Bane Günlükleri CASSANDRA CL ARE SARAH REES BRENNAN MAUREEN JOHNSON
İngilizceden Çeviren: Deniz Arı, Zeynep ARIKAN
a rt e mis
yay ı n l a r ı ,
i sta nb u l
ABG/239 AB/511 AÇ/529 A/55
BANE GÜNLÜKLERİ Cassandra Clare, Sarah Rees Brennan, Maureen Johnson Orijinal Adı: The Bane Chronicles Genel Yayın Yönetmeni: Ilgın Sönmez Toydemir İngilizceden Çeviren: Deniz Arı, Zeynep Arıkan Editör: Elif Nihan Akbaş Yaratıcı Yönetim: photoRepublic İç Çizimler: Cassandra Jean © 2014 Grafik: Mebruke Bayram, Murat Yıldırım 1. Basım: Kasım 2015 ISBN: 978 - 605 - 142 - 764 - 5 Sertifika No: 10905 - Peru’nun Perde Arkası © 2013, CASSANDRA CLAIRE LLC - Kaçak Kraliçe © 2013, CASSANDRA CLAIRE LLC - Vampirler, Çörekler ve Edmund Herondale © 2013, CASSANDRA CLAIRE LLC - Gece Yarısı Mirasçısı © 2013, CASSANDRA CLAIRE LLC - Dumort Oteli’nin Dirilişi © 2013, CASSANDRA CLAIRE LLC - Raphael Santiago’yu Kurtarmak © 2013, CASSANDRA CLAIRE LLC - Dumort Oteli’nin Çöküşü © 2013, CASSANDRA CLAIRE LLC - Her Şeye Sahip Bir Gölge Avcısı’na Ne Almalı? (Üstelik Resmen Çıkmadığınız Bir Gölge Avcısı’na) © 2013, CASSANDRA CLAIRE LLC - New York Enstitüsü’nün Son Çırpınışı © 2013, CASSANDRA CLAIRE LLC - Gerçek Aşkın Seyri (Ve İlk Görüşmeler) © 2014, CASSANDRA CLAIRE LLC - Magnus Bane’in Sesli Mesajları © 2014, CASSANDRA CLAIRE LLC Bu kitabın Türkçe yayın hakları Nurcihan Kesim Telif Hakları Ajansı aracılığıyla Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti.’ne aittir. Yayınevinden izin alınmadan kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.
ARTEMİS YAYINLARI Ticarethane Sokak No: 53 Cağaloğlu / İstanbul Tel: (212) 513 34 20-21 Faks: (212) 512 33 76 e-posta: editor@artemisyayinlari.com www.artemisyayinlari.com Baskı ve Cilt: Melisa Matbaacılık Çiftehavuzlar Yolu Acar Sitesi No: 4 Bayrampaşa / İstanbul Tel: (212) 674 97 23 Faks: (212) 674 97 29 Sertifika No: 12088 Genel Dağıtım: Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti. Tel: (212) 511 53 03 Faks: (212) 519 33 00 Artemis Yayınları, Alfa Yayın Grubu’nun tescilli markasıdır.
Bane G羹nl羹kleri CASSANDRA CL ARE SARAH REES BRENNAN MAUREEN JOHNSON
a rt e mis
yay 覺 n l a r 覺 ,
i sta nb u l
Bu kitap, mektuplar ve e-postalar yazan, imza günlerime gelen ve Magnus ile Alec’in onlara çok şey ifade ettiğini söyleyen insanlar için -onlar kendilerini biliyor. Magnus gibi siz de büyülüsünüz ve hepiniz birer kahramansınız.
B A N E
G Ü N L Ü K L E R İ
İç İn d e k İl e r
Peru’nun Perde Arkası Kaçak Kraliçe
1 61
Vampirler, Çörekler ve Edmund Herondale
119
Gece Yarısı Mirasçısı
179
Dumort Oteli’nin Dirilişi
239
Raphael Santiago’yu Kurtarmak
295
Dumort Oteli’nin Çöküşü
351
Her Şeye Sahip Bir Gölge Avcısı’na Ne Almalı? (Üstelik Resmen Çıkmadığınız Bir Gölge Avcısı’na)
405
New York Enstitüsü’nün Son Çırpınışı
453
Gerçek Aşkın Seyri (Ve İlk Randevular)
513
Magnus Bane’in Sesli Mesajları
565
Peru’nun Perde Arkası Cassandra Clare ve Sarah Rees Brennan
Böylece şarangoyu çalmaya devam etti. Oysa evde çalması yasaklanmıştı. Aynı zamanda kamusal alanlarda çalmaktan da vazgeçmişti. Ağlayan bir çocuğun, elinde gazeteleriyle şehrin kuralları ve ufak çaplı bir isyan hakkında konuşan adamın yanında. Son çare olarak dağlara çıkıp orada çaldı. Magnus gördüğü lama izdihamının bir rastlantıdan ibaret olduğuna emindi. Lamaların onu yargılaması mümkün değildi.
—Peru’nun Perde Arkası
Perulu Büyücüler Yüksek Konseyi tarafından Peru’dan ihraç edildiği an, Magnus Bane’in hayatında üzücü bir dönüm noktasıydı. Bunun sebebi Peru’nun Aşağı Dünya’da elden ele dolaşan, o onur kırıcı fotoğrafının yer aldığı posterler değildi. Asıl sebep, Peru’nun en sevdiği yerlerden biri olmasıydı. Burada pek çok macera yaşamış, 1791 yılında Ragnor Fell’i Lima’da o keyifli kaçış turuna davet ettiği günden bu yana orada sayısız güzel anı biriktirmişti.
1791 Magnus gözlerini Lima’nın hemen dışındaki yol kenarı bir handa açtı ve derhâl işlemeli ceketini, pantolonunu ve parlak tokalı ayakkabılarını giyerek kahvaltı etmek üzere odasından ayrıldı. 5
bane günlüklerİ
Dışarı adım attığında ise karşılaştığı şey kendisini bekleyen bir kahvaltı değil, uzun saçlarını siyah bir örtü altında toplamış balık etli hancı kadın ile garson kızlardan birinin hana yeni gelen birisi hakkında yaptığı dedikodu oldu. “Bana kalırsa bir deniz canavarı olmalı,” diye fısıldadığını işitti hancı kadının. “Veya bir denizadamı. Denizadamları karada yaşayabilir mi?” “Günaydın hanımlar,” diye seslendi Magnus. “Konuşmalarınıza bakılırsa misafirim nihayet gelmiş.” İki kadın da şaşkınlıkla gözlerini iki kez kırpıştırdı. Magnus ilk göz kırpıştırmaları aniden lafa dalmış olmasına, ikinci ve daha yavaş olan kırpıştırmaları ise ağzından çıkan kelimelerin yarattığı etkiye yordu. İki kadına da neşeyle el salladı, geniş ahşap kapıyı aşarak avluya, oradan da hanın ana salonuna geçti ve büyücü arkadaşı Ragnor Fell’i elinde bir kupa chicha de molle birası ile odanın arka tarafında otururken buldu. “Aynısından istiyorum,” dedi Magnus, garson kıza. “Hayır, bir saniye. Aynısından üç tane istiyorum.” “Benim de aynısından istediğimi söyle,” dedi Ragnor. “Şu içkiyi alabilmek için epey detaylı bir açıklama yapmam gerekti.” Magnus, Ragnor’un dediğini yaptıktan sonra bakışlarını tekrar ona yöneltti. Eski dostunun her zamanki gibi göründüğüne karar verdi: Berbat kıyafetler, fazlaca kasvetli bir görünüş ve fazlaca yeşil ten rengi. Magnus kendi büyücü işaretlerinin bu kadar açık seçik ortada olmadığına çoğu kez şükrederdi. Bir kedinin altın-yeşil renginde gözlerine sahip olmak bazı durumlarda uy6
P eru ’ nun P erde A rkası
gunsuz kaçabiliyordu ama bu ufak bir sihirle kolaylıkla gizlenebilirdi. Bunu başaramadığı zamanlarda dahi eh, bunu bir kusur olarak görmeyen pek çok kadın -ve erkek- vardı. “Sihir yok mu?” diye sordu Magnus. “Beni buraya bitmek bilmez hovardalıklarla dolu seyahatlerinde sana eşlik etmem için çağırdığını sanıyordum,” dedi Ragnor. Magnus neşeyle gülümsedi. “Öyle zaten!” Sonra duraksadı. “Kusura bakma ama bağlantıyı kuramadım.” “Doğal görünüşümün kadınlar üstünde daha etkili olduğunu keşfettim,” dedi Ragnor. “Kadınlar farklı tiplerden hoşlanıyor. Güneş Kralı Louis’nin eşrafından bir bayan bana başka kimsenin minik lahana’sıyla boy ölçüşemeyeceğini söylemişti mesela. Sonradan bunun Fransa’da oldukça popüler bir iltifat hâline geldiğini işittim. Benim sayemde.” Ragnor bunu her zamanki hüzünlü tavrıyla söylemişti. Altı içki masaya bırakıldığı anda Magnus kollarıyla hepsini kendine doğru çekti. “Bunların hepsine ihtiyacım olacak galiba. Lütfen arkadaşım için birkaç içki daha getirin.” Magnus birasından büyük bir yudum aldığı anda kendine geldi. Dışarıdaki gün ışığına, önündeki içkilere bakınca kendini çok daha iyi hissetti. “Tebrikler. Ve Kralların Şehri Lima’ya hoş geldin, benim tatlı bezelyem.” Ragnor için beş, Magnus için on yedi bardak içkiden oluşan kahvaltının ardından Magnus, Ragnor’u Lima turuna çıkardı ve 7
bane günlüklerİ
onu başpiskoposun altın renginde, kıvrımlı ve oyma işlemelerle dolu sarayından, gerekli bir şıklıkla tasarlanmış balkonlu parlak binalarla dolu, İspanyolların bir zamanlar suçluları idam ettiği meydana doğru götürdü. “Başkentten başlamanın iyi bir fikir olduğunu düşündüm. Ayrıca, buraya daha önce de gelmiştim,” dedi Magnus. “Yaklaşık elli sene önce. Şehrin neredeyse tamamını toprağın altına gömen depremi saymazsak oldukça da iyi vakit geçirmiştim.” “Depremle bir alakan var mıydı?” “Ragnor,” dedi azarlayıcı bir tavırla Magnus arkadaşına. “Olup biten her küçük doğal felaket için beni suçlayamazsın!” “Soruma cevap vermedin,” dedi Ragnor ve iç geçirdi. “Senin daha… güvenilir olmana ve normalden daha az kendin olmana ihtiyacım var,” diye uyardı, yürümeye devam ederlerken. “Bu yörenin dilini bilmiyorum.” “İspanyolca bilmiyor musun yani?” diye sordu Magnus. “Yoksa Quechua dilini mi bilmiyorsun? Ya da belki Aymara dilini bilmediğini söylüyorsun?” Magnus gittiği her yerde bir yabancı olarak karşılandığının oldukça farkındaydı ve istediği her yere gidebilmek için oraların dilini öğrenmeyi kendine ilke edinmişti. Ana dilinden sonra öğrendiği ilk dil ise İspanyolcaydı. Nadiren kullandığı bir dil varsa o da ana diliydi. Zira bu ona annesini, üvey babasını ve çocukluğundaki sevgi, dua ve hüzün dolu günleri hatırlatıyordu. O dili kullandığı zaman kelimeler sanki aşırı bir ciddiyet taşımak zorundaymış gibi, dilinde büyük bir ağırlık hissine yol açardı. 8
P eru ’ nun P erde A rkası
(Bildiği başka diller de vardı –Purgatory ve Gehenna dilleri ile Tatarca gibi. Bu dilleri de iblis âlemlerindeki bağlantılarıyla iletişime geçebilmek için öğrenmişti ve işi gereği sık sık kullanmak zorunda kalırdı. Ama bu diller de ona gerçek babasını hatırlatıyordu ve çağrıştırdıkları anılar daha bile kötüydü.) Magnus’a göre dürüstlük ve ağırbaşlılık fazlasıyla abartılmış kavramlardı. Keyif kaçıran anılarla yüzleşmek zorunda kalmak da öyle. Bunların yerine eğlenmeyi ve eğlendirmeyi tercih ederdi. “Az önce bahsettiğin dillerin hiçbirini bilmiyorum,” dedi Ragnor. “Ama seni anlayabildiğime göre, Geveze Sersemceyi iyi bildiğim belli.” “Bu lafın incitici ve gereksizdi,” dedi Magnus. “Ama tabii ki bana güvenebilirsin.” “Beni burada başıboş bırakayım deme. Söz ver bana, Bane.” Magnus kaşlarını kaldırdı. “Sana şeref sözü veriyorum!” “Seni bulurum,” dedi Ragnor. “O gülünç kıyafetlerini tıktığın sandığı da bulur ve sen uyurken bir lama getirir, sahip olduğun her şeyin üstüne işetmeyi bilirim.” “Bu kadar çirkinleşmene gerek yok,” dedi Magnus. “Merak etme. Öğrenmen gereken bütün kelimeleri hemen şimdi öğretmeye başlayabilirim. Bunlardan biri de fiesta’dır.” Ragnor kaşlarını çattı. “Ne demek o?” Magnus kaşlarını kaldırdı. “Parti anlamına geliyor. Diğer bir önemli kelime ise juerga.” “Peki bu ne anlama geliyor? 9
bane günlüklerİ
Magnus bir şey demedi. “Magnus,” dedi Ragnor, ciddi bir sesle. “Bu kelime de parti anlamına mı geliyor?” Magnus yüzüne yayılan hınzırca sırıtışa engel olamadı. “Özür dilerdim,” dedi. “Ama hiç pişman değilim.” “Biraz daha anlayışlı olmaya çalış,” diye tavsiye verdi Ragnor. “Ama tatildeyiz!” dedi Magnus. “Sen her zaman tatildesin,” diye belirtti Ragnor. “Tatilin başlayalı otuz yıl oldu!” Bu doğruydu işte. Aşkını kaybettiğinden beri Magnus hiçbir yere yerleşmemişti. İlk aşkı değildi, onunla beraber yaşayan ve kolları arasında can veren aşkıydı. Magnus sık sık onu düşünmüş olduğu için adının anılması artık canını yakmıyor, zihninde canlanan yüzü çok uzaklardaki yıldızların güzelliği gibi, erişilmez ama her gecesini aydınlatan bir parlaklık sunuyordu. “Maceraya doyamıyorum,” dedi Magnus neşeyle. “Ve macera da bana doyamıyor.” Ragnor tekrar iç geçirdi. Magnus’un bunu neden yaptığına dair hiçbir fikri yoktu. Ragnor’un şüpheci doğası Magnus’u üzmeye ve hayal kırıklığına uğratmaya devam etti. Tıpkı Yarinacocha Gölü’nü ziyaret ettiklerinde olduğu gibi. Ragnor gözlerini kısmış, “O yunuslar pembe mi?” diye sormuştu. “Ben geldiğimde zaten pembeydiler!” dedi Magnus mağrurca. Duraksadı ve bir an düşündü. “Bundan neredeyse eminim.” 10