çalışan hemşirelerde depresyon ve tükenmişlik düzeyinin sosyodemografik özelliklerle ilişkisi. Anatolian Journal of Psychiatry 2006;7:100-8. 14. Cihan YB. Onkoloji bölümünde çalışan sağlık personelinde tükenmişlik ve depresyon düzeylerinin sosyodemografik özelliklerle ilişkisi. Yeni Tıp Dergisi 2011;28:17-22. 15. Iacovides A, Fountoulakis KN, Moysidou C, Ierodiakonou C. Burnout in nursing staff: is there a relationship between depression and burnout? Int J Psychiatry Med 1999;29:421-33. 16. Testa MA, Simonson DC. Assesment of quality-of-life outcomes. N Engl J Med 1996;334:835-40. 17. Eser E, Fidaner H, Fidaner C, Eser SY ve ark. Psychometric properties of WHOQOL-100 and WHOQOL-BREF. 3P Dergisi 1999;7(2 Suppl.):23-40. 18. Eser SY, Fidaner H, Fidaner C, Elbi H ve ark. Measure of quality of life WHOQOL-100 and WHOQOL-Bref. 3P Dergisi 1999;7(2 Suppl.):5-13. 19. Maslach C, Jackson SE. The measurement of experienced burnout. J Occup Behav 1981;2:99-113. 20. Çam O. Investigation of burnout syndrome in nurses. [Yayınlanmamış doktora tezi]. İzmir: Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 1991. 21. Ergin C. Doktor ve hemşirelerde tükenmişlik ve Maslach Tükenmişlik Ölçeğinin uyarlanması. VII. Ulusal Psikoloji Kongresi Bilimsel Çalışmaları, Ankara: 1993. 22. Beck AT. An inventory for measuring depression. Arch Gen Psychiatry 1061;4: 561-71. 23. Hisli N. Beck Depresyon Envanterinin üniversite öğrencileri için geçerliği, güvenirliği. Psikoloji Dergisi 1989;7:3-13. 24. Aydemir Ö, Köroğlu E. Psikiyatride kullanılan klinik ölçekler. Ankara: Hekimler Yayın Birliği; 2007. 25. Savaşır I, Şahin NH. Bilişsel davranışçı terapilerde değerlendirme: sık kullanılan ölçekler. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları; 1997. 26. Armutçuk AK, Sevinç Ö, Bozkurt Aİ, Bostancı M ve ark. Denizli Devlet Hastanesi’nde çalışan hekim dışı sağlık personelinde tükenmişlik düzeyi ve ilişkili faktörler. Pamukkale Tıp Dergisi 2011;4:15-20. 27. Erol A, Sarıçiçek A, Gülseren Ş. Asistan hekimlerde tükenmişlik: iş doyumu ve depresyonla ilişkisi. Anatolian Journal of Psychiatry 2007;8:241-7. 28. Kaya M, Üner S, Karanfil E, Uluyol R, Yüksel F, Yüksel M. Birinci basamak sağlık çalışanlarının tükenmişlik durumları. TAF Prev Med Bull 2007;6:35763. 29. Yeşil A, Ergün Ü, Amasyalı C, Er F ve ark. Çalışanlar için yaşam kalitesi ölçeği Türkçe uyarlaması geçerlik ve güvenilirlik çalışması. Nöropsikiyatri Arşivi 2010;47:111-7. 30. Havle N, İlnem MC, Yener F, İster S. Farklı ülkelerde çalışan psikiyatrlarda tükenmişlik ve iş doyumu. New Symposium 2009;47:211-7. 31. Avcı K, Pala K. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çalışan araştırma görevlisi ve uzman doktorların yaşam kalitesinin değerlendirilmesi. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2004;30:81-5. 32. Musaoğlu Z. Trakya Üniversitesi öğretim elemanlarının sağlıkla ilintili yaşam kalitesi. [Uzmanlık Tezi] Edirne: Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği ABD; 2008. 33. Ergün FS, Oran NT, Bender CM. Quality of life of oncology nurses. Cancer Nurs 2005;28:193-9. 34. Ay S, Güngör N, Özbaşaran. Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi’nde çalışan hemşirelerin yaşam kalitesi ve bunu etkileyen sosyo-demografik faktörler. 2. Sağlıkta Yaşam Kalitesi Kongresi Özet Kitabı. İzmir: 2007. 35. Cimete G, Gencalp NS, Keskin G. Quality of life and job satisfaction of


68

nurses. J Nurs Care Qual 2003;18:151-8. 36. The World Health Organization Quality of Life Assessment (WHOQOL): development and general psychometric properties. Soc Sci Med 1998;46:1569-85. 37. Kaya M, Piyal B. Ankara’da 112 acil yardım hizmetlerinde çalışan personelin öznel yaşam kalitelerinin sosyo-demografik özellikler yönünden yaşam kalitesi ait alanlarına göre değerlendirilmesi. 1. Sağlıkta Yaşam Kalitesi Sempozyumu, Özet Kitabı. İzmir: 2004. s. 61. 38. Wang X, Matsuda N, Ma H, Shinfuku N. Comparative study of quality of life between the Chinese and Japanese adolescent populations. Psychiatry Clin Neurosci 2000;54:147-52. 39. Chien LY, Lo LH, Chen CJ, Chen YC, et al. Quality of life among primary caregivers of Taiwanese children with brain tumor. Cancer Nurs 2003;26:30511. 40. Lerner DJ, Levine S, Malspeis S, D’Agostino RB. Job strain and health-related quality of life in a national sample. Am J Public Health 1994;84:1580-5. 41. Meeks S, Murrell SA. Contribution of education to health and life satisfaction in older adults mediated by negative affect. J Aging Health 2001;13:92-119. 42. Tözün M, Çulhancı A, Ünsal A. Aile hekimliği sisteminde birinci basamak sağlık kurumlarında çalışan hekimlerin iş doyumu (Eskişehir). TAF Preventive Medicine 2008;7:377-84. 43. Acheson D, Alleyne GA, Casas JA, Castillo-Salgado C, et al. Round table discussion. Health inequalities and the health of the poor. Bull World Health Organ 2000;78:75-85.

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):61-68

44. Milio N. Minority populations and health: An indroduction to health disparities in The United States. JAMA 2005;294:1280. 45. Chou YC, Lin LC, Chang AL, Schalock RL. The quality of life of family cregivers of adults with ıntellectual disabilities in Taiwan. JARID 2007;20:200-10. 46. Lourenção LG, Moscardini AC, Soler ZA. Health and quality of life of medical residents. [Article in Portuguese] Rev Assoc Med Bras 2010;56:81-91. [Abstract] 47. Selvi Y, Özdemir PG, Özdemir O, Aydın A ve ark. Sağlık çalışanlarında vardiyalı çalışma sisteminin sebep olduğu genel ruhsal belirtiler ve yaşam kalitesi üzerine etkisi. Düşünen Adam Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi 2010;23:238-43. 48. Ergin C. Maslach Tükenmişlik Ölçeği’nin Türkiye sağlık personeli normları. 3P Dergisi 1996;4:28-33. 49. Günüşen NP, Üstün B. Türkiye’de ikinci basamak sağlık hizmetlerinde çalışan hemşire ve hekimlerde tükenmişlik: literatür incelemesi. DEUHYO ED 2010;3:40-51. 50. Demerouti E, Bakker AB, Nachreiner F, Schaufeli WB. A model of burnout and life satisfaction amongst nurses. J Adv Nurs 2000;32:454-64. 51. Tabolli S, Ianni A, Renzi C, Di Pietro C, et al. Job satisfaction, burnout and stress amongst nursing staff: a survey in two hospitals in Rome. [Article in Italian] G Ital Med Lav Ergon 2006;28:49-52.

• 10. Ulusal Konsültasyon-Liyezon Psikiyatrisi ve Psikosomatik Tıp Kongresi'nde poster bildiri olarak sunulmuştur (28-30 Ekim 2010, Erzurum).


ORİJİNAL MAKALE / ORIGINAL ARTICLE

69

Yoğun Bakım Ünitesinde Yatan Hastaların Hastalık Sürecinde Yaşadığı Deneyimler Konusunda Hasta ve Hemşire Görüşlerinin Karşılaştırılması Comparison of Nurses’ and Patients’ Opinions about Their Experiences During the Disease Process of Inpatients in the Intensive Care Unit Çiğdem ALACA,1 Rana YİĞİT,2 Ayşe ÖZCAN3 ÖZET

SUMMARY

Amaç: Bu çalışma, hastaların hastalık sürecinde yaşadığı duygu ve düşüncelerin hemşireler tarafından ne derece tanındığını ve konsültasyon-liyezon psikiyatri (KLP) hemşireliğine gereksinim duyulup duyulmadığını incelemek amacıyla yapıldı.

Objectives: This study aimed to determine the feelings and thoughts of patients during their illness and to understand how they are evaluated by nurses. Furthermore, it was also aimed to investigate whether or not consultation liaison psychiatric (CLP) nursing is necessary.

Gereç ve Yöntem: Yoğun bakım ünitesinde yatan 100 hasta ve çalışan 79 hemşire çalışmanın örneklemini oluşturdu. Hastalarla yüzyüze görüşülerek “Görüşme Formu” ve “Hastane Anksiyete Depresyon Ölçeği” (HAD) uygulandı. Hastalık sürecinde hastanın yaşadığı duygu ve düşünceler belirlendikten sonra hazırlanan “Anket Formu” hemşirelere uygulandı.

Methods: This study included 100 patients in intensive care units (ICUs) and 79 nurses working in these units. The data from the patients was collected by the researcher using an interview form and the Hospital Anxiety and Depression Scale. The data from the nurses was gathered through a questionnaire.

Bulgular: Hastaların %72’sinde depresyon, %42’sinde anksiyete riski saptandı. Hastalar yoğun bakım ünitesinde yatmayı ölümle bağdaştırmakta (%50), hemşirelerin kendilerini dinlemediğini, anlamadığını, konuşmadığını ve daha çok (%69) işlere yoğunlaştıklarını belirtmektedirler. Hemşireler ise yoğun bakım ünitesini durumunun ağır olmasıyla bağdaştırdıklarını (%59.5), hastalara yardımcı olabildiklerini (%84.8) ve KLP hemşiresi ile çalışmayı istediklerini (%92.4) belirtmişlerdir.

Results: Seventy-two percent of the patients had depression and 42% had anxiety. Fifty percent of the patients associated the ICU with death. Sixtynine percent of the patients said that the nurses did not understand their feelings or speak or listen to them, but rather focused mainly on their jobs. The nurses stated that they associated the ICU with serious illnesses (59.5%), they could help the patients who suffered from any difficulties (84.8%), and that they desired to work with the CLP nurses (92.4%).

Sonuç: Çalışmada hastaların hastalık süreciyle birlikte yoğun korku ve endişe yaşadıkları ve ölümü düşündükleri görülmektedir. Hemşirelerin genel ve yüzeysel duyguların farkında oldukları, ancak hastanın derin duygularına ulaşamadıkları ve ele alamadıkları anlaşılmıştır. Hastanın duygu durumunu ele alabilmeleri ve bütüncül bakım verebilmeleri için KLP hemşireliği uygulamasının yaygınlaştırılması önerilmektedir.

Conclusion: We observed in this study that the patients are afraid and think about death during the disease process, and that the nurses are aware of their patients’ feelings but cannot empathize with them. It has been suggested to make the application of CLP nursing prevalent in order that nurses can better evaluate the patients’ feelings and provide them with holistic care.

Anahtar sözcükler: Anksiyete; depresyon; hasta gereksinimleri; konsültasyon liyezon psikiyatrisi hemşireliği; yoğun bakım ünitesi.

Key words: Anxiety; depression; patient needs; consultation liaison psychiatric nursing; intensive care unit.

Giriş Fiziksel hastalıklar genellikle bilişsel, duygusal ve davranışsal tepkilere neden olur. Bireyin kişilik yapısı, yaşı, eğitimi, cinsiyeti, etkilenen organ ve birey için o organın anlamı, hastalığın algılanışı, hastalık süresi ve destek sistemlerinin yeterliliği bireyin hastalık süreci ile baş etme gücünü belirleyen özelliklerdir.[1-3] Hastaneye yatma sürecinde ve özel-

likle yoğun bakım üniteleri (YBÜ) gibi yaşamın tehdit edildiği durumlarda yatırılan servislerdeki hastaların psikososyal sorunları daha fazla deneyimlediği bildirilmektedir.[3-6] Hastalık sürecinde hastanın yaşadığı olaylara yüklediği anlam sonucu oluşan duygular ve tepkiler hemşire tarafından anlaşılıp ele alınmadıkça bütüncül bakımdan söz edilemeyecektir. Bütüncül bakımın sağlanmasında, konsültasyon liyezon psikiyatrisi (KLP) hemşireleri tarafından verilen danışmanlık hizmeti yadsınamaz değerdedir.[6-9] Ancak ülkemizde bu uygulamalar henüz yaygın değildir.

Mersin Toros Devlet Hastanesi, Mersin Mersin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Mersin 3 Mersin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı, Mersin 1 2

İletişim (Correspondence): Uzm. Hemş. Çiğdem ALACA. e-posta (e-mail): cigdemalaca@gmail.com Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2011;2(2):69-74 Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):69-74

Bu çalışmada amaç, hastalık sürecinde hastaların yaşadığı duygu ve düşüncelerin neler olduğunu, hemşirelerin hastadaki bu duygu ve düşüncelerin ne kadar farkında olduğunu ve bu konuda KLP hemşireliği uygulamasına gereksinme duyup duymadığını belirlemektir.


70

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):69-74

Gereç ve Yöntem Araştırma, Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mersin Devlet ve Mersin Toros Devlet Hastanelerinin Cerrahi, Dahiliye ve Koroner YBÜ’de en az iki günden beri yatmakta olan, 18 yaş ve üzerinde, bilinci açık 100 hasta ve YBÜ’de görev yapan, araştırmaya katılmayı kabul eden 79 hemşire (%85) ile yapıldı.

Veriler iki aşamada toplandı. Önce hastalara sosyodemografik özelliklerin ve hastalık sürecinde yaşadığı duygu ve düşüncelerin sorulduğu “Görüşme Formu” ve “Hastane Anksiyete-Depresyon Ölçeği” (HAD) yüz-yüze görüşme tekniği ile uygulandı. Hemşirelerden ise veriler hastalardan alınan açık-uçlu yanıtlar gruplandırılarak, bu duyguların hastalarda gözlenmesine ilişkin hemşire görüşlerinin alındığı “Anket Formu” ile toplandı.

Verilerin değerlendirilmesinde, Microsoft Office Excel programı, Medcalc 9.4.2 paket programı ve SPSS 11.5 paket programı (Ki-Kare, Independent t, ANOVA, Post Hoc testlerden Tukey, Cramer’s V testleri) kullanıldı.

Bulgular YBÜ’de çalışan hemşirelerin %64.6’sı 19-29 yaş grubunda, %39.2’si lisans mezunu, %32.9’u 4-7 yıldır YBÜ’de çalışmakta, %39.2’si Cerrahi, %30.4’ü Dâhiliye, %30.4’ü Koroner YBÜ’de çalışmaktaydı. Araştırmaya katılan hastaların %52’si kadın ve %48’i erkekti, %23’ü 65 yaş ve üzerindeydi, %35 ilkokul mezunuydu, %73’ü evli, %42’sinin ev hanımı, %64’ü Cerrahi, %23’ü Koroner ve %13’ü Dâhiliye yoğun bakım ünitesinde yatmaktaydı. Tüm bu değişkenler arasında bir ilişki saptanmadı (p>0.05). YBÜ’de yatan 100 hastanın %47’sinde anksiyete, %72’sinde depresyon alt ölçek puanları eşik üzerinde bulundu (Tablo 1).

Hastalığını ilk öğrendiğinde hastaların %43’ü korku, %30’u üzüntü, %11’i kaygı ve öfke yaşadığını belirtmiş, hemşirelerin de %36.7’si hastaların korku, %22.8’si üzüntü, %16.5’i kaygı ve öfke yaşayabileceğini ifade etmişlerdir (Tablo 2). Hastaların yaşadığı duygular konusunda hasta ve hemşire görüşleri arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (Cramer’s V=0.281; p>0.05). Medcalc paket programında “comparison of proportions” ile iki grubun görüşleri karTablo 1. Hastaların hastane anksiyete depresyon ölçeğinden aldıkları puanlar ve anksiyete, depresyon riski oranları HAD HAD–A HAD–D

Eşik Eşik Eşik Eşik

Sayı Yüzde Ortalama±SS altı (0–10 puan) üstü (11 puan ↑) altı (0–7 puan) üstü (8 puan ↑)

53 47 28 72

53 47 28 72

10.18±0.49 10.43±0.48

Tablo 2. Hastalığını ilk öğrendiğinde yaşadığı duygular konusunda hasta ve hemşire görüşlerinin karşılaştırılması Yanıtlar

Hasta

Sayı Yüzde

Korku Üzüntü Kaygı ve öfke Olağan karşılama Ailesiyle ile ilgili endişeler Umutsuzluk ve yalnızlık Toplam

43 30 11 8 4 4 100

43.0 30.0 11.0 8.0 4.0 4.0 100

Hemşire

p*

Sayı Yüzde 29 18 13 2 5 12 79

36.7 22.8 16.5 2.5 6.3 15.2 100

0.483 0.362 0.394 0.106 0.722 0.019

*Medcalc 9.4.2 paket programında comparison of proportions ile yapılan karşılaştırma p değeri.

şılaştırıldığında ilk üç duygu uyumlu bulundu (p>0.05). Hasta ifadeleri şöyleydi:

“Korktum. Korkuyorum. Dünyam kararıyor. Çıldıracak gibiyim. Bütün dünya üstüme üstüme geliyor. Ölüm geliyor aklıma. Hastalığım biraz daha ilerlerse... Hep bu korku ile yaşıyorum (hasta ağlıyor) ” (64 yaşında, kadın, Dâhiliye YBÜ, Hepatik Koma+Gastrointestinal Sistem Kanaması). “Çok üzüldüm. Bu kadar ciddi olabileceğini düşünmemiştim. Ciddiyeti anlayınca dünyam başıma yıkıldı.” (64 yaşında, kadın, Cerrahi YBÜ, Mide CA).

Hastalar hastalıklarını dini olgular (%55) ve yaşadığı stres ve üzüntü (%19) ile açıklarken, hemşireler yaşanan stres ve üzüntü (%34.2), yoksulluk ve çaresizlik (%20.3) ile açıklamışlardır (Tablo 3). Cramer V testinde, bu konuda hasta ve hemşire görüşleri arasındaki uyum katsayısı farkı anlamlı bulunmadı (Cramer’s V=0.248; p>0.05). Medcalc paket programında “comparison of proportions” analizinde “hastalığı dini olgulara bağlama” dışında çoğu görüş birbiriyle uyumlu bulundu (p>0.05). Hasta ifadeleri:

“Kader. Cenabı Allah sınıyor, Allah çekebileceğimiz kadar verir. Elimizden geldiği kadarını yaparız, Allahtan gelen bir şey bizim elimizde değil. Her şeyin sonunda bir ödül var.” (53 yaşında, erkek, Cerrahi YBÜ, Rektum CA). “Eşimin ailesi ile uzun süre beraber oturuyorduk, aşırı üstüme geldiler, her gün stres, her gün dert, her gün ağlama. Eşimle de bu nedenle sık sık kavga ederdik, sürekli onların yüzünden döverdi beni. Sonra çocuklar büyüdü. Hepsinin ayrı bir derdi. Ana olunca. Bu kadar sıkıntıya da vücut mu dayanır. Sonunda hasta oldum. Çekilecek çilem bitmemiş.” (69 yaşında, kadın, Cerrahi YBÜ, Rektosigmoid tümör). Hastalıktan etkilenme konusunda hastalar öncelikle, ailesiyle ilgili endişeleri (%41), eskisi gibi olamayacakları (%20), hayatının hastanede ve bağımlı geçeceği endişesini (%16) vurgularken; hemşireler sırasıyla, hastaların sağlığına dikkat etmesi gerektiğine (%44.3), gelecekle ilgili umutsuzluk duygu-


71

ALACA Ç ve ark., YBÜ’de Yatan Hastaların Hastalık Sürecinde Yaşadığı Deneyimler Konusunda Hasta ve Hemşire Görüşlerinin Karşılaştırılması

Tablo 3. Hastalığın nedeni konusunda hasta ve hemşire görüşlerinin karşılaştırılması Yanıtlar

Hasta

Hemşire

p*

Sayı

Yüzde

Sayı

Yüzde

Dini olgularla açıklama (Allahtan geldi, sınanma, cezalandırılma, kader vb.) Yaşadığı stres ve üzüntülere bağlama (kayınvalide, eş, çocuk vb. kişilerle ilişkili) Yaşam dönemlerine bağlama ve normal görme Maddi sıkıntı, yoksulluk, çaresizlik Sağlığını yeterince koruyamamış olma Genetik ve kronik hastalıklar Toplam

55 19 8 8 7 3 100

55.0 19.0 8.0 8.0 7.0 3.0 100

10 27 5 16 5 6 79

12.7 34.2 6.3 20.3 19.3 7.6 100

0.0001 0.0325 0.884 0.0296 0.0279 0.292

*Medcalc 9.4.2 paket programında comparison of proportions ile yapılan karşılaştırma p değeri.

larına (%20.3) ve eskisi gibi olamayacağı kaygılarına (%19) vurgu yapmışlardır (Tablo 4). Cramer V testine (Cramer’s V=0.159; p>0.05) ve Medcalc paket programında “comparison of proportions” ile yapılan karşılaştırmalarda, hasta ve hemşire görüşleri birbiriyle uyumsuz bulunmuştur (p>0.05). Hasta ifadeleri şöyledir:

“5-6 ay çalışamazsam. Ailemin hali ne olur. Beş çocuk var. Bunların geçimi bana bakıyor. Eğer çalışamazsam ne olur halleri. Kim gelip bakar. Herkes bir ekmek peşinde, kimse dönüp bakmaz. Çocuklarım aç kalır. Bunu düşündükçe perişan oluyorum.” (43 yaşında, erkek, Cerrahi YBÜ, Mide CA). “Eskisi gibi olmayı istiyorum. Her şey yoluna girsin istiyorum. Bir an önce iyi ve sağlıklı olmak istiyorum.”(32 yaşında, kadın, Cerrahi YBÜ, Kolon Kanseri).

Hastalar YBÜ’de olmaları nedeniyle ölümü düşündüklerini (%50), durumlarının kötü ve ciddi olduğunu (%26), korktuklarını (%13) belirtmişler, ancak %11’i üniteyi güvenilir bir yer olarak nitelendirmiştir. Hemşireler ise hastanın, durumunun kötü ve ciddi olduğunu düşüneceğini (%59.5) ve korkacağını (%25.3) belirtmişlerdir (Tablo 5). Cramer V testine göre gruplar arası farkın anlamlı olmadığı (Cramer’s V=0.192; p>0.05), Medcalc paket programında “comparison of proportions” analizinde ilk iki maddede görüşlerin uyumsuz olduğu görülmüştür (p>0.05). Hastaların yoğun bakıma Tablo 4. Hastanın hastalıktan etkilenmesi konusunda hasta ve hemşire görüşleri Yanıtlar

Hasta

Hemşire

Sayı Yüzde

Sayı Yüzde

Aile ile ilgili endişeler 41 Eskisi gibi olamayacağı ve çalışamayacağı kaygısı 20 Hastaneye ve başkalarına bağımlı olma 16 Gelecekle ilgili umutsuzluk 12 Sağlığına dikkat etmesi gerektiği 11 Toplam 100

41.0

4

5.1

p*

0.0001

20.0

15

19.0

0.982

16.0 12.0 11.0 100

9 16 35 79

11.4 0.506 20.3 0.207 44.3 0.0001 100

*Medcalc 9.4.2 paket programında comparison of proportions ile yapılan karşılaştırma p değeri.

ilişkin görüşleri:

“Yaşamla ölüm arasında bir yer burası. İnce bir çizgidesin ve sanki burada veriyorlar kararı. İnsan ürperiyor rahat edemiyorum burada. Ölümü de görüyorsun yaşamı da. Hepsi burada. Daha geçen gün bir hasta öldü hemen karşıda yatıyordu. Perdeyi çektiler ve alıp götürdüler. İnsan daha çok kendinden korkmaya başlıyor.” (46 yaşında, kadın, Cerrahi YBÜ, Toraks Travması+ Kot fraktürü). “Adı bile ağır. Sıkıntı veriyor. Durumum kötü herhalde, ama kimse bana bir şey söylemiyor. Gerçi ben anladım her şeyi.” (73 yaşında, kadın, Koroner YBÜ, Akut Koroner Sendrom).

Hastalar hastanede, ailesini görememe ve ziyaretçi kısıtlığı (%37), başkalarına bağımlı olma (%18), hastane-hekim ve hemşirelerle ilgili sorunlar (%16), uğraşı olmadığı için can sıkıntısı (%16), ağrı-acı gibi fiziksel sıkıntı (%9) yaşadıklarını belirtmişlerdir. Hemşirelerin görüşleri de hasta görüşlerine yakındır. Cramer V testinde gruplar arası farklılığın anlamlı olmadığı (Cramer’s V=0.302; p>0.05), Medcalc paket programında “comparison of proportions” analizinde çoğunlukla grup görüşlerinin uyumlu olduğu görülmüştür (p>0.05). Bazı ifadeler şöyledir: “Ziyaretçilerimle görüştürmüyorlar. Kızıyorlar. Ama bilmiyorlar azıcık görsem onları rahatlıyorum. Bir gülüşleri, bir dokunuşları yetiyor. İnsan sevdiklerinden güç alıyor. Ağrılarım var. Ama onları görünce unutur gibi oluyorum. İnsana moral gerek, destek gerek. Bunu da ailesinden alır. O zaman Tablo 5. YBÜ’nde olma konusunda hasta ve hemşire görüşleri Yanıtlar

Hasta

Sayı Yüzde

Ölümü düşünme Durumunun kötü ve ciddi Korkma Garantili ve güvenilir bulma Toplam

50 26 13 11 100

50.0 26.0 13.0 11.0 100

Hemşire

p*

Sayı Yüzde 5 47 30 7 79

6.3 59.5 25.3 8.9 100

0.0001 0.0001 0.0619 0.831

*Medcalc 9.4.2 paket programında comparison of proportions ile yapılan karşılaştırma p değeri.


72

ağrı acı vız gelir.” (65 yaşında, erkek, Cerrahi YBÜ, Mide Perforasyonu).

“Kendi ihtiyaçlarımı kendim karşılayamıyorum. Tuvaletimi bile yatakta yapıyorum. Hem de tanımadığım insanlar yardım ediyor. Bu çok ağır, başkalarına muhtaç olmak gerçekten zor. Bu yaştan sonra bu da başıma geldi. İnsan elden ayaktan düşmeden çekip gitmek istiyor bu dünyadan. Başkasının eline bakmadan.” (55 yaşında, erkek, Dâhiliye YBÜ, Akut Lenfoblastik Lösemi). Hemşirenin yardımı konusunda hastalar; hemşirelerin ilgili olduğunu (%31), ancak iş yönelimli olduklarını (%29), hastayı anlamaya çalışmadıklarını (%22), hastayla konuşmadıklarını (%11) ve dinlemediklerini (%7) ifade etmişlerdir. Buna ilişkin ifadeler şöyledir: “Acılarımı anlamalarını istiyorum. Canları yanmadığı için bilmiyorlar. Daha fazla anlayışlı olmalılar. Bir şey söylediğinde dinlesinler. Biraz daha fazla ilgi göstersinler.” (32 yaşında, kadın, Cerrahi YBÜ, Kolon CA). “Konuşmuyorlar. Konuşsalar. Moral verseler. Bazen yanımda otursalar. Kimden ilgi görsem rahatlıyorum. İnsanların ilgisine ve sevgisine ihtiyaç duyuyor insan hastalanınca. Hemşireye bile naz yapmak istiyorum” (64 yaşında, kadın, Cerrahi YBÜ, Meme CA). Öte yandan hemşirelerin çoğu hastaya yardımcı olabildiğini düşünmektedir (%84.8):

“Yoğun bakımlara giriş yasak olduğu için hastalar sıkıntıya giriyorlar. Uygun olduğu zaman en yakın akrabasını içeri alıp görüştürüyoruz. Bir de hastalıklarından dolayı sıkıntılı oldukları için tüm personelle tartışabiliyorlar. Bunun için de sakin bir şekilde konuşarak, onları dinleyerek yardımcı olmaya çalışıyoruz.” (28 yaş, Lisans, Çalışma yılı 4, Koroner YBÜ). Hemşirelerin küçük bir kesimi ise hastaya yardımcı olamadığı düşüncesindedir (%15.2):

“Yoğun çalışma ve takipten dolayı isteklerine karşılık verilemiyor. Ancak uygun vakitlerde (ilaç ve takip saati haricinde) özellikle yemek zamanlarında yakınlarının yanına girip yardım etmesine izin veriyorum” (25 yaş, Lisans, Çalışma yılı 1, Koroner YBÜ).

Yaşadığı zorlukların üstesinden gelme konusunda hastalar; inancına sığındığını (%51), yardım istediğini (%18), uyum sağlamaya çalıştığını (%14), sosyal destek aldığını (%13) ve zamana bıraktığını (%4) ifade etmişlerdir. Hastaların ifadeleri: “İnşallah kurtulacağım. Allahın izniyle. Yaradanın affına sığınıyorum. Çünkü her şey kullar için. Dua ediyorum. Dua edince karamsarlığım gidiyor üstümden, iyi düşünüyorum, huzur geliyor içime. Allah çekemeyeceğimi düşünse vermezdi bu derdi bana.” (72 yaşında, erkek, Cerrahi YBÜ, Akciğer CA).

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):69-74

“Gücüm azaldı. Hayattan, her şeyden soğudum. Hiçbir şeyde gözüm yok. Psikiyatriye gitmeyi düşünüyorum. Kendi kendime çözemeyeceğim. Tutunacak bir dalım yok gibi.” (23 yaşında, kadın, Dâhili YBÜ, İntoksikasyon). Hemşirelerin %92.4’ü hastaya yardımcı olamadıkları zaman psikiyatri hemşireliği alanında uzman bir hemşireden konsültasyon istenmesi gerektiği görüşündedir: “… Bazen hastadan kaynaklı bazen de yoğun bakımda çalışmanın vermiş olduğu stres ve yorucu ortam nedeniyle hastaya sorunlarını çözmeye yönelik yaklaşım sergileyemeyebiliriz. Bu yüzden daha deneyimli ve bu konuda eğitim almış kişilerle çalışmamız bizim açımızdan da bir tecrübe, bir deneyim olabilir. Bu konudaki eksikliklerimizi giderebiliriz.” (27 yaş, Lisans, Çalışma yılı 2, Cerrahi YBÜ). Hemşirelerin %7.6’sı ise uzman bir psikiyatri hemşiresinden konsültasyon istenmesini gerekli görmemiştir:

“… Şu an hastanemizde böyle bir uygulama yok. Bir de dışarıdan gelen bir insanın bizim bulunduğumuz ortamdaki sıkıntıları bizim kadar anlayabileceğini düşünmüyorum. Dışarıdan gelen kişi hastanın ve ortamın nasıl olduğunu tam bilemez. Kısa bir süre gelip görmek, sorunu çözümleyemeyeceğini düşünüyorum.” (34 yaş, Ön lisans, Çalışma yılı 11, Cerrahi YBÜ).

Tartışma YBÜ’de yatan 100 hastanın %47’sinde anksiyete, %72’sinde depresyon alt ölçek puanı eşik üzerinde bulunmuştur. Genel kliniklerde anksiyete ve depresyon sıklığının yüksek olduğu literatürde de görülmektedir.[4,5,7,10-12] Kronik hastalıklar ve yoğun bakım ünitesinde yatmak, hastaların anksiyete ve depresyon düzeyini etkilemektedir. Özellikle bilinci açık hastalar kendi yaşamsal sorunlarıyla baş etmeye çalışırken, diğer hastaların durumlarına da tanık olmakta ve teknolojinin getirdiği ses, ışık nedeniyle ortama alışmaya çalışmaktadırlar.

Hastalığı ilk öğrendiğinde hastalar en çok korku (%43), üzüntü (%30), kaygı ve öfke (%11) yaşadığını belirtmişlerdir. Hemşirelerin değerlendirmeleri ile hasta ifadelerinin örtüştüğü gözlenmektedir. Bu da hastaların yaşadığı duyguların hemşireler tarafından tanındığını ve bir fark edildiğini göstermektedir. Wong ve Arthur’un (2000) YBÜ’de yatan hastaların duyguları ile ilgili çalışmasında da, hasta ve hemşire yanıtları incelenmiş, hastaların endişe ve bilinmeyen korkusu yaşadıkları bulunmuştur. Bu da çalışmamızın bulgularıyla örtüşmektedir.[13] Çalışmamızda çoğu hasta hastalığının nedenini dini olgulara bağlayarak açıklarken (%55), hemşireler hastanın daha çok yaşadığı stres ve üzüntüden etkilendiğini varsaymıştır (%34.2). Dini duygu ve inanç sistemi bireyin manevi rahatlığını sağlayan ve iyileşme sürecini etkileyen öğelerdendir. Horozcu’nun (2010) çalışmasında, genelde dindarlık ve manevi yasamın, özelde ise duanın insanın ruh ve beden sağlığını olumlu yönde etkilediği bulgusuna ulaşılmıştır.[14]


ALACA Ç ve ark., YBÜ’de Yatan Hastaların Hastalık Sürecinde Yaşadığı Deneyimler Konusunda Hasta ve Hemşire Görüşlerinin Karşılaştırılması

Batman’ın (2008) çalışmasında öğrencilerin hayatın zorluklarıyla başa çıkarken kader inancından büyük bir destek aldığı, onlar için kader inancının psikolojik olarak rahatlatıcı bir görev üstlendiği ve kendi hayatını devam ettirirken tamamen pasif olan insan, yaşadıklarını anlamlı kılabilmek için “yazılanı yaşadığını” ifade ederek zorlukların, çaresizliklerin üstesinden gelmeye çalıştığı tespit edilmiştir.[15] Roff ve arkadaşlarının (2002) yaptıkları çalışma da dini inancı olan kişilerde ölüm kaygısının daha düşük olduğunu göstermiştir.[16] Bireylerin, hastalığı dini olgularla açıklaması anksiyeteyisini azaltabilir, hastalığını kabul etmesini ve hastalık sürecini olumlu bir şekilde geçirmesini kolaylaştırabilir.

Hastalığın yaşantısını etkilemesi konusunda hastalar aileleri ile ilgili endişe (%41), eskisi gibi olamayacağı (%20) ve bağımlı olacağı endişelerine (%16) vurgu yaparken, hemşireler sağlığına dikkat etmesi gerektiğine (%44.3) vurgu yapmıştır. Hastalık sürecinde birey günlük yaşam düzeni ve alışkanlıkları değişmekte, ailesi ve yakın çevresinden ayrılmakta, ailedeki anne, baba, kardeş ve benzeri rollerinin yerine hasta rolüne geçmektedir. Bu durum birey için, öz-denetimin ya da kendisi üzerindeki kontrolünün kaybı anlamına gelmektedir. [17,18] Hemşireler hastanın sağlığı ve iyileşme sürecine vurgu yapmışlardır. Hasta ve hemşire görüşleri arasında gözlenen bu uyumsuzluk, hemşirelerin bu konuda hastadan veri almadığını, empati yapmadığını ve hastanın nasıl etkilendiğini anlamak yerine kendi düşüncelerini ifade ettiklerini düşündürmektedir. Hastanın endişelerini hemşirenin anlayamaması durumunda, hastanın gereksinimi olan bakımı alamayacağı, hasta memnuniyetinin düşük olacağı açıktır. Hastalar YBÜ’de olmanın ölümü düşündürdüğünü vurgularken, hemşireler hasta için durumunun kötü ve ciddi olduğu anlamına gelebileceğini varsaymışlardır. İki ifadenin aynı anlama gelmediği, benzer olduğu söylenebilir. Hastalar doğrudan ölüm sözcüğünü kullanırken hemşirelerin bu sözcüğü kullanmaktan kaçındıkları düşünülebilir. Ayrıca, sonuç hemşirelerin hasta açısından yoğun bakım deneyiminin anlamını ifade etmek yerine kendi düşüncelerini ifade ettiklerini gösterebilir. Hemşirenin ölüm sözcüğünü kullanmaktan kaçınması bu konuyu konuşmaya hazır olmadığı ve hasta gereksindiğinde de bu konunun konuşmaya kapatılacağı anlamına gelebilir. Ünsal’ın (2008) çalışmasında ölümü sık düşünen hemşirelerin anksiyetesinin yüksek olduğu, bakım verdiği hastanın ölümünden daha fazla etkilendiği ve ölümle sık karşılaşan hemşirelerin psikolojik desteğe ihtiyacı olduğu belirlenmişti.[19] Kendi duygularının farkında olan bir hemşirenin hastayı anlaması ve yardımcı olması olasıdır. Hastanın hastanede yaşadığı sıkıntıların başında ailelerini görememe ve ziyaretçi kısıtlılığı gelmektedir. Hemşireler de hastalarla aynı görüştedir. Yapılan çalışmalarda hastaların aile tarafından ziyaret edilmeye gereksinimleri ortaya konmuştur. Çalışmalarda, ziyaretlerin hasta ve aile için faydalı ol-

73

duğu, onları ayakta tuttuğu ve olumlu etkilediği belirtilmiştir.[13,21,22] Aile, hastanın destek sistemlerinin başında gelir ve iyileşme sürecini etkiler. Hemşirelerin de bu konunun farkında olduğu, ancak sağlık kuruluşlarında uygulanan yoğun bakıma ziyaretçi alınmaması kuralını değiştirme girişimlerinin yetersiz kaldığı söylenebilir.

Hastaların önemli bir oranı (%69) hemşirelerin kendilerini anlamadığını, iş merkezli çalıştıklarını, kendileri ile konuşmadıklarını ve dinlemediklerini ifade etmişlerdir. Yani hastalar genellikle hemşirelerin kendilerine yardımcı olmadığı görüşündedirler. Oysa hemşirelerin önemli bir oranı (%84.4) yaşadığı sıkıntılar konusunda hastalara yardımcı olabildiklerini düşünmektedirler. İki grubun beklenti ve değerlendirmelerinin bu kadar farklı olması önemli bir bulgudur ve oldukça düşündürücüdür. Hemşirelerin hastayı bütüncül değerlendirmede ve bakımda eksiklerinin olduğu görülmektedir. Wong ve Arthur’un (2000) yaptığı çalışmada, hastaların YBÜ’deki gereksinimleriyle ilgili hasta ve hemşireler arasında bazı farklılıklar bulmasına karşın, hemşirelerin hastaların çektiği ağrı, uyku ve esnek ziyaret saatleri konularının farkında oldukları ortaya konmuştur.[13] Hunt’ın (1999) yaptığı çalışmada ise hastaların kendilerine bakım veren hemşirelerin yetenekli, zeki, deneyimli, iletişim becerilerine ve teknik donanıma sahip olmalarını bekledikleri ve hastanede kendilerini güçsüz hissettikleri için hemşirelerin kendilerine yardımcı olmalarını istedikleri saptanmıştır.[22] Hemşirelerin ifadelerine bakıldığında, genellikle somut ve fiziksel sıkıntılarına çoğunlukla yardımcı oldukları, ancak psikososyal sorunlarının farkında olmadıkları anlaşılmaktadır. Godfrey ve arkadaşlarının (2006) yaptığı çalışmada hastaların belirttiği gereksinimler iletişim, endişe ve ağrının giderilmesi ve dinlenmedir. Hemşirelerin belirttiği gereksinimler ise ağrının üstesinden gelme, mide bulantısı ve rahatlamadır.[23] Kelleci’nin (1998) yaptığı çalışmada hastaların hemşirelerden ilgili, anlayışlı, kendileri ile konuşan, destek olan, durumu ile ilgilenen, bilgi veren kişiler olmalarını beklemektedir.[20] Görüldüğü gibi, hemşirelik literatüründe sıklıkla vurgulanan bütüncül bakım kavramı yeterince yaşama geçirilememektedir. Bunun nedeni hastane sisteminden kaynaklandığı gibi, hemşirenin değişik düzeylerde eğitimi, eğitim donanımında standardizasyonun olmaması, hemşirelerin psikososyal bakım konusunda bilgi ve becerilerini geliştirememelerinden, bu konuda yeterli olmalarını düşünmelerinden kaynaklanabilmektedir. Çalışmamızda yaşadığı zorluklarla baş etmek için hastaların %51’inin dua etme, namaz kılma gibi inanca sığınma yoluna başvurduğu gözlenmektedir. İnanç ve değerleri kişinin baş etmesini kolaylaştıran destek sistemlerindendir. Ergül ve Bayık’ın (2004) belirttiğine göre dini uygulamalar hastanın rahatlamasını sağlamakta ve baş etme mekanizmalarını harekete geçirmektedir.[24] Hemşirelerin %91.1’i hastanın yaşadığı sıkıntıların üstesinden gelmede aileden alacağı des-


74

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):69-74

teğin önemi vurgulanmaktadır. Ancak hemşireler söylemlerinde hastaların baş etmesini kolaylaştıracak noktalara işaret etmelerine rağmen, uygulamada bunları yapamadıklarını belirtmektedirler. Bunun nedenini de zaman azlığına ve yoğun çalışma temposuna bağlamaktadırlar. Harrison ve Nixon’un (2002) çalışmasında, hemşirelerin zamanlarının %24.1’ini yönetimle ilgili aktivitelere harcadıkları için, hasta ile doğrudan ilgilenilmesi gereken zamanın azaldığı vurgulanmaktadır.[25] İş merkezli değil de hasta merkezli çalışılırsa hastaya daha çok zaman ayrılabileceği düşünülmektedir.

Hemşirelerin %92.4’ü KLP hemşireliği uygulamasını gerekli görmüşlerdir. Kelleci’nin (1998) yaptığı çalışmada ise, psikiyatri hemşiresinden danışmanlık almak isteyen hemşirelerin az sayıda olduğu belirlenmiştir[20] ve bu sonuç çalışmamızla örtüşmemektedir. Bu farklılığın nedeni psikiyatri hemşireliğinin gelişmesi, yaygınlaşması ve işlevsellik kazanmasına bağlı olabilir. Ayrıca bu bulgu hemşirelerin bakım ve hasta sorunlarının çözümünde uzmanlarla işbirliği yapma eğiliminde olduklarını da gösteren bir bulgu olarak değerlendirilebilir.

Sonuç Araştırmadan elde edilen sonuçlar yalnızca Cerrahi, Dâhiliye ve Koroner Yoğun Bakım Ünitelerinde yatan, en az iki günden beri yatmakta olan, 18 yaş ve üzerinde, bilinci açık ve görüşmeyi kabul eden hastalar ile sınırlıdır ve bu hastalara genellenebilir. Ayrıca elde edilen sonuçlar, yalnızca bu çalışma kapsamına giren hemşirelerin deneyimleri ile genellenebilir. YBÜ’de yatan hastalar, psikososyal sorunları sık ve yoğun yaşamaktadırlar. Ancak, hastaların yaşadığı duygu ve düşünceler, hemşireler tarafından yeterince tanınmamakta, tanımlanamamakta ve bu nedenle ele alınamamaktadır. Hemşirelerin, mesleki doyumsuzluğunun ve stresinin giderilmesinde ve hastaların daha nitelikli bakım almasında psikososyal bakıma dayalı KLP hemşireliğine gereksinim vardır.

Araştırmanın hemşirelerin mesleki doyumsuzluğu ve stresinin giderilmesi, hastaların daha nitelikli bakım alması, yoğun bakımda yatan hastalarının psikososyal sorunları, yoğun bakım ziyaretinin önemi, hastaneye yatma, hastanın hastalığa tepkileri, hastalara ayrılan zaman, hemşirelerin hastalarla iletişimlerini güçlendiren düzenlemelerin yapılması için yöneticilerin duyarlılığının artırılması, hemşirelerin bütüncül yaklaşım ve psikososyal sorunları ele alma konularında güçlendirilmeleri, hastaları bütüncül olarak değerlendirebilen ve profesyonel bir ilişki kurabilen KLP hemşireliği hizmetinin yaygınlaştırılmasının uygun olacağı ve elde edilen verilerin bu alanlarda kullanılabileceği düşünülmüştür. Kaynaklar 1. Kocaman N. Konsültasyon liyezon psikiyatrisi hemşireliği ve rolü nedir?. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2005;8:107-18. 2. Terakye G, Buzlu S, Kaçmaz Kocaman N, Işıl Ö ve ark. Genel tıpta hasta bakımının psikolojik yönü ve KLP hemşireliği. VII. Ulusal Konsültasyon Li-

yezon Psikiyatrisi Kongresi. İstanbul: 2-4 Aralık 2004. s. 540-57. 3. Okanlı A, Ekinci M. Konsültasyon liyezon psikiyatrisi hemşireliği. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2001;4:75-80. 4. Doğan S, Kelleci M. Fiziksel hastalık nedeniyle hastanede yatan bireylerin bazı tanı gruplarına göre umutsuzluk düzeyi. Hemşirelik Dergisi 2004;13(52). 5. Öz F. Cerrahi girişimde sürecinde yaşanan psikiyatrik ve psikososyal sorunlar. Konsültasyon Liyezon Psikiyatrisi, İstanbul: 1998-1999. s. 56-60. 6. Lehmann FG. Psychiatric liasion nursing: A model for nursing practice. In: Stuart GW, Sundeen SJ, editors. Principles and practice of psychiatric nursing. The C.V. Mobsy Comp; 1987. p. 785-98. 7. Kulaksızoğlu IB. Yoğun bakım ünitelerinde konsültasyon liyezon psikiyatrisinin önemi ve işlevleri. IV. İstanbul: Ulusal Konsültasyon Liyezon Psikiyatrisi Kongresi “Uluslararası Katılımlı” Kitabı; 1996. s. 301-7. 8. Tunçay YG. Hastaların yoğun bakım ünitesinin fiziksel ortamına ilişkin görüşleri. [Yüksek Lisans Tezi] Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 2005. 9. Kaçmaz N. Fiziksel hastalığa uyum güçlüğü yaşayan hastalarda konsültasyon liyezon psikiyatrisi hemşireliği modeli geliştirme çalışması. [Doktora Tezi] İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Anabilim Dalı; 2003. 10. Bahar A. Diabetes mellituslu hastaların anksiyete ve depresyon düzeylerinin belirlenmesi. Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi 2006;1:3-16. 11. Yazıcı K, Tot Ş, Yazıcı A, Kanık A ve ark. Hastanede yatan tıbbi hastalarda anksiyete ve depresyon düzeyleri ile sosyodemografik faktörlerin ilişkisi. Yeni Symposium 2003;41:120-4. 12. Soskolne V, Bonne O, Denour AK, Shalev AY. Depressive symptoms in hospitalized patients: a cross-sectional survey. Int J Psychiatry Med 1996;26:271-85. 13. Wong FYK, Arthur DG. Hong Kong patients’ experiences of intensive care after surgery: nurses’ and patients’ views. Intensive and Critical Care Nursing 2000;16:290-303. 14. Horozcu Ü. Din psikolojisi açısından dünyevi istek duaları. [Doktora Tezi] İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı; 2010. 15. Batman E. Yaşamın zorlukları ile başa çıkmada kader inancının rolü. [Yüksek Lisans Tezi] Adana: Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı; 2008. 16. Roff LL, Butkeviciene R, Klemmack DL. Death anxiety and religiosity among Lithuanian health and social service professionals. Death Stud 2002;26:731-42. 17. Özcan A. Hemşire-hasta ilişkisi ve iletişim. 2. baskı. Ankara: 2006. 18. Birol L. Hemşirelik süreci. İzmir: Bozkaya Matbaacılık-Yayıncılık; 2000. 19. Ünsal S. Yoğun bakım hemşirelerinin ölüm hakkındaki düşünceleri ve yasadıkları anksiyetenin karşılaştırılması. [Yüksek Lisans Tezi] İstanbul: Haliç Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Anabilim Dalı; 2008. 20. Kelleci M. Bedensel hastalıkla birlikte depresyonu olan hastalara hemşirelerin yaklaşımlarının incelenmesi. [Yüksek Lisans Tezi] Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Programı; 1998. 21. Roulin MJ, Hurst S, Spirig R. Diaries written for ICU patients. Qual Health Res 2007;17:893-901. 22. Hunt JM. The Cardiac surgical patient’s expectations and experiences of nursing care in the intensive care unit. Australian Critical Care 1999;12:47-53. 23. Godfrey B, Parten C, Buckner EB. Identification of special care needs: the comparison of the cardiothoracic intensive care unit patient and nurse. Dimens Crit Care Nurs 2006;25:275-82. 24. Ergül Ş, Bayık A. Hemşirelik ve manevi bakım. Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2004;8:37-45. 25. Harrison L, Nixon G. Nursing activity in general intensive care. J Clin Nurs 2002;11:158-67. • Mersin Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2008, Yüksek Lisans Tezi. • 10. Konsültasyon-Liyezon Psikiyatrisi ve Psikosomatik Tıp Kongresi’nde poster bildiri olarak sunulmuştur (28-30 Ekim 2010, Erzurum).


ORİJİNAL MAKALE / ORIGINAL ARTICLE

75

Öğrencilerin Duygusal Zeka Düzeyleri ile Problem Çözme Becerileri Arasındaki İlişki The Relationship Between Emotional Intelligence Levels of Students and Problem- Solving Skills Elanur YILMAZ KARABULUTLU,1 Sevda YILMAZ,2 Afife YURTTAŞ1 ÖZET

SUMMARY

Amaç: Bu araştırma, hemşirelik öğrencilerinin duygusal zeka düzeyleri ve problem çözme becerilerini belirlemek ve öğrencilerin duygusal zeka düzeylerinin problem çözme becerilerine etkisini incelemek amacıyla yapıldı.

Objectives: This research was performed in order to determine the emotional intelligence and problem-solving skills of nursing students and the effect of students’ emotional intelligence levels on their problem-solving skills.

Gereç ve Yöntem: Bu tanımlayıcı araştırmaya Atatürk Üniversitesi Erzurum Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümünde okuyan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 174 öğrenci alındı. Araştırmanın verileri Nisan 2007 tarihinde toplandı. Verilerin toplanmasında öğrencilerin tanıtıcı özelliklerini belirlemek amacıyla oluşturulan soru formu, Duygusal Zeka Ölçeği ve Problem Çözme Envanteri kullanıldı.

Methods: This research was made descriptively. 174 students who were educated��������������������������������������������������������������� in Ataturk University Erzurum Health Institute Nursing Department and who accepted to participate in the research were considered as the study subjects. The data of the research were collected in April 2007. For collecting data, a questionnaire form created for determining the significant features of students, an emotional intelligence scale and a problemsolving inventory were used.

Bulgular: Öğrencilerin duygusal zeka düzeyleri alt boyutlarından olan iyimserlik 63.13±8.53, duygulardan faydalanma 14.85±4.11, duyguların ifadesi 39.98±6.08 ve toplam duygusal zeka düzeyi 116.33±11.27 olarak bulundu. Problem çözme becerileri puan ortalaması 92.08±18.69 olarak belirlendi. Duygusal zeka toplam ve alt boyutları puan ortalamaları ile problem çözme puan ortalaması arasında negatif yönde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulundu (p<0.05).

Results: Among the sub-dimensions of the students’ emotional intelligence levels, optimism was scored as 63.13±8.53, taking advantage of emotions as 14.85±4.11, expression of emotions as 39.98±6.08, and total emotional intelligence level as 116.33±11.27. Problem-solving skill average score was determined as 92.08±18.69. A statistically significant negative relation was found between the total emotional intelligence score and the sub-dimensions and average score of problem-solving.

Sonuç: Araştırma sonucunda hemşirelik öğrencilerinin toplam duygusal zeka düzeyi puan ortalamalarının ortalamanın biraz üzerinde olduğu ve problem çözme becerilerinin orta düzeyde olduğu tespit edildi. Ayrıca öğrencilerin duygusal zeka seviyesi arttıkça problem çözme becerilerinin de arttığı belirlendi.

Conclusion: It was determined that the emotional intelligence average score of nursing students was slightly above the average and that their problem-solving skill levels were intermediate. It was also determined that the problem-solving skills of students increase as their emotional intelligence levels increase.

Anahtar sözcükler: Duygusal zeka; hemşirelik; öğrenci; problem çözme.

Key words: Emotional intelligence; nursing; student; problem-solving.

Giriş Duygu bir his ve bu hisse özgü belirli düşünceler, psikolojik ve biyolojik haller ve bir dizi hareket eğilimidir.[1] Duygular insanı anlamada, düşünce ve davranışlarını anlamlandırmada çok önemli bir role sahiptir. Duygularla ilgili çok çeşitli çalışmalar yapılmış ve farklı görüşler ileri sürülmüş olmasına karşın “duygusal zeka” kavramı ilk olarak 1990 yılında MaAtatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, Erzurum 2 Ahievran Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Anabilim Dalı, Kırşehir 1

İletişim (Correspondence): Dr. Elanur YILMAZ KARABULUTLU. e-posta (e-mail): elanurkarabulutlu@hotmail.com Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2011;2(2):75-79 Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):75-79

yer ve Salovey tarafından ortaya konmuştur. Kavram bu bilim adamları tarafından “kendinin ve başkalarının duygularını izleme, bunlar arasında ayırım yapma ve buradan elde ettiği bilgileri düşünce ve davranışlarına yön vermede kullanabilme yeteneği” olarak tanımlanmıştır.[2] Daniel Goleman, 1995 yılında duygusal zekayı; kendini harekete geçirebilme, aksiliklere rağmen yoluna devam edebilme, dürtüleri kontrol ederek tatmini erteleyebilme, ruh halini düzenleyebilme, sıkıntıların düşünmeyi engellemesine izin vermeme, kendini başkasının yerine koyabilme ve umut besleme yetenekleri olarak tanımlamıştır.[3] Duygusal zeka genel olarak iki farklı modelle açıklanmıştır. Bunlardan birincisi olan “yetenek modeli”ne göre duygusal zeka “kendinin ve diğerlerinin his ve duygularını izleme, bunları ayırt edebilme ve bu bilgiyi kullanarak düşünce ve hareketlerini yönlendirebilme becerisi” olarak ifade edilmiştir.[4] İkincisi olan “özellik modeli”ne göre duygusal zeka “bireyin yaşantısındaki değişik durumların başarılı bir biçim-


76

de üstesinden gelmesini sağlayan, bilişsel olmayan tüm özellikler” olarak tanımlanmıştır.[5]

Duygularını iyi bilen, onları kontrol edebilen, başkalarının duygularını anlayan ve bunları ustalıkla idare edebilenlerin, diğer bir deyişle, duygusal zekası yüksek olanların hayatlarının gerek özel gerekse mesleki alanlarında daha avantajlı, hayatta daha mutlu ve üretken oldukları belirtilmektedir. Buna karşın duygularını kontrol edemeyen kişilerin ise net düşünebilme ve işlerine konsantre olabilme yeteneklerini engelleyen içsel bir mücadeleye girdikleri bildirilmiştir.[6] Duygusal zekası yüksek olan kişilerin, kendilerinin ve diğerlerinin duygusal durumlarını anlayarak ve bu duygusal verileri kullanarak zorlu durumlara daha iyi uyum sağlayabildikleri ve problemleri daha iyi çözebildikleri ileri sürülmüştür.[7]

Hemşirelik için duygusal zeka çok önemli bir kavramdır. Duygusal zekanın geliştirilmesinin hemşirelerin iş yaşamında daha başarılı olabilmesi için gerekli olduğu ve kendi duygu ve düşüncelerinin farkında olan -duygusal zekası yüksek olan- hemşirelerin uyum içinde çalıştıkları bildirilmiştir. [8,9] Bazı çalışmalar duygusal zekası yüksek olan hemşirelerin hasta ve hastanın ailesi ile terapötik iletişimi geliştirebildiği ve daha iyi stres yönetimi sağladığını göstermiştir.[10,11] Hemşirelerde duygusal zeka ile ilgili yapılan diğer çalışmalarda da, duygusal zeka becerilerinin hasta bakımı ve çalışanın iyilik durumunu olumlu etkilediği, hemşirelerin iş doyumunu arttırdığı ve stresle daha iyi baş edebildikleri belirtilmektedir.[1215] Hemşirenin hastayı anlayabilme, onların duygularını yönetebilme yeteneğinin bakım vermede önemli olduğu vurgulanmaktadır.[10,16] Hemşirelerin hastalarla iyi bir ilişki kurabilmesi için duygusal zekası gelişmiş -yani kendi duygularının farkında olan, duygularını yönetebilen, empati yapabilen, kendi kendini motive edebilen ve etkili iletişim kuran- bireyler olması gerekmektedir.[12] Hemşirelik öğrencilerinin duygusal zeka ve ilişkili faktörlerinin araştırıldığı bir çalışmada duygusal zekası yüksek öğrencilerin duygusal sorunların tedavisinde daha yetenekli ve sosyal ilişkilerde daha deneyimli oldukları bildirilmiştir.[17]

Problem çözme becerisi, kişiyi çözüme götürecek bilgilerin kazanılması ve kullanıma hazır olacak şekilde birleştirilerek, bir sorunun çözümünü uygulayabilme düzeyidir.[18] Problem çözme hemşirelik uygulamalarının odağıdır. Dünya Sağlık Örgütü “uygun bakımı vermek için önlemler alma, problem çözme yaklaşımı uygulamasının, hemşirenin yapması zorunlu yeterliliklerden biri” olarak kabul etmiştir.[19] Hemşirelerin problem çözme becerilerini geliştirmeleri hasta bakım kalitesinin yükseltilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Problem çözmenin kendi rolü olduğunun farkında olmayan ya da bu becerisini bilimsel olarak kullanmayan bir hemşirenin verdiği bakımın kalitesinin yüksek olması beklenemez.[20] Bu nedenle hemşirelik öğrencilerinin problemleri görebilme, problemin çözümüne yönelik yaratıcı düşünme,

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):75-79

olaylar ve kavramlar arasında bağlantı kurma becerilerini kazanmaları gerekmektedir.

Duygusal zeka, bireyin kendisinin ve diğerlerinin duygularını değerlendirmesi, duyguların düzenlenmesi ve problem çözümünde kullanılması gibi uyum sağlayıcı üç yetenek kategorisinden oluşmaktadır. Mayer ve Salovey duygusal zeka kavramının, duygular ve duygular arasındaki ilişkilerin anlamını tanıyabilme ve bunların temelinde yargılama ve problem çözme yeteneğini temsil ettiğini belirtmiştir.[2] Bu yönüyle duygusal zeka problemlerin çözümünde yadsınamayacak bir bileşendir. Bu araştırma, hemşirelik öğrencilerinin duygusal zeka düzeyleri ve problem çözme becerilerini belirlemek ve öğrencilerin duygusal zeka düzeylerinin problem çözme becerilerine etkisini incelemek amacıyla yapıldı.

Gereç ve Yöntem Bu araştırma tanımlayıcı araştırma olarak yapıldı. Araştırmanın evrenini Erzurum Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü’nde okuyan toplam 242 öğrenci oluşturdu. Örneklem grubuna, 1-30 Nisan 2007 tarihinde, araştırmaya katılmayı kabul eden 174 öğrenci alındı. Kullanılan Araçlar

Verilerin toplanmasında öğrencilerin tanıtıcı özelliklerini belirlemek amacıyla oluşturulan soru formu, Duygusal Zeka Ölçeği ve Problem Çözme Envanteri kullanıldı. Duygusal Zeka Ölçeği

Orjinali Schutte ve ark. (1998) tarafından geliştirilmiş olan Duygusal Zeka Ölçeği’nin (DZÖ) Austin ve ark. (2004) tarafından modifiye edilmiş versiyonunun Türkçeye uyarlama çalışması Göçet tarafından yapılmıştır.[21] DZÖ, 20’si olumlu ve 21’i olumsuz toplam 41 maddeden oluşmaktadır. Ölçek üç faktörden oluşmaktadır: İyimserlik/ruh halini düzenleme, duygulardan faydalanma ve duyguların ifadesidir. Ölçek bu üç faktörü ve bütününde genel duygusal zekayı ölçmektedir. Ölçek, (1) kesinlikle katılmıyorum (2) katılmıyorum (3) kararsızım (4) katılıyorum ve (5) kesinlikle katılıyorum şeklinde 5’li Likert tipi bir derecelendirmeye sahiptir. Ölçeğin Türkçe formunun Cronbach Alpha, iç tutarlılık katsayıları ölçeğin bütünü için .81, iyimserlik faktörü için .77, duyguların ifadesi için .73 ve duygulardan faydalanma faktörü için .54 olarak bulunmuştur.[21] Bu çalışmada, formunun Cronbach Alpha, iç tutarlılık katsayıları ölçeğin bütünü için .65, iyimserlik faktörü için .75, duyguların ifadesi için .63 ve duygulardan faydalanma faktörü için .61 olarak bulundu. Problem Çözme Envanteri: Heppner ve Petersen tarafından 1982 yılında geliştirilen ölçeğin Türkçe formunun geçerlik ve güvenirliği 1993 yılında Şahin ve ark. tarafından yapılmıştır. Likert tipindeki ölçeğin 35 maddesi vardır. Cevapla-


YILMAZ KARABULUTLU E ve ark., Öğrencilerin Duygusal Zeka Düzeyleri ile Problem Çözme Becerileri Arasındaki İlişki

Tablo 1. Öğrencilerin tanıtıcı özellikleri Tanıtıcı özellikler

Sayı

Yüzde

Sınıf 1.sınıf 2.sınıf 3.sınıf 4.sınıf

60 55 26 33

34.5 31.6 14.9 19.0

Aile tipi Çekirdek aile Geniş aile

146 28

83.9 16.1

Aylık geliri değerlendirme durumu Çok yeterli Yeterli İdare ediyor Yetersiz

11 65 69 29

6.3 37.4 39.7 16.6

Yaşamının büyük bölümünün geçtiği yer Köy-İlçe Şehir

43 131

24.7 75.3

Üniversite öğrenimini sürdürürken kaldığı yer Ailemle birlikte evde Yurtta Arkadaşlarımla evde

29 100 45

16.7 57.5 25.9

Tablo 2. Ölçeklerden alınan ortalama puanlar Ölçek alt boyutları İyimserlik Duygulardan faydalanma Duyguların ifadesi Toplam duygusal zeka Problem çözme becerisi

Ortalama puan

Puan aralığı

63.13±8.53 14.85±4.11 39.98±6.08 116.33±11.27 92.08±18.69

17-85 6-30 14-70 41-205 32-192

Tablo 3. Öğrencilerin duygusal zeka düzeyleri ile problem çözme becerileri arasındaki ilişki Duygusal zeka düzeyi İyimserlik Duygulardan faydalanma Duyguların ifadesi Duygusal zeka toplam

Problem çözme becerisi r

p

-.241 -.202 -.347 -.178

p<0.01 p<0.05 p<0.01 p<0.05

ra 1 ile 6 arasında değişen puanlar verilmektedir. Puan ranjı 32-192’dir. Ölçekten alınan toplam puanın yüksekliği bireyin problem çözme becerisinin düşük olduğunu gösterir. Ölçeğin Cronbach Alfa güvenirlik katsayısı .88 olarak bulunmuştur.[22] Bu çalışmada Cronbach Alfa güvenirlik katsayısı .84 olarak bulundu. İşlem

Araştırmada kullanılan veri toplama araçlarının öğrencilere uygulanabilmesi için Atatürk Üniversitesi Erzurum Sağlık Yüksekokulu Müdürlüğü’nden izin alındı. Uygulama esnasında öğrencilere araştırma hakkında sözel olarak bilgi ve-

77

rildi, ölçeği nasıl yanıtlayabilecekleri hakkında açıklama yapıldı ve sözel izinleri alındı. Öğrencilere araştırmaya katılma ya da katılmama konusunda serbest oldukları ifade edilerek gönüllük ilkesine, kendileri ile ilgili bilgilerin başkalarına açıklanmayacağı hususunda güvence verilerek gizlilik ilkesine bağlı kalındı. İstatistiksel Değerlendirme

Verilerin değerlendirilmesi SSPS 10.0 programında yapıldı. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik, t testi, Pearson Korelasyon analizi, Cronbach Alpha iç tutarlılık testleri kullanıldı.

Bulgular Öğrencilerin %34.5’inin 1. sınıfta olduğu, %83.9’unun çekirdek aileye sahip olduğu, %57.5’ inin yurtta kaldığı ve %37.4’ünün aylık gelirini yeterli gördüğü belirlendi (Tablo 1). Öğrencilerin duygusal zeka düzeyleri puan ortalamaları incelendiğinde; iyimserlik 63.13±8.53, duygulardan faydalanma 14.85±4.11, duyguların ifadesi 39.98±6.08 ve toplam duygusal zeka düzeyi 116.33±11.27 olarak bulundu. Problem çözme becerileri puan ortalaması 92.08±18.69 olarak belirlendi (Tablo 2). Duygusal zeka toplam ve alt boyutları puan ortalamaları ile problem çözme puan ortalamaları arasında negatif yönde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulundu (Tablo 3). Öğrencilerin duygusal zeka seviyesi arttıkça problem çözme becerilerinde de artış gözlenmektedir (Problem çözme envanterinden alınan toplam puanların yüksekliği, bireyin problem çözme becerileri konusunda kendini yetersiz olarak algıladığını gösterir).

Tartışma Hemşirelik öğrencilerinin duygusal zeka düzeyleri ve problem çözme becerilerini belirlemek ve öğrencilerin duygusal zeka düzeylerinin problem çözme becerilerine etkisini araştırmak amacıyla yapılan bu araştırmada öğrencilerin toplam duygusal zeka düzeyi puanlarının ortalamanın biraz üzerinde olduğu belirlenmiştir. Konu ile ilgili yapılan diğer çalışmalarda da hemşirelik öğrencilerin orta düzeyde duygusal zekaya sahip olduğu tespit edilmiştir.[23,24] Hemşirelik profesyonel bir bakım mesleğidir. Hemşirenin bakım verirken hastayı anlayabilmesi, onun duygularını yönetebilmesi, empati yapabilmesi, kendi kendini motive edebilmesi ve etkili iletişim kurması çok önemlidir.[12,16] Bu nedenle hemşirelik için duygusal zeka önemli kavramdır. Hemşirelerin kendi duygularını yönetmesi ve hastaların duygularını anlaması için duygusal zeka konusunun hemşirelik eğitimi müfredatlarında yer alması gerektiği ve bu müfredat programlarının daha yüksek duygusal sorumluluk gerektiren durumlarda öğrencileri güçlendireceği belirtilmiştir.[16]


78

Öğrencilerin problem çözme becerilerinin orta düzeyde olduğu tespit edilmiştir. Konuyla ilgili yapılan diğer çalışmalarda da öğrencilerin problem çözme becerilerinin orta düzeyde olduğu bulunmuştur.[21,25-33] Hemşirenin temel işlevi olan hasta bakım sürecinin amacı bireyin/ailenin sağlık durumunu, sağlık bakım problemlerini veya gereksinimlerini tanımlamak, tanımlanan gereksinimleri karşılamak için planlar yapmak ve bu gereksinimleri karşılamak için kesinleşen girişimleri uygulamaktır.[34] Bu nedenle hemşirelerin problem çözme becerilerinin yüksek olması gerekmektedir. Cholowski ve Chan (2004) çalışmalarında öğrenci hemşirelerin hemşirelik eğitimleri süresince aldıkları bilgilerin problem çözmelerinde etkisi olduğunu bildirmişlerdir.[35] Kaya’nın (2005) çalışmasında problem çözme sürecine yönelik eğitim alan hemşirelerin problem çözme beceri düzeylerinin önemli ölçüde yüksek olduğu belirtilmiştir.[30] Problem çözme yeteneği hemşireden beklenen profesyonel bir davranıştır ve hemşirelikte büyük önemi olan problem çözme becerilerinin geliştirilmesi öncelikle okul eğitimi sırasında sağlanabilir. Bu nedenle hemşirelik eğitim müfredatlarında problem çözme becerileri kazandırılmasına yönelik eğitimlerin daha fazla yer alması önemlidir.

Bu çalışma sonuçlarına göre öğrencilerin duygusal zeka seviyesi arttıkça problem çözme becerilerinde de artış gözlenmektedir. Augusto Landa ve ark.’nın (2007) yapmış oldukları bir çalışmada duygusal zekâ yeteneği yüksek olan hemşirelerin problem çözme becerilerinin arttığı ve stresi azaltmak için uygun stratejiler kullandıkları saptanmıştır. [36] İşmen’in (2001) üniversite öğrencilerinde duygusal zeka ile problem çözme becerisi algısı arasındaki ilişkiyi incelediği çalışmada da duygusal zeka seviyesi arttıkça problem çözme becerisi algısında da artış olduğu bulunmuştur.[37] Yapılan başka bir çalışmada da ilköğretim okullarında görev yapan öğretmenlerinin duygusal zekâları ile problem çözme becerisi arasında anlamlı ilişki olduğu ve duygusal zekânın artmasıyla problem çözme becerisinin de artacağı sonucuna varılmış ve duygularını tanıyan, kontrol edebilen bireylerin problemlere daha olumlu yaklaşarak çözümlere daha kolay ulaşabileceği belirtilmiştir.[38] Konu ile ilgili yapılan diğer çalışma bulguları bu çalışma bulgusunu desteklemektedir.[36-38] Bireyin kendisinin ve çevresindekilerin duygularını anlayarak, bu duygusal verileri, karşılaştığı sorunları çözümlemek için kullanabileceği vurgulanmaktadır.[7] Bu yönüyle kendi duygularını iyi tanıyan ve kontrol edebilen öğrenci hemşirelerin hem okul eğitimi hem de klinik uygulamalarında karşılaşacağı problemlerin çözümlerine daha kolay ulaşabilecekleri düşünülmektedir.

Sonuç Araştırma sonucunda hemşirelik öğrencilerinin toplam duygusal zeka düzeyi puan ortalamalarının ortalamanın biraz üzerinde olduğu ve problem çözme becerilerinin orta düzeyde olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca öğrencilerin duygusal

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):75-79

zeka seviyesi arttıkça problem çözme becerilerinin de arttığı belirlenmiştir.

Duygusal zekâ öğrenilebilir ve geliştirilebilir yetkinlikleri içeren bir kavramdır. Duygusal zekâ yetkinlikleri geliştikçe problem çözme becerisi de gelişecektir. Bu nedenle eğitimleri süresince öğrencilere, kendi duygularını fark etmeleri, olaylar karşısındaki duygusal tepkilerini değerlendirmeleri ve duygularını kontrol etme becerilerinin kazandırılması için destek verilmelidir. Öğrencilerin bu alandaki becerilerini hayatın her alanında olduğu gibi hasta bakımında da kullanmaları öğretilebilir. Ayrıca öğrencilerin problem çözmeye yönelik eğitimlerine daha fazla önem verilmesi önerilmektedir. Kaynaklar 1. Goleman D. Emotional intelligence: Why it can matter more than IQ. London: Cox & Wyman Ltd; 1996. 2. Mayer JD, Salovey P. The intelligence of emotional intelligence. Intelligence 1993;17:433-42. 3. Goleman D. Duygusal zeka neden IQ’ dan daha önemlidir?. (Çeviri Editörü: Seçkin B) İstanbul: Varlık Yayınları; 2005. 4. Salovey P, Mayer JD. Emotional intelligence. Imagination, Cognition and Personality 1990;9:185-211. 5. Lyusin DB. Emotional intelligence as a mixed construct its relation to personality and gender. Journal of Russian and East European Psychology 2006;44:54-68. 6. Beceren E. (Aralık 2004). Duygusal zekâ kavramının gelişimi. 20 Nisan 2011. http://duygusalzeka.net/icsayfa.aspx?Sid=7&Tid=3. 7. Hisli Sahin N, Güler M, Basim HN. The relationship between cognitive intelligence, emotional intelligence, coping and stress symptoms in the context of type A personality pattern. Turk Psikiyatri Derg 2009;20:243-54. 8. Bellack JP. Emotional intelligence: a missing ingredient? J Nurs Educ 1999;38:3-4. 9. Freshwater D, Stickley T. The heart of the art: emotional intelligence in nurse education. Nurs Inq 2004;11:91-8. 10. Cadman C, Brewer J. Emotional intelligence: a vital prerequisite for recruitment in nursing. J Nurs Manag 2001;9:321-4. 11. Simpson RL, Keegan AJ. How connected are you ? Employing emotional intelligence in a high-tech world. Nursing Administration Quaterly 2002;26:80-6. 12. McQueen AC. Emotional intelligence in nursing work. J Adv Nurs 2004;47:101-8. 13. Akerjordet K, Severinsson E. Emotionally intelligent nurse leadership: a literature review study. J Nurs Manag 2008;16:565-77. 14. Rego A, Godinho L, McQueen A, Cunha MP. Nurses’ emotional intelligence and caring behaviours: an empirical study. 2007;1-18. Retrieved April 15, 2011, from www.ua.pt/egi/ReadObject.aspx?obj=7966. 15. Lee M, Lee S. The influence of emotional intelligence and organizational climate for nurse job satisfaction. Journal of Business Administration 2008;4:1-10. 16. Evans D, Allen H. Emotional intelligence: its role in training. Nurs Times 2002;98:41-2. 17. Montes-Berges B, Augusto JM. Exploring the relationship between perceived emotional intelligence, coping, social support and mental health in nursing students. J Psychiatr Ment Health Nurs 2007;14:163-71. 18. Ulupınar S. Hemşirelik eğitiminin öğrencilerin sorun çözme becerilerine etkisi. [Yayınlanmamış Doktora Tezi] İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 1997. 19. Taşçı S. Hemşirelikte problem çözme süreci. Sağlık Bilimleri Dergisi 2005;14 (Ek Sayı: Hemşirelik Özel Sayısı):73-8.


YILMAZ KARABULUTLU E ve ark., Öğrencilerin Duygusal Zeka Düzeyleri ile Problem Çözme Becerileri Arasındaki İlişki

20. Taylor C. Clinical problem-solving in nursing: insights from the literature. J Adv Nurs 2000;31:842-9. 21. Göçet E. Üniversite öğrencilerinin duygusal zeka düzeyleri ile stresle başa çıkma tutumları arasındaki ilişki. [Yayınlanmamış yüksek lisans tezi] Sakarya: Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; 2006. 22. Savaşır I, Şahin N. Bilişsel davranışçı terapilerde değerlendirme: Sık kullanılan ölçekler. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları; 1997. 23. Avşar G, Kaşıkçı M. Hemşirelik yüksekokulu öğrencilerinde duygusal zeka düzeyi. Anadolu Hemşirelik ve Sağlık Bilimleri Dergisi 2010:13;1:1-6. 24. Ünsar S, Yıldız Fındık Ü, Kurt Sadırlı S, Erol Ö ve ark. Edirne sağlık yüksekokulu öğrencilerinin duygusal zeka düzeyleri. 01 Mayıs 2011, http:// www.universite-toplum.org/pdf/pdf_UT_384.pdf. 25. Kantek F, Gezer N. Bir sağlık yüksekokulunda öğrencilerin eleştirel düşünme ve problem çözme becerilerinin incelenmesi. International Conference on New Trends in Education and Their Implications 11-13 November, 2010 Antalya-Turkey. 16 Nisan 2011, http://www.iconte.org/ FileUpload/ks59689/File/41.pdf. 26. Sabuncu N, Orak N, Karabacak Ü, Alpay ŞE. Hemşirelik süreci sistemini öğrenmenin hemşirelik öğrencilerinin kişisel problem çözme becerilerini algılama durumlarına etkisi. 1. Uluslararası, 8. Ulusal Hemşirelik Kongresi Bildiri Özet Kitabı, Antalya; 2000. 139-40. 27. Durualp E, Arslan D, Çayıroğlu E, Özkan S ve ark. Sağlık yüksekokulu öğrencilerinin sosyal becerilerinin problem çözme üzerine etkisinin incelenmesi. I. Uluslararası Eğitim Bilimleri Kongresi, Türkiye: Çanakkale. 10 Kasım 2010, http://oc.eab.org.tr/egtconf/pdfkitap/pdf/338.pdf. 28. Yılmaz E, Karaca F. Yılmaz E. Sağlık yüksekokulu öğrencilerinin problem çözme becerilerinin bazı değişkenler açısından incelenmesi. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2009;12:38-48.

79

29. Yurttaş A, Yetkin A. Sağlık yüksekokulu öğrencilerinin empatik becerileri ile problem çözme becerilerinin karşılaştırılması. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2003;6:1-13. 30. Kaya E. Hemşirelerin problem çözme becerilerinin ve etkileyen bazı faktörlerin belirlenmesi. [Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi] Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 2005. 31. Eşer İ, Khorshid L, Özkütük N, Orgun F. Hemşirelik öğrencilerinin karar verme ve problem çözme becerilerinin belirlenmesi. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 2009;25:9-25. 32. Altun I. The perceived problem solving ability and values of student nurses and midwives. Nurse Educ Today 2003;23:575-84. 33. Olgun N, Kan Öntürk Z, Karabacak Ü, Eti Aslan F ve ark. Hemşirelik öğrencilerinin problem çözme becerileri: Bir yıllık izlem sonuçları. Acıbadem Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi 2010;1:188-94. 34. Akça Ay F. Sağlık uygulamalarında temel kavramlar ve beceriler. İstanbul: Nobel Kitabevleri; 2011. 35. Cholowski KM, Chan LK. Cognitive factors in student nurses’ clinical problem solving. J Eval Clin Pract 2004;10:85-95. 36. Augusto Landa JM, López-Zafra E, Berrios Martos MP, Aguilar-Luzón Mdel C. The relationship between emotional intelligence, occupational stress and health in nurses: a questionnaire survey. Int J Nurs Stud 2008;45:888901. 37. İşmen EMÜ. Duygusal zeka ve problem çözme. Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi 2001;13:111-24. 38. Güler A. İlköğretim okullarında görev yapan öğretmenlerin duygusal zekâ düzeyleri ile problem çözme becerileri arasındaki ilişkinin incelenmesi. [Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi] İstanbul: Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; 2006.


80

DERLEME / REVIEW

Elektrokonvülsif Tedavi ve Hemşirelik Bakımı Electroconvulsive Therapy and Nursing Care Çiğdem Fulya DÖNMEZ,1 Mualla YILMAZ2 ÖZET

SUMMARY

Elektrokonvülsif tedavi ruhsal hastalıkların tedavisinde kullanılan etkili bir tedavi yöntemidir. Ancak, hastalar ve yakınları elekrokonvülsif tedaviye ilişkin olumsuz yargılara sahip olabilmektedirler. Hastalar geçmiş deneyimleri, elektrokonvülsif tedavisi alan hastaların ifadeleri ve sağlık çalışanlarının “şok tedavisi” ifadeleri ile tedaviye korkutucu bir anlam yüklemektedirler. Hastaların yaşadığı bu korku ve anksiyeteyi gidermenin en önemli yolu terapötik ortamın oluşturulmasıdır. Bu yazıda elektrokonvülsif tedavi ve hemşirelik bakımına ilişkin güncel bilgilerin verilmesi amaçlanmıştır.

Electroconvulsive therapy is an effective treatment method that is used to cure psychological diseases. However, some patients and their relatives may have negative views about electroconvulsive therapy. Electroconvulsive therapy has a frightening and negative connotation for patients because of their experience, the expressions of other patients who have been cured with the electroconvulsive therapy method, and the use by health personnel of the term ‘shock treatment’. Being supplied of therapeutic condition is the most important way of removing this anxiety and fear. In this report, we examine electroconvulsive therapy and nursing care.

Anahtar sözcükler: Elektrokonvülsif tedavi; hemşirelik bakımı; terapötik iletişim.

Key words: Electroconvulsive therapy; nursing care; therapeutic communication.

Elektrokonvülsif tedavi (EKT) (Electroconvulsive TherapyECT), hastanın başındaki belli noktalara yerleştirilen elektrotlar yolu ile uygulanan bir dizi kısa, kontrollü elektrik akımı ile ‘beyinde epileptik nöbet’ oluşturulması esasına dayanan bir psikiyatrik tedavi yöntemidir.[1-7]

Ülkemizde yapılan çeşitli çalışmalarda hastaların tetkik ve operasyon uygulamalarından önce uygulama ile ilgili bilgi eksikliğine bağlı anksiyetelerinin yüksek olduğu sonucuna varılmıştır.[9-11] Tüm bu uygulamalarda olduğu gibi EKT uygulamasından önce de, hastaların ilk defa ya da yinelenmiş EKT olmasına ve cinsiyet farkına bakılmaksızın yoğun bir anksiyete ve korku yaşadıkları, dolayısıyla tedaviyi zor kabullendikleri gözlemlenmektedir.[9]

EKT ilk kez uygulandığı 1930’lardan günümüze, psikofarmakolojideki önemli gelişmelere rağmen sürekli kullanımda kalmış, ancak çok tartışılan bir tedavi yöntemidir. Kısmen olumsuz ön yargıların etkisi ve temelde kalıcı istenmeyen yan etkilerin olabileceği endişesi ile günümüzde kullanım alanı giderek kısıtlanma eğilimindedir.[8] EKT’ye yönelik eleştiriler, etkinliğinden çok, uzun dönemdeki yan etkilerinin kesin şekilde ortaya konmamış olmasından doğan kaygılar, “elektrik” ya da “şok” tedavisi ifadeleri ve uygulamanın hasta/hasta yakınları ve toplum tarafından cezalandırma/eziyet etme olarak görülmesi düşüncesiyle ilişkili olumsuz duygulardan kaynaklanmaktadır. Hasta ve hasta yakınlarının EKT’ye yönelik bu olumsuz algılarını değiştirmede psikiyatri hemşirelerinin rolü büyüktür.[9,10] Mersin Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Psikiyatri Hemşireliği, Mersin 2 Mersin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı, Mersin 1

İletişim (Correspondence): Çigdem Fulya DÖNMEZ. e-posta (e-mail): cigdemfulyadonmez@hotmail.com Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2011;2(2):80-89 Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):80-89

Bu yazıda EKT’nin psikofarmakolojideki gelişmeler ışığında elektrokonvülsif tedavi ve hemşirelik bakımı ile ilgili literatür gözden geçirilmekte ve konuyla ilgili güncel bilgiler özetlenmektedir. Yapılan bu derlemenin hem öğrencilerin, hem de hemşirelerin uygulamalarında kullanabileceği bir rehber oluşturması amaçlanmıştır.

Elektrokonvülsif Tedavinin Tarihçesi Psikiyatrik tedavilerin çok sınırlı olduğu 1785 yılında Oliver, kafur (camphre; camphor) kullanarak konvulsiyonlar elde etmeyi başarmıştır. Daha sonraki tarihlerde insülin ve metazol bu amaçla kullanılmıştır.[2,12] İlk kez 1882’de Albertoni beyni elektrik akımıyla uyararak, hayvanlarda deneysel konvülsiyonlar oluşturmuştur.[11] İnsülin koma tedavisi uygulamasından birkaç ay sonra asıl şok ve konvulsiyon çağını başlatan Ladisla von Meduna’dır. Aynı kişide şizofreni ve epilepsinin bir arada bulunamayacağı inanışından hareketle, Meduna 1933 yılında, şizofrenik hastaları kardiazal şoku ile tedavi etmeye başlamıştır.[2,11-13] İnsanda elektrik akımıyla konvülsiyon oluşturmayı, ilk kez 1938 yılında gerçekleştiren Cerletti ve Bini geliştirdikleri bu yönteme elektroşok te-


81

DÖNMEZ ÇF ve YILMAZ M, Elektrokonvülsif Tedavi ve Hemşirelik Bakımı

davisi adını vermişler ve şizofreni tedavisinde etkili olduğunu bildirmişlerdir.[14] Bu gelişmelerden çok kısa zaman sonra EKT Amerika’ya geçmiş ve birçok hastaya uygulanmaya başlanmıştır. 1942’de Friedman elektrotların tek yanlı (unilateral) uygulamasını başlatmıştır. 1950’lerde psikotrop ilaçların sağaltım alanına girmesi sonucunda 1970’lerin sonuna kadar farmakoterapinin öne çıktığı, EKT’nin ise giderek önemini yitirdiği görülmektedir.[7,11] EKT uygulaması ancak 1960 yılından sonra işlemin komplikasyonlarını azaltması amacı ile anestezik ajanlar ve kas gevşeticiler ile kullanılmaya başlanmıştır.[12,13] 1970’li yılların sonlarında gerek farmakoterapinin yan etkilerinin ve sakıncalarının gözlemlenmesi sonucunda gerekse EKT’nin daha güvenli ve daha etkin olarak uygulanabileceği, aynı zamanda hastanın yatış süresini ve masrafını azaltacağı umudunun ortaya çıkmasıyla EKT tercih edilen bir tedavi yöntemi olmuştur. 1975-1980 yılları arası ABD’de EKT uygulaması %46 oranında azalmıştır.[7,11,15]

Türkiye’de ilk EKT 1946 yılında Dr. Hüseyin Kerem Tunakan tarafından Fransız La Paix hastanesinde yapılmıştır. Dr. Mazhar Osman Uzman 1949 yılında Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde kendi tasarımı olan aletlerle EKT uygulamış ve konuşmayan, hareket etmeyen hastaların iyileşmeleri ve bülbül gibi konuşmaları, EKT’nin “Mazhar Osman’ın Bülbülü” olarak anılmasına yol açmıştır.[11]

EKT’nin Etki Düzeneği EKT’nin etki düzeneği tam olarak bilinmemekle birlikte, EKT uygulamasıyla oluşan etki beyindeki nörotransmiterlerin etkinliğinin artmasına bağlanmaktadır.[7] Psikodinamik açıdan hastanın suçluluk duygularına karşı bir ceza yöntemi olarak algılandığı ve bu nedenle etkili olduğu yönünde de bir kanıt yoktur.[7] Birbirinden farklı ruhsal bozuklukların EKT’ye iyi cevap vermesi, EKT’nin monoaminerjik iletide artış, antikonvulsan etki, nörotrofik etki, kan-beyin bariyerinin geçirgenliğinde ve serebral kan akımında artış ve başka değişik etki mekanizmaları ile açıklanmaya çalışılmaktadır. Net olarak EKT’nin çoğul etki mekanizmaları ile etki ettiği söylenebilmektedir.[13]

EKT’nin bazı biyolojik etkileri antidepresan ilaçlarla benzerlik gösterse de, arada klinik ve fizyolojik açıdan önemli farklar vardır; EKT’nin mani ve deliryum gibi, antidepresan ilaçların hiç kullanılmadığı durumlarda da etkili olması bunun kanıtıdır.[15] EKT’nin etkili olmasında nöbetin önemli bir rolü vardır. Uyaran çok güçlü olsa bile, nöbet oluşmazsa EKT etkisiz kalmaktadır. Hastaya verilen doz, hem yeterli sürede nöbet ortaya çıkaracak, hem de sadece gerekli olan miktarda verilecek biçimde ayarlanmalıdır. Bunun sağlanabilmesi için, her insan için birbirinden farklı olan nöbet eşiğinin saptanabilmesi gereklidir. Genel olarak nöbet eşiği erkeklerde kadınlardan, yaşlılarda gençlerden daha yüksektir. Ayrıca hastanın kullandığı ilaçlar, seçilen anestezik ilaç, hasta-

nın tanısı gibi etkenler de nöbet eşiğini etkileyebilmektedir. [16,17] EKT sırasında geçirilen nöbet süresi, uygulanan elektriksel doz ve nöbet eşiği ile EKT’ye verilen klinik yanıt arasındaki ilişki halen belirsizliğini korumaktadır.[18] Yapılan bir çalışmada uygulanan elektriksel doz düşüklüğünün ve geçirilen nöbet süresinin uzunluğunun, depresyon hastalarının EKT uygulamasında daha hızlı klinik yanıt vermesini sağladığı bildirilmektedir.[14]

EKT Uygulaması EKT, hastanın beyninden 0.1-0.5 saniye süreyle 80-170 voltluk elektrik akımı geçirmek suretiyle grand mal tipi konvülsiyon ortaya çıkarmaktan ibaret bir tedavi yöntemidir. [2] EKT için belirlenmiş standart bir tedavi şeması yoktur. ABD’de ve ülkemizde genellikle haftada üç defa EKT uygulanması tercih edilirken, diğer bazı ülkelerde (mesela İngiltere) haftada 2 defa uygulanmaktadır. Sayı ve süre hastanın kişisel özelliklerine, tedaviye alınan cevaba ve ortaya çıkabilen yan etkilere bağlı olarak değişse de genel olarak EKT gün aşırı ve haftada üç gün olmak üzere 7-12 kez yinelenmektedir.[2,7] EKT, elektrotları hastanın başına yerleştirme şekline göre iki farklı teknikle uygulanmaktadır. • Tek Taraflı Uygulama (Unilateral) • Çift Taraflı Uygulama (Bilateral)

Tek taraflı uygulama ile çift taraflı uygulamanın birbirine üstünlüğü halen tartışmalı bir konu olmakla birlikte, tek taraflı uygulamada bellek bozukluklarının daha az görüldüğü; çift taraflı uygulamada ise ağır depresif durumların hızla düzeldiği bilinmektedir.[7] İki farklı EKT uygulama yöntemi söz konusudur:

• Geleneksel Yöntem (Yalın Uygulama): Burada verilen elektrik uyaranı ile nöbet izlenmektedir.

• Modifiye Yöntem (Anestezi ve Kas Gevşeticili Uygulama): Uygulama sırasında, hasta önce çok kısa süreli anestezik etkiye sahip bir ilaç aracılığıyla uyutulur. Sonra kas gevşetici verilir. Elektrik uyaranının verilmesi ile nöbet ortaya çıkar. Kas gevşetici verildiği için çevresel kaslarda kasılma olmaz. Nöbetin başlayıp başlamadığı, EEG kaydı ile ya da bir turnike ile yalıtılmış ön koldan izlenir. Nöbet süresi genellikle 60 saniyeyi geçmez. Son yıllarda EKT uygulamalarının yan etki ve risklerini azaltmak için, uygulama anestezili-kas gevşeticili yöntemle yapılmaktadır.[2,7,16,17]

EKT’nin Kullanım Alanları Depresyon, mani, şizofreni, katatoni, malign nöroleptik sendrom, parkinson, epilepsi, deliryum, zeka geriliği, postpartum depresyon ya da psikoz gibi durumların tedavisinde kullanılmaktadır.[8,11-23]


82

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):80-89

Özel Durumlarda EKT Yaşlılarda EKT

Yaşlılık EKT için bir engel teşkil etmediği gibi, yaşlı hastaların EKT’ye yanıtı gençlerden farklı değildir. Yaşlı depresif hastaların EKT’ye cevap verme oranı %80’dir.[15] Yaşlı hastalarda görülen mani, şizofreni ve katatoni EKT tedavisinde önemli endikasyon alanlarıdır. Yaşlı hastalara ve özellikle buna eşlik eden tıbbi hastalığı olan bireylere uygulanan EKT sonucunda daha fazla konfüzyon ya da bellek bozukluğu geliştiği bildirilmektedir. Bu nedenle ağır depresyonu olan yaşlı hastalarda, EKT uygulamasının getireceği risklerle uygulanması halinde bu hastalarda bulunması olası bilişsel bozuklukları arttırma riski yarar/zarar dengesi değerlendirilerek, EKT yapılmasına karar verilmesi önerilmektedir. Bilişsel yan etkileri en aza indirebilmek için tedavi sıklığı, akım şiddeti ve alınan ilaçlara dikkat etmenin yeterli olabileceği bildirilmektedir.[15,16,24] Çocuklarda ve Gençlerde EKT

Genç hastalarda EKT uygulaması üzerine yapılan yayınlarda, EKT uygulanan hastaların %1.5’inin 11-20 yaşları arasında bulunduğu bildirilmektedir.[15] Çocuklarda ve gençlerde depresif bozukluklar, katatonik stupor, mani ve şizofreni olgularında EKT uygulamalarının %61-100 arasında iyi sonuç verdiği bildirilmektedir.[15] EKT endikasyonu açısından yaşı 1317 arasında olan gençler ile yaşı 18 üzerinde olanlar arasında hiçbir fark yoktur. Çocuklarda ya da ergenlerde EKT, genellikle psikoterapi veya antidepresan ilaçlar gibi diğer tedavi yöntemleri denendikten sonra uygulanmalıdır. Yaşı 12’den küçük olanlarda EKT için açık ve kesin bir endikasyon yoktur.[15,16] Gebelerde EKT

EKT gebeliğin bütün trimesterlerinde etkili ve güvenli bir şekilde kullanılabilir.[25] Ancak uterusun basısı nedeniyle artan karın içi basınç ve mide boşalımının yavaşlaması nedeniyle gebeler anestezi altında aspirasyon riski taşımaktadır.[12] EKT’den önce kadın-doğum konsültasyonu yapılması gerekir. Yüksek riskli gebeliklerde, yoğun bakım koşullarında, doğum doktoruyla birlikte izlenen hastalara EKT güvenle uygulanabilir.[16] Gebelikte uygulanan EKT’nin bazı yan etkilerinin olabileceğine yönelik görüşlerin yanı sıra anne ve fetus için önemli bir komplikasyon olmadan uygulanabileceğini savunan görüşler de vardır.[26] Obez Hastalarda EKT

Gebe hastalara benzer şekilde artmış karın içi basıncı ve mide boşalımının gecikmesi obez hastaların da EKT sırasında aspirasyon sorunu ile karşılaşmalarına yol açar. Bu hastalarda hipertansiyonla sık karşılaşıldığı, entübasyon işleminin de sorunu artıracağı unutulmamalıdır. Tüm koşullar dikkatle değerlendirilip acil entübasyon için hazır olunmalı, ancak gerektiğinde uygulanmalıdır.[12]

EKT’nin Yapılamayacağı ya da Risk Taşıdığı Durumlar EKT’nin hangi durumlarda kullanılmaması gerektiği konusunda klinisyenler arasında bir fikir birliği yoktur. Bu konudaki temel yaklaşım hasta için yarar-risk oranının göz önünde bulundurulmasıdır.[12] Genel olarak EKT’nin yapılamayacağı ya da risk taşıdığı durumlar aşağıda özetlenmiştir.[7,11,15,16] • Yeni geçirilmiş miyokart enfarktüsü, aort anevrizması, ağır sistemik ya da beyinde enfeksiyon durumları, akciğer ödemi • Beyin kanaması

• Hipertansiyon (EKT’nin kardiyovasküler yan etkileri arasında kalp hızında geçici bir artış ve geçici hipertansiyon olduğu için EKT öncesinde kan basıncı düzenlenmelidir. • Feokromasitoma

• Kafa içi basıncını arttıran durumlar, beyin tümörleri • Retina dekolmanı

• Yakın geçmişte serebral defekt

• Ciddi kronik obstrüktif akciğer hastalığı, astım ya da pnömoni gibi solunum sistemi hastalıkları • Akut dar açılı glokom

EKT’nin Yan Etkileri Kardiyovasküler Yan Etkiler

Kardiyovasküler komplikasyonlar, çok seyrek olmalarına karşılık, EKT’ye bağlı ölüm ve diğer ciddi problemlerin başlıca sebeplerindendir.[2,15] Amerikan Psikiyatri Birliği’nin (APA), EKT için görev başlıkları yayını, bradikardinin risklerini ve süresini en aza indirmede atropin veya glikopirolat gibi antikolinerjik ilaçların etkili olduğunu bildirmişlerdir. [27] Yapılan çalışmalarda, tedavi öncesi risklerin belirlenmesinin ve bu kardiyovasküler risk faktörlerinin tedavisinin en iyi duruma getirilmesinin, EKT’nin kardiyovasküler komplikasyonlarını en aza indirmeye yardımcı olduğu bildirilmiştir.[27] Bellek Bozuklukları

Hastaların yaklaşık %75’i bellek bozukluklarını EKT’nin en kötü yan etkisi olarak tanımlamaktadır.[11] Hasta nöbetten çıktıktan sonra, kısa süreli (en çok 1 saat) bir şaşkınlık hali yaşayabilir. Bu durum, kesin olarak geçicidir. İleriye dönük bellek kaybı (anterograd amnezi) tedaviden sonra hızla düzelme eğilimi taşırken geriye dönük bellek kaybı (retrograd amnezi) ise çoğu hastada en geç 6 ay içinde düzelmektedir. Bazı hastalarda bu tür bellek sorunu biraz daha uzun sürerek bir yılı bulabilmektedir. Böyle bir problemin sıklığı için, 1/200 gibi bir oran bildirilmektedir. Bunun dışında bellekle ilgili sorunlar, kesin olarak kendi kendine ortadan kalkmak-


DÖNMEZ ÇF ve YILMAZ M, Elektrokonvülsif Tedavi ve Hemşirelik Bakımı

Tablo 1. EKT’nin yan etkilerinin yaygınlığı[27] Yan etki

Yaygınlık

Geri döndürülebilir kardiyak ektopi Geçici hipertansiyon Önemli kardiyovasküler yan etkiler Komplike olmayan asistol Baş ağrısı Kas ağrısı Bulantı Konfüzyon

85 yaş 85 yaş 65 yaş 65 yaş %65.8 %48 %15 %23 %40

üzeri için %18 üzeri için %67 üzeri için %67, altı için %1

tadır.[17] Bugüne kadar modern EKT ile meydana gelen kalıcı hafıza kaybını gösteren güvenilir bir çalışma yoktur.[28] Kas-İskelet Sistemi Yan Etkileri

Yalın EKT uygulamalarında, şiddetli kas ağrısı, göğüs omurgalarında kompresyon kırığı, humerus ve femur başı kırıkları, çene ve omuz çıkıkları görülebilmektedir. Ancak anestezi ve kas gevşetici ile uygulama sonucu bu yan etkiler görülmemektedir.[7,11,12] Uzamış Apne

EKT uygulamasında bazen konvülsiyon ardından solunum başlaması gecikebilir. Siyanoz çok uzatılmamalı, yapay solunuma başlanarak oksijen verilmelidir. Anestezili-kas gevşeticili EKT’de anestezi maskesi ve ambu ile yapay solunum sağlandığı için böyle bir sorun genellikle kolay giderilmektedir.[7] Baş Ağrısı

Yapılan çalışmalarda EKT sonrası ortaya çıkan baş ağrısı sıklığıyla ilgili %60’a kadar varan farklı sonuçlar bildirilmesine karşın, bu yan etkinin nedeni ve tedavisi ile ilgili yeterli araştırma bulunmamaktadır (Tablo 1).[29]

EKT Nedeniyle Ölüm Yapılan bir çalışmada EKT’den ölüm oranının 100.000 tedavide 2 oranında olduğu bildirilmektedir.[28] Bir başka çalışma ise, EKT sonrası ölüm oranının 100.000 tedavide 4 ölüm vakası şeklinde seyrek ve tıpkı genel anestezide meydana gelen ölüm sıklığı ile aynı oranda olduğunu belirtmiştir.[27] Meydana gelmesi seyrek olsa da, EKT ile ölümün ana nedeni genellikle kardiyovasküler komplikasyonlardır. Tedaviden önce kardiyovasküler hastalıkların değerlendirilmesi, EKT nedeniyle ölüm ve rahatsızlıkların azaltılmasında önemli rol oynar.[28]

EKT ve Etik EKT uygulamasına etik açısından bakıldığında, öncelikle zarar vermekten kaçınan bir tıp anlayışıyla riskler ve olası yararlar, sağlık ekibi, hasta ve ailesiyle birlikte tartışıldıktan sonra tedaviye karar verilmelidir. Girişimin “yarar/zarar

83

oranı” üzerinde titizlikle durulması, EKT uygulamasından önce etik açıdan gözden geçirilmesi gereken bir evredir.[17,30] Bennet 1941’de çok sayıda nöropsikiyatristin EKT’yi gerçek bir tedavi yöntemi olarak görmediğini belirtirken, 50 yıl sonra APA’nın bir araştırmasında,[16] üyelerin %22’sinin EKT’yi başvurulacak son çare olarak gördüğü, %16’sının EKT’nin bırakılmasından yana ve %2’sinin EKT’ye bütünüyle karşı olduğu ortaya konmuştur. Fransa’da 1994 yılında 400 psikiyatristin katıldığı bir ankette, Fransız psikiyatristlerin %22’sinin EKT uyguladığı, %58’inin ancak çok ağır hastalarda EKT’ye başvurduğu, %16’sının etik nedenlerle hiç EKT yapmadığı ve %2’sinin soruları yanıtsız bıraktığı görülmüştür. Psikiyatristlerin bu olumsuz tutumlarının kaynağında, EKT’nin uzun yıllar, gereğinden çok ve denetimsiz olarak kullanılması rol oynamış olabilir.[16] Medyanın tıp ve sağlıkla ilgili olaylara bakışı bağlamında da, daha duyarlı bir yaklaşım beklenebilir. Ancak EKT adlandırılmasının işkence benzeri uygulamaları çağrıştırır bir yanı bulunduğunu vurgulayan yazılarda bu adlandırma değiştirilse bile medyanın yine “EKT” ya da “şok tedavisi” gibi sansasyonel bir addan vazgeçmeyecekleri dile getirilmektedir. Sanat, yazın ve kitle iletişim araçlarında EKT’nin aşağılayıcı ve baskı kurucu bir “davranış kontrol aracı” olarak sunulması EKT’ye yönelik olumsuz önyargıları beslemektedir. Bunlar arasında belki de en etkileyici olanı Ken Kesey’in “Kafesten bir kuş uçtu” (ya da sinemadaki adıyla Guguk Kuşu) adlı oyunudur. Bu oyunda, EKT gerçekten de rahatsızlık verici davranışları kontrol etmede bir araç, bir ceza verici olarak sergilenmiştir.[17] Medyanın psikiyatrik tedavinin tasvirinde, bu şekilde etkin olmayan cezalandırıcı elektroşoklar ya da zorla hastaneye kapatılmaların egemen olduğu sahneler kullanması, toplumun EKT’ye bakışını etkilemektedir. Dolayısıyla toplumun EKT’ye yönelik olumsuz tutumlarının değişmesi için medyanın da EKT’ye yönelik tutumlarını değiştirmesi gerekmektedir.

EKT Uygulanan Hastaların ve EKT Uygulamasına Katılan Sağlık Çalışanlarının EKT’ye İlişkin Deneyim ve Tutumları Elektrokonvülsif tedavi etkili ve güvenli bir tedavi yöntemi olmasına rağmen toplumun ve sağlık çalışanlarının EKT’ye yönelik kaygı ve endişeleri olduğu bilinmektedir. [31] “Elektrik” ya da “şok” tedavisi ifadeleri, geçmiş deneyimler ve tedaviye ilişkin bilgi eksikliği, EKT uygulanan hastalarda anksiyete ve korkuyu arttırarak uygulamayı kabullenmeyi zorlaştırmaktadır. Özellikle de damgalama, EKT gören hastaların tedaviyi kabul etmelerinde en büyük engeli oluşturmaktadır.[32] İsviçre’de yapılan bir araştırmada EKT uygulanan hastaların tedaviye ilişkin görüşleri sorulmuş ve araştırmaya katılan hastaların %57’si tedavinin zararlı olduğunu, %1.2’si ise yararlı olduğunu savunmuştur. Hastaların büyük bir çoğunluğu ise EKT’yi bir tedavi yöntemi olarak değerlendirmemiştir.[33] Hong Kong’da yapılan araştırmada ise, EKT


84

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):80-89

uygulanan 96 hasta ve 87 hasta yakınının tedaviye yönelik bilgi ve tutumları araştırılmış ve hastaların büyük bir kısmının tedavi hakkında hiç bir şey bilmediği ve uygulamaya ilişkin ön yargıları olduğu saptanmıştır.[34] Hastalarla en çok birlikte olan hemşirelerin EKT’ye yönelik deneyim ve tutumları da bu hastalar üzerinde doğrudan etkili olmakta ve hemşirenin tutumu kliniğin terapötik ortamını etkileyebilmektedir. Yapılan araştırmalar, bilimsel aydınlanmanın önyargı, yanlış inanış ve mitleri tek tek ortadan kaldırdığı çağımızda bile hala sağlık personellerinin akıl hastası ve hastalıklarına olumsuz tutumları olduğunu göstermektedir.[35-38] Oysa hastane ortamını bir stres kaynağı olarak gören kendini korumada, ilişki kurmada, güven duymada yetersizlikleri olan, EKT endikasyonu konmuş psikiyatri hastaları ile günün 24 saati birlikte olan kişi hemşiredir.[10] Hemşirelerin EKT öncesi hastaların yaşadıkları korku ve anksiyeteyi gidermede anahtar kişiler olmaları onların EKT’ye yönelik bilgi ve tutumlarını önemli kılmaktadır.

Araştırmalar hemşirelerin EKT’ye ilişkin olumsuz tutumlarının bilgi ve tecrübe ile olumlu hale gelebileceğini göstermektedir. İngiltere’de bir psikiyatri hastanesinde yapılan bir çalışmada, 73 öğrenci hemşire ve bakıma yardım eden 21 öğrenci 6 haftalık bir eğitim programına alınmıştır. Araştırma anketleri eğitim öncesi ve sonrası uygulanmıştır. Elde edilen bulgular, verilen eğitim sonrasında bireylerde EKT’ye yönelik tutumların daha olumlu olduğunu göstermektedir. [36] Kanada’da yapılan bir araştırmada ise, sağlık çalışanlarının EKT’ye yönelik tutumlarını saptamak için hemşire, psikiyatrist, sosyal hizmet uzmanı ve psikologlara anket uygulanmıştır. Anket sonuçları dört disiplin arasında önemli farklılıklar olduğunu göstermiştir. Farklı disiplinler arasında EKT’ye yönelik tutumları en olumlu ve tedaviye ilişkin en çok bilgisi olan grubun psikiyatristler olduğu, bunu hemşire, sosyal hizmet uzmanı ve psikologların izlediği ortaya çıkmıştır.[37]

Görüldüğü gibi yalnız toplumun değil sağlık çalışanlarının da EKT’ye yönelik olumsuz tutumları vardır. Sağlık çalışanlarının bu tutumu, EKT uygulanan hastalara yönelik damgalamanın daha çok artmasına neden olabilmektedir. Hastaların psikiyatrik tedaviyi kabul etmeme nedeninin, tedavi ve onun niteliği ile ilgili olumsuz beklentilerden çok, damgalanma korkusu olması damgalamanın ruhsal hastalığı olan bireylere etkisinin boyutunu gözler önüne sermektedir.[39] Bu nedenle sağlık personellerinin toplumun EKT uygulanan hastalara bakışını değiştirmede anahtar rolünü üstlenmeleri gerekmektedir. Bunun içinde hemşirelerin öncelikle kendi olumsuz duygu ve düşüncelerinin farkında olması ve sürekli eğitilmesi gerekmektedir.

Elektrokonvülsif Tedavinin Yasal Boyutu Psikiyatri ve hukuk açısından, EKT bir tedavi yöntemi olarak onaya gereksinim duyulan diğer yöntemler kadar

önemli ve özgün bir yere sahiptir. Dünyada yaygın olarak kullanılan EKT’de, anestezinin yeri ve kullanılması öngörülen izlem yöntemleri henüz belli kurallara bağlanamamıştır. Ancak genel görüş, bu uygulamada uzman bir anestezi doktoru gözetiminde eğitimli bir anestezi ekibinin psikiyatri ekibine eşlik etmesi gerektiği doğrultusundadır.[12] Ülkemizde henüz bir ruh sağlığı yasası yoktur. Halbuki Avrupa’da bu alandaki yasal düzenlemeler 30 yıldan beri uygulanmaktadır.[40] Mevcut tüm tıbbi müdahalelerde hastaların bilgilendirilmesi, onaylarının alınması, çocuklarda ve kısıtlılarda onayın alınması ile acil durumlarda nasıl davranılacağı konularında 1928 tarihli “Tababet ve Şuabat-ı San’atlarının Tarz-ı İcrasına Dair” kanunun 70. maddesi ile getirilen onay koşulu hükmü ile, 1998 tarihli Hasta Hakları Yönetmeliği hükümleri uygulanarak yasal düzeydeki yetersizlik giderilmeye çalışılmaktadır.[11] Ülkemizde Sağlık Bakanlığı’nın 28.11.2006/9190 sayılı makam onayı ile EKT’nin uygulama yönergesi yürürlüğe girmiştir. Yönergede elektrokonvülsif tedavinin uygulama esasları, bu tedavinin yapılacağı ünitelerde bulunması gereken tıbbi cihaz ve malzemeleri, bu ünitelerde görev yapacak personelin nitelikleri ve eğitimine dair esasları belirtilmiştir. Yönergede belirtilen yasal düzenlemelerden bazıları şunlardır; 1.Anestezili ve kas gevşeticili olmayan EKT, tıbbi gerekçe hasta dosyasında belirtilmeden uygulanamaz.

2. EKT ünitesinde EKT uygulaması esnasında bulunacak asgari personel olarak; ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı, anestezi ve reanimasyon uzmanı, hemşire ve anestezi teknisyeni görev yapar. 3. EKT ve anestezi uygulamasına onay verildiğini bildirir form ya da formlar hasta, velisi veya vasisi veyahut birinci derece yakınlarından biri tarafından imzalanmış olmalıdır. Hastanın herhangi bir yakınına ulaşılamadığı ve tıbbi zorunlulukların olduğu durumlarda EKT tedavisi iki psikiyatri uzmanının kararı belgelenmek koşuluyla uygulanabilir. Bu yönerge Ek 2’de yer almaktadır.[41] Çeşitli ülkelerde de EKT’nin kullanım alanları, uygulama teknikleri, etkinlik ve güvenilirliğine ait güncel bilgileri değerlendiren konu ile ilgili uzmanlardan oluşan özel komiteler bulunmaktadır. Bu komiteler düzenli şekilde toplanarak klinik verileri sistematik biçimde gözden geçirmekte ve uygulamaların standardizasyonu ve iyileştirilmesi yönünde rehberler geliştirmektedir. Özellikle onay sürecine ait hasta hakları çerçevesinde kapsamlı yasal düzenlemeler olduğu dikkati çekmektedir.[8,42] Amerika Birleşik Devletlerinde ise 1974 yılından itibaren yapılan düzenlemelerle EKT yasal bir zemine oturmaya başlamıştır. Bir dönem EKT katı kurallarla sınırlandırılmış hatta Kaliforniya Eyaleti’nde birkaç yıl tamamen yasaklanmıştır. Genel olarak ülkenin EKT uygulamasına ilişkin yasal ilkeleri aşağıdaki gibidir.[11,43]


85

DÖNMEZ ÇF ve YILMAZ M, Elektrokonvülsif Tedavi ve Hemşirelik Bakımı

• Hastanın onayı olsa da EKT’de ikinci bir uzmanın değerlendirme ve onayı gerekir. • Onayı olmayan hastalarda mahkeme kararı gerekir.

• Ayrıntılı bedensel muayene ve tetkikler önceden tamamlanır. • Tıbbi bir engel yoksa anestezi altında ve kas gevşetici uygulanarak yapılır.

• Onaylı ve onaysız tedavi, tüm ayrıntılar kayıt altına alınarak psikiyatri ve anestezi uzmanı tarafından yapılır.

Elektrokonvülsif Tedavide Hemşirelik Bakımı EKT yönetiminde psikiyatri hemşiresinin istenilen düzeyde hemşirelik girişimi yapabilmesi için EKT ile ilgili teorik bilgi, beceri ve donanıma sahip olması gerekmektedir. EKT’de kullanılan ilaçları, yan etkilerini ve klinikte kullanılan tüm araçları bilmelidir. Ayrıca temel yaşam desteği becerilerine, onam ve yasal durumlar hakkında bilgi sahibi olması gerekmektedir. EKT’de hemşirelik bakımı, hastaya ve ailesine doktor tarafından EKT’nin olası bir tedavi seçeneği olarak önerilmesiyle başlar. İlk olarak, hemşirenin temel görevi hastaya ve ailesine EKT ile ilgili inançlarını açıklama fırsatı vermektir. EKT’de hemşirelik girişimleri; eğitim, denetleme, destekleme, koordine etme, psikososyal yaklaşımlar ve bakım verme olarak sınıflandırılabilir. EKT yönetiminde hemşirelik bakımı, tedavi öncesinde hemşirelik bakımı, tedavi sırasında hemşirelik bakımı ve tedavi sonrasında hemşirelik bakımı olmak üzere üç aşamadan oluşmaktadır. EKT yönetiminin bu aşamalarının kontrol listesi Ek 1’de yer almaktadır.[15,28,44-46,48]

• Hastanın yakın ve uzun hafızası değerlendirilir. • Hastanın kayıtlarını inceler.

• Gece 24’den sonra nedenini belirterek aç kalmasını söyler. Tedavi günü;

• Hastanın makyajını, ojesini, saç tokasını çıkarmasını sağlar.

• Tedavi zamanından ortalama 1 saat önce hastanın yaşam bulgularını alır ve kaydeder.

• Hastanın takma dişleri, gözlüğü veya kontak lensleri, işitme cihazı ve takıları alınır. • Hastaya hastane elbiseleri veya kendi bol giysileri giydirilir. • Hastanın anksiyete düzeyini değerlendirir.

• Hastanın EKT ile ilgili korkularını ve gerginliğini azaltmak için tedavi boyunca hastanın yanında bulunur. • Hastanın değerli eşyalarının güvenli olarak saklanmasını sağlar. • Hastaya en son ne zaman bir şey yediğini sorar.

• Hastanın kullandığı kalp ilacı varsa EKT tedavisinden önce birkaç yudum su ile verir. • Hastaya idrarını yapmasını söyler. • Hastanın damar yolunu açar.

Tedavi Öncesinde Hemşirelik Bakımı

Tedavi Sırasında Hemşirelik Bakımı

EKT istemi verildiğinde hemşire;

Hemşire;

• Hasta ve ailesine uygun görsel ve yazılı materyaller (video, broşür, kitaplar) kullanarak eğitim verir.

• Hastanın ayakkabılarını çıkarmasını ve sedyeye yatmasını sağlar.

• Hasta ve ailesinin tedaviye yönelik düşünce, korku ve kaygılarını tartışır.

• Hastanın bir koluna manşon bağlar.

• Hastaya anksiyete ile baş etme teknikleri öğretir.

• Tedavi sırasında oluşan hareketin tipini ve miktarını gözlemler ve kaydeder.

Hasta ve ailesine verilecek bir eğitim planı yapar.

• Hastayı tedavi ekibi ile tanıştırır.

• EKT’nin etki düzeneği, yan etkileri ve tedavi planı hakkında bilgi verir.

• Hastanın ateşini, kan basıncını ve nabzını ölçer ve kaydeder.

• Hastanın anksiyete düzeyini değerlendirir.

• Tedavi sırasında hastanın kol ve bacaklarına destek sağlar.

• Hasta ve ailesinin geniş kapsamlı biyopsikososyal değerlendirmesini yapar.

• Hava yolu açıklığını sağlar.

Tedaviden bir gün önce;

• Hastanın EKT ile ilgili gerginlik ve korkularını değerlendirir. • Hastayı banyo yapması konusunda destekler. • Tedavi odasındaki malzemeleri kontrol eder.

Tedavi Sonrasında Hemşirelik Bakımı Tedavi sonrasında hemşirelik bakım planının etkinliği aşağıdaki sorulara cevaplar vererek değerlendirme yapılır: [15,20,28,44,46-48]

• Hastanın fiziksel ve ruhsal durumu nasıl?


86

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):80-89

Tablo 2. EKT alan hasta için hemşirelik tanısı ve sonuç kriteri Hemşirelik tanısı

Sonuç kriteri

EKT tedavisi ile ilgili anksiyete/korku (hafif veya şiddetli) Aspirasyon riski EKT sırasında kardiyovasküler yan etki olma riski Geçici bellek kaybı ve bilinç bulanıklığı sonucu düşünce süreçlerinde değişme EKT sonrası bilinç bulanıklığı ve bellek kaybı nedeniyle aktivite azlığı

Birey korkularını ifade ettikten sonra gerginliğinde azalma olması Hastanın EKT sırasında aspirasyon deneyimlememesi Hasta tedavi sırasında ve tedaviden sonra uygun doku perfüzyonu sergilemesi (siyanozun yokluğu) EKT tedavisinin ardından hastanın yer/zaman/çevre oryantasyonunun sağlanması Gereksinimlerini ifade edebilmesi Hastanın aktivite düzeyinde artışın gözlenmesi

• Hastanın gerginliğinin de bir azalma oldu mu?

• Hasta ve aileye verilen eğitim yeterli düzeyde miydi?

• Hasta ve ailesi tedaviyi, yan etkilerini ve söz konusu riskleri anladıklarını sözlü olarak ifade ettiler mi?

• Hasta tedaviden yara almadan veya aspirasyona maruz kaldı mı? • Hasta tedavi sırasında ve sonrasında yeterli doku perfüzyonunu korudu mu? • Hastanın oryantasyonu sağlandı mı?

• Hastanın tedaviye katılımı sağlandı mı?

• Hastanın sosyal etkileşim seviyesi ne idi? (Tablo 2).

Sonuç EKT 70 yıldır kullanılan, yararları ve güvenilirliği ile ilgili bilgiler artmış olmasına rağmen kullanımı ile ilgili olumsuz duyguların hala görüldüğü bir tedavidir.[48] Bu tedaviye yönelik tartışmalar hala devam etmektedir ve EKT uygulanan hastalara yönelik damgalama bu tedavinin etkinliğini gölgede bırakmaktadır. Hastalar uğradıkları damgalamanın yanı sıra tedaviye ilişkin yoğun korku ve kaygı yaşamaktadırlar. Bunun en önemli nedenlerinden biri de hemşirelerin hastalarla yeterli düzeyde terapötik iletişime geçememeleridir. Hemşireler hastaların tedavi öncesinde yaşadıkları duyguların yeterince farkında olmadığı gibi, “şok tedavisi” ifadesini kullanarak hastaların korkularının daha çok artmasına neden olabilmektedirler.[10] Dolayısıyla hastalar terapötik ortamdan mahrum kalmakta ve iyileşmeleri zorlaşmaktadır. Tüm bunların üstesinden gelmenin tek yolu da sağlık personellerinin ve toplumun EKT’ye yönelik eğitilmesi, eğitimlerin sürekliliği ve bu konuya ilişkin araştırmaların yapılmasıdır. Bu konuda daha fazla sayıda hastanın incelendiği, hastaların duygu ve düşüncelerinin, algılamalarının araştırıldığı çalışmalara gereksinim vardır. EKT’ye yönelik, özellikle de hemşirelerin yeterli bilgiye sahip olmasının hastaların ön yargı ve korkularının giderilmesinde son derece önemli olduğu düşünülmektedir.

Kaynaklar 1. Benbow S, Crenstil J. Subjective experience of electroconvulsive therapy. Psychiatric Bulletin 2004;28:289-91. 2. Tosun M. Depresyon tedavisinde elektrokonvülsif terapinin yeri. Depresyon, Somatizasyon ve Psikiyatrik Aciller Sempozyumu. İstanbul. 1999. s. 107-20. 3. Ayar D. İki uçlu bozuklukta hasta ve hasta yakınlarının elektrokonvülsif tedaviye ilişkin tutumları. [Yüksek Lisans Tezi] Gaziantep: Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 2006. 4. Bolwig TG, Madsen TM. Electroconvulsive therapy in melancholia: the role of hippocampal neurogenesis. Acta Psychiatr Scand Suppl 2007;433:1305. 5. Elektroşok tedavisi haklarımız. Victoria Hükümeti, Toplum Hizmetleri Bakanlığı, Akıl Sağlığı Şubesi, Melbourne, Victoria, Avustralya. Eylül 2008. Erişim: http://www.health.vic.gov.au/mentalhealth/patientrights/downloads/turkish/ect.pdf (Erişim tarihi: 01.04.2010). 6. National Institute for Clinical Excellence, Guidance on The Use of Electroconvulsive Therapy. April 2003. Erişim: http://www.nice.org.uk/TA059 (Erişim tarihi: 05.04.2010). 7. Öztürk O. Ruh sağlığı ve bozuklukları II. 11. Baskı. Ankara: Tuna Matbaası; 2008. 8. Tomruk N, Oral T. Elektrokonvülsif tedavinin klinik kullanımı: Bir gözden geçirme. Anatolian Journal of Psychiatry 2007;8: 302-9. 9. Huten M, Atalay H, Kalyoncu A, Yılmaz S ve ark. Elektrokonvülsif terapiye toplumun bakışı ve bir özel psikiyatri kliniğindeki yaklaşımlar. İçinde: 33. Ulusal Psikiyatri Kongresi Bildiri Tam Metin Kitabı. İstanbul: İnterium Turizm Ltd. Şti; 1997. s. 251-5. 10. Aştı N. Elektrokonvülsif tedavi uygulanacak psikiyatri hastalarında gözlenen korku ve anksiyetenin giderilmesinde terapötik hemşirelik yaklaşımının etkisini araştırmak. Düşünen Adam 1994;7:59-64. 11. Atik H. Psikiyatri hastalarında anestezili elektrokonvülsif tedavi uygulama öncesi ortaya çıkan anksiyetenin giderilmesinde bilgilendirmenin etkinliği. [Yüksek Lisans Tezi] İstanbul: Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 2007. 12. Başgül E, Celiker V. Anaesthesia in electroconvulsive therapy. Turk Psikiyatri Derg 2004;15:225-35. 13. Challiner V, Griffiths L. Electroconvulsive therapy: a review of the literature. J Psychiatr Ment Health Nurs 2000;7:191-8. 14. Eşsizoğlu A, Yaşan A, Bülbül İ, Akkoç H ve ark. Depresyon hastalarında, nöbet geçirme süresi ve uygulanan elektriksel dozun, elektrokonvülsif tedaviye verilecek klinik yanıt hızı ile ilişkisi: Retrospektif bir çalışma. Anatolian Journal of Psychiatry 2009;10:286-92. 15. Akan B. Elekrokonvülsif tedaviye yönelik verilen eğitimin hemşirelik uygulamalarına ve hasta memnuniyetine etkisinin incelenmesi. [Yüksek Lisans Tezi] İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 2007. 16. Güleç C, Köroğlu E. Psikiyatri temel el kitabı. 1. Baskı, Ankara: Hekim Yayın Birliği; 1998. s. 1019-35.


DÖNMEZ ÇF ve YILMAZ M, Elektrokonvülsif Tedavi ve Hemşirelik Bakımı

17. Soygür H, Arda B. Elektrokonvülsif tedavi: Etik sorunlar ışığında genel bir değerlendirme. T Klin Tıbbi Etik 1996;4:28-33. 18. Mucherjee S, Sackeim HA, Schnur DB. Electroconvulsive therapy of acute episodes: Areiew of years’ experience. Am J Psychiatry 1998;45:727-32. 19. Ozsoy S, Eşel E, Hacimusalar Y, Candan Z, et al. Acute and chronic effects of electroconvulsive therapy on neuroactive steroids in patients with major depressive disorder. Turk Psikiyatri Derg 2008;19:341-8. 20. Beyer JL, Weiner RD, Glenn MD. Electroconvulsive therapy: a programmed text. 2nd ed. Washington: APA Press; 1998. 21. Virit O, Altındağ A, Akçalı A, Bulut M ve ark. Parkinson hastalığı, psikoz ve depresyonu olan üç olgunun elektrokonvülsif tedavi ile etkili tedavisi. Anadolu Psikiyatri Dergisi 2010;11:79-82. 22. Chou KL, Hurtig HI, Jaggi JL, Baltuch GH, et al. Electroconvulsive therapy for depression in a Parkinson’s disease patient with bilateral subthalamic nucleus deep brain stimulators. Parkinsonism Relat Disord 2005;11:403-6. 23. Thuppal M, Fink M. Electroconvulsive therapy and mental retardation. J ECT 1999;15:140-9. 24. Tamam L, Zeren T, Evlice Y. Yaşlı psikiyatrik hastalarda elektrokonvülsif tedavinin kullanım etkinliği. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni 2003;13:6-12. 25. Rabheru K. The use of electroconvulsive therapy in special patient populations. Can J Psychiatry 2001;46:710-9. 26. Alpay N, Karşıdağ Ç. Gebelikte elektrokonvülsif terapi: Bir gözden geçirme. Düşünen Adam 2006;19:204-11. 27. Datto CJ. Side effects of electroconvulsive therapy. Depress Anxiety 2000;12:130-4. 28. Townsend MC. Psychiatric mental health nursing: consepts of care in evidence-based practise. 5th ed. Philadelphia: F.A. Davis Company; 2006. p. 314-20. 29. Okay T, Şengül C, Gülünay A, Şengül CB ve ark. Elektrkonvülsif terapi öncesi naproksen sodyum uygulamasının tedavi memnuniyeti ve baş ağrısı yan etkisi üzerine kısa dönemdeki etkinliği: Bir ön çalışma. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni 2008;18:41-5. 30. Bland WP. Ethical issues in mental health. Erişim: http:// www.med.howard.edu/ethics/cases/Ethical%20Issues%20in%20Mental%20Health.pdf 04.03.2002. (Erişim tarihi: 26.03.2010). 31. Rush G, Arrron SM, Lusey JS. Patient attitudes to electroconvulsive therapy . Psychiatric Bulletin 2007; 31:212-4. 32. Dowman J, Patel A, Rajput K. Electroconvulsive therapy: attitudes and misconceptions. J ECT 2005;21:84-7.

87

33. Lauber C, Nordt C, Falcato L, Rössler W. Can a seizure help? The public’s attitude toward electroconvulsive therapy. Psychiatry Res 2005;134:205-9. 34. Tang WK, Ungvari GS, Chan GW. Patients’ and their relatives’ knowledge of, experience with, attitude toward, and satisfaction with electroconvulsive therapy in Hong Kong, China. J ECT 2002;18:207-12. 35. Wood JH, Chambers M, White SJ. Nurses’ knowledge of and attitude to electroconvulsive therapy. J ECT 2007;23:251-4. 36. Oldewening K, Lange RT, Willan S, Strangway C, et al. Effects of an education training program on attitudes to electroconvulsive therapy. J ECT 2007;23:82-8. 37. Lutchman RD, Stevens T, Bashir A, Orrell M. Mental health professionals’ attitudes towards and knowledge of electroconvulsive therapy. Journal of Mental Health 2001;10:141-50. doi:10.1080/09638230124779. 38. Bostancı N, Aştı N. Hemşirelerin ruh sağlığı bozuk olan bireylere karşı tutum ve davranışlarının değerlendirilmesi. Düşünen Adam 2004;17:87-93. 39. Fink PJ, Tasman A. Stigma and mental illness. 1st ed. Washington: American Psychiatric Pres; 1992. p. 113-26. 40. Türkiye Ruh Sağlığı Sistemi Üzerine Değerlendirme ve Öneriler. Ruh Sağlığı Eylem Planı Önerisi. Erişim: www.rchponline.com/_dergiler_/ RCHP_OZELSAYI.pdf. (Erişim tarihi: 25.06.2011). 41. Elektrokonvulsüf tedavi uygulama yönergesi. 28.11.2006. Erişim: www.saglik.gov.tr/TR/dosya/1-21056/h/yonerge.doc. (Erişim tarihi: 19.10.2011). 42. National Institute for Clinical Excellence (NICE). Guidance on the use of electroconvulsive therapy. Technology Appraisal 59. London, NICE, 2003. Erişim: http://www.nice.org.uk/pdf/59ectfullguidance.pdf. (Erişim tarihi: 10.02.2011). 43. Tel H. 21. Yüzyıl Psikiyatri Hemşireliği; PACED (Patient-Centered, Assessment, Case Management, Evaluation of Outcomes, Discharge Planning Model) Modeli. CÜ Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2000;4:55-60. 44. Electrokonvulsive Therapy Guidelines for Health Authorities in British Columbia. Erişim: http://www.mheccu.ubc.ca/ (Erişim tarihi: 15.02.2011). 45. Rol of The Registered Psychiatric Nurse in The Administration of Electroconvulsive Therapy. April2003. Erişim: http://www.crpnbc.ca/wp-content/uploads/2011/02/E.C.T.Document.pdf. (Erişim tarihi: 15.02.2011). 46. Stuart GW, Laraia MT. Principles and practice of psychiatric nursing. 8th ed. Philadelphia: Mosby Company; 2005. p. 602-5. 47. Boyd MA. Psychiatric nursing contemporary practice. 2nd ed. London: Mosby Company; 2th ed. Columbia: 2000. p. 171-2. 48. Kavanagh A, McLoughlin DM. Electroconvulsive therapy and nursing care. Br J Nurs 2009;18:1370, 1372, 1374-7.


88

Ek 1.

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):80-89

Elektrokonvulsüf tedavi hemşirelik uygulamaları kontrol listesi

Elektrokonvulsüf Tedavide Hemşirelik Uygulamaları Tedavi öncesinde hemşirelik bakımı EKT istemi verildiğinde Hasta ve ailesinin geniş kapsamlı biyopsikososyal değerlendirmesini yapma Hasta ve ailesine verilecek bir eğitim planı hazırlama Hasta ve ailesine verilecek eğitimde uygun görsel ve yazılı materyaller (video, broşür, kitaplar…) kullanma EKT’nin etki düzeneği, yan etkileri ve tedavi planı hakkında bilgi verme Hasta ve ailesinin tedaviye yönelik düşünce, korku ve kaygılarını tartışma Hasta ve ailesinin anksiyete düzeyini değerlendirme Hasta ve ailesine anksiyete ile baş etme teknikleri öğretme Tedaviden bir gün önce Hastanın EKT ile ilgili gerginlik ve korkularını değerlendirme Hastanın tedaviye ilişkin kaygı ve korkuları varsa bunların giderilmesi için hastaya yardımcı olma Tedavi odasındaki malzemeleri kontrol etme Hastanın yakın ve uzun hafızası değerlendirme Hastayı banyo yapması için destekleme Hastanın kayıtlarını inceleme Gece 24’den sonra nedenini belirterek hastaya aç kalmasını söyleme Tedavi günü Tedavi zamanından ortalama 1 saat önce hastanın yaşam bulgularını alma ve kaydetme Hastanın makyajını, ojesini, saç tokasını, takma dişlerini, gözlüğünü, kontak lenslerini, işitme cihazını ve takılarını çıkarmasını sağlama Hastanın değerli eşyalarının güvenli olarak saklanmasını sağlama Hastanın anksiyete düzeyini değerlendirme Hastanın EKT ile ilgili korkularını ve gerginliğini azaltmak için tedavi boyunca hastanın yanında bulunma Hastaya en son ne zaman bir şey yediğini sorma Hastanın kullandığı kalp ilacı varsa EKT tedavisinden önce birkaç yudum su ile verme Hastaya idrarını yapmasını söyleme Hastanın damar yolunu açma Tedavi sırasında hemşirelik bakımı Hastayı tedavi ekibi ile tanıştırma Hastanın ayakkabılarını çıkarmasını ve sedyeye yatmasını sağlama Hastanın ateşini, kan basıncını, nabzını ölçme ve kaydetme Hastanın bir koluna manşon bağlama Tedavi sırasında oluşan hareketin tipini ve miktarını gözlemleme ve kaydetme Hava yolu açıklığını sağlama Hastanın doku perfüzyonunu değerlendirme Tedavi sonrasında hemşirelik bakımı Hastanın fiziksel ve ruhsal durumunu değerlendirme Hastaya verilen eğitim düzeyinin etkinliğini değerlendirme Hastanın gerginliğinde azalma olup olmadığını değerlendirme Hastada meydana gelen yaralanma, aspirasyon, bulantı ve baş ağrısı gibi olası komplikasyon ve yan etkileri değerlendirme Hastanın doku perfüzyonunu değerlendirme Hastanın oryantasyonu değerlendirme Hastanın tedaviye katılımını değerlendirme Hastanın sosyal etkileşimini değerlendirme

Yapıldı Yapılmadı Görüş ve öneriler


DÖNMEZ ÇF ve YILMAZ M, Elektrokonvülsif Tedavi ve Hemşirelik Bakımı

Ek 2.

89

Elektrokonvülsif tedavi uygulama yönergesi

BİRİNCİ BÖLÜM Amaç ve Kapsam, Dayanak ve Tanımlar Amaç ve Kapsam Madde 1- Bu Yönergenin amacı; Elektro Konvülsif Tedavi uygulama esasları, bu tedavinin yapılacağı ünitelerde bulunması gereken tıbbi cihaz ve malzemeleri, bu ünitelerde görev yapacak personelin nitelikleri ve eğitimine dair esasları, belirlemektir. Bu Yönerge, Elektro Konvülsif Tedavi uygulaması yapılan hastaneleri kapsar. Dayanak Madde 2- Bu Yönerge, 181 sayılı Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 43 üncü maddesi ile 3359 Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununun 3 üncü maddesinin (i) bendine dayanılarak hazırlanmıştır. Tanımlar Madde 3- Bu Yönergede geçen; a) Bakanlık: Sağlık Bakanlığını, b) EKT: Elektro Konvülsif Tedaviyi, c) Elektro Konvülsif Tedavi Ünitesi: EKT uygulaması için hizmet veren üniteyi, d) Elektro Konvülsif Tedavi: Anestezili ve kas gevşeticili yapılan Elektro Konvülsif Tedaviyi, ifade eder. İKİNCİ BÖLÜM EKT Uygulama Esasları, Mekan, Personel ve Bulunması Gereken Cihazlar Elektro Konvülsif Tedavi Uygulama Esasları Madde 4- Elektro Konvülsif Tedavi endikasyonu konulmuş hastaların bu üniteye sevkleri ve tedavinin uygulanmasında aşağıdaki esaslara uyulması gerekir. a) (Değişik:13.06.2007 tarih ve 5465 sayılı Makam Onayı) Anestezili ve kas gevşeticili olmayan EKT, tıbbi gerekçe hasta dosyasında belirtilmeden, uygulanamaz. b) EKT uygulamaları, bu Yönergede belirtilen eğitimi almış bir ruh sağlığı uzman hekimi sorumluluğu altında yapılır. c) EKT ünitesine sevk edilecek hastaların; ayrıntılı fizik muayeneleri, laboratuvar tetkikleri (kan grubu, hemogram, üre, şeker ve psödokolinesteraz vs), klinisyen tarafından gerekli görülecek konsültasyon ve tetkikleri tamamlanmış olmalıdır. d) EKT ve anestezi uygulamasına onay verildiğini bildirir form ya da formlar hasta, velisi veya vasisi veyahut birinci derece yakınlarından biri tarafından imzalanmış olmalıdır. (Değişik:13.06.2007 tarih ve 5465 sayılı Makam Onayı) Hastanın herhangi bir yakınına ulaşılamadığı ve tıbbi zorunlulukların olduğu durum-

larda EKT tedavisi iki psikiyatri uzmanının kararı belgelenmek koşuluyla uygulanabilir. e) EKT ünitesine başvuru esnasında, hasta ile ilgili bilgilerin ekteki EKT takip formuna kaydedilmesi gerekir. f) EKT tedavisi öncesinde hastalara 6 saat süreyle yiyecek ve içecek verilmemeli, tedavi öncesinde mesane boşaltılmış olmalıdır. g) İşlemlerin düzenli ve seri bir şekilde yürütülebilmesi için EKT uygulanacak hastaların damar yolları açık, önceki günlerde açılmış damar yolları kontrol edilmiş ve 72 saatte bir değiştirilmiş olmalıdır. h) (Değişik:13.06.2007 tarih ve 5465 sayılı Makam Onayı) EKT uygulanacak hastaya, yeteri kadar hemşire veya sağlık memuru ile yardımcı personel eşlik etmelidir. i) EKT uygulaması sonrası derlenme süresi (1 saat) tamamlanmadan ünite terk edilmemelidir. Mekân Madde 5- (Değişik:13.06.2007 tarih ve 5465 sayılı Makam Onayı) EKT uygulamasını sağlayan ünite; a) Genel hastanelerde ve günlük EKT uygulama sayısı 10’un altında olan birimlerde hastaya genel anestezi uygulaması yapılabilen bir mekanı içeren bir ünitedir. b) Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi ve günlük EKT uygulama sayısı 10’un üzerinde olan birimlerde hazırlık odası, uygulama odası, derlenme odası bölümlerini içeren bir ünitedir. Mekan düzenlemesi diğer hastaların EKT uygulanan hastayı göremeyeceği şekilde yapılmalıdır. Elektrokonvülsif Tedavi Ünitesi Sorumlusu Madde 6- EKT ünitesinin sorumlusu, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanıdır. Birden fazla ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı var ise sorumlu klinik şefi veya hastane başhekimi tarafından sorumlu belirlenir. EKT ünitesi sorumlusu bu ünitenin genel işleyişini ve Bu Yönergeye uygunluğunu sağlamakla görevli ve yetkilidir. (Değişik:13.06.2007 tarih ve 5465 sayılı Makam Onayı) EKT uygulamalarının anestezi ve vital fonksiyonlarının izlenmesinden ise Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı sorumludur. EKT Uygulama Personeli Madde 7- EKT ünitesinde EKT uygulaması esnasında bulunacak asgari personel olarak, ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı, anestezi ve reanimasyon uzmanı, hemşire ve anestezi teknisyeni görev yapar. (Değişik:13.06.2007 tarih ve 5465 sayılı Makam Onayı) EKT ünitesinin bulunduğu hastanede hastanın EKT öncesi ve sonrası dönemlerde ihtiyaç duyabileceği klinik branşlara ait uz-

man hekimler gerektiğinde konsültasyon amacıyla temin edilir. Tıbbi Cihaz ve Malzemeler Madde 8- EKT ünitesinde bulunması gereken tıbbi cihaz ve malzemeler şunlardır: a) Elektrokonvülsif tedavi cihazı, b) Anestezi cihazı, c) Cerrahi aspiratör, d) Defibrilatör, e) Monitör (EKG ve oksijen satürasyon özellikli), f) Laringoskop seti, g) Entübasyon tüpleri, h) Airway’ler, i) Ambu, j) Aspirasyon sondaları, k) Lüzumlu acil ilaçlar. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Personelin Eğitimi ve Muhtelif Hükümler Eğitim Madde 9- (Değişik:13.06.2007 tarih ve 5465 sayılı Makam Onayı) EKT ünitelerinde görev yapacak sağlık personeline Bakanlıkça Eğitim Merkezi olarak belirlenecek hastanelerde; EKT uygulama cihazını kullanma ve hastaya uygulama yöntemi, uygulama sırasında oluşabilecek yan etkiler hakkında eğitim verilir. Bu eğitim, Eğitim Merkezinin belirleyeceği ve Bakanlığın onaylayacağı program çerçevesinde yapılır. Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Uzman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi ilk eğitim merkezi olarak belirlenmiştir. Eğitim görecek personel görevli olduğu hastane baştabipliğinin teklifi üzerine ilgili valilikçe eğitim göreceği kuruma görevlendirilir. Elektro Konvülsif Tedavi Ünitesinin Yükümlülüğü Madde 10- Üniteler faaliyetlerini, Bakanlık tarafından belirlenen standartlar ve güncel bilimsel uygulama ilkeleri çerçevesinde yürütürler. EKT uygulamasını yapan ruh sağlığı ve hastalıkları klinikleri, EKT uygulamalarıyla ilgili kayıtları, bu Yönerge kapsamında “EKT Takip Formu”nu ve “EKT Protokol Defteri”ni kullanmak ve tutmakla yükümlüdürler. EKT üniteleri olan hastanelerin kurum amirleri, yapılan EKT uygulamaları ile ilgili istatistiklerini yılda bir kere, il sağlık müdürlüğü aracılığı ile Bakanlığa gönderir. Yürürlük Madde 11- Bu Yönerge Bakan Onayı ile yürürlüğe girer. Yürütme Madde 12- Bu Yönerge hükümlerini Sağlık Bakanı yürütür.


90

DERLEME / REVIEW

Kadının Madde Kullanımı ve Bağımlılığı Substance Use and Abuse Among Women Yasemin KUTLU1 ÖZET

SUMMARY

Madde kullanımı ve buna bağlı sorunlar dünyada ve ülkemizde giderek artmakta, sosyal, ekonomik ve sağlıkla ilgili etkilerinden dolayı da ciddi sorunlar yaratmaktadır. Madde kullanımı cinsiyet, yaş, ırk, ücret, rol vb. belirleyicilere göre değişiklik gösterir. Cinsiyet farklılıkları, madde kullanımının başlamasını ve sürdürülmesini etkileyen en önemli faktörlerden biridir. Yapılan çalışmaların birçoğu cinsiyete göre madde kullanım oranları hakkında net veriler sunmamasına rağmen, erkeklerin daha çok madde kullandıklarını göstermektedir. Yine kullanılan maddelerin yarattığı sorunlar ve yaklaşım biçimlerinin de kadınlarda erkeklere göre daha farklı olduğu söylenmektedir. Son zamanlarda madde kullanımı ve bağımlılığını önleme, tedavi etme ve zararlarını azaltma ile ilgili kadına özel yaklaşım olması gerektiğini savunan bazı araştırmalar bulunmaktadır. Bu durum ülkemiz için şu anda mevcut değildir. Çünkü kadının madde kullanımı ve bağımlılığının hangi düzeyde olduğunu gösteren veriler tam olarak mevcut değildir. Bazı çalışmaların içinde cinsiyete yönelik analizler yapılmıştır. Fakat yöntem farklılıklarından dolayı tam bir sonuca varılması mümkün değildir. Bu derlemenin amacı, kadınlar arasındaki madde kullanımının sıklığını ve sorunlarını literatür doğrultusunda gözden geçirmektir.

Substance use and related problems are growing rapidly in both the world and our country. This situation creates serious problems due to the social, economic and health-related effects. The level and type of substance use may differ according to gender, age, race, family income, and role, etc. Gender is one of the most determining factors with respect to the start and progression of substance use. Although many studies on substance use related to gender may not offer accurate data, all these researches indicate that significantly more men are substance users than women. The implications of gender-based differences for prevention and treatment are largely unexplored. Recently, more studies in other countries have shown a need for women-focused approaches in the prevention and treatment of substance use in order to reduce the related effects. In Turkey, there is at present no prevention and treatment specifically focused on women regarding substance use because there are few data specifically concerning women. Because of differences in methods, these studies do not provide efficient information. This study reviews the frequency of substance use among women based on the current studies.

Anahtar sözcükler: Alkol; diğer ilaçlar; hemşirelik; kadın; madde kullanımı; sigara.

Key words: Alcohol; other drugs; nursing; women; substance use; cigarette.

Madde kullanımı ve buna bağlı sorunlar dünyada ve ülkemizde giderek artmakta, sosyal, ekonomik ve sağlıkla ilgili etkilerinden dolayı da ciddi sorunlar yaratmaktadır. Madde kullanımı ve bağımlılığının gelişiminde bireysel ve sosyal faktörler önemli rol oynamaktadır. Bu faktörlerden biride cinsiyettir. Son zamanlara kadar, madde kullanımının erkekler arasında daha yaygın olduğu düşüncesi ile kadının madde kullanımına erkekten daha az dikkat çekilmiştir. Fakat son zamanlarda dünyada madde kullanım düzeyleri arasındaki farkın kadın ve erkekler arasında kapanmaya başladığı ve madde kullanımının kadınlar içinde önemli bir sorun haline geldiği ileri sürülmektedir.

Gelecek nesillerin yetişmesini sağlayacak olan kadınların madde kullanımı ile ilgili verilerinin bilinmesi, kadının madde kullanımı ile ilgili yapılacak çalışmaları planlamak, madde kullanımına bağlı gelişebilecek riskleri önlemek ve kadına özel yaklaşımı belirlemek açısından yararlı olacaktır. Literatür incelemesi doğrultusunda, ülkemizde cinsiyete göre madde kullanımını gösteren karşılaştırmalı çalışmaların az olduğu ancak toplumda var olan kanının aksine kadınların da madde kullanımı yönünden risk taşıdığı ve bundan dolayı madde kullanım ve bağımlılığı oranları açısından kadın ile erkek arasındaki farkın giderek kapanacağı sonucuna bizi götürmüştür. Bu derlemenin amacı, dünyada ve ülkemizde yapılan çalışmalar doğrultusunda kadınlar arasındaki madde kullanımının sıklığını gözden geçirmektir.

Literatürün Gözden Geçirilmesi İstanbul Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı, İstanbul 1

İletişim (Correspondence): Öğr. Gör. Yasemin KUTLU. e-posta (e-mail): kutluy@istanbul.edu.tr Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2011;2(2):90-93 Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):90-93

Madde kullanımı, bireyin santral sinir sistemi üzerinde hoşnutluk yaratıcı etkisi nedeniyle herhangi bir bağımlılık maddesini kullanmasıdır. Bu amaçla kullanılan maddeler sigara, alkol, yasa dışı olmayan ve yasa dışı olan maddeler olarak sınıflandırılabilir.

Madde kullanım düzeyleri ve biçimleri, cinsiyet, yaş, ırk,


91

KUTLU Y, Kadının Madde Kullanımı ve Bağımlılığı

ücret, yeterlilik, rol biçimi v.b belirleyicilere göre farklılık gösterir. Madde kullanımını cinsiyet açısından ele aldığımızda kadın ile erkek arasındaki yapısal değişikliklerin, kadın ve erkek arasındaki madde kullanım oranları ve biçimini etkilediği söylenebilir.[1]

Kadının madde kullanımına neden olan risk faktörleri aşağıdaki şekilde sıralanabilir. • Kadınlar fiziksel açıdan kullanılan maddelerin etkilerine daha açıktır, bu nedenle bağımlılığa daha yatkındırlar.

• Bazı gelişimsel faktörler (liseden üniversiteye geçiş, evlenmek vb.) kadınların madde kullanımı açısından risk taşıdığı zamanlardır. • Kadınlar güvenlerini arttırmak, gerilimi azaltmak, sorunları ile başa çıkmak, baskıları azaltmak veya kilo kaybetmek gibi nedenlerle sigara, alkol veya diğer ilaçları kullanmaya eğilimlidirler.

• Kadınların seksüel ve fiziksel kötüye kullanıma erkeklerden daha fazla maruz kalması ile kadının madde kullanımı arasında güçlü bir ilişki vardır. Seksüel olarak kötüye kullanım yaşayan kadınlar madde kullanımına daha yatkındır. Onların madde kullanımı daha erken başlamakta ve daha fazla madde kullanmaktadırlar. • Kadının travma yaşaması ile madde kullanımı arasında güçlü bir ilişki vardır.[1]

Kullanılan maddeleri sigara, alkol ve yasa dışı maddeler olarak sıraladığımızda, kadınların madde kullanımı ile ilgili çalışmaları da bu sıralama ile ele almak, farklılıkları ortaya koymak açısından yararlı olacaktır.

Kadının Sigara Kullanımı Sigara ile ilgili Kanada’da yapılan bir çalışmada erkeklerin %22’sinin kadınların ise %17’sinin sigara kullandığı belirlenmiştir.[1] Ülkemizde ise Kucur ve arkadaşlarının (2000) yaptığı çalışmada erkeklerin %36.4’ünün kadınların %16.2’sinin sigara kullandığı belirlenmiştir. Yani erkekler kadınlara göre yaklaşık 2 kat fazla sigara kullanmaktadır. Daha sonraki yıllarda, Akvardar ve arkadaşlarının (2001) yaptığı çalışmada erkeklerin %31’inin kadınların %21.3’ünün; Doğan’ın (2001) Sivas ilinde yaptığı bir çalışmada kızların %59.0’nun, erkeklerin %73.1’nin; Kaya ve Çilli’nin (2002) yaptığı çalışmada erkeklerin %33.3’ünün kadınların %21.3’ünün; Tot ve arkadaşlarının (2004) yaptığı çalışmada erkeklerin %44.3’ünün kadınların %32.2’sinin sigara kullandığı belirlenmiştir. Bu çalışma sonuçlarına göre kadın ve erkek arasındaki farkın daha az olduğu söylenebilir. Keskinoğlu ve arkadaşlarının (2006) lise öğrencileri üzerinde yaptığı çalışmada ise erkek öğrencilerin %15.5, kız öğrencilerin %15.6 oranında sigara kullandığı belirlenmiş-

tir. Bu çalışmanın sonuçlarına göre de kadın ve erkek arasında sigara kullanım oranlarının birbirine yakın olduğu söylenebilir. Fakat, Kutlu ve Çivi’nin (2006) yaptığı çalışmada oranlar arasındaki farkın büyüklüğü dikkat çekicidir (erkeklerin %32.3’ü kadınların %4.8’i sigara kullanmaktadır.[2-9] Bu durum, araştırmalarda kullanılan yöntem farklılıkları ve katılımcıların özelliklerinden dolayı farklı sonuçların ortaya çıktığını bize düşündürmektedir.

Kadının Alkol Kullanımı 1970’li yıllarda dünyada yapılan çalışmalarda kadınların erkeklere göre daha az alkol aldığı ve daha az sıklıkla içtiği bulunmuştur.[1] ABD’de yapılan Epidemiological Catchment Area (ECA) (1997) çalışmasında ise, alkolizmin yaşam boyu prevalansı %13.8 olup erkeklerde kullanım oranları daha yüksektir (erkeklerde %23.8 kadınlarda ise %4.6). Kadın erkek oranı 5:1 olarak saptanmıştır. Alkolizm prevalansı bir yıllık %6.8 (erkeklerde %11.9, kadınlarda %2.16), son bir aylık ise %3.29 (erkeklerde %5.74, kadınlarda %1.06) olarak bulunmuştur. Aynı çalışmada madde kullanımının yaşam boyu prevalansı %6.19 (erkeklerde %7.7, kadınlarda %4.7), aktif madde kullanıcılarının ve bağımlılarının oranı %2.67 (erkeklerde %4.0, kadınlarda %1.3) bulunmuştur.[10] Son 10 yıldır ise alkol kadınlar tarafından en sık kullanılan maddedir. Kanada’da yapılan bir çalışmada (2004) kadınların %74.2’sinin erkeklerin %53.4’ünün alkol içtiği belirlenmiştir. Yine Kanada’da üniversite öğrencileri arasında yapılan bir başka çalışmada kadınların %87.5’inin erkeklerin %85.4’ünün son 12 ayda alkol kullandığı bildirilmiştir.[1]

Ülkemizde Tümerdem ve arkadaşlarının (1986) yaptığı bir çalışmada, alkollü içki kullanımının erkek öğrencilerde kız öğrencilere göre yüksek olduğu bulunmuştur.[10] Akvardar ve arkadaşlarının (2001) üniversite öğrencileri arasında yaptığı bir çalışmada erkeklerin %49.3’ünün kadınların %45.7’sinin; Buğdaycı ve arkadaşları (2003) yaptığı çalışmada alkol içiciliğinin erkeklerde %54.1, kızlarda %34.1 olduğunu; Tot ve arkadaşları (2004) ise erkeklerin %53.8’inin kadınların %33’ünün alkol kullandığını; Şaşmaz ve arkadaşları (2006) erkeklerin %27.6’sının kızların %20.9’unun hayat boyu en az bir kez alkol denediğini, yine erkeklerin %12.3’ünün kızların %4’ünün son 30 günde alkol içtiğini bildirmiştir. Aynı çalışmada sınıf derecesi ilerledikçe yaşamı boyunca en az bir kez alkol içme prevelansının, kızlarda erkeklere yaklaştığı da bulunmuştur.[2,9,11,12]

Kadının Yasadışı İlaç Kullanımı Kanada’da yasa dışı ilaç kullanımı ile ilgili yapılan bir çalışmada erkeklerin kadınlara göre iki kat fazla yasa dışı ilaç kullandığı belirlenmiştir.[1] Ülkemizde yapılan çalışmaları incelediğimizde, Doğan’ın (2001) Sivas ilinde yaptığı bir çalışmada Uçucu madde kullanma oranı kızlarda %16.3, erkeklerde %9.3, esrar kullanma oranı kızlarda %1.6, erkekler-


92

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):90-93

de %2.1 olarak bulunmuştur.[13] Tot ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada ise kannabis kullanımı erkeklerde %2 oranında bulunurken kadınlarda kannabis kullanımına hiç rastlanmamış, inhalan kullanımı erkeklerde ‰9, kadınlarda %1, diğer ilaçlar ise erkeklerde ‰8, kadınlarda ‰7 olarak belirlenmiştir.[9] Yurtdışında yapılan çalışmalarda 1990’lı yıllar ile 2000’li yıllar arasında kadınlar açısından madde kullanımında bir artış olduğunun belirlenmesi ve bu konuya dikkat çekilmesi ülkemiz içinde aynı durumun söz konusu olacağı sonucunu bize düşündürmektedir.

Sigara, alkol ve madde kullanım yaygınlığı ile ilgili çalışmalar son yıllarda ülkemizde de giderek artmakta olup yapılan tüm çalışmalarda anlamlı olmasa da erkeklerin daha çok madde kullandıkları görülmektedir. Ancak yapılan araştırmaların büyük çoğunluğu yerel çalışmalardan ibaret olup, yöntemleri farklılıklar göstermektedir. Toplumun tüm kesitlerini yansıtmadığı içinde farklı illerde yapılan çalışmalar arasında karşılaştırma yapmak olanaksız hale gelmektedir. Aynı zamanda eski verilerin olmaması kadında madde kullanımındaki artışın eskiye göre daha fazla ya da daha düşük olduğu ile ilgili verileri bize sunmamaktadır. Bu derleme sırasında incelenen çalışmalar, kadın ve erkeğin madde kullanımı ile ilgili verileri tam olarak vermemektedir. Literatürde kadının madde kullanımı ile ilgili verilerin az olması, bildirim azlığına bağlanmakta ve bildirim azlığının nedeni olarak da damgalanmadan (stigma) bahsedilmektedir. Kadın madde kullanıcıların damgalandığı birçok araştırmacı tarafından bildirilmiştir. Çünkü kadın, toplumda ahlaki değerleri koruyan bir nesne olarak görülmektedir. Kadının madde kullanmasının ahlaki değerleri yozlaştıracağı inancı Türk toplumu içinde geçerli bir düşüncedir.[14]

Damgalanmanın etkisi hamile kadınlar içinde önemli bir sorundur. Hamilelik sırasında alkol kullanan kadınların oranını ile ilgili hazırlanmış Kanada Anne ve Çocuk Sağlığı Raporu’nda (2005) hamile kadınların %14’ünün alkol içtiği bildirilmiştir. Hamilelikte madde kullanımının çocuğun iyilik durumunu etkileyeceği ile ilgili farkındalık son 10 yıldır dünyada daha çok artmış ve politikalar anneden çok çocuğun sağlığını korumaya yönelik olarak çıkarılmıştır. Vancouver’de yapılan bir çalışmada (2003), tedaviyi kabul eden annelerin %35’i vesayet sorunu yaşamış ve çocuğunun vesayetini kaybetmiştir. Bundan dolayı madde kullanan annelerin çocuğunu kaybedeceği korkusu ile bunu bildirmekten kaçındığı ve tedaviyi reddettiği ifade edilmektedir. Bu durum da annelerin tedavi arayışını engellemektedir.[1]

Kullanılan Maddelerin Kadın Üzerindeki Etkisi Kullanılan maddelerin yarattığı etkiye ve sorunlara baktı-

ğımızda kadınların sigara, alkol ve diğer ilaçların fiziksel etkisine erkeklere göre daha yatkın olduğu ve düşük dozda kullansalar bile daha çok etkilendikleri ifade edilmektedir.

Sigara ile ilgili olan kanser, kalp ve solunum sistemi hastalıkları kadın ve erkeklerde birbirine yakın oranda görülmektedir. Oluşumunda sigaranın büyük bir etken olduğu söylenen akciğer kanseri hem erkek hem de kadın da önde gelen ölüm nedenleri arasındadır. Ancak tipleri kadın ve erkeğe göre farklılık göstermekte, kadınlarda daha çabuk ilerlemektedir. Kadınlarda görülen servikal ve göğüs kanserleri ile sigara arasında da güçlü bir ilişki vardır. Yine doğum kontrol hapı ve sigara kullanan kadınların inme ve kalp krizi geçirme riski daha fazladır. Sigaranın doğurganlığı azalttığı ve erken menapoza neden olduğu da bilinmektedir.[1]

Karaciğer bozuklukları, hipertansiyon, göğüs kanseri gastrik ülser, ağır içki içen kadınlar için yüksek risk taşımaktadır. Kadın düşük düzeyde alkol kullansa bile menstrual bozukluklar, seksüel ve üreme ile ilgili bozukluklar ortaya çıkabilmektedir. Alkol kullanma kadında kemik sağlığını da bozmakta ve osteoporoz riskini arttırabilmektedir. Fetal alkol sendromu da anne adayları için önemli bir sorun olarak görülmektedir.[1]

Reçete edilen ilaçlar kadınlar tarafından en çok kullanılan madde grubudur ve kadınlarda önemli fiziksel sorunlara neden olmaktadır. Bu ilaçlarla ilgili olarak kadınların yaşadığı asıl sorun bağımlılık riski ve kesilme döneminde yaşanan yoksunluk belirtileridir. Bu ilaçların dereceli olarak azaltılması önemlidir. Ani olarak kesildiğinde anksiyetede artma, panik atak, ışığa hassasiyet, depresyon, yorgunluk, hafızada zayıflama, konsantrasyonda azalma, baş dönmesi, güçsüzlük, titreme, kalp çarpıntısı, terleme, bulantı, hazımsızlık ve vücut ağrıları ortaya çıkabilir.[1] Yasa dışı ilaç kullanımı ise etkileri açısından erkek ve kadında farklılık gösterir. Örneğin ecstasy’nin kadını erkekten farklı şekilde etkilediği bildirilmiştir. Kadınlarda algısal değişiklikler daha yoğun olup, karar vermede bozulma, uzun süreli etki olarak da depresyon, paranoya ve anksiyete bildirilmiştir. Yasa dışı ilaç kullanımının en zararlı biçimi ise ilacı enjeksiyon biçiminde almaktır. Bu durum kanla taşınan hastalıkların geçmesinde temel risk faktörüdür. Kanada’da yapılan bir çalışmada enjeksiyona bağlı olan AIDS vakalarının %26.5’inin kadınlarda ortaya çıktığı belirlenmiştir. Aynı çalışmada enjeksiyona bağlı gelişen AIDS vakalarının tedricen arttığı erkekler için bu oranın 1992’de %3.8 iken 2000’de %19.3, 2001-2002’de %15-17 arasında olduğu; kadınlarda ise 1992’de %18 iken 1998’de %46.2 ile en yüksek düzeye ulaştığı, 2000’de tekrar %37’ye düştüğü bildirilmiştir.[1] Burada önemli olan bir diğer konuda, son zamanlarda iyileşme sürecinde kullanılan cinsiyete özel yaklaşımdır. Cinsiyete özel yaklaşımlar, ya erkeğe ya da kadına yönelik yaklaşı-


93

KUTLU Y, Kadının Madde Kullanımı ve Bağımlılığı

mı vurgular fakat aralarındaki farklardan söz etmez. Kadın ile ilgili çalışmaların artması, uygulanacak tedavi, girişim ve bakım için gereken önerileri de gösterecektir.[15]

Gözden geçirilen çalışmalar kadın ve erkek arasındaki madde kullanım oranlarının yarattığı sorunlar ile ilgili sınırlı sayıda bilgi vermektedir. Bu konudaki çalışmaların artırılması kadın ve erkek arasındaki farklılığın anlaşılması açısından önemlidir.

Madde kullanımın oranlarının belirlenmesine yönelik yapılacak araştırmalar dışında, madde kullanımını önleyici çalışmaların planlanması ve yarattığı sorunların çözümlenmesi, halkın ruh sağlığının geliştirilmesine katkı sağlayacaktır. Toplumun ruh sağlığının korunmasında önemli bir sağlık çalışanı olan hemşireler, topluma yönelik eğitim ve danışmanlık hizmeti vererek bu sorumluluğu alabilirler. Özellikle yeni çıkan hemşirelik yönetmeliğinde görev tanımı yapılmış olan “alkol ve madde bağımlılığı merkezi hemşireleri”nin bu konuda etkin görev alması sağlanabilir.

Sonuç Son zamanlara kadar kadının madde kullanımına erkekten daha az dikkat çekilmiştir. Çünkü kadının madde kullanım oranı erkeklerden daha düşüktü. Fakat son zamanlarda madde kullanım düzeyleri arasındaki farkın gittikçe kapanmaya başladığı ve madde kullanımının kadınlar içinde önemli bir sorun olduğu ileri sürülmektedir. Ayrıca kullanım düzeyleri düşük olsa bile madde kullanımının kadınlarda görülen ciddi sağlık sorunları ile önemli ilişkisi olması konuya daha fazla dikkat çekilmesine neden olmuştur. Ancak ülkemizde bu konuya ilgi olmakla birlikte yapılan çalışmalar daha çok ergenlere yönelik olmuş ve bu çalışmaların birçoğunda cinsiyet ile ilgili analizler yapılmamıştır. Amerika ve Kanada gibi gelişmiş ülkelerdeki son eğilim, madde kullanımının kadın ve erkek arasındaki farklılıklarını ortaya koyup cinsiyete özgü tedavi yaklaşımları ile sorunu giderme doğrultusundadır. Bizim ülkemiz için öncelikle cinsiyetler arasındaki farkı ortaya koyabilecek tanımlayıcı ve ilişki arayıcı çalışmalar ya-

pılmalı, konunun önemine göre madde kullanımını önlemeye ve zararlarını azaltmaya yönelik politikalar belirlenmeli ve tedavi yaklaşımları düzenlenmelidir. KAYNAKLAR 1. Poole N, Dell CA. Girls, women and substance use. Canadian Centre on Substance Abuse (CCSA) Ottawa: 2005. p. 1-15. 2. Akvardar Y, Aslan B, Ekici ZB. Dokuz Eylül Üniversitesi Dönem II öğrencilerinde sigara, alkol, madde kullanımı. Bağımlılık Dergisi 2001;2:49-52. 3. Doğan O. Sivas ilindeki lise öğrencilerinde madde kullanımı yaygınlığı. Bağımlılık Dergisi 2001;2:53-6. 4. Kaya N, Çilli A. Üniversite ögrencilerinde nikotin, alkol ve madde bağımlılığının 12 aylık yaygınlığı. Bağımlılık Dergisi 2002;3:1-8. 5. Keskinoğlu P, Karakuş N, Pıçakçıefe M, Giray H ve ark. İzmir’de lise öğrencilerinde sigara içme sıklığı ve içicilik davranışı uzerine sosyal öğrenmenin etkisi. Toraks Dergisi 2006;7:190-5. 6. Kucur R, Cilli AS, Aşkın R, Herken H ve ark. Konya’da üniversite öğrencilerinde CIDI/DSM-IV Ruhsal Bozukluklarının 12 aylık yaygınlığı. Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Projesi, 2000. s. 7-8. 7. Kutlu R, Civi S. Seydişehir Meslek Yüksekokulu öğrencilerinde sigara kullanma durumu ve etkileyen faktörler. Bağımlılık Dergisi 2006;7;71-9. 8. Kutlu Y, Armstrong M, Bostancı N, Yılmaz S, et al. The Relationships between Substance use and Psychosocial Factors in Turkish Nursing Students. Journal of Addictions Nursing 2008;19;201-6. 9. Tot S, Yazıcı A, Yazıcı K, Erdem, et al. Prevalance of smoking, drinking and illicit drug use among adolescents in Mersin, Turkey: Comparison of secondary, high school and university students. Yeni Symposium 2004;42:7781. 10. Tümerdem Y, Ayhan B, Özsüt H. Orta ve yüksek öğrenim gençleri ve alkol kullanımı. 22. Ulusal Psikiyatri Kongresi 2001; 22-27. 11. Buğdaycı R, Şaşmaz T, Aytaç N, Çamdeviren H. Mersin, Adana ve Hatay illerinde beden eğitimi ve spor yüksek okulu öğrencilerinde alkol içme prevalansı ve etkileyen faktörler. Turkiye Klinikleri J Med Sci 2003;23:20812. 12. Şaşmaz T, Buğdaycı R, Toros F, Kurt AÖ ve ark. Ergenlerde alkol içme prevalansı ve olası risk faktörleri: Okul tabanlı, kesitsel bir çalışma. Taf Preventive Medicine Bulletin 2006;5:94-104. 13. Doğan O. Sivas ilindeki lise öğrencilerinde madde kullanım yaygınlığı. Bağımlılık Dergisi 2001;2; 53-6. 14. Ögel K. Alkol ve madde kullanım bozukluklarında damgalanma. 3 P Dergisi 2004;12:1-8. 15. Armstrong M. Foundations for a gender based treatment model for women in recovery from chemical dependency. Journal of Addictions Nursing 2008;19:77-82.


94

DERLEME / REVIEW

Estetik Cerrahide Ameliyat Öncesi Psikososyal Değerlendirmede Hemşirenin Rolü The Role of the Nurse in the Pre-op Psychosocial Assessment in Cosmetic Surgery Perihan GÜNER KÜÇÜKKAYA1 ÖZET

SUMMARY

İnsanların estetik cerrahiye ilgisinin giderek artması ile ameliyat olması uygun olan hastaların belirlenmesi çok önem kazanmıştır. Çünkü estetik cerrahiye başvuran her bireyin ameliyattan beklentileri ve başvurma nedenleri farklıdır. Bazı bireylerin gerçekçi olmayan beklentileri ve başvuru nedenleri olabilmektedir. Bu bireyler gereksiz olarak ameliyat edilebilmekte ve sonuçta da ameliyatın teknik başarısından bağımsız sonuçtan memnun kalmamaktadırlar. Ayrıca ameliyat öncesi psikososyal sorunların varlığı, ameliyat sonrası psikososyal komplikasyon riskini artırmaktadır. Ameliyat öncesi kapsamlı psikososyal değerlendirme ile psikososyal sorunlar önlenebilir ya da azaltılabilir, hasta memnuniyeti artar ve uygun olan hasta ameliyat edilir. Yapılan çalışmalarda, psikososyal değerlendirme yapmada primer rolün estetik cerrahi hastaları ile çalışan hemşirelerin olduğu ve psikososyal değerlendirmenin en az ameliyatın kendisi kadar önemli olduğu saptanmıştır. Bu makalede, estetik cerrahiye başvuran hastalarda psikososyal değerlendirmenin önemi ve hemşirelere uygun psikososyal değerlendirme yapabilmeleri için bir çerçeve sunulmuştur.

Patients who revert to cosmetic surgery (CS) have varying expectations and reasons for electing this option. With growing interest in CS, proper screening of patients for this kind of surgery has become increasingly important. Individuals who have unrealistic expectations of CS are often found to be unsatisfied with the outcome regardless of the technical success of the surgery. Pre-existing psychosocial problems often contribute to post-surgical complications as well. Making a thorough psychosocial assessment prior to the surgery is useful in taking the necessary precautions, i.e. prevention or reduction of psychosocial problems and increasing patient satisfaction, leading to a successful surgical intervention for the appropriate patient. Research indicates nurses as having the primary role in the pre-op psychosocial assessment of CS patients, and the importance of this type of assessment for the success of the surgery itself is also stressed in the literature. In this article, the importance of psychosocial assessment of CS candidates is discussed and a psychosocial assessment framework for the nurse is presented.

Anahtar sözcükler: Estetik cerrahi; estetik cerrahiye başvurma nedenleri; hemşire; psikososyal değerlendirme.

Key words: Cosmetic surgery; seeking cosmetic surgery; nurse; psychosocial assessment.

Estetik cerrahi toplumun her kesimi için popüler olmaya başladıkça, uygun hasta seçimi cerrahi süreçten bile daha önemli olmaya başlamıştır. Estetik cerrahi, diğer cerrahi girişimlerinden farklıdır. Çünkü estetik cerrahide ameliyat süreci genellikle doktor tarafından değil, hasta tarafından başlatılmaktadır.[1,2]

Estetik cerrahiye başvuran hastaların hedefleri, başvurma nedenleri ve beklentileri birbirinden farklıdır. Bunların ameliyat öncesi değerlendirilmesi, hastanın ameliyat için uygun bir aday olup-olmadığının ve cerrahi işlemin sonucundan memnun olma olasılığının belirlenmesi için önemlidir.[6] Bu gözden geçirme makalesinde, estetik cerrahiye başvuran hastalarda ameliyat öncesi psikososyal değerlendirmenin önemi ve estetik cerrahi hastaları ile çalışan hemşirelerin ameliyat öncesi psikososyal değerlendirmede özellikle dikkat etmeleri gereken konular üzerinde durulacaktır.

Estetik cerrahide hedef, hastanın beden imajını düzelterek hasta memnuniyeti ve psikolojik durumunda iyileşme sağlamaktır. İlk bakışta, bu hedef kolay görünür ve doğrudan fiziksel görünüm ya da fonksiyonda istenen değişim gerçekleştiğinde ulaşılabileceği sanılır.[3-5] Oysa estetik cerrahide, teknik olarak çok başarılı yapılan ameliyatlarda dahi, genellikle başarı belirlenememektedir. Çünkü başarı ameliyat sonucunun hasta tarafından algılanması ile ölçülmektedir.[3] 1

Koç Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu, İstanbul

İletişim (Correspondence): Dr. Perihan GÜNER KÜÇÜKKAYA. e-posta (e-mail): pguner@ku.edu.tr Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2011;2(2):94-99 Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):94-99

Literatürde, ameliyat öncesi psikososyal sorunların varlığının, ameliyat sonrası psikososyal komplikasyon riskini artırdığı ifade edilmektedir.[6] Araştırmalar, ameliyat öncesi hastalarda depresyon, anksiyete ve vücut dismorfik bozukluğu (VDB) gibi ruhsal sorunların ya da semptomların olmasının, ameliyat sonrası iyileşmenin daha yavaş olmasına, daha fazla komplikasyona ve ameliyatın sonucundan memnun kalmamaya yol açtığını göstermektedir.[7-10] Yine bazı kişilik bozukluklarına sahip olan hastalar, estetik cerrahi için uygun aday değildirler. Castle ve ark.[11] tarafından bu alanda yapılan 36 çalışma değerlendirildiğinde, kişilik bozukluğuna sahip olmanın isten-


95

GÜNER KÜÇÜKKAYA P, Ameliyat Öncesi Psikososyal Değerlendirme

meyen psikososyal sonuçlara yol açan faktörlerden biri olduğu saptanmıştır. Kişilik bozukluklarından, özellikle narsisistik ve histriyonik kişilik bozukluğu olan hastalarda, ameliyatın sonucundan memnun kalmama ve psikososyal sorunların görülme olasılığı daha yüksektir.[2] Yine Honigman ve ark.[12] tarafından incelenen 37 çalışmanın sonucunda, genç olan, erkek olan, gerçek dışı beklentileri olan, daha önce geçirdiği estetik ameliyattan memnun kalmayan, depresyon, anksiyete ve kişilik bozukluğu öyküsü olan hastalarda psikososyal sorunların daha fazla görüldüğü saptanmıştır.

Vücut Dismorfik Bozukluğu Vücut dismorfik bozukluğu (VDB) DSM-IV-TR’de (Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı)[13] tanımlandığı gibi, fizik görünümdeki hayali bir kusur üzerinde ya da bir kusuru abartmayla uğraşıp durmadır (Tablo 1). Bu bozukluğu olan kişilerin zihinleri, genellikle her gün, saatlerce algılanan kusurla meşguldür. VDB, erken çocukluk döneminde başlayabileceği gibi, genellikle adölesan döneminde başlar. Erkek ve kadınlar arasında görülme oranı eşittir. [9,12] Rahatsızlık, bedenin herhangi bir alanına yönelik görülebilir. Fakat en yaygın alanlar, deri (sivilce, küçük yaralar), saç (çok ince olduğunu düşünme) ve burundur. Kadınlarda daha çok bel ve kalça ölçüsü, saç anormallikleri ile ilgili endişeler görülürken, erkeklerde zayıf saçlar ya da kellik ve genital organların ölçüsü ile ilgili endişeler görülür. Hastalar kusurlarını makyaj, kıyafet ya da beden pozisyonu ile kapatmaya çalışırlar. Onlar sıklıkla kusurları ile ilgili güvence alma gereksinimi duyarlar.[2,10,14] VDB’nin genel popülasyonda görülme oranı yaklaşık %1’dir, fakat estetik cerrahi isteyen hastalarda 6-16 kat daha fazladır.[5,10] Estetik cerrahide görülen hastaların yaklaşık %5-15’i,[15-17] dermatolojide görülen hastaların ise yaklaşık %12’si bu hastalardan oluşmaktadır.[15]

Estetik bir işlem yapılan VDB olan hastaların çoğu, bedenlerinden çok büyük değişim bekledikleri için sonuçtan memnun kalmamakta ve görünümleri ile ilgili kaygılarında azalma olmamaktadır. Bazı hastalar, yasal yollara başvurmakta ya da tedavi eden ekibe karşı şiddet bile uygulayabilmektedirler.[11,14,18] İkincisi, VDB tedavi edilebilen bir bozukluktur. Bazı yazarlar da, bu hastalar için daha uygun olan tedavinin psikiyatrik tedavi olduğunu ileri sürmektedirler.[19] Seçici serotonin gerialım inhibitörleri (SSRI) grubu antidepresanların ve bilişsel davranışçı terapinin, VDB olan hastaların üçte ikisinde etkili olduğu saptanmıştır.[14,20] VDB olan hastalar-

da, estetik cerrahinin potansiyel risk ve yararlarını değerlendirmek için daha fazla çalışmaya gereksinim olduğu da ifade edilmektedir.[20]

Narsisistik Kişilik Bozukluğu Narsisistik kişilik bozukluğu (NKB) DSM-IV-TR’de[13] belirtildiği gibi, kendini büyük görme, hayran olunma gereksinimi ve empati yapamama gibi temel kişilik özellikleri söz konusudur (Tablo 2). NKB’nin, genel popülasyonda görülme oranı %1’den azdır. NKB tanısı alan hastaların %50-75’i erkektir.[13] NKB, estetik cerrahi hastalarının %25’inde görülmektedir.

Histriyonik Kişilik Bozukluğu Histriyonik kişilik bozukluğu (HKB) DSM-IV-TR’de[13] tanımlandığı gibi, dikkat çekme ve aşırı duygusal tepkiler verme ile karakterizedir (Tablo 3). Bunlar, duygusal tepkileri yüzeysel, ağlamadan gülmeye kolaylıkla geçen, renkli, labil, uyumsuz, kolay sinirlenen ve randevularına zamanında gelmeyen kişilerdir. Bu hastalar, başkalarını kontrol etmek için görünümlerini ve duygularını abartılı bir şekilde kullanabilirler. Örneğin; HKB olan bir kişi, cerrahtan ya da hemşireden özel hizmet almak için baştan çıkarıcı davranışlar gösterebilir. Görüşme esnasında bu kişiler, güvence, onaylanma/takdir ya da övgü ararlar.[2] HKB, daha çok kadınlarda görülmektedir. Genel nüfusta görülme oranı %2-3’dür.[21] HKB’nin estetik cerrahi hastalarında görülme oranının %9.7 olduğu saptanmıştır.[21]

Anksiyete Anksiyete bulguları, hafiften şiddetliye kadar değişebilir. Cerrahi hastalarında hafif veya orta düzeyde anksiyete beklendiği halde, anksiyetenin aşırı düzeyde olması istenmemektedir. Aşırı anksiyetenin, ameliyat sonrası iyileşmeyi yavaşlattığı ve komplikasyonları artırdığı ifade edilmektedir. Çünkü anksiyeteli hasta, ameliyat sonrası önerilere daha az uyum gösterir.[22] Castle ve ark.[11] estetik cerrahi ile ilgili yapılan 36 çalışmayı incelediklerinde, anksiyetenin varlığının psikososyal sonuç üzerinde olumsuz etkiye sahip olduğunu görmüşlerdir.

Depresyon Depresyonda esas olarak, çökkün duygu durum ve keyif alamama söz konusudur. Bireyde tipik olarak kötümserlik ve negatif düşünme alışkanlığı vardır. Depresif bozukluğu olan insanların, ameliyatla ilgili olumsuz ve gerçek dışı beklentileri olmaktadır. Depresif insanların cerraha güvenmele-

Tablo 1. DSM-IV-TR’ye göre vücut dismorfik bozukluğu tanı kriterleri[13] • Görünümündeki hayali bir kusur ile uğraşıp durma. Hafif bir fizik anomali de bile kişinin kaygısı buna göre belirgin olarak aşırıdır. • Bu uğraş, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki alanlarda ya da işlevselliğin önemli diğer alanlarında bozulmaya neden olur. • Bu uğraş, başka bir mental bozuklukla daha iyi açıklanamaz (örn: Anoreksiya nervozadaki vücut biçimi ve ölçüleri ile ilgili hoşnutsuzluk).


96

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):94-99

Tablo 2. DSM-IV-TR’ye göre narsisistik kişilik bozukluğu tanı kriterleri[13] Aşağıdakilerden beşinin (ya da daha fazlasının) olması ile belirli, genç erişkinlik döneminde başlayan ve değişik koşullar altında ortaya çıkan, üstünlük duygusu (düşlemlerde ya da davranışlarda) beğenilme gereksinmesi ve empati yapamamanın olduğu sürekli bir örüntü • Kendisinin çok önemli olduğu duygusunu taşır (Örn: başarılarını ve yeteneklerini abartır, yeterli bir başarı göstermeksizin üstün biri olarak bilinmeyi bekler). • Sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik ya da kusursuz sevgi düşlemleri üzerine kafa yorar. • “Özel” ve eşi bulunmaz biri olduğuna ve ancak başka özel ya da toplumsal durumu üstün kişilerin (ya da kurumların) kendisini anlayabileceğine ya da ancak onlarla arkadaşlık etmesi gerektiğine inanır. • Çok beğenilmek ister. • Hak kazandığı duygusu vardır (Kendisinin özellikle kayırılacak olduğu bir tedavi biçiminin uygulanacağı beklentileri ya da bu beklentilerine göre uyum gösterme) • Kişilerarası ilişkileri kendi çıkarı için kullanır: Kendi amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıf yanlarını kullanır. • Empati yapamaz: Başkalarının duygularını ve gereksinimlerini tanıyıp tanımlama konusunda isteksizdir. • Çoğu zaman başkalarını kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanır. • Küstah, kendini beğenmiş davranış ya da tutumlar sergiler.

ri zor olabilir ve bu nedenle hemşirelerden diğer sağlık personeli ile aynı doğrultuda tutarlı bilgi beklerler. İyileşme esnasında depresyondaki kişiler, morluklar, şişlikler, ağrı ve kızarıklıkların asla düzelmeyeceği korkusunu atamazlar.[17] Literatürde ayrıca estetik cerrahi hastalarında, ameliyat sonrası psikososyal komplikasyonların, fiziksel komplikasyonlardan daha fazla görüldüğü ifade edilmektedir.[18] Estetik ameliyatlarla ilgili teknolojik gelişmeler, fiziksel komplikasyonları en aza indirmiştir. Hastalar ve sağlık personeli için en rahatsız edici komplikasyonlar fiziksel olmaktan çok psikososyal komplikasyonlardır. Bu konuda ülkemizde yapılan herhangi bir çalışmaya rastlanmamış, ancak yurt dışında yapılan çalışmalarda[6,18,23] hastaların estetik ameliyatı sonrası birçok psikolojik sorunla karşılaştıkları ortaya çıkmıştır. Rankin ve ark.[7] tarafından yapılan çalışmalarda, psikolojik komplikasyonların enfeksiyon ve hematom gibi fiziksel komplikasyonlardan daha fazla olduğu saptanmıştır. Borah ve ark.[6] tarafından yapılan çalışmada, ayrıca cerrahlar tarafından en fazla ifade edilen psikolojik komplikasyonların anksiyete (%95.4), hayal kırıklığı (%96.8), depresyon (%95.0) ve uyku bozuk-

luğu (%88.5) olduğu belirlenmiştir. Borah ve ark.[7] tarafından 312 plastik cerrahi hemşiresi ile yapılan çalışmada da, hemşireler en yaygın olarak karşılaştıkları psikolojik sorunların anksiyete ve depresyon olduğunu ifade etmişlerdir. Brinton ve ark.[23] tarafından yapılan bir çalışmada da, meme büyütme ameliyatı geçiren hastalarda genel nüfus ile karşılaştırıldığında intihar riskinin daha yüksek olduğu saptanmıştır. Ameliyat öncesi psikososyal sorunların varlığı, ameliyat sonrası psikososyal komplikasyon riskini artırdığı ve ameliyat sonrası psikososyal komplikasyonların daha fazla görüldüğü bilinmektedir. Buna rağmen literatürde, plastik cerrahların ve plastik cerrahi hemşirelerinin, plastik cerrahi hastalarının psikososyal gereksinimlerini çok fazla dikkate almadıkları belirtilmektedir.[6] Yapılan bir çalışmada[6] cerrahların sadece %18.8’i, ameliyat öncesi hastaların travma sonrası stres bozukluğu açısından değerlendirilmesini önemli bulurken, ameliyat sonrası hastaların %86’sının travma sonrası stres bozukluğu tanısı aldıkları saptanmıştır. Ayrıca hastaların psikososyal gereksinimlerinin belirlenmesi ve bunun için gerekli olan psikososyal değerlendirmenin kimin tarafından yapılacağı konu-

Tablo 3. DSM-IV-TR’ye göre histriyonik kişilik bozukluğu tanı kriterlerii[13] Aşağıdakilerden beşinin (ya da daha fazlasının) olması ile belirli, genç erişkinlik döneminde başlayan ve değişik koşullar altında ortaya çıkan, aşırı duygusallık ve ilgilenilme arayışı gösteren sürekli bir örüntü • İlgi odağı olmadığı durumlarda rahatsız olur. • Başkaları ile olan etkileşimi çoğu zaman uygunsuz bir biçimde cinsel yönden ayartıcı ya da baştan çıkarıcı davranışlarla belirlidir. • Hızlı değişen ve yüzeysel kalan duygular sergiler. • İlgiyi üzerine çekmek için sürekli olarak fizik görünümünü kullanır. • Aşırı bir düzeyde başkalarını etkilemeye yönelik ve ayrıntıdan yoksun bir konuşma biçimi vardır. • Gösteriş yapar, yapmacık davranır ve duygularını aşırı bir abartma ile gösterir. • Telkine yatkındır, yani başkalarından ya da olaylardan kolay etkilenir. • İlişkilerin, olduğundan daha yakın olması gerektiğini düşünür.


97

GÜNER KÜÇÜKKAYA P, Ameliyat Öncesi Psikososyal Değerlendirme

sunda da belirsizlikler olduğu görülmektedir. Rankin ve Borah[7] tarafından 312 sertifikalı plastik cerrahi hemşiresi ile yapılan çalışmada, hemşirelerin %41’i, hastaların ameliyat öncesi psikososyal açıdan değerlendirilmesi konusunda primer sorumluluğun kendilerinde olduğunu ifade etmişlerdir. Aynı çalışmada hemşirelerin %34’ü bu sorumluluğun plastik cerrahlarda olduğunu, % 25’i ise psikiyatri bölümünde olduğunu ifade etmişlerdir. Borah ve ark.[6] tarafından 281 plastik cerrah üzerinde yapılan çalışmada, cerrahların %75.8’i ameliyat öncesi depresyon gibi tarama testlerini kullanmanın önemli olduğunu ve yaklaşık olarak cerrahların üçte ikisi hemşirelerin tarama testleri kullanarak ameliyat öncesi psikolojik öykü almada birincil role sahip olduklarını ve hasta bakımının psikolojik yönüyle hemşirelerin ilgilenmeleri gerektiğini ifade etmişlerdir. Bu çalışmada, psikososyal değerlendirme sorumluluğunun hemşirelerin olduğunu, hemşirelerden daha çok hekimler tarafından ifade edilmesi gerçekten düşündürücü bir sonuçtur. Hemşirelerin, kendi sorumluluklarının farkında olmayıp, başka meslek grubunun hemşireye sorumluluğunu hatırlatmasının çok üzücü bir durum olduğu söylenebilir. Aslında doktorların hastalara daha sınırlı zaman ayırabilmeleri ve hemşirelerin 24 saat hasta ile birlikte olmaları da göz önüne alındığında, bu sorumluluğun hemşirelerde olması şaşırtıcı görünmemektedir. Bu nedenle estetik cerrahi hastalarıyla çalışan hemşirelerin bunu yapabilmeleri için öncelikli olarak bu sorumluluğun kendilerinde olduğunu kabullenmeleri, estetik cerrahi hastalarında psikososyal boyutun farkında olmaları ve değerlendirme yapabilme bilgi ve becerilerine sahip olmaları gerekir. İyi bir ekip çalışması ile (estetik cerrah, estetik cerrahi hemşiresi ve bazı durumlar için de ruh sağlığı profesyonelleri) ameliyat öncesi gerekli önlemler alınabilir ya da mevcut psikososyal sorunlar azaltılabilir. Ameliyat öncesi psikososyal öykü alma ile olası ameliyat sonrası psikososyal komplikasyonları belirleme arasında güçlü bir ilişki varsa, sağlık personelinin bir görev olarak ameliyat öncesi hastanın psikososyal değerlendirilmesi konusunda neden duyarlılık göstermedikleri sorusu akla gelmektedir. Bunun nedenlerinden biri, sağlık personelinin bu konudaki bilgi ve beceri eksikliği olabilir.

Hastanın Psikososyal Durumunun Değerlendirilmesi Ameliyat öncesi hastanın psikososyal durumunu objektif olarak değerlendirmek, fiziksel durumunu değerlendirmekten daha zordur.[3,5,24] Aşağıda estetik cerrahi hastaları ile çalışan hemşirelere ameliyat öncesi hastaların psikososyal durumunu değerlendirmede yardımcı olabilecek; ameliyata başvurma nedeni, fiziksel görünümünden rahatsız olma süresi, hastanın psikiyatrik öyküsü ve mevcut ruhsal durumu, diğer psikososyal endişeler ve baş etme mekanizması gibi beş başlıktan oluşan bir çerçeve yer almaktadır. Hemşireler, hastalardan burada ifade edilen alanlarla ilgili gerekli ve yeterli bilgileri alarak, hastaların psikososyal durumunu ortaya koyabilirler. Sağlık-

lı bir psikososyal değerlendirme yapabilmek için hasta ile iyi bir iletişim kurmanın önemi unutulmamalıdır. Javo ve Sorlie[25] tarafından yapılan çalışmada estetik cerrahi ameliyatından memnun olmayan hastaların, memnun olmama nedenlerinden birinin de iletişim eksikliği olduğu saptanmıştır.

Ameliyata Başvurma Nedeni Estetik cerrahi için uygun hasta seçimi konusunda etkili bir psikososyal değerlendirmede en önemli bölümlerden biri, hastayı estetik cerrahiye yönelten nedenlerin belirlenmesidir. Hastanın estetik cerrahiye başvurma nedenleri çeşitli olabilir ve ameliyat isteyen her hasta ya da her neden ameliyat için uygun olmayabilir.[25] Bireylerin estetik cerrahiye karar vermelerinde, psikososyal faktörler ya da ruhsal rahatsızlıklar etkili olabilmektedir. Kanıtlar, beden imgesinin, estetik cerrahiye karar vermede anahtar faktör olduğunu ve çocukluk ya da ergenlikte alaya alınmanın bu kararı vermede etkili olduğunu göstermektedir.[15,20,26] Ayrıca ameliyata kendi isteği ile başvuranların, genellikle ameliyat için daha iyi aday oldukları anlaşılmaktadır.[3] Sclafani ve Choe’nun[2] çalışmasında, ameliyatın ne kadar istendiği ile ameliyat sonrası ağrı yaşama arasında negatif bir ilişki olduğu, sonuçtan memnuniyet düzeyi ile ameliyat sonrası hastanede daha kısa süre kalma arasında ise pozitif bir ilişki olduğu saptanmıştır. Başkalarını memnun etme gibi dış nedenlerle başvuran hastalarda ameliyat sonrası psikososyal sorunların daha yüksek olduğu ifade edilmektedir.[3] Dış nedenler, eşler, yabancılar, akrabalar ya da sevgililer olabilir. Kişi evliliğini kurtarmak ya da kişilerarası ilişkilerini geliştirmek için estetik cerrahiye başvurabilir. Mesleki kariyerde ilerlemenin bir yolu olarak estetik cerrahiye başvurma, genellikle ameliyat sonrası memnuniyetten ziyade daha çok hayal kırıklığı ile sonuçlanır.[2] Bu konuda bilgi almak için hemşire hastaya “Bu ameliyatı olmayı niçin istiyorsunuz? Bu ameliyatı olmanızı isteyen başka kimse var mı? Bu ameliyatın sizi daha iyi ya da bazı şeyleri daha farklı yapacağını düşünüyor musunuz?” ya da “Bu ameliyattan sonra hayatınızda nelerin değişeceğini düşünüyorsunuz?” gibi sorular sorabilir. Ameliyat ile ilgili gerçek dışı beklentileri olan hastalar, genellikle estetik cerrahinin sınırlılıklarını kabul etmezler ya da anlamazlar. Bu hastalar, kusursuz burun ya da dudak resimleri getirirler ve istedikleri sonucu elde etmeyi engelleyebilen kendi fiziksel sınırlılıklarını kabul etmeyip getirdikleri resimlerdeki dudak ya da buruna sahip olmayı beklerler. [2-5] Bu nedenle, hastaların ameliyattan ve ameliyatın psikolojik sonuçlarından beklentilerinin ne olduğunun tam olarak değerlendirilmesi gerekir. Hastanın beklentilerini anlayabilmek için hemşire “Ameliyattan sonra nasıl görünmek istiyorsunuz? Görünümünüzdeki bu değişimin sizin için anlamı nedir? Bu ameliyatın sonucunda, yaşamınızda nelerin değişmesini bekliyorsunuz?”gibi sorular sorabilir. Yine, cerrahi girişim


98

Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2011;2(2):94-99

ile bütün sorunlarının çözüleceğine inanan hastaların, birden çok estetik ameliyatı olan hastaların ve birden fazla cerrahla görüştükten sonra hala kararsız olan hastaların ameliyat sonucundan memnun olma olasılığı düşüktür ve mutsuz olurlar.[2]

Fiziksel Görünümden Rahatsız Olma Süresi Hastanın, fiziksel görünümünden ne kadar süredir mutsuz ya da rahatsız olduğu değerlendirilmelidir. Uzun süredir fiziksel görünümünden memnun olmayan hastalar genellikle ameliyat için daha uygun adaydır. Eğer bu süre kısa ise, beden imgesini algılamayı etkileyen geçici bir kriz durumu ya da bireyin duygusal durumunu etkileyen bir sorun olabilir. Bu sorun çözüldüğü zaman, bireyin beden imgesi algılaması değişeceği için ameliyat olmayı istemeyebilir.[3,14,27] Beden imgesi algısını etkileyen mevcut sorun ne ise, o sorun çözüldükten sonra hasta ameliyat için tekrar değerlendirilmelidir. Bunun için hastaya, “Ne zamandan beri bu değişimi istiyorsunuz?” gibi açık uçlu bir soru sorulabilir.

Hastanın geçmiş estetik cerrahi deneyimi ve memnun olma ya da sağlık personeline şiddet gösterme öyküsü olup olmadığını da anlamak önemlidir.[11,14] Daha önceki estetik işlemlerle ilgili yasal başvurular ve sağlık personeline yönelik açık ya da örtülü tehdit öyküsü varsa, benzer şeylerin tekrar olabileceği düşünülmelidir.[11]

Hastanın Psikiyatrik Öyküsü ve Mevcut Ruhsal Durumu Sadece mevcut ya da geçmiş bir ruhsal hastalığa sahip olmak estetik girişim için engelleyici olmamalıdır. Ancak, VDB, özellikle narsisistik ve histriyonik kişilik bozukluğu gibi bazı durumlarda psikiyatrik yardım almadan hastanın ameliyat edilmemesi gerektiği de unutulmamalıdır. Bu nedenle sağlık personelinin, psikiyatrik tedavi ile çözülebilecek belli ruhsal sorunların farkında olması, tanıması ve bu durumda ruh sağlığı profesyonelinden yardım alması önem taşımaktadır.[16] Eğer hemşire VDB, NKB ve HKB gibi bozuklukların farkında olursa, hastayı daha doğru değerlendirebilir ve hastanın doktoru ile işbirliği yaparak hastanın gerekli psikiyatrik yardımı almasına katkıda bulunabilir. Çünkü VDB olan hastalar için estetik cerrahinin yararları açık değildir. Ön veriler, bu bozukluğu olan bazı hastalarda, estetik cerrahiyi takiben semptomlarında şiddetlenme olduğunu göstermektedir. NKB’ye sahip olan hastalar, ne kadar genç olurlarsa o kadar çekici görüneceklerini düşündükleri için estetik cerrahiye başvururlar. Bu hastalar, tedavi sonucundan mutsuz olmalarına rağmen, estetik cerrahi uygulamalarını da sürdürmekten vazgeçmezler.[14] Yine HKB olan hastalar, gerçek dışı beklentilere sahip olma eğilimindedirler. Bu nedenle, bu hastaların tedavinin sonuçlarından asla memnun olamayabileceklerini bilmek önemlidir.[14] Ayrıca doktor ve hemşirelerin bu durumun farkında olmaları hastalara doğru olmayan yaklaşımda bulunmalarını engelleyebilir.

Kişilik bozukluğu kriterlerine tam olarak sahip olmayan ancak bazı kişilik özelliğine sahip olan hastaların da dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi ve hemşirelerin bu kişilik özelliklerinin farkında olmaları önemlidir. İnsanları sahip oldukları bazı özellikler nedeniyle etiketlemek doğru bir davranış değildir. Ancak, gerçek dışı beklentileri olan, olumsuz benlik imgesine sahip olan, mükemmeliyetçi ve mutsuz hastalar, ameliyat sonucu ile ilişkisiz olarak ameliyatın sonucundan memnun kalmamaktadırlar ve daha fazla psikososyal sorunlar yaşamaktadırlar.[5] Herhangi bir estetik cerrahi hastasının genel mutluluk ya da mutsuzluğu, ameliyat sonucundan memnun olup olmaması üzerinde önemli etkiye sahiptir. Mutsuz hastalar, sürekli olumsuz yönleri görme eğilimindedirler ve genellikle ameliyatın olumlu sonuçlarını görmezler. Olumsuz benlik imgesine sahip, mutsuz hastalarda ameliyat sonucu hayal kırıklığı yaratırsa, memnuniyetsizlikleri daha da artar. Olumsuz benlik imgesine sahip olan hastaların, ameliyat beklentilerinin karşılanma olasılığı düşüktür.[5,12]

Anksiyeteli hastalarda, bakım kalitesinden daha az memnun olma, sağlık personeline öfkeli yaklaşım ve aşırı istekte bulunma görülebilir.[22] Anksiyete, ağrıyı arttırır. Ağrı, umutsuzluk ve çaresizliğin eşlik ettiği huzursuzluğa yol açar. [3] Yine depresyondaki hastaların, estetik cerrahiyi istemelerinin nedeni, fiziksel görünümleri düzeldiği zaman kendileri ile ilgili duygularının da düzeleceğine inanmaları olabilmektedir.[2] Bu nedenle hastanın depresyonda olup olmadığını ya da anksiyetesini değerlendirmek ve gerekli girişimlerde bulunmak bu durumları engelleyebilir. Bu hastalarda anksiyete ve depresyonu belirlemek için “Beck Depresyon Envanteri, Hastane Anksiyete Depresyon Ölçeği” gibi tarama testleri kullanılabilir.

Başetme Mekanizması Bireyin egosu tehdit algıladığı zaman, anksiyete yaşar ve tehdide karşı kendini savunmaya çalışır. Baş etme ya da savunma mekanizmalarını kullanmanın amacı, stresli durumlara uyum yapmaktır.[21] Hastanın geçmişte ve mevcut kullandığı baş etme mekanizmaları ve ne kadar etkili oldukları, geçmişte sorunları ile nasıl baş ettiği, eğer daha önce ameliyat oldu ise, o ameliyatlarda neler yaşadığı belirlenmelidir. Yine hastanın kendisini ne sıklıkta depresif, anksiyeteli ya da gergin hissettiği değerlendirilmelidir. Hastanın güçlü yanları ve bu durum için onlardan nasıl yararlanılabileceğinin belirlenmesi de önemlidir. Ayrıca hastanın sosyal destek sistemi konusunda bilgi alınmalıdır. Rankin ve Mayers[3] güçlü destek sistemi olan hastaların, güçlü destek sistemi olmayan hastalardan daha etkili bir şekilde baş edebildiğini ve ameliyat sonrası psikolojik tepkilerin daha az olduğunu ifade etmektedirler. “Ebeveyniniz, arkadaşınız ya da eşiniz ameliyatınız konusunda ne düşünüyorlar? Başkalarının fikirleri sizin için ne kadar önemli? Ameliyat sonrası iyileşme döneminde size kim yardım ede-


GÜNER KÜÇÜKKAYA P, Ameliyat Öncesi Psikososyal Değerlendirme

cek? Kendinizi iyi hissetmediğiniz, üzgün olduğunuz zaman, konuştuğunuz biri var mı? Ameliyatla birlikte yaşam kalitenizin ne kadar değişeceğini umuyorsunuz?”gibi sorular, bu konuda hemşirenin daha detaylı bilgi elde etmesini sağlayabilir.

Diğer Psikososyal Endişeler / Kaygılar Ameliyat olacağı beden bölümünün hasta için önemi ve ne anlama geldiği belirlenmelidir. Geçici olarak yaşayacağı günlük yaşam sorumluluklarını yerine getirememe ve cinsel sorunlar konusundaki endişeleri öğrenilmelidir. Olası uyku ve uyum bozukluğu için uyku alışkanlığı değerlendirilmelidir. Dikkatli bir şekilde, hastaya olası riskler ya da ameliyatın yol açabileceği kalıcı sekeller/sınırlılıklar, yan etkiler açıklanmalı ve bu konudaki tepkileri belirlenmelidir.[3,14] Beklenmeyen bir skar, hasta için asıl defektten çok daha stresli olabilir. Hastalar genellikle, skar olasılıklarını düşünmezler. Çoğu hasta, cerrahi skarların görünmez olduğunu ya da daha sonra yok olacağını düşünür.[3]

Sonuç Toplumun her kesiminde estetik cerrahinin popülaritesinin artması, ameliyat için uygun olmayan adayların belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Hastanın psikolojik sağlığı, ameliyattan sonra hastanın memnuniyetini tahmin etmede hayati önem taşımaktadır. Psikososyal değerlendirme, hasta ile ilk karşılaşma ile başlar ve ameliyattaki teknik beceriye ek olarak, başarılı bir sonucun en önemli göstergelerinden biridir. Hastanın estetik cerrahi için uygun aday olup olmadığını belirlemek ve başarılı sonuç elde etmek için ameliyat öncesi uygun bir psikososyal değerlendirme yapabilmede iyi bir ekip çalışmasının gerekliliği tartışılamaz. Bu nedenle, estetik cerrahi hemşiresinin psikososyal değerlendirme yapabilme becerisine sahip olmasının en az diğer rol ve sorumlulukları kadar önemli olduğunu söylemek yanlış olmaz. Psikososyal değerlendirme yapma konusunda primer rol hemşirenin olduğuna göre, hemşirelerin öncelikli olarak bu önemli rolü üstlenmeleri, bunu yapmanın estetik cerrahi hastaları için taşıdığı önemin farkında olmaları gerekir. Ayrıca hemşirelerin psikososyal değerlendirme yapabilme becerisini kazanmak için gerekli eğitimi almalarının zorunlu olduğu söylenebilir. Verilen çerçevenin estetik cerrahi hastalarıyla çalışan hemşirelerin psikososyal değerlendirme sırasında kullanmalarının oldukça yararlı olacağı düşünülse de, standart bir değerlendirme formu olduğunu söylemek zordur. Son olarak, bu makalede sunulan psikososyal değerlendirme konusundaki çerçeveden, klinik uygulamalarla test edilerek standart bir psikososyal değerlendirme formu oluştururken de yararlanılabileceği söylenebilir. Kaynaklar 1. Crerand CE, Franklin ME, Sarwer DB. Body dysmorphic disorder and cosmetic surgery. Plast Reconstr Surg 2006;118:167-80. 2. Sclafani AP, Choe KS. Psychological aspects of plastic surgery. (2008) http://emedicine.medscape.com/article/838030-overview (Erişim tarihi:

99

1 Ekim 2009). 3. Rankin M, Mayers PM. Core curriculum for plastic surgical nursing: psychosocial care of the plastic surgical patient. Plast Surg Nurs 2008;28:1226. 4. Swami V, Chamorro-Premuzic T, Bridges S, Furnham A. Acceptance of cosmetic surgery: personality and individual difference predictors. Body Image 2009;6:7-13. 5. Sykes JM. Managing the psychological aspects of plastic surgery patients. Curr Opin Otolaryngol Head Neck Surg 2009;17:321-5. 6. Borah G, Rankin M, Wey P. Psychological complications in 281 plastic surgery practices. Plast Reconstr Surg 1999;104:1241-6. 7. Rankin M, Borah G. National plastic surgical nursing survey. Plast Surg Nurs 2006;26:178-83. 8. Kiecolt-Glaser JK, Page GG, Marucha PT, MacCallum RC, et al. Psychological influences on surgical recovery. Perspectives from psychoneuroimmunology. Am Psychol 1998;53:1209-18. 9. Petry JJ. Healing the practice of surgery. Altern Ther Health Med 1998;4:103-4, 118, 120. 10. Crerand CE, Franklin ME, Sarwer DB. MOC-PS SM CME Article: Patient safety: Body dysmorphic disorder and cosmetic surgery. Plast Reconstr Surg 2008;122:1-15. (doi: 10.1097/PRS.0b013e3181888ffd) 11. Castle DJ, Honigman RJ, Phillips KA. Does cosmetic surgery improve psychosocial wellbeing? Med J Aust 2002;176:601-4. 12. Honigman RJ, Phillips KA, Castle DJ. A review of psychosocial outcomes for patients seeking cosmetic surgery. Plast Reconstr Surg 2004;113:1229-37. 13. Amerikan Psikiyatri Birliği: Mental bozuklukların tanısal ve sayımsal elkitabı (DSM-IV-R), 4. baskı Yeniden Gözden Geçirilmiş Tam Metin (DSMIV-R) Amerikan Psikiyatri Birliği, Washington DC: 2000. (Çeviri editörü: Köroğlu E), Ankara: Hekimler Yayın Birliği; 2007. 14. Malick F, Howard J, Koo J. Understanding the psychology of the cosmetic patients. Dermatol Ther 2008;21:47-53. 15. Bolton MA, Pruzinsky T, Cash TF, Persing JA. Measuring outcomes in plastic surgery: body image and quality of life in abdominoplasty patients. Plast Reconstr Surg 2003;112:619-27. 16. Wilson JB, Arpey CJ. Body dysmorphic disorder: suggestions for detection and treatment in a surgical dermatology practice. Dermatol Surg 2004;30:1391-9. 17. Valente SM. Visual disfigurement and depression. Plast Surg Nurs 2009;29:10-8. 18. Rankin M, Borah G. Psychological complications: national plastic surgical nursing survey. Plast Surg Nurs 2009;29:25-32. 19. Veale D. Body dysmorphic disorder. Postgrad Med J 2004;80:67-71. 20. Sarwer DB, Pertschuk MJ, Wadden TA, Whitaker LA. Psychological investigations in cosmetic surgery: a look back and a look ahead. Plast Reconstr Surg 1998;101:1136-42. 21. Napoleon A. The presentation of personalities in plastic surgery. Ann Plast Surg 1993;31:193-208. 22. Kulik JA, Shelby D, Cooper RN. The effects of fellow patients on the emotional well-being and satisfaction with care of postoperative cosmetic surgery patients. Plast Reconstr Surg 2000;106:1407-16. 23. Brinton LA, Lubin JH, Murray MC, Colton T, et al. Mortality rates among augmentation mammoplasty patients: an update. Epidemiology 2006;17:162-9. 24. Levine JC, Anderson RC. Preoperative assessment of eating disorders in plastic surgery patients. Plast Surg Nurs 2009;29:60-3. 25. Javo IM, Sørlie T. Psychosocial predictors of an interest in cosmetic surgery among young Norwegian women: a population-based study. Plast Surg Nurs 2010;30:180-6. 26. Haas CF, Champion A, Secor D. Motivating factors for seeking cosmetic surgery: a synthesis of the literature. Plast Surg Nurs 2008;28:177-82. 27. Furness PJ. Exploring supportive care needs and experiences of facial surgery patients. Br J Nurs 2005;14:641-5.


100

TEZ TANITIMI

KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI OLAN BİREYLERDE DİSPNE ALGILARI İLE ANKSİYETE VE DEPRESYON DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Tez Yazarı:

Özge KAPISIZ

Tez Danışmanı:

Yrd. Doç. Dr. Fatma EKER

Enstitü:

Düzce Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik AD. Psikiyatri Hemşireliği Programı Yüksek Lisans Tezi

Yılı:

Düzce, 2011

AMAÇ

cede, HAD-D ile FEVı arasında da orta derecede pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır. Anksiyete ile PO2 arasında negatif yönde bir ilişki vardır ancak bu bulgu istatistiksel olarak anlamlı değildir.

YÖNTEM

Yapılan lojistik regresyon analizi sonuçlarına göre, çok şiddetli dispne yaşama (22.8 kat), hastada psikiyatrik hastalık öyküsü bulunması (4.3 kat), HAD-D belirti düzeyinin yüksek oluşu (17.5 kat) anksiyete riskini arttıran faktörler olarak bulunmuştur. Bunun yanı sıra hastaneye hiç yatmayan hastaların anksiyete riskinin 1-2 kez yatanlara göre 20.8 kat daha fazla olduğu saptanmıştır. Depresyon riski açısından incelendiğinde, hastalarda şiddetli dispnenin olması (5.9 kat), bir yılda üç ve daha fazla hastaneye yatma (22.2 kat), bir-iki kez yatma (12.4 kat), sosyal desteğin olmaması (28.7 kat) ve HAD-A belirti düzeyinin yüksek oluşunun (23.3 kat) önemli faktörler olduğu belirlenmiştir.

Bu çalışma Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) olan hastaların dispne düzeyi ile anksiyete ve depresyon belirti düzeyleri arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla yapılmıştır. Bu tanımlayıcı araştırmanın örneklemini Düzce Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Göğüs Hastalıkları Servisinde yatarak tedavi alan ve araştırma sınırlılıklarını taşıyan, çalışmaya katılmayı kabul eden 90 KOAH hastası oluşturmuştur. Araştırmanın verileri “Hasta Tanıtım Formu”, Tıbbi Araştırma Konseyi Ölçeği (MRCS)” ve “Hastane Anksiyete Depresyon Ölçeği (HAD)” kullanılarak yüz yüze görüşme yöntemiyle toplanmıştır. Verilerin istatistiksel analizinde betimsel tanımlayıcı istatistikler, Pearson korelasyon testleri ve Lojistik Regresyon analizi kullanılmıştır. BULGULAR

Araştırma sonucunda hastaların %67.8’i nefes almayı “hayat”, “yaşamak”, “rahatlık” olarak, nefes alamamayı en fazla “nefesinin yetmeyeceği, nefessiz kalacağı hissi” olarak ifade etmişlerdir. KOAH hastalarının HAD-A puan ortalaması 7.42±4.43 (0-20), HAD-D puan ortalaması 8.85±4.23 (3-18) olarak saptanmıştır. HAD Ölçeğinin alt boyutları ile dispnenin objektif ve subjektif değerleri arasındaki ilişki incelendiğinde, HAD-A ile MRCS, HAD-D ile MRCS ve HAD-A ile HAD-D arasında ileri dere-

SONUÇ ve ÖNERİLER

Sonuç olarak, dispne algısı KOAH hastalarında anksiyete ve depresyonu etkileyen önemli bir faktördür. Klinikte yapılan objektif ölçümlerin yanı sıra subjektif değerlendirmelere de yer verilmesi gerekir. Ayrıca anksiyete ve depresyon riski yüksek olan hastaların Konsültasyon Liyezon Psikiyatrisi birimi ile birlikte değerlendirilmesinin tedaviyi olumlu yönde etkileyeceği düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: KOAH, anksiyete, depresyon, dispne algısı.


YAZARLARA BİLGİ GENEL BİLGİLER 1. Psikiyatri Hemşireliği Dergisi, Psikiyatri Hemşireleri Derneği’nin yayın organıdır. Dergi, birinci basamak hizmetlerden rehabilitasyona kadar uzanan yelpazede, bilimsel, kuramsal ve felsefi temelli psikiyatri hemşireliği uygulaması, eğitimi, yönetimi ve araştırmaları ile ilgili çalışmalara yer vermeyi amaçlayan hakemli bir dergidir. Derginin yayın dili Türkçe ve İngilizce’dir. 2. Dergide, psikiyatri hemşireliği ve ruh sağlığı alanındaki yeni bilgi ve gelişmeleri yansıtan araştırma makaleleri, özgün/tartışma yazıları, gözden geçirme/derleme yazıları, olgu sunumları, çeviri yazıları (izinli), araştırma özetleri, editöre mektup ile güncel bilimsel toplantı, kurs, kongre, proje, kitap ve tez tanıtımları yayımlanır. 3. Dergi dört ayda bir yılda üç sayı yıl/cilt olarak yayımlanır. Yayınlanan üç sayı ile bir cilt tamamlanır.

4.Yazıların bilimsel sorumluluğu yazar(lar)a aittir. Dergi yayın kurulu sorumlu tutulamaz. Yazıların daha önce başka bir yerde yayınlanmamış ya da yayınlanmak üzere başka bir dergiye gönderilmemiş olması gerekir. 5. Dergide, Editörler Kurulu ve Danışma Kurulu tarafından değerlendirilerek uygun bulunan yazılar basılır. Basılması uygun görülmeyen yazılar geri iade edilmez. Yayınlanan yazı ve resimlerin tüm hakları dergiye aittir. Dergiden alıntı yapıldığı takdirde dergi kaynak olarak gösterilmelidir.

6. Araştırma yazılarında çalışmanın yapıldığı kurum belirtilmelidir. Yazarlar doğrudan çalışmayı yapan ve yazan kişiler olmalıdır, katkı sağlayanlar varsa teşekkür bölümünde söz edilmelidir.

7. Yazı daha önce bilimsel bir toplantıda sunuldu ise yazının başlığında (*) işareti ile belirtilmeli ve işarete (*) metnin ilk sayfasının sonunda toplantı adı, yer ve tarihi belirtilerek açıklanmalıdır. Araştırma bilim uzmanlığı ya da doktora tezinden oluşmuş ise başlıkta (*) işareti ile belirtilmeli ve metnin ilk sayfası sonunda (*) işaretinden sonra Enstitüsü, Yılı, Yüksek Lisans veya Doktora tezi olduğu açıklanmalı ve parantez içinde tez danışmanının adı ve soyadı yazılmalıdır.

8. Etik: Deneysel çalışmaların sonuçlarını bildiren yazılarda, çalışmanın yapıldığı gönüllü ya da hastalara uygulanacak prosedür(lerin) özelliği tümüyle anlatıldıktan sonra, onaylarının alındığını gösterir bir cümle bulunmalıdır. Yazarlar, bu tür bir çalışma söz konusu olduğunda, uluslararası alanda kabul edilen kılavuzlara ve T.C. Sağlık Bakanlığı tarafından getirilen yönetmelik ve yazılarda belirtilen hükümlere uyulduğunu belirtmeli ve kurumdan aldıkları Etik Komitesi onayını göndermelidir. 9. Yazılar anlaşılır olmalı, yabancı sözcüklerin ve kısaltmaların Türkçe karşılıkları ilk kullanıldıkları yerde parantez içinde tam olarak verilmelidir. Yazı içinde geçen ilaçların ticari adları yerine jenerik adları Türkçe okunduğu biçimiyle verilmelidir. 10. Yayınlanması düşünülen yazıların eleştiri ve öneriler doğrultusunda gözden geçirilmesi yazarlardan istenebilir. Yazarların onayı alınmak koşulu ile yayın kurulunca yazılarda değişiklik yapılabilir. Gönderilen yazı ile ilgili gelişmeler e-posta adresine bildirilir. Dergide yayınlanan yazılar için ücret ya da karşılık ödenmez. 11. Yazılar şu e-posta adresine gönderilmelidir: phdergi@phdernegi.org YAZIM KURALLARI Dergiye gönderilen yazılar Microsoft Word programında, A4 kâğıdı boyutlarında, kâğıdın bir yüzüne, her sayfa yanında 2.54 cm boşluk bırakılarak, 12 punto ve Times New Roman yazı karakterinde, 1.5 satır aralığında, iki yana yaslı olarak yazılmalıdır. Paragrafa başlarken 5-7 punto boşluk bırakılarak başlanmalıdır. Şekillerin ve çizelgelerin açıklamaları ile alıntılar, dipnotlar ve kaynaklar listesinin yazımında 1 (bir) satır aralığı kullanılmalıdır. Sayfa numaraları metnin başladığı sayfadan başlayarak sağ alt köşede belirtilmelidir. Araştırma yazıları 15, derleme ve olgu sunumları 8 sayfayı geçmemelidir.

Yazılarda, daha önceki çalışmalardan bahsederken doğrudan alıntı yapılmaz, gereken bilgiyi yazar kendi cümleleriyle ifade eder. Eğer alıntı yapmak gerekliyse ve 40 kelimeden az bir kısım alıntı yapılıyorsa cümle, çift tırnak işareti “…..” içerisine alınarak ve kaynak sayfa numarası tırnak işareti kapandıktan sonra “…….“(s…..) verilerek belirtilir. Yazılar; başvuru mektubu, kapak, özet (Türkçe ve İngilizce), ana metin, kaynaklar, ekler, tablolar, şekiller bölümlerinden oluşmalıdır. Başvuru Mektubu: Bu mektupta yazının tüm yazarlar tarafından okunduğu, onaylandığı, orijinal bir çalışma ürünü olduğu ve çıkar çatışması olmadığı ifade edilmeli ve yazar isimlerinin yanında imzaları bulunmalıdır.

101

Kapak Sayfası: Yazının Türkçe ve İngilizce başlığı, yazarların isimleri, unvanları, bağlı bulunulan kurum ve adresleri, iletişimden sorumlu yazarın adı, telefon ve e-posta adresi belirtilmelidir. Yazının 40 karakteri geçmeyen (boşluklar dâhil) kısa başlığı da bu bölümde belirtilmelidir. Başka yerde yayınlanmamış olduğu, bildiri olarak sunulmuş ise bilgisi, çalışmayı destekleyen herhangi bir birim varsa ismi bu sayfaya yazılmalıdır. Özet: Özet, kapak sayfasından sonra, ayrı bir sayfa olarak ve blok hizalama ile yazılmalıdır. Türkçe ve İngilizce başlık konularak yazının amacını ve içeriğini doğru ve yeterli bir şekilde kapsayacak biçimde 250 kelime olmalıdır. Cümleler, gerekli bilgiyi verecek kadar özet olmalı, birinci tekil ve çoğul kişi kullanılmadan, edilgen çatıda ve geçmiş zaman kipinde kurulmalıdır. Türkçe özetlerde amaç, gereç ve yöntem, bulgular, sonuç, İngilizce özetlerde objectives, methods, results, conclusion bölümlerine yer verilmelidir. Araştırmanın konusu, deneklerin/ katılımcıların/örneklemin özellikleri, hipotezler, veri toplama araçları ve bulgular kısaca belirtilmelidir. Özette kaynak gösterilmemeli, sonunda en fazla beş kelimeden oluşan Türkçe ve İngilizce anahtar sözcük yazılmalıdır. Ana Metin: Araştırma yazıları giriş, gereç ve yöntem, bulgular, tartışma, yazarın yorumu, kullanım alanı ve varsa teşekkür bölümlerinden oluşur.

Giriş: Araştırma probleminin sunulduğu, bu problemle ilgili önceki çalışmaların özetlendiği ve yapılan araştırmanın güncel öneminin, hangi amaçla yapıldığının belirtildiği bölümdür. Giriş bölümü yazılmadan önce, şu noktalar göz önünde bulundurulmalıdır: • Bu çalışmanın önemi nedir?

• Hipotezler ve deneysel tasarım, araştırma problemini çözümlemeye nasıl yardımcı olmaktadır? • Bu çalışmanın mevcut literatüre katkısı ve kuramsal doğurguları (implication) nedir? • Sınanan hipotezler hangi mantığa dayanılarak türetilmiştir?

İyi bir giriş bölümü bu soruları cevaplayabilecek nitelikte olmalıdır. Bu soruları yanıtlamaya çalışırken, yazar iyi bir literatür taraması da sunmalı ve okuyucuyu adım adım bu soruların yanıtına getirmelidir. Literatür taramasında dikkat edilmesi gereken noktalar şunlardır: • Okuyucunun tarama yapılan ve özetlenen literatür hakkında bilgili olduğu varsayılarak, çok geniş ve konuyla ilgili her türlü ayrıntıyı anlatan bir tarama yapılmamalıdır.

• Önceki araştırmaların bulguları ve doğurguları ile diğer araştırmacıların özgün fikirleri sunulurken mutlaka kaynak gösterilmelidir.

• Bulguların tartışmalı olduğu bir alanda, taraflardan birini kendi fikrinize yakın olduğu için tutmak veya diğerine karşı savunmak doğru değildir. Her iki görüşe de, sizin görüşünüz ne olursa olsun, eşit uzaklıkta olmak gereklidir. • Literatür taramasıyla ilgili olarak verilen bilgilerin, kronolojik bir veri karmaşasından çok kuramsal bir yapıda olmasına dikkat edilmelidir. Gerçekten çalışmayla ilgili olan araştırmalardan bahsedilmeli, fazla sayıda kaynağın olması onun iyi bir literatür taraması olduğunu göstermez. Son olarak, giriş bölümünde araştırma problemi ve literatür sunulduktan sonra araştırmanın amacı ve hipotezler verilmelidir. Gereç ve Yöntem: Bu bölümde araştırmanın hangi yöntemle yapıldığı, verinin nasıl toplandığı, katılımcıların/deneklerin örneklem özellikleri gibi konularda bilgiler verilir. Gereç ve yöntem bölümü şu alt başlıklardan oluşur:

Katılımcılar: Araştırmaya katılanların özelliklerinin doğru biçimde verilmesi, bilimsel çalışmalarda çok önemlidir. Bunun nedeni, araştırma bulgularının genellenebilirliği hakkında okuyucuya bir fikir vermektir. Ayrıca, araştırmanın tekrarlanması durumunda diğer araştırmacılar, benzer sonuçları hangi özelliklere sahip katılımcılara ulaşırlarsa elde edebileceklerini bileceklerdir. Bu bölümde;

• Deneklerin nasıl seçildiği (seçkisiz-rastlantısal [random]) • Deneklerin farklı gruplara nasıl atandığı (seçkisiz-rastlantısal [random]) • Deneklerin katılım esasları (gönüllü, ödeme, habersiz) • Deneklerin demografik özellikleri (yaş, cinsiyet, vb.) hakkında bilgi verilmelidir. Kullanılan Araçlar: Bu bölümde ölçüm için kullanılan laboratuar aygıtları, kullanılan testler, ölçekler, anketler tanıtılmalıdır. Kalem-kâğıt testleri, anketler ve ölçekler için psikometrik bilgiler de (güvenirlik ve geçerlik) bu bölümde sunulmalıdır.

İşlem: İşlem bölümü, araştırmanın veri toplama aşamasının özetlendiği bölümdür. Bu bölümde deneklere verilen yönergeler, farklı deneysel grupların nasıl


102

YAZARLARA BİLGİ

oluşturulduğu, özel deneysel manipülasyonlar ve deneysel desen özetlenir. Ayrıca, deneysel veya istatistiksel kontrol yöntemlerinden de burada söz edilebilir. İşlem bölümünde yazar neyi, nasıl yaptığını yeteri kadar ayrıntılı bir şekilde anlatmalıdır. İstatistiksel Değerlendirme: Bu bölümde yazar(ların) araştırmada kullandığı istatistiksel yöntemler belirtilmelidir. Hipotezlerin istatistiksel olarak nasıl sınandığı ve bu sınamanın sonuçları iletilir. Bulgular: Bu bölümde, toplanan veri ve bu verinin istatistiksel analiz sonuçları sunulur. Araştırmanın temel bulguları verilir. Sadece vurgulanması gereken istatistiksel veriler tablo veya grafik olarak sunulmalı, bu bilgiler ayrıca yazı içinde verilmemelidir. Elde edilen veriler en fazla 7 olmak üzere tablo/şekil/grafik veya resimlerle belirtilir. Tablolar Word programında dikey çizgileri olmaksızın, numaralandırılarak ve tablo başlığının tüm kelimelerinin ilk harfleri büyük olacak şekilde hazırlanmalıdır. Başka kaynaktan alınan tablo/şekil/grafiklerin altına kaynak belirtilmelidir. Kullanılan istatistiksel testler, kısaltmalar ve ilgili açıklamalar tablo/şekil/grafik altında (*) işareti konularak 8 punto olacak şekilde yazılmalıdır. Tablo, Şekil, Grafikler: Yazıda işleniş sırasına göre yerleştirilmelidir, yazıda kaynakçadan ya da varsa eklerden sonra verilmeli, her biri ayrı sayfadan başlamalıdır. Şekil, resim/fotoğraflar ayrı birer .jpg veya .gif dosyası olarak (piksel boyutu yaklaşık 500x400, 8 cm eninde ve 300 çözünürlükte taranarak), dosyaya eklenmelidir. İçerisinde renkli şekil, resim, tablo ve grafik bulunan yayına kabul edilmiş makalelerden, basım aşamasında renkli baskı ücreti istenebilir.

Tartışma: Bulguların sunulmasından sonra bunların yorumlanması ve sonuçlarının vurgulanması tartışma bölümünde yapılır. Tartışma bölümüne hipotezlerin ne şekilde doğrulandığı veya yanlışlandığı bilgisiyle girilmelidir. Araştırmanın bulguları ile benzer diğer araştırmaların bulguları arasındaki benzerlikler veya karşıtlıklar belirtilmeli, ayrıca araştırmanın eksik yönleri, güçlü yönleri ve literatüre katkısı ile birlikte sunulmalıdır. Araştırmanın bulgularından yola çıkılarak ne tür kuramsal ve uygulamaya yönelik doğurguların olabileceği ve benzer araştırmaların iyileştirilerek nasıl daha iyi yapılabileceği tartışılmalıdır. Genel olarak tartışmada şu sorulara yanıt verilmelidir: • Benim bu bulgu sayesinde bilime ne tür bir katkım oldu?

• Yaptığım çalışma, araştırma problemini çözümlememe ne şekilde yardımcı oldu? • Çalışmamdan ne tür sonuçlar ve kuramsal doğurgular çıkıyor?

Kısaltmalar ve Ekler: Kısaltmalar ilk kullanıldıkları yerde parantez içinde verilmeli ve tüm metin boyunca o kısaltma kullanılmalıdır. Ekler, anket formları, ölçekler, ek çizelgeler gibi bilgi ve belgelerdir. Ekler uygun başlık verilerek makale içindeki sunuş sırasına göre yeni bir sayfadan başlanarak, kaynakçadan sonra verilmelidir.

Teşekkür: Yazar(lar) gerekli gördüklerinde yazıya katkıları yazarlık düzeyinde olmayan, ancak belirtilmeyi hak ettiğini düşündükleri kişilere birkaç cümlelik kısa teşekkür yazabilirler. Burada, teşekkür edilen kişilerin katkıları (örneğin; parasal ya da araç gereç desteği, teknik yardım, bölüm başkanının genel desteği gibi) açıklıkla belirtilerek (örneğin; “bilimsel danışmanlık”, “taslakta düzeltme”, “veri toplama”, “klinik araştırmaya katılma” gibi) yazılır. Kaynak Yazımı: Yazı içinde kaynak gösterimi, metin içindeki kullanım sırasına göre düzenlenmelidir. Yazı içinde geçen kaynak numaraları köşeli parantezle ve küçültülmeden belirtilmelidir. Kaynak listesinde yalnızca yayınlanmış ya da yayınlanması kabul edilmiş çalışmalar yer almalıdır. Kaynak bildirme “Uniform Requirements for Manuscripts Submitted to Biomedical Journals” (http://www. icmje.org) adlı kılavuzun en son güncellenmiş şekline uyulmalıdır. Dergi adları Index Medicus’a uygun şekilde kısaltılmalıdır. Dört ya da daha az sayıda olduğunda tüm yazar adları verilmeli, daha çok yazar durumunda dördüncü yazarın arkasından “et al.” ya da “ve ark.” eklenmelidir. Örnekler: Kitaplar (tek yazarlı, iki yazarlı, üç yazarlı) Carpenito LJ. Handbook of nursing diagnosis. 7th ed. Philadelphia: Lippincott; 1997.

Terakye G. Hemşirelikte iletişim ve hasta hemşire ilişkileri. 2. baskı. Ankara: T. C. Sağlık Bakanlığı Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü; 1994. Gorman LM, Raines ML, Sultan DF. Psychosocial nursing for general patient care. 2nd ed. USA: F.A. Davis Company; 2002.

Kökdemir D, Demirutku K. Akademik yazım kuralları kitapcığı. Ankara: Başkent Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimleri Fakültesi Yayınları; 2000.

Çeviri Kitap Hofling CK, Leininger MM. Hemşirelikte ana psikiyatrik kavramlar (Kumral A, Çeviri Editörü). İstanbul: Vehbi Koç Vakfı Yayınları; 1960. (Orijinal çalışma basım tarihi 1961).

Yalom ID. Kısa süreli grup terapileri: İlkeler ve teknikler. (Şahin NH, Çeviri Editörü). Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları; 1998. (Orijinal çalışma basım tarihi 1983.)

Kitaptan Bölüm Groves MS, Muskin PR. Psychological responces to illness. In: Levenson JL, editor. Textbook of psychosomatic medicine. Washington: American Psychiatric Publishings; 2005. p. 67-88. Kocaman N. Pediatri servislerinde psikososyal bakım yönetimi. Tüzün DÜ, Hergüner S, editör. Çocuk hastalıklarında biyopsikososyal yaklaşım. İstanbul: Epsilon Yayıncılık Hizmetleri; 2007. s. 458-71. Editörlü Kitap (tek editörlü, iki editörlü, üç ve daha fazla editörlü kitap, editörlü kitaptan bölüm) Karancı AN, (editör). Farklılıkla yaşamak aile ve toplumun farklı gereksinimleri olan bireylerle birlikteliği. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları; 1997.

Stuart GW, Sundeen SJ, (editors). Principles and practice of psychiatric nursing. 4nd ed. St. Louis: Mosby Year Book; 1991. Connolly T, Arkes HR, Hammond KR, (editors). Judgement and decision making. Cambridge: Cambridge University Pres; 2000. Süreli Yayınlar (tek yazarlı, iki yazarlı, üç yazarlı, altıdan fazla yazarlı makale) Lazarus RS. Coping theory and research: past, present, and future. Psychosomatic Medicine 1993;55: 234-247.

Aydemir Ö, Güvenir T, Küey L, Kültür S. Hastane anksiyete ve depresyon ölçeği Türkçe formunun geçerlilik ve güvenilirliği. Türk Psikiyatri Dergisi 1997;8: 280-87. Schmid-Büchi S, Halfens RJ, Dassen T, van den Borne B. A review of psychosocial needs of breast-cancer patients and their relatives. J Clin Nurs 2008;17:2895-909. Bir derginin ek sayısı (supplementum) Kocaman N, Kutlu Y, Ozkan M, Ozkan S. Predictors of psychosocial adjustment in people with physical disease. J Clin Nurs 2007;16(3A Suppl.):6-16.

İnternet Kaynakları Lee DS, Austin PC, Rouleau JL, Liu PP, Naimark D, Tu JV. (November 19, 2003). Predicting mortality among patients hospitalized for heart failure. The Journal of the American Medical Association, 290 (19), 2581-2587. Retrieved November 23, 2003, from http://jama.ama-assn. org/cgi/content/abstract/290/19/2581. Borman WC, Hanson MA, Oppler SH, Pulakos ED, White LA. Role of early supervisory experience in supervisor performance. Journal of Applied Psychology 1993;78, 443-449. Retrieved October 23, 2000, from PsycArticles database. Kökdemir D. (2 Kasım 2003). Ruyalar ve olasılıklar. 21 Kasım 2003, http:// www.elyadal.org/dedektif/ruya2.htm. Resmi Yayınlar American Nurses’ Association. Statement on psychiatric mental health nursing practice and standards of psychiatric-mental health clinical practice. Washington: American Nurses’ Publishing; 1994.

Tez Atik EH. Psikiyatri hastalarında anestezili elektro konvülsif tedavi uygulaması öncesi ortaya çıkan anksiyetenin giderilmesinde bilgilendirmenin etkinliği. [Yayınlanmamış yüksek lisans tezi] İstanbul: Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 2008. Hughey AC. The treatment of the Negro in South Carolina fiction. Unpublished master’s thesis, University of South Carolina; 1993.

Broşür ve Kurs Kitapçığı Işıl Ö, Ünsal BG, Onan N, Çığrıkçı S. İntihar. Rehber Kitapçık. İstanbul: 2003. Işıl Ö. Evde bakım hizmetlerinde iletişim. Sertifikalı Evde Bakım Hemşiresi Yetiştirme Kurs Kitabı. İstanbul: 2004.

Görsel ve İşitsel Medya Yeni Sinemacılar-Corazon International (Yapımcı Firma), Kızıltan, Ö. (Yönetmen), Çakar Ö. (Senaryo), (2006). Takva [Film]. Türkiye, Almanya (yapım yeri), http://www.takva.com.tr (resmi internet sitesi).


INSTRUCTIONS FOR AUTHORS GENERAL INFORMATION 1. The Psychiatric Nursing Journal is a publication issued by the Psychiatric Nurses Association. The publication is a refereed journal aiming to cover studies relating to psychiatric nursing practices, training, management, and researches on the basis of scientific, theoretical and philosophical approaches within the range extending from primary care services to rehabilitation. The journal is published in Turkish and English. 2. The journal covers research articles, original/discussion articles, reviews/compilations, case studies, translations (authorized), study abstracts, letters to the editor, announcements about current scientific meetings, courses, congresses, projects, and books, and theses relating to the new information and developments in the area of psychiatric nursing and mental health. 3. The journal is published three times annually, in January, May and September. The three issues comprise one volume. 4. The scientific responsibility of the articles rests with the authors. The publication board of the journal cannot be held responsible in this regard. The articles may not have been published by another journal previously or currently be under consideration for publication in any other journal. 5. The articles that are assessed and approved by the Publication Board and the Advisory Board will be published in the journal. Those articles determined not suitable for publication will not be returned. All rights relating to the text and pictures published will be reserved by the journal. If anything is quoted from the journal, the source should be cited. 6. In research texts, the institution where the research takes place should be indicated. The authors should be the persons directly conducting the study and writing the relevant article; any contributors should be mentioned in the acknowledgments section. 7. If the text has been presented in a scientific meeting, this should be indicated by (*) in the title, and the sign (*) should be explained at the end of the first page, indicating the name, location and date of the meeting. 8. If the study is a master’s or doctoral dissertation, this should be indicated by (*) in the title, and the sign (*) should be explained at the end of the first page, indicating the Institute, Year, and whether it is a Master’s or Doctoral dissertation, with the name and surname of the advisor included in parentheses. 9. Ethics: In articles including the results of experimental studies, after the details of the procedure(s) to be applied to the volunteers or the patients are explained in full, there should be a statement indicating that consent has been obtained. In such studies, the authors should indicate that they have complied with the provisions set out in internationally recognized guides and regulations and texts issued by the Republic of Turkey, Ministry of Health, and forward the approval of the Ethics Committee. 10. The articles should be comprehensible, and the Turkish counterparts of foreign words and abbreviations should be given in parentheses at their first mention. The Turkish generic names of drugs should be used in the articles instead of the commercial names. 11. The authors may be requested to review the articles considered eligible for publication in line with the comments and suggestions. The publication board may make alterations to the articles, provided that the consent of the author is obtained. Notification of the developments regarding the article will be sent by e-mail. No fees or provision will be paid for the articles to be published in the journal. 12. The articles should be sent to the following e-mail address: info@phdernegi.org SPELLING RULES The articles sent to the journal should be written using Microsoft Word, A4 size, Times New Roman - 12 font, by leaving 2.54 cm margins, with 1.5 line spacing, and in justified format. The first sentence of each paragraph should be indented 5-7 spaces. Single-line spacing should be used in descriptions of the figures and tables, quotations, footnotes, and resources. The page numbers should be indicated at the bottom right corner, starting from the page with text. The study text should be a maximum 15 pages, and the collections and case studies should be a maximum 8 pages. Information from previous studies should not be quoted directly; the relevant information should be indicated in the author’s own words. If it is necessary to quote, and the total number of words quoted does not exceed 40, the sentence will be written in quotation marks “...”, and the resource and the page number will be given after the quotations are closed, “...” (p...). The articles should include the following: application letter, cover, abstract (Turkish and English), main text, resources, annexes, tables, and figures.

103

Application Letter: The application letter should indicate that the article has been read and approved by all authors, that it is an original study, and that there are no conflicts of interests. The signatures should be affixed next to the names of the authors.

Cover: The cover should include the title of the study in Turkish and English; the names, titles, institutions and addresses of the authors; and the name, phone and e-mail of the author who is responsible for contacts. The short title of the article, not exceeding 40 characters (including spaces), should also be indicated. This page should include information that the article has not been published elsewhere, the relevant details if it has been presented as a paper, and the name of the supporting institution, if any. Abstract: The abstract should be one page following the cover, and written in block format. It should include the Turkish and the English title, and should consist of 250 words with sufficient explanation of the purpose and content of the article. The sentences should be summaries giving the necessary information, not be written using first person singular and plural, and be passive and in past tense. The Turkish abstracts should include amaç, yöntem, bulgular, and sonuç sections, while the English text should include objectives, method, results and conclusion sections. The subject of the study, characteristics of the subjects/ participants/samples, hypotheses, data collection tools, and the findings should be summarized. The abstract should not include any resources; the Turkish and English key words, not exceeding five, should be included at the end.

Main Text: The study articles consist of: introduction and purpose, method, findings and discussion, comment(s) of the author and the area of use, abbreviations and annexes, and the acknowledgment section. Introduction and Purpose: The study problem is given, the previous studies relating to the problem are summarized, and the current importance and purpose of the study are indicated. The following points should be taken into consideration before writing the introduction: • What is the significance of this study? • How do the hypotheses and experimental design help to solve the study problem? • What are the contributions to the current literature and theoretical implications of this study? • On what logic are the tested hypotheses based?

An appropriate introduction should be able to answer these questions. In trying to answer these questions, the author should present a good literature review, and bring the reader to the answers of these questions step by step. The points to be taken into consideration in the literature review are as follows: • It should be assumed that the reader is informed about the literature being reviewed and summarized, so the review should not be overly comprehensive or include every detail about the subject. • It is compulsory to cite references while presenting the findings and implications of previous studies and the original ideas of other authors. • In a field where there are controversial findings, it is not appropriate to support a party that has similar views, or defend such a party against the other. A neutral approach toward all views should be upheld.

• The information given for literature review should be in a theoretical framework, rather than being a chronological data complexity. Only the relevant studies should be mentioned; a lot of resources do not necessarily imply a good literature review. Finally, the purpose of the study and the hypotheses should be given at the end of the introduction following the study problem and the presentation of the literature. Method: This section includes information about the method of the study, the data collection tools and the characteristics of the participants/subjects. The Method section is divided into the following sub-titles:

Participants: It is very important to demonstrate the characteristics of the participants in a scientific study. The aim is to give an idea to the reader about the generalizability of the study findings. In addition, if the study is repeated, the other researchers will know which participants with what characteristics will give similar results. This section should include the following information: • How the subjects were selected (random) • How the subjects were appointed to different groups (random) • Basis of participation of the subjects (voluntary, paid, non-informant) • Demographics of the subjects (age, sex, etc.). Tools Used: This section should explain the laboratory devices, tests, scales, and


104

INSTRUCTIONS FOR AUTHORS

surveys used for any measurements. The psychometric information (reliability and validity) for written tests, surveys and scales should also be given in this section. Process: In this section, the data collection phase of the study is summarized.

This section includes a summary of the different instructions given to the subjects, how the different experimental groups were formed, any special experimental manipulations, and the experimental design. The experimental and statistical control methods can also be mentioned here. In this section, the author should sufficiently explain in detail what has been done and how it has been done.

Statistical Assessment: This section should include the statistical methods used in the study by the author(s). The authors should explain how the hypotheses were statistically tested and how the results of such tests are presented.

Findings: The data collected and statistical analysis results are presented in this section. The basic findings of the study are given. Only the statistical data to be emphasized should be presented in tables or graphics; such information should not be given in the text. The data obtained should be presented in a maximum of 7 tables/figures/graphics or illustrations. The tables should be prepared using Word, without vertical lines, and numbered; the first word in the title of the table(s) should be capitalized. References should be cited for the tables/figures/graphics taken from other resources. The statistical tests, abbreviations used and the related descriptions should be written in 8-font under the table/figure/graphic, using (*). Tables, Figures and Graphics: TTables, figures and graphics should be ordered according to the context of the text and attached after the resources or annexes, if any, each on a separate page. Any figures/photos/pictures should be added to the file as a separate .jpg or .gif file (approximately 500x400 pixels, 8 cm width and resolution of 300).

For the articles accepted for publication that include colored figures, pictures, tables, and graphics, a fee may be requested for colored printing.

Discussion: After the findings are presented, the relevant comments are made, and the results are emphasized in the discussion section. The discussion begins with how the hypotheses were verified or falsified. The similarities or conflicts among the findings of the study and other studies should be stated; the strengths, weaknesses and contributions of the study to the literature should be demonstrated. Based on the findings of the study, the theoretical and practical implications should be discussed together with how similar studies can be improved. In general, the following questions should be addressed in the discussion: • With this finding, what contribution have I made to science? • How has this study helped me to solve the study problem? • What are the results and theoretical implications of my study?

Abbreviations and Annexes: The abbreviations should be given in parentheses at their first mention, and the same abbreviation should be used throughout the text. The annexes should consist of survey forms, scales and additional tables. The annexes should be ordered according to their presentation order in the text, on a separate page following the references, with an appropriate title. Acknowledgements: The author(s) may add a few sentences of acknowledgements for individuals not contributing to the study as authors, but whom they want to thank. The contributions of the relevant individuals should be clearly stated (e.g., funds or material support, technical assistance, general support of the department head, etc.) and explained (e.g. “scientific consultancy”, “corrections on the draft”, “data collection”, participation in the clinical study”, etc.).

Indicating the Resources: The resources should be indicated in the order they were cited in the text. The resource numbers within the text should be indicated in square brackets without minimizing. The references should include only the studies that have been published or approved to be published. The references should be in line with the updated “Uniform Requirements for Manuscripts Submitted to Biomedical Journals” (http://www.icmje.org). The journal titles should be abbreviated in accordance with Index Medicus. If there are six authors or less, all names should be listed; if there are more than six, six authors should be listed, followed by “et al.” or “ve ark.”. Examples:

Books (one author, two authors, three authors)

Carpenito LJ. Handbook of nursing diagnosis. 7th ed. Philadelphia: Lippincott; 1997. Terakye G. Communication in nursing and patient-nurse relations. 2nd ed., Ankara: T.R. Ministry of Health, General Coordinatorship of Health Project; 1994. Gorman LM, Raines ML, Sultan DF. Psychosocial nursing for general patientcare. 2nd ed. USA: F.A. Davis Company; 2002.

Kökdemir D, Demirutku K. Booklet of academic spelling rules. Ankara: Başkent University, Faculty of Economics and Administrative Sciences; 2000.

Translated Books Hofling CK, Leininger MM. Basic psychiatric concepts in nursing (Kumral A, Translation Editor). Istanbul: Vehbi Koç Trust Publications; 1960. (Original study, publication date 1961). Yalom ID. Short-term group therapies: Principles and techniques. (Şahin NH, Translation Editor). Ankara: Turkish Psychologists Association Publications; 1998. (Original study, publication date 1983). Section from Book Groves MS, Muskin PR. Psychological responses to illness. In: Levenson JL, editor. Textbook of psychosomatic medicine. Washington: American Psychiatric Publishings; 2005. p. 67-88. Kocaman N. Psychosocial care management in pediatric services. Tüzün DÜ, Hergüner S, editor. Biopsychosocial approach in child diseases. Istanbul: Epsilon Publishing Services; 2007. p. 458-71. Editor Books (one editor, two-editors, three or more editors, section from editor book) Karancı AN, (editor.) Living with differences, association of the family and the society with individuals with different needs. Ankara: Turkish Psychologists Association Publications; 1997. Stuart GW, Sundeen SJ, (editors). Principles and practice of psychiatric nursing. 4th ed. St. Louis: Mosby Year Book; 1991. Connolly T, Arkes HR, Hammond KR, (editors). Judgment and decision making. Cambridge: Cambridge University Press; 2000. Periodicals (articles with single author, two authors, three authors, more than six authors) Lazarus RS. Coping theory and research: past, present, and future. Psychosomatic Medicine 1993;55:234-47. Aydemir Ö, Güvenir T, Küey L, Kültür S. Hospital anxiety and depression scale. Validity and reliability of Turkish form. Turkish Psychiatric Journal 1997;8:280-7. Schidmit-Büchi S, Halfens RJ, Dassen T et al. A review of psychosocial needs of breast-cancer patients and their relatives. J Clin Nurs 2008;17(21):2895-909. Supplementum Kocaman N, Kutlu Y, Ozkan M, Ozkan S. Predictors of psychosocial adjustment in people with physical disease. J Clin Nurs 2007;16(3A Suppl.):6-16. Internet Resources Lee DS, Austin PC, Rouleau JL, Liu PP, Naimark D, Tu JV. (November 19, 2003). Predicting mortality among patients hospitalized for heart failure. The Journal of the American Medical Association, 290 (19), 2581-2587. Retrieved November 23, 2003, from http://jama.ama-assn.org/cgi/content/abstract/290/19/2581. Borman WC, Hanson MA, Oppler SH, Pulakos ED, White LA. Role of early supervisory experience in supervisor performance. Journal of Applied Psychology 1993;78, 443-449. Retrieved October 23, 2000, from PsycArticles database. Kökdemir D. (2 November 2003). Dreams and probabilities. 21 November 2003, http://www.elyadal.org/dedektif/ruya2.htm. Official Publications American Nurses’ Association. Statement on psychiatric mental health nursing practice and standards of psychiatric-mental health clinical practice. Washington: American Nurses’ Publishing; 1994. Thesis Atik EH. Efficacy of information in eliminating anxiety before anesthetized electro-convulsive treatment in psychiatric patients. Unpublished graduate thesis, Marmara University Social Sciences Institute. 2008. Hughey AC. The treatment of the Negro in South Carolina fiction. Unpublished master’s thesis, University of South Carolina; 1993. Brochures and Course Leaflets Işıl Ö, Ünsal BG, Onan N, Çığrıkçı S. Suicide. Guide. Istanbul: 2003. Işıl Ö. Communication in in-house care services. Course Book for Training Certified In-House Care Nurses. Istanbul: 2004. Visual and Audial Media Yeni Sinemacılar-Corazon International (Producing Company), Kızıltan, Ö. (Director), Çakar Ö. (Scenario), (2006). Takva [Movie]. Turkey, Germany (production place), http://www.takva.com.tr (official website).


KİTAP TANITIMI • KİTAP TANITIMI • KİTAP TANITIMI • KİTAP TANITIMI • KİTAP TANITIMI • KİTAP TANITIMI • KİTAP TANITIMI • KİTAP TANITIMI • KİTAP TANITIMI • KİTAP TANITIMI • KİTAP TANITIMI •

Türkiye’de Psikiyatrinin Örgütsel Belleği Prof. Dr. M. Orhan Öztürk Yayın Yönetmeni Doç Dr. Burhanettin Kaya Yardımcı Yayın Yönetmeni Türkiye Psikiyatri Derneği Yayını Tuna Matbaacılık San Tic A.Ş. Baskı Tarihi: 30 Eylül 2010, Ankara Türkiye Psikiyatri Derneği Merkez Yönetim Kurulu’nca 2007 yılında Prof. Dr. M. Orhan Öztürk’ün Yayın Yönetmenliğinde “Türkiye’de Psikiyatrinin Örgütsel Belleği” konulu bir kitabın hazırlanması kararı ile başlayan çalışmalar, bir belge niteliğindeki bu değerli kaynağı 2010 yılında, psikiyatri alanına kazandırmıştır. Kitabın hazırlanması sırasında ülkemizde etkinlik gösteren tüm dernek, vakıf ve platform gibi sivil toplum örgütlerinin kuruluş öykülerini, amaçlarını ve etkinliklerini anlatan bilgileri içermesine özel bir önem verilmiştir. Kitabın birinci bölümünde, Türkiye Psikiyatri Derneği’nin kuruluş öyküsü, etkinlikleri ve tüzel metinleri yer almaktadır. İkinci bölümde, psikiyatri alanında faaliyet gösteren diğer dernek, vakıf ve platformların kuruluş öyküleri, amaçları ve etkinlikleri; Türk Nöropsikiyatri Derneği, Türkiye Sinir ve Ruh Sağlığı Derneği, İzmir Psikiyatri Derneği, Türkiye Sosyal Psikiyatri Derneği ve İntiharı Önleme Derneği, Türk Biyolojik Psikiyatri Derneği, Türk-Alman Psikiyatri, Psikoterapi ve Psikososyal Sağlık Derneği, Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Derneği, Çocuk ve Genç Psikiyatrisinin Gelişimi ve Örgütlenmesi, Türk Psikiyatrisinin Ufkunu Genişletenler: Türkiye’de Psikanaliz ve Psikanalitik Psikoterapilerle İlgili Çalışmalar, İstanbul Psikanaliz Grubundan İstanbul Psikanaliz Derneğine ve Uluslararası Psikanaliz Birliği Türk Çalışma Grubuna, Halime Odağ Psikanaliz ve Psikoterapi Vakfı, Türkiye’de Kurumsal Psikanaliz Uygulamalarının İlk Örneği Olarak MEPEV Deneyimi, Türkiye’de Psikodramatik-Sosyometrik Grup Psiko-

terapisi: Eğitim ve Dernekler, Kognitif ve Davranışçı Terapiler Derneği, CETAD-Cinsel Eğitim, Tedavi ve Araştırma Derneği, Ruh Sağlığı Platformu, Psikiyatri Hemşireleri Derneği, Psikiyatri Örgütlerinin Örgütsel Tarihi, başlıkları ile anlatılmaktadır. Kitabın üçüncü bölümünde 1900-1950 yılları arasında Türkiye’de Psikiyatri ve 20. yüzyılın ikinci yarısı ve 21. yüzyılın başında Türkiye’de Psikiyatri yazıları yer almaktadır. Ayrıca ekler bölümünde kitabın oluşum sürecine dair bilgileri içeren ön hazırlık, katkıda bulunmak üzere çağrılacakların listesi ve Türkiye’de etkinlik gösteren psikiyatri ve ruh sağlığı alanı ile ilgili derneklerin listesi yer almaktadır. Son derece titizlikle ve emekle hazırlanan bu kitabın, tüm meslektaşlarımıza geçmiş ve bugün arasındaki bağlantıyı kurmada ve geleceği planlarken bir rehber gibi yol göstermede yararlı olması dileğiyle.


ISSUED BY THE PSYCIATRIC NURSES ASSOCIATION

JOURNAL of PSYCHIATRIC NURSING C İ LT / V O L U M E 2 • S AY I / I S S U E 2 • Y I L / Y E A R 2 0 1 1 Lise Öğrencilerinin Şiddet Algıları, Şiddet Eğilim Düzeyleri ve Etkileyen Faktörler High School Student’s Perception of Violence, Level of Tendency to Violence and Effective Factors Sağlık Çalışanlarında Yaşam Kalitesi ve Etkileyen Değişkenler Quality of Life and Effective Variables Among Health Care Professionals Yoğun Bakım Ünitesinde Yatan Hastaların Hastalık Sürecinde Yaşadığı Deneyimler Konusunda Hasta ve Hemşire Görüşlerinin Karşılaştırılması Comparison of Nurses’ and Patients’ Opinions about Their Experiences During the Disease Process of Inpatients in the Intensive Care Unit Öğrencilerin Duygusal Zeka Düzeyleri ile Problem Çözme Becerileri Arasındaki İlişki The Relationship Between Emotional Intelligence Levels of Students and ProblemSolving Skills Elektrokonvülsif Tedavi ve Hemşirelik Bakımı Electroconvulsive Therapy and Nursing Care Kadının Madde Kullanımı ve Bağımlılığı Substance Use and Abuse Among Women Estetik Cerrahide Ameliyat Öncesi Psikososyal Değerlendirmede Hemşirenin Rolü The Role of the Nurse in the Pre-op Psychosocial Assessment in Cosmetic Surgery

CİLT/VOLUME 2 • SAYI/ISSUE 2 • YIL/YEAR 2011

Türk Psikiyatri Dizini, Türkiye Atıf Dizini, Index Copernicus ve Gale/Cengage Learning’de dizinlenmektedir. Indexed in Turkish Psychiatry Index, Turkish Citation Index, Index Copernicus, and Gale/Cengage Learning.

ISSN 1309-3568

PSİKİYATRİ HEMŞİRELİĞİ DERGİSİ • JOURNAL of PSYCHI ATRIC NUR SING

PSİKİYATRİ HEMŞİRELERİ DERNEĞİNİN YAYIN ORGANIDIR

PSİKİYATRİ HEMŞİRELİĞİ DERGİSİ


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.