Birim
SIFIR Cilt 1
YAZARLAR Funda Özlem Şeran Onur Selamet Emirhan Burak Aydın Gökcan Şahin
EDĐTÖR Ozancan Demirışık
DÜZELTĐ Onur Selamet
KAPAK TASARIMLARI Gökcan Şahin
YAYIN TARĐHĐ Ocak 2010
Bu e-kitap Buzul Dünya Yayınları tarafından www.buzuldunya.com adresinde yayınlanmıştır. Tanıtıcı kısa yazılar dışında izin alınmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve paylaşılamaz.
ĐÇĐNDEKĐLER: ÖNSÖZ – Ozancan Demirışık Sayfa 5
NĐL’ĐN GĐZEMĐ – Funda Özlem Şeran Sayfa 6
GÖLGE BĐLĐMĐ – Onur Selamet Sayfa 70
DEUS EX MACHĐNA – Emirhan Aydın Sayfa 119
AYTILSIMI – Gökcan Şahin Sayfa 271
ÖNSÖZ Harici Devinim Gözlerimin önünde; birbirinden güzel kelimeler, cümleler, hikâyeler ve en önemlisi, karakterler uçuşuyor. Gizem konuşuyor, bir şeyler yapıyor… Murat da öyle. Yaşıyorlar! Onları ben vücuda getirdim, diye düşünüyorum. Onları yarattım ve SIFIR diyarına saldım. Şimdi benden habersiz pek çok şey yapıyorlar. Kısa süre için de olsa, kendi karakterlerimin okuru, takipçisiyim… Sadık Yemni üstadımızdan sonra, bir kez daha, kendi yaratımızın bizden habersiz devinişine tanık olmaktayız. Üstelik birbirinden çarpıcı altı öyküyle. Birim Sıfır’ın bu ilk cildinde, Funda Özlem Şeran, Emirhan Burak Aydın ve Onur Selamet’in kıvrak kalemlerinden kaliteli öyküler okuyoruz… Biz de varız tabii. Altıyı sekiz yapıyoruz. Ama Birim Sıfır’ın ‘yazarları’ değil
yazarların
‘birkaçı’yız.
Konuklarımızın
yanı
başında
sallıyoruz
kalemlerimizi. Hem konuklarımıza, hem de okurlarımızın her birine, en içten teşekkürlerimizi sunuyoruz. Hepinize minnettarız. Bu yolculuk yalnızken değil, sizinleyken keyifli. Değerli okurlarımız... Birim Sıfır için kemerlerinizi bağlasanız iyi olur. Tadına doyulmaz eserler okuyacaksınız. Ozancan Demirışık
Birim S覺f覺r
6
SIFIR:
NĐL’ĐN GĐZEMĐ Funda Özlem Şeran
Birim Sıfır
I. NİL NİL Sıfır sıfır; sıfır sıfır… Alarmlı saatin acımasız sesiyle sıçradı yatağından. Bir an ne olduğunu, hatta nerede ve kim olduğunu dahi hatırlayamamıştı. Zaten gördüğü o tuhaf rüyadan sonra bocalaması gayet normaldi. Diğer garip rüyalarından biriydi bu da. Değişik zaman, mekân ve kimliklerde geçen, bir film şeridi gibi uzun ama sanki kendi hayatıymış gibi gerçek gelen bu düşler (kimi zaman da kâbuslar) en önemli özelliklerinden biriydi. Tıpkı saati kurup yine de geç kalması gibi, ailede eğlence konusu olan bir başka “meziyeti” idi. Kendi de anlamıyordu ama yarı kapalı gözlerini zorlukla çevirip saate baktığında fark etti tuhaflığı. Dijital göstergeli saat “00.00”ı gösteriyordu ve buna rağmen “07.00”a kurulu olan alarm çalışmıştı. “Harika, yedi saat daha uyuyabilirim,” diye sevinmeye başlamıştı ki hevesi kursağında kaldı. “Niiiiiiil! Hadi kızım kalk!” Annesinin otorite melodili sesi evde yankılanınca mecburen açtı gözlerini. Dila Hanım da kalktığına göre saat erken çalmamış demekti; sadece yanlış rakamı gösteriyordu, yedi yerine sıfırı… Yüzünü ağlamaklı bir ifadeyle buruşturarak inledi ve yorgana sarınarak yatağın içinde döndü. Acı çekiyordu resmen; bu kadar erken bir saatte kalkmak suç olmalıydı. Ya da kaldırılmak… Ya da ceza… Uykulu zihni
8
Cilt 1
daha fazla düşünecek durumda değildi, kendini yastığın sıcaklığına bıraktı. Kapanan gözleri karanlığın içinde uçuşan sıfırları hayal ediyordu. “Nil! Ayol saat çalıyor, duymuyor musun evladım? Ben evin diğer ucundan duyuyorum, sen daha uyuyorsun, pes valla!” “Aenneah yaaahhh…” “Kalk bak, yine geç kalacaksın sonra, karışmam.” “Karışmaaahhh…” Çatallı
sesi
hâlâ
uyumaya
çalıştığını
gösteriyordu
ama
başaramayacaktı. Annesi rahat bırakmayacaktı Nil’i. “Hadi kuzum, hadi meleğim… Eşşek kadar kız oldun şu haline bak, sabahları kendi kendine kalkmaktan acizsin!” Beyni tam olarak çalışmaya başlamamış olsa da, kulağının duyduğu şeye gülümsedi dudakları. Kendisi gibi annesinin de garip huyları vardı; kızını sevgi sözcüklerine boğarken bir anda yüz seksen derece değişip azarlamaya başlaması gibi. Yine de dayanamıyordu ana yüreği: “Hem kalkarsan o sevdiğin peynirli omletten yaparım sana…” O
anda
Nil’in
gök
mavisi
gözleri
kocaman
açıldı,
kendi
güzelliklerinin yanı sıra bahsi geçen omletin açtığı iştahla parlıyorlardı şimdi. Annesi kızının huyunu bildiğinden başka bir şey söylemesine gerek kalmamıştı: Nil kalkmak üzere kıpırdandı. Onun kumral saçlarını okşayan Dila Hanım ise yüzünde sevgi dolu bir tebessümle sabahki anlaşmalarına son noktayı koydu: “Sen giyinip süslenene kadar hazır olur omletin, çabuk ol soğutma.” Kadın odadan çıkarken Nil doğrularak ayaklarını yataktan aşağı uzattı. Đki konuda haksızdı annesi; ilk olarak, Nil asla sevdiği bir yemeğin
9
Birim Sıfır
soğumasına müsaade etmezdi. Đkincisi de, o kadar süslü bir kız değildi. Küt kesimli, kâküllü saçları ne kadar tarasa ya da düzeltse de her daim karışık dururdu, o yüzden kendi hallerine bırakmıştı artık. Bembeyaz tenine ise ne allık, ne de fondöten değdirirdi. Aynı şekilde rujla falan da alakası yoktu. Sadece son zamanlarda göz kalemine dadanmıştı, o da bir hevesti zaten. Üniversiteye yeni başlamıştı; yeni ortam ve yeni arkadaşlarla birlikte lisenin o
kuralcı,
sıkıcı
atmosferinden
kurtulmuştu.
‘Üniversiteli’
olmanın
heyecanını hoş gören annesi artık makyaj yapmasına izin veriyordu. Ancak kızının siyahtan mora, maviden griye ve hatta yeşilden turuncuya varan değişik renklerdeki göz kalemi çılgınlığına bir anlam veremiyordu. Tıpkı nasıl bu kadar çabuk büyüyüp artık bir genç kız olduğunu anlayamadığı gibi. Yarın on sekiz yaşına basacaktı Nil. Tamı tamına ‘18’. Bu rakamı hatırlayınca kızın uykulu yüzünde gamzeli bir tebessüm belirdi. Bu konuda diğer aile üyeleri gibi annesi de sürprizi bozmamak için günlerdir ağzını açmıyordu. Ama bir şeyler planladıklarını anlamıştı; böyle özel günler hiçbir zaman atlanmazdı onlarda. Hele ki Nil’in on sekizinci yaş günü asla unutulmazdı. Fakat sürpriz olsun diye kıza hiçbir şey belli etmiyorlardı, sanki unutmuş gibi yapıp gizli gizli hazırlanıyorlardı. Tabii Nil’in cingözlerinden kaçmamıştı bu ama o da oyuna devam edip fark etmemiş gibi yapıyordu. Hem böylesi daha heyecanlıydı. Yavaşça yataktan kalktı ve ayaklarını sürüye sürüye banyoya gitti. Yüzünde aynı hülyalı ifadeyi muhafaza ederek bugün hangi renk göz kalemini kullanacağını düşündü. Siyah çok klasikti, turuncuysa çok dikkat çekici. Kahverengiden artık hoşlanmıyordu ve mavi de aynı renk olan gözlerini çok boğuyordu.
10
Cilt 1
“Yeşil hırkamı giyersem yeşil kalemi sürerim,” diye kendince akıl yürüttü. “Ama mor t-shirt’üm de var, o zaman mor sürmek lazım…” Banyodan çıktığında fazla düşünmeye fırsatı olmadı; evi peynirli omletin müthiş kokusu sarmıştı. Bir koşu odasına gidip ayağına kot pantolonunu, üstüne de gri üstüne yeşil, turuncu ve mor halkalı desenleri olan tişörtünü geçirdi. Gözlerineyse gri göz kalemini yeni kazandığı ustalıkla çabucak sürüp mutfağın yolunu tuttu. Mis gibi kokuyu içine çekerek masaya otururken annesine sordu: “Babam çıktı mı?” “Ohooo… Çoktan kızım. Giderken duymadın mı?” “Yoo. Ya Burak?” “Kardeşinin servisi yediye çeyrek kala geliyor Nilciğim, hâlâ öğrenemedin mi?” Nil omuz silkip omlete yumulurken kızına ‘Nil’, oğluna da ‘Burak’ adını koyan Nil Burak hayranı Dila Hanım takılmadan edemedi: “Eee herkes sizin gibi sosyete değil Nil Hanım! Millet erkenden kalkıp okuluna, işine gücüne gidiyor.” Alınıp kendini savunma gereği duyan Nil ağzının dolu olmasına aldırmadan konuştu. “Ya ben de okula gidiyorum, erken kalkıyorum! Bana da yazık! Hem de taaa nerelere gidiyorum sabahın köründe!” “Abartma kızım, alt tarafı Beşiktaş’a gidiyorsun. Duyan da Đstanbul dışı sanacak.” Üniversitenin Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nü kazanan Nil; hem savunmacı hem de övünen bir tonla cevap verdi: “Ama benim de derslerim çok yoğun, hem de zor!”
11
Birim Sıfır
Bir gün sonra reşit olacağı halde bir çocuk gibi nazlanıp mızmızlanan kızına baktı Dila Hanım. Ona bir türlü kıyamıyordu. “Tamam, aferin benim kızıma! Hadi yesin yemeğini de büyüsün, abla olsun okullara gitsin!” “Öf anne ya, dalga geçme insanla!” “Đnsan derken?” “Ya anne yaaaa!” Sabah sabah kızıyla uğraşıp neşesini bulan Dila Hanım gülerken Nil kaşlarını çatıp omletin son kırıntılarını da midesine indirdi. Saat ‘07.42’yi gösteriyordu, geç kalacaktı. Hemen dişlerini fırçalayıp çantasını kaptı. Annesinin uzattığı yeşil hırkayı alarak son anda kadıncağızın yanaklarına acele iki öpücük kondurdu ve kapıdan çıktı. Evlerinin bulunduğu Bahçeler Arası Sokak’ı koştura koştura arşınlayarak Bostancı Gösteri Merkezi’nin yanından geçti, sonra caddeye çıktı. Lunaparkın oradan karşıya geçerken az daha bir arabanın altında kalacaktı ama ucuz kurtuldu. Şoförün kızgın bakışları eşliğinde koşturmaya devam ederek Minibüs Yolu’na ulaştı ama otobüs durağına ulaşması birkaç dakika daha sürecekti. Saat 07.50’ydi; Nil’i Bostancı’dan alıp Beşiktaş’taki okuluna götürecek olan 112 numaralı Bostancı-Taksim otobüsü duraktan hareket etmek üzereydi. Nil bağırmayı düşündü ama kalan son nefesini de koşmak için sakladı, koştu, koştu ve sonunda kapanmak üzere olan kapıdan içeri sıyrılıp otobüse binmeyi başardı. Şoför onun bu telaşlı halinden zevk alıyormuş gibi sırıtıyordu. “Sabah erken kalkmazsan böyle geç kalırsın işte.”
12
Cilt 1
Nil adama garip garip bakıp, acaba annem mi tuttu bu amcayı? diye düşünmeden edemedi. Fakat cevap vermeyip pasosunun ucundaki akbili önündeki elektronik kutuya okuttu. Her zamanki ‘bip’ sesini beklerken iki adet ‘dıt dıt’ duyunca şaşırdı. Ekranda sıfırlar belirmişti. Nil bir hata olduğunu düşünerek tekrar bastı akbilini, daha geçen gün doldurmuştu; bitmesi imkânsızdı. Ama yeniden ‘dıt dıt’ etti makine ve sıfırlar doluştu ekrana. “Hadi kızım, akbilin yoksa arkadakilerden iste.” Şoföre ekrandaki sıfırlar gibi boş boş baktı Nil. “Ama… doluydu bu, var akbilim…” “Gezmişin harcamışın demek. Hadi sor birine de bas, bekleme burada.” Nil maviş gözlerini bir şoföre, bir arkadaki yolculara çevirirken ön taraftan genç bir çocuk kendi akbilini uzattı. “Buyurun, buradan basın.” Nil önce çekindi ama yapacak bir şey de yoktu. Teşekkür ederek çocuğun akbilini aldı, elektronik kutuya okuttu, sonra da 3 TL’yle birlikte geri verdi. Fakat çocuk Nil’in tüm ısrarlarına rağmen bilet parasını kabul etmedi. Nil, şoförün imalı tebessümü karşısında kıpkırmızı kesilerek çocuğa onlarca kez teşekkür etti. Ve hâlâ olanlara bir anlam verememiş bakışlarla arka tarafa geçti. Bugün tuhaf bir gün olacağa benziyordu ama olacaklar hakkında en ufak bir fikri bile yoktu…
***
13
Birim Sıfır
Beyaz yastığa dökülen kızıl kestane saçların ortasındaki oval yüz buruştu;
iri
kahverengi
gözler
açılmamak
için
direndi.
Uyanmak
istemiyordu Dize, kendini çok yorgun hissediyordu. Fakat açılmaya başlayan zihni, kaslarına uyarı sinyalleri yolluyordu: Kendi kendine, “Bu kadar miskinlik yeter, kalk bakalım,” diyordu. Aslında uykusunu almış olması gerekirdi ama nedense üzerinde bir bitkinlik vardı. Oysaki gribi çoktan atlatmış, enerjisini toplamıştı ama bu sabah bir ağırlık çökmüştü üzerine. Nedenini biliyordu aslında ama düşünmek, aklına getirmek istemiyordu. Đki gün sonra Ali’nin ölüm yıldönümüydü. O gideli tam bir yıl olacaktı. Oysa sanki dün gibiydi onunla yaptığı telefon konuşması, uçağın düşüşü, sonra o trafik kazası… Tüm o gariplikler, gizemler ve karanlık sırlar bir yıl önce başlamıştı. Tabii belki öncesi de vardı ama Dize tam bir yıldır bu işlerin içindeydi. Birim Sıfır tekrar kurulalı ve Dize de bu ekibin üyesi olalı neredeyse bir yıl olmuştu. Bir yılda, tüm ömrü boyunca gördüğünden daha çok şey görmüş, türlü garipliğe ve gizeme şahit olmuştu. Bu düşünceyle derin bir iç çekti. Aklı karışıktı; bir yandan içinde yaşadığı duygu karmaşası onu yoruyor, diğer yandan da Birim Sıfır’da yaptığı işten memnuniyet duyuyordu. Karşılarına çıkan onlarca gizemi çözmek, insanları kurtarmak, hatta bilim adına yeni ve önemli gelişmelere tanıklık etmek ona heyecan veriyordu. Tabii bir de ekibi vardı. Özellikle de Murat… Tuhaf günün ilk işareti olarak sabah sessizliğinin içinde öttü telefon. Sanki hissetmiş gibi Murat arıyordu. Telefona uzanırken, kalp kalbe karşı, diye düşündü Dize. Böyle şeyler düşündüğü için utanarak hafifçe kızarmış
14
Cilt 1
ama aynı zamanda bu lafı sıkça söyleyen annesini hatırladığından, telefona uzanırken elinde olmadan gülümsemişti. “Efendim?” “Efendiler kıysın nikâhını…” “Ne?!” “Ne?” Bir an ikisi de telefonun iki ucunda karşılıklı kalakaldılar, sonra da gülüştüler. Sabah sabah böyle gülmek garip gelmişti. Murat hemen açıklamaya girişti. “Affedersin ya, sen ‘efendim’ deyince refleks olarak çıktı ağzımdan. Hep annem söylerdi öyle, aklımda kalmış.” Đçinden, bugün anneleri anma günü herhalde, diye geçiren Dize’nin yüzüne sıcak bir gülümseme yayıldı. “Olsun canım, günün ilk saatlerinde yeni bir şey öğrenmiş oldum, fena mı?” Onun tatlı sesi Murat’ın da sırıtmasına sebep olmuştu ama sonra aklına telefon etmesinin asıl sebebi gelince duraksadı. “Şey… Öğrenmeye bu kadar hevesliysen, benim de yeni haberlerim var.” Dize’nin tebessümü yüzünde dondu. Murat’ın kötü bir şeyden bahsedeceğini hissetmişti. Endişeyle sordu. “Ne oldu?” “Ne olacak, bize iş çıktı.” “Emin misin?” “Ne demek emin miyim?” “Yani, yine o tuhaf deli vakalarından ya da yanlış anlaşılmalardan biri olmasın?”
15
Birim Sıfır
Murat seslice iç çekti. “Keşke öyle olsaydı Dize. Ama maalesef bu seferki ciddi. Şimdiden dört cinayet oldu bile ve artmasından endişe ediyoruz.” Dize, uyandığından beri içinde beliren kötü hissin haklı çıkmasına kızarak sordu. “Ediyoruz derken?” “Ben, Taylan Bey ve Ege. Seni de o yüzden aradım zaten. Hemen ofise gelebilir misin?” “Aslında sabah dersim var ama erken bitirmeye çalışırım. O kadar acil mi?” “Duruma bağlı…” “Nasıl yani?” “Nil adında bir tanıdığın var mı?”
II. SIFIR “Bugünkü sayı sisteminde sıkça kullanılan sıfır, bir niteliğin yokluğunu temsil eder. Birçok skalada sıfır başlangıç ya da nötr bölgeyi simgeler. Sayı doğrusunda sıfırın sağı artı, solu eksi değerleri barındırır. Ondalık sayı sisteminde, kendisinin hiçbir değeri olmadığı halde solundaki sayıyı on defa büyüten sayıdır. Toplamada toplandığı sayıyı değiştirmeyen etkisiz, çarpmada sonucu sıfır yapan yutan elemandır, bölmede ise bir sayıya bölündüğünde sıfır sonucu çıkar. Ancak bir sayıyı böldüğünde sonuç tanımsızdır. ‘0’ Roma rakamlarında gösterilemeyen tek rakamdır.”
16
Cilt 1
Tahtaya çizdiği kocaman ‘0’ işaretini göstererek anlatmaya devam etti Hoca: Ders Matematik 1’di ve adam tam bir sıfır aşığı çıkmıştı. “Sıfırın M.Ö. 450 yıllarında Orta Amerika'da yaşayan Maya kabilesinde kullanıldığına dair kanıtlar vardır. M.S. 800 civarında ise Hintliler sıfıra benzer bir sembol kullanmışlardır. Harezmî tarafından dünyaya yayılan sıfır, M.S. 1400 yıllarında Avrupa'da da benimsenmiş ve kullanılmıştır. Sıfır sözcüğü Arapça sifr sözcüğünden türemiştir, sifr aynı zamanda Türkçedeki şifre kelimesinin kökenidir. Arap filozoflar en büyük sırrın varlık değil, yokluk olduğunu düşünür. Yokluk sıfırla ifade edilir ve bu ifade yokluğu varlığa dönüştürür. Şifre de buradadır.” Öğrencilerinin uykulu yüzlerine bakıp ne kadar sıkıldıklarını fark etmeyen öğretmen heyecanla sürdürdü sıfır macerasını. “Bu şifre, yani Sifr Đngilizceye de geçmiş ve küre anlamına gelen sphere ile sıfır anlamına gelen cypher kelimelerinin türemesini sağlamıştır. Değişen şekliyle zifr yine sıfır anlamına gelen zero kelimesine dönüşmüştür. Đngilizcede sıfır anlamına gelen bir başka kelime de null ya da ender kullanılan şekliyle nil’dir.” Nil’in uykulu mavi gözleri kocaman açıldı kendi adını duyunca. Yanında ve önünde oturan arkadaşları Hoca’nın söylediğini duyunca dönüp biraz da sırıtarak ona bakmışlardı. Fakat hiçbiri Nil’in sıfırla başlayan bugünde kendini sıfırlara boğulmuş ve hatta sıfırla özdeşleşmiş halde bulmasındaki tuhaflığı fark etmemişti. O da fazla üzerinde durmadı zaten, hafifçe gülümseyerek önüne döndü. Öğlen olmasına rağmen hâlâ uyanmaya çalışıyordu.
17
Birim Sıfır
Ancak üç saatlik ders bitince gelebildi kendine. Okul açılalı fazla olmamıştı ama bazı hocalar çoktan derslere başlamıştı. Nil üniversitenin liseden ne kadar farklı olduğunu kısa sürede anlamıştı ama bazı derslere uyum sağlamakta halen zorluk çekiyor, hatta doğru bölümü seçip seçmediğinden endişe duyuyordu. Matematik fena değildi; fakat Lineer Cebir’in matrisleri ve Bilgisayar Bilimlerine Giriş’in algoritmaları arasında kaybolduğunu hissediyordu. Đlk başta ismi tuhaf gelen ‘Bilgisayar Mühendisliği Bölümüne Uyum’ dersinden medet ummuş ama şimdiye kadar kendisiyle bilgisayar mühendisliği arasında herhangi bir uyum görememişti. Oflayarak topladı defterlerini. “Sıfır Hanım, nasılsınız bakalım?!” Arkadaşının güleç, esmer yüzüne bakarak güldü Nil. “Aman Gamzeee…” “Niye kızım, ünlü oldun işte!” “Ay ne ünlü ne ünlü.” “Ünlü tabii, seninki bile dönüp baktı manalı manalı.” Kıvırcık saçlı, hafif tombik ve her daim neşeli Gamze’nin ‘mana’nın ‘a’larını kalın bir tonlamayla söylemesinden çok, ‘seninki’ lafına gülerek geçirdi çantasını sırtına Nil. “Yok benimki falan, saçmalama… Hadi kantine gidelim, çok acıktım ben.” “Emredersünüz Hanfendü, Birol Bey’e de haber vereyüm mü, ister müsünüz sizünkünü?” Bu sefer adını duyunca Nil’in gözleri ışıldadı. “Of Gamze ya!” “Neee?!”
18
Cilt 1
Đki kız amfiden kıkırdayarak çıktılar. Yeni tanışmış sayılırlardı ama biraz da Gamze’nin cana yakınlığı ve güleçliğinin etkisiyle hemen kaynaşıvermişlerdi. Henüz Nil’in yaklaşan doğum gününden ya da birlikte kutlayıp kutlamayacaklarından bahsetmemişlerdi ama sınıftaki yakışıklı çocukları çekiştirmekten geri durmamışlardı. Birol da uzun boyu, ince, yakışıklı yüzü ve sempatik tavırlarıyla onlardan biriydi. Daha doğrusu, Gamze’nin yakıştırmasıyla Nil’in ‘bir’iydi. O yüzden öğleden sonraki derste tesadüfen Birol’un yanındaki bilgisayarın başına oturunca, Gamze’nin attığı imalı bakışların da etkisiyle, bir süre kıpkırmızı kesilmişti Nil. Önce konuşamadı; önündeki bilgisayarı açıp ders için hazırlandı. Ama mavi gözleri o tarafa dönüp de Birol’un gülümseyen yüzüyle karşılaşınca her şeyi unuttu. “Selam. N’aber?” Nil de gülümsedi. “Đyidir, senden?” Cevap olarak sadece hafifçe omzunu kaldırıp indirdi Birol, yüzündeki tebessümü muhafaza ederek. O sırada Hoca sınıfa girdi ve zaman kaybetmeden derse başladı. Uzun, zayıf ve gözlüklü adam değişmeyen ses tonuyla bilgisayarların elektronik devrelerinde sıkça kullanılan, tüm sayıların “1” ve “0” rakamlarıyla ifade edildiği ikili yani binary sayı sistemini anlatırken sınıfın çoğunluğu ayrı dünyalara dalıp gitmişti çoktan. “Biliyor musun, dünyada sadece on tip insan vardır… Kendisine doğru eğilerek fısıldayan Birol’a baktı Nil merakla. “…Binary bilenler ve binary bilmeyenler.” Önce anlamayan Nil gözlerini birkaç kere kırpıştırdıktan sonra gülmeye başladı. Hoca duymasın diye sessizce kıkırdıyor ve bu, kız farkında
19
Birim Sıfır
olmasa da, Birol’un çok hoşuna gidiyordu. Gözlerini Nil’den ayırmadan kıza gülümsedi. Nil onun bakışlarından ama biraz utanmıştı konuşmanın bitmesini de istemiyordu. O sırada Birol’un masasının üzerindeki bir kitabı gördü. Ünlü korku yazarı Gökhan Kartal’ın ‘Mavi Lanet’ isimli romanıydı. Kitabı işaret ederek kısık sesle sordu: “Bunu mu okuyorsun?” “Evet. Çok güzel, tavsiye ederim.” “Bakabilir miyim?” “Tabii.” Kitabı eline alan Nil kapağı inceledikten sonra sayfaları karıştırmaya başladı. Đlk sayfada el yazısıyla yazılmış bir not dikkatini çekti. Aynen şöyle diyordu: “Sıfır bir değer değildir. Bir sayı bile değildir. Anca başka bir sayının yanına gelince değer yaratır. Tıpkı sevda gibi… Sevdanın da tek başına bir değeri yok. Đlle de biri olmalı. Sıfır ne kadar çoksa sayı o kadar çoğalır. Sevda ne kadar çoksa insan o kadar çoğalır, büyür. Biri dese ki sevdamı al, kendine ekle. Bir ömürle çarp, sonra sonsuza eşitle, yine değeri sıfır mı olur senin için?” Notun altında da parantez içinde ‘7 Numara’ yazıyordu. Okuduğu şeyden oldukça etkilendiği hafifçe kızaran yanaklarından belli olan Nil, mavi bir alevle ışıldayan gözlerini Birol’a çevirdi. “Bunu sen mi yazdın?” Utanmış gibi gözlerini kaçırdı Birol ama gülümsüyordu. “Yok canım, nerede… Yedi Numara’dan: Hani bir dizi vardı ya, komedi… Orada Haydar diye bir karakter var, matematikçi, o söylemişti. Ben de öylesine not etmişim işte.”
20
Cilt 1
Nil de gözlerini kaçırıp elindeki kitaba baktı. “Çok güzelmiş.” “Öyle.” Birden utangaçlaşıp söyleyecek bir şey bulamayan iki genci öğretmenin araya girmesi kurtardı. “Evet arkadaşlar, herkes bilgisayarındaki programı açsın. Binary hesaplamalarından başlayalım.” Hepsi önlerine dönüp hocanın dediğini yaptı. Nil de aynısını yapmıştı; fakat bir tuhaflık vardı. ‘Enter’ tuşuna basmasıyla, bir anda sıfırlarla doldu bilgisayar ekranı. Bir hata olduğunu düşünen Nil programı kapatmaya çalıştı, ‘Escape’e bastı, ‘F’ tuşlarını denedi ama tek yaptığı ekranı daha fazla sıfırla doldurmak olmuştu. Siyah ekran üzerinde beyaz beyaz yanıp sönüyordu yuvarlak semboller; sıfırlardan kurtuluş yoktu.
***
“Nil Ertekin; yaş otuz beş, iç mimar, Đstanbul, dün gece 01.25’te ölü bulundu. Nil Bahar Kuşatır; elli iki yaşında, ev hanımı, Kırklareli, sabaha karşı 02.30’da ölü bulundu. Nil Kızılkaya; sekiz yaşında, Đstanbul, bu sabah 04.45’te cesedi annesi tarafından odasında bulundu. Ve Nil Sevim Gövenceli; yirmi sekiz yaşında, kasiyer, Đzmir, cesedi bu sabah 05.30’da bulundu. Hepsi de kalplerinin durması neticesinde ölmüşler. Đlk incelemeye göre sol göğüs üzerinde, yani tam da kalbin üzerinde büyük, yuvarlak bir yanık izi var. Kalp bir şey tarafından sıkılmış ve hatta yakılmış gibi. Ölümler çabuk olmuş; ne bir görgü tanığı, ne de açıklama. Kimin ya da neyin neden olduğu bilinmiyor. Sadece tek bir şey var; bu ölümler doğal değil.” “Doğal olsa bizimle işi ne zaten?!”
21
Birim Sıfır
Murat’ın brifingini bu değerli yorumuyla bölen Ege, kaykıldığı mavi tekli koltukta toparlandı. Diğerleri gibi onun da bugün pek keyfi yoktu ama bunu en çok o belli ediyordu. Dize sabahki dersini erken bitirip Yıldırım Holding’e, Birim Sıfır’ın Şişli’deki ofisine gelmişti. Taylan Bey ise zaten holdingdeydi, üst kattan hemen ofise inmişti. Yaşananları sakin bir tavırla seyrediyordu. Dize o kadar sabırlı değildi, üstelik bayağı etkilenmişti. “Bu kadar kısa sürede bilgileri iyi toplamışsın.” Sanki sorulmuş gibi hemen açıkladı Murat. “Đlhan’la Kenan sağ olsun. Tabii ölümler bu kadar tuhaf ve açıklanamaz olunca ellerindeki bilgileri hemen bizimle paylaştılar. Ama gerisi gelmedi maalesef, hâlâ bir açıklama getirebilmiş değiliz. Ne yapanı, ne de nedenini biliyoruz.” “Peki niye bu kadınlar? Yani değişik şehirlerde, değişik saatlerde, değişik yaştaki Nil’ler mi öldürülüyor?” Murat cevapladı onu. “Öyle görünüyor... Ölüm şekline ve yerlerle saatlerin uyuşmazlığına bakılırsa, bu bir insanın işi olamaz.” Ege akıl yürüttü isteksizce. “Belki birkaç insanın işidir.” “Olabilir belki ama insanın başka hiçbir yerine dokunmadan sadece göğsünü deşip kalbini yakabilen ve bunu su balesi yaparmış gibi senkronize bir şekilde becerebilen birilerinin olması… Bilemiyorum, bana pek insan işiymiş gibi gelmedi.” Karşı çıkılamayacak kadar açık olan bu durum karşısında bir süre sessiz kaldı Birim Sıfır üyeleri. Sonunda malum soruyu Dize dile getirdi: “Ama neden? Bu Nil’ler neden öldürüldü? Ortak noktaları ne?” “Adlarının Nil olması dışında…”
22
Cilt 1
Ege’nin lafına hak verir gibi hafifçe başını sallayarak konuştu Murat. “Şu an elimizdeki tek ipucu bu, zaten endişe etmemizin nedeni de bu.” Dize sormadan kendisi tahmin yürüttü. “Sadece adı Nil olanlar öldürülüyorsa, başka Nil’ler de ölebilir.” Bu sefer de ‘maalesef’ anlamında bir baş hareketiyle yanıtladı onu Murat. “Ülkedeki tüm Nil’leri kontrol altında tutamayacağımıza göre elimiz kolumuz bağlı. Başka ölüm olmaması için dua etmekten başka şansımız yok.” “Ya da olması için…” Bu garip yorumu karşısında hepsi, Taylan Bey bile, dönüp Ege’ye bakmıştı. Ege ise yadırgandığını anlayınca açıklama gereği duydu. “Yani katilin ya da katillerin bulunması açısından. Hani bir ipucu daha elde edebiliriz belki diye…” Onun bu soğukkanlı, hatta duygusuz akıl yürütüşü karşısında diğerleri bir şey diyemedi ama Taylan Bey içinden, bu çocuk Đsviçre’de fazla kalmış anlaşılan, diye geçirirken toplantı boyunca ilk kez ağzını açtı. “Olmaması temennimiz tabii ki ama yine de bu cinayetleri araştırmak bizim görevimiz. Ne kadar az ipucu olsa da, bu işi takip edeceğiz. Kurbanların kimlikleri, hayatları, tanıdıkları, hatta kütükleri bile incelenecek. En ufak bilgi kırıntısının bile önemi olabilir, sakın atlamayın. Nil Cinayetleri’nin sırrını çözmeliyiz.” Üçü de, “Tamam patron,” tarzında cümlelerle ona katılırken Taylan Bey ağır hareketlerle koltuktan kalktı, ekibi işlerinin başına geçmeleri için ve kendisi de işinin başına geçmek üzere yanlarından ayrıldı. O gittikten
23
Birim Sıfır
sonra koca bir adam olan Ege ebeveynleri tarafından başıboş bırakılmış bir çocuk gibi bacaklarını öne uzatarak rahatça yorum yaptı. “Bu seri cinayetlerden de gına geldi artık ha! Seb7a’sı bitti, Nil’i başladı anasını satayım!” Dize’yle Murat, küçük oğulları yine yeni bir afacanlık yapmış bir anne-baba gibi anlayışla gülümsediler birbirlerine. Nedense Nehir haber için şehir dışına çıktığından beri böyle huysuzlanıyordu Ege. Ama tek huysuzlanan o değildi.
III. ŞİFRE Otobüs Boğaz’ın eşsiz manzarasının üzerinden geçiyordu; buna rağmen
gözlerini
karşılaşmaktan
sıkıca
bıkmıştı.
yumdu Okulun
Nil.
Baktığı
koridorundaki
her
yerde
saatte,
sıfırlarla
kendi
cep
telefonunun ekranında, tuvaletin üzerindeki çift sıfırda, otobüsün saat göstergesinde, “0’dan başlıyoruz” yazılı reklam panolarında ve hatta insanların üzerlerindeki kıyafetlerde de sıfırlar görüyordu. Kendi giydiği gri tişörtün üstünde bile mor, yeşil, turuncu sıfırlar vardı sanki. Bir çeşit kötü kamera şakası gibiydi ve eğer sonunda biri çıkıp da kameraya el sallamasını söylerse ona çok güzel bir el işareti yapacaktı Nil. Neden bu kadar gerildiğini de anlamıyordu, oysa güzel denebilecek bir gün geçirmişti. Birol’la muhabbet kurmuş, derslerde fazla sıkılmamış, okuldan erken
24
Cilt 1
çıkmış, akşam trafiğine kalmamıştı. En önemlisi de yarın doğum günüydü, artık on sekiz yaşında bir yetişkin olacaktı. Belki de yaşlanıyorum, ondan bu huysuzluğum, diye düşündü ve kendi kendine gülümsedi. Kendisiyle dalga geçmek her zaman rahatlatırdı onu. Dalga geçmek deyince annesi aklına geldi. Sabahtan beri yaşadıklarını anlatınca annesi kesin onunla dalga geçecekti ama bu sefer birlikte gülerlerdi artık. Dila Hanım sanki adının anıldığını hissetmiş gibi telefonun ekranında beliriverdi. Önce hafif bir melodi duyuldu, ardından ekranda “Annecim” kelimesi yanıp sönmeye başladı. Annesi Nil’i arıyordu. Halk otobüsüne bindiği için telefonunu rahatlıkla açtı. “Alo, anne?” “Efendim.” Kadının sesini alamadığını düşünen Nil tekrarladı. “Anne? Alo?” “Alo değil, efendim diyeceksin. Biraz kibar ol kızım.” “Ne?” “Ne değil, efendim! Ay öğretemedim şu kıza bir türlü, kaç yaşına geldi hâlâ…!” Yaş meselesini açınca bir an ağzından doğum günü sürprizini kaçıracağını sanan Dila Hanım hemen sustu. Allah’tan Nil anlamamıştı ama annesinin bu didaktik tonuna anlam da verememişti. “Anneciğim, ne diyorsun?” “Bir şey demiyorum. Neredesin sen?” “Otobüsteyim, geliyorum.”
25
Birim Sıfır
“Hah aferin kızıma. Şimdi otobüsten ineceksin ya sen, eve gelmeden önce o büyük fırından çiçek ekmekle on tane yufka al. Bir de taze köy yumurtası gelmişse on tane de ondan al gel, tamam mı yavrum?” “Hayırdır anne, seferberlik mi ilan ediyoruz yine?” “Hayır canım, senin…” Yine son anda sustu Dila Hanım, bir an yutkunduktan sonra devam etti. “Senin dilin de fazla uzadı son zamanlarda! Hadi ne diyorsam onu yap, oyalanma, çabuk gel eve!” “Tamam anneciğim sakin ol, hayret bir şey…” “Hayretse hayret!” Bunun üstüne ne diyeceğini bilmeyen Nil’in mavi gözleri boş boş baktı otobüsün camından. “E peki madem… Başka bir isteğin var mı?” Annesi sanki demin celallenen kendisi değilmiş gibi yumuşak bir sesle cevap verdi. “Ne isteyeceğim kızım, sağlığın. Sen gel yeter.” Annesinin bu iniş çıkışlarına alışık olan Nil güldü. “Tamam o zaman, akşama görüşürüz.” “Tamam bebeğim, hadi öpüyorum. Dikkatli gel.” “Olur anne, dikkatli sürerim otobüsü.” “Amaaan hadi oradan zevzek. Kapatıyorum hadi.” Kendisiyle birlikte gülen annesine veda edip Nil de telefonu kapattı. Yufka ve yumurta istediğine göre yarına hazırlık vardı. Muhtemelen de Nil’in çok sevdiği o peynirli börekten yapacaktı annesi. Birden içi sımsıcak oldu, sıfırları bile unutuvermişti.
***
26
Cilt 1
Batmakta olan güneşin kızıl ışıkları ofisi tatlı bir loşluğa boğmuştu. Đçerisi ise savaş alanını andırıyordu. Kâğıtlar, dosyalar, fotokopiler ve resimler etrafa saçılmıştı; koltuk ve masalar bile sanki bir itişme yaşanmış gibi yerlerinden oynamıştı. Yerde, masada ve koltukta duran pizza kutuları ve
yemek
artıkları
içerideki
kaos
ortamını
pekiştiriyordu.
Dekoru
tamamlayan ise laptopun başında durmaktan gözleri ufalmış olan Murat, yerdeki dosyaların ortasına bağdaş kurup oturan Ege ve masadaki dosyalara gömülmekten saçları önüne düşen Dize’ydi. Üçü de tüm öğleden sonrayı ‘Nil’leri ve cinayetleri araştırarak geçirmiş, ölenlerden Đstanbul’da olan Nil Ertekin ile Nil Kızılkaya’nın evini, ailesini, kısaca her şeyini araştırmış ama hâlâ bir ipucu bulamamışlardı. Üstelik çok da yorulmuşlardı. Fakat hiçbiri pes etmeye yanaşmıyordu; sanki bir tür inada binmiş ya da meydan okumaya dönüşmüştü bu dava. Teorilerin ise ardı arkası kesilmiyordu. “Adı Nil olan bir hayalet…” “Adı Nil olan sevgilisi tarafından aldatılan ve bütün Nillerden intikam almak isteyen bir hayalet…” “Adı Nil olan karısı tarafından öldürülen ve tüm Nillerden intikam almak isteyen bir hayalet…” “Hayalet olduğu ne malum?” “O zaman… Adı Nil olan bir kadına yapılan bir kara büyü, adresi şaşırıp tüm Nillere etki ediyor!” “Ya da bir Nil’e musallat edilen bir cin, kontrolden çıkıp tüm Nillere saldırıyor.” “Peki ama neden bu Nil’ler? Yani her Nil’e olmuyor ki bunlar!”
27
Birim Sıfır
Đşte gelip tıkandıkları nokta da burasıydı; ölen Nillerin ortak noktasını hâlâ bulamamışlardı. Üstelik tek bir konuda haklı çıkmışlardı ve bu morallerini daha çok bozmuştu. Öğleden sonra bir cinayet haberi daha gelmişti. Bu seferki kurban kırk bir yaşındaydı, Eskişehir’de yaşıyordu, ilkokul öğretmeniydi ve adı da Nilüfer Yazıcı’ydı. Adının Nil değil de Nilüfer olması ekibin kafasını daha da karıştırmıştı. “Bu bizim kurbanların profiline uymuyor, belki de alakası yoktur?” “Aynı şekilde işlenen bir başka esrarengiz cinayet mi? Hiç sanmam. Hem kadının adının Nil ya da Nilüfer olması pek bir şeyi değiştirmiyor bence.” Dize’ye katıldığını belirterek konuşmaya dâhil oldu Murat. “Bence de. Ha Nil, ha Nilüfer. Önemli olan kadının nasıl öldüğü ve tam da bugün ölmüş olması.” Bir an kısa bir sessizlik yaşandı, sözü tekrar devraldığında Ege’nin aklında bir ipucu belirmişti. “Bugün! Bu Nillerin hepsi de bugün öldürüldü! Saatlere bakın, hepsi gece yarısından sonra, yani tarih 13 Ekim 2009!” Dize’yle Murat da bu ilginç detay üzerine düşünmeye başlamıştı; dahası, Ege’nin söylediği bir şey Dize’nin dikkatini çekmişti. Kendi kendine mırıldanır gibi tekrarladı. “Ekim… Ekim… Bu 13 Ekim tanıdık geliyor ama…” Lafını bitirmeden önündeki kâğıt yığınını karıştırmaya başladı. Bir kâğıt parçası buldu ama yetinmeyip ikincisini, üçüncüsünü, hatta yerdeki dosyaları da karıştırıp dördüncüyle beşinci kâğıdı da buldu. Ardından da heyecanla incelemeye başladı diğerleri merakla onu izlerken. “Dize ne oldu? Bir şey mi buldun?”
28
Cilt 1
Dize bir süre daha cevap vermedi; deli gibi elindeki beş kâğıdı çevirip duruyordu. Sonunda aradığı şeyi bulunca yüzünde şaşkın bir ifade oluştu. “Bu… Đnanılmaz.” “Nedir o, söylesene!” Bir Ege’ye, bir Murat’a bakıp yutkundu. “Bu kadınlar… yani Nil’ler… Hepsi de aynı gün doğmuş, beşinin de doğum tarihi 14 Ekim.” “Ha?” Bir an bunu söyleyen Murat’a dönüp “Ha değil, efendim” demeyi düşünen Dize vazgeçip tekrar davaya konsantre oldu. Bulduğu şey gerçekten de enteresandı ama bunun dışında çok da önemliydi. Đlk fark eden Ege oldu. “Bu Niller aynı gün doğup aynı gün öldülerse…” Dize devam ettirdi. “Ve ölümler devam ederse…” Onları izleyen Murat son noktayı koydu. “Sıradaki kurban da Ekim’in 14’ünde doğan Nil’lerden biri olur.” Yine bir anlık suskunluk ve durgunluk oldu. Ardından üçü de yerlerinden fırladı. Murat telefona sarıldı, Ege bilgisayar başına geçti, Dize ise Taylan Bey’in ofisine koştu. Arama başlamıştı. Aradıkları şeyi umduklarından da çabuk buldular. Resmi ve özel istihbarat kaynakları iyi iş çıkarmıştı. Yapılan araştırma sonucu 14 Ekim’de doğan Nil isimli yedi kişi bulunmuştu. Bunlardan beşi zaten bugün öldürülmüştü. Kalan ikisi ise hâlâ yaşıyor görünüyordu ama cinayetlerin izlediği sıra düşünülürse Birim Sıfır’ın çok da zamanı yoktu. Ofisin içi tam bir keşmekeş olmuş, odanın içinde dört dönen ekibe Taylan Bey de katılmıştı.
29
Birim Sıfır
“Nillerden birinin adı Nilhan Olcay, yirmi iki yaşında ve Ankara’da oturuyor. Diğeri Nil Üstündağ, on yedisinde, Đstanbul Bostancı’da ikamet ediyor.” Daha Taylan Bey emir vermeden Ege hemen atıldı. “Ben Ankara’ya giderim!” “Tamam, hemen yola çık. Nehir de orada zaten: Arayıp ona da haber ver, sen gidene kadar araştırsın Nilhan’ı. Umarım geç kalmamışızdır.” Hemen kafa sallayıp ofisten çıktı Ege. Aslında Ankara’ya gitmeye biraz da Nehir sebebiyle gönüllü olmuştu ama konuyu kendisi yerine Taylan
Bey
açınca
memnun
olmuştu.
Diğerlerinin
fark
etmesini
istemiyordu, ki onların da fark edecek hali yoktu zaten. Kalan son iki Nil’den birini kurtarmak için hemen harekete geçmeleri gerekiyordu. Ancak bu o kadar kolay olmayacaktı. “Đyi de onu nasıl bulacağız? Yani kız kuzu kuzu bizi Bostancı’da bekliyor mu olacak sanki!” Murat’ın karamsarlığına kapılmamak için kendini zorlayan Dize yanıt verdi. “Sırf Bostancı olsa yine iyi. Kız üniversite öğrencisi, okulu da Beşiktaş’ta. Yani evde de olabilir, okulda da, yolda da…” “Ya da herhangi bir yerde. Genç kız sonuçta, belki arkadaşlarıyla geziyordur.” Đş içinden çıkılmaz bir yöne doğru sapınca ipleri ele aldı Taylan Bey. “O zaman emniyet birimlerine de haber verelim, arama başlatsınlar. Hepimiz ayrı koldan başlarsak belki zamanında buluruz kızcağızı. Ben Beşiktaş’taki okula giderim, siz vakit kaybetmeden kızın evine bakın. Đnşallah geç kalmamışızdır.”
30
Cilt 1
Dize’yle Murat itaatkâr bir biçimde kafa sallayıp çıkmak üzere hazırlandılar. Taylan Bey de çıkacaktı ama önce durup iki ekip üyesine tekrar baktı. “Çocuklar, dikkatli olun. Neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmiyoruz. Her ihtimale karşı hazırlıklı gidin oraya.” “Ya siz Taylan Bey?” Dize’nin endişe dolu kahverengi gözlerine babacan bir yumuşaklıkla baktı adam. “Merak etme Dize kızım, ben önlemimi alırım. Eski toprağız biz.” O, ofisten çıkıp yola koyulurken Dize’yle Murat da birbirlerine bakıp gülümsediler. Taylan Bey’in serinkanlılığını paylaşıp morallerini yüksek tutmaya çalışıyorlardı. Fakat açıkçası, ikisi de huzursuzdu. Nil Piyangosu’nun kime çıkacağı sorusu akıllarını kurcalarken onlar da hazırlanıp yola koyuldular. Acaba şanslı talihli (!) kim olacaktı?
IV. HİÇ HİÇ Sondan bir önceki durakta otobüsten indi Nil. Annesinin siparişlerini ve bu siparişlerden elde edilecek enfes lezzetleri düşünerek ana cadde boyunca yürüdü. Hava iyice kararmış, biraz da soğumuştu. Yeşil hırkasının önünü ilikleyip kollarını parmak uçlarına kadar çekiştirdi. Otobüsten beri kulağında olan kulaklıklardan gelen müzik sesi caddenin gürültüsünü
31
Birim Sıfır
bastırıyordu. Biraz müziğin, biraz da önüne geldiği fırından çıkan güzel kokuların etkisiyle tüm gerginliğinden kurtulmuştu. Geniş dükkânın içine girip fırının yaydığı sıcaklıkla biraz daha gevşedi. Kulaklıklarını çıkardı, tezgâha yaklaşıp otuzlarındaki fırıncıya selam verdi. “Merhaba, ben bir çiçek ekmekle on tane yufka istiyorum. Taze köy yumurtası var mı?” “Var efendim.” “Tamam, on tane de yumurta alayım o zaman.” Adam Nil’e gülümseyerek siparişleri hazırlamaya başladı. Hepsini bir poşete koyup Nil’e uzatıyordu ki, bir anda elektrikler kesildi. Fırın karanlığa bürünmüştü, sadece dışarıdaki sokak lambasının ve arabaların ışığı aydınlatıyordu içerisini. “Hay Allah.” “Ayağınız uğurlu geldi.” Adamın bu lafına onunla birlikte güldü Nil.
Ama fazla uzatmadı.
“Şey, ne kadar tuttu?” “Sıfır…” Nil fırıncıya boş boş baktı. “Efendim?” Adam sırıttı. “Sıfır lira tuttu.” Nil’in nevri dönmek üzereydi, kendini zor tuttu. “Ne diyorsunuz?!” “E elektrikler kesildi ya, hesaplayamam aldıklarınızı. O yüzden para almayacağım sizden.” Adamın sadece kendisiyle şakalaştığını anlayan Nil rahatlamıştı ama yüzündeki gülümseme gergindi. Bir şey demedi. Zaten bir iki saniye içinde de fırının jeneratörü devreye girdi, ışıklar tekrar yandı.
32
Cilt 1
“Tüh, bakın şimdi para ödemek zorunda kalacaksınız, gördünüz mü?!” Canının fena halde sıkıldığı ve bu nedenle müşterilere sardığı anlaşılan fırıncı gülümserken Nil de zoraki bir tebessümle karşılık verdi. “Ya…” Adam üstelemedi neyse ki, hesabı yapıp Nil’den parasını aldı. Para üstünü verdikten sonra da, “Yine bekleriz,” demeyi unutmadı. Ona ‘iyi akşamlar’ dileyen Nil ise kulaklıklarını tekrar kulağına takarak fırından çıktı. Elinde poşeti, omzunda çantası, kulağında müziğiyle eve doğru yürümeye başladı. Yolu uzundu ama o acele etmiyordu. Güzel bir şarkı çalmaya başlamıştı; Nil’in sevdiği gruplardan Yeah Yeah Yeahs idi, bilmediği ise hoşuna giden bu parçanın adının ‘Zero’ yani ‘Sıfır’ olmasıydı. Karen O’nun yumuşak sesiyle ritme uyarak yürümeyi sürdürdü. “Sen bir sıfırsın,” diyordu şarkıda, “Senin adın ne? Kimse sana sormayacak…” Nil adımlarını sıklaştırıyordu. “Gitmeni istedikleri yeri kendin bulmalısın…” Lunaparka yaklaşırken hızlı melodiler de ardı ardına diziliyordu. Başka bir şey duymuyordu Nil. Belki de bu yüzden havanın giderek daha çabuk karardığını, etraftaki insanların ve arabaların da seyrekleştiğini fark etmedi. Ancak caddeye varıp karşıdan karşıya geçmesi gerektiğinde gördü yolun bomboş olduğunu. Sağına, soluna baktı; çevresinde ne tek bir araba, ne de insan vardı. Durup kulaklıklarını çıkardı ve mutlak sessizlikle baş başa kaldı. Oysa on yıldır arşınladığı bu caddenin böyle boş ve sessiz olduğuna hiç tanık olmamıştı, hem de akşamın bu saatinde, olması gereken trafikte. Ama ne trafik vardı, ne de herhangi bir şey. Nil’in dışında en ufak bir hareket bile yoktu koskoca caddede.
33
Birim Sıfır
Nil ürkek adımlarla karşıya geçti, endişeli bakışlarla etrafı izliyordu. Kontrol altında tutmaya çalıştığı zihninde henüz korkuya yer vermemişti. Fakat yürümeye devam edip de sanki yeryüzünde kalan tek insan insanmış gibi hissettiğinde kalbi sıkıştı. Hiç sevmediği o tuhaf korku ya da bilimkurgu filmlerindeki bir sahnede gibiydi. Dışarıda, karanlıkta ve yapayalnızdı; neler olduğunu da anlayamıyordu. Tek düşünebildiği bir an önce evine gitmesi gerektiğiydi. Adımlarını hızlandırarak cep telefonunu çıkardı; eve gidene kadar annesini ya da kardeşini arayacak, birden cehenneme dönen bu yolda en azından onların sesiyle avunacaktı. Aklına mukayyet olmasını sağlayacak gücü ancak böyle bulacağına inanıyordu. Telefonu çıkardı, bir tuşa bastı ve ekran sıfırlarla doldu. Nil’in şaşkın bir inlemeyle telefonu elinden atmasını engelleyen tek unsur, o anda bir şeye çarpmış olmasıydı. Gözü telefonda, koştururken birine toslamıştı. Bunun üzerine bir çığlık koyuvererek kendini geriye attı. Bu aslında hiç de komik değildi ama nedense Birol gülmüştü. Ve nedense o Birol şu anda, burada, karşısındaydı. “Bi… Birol?” “Ne oldu, korkuttum mu? Kusura bakma ya, gördün sandım.” Onun hiçbir şey olmamış gibi olağan bir şekilde gülümsemesine anlam veremeyen Nil, anlam veremediği ikinci şeyi sordu. “Senin burada ne işin var?” “Bilmiyor musun? Ben burada oturuyorum.” Bir an platonik duygularına yenilen Nil, “Cidden mi?” diye sordu. “Evet, gel göstereyim istersen.”
34
Cilt 1
“Nasıl ya… Ama bir dakika… Ya burada neler oluyor Birol, etrafa baksana, kimse yok, in cin top oynuyor!” Hafiften gülümsedi Birol. “Yok, cin değil canım.” “Hı?” Şaşkınlık, heyecan, merak ve tedirginlikle annesinin, “Ha değil, efendim” tembihlerini unutan Nil gözlerini kocaman açarak Birol’a bakıyordu. Birol da ona baktı; gözlerinde sevecen, anlayışlı ve huzurlu bir ifade vardı. Nil’in etkilenmemesi mümkün değildi, özellikle de Birol konuşmaya başlayınca. “Bir şey olduğu yok Nilciğim, tatbikat mı ne varmış. Yolları kapamışlar, polis de barikat kurmuş, o yüzden kimseler yok etrafta. Korkma…” “Yok canım, ne korkacağım… Da ne tatbikatıymış bu saatte?” Yiğitliğine halel getirmek istemeyen Nil bozuntuya vermemişti. Ama Birol böyle aklıselim, sakin bir şekilde konuşunca korkusunun gerçekten de geçtiğini hissetti. “Aman ne bileyim, işgüzarlık işte. Boş ver sen onu, gel bırakayım ben seni evine.” “Evime?” “Hııı. Hem nerede oturduğunu görmüş olurum. Bak istersen ben de kendi evimi gösteririm sana, zaten çok yakında.” “Ama…” “Hadi, akşama kadar böyle duracak mıyız burada?” Aslında zaten akşam olmuştu ama Birol haksız değildi. Burada durup bekleyemeyeceklerine göre eve gitmeleri en iyisiydi. Gerçi Nil hâlâ Birol’un bu semtte, ona bu kadar yakın oturuyor olmasına şaşırıyordu ama vardı
35
Birim Sıfır
herhalde bir hikmeti. Fazla kurcalamadan Birol’un teklifini kabul etti: Zaten o da buradan bir an önce gitmek istiyordu. “Peki o zaman. Gidelim.” Birol’un yüzünde beliren sıcak gülümseme Nil’i de rahatlatmıştı, uzattığı kol ise kızın yanaklarının hafiften pembeleşmesine neden olmuştu ama çocuğun koluna nazlanmadan girdi. Birlikte yürümeye başladılar. Etrafta hâlâ kimseler yoktu; ancak bu defa bunu sorun etmiyordu Nil. Hatta onları böyle kol kola gören kimse olmadığı için memnundu. “Ben senin burada oturduğunu bilmiyordum.” “Ya, ne tesadüf değil mi?” “Hımmm…”
Nil
de
Birol’la
birlikte
gülümsedi
ama
aslında
tesadüflere pek inanmazdı. Bunu şimdilik kaderin onları bir araya getirme yöntemi olarak görüyordu ve Birol lunaparkın kapısında durunca o da hiçbir tuhaflık hissetmeden durdu. “Ne oldu?” “Đçeri girelim mi?” “Lunaparka mı?” “Evet. Şimdi kimseler yoktur, rahatça gireriz, sorun olmaz.” Nil’in tereddüt ettiğini gören Birol ekledi. “Hem sana nerede yaşadığımı da gösteririm.” “Nasıl yani?” “E gel de göstereyim işte.” “Birol, ne diyorsun sen?” Yine güldü Birol. “Benimle gel de sana evimi göstereyim diyorum. Hadi ama, uzun sürmez.”
36
Cilt 1
Nil bunu garipsemişti ama Birol masum bakışlarıyla karşısında gülümseyip ısrar ediyordu. “Bunu küçük bir sürpriz olarak düşün.” “Ne sürprizi?” “Aman Nil, ille söyleteceksin insana! Ne sürprizi olabilir, doğum günün için tabii ki!” “Ha?” Bu kez gerçekten de kaba bir biçimde söylemişti bunu Nil ama fark etmedi bile; çünkü şaşkınlıktan ağzı bir karış açık kalmıştı. Birol onun doğum gününü biliyordu, üstelik bir de sürpriz hazırlıyordu. Bu bir rüya falan olmalıydı. Tabii tabii, mutlaka rüyaydı; zaten sokağın birden boşalması, hoşlandığı çocuğun bir anda karşısına çıkması ve ona böyle tatlı davranması başka nasıl açıklanabilirdi ki? “Daha fazla açıklayamam, görmek için benimle gelmen gerek. Lütfen…” Nil, Birol’un gözlerinin içine baktı ve eğer bu bir rüya olsaydı ne yapardı diye düşündü. Sonra da fazla düşünmesine gerek kalmadı zaten: Birol’un koluna tekrar girip onunla birlikte lunaparktan içeri daldı.
***
“Burada ne yapıyoruz?” “Sakin ol.” Korku Tüneli’nin önünde durmuşlardı; daha doğrusu tüneli görünce Nil durmuş, Birol da ona uymuştu. Hâlâ sakin, hâlâ esrarengizdi çocuk ama Nil artık o kadar sabırlı değildi.
37
Birim Sıfır
“Bak, oraya gireceğimi düşünüyorsan çok yanılıyorsun. Lunaparka geldik işte, ne göstereceksen göster artık!” “Pekâlâ… Madem bu kadar heveslisin, ben de mecburen hediyeni burada vereceğim.” Hediyeyi duyunca biraz sakinleşmiş ama heyecanı da artmıştı Nil’in, parıldayan gözlerini Birol’a dikti. Birol da gözlerini ondan ayırmıyordu. Bir an bekledi, gülümsedi ve sonra kıza bir adım daha yaklaştı. Elini ona doğru uzatırken yüzündeki gülümseme de genişlemişti. “Doğum günün kutlu olsun, Nil.” Nil’in sürpriz bekleyen yarı şaşkın, yarı heyecanlı bakışları karşısında Birol kolunu ona doğru uzattı ve kızın omzunu tuttu. Sonra kocaman sırıttı; öyle bir sırıtmaydı ki, bir anda ağzı genişleyip kulaklarına vardı, gözleri sapsarı bir ışıkla parlamaya başladı. Nil ne olduğunu bile anlamamıştı. Birol elini kızın göğsünün içine hızla soktu ve kalbini yakalayıp avucunun içinde sıkmaya başladı. Artık Birol olmaktan çıkıp neredeyse bir canavara dönüşen çocuğun eli bileğine kadar Nil’in göğsündeyken, kızın göğsünden dumanlar çıkmaya başlamıştı. Nil öyle büyük bir acı ve şok yaşıyordu ki, sesi bile çıkmamıştı. Sadece ağzı ve mavi gözleri kocaman açılmış, yaratığın karşısında çaresizce titriyordu. “Buradalar!” Dize’nin bağırmasıyla birlikte Murat bir şarjör dolusu kurşunu yaratığın üzerine boşaltmaya başladı. Iskalamamıştı ama kurşunlar normal olduğu için yaratığı öldürememişti. Yaratık kendisine saldırılınca bir an şaşırıp durdu ve Nil’i bıraktı. Kız inleyerek yere düşerken yaratık şekil
38
Cilt 1
değiştirerek Murat’a döndü. Artık kapkara bir gölge gibiydi ve sarı sarı parlayan gözleri Murat’a dikilmişti. Murat ise belinden yeni bir şarjör çıkarıp tabancasına taktı, bu sefer sodyumlu kurşun kullanacaktı. Dize’ye dönüp, “Sen kıza bak!” diye bağırdıktan sonra yaratığa tekrar ateş etmeye başladı. Dize dikkatle yaratığın arkasına geçti ve Nil’in yanına gitti. Sodyumlu kurşunları yiyince ölmeyen ama bir şekilde sersemleyen yaratığın onları fark edecek hali kalmamıştı. Bunu gören Murat onun üzerine giderek ikinci şarjörü hazırladı. Fakat daha tabancasına takmaya fırsat bulamadan yaratık kara bir buluta dönüştü, sarı gözleri parlayıp söndü ve kara bulut bir duman gibi dağılarak havaya karıştı. O ‘şey’ ortadan kaybolmuştu. “Đyi misin? Nil! Uyan canım, iyi misin?” Dize’nin sesiyle gözlerini aralayan Nil kucağında olduğu kadına tuhaf tuhaf baktı. Onu tanımıyordu, adını nereden bildiğinden habersizdi ve neler olduğunu da anlamıyordu ama yavaş yavaş toparlanıyordu. Önce öksürmeye, sonra da derin derin solumaya başladı. Doğrulup göğsündeki müthiş acının olduğu yere baktı; hırkasında ve tişörtünde yanık izleri vardı, teni de hafifçe kızarmış, yanıyordu. Ama kalbi yerinde ve sağlam olmalıydı ki, hâlâ yaşıyordu. Onun iyi olduğunu gören Dize derin bir nefes aldı. Yanlarına gelen Murat’a döndü. “Öldürdün mü?” “Sanmıyorum. Daha çok kaçtı gibi. Ama en azından kızı kurtardık, o iyi mi?” Đkisi de Nil’e dönüp dikkatli bakışlarını kıza diktiler.
39
Birim Sıfır
O ise şaşkın, korkmuş ve acılar içinde olmasına rağmen kendine gelmiş gibiydi. “Neler oluyor burada? Siz de kimsiniz? O… O şey!” “Merak etme, o gitti, artık sana zarar veremez. Biz yanındayız.” Murat’ın teskin edici sözleri Nil’i biraz sakinleştirmişti; toparlanan kız yanık tişörtündeki deliği kapamaya çalışarak ayağa kalktı. Dize ona yardım ederken Murat üzerindeki ceketi çıkarıp verdi. Bir yandan da açıklıyordu. “Biz MĐT’e bağlı çalışan bir birimiz. Senin gibi insanları deminki o yaratık türü şeylerden kurtarıyoruz. Seni de öyle bulduk.” Onun bir çırpıda özetleyiverdiği şey aslında o kadar basit değildi tabii ama şu anda Nil daha fazlasını anlayamazdı. Ne o yaratıktan, ne doğaüstü olaylardan, ne sodyumlu kurşunlardan, ne de Dize’yle Murat’ın onu bulmak için kullandıkları elektromanyetik alan tarayıcısından haberi vardı. Neler
olduğunu
kavrayamayan
zihni
karmakarışıktı:
Şoktan
titremeye başladı. “Onu buradan götürmemiz lazım. O şey tekrar gelebilir.” Dize bir koluyla Nil’i sarmış, diğer koluyla da düşmesin diye kıza destek vermişti. Murat bir baş işaretiyle ona onay verdi ve etrafı kolaçan ederek onların arkasından yürümeye başladı. Lunaparktan çıktıklarında her şey normale dönmüştü. Arabalar trafikteydi, insanlar etrafta dolaşıyordu, hayat eskisi gibi devam ediyordu. Ama artık Nil için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Onun için her şey sıfırdan başlıyordu.
40
Cilt 1
V. GİZEM GİZEM Mavi gözleri şimdi korku, hüzün, hayret, bilinmezlik ve yaşlarla doluydu. Ne Dize’nin yatıştırıcı sözleri, ne içirdiği sıcak ıhlamur, ne de delik giysilerinin yerine giydirdiği kapüşonlu giysi durdurmuştu Nil’in titremesini. Bostancı’dan sonra kızı Birim Sıfır ofisine getirmişlerdi, şimdilik en güvenli yer burasıydı. Ayrıca sorular soran ve gözyaşlarına hâkim olamayan kıza her şeyi baştan anlatmışlar, onun belki olanlara bir açıklık getirebileceğini ya da ipucu verebileceğini düşünmüşlerdi. Ancak duydukları, zavallı Nil’i daha büyük bir şoka sokmuş, kızcağız bildiklerini de unutur hale gelmişti. Hele bugün yaşadığı sıfır kâbusunun üstüne bir de ‘Birim Sıfır’la tanışınca sinirleri iyice allak bullak olmuştu. Neden sonra Dize’ye dönüp kocaman ıslak gözleriyle yalvarır gibi baktı. “Annem! Annemlere haber vermem lazım, merak etmişlerdir. Eve gitmeliyim!” Dize, Nil’in omzunu ovuşturarak yumuşak bir tonda konuştu: Ona karşı oldukça dikkatli davranıyordu. “Canım, şimdi eve gitmen pek doğru olmaz. O yaratık yeniden ortaya çıkabilir, hem o zaman aileni de tehlikeye atmış olursun. Đstersen telefon et, gecikeceğini söyle ama yaşadıklarından şimdilik bahsetmesen daha iyi olur. Onları da boş yere telaşlandırmayalım, ha ne dersin?” “Ama… ama annem…”
41
Birim Sıfır
“Tüm bunlar bitip herkes güvende olduğunda istersen birlikte açıklarız her şeyi. Ama şimdilik bizimle kalman herkes için en iyisi.” Nil, Dize’nin anlayış dolu kahverengi gözlerine baktı. Onu hiç tanımıyordu ama o da, biraz ötede telefonla konuşmakta olan iri yapılı, sert görünümlü adam da hayatını kurtarmışlardı. Onlara güvenip inanmaktan başka seçeneği yoktu. Burnunu çekerek kafasını salladı; artık kendisini toparlayacak ve bu çılgınlığın bitmesini bekleyecekti. “Yine de arayıp konuşmak istersen telefonu vereyim?” Nil’in telefonu Birol’la ya da o yaratık her neyse, onunla karşılaştığından beri kayıptı; tıpkı çantası ve fırından aldığı yufka ve yumurta dolu torba gibi. Bunu hatırlayınca Nil’in yüzünde travma geçiren insanlara özgü tuhaf bir tebessüm belirdi. “Yumurtalar da kırılmıştır.” “Efendim?” Derin bir iç geçirdi Nil, ancak ondan sonra bakabildi Dize’ye. “Yoo… Yok bir şey. Aramasam daha iyi sanırım, ne diyeceğimi bilmiyorum şimdi. Belki daha sonra…” “Tamam canım, nasıl istersen. Merak etme, o şeyi yakalayacağız: Sana zarar veremeyecek. Sağ salim evine ve ailene kavuşacaksın. Umarım yakında…” Nil zoraki gülümsedi, Dize’den çok kendisini ikna etmek istercesine. O sırada odanın içinde volta atan Murat geldi yanlarına, hâlâ telefondaydı. “Tamam abi, anladım. Bir durum olursa konuşuruz yine… Yok, idare ederiz şimdilik. Siz kızın başından ayrılmayın, ne olur ne olmaz… Oldu, hadi görüşürüz.”
42
Cilt 1
Telefonu kapadıktan sonra Dize’ye döndü, “Egeler Nilhan’ı bulmuş, kız iyiymiş. Şimdilik tabii. Her ihtimale karşı yanında duracaklar. Ama bunun dışında onlar da bir bilgi elde edememiş. Sıfıra sıfır elde var sıfır, Nil’lerin gizemi devam ediyor anlayacağın.” Nil sanki rüyada konuşur gibi girdi araya; cinayetleri duyduğundan beri o ürkek, savunmasız hali üstüne yapışıp kalmıştı. “Niller… Nil… Yani biri ya da bir şey sırf adım Nil olduğu için mi beni öldürmeye çalıştı? Ve tüm o insanları öldürdü? Ama niye?! Biz ne yaptık ki?!” Dize’yle bakışıp teselli işini devralan Murat kızın önünde diz çöktü. Görünümü, hareketleri sertti ama Nil’le konuşurken sesi de, bakışları da yumuşamıştı. “Hiçbir şey. Siz hiçbir şey yapmadınız Nil ama maalesef o şerefsiz sizi hedef seçti. Dediğin doğru, sırf adınız Nil olduğu için ve sırf doğum gününüz yarın diye… Neden, nasıl, onu biz de henüz çözemedik. Ama sana söz veriyorum, bu iş bitecek. O şeyi bulup durduracağız.” Merakını daha fazla dizginleyemeyen Dize sordu. “Peki o şey Nilhan’a da saldırmış mı?” “Hayır, en azından şimdilik ortalarda görünmemiş.” “Belki
de
tek
bir
yaratık
olduğu
içindir.
Yani
önceden
düşündüğümüz gibi katiller değil, tek bir katil var ve aynı anda birden çok yerde olamıyor, sadece birine saldırabiliyor.” “Doğru diyorsun. Ama yine de hızlı hareket edebiliyor, diğer cinayetlerin arasındaki zaman kısıtlıydı hatırlarsan.” “Nil’e saldırısı başarısız oldu, belki de bir sonraki hedefi Nilhan’dır.” “Taylan Bey de öyle dedi; Nil de, Nilhan da hâlâ hedef listesindeler. O yüzden gözümüzü açık tutacağız.”
43
Birim Sıfır
Bir Murat’a, bir Nil’e bakan Dize aklına geleni şıp diye söyleyiverdi. “Dua edelim de dünya üzerinde 14 Ekim doğumlu başka Nil olmasın.” Ona katılmaktan başka çaresi olmayan Murat sustu. Ayağa kalkıp ofisin içinde gezinmeye başladı yine. Söyleyecek ve yapacak bir şeylerinin olmaması onu rahatsız ediyordu. Sanki öylece oturup yaratığın tekrar ortaya çıkmasını bekliyorlardı. Hoş, ortaya çıksa ne olacaktı? Normal kurşunların öldürmediği şeyi sodyumlu kurşunlar ancak kaçırmaya yetmişti. Belki de bir dahaki sefere gümüş kurşun denemeliydi. “Peki… Şimdi ne olacak?” Nil’in titrek sesi Murat’ı düşüncelerinden sıyırdı. Birden aklına gelmiş gibi Dize’ye döndü. Belki o kadar çaresiz ve heyecanlı olmasa, söylediği şeyi iyice düşünür ya da daha usturuplu söylerdi ama o hiçbir zaman ince hesapların adamı olmamıştı. “Gizem’e gitmeliyiz!” Dize’nin
kısılmış
gözlerinin
arasından
attığı
bakış
Murat’ı
susturmuştu. Nil ise saf saf sordu. “Gizem kim?”
***
Dördüncü Levent’teki
evin
kırmızı ahşap kapısının
önüne
geldiklerinde hâlâ tartışıyorlardı. Nil ise bugün yaşadıklarının üzerine, bir de Dize’yle Murat’ın bu garip diyaloglarına anlam veremiyordu. Ancak bir yandan da onu rahatlatıyordu bu konuşmalar. Öyle garip olaylar vuku bulmuş, öyle tuhaf şeyler duymuştu ki, bunların üzerine iki sevgilinin kıskançlık kavgasını andıran bu karşılıklı atışma onu bir nebze olsun
44
Cilt 1
‘normal’ hissettiriyordu. Anne-babasının tatlı atışmalarını andırıyordu ama anne-babasını ve kardeşini hatırlayınca Nil’in yine içi burkuldu. Murat’la Dize ise hararetli tartışmalarına devam ediyorlardı. “Sadece bunun bir işe yarayacağını sanmıyorum, o kadar!” “Denemeden bilemeyiz, değil mi? Hem ne zararı olabilir?!” “Ya o yaratık bizi takip ederse? Burada daha savunmasız oluruz!” “Ama bir şeyler yapmazsak o yaratığı zaten durduramayız!” “Ne yani? Gizem Hanım’la görüşünce o yaratığı durdurabilecek miyiz?!” “En azından denemiş olacağız. Başka bir fikrin varsa buyur, ben seni tutmayayım!” Murat’ın eli bir yumruk halini alıp ahşap kapıya vururken Nil gayri ihtiyari söylendi. “Ne gizemmiş be…” Az sonra kapı açılıp da Gizem Kızıl tüm ihtişamı, ‘kızıl’lığı ve neşesiyle karşılarına çıktığında görmüşlerdi ne ‘Gizem’i olduğunu. Fakat Gizem, Nil’i gördüğünde birden durdu ve yüzündeki gülümseme de dondu. Yeşil gözleri hayretle açılmıştı, kırmızı boyalı dudaklarından ise tek bir kelime döküldü. “Nil?” Şimdi şaşırma sırası üçündeydi: Murat’la Dize birbirlerine boş boş bakarken, Nil karşısındaki bu kırmızılar içindeki kadına ürkerek baktı. “Adımı nereden biliyorsunuz?” Bir an gelmeden önce Murat’ın Gizem’e kendisinden bahsetmiş olabileceğini düşündü Nil ama kadının yüzündeki ifadeden bundan daha fazlasını bildiği anlaşılıyordu. Gizem sanki Nil’i tanıyordu.
45
Birim Sıfır
“Ne oluyor Gizem, onu nereden biliyorsun?” Gözlerini Nil’den ayırmadan Murat’ı yanıtladı Gizem. Dize’yi ise hiç fark etmemiş gibiydi. Oysa hakkında Murat’tan çok şey dinlediği bu kadını merak ediyor, onunla tanışmayı çok istiyordu. Ta ki Nil’i görene kadar… “Đçeri geçin lütfen, buyurun.” Normalde deli dolu, neşeli ve fıkır fıkır bir kadın olan Gizem’in birden böyle durgunlaşmasını, dahası Nil’i de tanımasını haklı çıktığına yoran Murat, Dize’ye imalı bir bakış attıktan sonra onları takip ederek içeri girdi. Gizem onları salona buyur ederken gözlerini bir an olsun Nil’den ayırmamıştı. Nil de aynı şekilde bu garip kadına dikmişti gözlerini. Sanki evde sadece ikisi vardı, Dize’yle Murat ise kızılın çeşitli tonlarındaki bu salonda birer bibloydu. Durumdan memnun olmayan Murat hemen araya girdi. “Ne oluyor Gizem? Nil’i tanıyor musun?” Gizem rüyadan uyanır gibi gözlerini Nil’den Murat’a çevirdi. Yüzündeki şaşkın ve endişeli ifade yerini yavaşça anlayışa ve dinginliğe bırakıyordu. Kendini toparlamıştı. “Evet, yani hayır… Demek istediğim; onunla tanışmıyoruz ama onu görür görmez tanıdım.” Murat’ın rahatsızlığını paylaşan Dize, üstüne bir de hakkında çok şey duyduğu bu tuhaf kadınla sonunda karşılaşmış ama şahsen tanışamamış olmanın verdiği tedirginlikle sordu. “Ne demek bu?” Yeşil gözler ona döndü, Gizem hafifçe gülümsedi. “Yanılmıyorsam Dize, değil mi? Memnun oldum, tabii daha normal bir zamanda tanışmak isterdim ama…” “Normalle kaybedecek zamanımız yok Gizem. Bize neler olduğunu anlatacak mısın?”
46
Cilt 1
Murat’ın araya girmesi iki kadının resmi bir şekilde tanışmasını yine engellemişti. Ama zaten Gizem de tekrar Nil’e yoğunlaşmıştı. Başını sallayarak Murat’ı cevaplayan Gizem konuklarını oturttuktan sonra kendisi de Nil’e yakın bir yere oturdu ve anlatmaya başladı. “Dün gece bir rüya gördüm. Biraz karışıktı aslında, gördüğüm çoğu şeyin bir anlamı yoktu. Garip ışık huzmeleri, kapılar, kilitler… Sonra karanlık bir gökyüzü vardı. Yavaş yavaş yıldızlar belirdi, en parlakları birleşerek bir çember oluşturdular ve sonra içlerinden biri kaydı. Çok parlak bir yıldızdı ve hızla yeryüzüne doğru iniyordu. Sonunda yakın bir yere düştü, koşarak yanına gittim. Büyük bir ışık huzmesi vardı: Masmavi, parlak… Sonra ışık yavaş yavaş söndü ve içinden… Nil çıktı, daha doğrusu Niller…” Gizem anlattıkça şaşkınlıkları artan ve kafaları karışan Murat’la Dize susmuştu. Nil ise kocaman açılan mavi gözlerini Gizem’den ayırmıyordu. O da Nil’e bakarak anlatmayı sürdürdü. “Hepsi aynı boyda, aynı yapıda, aynı yüze ve aynı mavi gözlere sahip dokuz Nil… Etrafımı kuşatıp bana selam verdiler, isimlerini söylediler. Ben Nil’im dediler, ışığın kızı…” Gizem’in transa geçmiş gibi hayranlık dolu olan surat ifadesi az sonra değişti. “Sonra bir karaltı belirdi, sadece siluet halindeydi, tam hatırlayamıyorum. Ama o gelince Nil’ler birer birer yok olmaya başladı. Sönen mumlar gibiydi, karanlık onları yutuyordu. Ama sen…” Gizem’in canlanan yeşil gözleri Nil’in mavi gözlerine kenetlenmişti. Kadın uzanıp kızın elini tuttu. “Sen kaldın sadece ve bana doğru yürüdün, ellerimi tuttun. Sonra da gözlerimin içine bakıp bir şey söyledin.” Olayın heyecanına kapılan Murat merakla sordu, “Ne söyledi?”
47
Birim Sıfır
Gizem ona bakmadan cevapladı, “Gizem burada… Sadece bunu söyledi, gizem burada…” Gizem gülümseyerek Nil’e bakmayı sürdürüyordu; kız ise ellerini tutan bu kadına karşı bir yakınlık hissetse de, anlattığı şeylerin etkisiyle tedirgin olmuştu. Sanki kadın da, rüya da tanıdık gelmişti. Gözlerini kaçırdı. Gizem de onun ellerini bıraktı ve Murat’la Dize’ye döndü. “Bu kadar. Sonra uyandım. Ama Nil’i çok iyi hatırlıyorum, o bu kızdı.” Murat ve Dize endişeyle bir birbirlerine, bir Nil’e, bir de Gizem’e bakınca kırmızılı kadın oturduğu yerde toparlandı. Kendine gelmeye başlamıştı. “Şimdi siz anlatın bakalım, ne demek oluyor bu? Bu kızın benim rüyamda ve sizinle, benim evimde ne işi var?” Murat acı bir tebessüm takındı. “Aslında biz de bunu öğrenmek için geldik sana. Bize neler olduğunu anlatabilirsin belki diye.” Nil’le ilgili her şeyi öğrenmek isteyen Gizem, Murat’tan olayı başından sonuna kadar dinledi. Cinayetler içini ürpertmişti ama asıl dikkatini çeken başka bir noktaydı. “Yedi kişi dedin, değil mi? Bu Nil, Anakara’daki Nilhan ve öldürülen beş kadınla birlikte yedi kişi oluyor. Oysa benim rüyamda dokuz taneydiler.” “Eee?” Murat’ın anlamazdan geldiği şey Dize’nin gözünden kaçmamıştı. “Yani demek istiyor ki, iki kurban daha olmalı… Đki Nil daha var muhtemelen. Ama bizim araştırmamızda sadece yedisi çıktı ortaya.” “Demek ki iyice araştırmamışsınız. Diğer ikisi dünyanın herhangi bir yerinde sağ ya da ölü olabilir.”
48
Cilt 1
Bu ihtimali daha önce akıllarına getiren Murat ve Dize, Gizem’in iğneleyici üslubunu fark etmemişlerdi. Dedektifçilik oynamaya devam ediyorlardı. “O zaman rüyaya göre dokuz Nil’den sadece biri hayatta kalıyor, o da bizim Nil’e benziyor. Tabii rüya doğruysa…” Gizem’in yeşil gözleri neredeyse kendisi gibi kızıl alevler çıkararak döndü Murat’a. “Ne demek doğruysa?! Sen ne zaman gördün benim yanıldığımı?!” Onun böyle aniden parlaması Murat’ı da ateşlemişti. “Onu demek istemedim, sadece olaylara anlam vermeye çalışıyorum! Kalan Nilleri nasıl kurtarırız onu düşünüyorum!” Gizem cevap vermek, Dize de araya girmek üzere ağızlarını açmışlardı ki, ince ama kararlı bir ses onları durdurdu. “Lütfen artık ben burada değilmişim gibi konuşmayı keser misiniz!” Üçü de dönüp Nil’e baktılar şaşkın şaşkın. Deminden beri kızın hakkında konuşuyorlar ama nedense onunla konuşmuyorlardı. Nil’inse canına tak etmişti. “Zaten yeterince korkuyorum ve inanın hiçbir şey anlamıyorum. Ama her şeyin üstüne bir de sizin tartışmanızı çekemem! Bir şey beni öldürmek istiyor, kalbimin üzerinde koca bir yanık izi var, ailem herhalde meraktan çılgına dönmüştür ve ben bir an önce bu kabustan uyanıp evime gitmek istiyorum! Ya bana yardım edin ya da artık susun!” Onun bu çıkışı oldukça etkili olmuştu. Bu ufak tefek, gencecik kızın güçlü durmaya çalışması, metaneti üçünü de kendine getirmişti. Fakat Murat’ın “kendine” gelmesi o kadar da iyi bir şey olmayabilirdi; çünkü sinirlenmişti.
49
Birim Sıfır
“Bana bak küçük hanım…!” “Tamam Murat, bu kadarı yeter. Kız haklı, ben onunla konuşurum.” Gizem araya girince Murat’ın öfkesi üzerine su dökülmüş ateş gibi söndü. Onun üzerinde böyle bir etkisi olması Dize’nin gözünden kaçmadığı gibi, genç kadını biraz da rahatsız etmişti. Eski sevgililerin birbirini iyi tanımaları normaldi ama aralarında hâlâ böyle bir bağ bulunması onu düşündürüyordu. Fakat bunları düşünmek için uygun zaman değildi ve Dize de bunun farkına varınca Nil’e odaklandı. Buraya gelirkenki fikrini değiştirmiş gibiydi. “Doğru, belki de Gizem onunla konuşup bir seans yaparsa daha fazla şey öğrenebiliriz.” Odadaki kadın dayanışması Murat’ın çenesini kapamaya yetmişti. Gizem ile Nil yalnız kalmak için diğer odaya geçerlerken o, Gizem’le Dize’nin ilk karşılaşmalarını ucuz atlattığını düşünüyordu.
VI. İNDİGO “Sıfır dediğimde uyanacak ve kendine geleceksin. Tamam mı? Başlıyorum; üç… iki… bir… sıfır.” Gizem’in yumuşak sesiyle titreyerek uyandı Nil. Mavi gözlerini açtığında kırmızılar içindeki kızıl saçlı kadınla bir koltukta oturuyordu. Sanki kahve içmek için bir araya gelip sohbete dalmış iki komşuydular, öylesine rahat ve sıradan bir halleri vardı. Ancak karşısındaki kadına dikkatle
50
Cilt 1
baktığında onun yüzündeki ifadeyi gören Nil, her ne olduysa bunun hiç de sıradan olmadığını anlamıştı. Nedense kendisi hiçbir şey hatırlamıyordu. “Ne oldu?” Hipnoz başarılı ve hatta oldukça verimli olmuştu ama bunun Gizem’i memnun etmesi gerekirken, kadının gözlerinde hüzünlü ve şefkatli bir bakış vardı Nil’e zorla gülümserken. Neden sonra anladı Nil o yeşil gözlerin dolu dolu olduğunu. “Yok bir şey, tatlım… Her şey yolunda, merak etme.” Bunun sadece bir teselli sözü olduğu ve lafta kaldığı o kadar belliydi ki, Nil bir an sormaya çekindi. Bilmek istediğinden bile emin değildi. Bu sabaha kadar normal, hatta sıradan bir genç kızdı. Bir ailesi, evi, okulu, arkadaşları, sıradan dertleri, sevinçleri olan bir insandı. Ama bir günde çok şey değişmişti ve bu değişimin demin yaptıkları seansla çok ilgisi var gibiydi. Cesaretini toplayıp tekrar sordu. “Gizem, lütfen…” “Gizem Hanım” dememişti, “Gizem Abla” ya da “siz” ya da onun gibi bir şey de. Doğrudan “Gizem” demişti, sanki önceden tanışıyorlarmış ve aralarında yaş farkı ya da mesafe yokmuş gibi. Kendi bile fark etmemişti Nil’in ama Gizem’in dikkatinden kaçmamıştı. Dahası, ona tanıdık gelmişti bu ifade şekli ve duygulanmıştı saklamaya gerek görmeden. “Tamam. Anlatacağım ama gel içeride konuşalım. Onların da duyması gerek.” Uzun bir aradan sonra odadan çıkan Nil ve Gizem’i görünce sevinen ama yüzlerindeki endişeyi görüp iyice meraklanan ikili dayanamayıp aynı anda sordular. “Ne oldu?”
51
Birim Sıfır
Gizem önce Nil’i oturttu, kendisi yanına geçti ve Murat’la Dize’yi de karşısına alınca anlatmaya başladı. Seansa ilk başladıklarında Nil pek de konuşmaya yanaşmamıştı. Muğlak şeylerden bahsetmiş, hatta Gizem’in rüyasına
benzer
bir
şey
anlatmıştı.
Bunun
bilinçaltından
kaynaklanabileceğini düşünen Gizem daha derinlere indikçe kızın aslında gerçekten hipnozun etkisinde olduğunu ve gerçekleri anlattığını anlamıştı. O rüyayı Nil de görmüş ya da bizzat yaşamıştı; üstelik anıları bununla kalmıyordu. Đlk anı otuzlarında bir kadına aitti, 1940’lı yıllarda Paris’te yaşıyordu. Zengin bir ailenin kızıydı, bekar ve mutluydu. Aynaya baktığında masmavi gözleri ve sarı bukleli saçlarıyla kendinden emin görünüyordu. Konuşurken araya
Fransızca
kelimeler
karıştırıyor,
şen
kahkahaları
odada
yankılanıyordu. Adı Nilé idi… Đkinci anı 1880’lerde geçiyordu, mavi gözlerinin feri sönmüş yaşlı bir kadına aitti. Çok hastaydı ve hayatı boyunca yaşadığı acıları sayıklarken ağzından Farsça kelimelerle birlikte, aynı zamanda kendi adı da olan Nil Nehri’nin ismi dökülüyordu. Üçüncü anı 1700’lü yıllarda geçiyordu. Kesin bir tarih vermek zordu; çünkü bunu yaşayan kadın Đngiltere’de yaşayan müptela bir fahişeydi. Müşterileri ona mavi gözleri nedeniyle “çivit mavisi” anlamına gelen Nily ismini koymuştu. Đyi bir kadındı ama şanssızdı, kısa yaşamı boyunca çok acı çekmişti. Dördüncü, 1650 yılında Afrika’dan Amerika’ya götürülen zenci bir köle kızdı. O da adını Nil Nehri’nden almıştı ve esmer teniyle uyuşmayan masmavi gözleri nedeniyle esir pazarında oldukça yüksek bir fiyata
52
Cilt 1
satılmıştı. Aynı zamanda bu güzelliği onu kırbaçlanıp ağır işlere koşulmaktan da kurtarmıştı; çünkü kendisini satın alan efendisi ona âşık olmuş ve evinin hanımı yapmıştı. Beşinci hatıra 1520’li yıllarda Hindistanlı bir kadına aitti. Çiftçi bir ailenin kızıydı, çiftçi bir adamla evlendirilmiş ve tüm ömrünü çocuk büyüterek geçirmişti. Arada başka hayatları ve başka dünyaları düşleyen Nilipus adındaki bu kadının gök mavisi gözleri sadece çocuklarına bakarken gülümserdi. Altıncı anı 1400’lerde geçiyordu. Çin’deki ayaklanmalara katılan Lin isimli bir kadın, hiç de alışıldık olmayan mavi gözleri nedeniyle uğursuz sayılarak vahşice öldürülmüştü. Ağlayıp yakarmaya başladığında Gizem dayanamayıp hemen sonraki anıya geçirmişti Nil’i. Ya da Neele’i… Çünkü yedinci hatıra 1360’ta Almanya’da geçiyordu. Fakir bir ailenin kızı olan küçük Neele çağın hastalığı vebaya yakalanmıştı ve acılar içinde can verirken çocuk sesiyle Nil Nehri’yle ilgili bir şarkı mırıldanıyordu. Sekizinci anıya geçtiklerinde 1270’e gelmişlerdi. Rus Çarı’yla akrabalığı olan Nilya ismindeki güzeller güzeli genç kız soylu biriyle evleniyor ve düğününde ilk defa içtiği votkayla sevgili kocasının kollarında sarhoş ve mutlu bir şekilde dans ediyordu. Dokuzuncu anı 1100’lü yıllara aitti. Orta Amerika’da yaşayan bir Kızılderili kabilesine ait olan ve Mavi Işığın Kızı diye de anılan Nilatu adındaki yaşlı bir kadının hatırasıydı. Uzun bir yaşamı olan bu kadın bilgeliği ve yüzüne derin bir anlam katan mavi gözleri nedeniyle kabilenin en saygı duyulan üyelerinden biriydi.
53
Birim Sıfır
Bu anıdan sonra Nil en başa dönüyordu ve tekrar o rüyayı anlatıyordu. Gökten yere inen mavi yıldız ve içinden çıkan Nil yeryüzünde dokuz ayrı yaşam sürüyor, sonra 2009 yılında yaşayan şimdiki Nil oluyordu. Ve nedense hipnoz altındaki kız ısrarla bu iki safhayı bileştirip ikisini birden “sıfır” diye adlandırıyordu. Ona göre her şey bir döngü halindeydi; sıfırın yuvarlak çemberi hayatı temsil ediyordu, sıfırla başlayan şey sıfırla son buluyordu ve böylece kendini tekrarlıyordu. Işık hiç sönmüyordu ve sönmeyecekti ama az zamanı kalmıştı. Artık gitmesi gerekiyordu. Bunları anlattıktan sonra Nil susmuş, duyduklarının etkisinde kalan Gizem de kızı daha fazla yormadan hipnozu sonlandırmıştı. Fakat asıl gizem şimdi başlıyordu; diğerleri şaşkınlık, merak ve sorularla doluydu. En şaşkını ise kuşkusuz Nil’in kendisiydi. “Bütün bunları ben mi anlattım? Ama bunlar benim rüyalarım, yani ben bu tür tuhaf rüyaları hep görürüm. Sana rüyalarımı anlatmış olmalıyım, bu gerçek olamaz.” “Hipnoz altındaysan olur. Bilinçaltına ittiğin, hatta gerçekliğini unutup rüya sandığın şeyler gün yüzüne çıkar.” “Yani tüm o kadınlar ve yaşamlar… Onları ben mi yaşadım?” Nil’in sorusuna Murat da katıldı. “Bu reenkarnasyon gibi bir şey mi?” Bir an düşünen Gizem başka bir açıklama getirmemişti. “Sanırım öyle, evet.” Dize araya girerek düşüncesini belirtti, “Đyi de bu çok saçma. Reenkarnasyon diye bir şey yoktur, ruh tek bir yaşam sürer ve sonra da ölür, geri gelmez.”
54
Cilt 1
Murat onu cevapladı. “Yanılıyorsun, Arslan’ı hatırla. Birçok bedende birden fazla yaşam sürmüştü.” “Ama o farklı, o bir hayaletti. Aynısı normal insanlar için geçerli değil.” “Neden olmasın? Dünyadaki birçok gizemden birisi de bu olabilir, hem reenkarne olduğunu iddia eden, dahası bunu kanıtlarla destekleyen bir sürü insan var.” “Bunun reenkarnasyon olduğunu düşünmüyorum, bence bu kalıtsal bellekle alakalı. Atalarımızdan miras kalan ve ortak anıları içeren bir zihin düşün, genlerde kodlanıyor ve böylece nesilden nesile aktarılıyor.” Murat Dize’ye yanıt verecekti ama ikisinin bu tartışmasından sıkılan Gizem araya girdi. Eski sevgilisiyle onun ekip arkadaşı arasındaki bu çekici dinamik onu rahatsız etmişti ama konuyu dağıtmadı. “Bu aydınlatıcı konuşmanızı bölmek istemezdim ama burada daha önemli bir mesele var.” “Neymiş?” “Ne reenkarnasyon ne de kalıtsal bellek… Biz burada normal insanlardan ya da beden değiştiren ruhlardan bahsetmiyoruz. Söz konusu olan Nil ve o sıradan biri değil.” “Ne demek bu?” Şaşkınlığından kurtulup konuşmaya dâhil olan Nil korkarak sormuştu bu soruyu. Gizem de cevabı verirken bir o kadar çekingendi. Teselli etmek istercesine uzanıp Nil’in kolunu tuttu. “Anladığım kadarıyla, gördüğüm, daha doğrusu gördüğümüz o rüya gerçek… Yani sen özel birisin Nil. Hep de öyle oldun, yeryüzüne geldiğinden beri.” “Hayır… Ama ben…”
55
Birim Sıfır
Nil’in kabullenmek istemediği şeyi Murat dile getirdi. “Yani Nil yüzyıllar önce gökten düşen bir yıldızdan yeryüzüne indi ve bir insan gibi yaşamaya başladı.” “Đnsan gibi” lafını duyan Nil sinirlenmişti. “Ben bir insanım! Saçma bir yıldızdan düşmedim, tamam mı? Benim bir annem babam ve ailem var! Bunların hepsi saçmalık!” “Nil sakin ol…” “Hayır olamam! Hepiniz kafayı yemişsiniz! Saçmalıyorsunuz!” Gizem’le Dize’nin çabaları sonuç vermeyince Murat girdi araya, biraz pat diye de olsa. “Saçma ya da değil, sonuç olarak bir şey seni öldürmeye çalışıyor mu? Çalışıyor. Ve o şey hâlâ peşinde mi? Muhtemelen evet. Biz de sana yardım etmeye ve hayatını kurtarmaya çalışıyoruz; ister ışığın kızı, ister ananın kızı ol, fark etmez!” Bu sert ama gerçekçi yaklaşım Nil üzerinde etkili olmuştu. Kız yaşlarla dolan mavi gözlerini yere indirerek sessizliğe büründü. Bir yandan yaşadıklarını, bir yandan da hipnozu düşünüyor, olanlara bir anlam vermeye çalışıyordu. Tartışmanın bu noktaya gelmesinden yararlanan Murat kontrolü tekrar ele geçirdi. “Benim anladığım o ki, Nil özel bir insan…” Bu sefer kızı incitmemek için özellikle vurgu yapmıştı. “Zaten özel olsa da, olmasa da onu koruyacağız. Fakat asıl mesele, o yaratık Nil’i neden öldürmeye çalıştı?” Bu sefer Dize akıl yürüttü. “Ondan da önce bir şey var. Öldürülen tüm o Nil’ler… Bence aslında katil tek bir Nil’i arıyordu, yani bizim Nil’i. Ve onu bulabilmek için aynı gün doğan ve adı Nil olan tüm kadınları öldürmeye çalıştı.”
56
Cilt 1
Murat devam ettirdi, “Beşinde başarılı oldu, belki bulamadığımız diğer ikisinde de… Ama biz bu Nil’i kurtardık, Nilhan’ı ise Egeler kurtardı.” Bir an duraksadı Murat. “Dur bir dakika… Aslında Nilhan’a hiç saldırı olmadı. Ege ve Nehir hâlâ yanında, hiçbir terslik olmamış. Ne yaratığı, ne de karaltıyı görmüşler.” “Bu da beni doğruluyor demek. Aradığı Nil’i bulan yaratık diğerinin peşine düşmeye gerek görmedi. O, başından beri bizim Nil’i öldürmek istiyordu. Ama neden?” Gizem cevapladı Dize’yi, “Çünkü o ışığın kızı…” Murat yine atladı tüm gerçekçiliğiyle, “Kimin kızı olduğunun önemi yok. O yaratık Nil’i buldu. Bir kere elinden kaçırdı ama bence bir daha deneyecektir. Nil’i güvenli bir yere götürmeliyiz.” Diğerleri de onu onaylayınca Gizem’e döndü. “Gizem, her şey için teşekkürler, çok yardımcı oldun. Ama eğer anlatacak başka bir şeyin yoksa bizim gitmemiz gerek.” “Ben de geleyim. Nil’le bir bağlantı kurdum, belki yardımım olur.” Dize bir şey söyleyecekti ki, Murat cevap verdi. “Sen yeterince yardım ettin zaten, sağ ol. Seni de tehlikeye atmayalım şimdi durduk yere, gerisini biz hallederiz.” Gizem’in karşı çıkmasına fırsat vermeden ayaklandı Murat, Dize de onu izledi ama merak ediyordu. “Nereye gideceğiz?” Seslice iç çekti Murat, belli ki kendisi de emin değildi. “Güvenli bir yere… Artık neresiyse.” Tüm bakışlar yine Nil’e dönmüştü; tüm mesele onu güvende tutmaktı, o her kim ya da ne ise artık. Hiçbir şey söylemeden kalkıp onları
57
Birim Sıfır
takip eden Nil’inse gözlerinde kaderini kabullenmiş birinin yorgun bakışları vardı. Belki de yüzyıllar sonra yine sıfır noktasındaydı.
***
Günün son sigarasını yakarken Dize’nin yargılayıcı bakışlarına aldırmadı Murat. Zaten tüm gün koşturmaca içinde geçmiş, Dize de sağ olsun, ofiste pek içirmemişti. Günün stresinden bunalan Murat kendinde sigara içme hakkını görmüş, arabaya bindikten beş dakika sonra çekmişti sigarasından ilk nefesi. Gizem’in evinden çıktıklarında vakit epey geç olmuş, ancak hava gereğinden fazla karanlık gelmişti ona. Sokak bomboştu; ne bir araba, ne de insan geçiyordu. Đşkillenen Murat fazla beklemeden arabayı çalıştırdı ve son sürat yol aldı. Artık nereye gittiğini biliyordu. Sanayi Mahallesi’ndeki Birim Sıfır evine vardıklarında gece yarısına az bir vakit kalmıştı. Murat, Nil’in burada, başka herhangi bir yerden daha güvende olacağını düşünmüştü. Sağlamlığı, donanımlı olması ve kilitli metal kapılarıyla iyi bir korunak sağlardı. En azından şimdilik… Yol boyunca üçünün de ağzını bıçak açmamış, Nil ne nereye gittiklerini sormuş, ne de ailesini arayıp haber vermekten bahsetmişti. Sanki içine kapanmıştı kız. Murat da, Dize de ona söyleyecek bir şey bulamıyorlar, sessizliği bozmaktan çekiniyorlardı. Metalik gri Seat Cordoba’yı ıssız sokakta, müstakil evin önüne park eden Murat arabadan inerken hâlâ etrafı kolaçan ediyordu. Şimdilik bir terslik yoktu ama ne olacağı belli olmazdı. Temkini elden bırakmadan Dize’yle Nil’i hemen içeri soktu. Kendisi de eve girer girmez Taylan Bey’i
58
Cilt 1
arayıp durum raporu verdi. Aldığı bilgiler doğrultusunda Taylan Bey de bir araştırma yapıyor, o yaratıkla ve Nil’in geçmişiyle ilgili bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu. Fakat belirsizlikler onun da canını sıkmış, gizemini bir türlü çözemedikleri bu kızı kendi gözüyle görmek istemişti. Bu nedenle eve gelmek üzere yola çıkmıştı. Ancak öğrendiği bir şey vardı ki, Nil’i yakından ilgilendirebilirdi. Sessizce salonda oturan Nil’e ve onun yanında duran Dize’ye yaklaştı Murat. Nasıl söyleyeceğini bilemiyormuş gibi kararsızdı sesi. “Şey… Nil, şimdi Taylan Bey, yani patronumuz söyledi. Seninle ilgili araştırma yaparken polis kayıtlarına rastlamış. Ailen sen bu akşam eve gitmeyince meraklanıp polise haber vermiş, şimdi seni arıyorlarmış.” Nil düşüncelere dalmış gibi ifadesizce baktı Murat’a, sanki başka bir âlemdeydi. Onu böyle gören Dize bir öneride bulundu. “Đstersen arayıp haber verelim, ha canım? Annenin babanın sesini duymak belki sana da iyi gelir.” Ona dönüp acı bir tebessümle baktı Nil. Güya yarın on sekiz yaşına girecekti ama şu birkaç saat içinde onlarca yıl yaşlanmıştı sanki. Ya da yüzlerce yıl… “Annem ve babam… Hangisinden bahsediyoruz acaba? Đlkinden mi, beşinciden mi, yoksa sekizinciden mi? Benim birçok anne babam var… Ya da belki de hiç yok.” Onun gözünden düşen bir damla mavi yaş Murat’la Dize’yi çaresiz bıraktı. Ne bir açıklama yapabilir, ne de teselli edebilirlerdi kızcağızı. Tek yapabilecekleri onu korumak ve hayatta tutmaktı. Murat birincisini yapmak için evi dolaşıp tüm pencere ve kapıları kontrol etti. Dize ise ikincisini
59
Birim Sıfır
sağlamak için mutfağa gidip yiyecek bir şeyler hazırladı. Tüm geceyi aç geçiremezlerdi; fakat üçünün de iştahı yoktu. Özellikle Nil sessizliğini koruyarak öylece oturuyordu masada, önündeki tabağa dokunmamıştı bile. Murat’la Dize göz göze gelip ne yapacaklarını kararlaştırmaya çalıştılar, Murat bakışlarıyla işaret edince Dize yumuşak bir tonda konuştu. “Nilciğim, böyle aç aç olmaz. En azından bir iki lokma yesen?” “Canım istemiyor, teşekkür ederim.” Bu sefer Murat sordu, yumuşatmaya çalıştığı sesi dikkatliydi. “Đstediğin bir şey varsa söyle, çekinme.” “Yok, sağ olun. Sadece çok yorgunum.” “Tamam, sen yat o zaman. Zaten geç oldu, dinlen biraz.” Refleks olarak saatine bakan Murat ekledi. “Ooo saat on iki olmuş bile…” Bunu duyan Nil mavi gözlerini kaldırıp baktı ona. “On iki mi?” “Hımm evet, merak etme, şimdi yaparız içeriye bir yatak.” Murat masadan kalkıp odalardan birine gitti kızın yerini hazırlamak için. Dize de masayı toplamak üzere hareketlenmişti ama Nil’in yüzünü görünce duraksadı. Kızın yüzünde acı bir tebessüm, gözlerinde ise yaşlar vardı. “Nilciğim, n’oldu? Đyi misin?” Nil başını hafifçe iki yana salladı, konuşurken sesi çatallıydı. “Bugün benim doğum günüm… Ne komik değil mi? Bu sabah doğum günü kutlamasını düşünüyordum, annemler hazırlık yapıyordu. Şimdiyse onları bir daha görüp göremeyeceğim bile belli değil. Ya da doğum günümü sağ atlatabileceğim…” Dize ne diyeceğini bilemedi, o da duygulanmıştı. Cesaret vermek istercesine kızın yanına gidip koluyla omzunu sardı. Onu avutmak istiyordu
60
Cilt 1
ama kendisi bile doğru düzgün düşünemezken, bu kafası karışık gencecik kıza ne söyleyebilir ya da onun için ne yapabilirdi ki? Onunla birlikte ağlayabilirdi pekâlâ ama tuttu kendini. Güçlü olmalıydı; hem kendisi hem Nil için. Hem de olacaklar için…
VII. YOK Saat tam 00.00 idi. Murat Nil’e saati söylerken yanılmıştı, kendi saati beş dakika ileriydi. Belki de bu yüzden ileriyi, olacakları görememişti. Arka taraftaki odalardan birinde, kanepeye yorgan sermekle meşguldü. Dize ise masadaki tabakları toplamış, mutfağa götürüyordu. Nil sakinleşince kızı biraz kendi haline bırakmak istemişti. Đşte tam o sırada sarsıldı evin zemini ve duvarları. Aynı anda da büyük bir ışık patlaması meydana gelerek tüm evi aydınlattı. Mavi-beyaz ışınlar her yanı sarmıştı, göz gözü görmüyordu. Buna rağmen Nil’in çığlığını duyan Murat koştu salona doğru. Dize de mutfaktan çıkmıştı, duvarlara tutuna tutuna içeriye gitti. Hâlâ bir şey göremiyorlardı yoğun ışık yüzünden, sadece kızın bağırışları yankılanıyordu evde. “Hayır! Senden korkmuyorum! Anladın mı? Korkmuyorum! Yeter artık, kaçmayacağım!” Nil’in korkudan çok öfkeyle çınlayan sesi belki de bugün yaşadıklarının patlama noktasını yansıtıyordu. Korkmuş küçük bir kızdan cesur genç bir kadına dönüşmüştü kısa süre içinde; belki de doğum günü
61
Birim Sıfır
işe yaramıştı, belki Nil büyümüştü, hem de bir değil birkaç yüz yıl birden. Belki onun armağanı da buydu. Birden sarsıntı kesildi, aydınlık da yavaş yavaş yok oldu ve etrafı lacivert gölgeler sardı. Yine de evin içi aydınlıktı; çünkü salondan hâlâ ışık yayılıyordu. Işığın kaynağı mavi-beyaz bir silueti andırıyordu ve tam Nil’in karşısında duruyordu. Lunaparktaki yaratığın şeklindeydi ama siyah yerine mavi-beyazdı; karanlık yerine aydınlık saçıyordu. Etrafı görmeye başlayan Murat hemen silahına sarıldı ve salona koşarak ışığa ateş etmeye başladı. Fakat gümüş kurşunlar sanki boşa gidiyordu, hedefini bulan mermiler o ışık tarafından emilip ortadan kayboluyordu. Işık saçan şekil ise istifini hiç bozmamıştı, yavaşça hareket ederek Murat’a döndü. Kola benzeyen uzvunu kaldırarak havaya doğru bir hareket yaptı ve aynı anda Murat’ın elindeki tabanca da, Murat’ın kendisi de havaya fırladı. Silah salonun öteki ucunda yere düşerken, Murat ışık saçan yaratık tarafından duvara doğru yavaşça itildi ve hareketsiz bir biçimde kalakaldı. O sırada salona giren Dize de onunla aynı kaderi paylaştı ve isteksizce duvara yaslanarak Murat’ın yanındaki yerini aldı. Işıklı varlığa karşı tamamen savunmasızlardı ve Nil de onun eline geçmişti. Ancak yaratık ona bir şey yapmıyordu. Murat ve Dize’yi saf dışı ettikten sonra tekrar kıza dönmüş, hareketsiz ve sessiz kalan kızın karşısında öylece duruyordu. Neden sonra bir ses çıkardı; yumuşak, sakin ve melodikti, tek bir kelime söylemişti. “Nil…” Belki sesindeki tondandı ya da yaydığı huzur verici ışıktan; ama lunaparktaki yaratıkla uzaktan yakından ilgisi yoktu bu varlığın. Kısa sürede
62
Cilt 1
anlamıştı bunu odanın içindekiler. Ne Nil’e, ne de Murat’la Dize’ye bir zarar vermişti; öyle bir niyeti de yok gibiydi. Dahası, o sesi duyar duymaz sakinleşmişti Nil. Ne bağırmaya, ne de çırpınmaya çalışıyordu, ki istese ikisini de yapmak için serbestti. Işık onu esir almamıştı. Ama buna gerek de yoktu. Nil ışığa doğru bir iki adım attı. “Sen…” Ne düşman, ne de yabancıydı bu varlık. Hatta öyle tanıdıktı ki Nil için, genç kızın gözleri yaşlarla parladı. Işık ona elini uzattı. “Kızım… Sonunda seni buldum…” “Ama…” Nil konuşamıyordu; hem söyleyecek şey bulamamış, hem de duyduğu şey karşısında şaşkınlıktan kalakalmıştı. Murat ve Dize de aynı durumdaydı, kulaklarına inanamıyorlardı bu su gibi akıcı ve billur sesi dinlerken. “Evet, kızım… Sonunda tekrar kavuştuk… Neredeyse bin yıl oldu… Ama artık bitti… Saklanmana, kaçmana gerek yok artık… Ben buradayım… Seni almaya geldim…” Nil hâlâ konuşamıyordu ama Murat ile Dize’nin akıllarından aynı soru geçmişti. Sanki duymuş gibi onlara döndü varlık. “Merak etmeyin… Onu evine götürüyorum, evimize…” Bir anda salonun tavanı karardı ve gökyüzünün küçük bir kopyası belirdi orada. Yıldızlar parlıyor, gezegenler yörüngelerinde hareket ediyorlardı. Güneş’e ya da Dünya’ya benzeyen bir gezegen yoktu, sanki Güneş Sistemi’nden çok uzaklarda yer alıyordu bu yıldızlar. Đçlerinden en parlakları ve büyükleri aynı doğrultuda dönerek birlikte büyükçe bir
63
Birim Sıfır
çemberi oluşturuyorlardı, tıpkı Gizem’in anlattığı rüyadaki gibi. Hafiften elips olan bu şekil “0”ı andırıyordu. Işığın “ev” diye gösterdiği yer burasıydı. Sonra yıldızlar söndü, tavan karardı ve eski halini aldı. Varlık tekrar Nil’e döndü. “Artık güvendesin kızım… Gölge sana zarar veremeyecek… Savaş bitti, karanlık kaybetti… Şimdi evine dönme zamanı…” Işığın neden bahsettiğini anlamış gibi gülümsedi Nil, aydınlanan yüzünde sevinç gözyaşları vardı artık sadece. Murat ve Dize ise neler olduğunu anlamadan boş boş bakıyorlardı. Ne hareket edebiliyor, ne de konuşup soru sorabiliyorlardı. Onların merakını ve heyecanını hissetmiş gibi onlara doğru konuştu ışık. “Halkım adına teşekkür ederim sizlere… Kızımı kurtardınız, ışığı korudunuz… Farklı boyutların ve evrenlerin varlıkları olsak da, sizler de iyilik, cesaret ve onur sahibi olduğunuzu kanıtladınız… Bundan sonra dostumuzsunuz, Sıfır’ın koruyucuları…” Murat ve Dize’nin gözleri şaşkınlıkla açılırken ışık onları dumur eden bir şey daha söyledi. “Bu çabalarınız karşılıksız kalmayacak… Kayıplarınız telafi edilecek… Ortak olduğunuz sır ağır ve tehlikeli… Kendimizden çok, sizleri korumak adına, her şey eski haline döndürülecek… Bu olanları ve bizi hatırlamayacaksınız… Ama olur da aklınıza gelirse, Gizem’e teşekkür edin benim için… O olmasa, belki de Nil’i bulamayacaktım…” Işık parlayarak döndü, elini Nil’e uzattı. Kız artık hiç yadırgamadığı bu varlığa dokundu ve sevgiyle gülümsedi. Đkisi birlikte ortadan yok olmadan önce Nil’in mavi gözleri minnet dolu bakışlarla son kez Murat ve
64
Cilt 1
Dize’ye dönmüştü. Artık hareket edip konuşabilen o ikisi ise karanlık salonda yalnız kalmışlardı.
***
Alarmlı saatin acımasız sesi çınladı evin içinde. Dila Hanım esneyerek doğruldu yataktan. Herkesten önce kalkıp kahvaltıyı hazırladı. Kocasını işe, oğlu Burak’ı da okula yolladı. Sofrayı topladıktan sonra kendine bir keyif kahvesi yaptı, radyoyu açtı. Hayranı olduğu Nil Burak çalıyordu, gülümsedi. Eğer bir kızı olsaydı adını Nil koyacaktı. Ama yoktu. Aynı saatlerde Nil Ertekin Đstanbul’daki evinden çıkıp iç mimar olarak çalıştığı şirkete gitti. Nil Bahar Kuşatır Kırklareli’ndeki evinde horlayan kocasının yanında uyuyordu. Nil Kızılkaya annesi tarafından güçlükle uyandırılıp okula hazırlandı. Nil Sevim Gövenceli Đzmir’deki evinden çıkarak çalıştığı markete yetişmek için koşmaya başladı. Eskişehir’de yaşayan ilkokul öğretmeni Nilüfer Yazıcı aynı okulda öğretmen olarak görev yapan eşiyle birlikte okula doğru yol alıyordu. Nilhan Olcay üniversite okumak için geldiği Ankara’da saatinin alarmını kapatmış, şimdiden ilk dersi asıyordu. Bambaşka ülkelerde, bambaşka saat dilimlerinde yaşayan Nilay Weiland ile Nyle Mitchell isimli kadınlar da hayatlarına devam ediyorlardı. Sekizi de sağ ve sağlıklı olarak doğum günleri olan bugünde yeni bir yaşa daha girmenin keyfini çıkarıyordu. Güne o kadar da keyifle başlayamayan bir başka kadınsa yattığı yataktan kalkmamak için direniyordu. Kendini çok yorgun hissediyordu Dize. Aslında gribi çoktan atlatmış ve uykusunu da almıştı. Fakat nedense
65
Birim Sıfır
zihni bulanıktı, bir perde vardı sanki beyninde. Düşünmek, aklına getirmek istemediği bir şeydi ama istemese de o zaten hep oradaydı, neredeyse bir yıldır. Yarın Ali’nin ölüm yıldönümüydü. O gideli tam bir yıl olacaktı. Oysa dün gibiydi onunla konuşması, sesini kulaklarında duyuşu… Ama o da, sesi de yoktu artık. Ali gitmişti ve yokluğunu hiçbir şey dolduramazdı. Murat bile… Murat ise evinde, salonundaki kanepede açtı gözlerini. Her yeri tutulmuş, biraz da üşümüştü. Kendini garip hissediyordu ama üzerinde durmadı. Akşam ne içtiğini merak ederek ama dün ne yaptığını bile hatırlamayarak banyoya gitti, yüzünü yıkadı. Döndüğünde içinde tuhaf bir his vardı, yapması gereken bir şey olmalıydı. Telefonuna uzandı, numarayı tuşladı. Uzun uzun çaldırdıktan sonra karşıdan cevap gelince konuştu. “Teşekkür ederim…” Gizem o şen kahkahalarından birini attı, sesi hâlâ uykuluydu. “Sana da günaydın! Hayırdır, ne teşekkürü bu?” Murat düşündü, kendi de bilmiyordu. Güldü. “Bilmem. Teşekkür işte…” “Öyle kuru kuruya olmaz. Bari kahvaltıya gel de, hak edeyim teşekkürü.” Onunla birlikte Murat da sırıttı, teklif hoşuna gitmişti. Kabul ederek telefonu kapattı. Evden çıkarken aklına Dize gelmişti ama onun için bir mahsuru olmazdı herhalde. Nasılsa iki kadın birbirleriyle tanışmıyordu.
SON 66
SONSÖZ “Arsız Bebek” Birim Sıfır başından beri zevkle okuduğum ve severek takip ettiğim bir seriydi. Yazarlıklarını çokça beğendiğim Gökcan’la Ozancan’ın sonunda bizi kendi X-Files’ımıza kavuşturduğunu düşünürken bir gün bir teklifle çıkageldiler. Bana eğer istersem kendi Birim Sıfır öykümü yazabileceğimi söylediklerinde hem çok mutlu oldum, hem de gurur duydum ve hemen kabul ettim. Ettim ama bir yandan da üzerimde bir sorumluluk ve tatlı da olsa bir tedirginlik hissettim. Sanki biri bana bebeğini emanet etmişti. :) Hem onların güvenini boşa çıkarmamalı, hem de Birim Sıfır’a hak ettiği şekilde iyi bir öykü verebilmeliydim. Tabii heyecanımın artmasında önceki konuk yazarın Sadık Yemni olmasının da etkisi oldu, kesinlikle elime yüzüme bulaştırmamalıydım artık. Ancak önemli bir avantajım vardı; seriyi, karakterleri, hikâyeyi biliyor ve seviyordum zaten. Kendimi kurgunun içinde bulmakta ve kahramanlarla özdeşleşmekte hiç sorun yaşamadım; okurken de, yazarken de onlar
Birim Sıfır
benimleydi. Hatta işi sağlama almak için önceki öyküleri tekrar okuyup notlar aldım, yani ödevimi iyi yaptım. :) Sıra elimdeki bu malzemeyle kendi öykümü yazmaktaydı. Bu sefer de şanslıydım; çünkü fazla düşünmeme gerek kalmamıştı. Ben o muhtemel öyküyü aramaya başladığımda kendisi zaten bulunmak üzere hazır bekliyordu. Önce gencecik bir kız çıktı karşıma, maviş gözleri ve kısacık saçları vardı. Adı Nil’di. Çekingen ama sevecen bir tavırla geldi yanıma ve fısıldadı gizemini kulağıma. Gerisi biraz kalem oyunu, biraz internet araştırması ve zaman zaman da hoş tesadüflerle geldi. Yazarken çok büyük keyif aldığım bu öykünün hem uzunluğu, hem de kendine has kişiliğiyle yazdığım diğer öykülerin arasında farklı bir yeri oldu benim için. O yüzden beni bu maceraya dâhil ettikleri ve Nil’in ortaya çıkmasına fırsat verdikleri için Ozancan’la Gökcan’a sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum. Umarım bebeklerine iyi bakabilmişimdir (eğer konuşmayı öğrenip arsız laflar etmeye başlarsa benden bilmeyin sakın) ve dilerim öyküyü okuyanlar da en az benim kadar keyif alırlar, iyi okumalar…
Funda Özlem Şeran
68
YAZAR HAKKINDA Funda Özlem Şeran,
1984'te Đstanbul'da
doğdu. Gerçek anlamda okuyup yazmaya ortaokul sıralarında başladı. Her türde kitabı zevkle okudu, bir yandan
da çeşitli türlerde
yazı denemelerinde
bulundu; fakat fantastik kurgu ve korku türüne özel bir
ilgi
duydu.
2004
yılı
başında
Marmara
Üniversitesi'nde katıldığı bir kitap fuarı sayesinde Xasiork Ölümsüz Öykü Kulübü'yle tanıştı ve yazma işini ciddiye almaya başladı. Yine aynı yıl bu kulübün düzenlediği öykü yarışmasında "Mezarkazıcı" adlı öyküsüyle mansiyon ödülü aldı. Akabinde kulübün internet sitesindeki yazım grubuna katıldı; çeşitli projelerde öyküleri yayımlandı. Bunun dışında başka edebiyat sitelerinde de yazarlık yaptı, okul dergilerinde çalıştı. 2006'da Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası Đlişkiler Bölümü'nden mezun oldu. 2007 yılında aynı bölümde master eğitimine başladı. 2007 Haziran'ında Burcu Đkizer ile birlikte yazdığı "Anne-Kız Diyalogları" adlı mizah kitabı yayınlandı. Aynı yılın Kasım ayında yine Xasiork'un düzenlediği kısa öykü yarışmasında "MET1N" adlı öyküsüyle Üçüncülük ödülü kazandı. 2009 Mayıs ayında "Baba-Kız Diyalogları" adlı ikinci kitabı yayınlandı. Haziran 2009'da Xasiork Ölümsüz Öykü Kulübü'nün düzenlediği roman yarışmasında Đkincilik kazandı ve ilk kez düzenlenen Kocaeli Kitap Fuarı'ndaki "Türk Fantastik Edebiyatı'nın Gelişimi ve Geleceği" adlı panele konuşmacı olarak katıldı. Kasım 2009'da Türk Fantazya Birliği'nin düzenlediği Konsept Hikâye Yarışması'nda "Hamam" adlı öyküsüyle Birincilik ödülünü kazandı. Halen değişik projelerde yazma çalışmalarını sürdürüyor, çok geç olmadan ilk romanına kavuşmanın hayallerini kuruyor."
Birim S覺f覺r
70
SIFIR:
GÖLGE BĐLĐMĐ Onur Selamet
I GÜNAHKÂR 19 Eylül 2009 – 19.07 Pendik
Koşuyordu. Çünkü koşmayı seviyordu. Bir elinde ekmek poşeti, öbür elinde yoğurt paketi… hızlıca almıştı evlerinin sokağına giden son dönemeci. Köşeyi dönmesiyle ayaklarının dibine kara bir kedinin sıçraması da işte tam bu sırada olmuştu. Semih
irkilerek
dengesini
kaybetti
ve
içerisinde
yoğurdun
bulunduğu paketi löp diye düşürüverdi yere. Kendisinin düşmekten kıl payı kurtulmuş olması onu ilgilendirmiyordu. Çünkü şimdi yoğurt asfaltın üzerinde dağılmakta ve kara kedi de küstahça yalanmaktaydı. Eve döndüğünde muhtemel bir kavga da bunun için yaşanacaktı. Kavga gürültünün olmadığı bir gün geçirip geçiremeyeceğini merak ederek, asfalta boca olmakla meşgul yoğurdu kurtarıp kurtaramayacağına baktı. Tam bir umutsuz vakaydı.
Cilt 1
Geri dönüp bir yoğurt almayı daha düşündü. Cebini yokladığında yeterince parasının olmadığını hatırlayarak surat astı. Ekmek poşetini sıkıca göğsüne yaklaştırdı ve hain kediye ıskayla sonuçlanan bir taş fırlattıktan sonra, apartmanın merdivenlerine doğru yürümeye başladı. Semih Vural on yedi yaşın getirdiklerine uygun bir gençti. Siyah saçları, bakkala giderken bile jöleyle şekillendirilmişti. Yer yer sivilceli yüzü, akşamın kaybolan ışıkları arasında belli olmuyordu. Aslında sivilceler dışında fena da sayılmazdı yüzü. Işığa göre değişen kahve ve hafif çekik gözleri vardı. Bir seksen boylarındaydı, kilosu da yerindeydi. On yedi yaşın getirileri fiziğine pek sert vurmamıştı. Şanslıydı. Ama bu madalyonun görünen yüzüydü. Ailevi problemleri hiç bitmemişti. Ailesinin -özellikle babasınınmemnuniyetsiz bakış açısından nefret ediyordu. Zaman zaman soğuk, zaman zamansa gereksiz “ilgi dolu” dalaşmalarından da. Arife gününde kavga edilir miydi? Vural ailesi için evet. Ramazan Bayramı’nın sevinci, bu evde böyle kutlanıyordu. Kavgayla. Öfkeyle. Bağırış çağırışla. “Peki, neden?” diye düşündü. Birkaç saat daha fazla uyumak istemişti. Đlk defa o yıl düzenli olarak oruç tutmaktaydı Semih. Haliyle sahura kalkma işini beceremiyordu pek. O da sahura kadar oturmayı, kahvaltısını yapıp öyle uyumaya karar kılmıştı bir ay boyunca. Hafta içi planı tıkır tıkır işliyordu. Ya hafta sonları? “Babası” evdeyken? Đmkânsıza eş değer bir hayaldi bu. Hunharca kaldırılmıştı. Tahrik edilerek. Sert el şakaları eşliğinde. On yedi yaşın getirdiği tepkiler, elbette ki has Türk erkeği Vedat Vural’ın gücüne gitmişti. Kavga da işte tam bu sırada patlak vermişti. Arife
73
Birim Sıfır
gününün sabahında. Küslerin barıştığı, insanların neşeyle bayramlaştığı o bayram günlerinin öncesinde. Ve şimdi elinde ekmek poşetiyle apartmana giriyordu Semih. Adımları tam tersi istikamete doğru gitmek istiyor, ama beceremiyordu. Evde bekleyen siniri bozuk bir anne -evin gergin olması kadının sinirini bozuyordu- ve kendisine kin duyan öfkeli bir baba vardı. Parmakları
zile
uzanırken
aklından
özür
dilemek
geçiyordu
babasından. Yarın bayramdı. Yine iş kendisinde bitiyordu anlaşılan. Đçeriden gelen bağırışları duyunca, zile basmaktan vaz geçip kulak kesildi. “Neden böyle yapıyorsun, kavga edilecek vakit mi bu şimdi!” “Sen karışma!” “Gelince özür dilesin de barışın artık.” “Herkes haddini bilecek.” “Ama bay…” “Başlatma bayramına lan. Đnsanlar özür diler, insanlar!” Semih dolan gözlerle merdivenlerin köşesine çöktü. Ağlamayı sevmiyordu, ama elinde değildi. Đnsan olan… Ne olarak görülüyordu acaba? Merdivenlerin lambası sönünce karanlıkta kaldı. Daha iyi bir fırsat olamazdı. Gözyaşlarını koyuverirken, ekmek poşetini fırlatıp attı. Dakikalarca kimse merdivenleri kullanmak istemedi. Oysa bütün gün koşuşturup durmuştu insanlar. On yedi yaşındaki genç, dakikalarca karanlıkta ağladı. Đnsan olan… Đnsan olan… insan…
74
Cilt 1
Gözyaşları durakladığında ve hıçkırığı geçtiğinde, merdivenlerin bittiği yere fırlattığı ekmek torbasını aldı. Đçinden bir dua mırıldandı. Ekmeğe
saygısızlık
etmek
istememişti.
Zaten
günahlarının
büyük
çoğunluğu, aynı öfkenin sonucunda doğuyordu. O öfkeli bir günah makinesiydi. Đnsan mıydı, onu bile bilmiyordu. Eliyle yüzündeki tuzlu ıslaklığı sildi. Ve duraklamadan zile bastı. Annesi birkaç saniye geçmeden kapıyı açtı. Yanağında bir kızarıklık vardı. “Nerdesin sen! Ekmek almak bu kadar sürer mi! Geç çabuk içeri serseri!” Neriman Vural’ın çatlak sesi apartman boşluğunda yankılanırken, Semih annesine bakmadan içeri geçti. Ayakkabılarını çıkartıp yerine koyarken ve ekmekleri mutfağa götürürken de annesine bakmadı. Kadının bir suçu olmadığını biliyordu. Ama on yedi yaşındaydı. Öfkeliydi. Ve günahkâr. “Soruma cevap versene sen! Yoğurt da almamışsın.” “Bi arkadaşı gördüm anne. Lafladık biraz. Yoğurt da kalmamış. Verdiğin parayı da harcadım öylesine. Şimdi kendi harçlığımdan geri öderim sana,” dedi Semih. Đyi bir yalancıydı. Ve günahkâr. Siyah kıvırcık saçlarına yer yer düşmüş karlar annesini tam olduğu yaşta gösteriyordu. Kırk altı yaşına gelmiş bir eğitimciydi. Saçını hiç boyatmamasıyla
övünürdü.
Hafif
kırışıklıklar
yüzüne
azar
azar
serpiştirilmişti. Onun dışında siyah göz torbaları, birkaç gecedir uykusuz olduğunun habercisiydi. Bir de sarkmış gıdısı vardı tabii. Semih zaman zaman bu gıdıyı çekiştirerek takılırdı annesine. Bir atmış boylarındaki kadın,
75
Birim Sıfır
hafifçe
de
kiloluydu.
Bu
sevimli
tabloyu
kare
camlı
gözlükleri
tamamlıyordu. Tam bir eğitimciydi işte. Bezgin bir sesle “Đyi geç hadi odana,” dedi kadın. Sesi biraz çatallı çıkmıştı. Semih başıyla onayladı ve annesinin anlayışlı tavrını bir öpücükle ödüllendirerek odasına geçti. Babası salonda televizyon izlemekteydi. Rıdvan Dilmen yine şov yapıyordu anlaşılan. Semih’in en beğendiği yorumculardan birisiydi. Gerçek bir Fenerbahçeli. Ama şu anda ondan da nefret ediyordu. Herkesten ve her şeyden olduğu gibi. Yatağına uzandı ve MP3’ünü açtı. En son dinlediği parça olan Hypnogaja’dan – “Here Comes The Rain Again”i dinlerken uyuya kaldı. Rüyasında bayram trafiğini görüyordu. Bir Đstanbul kâbusu…
20 Eylül 2009 – 08.45 Fatih Sultan Mehmet Köprüsü
Đstanbul kalabalık bir şehirdir. Kirlidir de ayrıca. Sokaklar egzozlardan çıkan boğucu gazlarla ya da toplanmamış çöp konteynırlarının içinden gelen berbat kokularla bezelidir. Çoğu insanı da kabadır. Yürürken size çarpıp küçük bir özür bile dilemeden yoluna devam edebilen insanları vardır. Yere tüküreninden, parklarda bira içip şişelerini denize fırlatanlara kadar; her türlü insanı vardır bu şehirde. Kalabalık ve kirlidir.
76
Cilt 1
Tüm bunların altında gizlidir oysa güzellikleri. Mesela her kesimden insanı bir arada görebilirsiniz meydanlarda. Doğu’dan, Batı’dan, Kuzey’den ve Güney’den. Türkiye’nin dört bir yanı, “taşı toprağı altın olan kente” akın etmiştir sanki. Renklidir Đstanbul. Ayrıca ilham da verir. Güneş daha başka doğar burada. Ya da Đstanbulluya başka gelir; Marmara’nın üzerinde yükselen o turuncu alev topu. Güzel gelir saklı köşeleri sevgililere. Güzel gelir sahilleri. Güzel gelir boğazı, vapuru, martısı. Ama trafiği korkunçtur. Özellikle bayramları. Sabahın erken saatlerinde uyanır trafik adlı canavar. Türkiye’nin her yerine insan sevkiyatı başlamıştır işte o saatlerde. Milyonlar Anadolu’dan Avrupa’ya geçer. Ya da tam tersi. Yetkililer trafiği en aza indirmek için gişeleri bile ücretsiz kılmıştır. Ama ne fayda? Vural ailesi de o gün, o canavarın pençesine takılmıştı işte. Köprüye sadece birkaç yüz metre kalmasına rağmen, Marmara’yı görebilmeleri bir saatlerini almıştı. Uno marka, kar beyazı sevimli bir arabaları vardı. Artık üretimi yapılmıyordu bu arabanın. Ancak baba Vedat’ın ‘eski’ merakı yüzünden satamıyorlardı bir türlü. Semih ve babasının arası hâlâ bozuktu. Đstikamet babaanneydi. Bayramın ilk durağı her zaman Vedat’ın anne tarafı olmuştu. Neriman Hanım daima bayramın ikinci günü beklemek zorundaydı. Yine de hiç yoktan iyiydi sonuçta. Otomobildeki hava dışarıdakinin aksine buz gibiydi. Vedat’ın tombul parmakları direksiyonun üzerinde sahibinden habersiz trampet çalıyordu. Bir doksan boylarında, orta yaşın verdiği en yağlısından bir göbek, dökülmeye yüz tutmuş kahve kıvırcık saçlar ve bir zamanlar yakışıklı olduğu
77
Birim Sıfır
belli olan oval bir yüzün sahibi olan adam, sıkıntılı gözlerle trafiği seyreylemekteydi. Neriman ise rahatsız bir şekilde yerinde oynaşıyordu. Panik atak krizi yaklaşıyor olmalıydı. Semih arka koltuktaydı. Ruhsuz bakışlarla, akmamak için direnen trafiği izliyordu. Đnsan olan… Đnsan… Trafik artık iyice durmuştu. Đnsan olan… Semih sağ şeridin tamamını kaplayan çift katlı otobüse bakıyordu şimdi. Tıklım tıklım olan otobüsteki bir adam dikkatini çekti Semih’in. Ak saçlıydı. Yüzündeki et benleri ve buruş buruş derisinden başka bir şey gözükmüyordu. Adam ayakta olmalıydı. Neden kimse yer vermemiş acaba? diye düşündü. Sıkıntıyla bakışlarını kaçırmak istedi. Ama beceremiyordu. Hipnoz olmuş gibi adamın lekeli yüzüne bakıyordu. Đhtiyarın soluk mavi gözlerindeki bakışlar, Semih’inkiler ile buluştu. Genç, o sırada yapması gereken şeyin farkına varmış gibiydi. Đnsan olan öyle mi… Sağ şerit şimdi biraz açılır gibi olmuştu. Otobüs de hızlanmaya başlıyordu. Yaşlı adam, göz bağlantısını bakış açıları yettiği kadar koparmadı. Tam açıdan çıkarken ise, neredeyse gözle görülemeyecek bir ağırlıkta başını salladı. Đnsan olan… Semih yapması gerekene karar vermişti. Bir şeyler aklının içerisinde ‘tık’ sesiyle yerine oturmuş gibiydi. Ve artık oturma değil, harekete geçme sırasının geldiğini biliyordu. Otobüs açıdan çıktı. Semih seri ancak dikkat çekmeyen bir ağırlıkta, kapının kilidini havaya kaldırdı. Đnsan olan… Dikiz aynasından babasına son bir kez göz attı. Hiçbir şeyin farkında değildi. Her zamanki gibi… Annesine bakmaya gönlü elvermemişti. Kapının kolunu indirdi ve arabadan atladı. Aradaki
78
Cilt 1
şeridi koşarak geçti, köprünün korkuluklarını aştı ve kendisini aşağı bıraktı. Boğazın serin sularına doğru. Bedeni mermere çakılır gibi Marmara’ya kavuşurken; Uno marka arabadan iki çığlık yükseldi. Sağ ön kapı açıldı ve bir kadın koşarak korkuluklara doğru, oğluna yetişmeye çalıştı. Yeşil renkli bir çevre dostu otobüsün ön camı, koşan kadının başından akan kanlara bulandı. Kadın yetişmişti. Ama yanlış hattın, yanlış otobüsüne. Tüm bunlar Vedat Vural henüz arabasından inerken olmuştu. Bir insan ve bir de insan olduğuna şüpheyle bakılan bir kimse o gün hayatını kaybetmişti.
20 Eylül 2009 – 09.22 Yıldırım Holding – Birim Sıfır Ofisi
“Sen yine mi grip oldun?” “Öyle görünüyor.” Bütün sabahki tek konuşma bu ve kuru bir bayram kutlamasıydı Birim Sıfır ofisinde. Bayramın ilk günüydü. Sıfır’ın iki çalışanı Dize ve Murat bambaşka bir şekilde değerlendirmeyi düşündükleri bugünü bir avuç dosyayı çözümlemekle geçiriyorlardı. “Dize aklıma geldi de, sen benim elimi öpmedin yahu,” dedi Murat. Sıkıcı sessizliği bozmak adına farkında olmadan dökülmüştü dilinden
79
Birim Sıfır
kelimeler. Eli kirli sakalına giderken (Taylan Bey öyle erken aramıştı ki, tıraş olmaya fırsat bulamamıştı.) alaycı bakışlarla Dize’yi süzüyordu. “Hadi ya, bak bunu nasıl unutmuşum,” dedi Dize. Bir yandan cebinden yeni bir mendil çıkartmaya çalışırken, diğer yandan da önündeki dosyaları ayıklamaya devam ediyordu. Murat’ın hâlâ aynı alaycılıkla kendisine baktığını görünce, dil çıkardı ve işine çok önem veren bir görünüme bürünerek Murat’ı yok saydı. Dize de Murat gibi sabah pek kendisine bakamadan çıkmıştı dışarı. Kızıl kestane saçları tek bir atkuyruğu şeklinde toplanmış ve oval yüzünü iyice belirgin hale getirmişti. Makyajdan da kaçınmıştı bugün. Son derece doğal olan görüntüsünü, pembe fırfırlı bir tişört ve dar bir kot ile tamamlamıştı. Ayaklarında ise yine o açık kahve, havalı çizmeleri vardı. Hem gözleriyle de uyumluydu. Murat hâlâ Dize’ye baktığının farkına yeni varıp, bozuntuya vermeden dosyaların üzerine eğildi. Laf atmasına gelen cevaba, verecek bir cevabı olmadığı için susuyordu. Gri bir kot ve sade siyah bir gömlek giymişti. Düşüncelerini Dize’den uzaklaştırıp –bu biraz zaman almıştı-, Taylan Bey’in sabahın -hem de bayram sabahının- köründe onları neden çağırdığını anlamaya çalışıyordu. Bu aptal dosyaları ayıklamak birkaç gün bekleyebilirdi, sanıyordu Murat. O işinin masa başında geçen kısmına değil, olayların içinde geçenine âşıktı. Ayıklıyorlardı, ayıklıyorlardı ve ayıklıyorlardı. Murat “G” harfine gelince duraksadı. Buraya yeni dosyalar eklenmiş olmalıydı. Bu dizini daha önce pek çok kez kurcalamıştı ve bu kadar kalın olduğunu hatırlamıyordu. Pür dikkat dosyanın sayfalarını çevirmeye devam etti. Ve sonunda beklediği çıkıntıya ulaştı. “Gölge Bilimi!”
80
Cilt 1
“Dize,” dedi heyecanlı bir sesle. “Evet?” Murat yerinden kalkıp dizenin masasına doğru yürüdü. “Bizim böyle bir dosyamız var mıydı?” diye sordu. Dize kaşlarını kaldırarak Murat’ın uzattığı dosyaya baktı. “Neden olmasın ki? Daha önce görmemiştim gerçi… belki Ege eklemiştir?” “Sanmıyorum, Ege’den istemediğin sürece böyle bir dosyayı ulaştırmaz kimseye. Taylan Bey’e bir sormak lazım.” “Haklı olabilirsin,” dedi Dize. “Yine de neden bu kadar büyüttüğünü anlamadım. Yerleştir yerine gitsin.” Kendi alanında habersiz kuş uçmasından bile huylanan Murat, tek bir bakışıyla Dize’ye yeterli cevabı verdi. “Taylan Bey’i arayayım, bakalım müsait miymiş?” dedi Murat. Dize başıyla onayladı. Böyle durumlarda susmak en iyisiydi. Ortağını kızdırmaya hiç gerek yoktu. O sırada kapı çalındı. Đkili aynı anda kapıya dönerken Taylan Bey içeri girdi. “Đyi bayramlar çocuklar. Beni kırmayıp geldiğiniz için size çok teşekkür ederim.” Dize ve Murat biraz mahcup bir tavırla gülümsediler. “Ne demek Taylan Bey, bizim görevimiz bu,” dedi Murat. “Hadi ama, bayram günü sizi işe koştuğum için bana öfkeli olmalısınız,” dedi Taylan Bey. Murat, belki biraz… diye düşündü, ama bunu dillendirmeye gerek görmedi. Dize ise ‘hiçbir şey değil canım’ dermişçesine elini salladı. Üçlü kısa bir bayram merasiminin ardından -Taylan Bey inatla elini öptürmeyi
81
Birim Sıfır
reddetmişti-, Dize Murat’a hâlâ masanın üzerinde duran dosyayı işaret eden bir bakış attı. Murat başıyla onaylayıp sorular dizisini başlatmadan önce, Taylan Bey yeniden konuşmaya başladı. “Bu bayramı yalnız geçirmek istemiyordum,” dedi. Murat ve Dize anlamamış gözlerle birbirine bakarken, Taylan Bey devam etti. “Ali’den sonra, bir başıma kaldım. Ve açıkçası… biraz da korktum; bu sabahı yalnız geçirmekten. O yüzden sizleri hiç hakkım olmadığı halde buraya çağırdım.” Durakladı ve derin bir iç çekti. “Umarım bu yaşlı adamı bağışlayabilirsiniz.” Dize anında kadınsı duygularını harekete geçirdi ve “Taylan Bey, ne biçim sözler onlar öyle,” diyiverdi. Murat da konuşmanın bu kisveye bürünmesinden sıkılmış bir şekilde Dize’yi başıyla onayladı. Tam da bu sırada, duvardaki LCD ekran televizyon açıldı. Acil bir haber olmalıydı, çünkü ‘flaş haber’ olarak girmişlerdi yayına. Spiker kadın kameranın karşısına kendisini zor atmış gibi bir hal içerisindeydi. Televizyon ekranına yansıyan görüntüler hayret vericiydi. Kadın konuşmasını bitirmiş ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün güvenlik kameralarıyla çekilmiş görüntüler ekrana gelmeye başlamıştı. Uno marka bir arabanın kapısı açılıyor ve içinden gencecik bir çocuk atlıyordu. Tek şeridi koşarak aşan genç kendisini boğazın sularına bırakırken, sağ ön koltukta oturan kadın da arabadan iniyor ve çocuğunu yakalamak umuduyla yola atlıyordu. O sırada hızlanmakta olan çevre otobüsü, kadının bedenini iri camına bir sinek gibi yapıştırıp; onlarca metre öteye dağıtıyordu kadını.
82
Cilt 1
Tüm bunlar bir aksiyon filminden alınmış gibi ekrana yansırken, sıra sonrasında gelişen röportajlara gelmişti. Tir tir titreyen yaşlı bir adam konuşuyordu şimdi. “Bana bakıyordu. Gayri ihtiyari ben de ona baktım,” diyordu yaşlı adam. “Soran gözleri vardı, bilmiyorum… Sonra ne oldu bilmiyorum. Hatırlayamıyorum…” Lekeli yanaklarından yaşlar süzülürken adam daha fazla konuşamaz gibi olmuştu. Kameralar hemen başka tarafa yöneldi ve yaşlı adam orada unutulup gitti. Murat, Dize ve Taylan Bey bu ani ve şaşırtıcı flaş haber karşısında donakalmışlardı. “Kimse televizyonu açmadı değil mi?” diye sordu Dize. Murat ve Taylan Bey ‘hayır’ anlamında başlarını iki yana salladılar. Durup dururken açılan televizyon, üstelik tam da Birim Sıfır’ın ilgi alanına giren bir haberi ekrana getirerek son derece dikkat çekici bir eylemde bulunmuştu. Şimdi ise hayat yeniden normal seyrine dönmüştü. Televizyon reklama girmiş ve sanki az önce iki can kaybını haber etmemiş gibi ‘neşeli ve merak eden insanlarla’ bezeli bir telefon reklamı göstermekteydi. Rastlantılara hiç inanmayan Taylan Bey “Đşiniz bittiğinde bir usta çağırın da şu televizyona bir baksın,” dedi. Murat haber üzerine bir yorum beklerken, böyle gündelik bir cümle duyarak sarsılmıştı. “Ya haber? Araştırmaya değmez mi?” diye sordu. “Belki, sonra,” dedi Taylan Bey ve odadan çıktı.
83
Birim Sıfır
Dize anlamamış gibi omuz silkerken, Murat sinirli bir şekilde kafasını kaşıdı. Garip bir şekilde başlayan günlerin, nedense garip bir şekilde bitmek gibi bir özelliği vardı. Ve açıkçası bayram günü o ‘garip işlere’ hiç bulaşası yoktu. Ama iş, işti. “Ben şu televizyona röportaj veren yaşlı herifle bir konuşayım,” dedi Murat. Dize ‘olur’ anlamında başını salladı. Sonra da “Şu ‘Gölge Bilimi’ni ne yapacağız?” dedi. “Sen biraz daha araştır, gelince konuşalım bunu.” Şiddetli bir şekilde hapşıran Dize, “Gribim tüm eğlenceli işi senin almandan dolayı şikâyetçi,” dedi gülümseyerek. “Đçi geçmiş ihtiyarlarla sohbet etmenin dayanılmaz eğlencesine seni davet etmediğim için bana kızgın olmalısın,” dedi Murat. O da sırıtıyordu. Ardından ciddileşti. “Taylan Bey kendine gelene kadar şunlara göz atman gerçekten önemli. Aslına bakarsan neden öyle davrandığını hâlâ anlayamadım. O duygusal konuşmaları falan… Her neyse, Ege’ye de haber ver.” “Tamamdır, dikkat et kendine.” “Sen de.” “Oturup dosya okurken son derece dikkatli olacağımdan emin olabilirsin.” Murat o sabah son defa gülümsedi ve ofisten çıktı. Aklında garip davranışlarıyla Taylan Bey, nereden çıktığı belli olmayan ‘Gölge Bilimi’, bir anda açılan televizyon ve flaş haber ile Yıldırım Holding’den ayrıldı.
84
II ÇIPLAK 20 Ekim – 20.01 Gebze’de Bir Ev
Yollar vardır önünüzde, onlarca. Uzun, kısa. Anlamlı ve anlamsız. Mutlu ya da hüzünlü. Yollar vardır, tercihleriniz doğrultusunda şekillenen ve şekillenmeye devam eden. Dizginleri elinizde olan ve olmayan. Bir de başka yollar vardır... Arkanızdan gelen. Hangi yolu seçerseniz seçin, geri dönüp baktığınızda hep aynı sahneyi gördüğünüz; o korkunç yollar. Asla peşinizi bırakmayan... Ne yaparsanız yapın, o yol hep arkanızda yer almaya devam eder. Değiştiremez, unutamaz ve yokmuş gibi davranamazsınız. Biz buna kısaca ‘geçmiş’ diyoruz. Arkanızdan gelen canavar… Vedat Vural’ın canavarı da arkasından gelmekte son derece ısrarcıydı. Pençesini zavallı adamın omzuna geçirmiş ve bu lanet olası dansta, bir taraf silinene kadar kavalye rolünü oynamaya devam edecekti.
Birim Sıfır
Her günü daha çekilmez kılmak, her an o kara günü anımsatmak üzere çıkmıştı puslu ininden. Kısacası çaresizdi Vedat. Önünde bir şişe Johnny Walker, arkasındaysa en büyük kâbusu; içiyordu. Viskinin boğazını kavururcasına yakışı, midesini alt üst edişi ve sarsmasını umursamıyordu. Unutmak için içiyordu. Başarılı olamayacağını bile bile içiyordu. Geçen bir ayda hayatında pek çok şey değişmişti. Đşinden ayrılmış kovulmuş-, gözü gibi baktığı Uno’sunu ve on yılda zor alabildikleri daireyi satmış; tek göz bir eve taşınmıştı. Evden sadece çok gerekli şeyler -alkol, ekmek ve kuruyemiş- almak için çıkıyordu. Parası yavaş yavaş suyunu çekmekteydi. Ama Vedat’ın gelecek için bir kaygısı yoktu. Geçmişi, bütün kaygı raflarını doldurup taşırmıştı. O bayram sabahı her şeyini kaybetmişti. Egosu sonu olmuştu. Ve şimdi de içiyordu işte. Bilmem kaçıncı şişeyi. Dibini görür gibiydi. Bardak da kullanmıyordu artık, her şey gibi o da boşunaydı. Viskisi, dudakları ve kendisi vardı; o tek göz odada. Ha, bir de gölgesi. Şişeyi masaya doğru bırakırken, iki yeşilimsi ışık parlayıvermişti sanki gölgesinde. Vedat pek çok şey gibi bunun da farkında değildi. O gözlerini tek bir ana dikmişti. Görebildiği tek şey, arkasındaki canavarın gözlerinde yansıyan sahnelerdi. Gölgenin gözleri arka plana itilmişti. Bir süre daha orada kalmakta kararlı gibiydi o gözler. Bir süre daha. Çok az…
86
Cilt 1
20 Ekim 2009 – 20.45 Yıldırım Holding – Birim Sıfır Ofisi
Yorucu bir günün ardından Sıfır Ofisi’nde keyifler tıkırındaydı. Murat, Dize ve Ege bir olayı daha başarıyla çözümlemiş ve Sıfır hanesine güzel puanlar eklenmesine vesile olmuşlardı. Şimdi de ofiste bu başarılı günü çekiştiriyorlardı. Gün sabahın erken saatlerinde gelen bir telefon ile başlamıştı… Saat sabah sekiz buçuk civarıydı. Taylan Bey her zamanki gibi erkenciydi. Birkaç çeşit gazete almış ve önemli haberlere şöyle bir göz atmaktaydı. Üzerinde açık kahve bir takım elbise vardı. Klasik beyaz gömleği, koyu kahve kravatıyla bütünleşerek tam bir iş adamı profili çiziyordu. O anda gelen telefon ile düşüncelerinden sıyrılan Taylan Bey, merakla telefonu açtı. Sekreteri malum durumlardan birisinin olduğunu söylüyordu. Taylan Bey hemen telefonun bağlanmasını isteyip, sabırsızca beklemeye başladı. Nihayet telefon bağlanıp, hırıltılı bir ses konuşmaya başladığında; Taylan Bey’in yüz ifadesi de yavaş yavaş değişmeye başladı. Telefonu kapattığında yerinden fırlayıp, Sıfır Ofis’ine inmek üzere harekete geçmişti bile…
87
Birim Sıfır
***
“Hangisinde dersin?” “Şu en uçtaki tabloyu deneyelim.” “Olur.” Dize ve Murat sabah erken saatlerde gelen bir ihbarla yollara düşmüşlerdi yine. Kadının birisiydi arayan. Karşı evden gelen acayip seslerden ve sonrasındaki yeşil ışımadan bahsediyordu. Evinin perdelerini aralayıp gözlemişti karşı apartmandaki olayı. Görebildiği tek şey, şekilsiz ve kara- bir varlığın hareketleri ve sonrasındaki yeşil ışıma olmuştu. Kadın daha fazla bir şey açıklamaktan çekinmiş, sadece evin adresini vererek kapatmıştı telefonu. Sıfır ekibi de işte şimdi o dairedeydi. Kapı her nedense aralıktı ve içeride kimsecikler yoktu. Đçeri girer girmez evi hızlıca kolaçan etmişler, ardından da olayın yaşandığı yer olan salonda araştırma yapmaya başlamışlardı. Đki oda, bir salon olan ev son derece tertipliydi. Evin sahibi de zevkli biri olduğunu belli etmek istermişçesine döşemişti odaları. Göz alıcı kırmızı halılar, perdelerle hoş bir uyum içerisindeydi. Salon ise başlı başına bir sanat galerisi sayılırdı. Odanın üç duvarında da onlarca yağlı boya tablosu bulunmaktaydı. Đlk bakışta anlaşılmasa da her duvarda başka şeyler anlatılmak istenmiş gibiydi. Örneğin bir duvarda sadece çeşitli aletlerle işkence gören insanların tabloları bulunmaktaydı. Kimi tablolar o kadar kanlı olayları resmetmişti ki; Dize daha çok diğer duvarlara bakmak zorunda hissetmişti kendisini. Bir resimde çıplak bir adam kazığa oturtulurken, bir başkasında derisi
88
Cilt 1
soyulmuş bir adamın denize atılmak üzereyken ki bir pozu resmedilmişti – Dize tam da bu tablodan sonra ev hakkındaki tüm olumlu görüşlerini geri almıştı. Diğer duvarlar daha sakin şeylere yönlendirilmişti. Örneğin işkence resimlerinin olduğu duvarın karşısındaki duvarda, cennetten kesitler verilmişti – üç hurinin bir adamın peşinden süzüldüğü tabloya Murat büyük bir ilgi göstermişti. Üçüncü duvar daha çok manzara resimlerine ayrılmış gibiydi. Güneşin doğuşu, batışı, dolunay vakti gibi. Ama her kareye mutlaka bir insan kondurulmuştu inadına. Son duvarsa boydan boya pencereye ayrılmıştı. Oda gün boyu rahatlıkla ışık alabilecek konumdaydı. Bunun dışında bir iki rahat koltuk ile salon tamamlanıyordu. Şimdiyse Murat, Dize’nin bahsettiği en uçtaki tabloyu yerinden kaldırıyordu. Ancak sonuç yine hüsrandı. Tablonun altında hafif bir karartı dışında, hiçbir şey yoktu. Diğer onlarca resimde olduğu gibi. “Bence ipucu bunların altında saklı değil,” dedi Dize. “Ne demek istiyorsun?” “Demek istiyorum ki… Yani altında değil de içindeyse?” Murat düşünceli bir şekilde kaşlarını çattı. Dize haklı olabilirdi. Đkili bu fikri denemeye değer görüp tablolara bir de o gözle bakmaya başladılar. Dakikalar birbirini kovalarken, sessizliği bozan yine Dize oldu. Đşkence duvarında, sağ baştan ikinci resme bakmaktaydı o sırada. “Şu resimde ne görüyorsun?” diye sordu Dize.
89
Birim Sıfır
Murat işkence resimlerinin arasında en dehşetlisiymiş gibi duran tabloya bakarken yüzünü buruşturmaktan kendini alamadı. Zümrüt yeşili gökyüzünün altında, bir adamın ağzından içeri dalmakta olan iri bir yılan gözükmekteydi. Resimdeki adam pek çok tabloda olduğu gibi çıplaktı. Ve pek çok tabloda olduğu gibi yüze değil, işkencenin had safhaya ulaştığı noktaya odaklanılmıştı. Yani sadece adamın ağzının dışında kalmış hayvanın arka kısmı ve adamın titreyen bedeni gözükmekteydi. “Duvardaki diğer resimlerde olduğu gibi, bu herife de işkence ediyorlar. Bu nasıl sanat anlayışı arkadaş?” Dize ‘hayır’ anlamında başını iki yana salladı. “Tabloların hepsinin ortak özelliği ne?” diye diretti Dize. Murat bir müddet düşündükten sonra, “Đnsanlar,” dedi. “Güzel, peki insanların ortak özelliği ne?” Murat şimdi üç duvardaki resimlere de bir bir bakıyordu. Hepsinde insan vardı. Đşkence, cennet ve manzara… Birbirleriyle alakalı olmayan üç temanın hepsinde de insanlar vardı… Mutlu, üzgün, ifadesiz insanlar… En nihayetinde Murat’ın aklında ışıldayan fikir cümlelere döküldü, “Hiçbirisinin gölgesi yok! Yılanlı olan hariç!” Dize başıyla onayladı. Bu tabloların önünde çok fazla konuşmak istemiyordu. Yine de yutkunduktan sonra, “Ege’yi arayalım. Şu ‘Gölge Bilimi’ dosyasını bir getirsin bakalım,” dedi. Murat ortağının iyi gününde olmasına sevinerek cep telefonuna uzandı. Bir ay önce yoktan var olan dosyaya şu an ihtiyaç duyuyorlardı. Bu işin altında bir iş vardı. Ve Murat hesap vaktinin yaklaştığını hissediyordu.
90
Cilt 1
***
20 Eylül’de televizyonun aniden açılması ile şahit oldukları haberin izi yavaş yavaş silinmeye başlamıştı. O gün Murat Arıkan yaşlı adam ile konuşmuş, ama adamın televizyonda söylediklerinden daha fazlasını öğrenememişti. Ustalar televizyonun aniden açılmasını araştırmış ve geçerli bir neden bulamamışlardı. Taylan Bey belki de sadece o günlük aksiydi. Belki de bayram ona yaramıyordu… Ali’siz bir bayramda adama hak vermek gerekiyordu. Ve Dize “Gölge Bilimi” adlı dosyayı araştırmıştı. Şaşırtıcı bir şekilde dosyayı oraya Taylan Bey’in koyduğunu öğrenmişti. Ancak dosyanın nereden geldiğini kendisi de bilmiyordu. Bir akşam masasının üzerinde bulmuş ve sorgulamaksızın diğerlerinin yerine yerleştirivermişti. Günü en verimli geçiren kuşkusuz ki Dize idi. Dosyada işe yarar oldukça şey vardı. Özetle şunlar anlatılıyordu: “Gölge Bilimi kadim bir daldır. Sonradan öğrenilemez. Amacı insanoğlu
gölgesine
hükmetme
mertebesine
ulaşmaktır.
Gölgeler
değişkendir. Ve bu yüzden bu sanatı icra edenler büyük tehlike altındadır. Bir insanın başka bir insanın gölgesine hükmetmesi demek, diğer insanı ‘çıplak’ bırakmakla eş değerdir. Gölge ve insanoğlu bir bütündür. Đnsan ne yaparsa, gölgesi de onu yapar. Bu durumda gölge ne yaparsa, insan da onu yapmak zorundadır. Sonuç olarak bir insanın gölgesini kontrol etmek, o insanı da kontrol etmek anlamına gelir. Bu kontrol, sadece büyük bir çöküntü yaşamış insanlar üzerinde kurulabilir. Gölgeyi kontrol eden kişi, o sırada birden fazla gölgeye
91
Birim Sıfır
hükmettiği için bitap düşecektir. Bu nedenle Gölge Ustaları bu işi son derece güvenli yerlerde yapmalıdırlar. Son olarak… tüm gölgeler tek bir noktada birleşir. Onun adı Gölgelet’tir. ‘O’, insanlar öldükten sonra gölgelerinin ulaştığı varlıktır. O tüm gölgeler üzerinde söz sahibi olabilendir. Gölge Ustaları’nın babasıdır. Gölge Bilimi’nin kaynağıdır… Đblistir, gölgeye ve ateşe hükmedendir.” Dosyanın sonrasında bazı Gölge Ustaları’nın isimleri verilmişti. Doğum ve ölüm tarihleriyle birlikte. En son Gölge Ustası 1959’de vefat etmişti. (Dize yarım asırdır bir Gölge Ustası olmamasını reddetmişti.) Sonuç olarak o gün yararlı bazı bilgileri öğrenmenin yanı sıra, koca bir ‘sıfır’ kazanmışlardı. Taylan Bey’in durumu, televizyon ve intiharlar sonuçsuz kalmış, yoktan var olan Gölge Bilimi dosyası ise son derece işlevsizdi. Ancak şimdi Sıfır ekibi, Ege’nin getirdiği dosyaya göz atarken; bunun o kadar da ‘işlevsiz’ bir dosya olmadığını anlıyorlardı. Gerçi Murat bir ara, bu yazının inanılmaz derecede tanıdık geldiğine dair garip bir fikre kapılsa da, sonradan bu fikri kafasından atmış ve işine geri dönmüştü. Yarım asırlık bir adama göre son derece hayat dolu olan Ege kısa sürede olaya ağırlığını koymuştu. Dize, Ege’nin getirdiği dosyaya yeniden göz atıyordu. Đhbarı yapan kadın, çığlıklar ve yeşil bir ışık patlaması görmüştü. Olaylar bu odada cereyan etmişti. Yeşil bir ışık, bu odada çakmıştı. Yeşil bir gökyüzünün olduğu tablo, aynı zamanda gölgesi olan tek resimdi. Ancak ortada ne bir adam vardı, ne de başka bir bulgu…
***
92
Cilt 1
Ekip hâlâ aynı evdeydi. Dize ve Ege tablonun her santimetre karesini incelerken, Murat da evi bir kez daha aramaya karar vermişti. Her zaman ikinci defa kontrol etmenin faydalı bir şey olduğunu düşünürdü. Bu zamana kadarki polislik ve Birim Sıfır kariyerinde, bunun çok yararını görmüştü. Murat önce yatak odasına girdi. Burası da diğer odalar gibi son derece düzenliydi. Bir insanın özel odasını karıştırmak Murat’ı rahatsız etmesine rağmen, tecrübesinin getirdiği kararlılıkla sadece görevine yoğunlaştı. Ferah yatak odasının tam ortasında kahverengi örtülere bürünmüş bir yatak, doğu duvarını boydan boya kaplayacak bir gardırop o da kahverengiydi-, bir boy aynası ve üç katlı küçük bir kitaplık vardı. Adam
odayı
dikkatle
taradı.
Hiçbir
ayrıntıyı
kaçırmamaya
özen
gösteriyordu. Önce yatağın altına, daha sonra da dolaba baktı. Đkisinden de bir ceset fırlamamıştı, oysa şu macera filmlerinde hep öyle olmaz mıydı? Bu odanın temiz olduğunu anlayan Murat, sırasıyla diğer odayı, sonrasında da banyoyu kontrol etti. Nihayet bir şeyler bulmak üzere olduğunu hissediyordu. Sezgileri havanın ipucu koktuğunu haber ediyordu. Banyonun her karışı mavinin tonlarıyla bezenmişti. Bu dingin renk bile Murat’ın dikkatini çelemedi. Deniz mavisi perdeyi araladığında, orada göreceği şeyi az çok tahmin edebildiğini sanıyordu… Yanılmıştı. Đpucu kokusu sandığı şey; çıplak bir insandı. Fiziksel ve gölgesel olarak…
***
93
Birim Sıfır
“Nabzı atıyor.” “Sadece o kadar mı?” Dize sessizce başını salladı. “’Bitkisel hayat’ dedikleri bu olsa gerek,” diye mırıldandı Ege. Murat daha sonraları ‘bitkisel hayat’a girenlerin gölgesini kaybetmiş kimseler olup, olamayacağı hakkında bir hayli kafa yoracaktı. Ancak şimdi bakışları tablo ile gölgesiz adam arasında mekik dokumaktaydı. Murat adamı banyodan çıkarmadan önce, adamın altına bir havlu sarmayı akıl edebilmişti. Ama akıl edebilikleri bunlarla sınırlıydı. Ve bu son derece sinirine dokunuyordu. “Sizce bir hastaneye götürmeli miyiz?” diye sordu Ege. Dize sadece tabloyu işaret etti ve kararlı susuşunu sürdürdü. Genç kadın günün en az konuşanıydı. Eşsiz mantığının onlara çözümü getireceğini sanıyordu. Ve bu işi yaparken konuşmamak çok daha yararlıydı. Öyle olmalıydı. Dünyada zaman su gibi akıp geçerken, o dairede vaktin kumları bir hayli yavaştı. Sıfır ekibi bu zor durumdan kendini kurtarabilmek için, bütün düşüncesel işlemleri yerine getiriyor, ancak bir sonuç elde edemiyordu. Ta ki Dize’nin ‘Gölge Bilimi’ dosyasını bir kez daha okumak istemesine kadar... “Son olarak… Tüm gölgeler tek bir noktada birleşir. Gölgelet. ‘O’, insanlar öldükten sonra gölgelerinin ulaştığı varlıktır. O tüm gölgeler üzerinde söz sahibi olandır. Gölge Ustaları’nın babasıdır. Gölge Bilimi’nin kaynağıdır… Đblistir, gölgeye ve ateşe hükmedendir.”
94
Cilt 1
Gölgelet…
Đblis…
Ateş…
Dize
bugüne
kadar
bir
iblis
ile
karşılaşmamıştı. Yine de tükenmez merakını gidermek amacıyla, iblisler hakkında pek çok kitap okumuştu. Gölgelet adlı iblisi daha önce duyduğunu hiç hatırlamıyordu… Sonra aniden aklında bir şimşek çaktı. Sanki bütün gerçek tek bir saniye boyunca apaçık bir şekilde aydınlanmıştı. Dize oturduğu yerden doğruldu ve Murat’a “Çakmağını verir misin?” diye sordu. Adam soran gözlerini Dize’ye dikse de çakmağı cebinden çıkardı -bu sırada sigara paketine özlem dolu bir bakış attı- ve genç kadına uzattı. Kadın çakmağı aldı ve tablonun bir ucunu tutuşturmak için davrandı. Murat ve Ege aynı anda “Hey!” diye bağırmalarına rağmen, Dize büyük bir kararlılıkla tablonun kenarının tutuşmasını bekledi. Köşesinden yanmaya başlayan tablonun alevi, boyalı kısımlara geldiğinde iyice alazlandı. Kadın artık tabloyu elinde tutmakta zorlanıyordu. Đşte tam bu sırada anladı Murat. Alevi ve getirdiklerini… Ateş iblislerin evi için normal bir şeydi. Yine de maddi düzlemde işler biraz değişiyordu. Dize fırlattıktan sonra da yanmaya devam eden tabloda birkaç şey olmaktaydı. Ki bunlardan birisi alevlerin içerisinde kıvranan bir yılan, bir diğeriyse kararan gökyüzündeki hareket halindeki bir gölgeydi. Çıtırtılar bu şölene eşlik ederken, tablonun üzerinde yeşil bir ışık çaktı. Ve siyah kıvrım kıvrım bir varlık süzülerek yerde yatan -kısmi çıplakadamın etrafında toplaştı. Adam önce titredi, sonra da derince bir nefes aldı. Gölge yuvasına dönmüştü. Adam artık o kadar da çıplak değildi…
***
95
Birim Sıfır
Ateş bu düzlem için gerçekten arındırıcıydı. “Dize’nin bunu akıl etmesi hakikaten bir mucize,” diye heyecanla mırıldandı Taylan Bey. Genç kadın bu iltifata kızarıp bozararak yanıt verse de, halinden memnun gözüküyordu. Murat ve Ege’de son derece mutluydular. Denildiği üzere; Birim Sıfır ofisinde keyifler tıkırındaydı. Hiçbiri uyanmaya başlayan tehlikenin farkında değildi. Hiçbiri bunun sadece bir deneme atışı olduğunun da farkında değildi. Onlar sadece mutluydular, bir günü daha başarıyla tamamladıklarını sandıkları için. Ama O uyanıyordu… Artık oturmaktan sıkılmıştı…
96
III GÖLGELET 22 Ekim 09.24 Gebze’de Bir Ev
Sabah yatağınızdan huzurla kalkıyorsanız, yüzünüze soğuk su çarpıp ayılmaya
çalışırken;
beceriksizce
kıracağınız
yumurtanın
hayalini
kuruyorsanız, karnınızı doyurup kendinizi tok hissediyorsanız; orası sizin için ‘ev’dir. Oysa sabah kalktığınızda, geceden kalan kusmuk birikintileriyle burun buruna geliyor, nereye, hangi güne uyandığınızdan bihaber, adınızı bile şüpheyle anımsamaya çalışıyor ama beceremiyorsanız, o uyandığınız yer ‘ev’ değil, cehennemin en derin köşesidir sizin için. Vedat Vural da nicedir evsiz barksızdı. Vaziyet haylice kötüye doğru gidiyor, ama o bunu umursamıyordu. Vedat günler öncesinde zaten ölmüştü. Boş bir kabuktan fazlası değildi, olmamalıydı da. Tek göz odalı evi darmadağınıktı. Dün az buçuk düzene sokmaya çalışmış, ancak bu
Birim Sıfır
dağınıklığın altından kalkamayacağını anlayınca Walker’a geri dönmüştü. Onu en iyi viskisi anlıyordu. Ancak onu anlayan bir kişi daha vardı. Artık tamamen uyanmış ve doğru zamanın gelmesini bekleyen. Ve vakit gelmişti. Yatağın ucunda, başını kollarının arasına alıp ağlayan adamı dikkatle süzdü ‘Gölge’. Önce hafifçe, sonra da var gücüyle parlamaya başladı. Vedat cep telefonlarına gelen mesaj misali titreşen yatağın farkına hemen varamadı. Yeşil ışığı da göremedi. Gölge kıvrım kıvrım yatağın üzerinde oynaşıyor, sanki buharlaşmak ister gibi bir hava takınıyordu. En sonunda hazırlık evresini tamamlayarak harekete geçti. Madeni bir ses ile konuşuyordu. “Ben Vedat Vural, eşimin ve çocuğumun ölümünden sorumluyum.” Vedat Vural, gölgesinin dediklerini aynen tekrar etti. “Ve şimdi edeceğim yemin, Gölge ve Gölgelet için.” Sesin bir erkekten mi, yoksa bir kadından mı çıktığı belli olmuyordu. Ama Vedat’ın tekrarları net ve son derece gürdü. Asıl gösteriyse şimdi başlıyordu. Gölge bir an duraksadı, sonra da adamı sonsuz bir mühürle bağlayacak olan cümleleri kurmaya başladı: “Umur hudutlarıma dâhil bir yudum geçmiş Tek bir yudum. Ölesiye. Geçmiş geçmiyorsa, gün doğmuyorsa Hudutlar hep aynı; ölüm kokuyorsa Tek bir yudumu kalbini yakıyorsa
98
Cilt 1
Ölesiye, bir anlaşma. Gölge, gölge, gölge. Bir yudumda gel, bir yudumda al. Ölesiye, gel ve al.”
Gölge geldi. Gölge aldı. Artık kontrol el değiştirmişti. Buhar dindi ve gölge normal boyutlarına indi. Vedat’ın gözleri son bir kez insanca bir bakış attılar. Hemen karşısında bulunan küçük aynadaki aksine doğru. Sefil bir haldeydi. Zaten bir hayli hızlı dökülen saçları artık kafasını tamamen terk etmişti. Yanakları ve göz çukurları çökmüş, besinsizlikten dudakları apse yapmıştı. Aksi gerçekten ölümdü. Ama artık kontrol gölgedeydi. Gözlerindeki ufacık parıltılar da silindi, bir an yeşil bir ışık çıktı. Sonra gözbebekleri gözün akı tarafından yutulurcasına çekildi. Yerine kapkara çukurlar geldi. Aynada görünen adamın kambur sırtı dikleşti ve ayağa kalktı. Adam kendisini gerçekten çok iyi hissediyordu.
22 Ekim –19.24 Gebze’de Bir Ev
Vedat Vural güne gözlerini açtıktan sonra garip şeyler hissetmişti. Sanki bir şey düşüncelerini aklının arka odalarına doğru ittirmişti. Sabah kalkıp ağladığını hatırlıyor, bunun dışında yaptığı hiçbir işte bilinçli oluşuna
99
Birim Sıfır
dair izler bulamıyordu. Örneğin elindeki tabancanın neden elinde olduğunu bilmiyordu. Bir tabancası olduğunu da bilmiyordu. Zaman zaman iyice gerçeklikten kopuyor, bazen ise yaptığı şeyleri net bir şekilde görebiliyordu. Ancak bütün bunlarda, kontrolün başka bir ‘şeyin’ elinde olduğunu hissedebiliyordu. Kontrol kendisindeyken, böyle bir şey olacağına hakkında bir duyum alsa; bunu asla umursamayacağını düşünürdü. Hatta memnuniyetle bile karşılayabilirdi. Ama pek çok şey gibi insan bunun da değerini kaybedince anlıyordu…
Yeniden ‘Vedat’
olmayı, yeniden fütursuzca içebilmeyi
diliyordu. Nafile. Şu an yapıyor olduğu tek şey, elindeki tabancanın mermilerini bir bir yerleştirmek ve silahı güzelce parlatmaktı. Sonra silahın namlusunu ağzının içine soktu. Ardından kafasının içinde delice bir kahkaha duyuldu. Tetiğe hafifçe bir kuvvet uyguluyordu parmakları. Arka odalardaki Vedat’ın çaresizce çırpınışları, yapılan eylemleri durdurmaya yetmiyordu. Yine de sonra silahı ağzından çekti. Metalik bir ses konuşmaya başladığında, arka odalardaki adam kontrol kendisinde olsa altına kaçıracağından emin olduğunu düşünüyordu. “O kadar kolay değil Vedat’ım,” dedi ses tıslayarak. “Hiç kolay olmayacak…” Adamın bundan yana bir şüphesi yoktu zaten.
100
Cilt 1
***
Vedat dakikalar sonra evinden çıktı. Çıkmadan önce tıraş olmuştu. Arada bir evden çıkarken giydiği kot pantolonu ve yeni keşfettiği bir tişörtü vardı üzerinde. Adımları hızlı ve kararlıydı. Hava karanlık olmasına rağmen sokaklar kalabalıktı. Çocuklar hâlâ evlerine dönmemişlerdi. Babaları zorla onları içeri sokmaya çalışırken ne kadar da haklıydılar. Silahlı bir adamın, çocuklarının oynadığı sokakları adımlıyor olduklarını bilselerdi; kesinlikle çocuklarının itirazlarına kanmaz ve onlara beş dakika daha izin vermezlerdi. Ama bilmiyorlardı. Vedat, viskisini her zaman aldığı tekelin önünden geçerken selam bile verdi. Ya da Vedat’ın bedeni verdi, adam izledi. Adam dakikalardır seyirciydi. Sonra bir minibüse bindi ve tren istasyonuna doğru yola çıktı. Şansına Banliyö trenine tam vaktinde yetişebildi. Bir saat sonra Haydarpaşa’da trenden iniyordu. Vapurla karşıya geçti. Oradan da bir taksi tutup Şişli’ye doğru yol aldı. Taksinin ne kadar tutacağını umursamıyordu, cebinde kalan tüm parası ve belinde de bir silahı vardı. Şişli’ye geldiğinde araçtan indi, tutarı karşılayacak kadar parası vardı. Hatta üzerine, bir dönercide karnını doyurmaya bile yetiyordu parası. Vedat da öyle yaptı. Karnını doyurdu ve bekledi. Gölge bekleme işini günlerdir yapıyordu, ama böyle insancıl şeylere ihtiyaç duymak çok rahatsız ediciydi. Yine de sızlanmadı, az kalmıştı. Bekliyordu.
101
Birim Sıfır
22 Ekim 21.20 Şişli’de Bir Dönercinin Bodrumu
Bir fare viyaklayarak geçti adamın dizlerinin dibinden. Bir başkası ve bir başkası daha takip etti onu. Anlaşılan farelerden birisi güzel bir yiyecek bulmuştu. Eğer bir dönerci dükkânının bodrumunda yaşıyorsanız; asla ve asla aç kalmazdınız. En azından fare yahut benzeri bir canlıysanız. Koli koli ekmekler, atılmayı bekleyen et artıkları, henüz kullanıma sürülmemiş çatal – bıçak setleri… Köşede bir dondurucu ve daha fazlası. Ve tabii ki bodrumlara özgü o kasvetli havayı da unutmamak gerekir. Üst üste yığılmış koliler bir canavarın gövdesine, farelerin viyaklamaları da bir hayaletin homurtularına benzetilebilirdi belki. Cesedi andıran koku da cabası. Yine de hiçbiri kolilerin üzerine bağdaş kurmuş ve gözleri kapalı şekilde transa geçmiş ihtiyar birisi kadar korkunç olamazdı. Beyaz saçları yer yer yolunmuş gibiydi. Ve adamın haline bakarak, bunu kendisinin yaptığını kolayca anlayabilirdiniz. Lekeler ve et benleri yüzünü görünmez kılmıştı. Ama o halinden şikâyetçi değildi. Hatta bir ara memnunca mırıldandı. Sonra sinirle küfretti. Anlaşılan konsantresini bu şekilde bozduğu için hislerine sinirlenmişti. Kendisini yeniden topladı ve yaptığı şeye devam etti. Sonuca yaklaşmışlardı.
102
Cilt 1
Kuklasıyla arasındaki mesafenin bu kadar azalması, kontrolü biraz zorlaştırıyordu. Yine de adam her şeyden emin olmak ve efendisini memnun etmek istiyordu. Yaşlı adam, istediğini alan birisiydi. Ve bu sefer de öyle olması için önünde hiçbir engel yoktu.
22 Ekim 21.40 Şişli Sokakları
Gölge tok karın ile aç karın arasındaki farkın bu kadar fazla olmasını bir hayli şaşırmıştı. Beden eskisine göre neredeyse iki katı daha dinçti. Bunun sebebi günlerdir ilk defa yenilen doğru düzgün yemek olabilirdi. Vedat’ın yüzüne renk gelmişti. Parmakları da güçlenmişti. Şartlar daha iyi olamazdı. Vedat’ın bedeni dürümcüden çıktıktan sonra, tıpkı evden ilk çıktığındaki gibi emin adımlarla bir yere doğru yürüyordu şimdi. Yürürken ona çarpan insanları ve çarptıklarını umursamıyordu. Dönüp özür bile dilemiyordu… Hem onlar zaten alışıktı çarpılmaya. Yüzünü yalayıp geçen bahar rüzgarını da umursamıyordu. Umursaması gereken şeylerden birisi belindeki silah, bir diğeri de silahın içindekilerin ulaşacağı adresti. Geresi teferruattı. En sonunda devasa binaların arasında, aradığı binayı buldu. Bakışları gökyüzüne doğru uzayıp giden yapıyı süzmekteydi. Yıldırım Holding…
103
Birim Sıfır
“Ah insanoğlu,” diye mırıldandı Vedat’ın dudakları. Binanın çıkışını tam cepheden gören bir konuma yerleşti Vedat. Yine bekliyordu. Ama bu defa sondu.
22 Ekim 21.43 Yıldırım Holding
“Çıkmıyor muyuz artık?” “Tamam, şimdi geli… Hapşuuu!” Dize’nin Murat’a verdiği cevap şiddetli bir hapşırık ile kesilmişti bir kez daha. “Yine mi demeye dilim varmıyor artık,” dedi Murat. Gülümsemesine engel olamıyordu. Đşte giydiği elbiseleri çıkarmış, şimdi jilet gibi bir takım elbiseyi kucaklıyordu bedeni. Siyah takım Murat’ın iri bedenine cuk diye oturmuştu. “Evet, yine…” Dize duraksayarak Murat’ı süzdü. “sen ne ara üstünü değiştirdin be!” diye feryat etti Dize. “Şimdi benim de eve uğramam gerekecek. Ne anlaşmıştık?” Murat yüzünü buruşturdu. “Buradan direkt yemeğe geçeceğimizi sanıyordum,” diye itiraz etti. “O, sen üzerine cicili bicili şeyler giyene kadardı! Đnsanlar görse ne der!”
104
Cilt 1
Adam kadını şöyle bir süzdü. Dize her zamanki gibi, sade ama şık giyinmişti. Dar, kahve pantolonunun üzerinde tozpembe uzun kollu bir gömlek
vardı.
Kollarını
kıvırmıştı.
Saçları
günün
yorgunluğuyla
darmadağınık olmuş, kadını iyice çekici hale getirmişti. “Çok ihtiyacın varmış gibi,” diye mırıldandı Murat. Dize buna kulak asmadı. “Fazla sürmeyecek merak etme.” “Hep öyle derler.” “Hep öyledir.” Murat derince bir iç çekişin ardından ofisten çıktı. Baş başa bir yemek güzel olsa gerekti. Yine de sonuçta bu bir iş yemeğiydi. Öyle anlaşmışlardı…
***
Murat ve Dize asansörden indikten ve güvenlik görevlisine iyi akşamlar diledikten sonra, binanın çıkışına yöneldiler. Kesinlikle güzel bir akşamdı. Dize derin bir nefesi ciğerlerine gönderdi. Bu sırada hangi elbiseyi giyeceğini düşünüyordu. Kesinlikle Murat’ın takımına uyumlu olmalıydı… Ne önemi var ki, bu bir iş görüşmesi? diye düşündü sonra. Bütün gün yüz yüze görüşmüyorlar mıydılar zaten? Olabilir, belki daha sakin bir orta… Düşünceleri bu akşamki pek çok şey gibi yine bölündü. Önüne bakmadan yürüdüğü için ayağı takılmış ve kelimenin tam anlamıyla düşeyazmıştı. Murat’ın koruyucu kolu kadının belinden kavrarken, bir
105
Birim Sıfır
patlama ve kırılan cam sesleri duyuldu. Ve tam aralarından geçen rüzgârı da unutmamak gerekti. Murat polis içgüdüleriyle hareket edip Dize’yi yere yuvarladı. “Orada kal!” Merminin geldiği yeri görmüştü, dikkatsizliğine küfredip az önce silahın ateşlendiği noktaya doğru koşmaya başladı. Biraz ileride telaşla koşan adamı da gördü. Adamın köşeyi dönüp gözden kaybolduğunu da… Biraz daha hızlandı ve koşmaya devam etti. Köşeyi döndüğünde adamın boylu boyunca uzandığını fark etmesi bir hayli uzun sürdü. Zira yerdeki bedeni ezerek geçip, kendisi de yeri boyluyordu neredeyse. Dengesini koruduktan hemen sonra adamın üzerine oturdu. Ancak buna gerek olmadığını da o zaman fark etti. Adamın başı kanıyordu. Tam köşenin bitimindeki telefon direğine bodoslama dalmıştı anlaşılan. Murat adamın yaşayıp yaşamadığına baktı. Nefes alıyordu. Hızlı bir şekilde tabancasını alıp kendi beline -diğerinin yanına- yerleştirdi. Saniyeler sonra Dize de aynı köşeyi dönmüş ve aynı direğe çarpmaktan kıl payı kurtulmuştu. Şişli sokakları kovalama sahneleri için pek uygun bir yer değildi anlaşılan. Dize soran gözlerle Murat’a bakarken, adam kendisine geldi. “Uyanıyor şerefsiz,” diye mırıldandı Murat. “Orada…” adam bir şeyler demeye çalışıyordu. “Seni duyamıyorum pislik!” dedi Murat. Adam avucunu sokağın karşısındaki dönerciye doğru salladı. “Suçlu orada… Bodrumda… Lütfen durdurun…”
106
Cilt 1
Ve adam yeniden kendisinden geçti. Dize ve Murat aynı anda dönerciye baktılar. “Sen burada kal, ambülâns çağır. Ben bir bakacağım neymiş olay.” Dize üzerindeki şoku atlatmaya çalışarak “Tuzak…” gibi bir şeyler söylemeye çalıştı. “Biliyorum, ama bakmam gerekiyor.” Kadın başını salladı ve cep telefonuna uzandı. Murat da sokağın karşısındaki dönerciye yöneldi. Tam da gecesiydi böyle olayların…
***
Murat’ın dönerciye girişi sorun olmamıştı. Zaten dükkân sahibi nefes nefese bir haldeki iri polisin belgesini gördükten sonra, direkt bodruma inen merdivenleri göstermişti. Hatta bir el feneri bile vermişti, tasarruf nedeniyle bodruma ampul dahi takmamışlardı. Polis dönerciye pis pis bakarak feneri aldı ve merdivenlere doğru giden yolu adımlamaya başladı. Daha ilk merdivenlerde ekşimsi bir koku vurdu burnuna. Biz bunları mı yiyoruz? diye söylendi. Tabancasını çıkartmıştı. Adamdan aldığı da hâlâ belindeydi, belli mi olur, belki kullanması gerekebilirdi. Bodruma vardığında fenere o kadar da ihtiyaç duymayacağını düşünerek, aleti cebine attı. Işık gayet yeterliydi. Sonrasında odaya şöyle bir göz gezdirdi. Görmeyi beklediği en son şey yaşlı bir adamdı. Suçlu bu
107
Birim Sıfır
mu? diye düşündü. Sonra da bu adamın nereden tanıdık geldiğini hatırladı… Bu et benlerinin dağılım şekli, başka hiçbir suratta olamazdı. “Sen…” diyebildi Murat. Đhtiyar oturduğu koliden aşağı atlayarak “Evet, ben,” dedi. Sırıtıyordu. Dökülmüş dişleri bir hurda yığını gibiydi. “Nihayet yüzleşebildik Sıfırcı.” Murat silahın namlusunu adama doğrulttu. “Bana bir açıklama borçlusun. En baştan.” Yaşlı adam gülümsemesini hiç bozmadan, boğuk bir sesle “Elbette. Ne de olsa sonun geldi,” dedi. Murat hiç istifini bozmadan odayı gözleriyle şöyle bir taradı. Đhtiyarın dediklerine kulak asmıyordu, “Anlat,” diye buyurdu. “’Gölge Bilimi’ dosyasını sen hazırladın değil mi?” Đhtiyar bir süre daha gülümsemeye devam etti. Odadaki tek ses çeşitli yerlerden gelen ‘sevimli’ viyaklamalardı. “Hayır, ama ben yazdırdım.” Murat bir süre yaşlı adamı süzdü ve hızla düşünmeye başladı. Gölge üzerinde sağlanan kontrol, ruhsal anlamda çöküntü yaşamış insanlara yönelikti. Bir bayram günü, Taylan Bey’in oğlunu için kederlenmesinden daha doğal bir şey olmazdı… Ama Taylan Bey güçlü bir insandı, aynı gün içerisinde kontrolü yeniden el geçirmiş olmalıydı. “Evet, tam da tahmin ettiğin gibi,” dedi ihtiyar. “O gün harika bir fırsattı, bu dosyayı oraya yerleştirmek için. Televizyonu o dakikada açılmaya ayarlayan da Taylan Bey idi. Açıkçası öyle bir kazanın tam da bizim ihtiyacımız olduğu zamanda olması da büyük bir şans.”
108
Cilt 1
Murat şimdi iğrenerek bakıyordu bu kemik torbasına. Elinde girintili çıkıntılı bir odun parçası vardı, baston niyetine kullanıyor olmalıydı. Kahverengi kadife bir pantolon ve kadife bir ceket giymişti. Đçinde de beyaz bir gömlek vardı. Ancak elbiseler bu yaştaki bir insana uymayacak derecede fiyakalıydı. Murat Arıkan düşüncelerini tekrar adama yöneltti ve “Sen bir Gölge Ustası’sın,” dedi. Đhtiyar yeniden sırıttı. Hurda yığını bir kez daha aralandı. Murat gözlerini kaçırmamakta oldukça zorlandı. “Sonrasında o tablo olayı var tabii ki. Açıkçası güzel bir ısınma maçıydı. Sizin ne şekilde düşündüğünüzü görmek ve ona göre davranmak adına paha biçilmez bir fırsattı. Doğruyu söylemek gerekirse ortağının düşünme şeklini çok sevdim. Ha, unutmadan… Ortağının başka yerlerini de pek sevdim yahu.” Murat’ın içinde kabaran öfke selini durdurmakta bir hayli güçlük çekiyordu. “Sakin ol. Hikâyenin sonunu dinlemek istemiyor musun?” “Seni bir an önce cehennemin dibine göndermek istiyorum. Biraz acele et!” Yaşlı adam bir kez daha güldü. Bu seferki bir hayli uzun sürmüştü. Đç gıcırdatan gülüş son bulduğunda, “Tabii siz o olayları çözümlemeye çalışırken ben de en sadık kukla adayımı ele geçirmekle meşguldüm. Vedat Vural’ı tam anlamıyla kullanabilmek için bir hayli bekledim. Ancak daha iyi bir çöküntü sebebi bulamazdım değil mi? Sonuçta insanlar her gün ailelerinin ölümünden sorumlu olmuyorlar…”
109
Birim Sıfır
Đhtiyar konuşurken bir yanda da değneğini sallıyordu. Bu şerefsizden iyi bir konuşmacı olur, diye düşündü Murat. Silahını hâlâ indirmemişti. “Peki, hepsinin nedeni ne? Sana ne yaptık?” “Henüz bir şey yapmadınız. Ama Gölgelet dünyaya hüküm sürecekken, sizin gibi ekiplerin buralarda bulunmasını istemiyor. Haliyle yok edilmeniz gerekiyordu. Eh öyle de olacak, sonuçta hikâyemizin sonuna geldik diyebiliriz. Vedat Vural bunu başaramamış olabilir, bir aylık emeğimi salak kızın ayağının kayması nedeniyle çöpe atmış da olabilir. Üzerine kaçmak yerine kafasını direkler vurup, aramızdaki bağlantıyı da koparmış olabilir. Ama şimdi, onun yarım bıraktığı işi ben tamamlayacağım.” Murat ayaklarını yere sıkıca bastırdı ve, “Bunu nasıl yapacağını merak ediyorum. Isırarak mı? Çünkü eğer ısırırsan cidden sonum geliyor olabilir,” dedi. “En zor anda bile şaka yapabiliyor olman ne kadar sevindirici. Ama bazı şeyler, göründüğü gibi değildir. Bunu unutmamalısın.” Polis,
ihtiyarın
dediklerine
anlam
yüklemeye
çalışırken,
en
yakınındaki kolinin altından irice bir yaratık çıktı. Murat birkaç saniye sonra bunun fare olduğunu anlayabildi. Hayvan ayağa kalktığında neredeyse dizine geliyordu. Daha fazla düşünmeye gerek görmeden silahını ihtiyardan fareye doğru yöneltti ve tek mermiyle iri yaratığın beynini dışarı çıkarttı. Hayvan ciyaklayarak yere yığılırken, bir başkası ve bir başkası geliyordu. “Đyi atış polis,” dedi ihtiyar. “Ama daha fazlası gerekecek.”
110
Cilt 1
Murat hızlı bir hesaplamayla on beş kadar farenin arasında olduğunu anladı. Silahı ikinci defa ateşlediğinde, art arda duran iki yaratığı odanın diğer tarafına uçurmuştu. “’Gölge Bilimi’ başka bir şey yahu,” diye zevkle ellerini çırptı yaşlı adam. Anlaşılan kontrol sahası bu tarz mahlûkları da içine alıyordu. Murat buna pek şaşırmadı. Silahını bir başka fareyi daha uçurmak üzere ateşlerken, “Beni bir avuç kemirgenle mi alt etmeyi düşünüyorsun?” diye sordu. “Birim Sıfır her an burada olabilir.” “Aslında bir avuç değiller. Ah kesinlikle bir avuç değiller.” Bu sözler üzerine fare sayısı neredeyse ikiye katlandı. Murat dilini tutmuş olmayı diliyordu. “Ayrıca hatırlatma için teşekkür ederim.” Ve bodrumun kapısı büyük bir gümbürtüyle kapandı. Đki iri fare kapıyı örtmüş, önüne de birkaç koli itiştirmişti. Şimdi gerçekten çok zor bir durumdaydı Murat. “Bunları kontrol ederken, neden Vedat’ı kontrol ettiğimde olduğu gibi transa geçmediğimi merak etmiyor musun?” “Aslında,
hayır,”
diye
yanıtladı
Murat.
O
sırada
neredeyse
baldırından bir parça koparmak üzere olan bir fareyi uzaklaştırmakla meşguldü. “Olsun, ben yine de söyleyeceğim.” Đhtiyarın hurda yığını bir kez daha aralandı ve kıkırdadı. “Bu hayvanlar, gölgeye sadık olanlar. Onlar için
111
Birim Sıfır
asla çaba harcamam gerekmedi. Vedat’ı kontrol etmeyi biraz daha sürdürseydim, onun da şu kemirgenlerden bir farkı olmayacaktı.” “Aferin sana.” Ve tabancadaki son mermiyi ateşledi. Bir fare daha ciyaklayarak yere düştü. Murat hızla belindeki diğer tabancaya uzandı. “Dikkat et oğlum, onun içinde sadece dört mermi vardı. Sana, kıza ve diğer ikisine. Sanırım bir mermi eksilmiş olsa gerek. Ah daha heyecanlı olamazdı.” “Đyi ya, ben de hepsini senin üzerinde kullanırım.” Murat ihtiyarın et benleriyle dolu yüzüne nişan aldı ve ateş etti. Adamın çığlık atarak yere düşmesini bekliyordu. Onun yerine yine o sinir bozucu viyaklamalardan duydu. Farenin birisi tam silahı ateşlemişken adamın önüne atlamıştı. Yaratık şimdi yerde kıvranıyordu. “Ben de bu fikir daha önce neden aklına gelmedi diyordum. En azından mermin boşa gitmedi ha?” “Seni orospu çocuğu.” “Annen sana hiç terbiye vermemiş galiba, çok ayı…” Kapı tarafından gelen ardı ardına patlamalar adamın sözlerini kesti. Dizilmiş koliler etrafa dağıldı, hatta bazı çatal bıçaklar fareleri şişledi. Sonra kuvvetli bir tekme kapıyı devirdi. Bir seksenden biraz daha uzun bir siluet içeri giriyordu. Elinde son teknoloji bir bebek olan pompalı tüfeklerden vardı. Gelen Ege Kandemir’di.
112
Cilt 1
***
“Ortalığı bayağı bir dağıtmışsınız yahu,” dedi Ege. Şimdi sırıtma sırası Murat’taydı. “Tam zamanında abi.” Birkaç kemirgen hâlâ üzerlerine gelmekteydi. “Şu piçlerini çekecek misin artık?” diye sordu Murat. Đhtiyar durumu kabul edemiyor gibiydi. Ortalıkta yirmi kadar fare vardı. Đrilerin çoğu gitmiş, kalanlar pek de zararlı gibi gözükmüyordu. Yine de usta onları Sıfır çalışanları üzerine sürmekteydi. Ege pompalı tüfeğiyle ardı ardına altı tanesini daha yere serdikten sonra, Murat silahını yeniden yaşlı adama doğrulttu. “Şimdi hangisi siper olacak sana?” Ege son iri kemirgeni de indirdi. “Gölgelet bunu yanınıza bırakmayacak.” “Hep öyle derler.” Murat’ın Vedat’tan ödünç aldığı tabanca ateşlendi. Mermi döne döne büyük bir hızla ihtiyara doğru yol aldı. Đki küçük fare aynı anda sıçradı, ancak başarılı olamadı. Mermi ilk sıçrayanın ayak parmaklarını, diğerinin de kulağını parçalayarak ihtiyarı duvara yapıştırdı. Ve tüm gürültü patırtı o anda bitti.
113
Birim Sıfır
23 Ekim 00.06 Yıldırım Holding
“Benim anlamadığım, neden haklarında o kadar bilgiyi veren bir dosyayı bana yazdırdıkları?” diye sordu Taylan Bey. “Planlarına o kadar çok güveniyorlardı ki, birkaç küçük bilgiden haberdar olmamızda bir sorun görmemişlerdir.” Taylan Bey Dize’nin yanıtını düşünerek yüzünü buruşturdu. “Sonuç olarak yine günü kurtardınız çocuklar, tebrik ederim.” Günü gerçekten de kurtarmışlardı. Dize’nin dönerciden gelen silah seslerini duyması üzerine, Ege’yi iyi silahlanmış bir şekilde olay yerine çağırması olmasaydı; şu an çok farklı şeyler konuşuluyor olabilirdi. Ama konuşulmuyordu. Birim Sıfır bir tehlikeden daha alnının akıyla çıkmayı başarmıştı. Vedat Vural’ın sağlık durumu iyiye gidiyordu. Onu suçlu bulmamış ve yeniden topluma kazandırmak amacıyla bir kuruma göndermişlerdi. Gölgelet’in Sıfır’ı yok etme planı suya düşmüş ve belki de son ustası tahtalıköyü boylamıştı. Bir süre rahat edecekleri kesindi. “Bir akşam yemeği sözünün hâlâ geçerli olduğunu umuyorum,” dedi Murat, neşeli bir şekilde göz kırparak. “Neden olmasın? Giyinmemi bekleyeceksen eğer…” Murat kederli bir ifade takındı. Dize de ona dil çıkardı.
114
Cilt 1
Hayat devam ediyordu… Đhtiyarın gölgesiyse, şu an Gölgeler Diyarı’nda, Gölgelet tarafından tekrar tekrar diriltilmek üzere yok ediliyordu.
SON
115
SONSÖZ “Geçmişi Gölgeye…” SIFIR serisinin doğmasına çok sevinmiştim. Sürekli bir şeyler üreten bu ekibin harika maceralar kaleme alacağını duymak heyecan verici bir haberdi benim için. Sonra ‘konuk yazar’ bahsi geçmeye başladı. Henüz Sadık Yemni “Seb7a”yı yazmamıştı. Ancak daha o tarihten beri aklımdaydı bir “Acaba?..” Benden istense, nasıl bir macera yazardım? Sonra ortaokul sıralarında sıkça dinlediğim Sagopa Kajmer’in “Geçmişi Gölgeye Teslim Ettim” şarkısı üzerine yazmak istediğim hikâye fikri kendisini hatırlattı. Birim Sıfır için olmasa da böyle bir öyküyü mutlaka yazmalıydım. Çünkü ‘geçmiş’ ve ‘gölge’ terimleri aynı tema içerisinde, nereden bakarsanız bakın kulağa çok fantastik geliyordu. Ardından “Seb7a” yayınlandı. Ve sıradaki bölümün tamamen konuk yazarlara ayrılacağı duyuruldu. Bu bir süreliğine rafa kaldırdığım öyküm için iyi bir fırsat olabilirdi. Yine de hiç beklemediğim o teklif geldi, ben de yazmaya başladım. Bitirdiğimde “Gölge Bilimi”, üzerinde en çok düşündüğüm ve uğraştığım öyküm oldu. Dosyayı Ozancan’a teslim ederkenki ruh halimi
Cilt 1
tarif dahi edemem. Bitmişti. Günlerce verilen emeğin karşılığında 7500 kelimelik bir öykü duruyordu işte elimde! Murat, Dize, Ege, Taylan gibi iyi oturmuş karakterleri, parmaklarımın ucu ve hayal gücümle kontrol etme şansını bana verdikleri için; diyar sahipleri Ozancan ve Gökcan’a sonsuz teşekkürler! Umarım sizler için iyi bir okumalık çıkarabilmeyi başarmışımdır.
Onur Selamet
117
YAZAR HAKKINDA
Onur Selamet,
1993 yılında
Kadıköy’de doğdu. Aklının ermeye başladığı andan
itibaren
annesinin
onun
için
uydurduğu masallar ve okuduğu kitaplar ile büyüdü. ‘Anneden kitap dinleme aşkı’nı zamanla o kadar abarttı ki; “Denizler Altında 20.000 Fersah” gibi eserleri bile bu yolla dinledi, sindirdi. Ve daha sonra bu görevi kendisi üstlendi. Yazmaya ise biraz daha geç başladı. Yine de ilkokul sıralarından beri çat pat bir şeyler karaladığı söylenebilir. Lisenin başlangıcıyla ‘yazma’ işinin ciddiyetini anladı. 2009 yılında yazdığı “Uykusuzluk Kulesi” adlı öyküsü, kendisi için milat oldu. Devam öyküsü olan “Kuzgun Damarı”yla, her ay Xasiork’ta düzenlenen öykü yarışmalarından birini kazandı. O, hayatın yazarak daha çekilebilir olduğunu düşünenlerden…
Cilt 1
119
SIFIR:
DEUS EX MACHĐNA Emirhan Burak Aydın
“ Lokanta Hizmeti ” Fiyat kesinlikle çok uygundu. Normalde elde etmesi imkânsız bir servis için verebileceği hiçbir para uygunsuz olmazdı zaten. Kendini şanslı hissediyordu. En son bu kadar çok heyecanlandığı zamanı hatırlamaya çalıştı. Bulamadı. “Bu kadar hiç heyecanlandım mı ki?” diye düşündü. Cevap hayırdı. Đçeriden olsa, bu hizmeti bedavaya bile kullanabilecekti. Ancak bir türlü kabul edilmemişti. Dediklerine göre ‘ışık’ yoktu onda. Bu konuyu uzun süre kafasına takmıştı. O, bir şeyi istediği zaman alan bir adamdı. Lügatinde imkânsız diye bir şey yoktu. Ta ki kabul edilmediği haberini aldığı güne kadar. “Yine de buraya gelmeyi başardım, değil mi?” dedi kendi kendine. Onların arasına katılmasına gerek yoktu. Sadece kuralları biraz zorlasa yeterdi. Para her kapıyı açıyordu. Sistem böyleydi. Buradaki yöntem de, kabul edilen üyelerden hizmeti tecrübe etmek için belirli bir ücreti gözden çıkarmak anlamına geliyordu. Werner Altmann için para sorun değildi. Olay tamamen gizli tutulmalıydı. Kimse bilmemeliydi. “Olaydan bir kişinin bile haberi olursa, önce sen ölürsün, sonra söylediğin kişi, en son da ben… Söylediğin kişi kimseye ötmese bile anlarlar. Anladın mı? Ne kadar güçlü olursan ol, ölürsün,” demişti Bruce.
Birim Sıfır
O üç yıldır üyeydi. Đşin doğrusu Werner’ı da üyelik işlemlerine o sokmuştu. “E sen bana bahsediyorsun. Sen niye ölmüyorsun?” diye sormuştu Werner. Adam gülmüştü. “Bazı yöntemlerim var benim, boş ver. Ama senin yok, o yüzden susacaksın.” Şimdi
Đstanbul’da,
Taksim-Tünel’de,
saat
gece
ikiye
doğru
ilerlerken, müzik aletleri dükkânlarının ara sokaklarından birinde, camları tamamen siyaha boyanmış eski bir lokantanın karşısındaydılar. Yanında yine ‘üye’ olan bir Türk çevirmenle, arabanın içinde bekliyordu. Bir şoför yoktu. Arabayı kendisi kullanmıştı. “Neden?” diye sormuştu Bruce. Werner o zaman iyice ciddileşmiş, “Nedeni bilmen ne işine yarayacak ki?” demişti. Yaramayacaktı. Merak etmişti sadece. Werner hizmeti neden istediğini söylemedi. Türk çevirmenin adı Yasin’di. Eski bir üyeydi. Buraya sadece çevirmenlik için değil, aynı zamanda kontrol için de gelmişti. Bu tarz normalde imkânsız ama bir şekilde yapılan işler Yasin’siz olmazdı. Çok kurt bir adamdı, parayı severdi. Bu işten de payını alacaktı. “Ne zaman gelirler?” diye sordu Werner. Đngilizce, Almanca, Đspanyolca, Fransızca, Çince, Rusça, çok kullanmamaktan biraz paslanmış olsa da Latince bilen Yasin, Đngilizce olarak, “Yakında,” dedi. Saatine baktı. Gerçekten gecikmişlerdi. Sonunda
122
Cilt 1
siyahlı takımlar içinde üç tane adam sokağa girdi. Yasin ayaklanıp arabadan çıktı. “Nerede kaldınız lan?” dedi. Bu kişiler piyonlardı. Hizmet sırasında kullanılan, sonra da tehlikesiz biçimde dışarıya salınan tipler. Bir zararları asla olmazdı, iyi çalışırlardı. Hatta bazıları, belirli bir süre hizmet işinden sonra üye bile olabilirdi. Yasin’in buradaki üçünden ümidi fazlaydı. Üçü de, son dört hizmet görevinden sonra ‘unutma’ işlemine girmemişti. Werner içindeki heyecanı tutamıyordu. Aklındaki düşünceler oradan oraya gidiyordu. Midesi bulanıyordu. Her heyecanlandığında böyle olurdu. Bugünden tam iki hafta önce, ilk defa bu konuyu konuştuklarında, Bruce ona bir fiyat listesi söylemişti. “En ucuzunda içeride on dakikalığına durursun. Pek mutlu olacağını sanmıyorum. Çünkü inan bana, doyamayacaksın. Kırk beş dakikalık versiyon, en pahalı fiyata sahip. Bence en iyi seçim o olur. Çünkü orta karar bir fiyata sahip olsa da; otuz dakika duracağına, kırk beşte daha iyi bir tecrübe yaşarsın.” Kırk beş dakikadan fazla durulmuyor muydu? “Sakın! Zaten durdurtmayız ama… Sen de sorun çıkarma. Çok kişiyi kaybettik o şekilde. O yüzden sakın!” Yasin, “Buyurun,” dedi. Arabaya geri dönüp, çantanın şifresini girdi: Açıldıktan sonra içerideki küçük kutunun da şifresini yazıp, anahtarı aldı. Eski, sararmış, klasik bir dükkân anahtarıydı bu. “Saat ilerliyor, o yüzden biraz hızlı olalım,” deyip üçlüye döndü. “Ne yapacağınızı biliyorsunuz. Sapıtırsa, fazladan kalmak isterse, ya da diğer
123
Birim Sıfır
tehlikeli hareketlerden birisini yapmaya yeltenirse, direkt çıkarıyorsunuz.” Werner’e çevirdi bakışlarını. “Sakın bir saçmalık yapmaya kalmayın Bay Altmann. Camdan dışarı çıkmaya da falan çalışmayın. Sadece lokantanın içinde kalacaksınız.” Werner bir anlığına durdu. “Bu gerçek, değil mi?” diye sordu. Yasin anahtarı kapının girişine soktu. “Buyurun içeri,” dedi. “Kuru fasulye-pilavı tavsiye ederim.” Kapıyı açtı. Dışarıya bir anda bir ışık geldi. Ancak bu öyle doğaüstü bir ışık değildi. Gün ışığı gibiydi. En azından, güneş ışığı gören bir mekândan geliyordu. “Hep aynı saattir,” dedi Yasin. “Öğleden sonra bire yirmi kala.” Önce güvenlik içeri girdi. Sonra Werner yüzünde aptal bir ifadeyle, saat gece ikide, 2009’un 6 Ekim’inden, karşısında duran kapıdan 1985’in Temmuz’unda sıcak bir yaz gününde öğleden sonrayı yaşayan lokantaya adımını attı. Güvenlikler bir masaya geçmişlerdi bile. Werner arkasından kapıya baktı. Yasin falan gözükmüyordu: Normal gün ışığında basit bir ara sokaktı karşısındaki. Đnsanlar yürüyorlardı falan. “Nasıl olabilir bu?” diye düşündü. Đçeride birkaç kişi öğle yemeklerini yiyordu. Güvenliklerin yanına oturdu. “Nasıl?” diye sordu. Adamlar güldü. “Sıkışıp kalmış işte. Hep aynı saat, aynı insanlar, aynı gazete,” dedi biri. Televizyonda bir futbol maçı oynanıyordu. “1985, 12.40, 7 Temmuz.” Werner etrafına ve camdan dışarı bir göz attı: “Bu hayatta sahiden acayip şeyler olabiliyormuş.”
124
BAŞLANGIÇ “MEKÂNLAR VE BAĞLANTILARI” BAĞLANTILARI”
Birim Sıfır
1 6 Ekim, 12.30
“Anlamıyorsunuz değil mi? Her şey sizin için dosyalardan ibaret: Kontrol edilmesi gereken acayiplikler vesaire. Bunun önüne geçilemez. Beni dinleyin, beni iyi dinleyin. Bu dünya normal bir yer hiç olmadı, olmayacak. Şimdilerde yaşadıklarınız, zamanında olanlar, bunlar buzdağının görünen yüzü.” Murat adamın lafını kesti. “Bana böyle kalıplaşmış geri zekâlı benzetmelerle gelme ulan!” Sinirleniyordu. Böyle laflara artık tahammülü kalmamıştı. Yorgundu. Dize’ye döndü. “Daha ne kadar dinleyeceğiz bu adamı?” Adam tekrar konuşmaya başladı. “Arkadaşa katılıyorum,” dedi. Gülüyordu.
“Beni
dinlemenizin
size
hiçbir
yararı
olmayacağını
düşünüyorum. Saçma bunların hepsi. Benim gördüklerimi, yaşadıklarımı siz yaşasanız delirirdiniz be! Ben delirdim mi? Belki…” Durdu. “Belki,” dedi yine. Dize önünde masaya eğildi. “Bak. Bana dikkatle bak. Burada bir terapi seansı düzenlemiyoruz. Bize dair yargıların veya kendi özel trajedinle ilgilenmiyoruz.
Ama
bunlar
önemli
değil.
Ben
dinlerim.
Çünkü
anlatmamaya uğraşırken bile bana yeterince bilgi veriyorsun. Ancak, sakın
126
Cilt 1
ha karşıma geçip, ‘Siz ne gördünüz ki?’ gibi cümleler kurma. Çünkü inan, eğer önce delirmesi gereken birileri varsa, o kişiler biz olurduk. Şimdi… Yanımda duran bu arkadaşı daha fazla sinirlendirmezsen sevineceğim. Çünkü bir zaman sonra onu tutmakta zorluk çekebilirim. Yardım mı istiyorsun? O zaman konuşacaksın. Buzdolabı nerede?”
Beş Gün Önce 1 Ekim, 07.30
“Ücreti göndermeyen, para üstünü almayan kalmasın,” dedi minibüs şoförü. Sabah sabah suratsız insanlar, gri günün başlangıcında, kimisi oturabildiğine şükreder bir halde, kimisi ise (ki bunlar çoğunlukla ayakta kalanlardı) hayatı küfür gibi yaşadığını hissederek aracın içinde duraklarına doğru ilerliyorlardı. Minibüste kısık radyodan gelen etkisiz bir sesle, liseli bir gencin MP3 çalarının kulaklıklarından hafifçe dışarıya taşan, distortion’ı dibine kadar köklenmiş gitar tonlarıyla bezeli, çığlıklarla dolu acayip bir Rock parçasının sesleri geliyordu. Liseli gencin yanında ayakta duran takım elbiseli adam, çocuğun omzuna dokundu. ‘Kulaklıkları bir çıkar’ anlamında bir işaret yaptı. Çocuk çıkardı.
127
Birim Sıfır
“Biraz kısar mısınız müziği?” diye gayet kibarca sordu adam. Liseli genç, adamın suratına baktı, üstünü süzdü. Dalga geçer gibi gülümsedi. Kulakları tekrar taktı ve aynı ses yüksekliğinde müziğini dinlemeye devam etti. Takım elbiseli adamın adı Đhsan Menteş idi. Otuz beş yaşındaydı. Arabası yoktu, evlenmemişti. Son seçimlerde oy verdiği parti iktidara gelememişti. Takımı rezil bir performans sergiliyordu. Gençliğinde dinlediği müzikleri dinliyor, bazen Kadıköy’de bir bankta saatlerce oturup sigara içiyordu. Yalnız bir insandı. Hayat karşısında geride durmayı tercih etmişti. Onunla savaşmamış, huyuna gitmişti. Şimdi bu minibüste, nefret ettiği, iki hafta önce bir toplantıda yaptığı kötü bir gaf yüzünden hâlâ onunla dalga geçen iş arkadaşlarının yanına giderken, bu liseli gencin onu hiçbir şekilde sallamaması inanılmaz değildi. Düşündü. Ben kendimi dinler miydim? Dinlemezdi. Yanındaki siyah bıyıklı adam, bu sefer çocuğun omzuna dokundu. “Çıkar şu kulaklıkları, çıkar!” dedi. Şimdi sadece bıyıklı adamın sesi duyuluyordu minibüste. “Kıs müziğin sesini,” dedi. Sert girmişti söze. “Đşe giderken senin bangır bangır müziğini mi dinlemek zorundayız?” Liseli, “Tamam abi,” dedi. Kulaklıkları geri taktığında, müzik artık kimseyi rahatsız etmiyordu. Đhsan, ona abi, bana ise dalgalı gülümseme, diye düşündü. Harika. “Salyalardan nefret…” Arabadaki herkes irkildi. Đhsan da etkilenmişti. “Ne oluyor lan?” dedi yanındaki adam. Liseli bile duymuştu sanırım. Herkes, arka koltukların cam tarafında, köşede oturan adama bakıyordu. Đhsan,
128
Cilt 1
Allah Allah, diye düşündü. Đnsanlar önlerine döndüler. Ya yanlış duyduklarını düşünmüşlerdi, ya da adam akıl rahatsızlığı olan biriydi. Tam herkes önüne dönmüştü ki, “Merdivenlerin üzerindeki kanlar ne peki, söylesene şerefsiz?!” diye bir bağırış daha koptu. Bu sefer gözler başka birine çevrilmişti. Ön tarafta oturan ciddi giyimli bir kadındı. Arkadaki sarı montlu, tekrar bağırdı: “Salyalardan nefret ediyorum! Dişlerin arasındalar, her yerdeler!” Đhsan korkmaya başlamıştı. Bugün normal bir gün olmayacaktı, belli. Şoför sinirlenmişti. “N’oluyor lan arkada? Arkadaşım, sorunu olan insin.” Sözü kesildi. Öndeki kadın, “Merdivenler var,” diye gürlemekteydi. “Kanlar, kemikler. Yeter artık, içi kan dolu göğüsleriyle bebek emziren yaratıklar! Defolup gidin!” Arka taraftaki adam ayağa kalktı. Yanında oturanlar kalabalık minibüste ondan uzaklaşmaya çalışıyorlardı. Herkesin suratında bir dehşet ifadesi vardı. Đhsan’ın yanındaki bıyıklı adam, “Kaptan, indir şu sorunluları. Bunlarla mı uğraşacağız?” dedi ama sözünü bitirdiği anda, kafasına yediği ayakkabıyla sersemledi. Sarı montlu ona bakıyordu. “Senin ses tellerin ne lan öyle? Đçleri gümüş gibi gri. Korkunç!” Şimdi şemsiyeli bir amca da ayağa kalkmıştı. “Gökyüzünden mısırlar yağıyor, her yer ölüm kokuyor. Yeter!” diyordu. Aracı hâlâ kullanan şoför tam duracaktı ki, arkasındaki ciddi giyimli kadın birden onun üstüne atladı. Minibüs gittikçe hızlanmaktaydı. Kadın
129
Birim Sıfır
bağırıyor ve bir yandan da adamın kulağını ısırıyordu. Diğer tarafta oturan başı örtülü teyze çıldırmış gibi çığlık atmaktaydı. Đhsan bacaklarının çözüldüğünü hissetti. “Ssiz, pişslig inhsanlaırsız! Đjçi boş, gözlari, bog beyhazı!” diye ağzında kanlarla bağırıyordu. Minibüs kontrolünü kaybetmişti. Önce bir arabaya çarptı, sonra da bir süper marketin vitrininden içeri yuvarlandı.
***
Saat sekizi yeni geçiyordu. Murat Arıkan uyanıktı. Elinde gazeteye bakmaktaydı. Telefonu çaldığında, hiçbir şaşkınlık belirtisi göstermeden açtı. O tam bir görev insanıydı: Yıllar boyunca yaşadığı o kadar olay şaşırtma katsayısını da düşürdüğünden, ‘hayatı olduğu gibi algılayabilme’ gibi birçok insanda bulunmayan bir özelliğe sahipti. Her şey olabilirdi. “Evet?” dedi. Karşısındaki Ege’ydi. “Bir durum var. Taylan Bey’den yeni haber aldım. Bulgurlu- Libadiye tarafına bir gelmeniz lazım. Dize’ye de haber ver. Acele edin.” Murat güldü: “Đnsan bir günaydın der.” Ege, “Hadi lan,” dedi ve telefonu kapattı.
***
Dize Demirsoy önündeki satranç problemine bakıyor ve bir taraftan da kahvaltı ediyordu. Gençliğinden kalma bir özelliğiydi bu: Satranç beynin
130
Cilt 1
kıvrımlarına bir kere girdi mi, bir daha çıkmazdı. O yüzden önündeki probleme bakıyor, sabah sabah aklının koridorlarını bir güzel havalandırıp, beyin çarklarını harekete geçiriyordu. Önündeki kahveden bir yudum aldı. O sırada telefonu çaldı. “Dinliyorum?” Murat’tı. “Libadiye nerede biliyor musun?” Bilmiyordu. “Tamam o zaman, on dakikaya evinin önündeyim; bekle. Bir durum var.” Kadın elinde olmadan gülümsediğini fark etti. Yoksa bu ‘bir durum var’ meselesine gittikçe bağımlı hale mi geliyordu? Olayların çözümünde bulunmak, acayipliklerin içinde, dünyanın hiç de düşünüldüğü gibi bir yer olmadığını kavramak… Bunlara gittikçe alışıyordu. Bir yerlerde bir durum olmasını bilincinin derinlerinde istiyordu aslında. “Bu çok yanlış bir düşünce,” diye söylendi. “Sırf hayattan daha fazla zevk alabilmek için, başkalarının başına bir şeyler gelmesini istemiyorum.” Bir düşünceyi sesli olarak söylerse onun doğruluğunun daha da sağlam olduğunu düşünen insancıl bir taktikle, kafasındaki dilemma yaratıcı düşünceleri bir kenara attı ve önündeki problemi çözdü, aşağıya indi. Murat gelmişti. “Beni bekletmeyen tek kadınsın,” dedi, Dize içeri girerken. “Ben
kimseyi
bekletmem,”
dedi
kadın.
“Bekletilmekten
de
hoşlanmam aslında. O yüzden sana da teşekkürler.” Sonra alaycı bir sesle ekledi: “Ayrıca telefonda da, burada da konuşmaya dan dun girdin. Bir günaydın der insan.”
131
Birim Sıfır
Murat güldü. “Haklısınız Dize Hanım. Terbiyesiz bir insanım ben,” dedi. “Günaydın.”
***
Öksürüyordu, vücudunun her yeri acıdan kıvranıyordu. Yan yatmış ve iki üç kere de yuvarlanmış olan minibüsün içinde, bağırış-çağırışlar eşliğinde, karşısında liseli genci gördü. Baygın durumdaydı. Onu kucağına aldı ve sürükleyerek üst camdan dışarı çıkarttı. Sonra içeri döndü ve bir kadını yukarı çekti. Yaralı olanlara ise dokunamıyordu. Ne yapacağını bilmiyordu çünkü. Son çekip çıkardığı kadın, “Yüzünüz…” dedi. Đhsan ilk o anda, kafasının alnından yarıldığını anladı. “Önemli değil,” dedi. Bu durumda ne denebilirdi ki? Marketin dışında insanlar birikmişti. Daha önce hiç hissetmediği bir kendine güven duygusuyla, “Ne duruyorsunuz, gelin yardım edin lan?!” diye bağırdı. O sırada içeriden bir bağırış geldi. Diğerleri gibi değildi. Aklında kazanın öncesi canlandı. Bu sarı montlu adamdı. “Gözlerin duyuyor mu?” diye bağırıyordu şimdi de. “Sesleri görebiliyor musun?” Avazı çıktığı kadar bağırarak kelimeleri kusuyordu. “Sana diyorum ulan! Takım elbisenin içinde ne gibi karanlıklar besliyorsun?” Kendisine yaklaşan adamı gördükçe, Đhsan’ın içindeki güven sönüyordu. Adam dibine kadar geldi. “Saatin kaç? Benimki Casio,” dedi gülerek.
132
Cilt 1
Đhsan adama kafa attı. Herif yere yıkıldı. Đhsan hayatında ilk defa kafa atıyordu. O aptalca espriyi duymasa belki de yine bir tepki veremeyecekti.
Anı Anı Đhsan, lisenin kantininde, bayramda hediye olarak aldığı saati kolunda, yemeğini yemekteydi. Yanına gelen Kiram adlı, okulun belalısı çocuk karşısına oturdu. Yanında da iki tane arkadaşı vardı. Onlar da oturdular. Kiram gülerek, “Saatin kaç? Benimki Casio,” dedi. Arkadaşları güldü. Birçok filmde dalgası geçilen mafya karikatürlerinin gerçek hayata düşmüş, aptal karbon kopyaları olan bu tiplere karşı Đhsan tek kelime edemedi. “Sana bir şey diyeyim mi? En doğrusunu yapıyorsun. Sessiz kalmak en büyük tepkidir kimi zaman.” Yanındakiler bir şey demedi. Kiram öne doğru eğildi. “Sessizce istediğin tepkiyi ver, içinden istediğin küfrü et. Umurumda değil. Ama eğer bu düşündüklerini dışarıya bir şekilde taşırırsan… Şöyle diyeyim, ikimizden birinin eğleneceği bir durum ortaya çıkar ve eğlenenin kim olacağını gayet iyi biliyoruz değil mi? Đhsan yine bir şey demedi. “Saati ver,” dedi Kiram. O bayram hediye olarak gelen saat… gülümsedi. “Hep böyle ol çocuk,” dedi. Sonra gittiler.
133
Đhsan saati verdi. Kiram
Birim Sıfır
Ne derler bilirsiniz. Bazı şeyler, en olmadık zamanlarda değişebilir. Đhsan da yıllar öncesinde işittiği lafı, şimdi karşısında duran, kazaya neden olan delirmiş bir tipin ağzından duyunca, kendini tutamamıştı. Kurtardığı kadın, “Oh be,” dedi. “Hak etmişti manyak.”
***
Ege mekâna geldiğinde üç tane insanın özel olarak bir arabaya taşındığını fark etti. Yanında duran adama sordu. “Neden bu üçü özel olarak götürülüyorlar?” Adam sigara dumanını iyice içine çekti. “O üçlü yüzünden kaza yaptık. Manyaklar anasını satayım.” Durumu polis dostları sayesinde iyice öğrenince, tam Birim Sıfır’lık iş olduğu ortaya çıkmıştı. Şu hastalarla bir konuşmak gerekiyordu. Bu işi Dize iyi yapardı. Ege şimdilik kazazedelerden iyi olanlarıyla bir görüşmeyi düşünüyordu. Kişilerin tanıdıkları falan olabilirdi. Murat’ı aradı ve çağırdı. “Hadi lan,” dedikten sonra telefonu kapadı. Sonra Đhsan Menteş’in yanına gitti.
Adam
ambulanslardan
birinin
arka
tarafındaydı.
Alnı
kötü
durumdaydı. Hastaneye kaldırılacaktı. Hemşirelerden birisi, “Lütfen daha sonra konuşun,” dedi. Ege eli kolu bağlı kalmıştı. Gökyüzüne baktı. Nedense içinde bir huzursuzluk vardı. Arabasına bindi ve minibüsün geçtiği yolda yavaş yavaş ilerlemeye başladı. “Bir şeyler yanlış gitti. Bu insanlar aniden delirdiler.
134
Cilt 1
Neden?” Yolda biraz ilerledikten sonra, aniden başı ağrımaya başladı. Arabayı kenara çekti. Dışarı attı kendini. “Burası,” dedi. “Ne olduysa burada başlamış.”
***
Dize düşünceliydi. “Burası başlama noktası değil,” dedi kendi kendine. Ege ile Murat biraz ileride, minibüsün çarptığı yerde, durumu iyi olan bazı yolcularla konuşuyorlardı. Murat yanına gelip iç çekti. “Evet, elimizde hiçbir şey yok. Sen ne düşünüyorsun Dize?” Kadın, “Kollarınızı sıyırın,” diye buyurdu. Murat gömleğinin kolunu sıyırdı. Tüyleri diken dikendi. “Burada bir enerji patlaması olmuş. Bir yerde, yakınlarda bir yerde bir şeyler olmuş. Sonra da artık enerji burada yoğunlaşmış. Bu da büyük insanların delirmelerine neden oldu.” “Vay be. Hemen çözdün yani olayı,” dedi Ege. Dize güldü. “Tabii ki hayır. Şu an tabiri caizse işkembeden sallıyorum. Ancak yine de bu mekândaki enerji artığının bir anlama geldiği aşikâr.” Murat sordu: “Yeraltından mı geliyor bu güç?” “Sanmıyorum,” dedi Dize. “Ama kontrol etmekte yarar var. Etki gittikçe azalıyor olsa gerek: O yüzden elimizi çabuk tutup burayı bir kontrol edelim.” Ege, “Tamam bu işle ben ilgilenirim,” dedi.
135
Birim Sıfır
Murat, Dize’nin yanına geldi ve sigarasını yaktıktan sonra konuştu. “Bu kadar zamandır senin tabiri caizse serbest salladığını hiç görmedim Dize.” Her şeyin bir ilki vardı. Sigarasını bitirdikten sonra konuştu: “Hadi gidip şu delileri bir görelim.”
***
Delilik kolay kolay vuku bulan bir şey değildir. Yavaş yavaş, sessiz ve derinden gelir. Kişinin aklının bütün kontrol mekanizmalarını yıkar: Çok fazla şey gören bir kör, gürültü içinde kalmış bir sağır ve geveze bir dilsiz olur insan. Her şey birbirine girer. Sarı montlu adam, yani Nedim Uzun bunları düşünmüyordu. O sadece gözünün önüne gelen görüntüleri anlamaya uğraşıyordu. Her nesne ona başka bir şeyin yansıması gibi geliyordu. Aklında kelimeler karışmıştı. Işık istemiyordu. Gözlerini kapamak istiyordu. Kaçmak. “Ölmeli,” dedi sessizce. Güldü, gözlerinden yaş geliyordu. Elleri titredi. Aklından bebeklerin ayakları geçti. “Korkunç,” dedi. Dize, Nedim’in tutulduğu odanın önünde durdu. “Sakın tek başına gireceğim içeri falan deme Dize. O manyakla aynı odada seni yalnız bırakmayacağım. Tamam?” dedi Murat. Dize öyle bir şey düşünmüyordu. Đçinde kötü bir his vardı zaten. “Yok hayır. Tek başıma orada olmasam daha iyi.” “Şu an kimseye zarar verebilecek bir durumda değil,” diye açıkladı yanlarındaki doktor. “Sizin sorularınızı az biraz yanıtlayabilecek kadar bilinci
136
Cilt 1
açık, o kadar. O yüzden korkmanıza gerek yok. Ve memur bey, eğer hasta tehlikeli bir davranış sergilerse kahramanlık yapmaya kalkmayın. Biz buradayız. Bizi çağırın.” Murat
odaya
girerken
homurdandı:
“Doktorlardan
da,
hastanelerden de nefret ediyorum.”
***
Nedim, içeri giren iki insana dikkatle baktı. Kadın olanı tedirgin ama meraklıydı, adam ise sert ve korumacı bir havadaydı. Dize,
“Merhaba,”
dedi.
Nedim
cevap vermedi.
Aklı
başka
yerlerdeydi. “Bir sorun var ortada. Senin bir suçun yok. Bunu biliyoruz. Konuş. Konuş ki, yardımcı olabilelim,” dedi Murat. Sesi sakin ve güven vericiydi. “Bana yardım edilemez artık,” dedi Nedim. “O tren kalkalı çok oldu. Ya da bu durumda, o minibüsü kaçıralı çok zaman geçti.” Dize sordu: “Anlat sadece. Kazadan öncesini hatırlıyor musun?” Nedim gülmeye başladı. “Diş gıcırdatıldığında nasıl bir ses çıkar duydunuz mu?” Murat ve Dize dinliyordu. Nedim bir anda ayağa kalktı. “Onu beş yüzle çarpın. Beynimde öyle bir ses patladı,” dedi. “Hayır, anlamıyorum. Bazen insanları aptal aptal yüzen balıklara benzetirdim, dünya akvaryumdur derdim.” Durakladı. “Evet, dünya bir akvaryum. Tanrı ise o akvaryumun içine saç kurutma makinesini atan yaramaz çocuk. Çarpılıyoruz ulan! Elektrikle çarpılıyoruz!” Bağırıyordu şimdi.
137
Birim Sıfır
Murat, “Sakin ol,” dedi. O da ayağa kalkmıştı. Dize, elini Nedim’in eline uzattı. “Otur lütfen,” dedi. Eli adamın eline değdiğinde bir anda tüyleri diken diken oldu. Nedim bağırmaya başladı. “Onlar buradalar. Yerler var. Lanetli yerler!” Gülüyordu. “Otobüsler var: Evler, lokantalar. Đnsanlar var. Halının altına pisliklerini atan insanlar! Buradalar ulan. Siz! Siz de onlardansınız. Ölmeli o. Hepsi ölmeli. Siz de öyle!” Sesler duyulmuş olmalıydı ki içeri hastabakıcılar ve doktor girdi. “Lütfen çıkın,” dedi doktor. Murat’la Dize kendilerini odadan dışarı attılar. Dize, “Bu adamda hâlâ o enerji var,” dedi. “O mekândan çektiklerinde en çok gücü o yüklenmiş.” “Evet. O kadar güç çekmiş ki, sarhoş bir şizofren kadar mantıklı (!) konuşuyor.” Dize, Murat’a baktı. “Bir ara bir Gizem’i görmemiz lazım,” dedi. Murat şaşırdı. Dize’nin ondan pek hoşlandığını düşünmüyordu. “Pekâlâ. Konuşurum, bir uğrarız.”
11.30
Đhsan kafasında sargıya dokundu. “Ah,” dedi gülerek. Yanındaki kadın da gülümsedi. “Çok acayip ya, bu sabah işimize gidecekken şimdi neredeyiz?” Kadının adı Gözde’ydi. Đhsan’a alnındaki yarığı fark ettiren kadın. “Hayat işte,” dedi. “Sürekli bir şeyler değişiyor, her köşede bir sürpriz var.”
138
Cilt 1
Đhsan bu söylemleri çok klişe bulsa da, bir şey söylemedi. “Haklısın. Hadi gidip bir yerde çay falan içelim.” Gözde, “Siz hastasınız, yorgunuz hem,” diye cevapladı. Sesinin tonu ‘istemem yan cebime koy’ gibi bir renk yayıyordu etrafına. Đhsan güldü. “Yahu yorgunluğumuzu atarız işte,” dedi. Kadın, Đhsan’dan hoşlanıyordu. Adamın yanındayken sarhoş gibi hissediyordu kendini. Tüyleri diken diken oluyordu. Hastaneden çıkıp, yolun karşısındaki duraklardan bir otobüse binerek, Kadıköy’e gideceklerdi. Takip edildiklerinin farkında değildiler tabii. Takipçilerden birisi, “Bence burada almalıyız,” dedi. “Daha sonra onu kaybetme şansımız çok yüksek.” “Nereye gidecekler ki?” diye sordu diğeri. “Bir çay bahçesine, Kadıköy’e,” diye cevapladı aceleci olan. “Buradan çıkmamız zor olur,” dedi sakin olan. “Merih abinin mekâna gideriz” Bir an sustular. “Peki yan etkiler? Daha fazla dikkat çekmek istemediğimizi sanıyordum.” Sakin olan gülümsedi. “Bizim işimize dikkat her zaman çekilecektir dostum,” dedi. “Sonuçlara bakmalısın her zaman. Eğer sonuç için değiyorsa, bir problem yoktur.” Đhsan Menteş yakalanmalıydı. “Pekâlâ, Kadıköy’de alırız. Ben merkezle konuşayım,” dedi aceleci.
***
139
Birim Sıfır
Ege’nin telefonu çalıyordu. “Evet?” dedi. Taylan Yıldırım’dı. “Ege, durum nasıl oralarda?” Ege kanalizasyondan çıkalı yarım saat bile olmamıştı. Delilerden çekinmese, bu işe hayatta gönüllü olmazdı. “Ben hâlâ olay mahallindeyim. Gönderdiğiniz jeofizikçi arkadaşla, mekânın altında enerjinin çıkış noktasıyla ilgili bir araştırma yaptık. Yeraltı kaynaklı olmadığı kesinleşti.” Hattın diğer ucundaki adam, “Hmm, peki Murat’la Dize?” diye sordu. “Onlar kazaya neden olan delilere bakmaya gittiler,” dedi Ege. Bu arada, ana alanı jeofizik olan ama birçok bilim alanıyla ilgilenen Hüseyin, Ege’nin kolunu dürttü. “Konuşuyorum oğlum görmüyor musun lan?” diye söylendi Ege. Oysa bilim insanı heyecanlanmıştı bir kere. “Bu yakınlarda bir yer var. Oradan feci büyük bir enerji sinyali yakalıyorum. Burayla kesinlikle alakası var.” “Ne oluyor Ege? Bir sorun mu var?” diye sordu Taylan. Ege burukça tebessüm etti. “Hayır ama sanırım bir şeyler yakaladık.”
***
Đnsanlar çay içiyorlardı. O kadar. Etrafta okuldan kaçan liseliler, birkaç yaşlı teyze, birkaç tane aykırı genç vardı. Saat on ikiyi on geçiyordu. “Burayı çok severim,” dedi Đhsan. Gözde ise gittikçe daha fazla yorulduğunu, aklından geçen düşüncelerin giderek karıştığını hissediyordu.
140
Cilt 1
“Ağaçların içinde yaşayan periler olduğuna inanan kabileler hâlâ var mıdır acaba?” dedi. Đhsan yanlış duyduğunu sandı. “Efendim?” diye sordu. Kadın ise onu dinlemiyor gibiydi. “Ya hani vardır ya, bazıları mumun yanan alevini söndürür eliyle. O acı nasıl farklıdır ya. Mum kokusu. Severim. Benzin kokusunu sever misin sen Đhsan?” Đhsan, nasıl ya, diye düşündü. “Đyi misin Gözde?” Omzunda biten ellerin sahipleri ise, “Hayır Đhsan, değil,” dediler. “Kalk.” Adam kalktı. “Konuşursan, tek bir bağırış çağırış girişiminde bulunursan, yemin ediyorum kız ölür.” Đhsan zaten konuşacak gibi değildi. Đki tane takım elbiseli tip tarafından bir çay bahçesinden kaçırılıyordu. “Ne biçim bir gün ya bu?” dedi kendi kendine. “Sus lan,” dedi takım elbiselilerden kırmızı kravatlı olanı. Bu ‘aceleci’ olandı. “Çıkış nerede?” diye sordu lacivert kravatlıya. O da ‘sakin’ olandı. “Sus ve yürü lütfen,” dedi Sakin. Sinirlenmişti. Cebinden telefonunu çıkardı. “Alo? Mekânı hazırlayın. Geliyoruz.” Karşıdaki ‘tamam efendim’ gibisinden laflar etti. Telefonu cebine koyduktan sonra keyfi yerine gelmişti. Đhsan’a, “Bu kadar gergin durma yahu. Sadece birkaç antika bakacağız,” dedi gülerek. Bir arabaya binip, Merih Antikacılık’a doğru ilerlediler.
141
Birim Sıfır
***
Ege ile Hüseyin, Libadiye sokaklarında dolanıyorlardı. Sonunda bir apartmanın karşısına geldiler. “Đşte asıl neden burası ama nasıl oraya kadar etki etti anlamadım,” dedi bilim insanı. Ege ise, “Aklına yatmaması gayet normal inan,” dedi. Orada olduğunu kontrol etmek istercesine belindeki silaha dokundu. Kapısı açık olan apartmandan içeri girdiler. Güven, iki adamın sokakta ellerinde acayip bir makineyle apartmana doğru geldiklerini gördüğünde, telefonuna sarılmıştı bile. “Abi iki kişi geliyor. Sanırım bu sabahki olayla alakalı. Ne yapayım?” Cevabı dinledi. “Tamam abi,” dedi. Sonra telefonu kapattı. Güven burada beş yıl kapıcılık yapmıştı. Ancak beş yıl sonra burayla ilgili bilgilerini paraya dönüştürmeyi bilmişti. Bu apartmanla ilgili her şeyden haberdardı. Özellikle de üçüncü kattaki daire dört ile ilgili birçok bilgisi vardı. O daire, hayatını kurtarmıştı. Beş yıllık kapıcılığın ardından gelen beş sene içinde apartmanın sahibi gibi bir şey olmuştu. Buranın dışında birçok dairesi vardı. “Merhabalar, size nasıl yardımcı olabilirim?” dedi içeri giren iki adama. Ege, “Kimsin?” diye sordu kısaca. “Ben bu apartmanın yöneticisiyim. Adım Güven.”
142
Cilt 1
Ege adamın suratına baktı. “Apartmanınıza her gireni böyle karşılar mısınız Güven Bey?” Adamda kesinlikle acayip bir şeyler vardı. Hüseyin ise elindeki acayip zamazingo makineyle bir şeyler yapıyordu. Güven güldü. Sentetik bir gülüştü bu. “Hayır, sadece belinde silah bulunduranları karşılarım,” dedi. “Ki dairemden sizi karşılamak için çıkmamıştım. Aslında bir tesadüfle karşı karşıyayız. Sizi gördüm. Pardon, silahınızı gördüm. Ondan yanınıza geldim. Polislik bir durum mu var acaba apartmanımızda?” Ege, “Evet,” dedi. “Bir olasılık var.” Hüseyin araya girdi: “Olasılık değil.” Kıvırcık bonus saçlı, boynundan MP3 çaları bulunan ve kulaklıklardan güzel ritimli bir şarkı duyulan bu adam oyuncağını bulmuş bir çocuk gibiydi. Taylan Bey onu, güvendiği için göndermişti. Şimdi adam olmuş bu çocuk, Ege’nin zamanında birime oldukça yararlı yardımlar yapmıştı. Ağzı sıkı, meraklı bir adamdı. Bu ikisi genelde bir arada olmazdı. Hüseyin de ‘genel’ tabirine uyan bir kişilik değildi zaten. “Burada kesinlikle bir şeyler garip.” “Adamı duydun,” dedi Ege. “Binayı biraz gezmemiz lazım.” Kimsenin oturmadığı sessiz apartmanda gezerken, bu ikisinin başına bela olacağını biliyordu Güven, ama sakindi. “Tabii ki.” “Sessiz bir apartman,” diye bir yorum yaptı Ege. Güven
rezalet
bir
espriyle
karşılık
verdi:
“Evet,
apartman
sakinlerimiz pek bir sakindir.” Ege nezaketen bile gülmediği bu şaka üzerine, “Komik,” dedi gayet düz bir ses tonuyla.
143
Birim Sıfır
Halimçiğdem Apartmanı’nın üçüncü katında bulunan dört numaralı daire özel bir dairedir. Bu dünyada yer alan, Đstanbul denen acayip şehirde bulunan birçok özel yerden birisidir. Hüseyin’in elindeki, en basit anlatımıyla ‘Enerji Ölçer’ anlamına gelen makinenin deliye dönmesi o yüzden şaşırtıcı değildi. Ama uzun zamandır bu tarz bir olayla karşılaşmamış olan Hüseyin, “Burası,” dedi heyecanla. Güven şaşırmış taklidi yaptı. “Burası ‘ne’?” “Bu dairede kim oturuyor Güven Bey?” diye sordu Ege. “Kimse. Uzun zamandır boştur orası,” diye yanıtladı adam. Gerçekten de öyleydi. Güven’in çalıştığı kişiler binadaki bütün daireleri satın almadan önce terk edilmişti. “Boş bir daire. Pekâlâ. Elinizde bir anahtar vesaire var mı acaba?” Güven, “Bu illegal olmaz mıydı?” dedi. “Bende o dairenin anahtarının olması, olsa da sizin o daireye hiçbir resmi izin olmadan girmeniz?” Ege güldü. Sonra adamı duvara vurdu. “Bana bak yılan suratlı herif! Bu dairenin anahtarını verecek misin, vermeyecek misin?!” Güven cebinden bir anahtarlık çıkardı. “Tamam, sakin olun,” dedi. “Burası benim sahibi olduğum bir yer, uzun zamandır kirada duruyor. Başıma dert gelsin istemiyorum. Sahibini de tanımıyorum, sadece bir isim var ortada o kadar. Đyi para veriyorlar. Sesimi çıkarmıyorum.” Ege sertçe sordu. “Đsim ne?”
144
Cilt 1
Güven ismi söyledi. O ad oradan dışarı gitmeyecekti. Sonra da anahtarı uzattı. Hüseyin, “Ben açayım,” dedi. Anahtarı kilide soktu ve kapıyı açtı.
***
Melike Özden önündeki çorbayı yavaş yavaş içiyordu. Sabahki kazada şoförün üstüne atlayan kadındı o. Minibüste deliren üç kişiden biriydi. Şemsiyeli yaşlı kişi olan Kemal Çelebi kazada hayatını kaybetmişti. Yani kendisi garipliği birebir yaşayan son kişiydi. Normal gözükmesi de oldukça değerli yapıyordu tanıklığını. Çünkü Nedim Uzun gibi karmaşık bir durumda değildi. Kendine gelmiş miydi peki? Bu seferki doktor daha iyimser birisine benziyordu: “Geldiğinde ne olduğunu anlayamamış bir hali vardı. Ancak tamamen normaldi. Yani hiçbir aşırılık göstermedi. Sadece yorgun ve üzgündü. Yaptıklarını hatırladıkça ağlıyordu. Sizin şu an konuşmanızın ona zarar vereceğini düşünüyorum. O yüzden çok önemli değilse, lütfen bu görüşmeyi erteleyelim.” Murat, “Bakın ne kadar önemli olup olmadığını bilmiyoruz,” dedi. “Çünkü durumu çözmeye uğraşıyoruz. Nedenin de bu insanlar olduğunu düşününce, bazı sorular sormamızın gayet zaruri olduğunu düşünüyorum.” Kadın bezgin bir sesle konuştu: “Pekâlâ, hasta sizin.” Hastasına değer verdiği belliydi.
145
Birim Sıfır
“Neyi anlatmamı istiyorsunuz?” dedi kadın, Dize ile Murat içeri girdiğinde. “Her şeyi mi? Pekâlâ, anlatırım. Sadece bana orada ne olduğunu söyleyin.” Dize şaşırmıştı. “Sizi dinliyorum.” Kadın anlatmaya başladı. “Gayet sıkıcı bir minibüs yolculuğuydu. Aniden beynimde bir ses patladı. Arkaya baktım. Ses arkadan geliyordu. Liseli bir çocuğun yanında duran bir adam vardı. Ondan sonra o sarı montlu adam acayip şeyler söylemeye başladı. Đyice çıldırdı. Kafam patlayacak gibiydi. Sonra birden benim beynimde de acayip şeyler olmaya başladı. Bir boşlukta gibiydim. Bilincim çekiliyordu sanki. Sebebi o adamdı, eminim.” Murat araya girip, “Sarı montlu adam mı?” diye sordu. Cevap ‘hayır’dı. Adının Đhsan Menteş olduğunu bilmeyen kadın, adamı tarif etti. “Liseli gencin önünde, bıyıklı adamın yanında duran adam.” Murat, “O kazazedelerin hepsini araştırmamız gerek,” dedi. O sırada telefonu çaldı. Arayan Taylan Bey’di. “Kaza sırasında minibüste bulunan Đhsan Menteş diye birinin kaçırıldığıyla ilgili polise ihbar yapılmış. Bir diğer kazazede tarafından.” Bir an sessizlik oldu. “Murat, Ege’ye de ulaşamıyorum.”
***
Modada eski bir dükkândı Merih Antikacılık. Đçeri girdiler. Merih adlı yaşlı adam, “Hoş geldiniz,” dedi.
146
Cilt 1
Sakin doğrudan konuya girdi. “Pekâlâ, Merih Efendi. Mekâna uzun zamandır gelmiyoruz. Bir uğrayalım dedik. Oda hâlâ kullanılır, değil mi? Hizmet için gelen oluyor mu?” “Yasin arada birileriyle geliyor evlat,” dedi adam.” “Pekâlâ,” dedi Aceleci. “Gidelim artık.” Arka tarafta duran odaya girdiler. Bomboş bir yerdi. Duvarlar sarı renkteydi. Odanın duvarında bir tane ayna vardı sadece. Đçeri girdiler. “Görüntüyü sen mi düşleyeceksin?” diye sordu Aceleci. “Evet,” dedi Sakin. Gitmeleri gereken yeri belki beş yüzüncü kez düşündü. Etraflarındaki oda titredi. Ayna silinmeye başladı. Geriye sadece sarı renk kaldı. Sonra o da yok oldu. “Hoş geldiniz,” dedi bir ses. “Merhabalar,” dedi Sakin. Uzun süredir Değerli Halıcılık’ta çalışan bu adamın adı Lemi’ydi. Diğer aceleci ve daha çaylaklığını üstünden atamamış olanın adıysa Doğan’dı. Onlara, “Hoş geldiniz” diyen de Yasin. “Bu muymuş?” dedi. Đhsan saçma bir şaşkınlıkla etrafa bakınıyordu. “Neredeyiz?” Yasin, “Kocaeli’desin evlat. Đzmit’e hoş geldin,” dedi. Sonra Lemi’ye döndü. “Benimle gel. Birkaç ziyaretçimiz daha var.”
***
Değerli Halıcılık, Kocaeli’de sadece bir şubesi olan bir halıcı dükkânıdır. Yıllık cirosu oldukça düşük olan bu paravan işletmenin gerçek
147
Birim Sıfır
amacı mekân pazarlamasıdır. Yasin bu işte on iki yıldır çalışıyor. Doğan Halıcılık’ın kuruluşunda da bulundu. Bu aralar keyfi kaçık. Bazı planları var, ancak işler istediği gibi gidiyor diyemeyiz. “Kimmiş bu ziyaretçiler abi?” diye sordu Lemi. Yasin,
“Libadiye’deki
işi
araştırmak
için
gelenler,”
dedi.
“Halimçiğdem’i bulmuşlar.” “Hassiktir,” dedi Lemi. “Ne yapacağız bunlarla?” Yasin iç geçirdi. “Ne yapacağız? Yaşlı adamı gönderdiğimiz deliğe onları da göndereceğiz. Nokta.” Aşağıya indiler. Depoda Ege ile Hüseyin baygın bir şekilde yatıyorlardı. “Onları zar zor buraya getirebildim,” dedi Yasin. “Görüntüyü Güven gönderdi kapının dışında durarak.” Lemi güldü. “O salak becerebildi mi bari?” “Adamlar karşında işte,” diye güldü Yasin. “Şaşırtıcı. O beceriksizin bekçilikten başka bir bok yapabileceğini düşünmezdim.” Sonra bir anda ciddileşti Lemi. “Menteş ile mekânın iliştirilmesi biraz daha gecikecek. Biz de diğer bağlantılıları o sırada bulmaya çalışırız. Buzdolabıyla ilgili hangi konumdayız?” Yasin, “Yaklaşıyoruz,” dedi. “Sen şimdi onu bunu bırak, şu ikisinin işini hallet.”
***
148
Cilt 1
Odasına geçti. Önündeki listeye baktı. “Halimçiğdem Apartmanı – Dört Numara – Mekân Değiştirme. Bağlantı : …………” diye okudu. Bağlantı yazan yeri doldurdu: Đhsan Menteş. “Burası da halloldu,” dedi. Menteş’i uzun zaman aramışlardı. Ve sonra yine adamı mekânın yakınında bulmuşlardı. “Şimdi sıra otobüste,” dedi. Daha sonra da Lokanta’yı halledecekti. Onun bağlantısını zaten bulmuştu. “Werner,” diye söylendi. “Senin de zamanın geldi.” Ofisten çıktı. Đhsan Menteş’le konuşmak üzere yürüdü. Keyfi yerindeydi. Sinirini bozan tek konu Buzdolabı ve Patron’du. “Şu iki faktörü de atlattığım zaman işler harika olacak,” dedi. Doğan’ın yanında duran ve durumunu kabullenmiş olan Đhsan Menteş sordu: “Benden ne istiyorsunuz?” Yasin güldü. “Hiçbir şey. Sana eski evini vereceğiz evlat, o kadar.”
2 3 Ekim, 16.40
“Sen ne yaptığını sanıyorsun Joshua? Ona âşık olduğumu bilmiyor muydun?” dedi dev ekrandaki turuncu saçlı kız, karşısındaki soğuk suratlı ve mavi gözlü adama.
149
Birim Sıfır
“Onun cinayetinde benim payım yoktu, biliyorsun Gloria,” dedi adam.
“Jackson’ın
güvenilmez
biri
olduğunu
söylemiştim
sana.
Yapabileceğim bir şey yoktu. Kurt adamlara güvenilmez demiştim!” Gloria ona baktı, üzüntüyle dudağını ısırdı. “Hayır Joshua,” dedi. “Güvenmediğim ne kurt adamlar ne de vampirler... Sana güvenemiyorum artık. Tanıyamıyorum seni!” dedi. Vampir Aşk 2: Sabaha Karşı filminin gösterildiği salonlar dopdoluydu. Karanlıkla çevrili bu sinema salonunda da boş koltuk yoktu. Erkekler sevgilileriyle yakınlaşmak için geldikleri bu filmden hiç de mutlu değillerdi. Çünkü kızlar filmi bayıla bayıla izliyor, erkeklerin öpüşme vs. gibi hamlelere geçmesini engelliyorlardı. Film izlenecek gibi de değildi. Hay senin Joshua’na, diye düşündü Aziz. Kolunu sevgilisinin omzuna atabilmişti sadece. Orada tıkanmışlardı. Kız ekrandaki tipleri hayranlıkla izliyordu. “Sıçayım böyle işin içine ya. Düşünmeliydim önceden aga. Bu adamın olduğu filmde, kız benim suratıma bakar mı anasını satayım?” Ekranda Joshua şimdi esmer bir çocukla kapışıyordu. “Sen kimsin? Kimsin ki ona böyle bir kötülük yapabiliyorsun?” Esmer çocuk güldü. “Senin ona verdiğin zarardan daha fazlasını ona yaşatmadım Josh. Ben ona aşığım ve aşk farklı şekillerde kendini gösterebilir.” Donuk vampir sinirlenmişti. “Sana yemin ediyorum Laplace. Seni bir gün öldüreceğim pis şeytan!” Laplace güldü. “Hayır Josh, ben bir şeytan değilim. Şeytanlara inanmam. Ben bir kurt adamım. O yüzden dikkatli ol parlak züppe. Çünkü canıma okumaya çalışacağın gün, senin canın benim ellerimde sönebilir.”
150
Cilt 1
Aziz, “Vay,” dedi. “Cidden güzel laf. Bak bu çocuk delikanlı gerçekten.” Kız suratını buruşturdu. “Geç ya. Joshua ile Gloria birbiri için yaratılmış anlıyor musun? Laplace sadece aralarında bir duvar. Zaten dördüncü kitapta onun da sonu gelecek.” “Onu bunu anlamam,” dedi Aziz. “Joshua mıdır nedir, pek bir böyle çıt kırıldım tipli. Sevmedim ben o dangalağı.” Kız bozulmuştu. “Sen ne anlarsın ki!” Kendini biraz çocuktan uzağa çekti. Aziz kızın omzundaki elini de aşağıya indirmek zorunda kaldı. Geri zekâlı. Al işte, yaptığın doğru da hataların yüzünden silindi. Sanki ÖSS’deyim lan, diye düşündü. Bir süre sessizce filmi izlediler. Đlk rahatsızlığı ön sıralarda oturan gözlüklü bir adam hissetti. “N’oluyor lan?” dedi kendi kendine. Bacaklarından kasıklarına doğru acayip bir his yükseliyordu. Daha sonra kızlardan biri, “Tuvalete gitmem lazım,” dedi. Salonda bir hareketlenme başlamıştı. Arka sıralardan bir öğürme sesi geldi. Ortalarda oturan gençlerden biri kısa bir çığlık attı. Birisi küfür ediyordu; söve söve koşarak salondan kaçtı. Altına etmişti çünkü. Salonda acayip bir koku başlamıştı. Bayılanlar vardı. Sonra ses geldi. Herkesin beyninin içindeydi. Aziz kız arkadaşının mosmor olmuş suratına şok içinde bakıyordu. Kız boğuluyor gibiydi. “Yardım edin, imdat!” diye bağırmaya başladı. Kulaklarının patlayacağını hissediyordu herkes. Tiz bir sesti bu. Bir anda salondaki bütün hava çekilmiş gibi oldu. Şimdi Aziz de boğulacak gibi hissediyordu.
Daha
sonra
vücudunda
bir
karıncalanma
başladı.
Konuşamıyordu; koltuğuna geri yıkıldı. Tırnaklarının altından kan çıkmaya
151
Birim Sıfır
başlamıştı. Kız arkadaşı ona son bir kez baktı ve bir şekilde kendi kontrolünü ele alarak kaçtı. Salondan kurtulan son kişi o olacaktı. Aziz gözleri patlayacak gibi hissediyordu. “Đmdat,” demek istedi. Ama harfler, sesler ve düşünceler tamamen kullanım dışıydı. Her bir noktası parçalara ayrılacak gibi oldu ve gözlerinde bir flaş patladı. Salondaki kargaşada Aziz’in kaybolduğu fark edilmedi. Edilse de sorun olmazdı. Çünkü Aziz’in oturduğu koltuğun çevresinden başlayarak salondaki herkes bağırış çağırış içinde, etrafında tiz bir ses bırakarak yok oldu. Geriye; bozulmuş bir film, her yerine kusmuk, sidik, mısır patlağı, kola dökülmüş, bomboş bir salon kalmıştı. Kadıköy, Yeni Bahariye Sineması’nın altı numaraları salonunun, 16.00 seansı için bilet almış herkes gitmişti. Aniden. Nokta.
17.19
“Bir salon dolusu insan ortadan kaybolmuş.” Murat yorgundu, üzgündü, sinirliydi. Dize de aynen bunları yaşıyordu.
Ege’nin
Hüseyin’le
kaybolması,
ardında
bir
dolu
soru
bırakmasının yanı sıra, dayanılması zor bir acıya sebep olmuştu. Üstüne üstlük bir de delirmeler konusunda bir gıdım yol alamamaları onları iyice bunaltıyordu. Dize yorgun gözleriyle Taylan Bey’e baktı. “Đlginç,” dedi gayet sakin ve bezgin bir ses tonuyla.
152
Cilt 1
Normal bir insan, “Bu imkânsız”, “Benimle maytap mı geçiyorsun lan?”, “At at kalede ben varım”, “Sallama Ziya”, “Böyle komik şeyler nerelerden buluyorsunuz kuzum?” gibi cümleler kurardı. Ancak bu odada bulunan kişiler, normalliğin aslında birçok acayipliğin bilinmemesi olduğunu anlamışlardı. Hiçbir şey göründüğü gibi basit, anlaşılır, mantıklı değildi. Her şey aslında tam bir sistematik kaos içindeydi. Bu dünyada mutlu ve normal yaşamak ancak ve ancak cahillikten geçiyordu. Çünkü bilmeye başladığınızda, mutluluğu gözden çıkarmalıydınız. Bilen kişi mutsuzluğa ve anormalliğin karşısına kabullenmiş halde dikilen insandır: Çölde gözleri bağlı durmaktansa, kuraklığı görmeyi tercih edendir. “Evet, ilginç. Tam anlamıyla bir sosyal kriz. Olayı basından saklamak imkânsız. Millet delirmek üzere. Bizim birimin bile açığa çıkma olasılığı var. Đşler iyice sarpa sarıyor çocuklar,” dedi Taylan Bey. Murat düşüncelere dalmıştı. “Kurtulan var mı?” diye sordu birden. Vardı. “Onları görmemiz lazım. Geçen olayda kilit kişi Đhsan Menteş’ti. Bu sefer de birinin olayın merkezinde durduğunu düşünüyorum.” Taylan Bey, “Đkisinin bağlantılı olduğu ortada,” dedi. “Siz bir şu sinemaya göz atın.” Dize ise başka âlemlerdeydi. “Nereye gitti o kadar insan? Bir anda. Puf,” dedi kendi kendine konuşur gibi. Sonra Murat’a döndü. “Türkiye, hatta dünya ölçekli bir tarama yapmamız gerek. Bir anda ortaya çıkan insanlarla ilgili. Đçimden bir his o insanların tamamen yok olmadığını, başka bir yere gittiklerini söylüyor.”
153
Birim Sıfır
Taylan Bey, “Tamamdır,” dedi. “Bunu ben halledebilirim sanırım. Siz Kadıköy’e gidin.”
***
Arabada da sessizliğe dayanamayan Murat, “Kızıl’la konuştum,” dedi. “Nedim’le görüşmek için zaman bildirmemizi bekliyor.” Dize camdan dışarıya bakmaktaydı. “Evet, iyi olmuş. O adam diğerlerinden daha fazla güç çekmiş içine. Đhsan denen o adam, etrafındaki insanları böylesine delirtebilecek bir gücü nasıl yayabilir? Aklım almıyor.” “Bu işte sadece onun parmağı olduğunu sanmıyorum. Başka birileri o adamı tetikledi. Menteş’i kaçıranlar. Burada da aynı durumun söz konusu olduğunu düşünüyorum.” Kalabalığın içinden sinema salonuna girmeye çalıştılar. Birkaç gazeteci onların görevli olduklarını anlayınca soru akıntısı başladı. “Olayın bir terörist saldırı olduğu düşünülüyor, doğru mu?”, “Đçeride kaç ölü var?”, “Salondaki herkesin tamamen yok olduğu doğru mu?”, “Sorumluların kim olduğuyla ilgili bir bilgi var mı?” Dize ile Murat zar zor girdiler içer. Binanın sahibi ter içinde, bir sandalyeye oturmuş, sigara içiyordu. Murat, “Buranın sahibi siz misiniz?” diye sordu. Adam öfkeyle güldü. “Maalesef.” Dize sözü devraldı. “Olayı biliyoruz ama bir de sizin ağzınızdan dinlemek istiyoruz.”
154
Cilt 1
“Olay? Ne olayı hanımefendi! Burada tam bir afet yaşandı yahu. Đçeriyi gördünüz mü? Kokuyu. Orada normal bir koku yok. Orada normal bir hava yok. Đçerideki pislikten gelmiyor içerideki acayip koku. Başka bir şey var. Đnsanın ensesinden aşağıya doğru bir soğukluk iniyor resmen. Kulakların çınlıyor ya. Ki ilk başta da öyle başladı. Tiz bir çınlama, bağırışlar… Đki-üç kişi koşarak dışarı çıktı ve sonra o acayip vakum sesi. Bir şeyler çekiliyormuş gibi. Pat. Her şey normale döndü. Bu kadar. Salon ağzına kadar doluydu. Tam elli beş koltuk vardı. Orta büyüklükte bir salon yani. Sadece üç kişi sağ çıktı! Diğerlerinin ölü olup olmadığını dahi bilmiyoruz. Ne oldu orada?” Adam ayağa kalkmıştı. “Neler oluyor böyle lan hayatımıza?” Soru cevapsızdı.
***
Bir adam ve iki kız kurtulabilmişti salondan. Adam baygındı. Kızlar ise kendilerini toparlamış gibiydiler. “Bir şey görmedim ben. Sadece midem bulanmaya başladı ve feci tuvaletim geldi.” Kız durdu. “Đkisi de. Aynı anda.” Dize dinlediklerinden hiçbir şey çıkaramıyordu. Sindirim sistemini çalıştıran, vakum ve tiz başka bir ses çıkaran, daha sonra da bir salon dolusu insanı olduğu yerden yok eden bir “şey”. “Tamamdır, olayı tam olarak göremediniz. Eyvallah ama salonda bu gariplik başlamadan önce acayip bir şey var mıydı?” diye sordu Murat. Kız, “Hayır,” dedi. Üzgündü. “Sevgilim de kaldı içeride.”
155
Birim Sıfır
Dize’nin gözü karşılarındaki diğer sandalyede oturan kıza kaydı. Yüzünde donuk bir ifade vardı. “Đyi misiniz?” dedi. Aziz’in sevgilisi olan kız bakışlarını onlara doğru çevirdi. “Üstümü değiştirmem gerek,” dedi. “Ve bu arkadaşın odadan çıkmasını istiyorum.” Murat ilk konuştukları kızı odadan çıkardı. Şimdi odada sadece Dize, Murat ve Semrin vardı. Kız konuştu. “Oradan son çıkan bendim ve her şeyin sorumlusunu biliyorum.” “Söyleyin,” dedi Murat. Semrin bir süre durdu. Karanlıkta, herkes çılgına dönmüşken, havasızlıktan neredeyse ölecekken yanında duran Aziz’i düşündü. “Aziz Üzüm,” dedi. “Sevgilim. Bütün her şey onun yüzünden oldu.” Dize bir an kızın olayların etkisinden dolayı kafasının karışık olduğunu düşündü ama dinlemeye devam etti. “Bakın, oradaydım. Son dakikada kaçtım. Ve asıl acayiplik ondan sonra oldu. Resmen vücudunun içinden ışıklar çıkarak bir yere çekildiğini gördüm. O kadar yakındım ki, ben de oraya gidecek gibi hissettim. Bu olay olmasa kaçamazdım. Bir anda oksijen alabildim. O yok olurken… ki bakın tekrar ediyorum: Diğerlerinde hiçbir şey yoktu. Sadece o ‘siliniyordu’. Hatta olay başladığından beri ben ve diğerlerinin yaşadığı hiçbir etkiyi yaşamadı zaten. En sonunda sadece ortadan kayboldu. O an yemin ediyorum beynimde bir resim çıktı. Delirdiğimi düşünebilirsiniz ama değilim. Bana inanmalısınız. Aziz Üzüm o salonda hiçbir etkiye maruz kalmadı ve sonunda ilk yok olan da oydu.” Murat ellerini masaya koydu. “Kafanda canlanan resim neydi?”
156
Cilt 1
Kız durdu. Dize dudaklarını yemeye başlamıştı. Gergin olduğunda hep böyle yapardı. “Söyle Semrin. Ne gördün?” Kız bakışlarını uzak bir yere dikti. “Terk edilmiş, eski bir yolcu otobüsü,” dedi. “Otobüsün içinde, üstünde kırmızı renkte X işareti olan bir koltuk var.” Dize sordu. “Otobüsün nerede olduğunu görebildiniz mi?” Kız kafasını salladı. “Hayır. Ama depo gibi bir yerdi. Tabanı topraktan bir depo.”
21.07
“Đhsan Menteş ve Aziz Üzüm.” Murat isimleri tekrar ediyordu beyninde. “Birisi bir minibüste delilik krizine ve kazaya neden oldu. Sonra ise kaçırıldı. Diğeri ise, bir sinema salonunda dehşete sebebiyet verdi ve kendisi dâhil herkesin ortadan kaybolmasına neden oldu.” Dize, “Harika!” dedi gülerek. Sinirliydi, ağzında yara çıkmıştı. Ege’nin kaybolması, medya, devletin baskıları ve yetersizlik duygusu. “Bilmiyorum Murat. Bir şey yapamamak, karanlıkta kalmak çok gücüme gidiyor.” Murat, “Yarın Kızıl’a gittiğimizde işler yoluna girmeye başlayacak,” dedi. “Her zaman yardımcı olur.” Dize durdu. “Yarını falan boş ver. Bu akşam gidelim,” dedi. Murat’ın keyfi yerine gelmişti. “Pekâlâ hanımefendi. Hedef: Kızıl Gizem. Gidelim bakalım.”
157
Birim Sıfır
***
Gizem, “Benden ne bekliyorsun Murat?” dedi. “Olayı yaşayan kimseyle bir temas kurmadan, mekâna bile gitmeden sana nasıl yardım edebilirim?” Murat kadına baktı. Sinirli gibiydi. Gergindi. Onu ilk defa böyle görüyordu Murat. “Gizem, iyi misin?” diye sordu sakince. Dize ise duvarlardaki bazı resimlere bakıyordu. Sonra dönüp, dikkatini onlara verdi. “Tamam, gel gidelim şu sinemaya. Biraz da sen etrafı kokla,” dedi. Gizem, Dize’nin üstüne kötü bir bakış gömdü. Đki güçlü kadın birbirlerine sessizce tarttılar. Murat, “Bir durun önce. Senin neyin var Gizem? Onu bir dökül,” diye araya girdi. Kız, “Yorgunum Murat,” dedi. Koltuklardan birine çöktü. “Etrafta, bu şehirde, insanlardaki bir şey beni yoruyor. Büyük bir güç toplanıyor. Hissedebiliyorum bunu.” Murat derin bir nefes aldı. “Bak Gizem. Üstüne gittiğimiz iş iyice derinleşiyor. Senin durumunla bile alakalı olabilir. Olayları hem medyadan, hem de bizden duydun. Bir şeyin hazırlığı bu. Kendi derdini de halletmek istiyorsan, bize yardımcı olmanı öneririm.” Kadın karşısında duran yüze baktı. Gördüklerinden beri ilk defa gülümsedi. “Senin gibi güzel bir yüze sahip nasıl hayır diyebilirim ki lan?” dedi. Lan kelimesinin nadir yakıştığı kadınlardan birisiydi Kızıl.
158
Cilt 1
“Hadi biraz film izleyelim,” dedi ve ayağa kalktı. “Uzun zamandır sinemaya gitmedim.”
***
Mekâna geldiklerinde Gizem içinde bir şeylerin hareket ettiğini hissetti. “Seks sonrasında sigara yakarsın ya,” dedi. “Onun gibi bir his var içimde.” Salona yaklaştıkça beyninin arka sıralarına kokular yağmaya başladı. Gülerek konuştu. “Şimdi de sifonu yıllardan beri çekilmemiş ama aynı süre boyunca aktif olarak çalışmış bir tuvalete girmiş gibiyim.” Murat sordu. “Đçeri tek mi gireceksin?” “Hayır hayır, siz de gelin.” “Çok fazla zamanımız yok. Hızlı olmalıyız,” dedi Dize. “Zaten zorbela girdik.” Kızıl, hafiften sekerek salonun kapısını açtı ve içeri girdi. Beyni bir anlığına yıldırım yemiş gibi oldu. Ağzından ok misali bir çığlık fırlattı. Murat koluna girdi. Bir anda başına ağrı saplandı, kadını bıraktı. Gizem sakinleştiğinde Murat’a döndü. Sesi ciddileşmişti. “Sakın bir daha transa girmeye başlarken bana tutunma. Ölüm tehlikesi var.” Dize burada bulunmaktan zaten rahatsız oluyordu; bir de böyle ukalalıklar iyice gıcık etmişti onu. “Lütfen gösteriyi kesip işimizi yapabilir miyiz?” Kızıl bir kötü bakış daha atmadı. Çünkü sahiden ‘iş’ başlamıştı. Beyni salonda yürürken bir dolu gücün merkezinde ip sallıyormuş gibiydi.
159
Birim Sıfır
“Hiç bu kadar güçlü hissetmemiştim kendimi,” dedi. “S.S gibiyim. Hatta ondan bile iyiyim. Gelecek benim.” Dize sordu: “S.S ne ya? Naziler nereden çıktı şimdi?” Murat
güldü.
“Hayır,
o
nazi
S.S’den
bahsetmiyor.
Sami
Selamünaleyküm’den bahsediyor. Ünlü bir kâhindir. Ortalarda yok da. Uzun zaman önce kayboldu. Neyse, bayağı dolu bir hikâye o. Başka zamana…”
***
“Zaman bir nehirdir,” dedi transa geçen Gizem. Salonun ortasına doğru yürüyordu. Sanki oturacağı yeri arıyordu. Sonunda buldu. “Onun içinde yüzebilirsin.” Gözleri kapalı yürüyordu. “Ama boğulabilirsin de.” Oturdu. “Burası,” dedi. “Burada oturuyordu.” Sonra sustu. Hapşırdı. Gözlerini açtı. “Yerler var.” Sesi titriyordu. “Mekânlar, bir apartman dairesi mesela.” Murat ve Dize dini bir törene katılıyormuş gibi saygıyla dinliyorlardı. “Ama burada olan şey başka. Burada olan, Mehmet Ali Üzüm ve terk edilmiş bir otobüsle ilgili.” Bir taraftan konuşuyor, diğer yandan görüyordu. Sanki kendi anılarını hatırlıyordu. Her şey oldukça kesin, berrak ve sahiplenilmiş geliyordu ona.
160
Cilt 1
Yedi Yıl Yıl Önce Adam sigarasını içti. Gömleğinin düğmelerini sakince ilikledi. Kravatını bağladı. Ceketini giydi. Dışarı çıkmadan, güneş gözlüğünü aldı. “Hanım ben çıkıyorum,” dedi. Adamın adı Mehmet Ali Üzüm’dü. Uzun yol şoförüydü. Oturduğu yerden birkaç sokak aşağıdaki bir seyahat firmasında çalışıyordu. Bir sigara daha yaktı. Yolda giderken pastaneye uğradı. “Bir zeytinli açma, üç tane de peynirli poğaça,” dedi. Pastaneci, “Eyvallah abim” diye cevap verdi. Siftah, bismillah, diye de ekledi içinden. O günden tam altı yıl sonra, mahallede köpek öldürüp yediği ortaya çıkacak ve hapse atılacaktı. Psikolojik dengesinin köyde ilk cinsel deneyimini bir hayvanla yaşayıp yakalanmasından ve köpek yamyamlığına başlamadan iki-üç sene evvel karısıyla çocuğunun evi terk etmesinden
bozulduğu
anlaşılacaktı.
Daha
bir
köpek
yamyamına
dönüşmemiş adam, Mehmet Ali’ye siparişlerini teslim etti. “Abim afiyet olsun.” Mehmet Ali gülümsedi. “Sağ olasın koçum.” Siyah bıyıkları, büyükçe bir göbeği ve kelleşmeye başlamış saçlarıyla klasik Türk erkeği imajını oluşturuyordu. Çalıştığı sokağa doğru geldi, sonra büyük arsada duran otobüsüne doğru hareketlendi. Sol kolunu sıvazladı. “Saat kaç lan?” dedi arkadaşlarından birisine.
161
Birim Sıfır
Adam, “Of be Mehmet Abi. Đnsan bu kadar serinkanlı olmaz ki yahu. On beş dakika sonra ilk seferler başlayacak,” diye hafif şaka, hafif gerçek söylendi. Otobüse binerken, “Oğlum dünya bir yere kaçmıyor lan. Neye acele edeyim?” dedi Mehmet Ali. Arabaya bindi. Anahtarı taktı ve çalıştırdı. Sonra geriye yaslandı. Neden çalıştırdım ki arabayı? diye düşündü. Tam kapatacakken, sol tarafından bir ağrı yükseldi. Neden ça… diye düşündü. Cümlesini tamamlayamadı. Mehmet Ali Üzüm hareket eden otobüs karşısındaki binaya çarpmadan altı dakika önce kalp krizinden öldü. Daha sonra da araba binanın duvarına bodoslama girdi. Nedeni anlaşılamayan bir şekilde, aynı anda infilak etti. “Hassiktir,” diye bağırmaya başladı Mehmet Ali’ye söylenen adam. “Hassiktir.” O günden on iki yıl sonra, araba kazasında bir çocuğu ezdiğinde de böyle diyecekti. “Hassiktir.” Biraz duraklama ve tekrar “Hassiktir”. Sonra etrafta kimse olup olmadığına bakacaktı. Bu sıçtığımın çocuğu da nereden çıktı böyle, diye düşünecekti. Ve oradan hızla uzaklaşacaktı. Karşısında yanan bir araba duruyordu. Bir süre sonra aniden söndü. “Ne oluyor lan?” dedi olayı gören bir şoför. “Ne oluyor lan?” sorusu doğru bir yere parmak basıyordu. Çünkü bir arabanın yanmasından daha büyük bir olay yaşanıyordu. Yedi yıl sonra bir salon insanın yok oluşuna sebebiyet verecek bir olay. Evren birçok gücün birbiriyle itişip kakışmasıyla sürdürür varlığını. Bu itiş ve kakış arasında düzenli bir denge vardır. Ancak her savaşta olduğu gibi, bir süreliğine de olsa bir taraf diğerine üstün gelir. Bu güçler dengesi
162
Cilt 1
bozulduğunda ise, aslında pek de mükemmel olmayan sistem hata verir. Evrenin herhangi bir yerinde; bizim deyimimizle anomali, daha doğru dürüst, adam gibi söylersek acayiplik oluşur. Bu acayipliklerin birinde, bir apartman dairesi insanları istediği yere ışınlayabilecek konuma gelir. Doğan bir çocuk, geleceği görme yetisi kazanır ve büyüdüğünde evrenin gördüğü gelmiş geçmiş en büyük kâhin olur. Bir yerde bir kedi iki dakikalığına da olsa insanların düşüncelerini okuyabilme gücüne sahip olur. Bir ölü, mezarından kalkar. Ölü olarak geçirdiği on iki buçuk yılın ardından, altı saat daha yaşar. Ve ölülüğe geri döner. (1986, Ocak, 02.36, Yeni Zellanda: Dorian Wilde toprak içinde olduğunu fark etti. Ağzını sıkıca kapadı. Yukarı çıkmaya başladı. Zaten toprak, o yukarı çıktıkça alta çöküyordu. Kafasını mezarından çıkarınca aldığı nefes, yaşarken soluduğu bütün oksijenden daha güzel geldi. Gökyüzüne baktı. Ellerine baktı. Vücudu hiç çürümemişti. Nasıl olur, diye düşündü. Öldüğünü hatırlamıyordu bile. Altı saat boyunca parkın birinde, bankta çırılçıplak oturdu. Onu gören üç genç gülerek yanından geçtiler. Birisi su içiyordu. “Şişşt, gençler?” dedi adam. Bir tanesi gülerek ona döndü. Günün eğlencesi işte, diye düşünüyordu. “Feci susadım, biraz içebilir miyim elindeki şişeden?” Çocuklardan biri kahkaha patlattı. “Đçmek ne demek, su direkt sizin olsun!” Sonra arkadaşlarına döndü. “Bir daha o şişeden su falan içilmez zaten.”.
163
Birim Sıfır
Dorian elindeki pet şişeye baktı. Đçindeki suyu bir saniyeliğine izledi. “Su,” dedi, “hayatınız boyunca içebileceğiniz en güzel içki. Size diyeyim.” Ve suyu kafasına dikti. Şişeyi ağzında ayırdığında tam, “Teşekkürler,” diyecekti ki, çürümeye başladı. Şişe yere düştüğünde Dorian Wilde ölü birkaç toz parçasından ibaret hale geldi yine. Gülen çocuklar ne olduğunu anlamadan öylece kaldılar. Biri bayıldı, diğeri altına etti. Suyu veren çocuk ise deli gibi kusmaya başladı.) Bu güçlerin diğerine karşı üstünlük sağlayıp, dengeyi bozdukları kısa zamanlarda; etki farklı biçimde kendini gösterir. Bir mekâna ya da kişiye sonsuz bir güç de sağlayabilir, Dorian Wilde ve iki saatliğine insanların beynini okuyabilen adam örneğinde olduğu gibi sadece altı saatliğine de ‘acayiplik’ sürebilir. Mehmet Ali Üzüm’ün kalp krizinden öldüğü gün, kaza yaptığı arabanın yaşadığı durum da bundan başkası değildi. Ölüm, arabanın çarpışı, hatta arabanın infilak edişi bile normalde de olacaktı. Ancak tam o anda denge bozuldu. Otobüs yangını söndü. Araba sağlam bir hurdaya dönüştü. Koltuklarından biri de apayrı bir güç kazandı.
Şimdi “Bu koltukta Mehmet Ali Üzüm’ün oğlu oturuyordu,” dedi Gizem. “Aziz Üzüm. Otobüsün son bağlantısı.” Son bağlantısı, diye düşündü Dize.
164
Cilt 1
Murat asıl soruyu yapıştırdı: “Peki otobüsün gücü ne?” Kızıl gülümsedi. Cidden acayip gözüküyordu. “Bir çeşit Google diyebiliriz.” Dize güldü. “Of, lütfen imayı bırak da sadede gel.”
16.50
Lemi, Yasin’in yanında yürüyordu. Depo gibi bir yerdeydiler. Mehmet Ali Üzüm’ün zamanında şoför olarak çalıştığı firmanın, araçlarını park ettikleri arsanın bir bölümüne inşa edilmişti bina. Taban topraktı. Deponun en sonunda ise, ‘otobüs’ duruyordu. “Yanına resim falan aldın mı?” diye sordu. “Gerek yok, bir çaylakla konuşmuyorsun,” dedi Yasin. “Etkiler için hazır olun. Đş tamamlandığında, onu buradan hemen çıkarmamız gerekecek. Sadece başlangıcı yapacağız burada. Asıl eylem sonra.” Otobüse gitti. Dokuzuncu sıradaki koltuğun koridor tarafına oturdu. Aracın içindeki kokuyu içine çekti. Bisiklete binmek gibi asla unutmuyorsun, diye düşündü. Sonra düşünmeye devam etti. Yer titredi, ateş ve yanan et kokusu burnuna geldi. Bir isim. “Joshua?” Gözünün önünde karanlık bir yer. Vampirler. Kalabalık. “Hadi buralarda bir yerdesin,” dedi. Bir ter damlası alnının ucundan aşağıya doğru akmaya başladı. On dakika uğraştı. Kravatını gevşetti. “Hadi hadi,” dedi. Son bir kez çocuğu düşündü. Đsmini aklında evirdi çevirdi ve yakaladı. Balık tutar gibi. “Gel buraya bakalım” Otobüs tekrardan titredi. Üzerinde kırmızı bir x olan koltuk anlığına
165
Birim Sıfır
siliniyormuş gibi görünüp kayboldu. Sonra sanki delinmiş bir balondan gelir gibi hava kusmaya başladı. Yasin gözlerini açtığında, tam görmek istediği adam vardı. “Aziz Üzüm?” dedi. Çocuk şaşkındı. Bir şey diyecek gibi ağzını açtı, sonra kapadı. “Ben Yasin. Hoş geldin.” Bu kadar kibarlık yeterdi. Genç adamı kolundan tutup çekiştire çekiştire dışarı çıkarmaya başladı. Çünkü etki başlamıştı. Hem burada, hem de sinema salonunda. Buradaki güzeldi, diğer tarafta ise karışık. Aziz’i otobüsün dışına atmadan camlardan dışarıya son bir kere baktı. Bir sahil. “Burası neresi böyle?” dedi kendi kendine. Sonra da otobüsten çıktılar.
21.45
Önlerindeki kahveye bakan üç insan: Gizem Kızıl, Dize Demirsoy ve Murat Arıkan. Hepsinin aklı başka rotada yol alıyor. Üçü de hem burada, hem uzaklarda. Gizem Kızıl eskiyi hatırlıyor. Đlk ‘görüş’ünü. S.S’yi. “Bir kâhinle aşkla sevişmek insanın içindeki en gizli yeteneği açığa çıkarır biliyor musun?” demişti adam. Gizem, Murat’a baktı. O, Murat’ın içindeki hangi yetenekleri canlandırmıştı acaba? Dize’nin aklı ise bir satranç oyunundaydı. Taş kaybetmiş, yenilmenin eşiğine gelmişti. Son sürpriz hamle, diye düşündü. Onu bekliyorum.
166
Cilt 1
Murat ise beyninde canlanıp duran bir görüntüyü aklından atamıyordu. Bir fal. Sakızlardan çıkan fallar olur ya. Onlardan. Dize’ye döndü. Sessizliği bozdu. “Bilmiyorum önemli mi? Benim böyle acayip güçlerim falan yoktur. Ama Gizem’in trans zamanlarında hep bir garip olurum. Bir de o salon. Epey acayipti. Oradan çıktık çıkalı aklımda bir görüntü var. Atamıyorum.” Gizem, Murat’a baktı. Hayır, diye düşündü. Bu değil gizli yeteneği. Ama biliyorum, onun da içinde bir yerlerde bir şey var. Dize susuyordu. Murat devam etti. “Çok komik gelecek ama… Neyse. Bir sakız kâğıdı. Fal falan oluyor ya üstünde. Onlardan. Sadece aklımdan çıkmadığı için söylüyorum. Üstündeki fal da şöyle bir şeydi…”
“Belki korkacaksın, titreyeceksin bu yolda Ağlayacaksın, geçmez sanma. Penguenlere selam edilecek yerler de vardır. Oraya gittiğinde dileğini dilemeyi unutma”
3 4 Ekim, 10.55
“Peki neden bu kişilerin peşindeler? Ya da ne bileyim, niye Đhsan Menteş’i direk otobüsle almadılar?” diye sordu Taylan Bey. Meşgul bir sabah olmuştu. Ancak bu meşguliyet Murat’a da, Dize’ye de gayet iyi gelmişti. Şu zamana kadar elleri kolları bağlıydı belki ama, şimdi işler
167
Birim Sıfır
değişmişti. Mehmet Ali Üzüm’ün kaza yaptığı yer öğrenilecekti, eğer mekânda ilgi çekecek türde bir mekân varsa baskın yapılacaktı. Murat cevapladı. “Adamlar bu acayip yerleri uzun zamandır kullanıyorlarmış Taylan Bey. Belki pazarlıyorlardı, belki de -ne bileyimtarikat
benzeri
bir
oluşum
içindelerdi.
O
grubun
içindekiler
kullanabiliyordu.” Dize araya girdi. “Ya da her ikisi birden.” Murat devam etti. “Ancak bir süre sonra, bu mekânların sahiplerini, ya da yaşayan son bağlantılarını bulurlarsa büyük bir şey olacağını öğrendiler. Bu yüzden de sahipleri, bağlantılı oldukları mekân ile bulmak veya almak zorunda kaldılar.” Taylan Bey sordu. “Ne kadar büyük bir şey olabilir ki?” Dize tekrardan mantık yürütmeye başladı. “Belki de mekânın gücünün bir insana geçmesi sağlanabilir,” dedi. “Yani benim teorime göre hem bağlantının hem de mekânın yok olacağını düşünüyorlardır. Geriye sadece güç kalacaktır, güç de kaynağa en yakın olana verilecektir.” Taylan Bey “Bu çok büyük bir belki cümlesi Dize” dedi. “Ama senin boşa laf söylemeyeceğini de biliyorum. Her ne olacaksa, bu adamların bu mekânlar ile sahiplerini birleştirmemiz lazım. Ayrıca Ege ile Hüseyin’in de kurtarılması önceliklerimiz arasında olmalı.” Murat suratında hırslı ve sert bir ifadeyle konuştu. “Yaşıyorlar hissediyorum,” dedi. “Onları da kurtaracağız.” Bir süre sessizlik oldu. Taylan Bey sordu. “Peki, o salondaki Aziz hariç herkes ne oldu?”
168
Cilt 1
Dize, “Yan etkiler var,” dedi. “Bağlantıları, kendi mekânlarıyla çektiğinde veya bulduğunda etrafta bir çeşit rasgele etki yaşanıyor. Đlk bağlantı olan Đhsan Menteş’in dan diye çekilmediğini biliyoruz. Onda sadece adamı bulmak için mekânı kullandılar büyük ihtimalle. Ama belki de Menteş’in mekâna yakın olması, etkiyi arttırdı. Ve minibüsteki herkes delirdi.” Murat devam etti. “Aynı tarz bir etkinin de salonda olabileceğine inanıyoruz.” Taylan Bey güldü. “Peki, tamam da ne oldu o insanlara? Bu seferki etki neydi? Sadece hepsi yok mu oldu, yoksa bir yere mi gittiler?” Murat sustu. Dize konuştu. “Bilmiyoruz,” dedi.
17 Temmuz, 2147 Doğu Almanya
Yıkıntılar içindeki harabeler, kargaların sesi dışında sessizdi. Sonra bir şeyin düşme sesi yayıldı etrafa. Eğer yaşayan birileri olsa gökyüzüne bakıp neyin veya nelerin düştüğünü görebilirdi. Gökyüzünden
ceset
yağıyordu.
Onlarcası,
düşüyorlardı. Karga gakladı. Ölü bedenler düşmeye devam etti. Gak, guk ve pat küt. Âmin.
169
sağanak
halinde
Birim Sıfır
“Patron” Ağaçlar bir o tarafa, bir diğer tarafa sallanıyordu. Sessizlik her yerdeydi. Uzaklardan bir gülüş sesi geldi. Adım sesleri. Ağaçlı yoldaki banklarda gazetelerini okuyan yaşlı insanlar vardı. Rüzgârı dinleyen köpekler, gururlu kediler, birkaç tane de güvercin… Hepsi dikkatli dikkatli günlük işlerini yapıyorlardı. Bu sakinliğe hiç uymayan bir gerginlikle banklardan birinde oturan genç bir adam, hızlı hızlı sigara içiyordu. Terlemişti, üstünde siyah bir takım elbise vardı. Yanına o oturunca irkildi. Elinden sigarayı attı. Oysa o sigarayı, hatta tamamen adamı hiç önemsemiyormuşçasına simidini yemeye başladı. Genç adam heyecandan konuşamıyordu. O konuştu. “Yasin?” Genç adam, “Buyur abi,” dedi. Yaşlı adam tekrar konuştu. “Neler yapıyorsun Yasin? Đyisin inşallah.” Genç adam biraz suçlulukla, “Çalışıyoruz abi,” dedi. “Bildiğin gibi.” Yaşlı adam simidini bitirdi. “Bildiğim gibi,” diye sessizce tekrarladı. “Đyi iyi.” Sustular. Sadece oturdular. Önlerinden koşu yapan, saçları toplanmış, güzel ölçülere sahip bir kadın geçti. Yasin’in gözü istemeden de olsa takıldı. “Sigaran var mı Yasin?” dedi adam. Sigarayı hemen uzattı.
170
Cilt 1
“Hmm, özlemişim şu meretin tadını biliyor musun?” Rüzgâr ılık ılık esiyordu. Yaşlı adam konuşmaya başladı. “Bana yaptıkların yanlış, biliyorsun değil mi?” Yasin cevap veremedi ilk başta, sonra, “Bir sigara da ben yakabilir miyim?” diye sordu. Yaşlı adam kafasını salladı. Đkisi birlikte, eski bir fabrikanın biri yorgun diğeri ise sinirli bir şekilde tüten bacaları gibi yan yana durdular. Bir kedi geçti önlerinden. Miyavladı. Yasin, “Pist lan,” dedi. Yaşlı adam ona yüzünü çevirdi. “Sakın,” dedi. “Sakın buraya dokunma Yasin.” Genç adam, öylece kaldı. “Tamam abi.” Yaşlı adam, kediyi yanına çağırdı. Simidinden biraz parça kopardı ve önüne attı. “Afiyet olsun,” dedi. Sonra Yasin’e doğru konuşmaya başladı. “Kedilerin ne huyunu seviyorum biliyor musun?” Cevabı kendi verdi. “Bir boklarını sevmiyorum, ne huylarını seveceğim lan. Ama yine de onlara karşı bir sempatim var. Çünkü sevmiyorum; onlar da beni sevmez pek. Sırf yemek verdiğim geliyor. Öbür türlü olsa kendini sevdirmezdi. Dürüst hayvan.” Bir uçak geçti yüksekten. Yaşlı adam, “Yanlış yollardasın evlat,” dedi. Yasin bu sefer sormadan bir sigara daha yaktı. “Burada daha hızlı gidiyor,” dedi gülerek. Yaşlı adam, tiksintiyle baktı ona. Yasin de ona doğru baktı bu sefer.
171
Birim Sıfır
“Yanlış yollardayım?” dedi gülerek. “Ama bak, sensin burada kısılı olan, ben değil.” Yaşlı adam önüne baktı. Kedi simitten biraz daha istiyordu. Simidi kenara koydu. Kedi oraya doğru gitti. “Yanlış yoldasın. Buzdolabı’nı bulamayacaksın. Bulsan bile… Şöyle diyeyim onu kullanamazsın.” Yasin, “Orası belli olmaz babalık,” dedi. Git gide sanki büyüyordu. Sesi hırıltılı hırıltılı gelmeye başlıyordu. “Zamanımız azalıyor ha,” dedi. “Sana gönderdiğim arkadaşlar, umarım burada sana yarenlik ediyorlardır?” Yaşlı adam güldü. “Evet, evet kesinlikle,” dedi. “Sağ olasın.” Şimdi genç bir adam gibi gözükmeyen Yasin ayağa kalktı. “Beni sakın bir daha buraya çekmeye kalkışma” dedi. Yaşlı adam da ayağa kalktı. “Pekâlâ,” dedi. “Artık ‘Patron’ sensin.” Ağaçlar sallanıyordu. Saçları toplu, vücut ölçüleri gayet güzel olan bir kadın geçti önlerinden. “Buzdolabı’nı bulmama az kaldı,” dedi. “Meraklanma.” Sonra gözlerini açtı.
***
Nefes nefeseydi. Kaç zamandır onu görmüyordu. O sentetik mekân, bayat sigara, her şey iğrenç geliyordu. Özellikle onun hâlâ o bilge havalarında olması. Đğreniyordu. Zamanı kontrol etti. Saat gece yarısını geçmişti. Balkona çıktı, bir sigara içti. Lemi’yi aradı. Adam uykusundan uyanmıştı.
172
Cilt 1
“Đşleri hızlandırın,” dedi sinirle Yasin. “Bağlantıları kaçırın, ne yapıyorsanız yapın. Sonra da bizim mekâna kapatın. Her şeyi raconuna göre yapacağız diye daha fazla uğraşamam.” Uykulu uykulu konuşan Lemi, “Tamamdır abi,” dedi. Yasin bağırdı. “Uyanın ulan, burada biz nelerle uğraşıyoruz, beyimiz orada götünde pireler uçuşurken “tamamdır abi” diyor. Kaldır kıçını, iş hallet be adam!” Telefonu kapattı. Menteş vakasında çok uğraşmışlardı. Halimçiğdem’deki daireyi kullanarak etrafta oluşacak etkiyi beklemeleri, sonrasında adamın zaten çok yakında bir yerlerde çıkması tamamen çaylaklıktı. Sonrasında Aziz Üzüm operasyonu olması gerektiği gibi hallolmuştu, eyvallah. Ancak bundan sonrasında sadece racon değil, biraz kaba kuvvet konuşacaktı. Yaşlı adamın durup dururken ortaya çıkıp konuşması hayra alamet değildi. Đşler hızlı yürümeliydi. Birim Sıfır da saf dışı bırakılmalıydı. Telefonla Ati’yi aradı. “Uygun musun?” dedi. Adam hırıltılı bir sesle, “Gel tamam,” dedi.
***
Önlerindeki rakı bardakları ve arkada bir türkünün ezgileri eşliğinde konuştu iki adam. Ati, S.S’den de, Kızıl Gizem’den önce kâhinlik yapan bir adamdı. Đşin doğrusu onun asıl rakibi S.S’ydi. Çünkü Kızıl Gizem hem ondan sonra gelmişti, hem de Kızıl’ın tam olarak uzmanlığı geleceği görmek değildi. Şimdi ne adam gibi kâhinlik yapabiliyordu, ne de ticaret. Sadece bir
173
Birim Sıfır
meyhanesi vardı. Zamanında karanlık taraflar için yaptığı işlerin cezasını çektiğini düşünmüyordu. Olan olmuştu. Hiçbir şey için pişman değildi. “Ne olacak benim bu halim Ati?” diye sordu Yasin. Ati, “Sarhoşum ulan,” dedi. “Zaten içine sıçılmış olan yeteneklerim, iyice boka sarmış durumda, söyleyeyim.” Yasin, “Siktir et,” dedi. “Sen bir dene sadece.” Adam durdu. Elini Yasin’in koluna koydu. Bir şeyler mırıldandı. Sonra geriye doğru bir kaykıldı. Öksürdü. Tekrar öksürdü. Gözlerinin beyazı falan ortaya çıkmamıştı, ama donuk donuk bakıyordu. “Bir kadın ve bir adam. Başka bir yerde yaşlı bir adam. Sonra kıvırcık saçlı bir başkası ve yapılı, yakışıklı uzun saçlı biri. Bunlar ve bir buzdolabı. Hiçbiri önemli değil. Oğuz diye biri var. Onu bulmalısın. Her şeye o nokta koyacak, öyle ya da böyle.”
174
MERKEZ “BOŞLUK VE RÜYALAR”
Birim Sıfır
1 5 Ekim, 02.45
Dize’nin telefonu çaldı, tekrar çaldı. Uyuyamamıştı, ışığı açtı ve telefona baktı. Numarayı tanımıyordu. “Kim olabilir bu acaba?” diye gerzek ve basmakalıp bir soru sormadan, telefonu açtı. “Kimsin?” dedi. Karşıdan cevap gelmedi. “Kimsin?” diye sorusunu tekrarladı. Midesi bulanıyordu. Telefonu kapattı. Neydi bu şimdi? Midesi daha da kötüydü şimdi. Gözünün önündeki görüntüler değişmeye başladı. “Uyumam lazım,” dedi. Yatakta yorgana iyice sarıldı, yavaş yavaş gözlerini kapadı. Her yer yapış yapış bir maddeye dönüşüyor gibi gelmişti. Gülmeye başladı. Aklı, uykunun kumları içinde yavaşça boğuldu. Uyku, Dize’nin üstünü karanlık bir yarasanın şefkatiyle örttü.
13.00
Bezgin tipli bir adam kitapçıya girdi. Saçları karman çormandı, sakalı uzamıştı. Omzundan sarkan çantası yırtıklarla doluydu. Üzerinde kahverengi, kadife bir ceket vardı. Altında kot pantolonu, içinde siyah tişörtüyle oldukça salaş bir görünüme sahipti.
176
Cilt 1
Kulaklarından MP3 çalarının kulaklıklarını çıkardı. Herkes kendini bu kulaklıklarla diğerlerinden ayırıyordu. Kişisel izolasyon için kulaklık, günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası oluyordu gittikçe. Bununla ilgili bir öykü yazmalı, diye düşündü. Sessizlik ve izolasyon duygusu. Aklında bir yere bunu not etti. Yeni çıkan kitapları kontrol etmeye gitti. Bazılarını eline aldı, arkalarını okudu. Takip ettiği yazarların kitaplarına baktı; burayı sevdiğini düşündü. Gördüğü en kalabalık kitapçı burasıydı. Genel olarak bir Kadıköy âşığı denebilirdi kendisi için. Burası da Kadıköy’ün sevdiği yerlerinden birisiydi işte. Bir çalışanı gözüne kestirdi ve yanına gitti. “Merhabalar, bir yazarın kitabını arıyordum da.” Adı Faruk olan çalışan, “Kitap ve yazarın adını alabilir miyim?” diye sordu yakındaki bir bilgisayara doğru yürürken. “Kitabın adı Arafsızlar. Yazarın adı da Oğuz Özben.” Faruk bilgisayara kitabın adını yazdı. Bir sonuç çıkmadı. Sonra yazarı denedi. Yine hiçbir şey çıkmadı. “Maalesef elimizde yok,” dedi. Oğuz gülümsedi. “Eyvallah.” Biraz daha harfler arasında dolandı; buradan çıkmak istemiyordu. Çıkacaksa da cebindeki parayı düşünmeden alışveriş yapabilip çıkmalıydı. Kendini kötü hissetti bir an. Zavallı. Dışarıya kaçtı. Bir kenara oturdu. Kafasını elleri arasına aldı. “Cidden zavallıyım ya,” dedi. “Kendimi gidip kitapçıya soruyorum!” Beş ay olmuştu. Gönderdiği yayınevlerinden hâlâ bir haber yoktu. Umudu sıfırdı. “Bir gün romanım, bu kitapçıların raflarında olacak,” dedi sahte bir kendine güvenle.
177
Birim Sıfır
Moda’ya doğru yürümeye başladı. Kalabalığın içinden uyuşmuş bir şekilde ilerliyor, eve gitmek istemiyordu. Çay içerim, diye düşündü. Eve gitmeyecekti. Çay içecekti. O kadar.
10.00
Bir şeylerin ters gittiği hissi somut gibiydi. Gözlerini açtı, tavana baktı. Geç kalkmıştı. Komodinde duran telefonunu açtı. Üç kişi aramıştı. Bilmediği bir numara. “Kim lan bu?” dedi sessizce. Telefonu kenara attı, sonra tuvalete gitti. Tıraş oldu, dişlerini fırçaladı. Hızlıca bir kahvaltı yaptı. Tam kalkmış evden çıkıyordu ki, telefonu çalmaya başladı. “Đyi ki çaldı ha, unutacaktık telefonu,” dedi. Cevap verdiğinde, aklına sabahki bilinmeyen numara geldi. Ama kapatmadı. “Alo?” dedi. Cevap yoktu. “Alo, alo!” diye bağırdı bu sefer. Yine cevap gelmedi, sonra hat kesildi. Murat elinde telefon öylece kalmıştı. Bir adım attı, yere batıyormuş gibi hissetmişti. “Ne oluyor lan?” dedi ama uyuşturucuya maruz kalmıştı sanki. Her şey ağır çekim gelmeye başladı. Kendisini evden dışarı zor attı. Midesi bulanıyordu. Uykusu ise felaketti. Uyuyacağım, diye düşündü en son. Merdivenlerin önünde yıkıldı.
178
Cilt 1
ORADA Renkler her yerdeydi. Kokular, sesler, hisler… Sanki bir nehirdeydi ve boğulamıyordu. Gözünün önünden sürekli merdivenler geçiyordu. Görüntüler değişiyordu gözünü her kapatıp açtığında. Bir seferinde merdiven yukarıya doğru gidiyor, diğerinde ise aşağıya iniyordu. Yere yıkılışını hatırlıyordu. Bu tamamdı. Ancak gerisi… Altından yeryüzünün çekilmesi… Belki de ben bir yere çekiliyordum, diye düşündü. Ama bir insan tarafından değil. Hızlı olmuştu her şey. Şimdi burada, nehirde değil ama bir yüzme havuzunun dibinde bunları düşünen Murat, “Yüzeye çıkmam gerek,” dedi. Oysa kendisini kötü hissetmiyordu. Hatta boğulacak gibi hiç hissetmiyordu. Şaşkın da değildi. Bir kabulleniş vardı üstünde. “Aman Allah’ım, yoksa öldüm mü?”, “Bu bir kâbus olmalı,” gibi saçma replikler de üretmiyordu beyni. Sadece yaşıyordu. Yüzeye çıkmak için hareketlendi. Kafasını sudan çıkardığında, aldığı nefesten neredeyse sarhoş olacaktı. “Bu havanın bir tadı mı var?” dedi. Etrafına baktı. Gayet lüks bir evin arka tarafında olmalıydı. Havuzdan dışarı çıktı. Şezlonglardan birisine oturdu. Takım elbisesi içinde, sırılsıklam güneşe doğru baktı. Işık da bir garipti. “Neden her şeyin sentetik olduğuyla ilgili bir his alıyorum?” dedi
179
Birim Sıfır
kendi kendine. Sonra tekrar düşünmeye başladı. “Telefon beni sadece bayıltmadı,” dedi. “O kadar kolay değil. Bu bir saf dışı etme planı” Gerçekten de öyleydi. “Dize nerede acaba?” Đnan bana Murat, Dize de buralarda bir yerlerde. Hatta tam arkanda. “Hoş geldin.” Murat ayağa kalktı. “Dize?” dedi. Kadın; kırmızı bikinisi, köşeli ray ban güneş gözlükleri ve hasır şapkasıyla, nasıl diyelim, ‘değişik’ gözüküyordu. “Evet?” dedi kadın ve şezlonglardan birisine yattı. “O ne öyle, üstündekilerle mi girdin havuza?” Murat güldü. Elini cebine attı. Sigaralar da ıslandı, diye hızlı bir düşünce geçti aklından. “Hayır Dize,” dedi. “Aslında gözlerimi suyun içinde açtım.” Değişik bir doğum metaforu çıkmaz mıydı buradan? Murat edebiyat parçalamayı seven bir tip değildi. “Sen sanırım buraya daha önce geldin?” Kadın başını salladı. “Aslında hep buradaymışım gibi hissediyorum.” Murat da şimdi şezlonga uzanmıştı. Đkisi birlikte güneşi izlediler. “Gözlükler güzelmiş. Blues Brothers’ı izlemiş miydin?” Kız güldü. “Hayır,” dedi. Sessizce durdular. Gökyüzündeki kuşlara baktı Murat. Sonra ayağa kalktı. Önündeki ormana baktı. Türlü türlü hayvan sesi geliyordu. Şehir uzaklarda sanırım, diye düşündü. “Böyle bir yer yok değil mi?” dedi. “Sen bile yoksun aslında.” Dize güneşlenmeyi sürdürdü. “Öyle mi düşünüyorsun? Var olmak, olmamak ne ki?”
180
Cilt 1
“Üstümü değiştirmem lazım,” dedi Murat. Eve doğru yürümeye başladı. Dize arkasından seslendi. “Yatak odasına senin için birkaç giysi bıraktım. Onları giyebilirsin.” Murat durdu. “Beni bekliyor muydun?” diye sordu. Yüzünde bunların
hepsinin
saçmalık
olduğunu
düşündüğünü
belirten
bir
gülümseme vardı. Dize gözlüklerini hafiften aşağıya indirdi ve şezlongdan kalkmadan geriye doğru döndü. Onu böyle şuh tavırlar içinde görmek Murat’ın evreni algılayışını değiştiriyordu. Bu, Hitler’i kadın iç çamaşırları içinde kutuplarda bir çiçekçide görmek kadar garipti. “Lütfen Murat,” dedi. “Biz birlikte olmadan eksik olmaz mıyız sence?”
***
Sırtı acıyordu. Saçlarının dibinden bütün vücuduna yükselen bir ağrı vardı her yerinde. Ama kendini nedense kötü hissedemiyordu. Acı uzaklardan bir yerden geliyordu sanki. Yalnızca dokunuyor ve kaçıyordu. Ebelemece oynar gibi. Tahta bir yerin üstünde yatıyordu. Kafasının üstüne gökyüzü ona, “N’aber?” diye bağırıyordu. Nefes alıp verdi yavaşça. Farklıydı hava. Kuşlar kondu yanına. Bir martı. Deniz sesi duydu. Ayağa kalktı. Sahildeydi. Bir evin verandasında. Kuş, ayaklarının etrafında dolandı. Ondan korkmuyordu. Çok güzeldi. Bu güzelliği ona bir gurur da sağlıyor olmalıydı. Asil bir havası vardı. Dalgaların sesi kulağında yankılandı. Sakindi. Kızıl saçları rüzgârla
181
Birim Sıfır
hafiften dalgalandı. Tam verandadan sahile inecekti ki aklına son dakikaları geldi. Telefon, diye düşündü. O beni buraya gönderdi. Aşikâr bu. Peki ‘burası’ neresiydi? “Murat nerede?” dedi kendi kendine, farkında olmadan. Ve Murat geldi. “Buradayım,” diyerek evden çıktı. Dize’yi belinden çekti ve boynuna bir öpücük kondurdu. “Çok sıcak yahu hava, bu kıyafetlerle yanmıyor musun?” Dize soğuk soğuk baktı adama. Tamam, Murat çok sıcakkanlı bir insandı ama böyle bir yakınlık derecesinde de değillerdi. Adam; üstünde çiçek desenli bir tişört, altında mavi bir şortla tam tatilci havasındaydı. “Sigarayı da azalttım, kokmuyorumdur artık,” dedi. “Yoksa kokuyor muyum? Rahatsız mı oldun?” Dize rahatsız olmuştu ama kokuyla falan alakalı değildi. “Burası neresi Murat?” diye sordu. Aslında cevabın hiçbir şekilde tatmin edici olmayacağını biliyordu. Refleks olarak sormuştu. Adam üstündeki gömleği çözdü ve verandadaki sandalyelerden birisine attı. “Burası sahil,” dedi. “Neye benziyor?” Dize cevap vermedi. Murat, “Hadi üstüne bir şeyler giy, denize girelim,” dedi. Dize sinirlenmeye başlamıştı. “Sen ne diyorsun Murat? Ne denize girmesi, bütün bu rahat havan ne? Ne oluyor burada?” Soruları sorduğu anda, aklında bir süredir gezinen cevaplar belirdi. Burası diye bir yer yoktu. Murat da ‘Murat’ değildi. Bu kadar basit. Birileri tarafından oyunun dışında bırakılmıştı Dize. Büyük ihtimalle Murat da aynı
182
Cilt 1
durumdadır,
diye
düşündü.
Ancak
buradaki
Murat
ciddileşti
ve
sandalyelerden, üstüne gömleğini attığına oturdu. “Gel otur konuşalım” dedi. Dize oturmadı. “Anlat!” diye sertçe bağırdı. Murat, “Neden bu kadar sinirlisin Dize?” dedi. “Bir anlığına sadece sakinleşip, neden etrafında olanlara kendini bırakmıyorsun? Harika bir hava var, harika bir evdeyiz. Deniz çok güzel, kumlar insanın ayağını yakmayacak kadar sıcak. Burasının ne olduğu o kadar önemli mi?” Dize bir şey demek için ağzını açtı. Önünde duran manzaraya baktı. Siniri geçiyordu; bir şeyleri kabullenecek, sonra çözecekti. “Bütün bunlar tam bir saçmalık.” Murat konuştu. “Saçma nedir ki? Sence anlamlı olan şeyler nelerdir? Ölüme gitme pahasına arkadaşını kurtarmak mı? Ya da şiir, roman yazmak mı? Bir adamın akşam eve yemek için para getirmesi mi? Çocukken yaşanan aşklar mı anlamlı? Nedir sınırların? Zamanın akıp gittiği, her şeyin birbirinin içine girdiği bu koskoca hayvanat bahçesinde kafesler içinde izlemiyor musun önünden geçen olasılıkları? Đzleyen değil, izlenen olmuşsun haberin yok belki. Saçmala biraz. Mantığını kenara koy. Bazen insan aptal şakalara da gülmeli, boş boş denizi izlemeli. Sevişmeli, birbirinin kulağına klişe aşk sözcükleri söylemeli. Kalabalığa karışmalı, onların içinde bir fanusla dolaşmamalı. Neden akıllıca olanı biraz rafa kaldırmıyorsun? Sınırlarını hafiften silip, dışarıya çıkmıyorsun? Mutlu değilsin Dize. Bunu biliyorum. Burada mutlu olabilirsin, bunu da biliyorum. Daha kötüsü de gelebilirdi başına. Ama buradasın. Çünkü burada olmayı içinde bir yer
183
Birim Sıfır
istiyor. Şimdi söyle bana… Karşında duran bu sahili izleyecek misin? Yoksa oraya adımını mı atacaksın?” Dize önünde duran adamı bir kere daha gözden geçirdi. Söylediklerini. Sonra sahile baktı. Gözlerinde farklı bir ışık vardı. Hayır, daha vazgeçmemişti. Aklında bugünün anıları hâlâ kanlı canlı duruyorlardı. Geçmişi, beyninin kıvrımlarındaydı. “Peki ya yarın?” dedi istemsiz olarak. Neden söylemişti bunu? Murat gülümsedi. “Zaman bir yanılsamadır. Geçmiş, şimdi ve gelecek... Bu üçünden hiçbirini yaşamıyoruz aslında Dize. Sadece varız. Buradayız. Bazen hava karanlık, bazen ise aydınlık oluyor. Birinde bulutlara bakıyoruz, diğerinde yıldızlarda hayatın anlamını arıyoruz. Sana bir şey diyeyim mi? Hayatı olduğundan daha da karmaşıklaştırmamamız gerek. Olduğu gibi her şey. Sadece orada duruyor ve bekliyor. Üstümüzdeki bütün ağırlıkları atıp, gökyüzüne batmamızı istiyor.”
BURADA 14.08
Oğuz Özben önündeki adamı dinliyor gibi yapıyordu. “Aslında Kerim’in ona öyle demesini ben acayip buldum. Filmin bütün havasına ters düşmüş. Yapay durmuş.” dinliyor musun ya?”
184
Adam durdu. “Sen beni
Cilt 1
Oğuz önündeki soğumuş çaydan bir yudum aldı. Suratını buruşturdu. “Dinliyorum tabii ki,” diye gayet inanılmaz bir ses tonuyla cevap verdi. Adam güldü. “Senin kafan nerelerde yahu?” Oğuz’un en yakın dostuydu o. Adı Sinan’dı. “Oğlum neyin var lan?” Oğuz, “Đçimde acayip bir his var abi,” dedi. “Sanırım Ezgi beni aldatıyor.” Sinan durdu. “Sen ciddi misin hoca?” Oğuz ciddiydi. Sabahtan beri içinde bir acayiplik vardı. Bir şeylerin ters gittiği hissinden kurtulamıyordu. Đşin doğrusu onun bütün hayatı böyleydi. Hiçbir şey tam değildi. Hep bir eğretilik hissi içindeydi. Özgüveni eksikti, çok sigara içiyordu, aklını kendisinden uzaklaştırmak için okuyordu, gerçekte yapamadıklarını gerçekleştirmek için de yazıyordu. Sınıfın ilgi çeken çocuğu olamamıştı hiçbir zaman. Sevgilisi bile ona saygı duymuyordu
muhtemelen.
Resmen,
ilişki
içinde
platonik
bir
aşk
yaşanıyordu. “Abi bilmiyorum. Bence kesin o kız beni aldatıyor.” Sinan durdu. “Bence senin sorunun o kız falan değil,” dedi. “Aldatıyor olsa bile.” “Ne demek bu şimdi lan?” diye sordu Oğuz. “Sen insanlardan korkuyorsun oğlum. Onlarla ilgili durumları kendine dert edineli uzun zaman geçti. Artık alıştın bu haline. Senin aklın kendi yaptıkların veya yapamadıklarında… Yazmak istiyorsun. Bu eylemi de gerçekleştiriyorsun ama tüm bunların bir yere varmadığını hissediyorsun. Romanı gönderdiğin yayınevlerinden haber geldi mi?”
185
Birim Sıfır
Oğuz iç çekti. “Sence?” Sinan, Marmara Üniversitesi’nde psikoloji okuyordu. Karşındaki adamı anlamak ve yardım etmek istiyordu. “Oğuz,” dedi. “Đnsan kontrolü sadece bir şeyler yaratırken değil, yaşarken de ele alabilir. Hayatında güce sahip olmak, kendine ve etrafındaki insanlara hâkim olmak istiyorsun. Bunu yapman imkânsız çünkü sonuçta yazı yazarken sahip olduğun sınırsızlık burada yok. Ama yine de kendini tanıyarak -zaaflarını ve artılarını- hayatını kontrol altına alabilirsin. Patricia Highsmith ne demiş? ‘Oyunun ilk kuralı: Kontrol edemeyeceğin hiçbir şey için endişe etme.’ Bazı şeyleri oluruna bırakmalısın: Geri kalan her şey, senin elinde.” Oğuz
arkadaşının
yüzüne
baktı. “Sen fena bir psikolog
olmayacaksın ha.” Adam güldü. “Ama cidden içimdeki kötü his bunlarla alakalı değil,” dedi. “Sadece içimde bir acayiplik var o kadar. Arada sırada herkese olur böyle şeyler. Büyütmeye gerek yok.” Sinan gülümsedi. Kafenin loş ışığında, hoş bir melodi çalınıyordu kulaklarına. Sevgiliyle gelinebilirdi buraya. Sinan konuştu. “Hayır Oğuz,” dedi. “Her şeyin her şeyle alakası vardır.”
15.00
Eskişehir’de yaşayan bir imam olan Salih Uygur fısıldar gibi kutsal sözcükler söylüyordu. Kırk yaşlarındaydı, sakalı ve bıyığı yoktu. Evindeydi,
186
Cilt 1
caminin hemen dışında duran küçük yerde kalıyordu. Gözleri kapalıydı. Secdeye eğildi. Namaz farklı bir şeydi. Bunu iliklerinde hissedebiliyordu. Belki Hıristiyan olsa kilisede de böyle hissedecekti, ancak tek başına burada bir şeyler değişik geliyordu işte. Mantıklı bir açıklaması var mıydı bunun? Büyük ihtimalle yoktu. Đlahi olarak açıklandığında da çok basit kalacaktı. O hayatta hiçbir şeyin çok karışık ve çok basit olmadığını düşünenlerdendi. Bütün evren basit bir şekilde karmaşıktı yani. Tanrının karşısındaki ritüelini tamamladıktan sonra biraz tespihat yaptı. Sonra da ayağa kalktı ve seccadesini kaldırdı. Ancak o zaman arkasındaki adamı görebildi. Bir sandalyede oturuyordu. Seccadeyi katladı ve yatağının üstüne koydu. Sandalyede oturan adam onu sakin sakin izledi. “Geldiğinizi duymadım,” dedi Salih. Adam güldü. “Đyi bir konsantrasyonunuz var hocam.” Salih elindeki tespihi de güzelce seccadenin üstüne koyduktan sonra yatağın kenarına oturdu. Adama bakmıyordu. “Đsminizi bilmiyorum?” dedi. Adam konuştu. “Ben Lemi.” Salih kafasını çevirdi, adama dikkatle baktı ve konuştu. “Güzel bir isim.” Lemi ‘eyvallah’ anlamında elini göğsüne koydu. Đmam, “Sana nasıl yardımcı olabilirim Lemi?” diye sordu. Lemi elini cebine götürdü. Salih hiç tedirginleşmedi. Sonra Lemi birden adama döndü. “Sigara içebilir miyim?” diye sordu. “Đçmesen daha iyi olur evladım ama eğer konuşmanı rahatlatacaksa tabii içebilirsin.”
187
Birim Sıfır
Lemi sigarasını yaktı. Dumanlar içinde simsiyah bir adam. “Kaç yıldır Tanrı ile konuşuyorsun?” diye sordu. Salih, “Cenabı Allah ile çocukluğumdan beri konuşuyorum,” dedi. “Sen ne zamandır konuşmuyorsun?” Lemi kendini tutamadı, kahkahalarla gülmeye başladı. “Đyi bir çift olduk burada,” dedi. “Ben onunla iletişime geçmeyeli oldukça zaman oldu. Boşluğa konuşmayı sevmem pek.” Salih gülümsedi. “Bu imkânsız ama. Şu an benimle konuşuyorsun bak.” Lemi suratını buruşturdu. “Nesin sen, Tanrı mı?” Salih güldü. “Tabii ki,” dedi. “Sen de öylesin. Hepimiz ‘o’yuz.” Lemi şaşırmıştı. “Sen şu normal imamlardan değilsin değil mi?” “Anormallerin arasında normal durduğum için aslında bir anormal sayılırım evet.” Lemi, “Ben tanrıya inanmıyorum desem? Buna ne diyeceksin?” diyerek öne eğildi. Adama karşı ilgisi ilk odaya girdiği andan çok daha fazlaydı şimdi. Salih suratına dalga geçer bir hava takındı ve konuştu. “Ama nasıl böyle bir şey dersin evladım? Kâinattaki şu mükemmelliğe bakarak onun var olduğunu hemen anlayabilirsin.” Lemi geriye çekildi ve, “Dalga mı geçiyorsun benimle?” diye sordu. Đmam
gülümsedi.
“Seninle
değil,
onlarla
dalga
geçiyorum.
Basmakalıp laflara karnı tok olan ve zekâ olarak evrimi daha gelişmiş olan insana bu tarz safsatalarla gelinemez çünkü. Niyet belki doğru ama yöntem kesinlikle yanlış. Evren ve her şeyi onun yarattığına tabii ki inanıyorum.
188
Cilt 1
Ama onun yaratışı öyle ‘Ol’ diyerek falan değil. Ki bir ‘o’ da yok, ‘biz’ var. Biz kendimiz bu evreni yarattık, biz oyuz. Her hareketimiz, söylediğimiz her laf, evrende bir değişikliğe neden oluyor. Sana soruyorum Lemi. Dinleri, kitapları bir saniye unut. Kendince bir mantık geliştir eğer öyle düşünüyorsan. Onlar geçmişteki insanlara bir şeyleri anlatmak içindi diye düşün. Sonradan amacından çıktı de. Ama asıl amacı unutma. Evrende gerçekten yapayalnız olabileceğimiz ve senin yaptığın her şeyin aslında boşa olabileceği gerçeği seni ne kadar rahatlatıyor?” Lemi sordu. “Sorun benim rahat olup olmamam değil. Sorun: Gerçek,” dedi. “Gerçek nedir?” “Sorgulaman güzel, aklını kullanman, bir şeylere körü körüne, kolayı seçerek kafanda inanmaman güzel. Ancak Lemi… Senin adın parıltı anlamına gelir. Işık. Ben sana diyorum ki, yaptığın ve yapacağın her şeyin bir anlamı var. Bir tanrı var, her yerde. Şu masa da o, şu sinek de, seri katiller de, pis dolandırıcılar da, sen de ve ben de. O yüzden kaderimizi kontrol edebiliyoruz işte. “O gücü bize vermedi. Biz o güce sahibiz zaten. Öldüğümüzde de; birisinin, bir kavramın yüzünden öleceğiz. Yine kendimiz yüzünden öleceğiz. Ecel de budur. Sen önündekine bakmalısın, çünkü hepimiz bu evrendeki en önemli varlıklarız. Bu yüzden başıboş da dolaşabilirsin bu sürüde, ama aklına arada bir ‘o’nu da getirebilirsin. Soruları sorarsın, kavramlarla oynarsın ama aklında o olur. Gerçek nedir? Gerçek bizim asla bulamayacağımız ve hep peşinde koşacağımız o yemdir. Arayabiliriz, ararken başka sorularla karşılaşırız, başka cevapları yakalarız. Basmakalıp
189
Birim Sıfır
sözlerle dalga geçtim biliyorum ama, şunu söylemem gerek sanırım: Bazen hedef değil, yol daha önemlidir.” Lemi sigarasını yere attı. “Gerçekten klişeydi be hocam,” dedi. “Hadi kalk gidiyoruz.” Salih ayağa kalktı. “Tamam. Mescidi buldunuz değil mi?” “Evet bulduk,” dedi Lemi Salih gülümsedi. “Sigarayı on beş yıldır içmiyorum biliyor musun? O gün bir tane içmiştim.” Lemi cebinden paketi çıkardı, Salih bir dal aldı. “Mükemmel hatasızlık, yanlışsızlık değildir biliyor musun Lemi?” “Haklısın,” diye karşılık verdi Lemi. “Ben her şeyin sorunsuz olacağı bir hayattan sıkılırdım sanırım.” Salih sigarayı yaktı, iki fırt çekti. Öksürmeye başladı. Bir fırt daha çekti. Yine öksürdü. Sonra rahat rahat biraz daha içine çekti zehri Evde yürümeye başladılar. Mutfakta sigarayı suyla söndürüp, çöpe attı. “Gidelim bakalım,” dedi. “Orasıyla ilgili çok uzun süre düşündüm durdum, bazen gerçekliğini sorguladığım oldu. Şimdi gerçekle yüzleşme zamanı.” Lemi durdu ve gülümsedi. “Sen garip bir adamsın hoca,” dedi. “Seni kaçırmaya geliyorum ama hiç karşı çıkmıyorsun. Aslında sen de gelmek istiyorsun değil mi?” Salih evden çıktıktan sonra gökyüzüne baktı. “Sanırım öyle. Ben garip bir adamım.” Cami’nin önünde duran arabaya bindiler ve sokaktan uzaklaştılar. Böylece listede sadece bir mekân ve bağlantı kaldı.
190
Cilt 1
15.45
Kapı çalındı. Tak tak. Vasat bir ritimdi ama amacına hizmet ediyordu. Gizem kapıyı açtı. Karşısındaki adamı tanıyordu. “Đçeri girin,” dedi. Taylan Yıldırım koltuklardan birisine kendini adeta attı. “Durum kötü,” dedi. “Çok çok kötü Gizem.” Kızıl Gizem durdu. “Murat’a bir şey mi oldu?” “Murat da, Dize de ortada yoklar. Ege’den sonra bütün birimin bu şekilde kaybolması… Medya baskısı da var. Ne yapacağız bilmiyorum!” Gizem adama döndü. Aklında nedense bir endişe yoktu. Murat ölmemişti, bunu biliyordu. Kurtulacaktı. Büyük ihtimalle şu Dize de iyi durumdaydı. “Bana neden geldiniz Taylan Bey?” diye sordu. Adam ayağa kalktı. Yaşlı olmasına rağmen, durumuna göre iyi bir vücudu vardı; ancak hırs, onu genç tutan esas şeydi. “Sanırım artık benim de sahaya inme zamanım geldi. Ege kaybolduğunda Libadiye olayını araştırıyordu. Oraya gideceğiz. Sen de bana orada ne acayiplikler dönecek anlatacaksın. Zaten Murat ve Dize’yle olan planınız da bu değil miydi?” Kız, “Aslında önce kurbanlardan birine gidecektik,” dedi. Taylan durdu. “Oraya gitmeden elimizde en azından bilgimiz olsun. Gidelim bakalım şu tımarhaneye.” Dışarıda araba onları bekliyordu. Babasıyla ilişkisi pek iyi olmayan Gizem, yaşlı adamların yanında olmaktan
191
Birim Sıfır
her zaman rahatsızlık duyardı. Ayrıca Murat’ın kayboluşunu da hepten kafasından atmış değildi. “Hadi biraz acayiplik araştıralım,” dedi.
16.19
Ev karanlıktı, boştu. Kanepede, elinde bira, Oğuz oturuyordu. Nerede? diye düşündü. Beni sevmiyor bile o. Hiçbir öykümü okumuyor, yazılarımı
zavallıca
buluyor.
Sarhoştu.
Sinan’ın
konuşmalarına
dayanamamış ve eve kaçmıştı. Bir saatteki üçüncü birasıydı. Kırmızı. “Bira dediğin böyle olur,” dedi. “Harbi.” Ayağa kalktı, elindeki biranın kalanını da kafasına dikti. Bitirdikten sonra geğirdi. Masada duran kâğıt tomarına baktı. Đçmeden önce çıkarmıştı. “Şuna bak,” dedi kendi kendine. “Gerzek bir roman işte. Özenti, saçma, halktan kopuk karakterler, bir dolu hata var lan içinde.” Arafsızlar – Oğuz Özben. Bir buçuk yılını verdiği bu romandan artık yorulmuştu. Mutfağa gitti, bir bira daha içecekti. Geri döndü, birasını açıp büyük bir yudum aldı ve romanın bir sayfasını okumaya başladı. “Elindeki mektuba baktı. ‘Bunu okuyamam,’ diye mırıldandı. ‘Ne yapacağım lan okuyup?’ Melih, ‘Saçmalama be!’ dedi. ‘Adam yıllar sonra sana bir mektup yazmış, göndermiş. Okumayacak mısın?’ Faruk elindeki mektuba biraz daha baktı. “Abi mektup mu kalmış? Telefon da açabilirdi? Ne bu böyle ya? Mektup yazmış, ne olacak şimdi?
192
Cilt 1
Bunu okuyup ‘Babacığım’ diye adamın yanına mı koşacağım?” dedi. Sinirlenmişti.” Birasından biraz daha içti. Fikir aklına ilk kez ne zaman gelmişti? Hep uçta yaşayan insanlarla ilgili bir kitap. Ya çok mutlular ya da çok mutsuzlar. Hiç ortası olmayan tipler. “Güzel olmaz mı lan?” demişti Sinan’a. “Tanıdığım insanları karakter olarak kullanacağım hatta.” Üstünden üç yıl geçmişti galiba. Yeni yazdığı şey, bilgisayarında duruyordu hâlâ. “Onu bitirsem ne olacak?” dedi kendi kendine. “Beni kim okur ki?” Başka bir sayfa çıkardı. “Sen ne yaptığını sanıyorsun geri zekâlı? Oturup orada kendine mi acıyacaksın? Kendine gel, tehlikedesin.” Durdu. “Bunu ben yazmadım lan!” dedi. Gözlerini kapatıp açtı. “Metin sinirlenmişti. ‘Sen ne yaptığını sanıyorsun ya?’ dedi karşısına geçen adama. ‘Girmek istiyorsam bu mekâna, girerim ulan.’ Oldukça iri olan Bar görevlisi…” Şimdi normale dönmüştü durum. “Cidden kafa oldum ha,” dedi. Birasına baktı. “Güzel, güzel.” Biraz daha içti. Kanepeye uzandı. O sırada evin kapısı açıldı. Adım sesleri içeri dolmaya başladı ve Oğuz’un yakınında durdular. “Yine mi içtin sen?” dedi adımların sahibi kız. Ezgi’ydi bu kız. “Đçtim,” dedi Oğuz. “Gelsene yanıma.” Koltukta doğruldu. “Of Oğuz lütfen ya. Nereden çıktı bu aşırı doz alkol alımı?” Oğuz onu duymamış gibi, “Yanıma gelsene ya,” dedi tekrar
193
Birim Sıfır
Ezgi oturdu. Ellerini birbirine bağlamıştı. Oğuz kolunu kızın omzuna atmaya çalışınca, “Oğuz yılışma, derdin ne ya?” diye bağırdı. “Kendine gel yoksa peşindekiler seni çok kolay bulacaklar oğlum. Ona göre.” Oğuz aptallaştı. “Ne dedin sen?” diye sordu kıza. Uzaklaştı ondan. “Ne diyeceğim ya? Kendine gel diyorum. Sarhoş olduğunda sapıtıyorsun ve senin kusmuklarını temizlemekten nefret ediyorum!” Ayağa kalktı. Bütün dünya etrafında dönüyor gibiydi. “Sen beni aldatıyorsun değil mi lan?” diye bağırdı kıza. Ezgi durdu. Yüzünü yana çevirdi. Çok sinirliydi. “Oğuz... Bir kere daha söyle o cümleyi. Bir kere daha!” Oğuz ise saçma bir şekilde öfkeliydi. “Söylerim ulan! Beni kiminle aldatıyorsun? Kiminle yatıyorsun lan! Söyle! O Arda denen ibneyle mi?” Kız ayağa kalktı ve Oğuz’u omzundan tutup duvara vurdu. “Sen var ya sen! Sen rezil bir insansın be!” dedi. “Geri zekâlı herif! Ben sabahtan beri o ibne dediğin adamla senin hakkında konuşayım, onun tanıdığı bir yayınevinden görüşme ayarlayayım. Ki bu arada sen kendin ona romanını okuması için vermiştin. Çocuk iki günde bitirmiş, hasta olmuş kitaba. Sen gel ona ibne de, bana da onla mı yatıyorsun diye konuş! Sen pisliksin oğlum!” dedi. Oğuz sallanıyordu. Ezgi konuşuyordu. “Bana bak. Eski evinizi hatırlıyor musun? Hani korktuğun bir buzdolabı vardı. Hatırlıyor musun?” “Ne dedin?” diye sordu Oğuz. Suratı bembeyazdı. Ezgi sinirini o sıralığına kenara koydu. “N’oluyor Oğuz? Đyi misin sen?”
194
Cilt 1
Değildi.
Duvarlarda
yazılar
çıkıyordu.
Kırmızı.
“Buzdolabını
arıyorlar!” diyordu yazılar. Beyninin içinde anılar canlanıyordu. Yere çöktü. Babası ve annesi geldi aklına. O ev. Her şeyin başladığı o yer. “Oğuz iyi misin?” dedi Ezgi. Sesi yine değişti. “Đnsanların sana ihtiyacı var, kendine gel. Benim durumum zorlaşıyor.” “Kimsin sen?” diye bağırdı Oğuz. “Senim,” dedi ses bıkkınlıkla. “Neyse boş ver. Böyle olmayacak. Çünkü hiçbir şeyin böyle olmadığını hatırlıyorum. Görüşürüz.” Ses kesildi. Oğuz yere yıkıldı. Karanlık çöktü. Zaman durdu. Dünya hareketsizleşti. Sızmıştı.
ORADA Güneş gerçek gibiydi en azından. Altında şort, üstünde turuncu bir tişörtle havuzun kenarına döndüğünde Dize’yi bıraktığı yerde, uzanmış güneşlenmeye devam ederken buldu. “Senin güneşlenmek kadar boş bir eylemi bu kadar uzun süre yapabileceğini düşünmezdim,” dedi. “Yani gerçek olmayan sen bile bu kadar saçma olamaz.” Şezlonga oturdu. Suyun mavi rengini izledi. Acayipti. Nasıl bir yerdi ki burası? “Benim hâlâ gerçek olmadığımı mı düşünüyorsun?” dedi Dize. Uykulu bir ses tonu vardı. Etrafında olanları pek taktığı söylenemezdi yani. Murat cevapladı.
195
Birim Sıfır
“Bunu
düşünmüyorum,
biliyorum.
O
yüzden
neden
kabul
etmiyorsun hemen?” Kız gözlüklerini çıkardı. Çok güzel gözleri vardı. “Neden böyle düşünüyorsun ki? Çok rahat olduğumdan mı? Ne yani, ben de her dakika bilim insanı kimliğimle dolaşamam ki,” dedi. “Bazı zamanlar rahatlamam gerekiyor.” Murat güldü. “Ama şimdi de çok rahatsın. Ve ben bundan rahatsız oluyorum. Yani lütfen. Kırmızı bikini giymişsin, karşımda güneşleniyorsun. Bu biraz fazla zorlamak olmuyor mu sınırlarını? Benim Dize’yi böyle gerçekte böyle görme olasılığım ne kadar Allah aşkına?” Dize doğruldu. Şapkasını çıkardı. Kızıl saçları döküldü. “Peki ya gerçek olmasam ne yazar?” dedi kız. Ayağa kalktı. Şezlonga oturan Murat’ın dibine kadar geldi. Karşısında hafifçe eğildi. “Nefesimi suratında hissedebiliyor musun?” diye sordu. Murat hissedebiliyordu. “Yapma,” dedi. Kız, “Bir soru sordum?” dedi. Murat, “Hissediyorum,” diye cevapladı soruyu. “Ama bu seni gerçek yapmaz.” Dize Murat’ı kolundan tuttu ve ayağa kaldırdı. Şimdi yüzleri birbirine değecek kadar yakındı. “Seni şimdi dudaklarından öpsem gerçek olup olmadığıma inanır mısın?” Murat, “Dize ile benim arkadaşlığımda öyle bir şey yok,” dedi. “O yüzden yapma. Nasıl bir şekilde beynimle oynuyorsunuz anlamıyorum ama dur.” Dize kollarını adamın boynuna doladı.
196
Cilt 1
“Sana bir oyunun oynandığı yok Murat,” dedi. “Sadece olanı gör. Karşında duranı. Ben buradayım. Beni fiziksel olarak da hissediyorsun. Aklın kabul etmek istemiyor ama ben Dize’yim. Senin tanıdığın Dize’nin aynısıyım. Belki tam olarak o değilim ama kökenim o. Onun gelecek olasılıklarını gösteriyorum sana. Bu hareketlerim hepsi onun içinde olan şeyler. Ancak sen bunları göremedin. Çünkü hiç bu kadar her şeyden uzak ve yalnız olmadınız,” Murat elini kızın beline attı. Teninin sıcaklığını hissetti. “Bu olamaz,” dedi. “Benden yardım bekleyen dostlarım var.” Dize, “Peki sana kim yardım edecek?” dedi. Murat sustu. Kız dudaklarını adamın dudaklarına yapıştırdı. Murat beyninde bir şeylerin değiştiğini hissetti. Birden renkler, kokular, duyular, her şey daha canlı olmaya başlamıştı. Onun dudaklarından kendini ayıramadı. Gözlerini kapadı. Sesler kulağından akıp gidiyordu, bir rüzgâr ikisinin de saçlarını hareket ettirdi. Birbirlerinden ayrıldıklarında artık Murat mekânın dışında, ayrı hissetmiyordu. Şimdi dâhil olmuştu buraya. Dize gülmeye başlamıştı. “Hadi yüzelim,” dedi ve koşarak havuza atladı. Murat üstündeki tişörtü çıkardı. Güldü. “Senin ne olduğunu çözeceğim,” dedi sessizce, sonra gülerek bağırdı. “Dikkatli bak, balıklama nasıl atlanır bir öğren!” dedi.
***
Dize müziği dinliyordu. Portishead – Nylon Smile.
197
Birim Sıfır
“En sevdiğim müzikler burada. Güzel bir ev, harika bir sahil, masmavi bir deniz,” dedi. “Peki Murat neden ben rahat değilim?” Murat batmaya başlamış olan güneşe doğru bakıyordu. “Çünkü bir türlü kendini bırakmıyorsun akışa… Sürekli bir kaos ortamında olmak, hep krizlerle uğraşmak insanda böyle bir etki yapar. Şimdi
onlar
olmayınca,
eski
o
öğretmen
Dize
Demirsoy’a
geri
dönemiyorsun. Değiştin Dize. Bir kere daha değişebilirsin demektir bu.” Kız güldü. “Çok uzun cümleler kuruyorsun Murat. Sen bile benim istediğim şekilde konuşuyorsun,” dedi. Murat şaşırmış bir suratla ona baktı. “Dediklerime
katılmadığını
düşünüyordum.”
Dize
bir
süre
konuşmadı. Sonra müziğin içinden sesi Murat’a yetişti. “Hayır, katılmıyorum ama beni yöntemin benim sevdiğim türden. Yani sen aslında bilinçaltımsın,” dedi. “Benim korkak yanım.” Murat geriye çekildi. Bozulmuş gibiydi. Gerçek olmama ihtimalini kesinlikle düşünmüyor gibiydi. Ama konuştuğunda o konuyla ilgili değil, son cümleyle ilgili yorumda bulundu. “Korkak yan mı?” Ayağa kalktı. “Ne korkaklığından bahsediyorsun sen Dize? Sence burada kalmak kolay olan mı? Oyundan çıkmak, kenarda durmak? Bunlar korkaklık değil kızım! Bunlar asıl cesaret isteyen şeyler. Sen o hayatın bağımlısı oldun. Belki de hep bunu bekliyordun. O üniversitede, senin zekânın yakınından bile geçemeyecek öğrencilere ders verirken, hayatının ne kadar boş olduğunu düşünüyordun. Hiçbir şey içindeki o boşluğu dolduramıyordu. Sonra bir anda bu acayipliklerin içine düştün.” Dize onu kesti.
198
Cilt 1
“Sevdiğim adam öldü! O yüzden bu işlerin içine çekildim ben!” diye bağırdı. Murat güldü. “O sadece bir bahane Dize. Senin içindeki o bir şeyleri değiştirebilirim özgüvenini görebiliyorum ben. Hani diyordun ya, sen benim bilinçaltım mısın diye? Belki de öyleyimdir evet! Biliyorum seni ben. Birim Sıfır’a ihtiyacın var senin! Dünyayı kurtaracaksın. Komiksin ama işte! Hiçbir
şeyi
düzeltemezsin
sen!
Kimse
düzeltemez.
Sadece
kendi
saçmalığınızda küçük yapbozlar çözüp eğlenirsiniz siz! O geri zekâlı oyunlardan kurtulmak ve burada kalmak asıl cesareti ister. Sıradan olduğunu kabullenmek asıl cesareti ister. Anlıyor musun beni? Sen bu dünyayı değiştirmeyeceksin. O kadar. Kabullen!” Dize durdu. Bir şey demek için ağzını açtı. Sonra sustu. Karanlık çökmüştü.
BURADA 16.40 Görüntülere bakıyordu. Sesleri kafasında çözmek için uğraşıyordu. Her şey birbirinin içindeydi, herkes birbirine karışıyordu. Birkaç gündür sakin duruyordu. Aklına bazen minibüste olanlar geliyordu. Gülümsüyordu sonra. Nedim hastanede mutluydu. Kabullenmişti. Đçeri giren kadını
199
Birim Sıfır
gördüğündeyse bütün sakinliği ayaklarının ucunda başlayarak kafasının tepesinden havaya karıştı gitti. Yanındaki yaşlı adam, “Merhabalar evlat,” dedi. Nedim, “Niye buradasınız?” diye sordu. “Rahat bırakılmak istiyorum artık ulan!” Bağırışı kendisini de şaşırtmıştı. “Lütfen,” dedi kadın. Yanına çöktü. “Birçok insan yardım edebilecek bir pozisyonda duruyorsun. Sadece bana izin ver. Birkaç şey öğrenip gideceğim buradan. Tamam mı?” Kızıl Gizem erkeklerin dilinden anlardı, delilerinden dilinden daha da iyi anlardı. Arada pek fark yoktu. Nedim sustu. “Peki,” dedi. “Sorun ne soracaksanız.” Gizem gülümsedi. “Ona gerek kalmayacak,” dedi. Sonra elini çocuğun koluna koydu. Panorama da tam o saniyede başladı. Yüzündeki ifade sabitlendi. Konuşmaya başladı. “Bir daire var,” dedi. “Boş bir apartmanda. Birileri o apartmanı kullandı. Menteş’i bulmak için. Đhsan Menteş.” Taylan sordu. “Nasıl?!” Kız onu duymamış gibi konuşmaya devam etti. “Bağlantıları bulup, biriktirecekler,” dedi. “Bu daire, acayip bir yer. Onu Menteş’i çekmek için kullanacaklardı, yapamadılar. Onun yerinde Menteş’in olduğu yerde herkes çıldırdı. O daire kendi başına hareket edebiliyor.” Sustu. Öksürdü. “Gizem!” diye bağırdı. “O dairede kötü şeyler olmuş. Orası bir yerden bir yere gitmek için kullanılıyor, ama bozulmaya başlamış. Kendi
200
Cilt 1
kafasına göre başka şeyler de yapabiliyor yani. Ya da hep öyleydi. Bilmiyorum.”
***
Öyleydi. O ev birçok mekânın gücünü yansıtma özelliğine sahip bir yerdi. Yani hem otobüsün, hem mescidin, hem aynalı odanın, bazılarına göre buzdolabı’nın bile gücünü kopyalayabileceğine inanılıyordu. O gün de bir risk aldı Yasin. Ve denedi. Ev kendi sahibini kendine çekebilir miydi? Olmadı. Zaten yakında oturan Menteş’i evle çekmek için uğraşırken, işler karıştı. Evin bir diğer özelliği ortaya çıktı. Đşin doğrusu bu özellik türbe’nin özelliği ile örtüşüyordu. Ama daha farklı bir versiyonuydu. Delirtmişti Menteş’in çevresindeki bazı insanları.
***
“Orayı bulmalıyız,” dedi. Gizem. “Ege ile yanındaki kıvırcık saçlı çocuğun başı ilk orada derde girdi,” dedi. Nedim bağırmaya başlamıştı. “Yeter!” Gizem ise durmuyordu. Gözünün önünden gerçeklik bozulurken apartmanın ismini gördü. “Halimçiğdem!” diye bağırdı. Elini çekti. “Halimçiğdem Apartmanı. Oraya gitmemiz gerek. Oradan da Kocaeli’ye.”
201
Birim Sıfır
17.02
Minicik yüzü, hafif turuncumsu saçları, kahverengi gözleriyle ona bakıyordu. Ayağa kalkmaya çalıştı. Yer çekimi, ondan daha güçlüydü. Olduğu yerde kalakaldı. Dünya durmuyordu, sarhoşluk sonrası odak problemini bilirdi Oğuz. Sarhoşluk onun en çok yaşadığı dünya eylemlerinden birisiydi nasıl olsa. Ancak bir şeyler farklıydı bu sefer. Sanki gerçeklik, bozuktu, kusacakmış gibi hissetti. Gözlerini kapattı ve açtı. “Of, Oğuz, dur yattığın yerde ya,” dedi Ezgi. Oğuz, kızın arkadan toplanmış saçlarını izledi, alnına baktı, burnu, ağzının kenarları, çenesi, bütün yüzünü içine sindirdi. Sanki bir daha geri dönemeyecekti. Gitmesi lazımdı. Dışarı çıkmalıydı. Đçerisi üstüne üstüne geliyordu. Kaç saattir uyuyordu? “Seni bir daha göremeyebilirim,” dedi. Ezgi ayağa kalktı. Elini saçlarının arasından geçirdi. “Neden?” diye sormadı. Sadece onun yüzüne baktı. Öyle bakıyordu ki, Oğuz evrende onun bakışının hedefi olduğundan dolayı var olduğuna inanabilirdi. Đlahi bir güzelliğe sahipti kız. Oğuz ise çizginin diğer tarafındaydı. “Biliyorum anlamayacaksın ama, bir şeyler oluyor bana,” dedi. Ezgi yine cevap vermedi. Oğuz tekrar konuşacaktı ki, kız onu susturdu. “Daha konuşma. Zaten sıçacağın kadar sıçtın bugün bu ilişkinin içine.” Koltuklardan birinde duran çantasını aldı. Koltuk rengini kaybetti. “Kendi kendine acımana ve etrafındaki herkesi senden sıkmaya…” Durakladı. Gözleri dolmuştu. “En çok da seni sevenleri kendinden uzaklaştırmaya rahat rahat devam edebilirsin artık Oğuz, tamam mı?”
202
Cilt 1
Sonra da kız gitti. Adam geride kaldı. Sehpadaki sayfalara baktı. Aklına sarhoşken gördükleri geldi. Koltukta oturur şekle geçti. Ayakları yere değdi. Ama bir gariplik vardı. Halı yapışkan bir haldeydi, sıvı bir hale gelmişti sanki. Kalksa, sanki batacaktı yere. “Ne oluyor lan?” diye düşündü. Ayaklarını geri çekti. Gözlerini kapatıp açtı. Ayağa kalktı. Gerçekten de bir bataklığın üstünde duruyormuş gibi hissediyordu. Ayakları hafiften yerin içine batmıştı. Dünya gözünün titreşiyor gibiydi. “Đmdat,” dedi sessizce. Yardım gelmedi.
18.19
Halimçiğdem
Apartmanı
sabahki
halinden
daha
acayip
gözüküyordu. Gizem terlemişti ve suratı bembeyazdı. Kız yorgundu ve ‘burası’ ona hiç iyi gelmiyordu. “Burası hastalıklı bir yer Taylan Bey,” dedi. Taylan’ın ise suratından endişeli olduğu belliydi. “Gizem, bir kere daha diyorum, kötüsün. Bu şekilde seni tehlikeye atmak istemiyorum!” Kızıl Gizem durdu. Zoraki de olsa gülümsedi. “Benim tehlikesiz bir ortamda olduğum zaten nadirdir,” dedi. “Bela belayı çekermiş diye bir laf vardır, bilirsiniz.” Yaşlı adam, kıza bir bakış attı. Gülümsedi. “Kendini zorlama yok,” dedi ve apartmandan içeri girdiler.
203
Birim Sıfır
2 1 Ekim, 11.45
Ege, Güven denen adama kesinlikle güvenmiyordu, aynı zamanda Hüseyin daha kapının kilidine anahtarı soktuğunda bir kapana giriyorlarmış hissine vakıf olmuştu. Yine de sessiz kaldı. Dur bakalım, diye düşünerek Hüseyin’in ardından daireye girdi. Đçerisi bomboştu. Duvar yoktu, mutfak, tuvalet hiçbir şey yoktu. Ege, “Burası ne biçim bir apartman dairesi Güven Bey?” dedi. Güven de, “Burası bir apartman dairesi değil aslında zaten,” dedi. Gülümsüyordu. Hüseyin, “Nasıl yani?” diye sordu. Güven odada dolaşmaya başladı. Elinde anahtar odayı inceliyordu. Kapıyı ne zaman kapamıştı bu adam? “Biliyor musunuz, ilk defa bir mekâna rota vereceğim,” dedi. Ege penceresi bile olmayan bu acayip yerde kalmaktan rahatsız oluyordu. Başı ağrımaya başlamıştı, sinirinin yükseldiğini hissetti. “Sen ne diyorsun lan?” diyerek üzerine yürümeye başladı Güven’in. Adam ise onu hiç takmadan, konuşmaya devam etti. “Üç tip oda vardır biliyor musun?” dedi. “Bir Beyaz, iki Siyah, üç de Gri.” Hüseyin meraklıydı ama yine de kötüydü, suratı az sonra kusacak birinin yüzüne dönmüştü. “Beyaz odalar en değerlileridir. Azdır sayıları. Çoğu da Đstanbul’da. Đlginç.” Sustu, Ege’nin yüzüne baktı. “Kötü
204
Cilt 1
gözüküyorsunuz?” dedi dalga geçer gibi. Ege yere kapandı. Hüseyin ise kusmaya başlamıştı. “Beyaz Oda’larda, zamanda, mekânda ve evrenler arasında yolculuk yapabilirsiniz,” dedi Güven. “Siyah Oda’lar ise, tek bir noktaya açılırlar, onları bir kere ayarlarsınız, hep oraya gidersiniz. Bu bir zaman da olabilir, bir evren de, bir mekân da…” Hiç etkilenmemiş duran adam yerde yatan diğerlerine baktı. Onları küçümser bir bakışla konuşmasına devam etti. “Bir de şu an içinde olduğumuz Gri Oda’lar vardır. Bunlar en dengesizleri ve en garipleridir. Sonradan oluşurlar. Kopyalayıcı özellikleri vardır: Diğer mekânlarda bulunan biri, bu odayı istediği her şey için kullanabilir. Ancak arada gariplikler olabiliyor. Mesela bugün Otobüs’ü kullanan bir arkadaş var bizim. Otobüs’ten de istediğiniz insanı yanınıza çekebiliyorsunuz. Şu Menteş denen adamı çekmek için kullanacaktık burayı da, çünkü buranın bağlantısı o. Daha etkili olur diye düşündük. Hem adamı mekânında görmek de ilginç olacaktı. Ama işler tahmin ettiğimiz gibi olmadı. Duyduğuma göre insanlar delirmiş.”
Komikmiş gibi gülüyordu. “Siz
gerçekten sefil varlıklarsınız,” dedi sonra. “Sizin işinize Yasin Abi iyi bakar.” Sonra odanın ortasına geçip gözlerini kapadı. Birden aydınlık çöktü her yere. Hava somutlaştı, Ege bağırmak istedi ama yapamadı. Bir saniye sonra, aydınlık söndü. Şimdi bir tek Güven kalmıştı geride. “Yaptım!” dedi gülerek. Keyiflenmişti, daireden dışarı çıktı.
***
205
Birim Sıfır
Uyandıklarında Kocaeli’de bir halıcıda olduklarını bilmeden, onlara yukarılarından bakan Lemi’yle karşılaştılar. Lemi sıkıntılıydı, angarya bir işle uğraşacaklarından dolayı sinirliydi. Belki içinde biraz da bu işleri onun yapmasının yarattığı kıskanma da vardı. O daha yüksek yerlerde olmalıydı. “Hadi hadi, sizinle mi uğraşacağım lan ben?” dedi adam. “Hızlı olun, halledelim bitirelim şu işi çabucak. Sonra siz sağ, ben selamet.” Đki tane ızbandut tip, Ege ile Hüseyin’i ayağa kaldırdı. Ege direnmeye çalıştı ama hasta gibiydi. Hüseyin ise korktuğundan, direniş göstermemesi için hasta olmasına gerek bile yoktu. “Kimsiniz ulan siz? Kimsiniz!” diye bağırdı Ege. Lemi ise onu hiç takmadı bile. “Bunları Telefon Kulübesi’ne götürün,” dedi ızbandutlara. “Ben de geleceğim az sonra.” Ege beyninde feci bir ağrı, Telefon Kulübesi’nin ne olduğunu tahmin etmeye uğraşmadı bile. Oysa bu takriben üç gün sonra, Murat ve Dize’nin arandığı yer de tam bu telefon kulübesiydi. Bir arabaya bindirildiler, gözleri bağlanmıştı. Karanlığın içinde iki tane birbirinden farklı adam, yollarına devam ettiler. Hüseyin, “Abi abi, öldürecek misiniz bizi!” diye bir anda titrek bir sesle bağırmaya başladı. Kafasına bir darbe yiyince, sustu. Ege ise gereksiz yalvarmaların uzağından bile geçmeyen bir karaktere sahip olduğundan o tarz çıkışlar kesinlikle yapmıyordu. Ancak az önceki direnme hali de gitmişti. Kabullenmişti durumu. Öldürülmeyeceklerini biliyordu. Öyle olacağını bilse belki her şey daha kolay olabilirdi. “Bu tarz acayiplikler kural falan bırakmadı tabii,” diye düşündü.
206
Cilt 1
Eski Telefon Kulübesi karanlık depodaydı. Bir dolu halının olduğu bu deponun alt katında duruyordu. Lemi, iki adamı da buraya indirtti. Hüseyin ağlamaya başlamıştı, Ege ise sessizdi. Izbandutlar ikisinin de ellerini çözdüler. Lemi “Çıkarın bağları,” dedi. Hüseyin çekine çekine, Ege ise hemen çıkardı gözlerini kapayan kumaş parçasını. “Sen kıvırcık saçlı, önce sen gir kulübeye. Sonra dokuza dokuz kere bas. Ahizeyi kulağına koy. Oldu mu?” Hüseyin durdu. Lemi bağırdı. “Hadi hadi hadi! Sıçacağım bacağınıza ha! Biraz kaldır lan götünü!” Genç adam kulübeden içeri girdi. Ege, “Ne bu?” diye sordu sakince. Lemi, “Bekle gör,” dedi. Hüseyin ahizeyi kulağına götürdü ve dokuza dokuz kere tıkladı. Dua etmiyordu, korkmuyordu bile artık. “Ne olacaksa ols..” Sözü kesildi, kulübenin içinden dışarıya bir gıcırtı sesi geldi. Şimdi içi boştu. “Sıra sende koçum,” dedi Lemi. Ege hiç tereddüt etmeden kulübeye girdi. “Seninle bir daha karşılaşacağız,” dedi. “O karşılaşmanın pek hoş olmayacağına bahse girebilirsin.” Lemi güldü. Ege de dokuza dokuz kere bastı. Ahize kulağındaydı. Bir an beynini patlatacak bir ses patlaması oldu. Diğer an, bir gölün kenarındaydı. “Siktir ya,” dedi.
207
Birim Sıfır
5 Ekim, 16.17
Yol dışarıdaydı. O ise içeride. Ön koltukta oturuyordu, Lemi radyoyu açmamıştı. Arabadaki sessizliğinin, içinin gürültüsüyle birbirine çok yakıştığını düşündü. Oraya tekrar gitmek istemiyordu. Hem de hiç. “Başka nereleri buldunuz?” diye sordu Salih Uygur. Lemi önce bir şey demedi, sonra konuştu. “Sen başka nereleri biliyorsun Hoca Efendi?” Salih birçok yeri biliyordu. O gün o mescitte yaşananlardan sonra, hayatını çok farklı bakış açılarıyla görmeye başlamıştı. O saatten sonra hayat tamamen gizemli bir olguya dönüşmüştü. Tek cevap Allah’taydı. O da çoğunlukla sessiz kaldığından, Salih, insanın görevinin gerçeği tek başına bulmaya çalışması olduğunu düşünmüştü. Bu nedenle, o lanetli yerden çıkıp buraya yerleştiğinde, birçok kişiyle ilişkisini kesmemişti. Eski gazete arşivlerini karıştırmış, gözüne garip gelen her olayı not almıştı. Ama bu tarz işlerle ilgilenen herkesin karşılaşacağı öyle ya da böyle karşılaşacağı tek bir şey vardı. Salih bombayı patlattı.
“Buzdolabı’nı buldunuz mu?”
Lemi kendine güvenen havasından bir süreliğine sıyrıldı. Adama döndü. Gülmeye başladı. “Buzdolabını sen biliyorsun yani?” diye sordu içi ölü balıklarla dolu bir denizin dalgalarına benzeyen kahkahalarının içinden. Salih ise sakindi. “Đşin doğrusu yanlış bir soru sormuş oldum sanırım,” dedi.
208
Cilt 1
“Bana
ihtiyacınız
olduğuna
göre
Buzdolabı’nı
kesinlikle
bulmuş
olamazsınız.” Lemi cevap vermedi, gülüşleri zayıflamıştı. Salih, “Gri Oda’da sizde ama… Ondan eminim,” dedi sonra. Lemi yine konuşmadı. Salih devam etti. “Gri Oda sizdeyse, Kara ve Beyaz’da sizdedir.” Aklından yerleri geçirmeye devam etti. “Telefon kulübesi, aynalı oda?” Lemi sinirleniyordu. “Susacak mısın yoksa susturayım mı?” Salih ise durmuyordu. “S.S denen adamı günahım kadar sevmezdim ama en azından o mekânlara sizden daha önem veriyordu. Sizin gibi onları ucuz fahişe gibi her önüne gelene pazarlamıyordu.” Lemi, “S.S orospu çocuğunun tekiydi, şimdi de kim bilir hangi cehennemde! Ve sen, ben yanındayken bizim hakkımızda böyle laflar etmen hiç hoş değil,” diye sinirini bastırarak konuşmaya çalıştı. Pek başarılı değildi. Entelektüel Đmam Salih, “Neden beni Otobüs ile çekmediniz!” diye bağırdı.
“Siz
o
acayip
manyaklıklardan
bir
şey
anlamıyorsunuz.
Korkuyorsunuz be onlardan!” Lemi arabayı yolun kenarına çekti. Silahını çıkardı ve Salih’in kafasına dayadı. “Bu namluyu görüyor musun? Kokusunu alabiliyor musun demirin? Bu silahla çok kişi öldürdüm Batıl Herif! Şimdi susacaksın ve senin şu gerzek Mescit’ine gideceğiz. Sonrasında ise… Biliyorsun sonrasını… Buzdolabını kapağını açık bırakmışız da, onu kapatmaya gideceğiz hep birlikte.” Salih silaha baktı bir de dışarıyı seyretti.
209
Birim Sıfır
“Umarım o şey kendi kendisini yok edebilmiştir,” dedi. Bu sefer de Lemi gülmeye başladı. “O zaman inanacak neyimiz kalırdı?” dedi. Sözleri tarih öncesinden şimdiye, bu arabaya uzanan ucu zehirli mızraklardı.
ORADA Murat, “Burada zaman bir garip değil mi?” dedi. Hâlâ havuzun başındaydılar ama, şimdi hava soğuduğu için daha kalın giyinmişlerdi. Şezlongları birleştirmiş, yanyana yatıyorlardı. Dize, “Burada zaman yok ki,” dedi. “Saçmalama o yüzden ve sus.” Murat kızın yüzünü inceledi. Kulağının altından öptü onu. Dize daha da sıkı sarıldı ona. Murat sordu. “Şimdi burası benim gerçekleşmiş ütopyam yani?” Dize, “Sıkılmıyor musun sürekli soru sormaktan?” dedi doğrulup. Murat da diklendi. Sinirlenmişti. “Bak Dize, diyorsun ki, burada sorun yok, her şey güllük gülistanlık. Hiçbir şey düşünme, hiçbir şey sorma. Ama unutma, her şeyin başında o elmadan ben de bir güzel yedim. Soru sormam, anlamam lazım. Buraya uymuyorum. Sen ne olduğunu, ne olmadığını karıştırmaya başladım. Beni kandırmak için şarkılar söyleyen Siren’lere benziyorsun. Kafam dağılıyor. Oysa bana ihtiyacı olan insanlar var,” dedi. Dize de tam bu noktada gülmeye başladı.
210
Cilt 1
Murat, “Neye gülüyorsun?” diye sordu bezgin bir şekilde. Dize şezlongdan kalktı. Üstünde tek parça, ince bir elbise vardı. Simsiyahtı. Kızıl kestane saçları ve bu karanlık, havuzun başında, ay ışığında ilahi derecede tehlikeli gözüküyordu. Tanrıların cinayetleri bile bu kadar tutkulu olamazdı. Oysa onun bir yürüyüşü, tek nefes alışı, yedi günahın hepsini parçalamaya yetiyordu. “Sana insanların ihtiyacı olduğu düşüncesine neden bu kadar çok yapışıyorsun anlamıyorum,” dedi. Murat umursamaz bir tavırla konuştu. “Evet, anlamadığın için böyle bir cümle kurdun zaten. Ne demek bu şimdi?” Dize havuzun etrafında yürümeye başladı. “Bilmiyorum, bu herhalde senin polis olmanla da alakalı bir durum. Yani hayatında sürekli ihtiyaç duyulan insan olmak istiyorsun sanırım.” Birden suratına abartılı bir endişe ifadesi getirdi. “Memur bey, memur bey! Kurtarın beni! Size ihtiyacım var!” Dalga geçiyordu enikonu. Murat ayağa kalktı. “Benim bir nevi ilgi manyağı mı olduğumu söylüyorsun Dize?” dedi. Sesi sertleşiyordu. Dize havuzun kenarına oturdu, ayaklarını suya soktu. “Neden ailenin seni hiç takmamasını, bu şekilde yansıtıyorsun Murat?” dedi. Murat gülmeye başladı. “Bu da nereden çıktı? Ailem bana tapar be!” Dize suratına yine o dalga geçen gülümsemeyi yerleştirdi. “Tabii tabii,” dedi. Bir mumyanın pinpon oynamasını seyreder gibi eğleniyordu.
***
211
Birim Sıfır
Ellerindeki
kahvelerden
havaya
savrulan
dumanlar,
birbirine
sarılıyor sonra da kavgalı sevgililer gibi küfürleşerek ayrılıyordu. Verandada oturan iki figür önlerindeki sessiz denizi izliyordu. Dize saçlarını toplamıştı. Hâlâ üstünde buraya geldiği sırada giydiği takım elbise vardı. Murat da sabahki haliyle duruyordu ama şimdi üstüne bir hırka giymişti. “Üşümüyorsun değil mi?” diye sordu. Dize hayır anlamında başını iki yana salladı. Murat tekrar konuştu. “Pek bir sessizleştin… Ben şu saate kadar hâlâ kavga ediyor olacağımızı düşünüyordum,” dedi. Dize güldü. Kahvesinden bir yudum aldı. “Küçükken çevremde bilimkurgu kitapları okuyan tek kız bendim. Đşin doğrusu erkekler de okumuyordu ya neyse.” Murat dinliyordu. Đlgisini çekmişti. “Ne bileyim ortaokulda Jules Verne okumaya başlamıştım. Tamam onun birçok eseri şimdi bildiğimiz bilimkurguya benzemez, daha bir oturaklıdır… Ama o bir kapı açtı benim için. Ortaokulun sonlarına doğru H.G Wells, Arthur C. Clarke… Ne bileyim Ray Bradbury falan okumaya başlamıştım. Douglas Adams! Otostopçunun Galaksi Rehberi’ni okumuş muydun?” Murat kahvesinden bir yudum aldı. “Evet okudum,” dedi. “Aslında türü oldukça dalga alan bir havası vardı romanın. Yine de ciddi, düşündürücü hoş bir macera sunabiliyordu.” Dize, Murat’a baktı.
212
Cilt 1
“Burası kesinlikle gerçek değil,” dedi gülerek. Murat abartı bir ifadeyle, bozulduğunu gösterdi. Đkisi de karşılıklı gülüyorlardı şimdi. Dize devam etti. “Đşte o kitaplar aslında beni fizik ile ilgilenmeye itti. Yani o yaşta hangi çocuğun odasında Einstein’ın, Newton’ın posterleri olur?” Güldü. “Daha o zamanlardan Edison’a sövmeye, Tesla’ya tapmaya başlamıştım düşün!” Gökyüzünde ışıklar yanıp sönüyordu. Evren koskoca bir dükkân vitriniydi sanki. Neon ışıkları zayıflamaya mı başlamıştı acaba? Sahip arka taraflarda mıydı? Müşteriler neredeydi? Herkesin payına ne düşecekti? Bu sonsuz dükkânda aradığımız şeyi neden hiç bulamıyorduk? “O zamanlardan beri Murat… O zamanlardan beri, evrenin göründüğü gibi olmadığına inandım ben. Her şeyin açıklanabileceğini hâlâ savunuyorum, insan aklının kâinatın başına gelmiş en acayip şey olduğunu düşünüyorum hatta. Ama şu anki düşündüğümüz sınırlardan daha da ötesi olduğunu hissediyorum. Hatta artık görüyorum bunu. Sıfır bana bu şansı verebildi anlıyor musun?” Murat sustu. Ayağa kalktı. Dize’nin önünde eğildi. Kadının elini tuttu. Gözlerinin içine bakıyordu. Kahve hâlâ sıcaktı. Soğuyamazdı. Dumanların arasından yüzleri kesişti. Konuştu. “Dize her şey bir gizem, her yerde bir mucize var. Ama bu filmi tamamen, tek başına yakalayamazsın. Bir yer gelecek ve gözlerini kapaman gerekecek. Ve sana bir şey diyeyim mi? O zaman geldiğinde hiçbir şey yapamadığını fark edeceksin… Neden bu gerçeği kabullenmek için o zamana kadar bekleyesin?”
213
Birim Sıfır
BURADA 5 Ekim, 18.20
Güven salonda ayakta duruyordu. Terlemişti. Ayak tırnaklarını uzun zamandır kesmediği geldi aklına. Ayakkabısının içinde acıtıyorlardı. “Çoraplarım da delinmiştir ya,” dedi. Aynaya baktı. Su içerken sokabilecek kadar şerefsiz bir yılandı o. Kendi cenazesine rengârenk kıyafetlerle katılabilecek saygısız bir ölü gibiydi. Dışarıdan ayak sesleri duydu. Bu bomboş apartmanda çıldırmış mıydı yoksa? Onun kendi özel doğaüstü acayipliklere sahip Anayurt Oteli’ne mi dönüşmüştü Halimçiğdem Apartmanı? Camdan dışarı baktı. Đçeriye Taylan Yıldırım ile Kızıl Gizem’in girdiğini gördü. “Tanrı misafiri,” diye düşündü. “Bunları da gitmeleri gereken yere gönderdim mi sorun yok” Hafifçe öksürdü. Belki de gülmüştü. Ağzını bir peçete ile temizledikten sonra üstüne kahverengi bir ceket geçirdi ve giriş katındaki dairesinden dışarıya çıktı. “Merhabalar size nasıl yardım edebilirim?” dedi güler yüzle. Sırıtışının kenarlarında yamyam bir kabilenin, yemek tarifleri gizliydi sanki. Taylan Yıldırım sakin davranmayacaktı. Güven’i duvara dayadı. “Bana bak seni şerefsiz piç! Benim tam dört yoldaşım burayla bağlantılı bir şekilde ortadan kayboldu! Bana yardım mı etmek istiyorsun orospu
214
Cilt 1
çocuğu! Bana o kişilerin nereye gittiğiyle ilgili konuşacaksın!” Sesi boş binada yankılanıyordu. Gizem basamaklardan birisine oturdu. “Burası hastalıklı bir yer,” dedi. “Gri bir oda var. Tehlikeli.” Güven şaşkınlık içinde kadına baktı. “Kim olduğunuzu bilmiyorum,” dedi. “Ne yapmaya çalıştığınızı da anlamıyorum ama polis çağırmak zorunda bırakmayın beni!” Bu sefer işler beklediği gibi kolay gitmeyecekti belli. Gizem ayağa kalktı. “Nedense kendimi burada daha iyi hissetmeye başladım,” dedi kendi kendine konuşur gibi. Sonra eliyle Taylan’ın duvara dayadığı Güven’in yüzüne dokundu. Adam bağırdı. Kız güldü. Gerçekten farklı davranıyordu. “Bu odayı biliyorum,” dedi. “Burada en son mekândan çıkan kişi, özelliği kopyalayabiliyor değil mi? Siz de buranın bağlantısını çekmek istediniz. Đhsan Menteş.” Güven konuşamıyordu. Gizem parmaklarını adamın alında gezdirmeye başladı. Taylan’a çekilmesini söyledi. Adam geriye çekildi. Gizem şimdi ön sevişmeye hazırlanan bir kadın gibi Güven’in üstüne
abanmıştı.
Ama
Güven
bağırıyordu.
Beyninin
kızardığını
hissediyordu. Gizem ise hâlâ kendi kendine konuşur gibiydi. “Burada ne oldu anlat bana hadi…” dedi. “Sadece anlatmanı istiyorum. Gri Oda’lar sonradan oluşurlar, Beyaz ve Kara Oda’lar gibi başlangıçtan itibaren oldukları gibi değillerdir.” Güven istemese de burada bir şeyler anlatacaktı. Çünkü bu lanetli yerde Gizem adeta bir öfkeli bir Tanrıça’ydı. Onu durdurabilecek hiçbir şey yoktu. Kızıl Đlahe güldü. “Anlatacaksın,” dedi.
215
Birim Sıfır
1972, 4 Eylül, 22.45 Halimçiğdem Apartmanı/ Daire 4
Đhsan Menteş daha doğmamıştı. Daha onun doğumuna iki yıl vardı. O zamanlar Ertan Menteş ile karısı Olcay Menteş hâlâ bekârdı. Gençlerdi, hayat dolulardı. O günden sonra bu özelliklerin devam ettirmeleri zor olacak ama yine de başaracaklardı. Yine de bir daha dünyaya olan eski güvenleri artık ortada olmayacaktı. Tamamen yok olacaktı hatta. Puf! Ertan yanında duran karısının bacaklarını okşuyordu. Olcay’ın elinde gazete vardı. Adam ise sigara içiyordu. Önündeki sehpada da çayı duruyordu. “Bugün nedense çok güzelsiniz Olcay Hanım,” dedi Ertan. Kadın güldü. “Hayır tatlım, bence sen bu akşam biraz fazla… Nasıl diyeyim?” Ertan lafını tamamladı gülerek. “Ne azgın mı diyecektin?” dedi. Sonra elindeki sigarayı kül tablasına basıp, kadının boynundan öpmeye başladı. Olcay da nazlanmayı bırakmıştı, elindeki gazeteyi bir kenara fırlattı ve Ertan’ın kucağına çıktı.
***
Bahsetmiştim, bazı zamanlarda evren durup dururken dengeleriyle oynar. Sonra boğazını parmaklar ve kusar. Aslında her şeyin başlangıcının
216
Cilt 1
da böyle olduğunu düşünemez miyiz? “Not Big Bang, Big Vomit: Büyük Patlama Değil, Büyük Kusuş.” Đşte güçlerin birbiriyle sonsuz kavgasında diğer taraf, öbürünü yere o anda kısa süre olsa yatırdı. Antarktika’da bir kardan adam ağlamaya başladı, bir balık hiç öğrenemese bile on dakikalığına dışarıda da nefes alabilme özelliğini kazandı ve Đstanbul’daki Halimçiğdem Apartmanı’nın Daire: 4’ü tamamen bir cehenneme dönüştü.
***
Kadın deli gibi bağırıyordu. Adam ise yerde yatıyor ve sessizce ağlıyordu. Bütün oda küçülüyor gibiydi, saatler, aynalar, kapılar, bütün her şey siliniyor gibiydi. Olcay yerde yatan kocasını gördü çığlıklarının arasından. “Ertan!” diye bağırmaya başladı. Ertan ise, “Kemik,” diye ağlıyordu. “Kemik!” Evin içindeki bütün nesneler yapış yapış bir hal almıştı. Kadın kendine geldi. Kendine gelmesinde önemli olan bir etken de belki özel haftasında olmasıydı. Ertan ağlıyordu, durduramıyordu kendisini. Yıllar önce ölen kedisi gözünün önündeydi. Kemik’ti adı kedinin. Gözleri dağlanmış, karnı yarılmıştı. Önünde duruyordu işte. “Kemik!” dedi adam yine. “Ölme!” Olcay kocasının koluna girdi. “Buradan çıkmalıyız Ertan” diye bağırıyordu. Daire her şeyi içine çeken bir kara delik gibiydi. Biraz daha dururlarsa onlar da ölecekti belki de. Apartmandakiler bağırışları duymuş ve dışarıya çıkmışlardı. Zaten sokak mahşer yerine dönmüştü desek normaldir. Ertan ve Olcay zar zor daireden
217
Birim Sıfır
çıktılar ve kapıyı kapadılar. Sesler ve vakum hissi bir anda kesildi. Merdivenlerden koşar gibi indiler. Ertesi gün eve tekrar geldiklerinde ve kapıyı bir şekilde açtıklarında, karşılarında bomboş bir daire göreceklerdi. Kasvetli bir gri rengin hâkim olduğu, korkunç bir yer. Bu olaydan beş yıl sonra mekân Ati adında birisine satılacaktı. Ati’nin elinden S.S buranın ve pislik beceriksiz kâhinin elinde olanda diğer mekânların da sahipliğine el koyacaktı. Ancak bir gün S.S de kaybolacaktı. Onun krallığının ardından da “Patron” gelecekti. Bir tür ticaretti her şey en sonunda. Para en büyük sihirdi. Ancak para maalesef Patron’u kurtarmaya yetmeyecek, hatta onun sonunu hazırlayacaktı. Çünkü parayı elde tutan, gücü de elde tutar. Gücü elde tutanın da kıskananı boldur. Bu tarz kıskananlar
da
genellikle,
en
yakınındadır.
Yasin
Patron’u
zarar
veremeyeceği olağanüstü bir huzur evine yollayacak ve Mekânların yeni efendisi olacaktır. Tabi ki onun planları daha farklıdır. O her şeyin efendisi olmak istiyordur. Đnsanın sonu gelmez kontrol, güç açlığının son versiyonuydu Yasin. Veliahdı da hazırdı: Lemi.
2009, 5 Ekim, 18.25
Yasin, Đstanbul’daydı. Telefonla konuşuyordu. “Hayır, hayır. Bu akşam hiçbir bağlantı, ben aynalı odaya gitmeden ‘hizmet’ kullanılmayacak,” dedi. “Lemi adamı deli etme! Sür işte arabanı arkadaşım. Sanki yer çok uzakta! Bursa yahu! Hadi adamlar sizi bekliyorlar.”
218
Cilt 1
Kapattı telefonu. Bu herif uyuzuma gidiyor çok, diye düşündü. Bela olacak ama dur bakalım ne zaman. Sonra düşündü. Eğer bu akşam her şey istediği gibi giderse… Ona gerek bile kalmayacaktı çok yakın zamanda. Bu akşam için ise program ilk olarak
Werner’ı
lokantaya
sokmasıydı.
Werner
onun
ilk
bulduğu
bağlantıydı. Lokanta’nın yaşayan tek bağlantılısı oydu. Ve adam yıllardan beridir, hizmetlerden yararlanmak için aralarına girmeye çalışıyordu. Haberi bile yoktu hiçbir şeyden. Aptal bir iş adamından başka bir şey değildi. “Üstüne para da alacağım. Harika ya,” dedi gülerek. Adamı mekâna bırakacak, hemen Kadıköy’e Merih Antikacılık’a geçecekti. Gecenin ilerleyen saatlerinde de bütün mekânlarda her şey tamamlandığında, ana merkezde görmek istediği tek şeyi isteyecekti. Halimçiğdem’e Đhsan Menteş, Mescit’e Salih Uygur, Otobüs’e Aziz Üzüm, Lokanta’ya da Werner Altmann. Dört yer. Hepsi aynı gece bağlantılarıyla birleşince… “Şu Oğuz kim acaba? Nasıl bulacağım o dangalağı?” diye düşündü. Bir bağlantı mıydı? Belki de Ati gerçekten iyice yaşlanmıştı. “Sarhoş sarhoş saçmaladı, kafamı karıştırdı,” dedi gülerek. Sigarasını içmeye devam etti. Đçinde yine de garip bir rahatsızlık hissi vardı. “Sıfır’ın ana kadrosunu da dağıttım dağıtacağım kadar. Daha ne yapayım yahu!” diye düşündü. Patron ile olan rüyasını hatırladı. “Şu şerefsizi bir ziyaret edeceğim her şey olup bittikten sonra,” diye kendine söz verdi. “Bana kötü bakıyor hayvan. Sanki kendisi nasıl geldiyse olduğu yere. Ektiğini biçer herkes yaşlı adam. Sen aklını kullanmadın, ben kullanacağım.”
219
Birim Sıfır
19.06
Oğuz Özben saatlerdir aynı bankta oturmuş duruyordu. Hâlâ kendisine gelememişti. Birilerinin onun peşinde olduğu paranoyası bütün varoluşunu yemiş, sindirmiş ve adeta ağzından dışarıya sıçmıştı. Şimdi sifonun çekilmesini bekleyen, intihara meyilli bir bok gibi denizi izliyordu. “Artık benim kurtulmam imkânsız,” dedi. Oysa imkânsız diye bir şey yoktu. Sular üstünde at koşturan, satranç taşları olabilirdi. Đskambil kâğıtlarıyla alışveriş yapılabilecek bir çağ gelebilirdi dünyanın tarihine. Đnsanlar arada bir doğabiliyorlardı mesela. Hatta bu doğan insanlar belirli bir süre geçtikten sonra ölüyorlardı bile. Zar hepyek gelebiliyordu, gözler düşeş beklerken. Diş fırçalama sırasında, yeni dünya düzenini çözebilirdi yeni dünya Arşimed’leri. Bağırarak kalkarlardı aynalarının önünden, yansımaların daha fazla eskitmeden. “Evreka, Evreka!” yerine: “Google! Google!” Oğuz ise bütün bunlara aldırmadan hâlâ, “Benim kurtarılmam imkânsız,” diyordu. Simsiyah sakalı, karman çorman saçları, sarhoşluktan çok daha tehlikeli bir evreye geçmiş olan aklı, kırmızı gömleği, kahverengi pantolonu ve oturduğu bank ile bütün insanlığa karşı protest bir duruş sergiliyordu adeta. Eylemsizliği eylem olarak kullanıyordu. “Pasif aktivizm,” dedi içinden. Gülmedi bile! Önünde ölü kuşlar birikiyordu. Yanından geçen kediler hemen uzaklaşıyordu. Moda’da sahilde, Oğuz her şeyi kendinden uzaklara
220
Cilt 1
itiyordu. Yaklaşanı ise anında zehirliyordu. Baktığı deniz bile iğrenç bir bulamaca dönüşmüş gibiydi. “Neden insan her zaman düşünmek zorunda?” diye söyleniyordu kendi kendine. Arada bağıra çağıra Onuncu Yıl Marşı’nı söylüyordu. Sonra, “Bir ihtimal daha var… O da ölmek mi dersin?” diyerek Türk Sanat Müziğine giriş yapıyordu. Bir ara Bob Dylan’dan Things Have Changed’i bile söylemişti. Çıldırıyor
muydu?
Yoksa
insanlar
çok
mu
normallerdi?
Anlayamadığını düşündü. “Artık anlayamıyorum. Önceden en azından soru soracak kadar anladığımı düşünürdüm önümdeki bu metni. Şimdi ise, ne harf görüyorum, ne de sesleri.” Sinestezik bir hasta gibi hissediyordu kendisini. Kaç saattir buradaydı? Saati de durmuştu. Oysa çok severdi bu zaman ayrıştırıcısını. “Bir gün gelecek,” dedi. “Hepimiz gölgelerimizin aslında peşimizde dolaşan ajanlar olduğunu anlayacağız. Ve onların kollarına sarılıp. ‘Çok pişmanım!’ diye ağlayacağız. Suçumuz ne bilmiyor olacağız! Sadece ağlayacağız. O kadar.” Garipti. Bu kesindi. Buraya gelene kadar etrafındaki gerçekliği görüşü oldukça değişmişti. Yaşayışı bozulmuştu. Değişiyordu sürekli. Aklını kaybettiğini düşündü. “Çıldırdım. Sonunda bu da oldu. Döndüm en başa işte,” dedi. Tövbe eden Kabil gibi ikiyüzlü hissediyordu kendisini. Çünkü belki yıllarca delirmeyi beklemişti. Rahatlayacağını düşünüyordu. Şimdi ise tek istediği “Bir saniye bile olsa var olmamak”tı. Olur mu? Olmaz.
221
Birim Sıfır
20.00
Bayılmış adamın başında duruyorlardı. Gizem elinde sigarası, oldukça canlı bir yüzle Taylan’ın yüzüne bakıyordu. “Evet, şimdi ne yapacağız?” dedi sonunda kadın. Taylan Bey güldü. “Bekleyeceğiz ne yapalım. Eğer bu akşam bu işi yapmak istiyorlarsa, buraya Menteş’i getirmek zorundalar.” Gizem bu olayı engellemek istediğinden o kadar emin değildi. Buzdolabı muhabbetini o bile duymuştu. Doğaüstü insanların çevrelerinde Kutsal Kâse gibi bir şehir efsanesi olarak görülürdü. Ne işe yaradığı, neden bu kadar önemli olduğu, nerede olduğu ise tam bir muammaydı. “Bekleyelim bakalım,” dedi elindeki sigaradan biraz daha içine çeken Kızıl. “Hayat beklemektir.”
20.10
Yol biteli çok olmuştu… Bir pansiyonda bekliyorlardı. Salih hiçbir ters hareket göstermemişti. Kaderini kabullenmiş ve ilerisinde önüne çıkacağını merakla bekleyen birinin teslimiyeti vardı adamın üstünde. Lemi ise sıkılmıştı. Buraya aslında mekânlardan birisini kullanarak gelmek istemişti. Yasin ise buna karşı çıkmış ve bir gerilim olmuştu aralarında. “Salih beyi götürmezsem ne yapar acaba yavşak?” dedi içinden. “Hadi
222
Cilt 1
diğerlerinden birisi sıçsa sorun yok. Ama Mescit olmazsa ne yapar o dingil merak ediyorum.” Televizyon açıktı, bir yarışma programı vardı. Sunucu sordu. “Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam adlı romanındaki başkarakterin adı nedir?” Seçenekleri vermeden yarışmacıya döndü sunucu ve sordu. “Okumuş muydunuz romanı?” Adam ise gergin gözüküyordu. Otuz iki milyarlık sorudaydı ve sorunun cevabını bilemeyeceğini düşünüyor olmalıydı. “Maalesef okumadım, umarım diğer seçeneklerden eleyerek bir şekilde çıkarabilirim,” dedi. Lemi atladı. “Aylak Adam? Okumuş muydun Salih Hoca?” dedi. Salih gülümsedi. “Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli’ni daha çarpıcı bulurum ama evet, Aylak Adam’ı okudum tabi ki. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ında oldukça etkileri olan bir roman olduğunu düşünüyorum.” Lemi gülümsedi. “Sen gerçekten garip bir adamsın Hoca,” dedi. Adam gülümsedi. “Teşekkürler,” dedi. Sunucu televizyonda seçenekleri söylüyordu.: A – “Selim Işık.” B – “Ka.” C – “Đsim koymamıştır.” D – “C.” Salih, “Bence ‘Đsim Koymamıştır’ diyecek kesin,” dedi. Sonra döndü Lemi’ye sordu. “Biliyor musun doğru cevabı Lemi?” diye sordu. Birbirlerini sürekli tartan bir rekabet içindeydiler. Saklambaç oynayan bayrak yarışçıları
223
Birim Sıfır
gibi bir koşuyor, ardından tükürüyor ve hemen saklanıyorlardı. Lemi sigarasını kül tablasında söndürdü. “Karakterin adı C. Đdi,” dedi. “Ben Aylak Adam’ı Anayurt Oteli’nden daha çok severim.” Birbirilerine gülümsediler. Savaş alanında bile bazı zamanlarda sessizlik olur.
ORADA “Sınırını aşıyorsun!” diye bağırdı Murat. Dize hâlâ havuzda ayaklarını uzatmış, suyla oynuyordu. “Beni dinliyor musun!” diye tekrar bağırdı. Dize ona doğru yavaşça döndü. Sakin sakin konuşmaya başladı. “Gerçekler söylenince sinirlenmen gayet doğal Murat… Bu insanın en acayip özelliklerinden aslında. Aynanın icadının temelinde kendinizi görmeye olan açlığınız yatıyor; ancak kendinizle alakalı daha derinlere giden bir ayna tutulduğunda korkuyorsunuz, korkunuz da sinirlenmenize neden oluyor. Đlginç bir varlık şu insan” Lafı bittiğinde hiçbir şey olmamış gibi “Yüzmek ister misin?” dedi. Murat aptallaşmıştı. “Sen tam bir çatlaksın. Burası tamamen bir çılgınlık zaten. Kim beni buraya kapattıysa, hesabını gayet güzel şekilde soracağım!” Bağırıyordu. “Duyuyor musunuz lan orospu çocukları! Sizin ebenizi si..” Dize onu susturdu.
224
Cilt 1
“Yeter!” diye bağırarak yanına koşmaya başlamıştı. Murat kendisini savunmak için duruşunu düzeltecekken Dize çığlıklar atarak onu ittirdi. Murat ne olduğunu anlamadan geriye doğru düştü. Ancak bir türlü yere varamıyordu. Gözlerini açtı. Bir çocuktu. Dize de başında duruyordu. “Korkma yavrucuğum,” dedi. “Başına hiçbir şey gelmeyecek.” Murat gözlerini açıp kapadı. “Bu tamamen saçmalık,” dedi. Dize kahkahayı patlattı. “Bu yüzden bu kadar eğlenceli zaten aptal şey!” Dize’yi görmediği çok açık olan Murat’ın annesi içeri girdi. “Hadi yavrum hadi yatıver yatağına. Anneannen salonda duruyor. Bir şeye ihtiyacın olursa onun yanına gidersin tamam mı?” Murat kafasını salladı. “Anneannenden nefret etmiyor muydun sen ya?” dedi Dize. Murat dişlerini sıka sıka yatağa yattı. Dize hâlâ konuşuyordu. “Anne ile Baba dışarıda gezsinler, zaten sürekli çalışıyorlar. Kim seni takacak kafaya minik bok!” Kapı kapandığında oda karanlığa gömüldü. Tekrar havuz kenarındaydılar. Dize Murat’ın başına dikilmişti. Şimdi görüntüsü daha bozuk gibiydi. Korkunçtu. “Bana bak! Burada kalacaksın Murat Efendi! Sevsen de sevmesen de. Sana öbür tarafta ihtiyaç yok. Burada ise senin ihtiyaç olduğun her şey var! Sus ve yaşa. O kadar!” Murat kendisini Stephen King’in romanından uyarlanan Misery filmindeki yazar gibi hissediyordu. Pes etmeye niyeti yoktu. “Siktir git!” diye bağırdı. Dize darılmış gibi başını eğdi. Görüntüsü gittikçe dağılıyor gibiydi.
225
Birim Sıfır
“Bir öpücük bile istemiyor musun benden?” dedi. Murat ayağa kalktı. Havuzun içindeki sular buharlaşıyordu. Gece ile gündüz birbirine giriyor gibiydi. “Defol git başımdan!” diye bağırdı yine. Sahte Dize biraz daha ona yaklaştı. “Bana geri döneceksin,” dedi. Parçalanmaya başladı. Kıyamet gelmişti. Hallelujah! Murat bir sigara için hayatını verebilirdi.
***
Dize, Murat’a, “Ne kadar güzel konuşursan konuş, benim bir yalanla yaşamam imkânsız,” dedi. “Karşımda çöl olduğunu bile bile, gözlerimi kapatamam.” Murat, “Cehalet mutluluktur sözünü sevmiyorsun demek,” dedi. “Oysa bazen bilmemenin çok büyük bir hediye olabileceğini düşünüyorum. Mesela sen şu Sıfır denen kendini dünyayı kurtarıyormuş gibi düşünen birimin içine girmeseydin, burada olmayacaktın. Daha ortalama ama daha anlaşılır bir hayatın olacaktı. Belki sıfırdan önce Ali’yle karşılaşmamalıydın. O seni çekti bütün bu bilinmezliklerin içine…” Dize onu susturdu. “Sakın ha, sakın Ali’yi bu saçmalıkların içine dâhil edeyim deme!” dedi. Murat ellerini polis karşısında havaya kaldırır gibi yaptı ve sustu. Bir süre sessizlikten sonra konuşmaya devam etti. “Sadece bu tarz saçmalıkların içine düşmesen, hayatının alacağı o huzurlu hali düşünmeni istiyorum senden. Đki artı iki eşittir dört. Bu kadar. Evrenin sizin çözemeyeceğiniz kadar karmaşık olduğunu kabullenmeniz lazım Dize. Sizin
226
Cilt 1
hiçbir şeye etkiniz yok. Sadece kendi içindeki merak tatmin etmek için o aptal kişilerin arasında dolaşıyorsun. Küçükken okullardaki gerzek çeteler gibisiniz… Ne yapabilirsiniz ki? Her şeyi olduğu gibi bırakmanız lazım anlıyor musun?” Dize ona doğru baktı. “Burası, senin dediklerin bile benim zihnimin ürünü biliyor musun Murat?” dedi. “Yani kendi kendimle konuşuyorum aslında… O yüzden sana daha fazla kızmayacağım. Çünkü burada her istediğimi yapabileceğimi biliyorum. Seni buradan göndermek de buna dâhil.” Murat gerilmeye başlamıştı. “Dur dur, sakın bir şey deme,” dedi Dize. “Gerçeği daha iyi görüyorum burada artık. Kendi kendime hapsolmuş durumdayım. Ama aklıma buradayken mekânlar daha çok geliyor. Sanki bu ortamın başka bir özelliği daha var. Algıyı açıyor değil mi mesela?” Murat konuşamadı. Dilsizleşmişti sanki. “Gidebilirsin artık,” dedi. Sonra adama döndü. Sadece biraz yakınıma gel. Murat ayağa kalktı. Dize ayağa kalktı ve adamın yüzünün yakınında durdu. “Çok gerçekçi… Đlginç değil mi? Anıların bu kadar güçlü olabilmesi? Ya da burada yanımda olman için seni seçmem” Murat, “Đlginç,” diye cevap verdi. Dize onu dudağının kenarından öptü. Sonra kulağına bir şeyler fısıldadı. Murat silinip gitti. Verandadan sahile doğru yürümeye başladığında, her adımında içinde olduğu evren pul pul dökülmeye başladı. “Buradan nasıl kurtulabilirim?” diye düşünüyordu. Murat da aynı burası gibi bir yerde olmalıydı. Sahile geldi. Denizi izledi. Arkasına döndü. Her taraf bembeyaz
227
Birim Sıfır
bir boşluğa boyanmıştı. Geriye sadece bir tane nokta kalmıştı. Simsiyah, dev bir nokta. Oradan birisi kafasını çıkarttı. “Dize?” dedi adam. Dize gülümsedi. “Bu ne şimdi, başka bir yanılsama mı?” Kıvırcık saçlı adam gülümsedi. “Hayır, sen kurtulmuşsun. Ben Hüseyin. Ege abi’yle sizi arıyorduk. Ben sizi bulabildim,” dedi. “Gelin, sizi Yaşlı adam’a götüreyim.” Dize boşluğun ortasında öylece kalakalmıştı. “Adın Hüseyin mi? Seninle ilk defa karşılaşıyorum değil mi?” dedi. Gerçekten tanımıyordu adamı. Hüseyin, “Lütfen fazla zamanımız yok, bu çıkış da kapanırsa kalırsın boşluğun içinde,” dedi.
Dize koşmaya başladı ve havada duran siyah
dairenin içinden geçti.
***
“Hastir lan! Şimdi de sen karşıma çıkacaksın ha! Lan, bu kadar geri zekâlı bir hayal gücüm olduğunu gerçekten bilmezdim!” dedi Murat, Ege’yi siyah daireden çıktığını görünce. “Oğlum mallaşma lan. Kaç gündür arıyoruz sizi.” Sonra durdu. “Aslında zaman biraz garip burada ama… Neyse. Kendinize de acayip bir kabuk yapmışsınız, siz ondan sıyrılana kadar uğraşıp durduk. Hadi çabuk ol, daha
fazla
durursan
burada
tıkılıp
güvenmiyordu.
228
kalacaksın.”
Murat
ise
hâlâ
Cilt 1
“Hadi yürü yürü, buranın numaralarını çözdüm ben arkadaşım,” dedi. Ege ise sinirleniyordu. “Lan yavşak! Seni mi bekleyeceğiz burada. Kaldır götünü!” dedi. “Zaten kaç gündür başım boktan çıkmıyor. Hızlı ol!” Murat arkasını döndü. “Tamam, abi geliyorum,” dedi. Gülümsüyordu. “Sizi öldünüz sandık biz yahu!” diyordu siyah daireden içeri girerken. Karanlık içinde kalmışlardı. Ege, “Sağlığımızda bir sorun yok çok şükür,” dedi. “Sadece mekânsal problemlerle uğraşıyoruz işte. Dünya’da olamamak falan, insanı rahatsız ediyor tabii.” Dalgacılığı o kadar olaya rağmen hâlâ yerinde duruyordu. Bağırdı. “Hüseyin!” Uzaktan ama aynı zamanda yakından Hüseyin geri seslendi. “Ege Abi! Dize’yi buldum!” Murat elinde olmadan rahatladığını fark etti. Ege “Tamam, ben de Murat’ı aldım hadi kaçalım şuradan,” dedi. Bir anda önlerinde beyaz bir daire oluştu. Đçeriden yaşlı birisi kafasını çıkardı. “E hadi gelin bari,” dedi. Dize düşünüyordu. “Burası arka tarafı her şeyin. Ön taraf beyaz boşluk, her şeyle doldurabilir. Arkası ise bu karanlık sonsuzluk.
Đnsanların
yarattığı
hayallerden
hayallere
yolculuk
yapabiliyorsun” Beyaz daireden girdikten sonra bir anda güneşli bir öğle zamanına düştüler. Ağaçlıklı bir yoldaydılar. Yaşlı adam gülümsedi. “Hoş geldiniz çocuklar,” dedi adam. “Burası da benim fakirhanem.” Đnsanlar, bir dolu ev, sokak her yandaydı. Ege ikisinin yüzündeki şaşkınlığı gördü ve gülerek konuştu. “Patron uzun zamandır burada,” dedi. Hüseyin de vurguyu yaptı.
229
Birim Sıfır
“Hayal gücü de baya geniş bir abi.” Murat, Dize’ye baktı. Dize, Murat’a. Đkisi aynı anda, “Harika!” demediler. Birisi, “Siktir ya!” dedi. Diğeri ise “Đlginç!” Hangisini hangisi dedi, tahmin edebilirsiniz sanırım.
BURADA “Oğuz Özben” | 5 Ekim/ 19. 06 – 6 Ekim/ 02.45: Bankta saat 22.00’a kadar oturduktan sonra, ayağa kalktı. Hareketi tamamen içgüdüseldi. Ne yapacağı ile ilgili hiçbir fikri yoktu. Sadece yürüyordu. Yürüdüğü yerde asfalta bozuluyor, kaldırımlar rengini kaybediyordu. Bir kere bağırdı. “Kimse anlamıyor ulan bu denklemi! O zaman sikip atalım şu saçma sapan sayılarla dolu dersi!” Ona bakanlardan üçü o günden itibaren görüş problemleri yaşayacaklardı. Bir kitapçıya girdi. Đçeri girdiğinde, kasiyer kız istemsiz olarak orgazm oldu. Kapının kenarında bekleyen çalışanlardan birisi altına işedi. Müşterilerden dördü birbiriyle öpüşmeye, ikisi deli gibi kavga etmeye başladı. O ise sakin sakin insanların arasından yürüyordu. Kimse onu görmüyordu ya da kendi çılgınlarıyla uğraşmaktan delirmişti. Sarhoşlaşan yaşlı bir müşteri yanına yaklaştı. “Neden başka bir renk yok ki?!” diye bağırıyordu. David Lynch filmlerini andıran acayip bir kaos pençesine düşmüştü her yer. Oğuz
230
Cilt 1
kitapların
içlerine
dokunuyor
ama
içlerindeki
yazılar
silinmeye
başladığından hiçbir şey okuyamıyordu. “Sıkıldım,” diye düşündü ve kitapçıdan çıktı. Onun orada bulunduğu beş dakika içinde olanların hiçbiri olmamış gibi insanlar normal hallerine döndüler. Oğuz etrafında olabilecek en acayip olasılıkları etrafına yansımalar halinde kusuyordu belki de. Saat 23.00’a geldiğinde ise bahariye bir bankta yatmış uyuyordu. Kimse onu uyandırmaya cesaret edemedi. Oğuz bankın olduğu gerçekliğin o kısmını ele geçirmiş bir virüstü. Küçük çapta bir darbe girişiminin tek neferiydi. Sadece uyumak istiyordu. Uyudu da. Ancak rüyalar garipti. Gözünün önünden yanan o bir ev geçiyordu. Alevler içinde bir ev. Babasını hatırlıyordu. Đsler içinde bir buzdolabını taşıyordu sırtında. Gözleri korkunçtu. Midesinin paramparça olduğunu görmüyor muydu? Adam oğluna doğru baktı. “Sen de içine girmek ister misin?” dedi. “He oğlum! Đster misin?” Tahtadan ev yanıyordu. Oğuz orada bile değildi aslında. “Ben babamım,” dedi. “Selim.” Çocuktu daha. Gülmeye başladı. Asıl gariplik ikiyi kırk beş dakika sonra yaşanacaktı. Yasin, Taksim’den Kadıköy’e vardığında…
“Salih Uygur” | 5 Ekim/ 20.10 – 6 Ekim/ 02.00: Salih, beklemekten rahatsız olmuyordu ama yine de bu soğuk pansiyonda oturmak ve bu şehre geri dönmek onda garip bir his de uyandırmamış değildi. Mescit’e gitmeyi gerçekten çok istiyordu. Bunu kendisine itiraf etti.
231
Birim Sıfır
Đnsanın kendisine yalan söylemesi en kötü günahlardan birisi olmalıydı. Öyle bir davranışı ona yakışmazdı. “Orada neler olup bitti duymak istemiyor musun?” dedi Lemi’ye. Uyuklayan kaldırdı başını. “Hikâye anlatasın mı geldi? Dinlemeyi isterim tabii ki öykünü.” Salih anlatmaya başladı. Gözlerinden dehşet akıyordu dışarıya. Đçindeki kötülüğü reddeden birinden daha tehlikeli olanı, kötülüğünü kabullendiğinde iyi birisi olacağını düşünen kişidir. Salih önce duraklayarak anlatıyordu, aklını toparlaması bir süre alacaktı belki de. Sonuçta çok kalabalık ama öz bir öykü olacaktı bu. Bir süre sonra havaya girdi. Adeta o güne gitti. Her kelimesi, gerçekliğin bir yapboz parçasıymış gibi Lemi’nin aklında yerine oturdu. Salih iyi bir öykücüydü. Yol yordam bilirdi. Hikâye böyle anlatılırdı.
1987, 26 Aralık, 01.00 Bursa – Yeni Mescit
Aslında burası bir nevi Kuran kursu olarak da kullanan, küçük bir namaz kılma yeriydi. Köyün birçok ileri geleni, Cuma namazları hariç burada kılarlardı namazlarını. Çocuklarını buraya yollarlardı. Mescidin yapılmasını Đmam Süleyman Hoca istemişti. Đnşaatın başına da genç Salih’i koymuştu. Birçok sohbet yapılıyordu. Süleyman Hoca’nın emirleriydi bunlar.
232
Cilt 1
Bunu neden özellikle vurguluyorum? Çünkü aslında Salih buradan hoşlanmıyordu. Sohbet açabilecek kabiliyete sahip birisi olduğunu düşünmüyordu, o aslında sadece tanrıyı anlamak istiyordu. Đnzivaya çekilip, her türlü dini ve dini olmayan eseri okuyarak ona ulaşmak istiyordu. Ancak bu istediklerini yapması zordu. Bir cemaatin içinde olmadıkça, dini düşünceyi öğrenmek için gidebileceği ciddi pek bir yer yoktu. O işi mutfağında öğrenmeliydi. En azından babası öyle demişti. Bir diğer emir de ondan gelmişti. Süleyman Hoca, yakın bir dostuydu. Ona karşı mükemmel olmalıydı ki, babasını utandırmasın. Şimdi gecenin soğuğu dışarıda ağaçların dallarıyla müzik eserleri yaratırken, ayın ışığı gölgelerle oynarken, o içeride, sobanın yanına kurduğu yatağında düşünüyordu. Dev gibi cami’nin biraz ilerisinde olan bu küçük mescitte tavanı izliyordu. Bir an gözlerinin titrediğini hissetti. Göğsünde bir baskı oluşmaya başlamıştı. Karabasan, cin? Hayır başka bir şeydi bu. Pencerenin dışından yüzler gözüküyordu. Ayağa kalktı. Sobanın kapağı açıldı. Đçinden konfetiler çıkmaya başladı. Gözlerinin önünde bir terazi belirdi. Terazinin iki tarafı da sırayla aşağıya inip, yukarı çıkıyordu. Kusacak gibi oldu, midesinde ne varsa çıkardı. Kusmuğunun içinden bir figür canlandı. Gülümsedi ve dağıldı. Salih ağlıyordu, dışarı çıkmak istedi. Ancak yön duygusunu kaybetmişti. Bir an her şey sessizleşti. Durgunlaştı. Nefes alıp verdi hızlı hızlı. Gözlerini sıkı sıkı kapatmıştı. Görüntü akmaya başladı önünde. Tarla gibi bir yerdeydi. Önünde üç tane gözleri bağlı adam vardı. Kendisini konuşurken duydu.
233
Birim Sıfır
“Oğlum siz ne malsınız lan!” dedi. “Benden nasıl para çalmaya kalkarsınız yahu!” Gözü bağlı olanlardan birisi yalvarır bir tonda konuştu. “Abi ne çalması! Alakası yok abi!” Alakası vardı. Salih bildiğini hissetti. Đmdat diye bağırmak istiyordu. Yapamadı. Elindeki silaha baktı. Silahı konuşana doğru doğrulttu. “Senin gibilerden tiksiniyorum biliyor musun Ersin,” dedi. “Senin tipindeki yavşak tiplere hiç tahammülüm yok.” Adam bir laf daha edecekti ki, kafasına kurşunu yedi. Dan! Diğerine döndü bakış açısı. Đn cin top oynuyor olmalıydı. “Sen özellikle sen hiç affedilecek gibi değilsin götveren!” diye bağırdı. “Lan kız kardeşimi dövmeye sen nasıl cesaret edebiliyorsun ibne! Nasıl orospu çocuğu!” Delirmişti. “Bunu dövdünüz mü?” diye sordu yanındakine. Adam, “Evet abi,” dedi. “Biraz daha dövün, sonra sikini kesip ağzına verin. O kesilmiş yerinden vuracağım şerefsizi.” Salih bağırmaya başladı. Adam da bağırıyordu. Yanındakiler uzaklaştılar ve Salih o an da mescide geri döndü. Her şey aynı duruyordu, kendisi bile aynı şekilde ayaktaydı. Ama tek fark, pencerenin dışında sürekli görüntülerin değişmesiydi “Đmdat!” diye bağırdı. Bir adım attı.
***
“Why are you doing this to me? C’mon, just say it to me babe! Just fucking say it, you bitch!” dedi.
234
Cilt 1
“N’olur Allah’ım yardım et!” diye ağlıyordu aklının içinde Salih. Şimdi önünde duran iki üç adamın karşısında durup, elindeki bir kâğıttan bir şeyler okuyordu. Önünde oturan adamlardan birisi “What? That’s it?” dedi. “No, of course not! I just, just a feeling came over me. I’ll be alright in a second.” Anlamlardan beyninden akıp geçiyordu. Bir oyuncu seçmesindeydi. Burası Hollywood’du bebeğim! Replikleri söylerken, Salih araya girmişti. “Buradan Bursa’ya nasıl gideceğim ben ya! Ne oluyor!” diye bağırmaya başladı. Đçine girdiği beden de aynı şeyleri söyledi. Önündeki adamlardan sinirli olanı. “What the fuck are you tryin’ to do son!” dedi. “We don’t have time for this stupid piece of shit, joke of yours!”
Salih nefes aldı tekrar
mescitteydi. Koşmaya başladı. Bu sefer en azından yakınlarda bir yerdeydi. En azından Türkiye’de bir yerdi. Bakkal’dı. Ama bu saatte dükkânda. “Hişt kız, bu ne böyle lan?” dedi. Önünde iç çamaşırları içinde genç bir kız duruyordu. Yirmi yaşında var ya da yoktu. “Sana demedim mi ben siyah iç çamaşırlarını giy diye! Bu kırmızı ne ya! Rüküş ulan rüküş. Seksi falan değil anasını satayım!” Kız suratını astı. Salih kaçtı.
***
Kapı çok yakındaydı. Bir adım daha atmaktan korkuyordu. Altına etmişti. Kapıya elini uzattı. Uyuyordu. Bir saniye hepsi rüya mıydı? Hayır, şimdi uyuyan birindeydi. Buradan kurtulmak kolay oldu. Ama bir adım
235
Birim Sıfır
daha attığında işler iyice pislikleşti. Bu en zoru olacaktı. Kaçması değil, daha sonrasında sindirmesi. Önündeki mezarlara bakıyordu. Adamın eli cinsel organındaydı. Eliyle bir ileri bir geri gitmeye başladı. Mezara karşı mastürbasyon yapıyordu. Salih öğürdü. Adam durdu. Salih tekrar öğürdü. Hem mescitte kendisi, hem de mezarlıkta o nekrofili manyağı adam kustu. Mescit’ten dışarı kendisini attığı anda dünyadan nefret ediyordu. Tanrı’ya inanmayı kısa süreliğine de olsa bırakmıştı. Biraz daha kustu. O gece camide Süleyman Hoca kendisini öldürdü. Mescit’in adı cinli yere çıktı. Kimse yıkmaya cesaret edemedi. Olaydan iki yıl sonra mekâna gelen Ati adlı tekinsiz biri, etrafını duvarla ördü mescidin ve orayı dışarıdan korunaklı bir hale getirdi. Salih’ten sonra orayı kullanmaya sadece 15 kişi çalıştı. Altısı delirdi, ikisi içeride ölü bulundu, dördü ortadan tamamen kayboldu, geriye kalan üçü de mekândan çıktıkları gibi kafalarına sıktılar.
***
Saat on bir buçuk olduğunda Lemi “Oraya iki üç kere gittim,” dedi. “Đçeri kesinlikle girmedim. Hakkındaki bütün hikâyeleri biliyoruz. Sami orayı kimseye kullandırtmamış bile. O bile korkuyormuş içeri girmekten. Ben üç kişiyi denerken gördüm. Birisi dışarı çıktığında gayet normal davrandı. ‘N’oldu lan? Đyi misin?’ dedik. Arkadaşlardan birisi çoktan bağıra çağıra çocuğa gaz vermeye başlamıştı. ‘Lan budur işte be! Delikanlı!’ Gülüyordu. ‘Oğlum ne olacak ya işte klasik gez dolaş. Bir şey yok,’ dedi. O sırada bizim çaylaktan bu silahını alıyor. Bana döndü. ‘Klasik gez dolaş yani.’ dedi.
236
Cilt 1
Ağzına silahı koydu ve tetiği çekti. Diğer ikisi ise içeride kayboldular. Çıkmadılar. Nereye gittiklerini kim bilir?” Salih, “Bu gece oraya geri döneceğiz işte,” dedi. Lemi adama döndü. “Oradan korktuğunu sanıyordum,” dedi. Salih ter içindeki alnını koluyla sildi. “Yine de gitmek istiyorum,” dedi. Lemi adamdan korkmaya başladığını hissetti. Belki de delirmişti herif. Sonuçta o acayip yerden tek kurtulan kişi, karşısındaydı. “Sen delirmişsin,” dedi. Salih ciddileşti. “Herhalde geri zekâlı!” dedi. “Yoksa sen eve girdiğin anda üzerine yürürdüm, beni vur diye. Sen beceremezsen de ben yapardım. Denerdim! Anlıyor musun? Ama ben buraya gelmek istedim. Đyi dinle beni. Benim seçimimle buradayız. Tamam mı? Allah bize özgür irade vermiş, aynı zamanda intiharı yasaklamış ama deli olmasam o özgür irade ile en büyük günahı işlemekten geri durmazdım Lemi Bey! Bunu iyi yaz kafana.” Saat iki olduğunda Yasin tekrar aradı. “Werner’ı lokantaya soktum. Ben Merih’e gidiyorum. Siz de mescide doğru yolunuzu alın.” Lemi sordu. “Menteş ile Aziz mekânlara vardılar mı?” Yasin karşı tarafta bir an durdu. Sonra belki de günü daha fazla germek istemediğinden cevap verdi. “Onlar da iki buçuğa kadar hazır olurlar. Asıl siz önemlisiniz zaten. Siz en son gireceksiniz. Çeyrek kalaya doğru tamam mı? Asıl etkiyi öyle yaratacağız.”
237
Birim Sıfır
Lemi, “Tamamdır,” dedi. “Dikkatli ol Yasin.” Salih gülümsüyordu. “Bu akşam hiç birimiz dikkatli olmayacağız Lemi,” dedi. “Bu akşam kuralları yıkıyoruz. Hele bir de Buzdolabı ortaya çıksın. Sen o zaman asıl gör bakalım şenliği.” Karnaval yakındı. Hayırlı olsun.
“Yasin” | 6 Ekim/ 2.10 – 2.30: Cesurca bir iş yapıyordu. Sürekli taht devrilen lanetli o saçma sapan yerlerin, acayipliklerin başına gelmiş belki en basit insandı. Ne Ati ve S.S gibi geleceği görme gücü vardı, ne de Patron’daki mafya gücü. Sadece ataktı, cesurdu. Efsanelere değer vermesi vardı bir de. Kimsenin denemediğini yapacaktı. Buzdolabı’nı bulan o olacaktı. Saatine baktı. Đkiyi on geçiyordu. Telefonla Doğan’ı aradı. “Nasıl gidiyor işler orada?” Doğan salak bir adamdı. Lemi gibi değildi. O yüzden Yasin Doğan’a daha çok güveniyordu. Sadece işini yapıp rahatlamaya bakan birisiydi çünkü Doğan. Lemi gibi zeki olmaması, sadakat katsayısını yükseltiyordu. Lemi’ye güvenmiyordu Yasin. Onunla ilk karşılaştıklarında da güvenmemişti. Şimdi de güvenmiyordu. “Đyi abi. Geldik depo’ya biz Aziz’le. Rıza da Halimçiğdem’e doğru yola çıktı Menteş ‘le,” diye cevap verdi Doğan. “Ne zaman adamı Otobüs’ten içerisine götürelim?” Lokanta yedekti. Asıl üçlü Otobüs, Halimçiğdem Apartmanı, Daire 4 ve Mescit’ti. Bunlardan birisine bir şey olursa, geriye yardımcı güç olarak Lokanta duracaktı. “Koçum sen üçe yirmi kala, bindir adamı otobüse,” dedi Yasin. Sonra telefonu kapattı. Kapattığı anda telefonu çalmaya başladı. Rıza’ydı.
238
Cilt 1
“Ne oldu lan?” diye sordu Yasin. Rıza endişeli bir ses tonuyla konuştu. “Abi Menteş’le gidiyoruz ama Güven telefonunu açmıyor.” Yasin yorgun hissediyordu kendisini. “Sen ne olursa olsun bir git mekâna. Yanında birisi daha var değil mi Menteş’in dışında?” Vardı. Yasin Merih Antikacılık’a geldiğinde “Durum nasıl?” diye sordu. Merih heyecanlıydı. “Aynalar hareketlendi bile. Hangi bağlantı ilk girdi?”
Yasin
gülümsedi. “Senin işin değil o,” dedi ve bir sandalyeye oturdu. Sigara yaktı. Saatine baktı. Đki buçuk olmuştu. Telefonuna baktı. Aziz Otobüs’e binmişti. On beş dakika sonra her şey değişecekti.
“Kızıl Gizem” | 6 Ekim, 02.30 – 02.45: Önce silahlar konuştu. Menteş bir tarafa pısmış, o acayip minibüs kazasından sonra başına gelenleri düşünüyordu. Bu apartmanı görmemişti bile hayatında. “Ne işim var benim bu işlerin içinde?” dedi. Kurşun sağanağında, şemsiyesiz kalmıştı. Gizem Taylan Bey’in yanındaydı. “Buradan ben kurtulamazsam Oğuz Özben adında bir çocuk var, onu bulun Taylan Bey,” dedi Gizem. Taylan ona ciddi ciddi baktı. “Sakın bir daha saçmalayayım deme. Oğuz mu neyse, buluruz.” Kızıl gücüyle iyice rahat rahat oynayabiliyordu burada. Hiç çıkmak istemiyordu hatta belki de. Bir tür bağımlılık mı edinmişti yoksa? “Bu kadar güç beni delirtecek,” dedi. Trans halinde Oğuz’u buldu.
239
Birim Sıfır
“Bu çocuğun çok büyük bir önemi var Taylan Bey,” dedi. O sırada Güven merdivenlerden koşmaya başladı. Taylan Bey tarafından vurulan Rıza yere yıkıldı. Gizem de Güven’in ardından yukarıya koşmaya başladı. Ancak Güven odanın içine girdiği anda, Kızıl yere yıkıldı. Saat 2.45 olmuştu.
02.45
Salih Uygar, Mescit’ten içeri adımını attı. Tahmin ettiği gibi her şey olduğu gibiydi. Ancak bir saniye sonra, odanın merkezinde duran sobanın etrafında çatlaklar oluşmaya başladı. Yerin altından ya da beyninin içinden bir gıcırdama sesi geliyordu. Aziz Üzüm de aynı şaşkın ifadeyle otobüsün camından dışarıya bakıyordu. Çok güzeldi her şey. Yangın kokusu aldı. Otobüsün içinde bağırışlar çağırışlar duyuluyordu şimdi. Ağlamak istedi. Artık onu bile yapamayacağını anladı. Her şey saçma bir öyküye dönmüştü. Werner Altmann, Lokanta’dan çıkmak istemiş ama bir türlü bırakılmamıştı. Lokanta değişime uğradığında, oranın en yakınında olan turist amcası nedeniyle bu garip olaya bir şekilde bağlanan adam, lokantanın içindeki her şeyin silinmeye başladığını görünce oturdu. Güven öğürüyordu. Sadece onu yapabiliyordu. Hem ağlıyor, hem de öğürüyordu. Bağırmaya başladı. “KURTARIN BENĐ!” Kurtaracak kimse yoktu. Gri oda onu içine çekmeye başladı. Sahiplerini bulmuş üç mekânın da gücü aynalı odada toplanmıştı. Şu zamana kadar sadece ışınlanmak için kullanılabilmiş olan burası, aslında
240
Cilt 1
istenilen gizemlerin çözüldüğü, her şeyin görülebileceği bir yerdi. Sadece gerekli güç olursa. Şimdi etrafında dönen aynaların içinde Yasin gözlerinden yaş geldiğini fark etti. Gücü içinde hissediyordu. Bembeyazdı her şey. Boşluk her şeyi silip süpürüyordu. Bilgelik, sadece çocuk oyuncağıydı.
***
“Buzdolabı! Nerede o!” diye sordu. Görüntüler gözünün önünden geçiyordu. O yoktu artık, sanki Tanrı’nın gözlerinden görüyordu. “Daha değil,” dedi kendi kendine. Gülüyordu. Ve gördü. Mezarlık karşısındaydı. Üsküdar’da. Karacaahmet Mezarlığında… “Hangisinde?” Yaklaştı, dolaştı, dolaştı. Sonunda o mezar taşını buldu. Maruf Merru. “Artık Üşümemesi Dileğiyle” 1964 – 1985 Yasin “Âmin,” dedi. Gülüyordu. Aynaların devinimi durduğunda. Kendisini yerde buldu. Pantolonun önü ıslaktı. Boşalmıştı. Deli gibi gülüyordu. “Buldum lan işte! Buldum!” dedi. “Buldum anasını sattığımın Buzdolabı’nı!” Aynı anda gözünün önünde Yasin’in gördüğü o görüntüyle Kadıköy’de yattığı banktan Oğuz Özben uyandı. Transtaymış gibi konuştu. Sesi kendisine bile yabancı geliyordu. “Karacaahmet Mezarlığı. Maruf Merru. Orada.” Yürüdü.
241
Birim Sıfır
“ Park, Çocuklar ve Dönüş ” Sabah önceki gece hiçbir şey olmamış gibi bütün klişeliğiyle başlamıştı. Güneş doğar, insanlar uyanır falan filan. Yağmur yağmaya başladı. Kayra parkta tek başına oturuyordu. Aslında şimdi okul yolunda olması gerekiyordu ama bugün arkadaşıyla çok pis planları vardı. “Lan inşallah becerirsin yoksa, sıçarım bacağına Kinyas!” diye düşündü. 10 yaşındaydı. Kinyas uzaktan gözükünce el işareti yaptı. “Hooop!” Çocuk ona doğru geldi. Elinde siyah bir torba vardı. “Lan harikasın oğlum ya!” dedi Kayra Kinyas’a. Kinyas güldü. “Oğlum balkona sakladım bir de, soğuk soğuklar oh!” Gülüştüler. “Birileri görmesin?” dedi Kinyas. Dün gece tekelden biraları babasına diye alıp eve saklamasıyla yeterince risk almıştı, bundan sonrasında tam bir paranoyak olacaktı. Kayra, “Lan kim görecek be? Bu saate bu parka kim gelir?” dedi. Gerçekten park Koşuyolu’nda oldukça aralarda, gizli bir yerdi. Âşıklar Parkı derlerdi buraya. Âşıkların da bu saatte, bu yağmurda burada olacağını sanmıyordu Kayra. “Peki,” dedi Kinyas. “O zaman kafaları çekelim!” Đki tane on yaşında çocuk,
ellerinde
iki
şişe
Efes
birası
tam
bir
sürrealizm
örneği
oluşturuyorlardı. Kapakları bankın kenarına tutarak açtılar. Bu biraz uzun sürdü. Kapak açma işi bitince şişeleri birbirine vurdular ve ilk yudumlarını
242
Cilt 1
aldılar. Bu yaştaki çocukların yapmaması gereken bir şey yapıyorlardı. Ama bundan zerre suçluluk duymadılar. Asi çocuklardı bu ikili. Nihilistlerdi. Bundan daha haberleri olmasa bile ikisi de birçok felsefecinin incelediği düşünceleri üreten minik beyinlere sahiptiler. Akılları devasaydı. “Tadını beğendin mi?” dedi Kayra. Yandaş arıyordu. Sevmişti. Herkesten duydukları “Tadı acıymış oğlum”lu laflar beyninde dönüyordu, Kinyas ona doğru baktı “Sikerim ya milletin dediğini, tadı bomba oğlum işte!” Gülüştüler. Parkın içinde ankesörlü bir telefon vardı. Birden çalmaya başladı. Đkili yerlerinden zıpladılar. Oysa yakınlarında daha korkunç bir şey olmamıştı.
Parkın
hemen
yanında
açılan
dev
bembeyaz
daireyi
görmüyorlardı. Havanın içinde oluşan bir delik gibiydi. Đçinden bağıra çağıra, nefes nefese insanlar atladılar. Seslere doğru döndüklerinde, çocuklar o dört kişiyi gördüler sadece. Kızıl kestane saçlı bir kadın, yanında uzun boylu bir adam, kıvırcık saçlı ve uzun saçlı bir diğeri. Ege parka baktı. “Neydi lan o öyle?” dedi. “Ne oldu oğlum, bir anda her yer çıkışlarla doldu!” Hüseyin, “Yaşlı Adam’ın dediğini duydunuz abi. Kesin adam bağlantıları bir güzel kullanıp, Buzdolabı’nı buldu.” Dize Hüseyin’i destekledi. Đki bilim adamı, dayanışma oluşturmuşlardı. “Adam deli meli ama, mantıklı konuştu, katılıyorum o yüzden Hüseyin’e. Burada olan bir şeyler yüzünden, biz oradan kaçabildik.” Murat parka geçti. Banklardan birine oturdu. Ellerinde biralar oturan çocukları fark etmedi bile.
243
Birim Sıfır
“Oğuz diye birinden bahsedip durdu. Neden gelmedi ki çatlak herif buraya!” Dize, Murat’ın yanına oturdu. “Neyse geçti artık bunlar. Şimdi neredeyiz onu çözmemiz lazım.” Ege çocukları fark etmişti. “Burası Koşuyolu değil mi çocuklar?” diye sordu. Elinde birası Kinyas cevap veremedi. Hüseyin gülmeye başlamıştı. “Lan sizin elinizdekiler bira mı?” dedi Ege. Çocuklar öylece durdular. Sonunda Kayra, “Abi istiyorsanız alın sizin olsun. Bize bela olmayın yeter,” dedi. Dize, “Hangi zamandayız acaba?” dedi ciddi ciddi. Ege, “Evet, hangi zamandayız acaba. Bacak kadar veletlerin bira içtiği nerede görülmüş lan? Verin şunları bana, hadi siktirin gidin buradan,” dedi. “Bana bak, biz polisiz. Elimizde artık parmak izleriniz var ona göre. Bir daha yakalamayalım içerken. Kötü olur.” Kinyas koşarken gülüyordu. “Salak mı sanıyor bunlar bizi ya? Polismiş… Hadi lan!” dedi. Ege döndü. “Hüseyin gülme Allah aşkına!” dedi. Kıvırcık saçlı adam “Tamam abi, az önce sanal bir evrenden geldim, üstüme gelme lütfen,” dedi. Murat gülmeye başladı bu sefer. Ege de yerde duran biralardan birisini aldı, bir dikişte şişeyi bitirdi. “Harbi gariplik mıknatısı olduk lan,” dedi gülerek. “On yaşında parkta bira içen çocuk mu olur anasını satayım?” Dize, “Saati, günü falan sorsaydık keşke,” dedi. Parktan çıktılar. Dört tane bitkin insan, sabahın köründe ceplerinde beş kuruş olmadan yürüdüler. Bir bakkal gördüğünde Murat girdi kimliğini gösterdi.
244
Cilt 1
“Telefonu kullanmam lazım,” dedi. Adam “Tabii ki memur bey,” dedi ve tezgâhın arkasında adeta kayboldu. “Alo? Taylan Bey? Ben Arch Stanton. Murat Arıkan,” dedi. Arch Stanton birim içinde kullanılan birçok şifreden birisiydi. Birisi böyle deyip kendini tanıtırsa, o kişin gerçek olduğu anlaşılıyordu. Arch Stanton ismi ise “Đyi, Kötü ve Çirkin” filmindeki bir mezar taşından geliyordu. “Murat? Đyi misiniz? Dize nerede? O da iyi mi?” Soru bombalaması karşısında Murat, “Herkes iyi Taylan Bey,” dedi. “Ege ve Hüseyin de dâhil. Hepimiz Holding’e gelmeyi istiyoruz. Ancak zırnık paramız yok, bir araba gönderebilecek misiniz?” Adam sevinçten havaya uçmuştu. “Hemen gönderiyorum,” dedi. “Đşimiz çok, çocuklar.” Koşuyolu Murat Sitesinin karşısındaki banklara oturdular. Çok yorgundular. Murat Dize’nin yüzüne bakamıyor, Dize de Murat’tan çekiniyordu. Sonunda beş yüz bin liralık soruyu Hüseyin sordu. “Sahi ya sormadık. Siz neler gördünüz orada? Ben mesela Angelina Jolie ile beraberdim. Dev bir kütüphanem ve sonsuz film arşivim vardı. Harikaydı. Üç güzel şey bir arada.” Dize, “Ben tam hatırlamıyorum ya gördüklerimi,” dedi. Murat da, “Aynen, herhalde yarıda kesildi ya, silindi aklımdan,” diye ekledi. Yüzleri hafiften kızarmıştı. Bazı anılar hiç silinmez. Bazı hayaller ise asla anlatılmaz. Bu durumda, ikisi de birdi.
245
NİHAYET “KADER VE BUZDOLABI”
Cilt 1
1 6 Ekim, 11.32
Taylan Yıldırım’ın karşısında yamyamların karnavalından üstlerinde baharatlarla kaçmış gibi gözüken Hüseyin, Ege, Murat ve Dize durumu anlamaya
çalışıyordu.
Önlerinde
bölük
pörçük
bilgiler,
tahminler,
kehanetler, gerçek olmayan evrenler ve onların yarattığı acayip yan etkiler vardı. “Gizem ne zaman ayağa kalkar?” diye sordu Murat. Kızıl, geçen gecenin ardından bayılmış ve bir daha uyanamamıştı. Şimdi özel bir hastanede kendisiyle ilgileniyordu. Taylan Yıldırım, “Bilmiyoruz… Kendisini son günlerde çok yordu, özellikle apartmanda. Deli gibiydi. Orası cidden korkunç bir yer,” dedi. Dize, “Oranın yarattığı güç, Gizem’i de etkilemiş olmalı. Şimdi de aşırıya kaçtığı için bedelini ödüyor. Đyi olacaktır,” dedi. “Asıl soru, şu Oğuz Özben’in neden bu kadar önemli olduğu?” Taylan Bey grubu tekrar toparlamaktan mutluydu ama içindeki kötü bir şeyler olacak hissinin sürekli daha da fazlalaşmasından dolayı tedirgindi.
247
Birim Sıfır
“Her akşam ülkede genel olarak bir enerji çıkışı ölçümü yaptırıyorum biliyorsunuz. Birçok noktada çok büyük derecede çıkışlar olmuş. Dün gece polise yapılan ihbar sayısı, neredeyse geçen senenin tamamında yapılan ihbarların iki üç katı. Kadıköy’e gitmenizi tavsiye ediyorum. Orada bir acayiplikler dönüyor. Geçen gece gelen ihbarlara göre Merih Antikacılık’ta bazı durumlar olmuş sanırım.” Dize, “Biz oraya gidelim,” dedi. Murat onayladı. “Evet, olayın kalbine inmemiz lazım.” Taylan Bey, “Pekâlâ Ege de şu Oğuz Özben’i araştırır,” dedi. Ege göreve hazırdı. “Tamamdır,” dedi büyük bir şevkle.
***
Yasin ile Doğan mezarlıktaydılar. Sonunda Maruf Merru’nun mezarını buldular. Doğan ellerini açtı dua okumaya başladı. Yasin ona doğru bir bakış attı. Doğan ellerini indirdi. “Gece bu mezar kazılacak,” dedi. “Tamam mı? Bütün gün de mezarlığın etrafında adamlarımızın dolaşmasını istiyorum.” Doğan kafasını salladı. “Oldu abi,” dedi. Yasin aynalı odadan çıktığından beri kendisinde hiç hissetmediği kadar bir güven vardı içinde. “Şimdi gidebilirsin,” dedi Doğan’a. Sonra mezarın başına eğildi. Taşa dokundu. Tüyleri diken diken oldu. “Kaç yıldır burada yatıyorsun?” Toprağın altından cevap gelmedi. Yasin ayağa kalktı. “Cevap vereceğin zaman da gelecek,” dedi. Sigara yakmadı. Artık basit ateşle oynamayı
248
Cilt 1
bırakmıştı.
O
dünyayı
yakacak
ve
karşısında
sadece
izleyecekti.
Gülmeyecekti bile. Mezarlıktan çıkıp arabasına bindi. Telefonu çaldı. “Efendim?” dedi. Lemi’ydi. “Merih Abi’yi bulmuşlar. Birim Sıfır geri dönmüş.” Yasin küfürü bastı. “Yaşlı adam?” diye sordu. Hâlâ koltuğunu düşünüyordu. “Bilmiyorum. O yok daha herhalde ortalarda.” Telefonu kapattı. Şu lanet Lemi. Hep kötü haber verirdi.
12.06
“Ben basit bir antikacıyım,” dedi Merih. “Benimle ne işiniz olabilir ki?” Murat güldü. “Bilmem ne işimiz olabilir acaba? Belki de uyuz, manyak polislerizdir. Canımıza estiğinde senin gibi antikacılarla uğraşıyoruz. Başka işimiz yok bizim çünkü,” dedi. Gayet sakindi. Dize mekânı arıyordu. Murat elinde kutsal bir şeymiş gibi tuttuğu sigarasıyla, Merih’in etrafında Deimos gibi dolanıyordu. Adam, “Anlamıyorum, ne sormak istiyorsanız, sorun ama bu şekilde benimle oynamayın lütfen,” dedi. Murat’ın siniri iyice geriliyordu. “Hâlâ ne diyorsun! Utan arkadaşım, yaşından utan! Yalan söyleme! Burada dün gece neler oldu takır takır anlatacaksın! Duydun mu beni?” Dize içeri girdi. “Bir oda buldum. Aynalı.”
249
Birim Sıfır
Sonra Merih’in karşısına geçip sordu. “Ne işe yarıyordu orası? Dün ne için kullanıldı?” Merih susuyordu. “Avukatımı görmek istiyorum,” dedi. Murat gülmeye başladı. Dize bile sırıtıyordu hafiften. “Sana bırakıyorum Murat,” dedi.
***
“Bak elimizde bilgi bol koçum. Dün elimize çalıştığın adam var ya. Yasin. Onun bir dostu geçti. Rıza adı garibanın. Bizim Taylan Bey vurmuş piçi. Elimizde yani. Şimdi ne yapmaya çalışıyordunuz burada söyleyeceksin! Oğuz Özben kim anlatacaksın!” Merih titriyordu. “Ben Oğuz Özben diye birini tanımıyorum,” dedi. Dize araya girdi. “Yani Yasin’i tanıyorsun?” Saat akıp gidiyordu, zamanları yoktu. Murat adamı bir omzundan sarstı. “Bak, kendini kurtarmak mı istiyorsun? Bizimle konuşman sana yardım sağlayabilir. Yıllardan beri kullanılıyorsun be adam. Biz sana yardım edebiliriz!” Merih güldü. Deli bir gülüştü bu. Konuşmaya başladı. Her cümlesi açıkta bırakılmış yaralar gibi iltihaplıydı. Sesinin tiz ama hırıltılı yaşlılığı dinleyenlerde garip bir rahatsızlık uyandırıyordu. Bu adam çoktan ölmüştü. Bir Zombi’ydi. “Ben kullanıldım bundan da gocunmuyorum tamam mı? Büyük bir olayın parçası oldum en azından. Sizin gibi aşağı doğru akan nehirde, yukarı doğru yüzmeye çalışmadım. Bıraktım kendimi.”
250
Cilt 1
Dize, “Sen tam bir pasifsin, biz bir şeyleri değiştirmeye çalışıyoruz. Büyük bir olay diyorsun, ne büyük olayı yahu? O kadar insanın ölümü, kaçırılmalar, değer mi bunlara?” Adam sustu. Dize’nin ve Murat’ın yüzüne dik dik baktı ve konuştu. “Anlamıyorsunuz değil mi? Her şey sizin için dosyalardan ibaret, kontrol edilmesi gereken acayiplikler vesaire. Bunun önüne geçilemez. Beni dinleyin, beni iyi dinleyin. Bu dünya, normal bir yer hiç olmadı, olmayacak. Şimdilerde yaşadıklarınız, zamanında olanlar, bunlar buzdağının görünen yüzü.” Murat adamın lafını kesti. “Bana böyle kalıplaşmış geri zekâlı benzetmelerle gelme ulan!” Sinirleniyordu. Bu tarz laflara artık tahammülü kalmamıştı. Yorgundu. Dize’ye döndü. “Daha ne kadar dinleyeceğiz bu adamı?” dedi. Adam tekrar konuşmaya başladı. “Arkadaşa katılıyorum,” dedi. Gülüyordu. “Beni dinlemenizin size hiç bir yararı olmayacağını düşünüyorum. Saçma bunların hepsi. Benim gördüklerimi, yaşadıklarımı siz yaşasanız delirirdiniz be! Ben delirdim mi? Belki.” Durdu. “Belki,” dedi. Dize önünde masaya eğildi. “Bak,” dedi. “Bana dikkatle bak. Burada bir terapi seansı düzenlemiyoruz. ilgilenmiyoruz.
Senin Ama
bizi bunlar
yargılamalarınla, önemli
değil.
kendi Ben
özel
trajedinle
dinlerim.
Çünkü
anlatmamaya uğraşırken bile bana yeterince bilgi veriyorsun. Ancak, sakın ha sakın, karşıma geçip ‘Siz ne gördünüz ki?’ tarzında cümleler kurma. Çünkü inan. Eğer önce delirmesi gereken birileri varsa, o kişiler biz olurduk. Şimdi.
Daha
fazla
yanımda
duran
251
bu
arkadaşı
sinirlendirmezsen
Birim Sıfır
sevineceğim. Çünkü bir zaman sonra onu tutmakta zorluk çekebilirim. Yardım mı istiyorsun? O zaman konuşacaksın. Buzdolabı nerede?” Merih durdu. Pes etmiş gibi bir hali vardı. “Pekâlâ,” dedi. “Gerçekten bilmiyorum yerini. Yasin’in bana bunu söyleyebileceğini mi düşünüyordunuz? Tek bildiğim bir mezarlıkta gömülü olduğu ve gece onu bulduktan sonra Şile’de bir depoda deneyecekleri. Aynalı Oda’da. Bildiklerim bu kadar.” Murat, “Peki kaçırılanlara ne oldu?” diye sordu. Merih, “Ne olacak, Salih diye bir Hoca vardı, o sanırım yok oldu. Mescit onu yutmuş olmalı. Lemi o tarz bir şeylerden bahsediyordu bu sabah.
Aziz ise evine geri dönmüş olmalı. Hiçbir şey hatırladığını
sanmıyorum. Menteş de sizin elinizde. Werner Altmann ise… Onun için gazetelere bakabilirsiniz. Adam kayıp olarak ilan edildi bile. Büyük ihtimalle geçmişte bir yerde sıkışıp kaldı.” Murat, “Gizem’e ihtiyacımız var,” dedi. Dize düşünceliydi. “Bir mezarlık,” diye söylendi. “Bence buzdolabını almalarına izin vermeliyiz. Đçimden bir ses onu kullanamayacaklarını söylüyor. O buzdolabını kullanmak için Oğuz’a ihtiyaçları var.” Merih’in yüzü canlandı. “Sen akıllı bir kızsın,” dedi. “Erken öleceksin.”
13.13
Oğuz izliyordu. “Şimdi değil,” dedi beynindeki ses. Mezarlığın etrafında siyah figürler dolanıyordu. Hayalet değillerdi. Bir şey kontrol ediyor gibiydiler. “Gibi değil,” dedi içinden. “Buzdolabı’nı koruyorlar.” Her
252
Cilt 1
şey aklında artık netti. Varis oydu. Yasin denen adamı öldürmesi gerekiyordu. “Benim olanı çalamazlar,” dedi. Farkında değildi, birikiyordu. Kâinatın bir diğer şakası olmasına az kalmıştı. Gerçeklik etrafında dağılıyordu, pul pul dökülüyordu. “Şimdi değil” dedi yine içinden. “Gece. Şile’de. Bitecek her şey.” Gülmedi.
16.25
Herkes dinçti şimdi. Dize ile Taylan Bey akşam olacakları, planı konuşuyorlardı. Ege Oğuz Özben’i bulmuştu. Çocuk geçen gün evden tabiri caizse kaçmıştı. Sevgilisi onun sarhoş gibi olduğunu söylese de, farklı bir ruh halinde olduğunu da eklemişti. Dize, “O da Şile’de olacak bu akşam. Ben Oğuz’un Buzdolabı’nın bağlantısı olduğunu düşünüyorum,” dedi.
***
Murat ise Gizem’in yanındaydı. Kız yavaş yavaş kendisine geliyordu. Murat, “Uyan yahu, uykunun ağır olduğunu biliyordum da, bu kadar uykuculuk… Cidden tembellikte rekorlar kırıyorsun Kızıl,” dedi. Gizem adama yan yan baktı. “Lütfen iğrenç espriler yapma Murat. Zaten hastayım, hiç Hollywoodvari ‘hasta kadının başında babacan espriler yapan adam’ triplerine girme o yüzden.” Murat geriye yaslandı.
253
Birim Sıfır
“Sen hasta falan değilsin herhalde,” dedi. “Çene maşallah.” Kız güldü. “Buzdolabı’nı yok etmeniz lazım tamam mı?” dedi. Murat, “Biliyorum,” dedi. “Her şeyi biliyorum. Senden tek istediğim, Buzdolabı’nın ne işe yaradığını söylemen? Bilgin var mı?” Gizem güldü. “Buzdolabı ne işe yarıyor?” Durakladı. “Aklının hayalinin alabileceği ve alamayacağı her şeye,” dedi.
***
Tahtadan yapılmış Köşk yanmaya başladığında daha çocuk olan Selim Özben babasını arıyordu. Oysa adam çıldırmış gibiydi. “Kurtulduk!” diye
ağlıyordu.
“Kurtulduk!”
Sırtına
yüklemişti
eski
buzdolabını
merdivenlerden aşağıya doğru iniyordu. Selim bağırmıştı. “Baba!” Adam onu görmüş yine de aşağıya inmeye devam etmişti. Gözü kördü. Onun ardından Selim koşturmaya başladı. “Baba!” diye bağırıyordu. “Anne!” Anne yoktu, Baba delirmişti. Ateş vardı, yangın kokusu. Kendisini köşkten dışarı attı. Babasının karşısına geçti. Baba oğlunu bir tokatla yere attı. Midesi paramparçaydı. Kulağı kopmuştu. Adam oğluna doğru baktı. “Sen de içine girmek ister misin?” dedi. “He oğlum! Đster misin?” Buzdolabını indirdi aşağıya. Đsten kararmış makine kendi kendine beyazlandı. Etrafında hasta bir ışık yayıyordu. SARI.
254
Cilt 1
Selim Özben, “Baba korkuyorum,” dedi. Baba oğluna baktı, yere yıkıldı. “Ben de,” dedi. Sarı hastalıklı bir ışık yayan, buzdolabının yanında son nefesini verdi.
***
Gün karardığında, kürekler toprağa girdiğinde, gölgeler kumara oturup, ölü kemiğinden yapılma zarlarını salladılar. Kader, şans, tanrı, insan, ölüm, hayat, hepsi birbiriyle sevişip piç çocuklar doğuruyorlardı. Denge kendisiyle kavga eden şizofren bir hasta gibi, kustuklarını yutuyordu. Mezarlar kazıldı. Tabutlar çıkarıldı. Sonunda ışık geldi. Yasin farkında olmadan konuştu. “En sevdiğim rengin sarı olduğunu söylemiş miydim?” dedi.
2 23.45
Buzdolabı kamyonete yüklenirken, Oğuz çoktan Şile yolunu yarılamıştı. Nereye gideceklerini biliyordu. Bu akşam neler olacağını da az buçuk kestirebiliyordu. Seçimlerin zamanıydı bu gece. “Bunu aklında tut Oğuz,” dedi çaldığı arabanın içinde, yolu ardında bırakırken.
255
Birim Sıfır
*** Kamyoneti izleyen arkadaki arabanın içinde duran Ege, Dize ve Murat da radyodaki çalan şarkıyı dinliyor gibi yapıp akıllarındaki gerilimi atmaya çalışıyorlardı. Ege, “Bu akşam içimizden birisi ölecek gibi hissediyorum,” diye düşünüyordu. Dize, “Bu akşam daha kalın giyinmeliydim, hava soğuk,” diye aklından geçirdi. Murat
önlerindeki
arabaya
bakıyor
ve,
“Bugün
birilerini
öldüreceğim sanırım,” diye içinden konuşuyordu.
***
Oğuz önce geldi. Arabayı depodan oldukça uzak bir yerde bıraktı ve yürümeye başladı. Kimliğiyle ilgili bazı düşüncelere daldı. Artık Oğuz Özben miydi ki? Başka bir şeye dönüşmüştü. Bozulmuştu. Tekrardan oluşmuştu. Bozuyordu. Etrafındaki her şey olması gerekeni değil, olmaması gerekeni yansıtıyordu. Pis bir hava yayıyordu belki de etrafında, mutlu değildi. “Olmak istemiyorum,” dedi. “Mutluluk cahiller içindir.” Đsyankâr bir tavrı yoktu. Sinirli değildi, sadece anlamak istiyordu. Kabullenmişti olduğu gibi gördüklerini, göreceklerini. Sadece süreçlerden geçecekti. O kadar. Aklında Alan Moore’un efsanevi çizgi romanı, “Watchmen,” geldi. “Yaşamın varlığı gerçekten çokça abartılmış bir olaydı.” Gerçek, soru, merak, akıl bunlar bir şekilde olduğundan daha büyük gözükür olmuştu
256
Cilt 1
harflerin arasında, insanların fikirlerinde. “Kendinle çelişmiyor musun?” diye sordu. “Mutluluk cahiller içindi hani. Bilen insan, gerçeği gören insan mutsuz olurdu.” Kendi sorusuna yine kendisi cevap verdi. “Ben buna karşı çıkacak bir şey söylemiyorum. Kendimin de abarttığını kabul ediyorum gerçeği. Her şey aslında sonunda mutlu olmak içinse, öğrenmek niye?” Söyledi. “Hiçbir şey mutluluk için değil aslında dostum maalesef. Mutluluk bir yanılsamadır. Görmeli, duymalı, tatmalı, hissetmelisin. Sonra da yaratacaksın. Amaç budur. Amaç arayıştır. Cevap soruda saklıdır.”
***
Arabalar geldi. Işıklar yolda akıp gittiler. Depoya girildi. Oğuz herkesi bekledi. Đsim isim saydı girenleri içeri. En son ortaya Birim Sıfır ekibi geldi. Gülümsedi. “Pişt!” dedi. Murat geriye döndü. Diğerleri duymamıştı. Onları beklemeden depoya girdi. Yasin çıldırmış gibi bağırıyordu etrafındakilere. Oğuz, “Katılıyorum. Amma sinir yapmışın yahu. Azıcık beklettim diye. Ayıp yani ayıp!” dedi. “Geldim işte!” Bütün suratlar ona döndü. “Evet, son bağlantı. Ne kadar destansı bir giriş yaptım ama değil mi?” Sonrasında kurşunlar konuştu.
***
Yasin bağırıyordu. “LAN MALLAR! GERĐ ZEKÂLILAR! SĐZE NE KADAR SÜRE DAHA SÖYLEMEM GEREKĐYOR LAN! GÖTVERENLER, GETĐRĐN, BULUN
257
Birim Sıfır
ŞU OĞUZ DENEN ĐBNEYĐ BANA DEMEDĐM MĐ SĐZE BEN ĐŞE YARAMAZ KALASLAR!” Lemi
Yasin’i
dinlemiyordu
bile.
Gözü
kapısı
açılmayan
Buzdolabı’ndaydı. Yasin Lemi’ye döndü. “LAN YAVŞAK! DĐNLESENE BENĐ SĐKTĐĞĐMĐN PĐÇĐ!” Lemi döndü Yasin’e. “Sen tam bir geri zekâlısın biliyorsun değil mi?” dedi. “Kotkafalı, aptal. Şimdi de kendi beceriksizliğinin acısını çekemediğin için sinirlenip etrafındakilere çatıyorsun.” Yasin silahını çekti Lemi’yi vuracaktı ki deponun girişinden birisi duyuldu. “Katılıyorum. Amma sinir yapmışın yahu. Azıcık beklettim diye. Ayıp yani ayıp!” dedi saçı sakalı birbirine karışmış bir adam. Gülüyordu. Delirmiş miydi? “Geldim işte!” Ege bağırdı. “Çocuğa dokunanı yakarım!” Đçeri girmişlerdi. Yasin ilk ateş eden oldu. Kurşunlar havada salsa figürleri yaparak birbirlerine sırnaşıp ölümü yatağa atmak istercesine uçuşuyordu. Murat Dize’nin elinde bir silah tutuşturmuştu çoktan. “Dışarıya git bekle diyeceğim ama yapmayacaksın biliyorum. Şu demir yığını var ya onların arkasında dur ve olayların yatışmasını bekle,” dedi. “Bizim işimizin bitik olduğunu görürsen…” Dize, “Öyle bir şey olmayacak,” diye araya girdi. Murat devam etti. “Öyle bir olay görürsen, siktir et cesareti, intikamı falan. Sadece kaç tamam mı?” Sonra kendisini er meydanına attı. Dize ne yapacağını bilemez şekilde inşaatlık demir çubukların arkalarında yere yattı. Elindeki silah, olası
258
Cilt 1
bir paralel evrende gerçekleşmiş olabilecek Recep Tayyip Erdoğan’ın giydiği Led Zeppelin tişörtü kadar eğreti duruyordu. Oğuz
kurşunların
içinden
sakin
sakin
Buzdolabı’na
doğru
yürüyordu. Onu gören Dize bağırdı! “Hey sen!” dedi. Arkasını döndü Oğuz. “Gelecek misin?” dedi. Dize kendisini onun yanında buldu. “Nasıl yaptın bunu?” diye sordu. “Onun yakınında oldukça daha da güçleniyorum,” dedi Oğuz. El ele tutuştular ve yürümeye başladılar. Yasin Buzdolabı’nın arkasına saklanmış duruyor, arada ateş edip tekrar saklanıyordu. Lemi ortalarda yoktu. Ege ve Murat, karşılarındaki Doğan’dan ve diğer beş altı tane ızbanduttan oluşan mafya
tipli
dangalaklarla
uğraşıyordu.
Oğuz
Buzdolabı’nın
yanına
geldiğinde, kendisi de bir ışık yaymaya başladı. Dize’ye baktı. “Ölmeyeceksin,” dedi. Dize arkasına döndü ani bir refleksle, Doğan silahı onun kafasına tutmuş ateş edecekti. Murat onu vurdu. Adam yere yıkıldığında Buzdolabı’nın arkasından çıkan Yasin Murat’a doğru ateş etti. O anda zaman durdu. Dize, “Ne oluyor?” dedi. “Murat’a ne olacak?” Oğuz, “Kader ile ilgili düşündün mü hiç Dize?” diye sordu. Sesleri bile yankılanmıyordu. Belki fiziksel olarak konuşmuyorlardı bile. Her şey akıldaydı. “Düşündüm,” dedi Dize. “Kader’in insanların yapacağı her şeyin zaten belirli olduğu ile ilgili yorumundan nefret ederim.” Oğuz gülümsedi. Sakalları yavaş yavaş dökülüyordu. Saçları kısalıyordu.
259
Birim Sıfır
“Biliyor musun ben de aynı şekilde düşünüyorum ama bence kaderin başka bir yorumu yok. O halde bence kader de yok,” dedi. “Ancak bir plan var. Buna inanıyorum, geçmiş, şimdi ve gelecek birbiriyle örtüşmek zorundalar. Bu yüzden sen şu an yanımdasın. Aklımdakilere sana anlatamam, çünkü bunları ben de bilmiyorum. Ancak şunu söyleyebilirim. Hayatım boyunca edilgen oldum ben Dize. Pasiftim. Şimdi burada, bu karmaşanın ortasında olmam tesadüf olamaz. Senin karşındayım. Sana bir şans vermek için buradayım. Ben Buzdolabı’na girersem, kendimle beraber onu da yok edeceğim. Ki bu eninde sonunda yapacağım şey. Ancak benden önce birisinin onu kullanmasına izin verebilirim. Senin plana etki etmeni sağlayabilirim Dize. Belki bu sayede beni de kurtarabilirsin?” Dize adama baktı. Sadece kaşları kalmıştı yüzünde. Đşin doğrusu sırf ışığa dönüşmüştü diyebiliriz. Her şeyi içine çeken kara delikler gibiydi, sadece tek farkı beyaz olmasıydı. “Sen nesin?” diye sordu ona. Güldü. “Senin olmadığın bir şey değilim,” diye cevapladı. “Buzdolabı’nın özelliği ise, içinde olan her şeyi, orada sınırsızca keşfedebilme şansı tanıması.” Dize aklına gelen ilk şeyi söyledi. “Yani bir Tanrı Makinesi,” dedi. Oğuz gülümsedi. “Bir nevi,” dedi ve Buzdolabının kapısını açtı. Gayet normal gözüküyordu. “Ölmeyecek demiştin?” dedi içeri girmeden önce. “Ben o an için demiştim. Her saniye, bir başka evreni yaşarız Dize. Şimdi her şey senin elinde.”
260
Cilt 1
Dize, Buzdolabı’nın içine girdi. Oğuz da kapıyı ardından kapattı. Sonrası… Sonrası alabildiğine berraklaştı aniden.
İÇERİDE İÇERİDE ∞ Murat, Ege, Taylan, Dize, Oğuz, Yasin, Lemi, Doğan, Birinci Izbandut Orhan, Đkinci Izbandut Mahir, Üçüncü Izbandut Yaşar, Dördüncü Izbandut Kasım, Aziz Üzüm, Salih Uygur, Đhsan Menteş, Werner Altmann, Rıza, Güven (Kendisi çıldırmış bir vaziyette Kocaeli’nde dolanıyor), Kızıl Gizem, Taylan Yıldırım, Kinyas ve Kayra, S.S. Süleyman Tevfik, hepsi karşımdalar. Onları oldukça rahat görebiliyorum. Bir satranç oyunu gibi değil. Şimdi mesela şu kurşuna bakalım. Yasin’in silahından çıkıp Murat’a doğru ilerliyor. Bu an sonsuz aslında. Her şey sonsuz. Bitmiyor. Zaman, içi ne idüğü belirsiz görüntülerle dolu bir nehirdir. Hepsini seyrediyorum. Huzur var içimde, bağımlılık. Garip. Belki? Oğuz’u kurtarabilir miyim? Gidiyorum. Görüyorum onu. Bazı mesajlar gösteriyorum. Ona “o” olduğumu söylüyorum. Kafası karışıyor. Bu zaten olmuştu. Geçmiş. Anlıyorum bazı şeyleri değiştiremezsin. Oysa
261
Birim Sıfır
önümdeki yolda hangi tarafa gidileceğiyle belki oynayabilirim. Gelecekteki o insanlara bakıyorum. Sinema salonundan bilmem kaç yıl sonrasına, doğu Almanya’ya ışınlanan o çocuklara. Hepsine üflüyorum, can veriyorum. Onlar burada yaşayacaklar. Đnsanlığı tekrar doğururlar belki. Bir süre önce sağanak yağmur şekilde yere yağan cesetler ayaklanıyor, iyileşiyorlar. Seviniyorum onlar için. Dönüyorum, bir lunapark eğlencesi gibi bu. Eğleniyorum… Birim Sıfır’ı görüyorum. Üstünde karabulutlar dolanıyor. “Silinecekler,” diyorum. “Karar böyle.” Gizliyorum onları yine. Afişe olmasınlar. Murat’a dönüyorum. Beni kurtardı. O olmasa ölecektim ve şimdi burada bu buzdolabının içinde hayatı, evreni anlama şansı bulamayacaktım. Kendimi bir an kötü hissettim, sanki koltuğundan kalkıp iki dakikalığına tuvalete giden bir yazarın yerine oturmuş, yazdıklarına bakıp, oynuyordum. Suçluluğun üstüne kefenini örttüm, Murat’a doğru hareketlenen kurşunun açısıyla oynadım. Oğuz’un kitabı Arafsızlar’a baktım. Dosyayı editörün önüne doğru ittirdim. Üstündeki faturaları kenara attım. Sevgilisine yazdığı şiirleri masanın üstündeki kâğıtların üstüne çıkardım. Kurtulacaktı. Benden sonra. Yasin’e baktım. Murat onu öldürecekti. Ege’nin hissi yanlış çıkmıştı. Çıkmak istemiyordum buradan, ama gitmem gerekiyordu. Nefes aldım.
262
Cilt 1
DIŞARIDA Buzdolabı’nın kapağı açıldı ve zaman seyrine geri döndü. Kurşun Murat’ın kulağını sıyırdı. Şaşkınlığı üstünden attı ve ateş etti. Yasin yere yıkıldı. Dize ölecek gibi öksürüyordu. “Makineyi yok etmeden önce şu ızbandutları da halledersen çok iyi olacak” dedi Dize. Oğuz ona baktı. “Peki,” dedi ve gülümsedi. “Teşekkürler.” Buzdolabının kapağını kapattı ve hem fiziksel hem de zihinsel bir deprem yaşandı. Dize bayıldığını ama birisi tarafından tutulduğunu hissetti. Gözleri kapanırken Murat’ın yüzüne bakıyordu.
3 Werner Altmann uçakta uyuyakalmıştı. Đhsan Menteş kendisine güveniyordu. Aziz ise sevgilisini, “Vampir Aşk” adlı filmde başrol oynayan çocuğun gay olduğuna inandırmaya çalışıyordu. Salih de namazını kılıyordu. Oğuz daha yeni yeni uyanıyordu. Yorgundu. Kinyas ve Kayra geçen gün içtikleri biradan dolayı kendilerini yetişkin gibi görüyorlardı.
263
Birim Sıfır
Aslında içmeden de öyleydiler. Hayat devam ediyordu. Saçma sapan, ama en azından sona ermemişti.
***
Murat ile Ege konuşuyorlardı. Dize uyandı. “Neler oluyor ya?” dedi. Arabanın arka tarafındaydı. Ege, “Bilmiyorum,” dedi. “Ama bir şeyler acayip.” Depodan sonrasını hatırlamıyorlardı. Murat, “Buzdolabı patladı ve buradayız,” dedi. “Arabanın içinde, sen arka koltukta uyuyorsun.” Dize sordu. “Peki tam olarak nereye gidiyoruz?” Ege bir anda cevap verdi. “Moda’ya gidiyorduk. Kadıköy’e yemek yiyecektik.” Dize gülümsedi. “Oğuz diye bir arkadaş vardı ya, bize biraz kıyak yaptı sanırım,” dedi. Murat güldü. “Tahmin etmiştim,” dedi. Dize’ye göz kırptı. Yola devam ettiler.
***
Bir ses duyulmadı, araba hareket etti, onlar oturdular. Güneş vardı. Sonbahardı. Güzel bir gündü. Kuşlar cikciklemediler. Köpekler havlamadı. Minik fare kükremedi, koca aslan miyavlamadı. Normal, dışarıdan penguen kadar sakin gözüken bir günün içinde kaos yaratan çarkları o günlüğüne
264
Cilt 1
durdular. Ya da dururmuş gibi yaptılar. Sonuçta insan, hayatın işleyişini anlayabilir mi? Kendimizi anlayamıyoruz daha. Burada ben kim miyim? Niye sordunuz ki bunu şimdi? Gereksiz laflardan hiç hazzetmem.
***
Dize, Murat’a sordu. “Birisinin konuştuğunu hissettin mi?” Murat, “Hayır,” dedi. “Ama ensemde bir soğukluk hissettim. Kapasana camını.” Radyoda Bob Dylan’dan ‘All Along the Watchtower’ çalıyordu. Ege eşlik etti. “Buradan çıkmanın bir yolu olmalı dedi soytarı hırsıza, çok fazla karmaşa var, hiç rahat edemiyorum burada.” Murat, Ege’ye döndü. “Oğlum bu şarkı Türkçe miydi lan?” dedi. Ege omzunu silkti. “Böyle daha iyi anlar millet.” Murat sustu.
***
Birileri konuştu. Siz dinlediniz. Tek önemli olan da budur aslında. Eninde sonunda bir hikâye sadece böyle anlatılır.
SON 265
SONSÖZ “Buzdolabı Ne Alaka Yahu?” Işıklar geçiyor önünden, hızlılar. Yakalayamıyorsun. Tam bir şey soracaksın, diyemiyorsun. Her saniye birbirine giriyor görüntüler, sesler, hisler, tatlar. Tekrar ağzını açıyorsun konuşmak için, tekrar olmuyor. Bekleyeceksin, ta ki karşındaki kaos çok kısa bir anlığına duraklayana ve sen araya girebilene kadar öylece izleyeceksin. Đşte başlangıç fikrini bulmak aşağı yukarı böyle bir şeydir. SIFIR serisi aslında çok kullanılmış bir formülün üzerine inşa edilen bir seri, ancak buraya, bu topraklara o kadar güzel aktarılmış ki, eğreti durmuyor. Ayrıca birçok dizide daha çok bilimsel yaklaşımlara sahip olayların daha da az durarak, fantastik boyutun oldukça ağır basması bence serinin artılarından birisi. Çünkü ‘gerçek olamayacak şeylerle, sadece gerçekle uğraşan bilimin birbiriyle karşılaşması’, okunması oldukça eğlenceli bir durum. “Soru: Okunması eğlenceli olan bir şeyi, yazmak da güzel olur muydu?”
Cilt 1
Cevap aslında aşikâr. Tabii ki hayır. Okunması güzel olan her şeyin, yazımı da eğlenceli olacak diye bir kaide yok. Ancak, Birim Sıfır maceraları bir nadirliği daha oluşturarak, yazımı da eğlenceli olabilecek bir konuya sahip. Đlk gördüğümde böyle düşündüm. “Kesinlikle konuk yazar muhabbeti olmalı,” dedim, öyle bir durum olursa balıklama olaya atlayacağımı da söyledim. Sonunda proje başladı. Artık içerideydim. Ancak asıl sorumluluk o anda insana çöküyor işte. Önünüzdeki beyaz sayfa size bağıra çağıra gülüyor. Bir dolu kişi, bir bekleme odasında bekliyor. Hepsi de düşünceli. Onlar bu serinin karakterleri. Biraz çekiniyorsunuz tabii önce. Özellikle ben, yeni insanlarla tanışma konusunda pek de başarılı olmayan ben, oldukça korkuyorum. Çünkü önümde ilk defa kendi yarattığım karakterler beklemiyor. Onlar başkasının aklından bu dünyaya geldiler. Hepsine bakıyorum. Kapatıyorum sayfayı. Önce fikir gelecek. Bunu beklemelisiniz. O kaosun içinden çekip çıkarabilmelisiniz onu. Aynen öyle oluyor; masamdaki bir not defterini karakter alıştırması için elime alıyorum ve bilmem ne zaman not ettiğim bir kelime gözüme çarpıyor. “Lokanta – Öykü olabilir”. Aklıma çakıyor fikir o zaman. Birkaç kelime yahu… yetiyor. Hatırlıyorum. Eskilerden gelen o fikir, şimdi yerini bulacak işte.
***
Geçmişte, birkaç saatlik bir dilime açılan, Taksim’deki o lokanta. Başlangıç bu. Yazıyorsun.
267
Birim Sıfır
Bir de yanlış anlamalar var tabii. ‘En az 3500 kelime olacak’ cümlesini, ‘en az 35.000 kelime olacak’ diye görüyorsun. Yanlış anlaşılma olduğunu fark edene kadar, yazdıkça yazıyorsun. Her şey anlaşıldığında duramazsın da; yine yazıyorsun. Çünkü öykü dallanıp budaklanmış. Buzdolabı orada; bekliyor aklında. Karakterlere de ısınmışsın, bırakabilecek misin? Zor. Arkadaşınızın oyuncakları vardır ya, oynamak istersiniz ama çocuk gıcıktır, size oynatmaz. Ya da bir film izlersiniz, “Şurasını şöyle yapardım lan ben,” dersiniz. Filmi beğenmediğinizden değildir; sadece o yaratının bir parçası olmak istersiniz. Birim Sıfır’da o filme de müdahale edebildim, o oyuncaklarla da oynayabildim. Đnanılmaz da bir zevk aldım. Yolunu bulmuş bir işe, biraz da olsa kendi kimliğimden bir şeyler katabilmek, o karakterlerle zaman geçirebilmek çok eğlenceliydi. Bu dünya sınırlı. Bizi heyecanlandıracak derecede acayip olaylar yaşayamıyoruz. Ne olursa olsun, bizim algımızın bozukluklarıyla ilgili; onun dışında ‘gerçekten’ bir şeyler yaşanmıyor burada. Acayip otobüsler, garip antikacılar, kâhinler, farklı yerlere açılan odalar, sizi olasılıksal bir cennete götüren telefon kulübeleri ya da o “buzdolabı” yok burada.
***
Oğuz Özben gibi çok kişi tanıyorum etrafımda. Ben de onlardan birisiyim. Biz yaratmaya bağımlı olmuş, aklı anlatamayacağı kadar hikâyeyle dolmuş kişileriz. Bir yerde bizim tanrı makinemiz, kalemimiz. Oğuz’un ve
268
Cilt 1
Dize, Murat, Kızıl Gizem (Sanırım kendisine hafif bir aşkım var, çaktırmayın) ,Taylan, Ege’nin bu macerasında umarım siz okuyucunun da beğeneceği güzel bir iş çıkarmışımdır. Sonlarda “deus ex machina” sevilmez, ki ben de sevmem… Her şeyin kolayına kaçarak hikâyeyi bitirmek tembelliktir ancak bu öykü sadece o “buzdolabı” için yazıldı neredeyse. Ayrıca, tanrıcılık oynamak ne zaman kolay oldu ki?
Emirhan Burak Aydın
269
YAZAR YAZAR HAKKINDA Emirhan Burak Aydın. Yaş: 19. Teşhis: Uydurmaya bağımlı. Yirmi yaşında. Hâlâ sokakta yürürken, Örümcek Adam olsa nerelerden atlayıp zıplayacağını düşünüyor. Hâlâ kendisinin araba anlayışı Geleceğe Dönüş serisindeki Delorean. Kendiyle barışık değil, çoğunlukla kavgalı. Ve evet, onun da taptığı kutsal kitap “Tutunamayanlar”. Hayalinde, Oğuz Atay ve Kafka ile rakı içmek, Stephen King ile televizyon izlemek, Poe ile kahve falı bakmak, Dostoyevski ile süpermarketten çokonat çalmak,
Murakami
dinlemek,
Chuck
ile
Bob
Palahniuk
ve
Dylan Jack
Kerouac’ı bilardo oynarken izlemek var. Ölene kadar hep yazacak. “Keşke”si olmazsa, ölümü de takmayacak.
Cilt 1
271
SIFIR:
AYTILSIMI Gรถkcan ล ahin
Türkler "Barak" derlerdi, Kara tüylü köpeğe, Böyle ad verirlerdi, büyük soylu köpeğe. Aslında efsaneler, bir köpek anarlardı. Onu da köpeklerin, atası sayarlardı. Bu köpek soylu idi, çok büyük boylu idi, Av çoban köpekleri, hep onun oğlu idi. Kuzey-batı Asya'da güya "Đt-Barak" vardı, Türklerse Đç Asya'da, onlara uzaklardı. Başları köpek imiş, vücutları insanmış, Renkleriyse karaymış, sanki Kara Şeytanmış. Kadınları güzelmiş, Türklerden kaçmaz imiş, Đlâç sürünürlermiş, ok mızrak batmaz imiş. Destanda denilmiş ki, Oğuz-Han yenilmişti, Bir adaya sığınıp toplanıp derilmişti. On yedi sene sonra, Oğuz onları yendi. Kadınlar yardım etti, orada savaş dindi. Oğuz bu bölgeleri, "Kıpçak-Beğ" e il verdi, Bunun için Türkler de, oraya "Kıpçak" derdi.
Oğuz Kağan Destanı’ndan
Birim Sıfır
6 Nisan 2009 Pazartesi – 06.00 Anadolu’da Issız Bir Dağ Eteği
Güneş henüz tepeleri tırmanıp gökyüzüne taht kuramamış ama havayı ‘ben geliyorum’ dercesine aydınlatmıştı. Geceki muazzam fırtınanın aksine gökyüzü titiz bir anne tarafından süpürülmüş gibi temizdi. Fırtına denen yaramaz çocuk; bulutlarını, yıldırımlarını ve iri iri yağmur damlalarını da alıp gitmişti ama arkasında bir harabe bırakmıştı. Anadolu’nun serin sabahına uyanmış bir adam, tamamen ağaçtan yapılmış evinin ahşap kapısını gıcırdatarak açtı ve siyah botlarıyla dışarı adım attı. Gerinerek derin bir nefes çekti içine. Havada mis gibi yağmur ve toprak kokusu vardı; ama karşısındaki manzara hiç de mis değildi. Elindeki siyah melon şapkayı taktı kafasına. Şapka, uzunca saçlarını üstten kapattı ve gözlerine hafif bir gölge düşürdü. Diğer elindeki uzun çöpü ağzına soktu. Evinin hemen önündeki birkaç metrelik taş patikayı geçip çamur deryasına attı adımını. Botu çamura ‘vışk’ diye bir sesle yapıştı. Yüzünü buruşturdu ve diğer bir ‘vışk’ sesiyle yoluna devam etti. Bostanına baktı, sebzeler koca damlaların basıncına dayanamamış, boyunlarını bükmüştü. Kümese baktı, içeriye su girmiş, tüm tavuklar çamur deryasında kalmıştı. En az birkaç tanesinin telef olduğu belliydi, birkaçı da yüzün koyu yatmış kanatlarını çırparak can çekişiyordu.
274
Cilt 1
Ahıra baktı, danalar acı acı mö’lüyor, “bizi kurtar” diyorlardı dillerince. Ahırın tepesinden düşen bir tahta parçası üç danadan birinin sırtına düşmüş, hayvanı oracıkta telef etmişti. Diğer iki danaysa ayaklarına yapışan çamurlar dışında sağlam görünüyorlardı. Son olarak bakması gereken bir yer daha vardı. Evinin hemen arkasındaki ufak tepenin öte tarafına bıkkınlıkla yürüdü. Dışarıdan gelen bir yabancının hiçbir açıdan göremeyeceği bir mevkide kalıyordu. Tüm yollara uzaktı ve etrafı bir kale gibi tepelerle çevrilmişti. Onun haberi olmadan o bölgeye adımını bile atamazdı kimse. Durum şimdiye kadar beklediğinden de kötü görünüyordu, ama şimdi gittiği tellerle çevrili alanda olabilecek en ufak aksaklık her şeyden beter olurdu. Çok sevdiği beş hayvan vardı orada. Tavuklar ya da inekler kadar salak değillerdi, bu nedenle hayatlarından endişe etmiyordu. Korktuğu şey başkaydı. Tepenin etrafını dolandı ve boyunu bir hayli geçen tellere yaklaştı. Hiç içine sinmemesine rağmen daima elektrik veriyordu bu tellere. Buna mecburdu… Sadece kendisinin bildiği bir şifreyle korunan tel kapıya ulaştığında kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Kontrol cihazında elektrik yoktu. Voltaj belirten kırmızı LED yanmıyor, şifreyi girmesi gereken LCD ekrana yazılar gelmiyordu. Tellere de elektrik gitmediğini gösteriyordu bu. Çekinmeden tellere dokundu ve ardından öfkeyle bir tekme attı. Sonra kendini sakinleştirmeye çalıştı. Tellere elektrik gitmemesi hiçbir şey
275
Birim Sıfır
demek değildi ki. Yıllardır bunu bilen hayvanlar artık dokunmayı bile denemiyorlardı tellere. Her ihtimale karşı yakınlarda bir çalılığın arkasına sakladığı dev makası aldı ve telleri içinden geçebileceği şekilde kesti. Makası fırlatıp içeri girdi. Koca arazi bomboş görünüyordu, bu da onu daha çok korkutuyordu. Beş hayvanın beş dev kulübesi iki yüz metre kadar ötedeydi. Đçinde olmalıydılar. Geceki fırtınadan korunmak için kulübelerine sığınmış ve orada uyuyup kalmış olmalıydılar. Olmalıydılar, olmalıydılar! Melon şapkalı adam, gözleri kararmış şekilde yürüdü kulübelere. Her biri iki metre yüksekliğinde, on metreye beş metre ebatlarında adeta ufak bir ‘ev’di. Kendi evi gibi ahşaptan yapılmışlardı ve ahırdan da kümesten de kat kat dayanıklıydılar. Đçinde yaşayanlar düşünülünce öyle olmak zorundaydılar. Doğruca ortadakine yöneldi. Kapıdan hızla girdi. Mavi Şafak onu görür görmez ayağa kalktı. Sevgi gösterisi anlamında iki ayağı üzerinde durdu ve tekrar uzandı. Adam onunla daha fazla oyalanmadan sağ taraftaki kulübeye yürüdü. Gece Tortusu da yerindeydi. Bir kez daha sağa gitti. Kara Tutku horul horul uyumaktaydı. Đçi daha da rahatlamış şekilde sol taraftaki kulübelere doğru attı adımlarını. Buz Çiçeği onu bekliyormuş gibi dimdik kapıya bakmaktaydı. Ve sonuncu. Sahra Dikeni. Son kulübe onundu. Tam kapısına varmışken karşıda bir şey takıldı gözüne. Yıkılmış devasa bir ağaçtı bu. Đşin kötüsü tellerin üzerine çökmüş, gezegenlerin büktüğü uzay-zaman çizgisi misali yere kadar indirmişti. Adam, korkuyla son adımı atıp baktı kulübeye.
276
Cilt 1
Dizlerinin bağı çözülecek gibi oldu. Kulübe boştu. Sahra Dikeni yoktu. Ayağını mıknatıs gibi çeken çamurlara karşın tüm gücüyle yıkık ağaca doğru koştu. Ağacın üzerinden çevik bir hareketle atladı. Karşısında engebeler, ağaçlar, yeşillikler, tepeler ve derelerden oluşan karmakarışık bir manzara vardı. Tüm gücüyle bağırdı adam… Ama kimse duymadı. Duyması gereken, çok uzaklardaydı şimdi; menzilinin çok dışındaydı.
19 Haziran 2009 Cuma – 17.30 Gebze – Kocaeli
Aniden çalılıktan bir şey çıktı ve onu yerine çiviledi; bulutsuz gökyüzündeki dolunayın ışığında zar zor görünen tuhaf bir siluet… Bir an kalbi kafesteki bir güvercin gibi göğsünde çırpındı ama sonra ıslık gibi bir nefes vererek kendi kendine fısıldadı. “Köpekmiş işte lan. Biraz iri bir köpek… Durup dururken ne panik yapıyorsun?” Ve usulca ona yaklaşıyordu. Adam köpeğin tipini görmek için bir adım attı. Kangal olabilirdi, çünkü gerçekten iri duruyordu. Olağanüstü iri. Yoksa daha da mı irileşiyordu? Yo, hayır. Yaptığı sadece iki ayağı üzerinde durmaya çalışmaktı. Bir köpek hiç destek almadan iki ayağı üzerinde durabilir miydi? Bir an karşısındakinin bir ayı olabileceği geçti aklından. Uzaklardan gelip
277
Birim Sıfır
mahalleye inen aç bir ayı… Ve şimdi iki ayağı üzerinde durup ona saldıracaktı. Bir adım geriledi ister istemez. Ayı mı köpek mi olduğuna karar veremediği yaratık da ona doğru geldi. Sokak lambasına yaklaştıkça şekli belirginleşiyordu ama bu, ne olduğuna karar verilebilmesi için yeterli olmuyordu. Kesinlikle bir köpek suratına sahipti. Uzun, ince ve dik kulaklı… Belki de bir kurt suratıydı. Ama her adımda dikleşiyordu işte. Bir köpek bu kadar dik duramazdı. Olanaksızdı. Đşte tam kalkmıştı ayağa. Đki uzun ve kalın bacağının üzerinde duruyordu. Ve bu bacaklar köpekten çok ayı bacağına benziyordu. Hatta daha çok biraz fazla kıllı bir insan bacağına. Peki kollar? Asla bir köpek kolu -daha doğrusu ön bacağıolamayacak kadar kaslıydılar. Ve uçlarında bir patiden çok timsah pençesine benzeyen şeyler vardı. Adam sonunda yaratığı bir şeylere benzetmekten vazgeçip kaçmaya koyuldu. Đstikamet eviydi. Ama henüz bir adım atmıştı ki yaratık inanılmaz bir sıçramayla yirmi metre uçup üzerine çullandı. Elbiselerini parçalıyor, bir şey arıyordu sanki. Yaratığın tırnaklarından biri gözüne girince bas bir çığlık attı ama daha çığlığının yankısı kesilmeden dökülen bağırsaklarının ve dışarı çıkmış iç organlarının arasında can vermişti. Yaratık aradığı şeyi buldu, ağzına aldı ve dört ayağı üzerinde uzaklaştı. Tıpkı bir köpek gibiydi yürüyüşü. Đrice bir kurt köpeği gibi…
278
Cilt 1
19 Haziran 2009 Cuma – 17.30 Gebze – Kocaeli
Kocaeli’nin Đstanbul’a en yakın ilçesi Gebze’nin -hatta araba plakalarına bakılırsa yüzde otuzunun 34 ile başladığı görülür- D100 karayolunun kuzeyinde kalan yüksek kesimindeki Yavuzselim Mahallesi ertesi akşam yapılacak görkemli kına gecesine hazırlanıyordu. Đkisi de yıllardır o mahallede yaşayan Mesut Tezel ve Buket Solmaz çiftinin aileleri kısmetse- pazar günü olacak düğünün öncesinde dillere destan bir kına gecesi yapmak için pek hevesliydiler. Uzaklarda oturan akrabalardan bazıları o günden gelmeye başlamış, gece kalacakları evleri seçmekteydiler. Mahallede geniş bir akrabalık bağı olduğundan bu konuda sıkıntı çekilmeyecekti. Gelinin babası Salih Solmaz, mahallenin kırk yıllık kahvehanesinde okey oynamakta, hatta iki eldir okeye dönmekte iken bir titreşim hissetti. Hemen ardından Nokia’nın meşhur melodisi ötmeye koyuldu. Salih sol eliyle daracık cebini genişletip sağ eliyle telefonu çıkardı ve kendinden uzak tutup alnını çatarak ekrandaki yazıyı okudu: “Senem arıyor…” Senem Salih’in kahvehane kadar eski olmasa da uzun yıllardır karısıydı. Allah bilir yine ne isteyecekti. “Salih nerdesin?” dedi tiz ve doğulu kadın sesi. “Kahvedeyim. Ne oldu?”
279
Birim Sıfır
“Hüseyin’le Zeynep’in kızı geliyormuş Đstanbul’dan. Harem’den minibüse binmiş. Nerede ineceğini sordu. Feniş’te in, Salih seni oradan alır dedim.” “Hımm… Ne zaman aradı seni?” “Demin işte.” “Tamam daha gelmesine çok vardır. Ben alırım onu sonra.” “Unutayım deme ama.” “Unutmam unutmam. Hadi…” Sıra çoktan kendisine gelmişti. Yerdeki kırmızı ikili ona yaramıyordu. Yeni taş çekti. Siyah üç. I-ıh. Bu da değil. Bir el daha dönüp dönmemeyi düşünmesi iki saniye sürdü. Dönecekti. Erkenden tamamlamıştı elini ve çift okeyi vardı. Şimdiden başkasının bitme olasılığı da düşüktü. Bir iki el daha idare edebilirdi. Siyah üçlüyü attı ve Đstanbul’dan gelen kızın ne zaman Feniş’e varacağını hesaplamaya koyuldu. Hüseyin,
Senem’in
erkek
kardeşiydi
ve
karısıyla
Sivas’ta
oturuyorlardı. Đki kızları Đstanbul’a gelmişlerdi çalışmaya. Bir de oğulları vardı. Askerdeydi şimdi. Kızları ne zamandır görmediğini düşündü Salih. Herhalde beş yıl olmuştu. Pek vefalı sayılmazlardı doğrusu. En azından bir tanesi halasının kızının düğününe gelmeyi düşünmüştü, bu da bir şeydi. Hakikaten, hangisi geliyordu acaba… Aklına gelmemişti sormak. Aman, ne fark ederdi ki. Đkizlerdi sonuçta… Bir an adlarını hatırlayamayınca şaşırdı ama bu durum uzun sürmedi. Hüseyin’in şiir tutkusunu biliyordu, buradan kızların isimlerini çıkarması kolay oldu: Mısra ve Dize Demirsoy.
280
Cilt 1
Solundaki adam sarı yedili atınca yüzüne geniş bir gülümseme geldi ve tüm düşündüklerini unuttu. Okeyini masanın ortasındaki taşların üzerine zevkle vurdu. “Düş bakalım sekiz sayı.”
19.30
Benzeri az bulunur güzellikteki genç kadın açık mavi renkli minibüsten birkaç erkeğin yamyamca bakışları arasında indi ve rahatladı. Đki saatten uzun süren bu yolculukta bacakları ve kalçası terden sırılsıklam olmuş, koltukta rahat etmeye çalışırken ömründen ömür gitmişti. Minibüs bir yolcusu eksilmiş olarak gürültüyle hareket ederken karşıya geçmek üzere üstgeçide yöneldi. Minibüsteki eziyetten sonra bu yürüyüş ona yumuşacık bir yatakta uzanıyormuş hissi veriyordu. Geçide ayağını atar atmaz telefonu çaldı. Arayan kardeşiydi. Meşhur fizikçi Dize Demirsoy… “Nerdesin Mısra?” “Bir selam sabah yok mu?” “Kapının önündeyim ve evde kimse yok.” “Çok uzaktayım Dize. Đstanbul sınırları dışındayım hatta.” “Şehir dışında ne işin var?” “Bil bakalım.” Kısa bir duraksama. Belli ki Dize’nin beyni o an harıl harıl çalışıyordu. “Gebze’ye mi gittin yoksa?”
281
Birim Sıfır
“Bravo… Ben de düğün davetiyesini almadığını düşünmeye başlamıştım. Sen niye burada değilsin, onu merak ediyorum.” “Burada işlerim başımdan aşkın Mısra. Oraya gelmem iki günüme mal olacaktı.” “Elbette Bayan Birim Sıfır. Yine kimin hayaletiyle uğraşıyorsun acaba?” “Mısra zamanım olsa gelirdim. Bunu sen de biliyorsun.” “Hiç sanmıyorum. Sen beni bile ziyarete gelmiyorsun.” “Şu an neredeyim!” “Ben sana sorayım. En son ne zaman görüştük?” “Sen de az meşgul değilsin doktor hanım.” “Konuyu değiştiriyorsun. Neyse şimdi kapatmam lazım.” Salih eniştesini geçidin diğer ayağında görmüştü. Elinde tespihiyle volta atarak onu bekliyordu. “Peki, görüşürüz.” “Görüşürüz Dize Hanım.” Telefonlar kapandı. Mısra hızlı adımlarla geçitten aşağı indi. Salih eniştesi, kalıp haline gelmiş sert yüz hatları, ama yumuşacık bakışlarıyla onu karşıladı. On dakikalık bir yolculuk sonunda Yavuzselim mahallesindeydiler.
19.45
“Hoş geldin kızım,” dedi halası Mısra’yı görür görmez. Sıkı sıkı sarıldılar. Mısra halasını hiç değişmemiş buldu. Altmışına merdiven dayamasına rağmen enerji dolu bir kadındı. Enine gelişmiş iri yapılı,
282
Cilt 1
başörtüsü her daim başında olan, teni yıllarca güneş altında durmaktan kalıcı olarak bronzlaşmış tam bir Anadolu kadınıydı Senem hala. Mısra hal hatır aşamasını geçip sofraya oturdu. Halası akşam yemeği için onu beklemişti. Çok ilginç, diye düşündü Mısra etrafını ilgiyle seyrederken. Burası bambaşka bir dünya. Evler iki katlı. Dağ, tepe, engebe, her şey var. Tıpkı köy gibi. Dış kapı açık bırakılıyor, misafire çok sıcak davranılıyor. Özlemişim ya burayı. Gerçekten özlemişim. Halasının sofraya ilk tabağı getirmesiyle yerinden kalktı ve mutfağa yardıma koştu. Đşte bu yardımlaşmaya da bayılıyordu. Elinde ufak bir tepsiyle cacık dolu kâseleri getirirken dış kapıdan gelen üç kişiyi gördü. Bir adam, bir kadın ve ufak bir çocuk. Kadını hemen tanıdı, halasının büyük kızı Hande’ydi. Diğerleri de Hande’nin kocası ve oğlu. Mısra çocuğu görünce şaşakaldı, çünkü hafızasındaki son görüntüde çocuk daha yürümeyi bilmiyordu. Şimdi ise ilkokula hazırlanıyor olmalıydı. Adı neydi? E ile başlıyordu ama… Emir? Erdem? Eren? Evet evet Eren’di adı. “Oo kimler gelmiş,” dedi Hande Mısra’yı görür görmez. “Hoş geldin kız. Mısra mısın, Dize mi?” “Mısra,” dedi gülerek ve ona da sıkıca sarıldı. Adını hatırlayamadığı kocasının elini ve Eren’in yanaklarını sıktı. “Sen ne kadar büyümüşsün böyle?” Çocuk başını eğdi. Utanmıştı. Veya utanmış numarası yapıyordu. Hande ve kocası -doğru ya, Kasım’dı adı- da bildiği kadarıyla buralarda oturuyorlardı. Geçen sefer geldiğinde onlara da uğrayacaktı ama zaman bulamamıştı. Bu sefer yapacaktı ama.
283
Birim Sıfır
Sofra kuruldu, müstakbel gelin de az sonra teşrif etti. Herkes oturdu ve önce yavaş başlayan, sonra giderek samimileşen bir muhabbetin eşliğinde yemekler yenildi. Hava kararmaya başlayınca Mısra’nın nerede kalacağı gündeme geldi. “Sen bizde kal kız,” dedi Hande. “Burası yarın misafirlerle dolar taşar. Hazır bizim ev boşken gel bize.” “Olur,” dedi Mısra. Onun istediği de buydu. Aşırı kalabalık -ve birçoğunu tanımadığı insanların oluşturacağı- bir ortamda bulunmaktansa orada kalması daha makuldü.
21.15
Hande kocasını dürttü. “Biz artık kalkalım,” dedi. Kasım iki elini iki dizine vurdu ve çıtlayan dizkapaklarının eşliğinde ayağa kalktı. Mısra da onlarla gideceğinden ayaklandı. Ertesi gün görüşmek üzere vedalaştılar. Mısra’ya kalırsa saat gayet erkendi. Sohbet iyice koyulaşmışken keşke biraz daha kalsalardı. Belki buraların âdeti böyledir, diye düşünerek itiraz etmedi ve birkaç yüz metreden uzun olmayan yolu yürümeye koyuldu. Ağır ağır yürümelerini beklerken karı koca anormal derecede hızlı yürüyorlardı. “Hande, acelen falan mı var?” “Yok da… Her ihtimale karşı işte…” “Ne ihtimali?”
284
Cilt 1
Hande genç kadına yaklaştı: “Son zamanlarda bir katil peyda oldu buralarda. Ne olur ne olmaz işte… Bir an önce eve varalım.” Mısra bir şeyler soracaktı ama Hande’nin ağzını açmaya niyeti olmadığını hissetti. Tek kelime etmeden eve vardılar. Hande kapıyı kitledi ve uyuklamaya başlamış Eren’i yatağına götürdü. Geri dönünce Mısra’nın sorusunu beklemeden anlatmaya başladı. “Đki ay önce genç bir çocuk ölü bulundu çalılıkların birinde. Gece dışarı çıkmış, eve dönmemiş. Sonra ortaya çıktı ki bunu parçalamışlar, telefonunu da alıp kaçmışlar.” “Bir telefon için mi yani?” “Galiba öyle. Cüzdanına bile dokunmamışlar. Sadece telefonu eksikmiş. Öyle değil mi Kasım?” “Doğru. Ben de duyar duymaz koşmuştum. Ceset berbat haldeydi. Ne yapmışlarsa şerefsizler, her yer kana bulanmıştı. Defalarca bıçaklamışlar galiba…” “Hadi ya, çok kötü bir olaymış ya… Allah rahmet eylesin… Katiller bulundu mu peki?” “Nerde…” dedi Hande elini manidar bir şekilde sallayarak. “Daha dur… Geçen ay gene aynı şey oldu. Bizim kahvecinin yeğenini öldürdüler bu sefer de. Yine telefonunu almışlar. Hemen ertesi gece de senin yaşında bir kız gitti. Gece yarısı evde bunalıp dışarı çıkmış. Çıkış o çıkış…” “Polisler arıyorlar değil mi katili?” “Arıyorlar güya, sık sık da dolanıyorlar buralarda. Ama umurlarında değil bence. Olsa bulurlardı şimdiye… Tam bir ay oldu son cinayetlerden beri, düşünsene. Değil mi Kasım?”
285
Birim Sıfır
“Ayın yirmi biriydi işte. Hemen hemen bir ay olmuş.” “Şu tepenin eteğindeki yıkıntılarda ayyaşlar var,” dedi Hande. “Bence onların işi.” “Tamam da polis sorguladı zaten onları,” diye karşı çıktı Kasım. “Hatta iki ay önce, genç çocuğun öldüğü günlerde mi ne, onlardan biri de ölmüş öyle.” “Birbirlerini öldürmüşlerdir işte,” dedi Hande belirgin bir tiksintiyle. “Bence psikopatın biri yapıyor,” dedi Kasım. Allah bilir zengin bir züppedir. Şeytan ayini falan yapıyorlardır. Bir de torpili varsa, hayatta yakalamazlar onu…” Mısra sohbette etkisiz kalınca bu konu fazla uzun sürmedi. Hande çay yaptı, Kasım meyve getirdi, televizyon açıldı, havadan sudan konuşuldu ve saat gece yarısını buldu.
01.50
“Allah belanı versin! Git ne halt yiyorsan ye!” “Gidiyorum zaten orospu karı. Đyi ki çocuk yapmadık biliyor musun… Yarından tezi yok boşuyorum seni.” “Boşa zaten. Senle bir dakika daha geçirmek ĐS-TE-MĐ-YO-RUM!” Mahallenin yüzde doksanının uykuya daldığı bu saatte pek de sık görülmeyen bir şeydi bu. Bu iki dakikalık bağrışma etraftaki evlerde oturanların çocuğunu uyandırmışsa da kapı çarpmasından sonraki ani sessizlik hepsini tekrar uykuya döndürmüştü.
286
Cilt 1
Adamın adı Akif’ti ve bu muharebeden cüzdanını, telefonunu, çakmağını ve bir paket sigarasını kurtarıp dışarı atmıştı kendisini. Şimdi bir tanesini yakıyor, dudakları sessiz küfürlerle kıpırdanırken dışarı üflediği dumanı öfkesi gibi görüyordu. Lanet olası eve bir kez daha bakıp uzaklaştı. Böcek cıvıltıları ve hafif rüzgârın etkisiyle hışırdayan yapraklar dışında tek bir ses duyulmuyordu. Peki şimdi ne yapacaktı? Komşulardan birine gitmeyi düşünmedi bile, çünkü hiçbiriyle arası iyi değildi. O orospu karı yüzünden tüm akrabalarına da yüz çevirmişti. En iyisi gidip bir otelde falan kalmaktı. Peki otele nasıl gidecekti?
En
yakın otel
Gebze merkezde olmalıydı.
Kahvehanenin olduğu geniş sokağa çıktı ve derin derin iki fırt çektikten sonra sigarasını yere attı. Taksi çağırabilirdi. Telefonunda bir taksi durağı kayıtlıydı ve yanında gece tarifesini ödeyebilecek kadar para da vardı. O an rüzgâr daha bir sert esti. Hemen ilerideki ağaçları daha çok hışırdattı. Hatta dallardan birkaçının çıtırtıyla kırıldığını duydu Akif. Lakin birkaç saniye sonra iyice artan sesler, bunun rüzgârın işi olmadığını ortaya koyuyordu. Orada bir şey vardı. Akif yüzünü buruşturup birkaç adım attı. Muhtemelen bir sokak köpeği hacet gideriyordu. Öfkesini çıkarmak için köpeğin kıçına bir tekme indirebilirdi. Ama Akif oraya varmadan çalılıktan bir şey çıktı ve onu yerine çiviledi; bulutsuz gökyüzündeki dolunayın ışığında zar zor görünen tuhaf bir siluet…
287
Birim Sıfır
Bir an kalbi kafesteki bir güvercin gibi göğsünde çırpındı ama sonra ıslık gibi bir nefes vererek kendi kendine fısıldadı. “Köpekmiş işte lan. Biraz iri bir köpek… Durup dururken ne panik yapıyorsun?” Ve usulca ona yaklaşıyordu. Akif köpeğin tipini görmek için bir adım attı. Kangal olabilirdi, çünkü gerçekten iri duruyordu. Olağanüstü iri. Yoksa daha da mı irileşiyordu? Yo, hayır. Yaptığı sadece iki ayağı üzerinde durmaya çalışmaktı. Bir köpek hiç destek almadan iki ayağı üzerinde durabilir miydi ki? Bir an karşısındakinin bir ayı olabileceği geçti aklından. Uzaklardan gelip mahalleye inen aç bir ayı… Ve şimdi iki ayağı üzerinde durup ona saldıracaktı. Bir adım geriledi ister istemez. Ayı mı köpek mi olduğuna karar veremediği yaratık da ona doğru geldi. Sokak lambasına yaklaştıkça şekli belirginleşiyordu ama bu, Akif’in onun ne olduğuna karar verebilmesi için yeterli olmuyordu. Kesinlikle bir köpek suratına sahipti. Uzun, ince ve dik kulaklı… Belki de bir kurt suratıydı. Ama her adımda dikleşiyordu işte. Bir köpek bu kadar dik duramazdı. Olanaksızdı. Đşte tam kalkmıştı ayağa. Đki uzun ve kalın bacağının üzerinde duruyordu. Ve bu bacaklar köpekten çok ayı bacağına benziyordu. Hatta daha çok biraz fazla kıllı bir insan bacağına. Peki kollar? Asla bir köpek kolu -daha doğrusu ön bacağıolamayacak kadar kaslıydılar. Ve uçlarında bir patiden çok timsah pençesine benzeyen şeyler vardı. Akif sonunda yaratığı bir şeylere benzetmekten vazgeçip kaçmaya koyuldu. Đstikamet eviydi. Karısıyla ettiği kavga aklına bile gelmiyordu o an.
288
Cilt 1
Ama henüz bir adım atmıştı ki yaratık inanılmaz bir sıçramayla yirmi metre uçup üzerine çullandı. Elbiselerini parçalıyor, bir şey arıyordu sanki. Yaratığın tırnaklarından biri gözüne girince bas bir çığlık attı ama daha çığlığının yankısı kesilmeden dökülen bağırsaklarının ve dışarı çıkmış iç organlarının arasında can vermişti. Yaratık aradığı şeyi buldu, ağzına aldı ve dört ayağı üzerinde uzaklaştı. Tıpkı bir köpek gibiydi yürüyüşü. Đrice bir kurt köpeği gibi…
Ertesi Gün – 10.45
Mısra, Handelerle birlikte sabah erkenden halasının evine gitmişti. Malum o akşam kına gecesi vardı ve her an yardım gerektiren şeyler çıkabilirdi. Birkaç saat içinde sürüyle misafir gelecekti elbet. Kahvaltı bile yapmadan geldikleri için şimdi üç kadın, güzelinden bir kahvaltı hazırlamakla meşguldüler. Salih ve Kasım bakkala ekmek almaya gitmişler, Eren dışarıda arkadaşlarıyla oynamaya çıkmıştı. On beş dakika içinde hepsi sofrada toplanacaklardı. Dakikalar geçti, Salih ile Kasım teşrif edemediler. Eren koşa koşa eve varana kadar durum anlaşılamadı. “Anneee anneee… Akif Amca var ya… Ölmüş galiba.” “Ne?” dedi Hande panikle. “Babam gönderdi, yarım saat sonra ancak gelirlermiş. Ama iyi oldu di mi anne? Akif amca iki kere topumu kesmişti benim.” “Şişşt, öyle şey söylenir mi? Tamam, sen git dışarıda oyna gene. Babanlar gelince onlarla gelirsin.”
289
Birim Sıfır
“Ne olmuş Hande?” dedi Mısra mutfaktan çıkıp. “Al sana bir cinayet daha. Yukarıki sokakta Akif diye bir adam vardı. Onu da öldürmüşler.” “Hadi ya, yine mi aynı kişiler?” “Ne olacak, yine onlardır. Allah belalarını versin. Akif denen adamı hiç sevmezdim ama o da insan sonuçta. Yarın öbür gün sıra bize gelecek diye korkuyorum.” “Ben bir Dize’ye anlatayım bu durumu ya. Polis arkadaşları var, ilgilenirler belki.” Çantasındaki telefonu aldı ve dışarı çıktı. “Alo Dize…” “Efendim Mısra?” “Uyandırmadım değil mi?” “Merak etme, iki saat önce kalkmıştım.” “Zamanın varsa bir şey anlatacaktım.” “Var var, söyle.” Mısra Hande’nin anlattıklarını hiçbir ayrıntıyı atlamadan Dize’ye aktardı. “Hımm, gerçekten korkunç bir durummuş,” dedi Dize. “Polislerin haberi var değil mi?” “Var da, bir türlü bulamıyorlar katili.” “Anladım, ama şu an yapabileceğim bir şey yok gibi görünüyor. Bu arada Salih enişteye söyler misin, beni yoldan alsın.” “Nasıl yani? Buraya mı geliyorsun?” “Evet, minibüsteyim, bir ya da bir buçuk saate ordayım.”
290
Cilt 1
Đşte bu sürprizdi. Mısra’nın o an en çok sevineceği haberdi bu. Demek ki Dize kuzeninin düğününü kaçırmak istememiş, vicdanının sesini dinlemişti. Đyi de yapmıştı. “Tamam söylerim, görüşürüz.” “Görüşürüz.” “Bu arada… Geliyor olmana sevindim.”
12.00
“Hani aynı şeyi tekrar yaşıyormuşsun gibi hissedersin ya… Yabancı bir karşılığı vardı… Neydi… Devacu muydu?” “Deja vu,” dedi Dize. “Heh, deja vu. Şu an onu yaşıyorum, biliyor musun… Daha dün Mısra’yı aldım aynı yerden. Şimdi de sen,” dedi Salih. Yüz ifadesi hâlâ sertti ama gözleri gülüyordu. Bu da onun için kahkaha atmakla eşdeğer sayılırdı. Dize de buna karşılık vermeden duramazdı. Beyaz dişlerini sergileyerek güldü. “Sen küçükken insanlardan uzak duran, çekingen kızsın değil mi?” “Hıhı, Mısra her zaman daha sıcak olmuştur. Đnsanlarla çabuk kaynaşıyor,” dedi Dize. “Onun öğretmen olması gerekirmiş aslında.” “Bence onu beceremezdi işte. Öğrencilere karşı aşırı yumuşak olurdu. Zaten fizik dersini de hiç sevmezdi. Tam doktor olacak kızdı, öyle oldu.” “Sen öyle diyorsan…”
291
Birim Sıfır
Dize pek sohbet başlatmayı beceremeyen biri olduğu için bir süre sessiz sessiz yolculuk ettikten sonra eniştesi manidar bir şekilde sordu: “Sizin düğün yok herhalde ufukta?” “Yok be enişte. En azından benim yok. Mısra da son zamanlarda biriyle tanışmadıysa…” “Sen bir çocukla konuşmuyor muydun?” “O eskidendi,” dedi Dize. Bu mevzudan sıkılmaya başlıyordu. Hele Ali’den bahsetmeye başlarsa daha da sıkıcı olacaktı. Hayaletler, iblisler, vampirler diyarıyla uğraşırken hâlâ sırrı çözülememiş bir cinayete kurban gittiğini mi söyleyecekti? Eniştesi
arabayı
durdurunca
boşuna
endişelendiğini
anladı.
Gelmişlerdi bile. Dize arabadan inerken sol taraflarında kalan iki katlı evin zemin dairesinin kapısından Mısra göründü. Bu evi sadece bir kez görmüştü, o da Dize’ye binlerce yıl öncesi gibi gelen bir zamandaydı. Önce Mısra, sonra Senem halası, ardından müstakbel gelin Buket, sonra gelinin ablası Hande, sonra Eren ve son olarak Hande’nin kocası Kasım’la görüştü. Hepsi de Dize’yi gördükleri için çok memnun görünüyorlardı. Oturdular, çay içtiler, sohbet dönüp dolanıp o sabah bulunan cesede geldi. “Gene aynı şekilde mi olmuş Kasım?” diye sordu Hande. “Aynı aynı… Bu sefer daha da vahşileşmişler. Adamın iç organları bile dışarıdaymış, varın siz düşünün.” “Tüü, lanet olsun. Allah onlara gün yüzü göstermesin,” dedi Senem hala dizine vurarak.
292
Cilt 1
“Cinayetlerde tuhaf bir şeyler yok, değil mi?” dedi Dize havadan sudan konuşuyormuş gibi. “Bu cinayetleri işleyen adamın akıl sağlığında bir tuhaflık olduğu kesin,” dedi Hande. “Ha, Mısra senin polis tanıdıkların olduğunu söylemişti. Onlara durumu bir çıtlatamaz mısın?” “Benim tanıdıklarım… Yani tanıdığım polis değil aslında. Daha doğrusu polis de… Bu olaya yardımı dokunacağını sanmıyorum. Aktif değil diyelim.” “Hımm.” “Ama başka bir fikir geliyor aklıma… Bu olay basına yansırsa polisler de mecburen daha fazla üstüne gitmek zorunda kalırlar.” “Doğru söylüyorsun,” dedi Salih. “Gerçi ilk olayda gazeteciler falan gelmişti. Haberlere de çıkmıştı ama bir şey olmadı.” “Sonra üstüne gidildi mi peki? Şu son cinayetlerin de onlarla ilgili olduğu söylendi mi?” “Valla bilmiyorum. Sonra kimse umursamadı gazetecileri falan.” “Benim tanıdığım biri var,” dedi Dize. “Üstelik o kadar hırslı ki bu işin peşini asla bırakmaz.” Ayağa kalktı. “Ona telefon edip geliyorum,” dedi ve dışarı çıktı. Bir dakika sonra Gündem gazetesinden Nehir Erbudak’la konuşuyordu. On dakika sonra olayı ayrıntılarıyla anlatmış ve o gün içinde internet sitelerinden bu haberi vermeleri, ertesi gün ise olayı daha detaylı araştırdıktan sonra basılı olarak sunmaları sözünü almıştı. Nehir söz verdi mi tutardı…
293
Birim Sıfır
Üstelik Dize, Nehir’in ertesi gün bizzat geleceğinden emindi. Böyle bir haberi asla kaçırmazdı.
13.30
Mısra boş bir anda Dize’yi kenara çekti. “Şu cinayetlere niye bu kadar ilgisiz davranıyorsun anlamıyorum,” dedi. “Ben mi ilgisiz davranıyorum?” “Sen Birim Sıfır üyesi değil misin? Hani cinayetleri, ölümleri falan araştırıyordunuz?” “Mısra, biz doğaüstü olaylarla iç içe geçmiş cinayetleri araştırıyoruz. Bu olayda herhangi bir doğaüstülük görüyor musun? Hem polislerin zaten üzerinde çalıştıkları bir şeyle ben niye uğraşayım? Eğer tuhaf bir durum olsaydı senden önce polisler bize haber verirlerdi. Üstelik ben buraya iş için değil, akrabalarımı görmek ve kuzenimin bu akşamki kına gecesiyle yarınki düğününe katılmak için geldim.” “Peki ‘abla’!” dedi Mısra somurtarak. Dize bir konuda üste çıktığında ve Mısra’yı egale ettiğinde Mısra’nın çocukluğundan beri kullandığı bir kelimeydi ‘abla’. Sonuçta Dize ondan birkaç dakika önce çıkmıştı annelerinin karnından. “Ben de sana bir soru sorayım,” dedi Dize. “Bu sabah cinayeti öğrendiğinde neden adama bakmak için gitmedin? Sen doktor değil misin?”
294
Cilt 1
“Ben adli tıp doktoru değilim. Ölmüş birine ne yapayım?” dedi Mısra. “Đşte benim durumum da buna benziyor. Anlaşıldı mı küçük kız kardeşim?” “Tamam tamam, anlaşıldı.” “Ayrıca olayla ilgilenmiyor da değilim,” dedi düşünceli düşünceli bakarak. “Hatta bu işte bir tuhaflık olduğuyla ilgili bir şeyler seziyorum. Hadi hayırlısı.” Eren koştura koştura çizdiği bir resmi getirdi ve bu ufak tartışmayı sona erdirdi. Resimde mavi bulutlarla kaplı beyaz bir gökyüzü, sol üst köşede sarı ışınlarını saçan bir güneş, gökyüzüyle yeryüzünü ayıran ve resmi baştan sona kaplayan kahverengi dağlar, vadiden akıp gelen yılan şeklinde bir ırmak, ırmağın sol tarafında kocaman bir ev ve evin önünde duran birbirinin tıpatıp aynısı iki kız vardı. “Bu sensin, bu da sensin,” dedi Eren kızları incecik parmağıyla göstererek.
15.30
Dize cep telefonundan Gündem Gazetesi’nin internet sitesini ziyaret edince “Gebze’de Çözülemeyen Cinayetler” başlığıyla girilmiş haberi gördü. Dize’nin
Nehir’e
anlattıkları
habere
aynen
aktarılmıştı
-belki
de
konuşmamızı kaydetti diye düşündü Dize- ve yazının sonunda birkaç kişinin olayı kınayan yorumları görülüyordu.
295
Birim Sıfır
Sabahtan beri durgun geçen hazırlıklar yavaş yavaş, olaydan haberi olmayan insanların gelmesiyle hareketleniyordu ve Dize bu haberi verince diğerlerinin de neşesi kısmen yerine geldi. Mahalleli artık cinayetlerin kesileceğine dair umut besleyebilirdi.
16.00
O gece için kiralanan salon, külüstür bir kamyonetle getirilen plastik sandalyelerle donatılıyordu. Misafirlerden genç erkekler bu görev için soyunmuş, sandalyeleri kamyonetten indirip içeri taşımakla meşguldüler. Diğer misafirler ise etraftaki evlere dağılmış, ya çay içiyorlar, ya meyve yiyorlar, ya karınlarını doyuruyorlar, ya da soğuk içeceklerle içlerini serinletiyorlardı. Ayrıca misafirlere her saat yenileri ekleniyordu. Artık durgunluk söz konusu değildi. Zaten kimsenin bu tatsız konudan bahsettiği de yoktu.
17.00
Dize siteyi tekrar ziyaret edince yorumların beklediğinden de çok olduğunu gördü. Şimdiden 27 yorum yapılmıştı. Hatta Dize’nin kontrol ettiği diğer haber sitelerinden bazıları da Gündem Gazetesi’ni kaynak göstererek haberi yayınlamışlardı. Bu daha da iyiydi.
18.30
296
Cilt 1
Senem halaların evinde büyük bir masa kuruldu ve en az yirmi kişinin katıldığı bir akşam yemeği yenildi. Dize de Mısra da uzun zamandır böyle kalabalık bir ortamda bulunmamışlardı. Yemek neşeliydi ama Dize biraz dalgındı.
20.00
Her şey hazırdı. Misafirler bir araya toplanmaya başlamışlardı. Kadınlar salondaki sandalyelere dizilmiş, büyük bir uğultuyla sohbet ediyor; erkekler salonun dışında sigara dumanı soluyorlardı -kimi tüketerek, kimi maruz kalarak-. Dize ve Mısra gelinle birlikte yürüyerek salona ulaşmaya çalışan grubun içindeydiler. Grupta kendilerine en yakın hissettikleri kişi Hande’ydi ve onun yanından ayrılmıyorlardı. Elbette onların yanından ayrılmayan dördüncü kişi de Hande’nin ufak oğlu Eren’di. Başta uslu bir görüntü çizse de misafirlere alıştıkça tipik yaramaz çocuk moduna geçmişti. Yine de çok sevimliydi ve Mısra’nın öpücüklerine defalarca maruz kalmıştı. Güneş’e ne kadar da benziyor, diye düşünüyordu Dize. Hemen hemen aynı yaştalar ve görünüşleri neredeyse aynı. Ama kabul etmeliydi ki Güneş olağanüstü bir çocuktu, Eren ise olması gerektiği gibi sıradandı; ne etrafındaki dünyayla ilgileniyordu, ne de zihnini ve bedenini zorlayacak şartlarda yaşıyordu. Onu el üstünde tutan bir aileye sahipti ve düşünmesi gereken hiçbir şey yoktu.
297
Birim Sıfır
Gelin ve etrafındaki grup salona vardıklarında ilginç bir görüntüyle karşılaştılar. Salonun önü ana baba günüydü. Đnsanlar sandalyelerini sokağın ortasına dizmeye çalışıyorlardı. Davulcu ve zurnacı enstrümanlarını coşkuyla çalıyor, bir düzine adam halay çekiyordu. Bu yaz sıcağında kapalı alan boğucu gelmiş, herkes sandalyesini kapıp dışarı çıkmıştı. Halay da yeni başlamış
olmalıydı,
çünkü
insanlar
yeni
yeni
fark
edip
halaya
katılmaktaydılar. Kısa süre sonra salonun önündeki yol tamamen kapanmıştı ve yoldan geçmeye çalışan tek tük arabalar arka sokaklara yönlendirilmeye başlamıştı. Artık burası bir ‘açık hava kınası’ mekânıydı ve bu kalabalığa engel olmak imkânsız gibi bir şeydi. Etraftaki apartmanların sakinleri bile eğlenceye balkonlarından katılıyorlardı. Mısra ilk başta eğlenceye soğuk kalsa da kısa süre içinde birçok tanıdık edindi ve halaylara katılmaya başladı. Dize ise kollarını kavuşturmuş kenarda beklemekte ve önceden gördüğü insanlarla kısa sohbetler etmekteydi. Halaya katılmaya asla niyeti yoktu, ömründe hiç katılmamıştı da. Ama izlemesi epey keyifliydi. Davul zurna her ne kadar olabildiğince gürültü çıkarsa da bu ritüeller Dize’ye tuhaf bir huzur veriyordu. Đnsanlar hâlâ birlikteydiler işte. Hâlâ el ele eğlenebiliyorlardı, hâlâ hiç tanımadıkları insanlarla korkusuzca kaynaşabiliyorlardı. Đnsanlık ölmemişti. Özellikle buralarda… Đstanbul için ise bu düşüncesinde hiç de emin değildi. Đstanbul’da insanlar huzur meraklısıydılar. Bırakın davul zurnayı, on dakika yüksek sesle müzik dinlesen kapına dayanırlardı. Olmadı polis bile çağırırlardı. Hele bir sokak bu yüzden kapatılsın, kanlı bıçaklı kavgalar çıkması işten bile değildi. Đstanbul’da yaşayan insanlar toptan psikopatlardı.
298
Cilt 1
Birbirlerini görmezden gelerek hayatını sürdüren milyonlarca yaratık… Birinin yüzüne iki saniyeden uzun baksan “ne bakıyorsun lan?” diye katil bile olurlardı. Parasız kalıp otobüse binsen bir kişi sevabına bilet parası vermez, ama sokakta köprüde nice numaralarla ağlayıp sızlayan dilencilere parayı dağıtmaktan kaçınmazlardı. Đki parça şey almak için mahalle bakkalına gitmez de on kilometre ötedeki süpermarkete giderlerdi. Ve o alınması gereken iki parça şey eve gelindiğinde bir sihirbaz dokunmuş gibi on parça olurdu. Apartmanda yaşayanlar karşı dairesinde oturanın adını bile bilmezlerdi. Đşe gidip gelirken harcadıkları saatleri saymaz, bir arkadaşlarıyla buluşacak olsalar “zamanım yok” derlerdi. Đstanbul ölüydü, Anadolu can çekişse de hâlâ yaşıyordu.
21.30
Đşte hava kararmıştı ve atmosfer bambaşka bir hale bürünmüştü. Sokak lambalarının ışığında hâlâ ölümüne halay çekiliyor, minik poşetlerle dağıtılmış kuruyemişler yeniliyordu. Çocukların bir kısmı bir yerden top bulmuş, az ötede dokuz aylık oynuyorlardı. Bu saatte dışarıda top oynamak kırk yılda bir çıkabilecek bir fırsattı -hele bu günlerde- ve bunu zevkten gerilmiş
dudaklarından
anlaşıldığı
kadarıyla
tüm
yoğunluğuyla
kullanıyorlardı. Mısra ve Hande halaydan çıkıp nefes nefese Dize’nin yanına geldiler. “Sen niye gelmiyorsun kız?” dedi Hande alnındaki teri silerken. “Ben pek…” “O oynamaz, mızmızdır biraz,” diye araya girdi Mısra gülümseyerek.
299
Birim Sıfır
“Dediği gibi mızmızım biraz.” “Eren nerde?” dedi Hande, Dize’nin cevabını hiç umursamayarak. “Demin buralardaydı, elimdeki kuruyemişi yiyip yemeyeceğimi sordu. Ben de ona verdim. Sonra kayboldu ortadan.” “Benden de en son cep telefonumu istemişti, canı sıkılıyormuş, biraz oynayacakmış,” dedi Hande. “Ben de ayağımın altında dolaşmasın diye verdim, sonra da görmedim. Ah be çocuğum, nereye kayboldun sen?” Üç kadın şöyle bir etraflarına baktılar ama ufaklığı göremediler. “Şurada top oynuyor çocuklar. Oraya gitmiştir belki,” dedi Dize. Az önce duraklayan davul zurna tekrar başlamıştı bu arada. “Hımm, ben bir bakayım,” dedi Hande ve çocuklara doğru yürüdü. Karanlıkta pek seçilemiyordu çocuklar. Mısra, bulutsuz gökyüzünde onların eğlencesini izliyormuş gibi görünen dolunayı gösterdi Dize’ye. “Ne kadar net değil mi?” “Hıhı,” dedi Dize. “Yıldızlar da öyle. Đstanbul kadar ışık kirliliği yok tabii buralarda.” “Doğru, Đstanbul’da yıldızlar çok sönük görünüyor.” “Galiba insanlar da öyle…” O sırada Hande yanlarına gelmişti: “Eren’i bulamadım kızlar.” “Çocukların arasında yok mu?” dedi Mısra. “Yok. Onlara da sordum, görmedik dediler.” “Allah Allah… Buralardadır ama ya… Nereye gitmiş olabilir ki? Birazdan çıkar gelir.”
300
Cilt 1
“Đnşallah öyledir, Mısra.” Hande’nin birkaç saattir yüzünde taht kurmuş olan gülümseme silinip gitmişti. Dize de Mısra da onun ne düşündüğünü çok iyi biliyorlardı, ama dile getirmeye niyetleri yoktu. Sanki dile gelince gerçekleşecekmiş gibi… “Tamam ya, sıkma canını,” dedi Mısra sesini gürleştirerek. “Etrafa bakarız biz Dize’yle. Zaten Dize de burada dikile dikile ağaç oldu…” “Doğru, bakarız biz, sen git Buket’le ilgilen. Seni arıyordur şimdi.” Hande kaderine razı olup uzaklaştı. O gidince Dize Mısra’ya sitemle baktı: “Ne demek ağaç oldu ya? Halay çekmek zorunda mıyım, Allah Allah? Beni rezil etmeye uğraşma Mısra!” “Off tamam, bayan alıngan, şaka da yapamayacağız artık. Yürü de biraz etrafa göz gezdirelim.”
22.00
Dize ve Mısra gittikçe genişleyen çemberler çizerek aradılar Eren’i. Ama adeta yer yarılmış da içine girmişti çocuk. Salonun bir altındaki ve bir üstündeki sokakta da yoktu. Dize, canı sıkılıp eve gitmiş olabileceğini düşündü. Ev ile salon arası iki yüz metre bile değildi. “Belki de gidip baksam iyi olacak,” dedi kardeşine. “Zaten davul zurna gürültüsünden birkaç dakika uzaklaşmak bana da iyi gelecek.” “Okey, ben yine salonun önüne gidiyorum.” “Okey ne ya? Tamam de bari.” “Pardon abla! Senin bu tür şeylere çok dikkat ettiğini unutmuşum. Bir de Hollywood cümlelerine sinir oluyordun değil mi?”
301
Birim Sıfır
“Evet hanımefendi. Bugün telefonda son anda ‘geliyor olmana sevindim’ demene de sinir oldum aslında. Olayı dramatize etmek için elinden geleni yaptın, bravo. Ah ah, filmlerden ne çok şey kapıyor insanlar.” “Hadi hadi, git eve bak sen,” dedi Mısra kardeşini başından kovarmış gibi yaparak. Dize aniden yüzünü buruşturdu, dolunaya baktı, tekrar Mısra’ya döndü. “Mısra bundan önceki cinayetler yaklaşık bir ay önce olmuştu değil mi?” “Evet?” “Ondan öncekiler de ondan bir ay önce?” “Evet de neden?” “Kurbanlar vahşi bir hayvan tarafından öldürülmüş olabilir mi?” “Bilmiyorum ama burada vahşi hayvan pek yok galiba. Salya izi, diş izi falan da yok cesetlerde.” “Diş izi olmadığına emin misin?” “Yok diye biliyorum. Sadece bıçak gibi keskin bir şeyle yapılmış olabilirmiş…” “Pençe olabilir yani?” “Çok derinmiş yaralar. Son kurbanın iç organlarını çıkarmış ya… Sen niye soruyorsun ki bunları?” “Kafamdaki teoriye destek olabilecek herhangi bir şey arıyorum.” “Nedir o teori?” “Sana biraz saçma gelecek ama… Kurt adam…”
302
Cilt 1
***
Dize Mısra’yı çelişkili düşünceler içinde bırakarak dolunayın desteklediği sokak lambalarının cılız ışığında cümbüş alanından uzaklaştı. Bir an önce eve gidip bakmak istiyordu ve içinden sürekli orada olması için dua ediyordu. Lütfen televizyon başında uyuyakalmış olsun, lütfen! Đki yüz metre ona iki yüz kilometre gibi geldi. Ne kadar hızlı yürümeye çalışırsa çalışsın bir türlü ulaşamıyordu. Asfalt bir bataklıktı ve onu ayaklarından tutup çekiyordu sanki. Davul zurna sesleri kütle çekim kanunu gibi uzaklığın karesiyle orantılı olarak azalıyormuş gibi geldi Dize’ye. Her adımda eğlenceli taraftan uzaklaşıyor, korkutucu tarafa yaklaşıyordu. Korkuyor muydu peki? Bilmiyordu. Kafasının içinde dönüp dolaşan o sözcük hislerini bulandırıyordu adeta: Kurt adam. Gerçek olabilir mi? Daha önce görülmüş mü? Taylan Bey’i arayıp bunu sormalı mıyım? Ama Eren’in bir an önce bulunması daha önemli değil miydi? En azından evde olup olmadığını görmek. Belki onu orada bulacak ve rahatlayacaktı. Ve bütün bu korkutucu düşünceleri boşa çıkacaktı. Kurt adam teorisi henüz güçlü sayılmazdı. Belki gerçekten de cani bir psikopattı cinayetleri işleyen. En kötü ihtimalle kafayı kurt adamlara takmış bir psikopat. Ama o kadar olağanüstü şey görmüştü ki kurt adamları bir türlü görmezden gelemiyordu.
303
Birim Sıfır
Peki telefonlar? Cep telefonlarını niye çalsın bir kurt adam? Bunu söyleyen Mısra’nın sesiydi. Dize’ninkine göre biraz daha yumuşak, biraz daha insancıl bir sesti. Ve haklıydı. Bir kurt adam özel olarak cep telefonlarını çalmazdı. Ama bir insan da paraları bırakıp telefon çalmaz. Đşte bu kendi sesiydi ve o da haklıydı. Kafası karmakarışık yürümeye devam etti ve az sonra Handelerin evi görüş alanına girdi. Kötü haber: Işıklar sönüktü.
***
Handelerin evinin -ve tabii kına gecesinde oldukları için etraftaki evlerin de- ışıklarının sönük olması Dize’nin bedeninde açıklaması zor bir etki yaptı. Asfaltın onu çekmesi hissi aniden ortadan kayboldu. Şu an istese koşarak dünya rekoru bile kırabilirdi. Nefes alışı ve kalbinin tik takları iyice sıklaştı. Artık bir an önce eve gitmek de istemiyordu. Çünkü orada olmayacağını biliyordu. Şimdi her dolunayda kurda dönüşen bir adamın pençelerinin altında parçalanmaktaydı. Sırf haylazlık olsun diye sürüden uzaklaştığı sırada kurt kuzuyu kapıvermişti. Dize bu tanımın o anki duruma ne kadar iyi uyduğunu düşününce az kalsın gülecekti, ama tek yaptığı her ihtimale karşı eve ulaşmak oldu. Kapı kilitliydi ve evde kimse yoktu. Evin yan taraflarında ve hatta arkasında bile kimse yoktu. Dize defalarca Eren diye seslenmesine rağmen yanıt olabilecek en ufak bir ses duymamıştı.
304
Cilt 1
Ellerini beline koydu ve evin önünde öylece kalakaldı. Şimdi ne yapabilirdi? Taylan Bey’i ara, dedi içindeki ses. O da buna uydu. Dize telefona cevap gelmesini beklerken Mısra’nın sesini duydu içinde: Şu an sen de sürüden uzaktasın!
***
“Alo, Taylan Bey?” “Efendim Dize?” “Bu saatte rahatsız ettiğim için özür dilerim ama -yoksa bu da mı Hollywood lafıydı?- bir konuda yardımınızı…” “Önemli değil Dizecim, söyle.” “Birim Sıfır geçmişinde bir kurt adam vakası olup olmadığını soracaktım. Ya da kurt adamların var olduğuna dair bir şey?” “Hımm, hatırladığım kadarıyla hiç kurt adam vakası olmadı ama bu onların var olmadığını göstermez tabii.” “Yani varlıklarına dair en ufak bir delil yok elimizde?” “Şimdilik yok, bir kurt adam mı buldun yoksa?” “Kurt adam mı değil mi bilmiyorum ama bir katil bulduğumdan eminim.” “Nasıl yani? Sesin hiç iyi gelmiyor ayrıca. Kuzeninin düğününde değil misin sen?” “Evet, aslında kuzenimin kına gecesindeyim ama…” “Bize ihtiyacın var mı?”
305
Birim Sıfır
“Bilmiyorum… Hiçbir şey bilmiyorum. Bir çocuk kayboldu burada. Onu arıyorum.” “Birim Sıfır’lık bir şey varsa bizimkileri göndere…” “Yo yo, şimdilik gerek yok. Ben bir gelişme olursa… ararım.” Dize telefonu bilinçsizce kapatmış, hatta “ararım” kelimesi ağzından otomatik olarak çıkmıştı, çünkü gördüğü -ya da gördüğünü sandığı- şey tüm vücudunu felç etmişti.
***
Bulunduğu ıssız sokaktaki nadir sokak lambalarından birinin altından irice bir şeyin geçtiğine yemin edebilirdi. Telefonla konuşurken aynı zamanda yürüyordu ve o an tesadüf eseri lambanın altına bakıyordu. Ve kocaman kara bir kütle belki koşarak, belki sıçrayarak, bir ihtimal yere yakın bir şekilde uçarak o sarımtırak ışığı bir anlığına kesmişti. “Kim var orada?” dedi Dize yerden bulduğu bir değneği omzunun üzerine kaldırarak. Lambanın altına yavaş yavaş yaklaştı ve tekrar seslendi. Ne bir cevap, ne en ufak bir ses vardı. Rüzgâr hiç esmiyor, böcekler bile ötmüyordu. Kendi nefesinin dışında bir ses duymuyordu. Davul zurna sesinin de kesilmiş olduğunu fark etti. Demek ki gelinin eline kına yakma merasimi başlamıştı. Şimdi ‘yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar…’ diye şarkı söylüyor, Buket’in ellerine kına yakıp altın koyuyor ve eldivenle kapatıyor olmalıydılar.
306
Cilt 1
Orada olmak istiyordu ve orada olacaktı. Pür dikkat yürümeye başladı. Salonun önündeki kalabalık görünene kadar elindeki sopayı bırakmadı. Sonra da çabucak Mısra’yı buldu. “Eren evde yok,” diye kötü haberi verdi. “Biz de bulamadık. Umarım aklımıza gelen başımıza gelmez.” “Hande nerde?” “Buket’in yanında. Az önce kına yaktılar. Belki de bizim Eren’i bulduğumuzu sanıyordur.” Bu sırada az öteden geçen polis aracını fark etti Dize. Sirenleri açık değildi, muhtemelen devriye geziyordu. “Polise haber verme vakti geldi bence,” dedi Dize Mısra’ya arabayı gösterip. “Tamam,” dedi Mısra. “Ben gidip söylüyorum, sen de Hande’ye durumu anlat.” Cevap beklemeden hızla harekete geçti ve el sallayarak zaten ağır ağır giden aracı durdurdu. O polislere durumu anlatırken, Dize Hande’yi gerçekten de Buket’in yanında buldu. Buket’i tebrik ettikten sonra Hande’yi yanına çağırdı ve Eren’i bulamadıklarını söyledi. Evde de değildi çocuk. Hande belirgin bir şekilde paniğe kapıldı ve ağlayacak gibi oldu. “Hemen kötü düşünme. Mısra polise de haber verdi. Kına gecesi bitmeden buluruz Eren’i.” “Ama…” “O katil daha bir çocuğu öldürmüş değil. Hem ne istesin küçücük çocuktan? Umutsuzluğa kapılma hemen.”
307
Birim Sıfır
Sözleri pek de etki etmiyordu. Hande’nin gözleri dolmuş, üzerinde dakikalarca uğraştığı makyajını bozmak üzereydi. “Kasım’a söyledin mi?” dedi Dize. Başını iki yana salladı. “Tamam, bir süre daha söyleme. Boşuna panik olmasın insanlar.” Mısra yanlarına geldi, polisin hemen aramalara başlayacağını müjdeledi. Tüm mahalleyi didik didik edeceklerdi. [Çocuk burada.] Dize bir adamın arkasından bir şey söylediğini sanıp döndü ama kimse yoktu. [Çocuk benim yanımda. Çok kötü ağlıyor. Gel al onu.] Dize etrafında bir tur daha attı. Neler oluyordu? Kim söylüyordu bunları? “Mısra bir şey duydun mu sen?” “Ne duydum mu?” “Bir adam sesi. Çocuk yanımda diyor.” Mısra da etrafına baktı. “Yoo,” dedi. Dize işin içine doğaüstü şeylerin karıştığından emindi artık. Durumu dışarıya yansıtmamaya karar verdi. “Yanlış duymuşum o zaman… Neyse ben biraz daha etrafı dolaşıyorum. Bir haber gelirse ararsın beni.” [Korktuğun şeyi yakaladım, artık sana bir şey yapamaz. Çocuğu gelip alabilirsin.] “Kimsin sen?” diye zihninden geçirdi Dize. Sesin kafasının içinden geldiğini anlamıştı ve onunla iletişim kurabilmenin tek yolu içinden konuşmak gibi görünüyordu.
308
Cilt 1
[Gel çocuğu al. Kafamı şişirdi. Yan yana iki inşaatın olduğu sokaktayım.] “Sana neden güveneyim?” [Sen bilirsin.] “Kendin neden getirmiyorsun çocuğu?” [Ben gelemem. Zor tutuyorum zaten.] “Neyi?” [Soru soracağına gel. Fazla uzaktasın, enerjimi bitiriyorsun.] “Beni tuzağa düşürmek istemediğini nerden bileyim? Bana zarar vermek istemediğini? [Đstesem çoktan yapardım. Çabuk gel diyorum.] Ses bu sefer hiddetliydi. Dize’yle iletişim kurmaya çalışırken gerçekten yoruluyor olmalıydı. Ve galiba gerçekten de istese ona çoktan zarar verebilirdi. Eren’i aramaya gittiği ıssız sokak bunun için fazlasıyla uygundu. Şimdi gideceği sokak ise etrafı yeni yeni inşaat yapılan kocaman bir alandı. Eren’i aramak için o sokağın baş kısmına gitmişti ama içeriye girmemişti çünkü kına gecesinin olduğu yerden epey uzaktaydı. Eren’in oraya gitme ihtimali düşük gelmişti. Daha doğrusu bir sürü öncelikli yer varken orada zaman kaybetmek istememişti. Kısaca yapılacak en doğru şey sese uymak gibi görünüyordu. Pek düşünmeden yola koyuldu. Ama önce gelirken yere attığı sopayı tekrar alacaktı. “Geliyorum.”
***
309
Birim Sıfır
“Kurt adam mısın?” [Hayır.] “Diğerlerini öldüren sen misin?” [Hayır.] “Çocuğu neden kaçırdın peki?” [Ben kaçırmadım. Ben buldum.] “Sokağa girdim işte. Neredesin? Kendini gös…” Dize’nin lafı, aniden karşısında beliren en az üç metre boyunda bir yaratığın üzerine atılmasıyla yarım kaldı. Kocaman bir kurt başı ve iki ayak üzerinde durmasıyla bir insanı -veya maymunu- andıran tüylü bir vücut tam önünde belirmişti ve Dize kendini bir anda yaratığın nefesini üzerinde hissederken buldu. Ama yaratık Dize’yi yere yıkıp parçalayacağına aniden geri çekildi. Tıpkı tasmasından çekilen vahşi bir köpek gibi. Az sonra bu benzetmenin duruma çok uygun olduğunu anlayacaktı. Dize karşısında hırlayıp duran ve onu geride tutan bir şeyden kurtulmaya çalışan yaratığı dehşetle izledi. Şimdi dört ayak üzerinde duruyordu ama yine de çok iriydi. Şu halde bile başı Dize’nin göğsüyle aynı hizadaydı. Dizlerinin tir tir titremesine, kalbinin gümbür gümbür atmasına ve ani şekilde salınan adrenalinin bedeninin her hücresine sızmasına engel olamıyordu. Gözlerini yaratığın sarı gözlerinden ayırabildiğinde gerçekten de boynunda tasmayı andıran bir çember olduğunu fark etti. Ve tasmaya bağlı
310
Cilt 1
bir ipin -çok kalın bir ipin- arkaya doğru uzandığını. Đpin diğer ucunda da sıradan bir insan siluetinin bulunduğunu… Gerçekten sıradan mıydı? Eh, en azından boy pos bakımından öyle. Karanlıkta çok net seçilemese de giyimi çok da olağan sayılmazdı. Hele hele 2009’da yaşayan bir insan için… Başında siyah melon bir şapka vardı ve gözlerini gölgeliyordu. Saçları omuzlarına değmese de uzundu ve hafif hafif esmeye başlamış olan rüzgârda kıpırdanıyordu. Üzerinde uzun kollu ve bol bir gömlek vardı. Rengi belli olmuyordu, ama koyu olmalıydı. Pantolonu ise aralarındaki yaratık nedeniyle görüş alanının dışındaydı. [Özür dilerim hanımefendi. Sahra Dikeni biraz huysuzlandı. Sanırım üzerinizde açık bir cep telefonu var.] “…” [Ah, çok karmaşık düşünceler içerisindesiniz. Hepsini duyabiliyorum. O kadar çok soru birikmiş ki zihninizde, akıl sağlığınızda ufacık bir çatlak bile olsaydı kendinizi tımarhanede bulabilirdiniz. [Öncelikle az önce size emir verir gibi davrandığım için özür dilerim. Çocuk çok fazla ağlıyordu ve mesafe fazla olduğu için size ulaşmakta çok zorlandım. Neyse ki şimdi susturabildim Eren’i. Ayköpeğim Sahra Dikeni için de tekrar özür dilerim. Ayköpeği? Sahra Dikeni? Eren’in adını bilmesi? Zihinden konuşması? Bu eski giyim tarzı? Dolunay? Kurt adam? Bu dev köpeği tutabilmesi? Eren nerede? O kim? Kim? [Görüyorum ki her cümlemde aklınızdaki soru işaretleri daha da artıyor. Ve ben soru işaretlerinden nefret ederim.
311
Birim Sıfır
[Tamam, önce çocuğu görmek istiyorsunuz. Sanırım hakkınız. Yaramaz Sahra Dikeni onu da parçalamaya kalkmış ama son anda yetiştim. Sadece birkaç sıyrık var. Dikişe ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. Kendisi arsada, bir çimenliğin üzerine yatırdım. Şu an baygın gibi. Biraz sakinleştirmem gerekti çünkü. Ufak bir zihinsel dokunuş uyguladım.] “Yanına gidebilir miyim?” [Elbette, işte orada…] Adam, Sahra Dikeni diye çağırdığı, köpeğe pek de benzemeyen yaratığın tasmasını sağ eliyle tutarken, sol eliyle Dize’ye çocuğun yerini işaret etti. Dize bacaklarının hâlâ güçsüz olduklarını acı bir şekilde hissederken adamın işaret ettiği yöne yürüdü. Eren gerçekten de söylediği gibi çimenlerin üzerinde huzurlu bir şekilde yatıyor, ağır ağır nefes alıyordu. Dize çocuğun üzerine eğildi ve önemli yarası olup olmadığına baktı. Sol elinin epey kanamış olduğunu ama yarasının önemli olmadığını gördü. Ve o kanlı avucunun içinde annesinin cep telefonu vardı. Dize aramaları sırasında birkaç kez bu telefonu çaldırmış ama ses duyamamıştı. Eline alınca sessizde olduğunu gördü ve yüzünü acı bir gülümseme kapladı. Elindeki yaranın dışında sağ diz kapağı ve sağ dirseği sıyrılmıştı çocuğun. Kaçmaya çalışırken düşmüş olmalıydı. Sonuç olarak acil müdahale gerektirecek bir şey yoktu. [Sorun yok değil mi?] “Hayır ama kafam halen soru işaretleriyle dolu.” [Evet, görebiliyorum. Đçinizin rahat etmesini bekledim.] “Yani bana neler olduğunu anlatacaksınız?”
312
Cilt 1
[Elbette. Zaten Birim Sıfır üyesi Dize Demirsoy’dan başka kim anlayabilir ki?] “Beni nereden tanıyorsunuz?” [Kendi hafızanızdan. Beyninizin her nöronundaki elektriksel yükü algılayabiliyorum. Çünkü zihin kapılarınız tamamen açık. Bu sizin suçunuz değil tabii, insanların yüzde doksan dokuzunun açıktır. Telepati özelliğiniz baskılanmış olduğundan zihin okuyamıyor ve zihninizi kapatamıyorsunuz.] Dize ayağa kalkmıştı ve bu gizemli adamla olan konuşması bitmeden Eren’i uyandırmak istemiyordu. Adamın tasmasını tuttuğu yaratık ise uysal bir köpek gibi yere uzanmıştı. Sarı gözlerini Dize’den ayırsaydı çok daha iyi olacaktı. Dize adamın yüzünü daha iyi görebilmek için birkaç adım yaklaştı. Adam 1.80 boylarında, zayıf ve atletikti. Şapkasının altına gizlenmiş yüzü uzun ve kemikliydi. Sakalı veya bıyığı yoktu. Onun yüzünü görme isteğini anlamış
gibi
şapkasını
çıkardı
ve
gülümseyerek
baktı.
Dize’nin
beklediğinden daha gençti. Otuz, en fazla otuz beş yaşında olmalıydı. Şapkası uzun saçlarında hale şeklinde bir iz bırakmıştı. Kim bilir belki de sürekli takıyordu onu. [Adım Flemis Permosi,] dedi yine ağzını kıpırdatmadan. “Flemis Permosi?” diye tekrarladı Dize doğrulatmak için. Aslında zihninde gayet net bir şekilde belirmişti isim. [Evet, ismim Flemis. Türk müyüm, değil miyim, değilsem nereliyim bilmiyorum. Uzun ve karmaşık bir hayat hikâyem var ve bahsetmeye lüzum görmüyorum. Zihninizden Birim Sıfır ve faaliyetleri hakkında edindiğim bilgiye göre benim gibi tuhaflıklara yabancı değilsiniz. Aslına bakarsanız
313
Birim Sıfır
çocuğu burada bırakıp çekip gidebilirdim ve bir süre sonra elbet bulurdunuz; ama şu Gebze’de Çözülemeyen Cinayetler meselesini size açıklamak istedim. [Sahra Dikeni, zamanında elime geçirdiğim birkaç Ayköpeği’nden biri. Onlara Ayköpeği diyorum çünkü yemek zamanlarını dolunaya göre belirliyorlar. Sanırım ayda bir beslenmek onlara yetiyor ve bu süreyi de onlara en iyi gösteren şey dolunay… Hava bulutlu olsa da hissediyorlar dolunayı. Bu bana bile ilginç geliyor. [Sahra Dikeni her zaman biraz asi ve saldırgan olagelmiştir ve iki buçuk ay önce benim bir tedbirsizliğim sebebiyle elimden kaçtı. Aylardır aramadığım yer kalmadı. Elbet birilerine saldıracaktı ve haberlerden anlarım diye sürekli takip ediyordum; ama bugüne kadar bir sonuca ulaşamamıştım. Ve bugün az önce öğrendiğime göre sizin sayenizde haber internete yayıldı. Benim de gözüme çarptı elbet. Daha fazla insana zarar vermeden yakalamak için buraya kadar geldim. Etrafı araştırdım ve onun zihnine dair bir iz bulmaya çalıştım. Sonuç aldığımda bir çocuğu altına almıştı ve az kalsın diğerleri gibi parçalayacaktı. Sanırım sizin düşüncenize göre ‘sürüden ayrılmış bir kuzu’ bulmuştu. [Biliyorum, bir insan olarak türdeşleriniz için üzülüyorsunuz ama Sahra Dikeni’ne de içinden geldiği gibi davrandığı için kızmamak lazım. Bir aslan ya da bir timsah, hatta ufacık köpekler bile insanlara saldırıp ölümlerine sebep olabiliyorlar. Yine de evde ona büyük bir ceza vereceğimden emin olabilirsiniz.] “Ama insan etiyle beslenmiyordu değil mi? Çünkü kurbanlar yenilmemiş, hatta ısırılmamıştı.”
314
Cilt 1
[Hayır, hayır. Onun yemeği manyetik alandır. Tanrı’nın bir mucizesi işte. Bu yaratıklar etle, otla veya başka bir şeyle beslenmez. Hücreleri öyle bir yapılanmıştır ki manyetik alanda bulunduklarında tıpkı cep telefonları gibi şarj olur, normalde yiyeceklerin parçalanmasıyla elde edilen enerjiyi oradan alırlar. Geçen yüzyıla kadar gezegenin manyetik alanı onlara yetiyordu. Sadece su içerek yaşamlarını sürdürebiliyorlardı ve insanlara değil saldırmak yanlarına bile yaklaşmıyorlardı. Keskin dişlerini sadece kendilerine saldıran vahşi hayvanlara karşı kullanıyorlardı. Son zamanlarda ise dünyanın manyetik alanında büyük bir düşüş var. Ama şanslarına insanlar teknolojide ilerlediler ve yapay manyetik alanlar her yerde. Ben de onları ayda bir cep telefonlarının yaydığı manyetik alanlarla besliyorum. [Sahra
Dikeni
elimden
kaçınca
yiyecek
bulamadı
ve
açık
telefonlardan yayılan manyetik alanın çekiciliğine kapıldı. O insanları da sadece telefonlarını elde etmek için öldürdü. Keşke böyle olmasaydı ama elimden geleni yaptım. [Polisler geliyor. Artık gitmeliyim. Gerisini size bırakıyorum. Hadi Sahra Dikeni, gidiyoruz.] Dize gerçekten de sokağın başından yaklaşan polis aracını gördü. Flemis Permosi elini kaldırdı ve şapkasını hafifçe salladıktan sonra başına koydu. Polis aracının farının ışığı adamın üzerine düşecekken ortadan kayboldu. Dize onun hâlâ orada olduğunu, sadece bir çeşit görünmezlik büyüsüne sahip olduğunu biliyordu, çünkü bir sobadan veya kalorifer peteğinden yayılan sıcak hava dalgası gibi, Flemis’in olması gerektiği bölge hafifçe dalgalanıyordu. Ayköpeği de aynı şekildeydi. Araba Dize’nin yanında dururken ayköpeği kalktı ve sahibinin peşinden usul usul ilerledi.
315
Birim Sıfır
Belki de Flemis, Dize’nin görebilmesi için bilerek yapmıştı bu sıcak hava dalgası görünümünü. [Son bir şey… Sizin tanıdığınız birini çok eskilerden tanıyorum. Adı Ege Kandemir. Sevgilerimi iletirsiniz. Görüşmek üzere.] “Ama aklımda hâlâ soru işaretleri var,” dedi Dize son bir çabayla ama adam gitmişti. Polis genç kadının yanında arabayı durdurmuş pencereden ona iyi olup olmadığını soruyordu. “Đyiyim,” dedi ama polisten yanıt gelmeyince şaşırarak bunu içinden söylediğini fark etti. “Đyiyim polis bey. Çocuğu buldum, şurada.”
22 Haziran 2009 Pazartesi – 00.20 Tercüman Sitesi / Cevizlibağ
“Flemis Permosi,” diye mırıldandı Ege Kandemir. Evinde, yatağında sırtüstü uzanmış, bir gıdım uyku içermeyen gözlerle tavana bakıyordu ve Dize’nin o gün ona söylediklerini düşünüyordu. Adını hiç duymadım ki… Nereden tanıyor olabilir beni? Son yıllarda tanıştığı herkesi aklından geçiriyordu, ama hiçbirinin böyle tuhaf bir ismi yoktu. Hepsi sıradan insanlardı, hiçbiri melon şapka takmazdı, hiçbiri yanında devasa köpekler gezdirmezdi, hiçbirinin telepati özelliği yoktu, hiçbiri insanların hafızalarını okuyamıyordu ve hiçbiri görünmez olamıyordu.
316
Cilt 1
Peki neden Dize’ye Ege’yi tanıdığını söylemişti? Üstelik eskilerden… Her ne kadar Dize’nin dediğine göre adam otuz otuz beş yaşlarında gösterse de Ege zihninde daha eskilere gitmeye başladı. Kim bilir belki de adam yüz yaşındaydı… Bu kadar olağanüstü özelliği olduğuna göre kendini genç göstermenin de bir yolunu bulmuş olabilirdi. Çocukluk arkadaşlarını düşündü. Đzmir’deyken tanıştığı herkesi… Ama hayır, Flemis diye biri gelmiyordu aklına. Bir süre zihnini boşaltmaya karar verdi. Başka şeyler düşünecekti, çünkü bir şeyi takıntı derecesinde hatırlamaya çalıştığında genelde bulamaz ama cevap en ummadık zamanda zihninde beliriverirdi.
***
“Nehir olmasaydı,” demişti Dize, “ne Eren’i kurtarabilirdik, ne de cinayetleri
engelleyebilirdik.”
Gerçekten
de
bir
Birim
Sıfır
elemanıymışçasına yardımcı oluyordu onlara. O kadar hırslıydı ki Gebze’ye Dize’nin beklediği gibi ertesi gün değil, o gece ulaşmıştı. “Eren’le geri döndüğümüzde Nehir’i kına gecesinde beni ararken gördüm,” demişti Dize. Önce Mısra’yı bulmuş, onu Dize sanmıştı. Mısra onu tanımayınca şaşırmıştı ama ikizinin olduğunu öğrenince anlamıştı durumu. Sonra Dize’yle karşılaştıklarında hikâyeyi öğrenmişti. Bu durumda boşuna oraya kadar gelmiş oluyordu ama tam da öyle olmadı. Başta Senem Hala olmak üzere mahalleli onun Dize’nin arkadaşı olan ve haberi yaymaya çalışan gazeteci olduğunu öğrenince bağırlarına basmış ve ertesi günkü düğüne davet etmişlerdi.
317
Birim Sıfır
“O da benim gibi uzun zamandır bir düğüne katılmamıştı,” diye anlatmıştı Dize. Nehir habercilik anlamında bir adım atamamış olsa da iyi vakit geçirdiği ufak bir tatil yapmıştı. Hande’nin Eren bulununca ne kadar sevindiğini de gözleri gülerek anlatmıştı Dize. “Köpek kovalamış çocuğu, o da çok yorulunca arsada uyuyakalmış,” diye açıklamıştı Dize durumu. Eren de “çok büyüktü anne, bizim ev kadardı,” diye desteklemişti. “Bir amca gelip tuttu köpeği, sonra da uykum gelmiş galiba.” Hande daha fazla soru sormadan oğlunu bağrına basmış ve kına gecesini daha da şevkle kutlamıştı. Pazar akşamı düğünden sonra Nehir, Dize ve Mısra sıcak vedalaşmaların ardından Nehir’in arabasıyla ayrılmışlardı mahalleden. Ve Dize’nin bu tuhaf macerası burada sona ermişti. Ege’nin zihni tekrar Flemis Permosi’ye kaydı ve oflayarak ayağa kalkıp çalışma odasından eski bir fotoğraf albümü getirdi. Yatağının kenarına oturdu ve yapraklarını tek tek çevirmeye başladı. Belki albüm ona yeni kapılar açar, düşünmesine yardımcı olurdu. Oldu da. Üstelik beklediğinden de fazla. Albümün üçüncü sayfasındaki siyah beyaz bir fotoğraf dikkatini çekti. Kırk seneden daha uzun süre önce çekilmiş bir resimdi. Beş ya da altı yaşlarında olmalıydı Ege. Ufak bir taburenin üzerinde oturmakta olan dedesinin kucağındaydı ve bütün dişlerini sergileyerek gülüyordu. Diğer bir taburede ise melon şapkalı bir adam vardı. O da gülümsüyordu. Elindeki tespihi fotoğraf makinesinin görmesi için özellikle havaya kaldırmıştı.
318
Cilt 1
Dedemin tespihi, diye düşündü Ege. Ona hediye etmişti. Ona… Fleper’e… Evet adı Fleper’di. Ya da en azından dedesi ona öyle diyordu. O adam dedesinin bir süre en iyi sohbet ve satranç arkadaşı olmuş ama aniden ortadan kaybolmuştu. Dedesi gibi Ege de onu çok seviyordu, çünkü her geldiğinde Ege için bir şeyler getirirdi. Çikolata, çekirdek, gazoz… Ne olursa. Fleper… Flemis Permosi. Dedemin arkadaşı. Neredeyse elli sene önce. Ege şimdi düşünüyordu da, onun Birim Sıfır gibi bir örgüte girmesinin temellerini atan kişi olabilirdi Fleper. Dedesinin Đzmir’deki müstakil evinin bahçesine her gelişinde dedesiyle öyle absürt, öyle tuhaf konularda sohbet ederlerdi ki Ege dinlemeden duramazdı. Defalarca Fleper’in anlattıkları rüyalarına -çoğu zaman kâbuslarına- girmişti. Adam vampirlerden, kedi kadınlardan, büyücülerden, cadılardan, cinlerden, bazen de mitolojik yaratıklarından öyle söz ederdi ki onları görmüş sanırdınız. Evrim üzerine bile dedesiyle tartıştıklarını hatırlıyordu. Dedesi sırf onu konuşturmak için uzun süre evrim diye bir şey olmadığı konusunda ısrar etmişti. Fleper de buna karşılık öyle şeyler söylüyordu ki… Aslında onun da evrime inandığını bile bile. Bir tanesi sanki o an söylenmiş gibi canlandı Ege’nin zihninde: “Evrim sürecini benim kadar iyi anlayamazsın azizim… Çünkü homo sapiensten sonraki tür bizzat benim.”
319
Birim Sıfır
Ve dedesi gülmüştü. Hem de çok gülmüştü. Ege de gülmüştü o çocuk aklıyla. Peki şimdi gülebilir miydi buna? Hayır. Flemis
Permosi
de
gülmüyordu
gülümsüyordu.
SON
320
resimde.
Sadece
bilgiççe
SONSÖZ “Peki Ya Sonra?” “Evrim sürecini benim kadar iyi anlayamazsın azizim… Çünkü homo sapiensten sonraki tür bizzat benim,” diyor Flemis Permosi laf arasında Ege’nin dedesine. Her şey bu noktada başladı. Eğer evrim sonucu insan haline geldiysek, bundan sonraki aşama ne olacak? Flemis Permosi karakterini oluşturan soru buydu. Bu sefer öyküyü oluşturan sorudan bahsetmiyorum. Çünkü Flemis Permosi öyküler üstü bir karakter. Her yere girip çıkabilen, herhangi bir öyküde tek hareketiyle her şeyi değiştirebilen biri. Ozancan’la yazacağımız sıradaki SIFIR bölümü SIFIR: Dört’te de rol alacak; SIFIR’la tamamen alakasız Kuğu Kılıcı Serisi’nin son öyküsü Alacakaranlık Efendileri’nde de, başka yerlerde de. Çünkü birbirine benzer çok fazla karakter yaratmak yerine iyice oturttuğum tek bir karakteri kullanmayı seviyorum. Sıradaki evrim sürecinden söz etmiştim. Bunun üzerine kafamda birkaç teori oluşturdum. Flemis’e de bu düşüncelerimi yansıttım.
Birim Sıfır
Bence insanlar artık zihinleriyle iletişim kurmaya başlayacaklar. Haberleşme teknolojileri öyle gelişiyor ki dünya dışından birileri görse insanların en büyük probleminin birbiriyle iletişememesi olduğunu düşünebilir. Galiba insanoğlunun toplu bilinçaltında sınırsız iletişim isteği var ve evrimleşecek olsak artık zihinlerimizi okuyabileceğiz. Đkincisi artık doğal tehlikelerden tamamen sıyrılmak istiyoruz. Dışarıda bir köpek tarafından kovalanmak bile hayatımızın en korkunç olayı olabiliyor. Oysa insanlığın ilk zamanlarında kim bilir neler tarafından kovalandık. Doğaya karşı tam güvenlikli olmanın tek çözümü zihinlerini kontrol
edebilmek
olsa
gerek.
Bir
köpeği
sadece
düşünerek
uzaklaştırabilmek ya da bir sivrisineği kovabilmek… Üçüncüsü, insanlar artık sonsuz güvende olmak istiyor. Herkes birbirinden korkmaya başladı. Ve teknoloji öyle gelişti ki her yerde izleniyoruz. Artık izlenmemek için bir çözüm arıyoruz, gelecekte daha da çok arayacağız. Đnsan evrimi için tek bir çözüm görüyorum: Görünmezlik. Bilim şu an için başaramıyor ama doğa bir şekilde üstesinden gelebilir. Tüm bu evrim basamakları uygulandığında karşımıza Flemis Permosi çıkıyor. Fiziksel olarak pek bir üstünlüğü yok, çünkü artık fiziğe gerek kalmayacak, ağır işleri yapmak için güçlü kaslara ihtiyaç olmayacak. Her şey zihinde bitecek. Zihin her şeyin üstüne geçecek. Guy de Maupassant’ın bir öyküsünü okumuştum zamanında. Horla adlı uzunca bir hikâyeydi (ki beni gerçekten heyecanlandırabilmiş nadir öykülerden biriydi, keşke bir tane daha okuyabilsem…) ve insandan evrimleşmiş bir yaratığın, öykü kahramanına musallat olmasını anlatıyordu.
322
Cilt 1
Flemis’e ilham olan bir şey varsa o da Maupassant’ın beni kalbimden vurmuş olan bu öyküsüdür.
***
Sanırım öykü içeriğiyle pek ilgili olmadığı halde koymuş olduğum “Aytılsımı” başlığının öyküsünü merak etmişsinizdir. Aytılsımı, şu an kulak kepçemi tümüyle kaplamış iri Philips kulaklıklarımdan yayılan sert müziği yapan grubun isminden geliyor: Moonspell. Bir gün Taksim Burger King’de Ozancan’la oturmuş sohbet ederken metal müzik grupları arasında (ikimiz de sıkı metalciyizdir) en güzel ismin hangisi olduğu konusu açılmıştı. Dinlediğim onca grup arasından bir tanesi hem Đngilizcesiyle hem de Türkçe çevrimiyle benim için bir numaraya oturdu. Aybüyüsü veya Aytılsımı olarak çevrilebilen Moonspell bence olabilecek en iyi isimdi. Ve bu ismi kesinlikle bir öykümde kullanmalıydım. En uygunu da bu oldu sanırım.
***
Fark ettim de bu öyküde Murat Arıkan ismi hiç geçmiyormuş. Tamamen bir Dize Demirsoy öyküsü oldu çıktı. Bir tutam da Ege var tabii.
***
323
Birim Sıfır
Đlk defa böyle kesik kesik bir sonsöz yazıyorum ama devam edeceğim, hoşuma gitti.
***
Şaka maka bu kitap Buzul Dünya’nın dokuzuncu e-kitabı oldu. Çok kısa zamanda bir sürü şey üretmişiz ve yayınlamışız. Aman, nazar değmesin.
***
Bildiğiniz gibi ben misafir yazar değilim ve Birim Sıfır öyküleri adlı bu projemizi gerçekleştirmemize yardımcı olan tüm konuk yazarlarımıza bir de buradan teşekkür etmek istiyorum. Funda Abla Nil’in Gizemi’yle adeta şov yaptı, Emirhan üslubunu konuşturup Deus Ex Machina ile Sıfır’a yepyeni bir soluk getirdi, Onur kaliteli bir dizi bölümünü andıran Gölge Bilimi’yle ‘görsel’ bir şölen sundu. Hepsinin eline sağlık diyorum, hepsini ileride büyük yazarlar olarak görmeyi diliyorum.
***
Bu kitaptaki öykülerin hepsine kapak yapmak hiç kolay olmadı. Yazarlar emek verip bizim serimize (hepsi de gerçekten kaliteli) öyküler yazmışlardı ve ben de onlar için beğenecekleri kapaklar yapmak zorunda
324
Cilt 1
hissettim kendimi. (Diğer kitaplar zaten bizimdi, kimseye karşı sorumlu hissetmiyordum.) Neyse ki hepsi de beğendiklerini belirttiler. Umarım siz de okur olarak beğenmişsinizdir.
***
Evet, kitabın son sonsözünün sonuna geldik. Her son böyle güzel olsun. Đkinci ciltte yeni yazarlarla yeni öyküler sizi bekliyor olacak. Bizimle kalın.
325
YAZAR HAKKINDA
Gökcan
Şahin,
3
Eylül
1988’de Sivas’ta doğdu. Đlköğrenim ve liseyi Đstanbul’da tamamladı. 2006 yılından beri Yıldız
Teknik
Üniversitesi
Elektronik
ve
Haberleşme Mühendisliği'ne devam ediyor. Her ne kadar ömrü boyunca sayısal bölümlerde öğrenim görse de edebiyat, tarih, felsefe gibi sözel alanlara da ilgi duydu. Yazarlığa 2007’de başlayıp kısa zamanda elliden fazla öykü yazdı. Öyküleri ve yazıları Xasiork Ölümsüz Öykü Kulübü'nün internet sitesinde, Xasiork Dergi’de ve Gölge e-dergi'de yayınlandı. Henüz bir roman bitirememiş olsa da en yakın zamanda yazıp yayınevlerinin kapısını çalmayı düşünüyor. Şu sıralar Ozancan Demirışık’la birlikte, Buzul Dünya adlı sanal yayınevi üzerinden yayınlanan SIFIR serisini yazıyor.
“BĐRĐM SIFIR” Cilt 2
ŞUBAT’TA BUZUL DÜNYA’DA! Bu e-kitapta, Sadık Yemni’den “Reja Vu Cinayeti” Arif Kubaş’tan “Kurşun Asker” Hüseyin Emre Coşkun’dan “Nevrotik Hayal” ve Ozancan Demirışık’tan “Çürük Düş” isimli, birbirinden keyifli SIFIR öyküleri sizleri bekleyecek.
Serinin önceki bölümleri ve çok daha fazlası için:
www.buzuldunya.com