John fowles aristos (yaşam üzerine notlar)

Page 1


JOHN (ROBERT) FOWLES (D. 1926) İngiliz rom ancı, hikayeci, şair ve denemeci. Fowles mit ve gizemi gerçekçilik ve varoluşçu düşünce ile birleştiren romanlarıyla yüzyılın önemli yazarları arasına girmiştir. Gerilim romanı. Vıktoryen romanı, ortaçağ öyküsü ve otobiyografi gibi geleneksel düzyazı biçimleriyle deneyler yapmış, bu biçim ­ ler aracılığıyla yirminci yüzyıl sanatını ve toplumunu yorumlamıştır. Fowles karmaşık durum lar ve efsane, sanat ve tarihten alınm a unsurlarla dolu sahneler yaratan, anıştırm a ve betim lem e tekniklerini sık kullanan bir yazardır. Rom an­ ların anlatı yapısı güçlü, karakterleri canlı, inandırıcıdır. Bu karakterlerin çoğu toplum un genelgeçer kurallarının dışında yaşar: romanların dram atik gerilimi bu karakterlerin kendilerini yeniden değerlendirmelerini gerektiren can alıcı dö­ nüm noktalarına ulaşmalarıyla sağlanır. Fow lcs'in kadın kahram anları zeki ve bağım sızdır, erkek kahram anlar ise hayatlarındaki bulmacalara yanıt arayan ge­ nellikle kararsız ve yalıtılm ış durumdadırlar. Çoğu durumda aradıkları basit çö­ zümleri bulamadıkları gibi arayışları esrarın daha da artm asıyla sonuçlanır. Fowles her şeyi bilen tanrı yazar rolünü reddeder, bu tavrı, rom anlarına okuru tatmin edecek sonuçlar yazm ayı reddetmeyi de içerdiği için bazı okurlarını kız­ dırmıştır. Oysa. Fowles yarattığı karakterlere kendi sınırlan içinde seçme ve davranma özgürlüğü tanım anın yazar sorumluluğunun gereği olduğuna inanır. Bu uygulam a, Fow les’in iradesini ve bağımsız düşüncelerini kullanarak toplu­ m a uyum gösterm eye direnen ve böylece şansın hayatı üzerindeki etkisini sınır­ layan ''sahici" insan anlayışına koşuttur. İlk romanı The Collector ( 1963; Koleksiyoncu) büyük bir ticari başarı kazanmış, kitap hakkında yapılan değerlendirmelerde hikâyenin Herakleitos'tan alınan, Az, yani seçkinler ile Çok. yani kitleler arasındaki m ücadele tem asını işlediği vurgulanmıştır. Fowles bir düşünce metni olan ikinci kitabı The A ristas'ta, (1964: A ristas) sanat, din, siyaset ve toplum hakkındaki düşüncelerine yer ver­ miştir. The M agus (1965: Biiyücü) labirentimsi yapısıyla Fow les'in anlatı usta­ lığını gözler önüne serer. Yazımına 1952'de başladığı bu roman ilk kez 1965'tc yayım lanm ış, 1977'de yazarın yaptığı birçok üslup ve yapı değişikliğiyle tekrar yayımlanmıştır. The French Lieutenant's Woman (1969; Fransız Teğmenin Ka­ dını çev.: Aslı Biçen, Ayrıntı Yayınları, 1999) Fowles’un en başarılı ve yenilik­ çi romanı olarak değerlendirilmiştir. The Ebony Tower ( 1974: Ahanoz Kule) her biri bir sanat biçim iyle bağlantılı ve yaratım sürecinin bir yönüyle ilgili olan öy­ külerden oluşur. Daniel Martin (1977) bir adam ın kendini arayışını konu alan, Fow les'un deyişiyle "duygusal anlamda otobiyografik” bir romandır. Manlissu (1982, M antissa. Çev.: Aysun Babacan. Ayrıntı Yayınlan, 2001) cinsellikten edebiyat kuram ına bir dizi konuyu ele alır ve m odem edebiyatta yazann rolü üzerinde odaklanır. Akıl ile boş inanç, delilik ve doğaüstü, özgürlük ve rastlan­ tı, bilim ve büyü gibi kavram lann tartışıldığı; çarpıcı bir gerilim rom anının öte­ sine uzanıp metafizik boyutlara da erişen son romanı A M aggot (1985; Yaratık. çev.: Serdar Rifat Kırkoğlu. Aynntı Yayınları, 2000) ise on sekizinci yüzyılda Shaker mezhebinin ortaya çıkışını konu edinir. Kendi yapıtlarının yazılış serü­ veninden toplumsal analizlere kadar çeşitli yazılar içeren en son yapıtı olan Wormholes (1998: Zaman Tüneli) ise makale ve söyleşilerinden oluşuyor. Ayrıntı Yayınlan John Fow les'in yukanda belirtilen tüm kitaplarını yayın prog­ ram ına almıştır.


Ayrıntı: 312 Lacivert Kitaplar dilişi: 5 Aristos Yaşam Üzerine Notlar John Fmvles İngilizceden çeviren Serdar Rifat Kırkoğlıı Yayıma hazrrlayan Nedim Çatlı Kitabın özgün adı The Aristos Grafton Books/1989 basımından çevrilmiştir. © John Fowlcs & Akçalı Ajans Bu kitabın Türkçe yayım haklan Aynniı Yayınlan ‘na aittir Kapak illüstrasyonu Sev/uç Allan Kapak düzeni Deniz Çelilcoğlu Düzelti Buket Ötülmüş Baskı ve cilt Mart Matbaacılık Sanatları Ltd. Şii. (ö 212) 212 03 39-40 Mitos Yayınlan'nda birinci basım 1997 Aynntı Yayınlan'nda birinci basım 2001 Baskı adedi 2000 ISBN 975-539-315-3

AYRINTI YAYINLARI Dizdariye Çeşmesi Sk. No: 23/1 34400 Çcmberlilaş-lstanbul Tel.: (0 212) 518 7619 Faks: (0 212) 516 45 77


John Fowles

Aristos Yaşam Üzerine Notlar

M

Attwn


L

A

C

İ

V

E

R

T

K İ

T A P

L

A R

D İ Z İ S İ

İŞ İŞTEN GEÇTİKTEN SONRA VERİLEN SÖZLER Darian Leader SEV G İN İN İIA L LE R İ Stephanie Dawrick ÖPÜŞM E M etafizikten Erotiğe Adriaııne Blue KAHKAHA BENDEN YANA Sören Kierkegaard ARİSTOS Yaşam Üzerine Notlar John Fowles H A Z I R L A N A N

K İ T A P L A R

SALOME Yaşamı ve Yapıtları Angela Livingstone GECE A. Alvares


İ ç i n d ek iler

Ö n s ö z ............................................................................................................................ 9

G ir iş ........................................................................................................

I.

16

E V R E N S E L D U R U M ..........................................................................................18 - D eııiz kazası ve s a l ................................................................................................20 - R a stla n tın ın zo r u n lu lu ğ u ................................v .......................................23 - Tanrı o y u n u ................................ 24 - S o n lu lu k ve so n su zlu k ...........................................................................................26 - 'Tanrı ................................ 28 - M a d d en in o lu m sa llığ ı.......................................................................................... 31 - G i z e m ......................................................................................................................... 33 - T a n rıta n ım a zlık ........................................................................................ 36

5


il. -

İN S A N İ H O Ş N U T S U Z L U K L A R ................................................................. 37 Ö lü m .......................................................................................................................... 38 S a d ece h a n a sa h ip o lm a ...................................................................................... 45 Rıılı m i l i .................................................................................................................... 47 Y alıtılm a.................................................................................................................... 49 K a y g ıla r.....................................................................................................................5 1 R a stla n tı.................................................................................................................... 53 H a s e t.......................................................................................................................... 54

III.

N E M O ............................................................................ - S iya sa l n e m o ......................................................................... :................................ 66 - N e m o 'nıoı zo r u n lu lu ğ u ........................................................................................ 7 1

IV.

Ö D Ü L Ü N G Ö R E C E L İ Ğ İ ..................................................................................72 - M u tlu lu k ve h a s e t................................................................................................. 76

V.

İ Y İ ’Y İ Y A P M A K ................................................................................................... 81 - 'N edensiz ed im ler’.................................................................................................84 - G örece özgü rlü ğ ü n a m a c ı .................................................................................. 85 - İyilik ya p m a y e te r s iz liğ i......................................................................................85 - K arşıtını d e s te k le m e ............................................................................................. 88 - İyi kötüye e ş ittir..................................................................................................... 92 - N işin hu k a d a r a z iyi v a r? .................................................................................. 93

V I.

V II.

İN S A N G E R Ç E K L İĞ İN İN G E R İL İM S E L D O Ğ A S I .......................... 100 - ‘B e n ’in karşı k u tu p la r ı.......................................................................................102 - G erilim .................................................................................................... 10 - G erilim in m e k a n izm a sı.............................. ;............................................. 106 - G erilim lerin u stalıkla yö n len d irilm e si..........................................................111 - B a şka ko num a k o y m a ......................................................................................... 116 - U luslararası g e r ilim ...........................:............................................................... 118 - N ih a i g e r ilim ..........................................................................................................119 Ö T E K İ F E L S E F E L E R .......................................................................................122 - H ıristiya n lık ........................................................................................................... 123 - L a m a c ılık ................................................................................................................ 132 - H ü m a n izm ............................................................................................................... 135 - S o sy a liz m ................................................................................................................ 138 - F a şizm ...................................................................................................................... 143 - V a ro lu şç u lu k..........................................................................................................144

V III. P A R A S A P L A N T I S I ........................................................................................... 147 - S ervet ve y o k s u llu k ............................................................................................. 148 - Hazzıtı p a ra s a lla şm a s ı...................................................................................... 152 - O to m a syo n u n ya rattığı h o ş lu k ........................................................................156 - B oş zam an g ö re v le ri.............................................................. •...........................158 - S ayıla rla ö l ü m ......................................................................................................160 - S o n u ç ...................................................................................................................... 165

6


IX .

Y E N İ B İR E Ğ İT İM ..............................................................................................167 - E vrenseI b ir d i l ..................................................................................................... 170 - E ğilim in iiç d iğ e r a m a c ı.................................................................................... 174 - M illiy e tç ilik ............................. ..............................................................................174 - S a n a l ve b ilim ....................................................................................................... 177 - O y u n la r....................................................................................................................187 - S u ç lu lu k ...................................................................................................................189 193 - Y etişkin lik....................................................... - Â d em ile H a v v a .................................................................................................... 195 - C in sel ö zg ü r lü k ................................................................................................... 197 - İç e ğ itim .................................................................................................................. 206 - Ş im d in in ö n e m i........................................................ - ......................................... 207 - İç b ilg i......................................................................................................................209 - Ö zel n iteliğ in d e e ğ itim ...................................................................................... 213

X.

S A N A T IN Ö N E M İ ...............................................................................................216 - Z a m a n ve sa n a t.................................................................................................... 217 - S a n a tçı ve sa n a tı.................................................................... 223 - S a n a t ve to p lu m ................................................................................................... 228 - S a n a tçıla r ve sanatçı o lm ayanlar................................................................... 230 - D âlıi ve za n a a tç ı.................................................................................................. 235 - Ü slup insan d e ğ ild ir ...........................................................................................237 - Ş iir sa n a tı ve in s a n lık ........................................................................................ 239

X I. B İR E Y D E K İ A R İ S T O S .................................................................................... 248 —

E k: H e ra k le ito s .......................................................................................................252

7



Önsöz

Bu kitap ilkin onu okum uş olan hemen herkesin aksi yöndeki tavsi­ yesine karşın yayım landı. Bunun, ‘im aj’ım için iyi olm ayacağı söy­ lendi bana; ve eğ er arkam da çok-salan bir rom anım olm am ış olsay­ dı eminim ki arzulanan bir ‘im aj’ın, tasavvur edilebileceği gibi, bü­ yük bir insani - y a da y azın sal- önem taşıyacağına olan inancımın çok az değeri olurdu. Ben o ‘başarı’yı, bu ‘başarısızlık’ı ortaya çı­ karm ak için kullandım ve böylelikle ilkelerim e göre davranm am a inatçılığı suçlam asıyla karşı karşıya geliyorum . İnatçılık bakım ın­ dan suçlu olduğum u kabul ediyor, ilkesizlik bakım ından, etm iyo­ rum; çünkü ben sadece, yazdıklarım la uyum içinde hareket ediyor­ dum. A rm o j’taki' en önem li meselem , bireyin özgürlüğünü yüzyılı‘ Aristos sözcüğü eski Yunancadan alınmıştır. Sözcük tekildir ve kabaca, ‘belli bir durum için en iyi' anlamına gelir, ilk hecesi vurgulanır. 9


mızı teh d k ed en bütün şu uyuşm a-baskıları’na karşı korum aktır; he­ pimizin üzerine, am a özellikle de kam unun gözü önünde olan her­ hangi bir kim senin üzerine konulm uş olan bu baskılardan bir tane­ si, bir kişiyi, sayesinde para ve ün kazandığı şeyle-yani, öteki in­ sanların onu en çok kullanm ak istedikleri şeyle yaftalam a baskısı­ dır. Bir kişiyi musluk tam ircisi diye adlandırm ak onun bir yanım be­ timlem ektir, ama aynı zam anda onun birçok başka yanını karanlık­ ta bırakmaktır. Ben bir yazarım ; ve kendimi basılı sözcüklerde ifa­ de etm ekten başka özel bir tutukevi istem iyorum . Bu yüzden bu ki­ tabın başlıca kişisel gerekçesi, ‘rom ancı’ diye yaftalanan kafese gir­ m eye niyetim in olm adığını bildirm ekti. Bununla birlikte, insanları rahatsız eden sadece kitap meselesi değildi. Tarzım d a-yaşam üzerine görüşlerim i ortaya koyduğum dogm atik biçim de rahatsız etm işti. A m a bu da, bireyselliği destek­ leme arzusundan kaynaklanıyordu. K endi inandığım şeyleri açık açık bildirerek sizi de kendi kendinize inandığınız şeyleri açık açık bildirm eye zorlam ayı um uyorum . G örüş birliği beklem iyorum . B u­ nu isteseydim çok farklı bir biçim ve üslupta yazardım ve haplarım ı her zam anki şekerli tabakayla sarardım . Kısacası, bir davayı savun­ muyorum. Dünyam ızda felsefenin filozoflara, toplumbilim in toplum bilim ­ cilere ve ölüm ün de ölülere bırakılm ası gerektiği yolunda çok yay­ gın bir görüş vardır. Sanırım bu, zam anım ızın büyük sapkınlıklarınd a n -v e tiranlıklarından-biridir. Genel ilgi konusu olan m eselelerde (yaşamın anlam ı, iyi toplum un doğası, insanlık durum unun sınırla­ rı gibi) yalnızca uzm anın-ve yalnızca kendi konusunda-görüşlere sahip olm a hakkı olduğu görüşünü tümüyle reddediyorum . İzinsiz girenler dava edilecektir levhaları, bereket versin ki, kırlık yöreleri­ mizde gitgide ender görülür oldu; ama bunlar hâlâ, edebiyat ve en­ telektüel yaşam ım ızın yüksek duvarlı binalarının çevresinde m anlar gibi biliyorlar. Teknolojideki bütün büyük başarılarım ıza karşın bizler, dar profesyonel alanlarım ızın dışında, zihinsel olarak şim diye değin varolm uş en tembel ve en koyunsu kuşaklardan bir lanesiyiz. Ancak bu kitabın bir başka amacı da, iyim serliğin onsekizinci yüz­ yılın ve kendinden hoşnutluğun da ondokuzuncu yüzyılın yakasını 10


bırakm am ası gibi, hoşnutsuzluğun yüzyılım ızın yakasını bırakm a­ m asının ana nedeninin, lam da en temel insani doğuş hakkımızı gözden kaçırm ak olduğunu ortaya koym aktır: Yani, bizi ilgilendiren her şey üzerinde kendi kendim ize bir görüş sahibi olmak. İstenm eyen sinyalleri okum am a konusunda N elson ile aynı yön­ temi kullanarak, kimi eleştirm enler bu kitapta ve iki romanımAa-K oleksiyoncu ve fiiVywaV-benim bir gizli-faşist olduğum kanıtı­ nı da gördüler. Ben bütün yetişkinlik yaşam ım boyunca insanın be­ nim seyebileceği tek ussal politik öğretinin dem okratik sosyalizm olduğuna inandım . Ama benim hiçbir zaman inanm adığım şey, şu son yirmi yılda popüler olan türden yarı-duygusal liberalizmdir; ya­ ni. derinden benim senen inançtan ya da tepkiyi yok etm ek için dü­ şünülüp taşınılm ış girişim den çok avangard sosyal çevrelerle ve son m oda gazetelerle uyuşan türden bir görüş. B enzer biçim de, sosya­ lizmin proletaryanın tek mülkiyeti olduğu ve sosyalist politikadaki başlıca sesin de her zaman örgütlü em ek gücünün sesi olm ası gerek­ liği türünden bir kuram için harcanacak çok zam anım yok. Sosya­ lizmin yükselişini çok büyük ölçüde sendika hareketine borçluyuz; am a artık göbek bağını kesmenin zamanıdır. Bu kitaptaki başlıca lem a-Koleksiyoncu'da. da olduğu gibi-benzer biçim de yanlış anlaşılmıştır. Öz olarak bir Yunanlı filozoftan, H erakleitos’tan gelm ektedir. Herakleitos konusunda çok az şey bi­ liyoruz, Yunan felsefesinin ihtişamlı çağından önce yaşamıştır, ve yapıtından bütün geriye kalan çoğunlukla karanlık fragmanlardan oluşan birkaç sayfadır. Ünlü bir kitapta—Aç/A: Toplum -Profesör Kari Popper, H erakleitos'a, modern totalitarizm in atası olduğu için (baş­ ka hiçbir şey için olm asa bile, Platon’u etkilediği için), karşı inan­ dırıcı bir dava başlatmıştır. Herakleitos, insanlığı, ahlâkî ve entelek­ tüel bir elite (aristoi, iyiler, doğuştan soylu olanlar d e ğ il-bu, daha sonraki bir anlam dır) ve bir de düşünm eyen, uyuşan bir kitle—/tor po llo i, çoğunluk, olarak ikiye bölünm üş görüyordu. Böylesi bir ay­ rım ın, efendi-ırk, üstün insan, azınlık ya da tek kişi tarafından yö­ netim, ve benzeri görüşler konusunda kuram lar ortaya atm ış daha sonraki bütün şu düşünürlerin ellerinde neye dönüştüğünü insan ko­ laylıkla görebilir. H erakleitos’un, tıpkı kendinden m asum, yere bı­ II


rakılmış bir silah gibi, gericiler tarafından kullanılm ış olduğu yad­ sınamaz: Ama bana öyle geliyor ki onun temel savı biyolojik bakım ­ dan çürütülem ez. İnsanın çaba harcadığı her alanda başarıların, ileriye atılan adımların çoğunun bireylerden geldiği çok açık tır-ister bilim ya da sanat dahileri söz konusu olsun, isterse azizler, devrim ciler ya da başka ne derseniz . Ve, buna karşılık, insanlığın büyük kitlesinin bü­ yük ölçüde zek i-y a da büyük ölçüde ahlâklı, ya da sanatsal olarak büyük ölçüde yetenekli, y a da gerçekte daha soylu insan etkinlikle­ rinin herhangi birisini yerine getirecek ölçüde nitelikli olmadığını bilmek için, zekâ testlerinin kanıtlarına ihtiyaç duym ayız. Elbette bundan hem en, insanlığın açık açık tanım lanm ış iki gruba bölünebileceği, yetkin olan bir A zınlık ile horgörülesi bir Ç oğunluk oldu­ ğu sonucuna varm ak, budalacadır. D erecelem eler sonsuzdur; ve bu kitaptan başka hiçbir fikir edinm em iş olsanız bile, umarım Azınlık ile Çoğunluk arasındaki ayırıcı çizgi bireyler arasından değil, her bir bireyden geçm elidir dediğim de neyi söylem ek islediğim i anlar­ sınız. Kısacası hiçbirim iz tüm üyle kusursuz; ve hiçbirim iz tüm üyle kusurlu değiliz. Öte yandan, tarih-özellikle de yirm inci yüzyıida-toplum un yaşa­ mını, sürekli olarak, A zınlık ile Çoğunluk arasında. ‘O nlar’ ile ‘B iz’ arasında bir çatışm a olarak gördüğünü göstermektedir. Koleksiyoncw’daki amacım bu çatışm anın sonuçlarının bazılarını, bir mesel ara­ cılığıyla, çözüm lem eye girişm ekti. Kızı kaçıran Clegg, kötülük yap­ tı; ama ben onun kötülüğünün büyük ölçüde, belki de tüm üyle, kötü bir eğitimin, yaşadığı kötü çevrenin, öksüz kalmanın sonucu olduğu­ nu göstermeye çalıştım: Yani, üzerinde hiçbir kontrolünün olmadığı o etkenlerin sonucu. K ısacası, Ç oğunluk’un gücül m asum luğunu (emellendirmeye çalıştım. Hapsettiği kız. M iranda, kendi üzerinde C legg’den biraz daha kontrole sahipti: Varlıklı anababaya, iyi eğitim fırsatına, soyundan aldığı yeteneğe ve zekâya sahipti. Bu, onun ku­ sursuz olduğu anlamına gelmiyor. Tam tersine-birçok üniversite öğ­ rencisi gibi, fikirlerinde kibirliydi, kendini beğenmişti, liberai-hümanist bir snobdu. Ancak eğer ölm em iş olsaydı, daha iyi biri, insanlı­ ğın acilen ihtiyaç duyduğu türden biri olabilirdi. 12


C legg’deki edim sel kötülük M iranda’daki gizil iyiliği altetti. Bununla, geleceği kara b ir kötüm serlikle gördüğüm ü söylem ek is­ temedim; değerli bir elite'ın barbar sürüleriyle tehdit edildiğini de. Sadece, biyolojik A zınlık ile biyolojik Ç oğunluk arasındaki bu hiç gereği olmayan vahşi çatışm aya göğüs germ edikçe (bir yandan bü­ yük ölçüde gereksiz haset ve öte yandan da gereksiz horgörü üzeri­ ne tem ellenen bir çatışm a); hepim iz de eşit insan haklarıyla doğ­ makla birlikte, eşit doğm adığım ızı ve hiçbir zam an da doğm ayaca­ ğımızı kabul etm edikçe; Çoğunluk eğitilip yanlış b ir varsayım a da­ yanan aşağılık olm ak duygusundan ve A zınlık eğitilip eş ölçüde yanlış bir varsayım a dayanan biyolojik üstünlüğün bir varoluş du­ rum u olduğu görüşünden kurtulm adıkça-oysa gerçekte bir sorum ­ luluk durum udur-daha doğru ve daha mutlu bir dünyaya hiçbir za­ man varam ayacağız. Bu kitapta başka bir yerde, yaşam ı kutuplar halinde görmenin önemini; bireylerin, ulusların, fikirlerin güç, enerji ve yakıt alabil­ mek için karşıtlarına, düşm anlarına ve zıtlanna, yüzeysel görünüş­ lerin düşündürdüğünden çok daha bağım lı olduğunu ileri sürüyo­ rum. Bu aynı zam anda A zınlık ile Çoğunluk, evrim sel olarak ayrı­ calıklılar ve ayrıcalıklı olm ayanlar arasındaki m uhalefet için de geçerlidir. Bu savaş düzenine sokulm uş durum da, açıkça sağlıksız olanların yanısıra, sağlıklı ürünler vardır. A m a dünyam ızda yanlış olanı tek bir sözcük özetleyecek olsa, bu kuşkusuz eşitsizlik sözcü­ ğüdür. Başkan K ennedy’yi öldüren, Lee Harvey O sw ald değil eşit­ sizlikti. H içbir zam an kontrol edem eyeceğim iz büyük etken olan rastlantı, yaşam ı her zam an eşitsizlikle kaplayacaktır. Ve insanın kendisinin bu kötü virüsü sınırlam aya uğraşm ak yerine onu dünya­ m ızda körce yaym aya devam etm esi delilik gibi gözükmektedir. Bu, K oleksiyoncu’da ve bu kitapta daha derinde yatan mesajdı. Her ne olursa olsun, sanırım siz de onun faşistçe bir mesaj olm adı­ ğını kabul edeceksiniz.

1968

13


Bu yeni İngiliz baskısına, onbir yıl sonra sadece, daha çok geçm işe yönelik şu notu eklem ek istiyorum. Bu metne getirdiğim çeşitli dü­ zeltmelerin en boşuna olanı, kitabın özgün allbaşlığı 'F ikirlerle Bir O loportre’nin çıkarılm ası oldu, çünkü bu ifade büyük olasılıkla ki­ tabın olduğu şeyi, ya da daha doğrusu, geçm işte olduğu şeyi-çünkü çizdiği tablo şimdi bana şu anki varlığım dan oldukça uzak gözüküyor-en iyi şekilde dile getiriyordu. Duygu ve görüşlerim in o kadar değişm iş olm asından değil bu; am a hiç kuşku yok ki görüşlerim i şimdi böyle, bu denli dobra dobra ve koşulsuzca dile getirm ezdim . O xford’da daha bir lisans öğrencisiyken giriştiğim ilk yazı, böylesi ‘düşüncelerin’ not defterlerine kaydedilmesi oldu, ve öğrenim i­ ni gördüğüm dilin ve dersin etkisi. Fransızca ve edebiyatı, hiç kuş­ kusuz can sıkıcı biçim de belirgin. Sanırım Fransızca öğrenim i g ö ­ ren çoğu Anglo-Sakson öğrenci (eğer bir gün kendi dillerinde yaz­ mayı düşünüyorlarsa) Fransızlara özgü açıklıkla, belirginlikle ve daha özel olarak da bunun Pascal, La Rochefoucauld ve Cham forl gibi yazarlarca ortaya konan biçim iyle tehlikeli bir gönül ilişkisine girm ek zorunda kalıyor. H er zaman en çok sevdiğim -hatta öğren­ ciyken bile-b ir Fransız filozofunun ruhunun bu kitaba ne denli az sızabilmiş olduğunu görm ekten beni alıkoym uş olabilen şey, sade­ ce kendi körlüğüm ya da İngilizce'nin gözle görülür biçim de uygun olmadığı türden bir retoriğe duyulan delicesine hayranlıktır. M ontaigne’i ustam olarak alm ış olsaydım çok daha iyi yapardım ; o, Avru­ pa düşünce tarihinde profesyonellerin yanında ayakta kalabilen tek amatördür. Bu yüzden, 1968’in gözden geçirilm iş versiyonunun yeniden basımı olan bu baskıda daha fazla bir düzeltm e yapm adım , ve.dün­ yanın 1950’lerde-m etnin büyük bir bölümü bu dönem de yazılm ıştır-genç bir İngilize nasıl göründüğünü gösterm esi dışında ona d a­ ha fazla sahip çıkacak değilim . Onu yazm ış olm aktan ötürü memmunluğum sürüyorsa, bunun nedeni esas olarak, şim di böylesi bir girişime kalkışmanın bile beni çok şaşırtacağıdır. Hem D oğu’da hem de B atı’da çaresi bulunur kusurlara, büyük adaletsizliği ve eşit­ sizliği hoşgörm eyi sürdürerek girdiğim iz korkutucu risklere olan körlüğüm üz artıyor; yüzyılım ız, on sekizinci yüzyılda olduğu gi­ 14


bi, büyük bir hesaplaşm aya doğru gidiyor, ve I9 8 9 ’a, 1984’den da­ ha büyük bir felaket önseziyle baksak iyi ederiz. Ne yazık ki, kom ü­ nist ya da kapitalist, şu anki ancien regim e’lerim izde, beni burada söylenenlerin çoğundan utandıracak, ürkütücü derecede az şey var. 1979

15


Giriş

«"V 1 ı-v Başlam ak üzere olduğunuz kitap notlar biçim inde yazıldı. Kendi tem belliğim den değil, her türlü retoriği, üslup aracılığıyla her türlü iknayı ortadan kaldırm a girişim i. N otların çoğu dogm atik görüş ifa­ deleri; ve burada, benzer biçim de, niyetim inandırm aya zorlam ak değil, tersine, yapay yollarla her türlü ikna olasılığını saf dışı etm ek. Fikirlerim in, salt hoş bir biçim de sunulduktan için beğenilm esini istemiyorum; fikir olarak beğenilm esini istiyorum. 16


rv 2 rv

B ir diyalog değil bu, am a b ir diyalogun yalnızca bir yanı. Ben bil­ diriyorum ; siz. arzu ederseniz, çürütürsünüz.

rv 3 rv

Söylediklerim in bazıları kurgulamanın ve genellem enin her zam an­ ki kusurunu taşıyor; hiçbir kanıt yok. Var olan kanıt sizin uyuşm a­ nızda yatıyor; karşı kanıt ise, uyuşm am anızda. B irçok m odern filo­ zof doğrulanm ayan ifadelerin bilimsel olarak anlam sız olduklarını ileri sürecek; am a ben felsefenin yalnızca bir bilim olduğunu ya da olacağını kabul edem em .

rv 4 rv

Ben önce bir şairim ; ve sonra b ir bilim adam ı. B u, yaşam öyküsel bir gerçek, bir erdem değil.

rv 5 rv

İnsanın tem el akıl sağlığına inanıyorum ve bundan sonra okuyacak­ larınız bu inancın birer anım satıcısı.

P2ÛN/AriMt»v

17


I

E v r e n se l durum

I-V 1 rv Neredeyiz? Bu durum nedir? Bir efendisi var mıdır?

fV 2 rv Zaman içinde m adde bize, hayatta kalarak kazandığım ız hakla, iki karşıt ilke tarafından yönetilirm iş gibi gözükür: Yasa, ya da örgütleyici ilke ve Kaos, ya da dağıtıcı ilke. Bu ikisi, bizim için birisi ayı­ rıcı ve inşa edici, ötekisi ise yıkıcı ve zarara yol açıcı bu iki ilke, sonsuz çatışm a içindedirler. Bu çatışm a varoluştur. 18


rv 3 fV

Varolan her şey, varolarak ve varolan tek şey olm ayarak, bireyselli­ ğe sahiptir.

r v 4 'V Bilinen evren, kurucu öğelerinde ve yasalarında tek biçimlidir. Ondaki her şeyin ya da her bir bireysel şeyin, zam an içinde bir ölümü ve bir doğum u vardır. Bu doğum ve bu ölüm bireyselliğin alam etle­ ridir.

rv 5 /-V

M addenin biçim leri sonludur, am a m adde sonsuzdur. Biçim bir ölüm hükm üdür, m adde öncesiz sonrasız yaşamdır.

Bireysellik hem acının duyum u hem de haz duygusu için gereklidir. Acıların ve hazlann her ikisi de bütünün tek b ir am acına hizm et ederler: M addenin sürgitm esi. Bütün acılar ve hazlar kısm en olduk­ ları gibidirler, çünkü paylaşılm azlar; ve çünkü, bir bireyin işlevleri olduklarından, sona ererler.

rv 7 rv Yasa ve Kaos, varoluşa egem en olan iki süreç, bireye eş ölçüde ka­ yıtsızdır. K aos için. Yasa tahrip edicidir; Yasa için, Kaos. Bireyi eş ölçüde yaratırlar, ona söz geçirirler ve onu yok ederler.

rv 8 rv

Bir bütün olarak, hiçbir şey adaletten uzak değildir. Şu ya da bu bi­ reye, talihsiz gelebilir.

19


rv 9 < v Bütünci*, herhangi tekil bir şeye ilgi gösteren hiçbir güç ya da tanrı olamaz, am a bütünle ilgilenen bir güç olabilir.

rv 10 rv Bütünün hiç gözdesi yoktur.

D E N İZ K A Z A S I VE S AL

(V 11 (V Salı üzerindeki insanlık. Sonsuz okyanus üzerindeki sal. Şu anki hoşnutsuzluğundan, geçm işte m utluyken feci bir deniz kazası oldu­ ğu sonucunu çıkarıyor insan; bir altın çağ, bir Cennet Bahçesi. Ay­ nı zam anda ilerde bir yerde vaat edilm iş bir toprak, çatışm asız bir toprak olduğu sonucunu çıkarıyor. Bu arada, sefil bir halde en p a s­ sage' bulunuyor; bu mit, dinsel inançtan daha derinde yatıyor.

f-v 12 rv Salda yedi kişi var. Yaşamdaki iyi şeylerin ıstırabı uzatmaktan baş­ ka bir işe yaram ayan aldatm acalar olduğunu düşünen kötüm ser; düsturu Carpe rf/ew -gününü gün et-o lan ve salın en iyi bölümünü kendine ayırm ak için elinden geleni yapan benm erkezci; vaat edil­ m iş toprağı görebilm ek için hep dikkatle ufku tarayan iyimser; yol­ culuğun seyir defterini tutm ak ve denizin, salın ve öteki kazazede arkadaşların durum unu kaydedecek yeterli şeyler bulan gözlem ci; kendisini yadsım a ve başkalarına yardım etm e ihtiyacını karşılam ak için kendi gerekçesini bulan özgecil; denize atlayıp her şeye son verm eye, karşı çıkm aktan başka hiçbir şeye inanm ayan Stoacı; ve son olarak, çocuk; bazılarının m ükem m el b ir ses perdesiyle doğm a­ ları gibi, m ükem m el bir cehaletle doğm uş olan çocuk-sonunda her ’ (Fr.) Geçiş halinde, (ç.n) 20


şeyin açıklanacağına, kâbusun sona erip yeşil kıyının görüneceğine inanan, acınacak derecede her yerde karşım ıza çıkan çocuk.

rv 13 rv Am a hiç deniz kazası olm adı; hiç vaat edilm iş toprak olm ayacak. Şayet ideal bir vaat edilm iş toprak, bir Kenan ili, olm uş olsaydı, in­ sanlar için oturulm az olurdu.

<-v 14 <-v İnsan bir fail arayıcısıdır. K ör bir rüzgârın içindeki bu oluş için, bir salın üzerindeki bu oluş için bir fail ararız; gizem li gücü, neden ola­ nı, tanrıyı, varlığın ve yokluğun gizemli m askesinin ardındaki yüzü ararız. Bazıları kendi iyi tabiatlarından etkin bir tanrı yaparlar; iyi yürekli bir baba, nazik bir anne, bilge bir erkek kardeş, sevimli bir kız kardeş. Bazıları özniteliklerden etkin bir tanrı yaparlar: m erha­ met, ilgi ve adalet gibi arzu edilir insani öznitelikler. Bazıları kendi kötü tabiatlarından etkin bir tanrı yaparlar; sadist derecede zalim ya da son derece abes bir tanrı; gizlenen bir tanrı; savunm asız bireyin karanlık söm ürgeni; Tekvin 3:1 6 -1 7 ' nin zehirli tiranı.

<-V15 rv Bu türler arasında, yani etkin bir iyi tanrıya gönülden inananlarla et­ kin bir kötü tanrıya gönülden inananlar arasında, büyük çoğunluk Pangloss ile Eyüb arasında kalan bir koyun sürüsü gibi yer değişti­ rip dalgalanır. Boş b ir imgeye içten olm ayan saygı gösterisinde bu­ lunurlar; ya da hiçbir şeye inanmazlar. Bu yüzyılda E yü b’e doğru sürüklenm işlerdir. E ğer etkin iyi bir tanrı varsa, 1914’den beri çok düşük ücretler ödem iştiî.

rv 16 rv Ancak insan yaşam ak için bir neden gördükçe, başka bir neden de gizemli kaynaktan fışkırır. Böyle olm ası gerekir, çünkü o varolm a21


yı sürdürür. Bu açıklanam az su üslünde kalm a yeteneği onu rahat­ sız eder. O varolur, am a suistim al edilir.

r v 17 r v

İnsan sürekli bir eksikliktir, sonsuz bir yoksunluktur, bireysel şeyle­ re görünüşte sonsuz bir kayıtsızlık içinde bulunan görünüşte sonsuz bir okyanusta sürüklenm ektedir. Belli belirsiz, başka salların başına gelen felaketleri görür, onun için üstlerinde başka insanlar olup ol­ m adığını saptayam ayacağı kadar uzak sallar, ama üstlerinde başka insanlar olm adığını varsayabileceği kadar da çok sayıda ve özdeş sallar.

18 r v

Hayatta kalm ayı başarm ış, ancak her zaman hayatta kalması kesin olmayan bir dünyada yaşar. Olan her şey hayatta kalmıştır, am a ha­ yatla kalm ayabilirdi de. H er dünya bir N u h ’un gem isidir ve her za­ man öyle olacaktır.

ryj

19 r v

Salının, dünyasının, özellikle kayrılıp him aye edildiğini ileri süren eski mit şimdi gülünç gözükm ektedir. İnsan çok uzak süper novalardan gelen mesajı görm üş ve anlam ıştır; güneşin gitgide büyüyüp ısındığını ve dünyasının bir gün bir alevler okyanusunda beyaz-sıcak bir top olacağını bilir; ve güneşin hidrojen bom basının daha ön­ ce ölm üş bir gezegeni tam am en yakıp kavuracağını bilir. Bekleyen ve kullanılm aya am ade başka hidrojen bom baları vardır. Ö nündeki m anzara içeriye ve dışarıya doğru dehşet vericidir.

22


R A S T L A N T IN IN Z O R U N L U L U Ğ U

<-v>20 rv Ancak insanlık, insanlık için tüm olanaklı durum ların en iyisinde bulunmaktadır. Sizin için ya da benim için, şu ya da bu birey için; şu ya da bu çağ için; şu ya da bu dünya için en iyi olm ayabilir.

rv 21 rv Bizim için olası en iyi durum dur, çünkü sonlu rastlantının sonsuz bir durum udur: yani, tem el ilkesi her zam an rastlantı olacaktır, ama sınırlar içinde b ir rastlantı. Sınırsız bir rastlantı Fiziksel yasaları ol­ mayan b ir evren olurdu: Yani, sürekli ve m utlak bir kaos.

<-V22 r»» İstencini açığa vuran, bizi ‘duyan’, dualarım ıza yanıt veren, gönül alıcı olan, basit insanların hayal etm ekten hoşlandıkları türden bir tanrı arzu edilir bir ta n n olurdu: Böylesi bir tanrı bütün rastlantım ı­ zı, bütün am acım ızı ve bütün m utluluğum uzu ortadan kaldırırdı.

<-V 2 3 /-V

Rastlantı bizi rastlantı içinde yaşam aya koşullam ıştır. Bütün hazlarım ız ona bağlıdır. B ir hazzı ayarlayıp onu m erakla beklesem de, ondan aldığım nihai zevk gene de bir rastlantı m eselesidir. Zamanın geçtiği her yerde, rastlantı vardır. Bir sonraki sayfayı çevirmeden ölebilirsiniz.

<-v 2 4 n *

Ben varım, ben var değildim , var olm ayabilirdim , v ar olm ayabili­ rim, var olm ayacağım ’dır.

23


rv 25 rv

A nlam ’a, am aca ve hazza sahip olabilm em iz için, içindeki her bi­ reysel şeye kayıtsız olan bir bütün içinde yaşam am ız zorunlu ol­ muştur, olm aktadır ve her zam an olacaktır; bu bütünün kayıtsızlığı­ nın kesin biçimi öyledir ki varoluşun süresi ve her bir bireysel şeyin varoluşu esnasındaki talih tem el olarak, ama aynı zam anda koşulsuz olm am ak üzere rastlantısaldır.

rv 26 rv

Istırap, ölüm , felaket, talihsizlik, trajedi dediğim iz şeye özgürlüğün bedeli dem eliyiz. Bu ıstıraplı özgürlüğe tek seçenek ıstırap çekm e­ yen bir özgürlüksüzlüktür.

TANRI OYUNU rv 27 rv

Bir tanrı olduğunuzu hayal edin ve bir evrenin yasalarını koyun. İş­ te o zam an kendinizi Tanrısal A çm az’da bulursunuz: İyi yöneticiler herkesi eşit biçim de ve adilâne yönetm elidir. Ancak hiçbir yönetim edim i, biri dışında, bütün farklı durum larında, herkes için adil ola­ maz.

rv 28 rv

Tanrısal Çözüm , yönetilenlerin yönetildik diyem eyeceği bir anlam ­ da yönetm eden yönetm ektir; yani, içinde, yönetilenlerin kendilerini yönetm ek zorunda oldukları bir durum oluşturmaktır.

rv 29 rv

E ğer bir yaratıcı olm uş olsaydı, ikinci edim i ortadan kaybolm ak olurdu.

24


<~V 3 0 r v

M asanın üzerine zarları koyun ve odayı terk edin; ancak oyuncula­ ra odada hiç bulunm am ış olduğunuz olanaklı gözüksün.

r v 31 r v

İyi insan ve böylelikle de iyi evrensel yetişm e, sabit sınırlar içinde, gelişm e özgürlüğü ya da rastlantı verir.

rv 32 rv

Bütün, fıravunvari bir kozm os; piram itlere, b ir araya toplanm alara, kölelere duyulan kör bir saplantı değildir. Bizim piram idim izin tepe noktası yoktur; bir piram it değildir o. Bizler doruğu hiçbir zaman görem eyecek olan köleler değiliz, çünkü hiçbir doruk yoktur. Yaşam yüz yıl sonra şim di olduğundan daha az kusurlu olabilir; am a ondan yüz yıl sonra daha da az kusurlu olacaktır. M ükem m elleşebilm e an­ lamsızdır, çünkü sonsuz sürece nerede girersek girelim bir çeşit nostaljiyle geleceği bekleriz ve daha iyi bir çağı hayal ederiz. M ü­ kem m elleşebilm e aynı zam anda kötüdür, çünkü m ükem m eliğin bir son durağı şim dinin bir kanserini doğurur. M ükem m elleşebilinirciler için, yarınki m ükem m el sonlar bugünkü çok m ükem m el olm a­ yan araçları haklı kılar.

rv 33 rv

Hiçliğe doğru inşa ederiz; sürekli inşa ederiz.

ev 34 rv

Evrenim iz olası en iyi evrendir, çünkü hiçbir Vaat Edilm iş Toprak içeremez; bütün hayal ettiklerim ize sahip olabileceğim iz hiçbir nokta yoktur. Biz istem ek üzere tasanm lanm ışızdır: İsteyecek hiç­ bir şey olm azsa, rüzgârsız bir dünyadaki rüzgâr değirm enleri gibi oluruz. 25


<-v35 «"v Emily D ickinson şöyle der: E ğ er yaz bir önkabul olsaydı, karın ne büyüsü olurdu?

fv 36 Olası en iyi durum dayızdır, çünkü yüzeyin altındaki her yeri bilm i­ yoruz; niçin olduğunu hiçbir zam an bilmeyeceğiz; yarım hiçbir za­ man bilm eyeceğiz; bir tanrıyı ya da bir tanrının olup olm adığını hiç­ bir zam an bilm eyeceğiz; kendim izi bile hiçbir zam an bilmeyeceğiz. Dünyam ızın çevresindeki bu gizem li duvar ve ona ilişkin algım ız bizi hayal kırıklığına uğratm ak için değil, bizi yeniden şim di’ye, ya­ şam a, şu anki varoluşum uza yöneltm ek için oradadır.

S O N L U L U K VE S O N S U Z L U K

«■v 37 '■v Kozmos, sonsuz bir ateş, atom lar, biçimler, çarpışm alar, çekimler, sporlar, değişim ler, uzay-zam an sürekliliği içinde olup biten her şe­ yin çoğalm asıdır; Yasa, K aos’a karşı ancak böyle varolabilir, ve K a­ os, Yasa’ya karşı ancak böyle varolabilir.

<v 38 w Sadece sonsuz şekilde çoğalan bir kozm osta hem düzen hem de dü­ zensizlik sonsuza kadar bir arada varolabilir; am açlı tek kozm os sonsuza kadar çoğalan kozm os olmalıdır. Bu yüzden yaratılm am ış­ tır, am a her zaman vardır.

|~V 39 ı"V Sonlu bir yaratım anlaşılm az bir şeydir. Eğer bir yaratıcı kendine yeterli olm asaydı, hem bunun bilincinde olup hiçbir şey yapm adığı bir zam anı, hem de bu yetersizliğine bir çare bulduğu bir zam anı 26


varsaym ak saçm a olurdu. H angisine inanmak daha kolaydır? Her zaman bir şey olduğuna mı yoksa bir zam anlar hiçbir şey olm adığı­ na mı?

40 rv H ıristiyanlık yaratım ın bir başlangıcı, ortası ve sonu olduğunu söy­ ler. Yunanlılar yaratım ın zam ansız bir süreç olduğunu ileri sürüyor­ lardı. H er ikisi de doğrudur. Yaratılan her şeyin ve dolayısıyla birey­ sel olan her şeyin bir başlangıcı ve bir sonu vardır; am a hiçbir ev­ rensel başlangıç ve son yoktur.

rv 41 Evrenim iz kendi üzerine çökebilir, kırmızı ışık m aviye dönüşebilir. Bütün evrenler; yıldızlar arasındaki serin uzam larda büyüyen ve sonra da sonbaharda solan insanlığın çiçeksiz bitkilere özgü üreme organlarıyla, genişleyen ve büzülen bir kalp gibi olabilirler. Ya da öncesiz sonrasız genişleyebilirler.

rv 42 Bir anka kuşu sonsuzluğu; ya da sonsuz bir genişlem e. Hangisi olursa olsun, astrofizikçiler şim di H erakleitos’un tahmin ettiği şeyi biliyorlar: G üneşler ısınarak sonunda kendi gezegenler sistemini yok ederler. Pencereden dışarıya bakın: G ördüğünüz her şey ateş ile ateş arasındaki geçiş halinde donm uş ateştir. Kentler, denklem ler, sevgililer, m anzaralar: Hepsi de hidrojen kazanına doğru koşturu­ yorlar.

<-V*43 rv Kendi evrenim iz için kesin bir oluş noktası saptayabilsek bile, göz­ lem gücüm üzün sınırlarının ötesinde y er alabilen ya da alamayan şeylerin oluşunu saptayam ayız. Bilim de sanki şu anki bilgi alanımı27


zm Ötesinde yer alan şeyler yokm uş gibi davranm ak uygundur; an­ cak m antıksal şanslar eşil düzeydedir, ve pratik olasılıkların hepsi de benim tarafımdadır.

44 Kendi varolm asında her şey biricik olsa da, türünde hiçbir şey biri­ cik değildir, bir kozm os bile.

■-v 4 5 <-v

Eğer bir kozm os sonsuzsa, sonu yoktur. Eğer sonu yoksa, hizm et et­ tiği bir hedef olam az. O nun tek hedefi araçlarında yatmalıdır. Varol­ m ak için varolur o.

pv

46

pv

Bütün bilinçli varlıkların eşit önem e sahip olm asına yalnızca bir sü­ reç olanak verir: Sonsuz bir süreç. Evrim in yöneldiği herhangi bir hedef olsaydı, o zaman siz ve ben b ir firavunun köleleri, bir piram it işçisi olurduk. A m a hiçbir hedef yoksa, ve yalnızca sonsuz bir ev­ rende hiçbir hedef olam azsa, o zam an hangi dünyadan ya da çağdan gelirseniz gelin, siz ve ben eşitizdir. H er ikim iz için de eğim aynı­ dır ve aynı ölçüde öne ve geriye uzanır. Bütünün sonsuz olduğunun büyük kanıtıdır bu. Bütün hiçb ir zam an yaratılm am ıştır ve hiçbir zaman son bulmayacaktır, bu yüzden ondaki her şey eşit olabilir.

'T A N R I' r%>A l rv Sözcüğü alışılagelm iş anlam larından ayırabilmek; bütün insani çağ­ rışımlarından arıtabilm ek için tırnak içine alıyorum .

28


rv 48 rv

‘Tanrı’ bir durum dur. Bir güç, ya da bir varlık, yahul bir etki değil. Eril bir ‘o ’ y a da dişil bir ‘o ’ değil, cinsiyeti olm ayan bir ‘o ’dur. M evcudiyet ya d a m evcudiyet-olm ayış değil, içinde hem m evcudi­ yetin hem de m evcudiyet-olm ayış’m bulunabileceği durumdur.

<-v 4 9 1-v İnsanlar olm ayan şeyin olan şeyi etkileyebileceğini anlayam adıkla­ rı için, ‘T anrı’nın olduğunu ve eylediğini ileri sürerler. Bizim ‘Tanrı’yı ve onun hikm etlerini bilm eyişim iz her zam an sonsuz kalacak­ tır. Tanrı nedir? diye sorm ak Sonsuzluk ne zam an başlar ve biter? diye sorm ak kadar boştur.

rv 5 0 rv Varoluş nihai ya da gizil olarak bilinebilirdir; ‘T anrı’ sonsuz ölçüde bilinemezdir. Ö ğrenip öğrenebileceğim iz en çok şey, varoluşun ni­ çin olduğu gibi olduğu; sürüp gidebilm ek için niçin böylesi yasala­ rı ve böylesi öğeleri gerektirdiğidir. N için olduğunu nihai olarak hiçbir zam an öğrenem eyeceğiz.

r v 5 1 rV

Aziz A ugustinus şöyle der: B iz Tanrı ntn sadece ne olm adığını bili­ riz. Varoluş bireyseldir, öyleyse ‘Tanrı’ bireysel değildir. Varoluş değişir, öyleyse ‘T anrı’ değişm ez. Varoluşun araya girm e gücü var­ dır, öyleyse ‘T anrı’nın yoktur. Varoluş sonludur, öyleyse ‘Tanrı’ de­ ğildir. Am a ‘T anrı’ her yerde m evcuttur, çünkü varolan (ve bu yüz­ den bireysel olan) her şey değildir.

rv 52 rv

‘Tanrı’ var değildir; ancak onun var-olm ayışı evrensel olarak m ev­ cuttur ve evrensel olarak etkir. M addi organizm alar için anlamlı 29


olan herhangi bir biçim de var olam az o; am a bu, bu durum un böylesi organizm alar için anlam sız olm ası dem ek değildir. Sözgelim i, kavga eden iki adam görür, am a m üdahale etm ezseniz (her ne kadar edebilecek durum da olsanız da), o zaman gerçekte m üdahale etm e­ yerek müdahale etm iş olursunuz; ve 'T an rı’ için de aynı şey söz ko­ nusudur.

<~V 5 3 r v

Bütün, içkin olarak, içinde ilkelerin ve olayların her şey olduğu ve bireysel şeyin hiçbir şey olm adığı bir durumdur. Böylelikle bireysel şeye tüm üyle kayıtsız olduğu için, ‘Tanrı’ bütünle tam bir duygu­ daşlık içinde olmalıdır. A m a o duygudaşlığını varolm ayarak ve tü­ mel bilinem ezliğiyle ifade eder. O wu wei ve wu m iııg'dir, eylem siz ve adsızdır.

rv 54 rv

Tao Te Ching şöyle der: LXVII. Eğer herhangi bir şeye benzeseydi şim di çoktan anlam ­ sız olurdu. LVII. Bilge, ben hiçbir şey yapm ıyorum ve insanlar kendilikle­ rinden değişiyorlar. Ben kım ıltısızlığı yeğliyorum ve insanlar kendi­ lerini düzeltiyorlar. Ben m üdahale etm iyorum ve insanlar kendi kendilerine refaha kavuşuyorlar, der. LI. Yiizbinlerce kişiye yaşam verir, ancak hiçbir m ülkiyet iddi­ asında bulunm az; kazançlar sağlar, ancak hiç teşekkür istemez; göz kulak olur, ancak hiçbir otorite uygulamaz. X. Eylem e başvurm aksızın insanları sevebilir ve devleti yönete­ bilir misin?

r v 55 rv

Eğer bireysel şey acı çekerse bu, bütün acı çekm esin diyedir. Bu sa­ dece içinde rastlantının, zam anın ve değişkenliğin tem el özellikler olduğu bireyselleşm iş m adde dünyasında olabilir. 30


M A D D E N İN O L U M S A L L IĞ I r v 5 6 <-v

Sonsuzluk kavram ı sonsuzluğun amacı dışındaki her am acı dışlar. Eğer m utluluk duyum ları edinebiliyorsak, m utluluğu yaşayan insan varlıkları biçim indeki m addenin sonsuzluğun am acına hizm et etm e­ sinden ötürü böyle oluyordur, bu da sonsuzluğun sürdürülm esidir. Çünkü varolm aktan m utluluk duym ak varolm ayı sürdürm eyi iste­ mektir.

< -v57 r v

Eğer bütünün am acı kendini sadece sürdürm ekse, evrim in, neden­ selliğin, karm aşık fiziksel yasaların gerekliliği nedir? H az bilincini bir yana bırakalım , haz deneyim ini ortaya atm ak niye? Varoluş ni­ ye öncesiz sonrasız bir boşluk içindeki öncesiz sonrasız bir taş ya da sonsuz bir durağan atom lar bulutu olm asın ki? Bunun yanıtı insana her zaman basit görünm üştür. Tanrılar m arifetlerine hayran olunm a­ sını arzu ederler; şereflerine şarap sunulm asını isterler, ilahiler ve kurban isterler. A ncak bu, içinde biz insanların A zınlık ve yaratım ın geriye kalan bütün daha alt bölüm lerinin Ç oğunluk olduğu, insanbiçim ci evrenin eski ve tehlikeli bir sapkınlığıdır. Böyle bir evren­ de çok etkin bir tanrıyı benim sem em iz gerekir; ve çok fazla bizim tarafımızda olan bir iannyı, bütünün kom utasını elinde tutan, kuş­ ku uyandıracak kadar önyargılı bir figürü.

<-V 5 8 r v

O zam an madde ne diye varolsun ki? Eğer sonsuzluğun tek amacı sonsuzluksa, tek bir hidrojen atom unun bir fazlalık olarak görünm e­ si gerekir. A ncak sonsuzluk sadece zamanın sonsuzluğu olamaz. Zaman kendinde, m utlak biçim de, varolm az; her zam an bir gözlem ­ ciye ya da bir nesneye görelidir. Saatim yoksa “Z am anı bilm iyo­ rum ," derim . M adde olm aksızın zam anın kendisi bilinm ezdir; ve sonsuzluk varolm az. 31


rv 59 rv

Zam an, m addenin bir işlevidir; ve madde bu yüzden sonsuzluğu gerçek kılan saattir. Son derece özel insani bakış açım ızdan m adde­ nin biçim indeki bazı değişiklikler-antropoid beyin hacm indeki sıç­ rama, özbilincin ortaya çıkışı, aletlerin, dilin keşfi gibi-bize yöne­ lik iyilikçi bir evrensel niyetin yanılm az kanıtıdırlar. A ncak bütün bunlar, varsayım sal bir dış gözlem ciye, zam anın m adde üzerindeki etkilerinin basit bir sonucu olarak görünebilir. O bunları ilerlem e olarak görm ezdi-m addenin bugünkü karm aşıklığı gerçekten de bir gerilem e, bir geriye gitm e, gereksiz bir süslem e olarak görünebilir-tersine, süreç olarak görürdü.

rv 60 rv

Kendi türüm üz adına sahip çıktığım ız bütün özel ayrıcalıklar, şap­ kamızdaki bütün tüyler, bu dış gözlem ciye ilkel bir şefin egzotik tö­ ren süsleri kadar saçm a görünebilir; bunlar bir arazi ölçüm cüsü için bahçem deki çiçeklerden daha önemli değildir. Çiçeklerim benim için çok şey ifade edebilirler; ancak evrimin am acının onları bana verm ek olduğunu ileri süremem .

<-v 6 1 <-v

Evrimsel ilerlem e adını verdiğim iz şey kendim izden başka bir şey için değildir. ‘E vrim ’ terim inin kendisi, bir şeyden yola çıkarak ge­ lişmeyi varsaym asıyla, yanıltıcıdır. Bizler, gözlem lem e edim inin ta kendisiyle gözlem lenen taneciğin doğasını bozan, parçacık fiziğin­ deki bir gözlem ci gibiyizdir.

rv 62 rv Sürecin onu oluşturan bireysel nesnelere bu kayıtsızlığı, bir kişi de­ ğil bir durum olan, m üdahale etm eyen bu ‘Tanrı,’ sonsuzluğun sür­ dürülm esine duyulan bu kör saplantı-bütün bunlar insan dünyam ı­ zı hoşgörülem eyecek ölçüde çıplak bırakıyor görünebilir. A ncak 32


burada bile bir evrensel duygudaşlığın kanıtı ortaya çıkarılabilir. Nasıl olur da görem eyiz? Bizim varolduğum uz anlam da varolm aya­ rak, m üdahale etm eyerek, ‘T anrı’ bize, H om o sa p ien s'in, maddenin başka herhangi bir biçim i gibi, zorunluluğu olm adığının, tersine olum sal olduğunun b ir uyarısıdır. Eğer dünyam ız ortadan kalkarsa, ve onunla birlikte hepim iz, bütün acı çekm eyecektir. Şükretm enin olayların gidişini etkileyebileceğini; olm asını istediğim iz şeylere yönelik bu insani tasarım larım ızın süreç içinde bizim lehim ize ara­ ya girebileceğini varsaym ak, en uzak atalarım ızdan m iras aldığım ız bir delilik, bir yanılsamadır.

r v 6 3 <V

Bizi kendim izden başka hiç kim se kurtarm ayacaktır; ‘Tanrı’ya du­ yulan duygudaşlığın nihai kanıtı da bizim eylem biçim lerim izi seç­ mekte özgür olduğum uz-ya da çaba göstererek olabileceğim iz-ve böylelikle de en azından sürecin bireye genel kayıtsızlığının düş­ manca sonuçlarının bazılarıyla savaşabileceğim iz gerçeğinde yat­ maktadır.

rv 64 rv

İstenç özgürlüğü en yüce insani iyidir; hem bu özgürlüğe hem de müdahale eden tanrısallığa sahip olmak olanaksızdır. B izler, mad­ denin bir biçimi olduğumuz için, olumsalızdır; ve bu müthiş olum­ sallık özgürlüğümüze olanak verir.

G İZEM rv6 5 rv

Sonuç olarak niçin varolduğumuzu; niçin herhangi bir şeyin varol­ duğunu, ya da olması gerektiğini hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Bü­ tün bilimimiz, bütün sanatımız, maddenin bütün engin yapısı, te­ mellerini bu anlamsızlıktan alıyor, onun hakkında ileri sürebileceF 3Ö N /A ristos

33


ğim iz biricik varsayım lar onun m addenin süregiden varoluşu için hem zorunlu hem de duygudaş olduğudur.

'■V66 B ir efendinin bizi yönetm esini istiyoruz, am a efendim iz yok. Hep nedensel ve hiyerarşik bir tarzda düşünüyoruz. Süreç ve ‘T anrı’ birarada-sonsuz’durlar. Bizim sonluluğum uz onları ya da onların nedensizliğini anlayam az.

rv 67 rv ‘Tanrı’ya neden olduğu şey neden olur; ‘Tanrı’ zorunlu kıldığı, bi­ zim anlayam adığım ız şey tarafından zorunlu kılınır.

rv 68 <-V Son çözüm lem ede, burada niçin yaşam am ız gerektiğini bilm ediği­ miz için yaşam ayı sürdürüyoruz. Bilm eyiş ya da rastlantı, insan için su kadar yaşamsaldır.

<-v69«-v Varolan herhangi bir nesnenin varolm ayışını hayal edebiliriz. Onun gerçekten varolduğuna ilişkin inancım ız kısm en onun pekâlâ varol­ mayabileceği gerçeğiyle sağlanır. Şeklin, kütlenin ardında her za­ man yokluk, varolm ayışın hayaleti durur.

rv 10 rv Nasıl atom pozitif ve negatif taneciklerden oluşursa, aynı şekilde her bir şey de kendi varoluşu ve varolm ayışından oluşur. ‘T anrı’ her şeyde ve her an bulunm ayarak böyle mevcut olur. O , kara özdür, gi­ zemdir, en basit nesnelerin bile varolm ayan-varlığf dır.

34


rv 71 (V Erigena şöyle der: Tanrı örıcesiz sonrasız olarak kısm en kendini bil­ mez. E ğer kendine ait her şeyi bilseydi, kendini tanımlayabilirdi. E ğer kendini tanım layabilseydi, sonlu olurdu. A m a kendi hakkında bütün bildiği yaratm ış olduğu şeylerdir. Yaratılan onun bilgisidir, gizil olan onun gizem idir: O ndaki ve onun için gizem li. Bütün bunlar eşit ölçüde insan için de geçerlidir.

ı-V 72 rv ‘Tanrı’nın olağan yaşam da her yerde ve her an yokluğu, bu varolmayış, gizem , hesaplanam az gizillik duygusudur; kendinde şey ile bizim ona ilişkin algım ız arasında dolanan bu sonsuz kuşku; içinde ve sayesinde bütün öteki boyutların varolduğu bu boyut. Bir deseni içeren ak kâğıt; bir binayı içeren uzam; bir sonatı içeren sessizlik; bir duyum un ya da nesnenin sonsuza değin sürüp gitm esini engelle­ yen zaman geçişi; bütün bunlar ‘Tanrı’dır.

r v 73 r v

Gizem ya da bilm eyiş, enerjidir. Bir gizem açıklanır açıklanm az bir enerji kaynağı olm aktan çıkar. E ğer derinlem esine bir sorgulam aya girişirsek, yanıtların, şayet yanıt verilebilirse, insanı öldürebileceği bir nokta başgösterir. Nehre set çekm ek isteyebiliriz; ancak kayna­ ğa kendim izi tehlikeye atarak set çekeriz. G erçekte, ‘Tanrı’ biline­ mez olduğu için, tem el varoluşsal gizem in kaynağına set çekem eyiz. ‘Tanrı,’ bütün soruların ve sorgulam anın enerjisidir; ve aynı za­ manda bütün eylem lerin ve istem e edim lerinin nihai kaynağı.

35


T A N R IT A N IM A Z L IK r V 7 4 r%>

Kendimi bir tanrıtanım az olarak görm üyorum , ancak bu ‘T anrı’ kavramı ve zorunlu efendisizliğim iz bütün toplumsal m eselelerde sanki tanrıtanım azm ışım gibi davranm aya zorluyor beni.

ı-V 7 5 r v

Dinlere karşı ne kadar sem pati duyarsam duyayım , onların bazı m ensuplarına ne hayranlığım olursa olsun, onlarda ne kadar tarihsel ya da biyolojik zorunluluk, ne kadar metaforik hakikat görürsem göreyim , onları gerçekliğin inanılır açıklam aları olarak kabul ed e­ mem; onlar benim pozitif insani niteliklere ve tanrısallıklarındaki müdahaleci güçlere inancımı gerektirdikleri ölçüde benim için ina­ nılmazlardır.

rv 76

Rastlantı ve sonsuzluk içinde yaşıyorum . K ozm os çevrem de uzanı­ yor, üst üste galaksi çayırları, art arda kara uzamlar, yıldız bozkırla­ rı, okyanusvari karanlık ve ışık. İçinde hiçbir sorum luluk sahibi tan­ rı, hiçbir özel ilgi ya da özel m erham et yok. Ancak her yerde, yaşa­ yan bir denge, yükselip alçalan bir gerilim , devasa am a gizem li bir yalınlık, sonsuz bir ışık soluyuşu görüyorum . Ve varolm anın, rast­ lantı içinde yaşam am gerektiğini, ama bütünün rastlantı içinde ol­ madığını anlam ak olduğunu kavrıyorum . Bunu görm ek ve bilm ek bilinçli olm aktır; kabul etm ek insan olmaktır.

36


II

İnsani h o ş n u t su z lu k la r

rV İ< V

Bunun insanlık için olası bütün dünyaların en iyisi olm adığını niçin düşünüyoruz? İçinde niçin mutsuzuz?

<-v 2 <-v Bunun sonucu büyük hoşnutsuzluklar oluyor. Ben bu hoşnutsuzluk­ ların hepsinin de m utluluğum uz için birincil önem de olduğunu, çünkü onların m utluluğun yeşerdiği toprağı sağladıklarını savunu­ yorum. 37


ÖLÜM ı-V 3 rv

Ölüm den iki nedenden ötürü nefret ediyoruz. Yaşamı vaktinden ön­ ce sona erdiriyor; ve onun ötesinde ne yattığını bilmiyoruz.

rv 4 <*V

Eğitim alm ış insanlığın çok büyük b ir çoğunluğu günüm üzde ölüm ­ den sonra bir yaşam ın olduğundan kuşkulu. Şurası açık ki, tek bi­ limsel tutum bilinem ezciliğin tutum udur: Bilm iyoruz, o kadar. B a­ his Durum u içindeyiz.

r y 5 rv

Bahis Durum u, gelecekteki bir olay hakkında kesinliğe sahip ola­ m ayacağım ız; ancak bu olayın doğasına ilişkin bir karara varm am ı­ zın yaşam sal olduğu bir durum dur. Bu durum karşım ıza bir at yarı­ şının başlangıcında, kazananın adını bilm ek istediğim izde ortaya çı­ kar. En kötü olasılıkla onu kum ar oynar gibi tahmin etm e durum u­ na ve en iyi olasılıkla da, geçm işteki kanıtlardan, padokun koşulla­ rından ve öteki bütün koşullardan yola çıkarak zekice bir tahmin yapm a durum una düşeriz. Çoğu ciddi kum arbaz ikinci yöntem in çı­ karlarına daha çok yaradığını bilirler; ve ölüm den sonra başka bir yaşam ın varlığıyla bütünsel bir yok olm a arasındaki yarış üzerinde bahse girm ek istediğim izde de kullanm am ız gereken bu yöntemdir. İki atım ız, am a elbette üç seçeneğim iz vardır, çünkü bahse girm e­ m enin en iyisi olduğunu-yani, bilinem ezci kalm ayı savunabiliriz.

<-v 6 <-v Bahis tem asıyla ilk kez bu analojiyi kurm uş olan Pascal için, yanıt açıktı: İnsan bütün parasını ölüm den sonra ödüllendirici bir yaşa­ mın varolduğunu savunan H ıristiyan inancı üzerine oynam alıydı. Eğer bu inanç doğru değilse, diye akıl yürütüyordu Pascal, o zaman 38


insan sadece koyduğundan başka hiçbir şeyi yitirm em iş olur. Eğer doğruysa, her şeyi kazanır.

r v 7 ı-v

İmdi Pascal’in çağdaşı bir tanrıtanım az bile, çoğunluğun uygun bir biçim de cehennem ateşine inandığı adil olm ayan b ir toplum da, yan­ lış ya da doğru, bu ölüm den sonra yaşam fikrini savunm aktan sade­ ce iyi bir sonuç çıkabileceği görüşünü benim seyebilirdi. A ncak gü­ nüm üzde cehennem ateşi kavram ı, insanların geri kalan kısm ı şöy­ le dursun tanrıbilim ciler tarafından bile bir tarafa bırakılm ıştır. C e­ hennem sadece, herkesin eş ölçüde onun varolduğuna inananların olduğu b ir dünyada; içindeki her erkeğe ve kadına bütünsel bir is­ tenç özgürlüğü-ve dolayısıyla da bütünsel bir biyografi ve biyolo­ jik benzerlik-olanağını tanıyan bir dünyada olabilir. İnsanın davra­ nışlarında dışsal koşullarca ne ölçüde belirlendiği üzerinde hâlâ gö­ rüş ayrılıklarım ız olabilir, ancak onun büyük ölçüde böyle belirlen­ miş olduğu çürütülem ez.

rv 8 rv

Eşitsizlik insanı sürekli olarak zalim ce ezdiği için ölüm den sonra yaşam fikri insanın aklından hiç çıkm am ıştır. Bu fikir sadece yok­ sullara. hastalara, tarihin talihsiz m ağdurlanna çekici gelm em iştir; bütün dürüst insanların adalet duygularına da hitap etmiştir. Ve ay­ nı zamanda çoğu kez de, toplum da eşit olm ayan bir status quo sür­ dürme fikri onları isyan ettirdiği için böyle olm uştur. Bu inanç, bir yerde, hepim izin kendi liyakatim ize göre ödüllendirileceği mutlak bir adalet sistem i ve m utlak bir yargı günü olduğunu ileri sürer.

ı-V 9 rv Ancak insanlığın gerçek özlemi ölüm den sonra bir yaşam değildir; burada ve şim di ölüm den sonra bir yaşam ı gereksiz kılacak bir ada­ 39


letin kurulmasıdır. Bu m it, varoluşsal gerçekliğin hayal kırıklıkları için telafi edici bir fantezi, psikolojik bir em niyet subabıydı.

r v 1 0 <-v

D ünyam ızda adalet kuracak olan biz kendimiziz; ve ölüm den sonra bir yaşam inancının yavaş yavaş kaybolm asına olanak tanıdıkça, am a öte yandan dünyam ızın görünen eşitsizliklerini düzeltm ek için hâlâ çok az şey yaptıkça, o zam an daha fazla tehlikeye gireriz.

(V 11 fV D ünyam ızın kötü tasarlanm ış bir m otoru var. Bu mitin yakıtını kul­ lanarak yüzyıllardır çok ısınmadı. A ncak şim di yakıt düzeyi hayra alam et olm ayacak ölçüde aşağı düşüyor. Bu nedenle, bilinem ezci kalm ak yeterli değil. Öteki ata oynam alıyız: Bir yaşam ım ız var ve o, beden kadar bilincin de tüm el bir yok olm asıyla sona eriyor.

r v 12 r v

Önem li olan gelecek dünyada bizim kişisel olarak lanetlenm em iz ya da kurtuluşum uz değildir, varolan dünyadaki türdeşlerim izin lanetlenişi ya da kurtuluşudur.

r v 13 r v

Ölüm den nefret edişim izin ikinci nedeni neredeyse her zam an çok çabuk gelmesi. Sonsuza değin yaşam ış olsak daha mutlu olurduk gi­ bisinden, ölümden sonra bir yaşam ın arzulanabiiirliği yanılsam ası­ na benzer bir yanılsam anın içindeyiz. Hayvani arzular her zaman onları tatmin eden şeyin uzam asına yöneliktir. D aha ikiyüz yıl önce kırk yaşına erişm iş olan bir kim se ortalam a ömrü aşmış oluyordu; ve belki ikiyüz yıl sonra yüz yaşına erişm iş olanlar bugünün yetm iş­ likleri kadar olağan olacak. A m a yine de daha uzun bir yaşam ı şid­ detle arzulayacaklar. 40


r v 14 r v

Ölümün işlevi yaşam a gerilim katmaktır; bireysel varoluşun uzun­ luğunu ve güvenliğini ne kadar artırırsak onun gerilim ini o kadar fazla azaltırız. B ütün haz deneyim lerim iz zayıf ancak korkunç şe­ kilde, bir m ahkûm un son kahvaltısı unsurunu, öleceğini bilen şairin, savaşta ölm eye yazgılı genç askerin yoğunluk duygusunun bir yan­ kısını içerir.

r v 15 r v

H issettiğim iz her haz daha az bir hazdır; her gün takvim üzerindeki bir darbedir. Kabul etm eyeceğim iz şey, günün içindeki ve günün geçişindeki sevincin birbirinden ayrılm az olduğudur. Varoluşumuzu yaşanm aya değer kılan da tamı tam ına, onun değerini ve süresini—niteliğini ve devam lılığını-görelilik m atem atiğindeki zam anı ve uzamı birbirinden çözüp ayırm ak kadar olanaksız oluşudur.

r v 16 r v

Haz ölümün bir ürünüdür; ondan bir kaçış değildir.

r v 17 r v

Eğer ölüm den sonra bir yaşam olduğu kanıtlansaydı, yaşam telafi edilem ez ölçüde bozulurdu. Am acını yitirirdi; ve intihar, bir erdem olurdu. Olası tek cennet, içinde bir zam anlar varolduğum u bilem e­ yeceğim cennettir.

r v 18 r v

Yirminci yüzyılda iki eğilim vardır; birincisi, yanlış yola saptırılm ış olanı, ölümü evcilleştirm ek, ölüm ün yaşam gibi olduğunu ileri sür­ mektir; ötekisi ise, ölüm ün yüzüne çekinm eden bakmaktır. Ölümü evcilleştirenler ölüm den sonra yaşam a inanırlar; özenle hazırlanmış ölüm sonrası serem onilerden hoşlanırlar. Ölüme karşı tutumları ört­ 41


m ece deyişlerle dile getirilir; ölüm ‘öte yana geçm ek’tir ve ‘daha iyi bir yere gitm ek’tir. G erçek ölüm süreci ve çözünüp dağılm a sansür edilir. Bu tür kişiler eski M ısırlılarla aynı zihniyeti paylaşırlar.

rv 19 rv ‘Öte yana geçm ek’: G örsel sahte analoji. Biliyoruz ki, her gün sü­ rekli olarak gördüğüm üz gibi, bir yana geçen nesneler, gördüğüm üz geçişten hem önce hem de sonra varolurlar; biz de böylelikle manlıkdışı ve yanlış olarak, yaşam a böyle bir geçişm iş gibi m uam ele eder oluyoruz.

■ -v20 '■*’

Ölüm bizim içim izde ve dışım ızdadır; her odada, her sokakta, her tarlada, her arabada, her uçakta yanımızdadır. Ölüm varolduğum uz her an olm adığım ız şeydir ve varolduğum uz her an zarların hareketsizleştiği andır. H er zam an Rus ruleti oynuyoruz.

<-v 21 <~v Ölü olm ak hiçliktir, olm ayıştır. Ö ldüğüm üzde ‘Tanrı’yı oluştururuz. Kutsal em anetlerim iz, anıtlarım ız, bizden sonra yaşayanlar tarafın­ dan zihinlerde yaşatılan anılar, bunlar hâlâ varolurlar; ‘T anrı’yı oluşturm azlar, hâlâ süreci oluştururlar. Ancak bu kutsal em anetler, oluşum uzun değil, bir zam anlar olm uş olduğum uzun fosilleşm iş iz­ leridir. Bütün büyük dinler ölüm ün hiçbir şey olm adığını anlatm aya çalışırlar. G elecek başka bir yaşam vardır. A m a niçin yalnızca in­ sanlar için? Ya da niçin yalnızca insanlar ve hayvanlar için? Cansız şeyler için niçin yoktur? İnsanlar için ne zaman başlam ıştır? Pekin insanından önce mi, yoksa sonra mı?

rv 2 2 rv Toplumsal bir akım ölüm ü nasıl gizlem eye, örtm ece ifadelerle va42


roluşun dışında tutm aya çalışm ışsa, bir başka akım da ölümü başlı­ ca bir eğlence öğesi olarak ortaya atm ıştır: C inayet hikâyeleri, savaş hikâyeleri, casus hikâyeleri, kovboy film leri. Ancak yüzyılım ız iler­ ledikçe, gitgide artan şekilde, bu kurm aca ölüm ler daha kurm aca ol­ makta ve gizli örtm ece deyişlerin işlevini yerine getirmektedir. Evi­ mizdeki bir kedi yavrusunun gerçek ölüm ü, bir çocuğu, bütün tele­ vizyon gangsterlerinin, kovboylarının ve K ızılderililerin ‘ölüm le­ rinden’ çok daha derinden etkilem ektedir.

rv 23 rv Ölüm sözcüğüyle tipik olarak bireylerin ortadan kayboluşlarını dü­ şünürüz; m addenin ortadan kaybolm adığını, am a sadece başkalaşı­ ma uğradığını bilm ek bizi avutm az. G enelleşm iş içeriğe değil, bi­ reyselleştirici biçim e yas tutuyoruz. Ancak gördüğüm üz her şey ölümün bir metaforudur. H er limit, her boyut, her yolun her sonu, bir ölümdür. H atta görm ek bile bir ölüm dür, çünkü ötesini görem e­ diğim iz bir nokta vardır ve görüşüm üz ölür; kapasitem izin sona er­ diği her yerde ölürüz.

rv 24 rv

Zaman ölüm ün eti kem iğidir; ölüm bir kafatası, bir iskelet değildir, tersine bir kadran, ince bir gaz denizi içinden ışınlarım saçan bir gü­ neştir. Bu cüm leyi okum aya başladığınızdan beri bir parçanız öl­ müştür.

r v 25 rv

Ölümün kendisi ölür. Yaşadığınız her an, o ölür. E y Ölüm nerede se­ nin iğnen, ben senin ölüm ün olacağım Ölüm. Yaşayanlar bunu ka­ nıtlarlar; ölüler değil.

43


rv 26 /•v Salt geçim düzeyinin üzerinde yaşayan bütün ülkelerde, yaşam hazlarının bilincine varılm asında keskin bir artışa tanık olm uştur yir­ minci yüzyıl. Bu sadece ölüm sorası yaşam a inanmanın son bulm a­ sından değil, ölüm ün günüm üzde daha gerçek, daha olası oluşundan ötürüdür, çünkü artık H idrojen bombası vardır.

rv 27 ı-v Ölüm daha m utlak göründükçe, yaşam daha otantik olur.

rv 28 Bütün sevdiklerim ve tanıdıklarım bir saatçik içinde yanıp kül ola­ bilir: Londra, New York, Paris, A tina ona kadar saym aya vakit bu­ lamadan ortadan kalkabilir. Ben 1926’da doğdum ; ve şim di on sa­ niye içinde olabileceklerden dolayı, o yıl, kırkbir yıl ötede değil, ö l­ çüye gelm ez bir çağ ve m asum luk kadar ötede uzanıyor. N e var ki o m asum luğa hayıflanıyor değilim . Yaşamı daha fazla seviyorum , daha az değil.

rv 2 9 rv Derim beni nasıl sarıyorsa ölüm de öyle sarıyor beni. O olm aksızın, olduğum şey değilim . Ölüm kendisine doğru yürüdüğüm uğursuz bir kapı değil; öteye doğru yürüyüşümdür.

ev 30 rv B ir erkek olduğum için ölüm benim karımdır; ve şimdi soyunduğu­ na, güzel olduğuna göre, benim soyunm am ı, onun eşi olm am ı isti­ yor. Bu zorunluluktur, bu sevgidir, bu başkası-için-olm ak’tır, başka bir şey değil. Bu durum dan kaçam am , kaçm ak da istem iyorum . Se­ vişmem i istiyor ölüm , erkeğini yiyen bir örüm cek gibi beni tüket44


m ek için değil, âşık bir eş gibi, bütünsel duygudaşlığım ızı kutlaya­ bilelim , verim li olabilelim ve çocuk yapabilelim diye. Yaşamımda­ ki iyi olan her şeyi gerçek kılan onun benim üzerim deki etkisi ve benim onun üzerindeki etkim. O, varlığından utandığım ya da unut­ mak istediğim ya da kimi zam anlar varolm uyorm uş gibi davranabil­ diğim bir fahişe ya da m etres değil. Benim gerçek karım gibi yaşa­ mım daki h er önem li durum u bana bildiriyor, tüm üyle yaşam ım a ait, onun ötesinde, ona karşı ya da onun karşısında değil. Sözcüğün her anlam ında, onu tüm üyle kabul ediyorum ve bana ifade ettiği şeyler için onu seviyorum ve sayıyorum.

SAD ECE BUNA SAHİP OLM A <-V 3 1 /-V

Ölüm ün bilincine bu yeni varışım ızın bir sonucu, hem ulusal hem de bireysel bencilliğin ürkütücü bir artışı, sonsuza değin kapanm a­ larından önce dükkânların ve duyuların hazlarından yararlanabil­ mek için çılgınca bir koşuşturm a olm alıdır ve olmuştur. Tarih hiç kuşkusuz böylesi bir koşuşturmanın yüzyılım ızın üçüncü çeyreği­ nin gerçekten de en çarpıcı olayı olduğuna karar verecektir; çünkü tarihsel durum u göz önünde tutm aksızın bugünkü harcam a ve zevk alma arzusunu kışkırtan ekonom ik koşullar olm am ıştır; tersine, yann-biz-ölüyoruz ekonom ik koşullarını yaratan gitgide daha çıplak olarak görülen ö lü m ’dür.

rv 32 rv

‘Refah toplum u’ ve ‘gösterm elik tüketim ’ gibi terim ler, yoksulluğun ezdiği ve açlığın tehdit ettiği dünyam ız bağlam ında, bencillik söz­ cüğünün yerine geçen örtm ece deyişlerdir.

rv33 rv

Yüzm eyi eski tip düşünceleri olan bir öğretm enden öğrendim . Bize 45


iki ders verdi. İlkinde can simidi takm am ıza müsaade etti ve bize kurbağalam a yüzüşün devinim lerini gösterdi; İkincisinde can sim it­ lerini çıkardı ve bizi havuzun derin ucuna itti. İşte insan şim di ora­ da. İlk içgüdüsü m erdivenlere dönm ek ve ona tutunm ak; am a her nasılsa kendini zorlam ak ve yüzm ek zorunda.

34

Nihai var-olm ayış bizim ortak tem elim izdir. İnsanlık bunu bir kez kavradı mı en yakm en adil dünya yetersizleşir. Bazı dinlerin ve po­ litik inançların hâlâ yaptıkları gibi, insanları bu dünyada olup biten­ lerin tem elde önem siz olduğuna inandırm aya uğraşm ak-çünkü onun adaletsizliklerinin hepsi, ölüm den sonra yaşam ya da politik bir Ütopya biçim inde düzeltilecektir-şeytanın tarafında olmaktır. Ve bilinem ezci kalarak bu inancı üstü kapalı şekilde desteklem enin de ondan geri kalır yanı yoktur.

rv 35 rv

Patlayıcı m adde taşıyan bir kam yon sürücüsü arabasını tuğla yüklü bir kam yon sürücüsünden daha dikkatli kullanır; ve ölüm den sonra yaşam a inanm ayan patlayıcı yüklü kam yon sürücüsü arabasını ölümden sonra yaşam a inanandan daha dikkatli kullanır.

r v 3 6 <~v

Bir adamı yalnızca bu yaşam a sahip olduğuna inandırın; o zaman çoğumuzun içinde yaşadığım ız evler konusunda yaptıklarım ızı ya­ pacaktır. Hayal edebileceğim iz en arzu edilir evler olm ayabilir bun­ lar, daha büyük, daha güzel, daha yeni, daha eski olm alarını arzula­ yabiliriz onların-am a şim di içinde yaşam am ız gereken evin bu ol­ duğunu kabul ediyoruz ve onu yaşanabilir kılm ak için de elim izden geleni yapıyoruz. Şu anki yaşam ım da gelip geçici bir kiracı, gelgeç bir konuk değilim ben. O benim evim ve sahip olup olacağım tek ev. Sadece buna sahibim. 46


RUH MİTİ

<-v 37 i"v Çocukken C ornishli büyükannem bana, zam an zam an deniz kıyı­ sında vapurlardan alılan şeyler arasında bulduğum m ürekkep balı­ ğının saf beyaz kabuklarının boğulan denizcilerin ruhları olduğunu söylerdi. B izler entelektüel olarak m ürekkep balığı kem ikleri hak­ kında keşfettiğim şeyi bilsek de, halk inanışlarıyla dolu sayısız yüz­ yıllar boyunca bu tür som ut im geler hepim izin zihinlerinde yer et­ miştir: A slında kem ikler sonunda sararır ve ufalanıp toz olurlar.

<-v38 İnsan, bedeninin ölüm den sonra varolam ayacağını kabul etm ek zo­ runda kalmıştır. Bu yüzden insan, onun en erişilm ez ve gizem li par­ çasını, beyni alır ve onun işlevlerinin bazılarının ölüm den sonra va­ rolduğunu ileri sürer.

rv39rM Hiçbir düşünce, hiçbir algı, hiçbir bilinç, hiçbir bilincin bilinci yok­ tur ki kaynağı beyindeki elektrokim yasal b ir olaya dayanm asın. “Benim ölüm süz ve m addi olmayan bir ruhum var,” bir düşünce ya da bir ifadedir; aynı zam anda bazı hücrelerin etkinliğinin başka hücreler tarafından kaydedilm esidir.

<-v40<-v İnsan beyni kadar karm aşık bir m akine aynı zam anda bir özbilinç, bir vicdan ve bir ‘ru h ’ geliştirirdi. O lduğu karm aşık makineyi ol­ maktan haz duyardı; kendi hakkında m etafizik m itler üretirdi. B ü­ tün varolan inşa edilebilir ve bu yüzden de ortadan kaldırılabilir: Büyüsel değildir o; ‘doğa-üstü’ değildir; ‘ru h sal’ değildir.

47


rv 41 i-v M akineler ‘ölü ’ m addeden yapılırlar; beyinler ‘canlı’ m addeden ya­ pılırlar. Ama ‘ö lü ’ ve ‘canlı’ arasındaki sınır karışıktır. Beyin kadar karm aşık bir makine ‘ö lü ’ m addeden inşa edilem ezdi; ancak beynin karm aşıklığının bir bölüm ü (şu anki inşa edilem ezliğinin kanıtladı­ ğı gibi) onun m akinelerinin ‘canlı’ maddeden yapılm ış olmasıdır. M ekanik ancak tüm üyle insani beyinler inşa etm ek konusundaki ye­ teneksizliğim iz bilim sel ve teknik yetersizliğim izi gösteriyor, yoksa makine ve beyin arasındaki; m ekanik işlevler ile sözde ‘tinsel’ dü­ şünceler arasındaki herhangi gerçek bir kategori ayrım ını değil.

rv 42 rv Ölüm den sonra varolan, çürüyüp kokuşan durm uş makinedir. B i­ linç, bir aynayı yansıtan aynayı yansıtan bir aynadır; bu odaya giren herhangi bir şey sonsuz olarak yansıtılabilir ve onun yansım aları da yansıtılabilir. A m a oda ortadan kaldırıldığında, hiçbir ayna, hiçbir yansım a kalmaz; hiçlik kalır.

<-v 43 «•»» Ayrı bir bilincin varolduğunu ileri süren mit kısm en ‘ben’ sözcüğü­ nü gevşek kullanış tarzım ızdan doğm aktadır. ‘B en’ bir nesne-üçüncü bir şey olmaktadır. K endim izi sürekli olarak yetersiz hissettiği­ m iz ve; ya, “Bu benim hatam değil, çünkü ben, olmayı seçtiğim ki­ şi değilim ,” ya da “Bu benim hatam ,” diye düşündüğüm üz durum ­ larda bulm aktayız. Bu özeleştiriler ve özürler bize bir nesnellik ya­ nılsam ası, bir kendim izi yargılayabilm e yeteneği vermekteler. Bu yüzden yargılayan bir şey, ayrı bir ‘ruh’ uydurm aktayız. Ne var ki bu ‘ru h ,’ gözlem lem e, anım sam a ve karşılaştırm a ve davranış ideal­ lerini yaratıp depo etm e yeteneğinden başka bir şey değil. Bu bir m ekanizm a, bir ektoplazm a' değil; insan beyni, Kutsal Ruh değil.

* Bir ruh çağırma seansı sırasında medyumdan çıktığı varsayılan sise benzer madde, (ç.n.) 48


rv 4 4 rv

Yaşam, ölüm e ödediğim iz bedeldir, tersi değil. Yaşamımız kötüleş­ tikçe, daha fazla öderiz; daha iyiye gittikçe, ucuzlar. Evrim deneyi­ min, zekânın, bilginin büyüm esidir ve bu büyüm e kavrayış anları, daha derin amaçlar, daha doğru davalar, daha istenen etkiler gördü­ ğüm üzde ortaya çıkan anlar yaratır. Şu anda büyük kavrayış anında durm aktayız: Ö lüm den sonra yaşam yoktur. Yazı yazdığım yerde, yandaki odada hiç kim senin olm am ası benim için ne kadar kesinse bu d a çok geçm eden herkes için kesin olacaktır. Şurası gerçek ki odaya girm eksizin hiç kim senin olm adığını kesin biçim de kanıtlayamam; am a bütün durum sal kanıtlar benim inancım ı destekler. Ölüm her zam an boş olan odadır.

rv 45 rv Ölüm den sonra yaşam ve ölüm süz ruh gibi birbirine bağlanan bü­ yük m iller am açlarına ulaşmış; bizim le gerçeklik arasında durm uş­ lardır. Am a onların gidişleri her şeyi değiştirecektir ve her şeyi de­ ğiştirmeleri de kesindir.

YALITILMA rv 46 rv

Eski dinler ve felsefeler, insanın bilimi ve teknolojiyi bilm em esinin zalim kıldığı bir dünyada insan için şefkatli sığınaklardı. Bizi gör­ mezden gelm eye hiç uğraşm a, diyorlardı her zam an, çünkü ardım ız­ da sefaletten ve dehşetten başka hiçbir şey yok.

rv 47 rv

Dışarısı soğuk ve çıplak, der anne; am a bir gün çocuk dışarı çıkar. Bu çağ hâlâ bizim dışarıdaki ilk günüm üz ve kendim izi yalnız his­ sediyoruz; daha özgür ve daha yalnız.

F4Û N /A risıos

49


rv4 8

Teklipleşlirici toplum larım ız bizleri kendim izi daha yalnız hisset­ meye zorluyorlar. Y üzlerim ize m askeler takıyorlar ve gerçek özle­ rimizi yalıtıyorlar. H epim iz iki dünyada yaşıyoruz: mutlakların es­ ki, rahat, insan m erkezli dünyası ve görecelerin çetin, gerçek dün­ yası. Sonuncular, görecelik gerçekliği, bizi dehşete düşürüyor; he­ pimizi yalıtıyor ve cüceleştiriyor.

rv 49 Daha büyük toplumsal ilgi, paradoksal bir şekilde, bu yalıtılmayı sadece artırabilir. Toplum daha fazla müdahale edip gözetim kur­ dukça ve iyi Şam arken rolünü oynadıkça, ona daha az ihtiyaç du­ yulur ve gizli birey daha yalnızlaşır.

rv50 ı-v Olmak istediğim iz kişilerden ne denli uzak olduğum uzu gitgide da­ ha fazla biliyoruz. Bir insanın doğum uyla olduğu ve olm aya koşul­ landığı kişiden başka biri olabileceğine gitgide daha az inanıyoruz. Bilim m ekanik tabiatım ızı açığa vurdukça, eziyet edilen bir ‘ö zg ü r’ insan, her birim izdeki bir Robin Hood, özel aklın orm anlarının içi­ ne o kadar çok çekiliyor.

rv 51 rv N e var ki bütün bu yalnızlıklar, büyüm em izin, dışarıya ilk yalnız çı­ kışım ızın, özgürlüğüm üzün bir parçasıdır. Bir çocuk böylesi bir korku ve yalnızlıktan, çevresinde sahte bir biçimde sevecen ve ba­ sit bir serap inşa ettirerek korunur. Büyür; yalnızlık ve gerçeklikle karşılaşm ak üzere dışarı çıkar ve orada, yalıtılm aya karşı sevgiden, dostluktan ve kendi hem cinslerine duygular beslem ekten kaynakla­ nan daha gerçek bir korum a oluşturur. ' Luka incili'nde, sıkıntıda olan kişilere acıyan ve yardım eden, iyi yürekli figür, (ç.n.) 50


rv 5 2 rv

Bir kez daha sonsuzluğun kayıtsız süreci, bizi ilk bakışta bir köşe­ ye sıkıştırm ış gözüküyor. Ancak biz sadece kendi aptallığım ız ve zayıflığım ızla köşeye sıkışıyoruz. Kaçış yolu açık.

KAYGILAR

rv 53 <-v

Kaygı, rastlantının genel zorunluluğunun üzerim izdeki, bize özgü, hoş olm ayan etkisine verdiğim iz addır. Bütün kaygılar bir anlam da teşvik eder. Zayıfları taham m ül duygusunun ötesinde teşvik edebi­ lir; ancak insanlığın bir bütün olarak teşvik edilm esi esastır.

(*V 5 4 r v

Mutlu bir dünyada bütün kaygılar oyun olurdu. K aygı acıya neden olan bir eksikliktir; oyun hazza neden olan bir eksikliktir. Ö zdeş du­ rum larda iki farklı insan: Birinin hissedebileceği kaygıyken, öteki­ si için bu bir oyundur.

rV 55 rv

Kaygılar, gerçek yaşam ım ızdaki kutup ile sürm üş olmayı hayal et­ tiğimiz yaşam daki karşı- kutup arasındaki gerilim lerdir.

rv5 6 rv

Bzoterik m etafizik kaygılar ile pratik gündelik kaygılar vardır. Te­ mel nitelikte evrensel kaygılar ile özel nitelikte bireysel kaygılar vardır. İnsan daha duyarlı oldukça, kendisinin ve başkalarının bilin­ cine daha fazla vardıkça, bugünün kötü örgütlenm iş dünyasında, daha fazla kaygılı olacaktır.

51


<~v57 rv K aygılar şunlardır: Yaşamın anlam ını bilm em e kaygısı. Geleceği bilm em e kaygısı. Ölüm kaygısı. Doğruyu seçm e kaygısı. Seçişlerim nereye götürecektir? Seçebi­ lir miyim? Başkası olm a kaygısı. H erkes benim için başkasıdır, kendim in çoğu dahil. Sorum luluk kaygısı. Sevem em e ve başkalarına yardım edem em e kaygısı: Ailemize, dostlarım ıza, ülkem ize, bütün insanlara. Bu durum , artan başkası olm a bilincim izle vahim leşm ektedir. Başkalarınca sevilm em e kaygısı. Respublica* kaygılar-toplum sal adaletsizlik, hidrojen bom bası, açlık, ırkçılık, aşırı tehlikeli politikalar, şovenizm , ve diğerleri. Hırs kaygısı. Ben olm ak istediğim kişi miyim? Başkalarının (iş­ verenlerim , ailem , dostlarım ) olm am ı istedikleri kişi miyim ? Toplum sal m evki kaygısı. Sınıfa, soya sopa, paraya, toplum daki statüye ilişkin. Para kaygısı. Yaşamın gereklerine sahip miyim ? Özel bir yatın ve eski ustaların tablolarından oluşan bir galerinin yaşam ın gerekle­ ri olarak görünebileceği durum lar vardır. Zaman kaygısı. İstediklerim i yapacak zam anım var mı? Seks kaygısı. İş kaygısı. D oğru işi mi yapıyorum ? Yapılması gerektiği kadar iyi yapıyor m uyum ? Sağlık kaygısı.

<>>58 rv

B ir büroda yalnız o lm ak-hepsi de aynı anda çalan bir sürü telefon. Bu kaygılar bizleri bir kılabilir. H epim iz de onları hissediyoruz. Am a sanki b ir ülkenin yurttaşlarının her biri kendi evinde barikat * (Lat.) Kamusal. (Ç.n.) 52


kurup ülkeyi savunabilirm iş gibi, onların bizi yalıtm asına izin veri­ yoruz.

RASTLANTI

rv 59 rv Yaşamda sahip olduğum tek kesinlik bir gün öleceğim dir. G elecek­ te başka hiçbir şeyden em in olam am. Am a ya hayatta kalıyoruz (ve şim diye değin insanlık tarihinde geniş bir çoğunluk hayatta kalm ış­ tır) ve hayatta kalm ayabilecekken hayatta kalm ak bize m utluluk de­ diğim iz şeyi veriyor; ya da hayatta kalm ıyoruz ve bunu bilmiyoruz.

rv 6 0 ^ Rastlantı evrim sel bir süreç için temel önem dedir. Onun bazı kişisel etkileri bizi m utsuz kılar, çünkü rastlantı tanım ı gereği eşitlikçi de­ ğildir. A nladığım ız biçim iyle, yasa ve adalet gibi terim lere kayıtsız­ dır.

rv 61 rv Rastlantının am acı bizi ve m addenin geriye kalan kısm ını, evrim e zorlamaktır. E vrim e tabi bir süreçte ancak evrim e uğrayarak hayat­ ta kalm ayı sürdürebiliriz. İnsan evrim inin am acı bu yüzden şunu ta­ nımaktır: Varolmak için evrim geçirm eliyiz. Ve gereksiz eşitsizliği ortadan k aldırm am ız-bir başka deyişle, insani alanda rastlantıyı sınırlam am ız-bu^önerm enin belirgin bir sonucudur. Bu yüzden, kesi­ lebilecekleri için ellerden nefret etm ekte; ya da onların kesilm eye­ ceklerini görm ek için her tür önlem i alm am akta ne kadar anlam var­ sa, genel olarak rastlantıdan ötürü m utsuz olm akta da o kadar anlam vardır.

53


HASET

rv 62 rv Bizden daha zenginlerin sahip olduklarına ve daha yoksulların sa­ hip olam adıklarına ilişkin bilgim iz hiçbir zaman daha yaygın olm a­ mıştı. Bu yüzden, başkalarının sahip olduklarını isteme olan haset ve sahip olunan şeylere başkalarının sahip olm asını istem em e olan kıskançlık, hiçbir zaman daha yaygın olmamıştır.

rv 63 *"V Her çağın kendi m itik mutlu adam ı vardır: Bilgeliğe sahip adam , dehaya, erm işliğe, güzelliğe, ender olan ve Çoğunluğun sahip ola­ madığı ne varsa ona sahip olan adam. Yirminci yüzyılın mutlu ada­ mı paraya sahip olan adamdır. Ölüm den sonra ödüllendirici bir ya­ şam olduğu fikrine olan inancım ız ödüllendirici bir şu anki yaşam yaratm a kapasitem izin gelişm esinden daha çabuk yok olduğundan hiçbir zam an yetkinlik m odeline erişm ek için daha şiddetli bir ka­ rarlılık olmadı.

rv 64 rv Akılla, güzellikle ve büyüklük tohum larıyla doğuyoruz. A m a para farklı bir şey. “Zengin doğdu”, diyoruz; am a onun gerçeği tam ı ta­ mına bu değil. Zengin bir ailede, zengin ana babadan doğm uş ola­ bilir. İnsan zeki ya da güzel doğar, am a zengin doğm az. Kısacası, zekânın, güzelliğin ve öteki haset duyulabilecek insani niteliklerin dağıtılm asından farklı olarak, paranın dağıtılm ası, çaresi bulunur bir şeydir. H asedin etkili olabileceği bir alandır. İnsani durum Ç o­ ğunluğa, servetin dağıtılm asındaki bu fazladan hazm edilem ez aşırı eşitsizlik olm aksızın da yeterince insafsız görünüyor. Bir m ilyoner oğlu nasıl olur da bir m ilyonerin oğlu olm aya cesaret eder?

54


r v 65 rv

Üç büyük tarihsel karşı çıkış şunlardır: (a) siyasal özgürlüğün eksikliğine karşı çıkış; (b) usdışı toplum sal kast sistem lerine karşı çıkış; (c) servetteki büyük eşitsizliğe karşı çıkış. Birinci karşı çıkış Fransız Devrimi ile başladı; İkincisi devam edi­ yor; üçüncüsü başlıyor.

rv 66

rv

Anladığım ız biçim iyle serbest girişim , bir insanın istediği kadar zengin olm asına olanak verm ektir. Bu, serbest girişim değil, serbest vampirizmdir.

rv

67 rv

Büyük yirm inci yüzyıl denklem i ben=sen’dir. Ve büyük yirm inci yüzyıl haset olgusu da ben senden daha azım ’dır.

rv 68 rv

Öteki bütün olgular gibi, her yerde ve zam anda görülen bu haset ol­ gusu, dünyanın servetini eşit kılma arzusu, bir yararlılıktır. Yararı ortadadır: D aha zengin ülkeleri, Soğuk Savaş şeklinde, servetlerini, gerçek ve m etaforik anlam da zorla verm eye zorlayacaktır ve daha şimdiden zorlamaktadır.

rv 69 rv

Bir yararlılığın kusurları onun kullanılm az hale gelm işliğinin to­ humlarıdır. Bu haset olgusunda iki ana kusur vardır. B irincisi, para­ ya sahip olm anın ve mutlu olmanın eşanlam lı oldukları varsayım ı­ na dayanm aktadır. K apitalist bir toplum da bunlar çok geniş ölçüde öyledir; am a bu şeylerin doğasında olan bir şey değildir. Sadece ka­ pitalist bir toplum un doğasındadır bu. Ve servetin m utluluğa giden 55


tek yol olduğunu savunan bu varsayım, eğer varolacaksa kapitalist toplum un özendirm esi gereken bu varsayım, sonunda böylesi toplumlarda derin değişikliklere yol açacak bir varsayımdır.

ı-V 70 rv

Kapitalist bir toplum , üyelerini haset etm eye ve haset edilm eye ko­ şullar; ancak bu koşullam a bir hareket biçim idir ve hareket kapita­ list toplum dan daha iyi bir toplum a doğru olacaktır. M arx’in dediği gibi, kapitalizm in kendi yıkım ının tohumlarını içerdiğini söylem i­ yorum; kendi dönüşüm ünün tohum larını içerdiğini söylüyorum . Ve bu tohumları ekm eye başlam anın zam anı çoktan gelmiştir.

71

Bu haset olgusundaki ikinci kusur, onun eşit kılm a gerçeğidir; ve bütün eşit kılm a hareketleri durağanlığa eğilim gösterir. E şitleştir­ meye sahip olm alıyız, ama durağanlığı istemiyoruz. D evinim sizlikten çıkarılan bu uslam lam a, eşitsizliğin evrim sel bir enerji deposu olduğunu ileri süren sav, eşitsizlik yandaşlarının-zenginlerin-tarafındaki en güçlü uslam lam alardan biridir. Şu anki durum um uz olan servette tüm el eşitsizlik tatm in edici değildir, ve servetin oransal eşitsizliği, yani ıstırapla ve usdışı bir şekilde sürüklendiğim iz du­ rum, tehlike doludur. Başka bir nihai durum a ihtiyacım ız var.

<-v 72 <-v

Bu haset, dünya yoksullarının zayıf parmaklarının yüzyıllar boyun­ ca B atı’da depolam ış olduğum uz yaşam tarzını, bilgiyi ve serveti bu korkunç yoklayışı nedir? İnsanlıktır. İnsanlık bu haset’ür, bir yanda bu tutma arzusu, bir yanda bu alm a arzusudur. Ayaktakımı elçiliğin önünde çığlıklar atarken, acı yalanlar ortalığı iğrenç bir biçim de kaplarken, kötücül zenginler daha bencilleşir ve yoksulluktan vahşileşenler daha um utsuz olurlarken, ırklar ırklardan nefret ederken, binlerce tekil olay insanın insana karşı bu son büyük çatışm asını 56


alevlendiriyorm uş gibi görünürken, bu haset olgusu korkunç bir şey gibi gözükebilir. Ama ben inanıyorum ki, ve bu, inanm anın başlan­ gıçta akıl yürütm ekten daha önem li olduğu bir durum dur, insanlığın büyük aklı başında çekirdeği bu haset olgusunu gerçekte olduğu gi­ bi görecektir: İnsanlığı daha insan kılacak büyük bir güç, sadece tek bir çözüm e-sorum luluğa-olanak veren bir durum.

rv 73 rv

Daha önce olduğum uz şey cesarete ve akla ihtiyaç duyduğum uz bir boğaz, hileli bir yol, bir geçit gibidir. A rkaya dönm eye çalışm ayı değil ilerlem eyi sürdürm e cesareti; ve aklı kullanm a aklı; korku d e­ ğil, kıskançlık değil,-haset değil, am a akıl. K ılavuzum uz akıl olm a­ lı ve safraları-çünkü atacak çok şeyim iz v ar-ak ılla atm alıyız.

r v 7 4 <~V

Şu anda bulunduğum uz yer, K olom b’un durduğu ve denize baktığı yerdir.

57


Ill

Nemo

<-v 1 <~v Bütün bu kaygıların izini araştırıp yüce bir içdaralm ası kaynağına varıyorum : N em o’nun kaynağı.

rv 2 rv Freud G alya’yı bölen keyfi am a işbilir bir Sezar gibi, insan psike’sini üç parçaya, ya da üç etkinliğe böldü: Ö teki iki parçayı kontrol et­ meye ya da bastırm aya çalışan süper-ego; bilinçli arzuların alanı olan ego; ve bilinçdışı güçlerin karanlık kaosu olan id. Freud’a gö­ re, bir arada etkileşim i hem gerektiren hem de psike’nin bu üç par­ çasının işlevlerini açıklayan şey, libido, yani cinsel arzu idi; bu ar­ 58


zu bilinçdışından kaynaklanıyor ya da fışkırıyor, ego tarafından kul­ lanılıyor ve süper-ego tarafından da az çok düzenleniyordu. Çoğu psikolog günüm üzde cinsel arzunun davranışlarım ızı yönlendiren ve onların yakıtını sağlayan ham enerjinin önemli bir oluşturucu öğesi olduğunu, am a tek öğenin o olm adığını kabul ediyor. B ir baş­ ka çok temel dürtü de güvenlik ihtiyacı.

r v 3 <~v

Ama ben her insan psike’sinin dördüncü bir öğeye sahip olduğuna inanıyorum ; F reu d ’un term inolojisinde yer alan bir sözcüğü kulla­ narak. buna nem o adını veriyorum. B ununla sadece ‘hiç kim se’yi değil, aynı zam anda hiç kim se olm a d u ru m u n u -’hiç kim selik’i-kastediyorum . K ısacası, fizikçilerin günüm üzde bir karşımaddc postulatını ortaya atmaları gibi, biz de insan psike’sinde bir karşı-ego’nun varolabilm e olasılığını düşünm eliyiz. Bu, nem o’dur.

rv 4 rv

Eğer bu kavram psikologların çok fazla dikkatini çekm em işse bu­ nun nedeni, cinsel ve güvenlik (ya da hayatta kalm a) arzuları türün­ den gerçekten tem el öteki iki dürtü gibi, insanda çok uzun süredir bulunm am ış olm ası olabilir. C insel tatm in ve güvenlik arzulan öz­ gül olarak insani arzular bile değildir; hem en hem en bütün canlı madde tarafından paylaşılırlar. Ancak nem o özgül olarak insani bir psişik güçtür; uygarlığın, iletişim in, yalnızca insana özgü olan kar­ şılaştırm a ve varsayım lar üretm e yeteneğinin bir işlevidir. Bundan başka, negatif b ir güçtür. Cinsel arzu ya da güvenlik durum larında olduğu gibi, ona doğru çekilm eyiz; tersine onun tarafından itiliriz. Süper-ego, ego v e id en azından insanın benliğine büyük ölçüde el­ verişli görünürler ve hem bireyselliği hem de türü korum aya yardım ederler. A m a nem o kam ptaki düşmandır.

59


r v 5 <V

Varolan şeyin varolm ayışı gibi sadece karşıt durum lar hayal edebil­ m emizden değildir bu; biz sayısız ara durum hayal edebiliriz. Ve biz, insanlık durum unun ya da toplum un ya da eğitim im izin ya da ekonom ik durum um uzun kusurları olm asaydı, o zaman hayal ettiği­ miz şeyleri olabilirdik düşüncesine inandığım ız ölçüde, nem o’muz davranışlarım ız üzerinde güç kazanır. Kısacası o, bizim genel ve ki­ şisel eşitsizlik duygum uz ve bilgim izle sıkı ilişki içinde büyür.

<V 6 rv N em o’nun çaresi asla bulunam ayacak temel görünüşleri vardır. Ben asla tarihi Shakespeare ya da tarihi K leopatra olamam; onların m o­ dern bir eşdeğeri asla olam am . A sla sonsuza değin yaşayam am ... ve bunun gibi. Kendim in hiçbir zaman olm ayacağım sayısız şey oldu­ ğunu hayal edebilirim ; hiçbir zaman fiziksel ve psikolojik kusurlar olmaksızın olam ayacağım için, bu benim kendimin ve bilim in çare bulma güçlerinin ötesindedir. Kaçınılm az olanı bir eşitsizlik duru­ mu olarak adlandırm ak m antıksal anlam da saçm a olsa da, gerçekte onu böyle düşünürüz. Ve bu, hepim izdeki nem o’nun kalıcı m etafi­ zik anlamı olarak nitelendirilebilir.

rv 7 rv

Nemo, bir insanın kendi boşunalığm ın ve geçiciliğinin duygusudur; göreceliliğinin, bağıllığının; gücül hiçliğinin duygusudur.

rv 8 rv

H epim iz başarısızlığız; hepim iz ölürüz.

60


<-V 9 rv

Hiç kim se bir hiç kim se olm ak istem ez. Bütün edim lerim iz kısmen yüreğim izin derinliğinde hissettiğim iz boşluğu doldurm ak ya da m askelem ek için tasarlanır.

rv 10 rv

H epim iz sevilm ekten ya d a nefret edilm ekten hoşlanırız; bu anım ­ sanacağım ızın, ‘varolduğum uzun’ b ir işaretidir. Bu nedenle, sevgi yaratam ayanların çoğu nefret yaratm ışlardır. O da anımsanır.

rv 11 rv

Bütünün önündeki bireysel şey: Varolm uş olan, varolan ve varola­ cak olan her şeyin karşısındaki önem sizliğim . H epim iz hem en he­ men cüceyiz ve cücelerin karakteristik kom plekslerine ve psikolo­ jik özelliklerine sahibiz; telafi edici kurnazlık ve kötü niyetle dolu aşağılık duygulan.

rv 12 rv

‘Bir kim se’yi neyin oluşturduğu konusunda farklı fikirlerim iz var­ dır; am a genel olarak kabul edilen bazı özellikler bulunur: Adımı duyurmam gereklidir; iktidara sahip olm alıyım dır-fiziksel, sosyal, entelektüel, sanatsal, s iy a s a l... am a iktidara. A rdım da anıtlar bırak­ malıyım, anım sanm alıyım . Hayran olunm alıyım , haset edilm eli­ yim, nefret edilm eliyim , korkulm alıyım , arzulanm alıyım . Kısacası, kalıcı olm alıyım , ötelere uzanm alıyım , hem bedenin ötesine hem de bedenin yaşam ının ötesine.

rv 13 rv

Ölümden sonra yaşam a inanm a kısm en n em o'yu aldatm ak için ya­ pılan bir devekuşu girişimidir.

61


r v 14 r v

Yeni cennet, ölüm den sonra canlıların am açsızca dolaşm ayı sürdür­ dükleri o anım sanan ölüler dünyasına giriştir. İnsan eski cennete iyi eylem ler ve tanrısal lülufla erişm eyi başarıyordu; ama yeni cennete sadece eylem lerle erişebiliyor: Anım sanacak olan iyi ya da kötü ey ­ lemler. Yeni cennetle seçilm işler türlerinin-bu tür ne olursa olsun-kötü şöhretleri, en ünlüleri, en büyük olanları.

rv 15 r% *

N em o’yu yenilgiye uğratm anın başlıca iki yolu vardır: U yuşabili­ rim ya da çatışabilirim . İçinde yaşadığım toplum la uyuşursam, önemli birisi olduğum u kanıtlayabilm ek için, başarının kabul edil­ miş sim gelerini, statü sim gelerini kullanacağım . Bazı üniform alar başarılı olduğumu kanıtlar; bazıları başarısız olduğum u gizler. Ü ni­ formanın çekici yanlarından bir tanesi, insanı, başarısızlığın suçu­ nun b ir bölüm ünün h er zam an için grubun üzerine atabileceği bir durum a sokmasıdır. B ir üniform a onu giyen herkesi eşit kılar. H ep­ si birlikte başarısızlığa uğrarlar; eğer başarı varsa, onu hepsi payla­ şırlar.

rv 16 rv

N em o’ma çatışarak, kendi özel yaşam tarzımı benim seyerek karşı çıkabilirim . Ö zenle hazırlanm ış, biricik bir persona inşa ederim , kitleye meydan okurum . Bohem , züppe, yabancı, hippi olurum.

rv 17 rv

Yakın zam anların sanatının büyük bir bölüm ü nem o’nun baskılarıy­ la koşullanm ıştır. Biricik üslubu bulabilm ek için um utsuzca arayış vardır ve çok sık olarak bu arayış içeriğin zararına yürütülm ektedir. Deha her iki gereği d e yerine getirecektir; ne var ki daha az yete­ nekli birçok çağdaş sanatçı kendi ‘alam eti farika’larının kurbanı ol­ muşlardır. Y üzyılım ızda üsluplardaki ve tekniklerdeki devasa ço62


ğullaşmanın nedenini açıklam aktadır bu; ve aynı zam anda da çok karakteristik olan sunuş egzotizm i ile tem aların bayağılığının çift­ leştirilmesini. B ir zam anlar sanatçılar bir m erkeze koşarlardı; şimdi dairenin çevresine doğru uçuyorlar. Ve sonuç, yeni rokokom uz olu­ yor.

<-v 18 ı-v

Buna nem o’nun sanat üzerindeki olumlu kötü etkisi denebilir; ama aynı zam anda olum suz bir kötü etki de vardır. H akiki anlam da ‘ya­ ratıcı’ (yani, nem o-öldürücü) olduğu hissedilen her yapıtın ya da sa­ natçının çevresinde bir pasliş cangılı boy atmaktadır.

19 <"V

Romantik ve R om antik-sonrası sanatın tümü nem o korkusuyla; bi­ reyin bireyselliğini tehdit eden her türlü şeyden kaçışıyla sarılm ış­ tır. Klasik heykellerin, klasik m im arlığın, klasik şiirin sakinliği bel­ ki soylu görünür, am a sonsuz biçim de uzaktır; ve klasik sanat deha­ sını yitirdiğinde bize yavan biçim de tatsız ve tekdüze biçim de kişi­ sellikten uzak görünür.

rv 20 rv Aynı zam anda da bu kadar çok kişi asla büyük sanata bu kadar ko­ lay erişem em iştir. En iyi her yerdedir. Kendim izi ne denli küçük hissedersek, yaratıcı olm ak için o denli az güçlü oluruz. İşte bu ne­ denle boş yeni üslupların, boş yeni m odaların ardına takılarak; tıp­ kı yanan bir binada paniğe kapılm ış çocuklar gibi kendim izi her çı­ kış kapısına atarak kaçm aya uğraşırız.

<-v 21 <-v Kısa süreli m allar çağında yaşıyoruz. Ç oğum uz böylesi malların üretimiyle ilgileniyoruz. Ç ok azım ız artık öm ür boyu şöyle dursun, 63


ancak önüm üzdeki beş yıla dayanabilecek olan şeyler üretiyoruz. Zincirin bir parçasıyız. N em o’nun baskıcı hegem onyası altındayız.

r v 2 2 (V

N üfuslar arttıkça, nem o’yu ele geçirm iş görünen halklar çekicilik kazanıyorlar; ve bu onların insan olarak değerlerine tüm üyle bakıl­ maksızın oluyor.

( V 2 3 <-v

Osw ald, Başkan K ennedy’yi gerçek düşm anını öldürebilm ek için öldürdü: Yani, nem o’sunu. G erçekliğe karşı kör değil, tersine aşırı duyarlı bir adam dı. Onu öldürm eye götüren şey hem kendi toplumunun hem de bütün sürecin zehirli adaletsizliğiydi. Ondokuzuncu yüzyıl sonunun anarşist suikastçıları tekrar tekrar şunu doğruluyor­ lardı: Yaptıklarını, kendilerini suikaste uğrayan kişilerle eşit kılabil­ m ek için yapıyorlardı. Birisi şöyle demişti: “ Şimdi o anım sandığı sürece ben de anım sanacağım .”

«■v 2 4 <~v

Alman halkı, H itler’in yaşam larına egem en olm asına aynı nedenle izin verdi. Bireyler gibi, ırklar ve ülkeler de önem , anlam lılık duy­ gularını yitirebilirler. Büyük bir diktatör bir üniform a gibidir; altın­ daki herkese nem o’nun yenilgiye uğratıldığı yanılsam asını verir.

rv 25 rv

Daha az zararlı bir düzeyde onu ünlüler ve başarılılara, film yıldızı­ na, ‘kişilik’e, ‘ünlü k işi’ye duyulan kitle hayranlığında görüyoruz; dedikodu dergilerinin, çıplak kadın posterleri kültünün, ucuz yaşam öykülerinin, kadın dergileri tarafından yayılan taklitçi m anyerizm lerin ve yaşam a üsluplarının popülerliğinde görüyoruz. O nu, her parlak sıradanlığa, her gelgeç başarıya cöm ertçe yöneltilen dikkatte 64


görüyoruz. Ü rettiği her şeyi ‘büyük’ olarak gören H ollyw ood değil yalnızca: H alk bu sahte büyüklüğü istiyor.

<-v26 <-v

Nem o en çok gelişm iş ve en iyi eğitilm iş olanlarda en güçlü, en il­ kellerde ve cahillerde en zayıftır. Böylelikle şurası açık ki, onun gü­ cü sadece daha yüksek genel eğitim standartlarına erişildikçe değil, aynı zam anda dünyanın nüfusu büyüdükçe artabilir. Boş zam ana ve daha fazla ulaşılabilir bilgiye fırsat olduğu ölçüde, can sıkıntısı ve haset de artacaktır. Sahneye korkunç zincirlem e tepkiler çıkar: Bi­ reyler arttıkça her biri kendini daha az birey hisseder; adaletsizliği ve eşitsizliği daha açıkça gördükçe, daha çaresizleşm iş gözükürler; daha fazla bildikçe tanınm ayı daha fazla isterler; ve tanınm ayı daha fazla istedikçe de tanınm aları daha az olası olur.

<-v 27

Dikkati dış dünyaya çekerek nem o’yu yenilgiye uğratm ak gitgide daha zorlaştığı için, gitgide içinde yaşadığım ız küçük kişisel dünya­ mıza dönüyoruz: D ostlara, akrabalara, kom şulara, m eslekdaşlara. Eğer nem o’yu orada yenilgiye uğratabilirsek, bu da en azından bir şeydir. Ve böylelikle gösterm elik tüketim e, başkalarına yetişm eye, ne denli saçm a ve m ütevazı bir düzeyde olursa olsun-sözgelim i golf oynam a, İtalyan tarzı yem ek pişirm e, gül yetiştirm e becerim iz vb.-üstünlüğüm üzü kanıtlam adaki yaygın saplantı çıkıyor ortaya? Böylelikle bütün biçim leri içinde kum ar oynam a takıntım ız ortaya Çıkıyor; hatta, daha yüksek ücret alm a, daha sağlıklı olm a ve daha iyi eğitilm iş çocuklara sahip olm a gibi kendi içlerinde yetkin olan şeylere kafam ızı takıyoruz.

P5ÛN/An«oi

65


rv 28 rv

Ancak N em o’ya karşı en çok görülen sığınak evlilik, aile, yuvadır. Çocuklar, kanın uzun yürüyüşleri, gerçek yaşam sigortasıdırlar. Ne var ki nem o bu durum da kötüye kullanım a yol açabilir. Bireyi, her­ kesin önünde oynayam ayacağı, sadece rüya âlem inde oynayabile­ ceği rolü evde oynam aya zorlayabilir. Sözde diktatör evinde dikta­ tör olur, bu odada anım sanan olur. A nababaları tiran olm aya; koca­ yı ya da karıyı sadakatsizlik etm eye zorlayabilir. N em o’dan yasak­ lanmış bir yatağa kaçıştan daha yaygın görülen bir kaçış yoktur.

rv 29

Sıradan erkek ve kadın, toplum un onlara hileyle benim settiği boğu­ cu bir görüşler dum anı içinde yaşar. Bütün değerlendirm e bağım sız­ lığını ve bütün eylem özgürlüğünü yitirirler. K endilerini gitgide bir makinenin parçaları gibi, özel işlevleri yerine getirm ekle sınırlan­ mış görürler, toplum un ekonom ik yapısı içindeki rollerinden başka bir rolü yapm aya ne ihtiyaçları ne de haklan vardır. Yurttaşlık duy­ gusu körelir. Suçları önlem ek, sizin ya da benim değil, polisin işi­ dir; kenti yaşatm ak, sizin ya da benim değil, belediye m eclisi üye­ sinin işidir; hakları için çarpışm ak, sizin ya da benim değil, ayrıca­ lıklı olm ayan sınıfların işidir. Böylelikle gitgide daha fazla kişi şe­ hirlerde yaşar, ancak gitgide daha fazla kişi şehirli olm aktan çıkar. B anliyölerde başlayan şey dosdoğru şehrin kalbine kadar erişir.

SİYASAL NEMO

rv 30 rv

Yurttaşlık duygusunun körelm esi çağım ızın en çarpıcı fenom enle­ rinden birisidir. İnsan siyasal bir varlıktır; ve bu körleşm eye neden olan şey, başka alanlarda nem o ile uğraşırken ne denli başarılı olur­ sak olalım , hemen hem en hepim izin de siyaset m akinesindeki za­ vallı çark dişlerinden ibaret olduğum uz gerçeğidir.

66


rv 31 Hiçbir siyasal gücüm üz yoktur. Bu yeni b ir durum değildir, am a va­ rolduğuna ilişkin yan-varoluşçu yeni bir bilinçlenm e vardır.

<-V32 rv Varolduğu biçim iyle dem okrasi, yani aklı başında herhangi bir ye­ tişkinin. özgürce dile getirilen bir politikası olan özgürce kurulm uş bir partinin özgürce seçilm iş adayı için özgürce oy verm e hakkı, en iyi sistemdir. Zorunlu olarak en iyi rejim i yaratacağı için en iyi sis­ tem değildir dem okrasi, en acil ihtiyaçları seçiş özgürlüğü olan bi­ reylere en çok seçiş özgürlüğünü verdiği için en iyisidir. E ğer seç­ mesine izin verilirse hiçbir seçm enler grubu, aynı genel politikayı görüş birliğiyle seçm eyeccktir. D ünyada hiçbir yerde ekonom ik eşitlik olm adığı gerçeği üzerine tem ellenen bu en önem li siyasal gerçeklik, genel politikanın doğru seçim inin son derece açık bir şey olması yüzünden seçm enler grubuna başka herhangi bir politikayı seçme fırsatı verm eye gerek olm adığını ve verilm em esini ileri süren herhangi bir rejim in, ulusal ve uluslararası düzeyde bir tehlike oldu­ ğu anlam ına gelir. Ve bu, rejim politika seçim inde kanıtlanabilir şe­ kilde haklı olduğunda bile geçerlidir. U lusal bir .tehlikedir, çünkü esas olarak aynı zam anda uluslararası bir tehlikedir:

ı~V33 rv Platoncu cum huriyet yurttaşlarına, insanlığı ve soyluluğu empoze edebiliyordu, ancak özgürce dile getirilebilecek olanın onu özgürce dile getirebilm iş olan üzerindeki bu aynı zorlam a kabulü, anında, zorla benim setilen cjjçütlerin kuram sal iyiliğini azaltan bir gerilim yaratır. H içbir zam an çiçek açm ayacak şu ağaca yapm a çiçekler ya­ pıştırabilirim; ya da ağacın doğal olarak çiçek açacağı olası koşul­ ları yaratabilirim . G erçek çiçeklerim için daha uzun süre beklem ek zorunda kalabilirim , am a onlar biricik gerçek çiçekler olacaktır.

67


rv 34 <-v

Demokrasi olabildiğince çok kişiye seçm e hakkı verm eye uğraşır bu da onun kusurlarını bağışlatan erdem idir; ne var ki oy verm e hakkı genişleyip niifus arttıkça ironi daha keskinleşir.

rV 35 rv

M ilyonlar iktidarsız kalırken birkaç düzine kişi eylemektedir.

.-v 3 6 r v

Herkesin oya sahip olm ası bir çeşit özgürlüğün genel garantisidir; am a kendi başına hiçbir anlam ifade etmez. Benim oyum hiçbir şe­ yi etkilem ez, hiçbir şeye karar verm ez. Oyum u verip verm em em in önemi yoktur.

rv 37 rv

Oy veriyorum , çünkü verm em ek oy verm e hakkı ilkesinin bir yad­ sınm asını tem sil ediyor; am a oy verm ek beni, bir piyon olduğum ve seçm enler grubu büyüdükçe gitgide daha küçük bir piyon olacağım duygusundan herhangi bir şekilde kurtardığı için değil.

r v 38 rv

Elli yaşındaki aydın bir adam seçmen kabininde, onbeş yaşınday­ ken okulu terk etm iş olan ve üzerinde oy verdiği gerçek sorunlar hakkında bir papağandan daha çok şey bilm eyen tezgâhtar bir kız­ cağızla eşittir. D em okrasinin gereğini yerine getirm ek adına seçmen kabininde eşit olm aları gerekir, bunu söyleyecek ilk kişi büyük ola­ sılıkla elli yaşındaki aydın adam olacaktır. N e var ki bu durum da za­ limlik vardır, ironi ve saçm alık vardır. Zeki bir adam bir kara cahil­ le aynı değildir; gelgelelim seçm en kabini bunu söyler.

68


ry 3 9

<-v

Bu zorunlu ancak acım asız eşitliğin çok görülen sonucu şudur: Top­ lumun ve içinde yaşadığım ülkenin yönelilm e tarzına dair gerçekten söyleyecek bir sözüm yoktur; onlar için beni yasayla yapm aya zor­ ladıkları şeyi yaparım ; ancak enerjim in ve kaynaklarım ın kalanının tamamı kendi kişisel ereklerim için harcanacaktır. Bu bütünsel ka­ tılmama, satranç oyuncularının, valilerin ve bakanların ellerinde bir piyon olm a duygusu görünüşte kozmik durum da koşutunu bulur; ve bu durum a dair görüşüm üz, karanlık bir şekilde, kendi ülkem izin hüküm etinde gücül olarak varolm ayan bir rol alm a görüşüm üzle renklenir.

rv 4 0 rv Oyum koca bir nehre atılm ış boş b ir kâğıt parçasıdır; yaşam ım da sonsuz akış içinde kaybolm uş boş bir atom gibi görünür. İçerlem e pragmatiklcşir; benm erkezcilik, m antıksal olur; ve yasadışı ve teh­ likeli araçlarla-anarşi, ayaklanm a, yıkıcılık-siyasal duygu ifadesi kaçınılmaz hale gelir.

r%j 41 rv Piyon kom pleksini azaltm anın tek bir pratik yolu vardır ve bu, de­ mokrasinin alışılageldik tanım ına (bütün yetişkinlerin özgürce oy vermesi hakkı) ‘ve elverişli olabildiğince sık ’ ibaresini eklem ekten geçer. Şimdi büyük ulusal m eseleler üzerinde daha sık verilen bir genel oyun teknolojik ve toplum sal sorunlarıyla kesinlikle başa çı­ kabiliriz; ve çoğu Batı ülkesinde, onu anlayıp değerlendirebilm ek için yeterince yüksek bir genel eğitim standardıyla birlikte özgür bir basının ve önyargısız bir bilgi hizm etinin elzem güvencelerini sağ­ layabiliriz ya da sağlayabilirdik.

69


<-v 42 w

Bu fikre kesinlikle karşı çıkacak olan bir insan grubu siyasetçilerin kendileridir, gerçi onlar gitgide arlan bir şekilde resmi olm ayan (ve tehlikeli biçim de manipüle edilebilen) bir plebisit biçim ine yönel­ mektedir: Kamuoyu yoklam ası denilen şeydir bu. U slam lam aları bildiktir-kam uoyunun kararsızlığı ve duygusal tabiatı, politik sü­ reklilik olm aksızın yönetm enin olanaksızlığı, karar verm ede bazı etm enlerin gizli tutulması gereği ve bunun gibi. Bu uslam lam alar nedensiz değildir. Ne v ar ki iktidardaki kişilerin ilgileri, iktidarı el­ de tutm aktan hiçbir zam an tüm üyle uzaklaşmaz. M uhalifleriyle po­ litikalar üzerinde ne denli görüş ayrılığına düşerlerse düşsünler, ik­ tidar oyununun kuralları üzerinde görüş birliğine varacaklardır; kontrolü eline geçiren onu elinde tutm ak için dişiyle tırnağıyla çar­ pışabilir.

rv 43 rv

K am u, özgürlüğüne kavuşm azdan önceki kadındır. K ararlarında ka­ rarsız ve duygusal olm uşsa, başka herhangi bir.şey olm asına hiçbir zaman izin verilm ediği ya da olm ası beklenm ediği ya da koşullan­ dığı için olmuştur. Bu, toplum için nasıl tehlikeli bir durum idiyse, şimdi yetişkinlerin çok büyük bir çoğunluğunun yönetim e tümel ka­ tılm ayışı da öyledir,

rv

44

rv

Daha sık oy verilen bir sistem , bireyin içinde bulunduğu kötü duru­ mu büyük ölçüde hafifletm eyecektir; bu durum kesinlikle sayısal bir durumdur. Tek oyun hiçbir zam an önemi olm aması gerekir. Ama bu, daha az yalıtıcı bir durum a doğru atılan ilk adımdır. Bu arada bizler iktidarsız m ilyonlar olarak kalacağız.

70


N EM O 'NU N ZO R U N LU LU Ğ U

r*>45 rv

Ne var ki nem o, rastlantı gibi, sürecin bireye kayıtsızlığı gibi, insan için tem el önem dedir. O nun etkisi, insanın, varoluşunun eşit olm a­ dığım bilm esinin etkisidir. Bu koşulun hem edilgin dehşeti hem de ona çare bulm ak için gereken etkin enerji kaynağıdır.

rv 4 6 <*v Nemo, ego kadar zorunlu, evrim leştirici b ir güçtür. E go kesinliktir, olduğum şeydir; nem o gizilliktir, olm adığım şeydir. A ncak biz ncm o’yu başka herhangi bir güç gibi kullanacak yerde, ilkel insanın şim şekten dehşete düşm esi gibi, ondan dehşete düşm eye kaptırıyo­ ruz kendim izi. K entim izin ortasındaki bu gizem li şekilden çığlıklar atarak kaçıyoruz, oysa gerçek dehşet onun kendisinden değil, tersi­ ne bizim ondan duyduğum uz dehşettedir.

71


IV

Ö dülü n g ö r e c e l i ğ i

«*v 1 rv Eğer hayal gücüm üzün ve gerçekliğim izin dişleri arasındaki tuzağa düşm em ize izin v erirsek-hayal ettiğim iz o daha iyi dünya ile yaşa­ dığım ız daha kötü olan dünya arasındaki tuzak, durum um uzun pek tatmin edici olm ayan b ir durum olduğunu görebiliriz; ve geleneksel telafilerim izden biri de, kendim izi m utluluk bakım ından daha üstün varsaydığım ız yaşam ın bütün şu 'daha alt’ biçim lerini küçüm se­ mektir. İnsani dünyam ız acım asız ve kısa görünebilir; ancak bu, do­ ğanın geri kalan kısm ında en azından daha kötüdür. Bu avuntu da­ ha yakın bir incelem eyi kaldırm az, çünkü ortaya çıkan şey, içinde insanın talih m erdiveninde en yüksekte durduğu rastlantı-bahşedilmiş ayrıcalıklı bir evren değil, tersine içinde-tek bir istisnayla-gi72


zem 1i bir dengenin ve canlı m addenin bütün biçim leri arasında bir eşitlik’m hüküm sürdüğü bir evrendir. Ben varolm adaki bu eşitliğe ödülün göreceliği adını veriyorum .

r v 2 rv

Şöyle tanım lanabilir: Ö dülün göreceliği, her duyum sahibi yaratı­ ğın, evrimin herhangi bir aşam asında, kendi yaşından ya da başka herhangi bir yaştan bütün öteki duyum sahibi yaratıklarla norm al koşullarda aynı görece varolma hazzını bulm asına olanak veren şeydir. G eçm işte olsun şim di olsun, basil olsun karm aşık olsun, bir saatlik ya da onyıllarca süren bir öm re sahip bütün bu duyum sahi­ bi yaşam biçim leri arasındaki eşitliği iki etmen kurar. Birincisi hep­ sinin de haz ve acı hissedcbilm eleridir; İkincisi ise hiçbirinin kendi haz ve acı deneyim ini bir başka yaratığm kiyle karşılaştıram am asıdır. Bu mutlu unuluşun tek istisnası insandır.

rv 3 rv

Ama eğer insan bir istisna oluşturuyorsa bu, geçm işe ya da gelecek çağlara oranla değil, onun kendi çağm a oranladır. ‘K usursuz’ ya da ‘kusurlu’ evrim aşam aları bulunm ası, varolm aktan çıkarılacak haz açısından b ir seraptır. G enel olarak kendi çağım ızın insanlığının, geçmiş ya da gelecekteki başka herhangi bir çağın insanlığından da­ ha mutlu ya da daha az mutlu olduğunu söylem enin bir doğrulam a­ sı yoktur. Başka çağların varolm akta bulduğu y a da bulacağı hazzın yoğunluğunu değerlendirebilm ek için hiçbir araca sahip değiliz; ve şurası kesin ki, bütün türler gibi, bütün haz kaynakları ve duygu tarzlarının soyları tükenebilir. Bu ise, özel mutlak ödüle ilişkin her­ hangi bir hesabı bozar.

r v 4 rv

Dünyam ız daha güvenli görünebilir, bir başkası daha serüven dolu görünm üş olabilir. D ünyam ız daha bilinebilir görünebilir; bir baş­ 73


kası daha gizem doiu olabilir. Kendi çağım ızın, bir başkasındaki özel bir avantajla dengelenem eyecek olan hiçbir belirgin özel avan­ tajı yoktur.

<~V 5 rv Her yaşam , zam anın her bir anında koşut yerde bulunur. M utluluk skalasm da evrim dikey değil, yataydır.

rv

6 rv

G eçm işte, şim dide ve gelecekteki bütün köpekler eş ölçüde m utlu­ dur. Biz insanlara mutlu olm adıkları açık görünür; am a hiçbir köpek bunu bilmez. İnsan bu yüzden ödülün çağdaş göreceliğinden bilinç aracılığıyla sürgün edilmiştir. Bilginin çok büyük bedeli, hayal et­ me gücü ve bundan kaynaklanan karşılaştırm a gücüdür. ‘A ltın ’ çağ, karşılaştırm adan önceki çağdı; ve eğer bir Cennet Bahçesi ve bir D üşüş olm uş olsaydı, bunlar, insanın karşılaştırm a yapam ayacağı ve yapabildiği zam anda, Tekvin 3:6 ile Tekvin 3:7 arasında olurdu.

rv 1 rv H er insani haset nesnesi iki kuşku doğurur. O, yaşadığı durum da be­ nim onu hayal ettiğim kadar mutlu mu? Ben, onun durum unda ola­ cağımı hayal ettiğim kadar mutlu olur m uydum? Bu kuşkular eşit­ sizliğin etkilerini azaltabilirler. Ne var ki mutluluğun koşullarının herkes için aynı olduğunu ileri süren kapitalist anlayış bizi her bir kuşkuya olum lu yanıt verm eye iter.

rv S

rv

Lüks bir yat satın alan milyoner; yeni bir araba satın alan ve işine otobüs ya da trenle gidip gelen memur; yeni bir olta satın alan işçi; sağlam bir çift ayakkabı ele geçiren serseri. K apitalist bir toplumda serserinin işçiyi, işçinin otobüs ya da trenle gidip gelen m em uru ve 74


onun da m ilyoneri kıskandığı aksiyom atik bir olgudur. Böylesi toplumlara inananlar için ne hazzın derecelerini ne de her birim izin on­ lara karşı nerede durduğum uzu bilm em em iz talihli bir şeydir. Ne var ki insan hâlâ el yordam ıyla ödülün hayvani göreceliğinin o uzak anısını aramaktadır. Hissedilen bireysel haz açısından, ondan, para­ ya lapan bir toplum da hayal etm eye zorlandığım ız kadar uzak olm a­ sak da, yeterince uzağızdır.

rV 9 rv

İnsanlık, her ne kadar bilincin ve hayal gücünün gelişm işliğiyle ödül göreceliğinden sürgün edilm iş olsa da, bu gelişim in yine ken­ disiyle, aynı türden bilinçli ve ussal, çağdaş bir görecelik kurabilme gücüne sahiptir. Bizim için ödül göreceliğinin eksikliği, bildiğim iz eşitsizlik, ilerlem enin başlıca nedenidir. Eşit şekilde ödüllendirilm ediğımizi ve bundan uzak olduğum uzu görm em ize izin verilir. Am a biz bilen, bilgiyi hoşgörebilen ve çareyi bulabilen tek organizmayız.

rV 10 rv

H ayvanlarda bizim kazandığım ız şey eksiktir; am a biz onların hâlâ sahip olduklarını yitirdik. Onları insani niteliklerinden ötürü değil, tersine m asum lukları için sevıfıemiz gerekir. O nlarla birlikte hâlâ Cennet B ahçesi’ndeyiz; ve kendim izle birlikte her gün D üşüş’ü ya­ şarız.

rv 11 rv

İnsani olm ayan canlı yaşam biçim leri, zifiri karanlıkta kendilerinin işini de arkadaşlannınkini de görem eyen bir inşaat işçileri toplulu­ ğu gibidir. A m a bize görebilm ek için ışık verilm iştir; ve biz hemen, bazılarının ötekilerden daha kolay ve daha hoş bir işi olduğunu gör­ müşüzdür ve böylelikle uzun haset çağı başlam ıştır. A m a şimdi ya­ vaş yavaş, hepim izin de, eşit m utluluğu elde edem esek bile, böyle bir m utluluğa erişm eye layık olduğum uzu kavrıyoruz ve kavram a­ 75


mız da gerekir. D urum um uzun ortaya koyduğu mesaj açık: B ize es­ ki karanlıkta verildiği gibi yeni ışıkta aynı eşitliği yaratm alıyız.

rv 12 rv

İnsanlığın evrim in bir sapm ası, ölüm e yazgılı bir ikincillik durumu olm adığı konusunda hiçbir güvencem iz yok. O lsak olsak süreç için­ de sadece bir deneyim , bir olasılık olabiliriz. Bilinç bize kendim izi koruma gücü verdiği kadar kendimizi yok etm e gücü de vermiştir. İnsan olm anın bir ayrıcalık olm adığını, tersine, insanlık hariç her şeyle bağlantısızlık olduğunu hiçbir şey daha açıkça gösterm ez.

M U T L U L U K VE H AS E T

rv 13 rv

Kişisel ve toplum sal yaşam larım ızdaki eşitsizlik miktarını m utluluk ve haset kavram larıyla ölçüyoruz. Bu iki koşul davranışlarım ıza egem en oluyor ve onların kökenlerini ta ilkel yaşam biçim lerinde bulabiliriz. M utluluk, hayatta kalm a araçlarına sahip o lm a k tır-’toprak’, ‘barınak’, bir eş, yiyecek, yırtıcı hayvanlara ve asalaklara kar­ şı savunm a araçlarına; haset ise bu şeylerin eksikliğini duym ak de­ mektir. Kısacası m utluluk, güvenlik dem ektir, am a hasedin edilgin yüzü olan güvensizlik deneyim iyle tanım lanm ış bir güvenlik.

rv 14 rv

M utluluk tem elde yaşam ı tam olduğu gibi uzatm a arzusudur; haset­ se değiştirm ek. M utluluk, bu yüzden evrim sel açıdan, ilerlem enin önündeki başlıca engeldir; ve haset de, onun başlıca kaynağıdır. Ne var ki hasedin şu andan itibaren bir çeşit hayatta kalma niyeti olm a­ sı gibi m utluluk da şim diye kadar hayatta kalm aya değdiğini göste­ ren bir çeşit kanıttır. Birisi hükümetin geçm iş ve şimdiki başarıları­ 76


nın reklam ını yapan propaganda dairesi, öteki ise sürekli bir eleşti­ ri komitesidir.

rv 15 fV

P laton’un adil toplum tanım ı, içinde erkek y a da kadın her bir kim ­ senin olduğu şeyden m utlu olduğu bir toplum tanım ıydı; yani hase­ di barındırm ayan b ir toplum . Bizim adil olm ayan toplum lanm ızda, bütün siyasal ve toplum sal çatışm alar m utluluk partisi ile haset par­ tisi arasındadır; ve bütün m evcut sıkıntılarım ız da biricik konum la­ rı saldırganlık konum ları olabilecek bu iki partiyi, karşılıklı olarak yıkıcı karşıtlar olm aları dışında düşünebilm e konusundaki yetenek­ sizliğimizden kaynaklanm aktadır.

I-V 16 I~v

M utluluk tem elde toplum salın karşıtıdır. H er zam an için bir karşı­ laştırmayı, başkalarının bizim tattığım ız özel b ir m utluluğu tadabi­ leceklerini, am a tatm adıklarını bilm eyi içerir. Bu, özel m utluluk iç in d e kamusal m utluluk için de doğrudur. Tiyatro seyircisi, izleyi­ cilerle dolu stadyum , hatta tüm bir ulus m utludur, çünkü bu şekilde mevcut ve mutlu olm ayan başkaları vardır.

rv 17 rv

Mutluluk benim başım a gelen şeydir ve en yoksul kişinin m utlulu­ ğu bile biriciktir; bunun için ona ancak haset edilebilir. Bu m utluluk sadece onundur ve onun olabilir. H epim iz C rusoe’larız; m utluluğu­ muzu ve m utsuzluğum uzu, hiç kim se kendim iz gibi bilm ez.

rv 18 rv

Bu yüzden eşit olm ayan bir dünya yaratm ak m utluluğun doğasında vardır. H erkes için erişilebilir bir m utluluk kaynağı herkes için eri­ şilebilir bir kadın gibi olur; sahip olm anın m utluluk getirm esi gitgi­ 77


de olanaksızlaşır. D evrim lerden sonra tekrar tekrar, devrim in elife’inin yeni bir ayrıcalıklı sınıfa dönüşm esinin paradoksal başkala­ şımını görüyoruz; bunlar her şeyden önce Ç oğunluk’tan esirgenm iş olan hazları kendilerine verdikleri için ayrıcalıklıdır; ve bunda bir öykünm e öğesi olabilm esine karşın, böylesi elite’ler gerçekte m ut­ luluğa duyulan temel insani ihtiyacın ve m utluluğun toplumsal kar­ şıtı doğasının kurbanlarıdır.

rv 19 rv

Haset edenler karakteristik bir sahte tasım lam a yaparlar: M utluluk ayrıcalıkla varolur, ayrıcalık kötüdür, bu yüzden m utluluk kötüdür. Birçok devrim in ilk aşam alarının son derece karakteristik bir yanı olan Püritanizm ve birçok solkanat kuram cısının em ek, sosyal öz­ veri ve devletin iyiliği gibi şeylere talihsiz bir şekilde yeni bir çeşit mutluluk yakıştırm a girişim leri bundan kaynaklanır. Bu girişim ler böyle şeylerde m utluluk bulunam ayacağı için değil, ama herkesin mutluluğu aynı kaynaklarda bulması beklendiği için talihsizdir. Devlet tarafından ya da bir öğreti gereği yahut zorla benim setilen m utluluğun genel olarak her türlü biçimi kendi tanımı gereği bir çe­ lişkidir.

rv 20 rv

Böylesi zorla benim setilen m utluluk-insanı mutlu kılacak şeyi seç­ me hakkının her türlü karalanışı-tem elde totaliterdir ve insanlık bir laboratuvar deneyinde koşullanan hayvanlar gibi olana değin m ut­ luluğu yok eden haset ve onu yok eden m utluluk ... şeklinde bir kı­ sır döngü oluşturan hasedin bir sapkınlığıdır.

rv 21 rv

Gerçek, her iki partinin de hakkı olduğudur: Haset partisi toplumun, mutluluğun başlıca kaynaklarına-daha adil ekonom ik koşullar ve gerisi-eş ölçüde erişm enin sağlanm ası gerektiğini ileri sürdüğünde 78


haklıdır ve m utluluk partisi de, toplum un bireye bu kaynakların ne­ ler olacağına karar verm esi konusunda m aksim um bir özgürlük ta­ nıması gerektiğini ileri sürdüğünde haklıdır. K apitalizm de kom ü­ nizm de, bu her iki gerçeği içerm eye ya da her m utluluk kaynağına eş ölçüde erişm e olanağı veren bir toplum kurm aya uygun değildir.

rv 22 rv

Her iki siyasal uç da haset durum unun Ç oğunluk’u daha kolay manipüle etm eye olanak verdiğini kavramıştır. Sağ için, baskının, san­ sürün ve uranlığın kullanım ını haklı çıkarm aktadır; sol içinse, dev­ rimin ve ayaklanm anın kullanım ını. Kızgın kalabalıklar askeri dik­ tatörleri haklı çıkarm aktadır, ve bunun tersi de doğrudur.

<-v23 rv Kötü olan kişisel m utluluk değil, adil olm ayan toplum sal ayrıcalık­ lardan kaynaklanan özel kişisel ayrıcalıktır. K apitalizm in büyük kö­ tülüğü onda sadece m utluluk kaynaklarına eş ölçüde erişm e olana­ ğına sahip olam ayışım ız değil, içinde başlıca m utluluk kaynağının ona erişme olduğu bir dünya yaratılm ış olm asıdır. D ışlanm ışların haset ettikleri sadece m eyve bahçesindeki elm alar değildir, daha çok m eyve bahçesine girm e hakkıdır haset ettikleri. Sunduğu ola­ naklardan ötürü değil, kulüp seçkin olduğu için seçkin bir kulübün üyeleri olm aya can atm aktadırlar.

rv 24 rv Ancak en iyi hallerinde kapitalist toplum lar, m utluluğun doğasını bozmalarına ve onu ekonom ik koşullara zincirlem elerine karşın, doğru bir m utluluk kavram ını desteklerler; tıpkı kom ünist toplum ların, en iyi hallerinde, doğru bir haset kavram ını desteklem eleri gi­ bi. Kapitalist sistem in büyük erdem i, tem el insani ihtiyaçla bağda­ şan bir m utluluk arayışı özgürlüğüne olanak sağlam asıdır; ve kom ü­ nist sistem in büyük erdemi de, haset duygusuna, kendini tüm üyle 79


yıkıcı olmayan araçlarla ifade etm e olanağı tanıyabilmesidir. Zen­ ginleri, zenginlerin tüm üyle onadan kaldırılm aları durum unda orta­ dan kaldırılacak paylaşm aya zorlam aktadır; çünkü en değersiz ve bencil kastlarda ve kültürlerde bile iyi olan bir öğe vardır: Ö zgürce mutlu olm a hakkı.

rV 2 5 rV

Sorunum uz, bilinç-öncesi geçm işim izin ödül göreceliğini yeniden inşa etm ek; hem hasedin hem de m utluluğun erdem lerini yalıtm ak, birinden yıkıcı saldırganlığı ve ötekinden yıkıcı bencilliği uzaklaş­ tırm ak ve onları, aralarında etkileşen şeyler durum una getirmektir. Her şeyden önce de bunu, heyecanla, kanla ve şantajla değil, bilim ­ le, akılla ve iyilikle yapmaktır.

80


V

İ y i ’yi yapm ak

<-v 1 <-v Geriye insanlık durum unda hoşnutsuzluğa yol a ç a b ilir başka ve çok yaşamsal bir sorun kalmaktadır. İstenç özgürlüğüdür bu.

rv 2 rv Burada bir başka Bahis D urum u’ndayız; yani, çözem ediğim iz ve hiçbir zam an da çözem eyeceğim iz, am a hakkında bir sonuca var­ mamız gereken bir sorunla karşı karşıyayız. Ya hiçbir istenç özgür­ lüğüne sahip olm adığım a, ve ne kadar özgürce ve istenilm iş görü­ nürlerse görünsünler eylem lerim in hiçbir zam an benim eylem lerim olmadığına bahse girm em gerekir; ya da bir çeşit özgürlüğe sahip WÖN/Ariston

81


olduğum a, yahut elde edebileceğim e bahse girm em . Üçüncü olarak, hiçbir bahse girm eyebilir ve bilinemezci kalabilirim.

rv 3 ru Bu, birçok bakım dan, müdahale edenle m üdahale etmeyen bir tan­ rıyı ya da ölüm den sonra bir yaşam la tümel ortadan kalkışı karşı karşıya getiren bahisten çok daha kolay bir yarış bahsidir. Çoğu din­ ler ve adalet kitapları, etik ve ceza sistem lerini etkin kılabilm ek için, tümel bir istenç özgürlüğünü varsaym ışlardır; bu, bütün insan davranışlarını mekaniğe indirgeyen belirlenim ci anlayıştan daha çok kanıtlanabilir olm am akla birlikte, daha bağışlanabilir bir şeydir. ‘Bir postacı selde boğuldu’ ve ‘B ir postacı silahlı bir adam tarafın­ dan öldürüldü’ cüm leleri evrim içinde aynı olaylar kategorisine ait olabilir; ama insan toplumu için taşıdıkları anlam bakım ından du­ rum öyle değildir. Sözünü ettiğim iz bu katilin tetiği çektiğinde hiç­ bir seçm e özgürlüğüne sahip olm adığım söyleyebiliriz; am a bütün insanların benzer bir durum da hiçbir seçme özgürlüğüne sahip ol­ mayacağını söyleyem eyiz. Şu ya da bu birey tarafından sahip olu­ nan özgür istencin derecesi hakkında tartışabiliriz; ama onu bütün insanlığa tanım ayı yadsım ak, niçin hepim izin silahlı insanlar olmad ığ ı-v e niçin çıkar gözetm eyen seçim ler yapabiliyor olduğum uz gibisinden-büyük bir sorudan kaçmaktır.

rv 4 rv Evrimsel ya da biyolojik anlam da, gerçeklen de sonuçta herhangi özgür bir istence sahip olm adığım ız ortaya çıkabilir. Bütün ‘özg ü r’ seçm elerim iz, sonuçta, üzerlerinde hiçbir kontrolüm üzün olm adığı bazı koşullanm alara maledilebilir. Karşıtını kanıtlayabilsek bile—tü­ mel özgür istenç-yine de sınırlıyızdır, çünkü tüm üyle özgür olmak için seçme özgürlüğü kadar m utlak biçim de özgür bir seçm e alanı­ na sahip olm am ız da gerekir. G erçekte bizim için algılanabilir ve yapılabilir, m evcut eylem şekilleriyle sınırlıyızdır. Kadın olup ol­ mamayı seçem em , çünkü erkek doğm uşum dur; ve bu m antık böyle 82


sürer gider. G elgelelim , özgür olarak seçtiğim izi hissettiğim izde (ve daha önem lisi, dış bir gözlem ci bunu hissedebildiğinde) hepimizin de deneyim sahibi olduğum uz durum larla karşı karşıya gelm e ger­ çeği vardır. Belki de biz, adeta kesin bir biçim de, m akinelerizdir; ama o denli karm aşık m akinelerizdir ki bunlar görece bir seçm e öz­ gürlüğü geliştirm işlerdir. B ir hapishane hücresindeyizdir am a bu hücre nispeten geniş bir hücredir ya da geniş yapılabilir; ve içinde bizler görece anlam da özgür olabiliriz.

rv 3 rv Eukleides’ci geom etrinin doğru olm adığı durum lar ve anlam lar ola­ bilir; am a bu geom etrinin sıradan am açlar için doğru gözükm esi ve sıradan durum larda ‘işlem esi’ yeterlidir,

rv 6 rv

Satranç, konulm uş kurallar ve belirlenm iş ham leler çerçevesi için­ de perm ütasyon özgürlüğüne izin verir. Bir satranç oyuncusu hem kurallar hem de belli bir oyunun gereklilikleri açısından, istediği gi­ bi m utlak şekilde hareket edem ediği için, hiçbir ham le özgürlüğüne . sahip değil m idir? Y aşam la oynadığım özel satranç oyununun sizin­ kinden ve başka bütün oyunlardan farklı kuralları vardır; tek ben­ zerlik her bir özel oyunum uzun her zam an kuralları oluşudur. M iras olarak alınan ve elde edilen bana özgü yetenekler oyunun kuralları­ dır; ve belli bir anda içinde bulunduğum durum oyunun durumudur. Benim özgürlüğüm , eylem in seçilm esi ile oyunun kuralları ve duru­ mu içinde sahip olduğum oyun gücüdür.

<-v 7 <-v

Son olarak toplum içinde yaşayarak özgür istenç kazanışım ızda pa­ radoksal bir anlam vardır. En belirgin düzeyde, bir kom itenin nihai kararının, tek tek bazı üyelerin ‘kendi özgür istençleri’ ile varacak­ ları bir karar olm ayabilm e olasılığına karşın, görünüşte belirleyici 83


bir biyolojik sistem in karşısında genel bir insani istenç özgürlüğü­ nü gerçekten de tem sil eder. Bu belki de toplumun birey için oluş­ turduğu en derin psikolojik çekim gücüdür; gerçi her birim izde bu­ lunan daha kolay anlaşılabilir birey, başka insanların görüşlerini ve inançlarını bir bakım a düşm anca ve sınırlayıcı olarak düşünm eye eğilim lidir, her birim izdeki daha derin bir zekâ bu çatışm adan kaynaklanan-sonuçta her birim izin paylaştığı-şeyin daha büyük bir ge­ nel özgürlük olduğunun farkındadır.

'NEDENSİ Z EDİMLER’ rv 8 rv Çok bilinen bir eylem k ategorisinin-'nedensiz edim ler’ ya da ussal bir m otivasyonu olm ayan ani kararlar-m utlak istenç özgürlüğünü kanıtladıkları varsayılır. A ncak onların bütün kanıtladıkları uzlaş­ maları hor görmeleridir. Bütün sınırlam aların hapsolunm ayla ben­ zeştiği sapkınlığından kaynaklanır bunlar; sanki gözlem lenebilir kozm ostan m ezon’a değin bildiğim iz her şey sınırlı değilm iş gibi.

rV 9 rv

Şayet Canterbury Başpiskoposu’na çürük yum urta atacak olsam , uz­ laşm alara hiç saygı duym adığım ı kanıtlayabilirdim ; am a istenç öz­ gürlüğü konusunda hiçbir şey kanıtlamazdım. Usdışı eylemlerden oluşan bir dünya mutlak biçim de özgür bir dünya yaratm azdı, çünkü insanlar için anarşi ancak herkes anarşi istediğinde özgürlüktür.

rv 10 rv

Bireyin varoluşunun dışına atıldığı ya da atıldığını hissettiği bir dünyada nedensiz edim lerin belli bir çekicilik kazanm ası son dere­ ce doğaldır. Ancak bu, dünyanın varolduğu biçim iyle suçlanm ası­ dır, nedensiz edim in doğrulanm ası ya da özgür istencin bir kanıtı değildir. 84


G Ö RECE Ö ZG ÜR LÜĞ ÜN AM ACI

rv 11 Eğer sadece görece olarak özgürsek, o zam an daha büyük bir göre­ ce özgürlük geliştireceğiz dem ektir. Bu özgürlük kazanılm ası gere­ ken bir şeydir: Hem kendi öm rü süresince birey tarafından, hem de uzun tarihi boyunca tür tarafından.

r v 12

Bununla kazanılan şey ortadadır: D aha büyük bir zekâ ve insanın hem kendisi hem de yaşam hakkında daha büyük bilgi. Pratikte top­ lumsal açıdan bu, daha yüksek bir genel eğitim standardını ve fark­ lı bir eğitim türünü gerektirir. H er şeyden öte de toplum sal eşitliği gerektirir. İstenç özgürlüğü yaşam koşullarına ilişkin özgürlüğe sı­ kı sıkıya bağlıdır.

İY İLİK YAPM A Y E T E R S İZ L İĞ İ

rv 13 Kötülük yapm aktan uzak durm am ız tem el önem de bir şey olduğu­ na göre, bazen iyilik yapm aktan uzak durm am ız da gereklidir. İs­ tenç, elektrik gibi, ahlâkdışı bir güçtür: Ö ldürebilir ya da hizm et edebilir. Eylem e geçm edi başaram am a, bir elektrik sistem indeki si­ gorta gibi, elzem bir güvenlik sistemidir.

rv 14 rV İslediğimizden daha fazlasını yapabilseydik bile dünya daha iyi ol­ mazdı, çünkü artm ış olan istenç ve eylem gücü hem iyi hem de kö­ tü eylemlere uygulanırdı. Bu nedenle, istediğim iz şeyleri yapabil­ meyi arzu ediyoruz dem ek, iyi olan ve kötü olan şeyleri belirlem e­ de daha fazla deneyim e ihtiyacım ız v ar dem ektir; yoksa istem e ve eyleme geçm e konusunda değil. 85


rv 15

Hayvanların güçlü istençleri vardır; ne isterlerse onu yapm aya uğ­ raşırlar. İstedikleri gibi yapm am aya yetenekleri yoktur. Onları böy­ le tuzağa düşürürüz. Z ayıf istençlilik insan toplum unun m akinesini hem yağlar hem de korur.

r-V 16 rv

Ne var ki bizim hoşnutsuzluğum uz, özgürce istediğim iz iyiliği gerçekleştircm em izdir. Şu yardım kutusu için cebim de bir şilin vardır; ancak kutunun yanından geçer giderim . Bunu yapm ayışın başlıca altı nedeni vardır.

*~v> 17 <~v

B irincisi bir eylem i istem ede hiçbir seçm e özgürlüğüm üzün olm a­ dığını ileri süren yazgıcı inançtan kaynaklanır. Bu yüzden biz, bir eylem de bulunsak bile, bizim için seçilm iş olanı yaparız. Seçm em iz bir yanılsam adır; eylem im iz, bir enerji israfıdır. Yapmak ya da yap­ m am ak ... kim in umurunda?

<-v 18 rv

İyilik yapam ayışım ızdaki ikinci neden niyet çatışm asından kaynak­ lanır. Y üksek zekâ, çıkar çoğulluğunu ve her eylem in sonuçlarını önceden görm e konusunda keskinleşm iş bir yeteneği sağlar. İstenç bir varsayım labirenti içinde kaybolur.

rv 19 rv

Bütün çatallanan yollar kavşakları düşlerler; insanlarda olduğu gibi atom larda da, karm aşıklaşm a enerji kaybına neden olur. Bütün tarih boyunca aydınlar takımı eylem konusundaki zayıflıklarından ötürü küçüm senm iştir. Ama ancak yüksek zekânın yüksek ahlâklılıkla 86


eşanlamlı olduğu bir dünyada en zekinin en fazla güce sahip olm a­ sı arzu edilebilirdi.

rv 2 0 <-v İyilik yapam ayışım ızm üçüncü nedeni bir eylem i yerine getirm eyi hayal etm e konusundaki yeteneğim izden kaynaklanır. D eneyim leri­ mizden biliriz ki, şeyler pek ender olarak olm alarını hayal ettiğim iz kadar hoş bir biçim de ortaya çıkarlar; ve hayal edilm iş ideal bir so­ nuç zihinlerim izin üzerinde öylesine bir nüfuz kurabilir ki, gerçek­ liğin hayal kırıklıklarını göze alm ak olanaksızlaşır.

rv 21 rv Eyleme geçm eden önce sanki daha önce eylem e geçm iş gibiyimdir. B ir şeyi yapm aya inandığınızı söylem ek, sizi sözünüzden sorum lu tutması olası tanıklar karşısında değilseniz şayet, kendinize o eyle­ mi yapm am ak için sadece bir gerekçe bulm ak olabilir. Çünkü iyilik eylem dir; eylem e geçm e niyeti değildir.

rv 22 rv Yerine getirilm eden önce bilinçli bir istenç çabası gerektiren (yani, zorunlu ya da içgüdüsel olm ayan) her eylem hayal gücüne uyuyan bir prenses gibi gözükür. G izilliklerle dolu büyülü bir orm anın kal­ binde yatar. Bu yüzden edim sel yerine getiriş başka eylem ler tara­ fından yaratılm ış olabilecek her şeyi ortadan kaldırm a tehdidini sa­ vurur; ve bunun cinsel durum la yakın bir paralelliği vardır. B oşal­ madan önce zamanı uzatm ak daha fazla haz verir. Yarın cöm ert ola­ cağım için bugün cimri olm ak iyidir.

87


rv 23 rv

İyilik yapam ayışım ızın dördüncü nedeni eylem e geçm eyerek eylem yapm ayı seçebileceğim izi kendim ize kanıtlam a arzusundan kay­ naklanır. Eylem e geçm em ek eylem ektir. Ben, yaptığım şey kadar yapmadığım şeyim dir de. Eylem e geçm eyi reddetmek çoğu kez ne­ densiz edim in eşdeğeridir. Temel neden özgür olduğum u kanıtla­ maktır.

r v 24 rv

İyilik yapam ayışım ızın beşinci nedeni tasarlanan eylemin son niye­ te oranla çok küçük olm asından ötürü anlam sız gözükm esidir. Aynı anda iki ayrı işi yapm aya kalkışm ak gibidir ki-kum tanelerini tek tek alarak Sahra’yı başka bir yere taşım ak, kaşıkla A tlantik’in suyu­ nu boşaltm ak-birçok iyi'dava havada kaybolur gider.

r v 25 rv

İyilik yapam ayışım ızın altıncı nedeni bir şeye karşı olan şu eylem ­ ler için geçerlidir. Burada karşıtını desteklem e m ekanizm ası eylemi önleyebilir.

KAR ŞITIN I D ESTEKLEM E

r v 26 rv

Eğer ahlâki, estetik ya da politik-sosyai bir kutba doğru güçlü bi­ çim de çekilirsem , onun karşı kutbundan nefret ederim ve onu bas­ tırmayı arzulayabilirim . A m a aynı zam anda şunu da bilirim ki pozi­ tif etkisi altında yaşadığım kutup, enerjisinin çoğu için o karşı kut­ ba bağım lıdır; bundan başka o kutba çekilm iş olm aktan haz alırım. Karşı kutba m uhalefetim bu durum da çoğu kez özel türden bir m u­ halefet olacaktır. Ben bu çeşit m uhalefete karşıtım desteklem e adını veriyorum.

88


rv 27 rv

Bir fikre ya da toplum sal eğilim e şiddetli bir fiziksel m uhalefet gös­ terebilirim. Ne var ki şiddet şiddeti doğurur; kuvvet kuvveti doğu­ rur; olanak olanağı doğurur. Şiddetli zulüm çoğu kez, zulm edilenlerin yeterli bir bölüm ünün daha fazla şiddetin uygulanm ası için ha­ yatta kalacağı gibisinden bir arzuyu gizler. Tilki avcıları tilkileri ko­ rurlar. En keskin nişancılar avı gayretle korurlar.

<-v 28 rv

Şiddet, m uhalefet edilen yanı güçlendirir; tutku onu yumuşatır. Bir şeye karşı tutkuyla fikirler ileri sürm ek ona tutku vermektir.

rv 29 rv

Oyunlar bir çeşit perpetuum m obile,' insan enerjisi için sonsuz bir depo olarak icat edilm işlerdir. Bütün büyük oyunlar böyledir: hay­ vanları yem le yakalam ak, avcılık, balıkçılık, top oyunları, satranç, iskambil oyunları, zar oyunları, hepsi de sonsuz perm ütasyonlara olanak verirler. B üyük b ir oyun kurum ayan bir kuyudur; ve karşı kutbu destekleyenin düşm anda aradığı da tam ı tam ına bu tüketilmezliktir. Şövalyeliğin am our courtois” kavram larından gelişen Anglo-Sakson sporculuk ve adil oyun etiği, karşı tarafı desteklem e ilkesine çok açık bir biçim de kutsal bir şey olarak bakar.

rv 30 rv

S a f bir biçim de duygusal m uhalefet bir bum erang’d ır-h c r zaman başlangıç noktasına döner, tabii her zam an olum suz anlam da değil. Düşman tarafından karşılık olsun diye seçilen ve kullanılan her mu­ halefet ise m uhalefet değil, karşı yanı desteklem edir.

* (Lat.): "Sürekli hareket." (ç.n.) " (Fr.): "Saray soylularına özgü aşk." (ç.n.) 89


rv 31 <*v

Karşıtını desteklem enin en çok görülen yolu maskeli hoşgörüdür. Yüksek zekânın doğuştan gelen genel bir zayıflığıdır bu. Bir karşı kutba eylem siz düşm anlık gösteririm ; bu genellikle o denli engin ve genel bir tabiattır ki, ne kadar aktif olursam olayım bir bütün olarak durum üzerinde hiçbir etkim in olam ayacağı anlaşılır.

rv 32 rv M askeli hoşgörcn, m uhalefet ettiği şeyin kendi mutluluğu için te­ mel özellikte olduğunu bilir. M uhalefetini sözlü olarak dile getir­ mekten hoşlanabilir ve gerçekte genellikle de dile getirir, ancak pek ender olarak yapıcı bir m uhalefet eylem inde bulunur. Çoğu kez, mu­ halefet ettiği şeyle açık açık çatışan davanın aktif işçilerini ktiçümseyecektir. Böyle insanların özel çıkarlar ardında koştuklarını-eylemin heyecanından hoşlanm aktadırlar, dışadönük mizaçlı doğm uşlardır-ve kendisinin çok derin, çok uzak görüşlü olduğunu söyleye­ cektir. A ktif m uhalefetin boşluğunu, yararsızlığını ya da aldatıcı ya­ nını bilmektedir. Çağım ızın en çok hissedilen* en çok paylaşılan, en çok haz alınan um utsuzluğudur bu.

rv 33 rv

Çağım ızda ve çağım ızın en anlam lı olduğu düşünülen sanatsal fi­ gürleri, entelektüel istenç-sizliğe ve yetersizliğe ilişkin bu bilinçli duyguyu ya da olguyu en iyi ifade eden fıgürlerdir-düşm üş aziz, za­ y ıf insan; ve güçlü karşı kutbu ifade edenler-eylem adam ları, fail­ ler. Vahşi B atı’nm kahram anını düşünün; Beckett ve G reene’deki, Hem ingway ve M alraux’daki karakterleri.

rv 34 rv

M odem La M ancha’mızın Don Q uixote’lari, m uhalefet etm enin yıkmayı arzulam ak dem ek olduğunu; ve yıkam am anın trajik bir du­ ruma yol açtığını ileri süren mit tarafından aldatılm ış olanlardır. 90


rv 3 5 rv

Bütün m uhalefetlerde iki güdü vardır; ve iki güdü birbiriyle uyuş­ maz. Birisi, doğru ya da yanlış olarak, her türlü m uhalefeti bastırma istencidir, öteki ise, doğru ya da yanlış, onu uzatm a istenci. M uha­ lefet etm eden önce bu iki istencin hangi rolleri oynadığını belirle­ mek gereklidir.

«v36

rv

Bilinçli olanlardan çok daha fazla ikiyüzlülük çeşidi vardır. Her tür­ lü muhalefet m uhalefet edilene işaret eder. H ıristiyanlığın günahı ne denli çekici kıldığına bir bakın. En iyi m uhalefet her zam an bilim ­ sel, m antıksal, ussaldır. A kıl için ne denli yanıtlanm az ise, o denli iyidir.

rv 37 rv

Psikiyatri hastası tedavi edilm ez, am a kendi doğasının çelişkilerini anlayarak daha az anorm al kılınır. Onu kullanan güçlerin nasıl kul­ lanılabileceğini anlam aya başlar belli belirsiz. A nlam ak yalnızca bağışlam ak değildir; kontrol etmektir.

rv 38 rv

M uhalefet etm eden önce, şu sorulan sorun: M uhalefet etm ekten ne ölçüye dek hoşlanıyorum ? Eğer hir darbede bütün m uhalefet ettiklerim i yo k edebilseydim . o darbeyi yapar m ıydım ? M uhalefetim m uhalefet edilen şeyi zayıflatacak mı yoksa güçlen­ direcek mi? N iyet edilen m uhalefet biçim inin etkin olm a olasılığı nedir? B ir p o z m u yoksa bir gerçeklik m idir? Ne ölçüye değin salt biçim de hayran olduklarım tarafından bir hayran olunm a ya da küçüm senm em e arzusundan kaynaklanır? 91


Daha yararlı hiçim de m uhalefet edebileceğim başka bir şey var nudır?

/"V 39 rv

M uhalefetim ‘görevim ’dir; eğer bir kez m uhalefetimin gerçekte hazzını olduğunu kabul etseydim ...

rv 4 0 <-v

Düşman m ezarlarında dökülen gözyaşları çoğu kez tuhaf bir biçim ­ de içtendir; kendi yuvasız kalm ış enerjim ize ağlarız.

rv 41 rv

Birçok m uhalefet hareketi H afif M üfreze Hücum larıdır. Ve bir be­ lirti niteliğinde, onların başarısızlığına olan hayranlığım ız, boşa kü­ rek çekm elerine ve yararsızlıklarına olan nefretim izden daha fazla­ dır.

İYİ KÖT ÜYE EŞİ TTİ R <-v 42 ı~y

İyi eylem ler yapm aya karşı bazen ileri sürülen son bir um utsuz ar­ güman daha vardır. Şudur bu argüm an: İster iyi isterse kötü olm ala­ rı niyet edilm iş olsun, bütün eylem ler, zaman geçtikçe birbirleriyle öylesine kapsam lı bir biçim de iç içe girer ki sonuç olarak onların görece iyiliği ya da kötülüğü tüm üyle ortadan kaybolur. Hem kötü hem de iyi ölür; ya da başkalaşım a uğrar.

rv 43 rv

Bazıları için kötü olan şeylerin bir başkası için iyi olabileceğini he­ pim iz biliyoruz; ne var ki bütün için ya da tarihsel olarak göz önün92


de tutulan herhangi bir özel eylem için doğru olabilen bir şeyden dosdoğru, bireyin eylem leri konusunda benim sediği herhangi ahla­ ki bir ilginin haklı çıkarılabileceği gibisinden b ir kuram a varmak, bir eylem için doğru olan şeyin eylemi yapan için de doğru olması gerekir gibisinden bir safsataya düşmektir. İnsanın sonuçta kendisi ve kendi toplum unun sağlığı için iyilik yapm ası gerekir; yoksa iyi­ lik yapm ış olm ak için ya da salt eylem i yerine getirm ek için değil.

r v 4 4 /V

Eğer iyi sonuçta kötünün içinde ve kötü de iyinin içinde kaybolu­ yorsa, o zam an bu, insanlığın değil, m addenin v ar kalm asını sağla­ mak içindir.

rv 4 5 rv

Doğru ve yanlış hakkındaki bütün değerlendirm elerim iz m utlak bi­ çimde ve evrim sel olarak anlamsızdır. N e var ki bizler yargılam aya zorlanan yargıçlar gibiyizdir. G örevim iz yargılam aktır, iyi vc kötü arasında seçm ektir. E ğer böyle yapm ayı reddedersek, insan olm ak­ tan çıkarız ve tem el durum um uza, m adde oluşa geri döneriz; yine de aram ızdaki en kötüler, en kötü hallerinde bile halinden hoşnut birkaç kiloluk m oleküllerden fazla bir şeydir.

N İ Ç İ N B U K A D A R A Z İ Yİ V A R ? rv 46 rv

Ne var ki bu nedenleri kabul etsek bile, iyilik yapam am anın çoğu kez olası birkaç yoldan hangisinin en iyi olduğunu bilm e güçlüğün­ den ya da bir eylem de bulunm ak için herhangi bir zorunluluk gör­ me konusunda hakiki bir yetersizlikten (eski dingincilik sapkınlığı) doğduğunu kabul etsek bile, hepim iz de yapabileceğim iz bütün iyi­ likleri yapm adığım ızın farkındayız. N e denli aptal olursak olalım, içinde açık bir biçim de iyi b ir eylem tarzı gördüğüm üz, am a yine de 93


yapm aktan kaçındığım ız basil durum lar vardır; ne denli bencil olur­ sak olalım, hiçbir özveri gerektirm eyen, am a yine de kaçındığım ız iyi eylem tarzları vardır.

r v 47 ry

Son iki bin beş yüz yıldır neredeyse her büyük düşünür, her büyük aziz, her büyük sanatçı adil toplum un temeli olarak iyi edimin so y ­ luluğunu ve yetkinliğini savunm uş, canlı örneği olmuş ve yüceltm işlir-ya da en azından dolaylı bir şekilde bunu dile getirmiştir. Bu apaçıklıktan ölürü iyiliğin toplum sal ve biyolojik değerinden kuşkulanılam az. B öylelikle adeta büyük insanlar yanılmışlar, adeta in­ sanlığın daha büyük bir çoğunluğunda sapkın, am a daha derin bir gerçeğin kavrayışı var gibi gözükm ektedir: Yani genellikle hiçbir şey yapm am ak genellikle iyilik yapm aktan daha iyidir.

48

Sanırım bu garip ve usdışı tepkisizlik büyük ölçüde, iyilik yapm a­ nın bize haz getireceğini-eğer ölüm den sonra bir yaşam varsa, son­ suz h az-v e böylelikle de iyi insanın kötüden daha mutlu olacağını ileri süren din kökenli m itlerden kaynaklanm aktadır. Çevrem izdeki dünya bunların gerçekten de mit olduklarını gösteren kanıtlarla d o ­ ludur: İyi insanlar çoğu kez kötülerden çok daha az m utludurlar ve iyi eylem ler çoğu kez acıdan başka bir şey getirm emektedir. İnsan sonsuz bir etken arayıcısı olduğu gibi, sonsuz bir ödül arayıcısıdır da. İyilik yapm ak için daha başka bir ö dül-tem iz bir vicdandan ve doğruluk duygusundan daha fazla bir şey-olm ası gerektiğini hisset­ mektedir. Sonuç karşı konulm azdır: İyilik yapm ak haz getirm elidir (ve bu yüzden, edimi yapm adan önce, vaat olm alıdır). Eğer getir­ mezse, o zaman kötü bir anlaşmadır.

94


rv 49 rv

Belirgin iki haz ‘biçim i’ vardır. Birine niyet edilm iş diyebiliriz, çün­ kü haz getiren olay, bir sevgiliyle buluşm a, bir konsere gitm e plan­ lanmış ve niyet edilm iştir. İkincisi ve çok daha önem li olan çeşidi rastlantısal hazdır, çünkü beklenm edik bir biçim de g elir-sadece es­ ki bir dostla sürpriz bir buluşm a, sıradan b ir m anzaranın ani güzel­ liği değil, tersine, haz alm anın aktif niyeti içinde önceden açıkça görülm eyen bütün öğeler. G erçekle, niyet edilm iş bir hazzı planla­ dığım ızda her zam an bilinçdışı olarak rastlantısal türden bedava bir ikram iye olacağını varsayarız. Yaklaşımımız bir yolcunun yaklaşı­ mıdır: Yolculuğu planlandığı ve kesin am açlar taşıdığı ölçüde niyet edilen hazzı alacaktır, am a aynı zam anda, hem başına gelm esini ni­ yet ettiği şeyler bakım ından, hem de başına rastlantı eseri gelecek şeyler bakım ından beklenm edik türde çok büyük ölçüde bir hazzı bekleyecektir. Bu şekilde zararım ızı azaltm ak için çift yanlı bahse girebiliriz-eğer planlanan hazlar hayal kırıklığı yaratırsa, beklen­ medik hazlar olacaktır ve bunun tersi de geçerlidir.

rv 50 rV

Bu haz biçim lerinin her ikisinde de anında çarpıcı olan şey büyük ölçüde rastlantıya bağlı olmalarıdır. Bir kız evlenm eyi uzun süredir planlamış olabilir. A m a sonunda evlilik olduğunda, gerçekleştiğin­ de, bir iyi talih duygusu vardır. Evliliği engellem ek için birçok şey olabilecekken hiçbir şey olmamıştır. Belki o zam an dönüp; şimdi kocası olan adam la ilk karşılaşm asındaki şansa bakabilir; ve görür ki oradaki temel rastlantı öğesi altüst edicidir. Kısacası, her iki tür hazzı da büyük ölçüde rastlantının bir sonucu olarak görm eye koŞullanmışızdır. Bizim ona erişm em izden çok o bize erişir.

rv 51 rv

Ne var ki hazza bir çeşit başarılı bahis muam elesi yapar ve sonra da bu tür bir hazzı ahlâki seçim lerden ve eylem lerden beklediğim iz an­ da, sıkıntıya gireriz. Bir dünyayı saran şans atm osferi ötekine de bu­ 95


laşacaktır. Rastlantı, hazzın yasalarını yönetir-bu yüzden, iyilik yapmanın yasalarını da yönetsin deriz. Bundan daha kötüsü, bizim sadece haz vaat eden iyi eylem lerin yapm am ıza değer olması gibi apaçık bir sonuca varacak olmamızdır. H az topluluk saygısından, kişisel m innetten, öz çıkardan (karşılığında iyilik umudu); ölümden sonra hoş bir yaşam umudundan; eğer kültürel çevre tarafından böyle bir duygu ‘oluşturulm uş’ ise suç duygusundan kurtulm uş ol­ maktan gelir. Ancak her bir durum da da özendirici şey, tarihsel ola­ rak ne denli gerekli ya da pragm atik gerekçelerle ne denli doğrula­ nabilir olursa olsun, iyi eylem de bulunm a niyetim iz açısından tü­ müyle yanlış bir ortam yaratır.

r v 52 rv

Kam usal bir iyilik için iyilik yapm ak iyilik yapm ak değildir: K am u­ sal ödiil için bir şey yapmaktır. Aynı zam anda iyilik yapıyor olm ası doğrulanm ası gibi görünebilir; am a bu, göstereceğim gibi, tehlikeli bir doğrulamadır.

rv

53 <-v

Duygusu içimizde olsa da, haz fikrine genellikle bağlam adığım ız daha az belirgin bir üçüncü haz ‘biçim i’ vardır. Ona işlevsel haz di­ yebiliriz ve o, varlığım ız için temel önem deki bütün şu etkinlikler­ den aldığım ız hazdır: Yeme, dışkılam a, soluk alm a ve son olarak, varolma. Bir bakım a bunlar sahip olduğum uzu yadsıyam ayacağımız biricik hazlardır. Onları pek açık olarak ayırt edem iyorsak, çok daha bilinçli ve karm aşık öteki iki haz biçim iyle yüklü oldukları için ayırt edem iyoruzdur. Eğer yediğim şeyi seçersem, niyet edilen hazzı deneyim lerim; eğer yediğim şeyden beklediğim den daha çok zevk alırsam , beklenm edik olanı deneyim lerim ; ama altta göm ülü yatan yemenin işlevsel hazzıdır, çünkü yem ek varolm aya devam et­ mektir. Ju n g ’cu term inolojiyi kullanacak olursak, bu üçüncü biçim arketipseldir ve sanıyorum iyilik yapm a gerekçem izi ondan türet96


rnemiz gerekir. Bedensel işlevler açısından, iy i’yi boşaltm am ız ge­ rekir-/ışkı rt m am ız değil.

r v 54 rv

Doğal bedensel işlevlerim izde hiçbir zam an b ir aşırılığım ız olmaz. Onları gerçekleştirm ek için hiçbir dışsal ödül beklem eyiz, çünkü ödülün icraatta yattığını biliriz. İcraatsızlık, hastalık ya da ölüm an­ lamına gelir, tıpkı iyi eylem lerin icra edilm em esinin sonuçta toplu­ mun ölüm ü anlam ına gelm esi gibi. İyilikseverlik, başkalarına iyi davranma, adaletsizliğe ve eşitsizliğe karşı yapılan eylem ler hazsal değil, hijyenik edim ler olmalıdır.

rv 55 rv

Peki o zam an böylesine yaratılan işlevsel ‘sağlık’ neden oluşur? En önemli öğesi şudur: iyi eylem (ve ‘iyi eylem ’den ben burada gerçek nedeni kam usal saygı olan bütün eylem leri dışta tutuyorum ) gerçek­ ten de görece bir istenç özgürlüğüne sahip olduğum uzu gösteren en inandırıcı kanıttır. Kendi çıkarım ıza karşı hareket etm eyi gerektir­ m ediğinde bile, iyi eylem bir öz çıkar eksikliğini ya da tersine, ge­ reksiz bir enerji çıkışını (biyolojik ihtiyaçlarım ız açısından) gerekli kılar. A talete karşı, aksi durum da atalet ve doğal süreç tarafından belirlenecek şeye karşı b ir edimdir. Bir anlam da tan n sal bir edim ­ dir, tanrısalın eski anlam ında: Yani, kendi salt m addeselliğinde hapsolmuş m adde üzerinde özgün bir istencin müdahalesi.

*v 5 6 rv

Bütün Tanrı kavram larım ız kendi gizliliklerim izin kavramlarıdır. Evrensel olarak böylesi T ann kavram larının en iyisine yakıştırılan-farklı dış m askeleri altm da-iyilikseverlik ve m erham et, kendi­ mizde yaratm aya çabaladığım ız niteliklerdir. Bunların herhangi bir dışsal ‘m utlak’ gerçeklikle hiçbir ilgisi yoktur; bunlar um utlarım ı­ zın yansımalarıdır. FJÖN/Aritt»

97


rv 57 rv

Gündelik yaşam da öz çıkar taşıyan güdüleri, ileri sürdüğüm ‘hiyjenik’ güdüden kolaylıkla ayıram ayız. A ncak hijyenik güdü ötekileri değerlendirm ek için her zaman kullanılabilir. Onların üzerinde ve özellikle de eylem in failin gözünde iyi gözüktüğü, am a etkileri açı­ sından açıkça kötü olduğu üzüntü verecek ölçüdeki geniş kategori içinde kontrol kurar. Hiç kuşku yok ki yaptıklarının iyiliğine gönül­ den ve çıkar gözetm ez biçim de inanan Engizisyon m ensupları, Pro­ testan cadı avcıları, hatta belki de Nazi soykırım cıları vardı. Ama insan delil yetersizliğinden dolayı bütün kuşkulara karşın suçsuz ol­ duklarını kabul etse bile, onların hepsi de ‘iyi’ eylem lerine sahte ödüllerle zorlanm ışlardır. Sapkınlar, cadılar ve ortadan kaldırdıkla­ rı Yahudiler için değil kendileri için ve kendilerine inananlar için daha iyi bir dünyanın geleceğini ummuşlardır. Daha hiiyük özgür­ lük için değil, daha büyük haz için eylemde bulunmuşlardır.

rv 58 rv

Ö zgürlüksüz bir dünyada istenç özgürlüğü susuz bir dünyadaki ba­ lık gibidir. Varolamaz, çünkü kendisini kullanamaz. Politik Uranlı­ ğın en büyük aldatm acası her zaman için tiranın özgür, kullarının ise köle oldukları varsayım ına dayanm ıştır; oysa tiran kendi köle­ leştirm eleri yüzünden köleleşir, kendi Uranlığı yüzünden baskı altı­ na girer. Dilediği gibi hareket etm ekte özgür değildir, çünkü diledi­ ği şeyler, genelde çok dar bir biçim de, Uranlığı sürdürm enin gerek­ lerince belirlenmiştir. Ve bu politik gerçek kişisel bir düzeyde doğ­ rudur. Eğer iyi bir eylem in niyeti sonuçta herkes için daha fazla öz­ gürlük (dolayısıyla, daha fazla adalet ve eşitlik) yaratm ak olm azsa, yalnızca eylem in nesnesi için değil, am a fail için de kısm en kötü olacaktır, çünkü kötü yanları eylem i yapanın kendi özgürlüğünü kı­ sıtlayacaktır. İşlevsel haz açısından, eğer zararlı öğeleri organizma dışına atılm azsa, besinsel yararı yaratacağı hasarla gitgide çelişe­ cek, dışkı olarak atılm am ış yiyeceğe benzeyecektir.

98


rv 59 rv Son ikiyüz yıl içinde kişisel ve kamusal hijyende ve tem izlikle bü­ yük bir ilerleme olm uştur; bu da, büyük ölçüde, insanları, hastalık­ lar karşısında kirli ve tepkisiz olm anın sonuçlarının T anrı’nın edim ­ leri değil, önüne geçilebilir doğa edim leri olduğuna; şeylerdeki salt sefalet değil, yaşam ın kontrol edilebilir m ekanizm aları olduğuna inandırm akla gerçekleşm iştir.

<~V60 rv H ijyenik devrim in ilk fiziksel aşam asını yaşadık; şim di sıra İkinci­ si, zihinsel olanı için barikatlara girm ekte. Yararlı bir biçim de yapa­ bilecekken iyilik yapm am ak ahlakdışı değildir; insanın ellerinde pisliklerle etrafta dolaşmasıdır.

99


VI

İnsan g e r ç e k li ğ i n i n gerilim sel doğası

f V 1 fV U syürütm e, hayal etm e ve varsayım lar üretm e güçlerim izden ötürü, zihinsel olarak bir karşıtlar, zıtlar, negatifler dünyasında varoluruz. Böyle olm ayan bir çeşit m utlak gerçeklik olabilir. Başka görece ger­ çeklikler olabilir. N e var ki bu gerilim sel ya da kutupsal gerçeklik biz insanların yaşadıkları gerçekliktir.

2 <-v Varolan ya da varolduğu hayal edilebilen her şey bir kutuptur. B ü­ tün duygular, fikirler, düşünceler kutuptur; ve her bir kutbun karşı kutuplan vardır. 100


<-v 3 <"V

İki karşı kutup kategorisi vardır. Birisi hiçliktir, kutbun varolmayışjdır. Öteki ise, kutbu yadsıyan, kutba saldıran, kutbu azaltan, kut­ ba karşı duran ya da kutuptan uzaklaştıran şeydir.

r v 4 ıy

Bir fikrin belirgin karşı kutbu, karşı fikirdir. D iinya yuvarlaktır; diinya yuvarlak değildir. A m a zihnim le onun fikir üzerindeki sürek­ li konsantrasyonu (D iinya yuvarlaktır) arasında başka her ne durur­ sa, o da bir karşı kutuptur. Bu yüzden karşı fikir (D ünya yuvarlak değildir) ilk bakışta kutup fikrinin en tehlikeli düşm anıdır; ne var ki zihni kutup fikrinden uzaklaştıran bütün şu yan karşı kutuplar (baş­ ka ilgiler, başka olaylar, başka gerekler, başka fikirler) onu çok d a­ ha fazla tehlikeye atarlar; aslında, onu işaret etm edikleri, tersine, onu örttükleri ölçüde, kutup fikrini hiçliğe indirgerler. Bu yüzden karşı fikrin, yüzeysel olarak en çok m uhalefet ettiği fikri işaret et­ mesi ve desteklem esinde paradoksal bir anlam vardır.

<n» 5 rv

Karşıt önerm eler anlam sız ya da kanıtlanabilir şekilde yanlış olduk­ larında bile m uhalefet ettikleri önerm elere yaşam v e anlam katarlar; tıpkı, ‘T anrı’nın var-olm ayışının, varolm anın insani anlam ında, va­ rolan her şeye yaşam ve anlam verm esi gibi.

ı-V 6 rv Bu kutupsallığı ilk ve en doğrudan kavrayışım ız k e n d i ben deneyi­ ni im izden-bedenim izden ve sonra da ak lım ızd an -eld e edilir.

101


' B E N ’ İN K A R Ş I K U T U P L A R I rv 7 rv

Sürekli olarak şeylerin başkalığının bilincine vardırılm aktayım . O n­ ların hepsi de bir anlam da benim karşı kutuplarımdır. S artre’cı bir varoluşçu onların bana engeller çıkardıklarını, bana zulm ettiklerini, benliğim e tecavüz ettiklerini söylerdi. Am a onlar beni tanımlarlar, bana ne olduğum u söylerler ve eğer bana ne olduğum söylenm ezse, ne olduğum u bilmem . Bütün öteki nesnelerin de benim le lam ola­ rak aynı durum da olduklarının bilincindeyim dir: Engin bir karşı ku­ tuplar okyanusunda küçücük bir kutup olarak, sonsuza değin yalıtı­ lırım, am a durumum sonsuza değin yinelenir.

<-v 8 rv V ücudum un bütün parçalan bana dışsal nesnelerdir: Ellerim , dilim , sindirim m ekanizm am . K onuştuğum sözcükler karşı kutuplardır. G eri duram ayacağım ve bir kutba yönelir gibi yönelem eyeccğim hiçbir zihinsel etkinlik yoktur. Bu yüzden ben bir karşı kutuplar dokusuyumdur. Vücudum , düşüncelerim ve sözcüklerim evim in bah­ çesi ve odaları, m obilyası gibidirler. Elbette onlar bana sizin bahçe­ nizden ya da şu anda içinde kitabı okuduğunuz odadan daha benim olarak gözükürler; am a bir anlık bir çözüm lem e bana onların her­ hangi bir bütünsel ya da bilimse] anlam da benim olm adıklarını söy­ ler. Yasanın yapaylığında ve duygunun m anlıkdışılığında (ya da bi­ yolojikliğinde) benim dir onlar. Benim bahçem hukuken sahip oldu­ ğum ve yaşarken yararlanabileceğim bu ot, toprak, bitkiler, çiçekler derlem esidir; o benim değildir. H içbir şey, hatta kendim dediğim şey bile, benim değildir; bireysellik ve karşı-kutupsallık beni hep­ sinden ayırır.

rv 9 rv

Bu garip aletleri, kollarım ın sonundaki ellerim i görüyorum ; bu ga­ rip aletleri, om uzlarım dan sarkan kollarım ı görüyorum ; bu garip 102


aletleri, boynum la kavis çizen om uzlarım ı görüyorum ; bu garip ale­ ti, başımı taşıyan boynum u görüyorum ; bu garip aleti, beynimi ba­ rındıran başımı görüyorum ; bu garip aleti, kendini gören, kendine bir alet diyen ve kendinde, aleti olm adığı alet gibi bir şeyi bulm aya çalışan beynim i görüyorum.

<-v 10 rv O zaman nihai kutup nerede? Bana bu betim lem eleri yapm am a ola­ nak veren ‘B en’ nerede? Hem içim de hem de dışım da, her şeyin başkası olduğunu ileri süren ‘B en .’ A çıkçası, fenom enlerin bir kay­ dından daha fazla bir şey değil o; böylesi başka m ekanizm alardan sadece uzam ve zam an içindeki konum uyla ayırt edilen renksiz bir mekanizma. N ihai olarak ‘B en’ bütün insan zihinselliğinin sadece ortak koşuludur.

r v 11 rv

Âdet olduğu üzere yaptığım ız betim lem e şudur: ‘B eynim de olup bi­ ten bu rahatsızlığın bilincindeyim .’ A ncak şöyle dem ek daha doğru olur: ‘Bu rahatsızlık rahatsız etti ve rahatsızlık, rahatsızlığın yansı­ tıcısının, bu ifadeyi bildiren kişinin, içinde varolduğu özel deneyim alanında cereyan e tti.’ Böylelikle, ‘B en’ elverişli bir coğrafi betim ­ lemedir, m utlak bir varlık değil.

rv 12 rv

Eğer ‘B en ’ kutbu herhangi bir şey ise, bu alanda yansıtılan (ve anım sanan) rahatsızlıkların toplamıdır. Eğer hiçbir rahatsızlık olm a­ saydı hiçbir ‘ay n a’; hiçbir ‘B en’ olmazdı. K ısacası, ‘B en’ karşı ku­ tupları tarafından oluşturulur; onlar olm aksızın hiçbir şeydir.

103


CSJ 13 rv

Bununla birlikte her bir karşı kutupta, bütün öteki karşı kutuplar ta­ rafından oluşturulan ‘B en’ adlı ‘hayalet’e düşm anca gözükmesi ge­ reken bir anlam vardır. Ben varım 'm doğrudan karşı kutbu Ben var değilim 'dir. Paradoksal bir biçim de en düşm anca kutup değildir bu, çünkü ölüm üm (m ezar taşlarının bize anım sattığı gibi) en azından varoluşum a işaret eder. G enelde kendi ölüm üm üzü düşünm e tarzı­ mız m arazi değildir; tam tersine, kendim ize yaşadığım ızın güvence­ sini veren en basit yollardan biridir. Ancak bedenim e, doğrudan çevrem e ve sahip olduğum şeylere dışsal olan karşı kutupların hep­ si beni örtüp gizleyen şeylerdir gerçekte. Beni (ve başkalarını) ken­ di üzerimde konsantre olmaktan uzaklaştırırlar. Beni azaltırlar. Ve böylelikle de kişisel nem o duygum a yol açarlar.

r v 1 4 n->

Bilinçli ya da bilinçaltı olarak bir karşı kutuptan talep ettiğim iz şey, onun bir biçim de bizim varoluşum uza işaret etm esi ve onu onayla­ masıdır; çünkü biz ona hukuken sahip oluruz, çünkü o bizi sever ya da bizden nefret eder ya da bize ihtiyaç duyar yahut bizi kabullenir; çünkü kendi kim liğim izi ya onunla ya da karşıtını desteklem e süre­ ci tarafından, ona karşı olarak ortaya koyabiliriz. Varlığımızın din­ gin m erkezindeki hiçliğin bilincine v ardıkça-o hiçliği ‘B en ’den söz ederek m askeleriz-yaşam larım ızı donatm ayı seçebileceğim iz karşı kutuplardaki bu ego-yansıtıcı (ya da nem o-yok edici) nitelikleri da­ ha fazla arar oluruz.

rv 15

Hem seçilebilir hem de kaçınılm az olan bütün bu karşı kutuplarla ‘Ben’ kutbu arasında bir ilişki vardır; ancak karşı kutuplar kendile­ rinde birer kutup olduklarından ve kendi karşı kutuplarına sahip ol­ duklarından (onlardan biri ‘B en’ tarafından oluşturulur) ‘B en’ kut­ bunun durum u bir çeşit karm aşık halat çekm e oyununa benzer. H ep­ sinin de ipleri bir m erkezde düğüm lenen sayısız takım lar hayal et104


meıniz gerekir; her biri farklı güçtedir, bazıları doğrudan b ir araya gelmekte, bir kısm ı kaçam aklı olarak halatı ç ek er gibi yapm akta, çoğu da taban tabana çekişm ektedir. Bu m erkezi düğüm ‘B en ’dir; ve onu çekip duran çeşitli güçler gerilim durum u yaratırlar.

G ER İLİM rv 16 rv

Gerilim, çatışan duyguların, fikirlerin, arzuların v e olayların birey üzerindeki etkisidir. K imi zam anlar halat çekm e oyunu tek taraflı olacaktır, şu anlam da ki birey, hangi ‘tarafın’ kazanm asını arzu etti­ ğini apaçık olarak bilecektir. Çoğu politik ve toplum sal bağlam da bu böyledir. Yahudilerden nefret eden biri sem itizm yandaşlığının, bir barışçı d a silahlı m üdahalenin çekim ine kapılm az. Yine gerilim vardır, çünkü birey toplum da karşıt görüş açısının benim sendiğini bilir. Ancak birçok başka durum da çatışm a bireyde olacaktır. İlkin bir yönde, sonra başka bir yönde çekilecektir. N orm al bir cinsel iliş­ kide olduğu gibi, ritm ik ve rahat bir davranış kalıbı oluşturabilir bu; azap verici bir işkence olabilir; ve aşırı vakalarda düğüm lenen ipler, bireysel zihin, zorlam a altında kopabilir.

rv 17 rv

Bir gerilim in etkisi iyi ya da kötü olabilir: Bir oyun ya da bir kaygı olabilir. Gerilim , evrensel süreçteki başka her m ekanizm a gibi, etki­ lediği organizm alara kayıtsızdır. Onları sevinçten kendinden geçire­ bilir, ya da yok edebilir.

rv 18

Her birimiz, her bir toplum ve her bir dünya böylesi bir gerilim ler ağının merkezidir; ve ilerlem e dediğim iz şey sadece karşıt güçlerin etkisidir. İnsan olm ak ya da insani bir kurum olm ak gerili bir ip üze­ 105


rinde bir insan olm aya m ecbur kalm ak gibidir. Bu kişi dengede kal­ malıdır; ve hareket etmelidir.

rV 19 rv

Yetkin bir denge durum una hiçbir zam an erişem eyeceğiz. Bizim için, biricik yetkin denge yaşayan denge olabilir. Yetkin denge ge­ çici olarak elde edilse bile, zam an onun sürmem esini sağlar. Bu dengeyi gerçek kılan zamandır.

rv 20 rv Evrim aynı kalm ak için değişir; ama biz farklı olm ak için değişiriz. İnsani görüş açım ızdan zam an, her an rastlantı içinde olacak ve den­ geye ihtiyaç duyacak şekilde geçer.

21 H azzım ız ve acım ız, m utluluğum uz ve hasetimiz bize her saat den­ gede olduğum uzu ya da düştüğüm üzü söyler. İnsanlık için olası en iyi dünyada yaşarız, çünkü öylesine uyarlanmış ve gelişm işizdir ki, bu dünya bizim için başka herhangi bir şey olamaz; gerilim li, geri­ li ip üzeri durum da en iyi ve en mutluyuzdur, am a bu, yükseldikçe artan beceri sahibi olabileceğim iz bir durumdur. Bu durum da yük­ seklik esas olarak kendim izi tahrip etm e yeteneğim izle tanımlanır. Ne denli yükseğe çıkarsak, o denli dengede oluruz-denge eşitliğin bir biçiminden başka nedir ki? Ya da düşeriz.

G E R İLİM İN M EKAN İZM ASI

rv 22 rv Temel gerilim haz ile acı arasındadır; ve haz-acı’nm işlediği üç baş­ lıca alan, iyi-kötü, güzellik-çirkinlik ve güvenlik-güvensizlik’in oluşturduğu yardım cı gerilim lerdedir. Bütün bu gerilim lerin temel 106


gerçeği ‘iy i’ kutupların ‘iyilik’Ieri için-bizim için d e ğ e rle ri-'k ö tif karşı kutuplarına tüm üyle bağlı olm alandır. H epim iz de şunu bili­ riz: Çok fazla güzellik çirkinlik, acı da derin bir haz olabilir ... ve geriye kalan şeyler için de bu böyledir.

< -v 2 3 r v

Güzellik-çirkinlik öteki gerilim lcrin m ekanizm ası için bir model oluşturabilir. N iyet edilm iş ve beklenm edik olm ak üzere iki haz bi­ çimi olm ası gibi, güzelliği kavrayışım ızda da benzer iki biçim var­ dır: N esnel ve edim sel. B ir nesne ya da deneyim in nesnel güzelliği değişm ezdir, bütün öznel tepkilerden ve deneyim sahibinin duygu­ larından bağım sız olarak parentez içindedir. E dim sel güzellik belli bir durum da rastlantı eseri hissettiğim şeydir; nesne ya da deneyi­ min o anda varlığım üzerindeki etkisidir.

r v 2 4 rV

Bize çocukken büyük sanatı (hatla din gibi birçok başka şeyi de) nesnel tarzda düşünm em iz öğretilir, sanki büyük bir tablonun edim•sel deneyim i üzerim izde aynı etkiyi uyandıracakm ış gibi. Bunun sonuçlarını tatil m evsim inde gittiğim iz herhangi b ir ünlü sanat ga­ lerisinde görürüz: Büyük sanat yapıtlarına ağızları hayretten açıl­ mış, kım ıltısız yüzlerle bakaduran ve niçin büyük-sanat tepkileri gösterem ediklerini anlayam ayan kalabalıklar; bu kişiler öylesine koşullanm ışlardır ki edim sel olarak bir C oca-C ola reklam ının en yüce bir M ichelangelo’dan daha güzel olabileceğini kabul edem ez­ ler.

rv 25 rv

Nesnel güzellik, elbette, bir mittir-o olmaksızın sanatta eğitimin ve sanatsal değerlendirme ‘bilimi’nin olanaksız olacağı çok elverişli bir mit, ve aynı zamanda çok insani bir mit, çünkü bir nesnede nes­ 107


nel güzelliği araştırm ak onu hem cinslerinin daha iyi duygularıyla görm eye girişm ektir. Bütün büyük sanat yapıtları laik ikonlardır; ve onları nesnel olarak görm ek laik bir komünyon edimidir.

<-v 26 rv Ancak nesnel güzelliğin iki büyük düşm anı vardır: G erçeklik ve aşinalık. Estetik bir deneyim in bütünsel gerçekliği parantezin hem içinde hem dışında gerçekten hissettiğim iz şeydir. A şinalık küçüm ­ sem eye, yani parantezden sıkıntı duym aya yol açar. Nesnel güzelli­ ği görm ek bir görev olur ve hepim iz biliriz ki, görev ve haz kavram ­ ları pek ender olarak bağdaşırlar; bir galeriye yapılan ikinci ziyaret aynı zam anda ilk ziyarete yapılan bir ziyarettir. Bu, güzel deneyim ­ lerinin bütün tekrarlarının özgün güzelliği azaltıyor olması değildir. Bu, çoğu kez sanat için ve genelde birçok başka etkinlik için-sözgelimi sevişm e-kesinlikle doğru değildir. Yine de insanda, hayatta kalmanın gereklerinin yol açtığı (ister ilkel insanın avcılık-tarım cılık çabaları isterse sanayi dönem i insanının ücret ardında koşan em ek çabaları olsun hayatta kalm a çabaların doğru şekilde icrasıdır) rutin olandan derin ve arketipsel bir nefret vardır. Haz güçlü bir bi­ çim de beklenm edik olanla (rastlantısal biçim) ve taze, önceden deneyim lenm em iş güzellikle birleştirilir.

rv 27 rv B akir olarak adlandıracağım bu güzelliği bildik nesnelerde deneyim lem ek elbette olanaklıdır, tıpkı bir sevgilide gerçek bakirliğin ortadan kalkm asından sonra m etaforlu bir bakirliğin bulunabilm esi gibi. Böylesi bakir güzellik hem en hem en bütün çocuklar tarafın­ dan, şairler ve sanatçılar tarafından ve bazen de alkol ve liserjik asit gibi bazı uyuşturucuların etkisi olarak hissedilir. A ncak yetişkinle­ rin çok büyük çoğunluğu için yalnızca yeni deneyim de bulunabilir.

108


<v 28 i v

Bir nesnenin bakir güzelliğinin kaybı için yerine konacak şeyler bulduğum uz doğrudur. Bu resim güzeldir, çünkü benim dir; çünkü ona sahibim dir ya da onu anım sarım , yahut gizlerini anlarım. Şey kendinde şey değil, benim şeyim olur. D eneyim m ülkiyete boyun eğer.

rw 29

Modern toplum un bütünsel eğilim i nesnel güzelliği zorla boğazları­ mızdan aşağı tıkmasıdır. Eleştirm enleri ilgilendiren bu güzelliktir; ve bizler b ir eleştirm enler çağında bulunm aktayız. Ticareti ilgilen­ diren bu güzelliktir. K itle iletişim leri, vülgarize etm e teknikleri, propaganda organının kam uya ‘hizm et’ ettiğinin b ir kanıtı olarak yirminci yüzyıl didaktik kültürünün ondokuzuncu yüzyıl didaktik ahlâklılığının yerine konulm ası, m üzelerin ve sanat galerilerinin yaygınlaşm ası, her yanı bilgi veren kitapların kaplam ası-bütün bunlar, tem elde edim sel varlıklar olan bizi, dünyayı paranteze alırcasına nesnel bir şekilde görm eye zorlam aktadır.

rv 30 >~V

U yuşturucuların ve bildik nesnelerde bakir güzelliğin keşfini kolay­ laştıran felsefelerin-Z en Budizm gibi-yarattığı büyük çağdaş cazi­ be, modern toplum un üzerim izde yol açtığı bu baskıya hınç duym a­ mamızla açıklanabilir. Nesnel güzelliğin hakiki ve önemli kulla­ nımları vardır; ancak kim i zam anlar daha az ad, daha az etiket, da­ ha az çözüm lem e ve tarihsel konum lam a-kısacası, daha az ‘kü ltür’ isteriz. Şimdi nesne ya da deneyim le zihin ve duyular arasında hiç­ bir şeyin durm am asını isteriz. K endinde şeyi isteriz.

1-V 31 <V Bunu isteyerek ve önceden deneyim lenm eyeni araştırm aya zorlana­ rak, kendim izi M idas ile aynı durum a koyanz. Onun dokunduğu her 109


şey altına dönüşm ekte ve bu andan itibaren de ona yararsız olm ak­ ladır. Biz bakir güzelliği ele geçirm eye can atarız, am a onu yaşar yaşam az da, bakir güzellik altına ... ya da can sıkıntısına dönüşür. İlerlemek zorundayız. Arzunun tatm ini yeni bir arzunun yaratılm a­ sıdır.

rV 32

rv

Ama güzelliğin bakir deneyim inin ardına düşm e olayım ızda elbette bir başka Öğe daha vardır. G özlem gücü en az olanlar bile burada açlıkta geçerli olan aynı kaçınılm az yasanın geçerli olduğuna dikkat etmiş olmalılar: Kötü ya da görünüşte düşm anca durum , iyi’dcn ya d a ’dostça’ olandan zevk alm am ız için gereklidir.

rv 33 rv A çlık ve iştah tamı tamına aynı şeydir. İştahınız var mı? Evet, açım. Aç m ısınız? Evet, iştahım var.

<-*>34 rv Aynı şey bütün öteki büyük gerilim ler için de geçerlidir. Bir haz, bir acı dönem inin ardından geldiği için daha da fazla haz doludur. G ü­ venlik, güvensizliğin ardından geldiği için. İyi, k ö tü ’nün ardından geldiği için. Şurası bir gerçek ki aktif biçim de ‘kötü’ karşı kutuplar aram ıyor olabiliriz ve bizim ‘iy i’ kutuplardan uzaklaşm am ız ger­ çekte kendim ize acı verm ek ya da yaşam larım ızı anlam sız şekilde riske atmak ya da suça bulaşm aktan çok tepkisizlikle nitelendirile­ bilir. Bununla birlikte bu karşıt durum ların birbirini almaşıklı olarak izlemesi olm aksızın yapam ayız ve eğiLimin ve toplum un kusurlarıy­ la, dünyam ızdaki gereksiz eşitsizlikle, ihtiyaç duyduğum uz bakir deneyim lerle kendim izi yoksun hissettiğim iz ölçüde bu birbirini iz­ lemeyi özendiririz.

110


r v 35 r v

Uygarlığımızın şu anki m utsuz aşam asında-bu kadar uzağa gelip, bu kadar az öğrenen aşam ada-birçok kişinin, esas şeye, toplum sal olarak ister ‘iyi’ ister ‘k ö tü ’ kutuplar arasında olsun, bakir deneyim olarak bakm ası doğaldır. Suç için (Jean G enet tarafından parlak bir biçimde ortaya konan bir vaka), suç unsuru içermeyen kötülük için (sürekli zina, acım asız ticari etkinlik ve bunun gibi) ve güvensizlik için (dağcılık ve araba yarışçılığı gibi tehlikeli ilgilerin ve uğraşla­ rın sürdürülm esi) haklı bir gerekçe bulacaklardır.

r v 36 rv

Hazlarını ‘iyi’ kutuplarda bulm aya uğraşanlar bile, içinde ak tif ola­ rak deneyim arıyor olm asalar bile, ‘k ö tü ’ kutuplara b ir o kadar ihti­ yaç duyacaklardır.

rv 37 rv

Şimdi ilk bakışta bu alm aşıklı m ekanizm a kendi varlığım ızın ve toplumlarım ızın varlığının öylesine derinliklerine kadar uzanm akta­ dır ki, bu konuda hiçbir şey yapam ıyorm uşuz gibi gözükebilir. Ama bu, aklın ve bilim in, haz ilkesine ve bizim bakir deneyim e düşkün­ lüğümüze karşı hiçbir şey yapam adığını söylem ektir; bu, gerilim lerin şu anda her birim izin ve içinde yaşadığım ız toplum un üzerinde yarattığı şiddetli etkileri hiçbir zam an kontrol edem eyeceğim izi söylemektir. Ben böylesine kötüm ser ve yazgıcı bir insan kaderi gö­ rüşünü tüm üyle reddediyorum ve bir çözüm bulm ak için incelem e­ miz gereken m odeli ve yöntem i önerm ek istiyorum.

G E R İLİM LE R İN USTALIKLA YÖ N LEN D İR İLM E S İ

rv3 8 rv

Model, evlilik; yöntem, konumunu değiştirmedir; ve elde etmeyi umduğumuz şey elbette bütün gerilimin ortadan kaldırılması değil. 111


boşa harcanm ış enerjiden, am açsız çatışm adan ve gereksiz ıstırap­ tan kaçınmadır. Su içm ek gereklidir; am a kirlenm iş su içm ek gerek­ li olmamalıdır. rv 39 rv

Birleşm e ilk ilkedir; proton elektronla birleşir, atom lar birleşerek karm aşıklıkları artar, birleşerek m oleküller yaparlar, amip amiple birleşir, erkek dişiyle birleşir, akıl akılla, ülke ülkeyle: varoluş bir­ leşmiş olmaktır. O lm ak birleşm ektir; ve varlık ne denli yüksek olur­ sa birleşme o kadar fazla olur.

rv 4 0 rv

Evlilik, varolm anın en iyi genel analojisidir. En bildik gerilim e sa­ hip, en bildik kutupsal durum dur; ve üremenin kutupsal bir durumu gerektiriyor olm ası gerçeği, niçin kutupsal olarak düşündüğüm üzün önem li bir biyolojik açıklamasıdır.

rv 41 rv Bütün gerilim sel durum larda olduğu gibi, evlilik bir mit ve bir ger­ çeklikle taciz edilir. Nesnel m il Yetkin Evlilik m itidir, eşler arasın­ daki mutlak uyumun varsayım sal olarak elde edilebilir bir durum u­ dur. Vaka ne olursa olsun, gerçeklik her bir fiili evliliktir.

rv 42 rv

Evli çiftler norm al olarak çevrelerine, dostlarına, hatta çocuklarına kendi evliliklerinin M ükem m el Evlilik yorum unu verirler; eğer ver­ mezlerse, o zam an yine de başarısızlıklarının derecesini M ükem m el Evlilik standartlarıyla dile getirir ve değerlendirirler.

rv 43 rv

Varsayımsal M ükem m el E vlilik’in ölçüleri tutku ve uyumdur. Ne 112


var ki lutku ile uyum bağdaşm azlar. Bir evlilik tutkuyla başlayıp uyumla sona erebilir am a aynı zam anda hem tutkulu hem de uyum ­ lu olamaz. rv 44 rv Tutku bir kutuptur, aşırı birleşm edir; bir salıncak üzerinde yüksek­ liğe nasıl erişilirse ancak öyle elde edilebilir bir şe y d ir-b ir cinsel edim kutbundan, ayrılm a karşı kutbuna giderek; ikiden iki teke gi­ derek. Tutkunun bedeli tutku değildir.

rv 45 rv

Beyaz Terör sırasında polis, birbirlerine tutkuyla âşık olan, biri er­ kek öteki kadın, iki şüpheliyi yakaladı. Polis şefi yeni bir işkence icat etti. O nları birbirine yüz yüze bağlattı sadece. B aşlangıçta sev­ gililer, Siyam ikizleri ayrılm azlığıyla karşı karşıya o lsalar da, en azından birlikte olduklarını söyleyerek kendilerini avutuyorlardı. Ne var ki yavaş yavaş her biri öteki için çekilm ez oldu; pislendiler, uyuyamadıiar; ve sonra da birbirlerinden nefret eder oldular; sonun­ da birbirlerinden o denli hoşgörüsüzce tiksindiler ki serbest bırakıl­ dıklarında bir daha asla konuşm adılar.

rv 46 rv

Ender sayıda birkaç evlilik ta başlangıçlarından itibaren karşılıklı nefret ve kavgalardan arınm ış olabilir. İçinde her bir aralığın yetkin bir dörtlük nota olduğu b ir m üzik de yazılabilirdi. Ama bu yetkin müzik olmazdı. Çoğu evlilik bu paradoksu tanım aktadır: M idas do­ kunuşunun mülkiyeti ortadan kaldırm ası gibi, lutku tutkuyu ortadan kaldırmaktadır.

rv 47 rv

Zeki bir evli çift bu yüzden şu sonuca varabilir: Evliliklerinde tut­ kuyu sürdürm eyi arzu ediyorlar, dolayısıyla daha fazla güçle yeni­ FSÖN/Amtos

113


den bir araya gelebilm ek için, bilerek kavga etm eliler ve nefret duy­ malılar. G erçekten de kadınlar evlilik kavgalarını erkeklerden daha sık başlatırlar; insan doğası hakkında, gizem hakkında ve tutkuyu canlı tutm a hakkında daha çok şey bilirler. Aybaşı durum unun biyo­ lojik nedenleri olabilir, am a bu aynı zam anda tutkunun en etkili ye­ niden yaratıcısıdır. Ve kadın özgürlüğüne direnen kadınlar ne yap­ tıklarını da bilirler.

48 rv

Ama tutkunun kavgalarda çok şeye mal olduğu bir an gelir. îçlidışlılıktan, gündelik rutinden kurtulm ak için, gitgide daha şiddetli ay­ rılıklar gerekir ve böylelikle ya iki kutup evlilik içinde gitgide daha şiddetli kavgalar eder, ya da onun dışında yeni bir tutku, yeni bir ku­ tup ararlar.

rv 49 rv

Tutku ancak bir şekilde kontrol edilebilir; hazlarından özveride bu­ lunarak.

rv 50 rv

Ne var ki bu özveri, en azından kapitalist Batı toplum unda, yaşlan­ maya karşı benim sediğim iz tavrım ızla hemen hemen olanaksız öl­ çüde güçleştirilir. Ölümden sonra yaşam fikrine inancın azalm asıy­ la ve buna koşut eşitlik talebinin artm asıyla, insanın bütün eğilimi ölümden ve onun geldiği yaşlan uzak durmaktır. Sanattan reklam cı­ lığa dek toplum larım ızın her bir çehresinde, sonsuz gençliğin ve ... dolayısıyla tutkunun, bir kült ve arzulanırlık nesnesi olarak sürdü­ rüldüğünü görüyoruz ve bu da, bakir deneyim ler için can atm am ız­ la birleştirildiğinde, kavram larım ızda ve evlilik sadakati standartla­ rım ızda gerçekleşen büyük değişikliği açıklıyor.

114


rv 5 J rv

Bu noktada erkek kadından daha suçludur, çünkü erkekler yaşam da her zam an-duygusal ve ev e ilişkin-ödülden çok kam usal ve top­ lumsal ödüle ihtiyaç duym uşlardır. K adının kendini beğenm işliğine ilişkin erkek m itine karşın, bu sonsuz gençlik hayalinin daha açgöz­ lüce ardına düşenler erkeklerdir. Y üzyılım ızda Batı erkeği, evliliğe ve kadınlara karşı tutum unda gitgide M üslüm an olm uştur. Henüz yasal çokeşliliği benim sem iyoruz, ancak kırklarında ve ellilerinde­ ki erkeklerin ortak çağdaş arzusu olan yeni bir gönül serüveni ya da kızları olacak yaşta genç bir kızla (hatta torunları olabilecek yaşta bir kızla) yeni bir evlilik için kendileriyle aynı yaştaki karılarını başlarından atm aları, kuralların daha az egem en olduğu m eslekler­ deki (özellikle de seyyaliyete ve böylelikle de yakın toplulukların ahlâki baskılarından kaçm aya olanak veren) zenginler ve başarılılar arasında daha şim diden de fa c to bir çokeşlilik kurum u olmuştur. Bu, toplum içinde norm al, hatta sonuçta sağlıklı bir yenilik olabilir. Ama ancak orta yaşlı kadınların da erkeklerin yaptıklarını yapm ala­ rına olanak verilse adil olabilir. G erçekteyse kadınlar evde kalm ak­ ta ve ıstırap çekm ekte ve genelde şu son cll.i yıl boyunca kurtulduk­ ları varsayılan kölelikten ço k daha incelikli, am a ondan daha az sert olmayan b ir kölelik içinde bırakılm aktadırlar.

rv 52 rv

Cinsler arasındaki ilişkide bu geriye doğru atılan adım , hiç kuşku yok ki, kısm en, tahtından indirilen  dem ’in zafer kazanan H av­ va’ya karşı son bir intikam ı olarak açıklanabilir; ve kendi başına b e­ nim genel tem am la pek az ilgili olarak görünebilir. A m a gerçekte, daha keskin biçim de belirginleşen bir yaşam iarzı-d aha büyük bir gerilim—için duyduğum uz büyük arzunun çok sem plom atik bir ifa­ desidir. Tutkunun uygun zam anda gerekli olduğunu hiç kim se yadstmayacaktır ve bizler buna ilkin tutkuyla sahip olana değin hiçbir Şeye sahip olm ayız. A ncak bu tutku ve evliliğin tutkulu aşaması, hayvancadır; insani olan uyum lu evliliktir. D enir ki, tutkuda kendi­ 115


mizi şeylerin kalbine yakın hissederiz-ve böylelikle: İnsanlıktan daha yakın şeylerin yakınında oluruz.

rv 53 rv

Birçok kitap cinsel teknik üzerine bilgiler verir; am a hiçbirisi tutku­ lu ilişkiden uyumlu ilişkiye geçm ek olan eş ölçüde hayati tekniği öğretmez.

BAŞKA KONUMA KOYMA < -v 5 4 r v

İlk adım bir gerilim kaynağı olarak tutkuyu ortadan kaldırmaktır. İkincisi evliliğin tekliğini kabul etmektir. Tutkuda her şey sen ile ben arasındadır; uyumda onlarla bizim aram ızdadır. Ben-sen tutku­ dur, biz-onlar uyumdur. Benm erkezci sözcüğüne sahibiz; bizm erkezci sözcüğünü icat etm enin zamanıdır.

rv 55 rv

Tabii hiçbir evlilik tüm üyle uyumlu olam az. A m a bizm erkezci olur­ sa, hemen kendi dışında farklı karşı kutuplar bulm a konusunda do­ natılmış olur, bu kutuplar da, tıpkı ‘B en’ kutbunun karşı kutupların­ ca belirlenm esi gibi, kendi sıralan gelince, nos ‘b iz’ kutbunun do­ ğasını belirlem eye ve bu kutbu tem ellendirip harcını atm aya yar­ dım cı olabilirler. Yaşlanma sorunları ve ölüm ün yaklaşm ası gibi ki­ mi karşı kutuplar bütün evliliklerde ortak olacaktır.

rv 56 rv

Ama uyum lu evliliğin kurulm asına ikinci bir yardım vardır. G enel­ likle uyum un karşıtını uyuşm azlık olarak düşünürüz. A m a daha ön­ ce de söylediğim gibi, varolan her nesnenin b ir başka ve çok temel 116


bir karşı kutbu vardır ve bu onun varolm ayışıdır-hiçliktir, ‘T anrı’ durumudur. Bir m üzik parçasında akortsuzlukları arm onilerin karşı kutupları olarak düşünürüz; am a aynı zam anda duraklam alar ve ses­ sizlikler vardır. İşte uyum lu evliliği kurabilm ek için yararlanm am ız gereken akortsuzluk değil, bu ‘sessiz’ uyum -olm ayış durumudur. Daha açık bir dille söylersek, öteki eş taralından paylaşılm ayan özel ilgilerin yaratılm ası, ilişkide bir kopukluk, birlikteliğin en azından psikolojik ayrılık dönem leri üzerinde tem ellenm ediği durum da Be­ yaz Terör işkencesindeki çiftinki gibi katlanılm az olacağını kabul etm e anlam ına gelir. Şim di açıkça şunu belirtm ek gerekir ki böylesi dış ilgileri oluşturm a yeteneği, kendisinden tem el uyum un kay­ naklanacağı böylesine kontrollü bir ayrılığı sürdürm ek, bugün dün­ yam ızda talihli az kişi dışında hiçbir yerde standardına sahip olm a­ dığım ız hem bir eğitim hem de ekonom ik özgürlük gerektirm ekte­ dir; ve bu da yine, daha büyük b ir insan eşitliği için arlı bir argü­ mandır.

ı-v 5 7 ıv Evlilik hakkında bütün söylediklerim bayat haberlerdir: H er orta yaşlı ve evliliğinde hâlâ m utlu çift bunu bilir. Ancak benim am acım , haz ile metaforik evliliğim izde ve özellikle de güvende olm anın, iyi­ lik yapm anın ve güzelliği yaşam anın hazlarıyla evliliğim izde, evli­ likte olduğu gibi ayıu türden bir tutkulu ilişkiyi geliştirdiğim izi be­ lirtmektir. Bunlar için tutku hissederiz am a böyle hissetm eyi sürdü­ rebilmek için gitgide onların karşı kutuplarına başvurm ak zorunda kalırız.

rv 58 rv Evlilikteki eşdeğeri yedinci-yıl-kaşıntısı olarak bilinen sıkıntıdır: Sadakatten sıkılm a. Bu m etaforik kaşınm a; istikrarlı olandan, top­ lumsal olarak salık verilenden ve iyi olandan duyulan bu sıkıntı ge­ nellikle otuz ve kırk y aşlan arasında-varoluşla evliliğin dördüncü onyılında-gelir. Toplum içinde, tutku deneyiminin hakları, arzuları 117


ve adeta görevleri olduğunu düşünen yaştaki grup tarafından, yani gençler tarafından vahim bir durum a getirilir-ve her zam an da geti­ rilecektir. Eğer gençleri (bugün yaptığım ız gibi) idolleştirirsek, o zam an tutku atm osferlerinin (ve tutku politikası, tutku sanatı ve ge­ riye kalan her şey) toplum larım ızı istila etm ek gereği vardır.

U L U S L A R A R A S I GERİLİM

rv 59 rV Uyum ile tutku arasındaki bütün bu çatışm a, farklı ülkeler ve ülke blokları arasındaki ilişkide en büyük uygunluğa erişmektedir. Özel aptallıkla neden olduğum uz ıstırap en azından küçük bir alanla sı­ nırlıdır; ama şim di yeraltı korunaklarında ve kim yasal savaş laboratuvarlarında sinsice gizlenen, herhangi bir ulusal ya da hüküm etler­ le ilgili bencilliğin ve aptallığın üzerine atlam ak üzere sinsice gizle­ nen ve bekleyen cezalar öylesine devasa boyutlara varm ışlardır ki, bu m eselelerde herhangi bir kişisel yalıtım cılığa başvuracak gücü­ müz yoktur.

rV 60 rv Ü lkeler ve bloklar da evlilik gibi ilişkiler içinde yaşarlar. Aşk tutku­ suna sahip olm ak için (barış içinde yaşam ak için, ki bu içinde yaşa­ dığım ız dünyada aşırı ayrıcalıklıların ayrıcalıklarına güvenle sahip oldukları bir durum da bırakılm aları anlam ına gelir) savaş yapm ala­ rı gerekir. Böylelikle refah ve güvenlik çağları karşı kutuplarına yol açar. Bir ben çağı her zam an için bir savaş çağının anasıdır.

rv 6 i ry ‘U luslararası gerilim ’den ve ‘nükleer yokoluş’tan sanki bu şeyler korkunçm uş gibi söz etm ek âdettir. A m a biz terörü severiz. Bizim için tuz gibidir terör. Yok edici bir savaşın tehdidi altında yaşarız; ve üstünde. 118


r v 6 2 <*V

İki dünya savaşı, yeniyetm eiik heyecanlannın egem enliği altındaki toplum lar arasında olan savaşlardı. Dünya evinde m utsuzca ve tut­ kuyla evlenm iş olan D oğu ile Batı, karşılıklı aşk-nefretMerinden hem güç hem de enerji alırlar. Birbirlerini oluştururlar, kullanırlar ve heyecanlandırırlar. Ekonom ik olandan başka birçok yolla birbir­ lerini uyarırlar.

r%» 6 3 r v

İnsanlık durum unda, sonsuz sayıda evlilikdışı karşı kutuplar oluş­ turmak için yeterince düşm anca etken vardır (aşırı nüfus, sefalet, hastalık, cehalet). İnsan için kendi en kötü düşm anı olacak kaçınılamaz hiçbir ihtiyaç yoktur. B irçok başka şey o rolü kapm ak için sı­ kışık bir kuyruğa girmektedir.

NİHAİ GER İLİM fV 6 4 r v

Bir gerilim in gücü onun gizem iyle orantılıdır. B ir gerilim in bilin­ cinde olm ak ve onu anlam ak iki sonuç doğurur. K aranlık bir gece­ deki şim şek gibi olanı açığa vurur ve ötedeki yolu açığa vurur. Böy­ lelikle de kişisel olarak ya da toplum sal olarak daha az zararlı bir gerilimin başka konum a konulm asına olanak tanır. G erilim in kont­ rol etm ekten çok kontrol altında tutulm asına izin verir.

rv 65 rv

Bu nedenle bir gerilim in bilinm esi iki durum u başlatır: Eskinin d e­ rinlem esine görülm esi ve yeni bir durumu şiddetle arzulam a. G ize­ mi sevdiğim iz ve ihtiyaç duyduğum uz için, çoğu kez içine gizem in karışır gözüktüğü durum ları çözüm lem ekte isteksiz davranırız. Söyleşi başlıca bir durum kendim izdedir, içinde varolduğum uz gerilimlerdedir. Kutsal koruları, m ağaraları ve benzeri yerleri sarıp 119


sarm aladıkları tabular yüzünden ilkel kültürleri küçüm seriz; am a yine de aklın antik m anzaralarında tam olarak benzer tabuları özen­ diririz.

<-v 66 <-v Ne var ki burada bile, gerçekte düşünm e ya da eylem enin tem belce bir reddi olan gizem e bencilce bağlanış ile bir bütün olarak yaşam ­ daki artakalan gizem e duyduğum uz tem el gereksinim arasında bir ayrım yapm am ız gerekir. Bildiğim iz şey ile hiçbir zam an bilm eye­ ceğim izi bildiğim iz şey arasındaki bu gizem , nihai gerilimdir.

<*V 67 rv

Ne denli çok bilginiz olursa bu gizem o denli yoğunlaşır. Bizim gö­ rüş açım ızdan azalabilir, am a yoğunlaşır.

r-V 68 rv Evrimin gizem e karşı büyük bir saldırı olm ası gerektiğini düşünm e­ ye eğilim im iz vardır. En yüce ereğim izin her şeyi bilm ek olduğunu varsayarız. Bu yüzden, yaşam ın içerdiği hakiki gizem leri bilm ezlik­ ten gelm eye, ortadan kaldırm aya ya da bozm aya uğraşırız.

rv 69 rv G izem in çoğunu çözm eye niyet etm işizdir; bizim için zararlıdır bu. Çoğu durum da, güneşe karşı korum alar icat etm em iz gerekir; peki ya güneşi ortadan kaldırm ayı arzulam ak? Daha kolay gizem ler, şey­ lerin m ekanik olarak nasıl yüzeysel bir düzeyde çalıştıkları, şeylere nasıl ‘neden olunduğu’, büyük ölçüde çözüm e kavuşturulmuştur. B irçok kişi bu gizemleri bütün gizem sanm aktadır. H er eve m usluk­ la su getirm enin bedeli, hiç kim senin artık suya değer verm em esi­ dir.

120


rv 70 <*V

Eğitimin görevi çözülm üş gizem leri gösterm ektir; am a aynı zam an­ da gizem in nerede çözülm em iş olduğunu, ve çözülm eyeceğini d e-v e en bildik nesnelerde ve olaylarda. Ö ğlenleyin yeterince gi­ zem vardır; geceyarısı ritlerini çoğaltm aya hiç gerek yoktur.

rv 7 1 rv

Bütün varolanın, bilinenin ya da bilinebilir olanın karşı kutbu, yani ‘Tanrı’, sonsuz gizem olm alıdır, çünkü ancak böylelikle b ir gerilim , insanlığı tümel bilgiye, ya da yetkin bir cehennem olacak olan ‘ku­ sursuz’ bir dünyaya göm ülm ekten alıkoym ak üzere ayakta kalabilir. Bu bilgi-gizem gerilim inden başka bir konum a geçiş yoktur; ve bu, insan varlığının kaynağıdır.

rv 72 rv

Bütün kehanetler bahistir. G elecek konusundaki bütün kehanetler bilimsel olarak kesin olm ayan, am a ancak bilim sel olarak olası olan hakkındadır. Bu tem el belirsizlik yaşam için birincil önem dedir. İle­ riye her bakış gizil bir yanılsam adır. Bu, bizim güvensizlik ihtiyacı­ mızı tatmin eder; çünkü sonsuz ölçüde güvensiz bir durum da bilgi­ yi ve güvenliği dışsal olarak aram am ız ve onları hiçbir zam an tü­ müyle bulm am am ız gerekir.

121


VII

Ö tek i f e l s e f e l e r

ry* 1 rv Bunların bazılarını, bazı evlerde yaşam ayı reddedebileceğim iz gibi, reddedebiliriz; onları, başka hiç kim senin yaşayam ayacağı evler olarak reddedem eyiz, onların, kısm i yararım , kısm i güzelliğini, kıs­ mi anlam lılığını ve bu yüzden de kısm i gerçekliğini yadsıyam ayız.

rv 2 rv Em st M ach şöyle der: B ir bilgi hiçbir zam an doğru ya da yanlış değildir-sadece biyolojik olarak ve evrim sel olarak daha fa zla ya da daha az yararlıdır. Bütün dogm atik inançlar yaklaştırm alardır: Bu yaklaştırm alar daha iyi yaklaştırm aların geliştiği bir hum us oluştu­ rurlar. 122


H IR İS T İ Y A N L IK rv 3 rv

Yüz yıl sonra kilise H ıristiyanlığı ölm üş olacak. D aha şim diden içinde kötü çatlaklar olan bir yararlılığa sahip. Bütün kiliseleri bir­ leştirme am acını güden şu anki aşırı heves, kiliselerin ‘görkem li ye­ ni kardeşliği’, gerçekliğin kaplam alarının ötesinde boşuna bir yazıp çizme işidir.

rv 4 rv

Bu, H ıristiyanlığın insanlık için yaptıklarını yadsım ak anlam ına gelmez. H ıristiyanlık öylesine etkin bir felsefi ve evrim sel dehaya sahip biri tarafından kurulm uştur ki, onun hemen tanrısal diye ad­ landırılmasına (ve onun böyle adlandırılm ası tarihsel etkililiğinin zorunlu bir parçasıydı) hiç şaşm am ak gerekir.

rv 5 rv

Hıristiyanlık, insan ırkının en eğreti, çünkü en evrim leşm iş kesim i­ ni kendisinden korum uştur. N e var ki çoğu kez geçerli evrim sel il­ kelerini yutturabilm ek için ‘yalan’ söylem ek zorunda kalm ıştır; ve bu ‘yalanlar’ onu geçici olarak daha fazla, am a sonuçta daha az et­ kin kılmıştır.

rv 6 rv

Öngörülem eyen bir gelecekte, H ıristiyanlıkta bildirilm iş ya da içe­ rilmiş olan genel toplum sal yasalar ve tutum lar geçerliliğini yitire­ cektir; çünkü bunlar m erham et ve sağduyu üzerine tem ellendirilmişlerdir. A ncak her büyük dinde uzay araçlarının gökyüzüne fırla­ tılmasına benzer bir süreç, ilk itişi veren bir öğe, yerden kalkış ve yükseklerde kalan bir öğe vardır. H ıristiyan m etafizik dogm asına bağlı kalanlar, göğe fırlatanı ve fırlatılanı bir arada tutm aya çalış­ maktadırlar. 123


r<Lt 7 rv Bundan başka, bir dinin tem el çekici gücü her zaman için ırksal ola­ cak ve kökende bulunan ırka ya da ırksal gruba ötekilerden her za­ man daha erişilebilir olacaktır. B ir din, belli bir çevreye, tarihsel bir zor durum a karşı özgül bir tepkidir; ve bu yüzden de bir anlam da, farklı çevrelerde ve zor durum larda yaşayanlar için her zaman elve­ rişsizdir.

rv 8 rv Dogm atik imanın payandası ilkin güçlenir, sonra taşlaşır; tıpkı tarih öncesi kimi sürüngelerin kalın zırhlarının önce onların hayatta kal­ m alarına olanak vermesi ve sonra da ortadan kalkm alarına yol aç­ ması gibi. B ir dogm a özel bir durum a bir tepki biçim idir; hiçbir za­ man bütün durum lara uygun bir tepki değildir.

rv 9 rv

Bahis Durumu: Tanrıbilim ciler İsa’nın yaşam ının inanılm az (m o­ dern bilim sel inanılırlık açısından) olayları için tarihsel olasılığa sa­ hip ne denli çok kanıt ortaya koyarlarsa koysunlar, bu kanıtlar hiç­ bir zam an bu olayların hakikatte gerçekleştiğini ileri sürdükleri şe­ kilde gerçekleştiğini gösterem ez. Aynı şey, sonuçta, herhangi bir uzak tarihsel olay için de geçerlidir elbette. Biz her zam an, acı bir m antıksal son içinde, K ierkegaard’ın karanlıktaki adımı ya da Pasc a l’a özgü p a n gibi böylesi bir karan alm aya indirgenm işizdir; ve eğer ben bu inanılm az olayların gerçekleştiğine inanmayı reddeder­ sem, o zaman karşıt doğrultuda kendi kör adımımı atm aktan başka bir şey yapm adığım söylenebilir. H ıristiyanlıkla sınırlı olm ayan, am a Tertullianus’un günlerinden beri onda yaygın olan belli bir çe­ şit kör müm in, bizim hiçbir zam an herhangi bir inanç kesinliğine erişem eyeceğim izin görünen saçm alığını ve bunun sonucu olan um utsuzluğu, hem karanlıkta atılacak adım için bir enerji kaynağı, hem de yürünmesi gereken doğrultunun bir göstergesi olarak kul' (Fr.): 'Bahis' (ç.n.) 124


lanmaktadır. Çünkü (denm ektedir) bilm eyi oluşturan şeyin herhan­ gi bir am pirik, insani tanım ıyla sonuçta herhangi bir şeyi bilem eye­ ceğim için, sonuçta bilm em e olanak veren bir durum a-am pirik ya da ussal araçlarla erişm enin ‘üstünde’ ya da ‘ö tesinde’ bir kesinlik durum una sıçram am gerekm ektedir. A m a bu sanki, kendim i kuşku ve karanlık içinde bularak, yolum u ihtiyatla ileriye doğru aramak yerine, sıçram aya karar verm em gerekm esi gibidir; sadece sıçram a­ ya değil, um utsuzca sıçram aya; ve sadece um utsuzca sıçram aya da değil, çevredeki karanlığın en karanlık kısm ına doğru sıçram aya. Aklın m azgallı siperlerinden bu şiddetli dalışta belirgin bir duygu­ sal, kahram anca m eydan okum a çekiciliği vardır ve bilim sel yönte­ min, olasılığın bulanık ışığında ve kesik kesik titreşim inde (bu uzak bölgede) ihtiyatla santim santim ilerleyişinde eş ölçüde belirgin bir tinsel görkem eksikliği. A m a bana öyle geliyor ki ve aklım bana haklı olduğum u söylüyor, karanlıkta atılan adım varoluşsal bir iha­ net ve dine sövgü oluşturm aktadır; bu ise, bilim sel olasılığın inanç konularında hiçbir rol oynam am ası gerektiğini ileri sürmektir. Ter­ sine, ben, olasılığın önem li bir rol oynam ası gerektiğini düşünüyo­ rum. Ben buradaki notların ilk grubunda betim lenen durum a ve kozm osa inanıyorum , çünkü bana en çok o olası gözüküyor. İsa’dan başka hiç kim senin bir bakireden doğm am ış ya da üçüncü gün gö­ ğe yükselm em iş olm ası ve bunlar, onun hakkındaki öteki inanılmaz olgular gibi, gerçekten çok uzak bir olasılık oluşturuyorlar. Onun yaşam ının Incil’de verilen öykülerinin kimi yanlarına inanmayı red­ detm ekle haklı olduğum bire karşı m ilyonlarca kere fazla bir olası­ lık ve eğer siz onlara inanıyorsanız, haksız olduğunuz, yine bire karşı m ilyonlarca kere fazla bir olasılık.

<-v 10 Bu inanılm az yanları onun yaşam ından çıkarıp alm ak İsa’yı zayıf­ latmaz; zenginleştirir. Eğer H ıristiyanlar bu inanılm az olayların ve onlardan çıkan öğretilerin ve ritüellerin m etaforik olarak anlaşılm a­ sı gerektiğini söyleyecek olsalardı, ben bir H ıristiyan olabilirdim. Bakire D oğum u’na (evrim in bütününün, vaka ne olursa olsun, her 125


bir çocuğun babası olduğuna); D iriliş’e (îsa ’nm insanların zihninde yeniden yükselm esi anlam ında); M ucizeler’e (çünkü böylesi cö­ m ertçe edimleri hepim iz de yapm ak isterdik); İsa’nın Tanrısallığ ı’na ve K udas ayinindeki ekm ek ve şarabın onun vücuduna ve ka­ nına dönüştüğüne (hepim iz de birbirim izin ve ‘Tanrı’nın lamamlayıcısıyız) inanabilirdim ; şu anda aklım ın aforoz ettiği bütün şeylere inanabilirdim . A m a geleneksel H ıristiyanlar buna inanç eksikliği derlerdi.

rv LI rv Beşinci yüzyılın zeki Atm alıları tanrılarının metaforlar, güçlerin ve ilkelerin kişileştirm eleri olduklarını biliyorlardı. H ıristiyanlığın Al inalılaştırıldığının başladığını gösteren birçok işaret var. İsa ’nın ikinci gelişi, N asıralı İsa’nın, en üstün biçim de tanrısal değil, en üs­ tün biçim de insani olduğunun gerçekleşm esi olacaktır; am a bu onu, filozofların derekesine düşürm ek ve rilüelin, kilisenin ve rahipliğin engin donanım ını boş bir deniz kabuğuna indirgem ek olacaktır.

Bu, İsa ’nın insanlıktan değil, tersine, insanlığın ondan m eydana ge­ tirdiği şeydir.

rv 13 rv Hıristiyan kiliseleri, İsa’nın kendi felsefesine karşıt olarak, çoğu kez kendi varlıklarını sürdürm elerini başlıca ilgileri yapmışlardır. Yoksulluğu ya da ona kayıtsızlığı özendirm işler; insanları öteki dünyaya bakmaya zorlam ışlar; çocukca bir kavram olan cehennem ve cehennem ateşi kavram ını kötüye kullanm ışlar; gerici yeryüzü güçlerini desteklem işler; sayısız sayıda masum hazzı m ahkûm edip yobazlık dolu yüzyılları yaratm ışlar; kendilerini bir sığınak olarak gösterip çoğu kez sığm ağa kapılarının dışında gereksinim duyulm a­ sına dikkat etmişlerdir. H er şey şim di daha iyidir; am a tarih, kilise­ 126


leri açık bir seçim ile: Reform yap ya da öl seçim iyle karşı karşıya bırakm azdan önce her şeyin daha iyi olm adığını unutm uş değiliz.

<*V14 rv

Bugün Hıristiyan lanrıbilim inde, evi tem izlem ek için benzer bir te­ laş yaşanıyor; am a vakit çok geç. D aha önce betim lem iş olduğum ­ dan pek farklı olm ayan bir tanrıyı öneren ‘ileri’ Hıristiyan düşünür­ leri var. İsa’yı insanileştirm eyi, İncil’i m itlerden arındırm ayı, H ıris­ tiyanlığı erken dönem M arksizm i gibi tuhaf bir şeye dönüştürm eyi arzu ediyorlar. B ir zam anlar H ıristiyanlık olarak anladığım ız her şe­ yin. şimdi daha derin b ir gerçeğin m etaforu olduğu söyleniyor bize. Ama eğer bu daha derin gerçeği şim di görebiliyorsak, o zam an me­ tafor gereksiz. Yeni tannbilim ciler üzerinde oturdukları dalları kesi­ yorlar; ve m utlaka düşecekler.

rv 15 rv En kötüsü, kiliseler İsa ’yı kıskançça bir kafese koydular. O na ken­ di aracılıkları olm adan yaklaşılam ayacağını söylem eye ne haklan var? Sokrates’c yaklaşm azdan önce O lim pos Tanrıları’na inanm am vc.eski Yunan dinsel törenlerini yapmam gerekir mi? Kilise, İsa’nın vücudu ve ruhu değil; onun çevresinde bir perde ve engel olm uş bu­ lunuyor.

r v 16 r v

İsa insandı. Belki de olduğunu ileri sürdüğü her şeye inanıyordu; ama olduğunu ileri sürdüğü her şey olm am asının önemi yok, ya­ şamsal değil, çünkü o insandı; ve çünkü öğretisinin özü tanrısallığı­ na dayanmıyor.

127


rV 17 rv

H içbir kefaret, hiçbir bağışlanm a yok; günahın hiçbir bedeli yok. Zam anın kendisi geri alınana değin geri alınamaz.

rv 18 rv

Ç ocuklar dogm atik bir kilisenin teşvik ettiği çifte görüyü çok erken öğrenirler. Tanrı’ya dua ederler ve hiçbir şey olmaz. İki davranış bi­ çimi olduğunu öğrenirler; m utlak olanı kilisede ve görece olanı dı­ şarıda. Bilim dersleri alırlar ve sonra da somut biçim de bilimsel ol­ mayan şeylere inanm a buyruğuyla karşılaşırlar. O nlara İncil’e say­ gı gösterm eleri söylenir; hatta Incil’in bir şekilde yam alı bohça gi­ bi bir m itler yığını, kabilelere özgü saçm alık, vahşi bir intikamcılık. delice bir püritanizm , çarpıtılm ış tarih, saçm a biçim de tek yanlı pro­ paganda olduğunu anlayabilirler-ve bir başka şekilde de, İsa’nın zenginlikler dolu insani yaşam ıyla taçlanmış görkem li bir şiir anıtı, derin bir bilgelik olduğunu.

rV 19 rV

Suç, çifte standartları benim seyen çocukta değildir; bunları sürdü­ ren kiliselerdedir. B ir şeyin özel bir mutlak gerçek ya da gerçeklik kategorisine ait olduğunu iddia etm ek onun ölüm hükm ünü verm ek­ tir: M utlak gerçek ya da gerçeklik yoktur.

rv 20 rv

Platonculuktan sonra, son dönem Rom a uygarlığının değerini yitir­ miş klasik dininin çocukça yanlarıyla çevrilm iş olan A kdeniz insa­ nı tektanrıcı ve etik eğilim li bir karşı din geliştirm ek zorunda kaldı. Bir tür tsa ve bir tür H ıristiyanlık, Sanayi D evrim i’nin daha sonra­ ki aşam alarında bir tür M arx ve bir tür M arksizmin kaçınılm az olu­ şu kadar kaçınılm azdı.

128


r~V 21 rv İnsanlık yüksek bir bina gibidir. Kat kat bir yapı iskelesine gereksi­ nim duyar. Din üzerine din, felsefe üzerine felsefe; yirm inci kat bi­ rinci katın yapı iskelesinden inşa edilem ez. Büyük dinler Ç oğunlu­ ğu bakm aktan ve düşünm ekten alıkoyar. Eğer insanlar bakıp düşünselerdi dünya hem en daha mutlu bir y er olm azdı; am a bu, dogm atik dinlerin bir savunusu değildir.

r v 22 rv

En yeni m odellerinden değil diye insan b ir sakatın koltuk değeklerini elinden kapar mı? H atta en yeni m odel olanları onun eline ver­ mek yeterli midir? Onu nasıl kullanacağını bilm eyebilir. A m a bu, en yeni model koltuk değneğine karşı çıkarılacak bir argüman değil.

rv 23 rv

Dinsel inanç: Gizem. U ssal inanç: Yasa. G erçekliğin tem el doğası gizem lidir-bu bilim sel b ir olgudur. Kendilerini gizem üzerine te­ mellendiren dinler, ussal felsefelerden daha bilim seldirler. A m a gi­ zem vardır, gizem cik vardır; ve H ıristiyanlık aptalca, temel gizem i ilkelleştirm eye uğraşmıştır. Temel ya da biricik gizem , H ıristiyanla­ rın Tanrı ya da Yaradan dedikleri şeyin doğasıdır. N e var ki kilise, gerçekle hiç ilişkisi olm ayan, yalnızca gizem in iktidara sahip oldu­ ğu gerçeğiyle ilişkisi olan sahte gizem ler için bir zem in yaratm ıştır.

r v 24 rv

Ne var ki insan, gizem in açlığını çeker: Ö ylesine çeker ki en değer­ siz m uam m alar bile yine de kendi güçlerine sahiptirler. H iç kim se yeni polisiye öyküler yazm ayacak olsa, insanlar yine de eskileri okurlar. Bakire doğum u İsa’yı biricik kılar; bu küstahça biricikliğin gizemi öylesine haz vericidir k i ona direnem eyiz.

WÖN/ArittOü

129


rv 25 rv Dünyanın birçok bölüm ünde at ile arabanın yerine otomobil geç­ miştir. Ama at ile araba için onların doğru olm adığını ya da sırf oto­ mobil genel olarak daha yararlı ve daha hızlı olduğu için bütün at­ ların ve arabaların ortadan kaldırılm ası gerektiğini söylem eyiz. Al ile arabanın hâlâ elzem olduğu yerler vardır. K ullanıldığı ve yararlı olduğu yerde evrim sel olarak doğrudur.

rv 26 rv M ilitan din karşıtı hareketler şu m ekanikleşm e aldatm acası üzerin­ de tem ellenirler: En etkili m akinelerin en iyi olm ası gerektiği aldat­ m acası. A m a en iyi olan o koşullarda en etkili makinedir.

r v IH cv Eğer durum un gerekliliği onun yum uşatılm asını, bulandırılm asını, örtülüp gizlenm esini öngörüyorsa, o zam an H ıristiyanlık iyidir. Böyle birçok durum vardır. Eğer kanserden ölm ek üzere olan bir ki­ şiye H ıristiyanlık kanserden ölm eyi daha kolay bir ölüm yapıyorsa, bu durum da bütün H ıristiyanlık karşıtlarının bütün argüm anları be­ ni H ıristiyanlığın doğru olm adığına inandıram az. A m a bu gerçek, bir çeşit yararlılıktır ve genel olarak, bence büyük bir olasılıkla, saydam cam buzlu cam dan daha büyük bir yarar taşıyordun

r v 28 rv K ilisesinin bütün dogm alarına inanan her H ıristiyana karşılık, insa­ nın bir şeye inanması gerektiğini hissetikleri için yarı yarıya inanan bin kişi vardır. Eğer eski dinler yaşam aya devam ediyorsa, bu inan­ m a arzusunun uygun depoları oldukları için ediyorlar; ve çünkü, za­ y ıf olm akla birlikte, birer liman oldukları için; ve çünkü en azından insanın gizem açlığını tatm in etm eye uğraştıkları için.

130


rv 29 rv Bütün eski dinler ahlâki enerjinin barbarca boşa harcanm asına yol açarlar; hidro-elektrik dinam olarına hizm et edebilen, bir ırm ak üze­ rindeki köhne su değirm enleri.

r v 30ı~v Varoluşumuza m üdahale etm e gücü olduğu ileri sürülen bütün tan­ rılar puttur; bütün tanrı imgeleri puttur; onlara her türlü dua, her tür­ lü tapınma, puta tapmadır.

ı-v 31 <-v Doğmuş olduğum uz ve varolduğum uz için m innet duym a arketipsel bir insani duygudur; sağlık, talih ve m utluluk için duyulan min­ net de böyledir. N e var ki böylesi bir m innetin, insanın çevresinde­ ki yaşama, insanın varolm a tarzına yeniden katılm ası; gökyüzüne am açsızca atılm am ası ya da gizli narsisizm in en iğrenci olan duaya dökülmemesi gerekir. D in, insanların m innet duygusu ile enerjileri­ ni koyabilecekleri pratik kullanım lar arasında durur, tyi bir iş bir milyon iyi sözcükten daha değerlidir; ve bu, ‘üzerim izde’ gözlem ­ leyen ve iyi-notlar-veren bir tanrı olsaydı bile doğru olurdu.

rv 32 rv Öteki büyük dinlerle birlikte H ıristiyanlığı reddediyorum . G izem le­ rinin çoğu gerçek gizem den uzak. K urucusuna hayranlık duym akla birlikle, birçok rahibe ve birçok H ıristiyana hayranlık duym akla bir­ likte, kiliseyi küçü«ısüyorum . İnsanlar iyi olm ak ve iyilik yapm ak istedikleri için bu kadar uzun zam an ayakta kaldı kilise; K om ünizm gibi o da, insanda, varolan herhangi bir dinin ya da politik inancın tatmin edebileceğinden daha derin ve daha gizem li bir soyluluk üzerinde, doğası gereği asalaksı gözüküyor.

131


L A M A C IL IK

i-V 3 3 rv Yaşam acı, ıstırap, ihanet, felakettir ve hatta hazları bile yanılsam a­ dır; bilge adam kendine, aklını salt önem sizlik, boşuna akış olan her şeyden boşaltm ayı öğretir ve böylelikle de gizem li bir iç huzuru du­ rumu içinde yaşam ayı öğrenir. İnsan dünyaya, çile yoluyla, kendini ondan çekebilm ek için eğitebilsin, böylelikle de, ileri sürülenlere göre, onu aşabilsin diye getirilir. Bu yüzden lam a toplum a katılm a­ yı reddeder; hayvanca arzularını ve toplum içindeki boşuna yaşam ı­ nı ortadan kaldırarak gerçek özgürlüğü gösterir. N em o’ya diren­ mez; onu davet eder.

<v 34

Yakın dünya tarihi bütün kıtalardaki birçok kişiyi bu yaşam görüşü­ ne götürmüştür. Pek az kişi toplum larından bütünüyle elini eteğini çekebilir. Ama çok yaygın olan laik bir lam acılık vardır. Bu yan-lam alar şu şekilde tanım lanabilirler: K endilerini herhangi anlam lı bir biçim de herhangi bir toplum sal, siyasal ya da m etafizik soruna bağ­ lamayı reddederler ve bunu gerçek bir kuşkuculuktan ötürü değil, toplum a ve onunla bağlantılı her şeye kayıtsızlıktan ötürü yaparlar.

ı*V3 5 /-V B ir yarı-lam a, hem cinslerinden hiçbir şey istem em enin kendisine, ondan hiçbir şey istenm eyeceğinde diretm e olanağı verdiğini düşü­ nen bir kişidir; sanki, insani bağlam da, hiçbir borca girm em ek hiç­ bir şey borçlu olm am akm ış gibi. A m a hepim iz de aynı gem ideyizdir. Yalnızca tek bir soru vardır. Ben ne çeşit bir kazazede olacağım?

r v 3 6 r~v

İstenç özgürlüğü ancak alıştırm ayla arttırılabilir. A ncak, böyle bir alıştırm anın yapılabileceği tek y er toplum un içidir; ve onun dışında 132


bir seçim yapm ak seçm eyi dışarda bırakmaktır. Eğer yüksek bir bi­ nadan atlarsam atlayabileceğim i kanıtlarım ; am a en çok kanıta ihti­ yacı olan benim dir. E ğer uygulayam azsam kanıt anlamsızdır. Pytha­ goras’ ı bir cesede kanıtlam ak niye?

rv 37 rv

Lama, arzusunun, onu gerçekten özgür olduğunu düşünm eye kandı­ racak toplum dan özg ü r olm asına izin verir. A rtık hapishane duvar­ larını görm ez. H içbir şey onu duvarların varolduğuna inandıram ayacaktır.

V 38 rv

Doğu iam acılığında ‘T a n n ’nın doğasının keskin bir kavranışı var­ dır. Ne var ki yanlış, bu kavrayışı insanların kopye etm esi için bir model olarak kullanm aktır. Lam acılık bize ‘T anrı’ ya da hiçlik ile birlik sağlayabilm ek için sürekli bir girişim yapm am ızı söyler. Ya­ şarken yaşıyor olm am ayı öğrenm eliyim dir ya da sanki yaşam ıyormuşum gibi olm ayı; bireyken, bütün bireyliği yitirm eliyim dir; ya­ şamdan elim i eteğim i tüm üyle çekm eli, am a yine de yaşam la tam a­ men duygudaşlık içinde olm alıyım dır. A ncak hepim iz de lama ol­ saydık sanki hepim iz de m aslürbasyoncular gibi olurduk: Yaşam so­ na ererdi. ‘Tanrı’ bizim le karşıtlık halindedir, bizim kutbumuzdur. Ve Tao Te C hing’in öğütlediği gibi, ona öykünerek onu onurlandır­ mayız; ne de onun onurlandırılm aya ihtiyacı vardır.

rv 39 rv

Yarı-lama kendini genellikle çevresindeki yaşam ın boşunalığı ve çirkinliğinden hayal kırıklığına uğram ış bulan ve dehşete düşen du­ yarlı bir kişidir. Lam anın tutkusu, genellikle, sevdiği ve tipik anlam ­ da özsever ve kısır bulduğu sanattır. İçerikten çok biçim den; anlam ­ dan çok üsluptan; toplum sal önem den çok m odadan; güçten çok ti­ tizlikten zevk alır. Çoğu kez büyük sanallardan çok küçük sanatlar­ 133


dan ve büyük sanal yapıtlarından çok küçük sanal yapıtlarından da­ ha fazla haz alacaktır. Bir uzman, bir koleksiyoncu, aşırı duyarlı bir eleştirm en olur. Bir çeşnicibaşı, bir dil, bir dam ak ya da bir göz, bir kulaktır; ve insanlığının geriye kalan her şeyi körelir ve tükenir.

ı~v40 rv

Şu bir gerçek ki lam acılığın, özelllikle de Zen Budizm gibi biçim ­ lerinde, nesnelerden nesne olarak zevk alm a hakkında; yaprağın gü­ zelliği ve rüzgârdaki yaprağın güzelliği hakkında bize söyleyecek çok şeyi vardır. A m a estetik duyunun bu yetkinleştirilm esi ve her birindeki iç metaforun bu açıklığa kavuşturuluşu, bir yaşam biçim i olarak alınam az. İyi yaşam ın kurucu bir öğesi olabilir, hemen he­ men kesinlikle öyledir; am a iyi yaşam değildir.

rv 4 1 rv Lam acılık, insanın kendisiyle ilgilenm eye ya da kendinden zevk al­ m aya çekilm esi, ölüm süz felsefedir; yani, kendisine karşı bütün öte­ ki felsefelerin (H ıristiyanlık gibi) inşa edildiği felsefedir. Psikolojik olarak sağlıklı kalabilm ek için benliğim izi beslem em iz gerektiği öl­ çüde yediğim iz yiyecek kadar önemlidir. Am a şurası açık ki lamacılık en çok, insanın benliği, ya da birey, kendini en çok yenik ve en çok tehlikede hissettiğinde gelişecektir. Bu yüzden onu savunm ak için en sık ileri sürülen argüm an, insanın en yüksek yaşam standart­ larını koruması ve sürdürmesi gerektiğidir. En bencil kastların ve seçkin tabakaların yaşam larında bile kendinde iyi birşey vardır; ama bu hiç kuşku yok ki bütün iyiliklerin en görece olanıdır. Erken dö­ nem Sâvres porselenleri güzeldir; ama bunlar sadece kilden değil, aynı zam anda onların yapıldığı dönem de açlık çeken her Fransız köylüsünün kadidi çıkm ış etlerinden ve kem iklerinden de yapılm ış­ tır. K endim ize satın aldığım ız bütün lüks eşyaların bedeli aynı pa­ rayla ödenir; son çözüm lem ede hiçbir ekonom ik ya da kültürel sa­ vunu sağlam değildir. H angi ad altında olursa olsun-hazcılık, Epikurosçuluk, ‘beat’ felsefesi-lam acılık yenilm işlerin bir başvuru ça134


residir. Onun savunulabileceği dünyalar ve varoluş sistem leri olabi­ lirdi; ama bizim ki gibi bir dünyada, sürekli bir evrim sel savaş duru­ munda savunulam az.

HÜM AN İZM

rv 4 2 rv

Hümanizm hukukun, ussal olarak tem ellendirilebilir olan şeyin fel­ sefesidir. İki büyük kusuru vardır. Birincisi doğası gereği onun gi­ zemli, usdışı ve duygusal olana horgörüsünde yatar. Ö teki ise hü­ manizmin hoşgörülü doğasıdır: N e v ar ki hoşgörü gözlem cinin er­ demidir, yöneticinin değil.

r v 43 rV

Hümanistin karakteristik hareketi geri çekilm ektir; S abin' çiftliğin­ de yaşam aktır; O di prcfanum vulgus, eı arceo ’y u ” yazm aktır. Bir hümanist, düşm anlarında iy i’yi ve onların felsefelerinde iy i’yi gö­ ren kim sedir; düşm anlarında iyi’yi görür, çünkü onların özgürce kö­ tü olduklarını kabul edem ez, ve felsefelerinde iyi’yi görür çünkü "hiçbir felsefe biraz akıl ve biraz insanlık olm aksızın olm az. Ilım lı­ lıkla, akılla, yolun ortasıyla, her iki yanı görerek yaşar; hayal gücü değil saygı kazanır.

' Sabinler Roma yakınında yaşayan, kendilerine has acımasız gelenekleri olan bir halktı. Romalıları dize getirip Roma senatosundan temsil hakkı almışlardı, (ç.n.) ” (Lat.) “Kutsanmış ayaktakımından nefret ediyorum, benden uzak tutun onları," Horatius. (ç.n.) 135


f"V 4 4 <"V

Eski çoktanrıcı hüm anizm in gerçekçi olm adığı, son derece yapay bir sistem olduğu için çöktüğü görüş birliğiyle kabul edilir. Ancak Yunan kökenlerinden kaynaklanan herhangi bir dinden beklem em iz gerektiği gibi, bir anlam da gerçekçiydi. O lim pos’taki tanrılar en azından gerçek insani eğilim leri temsil ediyorlardı; oysa İbrani sislemi-arzM edilebilir (ahlaksal) insani niteliklerin lek bir tanrıda toplanılm ası-son derece yapay bir yoldu. Birçok bakım dan Yunan sis­ temi daha ussal ve zekicedir; belki de bu onun niçin daha az çekici olduğunu açıklam aktadır. İbrani tanrısı insanın bir yaratım ıdır; Yu­ nan tanrıları ise yansım ası.

rv 45

R önesans’ın ve onun bütün başarılarının ne dereceye kadar Yunan sistem ine bir dönüş hareketinden kaynaklandığını çoğu kez unutu­ yoruz. Paganizm ile düşünce özgürlüğü arasındaki ilişki kanıta g e­ rek duym ayacak kadar iyi tem cllendirilm iştir; ve bütün tektanrıcı dinler bir anlam da ton bakım ından püriten-doğaları gereği tiranca ve faşisteedir. Yunanlıların büyük bilimsel zaferleri, m antıkları, d e­ mokrasileri, sanatları, her şey, onların gevşek, akıcı tanrısallık kav­ ram larıyla mümkün olm uştur; ve aynı şey insanlık tarihinin son yüz yılı için de doğrudur.

rv 4 6 ru

Ne var ki karşıtlık, elbette, sadece ‘liberal’ çoktanrıcılık ile ‘liberal olm ayan’ tektanrıcılık arasında değildir. Din, insan için her zaman yoğun biçim de bir özçıkar alanı olm uştur; ve birden çok tanrıyla pa­ zarlık yapmak ya da onlara körce inanm ak, açık bir biçim de daha zordur. Yunan düşüncesinin en iyi biçim inin son derece karakteris­ tik bir özelliği olan kuşkuculuk ve bilinemezcilik, çoktanrıcılığın doğal bir özelliğidir; tıpkı duygusal coşkunun ve gizem ci ateşin kar­ şıtından türem esi gibi. K uşkuculuk ile gizem cilik arasındaki bu ça­ tışma Hıristiyan çağından öncelere uzanır. 136


rv 47 <-v

M odem hüm anistler gibi, eski M iletliler de Ölümden sonra bir yaşa­ ma ya da herhangi bir tanrıya inanm ıyorlardı. D erken, İsa ’dan önce yedinci ve sekizinci yüzyıllarda, İrlanda’ya özgü kefaret, kurtuluş ve önceden belirlenm iş kayra düşünceleri karışım ıyla ve çılgınca gizemlerinin bütün gücüyle yeniden doğuşçu O rfeus istilası çıka­ geldi. Beşinci yüzyılda O rfeus gizem ciliği ile M ilet kuşkuculuğu arasındaki savaş süreklilik gösteriyordu. O zam andan beri de D i­ onysos ile Apollo arasında hiçbir zam an barış olm adı ve hiçbir za­ man olm ayacak.

rv 48 ru

Bununla birlikle, tarih dönem leri, genel ihtiyaca en iyi neyin hizmet ettiği açık göründüğünde ortaya çıkmaktadır. Tektanrıcılık, insanı. Roma İm paratorluğu’nun çöküşünü izleyen karanlık çağlar boyun­ ca ilgilendirm iştir; am a bugün hüm anizm in iyiliksever kuşkuculuğu durum um uza daha uygun gözükm ektedir. Apaçık olan şudur ki, bu karşıtlığa bir tarafın yenilm esi ve ötekisinin zaferle çıkm ası gereken bir m ücadele ya da savaş olarak bakm ak saçm adır; bunun yerine, insanları yönelm enin doğası, toplum da ve evrim de varolm anın sine 'qua n o n u olarak bakılm alıdır.

rv 49 rv

Bir Hıristiyan şöyle der: “H erkes iyi olsa, herkes m utlu olurdu.” Bir sosyalist şöyle der: “H erkes mutlu olsa, herkes iyi olurdu.” Bir fa­ şist şöyle der: “ H erkes devlete itaat etse, herkes hem mutlu hem iyi olurdu.” B ir lama şöyle der: “ Herkes benim gibi olsa, m utluluk ve iyiliğin önemi kalm azdı.” Bir hüm anist şöyle der: “M utluluk ve iyi­ lik daha fazla çözüm lem e gerektirir.” Bu sonuncusu en az yadsına­ bilir olan görüştür.

137


S O S Y A L İZ M

i~V50 rv

Napoleon bir zam anlar şöyle dem işti: “Toplum, servet eşitsizliği ol­ m aksızın ve servet eşitsizliği de din olm aksızın varolam az.” Elbet­ te bir tarih kuram cısı olarak konuşm uyor, am a Vatikan ile Antlaşm a’sını doğruluyordu; bununla birlikte bu M akyavelci ifade, sosya­ lizmin hem am açlarını hem de güçlüklerini hayranlık verici bir bi­ çim de ortaya koyuyor.

rv 51 rv Sosyalizm -K om ünizm . Hıristiyanlığı yeniden düzenlem ek ve yeni­ den yorum lam ak için yapılan bir girişimdir. Ancak giyotine gönder­ diği Hıristiyanlığın özellikleri arasında temel bir özellik vardı: G i­ zem. H ıristiyanlık çürüm ekte, çünkü sahte bir gizem i korum aya gi­ rişmiştir; sosyalizm çürüyecek, çünkü gerçek bir gizemi ortadan kaldırm aya girişmiştir.

52 rv

Hıristiyanlık gibi sosyalizm de, fırlatm a olayından sonra fırlatma mekanizm asını çok uzun süre tutmuştur. İlk sosyalistler daha büyük bir toplum sal adalet sağlayabilm ek için çarpıcı, ama kaba, çeşitli eşitlik, maddecilik, tarih kuram ları yaym ışlardır; proletaryayı idolleştirm işler ve proletarya olm ayan her şeyi karalamışlardır. Sosya­ lizmi bir cop gücüne, büyük bir patlam aya çevirm işlerdir. Şimdi ih­ tiyacım ız olan şey büyük bir patlam a değildir. Daha az güce ve da­ ha fazla düşünceye; daha az öğretiye ve daha fazla değerlendirm e­ ye ihtiyacım ız var.

rv 53 <"V

Daha önceki dinlere bütün düşm anlığına karşın, sosyalizmin kendi­ si bir dindir; bu hiçbir yerde onun sapkınlıktan, dogm anın bazı m ad­ 138


delerini gerçeklik hakkında tanışılm az ifadeler olarak alm ayan her eleştiriden duyduğu nefretinde olduğu kadar belirgin değildir. D og­ manın kabul edilm esi bir inanca imanın başlıca kanıtı olur. Bu. dos­ doğru taşlaşm aya götürür.

<-V 54<-v Sosyalizm in kalbindeki büyük problem şudur: Çoğunluğa toplum ­ sal adalet getirebilm ek için, sosyalizm in liderleri iktidarı onlara ver­ mek zorunda kaldılar. N e var ki proletarya, ihtiyaç duyduğu şeyden çok istediği şeyi keşfetm ekte çok daha beceriklidir; bu yüzden ikti­ darı onlara verm ek, onlara ihtiyaç duydukları şeyi görm e nesnelli­ ğini verm ek değil, onlara istedikleri şeyi söylem e iktidarı verm ek demekti. Ç oğunluğun her şeyden önce ihtiyaç duyduğu şey eğitim ­ dir; onların lider olm aları değil, onlara yol gösterilm esi gerekir. Sosyalist liderlerin kurm aları gereken bu nazik den g ed ir-bir yandan iktidarda kalm ak için çoğunluğun tüketim m allarına, yaşam ın de­ ğersiz ıvır-zıvırlarına duydukları arzularını yatıştırm aları ve sağ ka­ nal tarafından (en kom ünist ülkelerde bile bir sağ kanat vardır) mağdur edilm em elerini yeterince sağlam aları gerekir; ve bir yandan da çoğunluğu, hayatta sınırsız serbest girişim den ve kremalı pastay­ la televizyon sirklerinin ardında koşm aktan daha soylu şeyler oldu­ ğuna inandırm aları gerekm ektedir. İktidara, halkın kudretine ve sonra da halkın, o kudretin doğru olm adığına rıza gösterm esine ih­ tiyaçları vardır; evrensel ve iyi eğitilm em iş bir seçm enler sınıfının, itaat kadar seçilen tem silcilerinden ve yöneticilerinden kılavuzluk almaya ihtiyacı vardır.

rv 55

Sosyalizmin, varsayımsal bir öteki dünyada değil, ama bu dünyanın varsayımsal bir geleceğinde ölümden sonra yaşam mili vardır. Marksizm ve Leninizm’in her ikisi de, kötü araçları iyi amaçlarla doğrulayarak, mükemmeliyet kavramını ilan ederler, kullanırlar ve suiistimal ederler. 139


r u 5 6 /-V

Sosyalizm in, em eğin doğuştan gelen soyluluğu gibi, başka mitleri vardır. N e var ki sonuçta işçiyi sömüren kapitalist d eğildir; işin ken­ disidir.

rv 57 rv

Refah devleti m addi refah sağlar ve psikolojik huzursuzluğa yol açar. Çok fazla toplum sal güvenlik ve eşitlik bireysel rahatsızlığa ve hayal kırıklığına neden olur: Rastlantı açlığı ve eğlence açlığı. Re­ fah devletinin karabasanı sıkıntıdır.

rv 58 rv

Tam istihdam, planlı bir ekonom i, temel sanayilerin devlete ait ol­ ması, ulusal sigorta ve bedava tıbbi bakım bir toplum da hayran olu­ nacak şeylerdir. N e var ki böylesi donanım lar başka donanım ları ge­ rektirir. Bir kanadı güçlendiririz, ve düşm anın öteki kanada saldır­ m ayacağına güveniriz. O ysa evrim hiçbir şövalyelik tanımaz. Yaşa­ ma standardı yükseldikçe, eğlenceye daha çok ihtiyaç duyulur. Boş zam an arttıkça, gerilim eksikliği büyür. Ve tuzun fiyatı artar.

rv 59 rv

Şu anda tasarlandığı biçim iyle refah devleti evrim in yüksek değer verdiği etkenleri hiçler: Yani, rastlantıyı ve gizemi. Bu, refah devle­ tinin genel ilkesine karşı bir argüm an değil, refah devletinin şu an­ ki kavramlarının ve eşitliği oluşturan şeyin uygunsuzluğuna karşı bir argümandır. Bizim daha az eg a lite’ye, ve daha fazl& fraternite'ye ihtiyacım ız var.

rv

60

rv

Toplumsal durgunluk büyük olasılıkla aşırı toplum larda-aşırı bi­ çim de adil ya da aşırı biçim de adil olm ayan-m eydana gelecektir ve 140


üç şeyden birine yol açm ası olasıdır: Savaş, çürüm e ya da dev­ rim .

r v 61 r v

Bizim, ortalam a bireyin ve ortalam a toplum un ihtiyaç duyduğu eğ­ lence, heyecan, değişiklik, her çeşit risk m iktarını; ve onlara niçin ihtiyaç duyduklarını inceleyen bir bilim e ihtiyacım ız vardır.

rv 62 rv

Sosyalizm, olanaksız bir eşitliğe doğnı sonsuz ve düşüncesiz bir öz­ lem çekm e ruhuyla, m uhafazakârlık ise talihlilerin ne olursa olsun iyi talihlerini sağlam aları gerektiği gibisinden dom uzca bir inançla neye uğradığını şaşırmıştır. H ıristiyanlık ile sosyalizm in her ikisi de kısmen başarısızlığa uğram ışlardır. İki kım ıltısız ordu arasındaki sa­ hipsiz toprakta yalnızca tek bir felsefe vardır: M uhafazakâr benlik felsefesi.

rv 63 rv

Ne var ki hem H ıristiyanlık hem de sosyalizm , sırf daha kötü bir inanca karşı savaştıkları ve doğru özel inancın en iyi kam usal kul­ lanıcıları gibi gözüktükleri için yandaş kazanm aktadırlar. Am a on­ lar silah im alatçıları gibidirler. Sağlıkları, içine karıştıkları savaşın sürmesine ve dolayısıyla da, paradoksal b ir biçim de, açıkça karşı çıktıkları am açların ta kendilerine bağımlıdır. Yoksulluğun ve top­ lumsal adaletsizliğin olduğu yerde, H ıristiyanlık da kom ünizm de gelişebilir.

<-v 6 4 r v

Komünizm ile sosyalizm , kapitalizm i ve H ıristiyanlığı güçlendirir ve bunun tersi de doğrudur. H er iki taraf da ötekinin tam am en orta­ dan kalkm asını düşler; am a öte yandan birbirlerine ihtiyaçları var­ dır ve birbirlerine karşı destek sağlarlar. 141


r*> 6 5 r v

Birçok toplumun ve ırksal blokun aşırı büyüm enin eşiğinde olm ala­ rından ötürü hayatta kalabilm ek için birbirlerini ortadan kaldırmak zorunda kalacakları ve böylesi bir ortadan kaldırm a hareketini hız­ la gerçekleştirm e araçlarının el altında bulunduğu bir dünyada, sı­ nırsız serbest girişim in, insan benliğinin, status q u o ' yu korumanın felsefesi olan m uhafazakârlık, hiç kuşku yok ki yanlış ve tehlikeli bir felsefedir. Eğer m uhafazakârlık, sağ kanat, sözde ‘ö zgür’ dünya­ da bu denli çok iktidara ve etkiye sahipse, kom ünizm türünden olokratik doktriner sosyalizm in kötü bir alternatif olarak gözükm e­ sinden ötürü böyledir. Eğer insanlar adil olmayan özgür bir toplum ­ la. adil, ama özgür olm ayan bir toplum arasında seçim yapm ak zo­ runda kalsalar, her zaman birinci seçeneği yeğleyeceklerdir, çünkü özgürlük insanın m anyetik kuzeyidir. Bu yüzden insanlık için Balı Avrupa’da gelişen türden bir parlam enter sosyalizm de başka her­ hangi bir siyasal eğilim de olduğundan daha fazla umul vardır, ve bu, daha önce sözünü ettiğim doktriner ve öteki zayıflıklara karşın böyledir.

66 rv

Sosyalizm her şeyden önce, dünyada çok fazla eşitsizlik olduğu ve bu eşitsizliğin bir çaresinin bulunm ası gerektiği yolundaki yaşam sal kavrama kutsal bir değer olarak bakar. En iyi sosyalizm minimum toplumsal ıstırapla m aksim um özgürlüğü elde etm eyi arzu eder. Araç bazen yanlış olabilm esine karşın, niyet doğrudur.

. >, 6 7 r v

Parlam enter sosyalizm in önündeki görev, insanın tem silcilerini seç­ me özgürlüğünün olduğu bir toplum da; kısacası, seçm enlerin top­ lumdan çok kendini seçm e tehlikesinin varolduğu bir toplum da po­ litikaların iyi eğitilm em iş seçm enlere açıklıkla anlatılabilm esi ve savunulması görevidir. Seçim sel nedenlerle parlam enter sosyaliz­ min politikalarının m uhafazakârlığa özendiği, doktriner gerekçeler­ 142


le önlem ler üzerinde ısrar etliği noktada sosyalizm i reddediyorum ; ve politikalarının, K om ünizm de olduğu gibi, seçm enler sınıfının te­ mel seçm e özgürlüğüne saldırdığı noktada da onu reddediyorum . Am a halkın daha adil bir dünyanın başlam asını seçebilm ek için öte­ ki daha avantajlı politikaları özgürce seçebilm e arzusunu dile getir­ diğinde, onu kabul ediyorum . Hem zaten nasıl olur da iyi niyetli in­ sanlar başka herhangi bir siyasal inancı destekleyebilirler?

FAŞİZM

rv 68 rv Faşizm, Ç oğunluk’un örgütlenebilm esi ve kontrol edilebilm esi için güçlülerin ve zekilerin görevinin devletin kontrolünü ellerine geçir­ meleri olduğunu ileri sürer. Platoncu en iyi anlam ında siyaset felse­ felerinin en gerçekçisidir: A m a her zam an aynı kayaya çarpar: Bi­ rey kayasına.

rv 69 rv Onayladığım ız önlem lerden bizi kuşkuya düşüren içim izdeki birey­ dir. Kendim izi her zam an onaylam ayanların yerine koyabiliriz. Bi­ reysellik, sayesinde bütün bireylerin iletişim kurabileceği bir kanal, bir aracıdır. Bütün öteki bireylere ulaşan bir pasaporttur. Ne var ki faşizmin ortadan kaldırm aya giriştiği, bireyselleşm iş zekâların ara­ larındaki bu temel iletişim kurabilm e yeteneğidir. Faşizm ile hayal gücü bağdaşm az.

rv 70 rv Faşistler tek kutuplu bir toplum kurm aya girişirler. H erkesin yüzü güneye bakm alıdır, hiç kim se kuzeye bakm am alıdır. N e var ki, böylesi toplum larda buyurulan şeyin karşı kutuplarına doğru kaçınıl­ m az bir çekim vardır. Eğer insana geleceğe bakm ası emredilirse, o şimdiye bakar. Eğer ona Tanrı’ya tapınması em redilirse, o insana ta­ 143


pınır. Eğer ona devlete hizm et etm esi emredilirse, o kendine hizmet eder.

rv 7 1 rv Bir makinenin yağa ve yuvarlaklaştırılm ış kenarlara ihtiyaç duym a­ sı gibi, toplum bazı uzlaşım lara ihtiyaç duyar. Ancak birçok toplum uzlaşm ayı, tam da uzlaşm azlığın gerekli olduğu m eselelerde talep eder ve uzlaşm azlığın yasaklanm ası gerektiği yerde varolm asına olanak tanır. B ir toplum da hiçbir şey uzlaşm a arzusunun bu boşa harcanm ası ya da kötü kullanılm asından daha kötü olamaz.

<-v 72 rv İyi insan toplum u, içinde hiç kim senin niçin uzlaştığını düşünm e­ den uzlaşmadığı; içinde hiç kim senin niçin itaat ettiğini düşünm e­ den itaat etm ediği; ve içinde hiç kim senin korku ya da tembellikten ötürü uzlaşmadığı bir toplumdur. Böylesi bir toplum faşist bir top­ lum değildir.

VAROLUŞÇULUK

rv 73 rv

Bütün devletler ve toplum lar başlangıç hallerinde faşisttirler. Tek kutuplu olm aya, ötekileri uzlaştırm aya uğraşırlar. Faşizm in gerçek panzehiri bu yüzden varoluşçuluktur; sosyalizm değil.

r v 74 rv

Varoluşçuluk insanın bütün düşünce sistem lerine, ruhbilim kuram ­ larına ve onu bireyselliğinden yalıtm aya girişen toplumsal ve siya­ sal baskılara karşı başkaldırısıdır.

144


rv 75 rv

En iyi varoluşçuluk bireyde kendi biricikliğine ilişkin bir duyguyu, entelektüel kendinden hoşnutluğa (taşlaşm a) karşı b ir panzehir ola­ rak kaygının değerinin bilinm esini ve kendi yaşam ını seçm e ve kontrol etm esini öğrenm esi gerektiği bilincini yeniden tem ellendirmeye çalışır. Varoluşçuluk bu yüzden, öteki özellikleri arasında, modern insandaki nem o’nun her yerde varolan ve gitgide tehlike arzeden anlam ıyla bir savaşm a girişimidir.

r M 7 6 <"V

Varoluşçuluk doğası gereği, bütün toplum örgütlenm elerine ve bire­ ye, ona istediği kadar ait olm ayı seçm e olanağı tanım ayan inanca düşmandır. Bu ayak direyen, bu inatçı bireycilik, onu gerçekte anarşitler ya da bohem ler olan şu so i-d isa n f varoluşçular tarafından yanlış tanıtım lara ve toplum sal sorum luluğa ve toplum sal sözleşm e­ ye ilişkin geleneksel görüşleri savunanlardan gelen saldırılara açık bırakır.

rv 77 rv

Varoluşçulukta geleneksel ahlâklılık ve davranış kodlarını reddet­ meye bir çağrı vardır, özellikle de bunlar gelenek dışında herhangi bir açık doğrulam aları olm aksızın otorite ya da toplum tarafından empoze edildiklerinde. H areket nedenlerini incelem eye sürekli bir çağrı vardır: İlk varoluşçu K ierkegaard değil, S okrates’ti. Sartre’cı okul bağlanm a’yı icat etti. Ancak dinsel ya da siyasal dogm aya (sözde K atolik ve K om ünist varoluşçuluk) sürekli bağlanm a tem el­ de varoluşçuluk karşısıdır; bir varoluşçunun her bir durum karşısın­ da hareket nedenlerini yeniden değerlendirebilm ek ve ancak ondan sonra seçebilm ek için, inancıyla her durumu değerine göre yargıla­ ması gerekir. O, her örgütün üyelerinin ait olmasını istediği gibi, hiçbir zam an ait olm az. * (Fr.) Sözde, (ç.n.) flü Ö N /A ris to s

145


rv 78 <-V Şu ya da bu varoluşçu eylem i reddetm ek olanaklı olm akla birlikle benim için varoluşçuluğu reddetm ek olanaksızdır. Varoluşçuluk bir felsefe değil, öteki felsefelere bakış ve onları kullanm a biçimidir. M utlak gerçek kuram ları arasında bir görecelik kuramıdır.

rv 79 Çoğu insan için uzlaşm ak bir hazdır ve ait olm ak bir hazdır; varo­ luşçuluk gözle görünür biçim de siyasal ya da toplumsal yıkıcılığa uygun değildir, çünkü örgütlü dogm atik direniş ya da direniş for­ mülleri ortaya koyacak gücü yoktur. Yalnızca tek bir insanın direni­ şini, bu kitap gibi kişisel bir görüş ifadesini dile getirm eye gücü var­ dır.

146


VIII

Para saplantısı

rv 1 rv Ancak büyük çoğunluğum uz herhangi bir dogm atik felsefe ile yaşam ayız-hatta öyle yaşadığım ızı iddia ettiğim izde bile. O lsa olsa, onayladığım ız bir felsefeyle aşağı yukarı uyum içinde hareket etti­ ğimiz durum lar vardır. Felsefelerin yaşam larım ıza kılavuzluk etm e­ sine izin verm ekten daha fazla, saplantıların onları yönlendirm esine olanak tanırız; ve son yüzelli yılın en yönlendirici saplantısının ne olduğuna kuşku yoktur. Paradır bu saplantı.

r v 2 rv Bu saplantının öteki felsefeler üzerinde zayıflatıcı bir etkisi vardır, Branşız D evrim i’nden beri çeşitli felsefelerin karşılaştırm alı yay147


gınlığına bakarsak çok belirgin bir etkidir. En başarılılar en eşitlik­ çi felsefeler olm uştur; ve ondokuzuncu ve yirm inci yüzyılların anahtar felsefesi kesinlikle yararcılık olmuştur: İnsan loplum unun doğru am acının en büyük sayıda insanın en biiyük m utluluğu oldu­ ğu inancı. Bütün felsefelerin şimdi kendilerini satm alan gerekm ek­ tedir, ve bu, tam olarak pazara çıkm a anlam ında doğrudur. K ısaca­ sı, eşitsizliğin ve bu nedenle de m utsuzluğun en belirgin ve her yer­ de varolan kaynağı olan para saplantım ız, bütün varlıklarım ızı ve yaşam ı görm e şekillerim izi renklendirir.

ı-v 3 <-v

Varolma değil, sahip olm a zam anım ızı yönetir.

S E R V E T VE Y O K S U L L U K

< v 4 (V Biricik m utluluk kaynağı olarak para deneyim i, B atı’nm daha zen­ gin ülkelerinde başlam ıştır; başarısızlığa uğrayacaktır. Servet kendi içinde masumdur. Zengin adam kendi içinde m asumdur. Ancak yoksullukla ve yoksul insanlarla çevrili olan servet ve zengin adam ­ lar suçludur.

<-v 5 f-V

Yoksulluk ve servet kutupları arasındaki bu gerilim toplum larım ızda en güçlü olan gerilim lerden birisidir. Öylesine güçlüdür ki, bir­ çok yoksul, hiçbir değişim şansı olm ayan yoksul ya da zengin biri olm aktansa, zengin olm a şansıyla yoksul kalm ayı yeğlemektedir.

f*V 6 rv H içbir şey servetten daha fazla farklılaştırm az; hiçbir şey yoksul­ luktan daha fazla benzer kılm az. İşte bu yüzden hepim iz zengin ol148


isleriz. Farklı olm ak isleriz. İhtiyacım ız olan güvenliği de eğ ­ lenceyi de sadece para satın alabilir. Bu nedenle paranın ardından onursuzca koşm a, aynı zam anda onurlu bir şekilde hem eğlencenin hem de güvenliğin ardından koşm a olur. m ale

rV 7 (V Para gizil güçtür; rastlantının kontrolü ve rastlantıya erişm edir; seç­ me özgürlüğüdür; iktidardır. Z enginler bir zam anlar parayla cenne­ te gidebileceklerini düşünüyorlardı; şim diyse cennet yeryüzüne ta­ şınmıştır. A m a zengin adam değişm em iştir; ve hâlâ parayla yeryüzündeki cennete gidebileceğine olan inancı kanıtlanm ış gözükm ek­ tedir.

«■V 8 rv Hem zenginler hem de yoksullar servetin dağılım ındaki varolan orantısızlığı karşılıklı olarak desteklem ektedirler. Siyasal bir sistem servetin dağılım ını ne kadar fazla eşitlerse, böylesi bir eşitlikten k a­ çınm a yolları o kadar fazla yaygınlık kazanm aktadır.

rv 9 ev Nasıl yoksul bireyler zengin bireyleri karşılıklı olarak destekliyor­ sa, yoksul ülkeler de dünya ülkelerindeki servet farklılığını öyle desteklem ektedir. A m erika ve Batı Avrupa ülkelerinden nefret edil­ mekte. ama kıskanılm akta: Ve taklit edilm ekledir. Yoksul bir ülke, zengin olmayan zengin bir ülkedir.

rv 10 rV Lotaryalar, spor totolar, bingo oyunları ve buna benzer şeyler, m o­ dern zenginlerin m odern yoksulların öfkelerine karşı başlıca korun­ ma aracıdır. İnsan nefret ettiği kişiyi lamba direğine asar; olm ak is­ tediği kişiyi değil. 149


ı~V 1 1 <V

İyi bir loplumun karşılıksız sağlayacağı şu şeyleri satın alabilm ek için parayı isliyoruz. Yani bilgiyi, anlam ayı ve deneyim lem eyi; dünyanın sonları hakkında okum ayı ve dünyanın sonlarına gitmeyi; görülen şeylerin çoğunu anlam ayarak ve dolayısıyla da bakılan şey­ lerin çoğunu görm eyerek yaşam ın deneyim ine varm am ayı. Yoksul­ luğun korkunç yanı insanı aç bırakm asından çok aç bırakırken du­ rağanlaş turnasıdır.

rv 12 rv Zenginler eğlence satın alırlar. K apitalist toplum ların büyük yasası budur. Bu toplum larda psikolojik hayal kırıklığından kaçmanın tek yolu zengin olmaktır. Bütün öteki çıkışlar kapalıdır.

rv 13 rv D aha soylu insani niteliklerin herhangi birinin para kazanm ası zo­ runlu olarak gerekm ez. Bu yüzden paranın kazanılm ası bir çeşit eşitleyici öğedir. B ir insanın, eğer paralı doğm am ış ise, herhangi bir koşulda hiçbir zaman elde edem eyeceği bir şeyle değil de, elde ede­ bileceği şeyle-yani parayla yargılanm ası gerekliliği doğallaşır.

rv 14 rv Sözcüklerde paraya ‘bir alışveriş aracı’ deniyor. Ben buna, varoluşa egem en olan insandışı rastlantıya verilen insani yanıt diyorum . D e­ ha, zekâ, sağlık, bilgelik, istenç ve beden gücü, iyi fiziksel görünüm -bütün bunlar doğum um uzdan önce gerçekleşen lotaryada çe­ kip kazandığım ız ödüllerdir. Para, ilk kozm ik lotaryada başarısız olanları yarı yarıya telafi eden, geçici bir çare anlam ında insani lo­ taryadır. Ancak para kötü bir lotaryadır, çünkü doğum öncesi ilk lo­ taryada kazanılan ödüller daha sonraki lotarya için bol keseden ve­ rilen bedava bir bilet oluştururlar. Eğer ilkinde şanslıysanız m utla­ ka İkincisinde de şanslı olursunuz. 150


/■v 15 rv Yoksullar serveti şu sırayla hoşgörürler; en çok, doğum dan sonra ta­ mamen şans eseri olarak kazanılan serveti; sonra, varolan sistem e göre adilce kazanılan serveti; en az da, doğum da edinilen serveti, miras kalan serveti.

rv 16 rv En yüce rastlantı, olduğum kişi olmamdır. Texasli bir m ültim ilyarderin ya da O rta A frikalı bir pigm e’nin çocuğu. B izler birer kum ar­ baz olsak da, bu rastlantının böylesine saf ve görünen cezaların ve ödüllerin böylesine devasa şekilde ayrı olması kolaylıkla kabul edi­ lebilir bir şey değildir. Ancak, acı gerçekliği hoşgörülebilir kılm ak­ ta son derece etkili olan şey, en adil olm ayan ödüllerin ve ayrıcalık­ ların bile karşılığında destekleneceği lotarya analojisidir. Ben bu analojinin kötü bir analoji olduğunu ve ona her türlü inanışın tem el­ de adice olduğunu düşünüyorum . Bizler, kötü talihi kabul etm eyi bir erdem haline getiren kum arbazlar gibi davranırız. Şöyle deriz: Yalnızca bir at kazanabilir. H er şey oyunun talihinde. B irisi kaybet­ meli. Ne var ki bunlar buyruklar değil, tanım lam alardır. Bizler yal­ nızca kum arbazlar değiliz, üzerine kum ar oynanan atlarız. Gerçek yarış atlarından farklı olarak, kazansak da kaybetsek de, eş ölçüde iyi m uam ele görm üyoruz. Ve hiç de at falan değiliz, çünkü düşüne­ biliyoruz, karşılaştırabiliyoruz ve iletişim kurabiliyoruz.

rv 17 rv

Hepimiz de insan ırkının üyeleriyiz; onun içinde rakipler değiliz. Bize, zekâ ve karşı harekette bulunma ve büLün varoluşun altında yatan rastlantının etkilerini kontrol altında tutma özgürlüğü veril­ miş; adaletsizliği onlarla haklı çıkarma özgürlüğü değil.

151


HAZZI N P ARAS AL L AŞ MAS I r v 18 r'V

Bir zam anlar insan kendi hazlarını yaratabileceğine inanıyordu; şim di onların bedelini ödem esi gerektiğine inanıyor. Sanki çiçekler artık tarlalarda ve bahçelerde değil de; sadece çiçekçi dükkânların­ da yetişiyorm uş gibi.

<~v 19

r< L f

K apitalist toplum lar harcam a için m aksim um bir fırsatı gerektirir­ ler; hem doğaları gereği ekonom ik nedenlerden ötürü hem de ço ­ ğunluğun başlıca zevki harcam ada yattığı için. Bu hazzı kolaylaştır­ mak için, taksitle satın alm a sistem leri geliştirilm iştir; bir zam anlar gezgin panayırların pırıl pırıl aydınlatılan barakalarının köylüleri büyülem esi gibi çeşitli lotarya biçim leri zengin adaylarını büyüle­ mektedir. Tüketici nevrozu adıyla sınıflandırılan bütün o sem ptom ­ lar ortaya çıkm aktadır; am a bunlardan çok daha kötü bir etki vardır.

rv 20 rv Bu, hazzın parasallaşm asıdır; hazzı ele geçirm e ve harcam ayla bir şekilde bağlantılı olarak görm enin dışında tasarlayam am a yetenek­ sizliğidir. B ir nesne üzerinde uzun zaman kullanılm asıyla oluşan görülm ez parlaklık, onun gerçek içsel güzelliği değil, şimdi onun değeridir. Şim di bir deneyim , satın alınan bir nesnenin sahip oluna­ bileceği gibi sahip olunm ası gereken bir şeydir; hatta öteki insanlar, kocalar, karılar, metresler, sevgililer, çocuklar, arkadaşlar bile in­ sanlık dünyasından çok, para dünyasından türetilen değerlerle bağ­ lantılı olarak sahip olunan ya da olunm ayan nesneler olup çıkm ak­ tadırlar.

152


rv 2 1 rv

Sahip olunan, her zam an sahip olandır. Yalnızca para eden nesneler toplama takıntım ız değil, am a aynı zam anda paraya mal olan dene­ yim ler ve böylesi bir deneyim hâzinesine geçerli bir yaşantının ka­ nıtı olarak bakm am ız da (tıpkı cim rilerin biriktirip yığdıkları para­ lara tipik biçim de bir erdem olarak bakm aları gibi) sonuçta ekono­ mik kazancı dışta bırakırsa, bizi yoksul kılmaktadır. K endi kendim i­ ze gücüm üzün yetm ediği her şeyden sürgünde yaşıyorm uşuz gibi gözükm ekteyizdir. H içbir şeye mal olm ayan hazlar hiçbir şey et­ m ezm iş gibi görünür olm aktadırlar. Bir zam anlar iyi edim lerim izin bizi cennete götüreceğine inanırdık; şim diyse satın aldığım ız şeyle­ rin ve harcam alarım ızın cennet olduğuna inanıyoruz.

rv 22 rv

K alitesiz-m allar ekonom isi: İşçilere daha fazla üretm eleri ve daha fazla satın alm aları için para verilm elidir. Çok fazla tüketilm elidir ve eğer çok fazla tüketilm esi gerekiyorsa, m allar kolay aldanır hal­ kın hoşgöreceği kadar kısa bir süre için dayanm ak üzere tasarım lanmalıdır. C em aat zanaatçısı ortadan kaybolm aktadır; o, dayanıklı m allar yapm ak gibi büyük bir suç işlemektedir. İnsanlar ve yaratıcı­ lar çıkm akta, m akine tam ircileri ve m akineler girm ektedir. M akine tamircileri m ekanik hazlar istem ekledirler, elbette; insani ve yaratı­ cı hazları değil.

rv 23 rv

Aydınlar takım ı ve burjuvazi arasında bundan bir sonuç olarak ya­ yılan m oda şeyler; antika eşyalar, el yapım ı eşyalar, sağlam , seçkin, kalıcı şeyler; ‘zanaat’ dükkânlarında üretilen şeyler, m akine üretimi yapam ayacak kadar yoksul ülkelerde yapılan mallardır.

rv 24 rv

Düşük maliyet ve her yerde eğlence insanın kendine haz verme güç­ 153


lerini sakatlamaktadır. M ekanik alıcı, insanı m ekanik bir alıcıya çe­ virmektedir. Elektrik m arifetiyle kuluçkaya yatırılan tavuklara kar­ şı çıkıyoruz; ama kendim izi elektriğe mahkûm insanlara çeviriyo­ ruz.

ev 25 rv Çok erkeğin olduğu bir kentte fahişelik kaçınılm az olur. Her haz de­ neyimi fahişeliğe dönüşür ya da dönüştürülebilir. Paralı işçiler, top­ lumsal ilerlem eyle işçiliklerinden kurtulanlar, kendi eğlenm e yete­ neklerine ve kendi zevklerine göre eğlenm eyle bütün güvenlerini yitirirler. H arcanacak paraya sahip olm ak için ödedikleri bedel, kül­ türel konulardaki eski işçi sınıfı özgürlüklerinin ticaretin kullandığı becerikli teknolojik kam uoyu oluşturucularına teslim edilmesidir. Em ekleri artık söm ürülm ez; zihinleri sömürülür.

rv 2 6 Ticaretin amacı her zaman olası her hazzı pazarlam ak ve olabildi­ ğince çok kişiye satm ak olmuştur. Üretici ve perakendeciler nötraldirler, hiçbir ahlâklılık iddiasında bulunm azlar; sadece halkın arzu­ sunu tatmin ederler. Ne var ki bize ticaret tarafından gitgide artan bir şekilde önerilen şey haz değil, onun yeniden üretimidir. Saman yığınları arasında öten tarlakuşu değil, bir plaktaki tarlakuşudur; öz­ gün bir Renoir değil onun basılı bir ‘kopya’sıdır; tiyatrodaki bir oyun değil, onun b ir ‘televizyon versiyonu’dur; gerçek çorba değil, ‘hazır’ çorbadır; Berm uda adaları değil, onlar üzerine belgesel bir filmdir.

<-v 27 rv Bizi kutular dolusu tropik günbatım larına, tüpler dolusu sıcak Pasi­ fik m eltem lerine ve paketlerce ‘kolay-karışım lı’ cinsel hazlara sahip olm aktan alıkoyan şey gizil bir tüketici talebi eksikliği değil, teknik sorunlardır. Bizler işitilebilir ya da görülebilir hem en her şeyi yeni­ 154


den üretebiliriz; birisi kokular için bozuk parayla çalıştırılan şu m ü­ zik dolaplardan icat etti bile; ancak A ldous H uxley’nin ‘dokunarak hissetm e’si hâlâ tam am en erişilm ez gözükm ektedir.

rV 28 *"V

İkinci elden ya da taklit deneyim in m üm kün olabildiğinde erişilebi­ lir olm asına bu talebin nedenleri ortadadır. Yaşam hiçbir zam an bu denli kısa, ama zengin; ölüm de bu denli m utlak görünm em ektir. Ve eğer toplum sal ve ekonom ik koşullar birçok doğrudan hazzı çoğun­ luğun ulaşam ayacağı bir konum a getirm işlerse onlar da doğal ola­ rak ve akla yakın bir şekilde gerçek şey yerine koyabilecekleri şeyi alacaklardır.

rv

29

Hazzm bu parasallaşm ası, çoğunluğun istedikleri şeylere doğrudan erişem eyecekleri bir zam anda bizi bir tarih dönem inden geçirebil­ mek için geçici çare olarak düşünülen bir araçtır. Tam anlam ıyla va­ rolm anın ne anlam a geldiğini gitgide daha fazla kişi anladıkça ve toplum lar onlar için bu tam anlam da gerçekliği olanaksızlaştırdık­ ça, yeniden üretimin pazarlam ası ve hazzın taklit kaynakları-gerçek haz kaynaklarının yerine konan şeyler-gitgide daha önem li olm ak­ tadır.

«-V 30 rv

Tüketici m allarından ve tüketici hizm etlerinden söz ediyoruz; ama bunlar gerçekte toplum üyeleri, gerçek ihtiyaçlarının büyük ölçüde toplum sal, siyasal uluslararası durum un ya da insanlık durum unun düzeltilebilir yetersizlikleri tarafından yaratıldığının farkına vardık­ ça toplum un gitgide artan bir şekilde üyelerine sunm ak zorunda kal­ dığı ikam e şeylerdir. Bu alanda, ikam e m allan dağıtanları bütün kontrol edenler, yani yöneticiler, siyasal olarak ne denli birbirlerin­ den uzak gözükürlerse gözüksünler, aynı zo r durum içindedirler. 155


O T O M A S Y O N U N YARATTIĞI BOŞLUK r v 31 r v

Şimdi bu durum da dehşet verici, çünkü son derece vahimleştirici yeni bir elken ortaya çıkmıştır. Sibernetik; makineleri başka m aki­ neler tarafından kontrol etm enin şim diden geliştirilm iş tekniği.

r v 3 2 rv İnsan, büyük bir k utuptan-iş rutininden-yoksun bırakılm ak üzere­ dir. Kapitalist toplum un kâbusu işsizlikti; sibernetik toplumunun kâbusu istihdam olacak.

rV 3 3 r v

Saçm a öneriler ortaya atılm ıştır: İstihdam edilm eyen kitlelerin zo­ runlu oyunlara katılm aları gerektiği gibi; ilkel el gücüyle kanalların kazılm ası ve dağların yerinden oynatılm ası gibi devasa görevlere girişm ek zorunda kalacağım ız gibi; büyük çoğunluğun kısırlaştırıl­ ması gerekliği gibi. Bu öneriler gülünçtür; ne var ki sibernetik bir toplumdaki hayal kırıklığının gizil niceliği ve yoğunluğu dehşet v e­ ricidir.

V 34 rv

Hiç kuşku yok ki kabul edilebilir tek bir çözüm vardır. Eski çalışma rutinine harcanan enerji, hem öğrenm eyi hem de öğretm eyi kapsa­ yan yeni eğitim ve eğlenm e ‘rutinleri’ne harcanm alıdır. Para için, yani harcayabilm ek ve eğlenebilm ek için çalışm a, bilgi için çalışma ve bilgi aracılığıyla eğlenm e gücü olmalıdır.

rv 35 rv

Evrim yeni bir yola girm ek üzeredir. Yeniden bir amaç yönelim i; in­ sanın yeni yaşam koşullarına alıştırılm ası. Ç alışm a rutininin orta­ 156


dan kalkm ası, hissettiğim iz hazzm çoğunun karşı kutbunun ortadan kalkması anlam ına da gelecektir. Kapitalist ya da laissez-faire eko­ nom ik koşullarda, çoğum uzun yerine başkaları geçecek ve ani ve sürekli b ir barıştaki düzenli askerler gibi, artık varolm ayan bir yakı­ ta ihtiyaç gösteren battal m akineler olacağız.

r v 3 6 r*fJ

Şimdiye değin toplum a zarar verm eksizin sonsuz serbest zamanı destekleyebilm iş olan biricik kişiler; alimler, bilginler, bilim adam ­ ları ve sanatçılar; yani, çoğul kültür sahibi kişiler olmuştur. H içbir zaman sona erm eyecek olan tek iş bilginin takibi ve ifade edilm esi­ dir.

rv 37 fV Geleceğin devleti sanayi devleti olm ayacaktır ve otom asyon yapay olarak geciktirilm edikçe olam az da. Bu devlet, üniversite devleti ol­ malıdır ve üniversitenin eski anlam ında olm alıdır: İçinde bilgi elde etm ek için sonsuz fırsatların olduğu, eğitim sistem inin m üm kün en geniş haliyle varolduğu (dokuzuncu grup notlarda önerdiğim tür­ den), herkesin yararlanabildiği öğrenm e, yaratm a, yolculuk yapm a ve deneyim sahibi olm a olanaklarının bulunduğu; rastlantı, sürpriz öğesinin toplum sal sistem e bütünlenm iş olduğu; ve hazzm parasallaşmadığı bir devlet.

«•v 38 ı-v Geçm işin köle sahibi toplum ları, boş zam anı olan bir sınıfın karşı­ sındaki belirgin tehlikeleri gösterm ektedir. Bu toplum lar ya durgun­ luğa yol açacak derecede zevk ve eğlence düşkünü ya da saldırgan derecede askeri toplum lar olm uşlardır. Boş zam anın sürdürülm esin­ den başka hiçbir am acı olm ayan boş zam an yozlaşm aya ya da sava­ şa yol açar, çünkü barış v e boş zaman sık sık arıtm alara ihtiyaç du­ yar. Yakında, yüzyıldan çok daha az bir zaman sonra, köleleşenler 157


m akineler olacaktır, başkaldıram ayan köleler. Ve insanlık o zam an, gizil olarak, boş zam an sahibi sınıf olacaktır. N e var ki bizler, lav­ m anlar ve kanam alar çağını çoktan arkada bıraktık.

<-V39 rV Evrim her zaman para saplantısı gibi böylesi bir gücü ele geçirm iş gözüküyor; çünkü böylesi bir güç elde olduğunda yaşamı örgütle­ mek daha kolaydır. Böylesi güçler insanlığı sürekli M idas Durum u’na düşürür-ve bu durum da neredeyse sözcüğün tam anlam ıyla böyledir. Otom asyon gibi daha ucuz üretim yöntemleri bulm a şeh­ veti, sonunda şehvetin kendisini ortadan kaldırır. Ödülün ardında koşuyoruz, ödülü elde ediyoruz; ve sonra gerçek ödülün her zaman bundan sonraki ödül olduğunu keşfediyoruz. Tıpkı satın alm a hazzında olabileceği gibi, otom asyon kendi içinde bir erek gibi görüne­ bilir; am a bu sahte erekler kendi içlerinde bizi, yalnızca onların erek olm adıklarını görebildiğim iz yere götürürler.

BOŞ ZAM AN GÖ RE V LE Rİ

rv 40 rv Boş zamanın hiçbir görev içerm iyor gözükmesi pürilenlerin tam da onda karşı çıktıkları şeydir; çalışm ada içkin olarak soylu bir şey vardır düşüncesi, bir püriten aldatmacısıdır. G erçekte sadece ücret alabilm ek için girişilm iş işin değerini arttırm aya duyulan bu tarih­ sel olarak açıklanabilir ihtiyaç, içinde çok fazla dışsal haz ve eğlen­ cenin çok geçm eden usanç verdikleri bir ortam yaratmıştır. Y ılda üç haftalık bir tatil yapm aya uzun süredir koşullanm ış bir kişinin bir­ denbire altı hafta verildiğinde zorunlu olarak daha mutlu olduğunu düşünm ek yanlıştır. H angi durum da bulunursak bulunalım ondan bir ödül göreceliği çıkarırız; ve böylelikle, bir yabancı için herhan­ gi bir mutluluk olasılığının bulunm adığı bir durum da alışkın biri bir mutluluk bulacaktır. G erçekten de o, bulunulan koşullarda ödüller bulduğu için alışkın biridir kesinlikle. Zevk alma yeteneğim iz, için­ 158


de zevk almayı öğrenm ek zorunda kaldığım ız durum tarafından ko­ şullanır.

<-V41 Boş zam ana sahip olm anın ilk görevi bu yüzden ondan zevk alm a­ yı öğrenm ektir; ve bu bana, iyim serlerin bizi inandırdıklarından çok daha zor gözükm ekledir. D aha hiçbir sendika, üyelerini daha az üc­ ret ve daha uzun boş vakit için grev yapm aya çağırm am ıştır; am a bu bir gün gelebilir.

42 Boş zam ana sahip olm anın ikinci görevi daha çok eski görevlerden biri gibidir. İnsanın boş zam anını paylaşm ası, yani onun bir kısm ı­ nı hâlâ yeterli boş zam anı olm ayanlara verm ektir.

rv 43 r u Yoksulluk, şim di bizi yönlendiren karşı kutup; yakında cehalet ola­ caktır. Aç karın değil, aç beyin; yiyecek eksikliği değil, bilgi ve de­ neyim eksikliği. B ir boş zaman loplum unun her şeyden önce bir azınlık toplum u olm ası gerekir. Cehaletin karşı kutbu sınırlarının dışında kolaylıkla bulunacaktır. İlk boş zam an toplum larının başlı­ ca işlevi dünyanın geri toplum larının eğitim i, geliştirilm esi ve boş zamana kavuşturulm ası olacaktır. Bütün dünya ona eş ölçüde sahip olana kadar gerçek bir boş zaman olamaz.

i~V44 rv Bu, insan tarihinde gerçekleşm esi gereken büyük değişikliktir. Zen­ gin toplum lar yalnızca artan paralarım değil, artan boş zamanlarını ve artan eğitm e kapasitelerini de vermelidirler.

159


rv 45 rv Bu şeyler planlam a olm aksızın hiçbir zaman gerçekleşm eyecektir; her şeyden önce de eğitim sistem lerim izi planlam a ve yeniden yön­ lendirm e olm aksızın. Shaw, ekonom ik gelişme sağlanm aksızın ahlâki bir ilerleme beklem enin anlam sızlığını görmüştü {Major B arbara da). Bazı ülkelerde bu ekonom ik gelişm e büyük ölçüde gerçekleştirilm iştir; ancak eğitim sistem lerinde hiçbir değişiklik be­ lirtisi yoktur. Bunlar hâlâ, kızı B arbara’nın doğru dürüst bir insani eğitim vizyonuna göre değil, ilk aşam anın gereklerine-A ndrew Undershaft’ın somut ekonom ik gelişm e üzerindeki ısrarına-göre yön­ lendirilmektedir.

SAYILARLA ÖLÜM <~V46 rv Bütün bu para saplantısının, bu eşit m utluluk şehvetinin üzerinde, dünya nüfus oranının kara bulutu asılı durmaktadır. Şu anki duru­ m umuzdaki en büyük dehşettir bu.

r%>47 rv Şu anki doğum oranıyla dünyanın nüfusu elli yıl sonra iki katına çıkm ış olacaktır. Bu nedenle, çoğum uzun öm ürlerinde aşırı nüfusun yol açtığı her problem -büyük kent nevrozu, trafik problem leri, aç­ lık, enflasyon, kirli hava, doğanın yok olm ası, bireyin denetim altı­ na alınm ası-bütün bunlar en azından iki kat daha yoğun olacaktır. Bu bağlam da, uzay yolculuklarına harcanan insani ve ekonom ik servet ile nükleer silah yarışı, uygarlık insanlık tarihinde yok olma noktasına gelm işken boş şeylerle uğraşm anın en görkem li örneği­ dir.

160


rv 48 <-v Nüfusun kontrollü azaltılm asına iki tü r karşı çıkış vardır; birincisi, böylesi bir kontrolün ahlâken kötü olduğu; öteki ise, evrim sel ola­ rak yanlış olduğudur.

rv 49 rv Ahlâki gerekçelerle karşı çıkanlar üç temel türdendir: Dinsel, siya­ sal ve bireyci.

rv 50 rv Eskiden yüksek doğum oranını özendirm ek için K ilise’nin çok gü­ venilm ez gerekçeleri vardı: Daha fazla inanç sahibi kişi doğuyordu ve büyük aileler, yoksulluğun, cehaletin ve um utsuzluğun kurbanla­ rını kilisenin ‘sığın ağ ı’na iten türden bir ekonom ik durum u yaratı­ yorlar ya da sürdürüyorlardı. A ncak böylesi politikalar sadece rahip egem enliğindeki çevrelerde işliyordu ve bu politikalar birkaç geri ülke dışında büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.

rv 51 rv Çok daha inandırıcı dinsel bir argüman şudur: D oğum kontrol uy­ gulamaları rasgele cinsel ilişkileri ve özellikle de zinayı teşvik et­ mektedir. Bunu yadsım ak güçtür, am a doğum kontrol uygulam ala­ rının ortadan kaldırılm asının (rasgele cinsel ilişkilerin bastırılm ası) daha istikrarlı bir toplum yaratacağını gösterm ek de eş ölçüde güç­ tür. Evrim in tufan olm uş akışı cinsel özgürlük lehine bir yönelim göstermektedir. A rtık onun önüne bir set çekm e değil, tufanı kont­ rol etm e b ir sorundur. Ve bu, sudan çok daha tehlikeli bir şeyin tu­ fanıdır.

F llÖ N /A riıio s

16]


r%>52 rv Bazı dindar kişiler hâlâ doğum kontrol uygulam alarının tanrısal is­ tence aykırı olduğuna inanm akladırlar. Ne var ki ‘tanrısal istenç,’ yaşam sigortası kurullarına ya da siper duvarlarına ya da böcek öl­ dürm e ilaçlarına ya da cerrahlığa ya da bilgisayarlara ya da antisep­ tiklere ya da kıyı setlerine ya da itfaiyelere karşı değildir. Doğum kontrolüne değil de, yaşam ın rastlantılarının bu bilim sel kontrol bi­ çim lerine (bazıları kötüye kullanılabilir) niçin izin verm ektedir?

rV 53 rv Bir başka saçm a dinsel argüm an da şudur: Gebeliği önlem ek cina­ yettir, çünkü ana rahm ine düşm em iş çocuğu ana rahmine düşm ek­ ten alıkoym aktadır. N e v ar ki bu öğreti, öncülü (ana rahm ine düş­ meden önce varolduğum uz) kabul edilse bile büyük problem ler ya­ ratmaktadır. Gebeliği önlem enin özel tekniklerine başvurm adan bir çocuğun ana rahm ine düşm esini önlem enin binlerce yolu vardır. K ocalar işlerine mi gitm elidirler? Evden uzak oldukları her ana rah­ mine düşürm e gecesi cinayet mi işlem ekledirler? Ana rahm ine düş­ me için en uygun olanı dışında bütün çiftleşm e pozisyonları cinayet midir?

rV 54 rv Bebeklerin ana rahm ine düşm elerini durdurabiliriz; am a ana rahm i­ ne düşm em iş bebekleri öldürem eyiz. Bütün yasalar bir vücut gerek­ tirir.

<v 55 Kontrol edebilelim diye bize özgürlük verilir; ve içinde kontrolün tüm üyle yasak olduğu; kısacası, özgür olm am aya m ahkûm olduğu­ muz özel alanlar olamaz.

162


<-v 56 rv

Siyasal gerekçelerle m uhalif olanlar şunu söylem ektedir: Güçlü bir devlet büyük bir nüfusa ihtiyaç duyar ve doğum oranı ne kadar yük­ sek olursa devlet o kadar daha fazla askere ve işçiye sahip olacak­ tır.

rv 57 rv

Atom silahlarının ortaya çıkm asından beri askeri olarak önem li ola­ nın sayı değil, şeylerin nasıl yapılacağını bilm ek olduğu açıktır; bu durum daha ilk m akineli tüfek icat edilir edilm ez belirgin biçimde kendini gösterdi. Klasik askeri gereklilikler açısından bile, en çok denizaşırı bağlantıları olanlar da içinde olm ak üzere, bugün dünya­ daki her ülke, aşırı nüfusa sahiptir.

rV 58 rv

Otom asyondan beri, dünyanın vasıfsız işçilerinin gitgide artan bi­ çimde işlerinden çıkarılm aları gerektiği apaçık ortadadır. Büyük öl­ çüde sanayileşm iş ülkelerdeki mevcut fazlalığa ilişkin 1967 yılına ait m uhafazakâr bir tahm in her dört işçiden birinin çıkarılm ası geTektiğini ifade ediyor.

rv 5 9 rv

Ancak H indistan’dakiler gibi m akineleşm em iş köylü ekonom ilerin­ de büyük ailelerin bir zorunluluk olduğu ileri sürülebilir; ve bu sa­ vın doğru olduğu kabul edilse bile, şurası açık ki dünya ancak böylesi ekonom ilerin m akineleşm em iş olm alarına izin verdiği sürece bunlar bir zorunluluktur.

r v 60 rv

Bireyci gerekçelerle m uhalefet edenler şunu söylem ektedirler: A ile büyüklüğünün seçim i uygarlaşm ış toplum daki yetişkinlere bırakı­ 163


lan son özgür seçim lerden bir tanesidir. O nları ailelerinin büyüklü­ ğünü sınırlam aya zorlam ak bireyin son kalesini de teslim almaktır. Ben böyle argüm anları çok çekici buluyorum; ancak onlar da ger­ çekliğin baskısı karşısında çökm ektedirler. Çünkü bu çeşit bir karar, belli sayıda çocuğa sahip olm a ya da olm am a, salt kişisel kararın ötesinde bir şeydir. E ğer falanca adam ve karısı altı kişilik bir aile­ ye sahip olm aya karar veriyorlarsa, o zam an onlar toplum larını ve dünyayı, bireyler olarak kendi haklarının ölçeğinin çok ötesinde ve gerçekte kendi yaşantılarının çok ötesinde etkileyen kararlar veriyorlardır.

rv 61 <-v Amerikalı toplum bilim cilerin keşfettikleri gibi, ekonom ik refahın uğursuz bir yan ürünü, fazladan bir çocuğu bolluk içinde yaşam ın arzu edilebilir ve geçim i sağlanabilir yeni üyesine çevirmesidir. Fazladan çocuk bolluğun, yaşam da başarının bir sim gesi olm akta­ dır. Büyük aile, politikacılardan ve rahiplerden her zam an teşvik görm üştür; Erkeklik ve D oğurganlık gibi şu büyük tanrıları idolleştirm e kolaylıkla özendirilebilir. A ncak hiç kuşku yok ki, açlık çeken çocukların varolduğu bir dünyada fazladan bir çocuk, zaten talihli ve refah içinde olan ailelerin kendilerine sunm a haklarının olm adı­ ğı bir lükstür. Çünkü eğer tavşanlar gibi ürem ekle özgür olduğum u­ zu ileri sürersek, o zam an evrim onlar gibi öldüğüm üzü görecektir.

<"V62 rv Geriye ikinci m uhalifler kategorisi kalm aktadır: Nüfusu kontrol et­ menin evrim sel olarak yanlış olduğunu ileri sürenler. K uşaksal bir bencillik vardır: Ç ocuklarım ız kendi başlarının çaresine baksınlar. Daha iyi bir argüman var. Şu: Ç oğalm a yeteneğim iz, kendim izi bes­ leme yeteneğim izle el ele gidiyor ve gitm esi de bekleniyor. A m a bu çoğal-ve-olacaklan-göğüsle kuram ına göre eğer hepim iz de sağlık­ lı kalacaksak keskin bir bunalım durum u içinde kalacağız demektir. 164


Bütün teknelerim izi dibinde bir delikle inşa etm em iz-ve sonra da pom payla suyunu boşaltm am ız gerekm ektedir.

<-v 63 rv Şimdiki dünya nüfusunun büyüklüğünün iki katı bir nüfusu besleyebilsek ve hatta onları şimdi beslendiklerinden dahi iyi besleyebilsek bile, böylesi aşırı nüfuslu bir dünyanın m akul nüfuslu bir dün­ yadan daha mutlu olm a olasılığı yoktur. İnsanlar yiyecekten daha fa zla şeye ihtiyaç duyarlar ve ihtiyaç duydukları bütün öteki şeyler ancak, kalabalık en az olduğunda; yani, barış, eğitim , yaşanacak yer ve bireysellik olduğunda en iyi gerçekleşebilir.

rV 64 <-v> G elecek hiç kuşkusuz nüfus kontrolü konusundaki tepkisizliğim izi zam anım ızın en büyük çılgınlığı olarak görecektir. Toplum larım ızdaki büyük bir yapının tüm üyle gereksiz olduğunu, salt beslenecek birçok ağıza, iş verilecek birçok ele sahip olm anın bir ürünü oldu­ ğunu göreceklerdir. A m a her şeyden önce de aşırı nüfus durum unun ilerlemeyi gerilem eye dönüştürdüğünü göreceklerdir. Kaç tane mo‘dern icat, kaç tane ekonom i kuram ı gerçekte ileriye atılan adım lar değil de, yalnızca batan gem ideki sızıntıları durdurm ak için yapılan um utsuzca girişim ler değildir? İleriye doğru gitm ek yerine bizi su­ yun yüzeyinde tutabilm ek için ne kadar çok yaratıcılık ve enerji harcanm aktadır?

SO N U Ç <-v65 <-v Para saplantısı olan toplum lar hoşnutsuz erkekler ve kadınlar yara­ tır, çünkü satın alm a gücü eroin kadar alışkanlık yapıcı ve sonuçta tehlikelidir. İnsan yeterince tatmin olm adan ölür. Bu toplum lar suç­ lu insanlar yaratırlar, çünkü çok az kişi çok fazla şeye sahiptir ve 165


çok kişi masum yoksullukları ve cehaletleri yüzünden vahşice ceza­ landırılır. H er şilinin, her frankın, her markın, her rublenin, her d o ­ ların ardında uzuvları tutm ayan çocuk, gelecek, ilerde ortaya çıka­ cak hasetçi ve aç dünya vardır.

rv 66 ı-v Bilimsel olarak birbirim iz hakkında daha çok şey biliyoruz, ancak, uzaklaşan galaksiler gibi, her birim iz daha yalnız, daha uzak gözü­ küyoruz. Bu yüzden çoğum uz, görünüşe bakılırsa anlam sız ve eğre­ tiliği apaçık olan bir evrende, dikkatim izi kendim iz için çıkarabildi­ ğim iz kadar çok haz çıkarm akta yoğunlaştırıyoruz. Ölüm hücresin­ de doğm uşuz gibi; tehlikeli bir çağa, kaçınılm az bir felakete; anlam ­ lı tek özellikleri gülünç bir biçim de kısa öm ürlü olm ak ve zevk al­ ma gücünün tamam en ortadan kalkm asıyla son bulm ak olan bir var­ lığa m ahkûm olm uşuz gibi davranıyoruz. Bizi oyan şey, bir kundu­ racı tığı gibi, aynı anda iki doğrultuda işliyor. Bizim sadece istedi­ ğim iz her şeyi elde edebilm e konusunda çileden çıkartıcı bir yetenek-sizliğim iz yok, aynı zam anda, elde etmeyi istediğim iz şeylerin, şöyle bir farkına varılan, am a çok daha zengin bir insan gerçekliği açısından, değersiz olduklarını, içim izi delik deşik eden bir korkuy­ la da hissediyoruz. D ünyada hiçbir zaman bu kadar çok içi boş in­ san olm am ıştı ve bu dünya tıpkı, boş deniz kabuklarıyla dolu büyük ve. yükselen bir kıyıya benziyor.

<-V 6 7

ı-v

Her yerde değişiklik ihtiyacını görüyoruz; ve çok az yerde de bu ih­ tiyacın tatminini. Şimdi yaşam sal etkene geliyorum . Yani, eğitime.

166


IX

Yeni bir e ğ it i m

fV 1 rv Günüm üzde hemen hem en bütün eğitim sistem im iz iki hedefe yön­ lendirilmiştir: D evlet için servet elde etm ek ve birey için geçimini sağlamak. Bu nedenle toplum un para saplantısı olm asına pek şaş­ m amak gerekir, çünkü eğitim in bütün genel yönelim i bu saplantının hem normal hem de arzulanabilir olduğunu gösterm ektedir.

rv 2 fy Bugün hemen hem en evrensel eğitim e sahip olm am ıza karşın, nite­ liksel olarak en az eğitilm iş çağlardan biriyiz, çünkü eğitim tasta­ mam her yerde ekonom ik ihtiyaca boyun eğmiştir. Onsekizinci yüz­ 167


yılda; R önesans’ta; eski R om a ve Yunan’da, talihli az sayıda kişi ta­ rafından görece olarak çok daha iyi eğilim ler alınmıştır. Bütün bu dönem lerde eğitim in am açlan bizim kinden çok daha yüksekti; on­ lar öğrenciyi, hayranlık uyandıracak bir şekilde yaşamın anlaşılm a­ sına, zevkine ve toplum a karşı sorum luluklarına açıyorlardı. Elbet­ te eski klasik eğitim in gerçekleri ve konuları bugün bizim için bü­ yük ölçüde gereksizdir; ve elbette bu eğitim son derece adaletten uzak bir ekonom ik durum un ürünüydü am a en iyi durum larında, bu­ gün hiçbir sistem im izin uzaktan yaklaşam adığı bir şeye erişiyorlar­ dı: B ütünlüklü insan varlığına.

rv 3 rv

İyi bir eğitim de dört ana am aç olm ası gerekir. Birincisi, bütün m ev­ cut sistem leri önceden ele geçiren amaçtır: Öğrencinin toplum da bir ekonom ik rol için eğitilm esi. İkincisi, toplum un doğasını ve insani yönetim biçim ini öğretm ektir. Ü çüncüsü, varoluşun zenginliğini öğretm ektir. Ve dördüncüsü, insanın; canlı yaşam ın öteki türlerinin tersine, ço k uzun süredir yitirm iş olduğu o görece ödül duygusunu yeniden yaratmaktır. D aha basit b ir deyişle, öğrenciyi geçim ini sağ­ lamak için, sonra öteki insanlar arasında yaşam ası için, sonra kendi yaşam ından zevk alm ası için ve son olarak da varoluşun amacını (ve nihai olarak da, adaleti) insani biçim de anlam ası için hazırlam a­ mız gerekm ektedir.

rv 4 rv

İmdi bu am açların birincisi ile daha sonraki üçü arasında önem li iki ayrım vardır. Devlet açısından bu am açlar belli bir dereceye kadar düşmancadır. Ekonom i, işçileri tarafından toplumsal am aca, yaşam ­ dan zevk alm aya ve varoluşun nihai doğasına fazla dikkat yöneltil­ m esini istemez; zeki ve bağım sız bireylere değil zeki ve itaatli diş­ li çarklarına ihtiyaç duyar. Ve eğitim sistem inin doğasında devlet her zaman çok büyük söz sahibi olduğu için de, siyasetçilerden ve yöneticilerden değişiklik arzusu için pek az şey bekleyebiliriz. 168


<v 5 w

îkinci ayrım şudur: Birinci ekonom ik-rol tipi eğitim , ulusun ekono­ mik ihtiyaçlarıyla ve çok akla yakın olarak da ülkeden ülkeye açık­ ça değişiklik gösterecekken, sonraki üç amaç hem en hemen hiç d e­ ğişm ez, çünkü hepim iz de aynı insanlık durum u içindeyizdir ve ay­ nı duyularla donanm ışızdır. Bu üç alanda, gerçekte, dünyanın her yerinde aynı eğilim verilebilir; ve verilm esi de gerekir. Am a bu da yine devletin kim liğine karşı bir tehdit oluşturur; ve bu, devletin ‘hizm etk ârların d an evrensel olarak benzer bir öğretim program ının yürürlüğe konm asına direnm elerini beklem ek için ikinci bir neden­ dir.

rv 6 rv Şimdi en iyi üniversitelerim izin, en azından daha zengin ve kültürel olarak daha ileri ülkelerde, böyle bir eğitim i zaten verdiği ileri sü­ rülebilir. O xford ve Cam bridge, Harvard ve Yale, büyük yeni C ali­ fornia üniversiteleri, Sorbonne ve Ecole N orm ale ve benzeri prestij­ li öğretim m erkezleri hiç kuşku yok ki, bir öğrencinin eğer öğrenm e eğilimi varsa ve zaman da bulabiliyorsa bütün bu üç am aca erişebi­ leceği bir kültür zenginliği sağlarlar. Ne var ki buralarda bile başat etken sınav sistem idir. Ö zellikle son zam anlarda, bir üniversitenin (ya da herhangi türden bir okulun) başlıca işlevi öğrencilerinin sı­ navla derecelenm esi olm uştur. Bunun niçin böyle olduğunu biliriz; En çok hak eden öğrencilerin varolan yerleri elde etm elerini sağla­ mak için. N e var ki bu hem en, sınav sisteminin ne olduğunu ortaya koymaktadır: U m utsuz bir durum da, savaş zam anında karneyle yi­ yecek verm eye tıpatıp benzer biçim de, umutsuz bir geçici çare.

rv 7 rv Tarihin bütün kötülükleri okulların azlığına m aledilebilir. Ve çağı­ mızda okulların azlığı, insanlık tarihinde en um utsuz durumdadır. Daha fazla eşitlik istedikçe, daha fazla eğitim istiyoruz; daha fazla iletişim aracına sahip oldukça, eksikliği daha fazla görüyoruz; daha 169


fazla boş zaman kazandıkça, onu kullanm ayı öğrenm eye daha fazla ihtiyaç duyuyoruz; ve dünya nüfusu daha fazla büyüdükçe, daha fazla okul talep ediyor.

rv 8 rv H er çağın özel bir riski vardır. Bizim ki, dünyanın yarısının sözcü­ ğün gerçek anlam ında açlık çekm esine ve onun onda dokuzunun da eğitim açlığı çekm esine izin verm e riskidir. H içbir tür cahil olmayı kaldıracak güce sahip değildir. K endine böyle bir lüks tanıyabilece­ ği tek dünya hiçbir düşm anının olm adığı ve rastlantı ve evrim in üs­ tüne yükselen bir dünyadır.

E V R E N S E L BİR DİL <-V 9 r v

Evrensel bir eğitim kavram ına yaklaşabilm em izden önce, evrensel bir dil kavramını göz önünde tutm am ız gerekir. Öğretim her şeyden önce iletişim dir ve genel olarak anlaşılan bir araç olm aksızın ileti­ şim olanaksızdır. Bu yüzden evrensel bir ikinci dil olarak öğretilebileıı bir lisana ihtiyacım ız vardır.

10 r v

Böylesi bir dili yapay olarak (Esperanto, Ido ve diğerleri) yaratm a girişim lerinin başarısızlığa uğram ış olduğu kesinlikle ortadadır. M ucitlerinin farklı dillerden ayrık öğeleri bir araya getirm ek yoluy­ la ulusal gururu tatmin etm e yolundaki belki de saygıdeğer arzula­ rı, onların hepsini de saçm a bir uygulanam azlığa götürm ektedir, çünkü böylelikle dili doğal olarak konuşan öğretm enler sağlam a umudunu ortadan kaldırm aktadırlar; yeni gelişm eler ve kaynaklar için başvurulacak, varolan ve denenen hiçbir model yoktur; ve bel­ ki de en kötüsü, bu sözde-diller hiçbir edebiyat ortaya koyamazlar.

170


rv 11 rv Evrensel bir dilin dört koşulu vardır: 1. D aha önceden varolan büyük bir dilin üzerine tem ellendirilmelidir. 2. Sentetik değil, analitik olmalıdır. (Sentetik diller, her bir söz­ cüğün içindeki anlam ve sözdizim sel işlev bakım ından im ler katan dillerdir-yani, bu dillerdeki sözcüklerin cinsiyet halleri, isim halle­ ri, geniş ölçüde değişken sözcük düzeni vardır; analitik diller daha az böyle özelliklere sahiptir ve çok daha güçlü b ir sözcük düzenine bağımlıdır.) 3. Sınırlı sayıda sim ge üzerine tem ellenen fonetik bir yazım sis­ temi olmalıdır. 4. tşe yarayan ya d a tem el b ir iletişim kipi ile verim li ve uyarla­ nabilir daha karm aşık b ir iletişim kipi sağlam alıdır.

r v 12 r v

Sayıca en çok konuşulan dili hem en dışta bırakabiliriz: Yani, Ç in­ ce ’yi. O kum a sim geleri um ul kıracak ölçüde sınırsız: Telaffuzu tonaldir (anlam , m üzikal bir ses perdesine bağlı olabilir); birçok leh­ çesi vardır; ve her Çin şiiri çevirm eninin bildiği gibi, anlam bilim sel •açıdan şaşkınlık verecek ölçüde belirsizdir.

r v 13 r v

Bir istisna dışında, köken bakımından ister Latin, ister Tötonik ya da ister Slav olsun, önde gelen bütün Avrupa dilleri sözdizim ve çe­ kim ekleri bakım ından çok sayıda sentetik özelliği korurlar. Aynı şey Arapça için de doğrudur. Yazınsal anlam da sözcüklerin cinsiyet sistem leri, karm aşık fiiler ve isim biçim leri ne denli ilginç ve çağrı­ şımlı olurlarsa olsunlar, filolojik olarak fazladandırlar. Ö ğrenm e ko­ laylığı ve işlevsel yararlığı olan yeni bir dil tasarlayan hiç kimse bunları bir an için olsun korumazdı.

171


<~v 14 rv Bu ise bizi en uygun dil adayının İngilizce olduğu gibisinden kaçıl­ maz bir sonuca götürm ektedir. İngilizce zaten de fa c to dünyanın ikinci dilidir; ve her dil öğretm eni bunun, İngilizcenin önde gelen dillerin en az sentetik olanı ve bu yüzden de öğrenm esi en kolayı ol­ m asından ötürü olduğunu bilir. E ğer biz İngilizler ve A m erikalılar bunun sırf geçm işim izdeki ve şim diki politik gücümüzden dolayı yaygınlık kazandığını düşünecek olursak çok yanılırız. Yabancılar gitgide artan şekilde İngilizce konuşm aktadır, çünkü İngilizce varo­ lan en iyi araçtır; yoksa yabancıların bizi sevm elerinden ya da bize hayran olmalarından ölürü değil.

rv 15 rv Avantajları çok fazladır. Sayıca dünyanın en çok konuşulan (ana dil olarak) ikinci dilidir, ve ana dili İngilizce olm ayanlarca çok yaygın olarak konuşulmaktadır. Lehçeleri, Ç ince’ninkinden farklı olarak, birbirlerince büyük ölçüde anlaşılabilir. Hem tarihi hem de çağdaş zengin bir edebiyatı vardır; ve yeni gelişm eler için zengin kaynak­ lara ve kolaylıklara sahiptir. A lfabesi basittir. Ve hem yalın hem de karm aşık ifade biçim lerine çok uygundur.

rv 1d rv Elbette dezavantajları da vardır. Yazımı (İtalyanca gibi bir dille kar­ şılaştırıldığında) fonetik olm aktan çok uzaktır. Fiil çekim lerinde ba­ zı can sıkıcı düzensizlikler de içinde olmak üzere, bazı sentetik özellikleri korumaktadır. K onuşulan biçim lerinin bazılarında (söz­ gelim i Britanya İngilizcesi) anlık vurgu değişikliklerine bağlı ola­ rak (bir yabancı için) ince anlam nüanslarıyla dolu, neredeyse tonal bir dildir. Sözcük dağarcığı zenginliği de-b irço k Avrupa dilinde ol­ duğundan iki ya da üç kat daha fazla sözcük içerm ektedir-kullanım problem leri yaratmaktadır.

172


rv 17 **V Ancak gereken uyarlam alar çok ürkütücü d eğ ild ir-ya da ürkütücü iseler, sadece anadili İngilizce olanlarım ız için böyledir. En acil ge­ reksinim , fonetik bir yazım sistemidir. Bernard Shaw ’un böyle bir adım alm ak için getirdiği argüm anlara hiç kim se tam olarak bir ya­ nıt verm iş değildir. Şimdiki alfabenin verim li hale getirilm esi, dile vereceği büyük ölçekli yarar için ödenecek küçük bir bedeldir.

rv 18 rv İkinci iyileştirm e alanı, fiil çekim i ve sözdizim i istisnalarının dü­ zenli hale sokulm asında bulunm aktadır. Bu, çok daha güç bir prob­ lemdir, özellikle de istisnaların birçoğunun çok yaygın olarak kulla­ nılan sözcükler arasında bulunm asından dolayı. Tuzakları kavraya­ bilm ek için insanın “ I saw the men w orking hard” gibi bir cümleyi, “I seed the m ans w orking hardly” şekline sokarak düzenli kılması yeter de artar bile. B ununla birlikte belirsizlik korkusu taşım aksızın çaresi bulunabilecek, çekim ekleriyle ilgili birçok nazik nokta var­ dır.

r v 19 r v

Dil bir alettir, insanın sahip olduğu en önem li alet. H içbir şeyin-ne dil şovenistlerinin önyargılarının ne de dilim izdeki (eğer İngilizsek) barbarca görülebilecek yeniliklerden duyduğum uz hoşnutsuzluğu­ muzun - te k dilli bir dünyanın yaratılm asına giden yolda aramıza girm esine izin verm em eliyiz. Bu, bir anlam da, İngilizce konuşanla­ rın sorum luluğudur. Özel işlev için aleti yeıkinleştirm eliyiz. Bunun da kanıtı şudur ki, dünyanın geriye kalan kısm ı onu kullanm ayı se­ ve seve öğrenecektir.

173


E Ğ İT İM İN

Ü Ç D İĞ E R A M A C I

rv 20 rv Eğitim, toplum sal etkinliklerin en yaşam sal olanı ve bu nedenle de çağdaş iktidar-sistemi tarafından en açgözlü şekilde kötüye kullanılanıdır-bu sistem ister O rtaçağlardaki gibi dinsel, isterse son yüzyıl­ larda olduğu gibi siyasal-ekonom ik olsuıı. Gerçekten de ilk bin yıl­ da büyük dinlerin ortaya çıkışından beri tiranca kullanılmıştır. E ski­ lerin eğilim kuram ları birçok bakımdan o zamandan beri geliştiril­ miş olanlardan daha m oderndir-siyasal ve ekonom ik ihtiyaçlarla daha az bozulm uştur-vc eğitim in, önerdiğim üç diğer amacı bana ait değildir. Bunlar, İsa ’dan sonra üçüncü yüzyılda, büyük Yeni-Platoncu filozof Plolinos tarafından ortaya konmuştur. Plotinos; sivil ve toplum sal bir dışsal eğitim i; kişisel olan ve benliği ortaya çıka­ ran bir içsel eğitim i; ve bir de son olarak, öğrencinin insan varolu­ şunun karm aşık bütününü kavram asına ya da en azından onu şöyle bir sezm esine olanak verecek özet halinde bir eğitim i gerekli bulu­ yordu. İnsanlık için böylesi üçlü bir eğitim şem asını ayrıntılarıyla geliştirm enin yeri burası değil; ama bazı genel ihtiyaçların ve prob­ lemlerin ortaya konm ası gerekir. İnsanlık için dünya çapında bir eğitim program ı m eydana getirm enin ilk ve en pratik güçlüğü hiç kuşku yok ki m illiyetçiliktir.

M İLLİYETÇİLİK

rv 2 1 rv M illiyetçilik, ucuz bir içgüdü ve tehlikeli bir alettir. H erhangi bir ül­ keden başka ülkelere borçlu olduğu şeyleri çıkarıp alın; ve sonra da onunla gururlanabilirseniz gururlanın.

rv 22 rv Yoksul bir ülkede yurtseverlik, eğer o ülke zengin ve güçlü olsaydı, insanın kendi ülkesinin en iyi olacağına inanmaktır. Zengin bir ül174


kede yurtseverlik, o ülke zengin ve güçlü olduğu için insanın kendi ülkesinin en iyi olduğuna inanmaktır. Dem ek oluyor ki yurtseverlik, başkalarının sahip olduğu şeyleri elde etm e ya da başkalarını sahip olunan şeyleri elde etm ekten alıkoym a arzusu olm aktadır. Kısacası muhafazakârlığın; hayvanca hasedin ve hayvanca bencilliğin bir yüzüdür.

rV 2 3 r v

Anlamlı gerçek, insanın en iyi-en zengin ya da en güçlü-ülkelerden birinde doğduğu için talihli olması değildir; am a başka insanların bu ülkede doğm adıkları için talihsiz olmalarıdır. A çlık çeken Hintli bir köylü değilsinizdir, am a pekâlâ olabilirdiniz de. Köylü olm am a­ nız bir kendini kutlam a meselesi değil, iyiliksever eylem ler, başka­ larına ilgi meselesidir. M illiyetçiliğe uygun alan, siyaset değil, sa­ nat ve kültürdür.

rv 2 4 f-v İnsanlar bir kabilede, bir kentte, bir kilisede, bir siyasal partide bir­ diler. Am a şimdi yalıtılm ış kişilerden oluşan bir dünya olm aktadır­ lar. Eski bağlar çözülm ektedir; ırk bağları, paylaşılan dil, paylaşılan törenler, paylaşılan tarih bağları. Bu iyidir. Şim di, tek bir iyi birlik içinde bütünleşm ek üzere çözülm ekteyiz: Tek bir insanlık.

r v 25

Bir insanlık eğitim i, h er bir toprakta her bir zihne bir durum tekliği aşılamalıdır: Ortak bir güç durum ve ortak bir varoluş, ortak bir ödül hakkı ve ortak bir doğrulam a ve adalet. Bu yüzden çocuklara toplum daki kusurları görm eyi öğretm elidir; onlara m illiyetçi gerek­ çelerle kötü şeylerin iyi olduklarını ileri sürm eyi öğreterek, onlara aynısını öğretmeyi öğretiyoruz. Kötü bir dersin uzun bir ömrü var­ dır.

175


<*v 2 6 <~v

D evletin ya da sistem in iyi bir öğretm en olarak gördüğü şey ile iyi bir öğretmen olan şey her zaman iki fa rk lı şeydir. İyi bir öğretmen hiçbir zaman yalnızca dersini öğretmez.

rv 27 rv

Böyle öğretm enlere sahip olm am ız gerektiği hiçbir zaman daha önemli olm am ıştır; çünkü şimdi önüm üzdeki elli yıl içinde öğreti­ m im izin büyük bir bölüm ünün m akinelerle yapılacağını biliyoruz. Eğitim i yalnızca ekonom ik sistem e yardım cı olacak olguların ve tekniklerin öğrenilm esi olarak tasarlayabilenler için bu beklenti ola­ ğanüstüdür. H içbir insan öğretm en kendi bilim dalına vakıf olm a ya da bilgi verm e etkililiği açılarından iyi program lanm ış bir bilgisa­ yar—öğretm enle boy ölçüşemez.

rv 28 rv

Bu mekanikçi sapkınlıktan H ıristiyanlığı tartıştığım bölüm de söz ettim. A m a en iyi yöntem , kuram da en etkili yöntem değil, durum için en etkili yöntemdir. Yakın gelecekte karşı karşıya olduğum uz tehdit, iyi öğretm enin konusunun gerçekleri açısından en etkili ol­ duğuna inanarak kendim izin m ekanikleşm esi tehdididir. Eğer buna inanırsak, o zaman bilgisayarlarım ızın tiranlığı altına gireceğiz-kısacası, insanlık tarihinde evrensel olduğu için, en kötü m illiyetçilik biçimi altına gireceğiz demektir.

rv 29 rv A m a bu beklenti açısından her şey kara değildir. Bilgisayar-öğretm en’i güleryüzle karşılayabileceğim iz bir çok alan vardır; ve bu, in­ san öğretm enleri, yerlerine başka bir şeyin konam ayacağı konuların öğretim i (belki de öğretim yöntem i dem ek daha iyi olurdu) açısın­ dan kurtaracaktır. Beri yandan, savunduğum üçlü insanlık eğitim i­ nin başlıca amaçlarından bir tanesi, elverişli alanlardaki bilgisaya­ 176


rın zaferine bir karşı etkide bulunm ak ya da onu belli bir bakışaçısına yerleştirm ek olacaktır.

S A N A T VE B İLİM rV 3 0 r v

Bu özel biigisayar-öğrelm en problem i şu büyük problem e yol aç­ maktadır: B ilim in ve sanatın insan yaşam ındaki uygun rolleri prob­ lemi.

rv 3 1 rv

Herkes bütün tem el bilim lerde sağlam bir bilgi zem inine sahip ol­ malı ve yaşam sal öğeyi, aklın eksenini, yani, bilim sel yöntem i bil­ melidir. A ncak, bilim in geniş alanları sıradan yaşam işinden uzaktır ve ben, insanlığın eğitim iyle en çok ilgili olan bu alanları, önyargı­ yı, boşinançları ve toplum a açıkça zarar veren türden cahilliği orta­ dan kaldıran alanlar olarak tanım lardım . 1963 M art’ında, evlerini terketm edikleri için volkanik bir patlam ada yüzlerce Balili öldü. Tanrıların kaçanları cezalandıracaklarına inanıyorlardı. Dünyam ız, üstünde yaşam olm adığını şim diden bildiğim iz gezegenleri keşfet­ mek için m ilyonlar harcıyor, ama böylesi bir öldürücü aptallığın yeryüzünde hâlâ varolm asına da izin veriyor.

32 r v Bilim in, uygulayıcıları üzerinde başlıca iki etkisi vardır. Birincisi, tümüyle yararlı, bulguya yönelik etkidir-yani, bilim adam ını kendi­ si için düşünm eye ve keşfetm eye yönlendirir. A çıkçası, bilim in bu düzlem inde elde edebildiğim iz kadar çok eğitim e ihtiyaç duyarız. Ancak, bilim in bir başka karakteristiği çift uçludur ve bu, onun çö­ züm lem ek, bütünü bileşenlerine parçalam ak eğilim idir. Şimdi, çö­ züm lem enin, bulgulam a sürecinin çok yaşam sal bir parçası olduğu rv

Fl2ÖN/Aristos

177


açıktır; ama yan etkileri, bazı ilaçlarda olduğu gibi, son derece teh­ likeli olabilir.

r%f

3 3 <-v

Salt çözüm leyici bilim adam ı, m addeyi, bazı doğrulanabilir ya da yanlışlanabilir ilkelerin gösterilm esi olarak görm eye o denli alışır ki, ona çok yakın yaşar. Onunla gerçek dünya arasında yasa, açıkla­ ma, kategorileştirm e zorunluluğu başgösterir. M idas’ın dokunduğu her şey altına dönüyordu, bu çeşit bilim adamının dokunduğu her şey de çözüm lem esindeki işlevine döner.

<~v 3 4

Buna bağlı bir başka tehlike vardır. M odem bilim lerin karm aşıklığı öylesine büyüktür ki, uzm anlaşm a esastır; sadece bilim sel ya da en­ düstriyel etkililik açısından değil, aklın kapasitesinin doğası bakı­ m ından da. Birçok alanlarda b ilgin’in nesli tükenm iştir; böylesi bir bilgin olm a arzusu kalmadığı için değil, tersine, alanlar çok fazla ve çok karm aşık olduğu için.

r v 35 r v

Saf bilim ile saf olm ayan iktisadın her ikisi de bilim adam ından, dü­ şünce hayatının çoğunu, bir üyesi olduğu toplumun gerçek m erke­ zinden; ve içinde bulunduğu anın gerçek m erkezinden bir adım öte­ de yaşamasını ister. Bu ise, m odern bilim adam ının, karakteristik ve doğalm ışçasına iki yüze sahip bir kişi olm asına yol açar: Bilimsel ahlâklılık ve toplumsal ahlâksızlık. Bilim adam larının doğaları ge­ reği devletin köleleri olm a eğilim leri vardır.

rv 36 rv

Bilim sel akıl, tüm üyle bilim sel olarak, bilim dışı oluyor. Bilimsel kutbun egem en olduğu bir tarih aşam asındayız; ama kutbun olduğu 178


ve karşı kutbun d a olduğu bir noktada. Bilim adamı atom laşıyor, bi­ risi bireşim sağlam alı; bilim adamı geri çekiliyor, birisi bir araya ge­ tirmeli. Bilim adam ı tikelleştiriyor, birisi evrenselleştirm eli. Bilim adamı insandışı kılıyor, birisi insanileştirm eli. Bilim adam ı sırtını henüz doğrulanm ayana, belki de sonsuz olarak doğrulanam ayacak olana dönüyor; birisini bununla yüzleşm eli.

<"V 37 rv

Sanal, en basit olanı bile; bilimin dile getirmesi ya da uygun biçim ­ de dile getirm esi çok karm aşık olan gerçeklerin ifadesidir. Bu, bili­ min bir şekilde sanatın aşağısında olması dem ek değildir, onların farklı am açlan ve farklı kullanım ları olm ası demektir. Sanat, bilgi­ nin insani bir stenosudur, bir potadır, bir cebirdir, düşünce, olgu, anı, heyecan, olay, deneyim galaksilerinin büyük sanal biçim inde M acbeth' deki on satıra, B ach’ın altı ölçüsüne, R em brandt’ta otuza otuz santim boyutlarında b ir tuvale yoğunlaşm asıdır.

r v 38 rv

Bazı bilim sel yasalar büyük sanata benzerlik gösterebilirler; trilyon­ larca fenom eni bir ifade içinde yoğunlaştırırlar. A m a bu ifade, ger­ çekliğin som utlaşm ası değil, bir soyutlamasıdır.

ı~v 39 ru

Bütün sanatlar bilim ya da zanaat olm aya eğilim gösterirler; ne var ki sanattaki tem el gizem , sanatçının, bilim in ya da sanatın zanaatinin önceden söyleyebileceği herhangi bir şeyi sürekli olarak aşm a­ sıdır; ve aynı zam anda, sanatın ne olduğunun, iyi ve kötü sanatın ne olduğunun bilim sel betim ini ve değerlendirm esini sürekli olarak aş­ masıdır.

179


rv 40 r$j Sanat her zaman bilim in ötesindeki bir komplekstir. Bütün bilgisa­ yarları hesaptan geçirir. B inlerce miizikçinin beğenileri bir bilgisa­ yara yüklenebilir, ve bilgisayar da ‘onların’ m üziklerini besteler; am a bilgisayar şu büyük ilkeyi y ad sır-b ir artifakt,' en üstün şekilde yalnızca tek bir kişinin yapabileceği bir şeydir. Bütün karşısında te k 'e ilişkin bir ifadedir; bütünün kullanımı için tek tarafından ya­ pılan bir ifade değil.

r v 4 1 <-v

Bilim, bir m akinenin yapabileceği ya da yapm a olasılığı olan bir şeydir; sanatsa onun hiçbir zaman yapam ayacağı şey. Bu, sanatın insanlık için ne olm ası gerektiğine ve ne olm asının daha iyi olaca­ ğına ilişkin bir tanım dır; yoksa daha önceden kanıtlanan bilim in sa­ nat olarak kabul edilebilecek şeyleri pekâlâ iyi üretebileceğinin ger­ çeğini yadsım ak değil.

r v 4 2 <"V

İyi bir bilim adamı özel kişiliği, heyecanları, kendi benliği ile yara­ tımı, yani yeni bir yasayı, ya da fenom eni, yahut özelliği keşfetm e­ si arasındaki göbek bağını keser. Am a iyi bir artifakt her zam an bir kol bacak, bir dal, insanın ikinci bir kendisidir. Bilim vücutsuz kı­ lar; sanat vücut verir.

r v 4 3 rv

A rtifakt’ları, en iyi bilim sel olarak çözüm lenip sınıflandırıldıklarında kavranabilen fenom enler olarak görm ek çekicidir; buradan sanat tarihi ve eleştirisi bilim leri çıkar. Bundan ise her türlü sanatın; onu betim leyebilen, değerlendirebilen ve kategorize edebilen bilimin içinde kapsandığı gibi bir yanılsam a kaynaklanır; ve buradan da * İnsan eliyle, özellikle de eski çağlarda yapılmış sanat eseri, (ç.n.) 180


sanki doğa, doğa tarihinin aşağısındaym ış gibi, sonuçta sanatın da bilimin ‘aşağısında’ olm ası gibi saçm a bir inanç çıkar.

rv 44 Çağım ızın çok karakteristik bir özelliği olan sanatın bu bilim selleş­ mesi saçmadır. Bilim , sanatın prangalarını kırm ıştır ve şim di sanatı prangaya vurmaktadır. Her şeyden önce de sanatın en karakteristik özelliğini-gizem i-bilim selleştirm ektedir. Çünkü iyi bilim adamının ortadan kaldırm aya uğraştığı, iyi sanatın uyandırm aya çalıştığı şey -gizcm -b iri için öldürücü, ötekisi içinse yaşam saldır.

rv 45 rv Elbette bilimsel eleştirinin, sanatın doğal tarihinin yararlılığını yad­ sımayı arzu etm iyorum . Ancak sanatın sahte bir bilim olduğunu; sa­ natı bilm enin yeterli olduğunu; sanatın bir elektrik devresinin ya da bir tavşan cenininin bilinebildiği anlam da bilinebilir olduğunu ileri süren görüşün ortadan kalkm ış olm asını isterdim.

rv 46 rv Farklı aletler ve diller; varoluşta yaşam sal olanın farklı yüzeysel gö­ rüşleri, dolayısıyla farklı yüzeysel am açlar; farklı zihinler; ne var ki bütün büyük bilim adam ları bir anlam da sanatçı ve bütün büyük sa­ natçılar da bir anlam da bilim adam larıdır; çünkü hepsi de aynı insa­ ni amacı taşırlar: B ir gerçekliğe yaklaşm ak, bir gerçekliği iletmek, bir gerçekliği sim geleştirm ek, bir gerçekliği özetlem ek, bir gerçek­ liğe inandırm ak. B ütün ciddi bilim adam ları ve sanatçılar aynı şeyi isterler: Hiç kim senin değiştirm e ihtiyacı duym ayacağı bir gerçeği.

rv 47 rv Bütün sim geleştirm eler-bütün bilim ler ve sanatlar birer sim geselleştirm edir-zam andan bir kaçış girişimidir. Bütün sim geler özetler; 181


yok olanı çağırır; alet olarak iş görür; zaman ırmağındaki hareketle­ rimizi kontrol etm em ize olanak tanır ve böylelikle de zam anı kont­ rol etm e girişim i olur. Ancak sanal, bütün zam anlar için bir olay ol­ m aya uğraşırken, bilim , bütün zam anlar için bir olaya ilişkin doğru olm aya uğraşır.

rv 48 rv

Ne bilimsel olarak ne de sanatsal olarak dile getirilen gerçeklik en gerçek gerçekliktir. ‘G erçek’ gerçeklik anlam sız bir özellik, tümel bir tutarsızlık, her an ve her yerde varolan bir yalıtılm a, evrensel bir bağlantısızlıktır. Boş bir beyaz sayfadır; kâğıt üzerine yaptığım ız desenleri ya da denklem leri kâğıt diye adlandırm ayız. Gerçekliği yorum layışlarım ız, kâğıdın boşluğunun desen olm asından daha ‘gerçeklik’ değildir. Desenlerim iz, denklem lerim iz sonuçta sözdegerçekliklerdir, am a bunlar bizi ilgilendiren tek gerçekliklerdir, çünkü onlar bizi ilgilendirebilen tek gerçekliklerdir.

rv 49 rv

Bütünsel insan için bir sanatın ya da sanatların pratiği, bir bilimin bilgisi kadar temel özelliktedir. Bu, sanatın olduğu şeyden ötürü de­ ğil, sanatın sanatçıyı yaptığı şeyden ötürü böyledir.

rv 50 rv

Bütün artifakl’lar önce sanatçının, sonra öteki insanların hoşuna gi­ der. H oşlanm a ve öğrenm e, insan benliğinin benliğin ifadesiyle açıklanm asından gelir; benliği ve bütünsel benliğin bütün benlikle­ rini, benliğin yarattığı şeyin aynasında görerek.

rv 5 1 rv

İyi bir eğitim de bilim ve sanat eş düzeyde bulunmalıdır. Bugün eş düzeyde bulunm uyorlar, çünkü bilim adam larının çoğunluğu gerçek 182


bilim adam ları değil, yani bilginin bulgulayıcı takipçileri değil, tek­ noloji uzm anları ya da bilginin çözümsel uygulayıcılarıdır. Tekno­ lojik yaşam görüşü doğası gereği kendi alanı içinde son derece m e­ kanik ve am pirik bir yaklaşım dayatan bir görüştür; şim di tehlike, bu yaklaşım ın öteki bütün alanlara da uygulanm asıdır. Ve teknoloji uzmanına dönm üş insana sanal büyük ölçüde uzak durulacak bir et­ kinlik olarak görünm ek zorundadır, çünkü ne o, ne de etkileri kolay­ lıkla doğrulanabilir bir yöntem tarafından değerlendirilebilir.

52

Gerçek bilim adam ı sanattan hiçbir zam an uzak durm az, onu kü­ çüm sem ez ya da tepeden bakm az; ben bunu, bilim adam ının nere­ deyse tem el bir tanım ı olarak görüyorum . Ve tersinden gidersek, gerçek sanatçının.

r v 53

Daha şim diden, özellikle A m erika’da, sanatın bir çeşit sözde-tcknolojiye döndürülm e girişim lerini görüyoruz. Çok çirkin biçim de ‘ya­ ratıcı yazm a’ diye adlandırılan kurslarda, değeri ele geçirebilm ek "için tekniği öğrenm enin yeterli olduğu görüşü yaygın. Ve şim di, çok belirgin bir sözde-teknolojik içi boşlukla karakterize olan ve sayısı gitgide artan yazarlar ve ressam lar var.

rv 54

Onların artifakt’ları akıllı bir biçim de bir araya getirilm iş ve m oda­ ya uygun biçim de eli yüzü düzgün, eli yüzü düzgün biçim de m oda­ ya uygun, ancak, bütün hiçbir zaman parçalarının toplam ından da­ ha fazla değil. Teknik övüldüğünde, her şey övülm üş oluyor. Leke­ siz bir yum urta kabuğu var, am a iç yok.

183


rv 55 /*V Elbette çoğu iyi ve bütün büyük sanatçılar teknik konularda ustalık gösterirler. Ne var ki sözde-teknolojik sanatçı, aslolanın bir kam ış tutabilm ek ve kancaya bir yem takabilm ek olduğunu düşünen bir balık avcısı gibidir; oysa gerçek aslolan, içinde balık avlanacak bir nehir bulmaktır. Ö nce nesne gelir, sonra onun ifadesi; ve bugün biz, hepsi de dile getirilecek bir şeyin ardında olan, akıllı uslu eğitilm iş bir ifade düşkünleri ordusunun karşısındayız; sürülm üş bir tarlanın ortasına boşu boşuna oltalarını atan bir uzman balık avcıları kalaba­ lığı.

<~V56 rv Karşı bir argüm an şudur: İfade etm e yeteneğinin değerli bir şeyin ifadesiyle aynı şey olm adığını kabul edersek, ifade etm ek için eği­ tim almış bir kişi, ifade edilebilir olanı algılam ada eğilim alm am ış bir kişiden çok daha iyi donanım lıdır. Ben, bunun karşıtına inanıyo­ rum: Ö zel tekniklerin kullanım ının öğretilm esi vizyonu genişlelmektense sınırlar. Eğer birini özel teknikler kullanan bir balık avcı­ sı olm ak üzere eğitirseniz, o, dünyayı bu özel tekniklerle balık av­ lama olarak görecektir.

rv 57 rv Şu ya da bu başarılı m odem sanatçının üslubunda 'y aratm ak’ üzere eğitim alm ış genç bir sözde sanatçı, tekniklerini olduğu kadar o sa­ natçının duyarlığını da kazanm aya başlayacaktır; ve bu, her zaman varolan am a hiçbir zaman böylesine olası gözükm eyen sonsuza ka­ dar öykünülm e olasılığı, insanın kendi duyarlıklarını ve yaşam gö­ rüşlerini, etkilenebilir genç ‘eğitim li’ beyinler üzerine sonsuza ka­ dar em poze etm e olasılığı, gerçekten de ciddi ve yetenekli bir sanat­ çının karşısındaki en hoş olm ayan olasılıklardan biri gibi görünüyor olmalıdır.

184


58 <*V

Bir sanatçı olm ak, önce insanın kendisini keşfetm esi ve sonra da bunu kendisi tarafından seçilen terim lerle bildirm esidir. Herhangi bir sanatın gerçek okulunun iki dersi olm ası gerekir: B ir m üze der­ si ve bir zanaat dersi. M üze dersi sadece, sanatın ve sanat anıtları­ nın (bütün geçmiş ustalar) tarihini öğretir; zanaat dersi temel pratik esasları, sözdizim ini, dilbilgisini, prozodiyi, boya karıştırm ayı, aka­ demik teknik ressam lığı, uyum u, aletlerin işlem e alanlarını ve di­ ğerlerini öğretir. Bir üslubun, bir duyarlığın, bir felsefenin her türlü öğretimi ya da savunulm ası tehlikelidir; sanat değil, sözde-teknoloji ’dir.

rv 59 rv

Genç denizciye nasıl seyredebileceğini göster; am a pusulayı ve ha­ ritayı sadece tek bir doğrultuda seyredebileceği şekilde çarpıtm a.

60 ı-V

Sanatçı.olm ak gizli bir topluluğun üyesi olmak değildir; insanlığın çoğunluğuna akıl sır erm ez bir şekilde yasaklanm ış bir etkinlik de­ ğildir. En becerikli, en çirkin ve en cahil sevgililer bile sevişirler; ve önemli olan insanın artifakt’lar yapm a konusundaki tekliğidir, bir Leonardo ile ortalam a bir insan arasında varolduğu söylenen uçu­ rum değildir. H epim izin de L eonardo’lar olması gerekm ez; ama L e­ onardo ile aynı türden olm am ız gerekir, çünkü deha terazinin yal­ nızca bir ucudur. Bir keresinde P am assus’a tırm anm ıştım ; dağın di­ bindeki dünyevi A rachova köyü ile sevimli doruk arasında-şairlerin her zam an olm asını istediği kadar sev im li-b ir eğim den başka hiçbir şey yok; hiçbir uçurum , hiçbir kayalık, kanatların gerekli olduğu hiçbir yer.

185


rv 61 rv Bir çocuk, çok becerikli olm adığı için oyunlardan ve beden eğiti­ m inden uzak tutulm az. On çocuktan sadece birine m üzik öğretilemez. Şiir sanatının ezbere dize okum ayla, ezberlem eyle ya da ince­ leme am acıyla m etinler okum akla hiçbir ilgisi yoktur. Şiir sanatı in­ sanın olduğu şeyi sözcüklerle ritm ik kalıplarla söylemesidir. Görsel sanal da aynıdır, ancak sözcükler yerine şekiller ve renkler kullanı­ lır.

rv 62 r v Bir sanatçı, sözcüğü bugün anladığım ız biçim iyle, hepimizin eği­ timle yapabildiği şeyi doğası gereği yapan birisidir. N e var ki m o­ dern teknoloji ağırlıklı bütün eğitim sistem lerim iz, çok daha fazla sanatın bilimi üzerinde, yani, sanat tarihi, sanat kategorileştirm esi ve sanat değerlendirm esi üzerinde; ve çok daha az artifakt’ların ki­ şisel yaratım ı üzerinde yoğunlaşm aktadır; sanki diyagram lar, tartış­ malar, oyunların ve beden egzersizlerinin fotoğraflarıyla filmleri gerçek şeyin yerine geçebilecek uygun bir şeym iş gibi. İnsanın ken­ di sanatını yaratm asına karşılık gelen kolaylıklar olm adıkça başka insanların sanatından zevk alm ak için sonsuz kolaylıklar sağlam ak yararsızdır.

rv 63 rv Özgürlük, en iyi bilim de içerilm iş olduğu gibi en iyi sanatta da içerilmiştir. H er ikisi de tem elde tiranlığın ve dogm anın yıkıcılarıdır­ lar; taşlaşmanın eriticileridirler, dem ir durum un kırıcılarıdırlar. Bir kere, bir sanatçı salt m uhalefeti ifade etm e gücüne sahip olduğu için m uhalefet edebilir; sonra bir gün kendi ifade edilm iş m uhalefeti onu ifade eder. Sanalı onun desteğini sağlar. Bugün yazdığım şiir yarın beni yazar. Bilimsel yasayı bulurum ; ve sonra yasa beni bulur.

186


O YU NLAR

rv 64 rv K urallar ve toplum sal tem as gerektiren oyunlar, sporlar ve eğlence­ ler son yüzyılda gitgide artan biçim de önem li oldu. 1966 Dünya Futbol Kupası finalinin televizyonda yüzelli m ilyon kadar kişi tara­ fından seyredildiği hesaplandı. Sanat gibi oyunları da oldukça önem siz b ir boş zam an etkinliği olarak görm eye eğilim im iz olabi­ lir. A m a boş zam an arttıkça, onların yaşam larım ız üzerindeki etkisi de artıyor.

iv 65 Oyunlar bizim için, kabul etm ekten hoşlanm adığım ız kadar önem ­ lidir ve bu, çok daha derin şekillerde böyledir. Bazı ruhbilimciler, oyunları kaybetm eye ve kazanm aya bağladığım ız bütün simgesel değerleri, F reud’cu terim lerle açıklıyorlar. Futbol, bir vajinanın ar­ dında olan yirm i iki penisten oluşur; bir g o lf sopası çelik kaplı bir fallus’tur; satrançta şah ile vezir (kraliçe) Laius ile Jocasta’dır; her türlü kazanm a, ya boşalm anın ya da fışkırm anın bir biçimidir; ve bunun gibi. Böylesi açıklam alar, oyunun kökenini tartışm ada değer taşıyabilir ya da taşım ayabilir. Ancak çoğu oyuncu ve seyirci için gerçeğe çok daha yakın bir açıklam a, A d ler’ci açıklam adır, yani, bir oyunun bir üstünlük elde etm e sistemi olduğunu ileri süren açıkla­ ma. Bundan başka oyun (para kazanm ak gibi) kozm ik lotaryanın in­ sani olmayan rastlantısına bir dereceye kadar insani bir yanıt olan bir sistemdir; bir oyunda kazanabilm ek, kazananın oyunun bağlamı dışında kazanam adıklarını telafi eder. Oyunun bu raison d ’etre'i’ en açıkça saf talih oyunlarında görülür; ancak birçok başka oyun kasti rastlantılar içerirler; ve hatta teknik olarak rastlantıdan arınmış oyunlarda bile bu vardır. Kötülük şuradadır: İnsan, rastlantıyı, bu eşitlem e sistem ini kurm aktan yola çıkarak, çok geçm eden oyunu kazananını sadece talihli biri olarak değil, ama bir şekilde yetkin bi­ * (Fr.): “Varlık nedeni”, (ç.n.) 187


ri olarak görm eye yönelir; tıpkı şim di, zengin adamı bir şekilde do­ ğuştan olağanüstü biri olarak görm eye yöneldiği gibi.

rv 66 rv Prestij ardında koşanlar sporu her zaman kendi uzm anlık alanları olarak ele geçirm eye uğraşm ışlardır. Bu, özellikle barış zam anların­ da böyledir. İsa’dan önce altıncı ve yedinci yüzyıllarda ilk O lim pi­ yat O yunları’mn soyluluğu ve onların daha sonra Rom a yönetim le­ rinde yozlaşması çok gündem e gelmiştir. N e var ki, zeytin dalı za­ ten çok büyük bir ödüldü. Yarışma, eşitliği sağlam a ihtiyacı ve da­ ha iyi yapma dürtüsü, insanlıkta bir saplantı halindedir. Ancak, ya­ pay alanlar icat etm eksizin de çok sayıda gerçek yarışm a alanı var­ dır.

<*V67 Spor kişisel haz için bir fırsat, güzelliğin doğabileceği bir durum ­ dur. Ancak uğrunda yarışılan şey hiçbir zam an prestij değildir. Sa­ dece oyundur. K azananın daha fazla becerisi ya da daha fazla şansı vardır; kazanarak herhangi bir oyunda herhangi bir anlam da kaybe­ denden zorunlu olarak daha iyi bir insan olmaz.

68 Dünyanın hemen hemen bütün büyük popüler sporları B ritanya’dan çıkmışlardır. Ne var ki B ritanya’nın ihraç edem ediği şey oyunun am atör ethos’udur. Çoğu yabancı, ve şimdi birçok Britanyalı, kural­ lar içinde ne pahasına olursa olsun kazanm ayı ister; ve kurallara sa­ dece, kuralsız bir oyun savaş olduğu için uyarlar.

rv 69 (v Kendileri için oyunun oyun olduğu araç-yönelim li toplumlar; ken­ dileri için oyunun kazanm a olduğu erek-yönelim li toplum lar vardır. 188


İlkinde, eğer insan mutlu olursa, o zaman başarılı olur; İkincisinde, başarılı olm adıkça m utlu olam az. Evrim in ve tarihin bütünsel eğili­ mi, eğer insan hayatta kalacaksa onun araç-yönelim li olm ası gerek­ tiğini düşündürür.

rv 70 rv Bütün büyük insani etkinliklerin-sanat, bilim , felsefe, din-başlıca işlevi insanı gerçeğe daha yaklaştırm aktır. K azanm ak değil, bir baş­ ka takım ı yenm ek değil, yenilm ez olm ak değil. A m atörler ve pro­ fesyoneller hakkındaki çağdaş yaygara hiçbir şey ifade etm ez. Esas olarak kazanm ak için oynayan, yani esas olarak oynam anın hazzı için oynam ayan her sporcu bir profesyoneldir. Para istemeyebilir, ancak prestij ister ve bu çeşit bir prestij altın kadar kirlidir.

SUÇLULUK r v 7 1 <~V

Suçun toplum a bağlı olduğu eski bir deyiştir; ve hiç kuşkusuz, top­ lumun suça bağlı olduğu gibisinden kinik bir yanıt da eş ölçüde es­ kidir. En tehlikeli m odern istatistiki olgulardan biri de suçun yalnız­ ca artm akla kalm ayıp, nüfus artışından bile daha hızlı artmasıdır. Ve suçluluk problem i de, hem toplum hem de insanlığın eğitim i için, akadem ik önem den çok uzaktadır

<-v 7 2 rf-V

Yalnızca iki uç görüş vardır. Birincisi bütün suçluların tam bir istenç özgürlüğüne sahip oldukları; öteki ise hiçbir özgürlüğe sahip olm a­ dıklarıdır. Toplum sal olarak birinci inançla uyuşum içinde yaşarız; birey olarak çoğum uz İkincisine inanm aya eğilim duyarız.

189


<"V 73 rV Bir yargıç bir suçluya şöyle der: İşlediğin suç korkakça bir şey. Ama şöyle demesi daha iyi olur: Yaptığın eylem topluma zarar ver­ di ve bu. senin hastalıklı ya da kusurlu bir zihnin olduğunun bir işa­ retidir; eğer suç yetersiz eğitim deyse, toplum adına senden özür d i­ liyorum; eğer suç kalıtsal etkenlerdeyse, seninle bir insan olarak aynı duyguları paylaşıyorum ; şim di m ümkün olan en iyi m uam ele­ yi ve bakımı görm eni sağlayacağım . Yaşadığımız dünyada, hiçbir yargıç böylesine akıl alm az biçim de insani olm aya cesaret edemez, çünkii adalet değil, bir hukuk dağıtıcısı olduğunu pekâlâ bilir. N ük­ leer caydırm a politikasından, sanki içinde yaşam am ız gereken kor­ kunç bir politikaym ış gibi söz ediyoruz. O ysa hukukun tesis edilm e­ sinden beri doğru bir insani adalet içinde değil, bir caydırm a politi­ kası içinde yaşadık. Tedavi etm eye uğraşm ak için yapılan bir öneri, suçu önlem e açısından, kesinlikle yeterli bir pratik caydırıcı değil­ dir; am a yeterli bir toplum sal tepkiyi tedavi etm eyle uğraşmayı lop­ tan reddetm ek de değildir. B ir orta nokta vardır; ve şu anda hiçbir yerde ona yakın değiliz.

rv 74 rv Hasta bir adam kendisini hastaneye değil de hapishaneye gönderdi­ ği için toplumdan anlaşılır bir şekilde nefret edebilir.

rv 75 Gerçekten adil bir dünyada, suçluluk açık bir şekilde ahlâki değil bilimsel bir hesap olurdu. H içbir toplum , içinde işlenen suçlardan ölürü masum değildir; pekâlâ iyi biliyoruz ki, sırf kolaylık olsun di­ ye, yasal olarak suçlu olanlara biyolojik olarak masum diyoruz. Bu­ rada eski uslam lam a şudur: Eğer insanlar suç işlem eden duram aya­ caklarına inanmaya başlarlarsa vazgeçebilecekleri suçlan işlemeye başlayacaklardır.

190


rV 76 rV Ama eğer suçluların büyük bir çoğunluğunun, gerçekte üzerlerinde hiçbir kontrollerinin bulunm adığı etkenler (genler, çevre, eğitim ek­ sikliği) tarafından işlenen suçlardan sorum lu tutulam ayacaklarını kabul edersek, onlara, ciddi olarak hasta olan herhangi bir kişiye davrandığım ız gibi davranm aya giden yol da açılır. G enetikte hâlâ çaresiziz; ama çevreyi ve eğitim i kontrol edebiliriz. Ve bütün suçla­ rın başlıca nedenini ortadan kaldırm ak için tasarım lanm ası gereken insanlık eğitim i, toplum sal sorum suzluğu neredeyse cesaretli dev­ rimci bir davranış kılan eşitsizlik duygusu, açıkçası, böylesi bir kontrolü kurm aya en çok uygun şeydir.

rv 77 rv Suçluların doğru şekilde tedavisine önemli engel, ‘g ü n ah ’ı ve ‘suç’u duygusal görüş tarzımızdır. Birisi elbette H ıristiyanlığın bir mirası; ötekisiyse Yunan-Roma hukukunun mirasıdır. H er iki kavra­ mın da tüm üyle m odası geçm iştir ve büyük ölçüde zararlıdır.

78 ı-V Paylaşılan bir miti yayarlar: Kötü bir eylem in bedelinin ödenebile­ ceği mitini. B irinde öz ceza ve pişmanlıkla; ötekinde, cezayı kabul ederek. Pişm anlık insanın, yüzeysel olarak kötü olsa da tem elde iyi olduğuna ilişkin hoş ve m azoşistçe bir yanılsam a verir. Ö z ceza ve ceza (etim olojik olarak aynı kökü paylaşırlar), tam am landıklarında, sadece suçun doğru sahipliğini-ve çoğu kez de ürünlcrini-tanım lamak üzere ortaya çıkarlar. Evim in bedelini ödedim ve suçum un be­ delini ödedim içerikleri bakım ından ne yazık ki benzer cümlelerdir.

79 rv Günah, birçok hazzın etrafına bir izin verilm ezlik halesi düşürür. Bir başka deyişle, bu hazları görkemli kılar ve yüceltir, çünkü her­ hangi bir hazzı yasaklam ak ya da yadsım ak, hem fiziksel hem de 191


psikolojik gerekçelerle ondan zevk alm ayı büyük ölçüde arttırır. Ta­ rihte ‘günah’a karşı başlıca atıp tutanlar, onun önde gelen karşı des­ tek sağlayıcıları arasında sayılabilirler. ‘Suç’, hukukun sözcüğe ya­ kıştırdığı özgür istenç anlam ında, yalnızca dinsel terimin yasal eş­ değeridir.

r-V 80 r v Suçluluk üzerine varoluşçu tavrı incelem ek yararlıdır. Bir varoluş­ çu şöyle der: Ben, iyi eylem lerim kadar, geçm işteki kötü eylem lerimim; onları yadsıyam am ; eğer onların olduğunu bilm ezden gelir­ sem , bir korkak, bir çocuk olurum ; onları ancak kabul edebilirim. Bundan yola çıkarak bazı m odern yazarlar, bir suçu bilerek işleye­ rek ve bilerek, pişm anlık duym aksızın, bir suçu işlediğimi kabul ederek, biricik bir birey olarak kendi varoluşum u kanıtlayışım ı ve başkalarının dünyasını, yani ikiyüzlü olan örgütlü toplum u reddedi­ şimi en iyi şekilde gösterebileceğim i ileri sürerler. Ancak bu, varo­ luşçuluğun rom antik bir sapkınlığıdır. Varolduğumu anlam sız ka­ rarlar vererek ya da ‘kabul edilebilm eleri’ ve sonra da varoluşum un ‘otantikliğinin’ ve biricikliğinin bir kanıtını oluşturabilm eleri için kasti suçlar işleyerek değil-çünkü böyle hareket ederek dış toplum ­ sal gerçekliğin karşısında kendim e özgü yetersizlik duygumdan başka hiçbir şeyi tem ellendirm iş olm am -tersine, geçmişi ve kötü eylemleri, o gerçekliğin içindeki gelecek eylem lerim in ya da tutum ­ larımın geliştirilm esi için bir enerji kaynağı olarak kullanarak kanıt­ larım.

rv 8 1 rv Varoluşçuluk, kısacası, eğer bir kötülük yaparsam öm rüm boyunca onunla birlikte yaşam am gerektiğini; ve onunla birlikte yaşayabil­ m emin tek yolunun da, onun bende her zam an bulunduğunu kabul etm ek olduğunu söyler. Onu hiçbir şey, hiçbir pişm anlık, hiçbir ce­ za silemez; bu yüzden, yaptığım her yeni kötülük, bir suçu yeniden işleme, bir suçun yerine bir başkasını koym a değil, bir ilavedir. H e­ sap tahtasını hiçbir şey tem izlem ez; ancak daha kirli olabilir. 192


rv 82 rv

Bu suç görüşü son derece değerlidir çünkü istenç özgürlüğünü des­ tekler; suçluya yaşam ını seçebileceğine, onu şekillendirebileceğine ve dengeleyebileceğine, kendi efendisi olm aya uğraşabileceğine inanma olanağı tanır. Psikiyatri tarafından verilecek yardım la bir­ leştiğinde, suçluya serbest bırakıldığında, hapishane kapılarına asla dönm em e şansını verir. H apishanelerim izden ceza yasasının ve ce­ za dininin bu korkunç canavarlarını uzaklaştırm am ız gerekir; ve serbest bırakılm adan hemen sonraki dönem e tıpkı bir hastanede ka­ lıştan sonraki dönem gibi bakm am ız gerekir. Bu bir iyileşm e döne­ midir; ve serbest bırakılan hiçbir m ahkûm dan toplum içindeki nor­ mal işlevine hem en kavuşabilm esi beklenm em elidir. O, ekonom ik ve psikolojik desteğe ihtiyaç duyacaktır.

1~v 83 rv Bütün varolan yasalar sonuçta sıkıyönetim yasalarıdır; ve adalet her zaman yasadan daha büyüktür.

YETİŞKİNLİK

rv 84 rv

Ekonom ik ihtiyaçların eğitim sistem lerim iz üzerinde yaptığı baskı­ nın bir başka m utsuz sonucu, eğitim im izi çok genç bir yaşta aniden bitirmem izdir. Dünyanın birçok bölüm ünde büyük çoğunluk ergin­ liğin gelişiyle okuldan bir daha dönm em ecesine ayrılmaktadır. Boş zaman çağı sonunda dünyaya geldiğinde bu saçm alığın kesinlikle sona ereceğini um abiliriz.

ry* 85

rv

Evrim sel hayatta kalm ada tem el etken öz-zekâ’dır. Bireyin birey ol­ m akta (varolm akta) bulabileceği en gerçek ve en değerli ödül aynıdır-öz-zekâ. Fl3ÖN/Arl*UM

193


f'V 86 rv O tuz yaşından önce herhangi bir gerçek öz-zekâ elde etm ek güçtür. G enç olm anın zevkinin bir bölüm ü de insamn öz-bilgi’ye giden yol­ da olm ası, ona daha varm am ış olmasıdır. Ne var ki en iyi genel eği­ timin bile yirm ibir yaşına kadar bitm esi gerektiğini düşünürüz.

rV 87 rv

Ö z-hoşnutluk’un üç aşaması vardır: Çocukluk, yeniyetm elik ve yetişkinlik-öncesi (onsekiz ile otuz yaş arasındaki dönem ). Bir çocu­ ğu mitlerinden ve tekdüze benm erkezciliğinden uzaklaştırm ak için eğitiriz; ancak gitgide daha az kişi yeniyelm eyi düzeltm eye cesaret etm ekte, ve yetişkinlik öncesi kişiyi ise düzeltm eye hiç kim se cesa­ ret etmemektedir.

rV 88 rv Yetişkinlik öncesine aşırı saygım ız, bir ölçüde, fiziksel enerjinin ve o yaşın kuvvetinin hayatta kalm ada büyük değer taşıdığı; öldürm e­ nin ve koşmanın önem li olduğu zam anların bir kalıntısı; ve bir öl­ çüde de yaşsız olm aya duyduğum uz derin özlem in bir belirtisidir.

rv 89 rv

H er yaşın kendi yetişkinliği vardır. Bir çocuk kendi dünyasında ye­ tişkin olabilir. Ancak daha ileri toplum lar şimdi çocuklarına hâlâ yeniyetm elerden yetişkin olm ayı öğretm ektedirler. G ençler yetişkinle­ rin taklitlerini yapm ada beceri kazanm aktadırlar; ve böylelikle de yaşını alm ış birçok insan, gerçekte yetişkinlerin taklidini yapan yeniyetm eler olarak kalmaktadır. Toplumsal baskılar onları bir sözdeyetişkinlik aşam asında kuşatm akla ve onlara, önce yetişkin görün­ m ek için benim sedikleri, am a sonra çıkarm am acasına taktıkları bir m aske em poze etmektedir.

194


rw 9 0 r v

Yetişkinlik bir ya ş değildir, tersine, ben bilgisinin bir durumudur,

 D E M İLE HAVVA r v 9 1 r<jj

Erkek ile dişi, en güçlü iki biyolojik ilkedir; ve onların toplum daki düzgün etkileşim i, toplum sal sağlığın başlıca belirtilerinden biridir. Bu bakım dan dünyam ız, kadınların şimdi genel siyasal özgürleşm e­ lerine karşın, önem li b ir hastalığı gösterm ektedir; ve bu hastalığın çoğu erkeğin bencil tiranlığından doğm aktadır.

rv 92 rv  dem ’in baştan çıkarılm a milini şu şekilde yorum luyorum .  dem , değişim den nefret ve hayvanların m asum luğuna duyulan boşuna özlemdir. Yılan, hayal gücüdür, karşılaştırm a gücüdür, öz-bilinç’tir. Havva, insani sorum luluğun, ilerlem e ihtiyacının ve ilerlem eyi kontrol etm e ihtiyacının benim senmesidir. C ennet Bahçesi olanak­ sız bir düştür. D üşüş, evrim in tem el sü reci'dir. T ekvin’in Tanrısı  dem ’in hıncının b ir kişileşm esidir.

rv 93 rv

Âdem devinim sizlik, y a da m uhafazakârlıktır; H avva devinim , ya da ilerlemedir. Âdem toplum ları, içinde erkeğin ve babanın, erkek tanrıların, yerleşik kurum lara ve davranış norm larına sıkı sıkıya ita­ at ettikleri toplum lardır, tıpkı çağım ızın tarih dönem lerinin çoğun­ luğunda olduğu gibi. Victoria çağı böyle tipik bir dönemdir. Havva toplumları, içinde kadının ve annenin, dişi tanrıların, yenilikleri ve deneyi, taze tanım lan, am açları, duygu tarzlarını özendirdikleri toplumlardır. R önesans ile kendi çağım ız böylesi tipik çağlardır.

195


rv 94 rv Elbette A dem -kadınlar ve H avva-erkckler vardır; dünyanın büyük ilerici sanatçılarıyla düşünürleri arasında dikkate değer biçim de azı, sonraki kategoriye ait değillerdir.

»"V95 rv Adem egem enliğindeki insanlığın (‘m ankind’ terim inin ta kendisi de bu gerçeği açığa vurm aktadır) küçük, zalim ve hâlâ yaygın olan feminizm karşıtlığı, erkeğin hayatta kalm a savaşında bir zam anlar varolan önemli fiziksel üstünlüğünün ve daha büyük yararının uzun süren yankısıdır. Erkekteki Âdem için kadın, ırzına geçilebilir bir hazneden başka bir şey değildir. Kadınlığın bu erkeğe özgü çağrışı­ mı kadın vücudunun çok ötesine uzanır. İlerlem e ve yenilik ırzına geçilebilir şeylerdir; kaba kuvvet üzerine tem ellenmeyen her şeyin ırzına geçilebilir. Bütün ilerici felsefeler feministtir. Â dem , bir dağ şatosundaki prenstir; saldırıları ve istihkâm ları, kendi gücü ve ken­ di prestiji aklını uğraştırır durur.

/*V 9 6 r v

Hava, Cennet B ahçesi’nde  dem ’i aptalca düşünden hileyle uyan­ dıracak zekâyı gösterm işse bile, aynı zam anda sonradan onun ya­ nında kalm ak inceliğini de gösterm iştir; ve toplum için en geçerli olan şey dişi ilkesinin-hoşgörü, kudretin doğru olduğunu ileri süren Âdem inancına karşı genel bir kuşkuculuk-bu yönüdür. H er anne, m ikrokozm osta evrim sel bir sistem dir; olanı sevm ekten başka bir seçimi yoktur-çirkin ya da kibirli, suçlu ya da bencil, aptal ya da özürlü çocuğunu sevecektir. A nalık bütün hoşgörü alıştırm alarının en tem el olanıdır; ve öğrenm em iz gereken biçim iyle hoşgörü, hâlâ bütün insani bilgeliklerin en tem el olanıdır.

196


C İN SEL Ö ZG ÜR LÜK rv 97 rv

Halka özgü ahlâklılığın profesyonel bekçileri ne derlerse desinler, seksin Victoria dönem i alçakgönüllüğünün ve adabının perdeleri ve etek çem berleri arkasından b ir m eteor gibi ortaya çıkışında salt bir ahlâklılık ve ‘e d e p ’ kaybından daha fazla b ir şey yatm aktadır. İffet­ ten bir kaçış olabilir bu; eğer doğru değerlendirm e şim diki kuşağı geçm iş kuşaklarla karşılaştırm aksa, iffetten bir kaçıştır. A m a aynı zam anda bir şeye doğru bir kaçıştır.

rv 98 rv

G ünüm üzün çoğu toplum unda, cinsel ahlâklılığa karşı resm i olm a­ yan tutum , en azından evli olm ayan yetişkinler arasında, cinsel de­ neyim ler ve serüvenler konusunda-bunlara sevgi ister eşlik etsin is­ terse etm esin-aslen günah ya da suç olarak nitelenebilecek hiçbir şey olmadığıdır. Sevgi ise, ilişkiden alınacak cinsel ve son çözüm ­ lemede başka herhangi bir haz göz önünde tutulm aksızın, bir ilişki­ yi sürdürm e arzusu olarak tanım layabileceğim şeydir.

rv 99 rv

Zina, bir evliliğe ihanetten çok, evlilik savının çürütülm esidir; ve boşanm a, sağlıklı olm ayan bir durum u arıtm a ya da sona erdirm e­ nin iyileştirici b ir aracıdır. Norm al koşullarda, artık herhangi bir ahlâki gönderm esi yoktur. B ir am eliyat m asasına yatm ak gibi bir şeydir. Suç, herhalde bireyden çok doğadadır.

rv 100 rv Ne var ki kiliseler, basın, hüküm etler, ve birçok durum da da yasalar tarafından dile getirildiği şekliyle resm i tutum , evlilik öncesi ve ev­ lilik dışında cinsel birleşm enin her zam an bir şekilde günah dolu ve toplum a aykırı olduğudur. 197


rv 101 rv Sekse yakıştırdığım ız toplum sal önem büyük ölçüde bu yasaklanma-izin verilm e gerilim inde yatar; bu hak edilm iş-hak edilm em iş, bu m eşru-gayri meşru, bu özel-kam usal, bu meydan okuyan-boyun eğen, bu başkaldıran-uzlaşan deneyim de. Bütün böylesi durum lar­ da olduğu gibi, çok sayıda karşılı destekleyen kanıt vardır. ‘A hlâk­ lılık’, ‘ahlâksızlığa’ saldırır ve ondan haz ve enerji alır: ‘A hlâksız­ lık’ kendisini savunm aya ve ‘ahlâklılık’tan kaçm aya uğraşır, ve sa­ vunm adan ve kaçmadan haz ile enerji alır.

rv 102 rv Resmi tutum konusunda tabii ki temel bir gerçekdışılık vardır; an­ cak birkaç yan alanda (fahişelik ve çocuk düşürm e gibi) onun gö­ rüşleri zorla kabul ettirilebilir. Eğer çocuklar, çiftçinin onları m ey­ ve bahçesinden ağız sulandırıcı elm alarla gerçekte hiçbir zam an ko­ yam ayacağını biliyorlarsa, o zaman elm aları çalm ak için fazladan kışkırtılm ış olurlar. Öyle ya da böyle, burada söz konusu olan m ey­ ve bahçesinin sahipliği için en başta m ücadele verecek olan çocuk­ lardır. Bundan, cinsel özgürlüğün m uhaliflerinin aslında onun en büyük yayıcıları arasında bulundukları sonucunu çıkarabiliriz.

rv 103 rv Bu belirsiz durum un sonucu, gayri meşru cinsel ilişkinin doruk nok­ tasına varm ası olm uştur-yani, kam u ahlâkının standartlarına göre gayri meşru. Bu çeşit ilişkiler için zam anla geçerlilik kazanan ad, ' affaire'd\r, gerçi özgün Fransızca ifade (affaire de coeur)‘ m odem püritenlerin eksik olduğundan yakındıkları şeyi tamı tam ına dile ge­ tirmektedir. Şimdi affaire' lerim iz coeur'A&n" çok co rps'd m " '.

' (Fr.) Gönül serüveni, (ç.n.) *' (Fr.) Gönül, kalp, (ç.n.) ’ ** (Fr.) Beden, vücut, (ç.n.) 198


«•V 104

rv

A ffaire’in tehlikeleri iyi bilinir. Serbest aşk gerçek aşka destek ver­ mez. İnsanı yatağa sokan duygusal dengesizliğin insan yataktan çık­ mak gereğini hissettiğinde ihtiyaç duyduğu duygusal dengeliliğe dönüşm esi olası değildir. Zührevi hastalıklar yayılır. N evrozlar ya­ yılır. Parçalanan evlilikler artar ve doğan m asum çocuklar ıstırap çeker ve ıstıraba yol açar. İsa Peygam ber’in Son Y em ek’te kullan­ dığı Kutsal K âse, bütünüyle mutlu ‘affaire’, bütün bu korkunç cana­ varların, yolu olm ayan orm anların, bataklıkların, ruhun karanlık ge­ celerinin ötesinde parıldar. Ö le yandan onun birçok suçlanm asında, cinsel zevklen patolojik bir nefretin izi bulunabilir; ve yansız bir ki­ şi bu çeşit bir ‘ah lâklılığı’ pekâlâ düşm anın iddia edilen ‘hayvansallığ f kadar önyargılı bulabilir.

rv 105 rv

Cinsel cazibe ve cinsel edim kendilerinde masum dur, hiçbiri de do­ ğaları gereği ne ahlâki ne de ahlâkdışıdır. Seks bütün büyük güçler gibidir: Sadece bir güçtür. Gücün şu ya da bu ortaya çıkışını ya da durum unu ahlâki ya d a ahlâkdışı olarak değerlendirebiliriz; am a gü­ cün kendisini değerlendirem eyiz.

rv 106 rv

Cinsel birleşm e, en hayvanca olanında bile, bütünün doğasının, ger­ çekliğin doğasının en iyi ritüelleşmesidir. G izem inin bir parçası (ge­ çerli olan standartlarla bir sapkınlık olarak algılanm ası dışında) özel olarak kutlanm ası, özel olarak öğrenilm esi ve özel olarak zevk alın­ ması gerektiğinden gelir. Verdiği hazzın bir parçası, hem fiziksel hem de duygusal olarak, sonsuz çeşitlilik sağlam asından gelir; eş, m ekân, ruh durum u, tarz ve zaman olarak. O zaman problem şuna indirgenebilir. Toplum , bireyin bu derin gizem i ve haz çeşitliliğini zarar verm eksizin yaşam asına en iyi nasıl olanak sağlayabilir?

199


rv 107 <V Affaire de corps' a karşı başlıca toplum bilim sel argüm an, onun ras­ gele cinsel ilişki için doğal bir beğeni yaratm ası ve bu nedenle de zinayı özendirm esidir. Bu, karşı argüm andan daha doğru gibi gö­ zükm ektedir: Yani, bir koca ya da karının nihai seçim ine yardım et­ mesi ve iyi bir evliliği daha olası kılm ası argüm anından. Eğer genç insanların zam anı, fırsatı, ve evlilik öncesi çok sayıda gönül serüve­ ni olanağı için duygusal ilgisizliği olsaydı, bu düşünülebilir bir şe­ kilde doğru olabilirdi; am a çok az genç bunlara sahiptir. Psikolojik olarak olgunluktan uzak ve başka genç insanları kopya ederek giri­ len birçok böylesi gönül serüveni, felaketlerle sonuçlanan evlilikle­ re ve sürekli uyum suzluklara götürmektedir.

rv 108 rv Her durum da, en azından gönül serüveninin kendisi kadar kötü olan şey, içinde cinsel ilişkinin, töretanım az m odernlik halesi içinde in­ sanları cezbederek, şık bir sığınak, toplum un baskılarından bir ka­ çış, ölm ek zorunda olmanın karşılığında bir ödül, kısmen olduğu, am a olm ası tem elde gerekm eyen her çeşit şey olarak durduğu bir durumdur. Çünkü böyle bir ilişkinin hâlâ resm en gayri meşru olarak tanım lanm ası gereken bir çağda, şu nokta apaçıktır ki, bu ilişkiye ne denli m asum ca girilirse girilsin ve ondan ne denli m asum ca zevk alınırsa alınsın, toplumun bize zorla öğrettiği bütün şu yasakçı dü­ şünce ve bilinç biçim leriyle, kom ünal süperego ile çatışm a halinde olacaktır.

rv 109 rv Birbirine öykünen iki dürtü karşısında doğal olarak çoğu yeniyeım e ve yetişkinliğe erişm em iş kişinin kafası karışm aktadır: Cinsel dene­ yim e yönelik dürtü (kendi içinde riskli ve serüvenli olana yönelik daha derin bir dürtünün parçası) ve evlilikte kurum sallaşm ış olarak sevgiye yönelik dürtü (kendi içinde kesinliğe ve güvenliğe yönelik dürtünün bir parçası). H er ikisini ayırm akta güçlük çekm ektedirler; 200


birisi olarak başlayan şey birkaç saniye içinde öleki olabilm ektedir. Bir öpm e arzusu öm ür boyu birlikte yaşam a arzusu olm aktadır, ev­ lenme kararı b ir başka vücuda duyulan ani özlem olm aktadır.

<V 110 «V

Yeniyeımelerin cinsel eğitim inin daha çoğu, onlara sevginin nedenbilim ini öğretm eye adanm alıdır; bu tam da, cinsel birleşm enin fiz­ yolojisi kadar önem li bir şeydir.

rv İH rv Sevgi ile seksin bağdaşm az oldukları yolunda yaygın bir inanç var­ dır. Eğer çok cinsel deneyim e girerseniz sevem ezsiniz (Don Juan), ve eğer severseniz (evlilik gibi sürekli bir ilişkiyi sürdürürseniz) eninde sonunda seksten zevk alm az olursunuz. Bu inanç, evliliğe sevginin bir doğrulanm ası yerine, salt sekse bir izin verm e durumu olarak bakılm asıyla güçlenir. Evli olm ayanlara gönül serüvenlerini sıkı sıkıya yasaklarsanız, onlardan evliliği olm ası gerektiği şekilde anlamalarını beklem em eniz gerekir: Yani, cinsel ilişkiden meşru olarak zevk alm a arzusu değil, sevm e niyeti olarak.

rv 112 rv M cşnı olm ayan cinsel deneyim in çekiciliği bazen neredeyse cinsel olduğu kadar m eşru olm am asından kaynaklanır. M eaulnes dom aine perdu, dom aine sans nom'vmu sonunda yeniden kurduğunda, so­ nunda gizem li Yvonne de Galais ile buluştuğunda, ne yaptı? E vli­ liklerinin hem en ilk gecesinden sonra kaçtı.

rv 113 rv

Birey her yandan bireysellik karşıtı güçlerce saldırıya uğradığında; nemo tarafından; ölüm ün m utlak olma duygusu tarafından; hem se‘ (Fr.) Yitik malikâne, adsız malikâne, (ç.n) 201


ri üretiminin hem de seri üretm enin insandışılaştırıcı süreçleri tara­ fından saldırıya uğradığında: Gönül serüveni yalnızca ego’nun bü­ yülü bahçesine bir kaçışı sim gelem ez, aynı zam anda insani meydan okuyuşun kahram anvari jestini de simgeler.

114 rv

Sanat, birey tarafından toplum un yetersizliklerinin yol açtığı hınç­ lar için nasıl bir çıkış kapısı olarak kullanılıyorsa, gönül serüveni de kullanılır. İnsana eziyet verecek ölçüde sıkıcı ve cansız bir okulu kı­ rarak geçirilen bir gün. Çağdaş popüler sanatın tam am ı bu anlayış üzerine temellenmiştir. ‘P o p ’ müziğin şarkı sözlerine kulak verin. Jam es Bond gibi bir kahram anın cinselliğini M aigret ya da Sherlock Holm es gibi kahram anların cinselliğiyle karşılaştırın.

115

Aynı şey reklam için de söylenebilir. Sigaralar sigara olarak nitelik­ lerinden ötürü değil bir gönül serüvenine uygun eşlik araçları ol­ dukları için salık verilirler; alıcılar, der reklam cılar, her çeşit masum nesne tarafm dan-çikolatalar, kalem ler, m ücevherat, organize tatil­ ler—‘kazanılabilirler’, ‘baştan çıkarılabilirler’, ‘büyülenebilirler’ (aşk iksirinin gölgeleri). Benzer eğilim ler çoğu araba ve giysi rek­ lamında görülebilir, gerçi burada çekicilik kaynağı aşk iksirinden çok afrodizyak etkilidir. Falanca araba bir erkeği daha erkeksi kılar; filanca giysi bir kadına bir M essalina havası verir. H atta kum aşlar bile onlara reklam cılar tarafından dokunm uş olan ahlâki çağrışım la­ rı taşırlar. Artık siyah deri alm azsınız, onun sadist sapkınlık çağrı­ şımlarını alırsınız.

r v 1 16 r v

Evlilik dışı gönül serüveni birkaç yıl evlilikten sonra özellikle ar­ dında koşulan bir şey olur. K ocalar arasında bir çeşit nostalgic de la vierge,' kadınlar arasında ise ev hapishanesinin, kocanın, çocukla* (Fr.) Bakir özlem i, (ç.n.) 202


rın, ev işlerinin ve m utfağın oluşturduğu soğuk yüzlü dört duvarın dışında bir yaşam a özlem ortaya çıkar. Erkeklerde arzu doğrudan doğruya cinsel gibi görünür. K adınlarda ise daha karm aşık bir öz­ lem olabilir. A m a her iki durum da da gerçeklikten bir kaçıştır; Ve eğer çocuklar da söz konusuysa, sorum luluktan bir kaçış.

r v 117 r v

Zina yapm a adayı koca ya da karı için b ir gönül serüvenine girme baskısı daha az olabilir ve cezalar, evli olmayan bir kişi için oldu­ ğundan daha büyüktür. Ahlâki sorun genelde çok daha açıktır; ne var ki çağın getirdiği daha keskin bir başarısızlık ya da hoşnutsuz­ luk duygusu, evlilik öncesi gönül serüvenlerinin anısı (ya da onla­ rın olm am asının anısı), evliliğin tekdüzeliği ve kolay ilişki kurm a sarhoşluğuna kapılm ış bir toplum un genel ortamı gibi etkenler şim ­ di, nesnel olarak açık olan sorunu öznel olarak görm eyi tarihin ön­ ceki dönem lerinde olduğundan daha bile güçleştirebilir.

r v 118 r v

Haz, bir sorum luluk gibi görünm eye başlayabilir; oysa sorum luluk pek ender olarak olabildiği şey, bir haz gibi görünebilir. Birçok ev­ lilik parçalandığı için kaç evlilik parçalanıyor?

r v 119 r v

Kapitalist bir toplum un tüm felsefesi şuna indirgenebildiğinde: Pa­ ra olsun, statü olsun, mal m ülk olsun, zevk olsun ya da deneyim ol­ sun, kendine elde edebildiğin kadar borçlusun düsturuna indirgencbildiğinde, haz bir görev olam az mı?

r v 120 r v

H er bir kapitalist toplum un eğilim i bütün deneyim leri ve ilişkileri nesnelere dönüştürm ektir; çam aşır m akineleri ya da kaloriferlerle 203


ayrı değer aralığında, yani, onlardan çıkarılacak yararlılığın ve haz verme gücünün karşılaştırm alı ucuzluğuyla değerlendirilebilecek nesnelere. Bundan başka, aşırı nüfuslu ve enflasyon korkusu olan bir toplumda mal tüketm e eğilim i ve bu yüzden de mal tüketmeyi bir erdem ve bir haz yapm a eğilimi vardır. Eski eşyayı at ve yenisi­ ni al. Gönül serüvenleri kafam ıza takıldığı gibi, yeni eşyaların ar­ dında koşmak da kafam ıza takılır, bu hayaletler kardeştir.

ı"V 121 rv Babalar ve anneler artık çocuklarını çocuk olarak görm üyorlar; on­ lar büyüdükçe onları gitgide artan biçim de zevk alm a yarışında ra­ kip olarak görüyorlar. Üstelik, kazanm aları kesin görünen rakipler. Bu, ne denli zararsız olursa olsun, ne zam an bir toplumsal alışkan­ lık değişikliği dünyaya daha fazla haz getirse, bazı yaşlı kişiler bu­ na karşı çıkacaklardır, çünkü sırf onlar gençken bu değişiklik ol­ m aksızın yaşam ak zorunda kaldıkları için. Ö tekiler ise bu değişikli­ ği çılgınca ve aptalca yakalam aya çalışacaklardır. Saldırı altında olan sadece iffet, ahlâklılık ve evlilik değil, ne olduğum uz ve ne için varolduğumuz konusundaki bütün geleneksel anlayıştır.

rv 122 rv Bazıları, insanın, öteki toplum sal bağları göz önünde tutmaksızm istediği kadar ve istediğiyle cinsel ilişkilere girm esinin normal sayı­ lacağı bir çağa geçtiğim iz görüşünü ortaya atıyorlar. Bunun m üm ­ kün olacağını çünkü çiftleşm enin, insanın istediği kadar ya da iste­ diğiyle dans etm ekten ya da sohbet etm ekten daha önemli görünm e­ yeceğini söylüyorlar. Böylesi bir toplum da, halka açık yerlerde cin­ sel edimin hiçbir yakışıksız yanı kalm azdı; ve şimdi F onteyn’i ve N ureyev’i görm ek için oluşan kuyruklar çok daha eski bir sanatın hünerli uygulayıcılarını görm ek için de oluşurdu. K ısacası, özel bir m ahremiyeti gerektirm eyen, özel yasaklam alar da akla getirmeyen bir etkinlik olarak H ıristiyanlık öncesi eski seks fikirlerine dönm üş 204


olurduk. Seksin püritenliklen uzaklaşm asının bir gün gerçekleşece­ ği çok düşük bir olasılıktır; ama m eşru ve m eşru olm ayan mcvcuı cinsel uzlaşım lar, tatm insiz bir toplum da insanın daha derin bir ih­ tiyacını karşıladığı sürece, gerçekleşm eyecektir.

rv 123 rv Bir insanlık eğitim inde bu m eseleye ilişkin öğretim kesinlikle aşa­ ğıdaki düşünceler üzerine tem ellenm elidir: (A) Benlik çözüm lem esinin daha fazla öğretim i ve genel olarak daha fazla benlik çözüm lem esi için ileri sürülen büyük bir argüman, gönül serüveni ve parçalanan evliliğin yol açtığı acının yarısının ve acıya neden olm anın kendisinin, her bir kişinin öteki kişi konusun­ daki bilgisizliğinden kaynaklandığıdır. (B) Seksin ve özellikle de gönül serüveninin aşırı ticarileşm esi, kapitalizm in tacındaki en parlak m ücevher değildir. (C) Bütün etkinlikler içinde seks, genel yargılara en az açık olandır. H er zaman görecedir, durum saidır. Y asaklamak, salık ver­ mek kadar budalacadır. Bütün yapılabilecek olan onun eğitimini vermektir. (D) Sevginin psikolojisi olm aksızın seksin fizyolojisini öğret­ m ek düm enin nasıl idare edileceği dışında bir gem i hakkındaki her şeyi öğretmektir. (E) ‘A hlâklılık’ sözcülerinin, herhangi bir cinsel ilişkinin toplu­ ma m utluluktan çok m utsuzluk getirdiği kanıtlanm adıkça onu m ah­ kûm etm eye ya da engellem eye çalışm aya hiçbir hakları yoktur. Gayri m eşruluk, boşanm a ve zührevi hastalık istatistikleri ortaya koym ak her zam an kolaydır; oysa cinsel m utluluk istatistiklerini el­ de etm ek daha zordur. (F) Çocuk zinaya karşı bir yasadır; ve zina yapan biri artık yasa­ yı çiğnem ese de, çocuğu yine de çiğneyebilir. A m a çocuklar büyü­ dükçe, boşanm a gitgide daha az suç olur, çünkü büyüyen çocuğun gitgide daha fazla fark ettiği uyum suzluk, evliliğin sona ermesi ka­ dar büyük bir zarar verebilir. (G) Cerrahlık kötüye kullanılabildiği gibi, boşanm a da kullanı205


Iabilir. Ama bir şeyin kötüye kullanılabilm esi hiçbir zaman ona kar­ şı bir argüm an değildir. (H) En soylu ilişki evliliktir, yani, sevgidir. Soyluluğu özgecilliğine, bir başkasına ilişkinin bütün hazlarm ın ötesinde hizmet etme arzusuna; ve ötekine bir eşya, bir nesne, bir yararlanm a aracı olarak bakmayı reddetm esine dayanır. (I) Seks bir hazlar, ihtiyaçlar alışverişidir; sevgi karşılıksız bir vermedir. (J) G erçek evliliğin gerçek doğası kadar insanın biricilikliğini de tanımlayan bu karşılıksız verme, bu ödülsüz yardım etm e, bu saf iyilik fazlalığıdır. Seksin büyük sim yasının özü budur; ve her zina onun saflığını bozar, her sadakatsizlik ona ihanet eder, her zalim lik onu bulutlandırır.

İÇ E Ğ İ T İ M

rv 124 <-v İnsanın, her şeyden önce, toplum a gerekli olm ası gerekm ez; her şeyden önce kendine gerekli olmalıdır. Benliği çözüm lenene ve or­ tak psikolojik m ekanizm aları anlayana değin eğitilm iş değildir. Şu anda biz persona’yı öğretiyoruz, gerçek benliği değil. Persona, ger­ çekten hissettiğim ve gerçekten düşündüğüm şeyleri gizleyen bütün kabuklardan oluşur. H epim izin de bir persona’ya sahip olm am ız ge­ rektiği açıktır; ama kendi gerçek varlıklarım ızdan, toplum larım ızın ve onların eğitim sistem lerinin şim di gerektirdikleri kadar çok şey gizlem em iz gerektiği açık değildir. N asıl uyum sağlam am ız gerek­ tiğini değil (toplum bunu otom atik olarak yapm aktadır) nasıl ve ne zaman uyum sağlam am ız gerektiğini öğretmeliyiz.

206


Ş İM D İN İN Ö N E M İ r»

125 r v

Bu aynalar ve m etaforlar evreninde, insan bütün gerçeklikleri yan­ sıtır ve paraleller oluşturur. O nların hepsi de her bir zihindedir, ama derindir. Sonsuz süreç her b ir şeyde sonlu kılınır; her bir şey öncesiz sonrasızlığa kesişim noktasıdır.

<-v 1 2 6

Bütün evrim lerin sonu çözülm edir. Bu saçm a değildir. E ğer evrim in sonu m ükem m el durum olsaydı saçm a olurdu. E ğer evrim in çözül­ meden başka herhangi bir ereği olsaydı saçm a olurdu. Bu yüzden, eğer bir şeye doğruysa evrim anlam sızdır. Şimdi ya da hiçliktir. Da­ ha iyi bir durum , daha iyi bir tasan, daha iyi bir benlik, daha iyi bir dünya; am a hep şim di başlayan bu şeyler.

rv 127 rv

Bütün, bir zincir değil, bir topaçtır. Topaç çevresinde dönm eye de­ vam eder, am a tek bir yerde kalır. Zincirde bir bağlantıya ya d a yoJun üzerinde bir noktaya işaret edilip ‘Şurası olunacak en iyi y e r’ denebilir; ama b ir topaç her zam an aynı yerdedir. Topacın ağırlığı­ nın, m erkezî ekseni çevresinde düzgün olarak dağıtılm ası gerekir, yoksa topaç yana yatıp sallanacaktır. Birçok dinde ve siyaset felse­ fesinde, şu anki yaşam dan, şim diden uzak düşünm eye yönelik şu inandırma eğilim leri; bizleri, inançlarım ızın ve um utlarım ızın bü­ yük ağırlığını ve enerjisini bir başka dünyaya (cennete özgü ya da ütopik) yöneltm e girişim leri, topacın içindeki hatalı ağırlık devi­ nimleridir. Biz güçlerim izi m erkezkaç biçim de dağıtm aktayız. Ya­ şamın gerçek anlam ı her bir şim dinin ekseni çevresinde yakınlaş­ madır.

207


r v 128 rv

Benliğin keşfinin devlet tarafından özendiril memesi bir rastlantı de­ ğildir. B ir eğitim sistem i devlet tarafından devletin ömrünü uzatmak için örgütlenir; ve benliğin keşfi aynı zam anda çoğu kez devletin gerçekte ne olduğunun da keşfidir.

r v 129 rv

Bugünkü eğitim sistem lerim izin hepsi de askeri olanın destekçisi­ dir. Am açları, sorgusuz itaat eden ve eğitim lerini m üm kün en iyi eğitim olarak kabul eden hizm etkârlar ya da askerler yetiştirmektir. Bir devlette en çok başarılı olanlar, devletin öm rünü olduğu gibi uzatm akta en çok çıkarı olanlardır; ve onlar aynı zam anda eğitim sistem inde en çok söz sahibi olanlardır, özellikle de istedikleri eği­ tim ürününün en yüksek biçim de ödüllendirilm esini sağlayarak.

rv 130 rv Devlet ve hükümet, “o zam an”ın düşünm e biçim leridir; “o zam an”m sistemleridir. "Geçm işte ya şıyo r” deriz ve bunu bir acıma ya da küçüm sem eyle söyleriz; ancak çoğum uz gelecekte yaşarız.

rv 131 rv

D evlet varolmak istem ez; varlığını sürdürm ek ister.

rv 132 rv

Çoğum uzun yarında yaşadığı doğrudur, çünkü bugün içinde yaşa­ nabilir değildir. A ncak bugünü yaşanır kılm ak devletin çıkarına de­ ğildir. İnsanı gelecekte yaşam aya zorlayan şey esas olarak devletin yetersizlikleridir; ve bu yetersizliklerin ana nedeni de dünya devlet­ lerinin birleşik hareket etm eyi ve şu iki temel şeyi yapmayı -n ü fu ­ su azaltmayı ve eğitm eyi-reddetm eleridir.

208


İÇ B İL G İ

rv 133 rv

Çoğum uz, zihinlerim izde hâlâ sağlıklı ile hasta arasında açık açık çizilm iş bir sınır m itini taşıyoruz; belki de bu sınır çizgileri hiçbir yerde zihinsel sağlık alanında olduğu kadar saçm a değildir. Psiki­ yatriyle ve özellikle de psikanalizle sürekli alay edilm esi, korkunun açık bir işaretidir. A ram ızdaki ‘sağlıklılar,' fobilerim izin ve nevroz­ larımızın üzerine titriyorlar; onların teşhir edilm esini istem iyoruz.

<~V 134 rv

Bugünkü eğitim sistem lerim izde psikolojiye karşı takınılan tutum ­ dan daha büyük b ir yetersizlik yoktur. Okul psikologlarının bütün zam anlarını ‘h astalar’a (nevrotik ya da güç öğrenen öğrencilere) adam aları gerektiği anlayışı saçmadır. ‘Sağlıklılar’ da en az o kadar ilgiye gereksinim duyarlar. B ir insanlık eğitim inde anahtar ders ge­ nel psikoloji olm alıdır; ve anahtar hizmetin de her bir öğrencinin ki­ şisel çözüm lem esi olm ası gerekir.

rv 135 rv

Burası, farklı psikoloji kuram ı okullarının karşılaştırm alı erdem leri­ ni tartışacak yer değil. A m a bir insanlık eğitim inin psikolojik cep­ hesinin güçlü bir toplum sal eğilim i olm ası gerektiğine göre, biyolo­ jik egm enlik-boyun eğm e kuram ına kesinlikle çok daha fazla dikkat etmeliyiz.

rv 136 rv

Bu kuram , goriller ve şem panzeler gibi insan olm ayan primatların incelenm esinden çıkm ıştır. Birbirleri üzerindeki görece egem enlik­ lerinin ya da birbirlerine boyun eğişlerinin büyük ölçüde cüsseleri­ ne ve insani özgüvene benzer cinsel olm ayan (dişilerin kızışm ış ol­ dukları dönem ler dışında) etkenlere bağlı olduğu keşfedilmiştir. FI4ÖN/AriM0s

209


Böylelikle, aynı kafesin içindeki iri bir dişi ve ufak bir erkek, cüs­ selerine göre egem en ve boyun eğen olacaklar; erkek bir boyun eğ ­ m e işareti olarak kendisini sunacaktır (dişinin çiftleşm e pozisyonla­ rını benim seyecektir). Bütün insanların, cinsiyete bakm aksızın, bu rollerin birini ya da ötekini benim sediğini (ya da onların arasında gidip geldiğini) anlam am ız gerekir. Ayak ya da kıç yalam a olarak bilinen ortak örgütlenm e davranışı boyun eğme rolünün açık bir ö r­ neğidir. Ona başvuran erkek m etaforik olarak ‘kendisini sunuyor’ dem ektir; ve her dildeki en yaygın iki müstehcen sözün ‘S ikerim ’ ve ‘G ötüne koyarım ’ olm ası nedensiz değildir. Bunların her ikisi de egm enlik ve egem en olunanın doğasına ilişin savlardır.

rv 137 rv

A m a elbette insanlar kafese atılm ış değiller ve çok daha karm aşık durum larda yaşam aktadır. Toplum için en tehlikeli olan, bu ilişki ih­ tiyacının zincirlem e tepki yanıdır. Bir kişiye karşı bilinçli olarak bo­ yun eğen kişi bir başkasına karşı az çok üzüntü duyarak egem en olacaktır. Boyun eğen insanicr genel olarak boyun eğm elerinin ve bunun onlara getirdiği gizli hoşnutsuzlukların bilincindedirler ve böylelikle, yaşam larında bir başka yerde, telafi edici bir hazza giden yol çok açık bir biçim de bu boyun eğm elerin kanıtı olur. İki dünya savaşı arasında A lm anlar tarafından hissedilen genel ‘tarihsel hınç’ ya da aşağılık duygusu onları dosdoğru Yahudilere işkence etm eye götürmüştür. Toplumdaki sado-m azoşizm in kısır döngüsü çok k o ­ laylıkla ve doğallıkla tem ellendirilir.

rv 138 rv K uşlar bize, doğanın bu kısır döngüyle uğraşm ak için geliştirdiği m ekanizm anın en açık öm eğ in i-y an i, ‘toprak’ kavram ını verirler. Bazı türlerde, büyük koloniler halinde yuva yapm anın biyolojik de­ ğeri öylesine büyüktür ki, onların toprak duyguları küçüktür; ve bu türlerde son derece gelişm iş gagalam a-düzeni sistemleri buluruz. Böylesi türler her iki şekilde de kazanırlar. Salt sayılarıyla savunur210


lar: Ve ölesiye gagalananlar en zayıf olan bireylerdir. Başka türler, her durum da çoğalm a m evsim leri sırasında, başka hiçbir çiftin za­ rar görm eden girem eyeceği bölgeler kurarlar. Bu sistem içinde bu­ laşıcı hastalıklara, açlığa ve benzeri etkenlere daha az açıktırlar. H er iki sistem in de işlediğini, birbirlerine çok yakın türlerin farklı sis­ temler benim sedikleri K argagillerde (en ‘zek i’ kuş ailesi) açıkça gö­ rebiliriz. Böylelikle kargalar ve saksağanlar büyük ölçüde çiftler ya da küçük aileler halinde yaşarlarken; küçük tür kargalar ve ekin kar­ gaları büyük ölçüde kom ünal halde yaşarlar.

rv 139 rv

İnsan her iki Sitem i de kullanır. K endim izi kom ünal şekilde savu­ nuruz v e yine tem el gereksinim lerim izi kom ünal şekilde organize ederiz. Ve, belirgin bir biçim de kom uta ve önem hiyerarşileri gerek­ tiren bu kom ünal durum larda, insan gagalam a-diizeninin işleyişini en açıkça görürüz. A ncak aynı zamanda, içinde egem en olabilece­ ğimiz, tek başına yaşayan türlerin topraklarına benzer alanlar talep ederiz. D aha doğa! olarak ev, bahçe, sahip olduğum uz mal mülk gi­ bi şeyleri ‘toprağım ız’ olarak düşünsek de, hepim iz de yanım ızda çok daha önem li bir duygular, fikirler, inançlar gövdesini taşırız. Bu ■zihinsel toprak bütün toplum sal davranışlarım ızı yönetir ve bunun eğitim im izde daha fazla incelenm esi ve dikkat yöneltilm esi yaşam ­ sal önem dedir, çünkü neredeyse kesin olarak kendim izin en az bil­ diğim iz yanımızdır.

<~v 140 ^

Bu zihinsel toprağın çok sık rastlanan bir sınır çizgisi, Jung'un tanı­ mını verdiği kom plekstir. K om pleks, hakkında ussal ve nesnel dü­ şünem ediğim iz, sadece duygusal ve öznel düşündüğüm üz bir fikir ya da birleşik fikirler topluluğudur. Ju n g ’un kuram ı, kom pleksi, bilinçdışı arzuların ve korkuların bilinçli ortaya çıkışı olarak açıklar; ancak kom pleksler aynı zam anda türün öteki üyelerine bu bölgeye gizlice girm em eleri uyarısı işlevini çok iyi görürler. Dünyanın düz 211


olduğunu ileri süren bir kafadan çatlak, kendisine bunun karşıtının kanıtı verildiğinde çok kızabilir. K ızgınlığı hiç kuşku yok ki dava­ sını kanıtlam ayacak; am a çoğu kez davasını başka saldırılara uğra­ maktan korum a eğilimi gösterecektir.

ı-V 141 rv

Çevrem ize diktiğim iz bu zihinsel toprağın başlıca amacı elbette ne­ mo duygum uza, hiçlik duygum uza karşı durm aktır; ve bu hemen bi­ zi, çevrem ize duvarlarını ördüğüm üz (ya da kendi sınır çizgim izi çizdiğim iz) boşunalıkları, yanılsam aları ve kom pleksleri ortadan kaldırm aya yeterli olm adığı konusunda uyarır, çünkü bunu yaparak kendi kim liğim izi ortadan kaldırm a riskiyle karşı karşıya geliriz. Yapmamız gereken şey, bu sınır çizm e-tahkim etm e m alzem esi için­ de geçerli olanı keşfetm ek; ve sonra da geçerli olanın keşfinin tah­ kimatın içindeki korkm uş kişiye geçerli olm ayanı gösterm esine ola­ nak vermektir.

rv 142 ı-v

Boyun eğm e ve egem enlik rollerinin yaşam larım ızda oynadığı yeri anlamak; benim senen rol için (ya da bireyin kendine farklı roller vermesi için) sıkı sıkıya gerekli olanın çözüm lenm esi; ve tanım la­ m aya giriştiğim iz zihinsel toprağın geçerliliğinin tem ellendirilm esi; bütün bunlar her bir öğrencinin eğitim sel kişisel çözüm lem esi için temeli temsil ederler. Bu elbette daha bildik psikolojik kuram lar üzerine tem ellenen çözüm lem eler yapılm asına engel oluşturmaz; Adler ile Karen H orney’nin sistem leri özellikle bağlantılıdır. Ancak bu kuram, dünyam ıza daha fazla öz anlayış, hoşgörü ve varoluşta daha büyük bir eşitlik getirm e konusunda daha fazla umut verm ek­ tedir.

212


<V 143 rv

Eğitimin bu iç aşam asını en iyi, eğitim tam am lanana kadar, öğren­ cilere yanıt verm e olanağı sağlam ası gereken soruları sorarak be­ tim leyebilirim . Ben kim im ? Ö teki çoğu insana hangi bakım lardan benzerim ve onlardan han­ gi bakım lardan farklıyım ? K endim e karşı görevlerim nelerdir? Başkalarına karşı görevlerim nelerdir? Bir işverenin, bir işçinin, bir devlet m ensubunun, b ir bireyin gö­ revleri nelerdir? K apasitem göz önüne alındığında, bu çatışan uçları ne dereceye kadar yerine getiriyorum ve dengeliyorum ? Sevgi sözcüğünden ne anlıyorum ? Suç sözcüğünden ne anlıyorum ? Adalet sözcüğünden ne anlıyorum? Benim için bilim nedir? Benim için sanat nedir?

Ö Z E T N İT E L İĞ İN D E E Ğ İT İM rv 144 rv

Bu eğitim yalnızca tek b ir şeyle ilgilenir: H er şeyin niçin olduğu gi­ bi olduğuyla, tnsan bireyleri olarak aynı durum da olduğum uza gö­ re, eğitim dünyanın her yerinde özdeş olm alıdır.

rv 145 rv

G eçm işin -v e bugün ü n -b ü y ü k dinlerin vc felsefelerin incelenm esi­ ni kapsam alıdır, am a am acı özet niteliğinde olduğu için, bunlar ger­ çekliğin yorum ları ya da m eıaforları olarak sunulm alıdır.

213


<*v 146 rv

Bana öyle geliyor ki insan varoluşu üzerine gerçekten özet niteli­ ğinde herhangi bir görüşün kaçınılm az sonucu, evrim in başlıca amacının maddenin korunm ası olduğudur. Canlı maddelerin her bir biçim ine yaşam ak için bir neden verilir ve biz insanlar için neden, yaşam da ödül eşitliğinin kurulmasıdır. Şu anki dünyam ızda gerek­ siz eşitsizlikler her an her yerde varolduğu için, gerçek bir özet ni­ teliğindeki eğitim in aynı zam anda ahlâki bir am aç duygusu olan bir hoşnutsuzluk duygusuna götürm esi gerekir.

rv 147 rv

Bu eğitim in aynı zam anda Tanrı’nın (geleneksel anlam da), betim le­ mesini yaptığım olum suz yol dışında, insani karakteristiklere ya da güçlere sahip olduğunun varsayılabileceği anlayışını gözden düşür­ mesi gerektiğine inanıyorum ; kısacası, böylesi bir Tanrı olm adığını varsayarsak daha iyi olur.

«■v 148 '■v

Son olarak bu eğitim , ölüm den sonra bir yaşam ın varlığına ilişkin son çocukça inancımızı da ortadan kaldıracaktır; bu ölüm den sonra yaşam , içinden, bir kovadaki delik gibi, gerçek yaşam ın sızıp aktığı bir inançtır. Eğer ölüm m utlaksa, yaşam m utlaktır; yaşam kutsaldır; başka yaşama iyi davranm ak şarttır; bugün yarından daha fazladır; öğlen geceyi ele geçirir. Yapmak şim d i’dir, yaşam aktır; ölüm hiçbir zaman yapamaz.

149 rv

H er şey sonuçta araçtır, hiçbir şey erek değildir. Bütün ölüm süz d e­ diklerim iz ölümlüdür. N ükleer bir felaketin yapabileceğini, zaman çoklan yapar. Bu yüzden şim di yaşa ve bunu öğret.

214


rv 150 rv Gizem başlangıçta ya da sonda değil, şim di’dedir. H iç başlangıç yoktu; hiçbir son olm ayacak.

215


X

Sanatın ö n em i

rv 1 ry Sanat sözcüğüyle bütün sanatları kastediyorum ; sanatçılar sözcü­ ğüyle, bütün sanatlardaki yaratıcıları; artifakt sözcüğüyle, sanatçı­ nın olmadığı durum da zevk alınabilecek herhangi bir şeyi. Ses ka­ yıtlarının ve sinem a m akinesinin keşfinden beri, sözgelimi m üzikte­ ki ya da tiyatro sanatındaki büyük perform ansların şimdi birer arti­ fakt oldukları tartışılabilir. Bununla birlikte, artifakt sözcüğüyle bu­ rada onun geleneksel olarak kastettiği şeyi anlıyorum . Yorumcunun değil, bestecinin türünden bir yaratım ı; aktörün değil, oyun yazarı­ nın yaratımını. 216


r v 2 <-v

Sanatın uygulam ası ve deneyim i, insan için bilim in kullanım ı ve bilgisi kadar önem lidir. Varoluşu kavram anın ve ondan zevk alm a­ nın bu iki büyük tarzı, tam am layıcıdır, rakip değil. Sanatın insan için özel değeri onun gerçekliğe bilim den daha yakın olm asıdır; bi­ limin olması gerektiği gibi, m antık y a da akıl tarafından egem enlik altında bulunm am asıdır; bu yüzden tem elde özgürleştirici bir etkin­ lik olm asıdır, oysa bilim -olağanüstü ve zorunlu nedenlerle-sınırlayıcı bir etkinliktir. Son olarak ve en önem lisi, sanat insanlar arasın­ daki en iyi, çünkü en zengin, en karm aşık ve kolay anlaşılır iletişim aracıdır.

Z A M A N VE S A N A T

rv 3 rv

Sanat en iyi zam anı ele geçirir ve bu nedenle de ncm o’yu. H er bir arifakt’ın çağdaş ve ölüm süzlükten uzak bir kozm ostaki bir nesne­ nin olabileceği kadar ölüm süz olduğu tüm el anlıkın (Teilhard du C hardin’in noösphere’i) o zam ansız dünyasını oluşturur.

rv 4 rv

N oösphere’e yaratarak gireriz ve bununla onu oluştururuz, ya da deneyim leyerek gireriz ve bununla onun içinde varoluruz. H er iki iş­ lev birliktelik içindedir; ‘aktörler’ ve ‘seyirciler’ , ‘ayin yöneten ra­ hipler ve ‘cem aat'. Çünkü sanatı deneyim lem ek, öteki şeyler arasın­ da, bizim varolduğum uz gibi ötekilerin varolm uş olduğunu ve va­ rolm alarının bu yaratım ında, hâlâ varolduklarını deneyim lem ek de­ mektir.

217


5

•~r'>

Noöspher elbette eş ölçüde bilim deki başarılar tarafından da yaratıl­ mıştır. Ne va ki artifakt ile scientifakt [bilim -yapıtı, ç.n.] olarak ad­ landırabileceğim iz şey arasındaki önemli ayırım , öncekinin sonra­ kinden farklı olarak, hiçbir zam an hatalı olduğunun kanıtlanm am asıdır. Bir artifakt, sanatsal olarak ne denli zayıf olursa olsun, lehte kanıt ile aleyhte kanıtın varolm adığı bir bağlam da olan bir nesne­ dir. İşte bu nedenle artifakt zam ana çok daha dirençlidir; eski M e­ zopotam ya’nın kozm ogonileri üzerim izde çok az etki bırakırlar ve çok az ilgimizi çekerler. O nlar yanlışlığı kanıtlanm ış scientifakt’lardır. Öte yandan eski M ezopotam ya artifakt’ları hem ilginçliklerini, hem de zamandan bağım sızlıklarını korurlar. B ir scientifakt’ın bü­ yük sınavı şim diki yararlılığıdır; elbette şim diki-yararlılık bizim için yaşamsal önem dedir ve şim diki dünyam ızda bilime verdiğim iz önceliği açıklar. A ncak yanlışlığı kanıtlanm ış scientifakt’lar-artık bu yarara sahip olmayan yapıtlar-bilim tarihinde ve insan aklının gelişim inde salt ilgiye değer eşyalar olurlar, sergilenm e zerafetleri, stil, form ve bunun gibi öğeler dolayısıyla gitgide estetik standart­ larla değerlendirm e eğilim inde olduğum uz eşyalar. G erçekte onİar, kılık değiştirm iş artifakt’lar olurlar, gerçi artifakt Mardan daha az ba­ ğım sız ve dolayısıyla da bizim için gerçek artifakt’lardan daha az dolaysız ve daha az önem lidirler.

rv 6 rv A rtifakt’ın bu zam ansızlığının niceliksel bir yanı vardır; elbette bir nesnenin bir başka nesneden daha zam ansız bir varlık olduğunu söylem ek m antıkdışı ve dilbilgisi kurallarına aykırıdır. Ne var ki bi­ zim zam anı ele geçirm e istekliliğim iz-ya da zam anın ele geçirilmiş olduğunu görm e istekliliğim iz—bizi gerçekten bu m antığa götürür. Birkaç yüz senenin üstünde bir artifakt’da değersiz çirkinlik bul­ mak için çok acım asız olm am ız, bütün sezgisel duygum uzu bastır­ m am ız gerekir. Zam anın geçişinin çoğu kez bir çeşit seçici kurul oluşturduğu doğrudur; güzel nesneler çirkin olanlardan daha fazla korunm a şansı taşırlar. Ancak birçok durum da-arkeolojik bulgular

218


gibi—hiçbir seçici kurulun olm adığını biliriz. Ç irkin nesneler kendi çağlarında güzel olanlarla yanyana varolurlar; ancak onların hepsin­ de güzellik buluruz.

<-V 7 (V

Zam an, bir artifakt’m hayatta kalm a uzunluğu, güzeliğinde bir el­ ken olur. Nesnenin estetik değeri, tanık ya da uzak yerlerden bilgi taşıyıcısı değerleriyle karışır. G üzelliği bir insani iletişim olarak ya­ rarlılığıyla kaynaşır; ve bu bizim özel kaynaklan iletişim ihtiyacım ı­ za (önceki eksikliğim ize) göre açıkça değişiklik gösterir.

rv 8 rv Bir artifakl eskidikçe, zam ansızlığa daha yakın olur; yeni oldukça, ondan daha uzaklaşır. Yeni olduğu, yıl eskitm ediği için, zam an için­ de ayakta kalm ış olm anın güzelliği ya d a yararlılığından hiçbirine şahip değildir; am a olasılıkla zam ana direnm enin güzelliğine ya da yararlılığına sahip olabilir. Bazı artifakt’ların ayakta kalacakları olasıdır, çünkü gelecek onları, onları ortaya çıkan çağa karşı kanıt olarak kullanabilir, bazılarını da o çağa karşı kanıt olarak. Resm i sa­ nat sadece ikinci türe ihtiyaç duyar. V asiyetler değil, anıtlar.

<-v 9 <-v

Eski olan ya da olası olan lehine bu önyargı bizim artifakt’ları, hat­ ta fosiller gibi şeylere karşı olan tutum um uzu değerlendirm em izi et­ kilem ekle birlikte, norm alde öteki nesneleri değerlendirm em izi et­ kilemez. Taşta, m addenin salı kalıcılığı; artifakt’da, insanın kalıcılı­ ğı; bir adın ya da adsız b ir insanın varoluşunun kalıcılığı; şu M inos çöm leğinin sapının başparm ak izi.

■~v 10 Eskim iş bir artifakt hem bugün yaratılam ayan hem de bugün hâlâ 219


varolandır; Onda hayatta kalan şim di'lerin sayısına hayranlık duya­ rız. Çifte biçim de m evcuttur; hem ayakta kalm ıştır ve hem de şim ­ di en eski artifakl’a en yeni doğal nesneye yakın olduğum uzdan da­ ha y akmızdır.

rv 11 <"V A rtifakt’ları değerlendirdiğim iz normal standart onların ayakta kal­ ma değerleri olduğu için, ancak karşıt türde bir artifakt’ın bazen bi­ ze çekici gelmesi beklenebilecektir: Yani geçici arlifakt’ın.

rv 12 rv Tüm bir küçük sanatlar topluluğu, kendi içlerinde ve doğaları gere­ ği, noöspher’den yasaklanm ışlardır; sözgelim i, bahçıvanlık, saç kesim i, haute cuisine', eğlence fişekçiliği sanatları. Bunlar şayet noöspher’e girecek olurlarsa, rastlantı eseri, daha büyük bir sanatın bi­ rer parçası olarak girerler. Şu bir gerçek ki fotoğraf m akinesi ve si­ nem a kam erası, teyp ve konserve kutusu, bu alt-sanatlar’ın içsel ge­ çiciliğine karşı durm aktadır; ve bazen onları reçeteyle yeniden oluş­ turm ak mümkündür. Ancak bu sanatların doğrudan deneyim inin te­ melde geçici olması ve başkaları tarafından paylaşılm am ası, aldığı­ mız hazzın tam ı tam ına bir parçasıdır.

rv 13 İnsanla bir koşutluk var: Biz de havai fişekleri gibi, çiçekler gibi, iyi yiyecekler ve iyi şarap gibi geçiyoruz. Bu geçici sanatlarla, bizden sonra doğan ve bizden önce ölen; birkaç saniye içinde gelip gidebi­ len bu insani hünerin ortaya çıkışıyla bir yakınlık hissediyoruz. M ü­ zikte, sahnede ve spor alanlarında kaydedilm em iş icraatlar aynı ka­ tegoriye girerler.

* (Fr.): Yüksek nitelikli mutfak sanatı, (ç.n.) 220


rV 1 4 r y

Dem ek oluyor ki, iki çeşit artifakt vardır: Hayran olduklarım ız ve belki de bizden sonra hayatta kaldıkları için kıskandıklarım ız ve hoşlandıklarım ız ve bizden sonra hayatla kalm adıkları için acıdık­ larımız. H er iki çeşit de zam ana ilişkin duygular beslem enin görü­ nüşüdür.

rv 15 r y

H er sanat hem genelleştirir hem de tikelleştirir; yani, bütün zam an­ larda çiçek açm aya uğraşır, am a kökleri tek bir zam andadır. Arkaik bir heykel, soyut b ir tablo, oniki tonluk bir müzik sekansı esas ola­ rak (bütün zam anı) genelleştirebilir; bir H olbein portresi, bir haiku, bir flem anko şarkısı esas olarak (tek b ir zam anı) tikelleştirebilir. Ancak Holbein tarafından yapılm ış b ir A nn C resacre potresinde bir onallıncı yüzyıl kadınını, am a belli bir türden de bütün genç kadın­ ları görürüm ; W ebern tarafından bestelenen şu sade ve tümüyle köksüz nota bağlantılarında yine de yirm inci yüzyılın ilk yıllarına ilişkin tikel bir zihnin ifadesini işitirim.

16 r*u Sanatçının ele geçirm eye çabaladığı tikelleştirm e ile genelleştirm e arasındaki bu dengeyi, doğa çaba harcam aksızın ele geçirir. Şu ke­ lebek biricik ve evrenseldir; hem kendisidir hem de türünün herhan­ gi bir kelebeği gibidir. Şu bülbül bana, büyükbabam a, onun da bü­ yükbabasına ve H om eros’un da büyükbabasına öttüğü gibi öter; ay­ nı bülbüldür ve aynı bülbül değildir. Şim didir ve her zamandır. Şu geçen gecede işitliğ im -v e K eats’in işittiği-sesle gerçekliğe iki şe­ kilde girerim ; ve m erkezde daha zengin benliğim buluşur. rs ,

rV 17 rv

Doğal bir nesneyi nasıl gördüğüm üz bize bağlıdır-dikey olarak, şu tek anda, şim di, ya da yatay olarak, bütün geçm işi içinde, ya da her 221’


ikisini birlikte görüp görm ediğim iz; Ve sanatla da aynı şekilde her ikisini tek bir cüm lede söylem eye uğraşırız. G örm ede ve söylem e­ de her zaman bu karm aşık zam an öğeleri içkindir.

18 Bu artifakt’ı nasıl gördüğüm sanatçının onu nasıl görm em i istediği­ ne bağlı olabilir, şim di-dikey olarak ya da hep-yatay olarak; ancak artifaktlarda bile seçebilirim . C aravaggio’nun A ziz Jero m e'\ın\ı şimdi-dikey olarak, kendi içinde ya da resim sanalı tarihine sokulm uş olarak hep-yatay görebilirim . Onu yaşlı bir adamın portresi olarak ya da bir keşişin incelem esi olarak; ışığın ve gölgenin dağılım ı problem leri konusunda yarı akadem ik bir incelem e olarak; Cara­ vaggio’nun kendisi, yaşı ve bunun gibi şeyler hakkında bilgi içeren bir belge olarak görebilirim .

<-V 19 rv A rtifakt’ları aynı zam anda ‘niyet edilm iş’ ve ‘rastlantısal’ şekiller­ de (5. Grup, Not 4 9 ’a bak.) ve ‘nesnel’ ve ‘edim sel’ şekillerde deneyim leyebiliriz (6.23). B unlar da zam anın görünüşleridir.

rv 20 rv Hem yaratıcıda hem de seyircide, sanat zamanı aşm a girişimidir. Başka ne olursa olsun ve neyi am açlarsa am açlasın, bir artifakt her zaman insan duygularının zam an konusundaki bağlantısıdır; ve sa­ nalla şu anki ilgimizin aynı zam anda sonsuzluk içindeki süremizin kısalığının yeni bir kavranışı olarak ortaya çıkm ası da bir rastlantı değildir.

2 22


S A N A T Ç I VE S A N A TI

<-v21 <v Zam anla bu tem el ilişkinin içinde, sanatçı sanatını, yaratm a yetene­ ğini, üç esas am açla kullanm ıştır; ve iki esas başarı sınavı vardır.

rv 2 2 rv En basil am acı dış dünyayı betimlemektir; İkincisi o dış dünya hakkındaki duygularını dile getirm ektir ve sonuncusu kendisi hakkındaki duygularını dile getirm ektir. Bu am açların hangisini güderse gütsün, sınavı kendisini tatm in etm ek ya da başkalarını tatm in et­ mek ve onların hoşuna gitm ek olabilir. Bütün bu üç am acın var ol­ ması ve her iki sınavın da, hemen hem en aynı artifak t'da değişen derecelerde tatm in edilm esi olasıdır. En basit ve en az duygusal ger­ çekçilik, salt betim lem e, yine de betim lenen nesnenin seçilm esini gerektirir; dış dünyaya ilişkin herhangi bir duygu ifadesinin aynı za­ manda sanatçının iç dünyasına ilişkin bir ifade olm ası gerektiği çok açıktır; ve başkalarının onayının hiçbir şey ifade etm ediği kendin­ den çok emin pek az sanatçı olabilir. Buna karşın, son iki yüzyıl içinde büyük vurgu değişiklikleri olmuştur.

rv 23 rv

Öteki betim lem e araçları hem en hemen var değilken sanatın büyük bir temsil ve betim lem e görevi vardı. Var olm ayanı var kılıyordu; bizon m ağara duvarında korkunç haliyle belli belirsiz görünüyordu. Taş Çağı sanatının çekici slilizasyonu, gözüm üzde, başlangıçta, hiç kuşku yok ki, m üm kün olabildiğince gerçekçi biçim de resim yapm a arzusunun eksikliği değil, teknik bir yetersizliğin sonucuydu. Ancak mağara adam ları çok geçm eden stilizasyonun çifte bir çekiciliği ol­ duğunu kavram ış olm alılar: G eçm işi ya da varolm ayanı yalnızca zihne getirm ekle ve kaydetm ekle kalm ıyor, çetin gerçeklikten sap­ m alar da gerçek geçm işi ve gerçek baskıyı uzakta tutuyordu. Bu 223


yüzden sanatın ve stiiizasyonun ilk işlevi olasılıkla büyüseldi: Sa­ natı yardım a çağırırken aynı zam anda gerçekliği uzaklaştırmaktı.

rv 24 rv Stiiizasyonun kullanım ında aynı zam anda güçlü bir ritüel neden vardı. Bilgi verm ek için köm ürle hayvan resm i çizm ekle kimi özel­ likleri vurgulam a arasında sadece kısa bir adım vardı, çünkü böylesi vurgulamaların arzulanan hedefi-yiyecek için öldürm e ve bunun gibi şeyler-garantilem esi daha olası gözüküyordu. Kimi bilim adamları sanattaki bu rilüel-geleneksel öğenin onun yararlılığında büyük bir kusuru, beceriksiz sanatçının ardında sürüklem ek zorun­ da olduğu bir çeşit kısmen değiştirilm iş deriyi temsil ettiğini ileri sürüyorlar. Bilimin kendini ritüel-geleneksel öğelerden kurtarmak için geliştirdiği bütün am pirik yöntem lere ve ölçütlere işaret ediyor­ lar. Am a bu, insanın, salt m antığı ve salt aklı kullanarak ortaya bü­ yük sanat koyabileceğini ileri süren saçm a bir safsataya benzem ek­ ledir. Sanat, varolduğu biçim iyle insanlıktan, tarihten, zamandan kaynaklanır ve yöntem açısından olm asa da, ifade açısından bilim ­ den her zaman daha karmaşıktır. Ö teki insanlar içindir; avutucudur ya da tehdit doludur, am a am acı açısından her zaman az çok sağal­ tıcıdır ve sağaltım ı bilimin kontrol ya da tedavi edem eyeceği kadar karm aşık (ve gerçekte ritüele ilişkin) bir şeye uygulanm ak zorundadır-yani insan aklına.

rv 25 rv Stilin ikinci büyük yararlılığı ilkel insanın görsel sanatçılarına az çok bilinçli olarak apaçık gelm iş olmalıdır. Stil gerçekliği bozar. Ancak bu bozuş gerçekte sanatın en yaşam sal aletidir, çünkü onun kullanım ıyla sanatçı kendi duygularıyla özlem lerini ya da komünal duyguları ve özlem leri dile getirm e gücünü kazanır. Elli m emeli be­ reket tanrıçaları, açıkçası, gerçekçi portre resm i açısından başarısız­ lık değil, tersine, duygunun görsel tercümeleridir. Bunun dildeki koşulu m etaforun ve çok kesin iletişim gereksinim lerinin ötesine gi­ 224


den her şeyin gelişim idir. M üzikteki koşulu ise, dansa eşlik olarak ille de gerekli olm ayan bütün şu öğelerin gelişim idir; Davul ya da çırpılan ellerin ötesindeki her şeydir.

rv 26 rv

İlk iki sanatsal am aç, tem sil etm e ve dış dünyaya ilişkin duyguların dile getirilm esi, en azından R önesans’a kadar ana am açlardı; ve üçüncü am aç, iç dünyaya ilişkin duyguların dile getirilm esi, ancak son yüzyıl içinde egem enlik kazanmıştır. Bunun başlıca iki nedeni vardır. Birincisi, sanattan daha iyi tam temsil araçlarının gelişim i, salt betim sel gerçekçi sanatı büyük ölçüde başka bir kanala yönlendimiş gözükm ektedir. Fotoğraf m akinesi, teyp, teknik sözlüklerin ve dilbilim sel gözlem e ilişkin bilim sel yöntem lerin gelişim i-bu şeylerin hepsi açıkça temsili olan sanatı zay ıf vc aptalca gösterm ek­ tedir. Bunun daha çok farkında olm am am ız, m uhtem elen, bu tem si­ li sanatın tarihsel olarak bizim için büyük değerde olm asından ileri gelm ektedir ve biz hâlâ, şimdi elim izde çok daha iyi araçlar olm a­ sına karşın, onu kullanm a alışkanlığından kurtulm uş değiliz.

rv 27 rv

Eğer sözgelim i, seçkin bir adam ı gerçekten onurlandırm ak istiyor­ sak, ‘akadem ik’ bir sanatçı bozuntusuna portresini yaptırm aktansa, iyi fotoğraflarını ya da film lerini çektirm ek, yahut seçkinliği üzeri­ ne dilsel incelem eler yayım lam ak hiç kuşku yok ki daha iyi olacak­ tır. Böylesi portrelerin yaşam öyküsel ya da sanatsal herhangi bir iç­ sel değeri olduğunu hiç kim se söyleyem ez; onlar sadece seçkinliğin ödülleri konusunda geleneksel bir toplum sal uzlaşım ı tatm in eder­ ler.

<~V28 rv

İç dünyaya ait duyguların dile getirilm esi sanatının kazandığı zafe­ rin ikinci nedeni, daha önce sözünü ettiğim şu nem o-yaratıcı koşulFİSÖN/Ansıos

225


Iarın bir sonucu olarak, her bir kişinin varoluşunda benliğin önem i­ nin yükselişidir. Etkisi hâlâ çok güçlü olan Rom antik H areket’in, makinelerin egem en olduğu Sanayi D evrim i’nin bir sonucu olması rastlantı değildir; ve çağdaş sanatsal problem lerim izin çoğu da ben­ zeri bir düşm anca kutupsallıktan kaynaklanır.

rv 29 rv Bunun sonucu kaçınılm az şekilde, üslubun, sanatsal değerin başlıca ölçütü olarak ortaya çıkışı olmuştur. İçerik hiçbir zam an daha az önemli gözükm em iştir; ve R önesans’tan beri (içeriğin en azından eşit statü verildiği son dönem ) sanat tarihini, ifade aracının ifade edilene karşı yavaş, am a şim di neredeyse bütünsel zaferi olarak gö­ rebiliriz.

rv 30 rv Bu zaferin bir belirtisi, sanatçıların artifakt’ların im zalanm asına ilişkin tutumlarıdır. İm zalam a Y unanlılar ile birlikte sıklaşır ve bek­ lenebileceği gibi, en içedönük sanatta, yani edebiyatta, en yaygın olarak görülür. Ancak Rönesans gibi geç bir dönem e kadar birçok sanatçı yapıtlarını im zalam ak için büyük bir ihtiyaç hissetm em iştir; ve bugün bile çöm lekçilik ve m obilya yapımı gibi, sanatçının ben­ liği tarafından söm ürülm eye en az açık şu zanaat sanatlarında bir anonim lik geleneği vardır.

<-v 31 rv Bugün sanatçının esas ihtiyacı, ona, kendisi ve dünyasına ilişkin imzalı duygularının ifadesi gibi gözükm ektedir; ve bizim tem sili sa­ nata ihtiyacım ız yavaş yavaş azaldığı için, soyul resim , atonalizm ve dadacılık gibi, dış dünyanın tam bir tem siline (zanaat nitelikleri) ve sanatçının o dünyaya karşı görevi konusunda geçm işteki uzlaşım lara çok az değer veren; tersine, yanılm az bir biçim de biricik olan bir benliğin ifadesi için m üm kün en geniş alana olanak sağla­ 226


yan bütün şu m odalar ve üsluplar ortaya çıkm ıştır. Yüzyılım ızda gerçekleşen üslupla, teknikte ve alet kullanm ada (m alzem e kullanı­ mı) devasa ‘özgürleşm e’nin nedeni kesinlikle sanatçıların yaratıcı Lebensraum için hissettikleri ihtiyaçtır; kısacası, buna, öteki sanat­ çıların kitlesi içinde hapsolm a duyguları neden olmaktadır. Hapsolma kişisel kim liği yok eder; ve sanatçının şim di en çok korktuğu budur.

rv 32 rw

Ama sanatın ana ilgisi bireyselliği ifade etm ek olursa, seyircinin sa­ natçıya daha az önemli görünm esi gerekir; ve önem senm eyen seyir­ ci de bu iki kat bencil sanatı reddedecektir, özellikle de bütün öteki am açlar tüm üyle dışlandığında; bu durum da artifakt’lar, sanatçının niyetine ilişkin özel bilgisi olm ayan herhangi b ir kim se için kapalı gözükecektir.

rv 33 rv

İki karakteristik kam p ortaya çıkacaktır ve çıkm ıştır: Birisi, kendi duygularının ve kendi öz tatm inlerinin ardında koşan ve seyircileri­ nin kendilerine, ‘s a f’ ve ‘içten’ sanata karşı b ir görev duygusuyla gelm elerini bekleyen sanatçılar kam pı; ve ötekisi, seyircilerin, gön­ lünün edilm esi, eğlenm esi ve eğlendirilm esi arzularını söm üren sa­ natçılar kam pı. Bu durum da yeni hiçbir şey yoktur. Ancak kam plar hiçbir zaman bu denli açıkça tanım lanm am ış ve bu denli karşıt ol­ mamışlardır.

rv 34 rv

İç dünyayı dile getirm eyi am açlayan bütün sanatlar böylelikle otoportrenin kılık değiştirm iş bir biçim i olurlar. Sanatçı kendini her yerde bir aynada gibi görür. Sanatın zanaat yanı yara alır; hatta za­ naatçılık ‘sam im iyetsiz’ ve ‘ticari’ olur. Hatta daha kötüsü, sanatçı * (Aim.): Yaşam alanı, (ç.n.) 227


kendi iç dünyasının yüzeyselliğini, bayalığını ya da mantıkdışılığını gizlem ek için sanatına kasten kapalı ve belirsiz öğeler sokabilir. Bu, resim ve m üzikte, edebiyatta olduğundan daha kolay yapılır, çünkü sözcük daha kesin bir sim gedir ve düzm ece belirsizlik ve ka­ palılık genel olarak edebiyatta öteki sanatlarda olduğundan daha kolay ortaya çıkarılabilir.

SANAT VE T O P LU M

rV 35 rv Ne var ki kendini ifade etm enin tiranlığı modern sanatçının çarpış­ m ak zorunda olduğu tek etken eğildir. Çağımızın en çarpıcı belirgin özelliklerinden birisi şiddet, acım asızlık, kötülük, güvensizlik, sa­ pıklık. karışıklık, belirsizlik, ikonkırıcılık ve anarşi kutuplarının po­ püler ve entelektüel eğlence ile sanatta aynı anda kullanım ı olm uş­ tur. Mutlu son ‘duygusal’ olm akta; açık ya da trajik sonlar ‘gerçek’ olmaktadırlar. Sanat hareketlerinin tarihin hareketlerini yansıtm ak­ tan öte bir şey yapm adığı sık sık söylenm ektedir. Y üzyılım ız çok açık bir biçim de şiddet doludur, acım asızdır ve az önce bütün say­ dıklarım ı içerm ektedir: O zam an onun sanatları da kara sanat dışın­ da başka ne olsun ki?

rv 36 rv Ancak bu, sanatçının çevresindeki dünyaya bir ayna tutm aktan da­ ha yüce bir özlem i olam ayacağını düşündürm ektedir. Bu, zam anı­ mızın ‘kara’ sanatının büyük bir bölüm ünün, ne yazık ki, tarihsel olarak doğrulanabileceğim yadsım ak değildir; ama bu, çoğu kez toplum tarafından sanatın üzerine haksız olarak konulan baskıların bir sonucudur. Sanatçı karaya yaraşır bir biçim de yaratm aktadır, çünkü toplum onun öyle yaratm asını beklem ektedir; yoksa kendisi esas olarak öyle istediği için değil.

228


r v 37 r v

Kara sanat bize bir çeşit haz verebilir, biz sadece gizliden gizliye şiddet dolu, acım asız ve kendim iz de nihilist biçim de kaotik oldu­ ğum uz için değil ve sadece, böylesi bir sanatın uyandırdığı heye­ canların güvenli bir toplum içindeki gündelik yaşam larım ıza canlı bir kontrast oluşturm asından ötürü değil, tersine, şu griden korkan yaşam lar onlara kolaylıkla erişebilen böylesi bir kontrasta sahip ol­ m adıklarında eksikliğini duydukları bir gerçeklik, renk ve geçerlilik kazandıkları için. Bu şiddetli ölüm benim güvenli yaşam ım dır; bu bozulm uş şekil benim sim etrim dir; bu anlam sız şiir benim açık anlamımdır.

rv 38 Trajedinin en derin hazlarından bir ianesi ondan sağ çıkabilm em izdir sadece; trajedi bizim başım ıza gelebilirdi, am a gelmemiştir. Tra­ jediyi sadece eşduyum içinde yaşam ayız; onu izleyen hayatta kal­ mayı da içim izde taşırız.

rv 39 rv

Bu yüzden kam unun ‘k ara’ sanalı hiçbir zam an görünüşteki değe­ riyle alm am asında kökü çok derinlerde bir anlam vardır. G örünüş­ teki niyeti ne olursa olsun, son etkilerinin çoğu kez son derece ahlâ­ ki olm ası pornografinin gerçekten de sık sık yapılan bir savunusu­ dur. ‘K ötülüğün’ ve sapkınlığın gösterisi insanlara, kendi erdem le­ rini ve kendi norm alliklerini anım satm a hizm etini görür. Sadizm in başkalarına artan saygı uyandırm ası, sadizmi artırm asından çok da­ ha olasıdır; ve bunun gibi. A ncak hangi görüş benim senirse benim sensin-böyle bir sanatın toplum u bozduğu ya da ona gizliden gizli­ ye yarar sağladığı-sanatçı üzerindeki etkisinin kötü olması gerekir.

229


rv 40 rv Sanatın bugün, cahillik ile toplum sal ve fiziksel koşulların geçm iş­ te sağladıkları şeyi sağlam ası gerekir: güvensizlik, şiddet ve rast­ lantı. Bu, onun doğru işlevinin bir sapkınlığıdır.

rv41 rv Sözde birçok yenilikçi sanatçı arasındaki suçluluk bilincinin özel­ likle yaygın biçim de ortaya çıkm asını açıklayan da bu doğal olm a­ yan roldür; yaratıcıyı zorla yaratım dan uzaklaştırm a girişim i; artifakt’ı olabildiğinde az kuralla oynanan bir oyun statüsüne indirge­ mek. Renklerin, şekillerin ve yapının bir rastlantı m eselesi olduğu resim ler; çalanlardan istenen doğaçlam a m iktarının besteciyi bir şif­ reye indirgediği müzik; sözcüklerin ya da sayfaların düzenlenm esi­ nin tüm üyle rastlantısal olduğu rom anlar ve şiirler. Bu rastlantısal sanatın bilim sel temeli belki de ünlü, ve ünü oranında yanlış anlaşı­ lan, belirsizlik ilkesidir; bu sanat aynı zam anda, m üdahale etm eyen b irT a n n ’nın, gündelik m üdahale anlam ında, varoluşun anlam sız ol­ duğu anlam ına geldiği gibisinden tüm üyle yanlış anlaşılan bir anla­ yıştan kaynaklanır. Böylesi bir sanat, görünüşte kendisini geri pla­ na çekm ekle birlikte, saçm a bir biçim de kibir doludur.

42 rv Bir sanatçı sanatçı olm am ayı seçebilir, am a o bir sanatçı olmamayı seçm iş bir sanatçı olamaz.

S A N A T Ç IL A R VE S A N A T Ç I O L M A Y A N L A R

ı~V43 rv Sanatsal deneyim , onsekizinci yüzyılın sonlarından itibaren, dinsel deneyim i gaspetmektedir. Nasıl O rtaçağ kilisesi aslında sanatçı ol­ m aları gereken rahiplerle dolu idiyse, çağım ız da bir zam anlar rahip olm uş olabilecek sanatçılarla doludur. 230


r v 44

rv

Birçok m odern sanatçı hiç kuşku yok ki m anques rahipler olduklarina karşı çıkarlardı. Çünkü onlar sanatsal ‘gerçeğin’ ardında koş­ mayı iyi’nin ardında koşm anın yerine koym uşlardır. Bir zam anlar her kapı eşiğinde o kadar çok adaletsizlik vardı ki; eylem açısından iyi’nin ne anlam a geldiğini bilmek kolaydı. Ancak şim di, didaktik sanatta bile ardında koşulan şey, ahlâki olanın kendisinden çok, ahlâki olanın doğru denebilecek estetik ya da sanatsal ifadesidir.

45 <'v Ahlâki olanın en iyi doğru ifadesinin ahlâki olana en iyi hizmet et­ liği doğrudur; üslup düşüncedir. Ancak düşüncenin üslubuyla aşırı uğraşm a düşüncenin değerden düşm esine yol açm a eğilim i gösterir: Birçok rahibin ritüellerle ve öğretinin sunulm asıyla rahipliğin ger­ çek doğasını unutacak ölçüde uğraşm ış olm aları gibi, birçok sanat­ çı da sadece üslubun gerektirdiklerini görüp, her türlü insani ahlâki içeriği gözden kaçıracak ya da ona içten olm ayan bir ilgi gösterecek ölçüde körleşm işlerdir. A hlâklılık bir çeşit iletm e yeteneği olm akta­ dır.

<-v46 '■v Sanayi uygarlığının büyüm esi, tektipleştirici çalışm a süreçleri, nü­ fusun hızlı artışı, uluslararası yakın iletişim çağında insanların psi­ kolojik olarak farklı olm aktan çok benzer olduklarının anlaşılması: Bütün bu etkenler bireyi bireyselleştirm e edim ine, sanatsal yaratım edim ine ilm ektedir: Ve her şeyden önce de benliği ifade eden yara­ tıma. İçki, uyuşturucu, rasgele cinsel ilişki, bakım sızlık, uzlaşmala­ ra karşı olmanın çok bilinen uzlaşmaları, duygusal olduğu kadar istatistiki olarak da açıklanabilir.

* (Fr.) Başarısız, dikiş tutturamamış, (ç.n.) 231


rv 47 rv D ünyam ızın uğursuz sayıya vurulam azlığı, önem sizliğin sonsuz yi­ nelem esi nem o’ya yol açmaktadır. Bizim modern azizlerim iz lanet­ lenmiş azizlerdir: Soutinelcr ve Alban Bergler, Rilkeler ve Rim baudlar, Dylan T hom aslar ve Scott Filzgeraldlar, Jean Harlovvlar ve M arilyn M onroe’lar. Din şehitleri ilk kilise için ne idiyse, onlar da bizim için odur; yani hepsi de davaların en kötüsü için ölmüşlerd ir-adın ölüm süzlüğü.

rv 48 rv Sanatçıların rom anlaştırılm ış yaşam öykülerinin ve ucuz yaşamöyküsel filmlerin popülerliğini başka nasıl açıklayabiliriz? Bu yeni aziz yaşam öyküleri, eskiler gibi, ele aldıkları kişilerin en büyük ba­ şarılarından ve sanatlarının tem elinde yatan güdülerden çok onların özel yaşam larının dışsal ve heyecan uyandırıcı gerçekleriyle ilgilen­ mekledir. Elinde fırçayla değil de usturayla Van Gogh.

rv 49 rv Am a bu, birçok m odern sanatçıda, taklitçi bir içtensizlik yaratm ak­ tadır. Karanlık kutuplara gilm iş olan büyük sanatçılar oraya sürük­ lenmişlerdir. O nlar her zam an yeniden ışığa doğru bakıyorlardır. Düşmüşlerdir. Taklitçileri düşm em iştir; onlar aşağı atlamıştır.

rv 50 rv ‘B ohem ’ sanatçıların, les grands nıaudits’nin' yaşamları halk için, yapıtlarından daha ilginçtir. Yapıtlarını hiçbir zaman ortaya koya­ mayacaklarını; am a hayatlarını yaşam ış olabileceklerini bilirler.

rv 51 rv Sanat gitgide, dünyanın bilim adam ı olm ayan entelektüel elite'm m * (Fr.) Büyük Lanetliler, (ç.n.) 232


düşündüklerini ve hissettiklerini ifade etm ek zorundadır; piramidin en tepesi, okum uş yazm ış azınlık içindir. Entelektüel ifadenin baş­ lıca alanları ve yaşam üzerine kişisel görüşleri bildirm enin ana ka­ nalları lannbilim ve felsefe iken, sanatçı halkla daha yakın temas içinde kalabiliyordu. A m a şimdi sanat, insanın kendisini ortaya koym asının başlıca biçim i olduğu ve lanrıbilim ci-filozof da başka­ laşım a uğrayıp sanatçıya dönüştüğü için, çok büyük b ir gedik açıl­ mıştır.

r u 52 r u Sanatçılar ile sanatçı olm ayanlar arasındaki bu kopukluğu durdura­ bilecek biricik kişi eleştirm enlerdir. A ncak b ir sanat yapıtı daha ka­ ranlık ve daha belirsiz oldukça, yorum ve yorum cu ihtiyacı da o ka­ dar fazla olmakladır. Bu yüzden eleştirm enlerin kopukluğu özendir­ mesi için m ükem m el profesyonel nedenler vardır. Aynı zam anda kurtadam davranışları gösterm eye de belirgin b ir eğilim vardır: Gündüz yaratıcı, gece eleştirm en olm ak.

fV 53 rv

Toplum um uz sanatçının bu şekilde yaşam asını ve böyle bir imge sunmasını istem ektedir, tıpkı sıkıcılığı ve uyum luluğuyla onu ‘kara’ sanat ve eğlence yaratm aya zorlaması gibi. Toplum un görüş açısın­ dan, kendisine böyle bir şey dikte edilen ve buna uyan sanatçı ya­ rarlı bir işlevi yerine getiriyordur. Ama benim inancım şudur ki, böylesi bir işlev sanatın işlevi değildir.

ı-V 54 rv

Sanatın gerçek birincil işlevi toplum un kusurlarına ve yetersizlikle­ rine çare bulm ak, sıradan olana tat tuz katm ak değil; bilim le bağlan­ tı içinde insan varoluşundaki merkezi yeri işgal etmektir.

233


rv 55 rv Genel olarak sanatlara ve eğlenceye dışardan yaklaştığım ız için, sa­ nata gittiğim iz için, yaşam ım ızın esas bölüm ünün dışardan görünen kısmı olarak bakarız ona. Tiyatroya, sinem aya, operaya, baleye; m üzelere; spor alanlarına (çünkü bütün büyük oyunların bir parçası tiyatro ya da bale kadar sanattır) gideriz. O kum alarım ız bile günü­ müzün esas uğraşlarının dışındadır; evlerim ize pom palanan sanalın bile dışardan geldiğini hissederiz. Sanatın bu belli bir m esafede tu­ tulması, bu sürekli seyircilik, son derece kötüdür.

<~v 56 rv Bir başka etken, sanat röprodüksiyolarının şimdi hemen her yerde elde edilebilirliği, m eseleyi vahim leştirm ektedir; sıradan insanlar sanatçılarla ya da onların yaratım larıyla gitgide daha az doğrudan bir tem as kurm aktadırlar. Plaklar ile radyo, canlı müzik deneyim ini ‘kopyalar’ ve dergi yazıları gerçek resim deneyim ini gaspetm ektedir. En azından edebiyat böyle tek bir aşam ada deneyim lenem ez gi­ bi gözükm ektedir; am a gitgide artan bir şekilde tüketm eyi yeğlem ektedirler-ve aynı şey tiyatro oyunları için de geçerlidir. Bir tek şiir, doğası gereği erişilm ez gözükm ektedir; ve şiirin zam anım ızda niçin böylesine bir azınlık sanatı olduğunun tam da bu noktada ya­ tıp yatm adığını merak edebiliriz.

rv 57 rv Eğer sanatı yaşam larım ızın boş zaman alanlarına ayırır ve orada bi­ le onu çoğunlukla dolaylı b ir şekilde deneyim lersek, o zaman sanat salt iyi yaşam anın bir görünüşü-yani, duygu değil, bir olgular me­ selesi; kültürel bilgileri yerleştirm e, onların cakasını satm a m esele­ si; kimlikleri ayırt etm e ve toplam a m eselesi olur. K ısacası, şeyleri kendi içlerinde görm e konusunda tam bir yeteneksizlik, ama onları toplum sal, snobca ya da m odaya uygun bağlam lara yerleştirm e ko­ nusunda saplantılı bir ihtiyaca yol açar. M oda (yani, yeni üslup) ça­ 234


buk harcanabilirlik için duyulan genel toplum sal-ekonom ik ihtiya­ cın bir görünüşü olur.

«"V58 <*V Bu da. belki de en çarpıcı biçim de, sanatçıyı bozar. Ve bu. çağdaş sanatların şim di içinde güçten düştükleri o son derece rokoko at­ m osfere yol açmıştır. Onsekizinci yüzyılın büyük rokoko sanalları görsel ve işitsel sanatlardı; üslup büyük kolaylıkla, sıkılm ış ve doy­ muş sanat beğenilerini büyülem e arzusuyla, içerikten çok süsleme yoluyla belirginleşiyordu-gerçekte ciddi içerik göz ardı ediliyordu. Bütün bu eski num araları şim di yeni halleriyle, parlak bir biçimde kalem e alınm ış am açsız diyaloglarıyla, betim lenm eye değm ez şey­ leri canlı betim leyişlerle, zarif boşluklarıyla, sentetik olandan büyü­ lenmeleri ve doğal olandan hoşlanm azlıklarıyla m odem sanatlarda görüyoruz.

<-v 59 <-v Modern dünya ve m odern duyarlılıklar gitgide karm aşıklaşm akta­ dır; ne var ki sanatçının işlevi karm aşıklıkları karm aşık hale getir­ mek değildir; eğer sanatçının bir işlevi varsa, bu, onların karm aşık­ lığını çözm ek olmalıdır. G ünüm üzde çoğu kişi için bir ölçüt olarak alınan şey anlam değil, anlam ları ima etm e hüneridir. Herhangi bir iyi bilgisayar bu alanda insanı altedebilir.

D ÂH İ VE Z A N A A T Ç I

«■v60 <-v> Deha kavram ı, tahm in edebileceğim iz gibi, R om antik Hareket ile birlikte doğdu; o hareket her şeyden önce bireyin bütün biçim lerde­ ki (akıl dahil) m akineye karşı başkaldırısı olduğu için, süper-birey’in-N apoleon, B eethoven, G oethe-göklere çıkarılm ası kaçınıl­ mazdı. 235


rV 61

Bir dâhinin artifakt’ları, dâhinin yeni im geler ve yeni teknikler uy­ durduğu, yeni üsluplar geliştirdiği zengin insani içeriğiyle ayırt edi­ lir. Sıradanlık çölünde kendini biricik bir fışkırış olarak görür dâhi, kendini gizem li bir biçim de esinlenm iş ya da fikirlerle donanmış hisseder. Öte yandan, zanaatçı, geleneksel m alzemeleri ve teknikle­ ri kullanm akla yetinir. N e denli sakin ve güvenli olursa, o denli iyi bir zanaatçı olacaktır. Onun hoşuna giden, bir şeyi yerine getirme becerisidir. O anki başarısıyla, piyasa değeriyle çok ilgilidir. Eğer belli tür bir toplumsal ya da siyasal bağlanm a modaysa, bağlanabi­ lir; am a modanın dışında, inanç yoktur. Dâhi, elbette, o anki başarı­ ya büyük ölçüde kayıtsızdır; ve hem sanatsal hem de siyasal ideal­ lerine bağlılığı, derin bir biçim de, B yron’a özgü bir biçim de, onla­ rın o anki popülerliğine kayıtsızdır.

62 Bir dâhi olmanın nem o duygusunu altetm ek için çok iyi bir reçete oluşturduğunu hepim iz anlayabiliriz; ve işte bu yüzden, modern sa­ natçıların çok büyük bir çoğunluğu zanaatçı olm ak yerine alttan al­ ta dâhi olmayı isterler. Dâhi olm adıkları seçici yeteneği olan eleştir­ mene, hatta kendilerine, apaçık gelebilir, ama genel olarak halk, sa­ natçıları kendi değerlendirm esine göre görm eye çok eğilimlidir. Böylelikle, her türlü deneyim in hayran olunası (ve yeni tekniklerle malzem elerin keşfi kendi başına bir deha edim idir, bütün gerçek dâhilerin böylesi keşiflere yeni bir içeriği ifade etm e ihtiyacıyla sü­ rüklenm iş olmaları gerçeği göz önünde tutulmaksızın bu böyledir) ve her türlü zanaatçılığın da ‘akadem ik’ ve az çok küçüm senir gö­ rüldüğü bir durum a varırız.

<~v 63 Elbette gerçek dâhilerim iz bizim için ve sanatlarım ız için elzemdir; ancak, dâhi olm a saplantısının, önem i daha az olan bir sanatçı için herhangi bir değer taşıdığından kuşku duyabiliriz. Eğer böyle biri236


nin gireceği tek yarış Büyük D eha Ö dülleri ise, o zam an estetik yoksunu kişilerin m odern sanatın bencilce anlaşılm azlığı ve teknik yoksulluğu konusunda sürekli yakınm alarına biraz hak verm ek zo­ rundayız dem ektir. A ncak her durum da, tüm üyle yeni bir etken bu problem i karm aşık hale getirm ek üzeredir.

ı-v 64 rv Sibernetik devrim i bize çok daha fazla boş zam an verecektir; ve bu boş zam anı doldurm ak zorunda kalacağım ız yollardan bir tanesi sa­ nalların pratiği olm ak zorundadır. A çıktır ki hepim iz de birer dâhi olduğum uzu ileri sürem eyiz; ve sanatın zanaat yanını küçüm sem ek­ ten vazgeçm em iz gerektiği de açıkça ortadadır.

rv 65 rv G elecek dünyadaki boş zam an uçurum larını ve okyanuslarını dol­ duracak olan; insanın benliğini eğitecek ve çözüm leyecek; onu avu­ tacak olan ‘deh a’ kadar zanaatçılıktır. Şurada burada zanaatçı, dâhi­ ye yaklaşacak, hatta dâhi olacaktır. Çünkü burada hiçbir sınır yok­ tur; yolculuğa çıkm azdan önce hiç kim se birinin nerede bittiğini ve ötekinin nerede başladığını söyleyem ez; sonsuzluk kadar birbirle­ rinden uzak olabilirler, bir saniye yakınlıkta olabilirler-içinde ger­ çek şairin dizeye, ressam ın içgöriiye, bestecinin sese sahip olduğu o saniye; yeşil kaynaşm a aracılığıyla çiçeği açtıran o anlık güç.

Ü SLU P İNSAN D EĞ İLD İR

rv 66 r\> D eha kavram ı saplantım ız bizi bir başka yanlış görüşe götürm üştür: Ü slubun insan olduğu görüşüne. A m a nasıl fizikte bilgim izin derecesin i-n eler bilebileceğim izi ve neleri hiçbir zam an bilem eyeceğim izi-kavram aya başlıyorsak, sanatta da aynı şekilde tekniklerdeki uç noktalara erişm iş bulunuyoruz. Sözcükleri en uç şekillerde, ses­ 237


leri en uç şekillerde, şekilleri ve renkleri en uç şekillerde kullanm ış bulunuyoruz; kalan lek şey onları daha önceden geliştirilen aşın uç­ ların sınırları içinde kullanm ak. A lanım ızın sonuna erişm iş bulunu­ yoruz. Şimdi geri dönm eli ve alanlarının sonuna erişmekten başka uğraşlar keşfetm eliyiz.

rv 67 rv

Sonuçta önemli olan niyettir; aletlerin kullanım ı değil. İnsanın zih­ nindeki anlam ı üsluplar ile ifadesi etm esi hüner olacaktır, yoksa dikkatle seçilm iş ve konunun gerektirdiklerini yerine getirm ekten çok kişinin bireyselliğini ortaya çıkarm ak için geliştirilen bir üslûp­ ta ifade etm esi değil sadece. Bu, bireysel olanı sanattan çekip çıkar­ mak ya da sanatsal yaratım ı bir pastiş bataklığına dönüştürm ek de­ mek değildir; eğer sanatçının gerçek bir özgünlüğü varsa o bütün kılık değiştirm elere nüfuz edecektir. Yaratan kişinin zihnindeki tüm anlam ve bağlanm a, dışsal biçimi ne denli çeşitli olursa olsun yara­ tımlara sızacaktır.

rv 68 rv

Bu çoğul üslupçuluğu, çağım ızın en büyük ve hiç kuşku yok ki en karakteristik iki dâhisinde görüyoruz: Picasso ile S travinsky’de. Eğer böyle iki sanatçı, hakiki usta, tek bir üslubun nem o-kökenli ‘güvenliğini’ feda ederek yeni özgürlükler keşfetm işlerse, o zaman hiç kuşku yok ki yeni boş zam an toplum larının zanatçı-sanatçıları bu örneği akıllıca izleyebilirler.

r v 6 9 rv

Tanınabilirliği çok fazla önem siyoruz: Sanatçının bütün yapıtların­ daki üslubunu tipik kılm a yeteneğini. Bizdeki sözde uzmanın hoşu­ na gidiyor bu. H er üslubun ve tekniğin keşfedilm esi gerektiği doğ­ rudur; ve her sanat öğrencisinin bildiği gibi, üsluptan üsluba hızlı bir göç, tatmin edici bir yapıt ortaya koym anın en iyi yöntemi de­ ğildir. Ancak kurulacak bir denge vardır. 238


Ş İİR S A N A T I VE İN S A N L I K r v 7 0 <~M

Bu dem okratik inanm a çağında m oda olduğu gib i, büyük sanatların eşit olduklarına inanm ıyorum ; gerçi insanlar gib i, onlar da toplum ­ da eşit haklara sahip olduklarını iddia edebilirler. E debiyat, özellik­ le de şiir, en tem el ve en değerli sanattır. A şağıda söylenenlerde, ‘şi­ ir sanatıyla', sözcüklerle anım sanacak şekilde ifade edilen her şeyi anlıyorum : Esas olarak ille de şiir sanatıyla alışılageldik anlam da kastedileni değil.

rv 7 1 rv Ö teki sanatların ‘dilleri’nin hepsi de sözcük içerm eyen zihin dille­ ridir. M üzik işitsel heyecanın dilidir; resim , görsel heyecanın; hey­ kel, plastik-görsel heyecanın. H epsi de şu ya da bu çeşit dil ikam e­ leridir; gerçi bazı alanlarda ve durum larda bu d il ikam eleri iletişim ­ de söze dayalı dilden çok daha etkilidir. G örsel sanat, görünüşü söz­ cüklerden daha iyi iletebilir, am a görsel görünüşün ardında yatanı iletmeye çalışır çalışm az, sözcüklerin gitgide d ah a çok kullanım ve değer kazanm ası olasıdır. Benzer biçim de m üzik, sesi ve çok sık olarak da genelleşen heyecanı sözcüklerden daha iyi iletebilir; am a sesin ya da çağrıştırdığı heyecanların yüzeyinin ötesine gittiğim iz­ de aynı dezavantajlarla karşılaşırız.

rv !2 rv M üzik dili doğal sesi iletebilir ve sadece ses olarak haz veren ses yaratabilir; am a biz onu esas olarak bir heyecan uyandırıcı olarak düşünürüz. Doğal sesleri, sadece beceriksiz b ir ses öykünüm ü tek­ niğine sahip sözcüklerden çok daha iyi biçim de yeniden üretir; söz­ cüklerin sadece anlam dan büyük ölçüde yoksun kaldıkları durum da yaratabildikleri ve bunu da ancak insan sesinin d ar sınırları içinde yapabildikleri saf sesler yaratır. Ama, betim sel sözcükler (bir prog­ ram başlığında ya da librettoda olduğu gibi) ya da tarihsel uzlaşım 239


heyecanı sözsel olarak belirli bir durum a bağlam adıkça heyecanı karakteristik bir şekilde belirsiz olarak uyandırır.

ı-V 73 Görsel sanatın m askeyle uğraşm ası gerekir; sanatçı resmini yaptığı ya da çizdiği yahut heykelini yaptığı şeyin görünüşünün ardında ya­ tanı bilebilir ve biz iyi portreler gibi bazı görsel artifakt’lar için, on­ ların bize konu alınan kişi hakkında bir şeyler ‘söylediğini’ belirti­ riz. Bunu yapabilirler, çünkü L av ater’in bütün insan fizyonomisine inanması gibi, görünüş arkada yatan şeyi tesadüfen açığa çıkartır; am a böyle yapm aları daha olasıdır, çünkü sanatçı görünüşün ardın­ da yatan şeye ilişkin sözsel bilgisini ‘gizli’ arka yanı açığa vuran gö­ rünüş m askesinin çarpıtm alarına ya da özel vurgularına çevirir-karikatürle son bulan bir süreçtir bu.

<*V74 rv Bu çarpıtm a sürecinin bir avantajı vardır; ‘g izli’ arka yan, görünü­ şün ardındaki gerçek karakterin bir kısm ının, belki de çoğunun tek bir bakışta kavranm asına olanak verir. Eğer Rem brandt otoportresinin hüznünü sözcüklerle uygun biçim de açıklayacaksam , onun bü­ tün yapıtlarını ve yaşam öyküsünü incelemem gerekir. Onun yaşa­ mının gerçekliğine bu ikonografik giriş, profesyonel eleştirm en dı­ şında herhangi bir kişi için, sadece birkaç dakika sürer; sözsel-yaşam öyküsü en azından birkaç saat, belki de çok daha uzun zaman ala­ caktır.

rv 75 rv M üzikte aynı görece etki, iletişim dolaysızlığı vardır; sözgelim i, M ozart’ın sol m inör beşlisinin adagio’sunun fışkıran hüznü. Ancak bu dolaysızlığın dezavantajı, R em brandt’ın ya da M ozart’ın yaşam koşullarının sözsel bilgisine sahip olm aksızın, onların hüznünün gerçek doğasının sadece çok belirsiz bir bilgisine sahip olmamdır. 240


H üznün yoğunluğunu bilirim , am a nedenini bilm em . B ir kez daha bir m askeyle yüz yüze gelirim , bu m aske çok güzel ve dokunaklı olabilir, am a onun arkasına gerçekte ancak sözcüklerle nüfus edebi­ lirim. K ısacası, hem görsel hem de işitsel sanatlar bilginin doğrulu­ ğunu iletişim in hızına ve uygunluğuna feda ederler.

rv 76 rv

Bu, onları hem doğrular hem de onlara değer biçer. İnsan olmak; birçok şeyi kısa bir sürede yapm ayı, bilm eyi, hissetm eyi ve anlam a­ yı istem ektir; ve o bilişi, hissedişi ve anlayışı çoğunluk için daha ulaşılır kılm ak doğrulanabilir. A ncak bilm enin ve anlam anın ve son olarak da hissetm enin niteliği görsel ve işitsel sanatlarda şiir sanatı­ na oranla aşağı olm ak zorundadır. Görünüşün doğrudan temsili öte­ sinde görsel sanatların bütün başarıları bir anlam da bir sağır-dilsiz ’in sağır-dilsizliği üzerindeki zaferleridir, tıpkı m üzikte bir kördilsiz’in zaferlerinin dilsiz körlüğü üzerinde olm ası gibi.

rv 77 rv

Bu sık kullanılan analojideki beylik yanıt, edebiyatın hem kör hem de sağır olduğudur; dilsiz olm am a onun özel lütfudur. Ancak tartı­ şılm az olan gerçek şudur ki, öteki sanatlarda sözcüklerle az çok ke­ sin olarak tanım lanam ayan hiçbir artifakt yoktur, oysa edebiyatta öteki sanalların ‘dilleriy le’ en belirsiz şekilde bile tanım lanam ayan sayısız artifakt ve durum vardır. İşitsel ve görsel artifakt’ların büyük çoğunluğunu betim lem ek için ne zam anım ız, ne sözcük dağarcığı­ mız ve ne de arzum uz vardır, am a onların hepsi de sonuç olarak be­ timlenebilir; ve bunun tersi doğru değildir.

rv 78 rv Sözcük her sanatsal durum da içkindir, salt öteki sanatlar hakkındaki duygularım ızı sadece sözcüklerle çözüm leyecek güçte olm am ız­ dan ötürü. Bunun nedeni sözcüğün insanın en kesin ve en kapsamlı FlfiÖN/AriMı»

241


aleti olmasıdır; ve şiir sanatı bu en kesin ve kapsamlı aletin akılda yer edecek şekilde kullanılmasıdır.

rv 79 rv Bazı bilim adam ları insanın en kesin aletinin m atem atik sim geleri olduğunu söylüyorlar; anlam bilim sel olarak bazı denklem ler ve te­ oremlerin çok yalın ve hakiki bir şiirselliği olduğu gözükür. Ama onların kesinliği tüm üyle sağlam pratik nedenlerle gerçekliği kar­ m aşıklığından soyutlanm ış özel bir alan içindeki kesinliktir. Şiir sa­ natı daha kesin olm ak için bu özel alan soyutlam asını yapm az. B i­ lim, meşru olarak, ne pahasına olursa olsun kesinliktir; ve şiir sana­ tı, meşru olarak, ne pahasına olursa olsun her şeyi kapsamadır.

rv 80 rv B ilim her zaman parantez içindedir; şiir sanatı değildir.

r v 81 r v

Bazı teknoloji filozofları ve bilim adam ları unutulm az şiir cüm lele­ rini, tek anlam lı değerleri tarihsel veri ya da şairin yaşam öyküsel betiminin parçaları olm ak olan, parlak genellem eler ya da duygusal tutum a ilişkin ifadelerin ötesinde hiçbir şey olm adıkları gerekçesiy­ le reddediyorlar. Bu yobazlar için, istatiksel ya da m antıksal olarak doğrulanabilir olm ayan bütün ifadeler, sözde en gerçek gerçekliğin ağırbaşlılığından uzak cicili bicili, hoş şenlik süsleriym iş: onların bilim anlayışları işte bu.

rv 82 rv Eğer böyle bir bilim adamı olm uş olsaydı, Shakespeare H am let’in ünlü tiradına şu uygun cüm leyle başlardı: “İçinde bulunduğum du­ rum, intiharın lehindeki ve aleyhindeki argüm anları dikkatle incele­ mem gereken bir durum dur. Bu arada, dile getireceğim ifadelerin 242


kendim ve kendim in şu anki durum u hakkında salt duygusal sözsel ifadeler olacağım ve başka herhangi bir kişi ya da durum hakkında herhangi bir ifadede bulunm am am , ya da yaşam öyküsel veri dışın­ da herhangi bir şey oluşturm a hevesine kapılm am am gerektiğini de asla akıldan çıkarm ayacağım .”

I-V 8 3 r v

N obis cum sem el occidit brevis lux, nox esi p erp etu a una dorm ienda. K ısa yaşam ım ız bir kez yanıp kül olunca, ölüm sonu gelmeyen bir uykudur. B u, tüm üyle doğrulanm ası m üm kün olm ayan bir ifade­ dir, am a doğrulanabilirliğin yanısıra başka standartların varolduğu­ nun bir kanıtıdır. İkibin yıl boyunca başka niçin sayısız kez anım ­ sansın ki?

rv 84 rv

Büyük şiir sanalının ‘parlak genellem eleri’ sözde-denklem ler ya da sözde-tanım lar değildir, çünkü özetledikleri ve tanım ladıkları şeyler ve heyecanlar varolurlar, ancak başka herhangi bir biçim de özetlenem ezler ya da tanım lanam azlar. H akkında çoğu şiirsel ifadenin ya­ pıldığı durum öylesine karm aşıktır ki, bunu ancak böylesine bir ifa­ de yapabilir. Tıpkı bir denklem in, sim gelerin üzerine temellendiği veriler konusundaki hatalardan dolayı yararsız olm asının kanıtlana­ bilmesi gibi, şiirsel ifade de ‘kabul g örm eyebilir’ çünkü yeterince akılda kalıcı değildir-anlam bilim sel olarak yeterince algılanabilir değildir ya da anlam bilim düzlem inin dışında, yeterince iyi ifade edilm iş değildir. D aha iyi şair daha kötüyü kabul etm ez.

r%>85 Şiirleri için özel bir sevgim in olduğu iki şair düşünüyorum : Catul­ lus ile Em ily D ickinson. Onların şiirleri varolm am ış olsaydı eğer, onlar hakkında hiçbir tarihsel ve yaşam öyküsel bilgi m iktarı, yap­ mış olabilecekleri hiçbir m üzik ya da resim , hatta (böyle bir şey 243


mümkün olsaydı) onlarla hiçbir görüşm e ve buluşm a bile, benim için şiirlerinin verdiği en derin gerçeklerinin, en hakiki gerçekleri­ nin kesin bilgisinin kaybını telafi edem ezdi. Keşke C atullus’un bir başı olsaydı, keşke Em ily D ickinson’ın acınacak haldeki bir fotoğ­ rafından daha fazlası, ve sesinin bir kaydı olsaydı: A m a bunlar, şi­ irlerinin yokluğunun sim gelediği yerine konulm azlığın yanında önem siz eksikliklerdir.

rv 86 <-v Şiir sanatı her yandan saldırı altındadır; bilim den gelen saldırıdan, öteki sanatlardan daha fazla etkilenm ektedir, çünkü bilim gibi an­ lamla uğraşm aktadır, gerçi genelde aynı durum lardaki anlam ya da teknolojik bilim le aynı am açlar söz konusu değildir. Ö teki sanatlar­ dan gelen saldırı altındadır, gerçi bu dolaysız olm aktan çok dolaylı­ dır; ve tarihsel durumdan gelen saldırı altındadır.

rv 87 rv Şiir sanatı çoğu kez m üzik ve resim gibi ‘uluslararası d ile’ sahip bir sanat olm adığı için küçüm senm ektedir. En kesin alete sahip olm a­ nın cezasını ödemektedir. A m a onu en açık, en az söm ürülebilir ve en az boyunduruğa vurulabilir sanat yapan bu alettir.

rv 88 rv Birçok kişi sanatlarının içinde bulunduğu m utsuz durum için şairle­ rin kendilerini suçlam aları gerektiğini ileri sürüyorlar. Şairler kuş­ kusuz müzik ‘d ili’ ile dilin kendisi arasındaki tehlikeli karışıklıktan ötürü suçludurlar-ve Sim geci H arekct’ten beri de suçlu olmuşlardır. B ir notanın kendi başına anlam ı yoktur, ama nota başka notalardan oluşan bir dizi içine konulduğunda sahip olduğu anlam her neyse onu kazanır ve o zam an bile, arm onik bir grupta ya da ezgi dizisin­ de, dinleyicinin m izacıyla, ırkıyla ve m üzik deneyim iyle bağlantılı olarak anlam ı değişiklik gösterecektir. M üzik, başlıca güzelliği ço­ 244


ğul anlam , hatta dilsel olm ayan çoğul anlam olan bir ‘dild ir’; kısa­ cası, m üzik bir dil değildir, öyleyse m etafor yanlıştır. A ncak şiir sa­ natı, anlam ı olm ası gereken bir dil kullanır; şiirdeki sözde ‘m üzikal’ araçların ço ğ u -ses yinelem esi, ses uyum u, yarım kafiye, kafiye-gerçekte ritim araçlarıdır, ölçü öğeleridir. Şiirin gerçek kardeşi, insanlık tarihinde m üzikten önce varolan danstır. S im gecilik-sonrası sanatlardaki karm aşık im gelerin ve belirsizliğin denetlenem eyen yaygınlığının bir kısmı, m üzik ile şiir sanatı arasındaki bu tarihsel karışıklıktan çıkm ıştır. MallarmĞ ile izleyicileri m üzikle şiir arasın­ da zoraki bir evlilik gerçekleştirm eye uğraşm ışlardır. W agner ve Debussy, m üziklerinin değişkenliğini, değişen akışını, parıltılı özü­ nü kendi sözcüklerine dökm eye uğraşm ışlar, am a sözcükler bu yü­ kü kaldıram am ışlardır; ve böylelikle, sözcük sesleri yeterince parıl­ dam ayacağı için, sözcük anlam ları parıldam ak zorunda kalmıştır. M allarm ö’nin yapıtlarının cesaretini ya da güzelliğini küçüm süyor değilim ; ancak bu karışıklığın bütün sanatlardaki pratik m odern so­ nucu şu olm uştur: Özgül anlam da ‘m odern’ ve yaratıcılık anlam ın­ da en geçerli olduğu ileri sürülen şey, sim geler kullanm ada beceri, onları dağıtm a yeteneği, m otifler kurm a ve m otifleri çözm e, dolam ­ baçlı olm a, basit bir toplam a yeterli olacakken anlam bilim sel bir di­ feransiyel hesap yapm aya girişmedir. Sonuç elbette modern ve ge­ çerli olabilir; olduğu gibi kabul etm em iz gereken şey özgül anlam ­ da ve en sıfatlarıdır.

<~v 89 rv Gerçi, bütün sanatlar gibi, şiir sanatı da gerçeklik görüşünü ortaya koyabilm ek için yoğunlaştırır, seçer, bozar ve vurgular; kesinliğinin ta kendisi ve dilsel anlam ın karm aşıklaştırıcı etkeni onu daha az do­ laysız kılar; ve brevis /ızv’un’ ve gelecek olan gecenin nevrotik bi­ çim de farkında olan bir çağda, okur kitlelerinin istediği dolaysızlık­ tır bu. A m a şiir sanatı yine de şimdi bile başka herhangi bir sanat­ tan daha fazla bir ulusun canlı ruhu, onun özel gizemidir. * (Lat.) Kısa ışık, (ç.n.) 245


<-V90 rv Eğer şu anda am acına daha uygun gözüküyorsa bunun nedeni, gör­ sel ve işitsel sanatları sunm adaki m ekanikleşm iş tekniklerin yol aç­ tığı ani tufanın, dünyanın her yanında genel bir dilsel kansızlığı, di­ lin bir güçten düşm esini ortaya koymasıdır. Evrimin bu aşam asında büyük ölçüde yeni özgürlüğüne kavuşm uş proletaryadan oluşm uş çoğunluk-onun için sanat hâlâ tem el bir gerçek kaynağından çok rastlantısal bir haz kaynağıdır-doğal olarak güzelliği düşünm ede, hayal etm ede ve dilsel anlam ı kavram ada bulabileceğinden daha kolaylıkla, güzelliği, işitmekte ve güzelliği görmektedir.

<-V91 rv Bu eğilim eğilim sistem lerim izde düzeltilebilir. Çoğu büyük okulla­ rın sanat ve müzik öğretm enleri vardır. Bir şiir öğretm eni en azın­ dan bunun kadar önem lidir; ve şiir yazm ayı öğretm e yeteneği dilbil­ gisi ve edebiyat öğretm e yeteneğiyle aynı değildir.

<-V92 rv Şiir sanatı için daha da uğursuz olan şey İkinci Dünya S avaşı’ndan beri yeni bir entelektüel türünün sayıca çok fazla ortaya çıkm ış ol­ masıdır. Bu entelektüel esas olarak sanatla, sinem ayla, fotoğrafla, giysi modalarıyla, iç dekorasyonla ve benzeri şeylerle ilgilidir. D ün­ yası renkle, şekille, yapıyla, m otifle, konum la, devinim le sınırlıdır; ve olayların ve nesnelerin gerçek entelektüel anlam ıyla (ahlâki ve toplum sal-politik) ancak asgari olarak ilgilenir. Böylesi kişiler ger­ çekte entelektüel değil, görsel aydınlardır.

rv 93 <-v G örsel aydın içerikten çok üslupla ilgilenir, ve anlam aktan çok gör­ m eye eğilim duyar. B ir görsel aydın polis tarafından makineli tüfek­ le taranan başkaldıran bir kalabalığı hissetmez-, onu sadece parlak haber fotoğrafı olarak görür. 246


rv 94 rv Şairler esas olarak düzenin ve anlam ın savunucularıdırlar. Eğer geç­ m işte çoğu kez gerçek insani düzenlere ve anlam lara saldırm ışlarsa, bunu daha iyi bir düzen ve anlam kurm ak için yapm ışlardır. M utlak gerçeklik, bizim görece insani görüş açım ızdan kaos ve anarşidir; ve şairlerim iz bizim nihai savunm a birliklerim izdir. Eğer şiiri, sa­ natlarım ız arasında ilgiye en az değer sanat olarak düşünürsek, en iyi dövüşen bölüklerini dağıtan generaller gibi oluruz.

rv 95 rv Şairin üzerine titre; sonuncusu ölene değin birçok büyük deniz ku­ şu var gibiydi.

247


XI

B ir e y d e k i A risto s

r v 1 fV

U m arım şimdi A ristos’a, şu an durum um uz için en iyi olan’a var­ m ak için ne çeşit kabullenişler, özveriler ve değişiklikler yapm am ız gerektiği açıktır. A ncak aristos sözcüğü aynı zam anda bir sıfattır ve bireye de uygulanabilir. Bu en iyi durum u elde etm ek konusunda ideal insan üzerine ne söylenebilir?

İlki ve en önde geleni onun her zam an aristos olacağını um am ayız. H epim iz baten Ç oğunluk’a aitizdir. A m a o üyelikten kaçınacaktır. Onun tüm üyle ait olduğu hiçbir örgüt yoktur; hiçbir ülke, hiçbir sı­ 248


nıf, hiçbir kilise, hiçbir siyasal parti. H içbir üniform aya, hiçbir sim ­ geye ihtiyacı yoktur; fikirleri onun üniform asıdır, eylem leri onun simgeleridir, çünkü o her şeyden önce bağlanm ış güçler dünyasında özgür bir güç olm aya uğraşır.

rv 3 <v Kendisi ile Ç oğunluk arasındaki farkın bir doğuş farkı ya da servet, iktidar yahut akıllılık farkı olmadığını bilir. Bu fark ancak zeki ve eylem e geçirilm iş iyilik üzerine tem ellcndirilebilir.

■V 4 rv

H er şeyin görece olduğunu, hiçbir şeyin m utlak olm adığını bilir. Tek bir durum u değil, birçok durum u olan bir d ünya görür. Onun için, hiçbir yargı ayakla kalmaz; ve o başkalarına sürekli olarak ka­ tılm ayacaktır, çünkü eğer başkalarına sürekli olarak katılırsa, bu ki­ şiler ne denli zeki, ne denli iyi niyetli olurlarsa olsunlar, o bir seçil­ m işler topluluğu, bir A zınlık oluşturm aya yardım eder. H er seçil­ m işler topluluğunun e r geç, iyi ereklere götüren kötü araçlara göz yum m aya sürükleneceğini tarihten bilir; o zam an bu kişiler bir se­ çilm işler topluluğu olm aktan çıkarlar ve sadece bir oligarşi olurlar.

rv 5 rv Istırabının, yalıtılm asının ve m utlak ölüm ünün zorunluluğunu kabul eder. A m a evrim in kontrol edilem eyeceğini ve tehlikelerin sm ırlanam ayacağını kabul etm ez.

rv 6 rv Biricik insani am acın hoşnutluk olduğuna; ve onun en iyi am aç ol­ duğuna, çünkü hiçbir zam an crişilem eyeceğine inanır. Çünkü ilerle­ m e insani hoşnutluğun düşm anlarını değiştirir, am a azaltmaz.

249


rv 7 rv

Ç oğunluk’un sadece kuşatılm ış bir ordu değil; eşitliğe aç, başkaldıran kuşatılm ış bir ordu olduğunu bilir. Çoğunluk, olasılıkla içinde hiçbir zam an varolam ayacağı mavi bir gökyüzüne erişebilm ek için boşu boşuna gayret harcayarak koskoca dem ir parm aklıklar arasın­ dan geçm eye uğraşan m ahkûm lar gibidir; oysa, tam arkalarındaki hücreleri hep, içinde doğru dürüst yaşanılm ayı bekler.

rv 8 rv

Hepimizin de binlerce uzlaşm az kutbun ya da çatışan etkenin kav­ şağında yaşadığım ızı bilir. O nların uzlaştırılm azlığı bizim hücrem i­ zi oluşturur ve bu uzlaştırılm azlıkla birlikte yaşam anın ve onu kul­ lanmanın keşfi ise bizim kaçışım ızı.

9 rv

Bütün dinsel ve siyasal inançların fa u le de m ieux,' yararlılıklar ol­ duğunu bilir.

rv 10 rV Ç oğunluk’un bir gözbağcının büyüsü altındaki bir kitle gibi olduğnu bilir, bu kitle görünüşte hiçbir şey yapam am akta, ama gözbağcının num aralan için bir m alzem e hizm eti görmektedir. Ve insanın gerçek yazgısının kendi başına bir büyücü olmak olduğunu bilir.

r v 11 rv

Ve bütün bu şeyleri bilir, çünkü kendisi Ç oğunluk’tan biridir.

-V

12 rv

İnsanın sınırlı özgürlüğünü kabul etm ek, insanın yalıtılm asını kabul * (Fr.) Daha iyisi olmayan, (ç.n.) 250


etmek, bu sorum luluğu kabul etmek, özel güçlerini öğrenm ek, ve sonra da onlarla bütünü insanileştirm ek: Bu durum için en iyisi budur.

251


Ek

Bu notların ve onlarda bulunan birçok fikrin ilk itici gücü, Herakleitos’tan geldi. H erakleitos, îsa ’dan beşyüz yıl önce Küçük A sya’da E fes’te yaşam ıştı. Burası kesin; geriye kalan her şey ise az çok ger­ çeğe yakın efsane. Y önetici sınıfa ait bir aileden olduğu, am a yönet­ meyi reddettiği; en iyi okullara gittiği am a kendi kendini eğittiğini iddia ettiği; çocuklarla oynam ayı yeğlediği ve seçkin çağdaşlarının parlak boş sözlerini dinleyerek dağlarda dolaştığı; Darius tarafından sarayına davet edildiği, am a reddettiği; bilmeceleri sevdiği ve ‘K a­ ranlık’ diye çağrıldığı; gününün kitlelerinden, Ç oğunluk’tan nefret ettiği ve sefalet içinde öldüğü söyleniyor. Öğretisinden geriye kalan her şey bir düzine sayfa içinde dile getirilebilir. A şağıdakiler öğre252


tisinin ana fragm anlarıdır, bazıları özgündür ve bazıları ise H ippokrates’in görüşlerinin süzgecinden geçmiştir. H erkes için aynı olan bu diinya, ne bir tanrı ne de bir insan ta­ rafından yaratılmıştır. Karşıt yararlıdır. Adaletsizlik olm asaydı, insanlar adaleti tanımazlardı. Savaş /bütün biyolojik çatışm alar/ adalettir, çünkü her şey Sa­ vaş aracılığıyla varolur. Başlangıç ve son aynıdır. U yuyanlar bile işçidir. K eraunos /gökgürüllüsü, kaos, rastlantı/ bütün şeyleri yönetir. D eğişiklik devinimsizliktir. Gördüğüm üz h er şey ölümdür. Tek ve biricik bilgelik. Tanrı adını alm ayı hem istem ek hem de is­ tememektir. İnsanlığın hiçbir kavrayışı yoktur; am a Logos' un /tanrısal yasa, evrim / vardır. H er zam an varolandan nasıl saklanabilirsin? . İnsanların bütün istediklerine sahip olm ası daha iyi değildir. İnsan, geceleyin bir ışık gibi, tutuşturulur ve söndürülür. Tanrı için, bütün şeyler iyi, adil ve doğrudur. Bazı şeylerin doğ­ ru, bazılarının doğru olm adığını düşünenler insanlardır. Ç oğunluk kendilerini en çok ilgilendiren şeye sırtını döner. Ç ok ünlü olan, ünlü olm ak nedir bilir ve başka bir şey bilmez. A ncak adalet yalancıları ve şarlatanları her zam an altedecektir. Çok öğrenm e anlam ayı öğretmez. Ç oğunluk ne dinlem eyi ne de konuşm ayı bilir. Çoğunluk, sanki evlerle konuşabileceklerm iş gibi imgelere dua eder. Tanrıları d a filozofları da anlamazlar. D ionysos /ritü el d in i/ cehennem le aynıdır. Çoğunluk, yaşam larının olaylarını yanlış yoru m lar; şeyleri öğ­ renirler; ve sonra onları bildiklerini düşünürler. Eşekler hile sam anın altından daha iyi olduğunu bilir. Logos /ev rim yasası/ her zam an her yerde olm akla birlikte. 253


Çoğunluk sanki, herkes kendine ait özel bir bilgeliğe sahipm iş gibi davranır. A d et ve doğa uyuşm az, çünkii çoğunluk âdeti doğayı anlam adan oluşturmuştur. B ir çocuk insan için neyse, insan Logos için odur. A ristos /H erakleitos’un iy i’yi oluşturan şeyler tanım ıyla iyi insan-yargı bağım sızlığı ve iç bilgeliğin ve iç bilginin ardında koş­ m a/ onbin kişiye bedeldir. B ilgelik bir şeyden oluşur—her şeyi her şey aracılığıyla neyin yönettiğin i biIm ekten. Uyanık olanlar /Tier bir aristos/ ortaklaşa bir dünyaya sahiptir­ ler, uyuyanlar /Ç o ğ u n lu k / her biri özel bir dünyada yaşarlar. Bütiin insanların tek bir kaygısı vardır: Kendilerini tanım ak ve. ağırbaşlı olmak. En biiyiik erdem, gerçeği doğanın sınırları içinde söylem ek ve yapmaktır. Bazen sadece tek bir kişiye itaat et. A ltın m adencileri çok kazarlar, az bulurlar. İfadeleri doğrulamak ve özgün ifadeler yapm ak eş. zekâ gerektirir. Geceyürüyiişçüleri /karanlığı sevenler/ M agi’ler /profesyonel aldalm acılar/, Bakhiis rahipleri ve fıç ı rahibeleri ve m üritler /seçim leriyle böbürlenen seçilm işler/ kötüdür. D insel ritler kutsal değildir. Bilgelik âşıklarının birçok şeyi bilm eleri gerekir. Kııru bir ruh en bilge ve en iyi olandır. İnsan en küçük şeyinden en büyük şeyine aşırılıkları yok ederek ve yetersizliklerine çare bularak büyür. D elphi kâhini ne gizler ne de bildirir, sadece işaretler verir. N e anlam ları var onların /sözde eğilim li kişiler/? Ünlü adları izliyor ve Çoğunluk'tan etkileniyorlar, oysa ünlü adlar arasında bir­ çok kötü ve az iyi adam olduğunu görmüyorlar. Am a aristos bütiin şeylerin üzerinde tek bir şeyi seçer-öliim lüler arasında ölümsüz ih­ tişam, oysa Ç oğunluk hayvanlar gibi m idelerini doldurur. B ir şehir yasalarına sıkıca nasıl bağlı kalırsa, insan da herkes için ortak olana sıkıca bağlı kalmalıdır. 254


Zam an, zar atan bir çocuktur. K öpekler de tanım adıkları bir adam a havlarlar /Ç oğunluk ve aristos/. E ğer beklem iyorsan, beklenilm eyeni bulam azsın. Yukarı çıkan y o l ve aşağı inen y o l ayıtı yoldur. Ç öm lekçiler ne ileri ne de geri giden, am a aynı anda her iki y ö n ­ de çalışan b ir tekerlek kullanırlar. K ozm os da böyledir. B u tekerlek üzerinde h er şeklin çöm leği yapılır, ancak her şey aynı m alzem eler­ den ve aytıı aletlerle yapılm ış olm asına karşın h içb ir iki parça öz­ deş değildir. Varolmayan varolanıaz. Varolmayan nereden gelsin ki? Ancak her şey en büyü k olası m aksim um ve en küçük olası m inim um öl­ çüsünde azalır ve artar. 'O luş' ve ‘y o k o lu ş p o p ü ler ifadelerdir; o n ­ lar gerçekte 'karıştırm a' ve ‘ayırm a’dır. O luş ve yo k oluş aynı şey­ dir. karıştırm a ve ayırm a aynı şeydir; artış ve azalış aynı şeydir; hepsi aynı şeyd ir ve bireyin her şeyle ve her şeyin bireyle ilişkisi de öyledir; a n cak görünüşlere karşın bütün şeylerin hiçbirisi aynı değildir. İnsanlar b ir kütük gördüler, biri iter, öteki çeker. Am a bunu yaparken aynı şeyi yaparlar. D aha a z yaparken, daha çok yaparlar, insanın doğası böyledir. A teş ve su birbiri için ve başka her şey için yeteıiidir. A m a her biri kendi başına, ne kendisi için ne de başka herhangi bir şey için yeteıiidir. H içbiri kusursuz efendi olamaz. A teş bütün suyu bitir­ diğinde, besinini yitirir, ve aynı şey tersinden de doğrudur. D evinim i azalır, durur, ötekinden geriye kalan saldırır. E ğ er her birine ege­ men olunsaydı. hiçbiri olduğu gibi olmazdı. A teş ve su, m aksim um ­ larında ve m inim um larında benzer derecede varolan her şey için yeter.

255


Sören Kierkegaard

Kahkaha Benden Yana L acivert K ita p b riÇ crİrm : Nedim Ç atlı/279 sayfu/lSBN 975-539-3I2-9

B üyük bir dehanın lanınm am ası elbette üzücü; am a yanlış tanınm ası daha da beter. Ne yazık ki K ierkegaard bu iki durum u da dram atik şe ­ killerde yaşadı ve y e r yer de yaşam aya devam ediyor. Yaşadığı dönem olan XIX . yüzyılda kendi insanları tarafından anlaşı­ lam adı: çünkü düşünceleri, eserleri onları kat kat aşıyordu. K icrkcgaard’ın üzerine örtülen ölü toprağından sıyrılıp varlığını yeniden göster­ mesi için X X . yüzyılın başlarını beklem ek gerekti: Yani “ birey” kav­ ram ının yavaş yavaş uç verdiği, özleri bir “sistem ” inşa etm eye dayalı felsefelerin çözülm eye başladığı bir zam an dilim ini. G eçtiğim iz yüzyıla dam gasını vuran pek çok düşünür ve yazar Kierkeg a ard ’dan önem li ölçüde yararlanm ışsa da, K ierkegaard’ı m erak eden okurlar onun "y an lış” bir kitabından başlam ak ya d a hakkındaki y anıl­ tıcı yorum ları ciddiye alm ak suretiyle b ir anlam da onu gözden kaçır­ m ışlardır. İşte bu kitap K ierkegaard’ı tanıdığını sananlar, hakkında şöyle bir fikri olanlar ya d a hiçbir fikri olm ayanlar için ideal b ir “ tanı­ tım ” kitabı. T anıyanlara ise kesinlikle “ yeni bir b akış” kazandıracak bir eser. K ierkegaard okuru birkaç şekilde şaşırtıyor: Ö ncelikle yüz elli yılı a ş­ kın zam an önce kalem e alm ış olduğu konular halen güncelliğini sü r­ dürüyor. Sözgelim i kam u, basın, özel hayat gibi kavram ları derinlem e­ sine ele alırken bugün de önem ini koruyan olağanüstü tespitler yapı­ yor. B unun dışında değişik karakterlerin ağzından tartışm a yaratacak sözler sa rf ediyor. Ö rneğin: "C an sıkıntısı bütün kötülüklerin anasıdır,” diyerek eğlenm enin görevim iz olduğunu ilan ediyor. D önem in etik, estetik, düşünsel ve doğrudan hayata d a ir alanlarında bayağılıklara karşı tek başına kıyasıya m ücadele etm iş bir adam ı (ye­ niden) tanım ak, “ sohbet” inden haz alm ak ve en nihayetinde K ierkega­ a rd 'a hakkını verm ek için Kahkaha Benden Yana diyoruz.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.