3 minute read

1. MEKAN

1. MEKAN BÖLÜM 1 GİRİŞ

Mekân kavramı, günümüz toplumunun ve onun sosyal, ekonomik, kültürel ve tarihi dönüşümlerinin anlaşılmasında en önemli elemanlardan biridir. Bu kavram, sözü edilen dönüşümleri irdeleyen çabaların odak noktasını oluşturmaktadır.

Advertisement

20. yüzyıl ortalarına kadar “mekânsal belirleyicilik”, mekânı bir bireysel kimlik, sosyal ilişkileri ise mekânsal örgütlenmenin bir türevi olarak görmüştür. İlerisi, mekân kavramının irdelenmesinde yapısalcılığın çok baskın olduğu bir dönemdir. “Yapısalcılık”, mekânı kurulu yapıların ve ilişkilerin sonucu üretilen bir nesne olarak görmüş; mekânsal ilişkilerin ve süreçlerin, toplumdaki mevcut üretim ilişkilerinin ayrılmaz bir parçası olduğunu göstermiştir.

Yüzyılın sonuna doğru, yapısalcılık eleştirilmiş ve aynı zamanda yeni bir yaklaşım gelişmiştir. Bu yeni yaklaşım, postmodernizmdir. “Postmodernizm”, sosyal ilişkileri mekânın bir türevi olarak gören mekânsal belirleyicilik ile mekanı sosyal ilişkilerin basit bir yansıması olarak ele alan yapısalcılık arasında bir orta yoldur. Önceki iki yaklaşım mekânı ve toplumu iki ayrı kavram olarak ele almış, yalnız ilişkinin yönü farklılaşmıştır. Ancak mekânı bir sebep-sonuç ilişkisinin ötesinde ele alacak bir yaklaşıma duyulan ihtiyaç postmodernizm tartışmalarıyla gündeme gelmiştir. Burada mekân hem bir sosyal ürün, hem de sosyal yaşamın bir belirleyicisidir. Mekân, bu

bakış açısıyla, bütün sosyal ilişki dinamiklerinin ve küreselden yerele uzanan süreçlerin “yerselleşmesi / örtüşmesi – juxtapositioning” olarak kavranmalıdır.

Bu olgu, bir yönüyle farklılığın kavramsallaştırılması, yani mekânın farklılaştırma gücünün analizi olmuştur. Günümüz postmodernizmine denk düşen mekân, parçalanmış herhangi bir bütünlüğü olmayan birbirinden kopuk mekanların kolajıdır. Kişinin konumuna ilişkin edilgen bir unsurdan çok politika yüklüdür ve bu gücüyle toplumsal eşitsiz güç ilişkilerinin bir aracı ve ifadesidir. Günümüzün kentsel formlarını anlayabilmek çabasında mekân, verili toplumsal ilişkiler sonucunda sürekli yeniden üretilen bir nesnedir. Eşitsiz coğrafi gelişmeler yaratma sürecinde, bir yanda kendi birikim koşullarını kolaylaştıran bir coğrafi çevre kurulurken, bir süre sonra bu çevrenin kendisi birikimin önüne bir engel olarak çıkmaktadır. Coğrafya disiplini ise bunu bir ekonomik coğrafya olarak kavramsallaştıran yaklaşımların ötesine geçmiş, sonunda politik, tarihsel ve kültürel coğrafyası önem kazanmıştır.

Günümüzde, coğrafi ve mekânsal organizasyon üzerindeki en önemli değişiklikler, üretim ve tüketim sürecinde yaşanan gelişmelerin sonucu oluşmaktadır. Bu süreç içinde üretim ve tüketim ilişkilerini karmaşıklaştırmakta, bu ilişkileri ulusal sınırların ötesine taşımakta ve sermayeyi daha hareketli hale getirmektedir.

Bu gelişmelerin coğrafi ve mekânsal en önemli yansıması, yerellik olgusunun öne çıkmasıdır. Artık gelişmiş ülke ekonomileri kadar bölge-kent ekonomilerinden söz edilmekte, ekonomik gelişmede küresel dinamiklere verilen yerel yanıtlar anahtar rol oynamaktadır. Kentler ve mekanlar bir yandan bu gelişmelere katkıda bulunurken, diğer yandan bu gelişmelere paralel olarak yeniden organize olmaktadır. Çevre kalitesi, çevreye karşı artan duyarlılık ve imaj daha fazla önem kazanmaktadır. Kentsel çevrede, yaşayan mekanlar ve insan ölçeği ön plana çıkmaktadır.

Sonuçta toplumsal teori zamana ve mekâna eş derecede önem verecek şekilde yeniden yapılanmaktadır. Bunun için mekânın, yerelden globale dek uzanan her ölçekteki dinamik özelliği göz önüne alınarak, toplumsal ilişki ve süreçlerin “biraradalığı ve eş zamanlılığı” hatırlanmalıdır. İstanbul yüzyıllar boyunca dünya kentleri arasında saygın bir yer edinmiştir. İstanbul dünya tarihine, kültürüne, ekonomik ve sosyal yaşamına yalnızca yön vermekle kalmamış, aynı zamanda bunlardan etkilenmiştir. Bu ikili etkileşim canlı, renkli ve yaşayan özgün bir kent yaşamında somutlaşmıştır. Dünyada İstanbul büyüklüğünde pek az kent, bu kadar farklı kültürleri, dinamik bir ekonomiyi, kozmopolit bir sosyal yapıyı ve yoğun kültürel mirası bünyesinde barındırmaktadır. Bu sosyal, ekonomik ve kültürel yapı ise iki kıtaya yayılmış bir coğrafyada yer seçmiştir. Bu nedenle, İstanbul kentinde, özellikle de yarışma alanında yapılacak herhangi bir planlama müdahalesi, ülke ve dünyadaki değişimlerden soyutlanamayacaktır. Eğer İstanbul yeni küresel ağ içindeki yerini pekiştirecek ise, kente yapılacak her müdahale bu gelişim dinamikleri ışığında olmalı ve bu amaca hizmet etmelidir. Ayrıca, kentsel 1

coğrafyada, özellikle mekânın anlaşılması konusunda yaşanan gelişmeler, yarışma alanında ortaya konulacak çözüm ve önerilere yön verecek nitelikte olmalıdır. Dolayısı ile, ekonomik, sosyal, kültürel, tarihi ve coğrafi kaygılardan uzak müdahaleler, İstanbul’u dünya kenti niteliğini koruma ve geliştirme amacına hizmet etmeyecektir.

Böyle bir perspektif yokluğunda ise, kentin mevcut potansiyeli tam anlamıyla kullanılamayacaktır.

This article is from: