BÖLÜM 9
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ DÖNEMİ TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN AÇILIŞI SİYASAL VE ASKERİ GELİŞMELER Mustafa Kemal, İstanbul’un er ya da geç işgal edileceğini bildiği için gerekli hazırlıklarını yapmıştır. İstanbul 16 Mart 1920’de itilaf devletlerince resmi olarak işgal edildikten sonra Temsilciler Kurulu üyeleri ile bir durum değerlendirmesi yaparak, 17 Mart 1920’de Mustafa Kemal imzasıyla bütün kuruluşlara ve kamuoyuna açıklanan bir genelge ile, İstanbul’un işgalinin Osmanlı Devleti’nin hayatına ve egemenliğine son verdiği duyurulmuştur. Artık işlevini yerine getiremeyeceği açıkça görülen Mebuslar Meclisi’nin yerine, Erzurum Kongresi’nden beri savunulan “ulusal iradeyi egemen kılacak” bir meclisin oluşturulması gerekiyordu. Mustafa Kemal böyle bir meclisin nasıl toplanacağına ilişkin esasları kapsayan bir taslak hazırlamıştır. Bu taslağı hazırlarken de kolordu komutanları ile bazı valilerin de görüşlerini almıştır. Bu taslakta aşağıdaki hususular belirtilmiştir: 1- Ankara’da olağanüstü yetkili bir meclis,ulusun işlerini yürütmek ve denetlemek üzere toplanacaktır. 2- Bu meclise üye olarak seçilecek kimseler, milletvekilleri ile ilgili yasa hükümlerine uyacaklardır. 3- Seçimde sancaklar seçim bölgesi olacaktır. 4- Her sancaktan beş üye seçilecektir.
226
A.İ.İ.T.
Taslakta,
Adıyeke ve Diğerleri
genelgenin
alınmasından
en
geç
5
gün
içinde
seçimlerin
sonuçlandırılması düşünülmüş, ancak Komutanlar ve valiler bu sürenin çok az olduğunu belirterek bir aya çıkarılmasını istemişlerdi. Sonunda seçilenlerin 15 gün içinde Ankara’ya gelmelerine karar verilmiş ve İstanbul’daki meclis üyelerinden de Ankara’ya gelebileceklerin bu meclise katılmalarının zorunlu olduğu bu bildiriyle açıklanmıştır. Bu bildirinin yayımlanmasından sonra, Trabzon’da yeni seçimi olumsuz karşılayan bir görüş ortaya atılmıştır. Buna göre; yeni seçimlerin bu bunalımlı dönemde yeni bir mücadele ve muhalefete kapı açacağı bu yüzden bundan vazgeçip Temsilciler Kurulunun yeni üyelerle güçlendirilmesi önerilmiştir. Fakat tümen komutanı K. Alb. Rüştü’nün bu önerisi, bağlı bulunduğu Kolordunun Komutanı Karabekir’in tam yetkili bir milli meclisin gerekli olduğunu belirtmesi üzerine öylece kalmıştır. Mebuslar Meclisi’nin başkanı Celalettin Arif, Yozgat mebusu İsmail Fazıl Paşa, Kırşehir Mebusu Rıza ve Saruhan Reşit Ankara’ya gelmek için İstanbul’dan yola çıkmışlar ve 21 / 22 Mart gecesi Olağanüstü Meclisi’n toplanması girişimini olumlu karşıladıklarını bildirmişlerdir. Celalettin Arif Ankara’ya geldikten hemen sonra çalışmalarına başlayarak, 10 Nisan’da yeni bir seçimi Anayasaya aykırı bulmadığını belirterek, ulusal hakları savunmak isteyen herkesi Ankara’ya çağıran bir bildiri yayınlamıştır.
Ayrıca
çeşitli
devletlerin
parlamentolarına
da
birer
protesto
göndermiştir. Ankara’da toplanacak Olağanüstü Meclis için seçimlere 19 Mart 1920’de başlanmıştır. Ülke 66 seçim bölgesine ayrılmıştır. Ulusal Meclis ile ordu arasındaki işbirliğini kolaylaştırmak için üst rütbeli subaylarında seçime katılmaları uygun görülmüştür. Böylece başta Mustafa Kemal olmak üzere Ali Fuat (Cebesoy), Kazım Karabekir, Refet (Bele), İsmet İnönü, Fevzi Çakmak gibi paşalar milletvekili seçilmişlerdir.
227
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
Ankara’da ulusal meclisin açılma hazırlıkları sürdürülürken, ulusal görüşleri yayan araçların güçlendirilmesi ve ulusal bir ajansın kurulması girişimlerinde bulunulmuştur. Daha önce Sivas kongresi sırasında alınan kararları yaymak amacıyla İrade–i Milliye adı altında bir gazetenin yayımına başlanmıştı. Temsilciler Kurulu’nun Ankara’ya taşınmasından sonra bu gazetenin de artık Ankara’da yayın yapması istenmiştir. Ancak bu gazetenin yayın hakkını elinde bulunduranlar gazetenin Sivas’tan yayın yapmasını istediklerinden, Ankara’da 10 Ocak 1920’de yine ulusal egemenlik, ulusal irade kavramlarını yansıtan Hakimiyet–i Milliye adlı gazete yayına başlamıştır. Bu gazetenin adı 1934 yılında Ulus olarak değiştirilecektir. Önce haftada iki gün, sonra üç ve daha sonra yine iki gün olarak çıkan gazetenin sorumlu müdürlüğünü Recep Zühtü yapmıştır. İstanbul’un işgalinden sonra Yunus Nadi, Halide Edip gibi basındaki önemli kişiler Ankara’ya gelmiştir. Mustafa Kemal bunlardan o sırada çıkmakta olan Hakimiyet–i Milliye’ye yardım etmelerini istemiştir. Yunus Nadi bir süre sonra 12 Eylül 1918’den 13 Nisan 1920’ye kadar İstanbul’da yayın yaptığı Yenigün gazetesini Anadolu’da Yenigün adıyla Ankara’da yayınlamaya başlamıştır. Bu gazetelerden başka 6 Nisan 1920’de ulusal harekete ilişkin haberleri hem yurt içinde hem de yurt dışına doğru ve hızlı bir şekilde yayabilmek için Anadolu Ajansı adıyla ulusal bir haber ajansı kurulmuştur. Seçimlerin sonuçlanması beklenirken kamuoyunu Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin verdiği fetvalarla etkilemeye çalışan İstanbul hükümetine karşı önlemler alınması gerekliydi. Mustafa Kemal İstanbul’a kendi silahlarıyla karşılık vermek amacıyla ilk başta Ankara Müftüsü Rıfat Efendi (Börekçi) olmak üzere Anadolu’daki yüzelliüç müftünün imzaladığı bir karşı fetvayı yayınlattı ve yurdun en uzak köşelerine kadar dağıtılmasını sağladı. İşgal güçlerinin de desteği ile yayınlanan fetvaların bağlayıcı olmayacağı savunulmuştur. Bu fetva kamuoyunda endişelerin ortadan kalkması ve ulusal direncin artması konusunda çok etkili olmuştur.
228
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
Olağanüstü Ulusal Meclis için toplantı yeri olarak, Enver Paşa’nın 1916’da Ankara’ya gelişinde İttihat –Terakki Kulübü olarak yapımına başlanan ancak tam olarak tamamlanmayan bina düşünülmüştür. İlk olarak Fransız birliği oradan çıkarılmıştır. Binanın tamamlanıp bir toplantı salonu olarak düzenlenmesi görevi kolordu istihkam taburuna verilmiştir. Ayrıca bir çok kuruluşla,Ankara halkı da yardımcı olmuştur. Çatıya döşenecek kiremitler Ulucanlar’da ki bir ilkokul inşaatından sağlanmış, bunların yetişmediği yerde Ankaralılar kendi çatılarından kiremitlerini söküp getirmişlerdir.
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN AÇILIŞI Anadolu’da Olağanüstü Yetkilere Sahip Meclis’in açılış hazırlıkları sürerken İstanbul’da da 2 Nisan 1920’de Salih Paşa Hükümeti istifa etmiş, yerine Damat Ferit Paşa getirilmiş, bu yeni hükümet de 5 Nisan 1920’de yeni kabinesini açıklamıştı. Mustafa Kemal bunun ardından hemen bir bildiri yayınlayarak düşman süngülerine dayanan Damat Ferit kabinesini tanımadıklarını açıklamıştır. Damat Ferit Hükümeti işgal güçlerinin de desteği ile ulusal mücadeleyi engellemek için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Daha öncede söz ettiğimiz gibi dönemin Şeyhülislamından aldığı fetvalarla ulusal güçleri kafir ilan etmiş,11 Nisan’da Kuva-yi Milliye’ye karşı yaptığı hizmetler nedeniyle Ahmet Anzavur’u paşalık rütbesi ve Balıkesir Mutasarrıflığı ile ödüllendirilmiştir. Yine aynı gün Ankara’yı engellemek için dört ay içinde seçimleri yenilemek üzere Meclis–i Mebusan kapatmıştır. Oysa meclis kendi kendini çoktan kapatmış durumda idi. Ankara’daki hazırlıklar sürerken 13 Nisan’da Bolu ve Düzce’de ayaklanmalar başlamış ve en önemlisi 18 Nisan’da Kuva – yi Milliye birliklerine karşı Kuva-yi İnzibatiye adı verilen bir hilafet ordusu oluşturulmuştur. Bu ordunun amacı, ayaklananlara destek olmak ve Ankara da bir meclisin açılmasını engellemektir.
229
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
Görüldüğü üzere, Ankara’da bir yandan meclisin açılış hazırlıkları sürdürülürken bir yandan da yurdun dört bir yanına çıkan ayaklanmaların bastırılması için uğraşılıyordu. Meclisin açılış tarihi 22 Nisan 1920 Perşembe olarak düşünülmüştür. Ancak, Yunus Nadi ve Kazım Karabekir’in belirtiklerine göre şeriat yanlılarının olası suçlarına meydan vermemek düşüncesiyle açılışın Müslümanlarca mübarek sayılan Cuma gününe ertelenmesi uygun görülmüştür. 21 Nisan’da bir bildiri yayınlanarak meclisin 23 Nisan Cuma günü açılacağı bildirilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920 Cuma günü, Ankara Hacı Bayram Camii’nde yapılan bir dinsel törenden sonra açıldı. En yaşlı üye olan 75 yaşındaki Sinop milletvekili Şerif Bey, ilk oturuma başkanlık etti. Meclis’in ilk oturumuna, toplam 115 milletvekili katıldı. Bu sayı ileriki günlerde çoğalarak, zamanla 400’ü aşacaktır. 23 Nisan 1920’de Hacıbayram camiinde halkın da katıldığı Cuma namazını kılan milletvekilleri, sokakları dolduran Ankaralıların arasından yürüyerek meclis binasına gelmişlerdir. Kentte tam bir bayram havası esmektedir. Millet Meclisi binasının küçük salonun sıraları olmadığından, milletvekillerinin oturması için Ankara Lisesi ve Öğretmen Okulundan sıralar getirilmiştir. İlk oturum Sinop temsilcisi Şerif Bey’in başkanlığında açılmıştır. Şerif Bey, geçici başkan olarak şu konuşma ile ulusal meclisin açılışını yapmıştır: “ Burada bulunan saygıdeğer insanlar! İstanbul’un geçici kaydıyla yabancı kuvvetler tarafından işgal olunduğu ve tüm temelleriyle halifelik makamının ve hükümet merkezinin bağımsızlığının yok edildiği hepimizce bilinmektedir. Bu duruma baş eğmek, ulusumuzun bize sunulan yabancı köleliğini kabul etmesi demektir. Ancak, tam bağımsızlık ile yaşamak için kesin olarak kararlı bulunan ve ezelden beri özgür ve başına buyruk yaşamış olan ulusumuz kölelik durumunu son derece sertlik ve kesinlikle reddetmiş ve hemen vekillerini toplamaya başlayarak yüksek meclisinizi meydana getirmiştir. Bu yüksek meclisin en yaşlı üyesi olarak ve Tanrının yardımıyla ulusumuzun iç ve dış bağımsızlık içinde alın yazısının sorumluluğunu doğrudan 230
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
doğruya yüklenip kendi kendini yönetmeye başladığını tüm cihana ilan ederek Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum”. Şerif Bey açılış konuşmasında Temsilciler Kurulunun amaç ve ilkelerini belirterek, halifelik ve saltanatın yabancı baskısından kurtarılması gerektiğini dile getirmiştir. Çünkü o günlerin ortamında böyle bir siyaset izleme zorunluluğuna dikkat çekmek gerekir. Meclisin açılış konuşmasından sonra sözü alan Mustafa Kemal, gerekli komisyonların kurulmasını ve geçici başkan Şerif Bey’e iki yardımcı verilmesini önermiştir. Bu öneriler kabul edilerek, tutanakları inceleme komisyonu oluşturulmuş ve Şerif Bey’e iki milletvekili yardımcı olarak görevlendirilmiştir. 23 Nisan 1920’de yapılan ilk toplantıda 115 milletvekili hazır bulundurulmuştur. Meclisin üye sayısının belirlenmesi
ve
çoğunluk
sorunu,
ülke
koşulları
düşünüldüğünde
üzerinde
durulmayan bir konu olmuştur. T.B.M.M tutanaklarına bakıldığında üye sayısının, çok yönlü savaş koşulları ve kimi üyelerin de aynı zamanda orduda görevli olmaları ya da yerel yönetimlerde vali bulunmalarının bir sonucu olarak hayli inişli çıkışlı olduğu görülmektedir. Aslında her livadan beş milletvekili seçileceğine göre 66 livadan 330 milletvekili seçilmesi gerekmektedir. Ancak kimi livalarda seçim yapılmamış, kimi seçilenlerde Ankara’ya gelmemişlerdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 24 Nisan’da yaptığı toplantıda, Mustafa Kemal Paşa başkanlığa bir önerge vererek; Meclisin üstünde hiçbir gücün bulunmadığının benimsenmesini, Padişah ve halife yerine, geçici olarak da olsa, bir vekil atanmamasını, Meclise karşı sorumlu bir hükümetin kurulmasını, Hükümete, Meclis Başkanı’nın başkanlık etmesini ve Padişah ve halifelik makamının geleceğinin meclis tarafından belirlenmesini, istedi.
231
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
Bu önergenin kabulünden sonra, Mustafa Kemal TBMM Başkanlığınana seçilmiştir. 3 Mayıs 1920’de TBMM’nin seçtiği ilk hükümet, 5 Mayıs’ta onbir Bakan ile göreve başlamıştır. Bu Meclis, Türk tarihinde, ulusal egemenlik uygulamasını ilk gerçekleştiren meclistir. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bir çok niteliği ile Meclis-i Mebusan’dan farklıdır: İlk Meclis, çeşitli kesimlerden dünya görüşleri farklı insanları tek bir amaç etrafında toplamıştır. İlk TBMM, kurucu meclislerin sahip olduğu haklardan daha geniş haklara sahipti. Yukarıda esasları belirtilen önergenin ilk maddesinde, “hükümet kurmak zorunludur” ilkesini kabul etmekle ve 20 Ocak 1921 tarihinde Teşkilat-ı Esasiye adı verilen bir anayasa yaptığı için de kurucu bir meclis niteliğine sahiptir. Önergenin 4. maddesinde, kendisini ulusal iradenin en üstün temsilcisi olarak ilan etmiş, İstanbul Hükümeti’ni hukuken yok saymıştır. Millet Meclisi, kabul ettiği bu esaslarla yeni bir devlet kurmuş oluyordu. İlk Meclisin en önemli özelliklerinden biri güçler birliği ilkesine göre çalışmasıydı. Buna
göre
Meclis,
hem
yasaları çıkaran
hem
yasaları bizzat
uygulayan
durumundaydı. Zaman zaman da mahkeme gibi adli kararlar veriyor ve bu kararları bizzat uygulatıyordu. İlk meclisin böyle bir niteliğe sahip olmasının temel nedeni ise koşulların çabuk karar vermeyi ve verilen kararları derhal uygulamaya koymayı gerektirmesiydi. İlk Meclis, Anayasa’da kabul ettiği “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” şeklindeki birinci madde ile siyasal düzeni değiştirmiştir. Bu nedenle, ihtilalci bir niteliğe sahiptir. Ulusal birliğin sağlanması için vatanın kurtuluşunu ön planda tutmuş, Padişahlık ve Halifelik kurumlarına o günün koşulları gereği dokunulmamıştır.
232
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
TBMM’nin açılışı ile birlikte, ulusal egemenliğe dayalı yeni Türk Devleti doğmuş oluyordu. Birinci TBMM’nin iki temel hedefi, kesin zaferi kazanmak ve yeni devletin otoritesini güçlendirmek, kalıcılığını gerçekleştirmekti. Öncelikle, ülke topraklarının yabancı işgalinden kurtarılması gerekiyordu.
TBMM’NİN YAPISI VE ÇALIŞMALARI T.B.M.M.’nin ikinci toplantısını 24 Nisan 1920’de yapmıştır. Bu toplantıda açık oturumların yanısıra gizli oturumlarda yapılmıştır. Aynı gün Mustafa Kemal meclis başkanlığına seçilmiştir. Celalettin Arif Bey’de ikici başkan olmuştur ve bu oturumlarda Ankara meclisinin savunması gereken ilkeler açıklanmıştır. Buna göre; - Memleketi işgalden kurtarmak için bütün ulusal güçleri birleştirmek gerekmektir. - Artık temsilciler kurulunun görevi sona ermiştir. Bu nedenle alınan kararları yürütecek yeni bir örgüte gerek vardır. Bunun için meşru bir hükümet kurmak gerekmektedir ve yeni kurulacak hükümet, memleketin bunalımlı durumunun gereklerine uygun olmalıdır. - Meclis olağanüstü hal nedeni ile ulusun genel yönetimini doğrudan doğruya üstlenmek, memleketin ve halifeliğin kurtuluşunu sağlamak, korumak görev ve yetkisiyle kurulmuştur. Meclis ulusu temsil eder. Bunu için meclisin üstünde hiç bir şey yoktur. - Bu durumda ülkeyi yönetecek yasaları yapmak ve bu yasaları uygulamak meclise aittir. - T.B.M.M olağan üstü yetkiler ile toplandığından hem yasama hem de yürütme organıdır.
233
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
- Ancak milletvekillerinin arasından Yürütme Kurulu üyeleri seçilecek ve seçimlerden sonra oluşturulan kurul ülkeyi yönetecektir. - Meclis başkanı bu yürütme kurulunun da başkanı olacaktır ve yürütme kurulu meclise karşı sorumlu olacaktır. Görüldüğü üzere 24 Nisan 1920’de alınan kararlar yeni oluşmakta olan Türk Devleti’nin ilk anayasası olarak değerlendirilebilir. Burada kuvvetler birliğine dayanan bir hükümet öngörülmüştür. 25 Nisan 1920’de sekiz kişiden oluşan geçici bir hükümet kurularak, yine aynı gün Layiha Encümeni oluşturulmuş ve yeni hükümetin kurulması için bir yasa hazırlanmaya başlanmıştır. Beş madde halinde hazırlanan yasa taslağı milletvekillerinin onayına sunulmuş ve 3-5 Mayıs günlerinde yapılan seçimler sonucunda Yeni Türkiye Devleti’nin ilk hükümeti belirlenmiştir. Hazırlanan bu yasa taslağında şu hususlar yer almaktaydı: - Kurulacak hükümete İcra Vekilleri adı verilecek ve 11 kişiden oluşacaktı. - Her vekil meclisten salt çoğunlukla seçilecekti. - İcra Vekilleri arasında çıkacak anlaşmazlık TBMM’ce çözülecekti. Bu yasa taslağına göre oluşturulan TBMM’nin ilk hükümeti ise aşağıdaki kişilerden oluşmaktadır: Mustafa Fehmi Efendi
Bursa
Şeriye Vekili
Fevzi Paşa
Kozan
Müdafaa-i Milliye Vekili
Bekir Sami Bey
Tokat
Hariciye Vekili
Hakkı Behiç Bey
Denizli
Maliye Vekili
234
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
İsmail Fazıl Paşa
Yozgat
Nafia Vekili
Yusuf Kemal Bey
Kastamonu
İktisat Vekili
Celalettin Arif Bey
Erzurum Adliye Vekili
Cami Bey
Aydın
Dahiliye Vekili
Dr. Rıza Nur Bey
Sinop
Maarif Vekili Sıhhat ve İçtimai Muavenet
Dr. Adnan Bey
İstanbul
İsmet Bey
Edirne
Vekili
Erkan-ı Harbiye Umumiye Vekili
Mustafa Kemal’in seçim bildirgesi niteliğindeki 19 Mart 1920 tarihli genelgesi, Ankara’da toplanacak olan meclise, her siyasal görüşten olanların aday olmasına olanak tanımıştır. Seçimler sonucunda Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin gösterdiği adayların yanında, II. Meşrutiyet’ten beri süregelen ideolojik mücadelenin içinde yetişen ve o mücadelede yer alan kişiler de meclise milletvekili olarak girmiştir. Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığını sağlama amacıyla, Ankara’da Meclis çatısı altında bir araya gelen bu milletvekilleri içinde çok farkl1 görüşler olmasına rağmen, ilk aylarda birbirlerini pek tanımadıkları için gruplaşma ve kısır ideolojik mücadele olmamıştır. Ancak Meclis’in, anayasanın kabulü ile getirilen kuvvetler birliği sisteminin kuruculuk yapısını ve Hıyanet-i Vataniye Kanunu gibi yasalarla ihtilalci karakterini ortaya koymaya başlaması, meclis üyelerinin birbirlerini daha iyi tanımalarına yol açmş ve değişik düşüncelerin belirmesiyle, bütünlük ve birlik konusunda ayrılıkları başlamıştır. Milletvekillerinin çeşitli konularda verdikleri önergeler ve izlenmesi gereken yöntemler konusunda meclis kürsüsünden yaptıkları
235
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
konuşmalarda birbirlerini tanımalarında ve gruplaşmalarda etkili olmuştur. Bu durum, ımeclis çalışmalarını etkilemiş ve yasa çıkarılamaz hale gelinmiştir. 1921 başlarından itibaren iyice belirgenleşen bu gruplaşmalar; Halk zümresi, Tesanüd, İstiklal, Islahat, İttihatçı Grubu gibi adlar almışlardır. Halk Zümresi: : 5 Eylül 1920’de Meclis içinde oluşan bir gruptur. Bu gurub oluşturan milletvekilleri, Sovyet Devrimi’ni kendilerine örnek alarak Anadolu’da bu düzene özdeş bir düzen kurulmasını istemişlerdir. Tesanüd Grubu (Dayanışma Grubu): Milliyetçi milletvekilleri taraf1ndan kurulan bu grup, Meclis’te milletvekilleri arasında dayanışmayı amaçlamıştır. Grubun yönetim kurulu; Mazhar Müfit (Hakkari), Ferit (Çorum), İsmail Suphi (Burdur), Mustafa (Dersim), Rasim (Sivas), Yusuf 0zzet Paşa (Bolu), Dr. Suat (Kastamonu), Yusuf Ziya (Bitlis) Beylerden oluşmaktaydı. İstiklal Grubu: : Mustafa Kemal hayranı, ileri görüşlü 30-40 milletvekili taraf1ndan oluşturulmuştur. Meclis’te Terakkiperver-Milliyetperver akımı temsil edeceklerini açıklamışlardır. Islahat Grubu: Grup, 39 maddelik ve 12 bölümlük bir programla görüşlerini açıklamıştır. Amaçlarını; sosyal mutluluğu kurmak, dengeli güçleri altüst etmeksizin halkı yönetime ortak etmek ve yönetimi halkın gereksinimlerinin karşolanmasına hizmet edecek duruma getirmek, olarak belirlemişlerdir. İttihatçı Grup: İttihatçılar Meclis’te kurulan en sağdaki, en soldaki gruplarda, hiziplerde yer almışlardır. Kimleri Mustafa Kemal’in yanında yer alarak Kemalizm’in en iyi savunuculuğunu yapmış, kimileri de Enver Paşa özlemiyle ona karşı cephe almıştır. 1921 başlarında anayasa görüşmeleri sırasında, bir taraftan saltanat-hilafet yanlılarının muhalefeti ile karşılaşılırken diğer yandan da Enver Paşa, kurdukları İttihat ve Terakki Halk Şuraları Fırkası’nın programını Anadolu’da yayarak, İttihatçı ve Sosyalist kesimi kendi yanında toplamaya çalışmıştır.
236
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
Mustafa Kemal de ilk zamanlar, Meclis’teki gruplardan birine dayanarak Meclis’i çalıştırmak istemiştir. Ancak bunların hizipsel mücadelesinin ülke aç1sından tehlikeli boyutlara ulaştığını ve hiçbirinin sayısal gücünün Meclis’i istenilen düzeyde çalıştırmaya yetmediğini gördüğünden, sorunu geniş katılımlı ve programlı bir yeni grup oluşturarak çözmek isteyince bu da I. ve II. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grupları adını taşıyan iki büyük gruplaşmaya yol açmıştır. Birinci Grup ve Selamet-i Umumiye Komitesi: Mustafa Kemal, Meclis’te Birinci Grup ya da diğer ad1yla Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu adında bir grup oluşturmadan önce, tüm yurda yayılmış olan Müdafaa-i Hukuk örgütlerine genelge göndererek, bu örgütlerin ulus ve ülkeye daha yararlı olmalarını sağlamak için Meclis Başkanlığı ile ilişkilerini sıklaştırmasını istemiştir. Daha sonra ise, ilerici fikirleri benimsediğine inandığı milletvekilleri ile Ankara valilik binasında görüşmeler yapmıştır. Bu görüşmeler, 10 Mayıs 1921’de Mustafa Kemal’in başkanlığında 133 milletvekilinin katıldığı Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubunun kuruluşuna yol açmıştır. Bu grubun üye sayısı 261 üyeye ulaşmıştır. Grup kendilerini misak-ı milli’yi ödünsüz gerçekleştirmeyi isteyen ulusal egemenlik ilkesine dayalı anayasaya bağlı bir grup olarak tanımlamaktadır. Barışı, milletin ve yeni devletin gereksinimlerini anayasa çerçevesinde gerçekleştirmeyi hedefleyen bu grubun ilerici ve devrimci niteliklere sahip olduğu onlaşılmaktadır. Örneğin iç tüzüklerine göre “Grup üyeleri, amaçları olan ulusal bütünlüğün ve bağımsızlığın ancak idari ve iktisadi yaşamımızda yaratılacak bir devrimci cereyan ile tamamlanabileceği ve egemenliğin şartsız, koşulsuz ulusa özgü olduğu düşüncesinin uygulamada
gerçek
bir
duruma
getirilmesinin
zorunlu
bir
çalışma
içerdiği
kanısındadırlar”. İkinci Grup: Mustafa Kemal ve arkadaşlarınca, Müdafaa-i Hukuk Grubu ad1yla bir grubun oluşturulması ve meclisten devrimci yasa ve kararların çıkmaya başlaması, hükümet karşıtlarını ve tutucuları birlikte hareket etmeye itmiştir. Bir süre bu muhalifler, oluşturdukları bu gruba isim vermeden çalışmışlar, Malta’daki
237
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
tutukluların da TBMM’ye katılım1ndan sonra 1921 sonlarına doğru, İkinci Grup adını almışlaardır. İkinci Grup, birbirinden farklı amaç ve düşünceye sahip milletvekillerinden oluşmuştur. Örneğin, Şükrü Efendi koyu bir mürteci, Hac1 Tahir Efendi muhafazakar, Vehbi Efendi mutlakiyet yanlısı, Cemal Paşa yanlız Cemal Paşacı, Ali Şükrü, Hüseyin Avni İslamcı ve saltanatçıdır. İkinci Grup, 16 Temmuz 1922’de yaptığı 7 maddelik program1nda, meclis başkanlığı ile hükümet başkanlığının birbirinden ayrılmasını, bakanlar kurulu yönteminin usulünün getirilmesini, başkomutanlık yasalarında değişiklik yapılmasını, İstiklal Mahkemeleri’nin kald1rılmasını istemişlerdir. İkinci Grup hem ulusal egemenlikçi hem de özgürlükçü politika yanlısı görünmeye çalışmışsa da bu gruptaki İslamcı-saltanatçı milletvekilleri meclisin dilerse padişah1ıbile başa getireceğini söylemekten sakınmamışlardır. İkinci Grup 1922 ortalarında Birinci Grup’un seçtiği Fevzi Paşa başkanlığındaki hükümetin yerine Rauf Bey’in başkanlığında bir hükümetin oluşturulmasını sağlayacak kadar güçlülüğe ulaşmıştır. Bu süreç içinde T.B.M.M., iç güvenliği sağlamak, etkinliğini sürdürebilmek için bazı önlemler alma yoluna gitmiştir. Bir yandan yurdu düşman işgalinden kurtarmaya çalışırken diğer yandan da ülkenin geleceği ve etkin bir devlet konusunda kararlar almaya ve uygulamaya çabalamıştır. T.B.M.M.’nin açılmasından bir süre sonra çalışmalarını engellemek için bazı faaliyetler ortaya çıkmıştır. Bu faaliyetlerin başında askerden kaçma olayları ve ayaklanmalar gelmektedir. B.M.M’nin açılışından iki gün sonra 25 Nisan 1920’de Mehmet Şükrü Bey, meclisin kararları aleyhinde bulunanların ya da uymayanların vatan haini sayılmalarını ve bu kişilerin vatana ihanet suçuyla yargılanmalarını isteyen bir önerge vermiştir. Bu önerge 29 Nisan 1920’de Hıyanet-i Vataniye Kanunu haline dönüştürülerek kabul edilmiştir. Bu kanunu uygulamak üzere de 11 Eylül 1920’de İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur. Bu mahkemelerde ayrıca, asker kaçaklarının da durumları görüşülecektir. İstiklal Mahkemeleri ülkenin içinde 238
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
bulunduğu olağanüstü durumun ortaya çıkardığı mahkemelerdir. Üyeleri meclis üyelerinden
oluşmaktadır.
Milli
Mücadelenin
kazanılmasında
önemli
rol
oynamışlardır.
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ”NE KARŞI TEPKİLER VE
AYAKLANMALAR[1] Amasya Genelgesi ile ulusun bağımsızlığının, yine ulusun azim ve iradesiyle kurtarılacağı ilkesinin ortaya konması, Erzurum ve Sivas kongreleri ile bu yolda, siyasal, askeri, yönetsel örgütlenmeye ve ulusal bilinçlenmeye doğru gidilmesi karşısında, tahtını tehlikede gören Padişah daha başlangıçtan itibaren bu mücadelenin amansız düşmanı olmuştu. Bu nedenle İngilizlerle işbirliği yapmaktan geri kalmamış ve İngilizlerle en iyi anlaşan Damat Ferit Paşa’yı Sadrazam yapmıştı. Onun aracılığı ile de daha kongreler aşamasında M. Kemal’i, daha doğrusu ulusal örgütlenmeyi engellemek için her yola başvurmuştu. İngilizler Padişah aracılığı ile bu örgütlenmeyi boğmayı başaramayınca, Anadolu’daki ulusal hareketi etkisiz duruma sokmak için İstanbul’da Meclis toplanmasına razı olmuşlardı. Oysa bu Meclis Misak-ı Milli’yi kabul etti.Bunun üzerine, önceleri zayıf olan ayaklanmaları, daha sistemli ve güçlü bir silah olarak kullanma yoluna gittiler. İstanbul Hükümeti ve Padişah bu konuda İngilizlerle tam bir işbirliğine girdiler. Bu ayaklanmalar 1919 yılı sonunda dağınık ve etkisiz idiler, Fakat T.B.M.M.’nin açıldığı tarihlerde büyük tehlike durumuna geldiler. Osmanlı Hükümeti ve İngiltere, uzun savaş yıllarının, Türk Ulusu’nun üzerinde yarattığı bıkkınlıktan ustaca yararlandılar. Osmanlı Devleti’nin askerliği kaldırdığı ve vergilerin affedildiği propagandaları yapılıp, T.B.M.M.’nin halk gözünde otoritesini yıkmaya çalışıyorlardı. “Şeyhül-İslam Fetvası, Padişah Fermanı ve Hükümet Bildirisi” ile halkın dini ve geleneksel bağlılık duyguları Ulusal Mücadele’ye karşı kışkırtıldı. İç ayaklanmaların nedenleri, bu ayaklanmaların bastırılması için başvurulan yöntemlerin de nedenleri olacağından önemlidir. Bu nedenleri özetlersek: Uzun savaş
239
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
yılları yokluk, umutsuzluk yaratmış, asker kaçaklarının çoğalmasına yol açmıştır. Özellikle asker kaçakları, ayaklanmaların insan gücünü oluşturması bakımından ayrıca önem taşıyordu. Ulusal Mücadele, vatan savunması için bu yoksul ve bıkkın halka ağır fedakarlıklar yüklediği için halkta, bunlardan kaçma eğilimi doğuruyordu. Halife-Padişah’a olan dinsel ve geleneksel bağlılık bu makamı meşru tanıtıyor ve Ulusal Mücadele’yi gayrı meşru gösterenlerin etkili olmasına yarıyordu. Hürriyet ve İtilaf Partisi ve Hükümet M. Kemal’i ittihatçı ve Bolşevik olarak tanıtıyorlardı. Padişah iradesi olmadan asker ve vergi toplandığı, bunun kanuna aykırı olduğu ileri sürülüyor, Yunan ordusunun Halife ordusu olduğu propagandaları yapılıyordu. Ayaklanmalar İngilizler tarafından hazırlandığı ve yerli kaynaklarca beslendikleri için, bastırılması çok zor oluyordu. İsyancıların kuvvetli olduğu bölgelerde, halk onların Padişahı temsil ettiğine ve bu durumun sürekli olacağına inanıyordu. Bu nedenle bir çok yörede, halk ayaklanmaya katılıyor ve destekliyordu. 1920 yılının ilkbaharından yalnız dış düşman tehlikesiyle değil, ayrı bölgelerde birbirini izleyerek çıkan ayaklanmalarla uğraşıldı. Ayaklanma hareketleri Ankara’nın yakınlarına kadar geldi. Telefon ve telgraf telleri kesildi. İhanet, cehalet, kin, taassup bütün ülkeyi korkunç bir biçimde kapladı. Ayaklanmaların Ankara’yı bir çemlıer içine aldığı bir sırada, Yunanlılar da 22-23 Haziran 1920’de batıdan saldırıya geçtiler. İçten ve dıştan gelen saldırılar birbirinden uzak olmakla beraber, bir merkezden yönetiliyorlar ve sistemli bir biçimde T.B.M.M.’nin çökertilmesine çalışılıyordu. Hükümet bir dış saldırıya kuvvet gönderse, iç ayaklanmayı bastıramıyor, iç ayaklanmaya kuvvet gönderse dış saldırıya karşı koyamıyordu. Bu nedenle Ulusal Mücadele’nin en buhranlı yılının 1920 yılı olduğu açıkça ortada idi. İç güvenlik en önemli sorun olmuştu. Ayaklanmaların bastırılmasında, özellikle Kuvva-yı Seyyare Komutanı Çerkez Ethem ve Koçkiri Ayaklanmaları’na karşı Merkez Ordusu kuruldu. (Merkez Ordusu, Karadeniz Bölgesi’nde çıkan Pontusculuk hareketine karşı Anadolu’da asayiş ve güvenliğin sağlanması amacıyla 9 Aralık 1920’de 3. Kolordu lağvedilip, onun yerine kuruldu.). Kuvvet yoluyla ayaklanmaların bastırılması mümkün oluyor, fakat başka bir yerde yeni bir ayaklanmanın çıkmasına engel olunamıyordu. Bu durum, henüz ulusal birlik ve bilinçlenmenin gerçekleşmemesinden kaynaklanıordu. 240
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
M. Kemal Paşa, yayınladığı bildirilerle halkı yardıma çağırıyor, fakat etkili olmuyordu. Bu yüzden, ceza önlemlerin başvurulması zorunlu oldu. Daha Sivas Kongresi sırasında sert önlemler alınmıştı. Fakat yeterli olmamıştı. Batı Cephesi’ndeki ayaklanmaları bastırmakla görevli 56. ve 61. Tümen Komutanlarına, bozguncu, asi, kışkırtıcı görevini yapamayan askeri ve sivil görevlileri, suçlarına göre tart, hapis, idam gibi her çeşit cezaları uygulamak için olağanüstü yetkiler tanındı. Fakat bunlar da yeterli olmadılar. İç ayaklanmalar çok sert önlemlerle güçlük!e bastırılabildi. Bu ayaklanmaların özellikle bazıları T.B.M.M.’nin açıldığı tarihte bir merkezden sistemli
bir
biçimde
yürütülmüş,
olağanüstü
tehlikeler
yaratmışlardı.
Bu
ayaklanmalara daha sonra, Demirci Mehmet Efe ve Ethem’in Ayaklanmaları da eklendi. Bir yanda düşmanla, bir yandan da bu ayaklanmalarla mücadele edilmek zorunlu idi. Bazen aynı anda bir kaç yerde birden ayaklanma çıkıyordu. Bu ayaklanmaların bir merkezden yönetildiğini ve İstanbul Hükümeti’nin bunları kışkırttığını M. Kemal Paşa şöyle belirtiyordu: “Dikkatle üzerinde durulmaya değer bir husustur ki, sekiz ay önce,millet, Hey’eti Temsiliye etrafında toplanarak, Damat Ferit Hükümeti ile ilişki ve haberleşmelerini kesmiş iken, Ali Galip ‘in teşebbüsü gibi tek tük olaylardan başka, böyle genel bir ayaklanma olmamıştı. Bu seferki yaygın ve genel ayaklanmalar, sekiz ay zarfında, memleket içinde çok hazırlık yapıldığını gösteriyordu. Damat Ferit Hükümetinden sonraki hükümetlerle, millî şuurun korunması ve güçlendirilmesi için yaptığımız mücadelelerin ne kadar haklı nedenlere dayandığı, acı bir şekilde bir daha anlaşılmış oluyordu”. Kurtuluş Savaşı sırasında ulusal harekete karşı olan ayaklanmaların sayısı altmış kadardır. Bu dönemde bağımsızlık ve egemenlik için savaşanların uğraştığı belli başlı ayaklanmalar şunlardı: Ali Batı Ayaklanması (11 Mayıs-18 Ağustos 1919): Midyat bölgesinde aşiret reisi olan Ali Batı, Mondros Mütarekesi’nden sonra Cizre, Nusaybin, Savur, Mardin dolaylarında İngilizlerden aldığı destekle bir Kürt devleti kurmak için harekete geçti. 241
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
Bölgedeki bazı aşiretleri de egemenliğine alan Ali Batı 11 Mayıs’ta Nusaybin’e geldi. Kaymakam ve 24. Alay Komutanı kendisine yaptığı işin yanlış olduğunu söyleyerek öğütlerde bulundular. Ancak öğütleri dinlemeyen Ali Batı hapishanedeki tutukluları serbest bıraktı,halktan para toplamaya başladı. Öğütlerle yola gelmeyen Ali Batı üzerine kuvvet gönderildi. Yapılan çarpışmada Ali Batı öldürüldü ve isyan bastırıldı. (18 Ağustos 1919). Birinci Bozkır veya Zeynelabidin Ayaklanması (27 Eylül-4 Ekim 1919): Konya’da İkinci Ordu müfettişi olarak görev yapan Mersinli Cemal Paşa’nın Konya’dan ayrılması üzerine, Konya valisi Cemal Bey İstanbul hükümetinin bir valisi olarak Milli mücadeleye karşı tavır alarak hapishanedeki eşkiya ve katilleri serbest bırakarak silahlandırmış ve İtalyan işgal güçleriyle de temasa geçerek milli mücadeleye destek veren halkı sindirmeye çalışmıştır. Valinin bu tutumu üzerine Heyet-i Temsiliye adına Mustafa Kemal Paşa Albay Refet Bey’i Konya’ya gönderme kararı aldı. Konya halkı bu haberi duyunca Vali Cemal Bey’e karşı harekete geçti. Hayatının tehlikede olduğunu anlayan vali 27-28 Eylül 1919 gecesi İstanbul’a kaçtı. Halk Mehmet Vehbi Efendi’yi vali vekili seçti. Konya’da bu gelişmeler olurken Millî Mücadeleye karşı ilk kıpırdanma hareketlerinden biri Bozkır’da meydana geldi. Bozkır’da ortaya çıkan olayın tertipleyicisi Bozkırlı Zeynelabidin ve arkadaşlarıdır. Bu şahıs hem Vali Cemal Bey hem de İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurucularından olan İngiliz papazı Frew (Fru) ile yakın temas halindeydi. Bunların kışkırtmaları sonucunda 27 Eylül 1919’da Kürtoğlu Musa, Bademli Hacı Halil, Güzel Çavuş etraflarına topladıkları insanlarla Bozkır’a girerek jandarmaların silahlarını aldıktan sonra askerlik şubesinin depolarındaki silah ve cephaneleri de almışlardır. Asilerle çarpışma 28 Eylül günü Seydişehir’deki süvari bölüğünden gelen askerlerle gerçekleşmiş ve mevcut güçlerin yetersiz olması sebebiyle asiler duruma hakim olmuşlardır. Bunun üzerine asilere öğüt kurulu gönderilmiş ve Bozkır’a ulusal güçlerin gönderilmeyeceği garantisi verilerek isyancıların dağılmaları sağlanmıştır. 4 Ekim 1919’da asiler dağılmışlardır.
242
A.İ.İ.T.
Bozkır’da Zeynelabidin’in
Adıyeke ve Diğerleri
İkinci
Zeynelabidin
kışkırtması
ile
Ayaklanması yapılan
(20
Bozkır’daki
Ekim-4 birinci
Kasım
1919):
ayaklanmanın
bastırılmasından 16 gün sonra Zeynelabidin yetmiş kadar silahlı ve ikiyüz kadar silahsız insanla ayaklanarak Bozkır yakınlarına geldi. Kaymakamdan milli güçlerin Bozkır’a gelmemesini istedi. Bozkır kaymakamı durumu valiliğe bildirince; valilik bunların dağılmasını istedi. Zeynelabidin vilayetin isteğini yerine getirmeyerek Bozkır’a girdi. Telgraf hatlarını kesen asiler memurları da ilçe dışına çıkardılar. Yarbay Arif Bey’in komutasındaki kuvvetlerle asiler arasında Kızılkuyu’da, Apa’da, Dinek’te çarpışmalar meydana geldi. Asiler yenilgiye uğrayarak dağlara kaçtılar. Birinci Anzavur Ayaklanması (1 Ekim-25 Kasım 1919): Sivas Kongresi’nden sonra ulusal güçlerin birleştirilmesi ve Temsil Heyeti’nin başına Mustafa Kemal Paşa’nın seçilmesi hem İngilizlerin hem de İstanbul Hükümetinin Millî Mücadele karşıtı etkinliklerini hızlandırdı. Ulusal eylemi söndürmek ve harekete destek veren halkı sindirmek amacıyla Ahmet Anzavur Biga’da harekete geçirildi. Aslen Bigalı olan Anzavur binbaşılıktan emekli olmuş, saray ve hilafete bağlı, onların dediğini yapan bir kukla idi. Anzavur Ayvalık bölgesinde Yunanlılarla savaşıldığı bir sırada İngilizlerin isteği ile Biga, Gönen, Manyas bölgesinde yaşayan Çerkezleri ayaklandırmak için harekete geçti. Anzavur 12 Kasım 1919’da Susurluk’a geldi. Yunanlılar’la savaşacağını söyleyerek kışladaki silah ve cephanelere el koydu. Anzavur’un bu ihaneti üzerine 61. Tümen komutanı Albay Kâzım Bey Demirkapı sırtlarında Anzavur güçleriyle çarpıştı ve onu yenilgiye uğrattı. 15 Kasım 1919’da yenilgiye uğrayan Anzavur’u bölgeden tamamen temizlemek için Çerkez Ethem Bey görevlendirildi. Gönen’e kaçan Anzavur’u takip eden Ethem Bey 25 Kasım 1919’da Gönen’e gelince Anzavur Bayramiç köyüne buradan da Manyas tarafına çekildi. Anzavur ihanetine 1920 yılı başlarında da devam edecektir.
243
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
Şeyh Eşref Ayaklanması (26 Ekim-24 Aralık 1919): Şeyh Eşref Bayburt bölgesinde isim yapmış ve kurduğu tarikat vasıtasıyla Erzurum ve Sürmene bölgesine kadar etkisini genişletmiştir. Bayburt’un Hart köyünde oturan Şeyh Eşref’i Erzurum valiliği kaymakam yoluyla Erzurum’a çağırmış; ancak Şeyh hükümetin bu emrine uymamış müritlerini silahlandırarak halka korku ve dehşet saçmağa başlamıştır. Şeyh şeriat sahibi olduğunu, Allah tarafından gönderildiğini ve bütün evrenle savaşacağını etrafa dağıttığı bildirilerle ilan eder ve Cuma günü de adına hutbe okutur. 24 Aralık 1919 tarihinde Hart’a askeri kuvvet gönderildi. Şeyh ve ailesi çarpışmalarda ölünce diğer asiler teslim oldular. İkinci Anzavur Ayaklanması (16 Şubat-16 Nisan 1920): Millî Mücadele’ye karşı güçlerin etkinlikleri 1920 yılında da sürdüi. Özellikle Osmanlı Mebusan Meclisi’nde alınan Misak-ı Milli kararları İngilizler başta olmak üzere İtilaf Devletlerini harekete geçirdi ve İstanbul işgal edildi, Meclis dağıtıldı. Milletvekillerinin bir kısmı tutuklanarak Malta adasına sürgün edildi, bir kısmı da Ankara’ya geldi. Mustafa Kemal Paşa’nın Temsil Heyeti Başkanı olarak Milli Mücadele’nin yürütülmesindeki kararlı tutumu ulusal hareket karşısında olanları harekete geçirdi ve ulusal güçlerin örgütlenmesi önlenmek istendi. Bu amaçla Ahmet Anzavur tekrar harekete geçirildi. Bu arada Biga kaymakamı Köprülü Hamdi Bey Fransız askerleri korumasında olan Gelibolu yarımadasındaki Akbaş cephaneliğini basarak silah ve cephaneleri Yenice’ye taşıtmıştı. Biga’da ulusal hareketi bilinçlendirmeğe çalışan Hamdi Bey; halka baskı yapanlara da fırsat vermiyordu. Örneğin halktan zorla para toplayan Kara Ahmed’i ve adamlarını tutuklayıp cezaevine koymuştu. Ulusal güçleri güçlendirmek için Hamdi Bey gönüllü gençlerden birlikler oluşturmaya çalıştı. Kendisine destek için emrine 190. Alayın 2. Taburu da verildi.
244
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
Milli güçlerin ihtiyaçlarının giderilmesi için halktan para toplanması isteğine Pomaklar karşı çıktılar. Bundan istifade eden İngilizler de hemen ihanet şebekeleriyle temasa geçtiler. Özellikle Ahmet Anzavur’u tekrar Milli Kuvvetler aleyhine harekete geçirdiler. Anzavur Çerkez köylerini dolaşarak halkı isyana çağırdı. Bu propagandaların sonunda Pomakların başına geçen Gâvur İmam; Çerkezlerin başına geçen Şah İsmail topladıkları silahlı, baltalı, bıçaklı binikiyüz kadar kişiyle 16 Şubat 1920’de Biga’ya saldırdılar. Kışlayı basan asilere karşı fazla direnemeyen Pomak asıllı askerleri dağılınca Biga kolayca isyancıların eline geçti. Biga’daki olayları duyan Anzavur 17 Şubat 1920’de buraya gelerek isyanın başına geçti. Asiler Hamdi Bey’in yakın arkadaşı ve destekleyicisi Kâni Bey’i, Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey’i ve Üsteğmen Rıza Bey ile üç eri şehit ettiler. Kaymakam Hamdi Bey Yenice’deki cephaneliğin isyancıların eline geçmesini önlemek için Yenice köyüne hareket etti. Eminoba köyüne geldiğinde köylülerce tanınan Hamdi Bey Biga’ya götürülürken yolda öldürüldü. Hamdi Bey ile öldürülen diğer vatanseverlerin cesetlerini Belediye binasının bahçesine attılar ve buraya gelen İngiliz subaylarına gösterdiler.Yaptıkları ihanetin karşılığını almak için Şah İsmail İngiliz subaylarıyla birlikte İngiliz gemisine gider ve 5000 İngiliz altını ile geri gelir. İsyanın bastırılması için Balıkesir’de bulunan 61. Tümen komutanı Albay Kâzım Bey, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile birlikte topladığı gönüllüleri ve Demirci Efe güçleri Çerkez Ethem emrine verildi. Ethem Bey isyanı bastırmakla görevlendirildi. Susurluk-Gönen hattında Yahyaköy mevkiinde yapılan çarpışmalarda Anzavur yenilerek Karacabey’e, oradan da İngilizlere sığındı ve İstanbul’a kaçtı (19 Nisan 1920). Kuva-yı İnzibatiye’nin Kurulması ve Etkinlikleri:16 Mart 1920 tarihinde İtilaf Devletleri tarafından İstanbul resmen işgal edilmiş ve işgali takiben Damat Ferit Paşa tekrar sadrazamlık makamına getirilerek hükümeti kurmakla görevlendirilmişti. Damat Ferit iktidara geçer geçmez Milli Mücadele aleyhindeki var olan tutumunu daha da
245
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
hızlandırmış ve İngilizlerden aldığı destekle düzenli bir askeri birlik kurmuştur ki bu kuvvet “Kuvayı İnzibatiye” adıyla tarihe geçmiştir. Kuvayı İnzibatiye’nin kuruluş amacı 18 Nisan 1920 tarihli İstanbul hükümetinin çıkardığı kararnamede şöyle belirtiliyordu. “Devlet yasalarını uygulayan hükümet memurlarını zor kullanarak görevini yapmaya engel olan ve Kuvayı Millîye adını taşıyan eşkıyaları tepelemek için Kuvayı İnzibatiye, devletin silahlı kuvvetidir. Bu kuruluş Harbiye ve Dahiliye Bakanlıklarına bağlı olacaktır.” Kuvayı İnzibatiye kuvvetinin idaresi de Sadrazam Damat Ferit tarafından yürütülüyordu. Kuvayı inzibatiye güçlerinin başına Süleyman Şefik Paşa ile Ahmet Anzavur getirilmişlerdi. 17 Mayıs 1920 günü Anzavur Geyve istasyonuna hücum etti. Ali Fuad Paşa komutasındaki milli kuvvetlerden darbe yiyen Anzavur güçleri dağılarak İzmit’e çekildiler. Anzavur, güçlerine harcayacak parası kalmadığını ileri sürerek İstanğbul’a döndü. Ali Fuad Paşa Kuvayı İnzibatiye güçlerini yakın takibe aldığından 14 Haziran 1920’de Hereke ve Gebze üzerine kuvvet gönderdi. Kuvayı İnzibatiye güçleri yenilgiye uğratıldı. Bölgedeki İngiliz askerleri de Millî Kuvvetlerle bir çatışmayı göze alamadı. Sonuçta ulusal güçleri yok etmek amacıyla kurulan Kuvayı İnzibatiye güçleri başarıya ulaşamamış ve Harbiye Nezareti 25 Haziran 1920’de Kuvayı İnzibatiye birliklerini dağıtmak zorunda kalmıştır. Birinci Düzce Ayaklanması (13 Nisan-31 Mayıs 1920): Birinci Dünya Savaşı içinde eşkıya olaylarının yoğunlaştığı yerlerden birisi de Düzce yöresiydi. Burada devlet otoritesi gücünü kaybetmişti. Bazı Çerkez ileri gelenleri daha Kasım 1919’da Kuva-yı Milliye’ye karşı koymaya başlamıştı. Düzce yargıcı ve jandarma komutanı haydutlar tarafından öldürülmüş, silah deposu yağmalanmıştı. Bunun üzerine burada sıkıyönetim ilan edildi ve Binbaşı Mahmut Nedim Bey komutasında kurulan “Asayiş Müfrezesi” Kasım ayı sonunda Düzce’ye gelerek 79 kişiyi tutukladı. 1 Aralık 1919’dan, 31 Ocak 1920’ye kadar İzmit, Düzce, Bolu, Hendek, Zonguldak, Ereğli 246
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
dolaylarında 335 kişi tutuklandı. Fakat Mahmut Nedim Bey hem Ankara, hem de istanbul yanlısı görünüyor ve kararsız davranıyordu. Ankara’nın kendisine güvenmesi ve onun bu kararsız durumu, yörede İstanbul Fetvası ve Padişah Fermanı’nın çok etkili olmasını, hainlerin, Mustafa Kemal’in ikinci Padişah olmak istediği ve Padişah iradesi olmadan asker topladığı propagandalarıyla yıkıcı olayları hazırladı. Anzavur ayaklanmasının bastırılması için uğraşıldığı bir sırada Düzce’de yeni bir ayaklanma patlak vermek üzereydi. Bu kışkırtmaların sonunda 13 Nisan1920’de Düzce’nin Ömerefendi Köyü’nde toplanan Abaza ve Çerkezler silahlı olarak “Asayiş Müfrezesi” direnmeden asilere teslim oldu. Küçük rütbeli subaylar direndilerse de sayıları 4.000’e ulaşan asiler Düzce’yi aldılar. Asi elebaşlarından Berzek Sefer Bey Düzce Kaymakamı Maan Ali Bey (Emekli Binbaşı) Jandarma Komutanı,Koç Bey de Belediye Başkanı oldular. Bolu Mutasarrıfı kendilerini yatıştırmak istediyse de, verdikleri yanıtta istanbul’un vereceği karara göre hareket edeceklerini bildirdiler. 14 Nisan’da Beypazarı halkı da “Padişah nerede ise biz oradayız” diyerek ve cephaneliği ele geçirip resmi makamları baskı altına alıp, postaya el koyarak tavrını belirtirken, isyancılar 18 Nisan’da Bolu’yu da işgal ettiler. İsyancılar Padişah’a bağlı olduklarını ve Kuva-yı Milliye’ye karşı olduklarını bildirdiler. Bu durum karşısında Ankara’dan bir birlik gönderildi. Beypazarlılar bu birliğe karşı koydular. Beypazarı Müftü ve Belediye Başkanı Ankara’ya telgraf çekerek, asilerin kaçtığını ve ayaklanmaya katılanların aflarını istediler. B.M.M. bu isteği dikkate alarak ikinci birliğin hareketini durdurdu. Asiler verdikleri söze bağlı kalmayıp, ilk gelen birliğe saldırdılar. Bunun üzerine Gevye’de 24. Tümen Komutanı Yarbay Mahmut Bey 18 Nisan’da başladığı ileri harekatına devam ederek Hendek’e geldi. Fakat halk kendisine tepki gösterdi, köylere giden birçok Hendekli askerler aleyhine çok çirkin propogandalar da bulundular. 22 Nisan’da Hendek’de durum bu noktaya gelmişti. Düzce’ye doğru yola çıkan Mahmut Bey Nüften (Nuhveren) Boğazı’nda pusuya düşürüldü. Kendisi de Çerkez olan ve kan dökülmesini istemediği ve asi Çerkezlerin sözüne inandıgı için ateşi durdurdu. Fakat bu davranışı başta kendisi olmak üzere bazı subayların öldürülmesine ve tümenin dağılmasına, asilerin üstün gelmesine yol açtı. Safranbolu’da “Biz Padişah’ı isteriz” 247
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
diyen asiler duruma egemen oldular. Hendek’deki asiler Adapazarı’na yürümeye hazırlanırken, nasihat için gönderilen Adapazarı ileri gelenlerinden Sait ve Kazım Beyler asiler tarafından öldürüldüler. Bu gelişmeler üzerine, asileri desteklemek isteyen İngilizler, Şile’ye asker çıkardılar. Ayaklanma her geçen gün yayıldı ve Ankara’yı endişeye düşürmeye başladı. Olay yalnızca asilerin sayıları ile sınırlı kalmamış halk da Ulusal Mücadele’ye karşı çıkmaya başlamıştı. Ankara bir yandan askeri önlemler almaya başlarken, diğer yandan nasihat için Milletvekili Hüsrev ve Osman Beyleri gönderdi. Fakat asiler tarafından rehin alındılar. Nasihat Heyeti olumlu sonuç alamayınca, Çerkez Ethem, Binbaşı Nazım, Kaymakam Arif, Binbaşı İbrahim (Çolak İbrahim) komutasındaki birlikler ile Ali Fuat Paşa ve Rafet Bey emrindeki birlikler ayaklanma yöresine gönderildiler. Fakat bu sırada 14 Mayıs’da Yenihan’da da ayaklanma çıktı. Ayaklanmaları fırsat bilen Anzavur, Eskişehir-İstanbul yolunu ele geçirmek için Geyve Boğazı’ndaki ulusal kuvvetlere saldırdı. İsyanın bu kadar güçlenmesi üzerine Damat Ferit Paşa 20 Mayıs 1920’de İzmit’e geldi. İsyanın bastırılması için Çerkez Ethem, Binbaşı Nazım, Kaymakam Arif, Binbaşı İbrahim, Ali Fuat Paşa ve Rafet Bey emrindeki birlikler isyan bölgesinde asilerle mücadeleye başladılar. 25 Nisan’da Beypazarı, 2 Mayıs’ta Göynük alındı. Diğer taraftan isyanı bastırmakla görevli Kuvayı Millîye kuvvetlerinden Çerkez Ethem emrindeki kuvvetler 23 Mayıs’ta Sapanca ve Adapazarı’nı alarak asilerin ileri gelenlerini cezalandırdı. Çerkez Ethem kuvvetleri 26 Mayıs’ta Düzce’ye girdi. Ayaklanmayı çıkaranlar ve yönetenler idam edilerek Düzce isyanı bastırılmış oldu. Yenihan’da Postacı Nazım Ayaklanması: Bu arada, Yenihan da Postacı Nazım ve Çerkez Kara Mustafa’nın ayaklanması, Halife ve Padişah adına genişlemiş ve yayılmıştı. 14 Mayıs’ta 700 kişilik bir asi grubu halkı isyana kışkırttılar. Yakınlarda bulunan Sivas ve Tokat’ta yeterli askeri kuvvet yoktu. Bu nedenle ayaklanma Sivas'ı tehdit edecek duruma geldi. Asilei Zile’ye de saldırdılar. Zile Kalesi’ne çekilmiş olan askeri birlikler, halkın asileri desteklemesi sebebiyle teslim oldular. Ayaklanmayı Beşinci Tümen bastırmakla görevlendirildi. M. Kemal Paşa, gönderdiği emirde,
248
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
suçsuz olanların kasabayı terk etmelerini ve ulusal kuvvetlere sığınmalarına izin verilmesini, bu çağrıya uyulmazsa kasabanın topa tutulmasını bildirdi. Komutan kasabada 2.400 kişinin bulunduğunu, evlerin ahşap olması sebebiyle bu emri bir süre uygulamadı. Fakat verilen sürede asiler teslim olmayınca kasabayı topa tuttu ve 12 Haziran’da Zile asilerden temizlendi. Cemil Çeto Ayaklanması (20 Mayıs-7 Haziran 1920): Mondros Ateşkesi’nden sonra Doğu Anadolu’da Kürtçülük çalışmaları gösterenler olmuştu. Bir yandan İngilizler bunu kışkırtmış, bir yandan da bazı aşiret reisleri de bu yolda çalışmışlardı. Şeriatın kaldırılmak istendiği ileri sürülerek kışkırtıcılık yapılırken, kürtçülük propagandaları da etkili oluyordu. Fakat yine de büyük bir çoğunluk bunlara kapılmadı. 1920 Mayıs ayında Hıdranlı Aşireti Reisi Hüseyin Paşa Garzan çevresinde “Kürt Teali Derneği”nin bir beyannamesini dağıttı. Bu beyannamede, İtilaf Devletleri’nin Kuva-yı Millîye’yi dağıtacağı ve bir Kürdistan kurulacağı belirtiliyor, silahlanarak, hazırlıklı bulunulması isteniyordu. Hüseyln Paşa’yı misafir eden Bahtiyar Aşireti Reisi Cemil Çeto, başka aşiretleri de kürtçülük için kışkırtarak Garzan yöresinde güçlenmeye başladı. Reşkotan aşiretini de kendi yanına çekmek istedi ve hatta kendisine katılmazlarsa zarar görecekleri biçiminde tehdit etti. Fakat Reşkotan Reisi bu tehdide aldırmadı ve Hükümete sadık kaldı. Cemil Çeto harekete geçtiyse de,askeri birliklerin önlemleri karşısında dağıldılar ve Cemil Çeto 4 oğlu ile 7 Haziran 1920’de teslim oldu. Yozgat’ta
Çapanoğulları
Ayaklanması
(15
Mayıs-27
Ağustos
1920):
Ayaklanmalar B.M.M.’nin otoritesine karşı büyük bir yangın gibi yayılıyordu. DüzceBolu’da çıkan ayaklanmalar sürerken Yozgat yöresinde de ayaklanmalar başladı. Burada yaşayan Çerkezler Osmanlı Hanedanı’na bağlılıklarının etkisi sebebiyle, daha başından beri Ulusal Mücadele’ye karşı hoşnutsuz idiler. Fakat yine de ayaklanmanın patlak vermesinde en önemli etken Osmanlı Hanedanı’na bağlı Çapanoğulları’nın kışkırtıcıliğı oldu. Yozgat Mutasarrıfı Necip Bey, Heyet-i Temsiliye’nin emirlerini dinlemiyordu. Mutasarrıf, Allah’dan, Padişah’dan ve onların kanunlarından başka birşey tanımayacağını bildirmişti. Ankara’da Meclis’in toplanmasını da Padişah’ın
249
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
arzusuna ve kanunlara aykırı olduğunu ileri sürerek Ankara’ya telgraf göndermişlerdi. Mayıs ayı ortasından itibaren Çapanoğulları tarafından ayaklanma hazırlıkları yapıldığı duyuldu ve Kuvva-yı Milliye burada önlem almaya gerek gördü. Antep’te bulunan KıIıç Ali Bey 80 kişilik bir birlikle Yozgat’a getirildi ve Çapanoğulları gözetim altında tutulmaya çalışıldl. Ancak Vali Yahya Galip Bey bu önlemleri yerinde bulmadığı gibi Çapanoğulları’nın evlerine konan nöbetçileri de kaldırdı. Fakat Ankara tutuklanmalarını isteyince, Mutasarrıf kaçmalarına fırsat verdi. Çapanoğulları’ndan Celal, Edip, Salih, Halit Beyler yörenin azılı eşkıyasından Aynacıoğulları ve Deli Ömer’i yanlarına alarak ayaklandılar. 14 Haziran’da Yozgat’ı işgal ettiler. 23-24 Haziran’da Boğazlıyan da asilerin eline geçti. Ayaklanmanın bu kadar kuvvetlenmesi üzerine, mezhep kışkırtıcılığı propagandaları yaygınlaştı. Tehlike gittikçe büyüyünce, Çerkeş’de bulunan Rafet Bey hemen Çankırı’ya yollandı. Cerkez Ethem, M. Kemal, Fevzi Paşa’lar ve İsmet Bey ile görüştü. Ankara’nın elinde yeterli kuvvet olmadığını gören Ethem, Paşalara karşı tehdit dolu bir şekilde konuşup, sert biçimde eleştirdi. Fakat ayaklanmayı bastırma önerisini kabul etti. O yokken Batı Cephesi sorumluluğunu Fevzi Paşa yüklendi. Ayaklanmayı bastırmak üzere Genelkurmay Başkanlığı’nca 19 Haziran’da görevlendirilen Ethem, 23 Haziran’da Yozgat’a geldi. Ulusal kuvvetlere karşı silah kullanan Ermenileri de cezalandırdı. 25 ve 27 Haziran’da asilerle yapılan çatışmada, asiler büyük kayıp verdiler ve dağıldılar. Suçlular sert şekilde cezalandırıldılar. Alevi dedesi Galip Dede, asi olduğu halde cezalandırılmadığı için, asilerin bundan sonra Alevileri aldatmaları mümkün olmadı. Galip Dede, bütün gereksinimini sağladığı 400 kişilik bir kuvveti Kuvva-yı Milliye’nin emrine verdi. 22 Haziran’da Yunan saldırısının başlaması üzerine Ethem Bey çağırıldı. Ayaklanmanın elebaşlarının yakalanmadan Ethem kuvvetlerinin geri çağırılması, af edilmiş olan bir çok asinin fırsat bulmasına yol açtı. 500 kişi 5-6 Eylül gecesi Kuvva-yı Milliye emrinde çalışmayacağını söyleyerek birliklerini terk ettiler. Bunun üzerine asiler de çevrede ayaklandılar. Asiler Amasya ile Tokat arasında yağmaya başladılar. Kırşehir’in bazı köylerinde de jandarmaya karşı direnme görüldü. Bunun üzerine
250
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
Eskişehir’de bulunan “İkinci Kuvva-yı Seyyare” (Ethem Kuvvetleri) ayaklanmayı bastırmakla görevlendirildi. Asilerle yapılan savaşlar kazanıldıysa da kökleri kazınamadı.
Küçük
gruplar
halinde
soyguna
devam
ettiler.
19
Ekim’de
Akdağmadeni’ni bastılar. Fakat zamanla güçleri azaldı ve 30 Aralık 1920’den sonra dağıldılar. Yozgat’ta çıkan ayaklanma böylece bastırıldı. Batı cephesinde Yunan saldırıları ilerleyince Ethem Bey Yozgat’tan geri çağrıldı. Milli Aşireti Ayaklanması (1 Haziran-8 Eylül 1920): Bir başka kürtçülük olayı da Milli Aşireti’nin ayaklanması oldu. Osmanlı Devleti Kürtlere karşı daima hoşgörülü davranmış ve devletin önemli mevkilerine bile getirmişti. Gerek Meşrutiyet döneminde gerekse B.M.M.’nin açılmasından sonra Meclis’e seçilmek hakları vardı. B.M.M.’ne katılan Yusuf Ziya Bey, Cibranlı Halit Bey’le dostluk kurdu. Halit Bey, Haziran 1920’de Kürt aşiretlerini, “birlik halinde bulunmadıkları için altı yüz yıldır Türk egemenliğinde yaşadıklarını şimdi kurtuluş gününün geldiğini ve silahlanarak harekete geçmeleri için kışkırtıyordu. Ankara’da kurulan Hükümet’in Padişah’ı tanımadığı ve bu Hükümet’in Yunanlılar tarafından ortadan kaldırılacağını yayıyordu. Bu yolda yapılan kışkırtmalar bazı aşiretleri etkiledi. Yüzyıllardır bir arada yaşayan, birbiriyle kültür ve kan bağı ile bağlı olan aynı soydan gelen bu yörenin halkı arasına da İngiliz etkisiyle kışkırtıcılık tohumları saçılıyordu. Bu propogandalardan etkilenen Milli Aşireti, güneydeki İtilaf Devletleri ile ilişki kurdular ve Fransızlar’ın Urfa’ya ikinci kez saldırdıkları sırada, fırsattan yararlanarak, ayaklanıp Siverek’e doğru yürüdüler. Fakat burada bulunan Beşinci Tümen 19 Haziran’da üzerlerine gidince, asiler Suriye’ye kaçtılar. Suriye’de yeterli derecede hazırlanan asiler 24 Ağustos’ta 3.000 atlı ve deveti, 1.000 yaya kuvvetle Viranşehir’e girdiler. B.M.M.’ne karşı harekete geçtiklerini ilan ettiler. Dersim ve Elazığ yöresindeki bütün aşiretlerin başı olduklarını iddiaya başladılar. Fakat bu yöredeki aşiretler bu iddiaları yalanladılar. “Din ve kan kardeşi” kabul edilen Türk ve Kürtlerin alın yazılarının aynı olduğunu, İngiliz ve Fransız parası ile sokulmak istenen düşmanlığın yıkılması için çalışacaklarını
251
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
açıkladılar. Bu durumda Beşinci Tümen, Hükümete bağlı aşiretlerin de yardımıyla asileri ikinci kez yendi ve “Milli Aşireti” tekrar çöle kaçtı. İkinci Düzce Ayaklanması (19 Temmuz-23 Eylül 1920): Bolu ve Düzce’de çıkarılan ayaklanmalar bastırılmış ve huzur sağlanmıştı. Ancak bu sırada Yozgat’ta Çapanoğulları ayaklanınca Ethem Bey ile Binbaşı İbrahim ‚olak emrindeki kuvvetler Yozgat’a gönderildi. Diğer taraftan Yunan güçleri de Uşak ve Bursa yönünde ilerleyerek, Bursa’yı işgal ettiler. Yunan güçlerinin ilerlemesi üzerine DüzceğBolu bölgesindeki Binbaşı Nazım Bey emrindeki güçlerin önemli bir bölümü de cepheye gönderildi. Batıda Yunan saldırısı devam ettiği sırada dörtyüz kadar Abaza ve Rum harekete geçerek Nuhveren (Nüfren) ve Efteni çevresinde bazı olaylar çıkardılar ve Abazalar 8 Ağustos 1920’de Düzce’ye girerek kaymakam vekilini, jandarma komutanını, Düzce bölük komutanını, subay ve erleri tutukladılar. Asiler Düzce’ye hakim oldular. Kadı Kemalettin’i kaymakam vekili yaptılar. İsyanın
bastırılması
için
Düzce’ye
kuvvet
gönderildi.
İsyanın
Bolu’ya
sıçramaması için de önlem alındı. Diğer taraftan Ali Fuat Paşa Abaza ileri gelenlerine aracılar göndererek ayaklanmadan vazgeçmelerini ve kan dökülmemesini istedi. Görüşmelerden olumlu sonuç alındı ve Abaza reisleri hükümetin emirlerine itaat edeceklerini bildirerek af dileğinde bulundular. 40 elebaşı tarafından imzalanan anlaşma metni 2 Eylül 1920’de Ankara’ya gönderildi. Ayaklanma daha fazla kan dökülmeden 23 Eylül 1920’de sona erdi. Konya’da Delibaş Mehmed Ayaklanması (2 Ekim-15 Kasım 1920): Bozkır’da Zeynelabidin tarafından daha önceleri çıkarılan ayaklanmalar Konya ve çevresinde bir huzursuzluk ortamı oluşturmuştu. Bozkır olaylarının yatışması, Büyük Millet Meclisi tarafından gönderilen öğüt kurulları Konya halkı üzerinde Kuvva-yı Milliye aleyhindeki tavırları ortadan kaldırmıştı. Ancak İtilaf Devletleri ve İstanbul Hükümeti Kuvva-yı Milliye aleyhindeki tavırlarını devam ettirdiklerinden Konya’daki bu huzur ortamını bozmak için tekrar harekete geçtiler. İngiliz Muhipler Cemiyeti üyesi Sait Molla ve Teali İslâm Cemiyeti üyesi Zeynelabidin Efendi Konya’da isyan çıkarmak
252
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
için harekete geçtiler. İsyanda Rum ve Ermenilerle de işbirliği yapılması fikrini kabul ettiler. Zeynelabidin ve Molla Sait halka Milli Kuvvetler aleyhine, Meclis aleyhine propagandaya başlayarak Kuvayı Milliyenin İttihatçılardan oluştuğunu söyleyerek şunları söylemişlerdir: “Bugün Ankara’da türeyenler, kendilerine millet ve memleket hâdimi ve halâskârı süsünü verenler, dün bütün varlığımızı eriten, kanımızı iliğimizi emen, İttihatçılardan başka kimseler değillerdir. Bunlar kendi keselerini dolduracaklar. O, bitmez tükenmez varlıklı yedi düvele, hiç bizim karşı koyacak kuvvetimiz var mı? Karşı geldikçe başımıza bu felaketler gelmektedir. Başımızda yedi evliya kuvvetinde bir Hakan, altı yüz senelik şerefli bir varlığa dayanan koskoca bir sultan var. O dilediğini ferman eder, bildiğini işler, bize böyle dikbaşlılık etmek, ileri geri sözler söylemek değil, elbette ki, o mübareğin her buyruğuna baş eğmek düşer. Bu Allah’ın emridir.” Diğer taraftan Hürriyet ve İtilaf Fırkası üyesi olanlar da Kuvayı Milliye’nin köyleri soyduğunu, İzmir ve Batı vilayetlerini işgal eden ordunun Yunan ordusu olmadığını, burayı işgal eden güçlerin Halife ordusu olduğu propagandasını yaptılar. Bu propagandalarla ortamı hazırlayan vatan hainleri Delibaş Mehmed ile temasa geçerek ayaklanmanın O’nun tarafından yapılmasını sağladılar. 2 Ekim 1920 günü Çumra’dan hareket eden Delibaş Mehmed İçeri Çumra’ya geldiğinde telgraf hatlarını kesti. Asiler ellerinde kılıç, sopa, kama, av tüfeği vb. aletlerle Konya’ya yürüdüler ve 3 Ekim’de şehre girdiler. Hükümet konağını işgal eden asilerle çarpışma akşama kadar devam etti. Hükümet konağını koruyan polis ve jandarmaların cephanelerini bittikten sonra Delibaş, hükümet binasına girdi. İsyancılar resmi
binalar dışında Kuvayı Milliyeye taraftar olan vatanseverlerin
evlerine de baskınlar düzenleyerek yağmaladılar. Mazlumzade Osman Efendi’yi vali seçtiler. Jandarma ve polis müdürlüklerine de istediği kişileri tayin ettiler. Delibaş tarafından çıkartılan ve Konya çevresinde de yayılan ayaklanmanın bastırılması için Kolordu Komutanı Derviş Paşa ve İçişleri Bakanlığı görevini de 253
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
yapan Albay Refet Bey görevlendirildiler. Asilerle yapılan çarpışmadan sonra 6 Ekim 1920’de şehre girilerek şehir asilerden temizlendi. Pontus Sorunu: M.Ö. 281’de Samsun-Trabzon arasında bir Pontus Krallığı kurulmuş fakat Romalılar buna M.S. 63’de son vermişlerdi. Bizans zamanında ise Kommen Ailesi, 1203 yılında bir Kırallık kurmuşlardı. Selçuklular zamanında ise Sinop ele geçirildi. Trabzon kuşatıldı ve Türklerle Pontus ilk kez mücadeleye başlamış oldular. Daha sonra Türklere, Moğollara vergi vererek varlıklarını sürdürdüler. Uzun Hasanla anlaşmış olan Pontus Krallığı’na, Fatih Sultan Mehmet 1461’de son verdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküntüye başlaması sonucu, bünyesindeki çeşitli Hristiyan azınlıklar gibi, bu bölgedeki Rumlar da “Pontus Devleti”ni yeniden kurma çalışmalarına başladılar. Bunda dış etken oldukça büyüktü. Merzifon’daki Amerikan Koleji öğretim ve idare kurulunun çalışmalarıyla 1904’de “Pontus Derneği” kuruldu. Çalışmalarını arttırarak kısa zamanda Anadolu’da yaygın bir örgüt haline geldi. Ayrıca “Mukaddes Anadolu Rum Cemiyeti” adıyla, terörcü ikinci bir dernek daha kuruldu. 1920 yılında Pontus çetelerinin tehlikesi karşısında Merkez Ordusu kurulduktan sonra, Koleje yapılan bir baskında, Pontus haritaları ve buranın Yunanistan’a katılmasına ait çeşitli kitapIar ele geçti. Durum, Kolejin Amerikalı yöneticisi White’ın yazmış bulunduğu bir mektubun ele geçmesiyle açıkça anlaşıldı. Mektupta Müslümanlık, Türklerin liderliğinde, Hristiyanlığın en büyük düşmanı olarak gösteriliyor ve Türkiye’nin parçalanması amaçlanıyordu. Pontusçular bastırdıkları haritalarda, merkezi Samsun olmak üzere, Batum’dan İnebolu’ya ve Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve Erzincan’ı içine alan topraklar üzerinde Pontus Devleti kurmak istiyorlardı. Yunan “Megalo İdea” sının genişliği ve Türkiye için ifade ettiği tehlike açıkça ortadaydı. Bir yandan Ege Bölgesi’ni, diğer yandan Doğu Karadeniz’i de ele çeçirmeye çalışıyordu. Yunanlıların sistemli çalışmaları ile son elli yıl içinde Samsun çevresine 30.000 Rum getirilmişti.
254
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
Birinci Dünya Savaşı’nda burada yaşayan Rumlar Yunanistan ve Rusya yararına casusluk yaptılar, Türk cephesi gerisinde düşmanlıktan geri kalmadılar. Ruslar Trabzon’u işgal edince, Rusları coşkuyla karşıladılar ve Trabzon Metropoliti Hrisantos şehir yönetimini ele geçirdi. Bu fırsattan yararlanan Rumlar serbestçe silahlanmaya başladılar. Rus ordusuna katılan Rumlardan bir gönüllü tümen kuruldu. Ancak 1917 Bolşevik Devrimi üzerine bu tümen de dağıldı. Mevcudu 12.000’e varan bu tümen, biraz daha çalışarak iki üç kat artabilirdi. Nondros Ateşkesi sırasında bu tümenin dağılmış olması İstiklal Savaşı başlangıcında büyük bir şanstı. Rusların çekilmesinden sonra Pontusçuluk yine gizli duruma geldi. Paris Barış Konferansı sırasında Rumlar çok yoğun bir propandaya giriştiler. Samsun yöresinde Müslümanların Hıristiyanları katlettikleri iddialarını ileri sürdüler. Diğer yandan yalan nüfus üstünlüğü iddialarında da bulunuyorlardı. Hatta buradaki Rumların, bu katliamdan kurtulmak için, Bolşevik tehlikesine rağmen Rusya’ya göç ettiklerini ileri sürüyorlardı. Troçki’ye de bir mektup yazarak, Pontus Cumhuriyeti’nin kurulması için yardım istediler. Birinci Dünya Savaşı sırasında, seferberliğe gelmeyen veya kıtalarından kaçan Rumlar dağlarda çeteler kurmuşlardı. Yalnızca Bafra yöresinde ll Rum köyünden 1.500 silahlı Rum çetecisi çıkmıştı. Rumlar Türk köylerine saldırarak öldürme ve yağmaya başladılar. Mondros Ateşkesi’nden sonra ise Yunanistan’dan getirilen silahlar ve destek sayesinde kuvvetlendiler. İngilizler de kendilerini destekliyordu. Bundan yararlanarak Türk köylerine saldırıları çoğaldı. Yalnız Samsun yöresinde 700’den çok Türk’ü öldürüp, yağma ve tecavüzde bulunmuşlardı. Rumlar’ın bu şekilde saldırıları karsısında Türkler de kendilerini korumak için çeteler kurdular. Bunların en önemlisi, Topal Osman Ağa çetesiydi. Bu daha sonra İstiklal Savaşı’na büyük yararları dokunacak bir kuruluştu. Bunlara karşı alınan önlemler yetersiz görüldüğü için 24 Nisan 1920’den sonra Merkez Ordusu kuruldu. 10.000 kişilik ordu 1921’de tenkil (bastırma) harekatına başladı. Samsun’daki Metropolit ve papazlar, yıkıcı çalışmaları yüzünden İstiklal
255
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
Mahkemesi’ne verildiler. Merkez Ordusu’nun mevcudu 1922’de 20.000’e çıktı. Pontus tehlikesi ancak Şubat 1923’te kesinlikle ortadan kaldırılabildi. 10.886 çeteci yakalandı ve 11.188 asi öldü. Geri kalan Rumlar Yunanistan’a göç ettiler. Bu bölgede çalışan İstiklal Mahkemesi Pontus olayına katılmak ve kışkırtmacılık suçundan üçü Müslüman 174 Rum’u idam etti. Koçkiri Ayaklanması (6 Mart - 17 Haziran 1921): Koçkiri aşireti Hafik (Koçhisar), İmralı, Suşehri, Refahiye, Keğmah, Divriği, Kangal, Zara, ilçeleri ve köylerinde yaşamaktaydı. Aşiret mensupları Kürtçe konuşmakla birlikte Türkçe de biliyorlardı. Aşireti meydana getiren insanların soyadları arasında Oğuz Türklerine ait isimlerde vardı. Selçuklular ve Osmanlı devleti zamanından beri bu bölgelerde yaşamaktaydılar. Mondros Mütarekesini takiben Doğu Anadolu’ da Ermenistan ve Kürdistan devletleri kurulması gündeme gelince; Ermeni Boğos Paşa ile Kürt Şerif Paşa bölgede Ermenistan ve Kürdistan devletlerinin kurulması hususunda anlaşmaya vararak Paris Barış Konferansı’na müracaatta bulundular. Bu arada “Kürt Yükseltme ve Yardımlaşma Cemiyeti” kuruldu. Koçkiri aşireti reisi Haydar Bey de bu cemiyete girmiş ve bulunduğu bölgede cemiyetin bir kolunu kurmuştu. Derneğin yayın organı olan “Jepin” gazetesinde Kürt devleti kurulması için yazılar yayınlanmakta olduğundan, Haydar Bey’ de bu yayınların etkisi altında bulunmaktaydı. Bu sırada Sivas Yıldızeli bölgesinde çapulculuk yapan Zalim Çavuş grubu üzerine kuvvet gönderilince, çapulcular İmralı tarafına kaçmışlar ve burada saklanmışlardır. 14 Şubat 1921’de asker kaçaklarını ve Zalim Çavuş’ u yakalamak için asker İmralı’ya gelince, Kör Rifat ve Karmanlı Nuri Alay Komutanına kasabayı terketmesini ve Zara’ya gitmesini söyler. İmralı’yı kuşatan isyancılar Alay Komutanı Binbaşı Halis’i ve askerlerin bir kısmını şehit ettiler, bir kısmını da esir aldılar. Bucak müdürü olan Haydar Bey isyancılara karşı tedbir almadığı gibi, onları yönlendirmiş, diğer kabilelerden İmralı’ya kuvvet göndermelerini istemiştir. Kan dökülmesini önlemek için Hükümet bölgede tanınan ve Danıştay üyeliği de yapmış bulunan Şefik Bey’i Zara’ya isyancılara gönderdi. Bundan da bir sonuç
256
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
alınamayınca 10 Mart 1921’de Elazığ, Erzincan ve Sivas bölgesinde sıkıyönetim ilan edildi. İsyanın bastırılması için Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa 13 Mart 1921’ de hükümet tarafından görevlendirildi. Koçkiri aşireti tarafından başlatılan isyan hareketinde asiler Türkkeşlik köyünde, İmralı’da birçok Türk’ü öldürdüler Kemah ve Erzincan bölgesindeki bazı Türk köylerini de yaktılar. 26 Mart 1921’ de Koçkiri aşireti reislerinden Alişan, Kürdistan, bağımsızlığının Avrupa devletleri tarafından tanındığını, Pülümür aşiretlerinin reislerine yazdığı mektuplarla bildirerek onları da isyana davet etti; ancak bundan olumlu bir netice alamadı. Koçkiri isyancılarıyla Kemah, Erzincan, Refahiye, Zara bölgelerinde askeri kuvvetlerle, isyana karşı olan halk arasında çarpışmalar devam etti. İsyanın bastırılması için Giresun Müfrezesinin başında bulunan Osman Ağa (Topal Osman) da büyük gayret gösterdi. 17 Haziran 1921’ de isyanın elebaşlarından Haydar Bey’ in kardeşi Alişan ve 32 isyancı ileri geleni ile beşyüz asi teslim oldular ve böylece isyan bastırılmış oldu. Koçkiri ayaklanması Yunanlılarla batıda savaşın devam ettiği bir sırada çıkarılmıştı. Amaç Türkiye’yi parçalama ve kardeşi kardeşe düşürmek, kardeşliği ortadan kaldırmaktı. Millî Mücadelenin devam ettiği bir sırada ortaya çıkarılan Kürtçülük hareketi bu yönüyle önemliydi. Ancak İtilaf Devletleri ve onların maşaları olan aşiret reisleri amaçlarına ulaşamadılar.
257
A.İ.İ.T.
BATI
Adıyeke ve Diğerleri
CEPHESİ’NİN
YENİDEN
DÜZENLENMESİ
VE
ÇERKES
ETHEM’İN AYAKLANMASI Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu Mondros Ateşkesi’ni imzalayarak savaştan yenik çıkmıştı. Ateşkesin hükümlerine göre Türk ordusunun silah ve cephanesi elinden alınıyor, tüm askeri kuvveti, jandarma da dahil olmak üzere 50.000 ile sınırlanıyordu. Bu durum karşısında Osmanlı Genelkurmayı ordusunun
kadrolarını
yeniden
düzenlemek
zorunda
idi.
İtilaf
Devletleri’nin
yetkilileriyle anlaşan Genelkurmay orduyu 9 Kolordu ve 20 Tümen halinde örgütlemeyi kabul ettirdi. Ateşkes’de birlik sayısı değil, insan sayısı sınırlandırılmıştı. Osmanlı Genelkurmayı bu boşluktan yararlanarak, insan sayısı az, fakat ileride mevcutlarının arttırılması ile büyüyebilecek bir iskelet kurmayı tercih etti. Böylece çok sayıda subay birliklerinin başında bulunabilecek, er sayısı çok az olmakla beraber, ordunun iskeleti bulunduğu için,gerekirse er sayısı arttırılabilicekti. 16 Mart 1920’de İstanbul’un resmen işgali üzerine Ankara’da B.M.M.’nin açılması ve Türk Devleti’nin Genelkurmayı’nın kurulmasıyla bu çalışmaların önemi kalmamakla beraber, Osmanlı Genelkurmayı’nın az mevcutlu da olsa, çok sayıda kolordu ve özellikle tümen, alay ve tabur kadrolarını koruması, yani hazır bir iskelet bırakması Türk Ulusal Ordusu’nun kuruluşunda büyük yararları oldu. İzmir’in işgali ve Yunan ilerleyişine karşı ilk direniş bu zayıf askeri birliklerin bazılarından ve milis kuvvetlerinden geldi. Yunanlıların karşısındaki 17. Kolordu’nun 56. Tümeni hiç karşı koymadı. Bir kısmı Yunanlılarca esir ve bir kısımı da terhis edildi. Bu dağılma karşısında Yunan ordusuna karşı kurulan Kuva-yı Milliye ise zayıf askeri birlikler ve milislerden oluşuyordu. Kuva-yı Milliye ruhu bir süre sonra yayılmaya başladı. Müdafaa-i Hukuk örgütleri, Kuva-yı Milliye’ye asker ve para sağlamak işlerini yüklendiler. Böylece Ayvalık, Salihli, Denizli’ye kadar uzanan bir çizgi üzerinde Yunanlılara karşı Kuva-yı Milliye cephesi kuruldu. M. Kemal Paşa daha Havza’da iken Kuva-yı Milliye ile doğrudan ilgilenerek, birliklere gönderdiği emirlerde, her işgal eylemine karşı, halkın silahlandırılarak karşı konulmasını bildirmişti. Kuva-yı Milliye’nin büyük kısmını efelerin ve Ethem’in emrindeki kuvvetler oluşturuyorlardı. 258
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
Bunların ağır silahları olmadığı gibi merkezi bir komuta düzeni ve disiplini de yoktu. M. Kemal Paşa Sivas Kongresi sırasında, bu kuvvetlerin örgütlenmesi gereğini göz önüne alarak 9 Eylül 1919’da Ali Fuat Paşa’ya “Batı Anadolu Genel Kuva-yı Milliye Komutanlığı” görevini verdi. Ancak Ali Fuat Paşa yeterince etkili olamadı. 23 Ekim’de Albay Refet Bey yöreye gönderildi ve bir rapor hazırlayarak, daha uzun süre Batı Anadolu Cephesi’nin tek komuta altına alınamayacağını bildirdi. Bu nedenle askeri, kuvvetler Albay Refet Bey’in komutasına verildi. Milis kuvvetler ise durumlarını korudular. 22 Hazirarı 1920’de başlayan Yunan genel saldırısı üzerine Balıkesir, Bursa düştü.
B.M.M.’inde
büyük
tepkiler
oluştu
ve
komutanlar
sorumlu
tutulup
cezalandırılmaları istendi. M. Kemal Paşa komutanların kabahati olmadığını, emirlerinde yeterince asker, silah ve malzeme bulunmadığını, oysa Yunan Ordusu’nun Avrupa Devletleri’nce silahlandırılmış ve donatılmış olduğunu, milis kuvvetleriyle Yunan Ordusu’nun durdurulamayacağını belirterek, T.B.M.M.’ni^n gerçek anlamda bir orduya sahip olması gerektiğini söyledi. Bunun sağlanabilmesi için Kuva-yı Milliye’nin düzenli ordu haline dönüşmesi ve kısmi seferberlik yapılması gerekiyordu. Meclis’in kararı üzerine düzenli ordu kurulmasına başlandı. Batı Cephesinde düzenli ordunun kuruluşunu engelleyen iki engel vardı. Birincisi firar olayları, ikincisi Kuva-yı Milliye örgütleri ve özellikle Ethem’in kuvvetleriydi. Birinci Dünya Savaşı sonunda asker kaçağı sayısı 300.000’e ulaşmıştı. Savaşın doğurduğu bunalım, yıkım ve sefalet, yeni bir savaş başlamasında büyük engelleyici durum yaratıyordu. Buna, Padişah’ın askerliği kaldırdığı propagandaları da eklenince, Anadolu’da T.B.M.M.’nin kararlarının yürütülebilmesi çok güçleşti. Asker kaçakları yüzünden düzenli ordu kurulmasında büyük güçlüklerle karşılaşıldığı için “Firariler Hakkında Kanun”un kabulüyle İstiklal Mahkemeleri kurulmuşlardı. İkinci engel ise Kuva-yı Mlilliye’nin düzenli ordu şekline dönüştürülmesi sırasında Ethem’in direnmesinden çıktı.
259
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
Kuva-yı Milliye’nin tasfiyesiyle ilgili bir olay da Başarısız Gediz Saldırısı idi. Bazı komutanlar, Yunanlıların Gediz’de bulunan kuvvetlerinin çok ilerlemiş ve ana kuvvetlerinden uzaklaşmış olduğu için kolay yenilebileceklerini düşünüyorlardı. Oysa M. Kemal Paşa, Yunanlılara karşı küçük, yerel saldırılar yapılmasını istemiyordu. Bu çeşit saldırılar bir başarı sağlayamayacağı gibi, başarısızlık durumunda, ordunun ve ulusun maneviyatı bozulur görüşündeydi. O’nun stratejisi daha Erzurum’da iken belirlenmişti. Doğu’da önce Ermeni cephesi tasfiye edilecek, Güney’de Fransızlarla gerilla savaşı yapılıp, bu cephede tasfiye edilecek ve sonunda yalnız Yunan Ordusu kalacaktı. Bu tarihe kadar da Yunan Ordusu gerilla savaşıyla oyalanacak ve Düzenli Ordu kurulduktan sonra da, Yunan ordusu, kesin bir saldırı ile “Anadolu’nun Harem-i İsmetinde” yok edilecekti. Batı Cephesi Komutanlığı ve Kuvve-yi Seyyare Komutanlığı
birlikte
bir
saldırıyla
Yunan
tümenini
yeneceklerini
düşünerek
Genelkurmay’a başvurup, saldırı izni istediler. Burada bulunan kuvvetlerin toplamı 3.000 tüfek, 105 makineli tüfek, 5.000 kılıç (süvari), 52 top ve 7 uçak kadardı. Batı Cephesi Komutanlığı (Ali Fuat Paşa), Ethem kuvvetleriyle birlikte iki tümeni bu saldırıya ayırdı. Genelkurmay’a baş vurarak izin istedi. Genelkurmay cephane yetersizliği sebebiyle bunu red etti Genelkurmay Başkanı İsmet Bey, cepheye gidip durumu inceledi. Bu arada Kuvve-yi Seyyare, Düzenli Ordu aleyhinde propaganda yapıyordu. “Ordudan fayda yoktur, dağılsın, hepimiz Kuvva-yı Milliye olalım.” sözleri halk arasında ve Meclis’te çok etkili duruma geldi. “Batı Cephesi kıtaları arasında Kuvva-yı Milliye halinde, bir bölge ve bir cephesi bulunan Ethem Bey Müfrezesi’nin erleri, adeta askeri erlere değişilir, ayrıcaklıklı görünmeye gıpta edilir durumda sayılmaya başlansdı. Ethem Bey ve kardeşleri de, herkes üzerinde bir çeşit nüfuz ve egemenlik sağlıyorlardı.” Ethem ile anlaşan Ali Fuat Paşa da milis örgütleriyle birlikte Yunanlılara saldırmalarını istiyordu. Cepheye gelen İsmet Bey ile görüştüler. İsmet Bey, yeterince eğitim ve cephanesi bulunmayan ordunun yerel ve geçici bir başarı için kullanılamamasını istedi ve Yunan Ordusu’nun malzeme ve insan sayısı bakımından
260
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
çok üstün olduğunu belirterek saldırı yapılmaması için diretti. Ali Fuat Paşa saldırıyı ertelediyse de, birkaç gün sonra saldırıya karar verildiğini Genelkurmay’a bildirdi. Sonunda Batı Cephesi Komutanı, Kuvva-yı Seyyare ile birlikte 14 Ekim 1920’de Gediz’de bulunan Yunan kuvvetlerine saldırdı. Dalgalı, disiplinsiz ve emir-komuta düzeni bozuk harekatta Türk Ordusu yenildi. Yunan Ordusu karşısında yenilen Türk kuvvetleri geri çekildi. Gediz Saldırısı genel bir yenilgiyle sonuçlandı.
BATI CEPHESİ’NİN YENİDEN DÜZENLENMESİ Ethem, kardeşleri ve yandaşları Gediz Saldırısı’nın başarısızlığını, ordu birliklerine yüklemek için, ordunun iyi savaşmadığını ileri sürerek, ordu aleyhinde propogandaya başladılar. Oysa ordu Komutanları ve subayları ise, Kuvva-yı Seyyare’nin ciddi biçimde savaşmadıklarını söylüyorlardı. Ordu ile Kuva-yı Seyyare (Gezici Kuvvetler) arasındaki gerginlik gittikçe arttı. Ethem’in yandaşları bu kadarla da kalmadılar. Eskişehir’de subaylar aleyhinde gösteriler yaptılar. Ali Fuat Paşa duruma el koyduysa da başarılı olamadı. Ali Fuat Paşa’nın cephe üzerindeki komutanlık etki ve nüfuzunun sarsılmış olduğunu gören M. Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa’yı acele Ankara’ya çağırarak, o sırada çok önemli olan Türk-Sovyet ilişkilerini geliştirmek için Moskova Elçiliği’ne atamasına karar verdi. Ali Fuat Paşa 8 Kasım’da Ankara’ya geldi. Kendisini istasyonda karşılayan M. Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa’yı Kuva-yı Milliye kıyafetinde görünce, Batı Cephesi’nin en kısa zamanda düzenlenmesi çalışmalarını hızlandırdı. Ali Fuat Paşa Moskova Elçiliği’ne atandı. Cephenin ikiye ayrılmasına karar veren M. Kemal Paşa Batı Cephesi diye isimlendirilen önemli olan Kuzey kısmını Albay İsmet Bey’in ve Güneyini de Albay Refet Bey’in emirlerine verdi. Genelkurmay Başkanlığı’na da Milli Savunma Bakanı Fevzi Paşa vekalet edecekti. 9 Kasım 1920’de Bakanlar Kurulu bu dağılım kararını açıkladı. Böylece Batı Cephesi’nin yeniden düzenlenmesine başlandı. Batı Cephesi kuvvetlerinin yeniden düzenlenmesine en büyük engel Ethem kuvvetleri idi.
261
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
BATI ANADOLU’DA KUVA-YI MİLLİYE’NİN DAĞITILMASI Kuva-yı Milliye’nin ne olduğundan söz etmiştik. Yunan Ordusu’nun ilerleyişi karşısında kurulan silahlı direniş içinde, asker, efe, sivil halk, maceracı v.s. her çeşit insan vardı. Başlangıçta, gerilla savaşı için gerekli olan bu kuvvetler düşmanı oyalayabiliyordu. Fakat bunlarla kesin sonuç alınamıyordu. Fakat Ethem ve kardeşleri bunu kabul etmediler. Bu kuvvete dahil olanlar “Düşman ilerler, sen bir tepeden çıkıp bir tepeye gidersin, uğraşırsın. Bu iş böyle devam eder gider, sonunda düşman usanır ve barış yapma imkanı hasıl olur.” görüşündeydiler. 16 Mayıs 1920’de çıkan bir kararla Kuva-yı Milliye ‘nin, bütün yiyecek ve cephane ihtiyaçları Milli Savunma Bakanlığı’nca karşılanmak üzere, düzenli orduya bağlanması kararı alındı. 22 Haziran tarihli Yunan saldırısından sonra da Kuva-yı Milliye’nin büyük bir kısmı (Çolak İbrahim Müfrezesi, 3. Süvari Tümeni’ne; Sarı Efe Müfrezesi 33. Süvari Alayı’na Gökbayrak Müfrezesi 61. Piyade Alayı’na) düzenli birlikler haline getirildi, Ordunun subay ihtiyacı için de 1 Temmuz 1920’de subay yetiştirme merkezleri kuruldu. Kuva-yı Milliye’nin önemli bir kısmı düzenli ordu haline getirilirken, iki engel kaldı. Birincisi Ethem kuvvetleri, ikincisi ise Demirci Mehmet Efe kuvvetleriydi. Gediz saldırısındaki başarısızlık üzerine M. Kemal Paşa, düzenli ordunun kurulması çalışmalarını hızlandırıp, 9 Kasım’da Cephe ikiye ayrılıp, Güney kısmına Albay Refet Bey atanınca, Demirci Mehmet Efe’nin de Refet Bey’in emrine girmesi gerekiyordu. Refet Bey, 22-23 Kasım’da Isparta’da bulunan Mehmet Efe’yi merkezi Konya’da bulunan Atlı Takip Kuvvetleri Komutanlığı’na atayarak ordu birlikleri arasında hizmete girmesini istedi. Bundan sonra doğruca Güney Cephesi Komutanlığı emrine girecek olan Efe, başka makamlarla yazışamayacaktı. Emrindeki kuvvetlerden yaşları uygun olanlar ve geçmişte suç işlememiş olanlardan 300 kişilik bir süvari alayı kurularak, geri kalanlar silahlarıyla birlikte ikmal eri olarak 57. Tümen emrine verilecek, çağ dışı olanlarla suç işlemiş olanlar terhis edileceklerdi. Efe başlangıçta bu emri kabul ettiyse de, sonradan Ethem’in kışkırtmalarına kapıldı. Ethem Yörük Ali ve Demirci Mehmet Efe’ye mektup göndererek, adamlarına 40’ar lira maaş vaadiyle, onları Afyon ve 262
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
Konya üzerine yürümesi için tahrik etti. Isparta yöresinde keyfi bir yönetim kurmuş bulunan Mehmet Efe, bundan sonra kuvvetlerini bir araya topladı ve Güney Cephesi Komutanlığı’nın isteklerine uymadı. Refet Bey aynı tarihlerde Ethem’in de ayaklanma durumunda olması karşısında, Mehmet Efe’ye karşı ayrı bir harekat yapmayı planladı. Demirci Mehmet Efe’nin, Ethem’in M. Kemal Paşa’yı devirmek istediğini Refet Bey’e bildirmesi üzerine, ikisinin haberleştiğine kesin kanaat getiren Refet Bey, M. Kemal Paşa’nın da Demirci Mehmet Efe’nin ortadan kaldırılması için kendi görüşünü uygun bulması üzerine, Mehmet Efe üzerine kuvvet gönderdi. Efe direnmeden çekildi. 18 Aralık’a kadar 700 çeteci yakalandı. Refet Bey 25 Aralık’da bastırma harekatını bitirdi. Ethem’le birleşmesinden endişe edilen Efe, af edilerek sığınması istendi. Efe de 30 Aralık 1920’de emrindekilerle birlikte teslim oldu.
ETHEM’İN AYAKLANMASI 1880’de Bandırma’da doğan Ethem, Çerkez Beylerinden Ali Bey’in oğlu idi. Ağabeyleri Tevfik ve Reşit subaydılar. Babası kendisinin asker olmasını istemediği için kaçıp orduya katıldı ve çavuş, daha sonra asteğmen oldu. Mondros Ateşkesi’nden sonra İzmir Valisi Rahmi Bey’in oğlunu kaçırıp 50.000 lira kurtarma parası âlınca meşhur oldu. Rauf Bey’in teşvikiyle Yunanlılara karşı silahlı direnişe geçti. Salihli yöresinin hakimi durumuna geldi. Kuva-yı Milliye’ye dahil olan Ethem kuvvetleri giderek çoğaldı. Bu kuvvetler, mahpus, soyguncu, asker kaçakları, birliklere zorla yazılan, suça iştirak ettirilen, yağma hevesiyle katılanlardan oluşuyordu. Ayrıca Ethem, erlerine ve komutanlarına maaş veriyordu. Bir yerde ayaklanma bastırmaya giden Ethem buradan zorla para ve insan toplayarak kuvvetlerini çoğaltıyordu. İç ayaklanmalar karşısında B.M.M. çaresiz kalınca, Ethem, Anzavur, Düzce, Bolu, Yozgat ayaklanmalarının bastırllmasında büyük yararlılıklarda bulundu ve şöhreti yayıldı. Yozgat ayaklanmasını bastırmaya giderken, Ankara’da M. Kemal ve Fevzi Paşalara karşı sert ve saygısız bir tavır takındı. Hatta Yozgat ayaklanmasını bastırdıktan sonra, M. Kemal’e valinin teslimine engel olduğu için kızıp, “Ankara’ya geldiğimde M. Kemal’i Meclis kapısına asacağım.”
263
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
diyecek kadar,kendini büyük görmeye başladı. Yozgat’tan dönüşte, Ankara istasyonundaki oturduğu yerde M. Kemal’in odasına adeta baskın biçiminde girerek, çok tehlikeli duruma yol açtı. Askeri birliklerin bina dışında önlem almaları üzerine olay çıkmadı. Ethem yandaşlarının Meclis içinde ve dışında Düzenli Ordu aleyhindeki propagandaları çoğaldı. Gediz yenilgisinden sonra M. Kemal Paşa’nın düzenli ordu kurulmasını hızlandırmak için İsmet Bey’i Cephe Komutanlığı’na ataması Ethem ve kardeşleri tarafından beğenilmedi. Ali Fuat Paşa’nın Moskova’ya elçi olarak atanması üzerine, M. Kemal’in diktatör olacağı dedikoduları yayıldı.Ethem ve kardeşleri Kuva-yı Seyyare’nin Düzenli Ordu birliklerine katılmasını kabul etmiyorlardı. Tevfik Bey, İsmet Bey’e yolladığı yazıda “Kuva-yı Seyyare ne bir tümen, ne de muntazam bir kuvvet haline getirilemez. Kuva-yi Seyyare’nin gelişi güzel idare edilmesi gereklidir.” sözleriyle açıkça belirtti. Diğer yandan M. Kemal’e çektiği telgrafla da, İsmet Bey’in Cephe Komutanlığını idare edemeyeceğini ileri sürerek, bundan böyle kendisini komutan tanımayacağını bildirdi. Ethem ve kardeşleri, Düzenli Ordu’nun değil emrine girmeyi kabul etmek, düzenli ordunun varlığına bile karşıydılar. Subay düşmanlığı propogandaları açıkça ortaya Çıkmıştı. Kaldı ki Ethem kuvvetleri Yeşil Ordu’ya katılmayı da kabul etmişlerdi. Tevfik Bey cephede gerekli kuvvet toplarken, Ethem ve Reşit Beyler de Ankara’da siyasi ortam hazırlıyorlardı. M. Kemal Paşa, Ethem ve kardeşlerini ikna etmek için bütün iyi niyetiyle çalıştı. Bakanlar Kurulu, Meclis’ten bazılarının ve Reşit Bey’in de katıldığı bir toplantı yaptı. Bu toplantıda M. Kemal, anlşmazlığı çözmek ve düşman ordularının ülkeyi işgal ettiği bir sırada bir iç çatışmaya meydan vermemek ve uzlaşma sağlamak için şu konuşmayı yaptı: “Hakikat şudur ki, önümüzde yenilip mutlaka denize dökülmesi gereken bir Yunan Ordusu vardır. Bu büyük neticeyi alabilmek için ise, büyük, ciddi ve katı önlemlere gereksinim vardır, benim askerliğime itimat buyurursanız ki arkadaşlarımın bu güveni saklamayacaklarını zannederim, bu büyük iş ancak muntazam, bir ucundan öbür ucuna ve en büyük kütlesinden son erine kadar disiplinli mükemmel bir ordu ile başarılabilir. Batı ordusunda bir süreden beri başlanılan çalışma, işte bizi bu
264
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
gayeye götürmeyi amaç edinen gayret ve himmetlerden teşekkül ve terekküp etmiş bulunuyor. Amaç bundan ibaret olduğuna göre Kuva-yı Seyyare başında bulunan arkadaşlarımın da bu gerçeği anlamaları, onu sadece takdir ve teslim etmeleri gereklidir. Bu takdir ve teslim yapıldıktan sonra ortada hallolunulmayacak sorun kalmaz.” Fakat Reşit Bey, M. Kemal’in hala düzenli ordular kurmak için boş hülyalar peşinde
koşan
birisi
olduğunu
söyledi.
Tartışmalar
Reşit
Bey’in
uyuşmaz
davranışlarıyla sonuçsuz kaldı. Fakat M. Kemal yine de son sözü söylemeden önce uzlaşma yollarını zorladı. Ethem’i ikna ederek Reşit Bey ile birlikte Eskişehir’e İsmet Bey’le görüşmeye gittiler. Fakat Ethem Bey Eskişehir’de ortadan kayboldu. M. Kemal Paşa Ethem’i sorunca, Reşit Bey; “Ethem Bey bu dakikada kuvvtlerinin başındadır” yanıtını verdi. Reşit Bey’in bu tehdit dolu sözleri karşısında M. Kemal’in tutumu değişti ve, “Bu dakikaya kadar sizinle eski bir arkadaşınız sıfatıyla ve sizin lehinizde bir sonuca ulaşmak samimi duygusuyla görüşüyordum. Bu dakikadan itibaren arkadaşlık ve özele ait durumum sona ermiştir. Şimdi karşınızda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Hükümeti’nin Reisi bulunmaktadır. Devlet Reisi sıfatıyla, Batı Cephesi Kumandanı’na durum neyi gerektiriyorsa, yetkilerini kullanmayı emrediyorum” diyerek İsmet Bey’e gereken emri verdi. M. Kemal bu arada 5 Aralık 1920’de Bilecik İstasyonu’nda İstanbul Hükümeti’nin temsilcileri İzzet ve Salih Paşalarla buluştu. Çok resmi bir hava içinde geçen bu toplantıda, İstanbul temsilcilerinin, vatanın durumundan yeterince bilgileri olmadığını anlayınca, onları zorla Ankara’ya götürdü. Ethem ise bu sırada Padişah’a bağlılık bildiren bir telgraf çekti. Bakanlar Kurulu’nun 22 Aralık 1920 tarihli toplantısında Ethem’le anlaşabilmek için kendisine arabulucu gönderilmesine karar verildi. Fakat Ethem, kuvvetlerini düşman cephesine karşı değil, ulusal orduya karşı düzene koymaya ve saldırı hazırlıklarına başladı. Görüşmeye gelen heyete ise birçok komutanın yerlerinden alınmasını şart koştu. Artık Ethem, T.B.M.M.’nin emir ve kararlarını dinlemiyordu.
265
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
Bunun üzerine 27 Aralık’ta gereken önlemler arttırıldı. M. Kemal Paşa 29 Aralık’ta Meclis’in gizli bir oturumunda Ethem’in ayaklandığını ayrıntılı bir biçimde anlattı. Ethem’in ihaneti kabul edilmekle beraber yine de kardeş kanı dökülmemesi ve düşmana fırsat yaratılmaması için bir kez daha Ethem’le anlaşma olanağı aramaya karar verildi. Fakat Ethem uzlaşmaya yanaşmadı. 2 Ocak 192l tarihinde Bakanlar Kurulu, Ethem ve kardeşlerine, komutadan çekilirlerse af edileceklerini bildirdi. Fakat Ethem 3 Ocak 1921’de Yunanlılarla anlaşmak için bir adamını yolladı. Arkadan da Reşit Bey Yunan Ordusu’na gitti. 7 Ocak’ta da Yunanlılarla protokol imzaladı. Artık Ethem ayaklanmıştı. Ethem olayını yakından izleyen Yunanlılar 6 Ocak 1921’de İnönü Cephesi’nden taarruza geçince İsmet Bey ve Refet Bey Yunan saldırısına karşı koymak için Ethem’e karşı 1 Ocak 1921’de başlamış olan harekata ara verdiler. Ethem kuvvetlerinin ihaneti ve Yunan saldırısı iç içe girmiş bir durum aldı. Yunan Ordusu’nun saldırısı üzerine Ethem de Ulusal Ordu’ya saldırdı. 8 Ocak’ta Meclis’te savaş durumunu açıklayan M. Kemal Paşa, “Ethem, Tevfik ve Reşit Beyler” diye konuşunca, bir miletvekili “Hain deyiniz” uyarısında bulundu. Ethem kuvvetleri 13 Ocak’a kadar saldırılarını sürdürdüler. 17 Ocak’ta da Yunanlılara sığındılar. Emrindeki askeri birlikler Ulusal Ordu’ya sığındığı için, Yunanlıların yanına 725 kişi gitti. Ankara İstiklal Mahkemesi, Yunanlılara sığınmış bulunan Ethem ve kardeşlerini vatana ihanet suçuyla yargılayarak 9 Mayıs 1921’de gıyaplarında idama mahkum etti. Aynı kararla gizli Komünist Partisi kurup Hükümet’i devirmek suçuyla yargılanan da mahkum oldular.
266
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN İSTANBUL HÜKÜMETİNE VE AYAKLANMALARA KARŞI ÖNLEMLERİ İSTİKLAL MAHKEMELERİ’NİN KURULUŞU T.B.M.M. ülkedeki her türlü güvenlik bozucu olayı önlemek amacıyla 29 Nisan 1920 tarihinde “Hıyanet-i Vataniye Kanunu”nu kabul etmişti.. Bu kanuna göre T.B.M.M.’nin yasallığına sözle, yazıyla ya da eylemsel olarak karşı çıkanlar Vatan Haini sayılacaklardı. Vaaz ve konuşmalarında halkı vatana ihanet suçuna kışkırtanlar da geçici kürek cezasıyla cezalandırılacak, bu faaliyetleri sonucu olay çıkarsa idam edileceklerdi. Yasa bu suçları işleyenlerin bidayet mahkemelerince yargılanacakları hükmünü getiriyordu. Bu yasa uygulamaya konulmuş, ancak bidayet mahkemelerinin yasanın amacına ulaşmasında yavaş ve yetersiz kaldığı gözlemlenmişti. Bunun üzerine, yapılan çalışmalar sonucu 11 Eylül 1920 “Firariler Hakkında Kanun” kabul edildi. Bu yasaya hükümetin önerisi ve T.B.M.M.’nin onayıyla İstiklal Mahkemeleri oluşturulacaktı. Bu mahkemelerde görev yapmak üzere T.B.M.M. üyeleri arasından oy çokluğuyla üç mebus seçilecek ve içlerinden biri mahkeme başkanı olacaktı. Mahkemelerin kararları kesin olup, infazından askeri ve sivil bütün devlet memurları sorumluydu. İstiklal mahkemelerinin emir ve kararlarını uygulamayanlar, uygulamada ihmal gösterenler aynı mahkeme tarafından yargılanacaktı. Firariler hakkında Kanun çerçevesinde 18 Eylül 1920 tarihinde Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi (Genel Kurmay Başkanı) İsmet Bey hükümet adına, 14 bölgede İstiklal Mahkemesi kurulmasına ilişkin önergesi Meclis’e sunacaktır. Bunlardan özellikle yedisinin ivedilikle kurulması gerektiği bildirilecektir. Aynı gün yapılan oylamayla bu yedi İstiklal Mahkemesinin (Kastamonu, Eskişehir, Konya, Isparta, Ankara, Kayseri ve Sivas) oluşturulmasına karar verilmiş, mahkeme üyeleri seçilmiş ve görev yerlerine gönderilmiştir.
267
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
Milli Mücadelenin kazanılmasında büyük etkileri olan İstiklal Mahkemeleri, zamanına göre ulusal inançtan veya gereksinimden doğan devrim ve ihtilal mahkemeleridir. Bu mahkemelerin kurulması ile ulusal bağımsızlık savaşını tehlikeye düşürenler burada yargılanacaklardır. Mahkeme üyelerinin Meclis içinden seçilmesi, bölgelerin meclis tarafından saptanması ve kanun yürütme yetkisi doğrudan doğruya Meclise ait oluşu nedeniyle Meclis, İstiklal Mahkemeleri vasıtasıyla olağanüstü yargıya da sahip çıkıyordu. İstiklal Mahkemeleri başlangıçta sadece kaçak suçlarına bakmak üzere kurulmuştu. Yetkileri kısa bir süre sonra vatana ihanet, casusluk, yolsuzluk, ayaklanma, eşkıyalık, saldırı, bozgunculuk gibi konulara da bakacak şekilde genişletildi. Sonuç olarak, İstiklal Mahkemeleri TBMM içinden seçilmekle Milli Mücadele için halkın arzusuna uygun bir güç ve ulus adına yargılama yetkisine sahip birer kuruluş oldular. Kararları TBMM adına uygulandığı için her şeyin üstünde kabul edilecekti. İstiklal Mahkemeleri içinde en önemlisi Ankara İstiklal Mahkemesi idi. Diğer İstiklal Mahkemelerinin de bölgelerine göre büyük önemleri ve görevleri vardı. Ancak diğer mahkemeler 17 Şubat 1921’de kaldırıldı. Ankara İstiklal Mahkemesi ise 7 Ekim 1920’den 31 Temmuz 1922’ye kadar sürekli çalışan tek mahkeme oldu. Ankara İstiklal Mahkemesi’nin diğer bir özelliği de bakmış olduğu davaların önemi ile ilgilidir. Bu davalar, Osmanlı Hükümeti, Çerkez Ethem, İngiliz casusu Mustafa Sagir, komünist kuruluşların davaları gibi, içte ve dışta geniş yankı uyandıran önemli davalardır. Bütün bunlar yapılırken, batı cephesinde Yunanlılara karşı sadece savunma savaşları yapılabilmiş, meclis çok zor günler yaşamıştır. Yunan birliklerinin Anadolu içlerinde ilerlemesi Ankara yakınlarına gelmeleri hatta top seslerinin Ankara’da duyulur olması Mustafa Kemal ve arkadaşlarının meclis’te sert eleştirilerle karşılaşmalarına yol açmıştır. Bir ara Ankara’nın düşme olasılığına karşı meclisin
268
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
daha iç taraflara, Kayseri’ye taşınması bile düşünülmüştür. Görüldüğü üzere ulusal bağımsızlık savaşımız çok zor aşamalardan geçilerek kazanılmıştır.
ULUSAL BAĞIMSIZLIK SAVAŞI’NIN MADDİ KAYNAKLARI Ulusal savaşın çok büyük yokluklar içinde başladığını gördük. Ekonomik çöküntü T.B.M.M.’nin açıldığı sırada Meclis’in para bulmakta büyük sorunlarla karşılaşmasına yol açtı. Meclis açılır açılmaz ele alınan konuların başında gelir kaynağı bulmak geliyordu. Ancak vergi ve asker toplanabilmesi için, Meclis’in Anadolu’da
otoritesinin
kurulması gerekliydi.
Oysa
Meclis’in
açıldığı tarihte
Anadolu’nun birçok yerinde iç ayaklanmalar çıkmış ve sürmekteydiler. Bu nedenle buralardan vergi almak mümkün olmuyordu. Meclis’in 24 Nisan 1920’da ilk ele aldığı kanun “Ağnam Resmi” (Hayvanlar Vergisi) ile ilgili kanun oldu. Duyun-u Umumiye gelirlerine el kondu. Anadolu’ya getirilen mallardan vergi alınması için, gümrük vergisi beş kat arttırıldı. Gelir kaynağı aranırken tasarruf önlemleri de alındı. Milletvekillerinin maaş ve yolluklarından vergi kesildi. Gereksiz yere soba ve geceleri lamba yakılmaması, kışın öğlen saatlerinde çalışılıp, gündüzden yararlanılması, gereksiz telgraf haberleşmelerinin yapılmaması gibi yöntemler uygulanırken, 14 Eylül 1920’de “Men-i Müskirat” (içki yasağı) ve 25 Kasım 1920’de de “Men-i İsrafat” (israfı engelleme) yasaları kabul edildi. 1920 yılı bu önlemlerle geçirildi. 1921 yılı ise İnönü, Eskişehir-Kütahya ve Sakarya Savaşları’nın yapıldığı yıl olduğu için, para sıkıntısı en üst düzeye ulaştı. Cephane ve malzeme yokluğu I. İnönü Savaşı’nda kendini gösterdi. 10 Ocak günü cepheden, cephane olmadığı için yenilmek üzere olunduğu haberleri geliyordu. Fevzi Paşa cephe Komutanı’na telgrafla “Size bir tren cephane gönderdim. Elinize varıncaya kadar mukavemet imkanını temin ediniz” yanıtını verdi. Oysa bir kaç sandık cephane ancak bulunabilmişti. Bu çaresiz durumda askere moral gönderen Fevzi Paşa’nın
269
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
gözyaşlarını tutamadığı acı bir gerçektir. II. İnönü Savaşı da aynı kıt olanaklarla sürdürüldü. Eskişehir-Kütahya taarruzuna başlayan Yunanlıların ordularını ve kaynaklarını iki kat arttırmalarına karşılık Türkiye’nin kaynakları bu hıza yetmedi. Bu nedenle Başkomutan Tekâlif-i Milliye Emirleri ile yeni bir gelir kaynağına başvurup, halktan bir çift çoraba kadar vergi almak zorunda kaldı. 7-8 Ağustos 1921’de ordunun ihtiyaçlarının karşılanması için yayınlanan bu ulusal vergi buyruklarına göre; her ilçede bir milli vergi komisyonu kuruluyordu. Her evden ordunun ihtiyacı için bir kat çamaşır, bir çift çorap, bir çift çarık isteniyordu. Tüccarın elinde bulunan yiyecek maddelerinin % 40’ına, karşılıkları zaferden sonra ödenmek üzere el konuyordu. Her çeşit kumaş, bez, pamuk, tiftik, kösele, meşin, ip,pabuç, başlık gibi giyim kuşama yönelik nesnelerin % 40’ı da yine bedeli sonradan ödenmek üzere alınıyordu. Halkın elinde bulunan tün silah ve cephane üç gün içinde teslim edilecekti. Her türlü makineli araç ve gerecin % 40’ına el konuldu. Ülkedeki bütün demirci, dökümcü, nalbant, terzi, marangoz gibi zanaatkarlar ordu emrine alınıyor, halkın elindeki her türlü taşıt aracının ve binek hayvanının yüzde 20’sine el konuluyordu. Bu önlemler sayesindedir ki 23 Ağustos 1921 günü başlayan Sakarya Meydan Savaşı, 10 Eylül 1921’de düşmanın ağır kayıba uğrayarak batıya kaçmasına ve savaşın kazanılmasına neden olmuştur. Türk ordusu bu savaş sonunda şehit ve yaralı olmak üzere toplam 26 bin kayıp vermişlerdir. Yunan kaybı ise, 16 bini ölü olmak üzere 46 bindir. Bu üç sene içinde çok büyük para sıkıntısı çeken Türkiye, ülke içinde yeni para kaynakları, tasarruf uygulamaları ve olağanüstü yöntemlerle para bulmaya çalışırken, dışarıdan da para yardımı aldı. M. Kemal Paşa, daha 26 Nisan 1920’de Meclis’in açılışından üç gün sonra Sovyetler Birliği’ne yazdığı mektupla, silah,cephane ve malzeme yanında para da istemişti. O tarihte Türkiye’ye yardım edecek tek ülke Sovyetler Birliği idi. Bu yardım, M. Kemal’in, tam bağımsızlık temeli üzerine oturttuğu temel politikasından ödün verilmeden gerçekleşti.
270
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
Yine Özellikle Hindistan Müslümanları (Bugünkü Pakistan) Türkiye’ye yardım için çeşitli tarihlerde para gönderdiler. Hindistan’daki Hint Müslümanları ve Hindular aralarında bir görüş birliği oluşturarak, Türk ulusal mücadelesini maddi ve manevi açıdan desteklemişlerdir. Büyük Taarruz öncesi büyük sıkıntı doğunca M. Kemal Paşa, bu parayı geçici olarak Maliye’ye vermiştir. Büyük Taarruz sırasında Yunanlıların yaptığı yıkımı ve kırımı gören Mustafa Kemal Paşa, paranın bir kısmını yardım olarak felakete uğrayanlara dağıtmış, kalan parayı Maliye, savaştan sonra geri vermiştir.
YUNAN İLERLEMESİ VE SEVR BARIŞ ANTLAŞMASI Osmanlı devletinin İtilâf devletleriyle yaptığı barış antlaşması (10 Ağustos 1920). Amerika’nın savaşa girmesiyle kuvvetlenen İtilâf devletleri karşısında İttifak devletleri barış istemek zorunda kaldı. 30 Ekim 1918’de Osmanlı devletiyle İtilâf devletleri arasında Mondros mütarekesi imzalandı. Bundan sonra İtilâf devletleri, Osmanlı devletini paylaşmak amacıyla Paris’in banliyösü olan Sevr’de (Sèvres) bir barış konferansı topladılar. Osmanlı devletini paylaşmak amacıyla Paris’in banliyösü olan Sevr’de (Sèvres) bir barış konferansı topladılar. Osmanlı devletine delegelerini 10 mayısta Sevr’e göndermesi bildirildi. Konferansta Osmanlı devletini eski sadrazamlardan Tevfik Paşa’nın başkanlığında dahiliye nazırı Raşid Bey, maarif nazırı Fahreddin Bey, nafia nazırı Cemil Paşa’dan meydana gelen bir heyet temsil etti. Osmanlı devletinin Paris Barış konferansına çağrılmasından sekiz gün sonra Mustafa Kemal tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin kurulduğu bütün Avrupa devletlerine duyuruldu. Bu duyuru Osmanlı devletiyle yapılacak bir barışın Türk milleti tarafından kurulan bağımsız devlete bir etkisi olmayacağını ortaya koyuyordu. İtilâf devletleri Ankara’da kurulan Büyük Millet Meclisi hükümetini bu bildiriye rağmen konferansa çağırmadılar. Paris’e giden Osmanlı delegelerine barış şartları, 11 Mayıs 1920’de bildirildi. Heyet başkanı Tevfik Paşa çok ağır olan bu şartları reddetti. “Türkiye bağımsız bir devlettir, bu şartları kabul edemeyiz” diyerek görüşmeleri kesti. Bunun üzerine 22 haziranda saldırıya geçen yunan kuvvetleri Balıkesir, Bursa ve Uşak’ı işgal etti. Tevfik Paşa yerine baş delegeliğe sadrazam 271
A.İ.İ.T.
Adıyeke ve Diğerleri
Damat Ferid Paşa getirildi. 25 Haziranda, Ferid aşa, Osmanlı devletinin şartlarını İtilâf devletlerine bildirdi. İstanbul hükümetinin şartlarını bildirdi. İstanbul hükümetinin şartlarını bir konferansta görüşen galip devletler, önce olumlu veya olumsuz bir cevap vermediler. Bir süre cevap bekleyen Osmanlı heyeti, 14 temmuzda İstanbul’a geri döndü. 17 temmuzda o zaman Fransa’yı temsil eden Millerand, barış konferansı adına Osmanlı teklifine cevabı verdi. Kendi saltanatını koruma düşüncesinde olan Mehmed VI Vahideddin, tahtını da kaybedeceği korkusuyla kendi başkanlığında İstanbul hükümetine bağlı bütün devlet ileri gelenlerinin katıldığı bir Saltanat konseyi topladı. Bu konsey, İtilâf devletlerinin şartlarının kabul edilmesine karar verdi. Ayandan Bağdatlı Hamdi Paşa’nın başkanlığında Paris’e Rıza Tevfik, Bern büyük elçisi Reşat Halis delege olarak gönderildi. Bu delegeler Sevr Anlaşması’nı imzaladı. 10 Ağustos 1920’de Fransa’nın Sevr kasabasında imzalanan ve içeriğine daha önce değinilen bu anlaşma, Türkler açısından barış niteliğinde değil bir ölüm fermanı şeklinde olmuştur. Ankara hükümeti daha önceden 18 Haziran 192’de başta itilaf devletleri olmak üzere, tüm devletlere İstanbul Hükümeti ile yapılacak anlaşmaların, alınacak kararların
Türk
tanınmayacağını
ulusunca
ve
onun
duyurmuştu.
Sevr
gerçek
temsilcisi
Antlaşması’nın
Ankara
Hükümeti’nce
Osmanlı
Hükümeti’nce
imzalanması, Anadolu’daki ulusal savaş konusundaki kararlığını güçlendirmiş, halkın İstanbul Hükümeti’nden ümitlerini kesmesine neden olmuştur. Büyük Millet Meclisi 19 Ağustos 1920 tarihli toplantısında, Sevr Antlaşması’nı imzalayan ve bunu onaylayan Şüra-yı Saltanat’ta bulunanların vatan hiyanetiyle suçlanarak vatansız sayılmaları kararını almıştır.. Aynı zamanda Büyük Millet Meclisi Hükümeti bu antlaşma ile kendini hiç bir surette bağlı görmediğini de duyurmuştur.
Ergün Aybars
272