Birim Sıfır - Cilt 2

Page 1


Birim

SIFIR Cilt II


YAZARLAR Sadık Yemni Arif Kubaş Onur Selamet Hüseyin Emre Coşkun

EDĐTÖR Ozancan Demirışık

DÜZELTĐ Onur Selamet

KAPAK TASARIMLARI Gökcan Şahin

YAYIN TARĐHĐ Mart 2010

Bu e-kitap Buzul Dünya Yayınları tarafından www.buzuldunya.com adresinde yayınlanmıştır. Tanıtıcı kısa yazılar dışında izin alınmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve paylaşılamaz.


ĐÇĐNDEKĐLER: ÖNSÖZ – Gökcan Şahin Sayfa 5

REJA VU CĐNAYETĐ – Sadık Yemni Sayfa 7

KURŞUN ASKER – Arif Kubaş Sayfa 32

ŞAH KÂBUSU – Onur Selamet Sayfa 91

NEVROTĐK HAYAL – H. Emre Coşkun Sayfa 160


ÖNSÖZ Harici Devinim 2 Bir Buzul Dünya kitabını daha size sunmaktan gurur duyuyorum. Hele, biz yazarları için şimdiden bir efsane haline gelmiş SIFIR serisinin yeni eserini sunmak daha da onur verici. Biz bu işe başlarken, öykünün bizim dışımızda da süreceğiyle, adeta yaşayan bir organizma haline geleceğiyle alakalı hiçbir öngörümüz yoktu. Karakterleri oluştururken, Murat'a, Dize'ye, Taylan'a ve diğerlerine hayat verirken onları başka 'tanrı'ların da kullanabileceğini düşünmemiştik. Şimdi, Birim Sıfır ekibi, başka zihinlerin yarattığı kurgularda, tamamen bizim kontrolümüzün dışında hareket edebiliyorlar. Bu şeye benziyor biraz... Bir babanın çocuğuna bisiklet sürmeyi öğretmesine... Baba, önce bisikleti sıkı sıkı tutar ki çocuğu düşmesin, sonra yavaş yavaş gevşetir ve sonunda tamamen kendi haline bırakır. Đlk anda çocuk dahi anlamaz, babasının artık arkasında olmadığını. Fark ettiğindeyse artık bu işi kapmıştır. Đşte baba için en büyük mutluluk budur. Biz de artık karakterlerimizin kendi kendine 'devinmesine' tıpkı bir baba gibi seviniyoruz. Onları biz yönlendirmiyor, ama yaptıkları şeyleri zevkle izliyoruz.


Birim Sıfır

Bize bu zevki yaşatan dostlarımız Arif Kubaş'a, Hüseyin Emre Coşkun'a, Onur Selamet'e ve ustamız Sadık Yemni'ye teşekkürlerimi sunuyorum. Siz okuyucular için de tıpkı birinci ciltte olduğu gibi heyecanlı, gerilimli ve eğlenceli dört Birim Sıfır öyküsünü zevkle okumanızı temenni ederek bu önsözü de kapatıyorum.

Gökcan Şahin

6


Cilt 2

7


SIFIR:

REJA VU CĐNAYETĐ Sadık Yemni


Cilt 2

20 Aralık Pazar – 17.04 Đstiklâl Caddesi “Murat! Biz buradan daha önce geçmedik mi?” Murat daldığı düşüncelerden sıyrılarak, durup Dize’ye baktı. Đstanbul’un

aort

damarı

olan

Đstiklâl

Caddesi

iki

yöne

insan

pompalamaktaydı. Dize eliyle Taksim Meydanı tarafını işaret etti. “Şu uzun boylu, beyaz anoraklı adam. Onu daha önce görmedik mi?” Murat itiraz edecekken birden hatırladı. Genç kadın haklı olabilirdi. Onun da beyninde böyle bir kayıt vardı. On metre ötede yürüyen beyaz anoraklı adama baktı. Đki metreden uzun boylu olduğu için unutulması zor bir tipti. Đleriden tramvay gelmekteydi. Birden beyni hızlandı. “Tramvay,” dedi. “Zilini kaç defa çınçınlatacak?” “Dört,” dedi Dize. Murat, ‘Bence de’ diyecekti, ama bunu seslendirmedi.

Soluğunu

tutmuştu. Tramvay yanlarından geçerken zilini dört kez çınlatınca Murat’ın ağzı bir karış açıldı. “Sence ne oluyor Murat?” Murat zihninin en ücra köşelerinden gelen bir dürtüyle Galatasaray tarafına baktı ve, “Yürüyelim,” dedi. “Bir de sarılı kadın vardı,” dedi Dize. “Bu soğukta incecik giyinmişti. Uzun boylu adamdan önce.”

9


Birim Sıfır

Murat hatırlamıştı. Başını salladı. Bu caddeden belki bin kez geçmişlerdi şimdiye dek. Bu nedenle bellek arşivleri üst üste kayıtlarla yüklüydü, ama sezgileri bu sıradan bir bellek sürçmesinin çok ötesinde bir vaka demekteydi. “Şimdi sırada ne var?” Murat ileriye doğru baktı. Aralık ortasını solladıkları için yılın en kısa günlerini yaşamaktaydılar. Hava kararmak üzereydi. Puslu bir kış akşamı soğuk mantosunu Noel ışıklandırmaları ve sokak lambalarının üzerlerine yaymakla meşguldü. Kestaneciler, mısırcılar, işportacılar soğuğa rağmen sokağı dolduran insan yığınının ceplerini hafifletmek için canla başla mal övgüsü düzmekteydi. Murat zihni aniden vites büyültünce sol ileriyi işaret etti. “Orada... Đşportacı olacak. Şey satıyordu...” “Avatar bebekleri.” “Vay canına, yürüyelim bakalım.” Đşportacı siyah palto giymiş gençten bir adamdı. Avatar filminden esinlenerek yapılmış bebekler satmaktaydı. Bebekler çeşitli ses tonlarıyla konuşuyorlar, konuşurken yüzleri değişiyordu. Bayağı kaliteli bir halleri vardı. Başına insanlar üşüşmüştü. “Sence ne oluyor Murat?” Murat ne diyeceğini bilmiyordu. Tam birkaç kelime sarf edeceği sırada, sağdaki butiğin vitrini dikkatini çekti. Dize’yi kolundan tutarak o tarafa sürükledi. Genç kadın da vitrini hatırlamış olmalıydı ki, ‘Ne oluyor?’ diye sormadı. Genç bir çift yanlarından sıyırarak geçtikleri için homurdandı.

10


Cilt 2

Dize’nin cazip tebessümüyle yolladığı ‘Özür dilerim’ mesajı özellikle adamı etkilemişti. Geçip gittiler.

Yeni Yıl ndirimi Fiyatlarda Damping

Kışlık gömlek, anorak, takım elbiselerin durduğu vitrine baktılar. Tam ortada duran kırmızı ski ceketi açık renk arka fonda bayağı göz alıcı durmaktaydı. “Bu kırmızı jack ve indirimin Đ’sinin yokluğu,” dedi Dize. Yüzü telaş yüklüydü. “Hepsini hatırlıyorum. Bütün bunlar tesadüf olamaz.” Murat da aynı şeyi düşünüyordu. Đçini çekerek genç kadına baktı. Zeytin yeşili anorağı, dağınık duran saçlarıyla çok çekici bir görünümü vardı. Gözleri merakla yanmaktaydı. “Ne yapacağız şimdi?” “Bir şey olacak. Belli. Yürüyelim ve görelim.”

***

Dize bu kadar sinyalin boşuna olmayacağını düşünmekteydi. Heyecanla yürümeye devam ettiler. “Tramvay zilinin dört kez çalması,” dedi Murat. “Belki hep dört kez çalıyordur. Postacının kapıyı daima iki kez çalması gibi. Çocukken kargaları merakla izlerdim. Ortalama üç defa gaklarlardı.”

11


Birim Sıfır

Dize bu olanlarda rastlantının payını göz önüne almakla birlikte beklenmedik bir şeye tanık olduklarından hiç kuşkusu yoktu. Birim Sıfır’da çalışırken geçen yıllarının keskinleştirdiği sezgileri cayır cayırdı. Nabzının hızlanması nedeniyle gelip giden üşüme hissi yok olmuştu. “Bundan sonra çetele tutalım,” dedi. Murat gülümsedi. Bakışları ileriyi taramaktaydı. Tanıdık bir şey daha görebilmek için altılıları yakmıştı. Đnsan yığınıyla sürüklenircesine yürüdüler ve hiç sorunsuz Galatasaray’ın önüne geldiler. Dize’nin ‘Bir şey olacak, şimdi olacak’ duygusu çok güçlenmişti. Tam bunun hakkında bir şey diyeceği sırada olay ufkuna dâhil oldular. Siyah deri ceketli, orta boylu, kır saçlı, iri yapılı bir adam Murat’ı sıyırırcasına geçti ve üç metre önlerinde yürüyen devetüyü paltolu, orta yaşlı, eli ateşe çantalı adama yaklaştı. Susturuculu olmasına rağmen dört el ateş ettiğini duyabilecekleri kadar yakındılar. Dize’nin eli silahına giderken Murat daha atik davranmış ve tabancasını çekerek ileri fırlamıştı. Dize de onu takip etti. Devetüyü paltolu adam yüzükoyun yere yıkılmıştı. Hiç kıpırdamıyordu. Siyah deri ceketli adam, vurduğu adamın çantasını alarak tünel tarafına doğru koşmaya başladı. Dize, Murat’ın peşinden seğirtirken bir şeyin çok garip olduğunu fark etti. Etraftakilerde bir telaş, panik, hayret havası oluşmamıştı. Yerde yatan adama aldırışsız yürümeye devam etmekteydiler. Oysa şehir ahalisi zaman zaman Đstanbul’un da hedef alındığı terör olayları nedeniyle çok pimpirikli bir durumdaydı. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Esas akıl havsala almaz şey meydana gelmek üzereydi. Murat’ın kondisyonlu adımları hızla deri ceketli katile yetişmişti. Adam geriye baktı.

12


Cilt 2

Yüzü

şaşkındı.

Onları

beklemiyordu

besbelli.

Ardından

adımlarını

hızlandırdı ve sağ taraftaki kitapçıya girdi. Kapana sıkışmıştı. Dize orayı biliyordu. Tek katlı bir yerdi. Đki binanın arasına sıkıştığı için arka kapısı yoktu. Murat ve Dize silahlarını pantolonlarına yaslayarak içeri daldılar. Katil görünürde yoktu. Đçerisi çok kalabalık değildi. Kitapçıda çalışanlar ellerinde silahla gelişlerine aldırışsız işlerine devam ettiler. Bir dakika içinde katilin kitapçıda olmadığı anlaşıldı. Murat ve Dize dışarı çıktılar.

***

“Akıl almaz bir şey. Tabancalı iki kişi içeri giriyor, millette tık yok. Normal zamanda birisi kese kâğıdı patlatsa altına yaparlar.” Murat kaşlarını kaldırarak kıza baktı. Az önce paltolu adamın yığıldığı yerde ne bir ceset, ne bir kan lekesi, ne de araştırma için gelmiş polisler vardı. Kitapçı olay yerine otuz metre mesafedeydi. Orada en fazla on beş-yirmi dakika oyalanmışlardı. “Ne yapacağız Murat?” “Bilmiyorum.” “Çok manyakça bir şey valla. Đyi ki yalnız değildim. Kafayı yedim diye düşünürdüm.” “Haklısın. Tek bir Allah’ın kulu cinayeti görmüş gibi davranmadı. Sırf bizim için oynayan bir film gibi.” “Oynatılan ya da.” “Katil ve ceset buharlaşıp uçtular sanki.”

13


Birim Sıfır

Dize elini anorağının cebine atarak cep telefonunu çıkardı ve saatini kontrol etti. “Saat normal gibi. 17.28.” Murat da aynı şeyi yaptı. Đkisinin saati de aynı şeyi anlatmaktaydı. Son yarım saat içinde garip bir olay zinciri meydana gelmiş ve hayali bir sahne yaratmıştı. Bu sahne sadece ikisinin zihinlerine açık bir şovdu. “Ne diyorsun?” Murat aklına gelen şeyi söylemeye biraz çekinmekteydi. Zihninde bir fermuar düşüncesi kıpırdaşmaya başlamıştı. Tereddüdünü yenip konuyu açmaya karar verdi. Kimsenin diğeriyle alay edecek hali yoktu zaten. “Olanları irdelemeye başlayınca zihnimde hep bir fermuar imajı beliriyor. Bir yerden olaylar açılıyor açılıyor ve iki uç serbest kalınca kopuyor.“ Dize’nin aklı yatmış gibiydi. “Şu anda bitim noktasındayız.” Dize şaşkınlıkla, sol elinin işaret parmağıyla Taksim yönünü işaret etti. “Fermuarı kapatalım o zaman.” Dönüş yolunda onları sürprizler beklemekteydi. Butik yerinde duruyordu, ama vitrini değişikti. Đndirim’in Đ’si yerindeydi. Vitrin değişik şekilde dizayn edilmişti. O kırmızı ski ceketi yoktu. Diğer şeyler de eskisinden çok farklıydı. Murat’la Dize emin olabilmek için burunlarını cama dayayarak içeri baktılar. Bunca ayrıntıyı yirmi-yirmi beş dakika içinde değiştiremezlerdi. Đsteseler bile değişikliği bu saatte yapmazlardı zaten. Đçerisi tıka basa müşteri doluydu. “Ne diyorsun?” dedi Dize. Murat etrafına bakındı. “Fermuarın kapanışı tekinsiz bayağı.” “Öyle. Aklıma bir şey geldi.”

14


Cilt 2

Murat’ın gözlerinin önünde renkli suratlar belirmişti. “Avatar bebekleri, “ dedi. Kalabalığın izin verdiği ölçüde hızlı adımlarla yürümeye başladılar. Đşportacı az önceki yerinde değildi. Biraz ilerlediler. Hiçbir yerde adamı göremediler. Diğer sokak satıcıları bıraktıkları yerde müşteri çekebilmek için yırtınmaktaydı. Avatarcı görünürlerde yoktu. Fermuarın en üst noktasına sorunsuz vardılar. Dize soğuğu hissetmeye başlamıştı yine. “Bir yerde çay falan içsek?” “Sence ne oldu Dize? Bu dönüşümüz ilki olamaz, çünkü daha olay meydana gelmeden önce bazı şeyleri hatırlıyorduk. Cinayeti değil ama.” “Çay içerken konuşsak…”

***

“Planın bu mu yani?” Dize mahsustan yüzüne alaycı bir ifade verdi ve, “Daha parlak bir düşüncen varsa duyalım,” dedi. Özellikle ayakları ısınınca keyfi yerine gelmişti. Olan bitenleri kozmik bir şaka gibi gören yanı dirilmişti bu arada. Bu yan kandırıcıydı yalnız. Hissediyordu. Đş ciddiydi. “Sence bu mümkün mü?” “Elimizden başka ne gelir? Deneriz.” Murat’ın aklı yatmıştı. Kolay bir deneydi ve hızlı sonuç verecekti. “Đyi o zaman.”

15


Birim Sıfır

Dize telefonu çalınca alıp baktı. Üniversiteden bir arkadaşıydı. Önce açmak istemediyse de aklına gelen şey nedeniyle yeşil tuşa bastı. “Konuş sen, ben de Ege’yi arayayım.” Murat kendi telefonunda numaraları tuşlarken Serpil’in berrak sesi duyuldu. “N’aber kız? Neredesin?” “Beyoğlu’nda.” “Yalnız değilsin galiba?” “Murat’la beraberim.” “Şu yakışıklıyla ha?” “Evet.” “Bir gelişme var mı bari?” Dize yanaklarının kızarmadığını ümit ederek Murat’a baktı. Ege’yle konuşmaya dalmıştı neyse ki. Cebinden çıkardığı bir kâğıda not almaktaydı. “Tam olarak ne için aramıştın?” “Acil bir işin mi var yoksa?” “Kahvedeyiz.” “Bu hafta sonu Neriman’ın yaş günü. Sosyal bilimlerden. Ortak hediye alacağız. Senin payına 25 lira düşüyor.” “Yarın veririm.” “Onun için aramadım kız. Kristal çay takımını aldığımız yerde kime rastladık bil bakalım. Dilber Meliha’ya. Takmış takıştırmış yine. Bir havalar mavalar. Yanında da Fehmi Bey vardı.” “Hangi Fehmi? Bizim bölüm başkanı mı yoksa? Fehmi Uçarı.” “Ta kendisi. Nasıl, bomba gibi haber değil mi?”

16


Cilt 2

Dize esas bombanın ayaklarının dibinde patlamak üzere olduğunu düşünerek içini çekti. Fehmi Bey’le Meliha’nın birlikteliğini düşünmek komiğine gitmişti, ama şu anda bunu sündürecek hali yoktu. Lafı kısa keserek telefonu kapattı. Murat da konuşmasını bitirmişti o arada. Garsona ‘Đki çay daha’ işareti yapmaktaydı. “Nerdeymiş Ege?” “Etiler’de. Nehir hanımla birlikte yemeğe çıkacaklarmış.” “Not alıyordun?” “Şu Bostacı vakasıyla ilgili bir ipucu bulmuş da.” “Anlattın mı ona?” “Hayır.” “Neden?” “Bu filmin galası için sadece iki kişilik bir davetiye mevcut sanki.” Dize beyaz boyunlu kazağın çok yakıştığı adama sevgiyle baktı. Karnında kelebekleri hissetmesine az kaldığını düşündüğü anlardan biriydi yine. Sırf ikisi için sergilenen bir oyun fikri romantik ve hoştu ama, işin içinde cinayet vardı. “Baştan alalım,” dedi Dize. Tam o sırada çaylar gelince susup bekledi. Hisleri karmakarışıktı yine.

20 Aralık Pazar – 18.04 Đstiklâl Caddesi

“Planım basit,” dedi Dize. “Aynı yöne yürüyüp nelerin olup bittiğine bakacağız. Senin tabirinle fermuarı açmaya başlayacağız.”

17


Birim Sıfır

Bekâr Sokak’ın köşesinde durmuşlardı. Murat kızla aynı fikirdeydi. Az önceki yolu birden fazla yürümüş olmalıydılar. Yoksa bazı şeyler tanıdık gelmezdi. Ama niye cinayete bir kez tanık olmuşlardı o zaman? Akıl yürütmelerinin en sakat yeri burasıydı. “Haydi o zaman,” dedi Murat. Đnsan seline katılır katılmaz olan bir olay, adrenalin seviyelerini en üst noktaya çıkardı. Tam karşılarından sarı kısacık bir ceket, krem rengi pantolon ve aynı renkte topuklu ayakkabılar giymiş bir kadın gelmekteydi. Daha önce akıllarında kaldığı gibi tamamen sarılar içinde değildi, ama o kadındı. Kadın sıcak ve yoğun düşüncelere dalmış olmalıydı, Dize ve Murat’ın alıcı gözle bakışlarını fark etmeden yanlarından geçip gitti. “Fermuar formunda,” dedi Murat biraz gururla. Đşin kurgusu için en uygun terimi bulmaktan hoşnuttu. Ayrıca bu işten zevk almaya da başlamıştı. Kışlık kısa paltosunun önü açıktı. Tabancası namluya kurşun sürülü şekilde kullanıma hazırdı. Dize başıyla olumladı. Bir dakika sonra beyaz anoraklı dev gibi bir adam belirdi. Herkesin dikkatini soğurarak yürümekteydi. Boyu en az iki metre on santim falan olmalıydı. Siyah pantolonun altına elli numara beyaz spor ayakkabılar giymişti. Avatar oyuncakçı da yerindeydi. Arkadan gelen tramvay zilini dört kez çalınca, heyecanları arttı. Murat katilin onun arkasından geleceğini bilmesine rağmen kafasını çevirmemek için kendini güç tutuyordu. “Katilin belleği ne durumda acaba?”

18


Cilt 2

Murat içini çekti. “Ben de onu düşünüyordum şimdi. Eğer bizi hatırlıyorsa ya gelmez, ya da bizim için de bir iyilik planlayacaktır.” “Bence değil,” dedi Dize. “Yoksa kartlar yeniden karılmazdı.” “Ben de aynı fikirdeyim. Ama bu akıl yürütme bizi gafil avlatabilir. Dikkatli olalım.” Dize eliyle ilerisini işaret edince Murat alarma geçti. Devetüyü paltolu adam on metre kadar önlerinde yürümekteydi. Galatasaray’a varmalarına ramak kalmıştı. Murat bir vitrine bakıyor gibi yaparak arkasını kesti. Katilden iz miz yoktu. Tam bir şey diyeceği sırada, siyah deri ceketli adam solundan yıldırım gibi geçti. Elindeki susturuculu silahla adamı sırtından vurdu. Kır saçlı adam yere yığıldı. Etraftaki insanların kılı bile kıpırdamamıştı. Kitapçıda çalışanlar, ikinci gelişlerine yine kayıtsız kalmışlardı. Ve katil içeride değildi. “Belki biz delirdik. Birlikte. Kolektif delilik. Olamaz mı yani?” Dize bir yanıyla şaşkındı, ama eğleniyor gibi de bir hali vardı. “Adamı kitapçıya girerken görüyoruz, ama içeride bulamıyoruz neden?” dedi. “Vay canına...” Yüzü ciddileşmişti birden. “Bunu niye önceden düşünemedim? Niye giderken her şey yolunda? Kitapçıdan itibaren filmi geriye saramıyoruz? Çünkü... Çünkü... Şeyden... Reja vu. Deja vu’nun yinelenmesi yani. “Nasıl yani?” dedi Murat. “Biz gelecekte olacak şeyleri mi görüyoruz?” “Evet,” dedi Dize. “Bu gördüğümüz şeyin gelecekte vuku bulacağı mesajını alıyoruz yani.”

19


Birim Sıfır

“Evet. Şimdi oluyor gibi görünüyor, ama gerçekte olmuyor. O yüzden biz hariç kimse fark etmiyor. Gelecekte gerçekten yaşanacak ama.” “Peki reja vu şimdi olan bir şeyin aynısının gelecekte de olacağını düşünmek değil midir?” “Öyle ama,” dedi Dize omuzlarını silkerek, “bu olanlar için yine de en uygun terim bu. Senin fermuar patladı çünkü.” O sırada yanlarından geçen iki günlük sakallı, gri kırçıllı paltolu orta yaşlı biri Murat’ın pantolon fermuarına bakıp yürüyünce Dize sırıttı. “Bak adam bile anladı.” Murat iki elini beline koyarak, “Peki ne yapalım sence pek bilmiş Dize Hanım?” dedi. Dize’nin sırıtması yavaşça söndü ve “Aklıma çok uçuk bir fikir geldi,” dedi. Murat kızın anlattıklarını dinleyince önce çok aşırı uçuk buldu; fakat az önce çay içtikleri yere doğru yürürlerken yavaş yavaş işe aklı yattı. Çayından ilk yudumunu alırken başka bir çözüm yolu olmadığını düşünmekteydi.

20 Aralık Pazar – 19.04 Đstiklâl Caddesi

Murat ve Dize olay ufkunun kerterizi denebilecek şeyleri arka arkaya deneyimleyerek yürümekteydiler. Her şey sırasıyla gerçekleşmekteydi. Dize’nin kalbi yüz metre koşucusu gibi hızlanmıştı. Bugün evden çıkarken

20


Cilt 2

daha göz alıcı görünmek amacıyla topuklu ayakkabı giymediği için kendini kutlamaktaydı. Bir iş üzerinde olmadıklarından, bunu pekâlâ yapabilirdi. Bu arada içtiği çaylar mesanesini germeye başlamıştı, ama şimdi bunu düşünecek zaman değildi tabii. Avatar oyuncakçısı arkada kalmıştı. Cebinden cep telefonunu çıkartarak şarjını kontrol etti, aparatı cebine geri koymadı. Yarım dakika kadar sonra tramvayın birinci zili duyulunca Murat’a baktı ve, ”Şimdi,” dedi. Birim Sıfır’ın iki yıldızı arkalarına dönüp olanca hızlarıyla geriye doğru koşmaya başladılar. Önce adımları zorlandı. Sanki bunu bir havuzun dibinde yapıyormuş gibiydiler. Ayakları ağırlaşmıştı. Şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. “Zamanın akışının tersine hareket ediyoruz,” dedi Dize. Murat bir şeyler söyledi. Dize ne dediğini anlamamıştı. Havanın ses iletkenliği de bozulmuş gibiydi. Her iki yöne giden insanlar ve tramvay da çok yavaşlamış, neredeyse donmuştu. Kendileri zor da olsa hareket edebilmekteydiler. Tramvayın yanından geçip gittiler. Dışarıya bakan aldırışsız yüzleri görmek şaşırtıcıydı. Dize sonuç ne olursa olsun böyle bir deneyimin müthiş bir şey olduğunu düşünürken katili gördüler. O da hareketliydi. Onlara doğru geliyordu. Aralarında bir metre kaldığında, Murat elindeki tabancayı ona doğru doğrulturken Dize cep telefonuyla adamın filmini çekmeye başladı. Katil kısa siyah saçlı, yirmi ortalarında bir delikanlıydı. Yüzü allak bullak olmuştu onları görünce. Eli beline giderken Murat onu uyardı: “Teslim ol, yoksa...”

21


Birim Sıfır

Deri ceketlinin böyle bir şeye niyeti yoktu. Elinde silah belirdiğinde Murat tetiği çekti. Mesafe çok yakın olduğu için ıskalaması mümkün değildi, ama kurşun adamı etkilememiş gibiydi. Murat’ın silahı arka arkaya gürlemeye başlamıştı. Buna rağmen deri ceketli tabancasını onlara doğrulttu. Belki tetiğe basmıştı, ama sonucu görülemeden sureti yok oldu gitti. Murat elinde tabancası Dize’ye baktı. Genç kadın şaşkınlık ve korkudan donup kalmıştı. “Kaldığımız yerden devam,” dedi Murat kolunu tutarak. Geri döndüler ve koşmaya başladılar. Bu yöne hareket de normalden farklı olmakla birlikte daha kolaydı. Ağır akışkan hareketli insanları bazen itekleyerek yardılar ve Dize’nin teorisini doğrulayan şeyi açıkça

gördüler.

Devetüyü

paltolu

adam

beş

metre

önlerinde

yürümekteydi. Hareketleri normal hızdaydı. Adama yaklaştılar. “Bayım.” Adam irkilerek geri döndü. Yüzü endişe yüklüydü haklı olarak. “Size çok önemli bir şey anlatacağız.” “Siz kimsiniz?” “Zaman çok dar olabilir,” dedi Dize. “Sizin için hayat memat meselesi. Gelin şöyle geçelim.” Kır saçlı, şişmanca adam Dize’nin fiziğinden olumlu etkilenmişti neyse ki. Başını, onaylar gibi salladı. Birlikte kalabalığın önünden çekildiler. Bu arada Murat arkalarını kesmekteydi. Deri ceketlinin geldiği filan yoktu. Dize reja vu çemberinin zedelendiğini düşünmekteydi.

22


Cilt 2

Adam anlattıklarını duyunca haklı olarak yeniden endişelendi. Birinin, elinde tabanca olan iki deliyle karşılaştığını sanmıştı. Dize cep telefonunda deri ceketli delikanlıyı gösterince işler değişti. “Đsmet bu. Elinde... Đsmet’i nereden…?” “O kimseyi tanımıyoruz,” dedi Dize. “Bu akşama kadar yani.” “Eski ortağımın oğludur. Biraz şeydir. Yaramaz bir tip.” “Sizi tam şu olduğumuz yerde vuracak. Biz bir şekilde şahit olduk.” “Nasıl yani?” Kır saçlı adam haklı olarak tekrar şaşırmıştı. Arkadan gelenleri kesen Murat söze karıştı. “Bugün ayın kaçı?” “21 Aralık.” Dize, Murat’a baktı ve adama, “Bizim tarihimiz bir gün geri,” dedi. “Yarın bu saatlerde, sizin için bugün, az önce o Đsmet dediğiniz kimse gelerek sizi arkadan tabancayla vuracak.” “O alçak... Neden?” “Adınız nedir? Tanışmayı unuttuk telaştan,” dedi Dize. “Nedim Tosun. Đhracat işine...” “Đsmet’in sizi vurması için bir neden var mı?” dedi Murat. “Pek sağlam pabuç değildir.” Adamın bakışlarından ciddi bir nedenin mevcut olduğu, ama bunu paylaşmak istemediği açıkça belliydi. Dize ellerindeki zamanın kısıtlı olduğunu düşünerek, “Nedim Bey bence siz şimdi geri dönün. Ve ilk sokaktan sola sapıp rotanızı değiştirin. Bulduğunuz ilk taksiyle bu olanları rahatça düşünebileceğiniz bir yere gidin.” “Size... Teşekkür ederim. Çok... Tabii şey bu...”

23


Birim Sıfır

“Vakit yok Nedim Bey.” “Anlıyorum. “Hoşça kalın.”

***

Nedim Bey sorunsuzca Đstanbul’un aort damarından çıkınca Murat ve Dize rahatladılar. Etraflarındaki ağır akışlılık hali hâlâ sürmekteydi. Adam buna da tanık olmuştu. Birazdan sakin bir yerde yaşadığı şoku hazmetmeye çalışacaktı. “Bu daha ne kadar sürecek sence?” Murat tam bir karşılık vereceği sırada arkada bıraktıkları tramvayın zili üç kez çınladı. Birden etraflarındaki hareket normale dönmüştü. Murat hemen silahını kılıfına yerleştirdi. Tehlike bitmiş gibiydi. “Saat on ikiyi vurdu desene.” Dize gülümseyerek başını salladı. “Reja vu çemberi kırıldı.” “Benim fermuar patladı, senin reja vu çemberin kırıldı,” dedi Murat. “Buraya kadar tamam. Nedim Bey’i yarınki ölümünden kurtarmak için bunca tezgâhı düzenleyen kim acaba?” “Bunu hiçbir zaman bilebileceğimizi düşünmüyorum,” dedi Dize. Bu arada yanlarından geçen iki delikanlının çapkın bakışlarını bazı kadınlara has ustalıkla kaydetmiş, ama hiç tepki vermemişti. “21 Aralığın bildiğim tek hususiyeti yılın en kısa günü olmasıdır,” dedi Murat. Gözü hâlâ gelip geçenlerde siyah deri ceketli birini aramaktaydı.

24


Cilt 2

“Benim de öyle. Bunla alakası olduğunu sanmıyorum.” Murat da aynı fikirdeydi, ama rastlantıyı ilginç bulmaktaydı. “Yarın ne olacak sence?” “Bence Nedim Bey’i yürüyüş rotasından çevirmekle yarın akşamki ölümünü zaten engelledik. Eli silahlı Đsmet’i gördü. Akıllı bir adama benziyor. Gerekeni yapacaktır.” “Peki ya yarından sonraki gazetelerde Nedim ya da Đsmet’in ölüm haberini okursak?” dedi Murat. Dize içini çekti. “Buna pek ihtimal vermiyorum Murat. Çünkü Nedim Bey bizi hesaba katacaktır. Düşününce geçmişten geldiğimize inanmasa bile, donuk hareket eden yığınları, eli silahlı adamı gözüyle gördü. Đsmet’e uygulayacağı muamele için bekleyecektir.” “Peki Đsmet?” “Bence iki türlü davranacak. Yarın tam Nedim Bey’e arkadan baskın vermek üzereyken bizimle karşılaşacak, karşılıklı ateş edilecek, ama kan çıkmayacak, donuk hareketli yığınları görecek ve sahne kopacak. Bundan sonra Nedim Bey’i vuracak hali kalır mı bilmem.” “Biz aslında Nedim Bey’i bir sonraki suikasttan kurtardık belki de,” dedi Murat. Dize sağ elinin işaret parmağıyla doğru işareti yaptı. “Bence de.” “Sence Đsmet bize bir iyilik düşünür mü? Seninle buralara bayağı sık takılırız.” “Böyle bir risk mevcut tabii,” dedi Dize. “Đçimden bir his yüzümüzü iyi göremediğini söylüyor. Yüzünde sadece şaşkınlık değil korku izleri de

25


Birim Sıfır

vardı. Sadece ona karşı çıktığımız için değil. Belki deforme olmuştuk, yani tanınmaz bir durumdaydık. ” “Reja vu ağası bizi kolladı diyorsun yani?” Dize sözcükleri beğenmişti. Sırıttı. “Neden olmasın?” “Yarın bu saatlerde buraya gelip bakacak mıyız?” “Aynı noktaya iki kez şimşek çakmaz derler.” Murat da kızla aynı fikirdeydi. “Doğru. Evden çıkmayız.” Bir süre sessiz yürüdüler. Bazen itip geçen kimselerin oluşturduğu kalabalığın normalitresini hissetmek ne hoştu… “Murat karnın aç mı?” “Biraz.” “Gel şuraya girip köfte yiyelim. Zaten acilen çift sıfıra gitmem lazım.” “Çift sıfır mı?” “Lavabo yani.” “Lavabo, Fransızca papazın parmaklarını yıkama ayinine verilen addır. Bu yakınlardaki en yakın kilise bilmem şu anda açık mıdır…” “Ya bırak şimdi etimoloji kumkumalığını da, hadi yürü.” Birlikte Đnegöl Köftecisi’ne girdiler. Đçerisi kalabalıktı. Sağdaki iki kişilik masalardan biri boştu. Murat oraya otururken Dize aceleci adımlarla ileriye doğru yürüdü. Garson delikanlılardan birinin işaret ettiği yere doğru yöneldi ve gözden yitti. Murat mönü kartını alıp ilginç bir şey görmüş gibi ciddiyetle bakmaya başladı. Birden aklına gelen şey nedeniyle beyninde bir şaşkınlık fişeği patladı. Bu akşam kısa bir süre 21 Aralık akşamına geçerek bir adamı ölümden kurtarmışlardı. Adamın görünüşünde, tavırlarında bu kadar

26


Cilt 2

sofistike tezgahın nedenine ipucu olacak bir şey saptayamamıştı. O halde neden, adamdan bağımsız olabilirdi. Bu teknik bir test olabilirdi. Birileri onu ve Dize’yi kullanarak bir şeyi test etmişlerdi. Cinayeti engelleme gibi insani bir neden topu göğün yedinci katına atan maskeleyici bir kılıftı. Esas hikâye bunun yapılabilirliği olmalıydı. Eğer öyleyse bu akşam yaşadıkları serüven ilk ve tek kalmayacaktı. Dize buna ne diyecek, diye düşünürken zihninin yürüyen merdiveni yeniden çalıştı. Sarılı kadın, beyazlı dev adam, Avatar satan işportacı sadece dürtücü, olay kerterizcisi değildi büyük bir ihtimalle. Bunlar şey olmalıydı. Şey... “Murat biliyor musun aklıma ne geldi?” Murat, Dize’nin geri döndüğünü fark etmemişti. Şaşkınlıkla bakakaldı. “O beyazlı adam, sarılı kadın ve hatta işportacı...” dedi Dize soluk soluğa. Sesinin yüksekliğinin dikkat çektiğini fark edince tonunu ayarladı ve karşısındaki sandalyeye oturdu. “Bütün bunlar gözlemci olmasınlar sakın? Çünkü bütün bu iş bir açık hava laboratuarı deneyine benziyor. Tramvay zili de başlama düdüğü sanki.” Murat hayal kırıklığıyla içini çekerek, “Çok oyunbozansın valla,” dedi. “Ama belki de en çok bunun için seviyorum seni.” Dize bir şey diyecekken durakladı. Yanakları allanmıştı birden. “Ne dedin sen?” Murat pufladı ve ardından genç kadına gülümsedi. “Bence de öyle dedim.” Yan masada anne ve babasıyla oturan altı yaşlarındaki bir kız çocuğu dikkatle onları dinlemekteydi. Kırmızı çuhadan bir elbise vardı

27


Birim Sıfır

üzerinde. Beyaz kalın yün çoraplarıyla çok cici bir görünüme sahipti. Đri siyah gözleri cin gibi parlamaktaydı. Annesi babası kızlarının ilgisinin yan masaya yöneldiğinin farkında değildi. Alçak sesle bir şeyi tartışmaktaydılar. Dize küçük kıza gülümsedi ve, “Köfteleri ısmarladın mı?” diye sordu ortağına. Murat eliyle o tarafa bakan garsona işaret etti. Bu akşam yılın en uzun ve en anlamlı akşamı oldu bile, diye düşünmekteydi.

SON

28


BERİ BERİ SÖZ “Zihnimin Kumbarası” Ozancan, Birim Sıfır için ikinci bir öykü yazmamı Rica ettiğinde zihnimin kumbarasını şöyle bir yokladım. Bu defa nasıl bir serüven olacaktı bakalım? Yazarın

kendinin

de

bilmediği,

ama

üzerine

düşünmeye

başladığında bazen karanlıklar arasından sıyrılan, bazense hiç bozulmamış yepyeni bir kadırga şeklinde suların dibinden yüzeye vuran öyküleri ittiren süreç, çalışmaya başladı. Kendimi Đstiklâl Caddesi’nde buldum. Geceydi. Đstanbul’un aort damarı olan sokak, her zamanki gibi kalabalıktı. Murat ile Dize’nin hemen arkasında yürüyordum. “Ne yapıyorlar burada?” diye sordum. Cevap göz açıp kapayana kadar belirdi. Solumdan bana sürünürcesine geçen, kahramanlarımızı da aşıp tasarladığı cinayeti icraya koyulan katili gördüm. Patlayan silahın sesi, kulak zarımı titreştirdi. Benim, katilin ve genç çiftin zamanları farklıydı. Bunu hissedince başlık zihnimde parlayıverdi.


Birim Sıfır

Öykünün geri kalan kısmı, yeni bir fermuarın kapanması gibiydi. Diş atlamadan, tökezlemeden, yağ gibi kayan kelimelerle örülü olarak kendini belirledi. Bir gün Birim Sıfır’ın, Türkiye’de özellikle genç okurlar tarafından çok tanınacağına ve sevileceğine inanan biri olarak herkese iyi okumalar diliyorum.

Sadık Yemni

30


YAZAR HAKKINDA Sadık Yemni, 1951 yılında Đstanbul’da doğdu. Çocukluğu ve ilk gençliği Đzmir’de geçti. 1975 yılından beri Amsterdam’da yaşıyor. Romanları ve öykülerinin yanı sıra; denemeleri, roman çevirileri, film senaryoları ve tiyatro oyunları bulunuyor. Genellikle paranormal, gerilim, polisiye, bilimkurgu, fantastik türlerinin edebiyat tadı veren karışımı şeklinde, yani TekinsizX türünde yazıyor. Yapıtları:

Muska

(1996),

Amsterdam’ın Gülü (1997), Öte Yer (2002), Metros (2003), Çözücü (2004), Ölümsüz (2004), Yatır (2005), Muhabbet Evi (2006), Durum 429 (2007), Hayal Tozu Gölgecisi (2008), Zaman Tozları (2009) 2010’da: Akisfer (Mart), Ahir@ (Nisan), Ağrıyan

www.sadikyemni.net


Birim S覺f覺r

32


SIFIR:

KURŞUN ASKER Arif Kubaş


8 Temmuz 1920 – 06.45 Orta Anadolu’da Bir Köy

Uçsuz bucaksız bozkırın içinde, cılız akan bir derenin kenarına kurulmuş, iç içe geçmiş kerpiç evleriyle tipik bir Anadolu köyü… Gece düşen çiğ taneleri köye yazın ortasında kar yağmış hissi uyandırıyor, köylüler hayvanlarını çobanlara teslim etmek için ahırlarından çıkarıyorlardı. Kadınlar ise kağnılarıyla ağır ağır tarlalara doğru gidiyorlardı. Harman vakti gelmişti, ekinler biçilmeliydi. Đşlerin böyle gitmesi köyde yaşayanları kara kara düşündürüyordu. Bu sırada toprak yolun başında öküzlerin ipinden çeken gencecik bir gelin, etrafında koşuşan minik yavruları, arkadan öküzleri değnekleyen kaynanasıyla tarlaya gidiyordu. Köyde erkek namına, yaşlı ve çocuklardan başka kimse yoktu. Erkeklerin hepsi büyük savaşta silah altına alınmıştı. Sonra yetişenleri de yeni kurulan hükümet silah altına almıştı. Öküzleri arkadan değnekleyen yaşlı kadının suratı yaşadığı onca sıkıntı yüzünden kırış kırış olmuştu. Buna rağmen ela gözleri pırıl pırıldı. Kınalı elleriyle hem öküzleri değnekliyor hem de gemlerden tutarak hayvanların sağa sola saparak yoldan çıkmalarına engel oluyordu. Pembe oymalı, beyaz başörtüsünün kenarından kınalı saçları dışarı çıkmıştı. Öküzleri çekemeyen gelinine çekişiyordu.


Cilt 2

“Gelin, gelinn! Gızzz! Düz tut şunları.” Yüzüyle hayvanların ağızlıklarını gösteriyordu. “Tamam ana, tutuyorum. Ahha! Sısssss! Geh, geh!” Elleri öküzleri çekmekten sertleşmiş olan gelin, hayvanlara daha sıkı asılmaya başladı. Genç gelin hayvanlarla uğraşırken, yaşlı kadın ileriden küçük bir toz bulutunun kendilerine doğru geldiğini gördü. Buruşuk, nasırlı ellerini gözlerine siper ederek, geleni görmeye çalıştı. Az sonra bir atlının tozu dumana katarak kendilerine doğru geldiğini gördü. Hemen torunları arabaya bindirdi. Atlının altında kalabilirlerdi. Gelini de saf saf gelene bakmaktaydı. Kağnı yolu kapattığı için, gelen kişi atını gemlemek zorunda kaldı. Atlının alnı boncuk boncuk terlemişti. Üstü başı dökülüyordu. Fişekliğini çapraz asmış, tüfeğini sırtına almış, düşmemek için kendini eyere bağlamıştı. Bir şey söylemek istiyordu ama ağzını açmaya mecali kalmamıştı. Kan sızan dudakların tek sözcük çıktı: “Kaçın!” Çocukların gürültüsüne karıştığı için, bu sözü kimse duymadı.

9 Temmuz 1920 – 10.00 Bir Köy Odası

Genç adam gözünü açtığında kendini kireçle badanalanmış, temiz bir köy odasında buldu. Yarasını sağaltmışlardı. Üstüne temiz kıyafetler giydirmişlerdi. Yatağından kalktı. Bu sırada kapıda meraklı gözlerin kendisine baktığını gördü. Onlara doğru bakınca hemen kaçıştılar. Biraz

35


Birim Sıfır

sonra küçük mavi çiçekli siyah basması, başında ise beyaz, kenarlı pembe oyalı başörtüsüyle yaşlı bir kadın içeri girdi. Elleri yeni kınalanmıştı. “Đyicesin oğul!” “Sağ ol ana.” Yaşlı kadının elini öpmek için atıldı ama yarası sancılandığı için öpemedi. “Dur oğul! Daha yaraların taze. Eğlen azcık şurada. Sen önce hele bize bir neler olduğunu anlat. Nesin? Necisin? Nerelisin? Dün tez elden nereye gidiyordun?” “Acele...” Genç adam başını tuttu. Ama herkes normal olduğuna göre daha bu köye gelmedi diye düşündü. Hemen konuşmaya başladı. Sesi kısık çıkıyordu. “Ana, çoluk çocuğu topla. Köylüye haber ver. Düşman Kırkkız’ın oradan bu yana doğru geliyor. Birkaç saat sonra burada olurlar. Başka köye yöneldikleri için şansınız varmış. Çabuk toparlanın.” Onlara gerçeği söylese inanmazlardı. Diğer köylerde gerçekleşenler burada gerçekleşmemeliydi. Buna bir son vermek gerekiyordu. Yaşlı kadın şaşkın şaşkın bakıyordu. Bu sırada genç adam giyinmeye başlamıştı bile. Hemen dışarı çıktı. Genç adamın ismi Rıza’ydı. Milli çeteyle birlikte düşmanla hemen her yerde çarpışıyorlardı. Ama beklenmeyen bazı şeyler yüzünden düşmanla aralarındaki mücadeleye ara vermişlerdi. Bu sırada köyün içinde bir adamın sesini duydu. Tüyleri diken diken oldu. Hemen silahını aldı. Kapıya çıkacaktı ki, diğer odada küçük bir erkek çocuğu gördü. Hemen alıp içeride yüklüğün yanına götürdü. Yorganların hepsini yere devirdi ve çocuğu yorganların arasına sakladı. O gelene kadar çıkmamasını tembihledi. Alman yapımı silahıyla kapıya çıktı.

36


Cilt 2

Dışarısı karışmıştı. Beyaz bir katırın üstünde, temiz giyimli bir adam sağa sola bağırıyordu. “Herkes köy meydanına toplansın.” Etrafta bir sürü çeteci ve Yunan askeri vardı. Katırdaki adam hepsini büyülemişti. Kenara çekildi. Silahını katırın üzerindeki adama doğrulttu. Adam sağa sola bağırmaktan kendisini görmemişti. Sol gözünü kapattı. Đçinden bildiği bütün duaları okuyarak tetiğe bastı. “Tıkırt!” Silah boştu. Aksilik o ki, adam kendisini görmüştü. Kırmızı tespihin imamesini kendisine doğru çevirmiş, bir şeyler fısıldıyordu. Küçük bir ışık çaktı. Đmamenin ucundan çıkan küçük kızıl bir ışık çeteci Rıza’yı göğsünden vurdu. Rıza sırtüstü yere devrildi. Biraz sonra boş gözlerle ayağa kalktı ve köy meydanına doğru yürümeye başladı. Yüklükten devrilen yorganların arasında saklanan küçük çocuk merakına yenik düştü, yattığı yerden kalkarak kapıya doğru yürümeye başladı. Bu sırada kapının önünde devrilen adamı görüp hemen arka camdan bahçeye, oradan da olanı biteni görmek için duvardan atlayıp, çatıya çıktı. Bütün köylüler, sadece kendi köylüleri değil başka köylerden insanlar ve silahlı adamlar vardı. Kendisini saklayan adamla birlikte herkes, beyaz katırla gelen adamı bekliyorlardı. Biraz sonra beyaz katırlı adam silahlı adamlardan birinin ona Memmet Emmi dediğini duymuştukatırından indi ve kalabalığa doğru yürüdü. Kavruk yüzlü, esmer biriydi. Elmacık kemikleri aşağıya dönüktü. Yuvarlak, koskocaman burnu gözlerinin arasında sıradağ gibi duruyordu. Bembeyaz, tel tel sakalı vardı ve küçük kızların saçları gibi örülmüştü. Uçlarında soluk kırmızı kurdeleler vardı.

37


Birim Sıfır

Bir şeyler söylüyordu ama buradan rahat duyulamıyordu. Biraz daha duyabilmek için eğildi. Fakat bu sırada tutunduğu kerpiç parçalarından bir topak aşağı doğru yuvarlanmaya başladı. Nefesini tuttu ve aşağı doğru yuvarlanan taşı görüp kendisini bulmasınlar diye hemen saklandı. Bekledi, bekledi. Kendisini yakalamaya çalışan kimse olmadı. Bu sırada aşağıdan tüfek sesleri gelmeye başladı. Kadınların ve çocukların çığlık sesi geliyordu. Kulaklarını kapattı. Duymamak için ileri geri sallanmaya başladı. Kulakları uğulduyordu. Ağlamaya başladı. Sesini duymasınlar diye dudaklarını ısırıyordu. Ellerini

kulaklarından

çektiğinde

sesler

kesilmişti.

Gözleri

ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Tekrar tırmanmaya başladı. Yukarı çıkarken hâlâ burnunu çekiyor, heyecandan eli ayağı titriyordu. Yukarı çıktığında, aşağıda korkunç bir manzara vardı. Bir an eli ayağı boşandı. Az kalsın gerisingeri çatıdan aşağı yuvarlanıyordu. Kerpiç bacalardan birine tutunarak dengesini sağladı. Meydanda bütün kadın, çocuk ve yaşlıları öldürmüşlerdi. Hepsini ya kurşuna dizmişler ya da dipçik darbeleriyle vura vura katletmişlerdi. Meydanın ortasındaki çeşmenin başında,

birkaç

tane

sağ

kurtulan

köylü

vardı.

Boş

gözlerle

bakınmaktaydılar. Memmet Emmi’nin kızıl imameli tespihinden kızıl ışıklar çakmaya başladı. Köylüler büyülenmiş bir şekilde adamın dediklerini yapıyorlardı. Memmet köylülerin kontrolünü eline almıştı. Hepsi boyunlarını hayvanların su içtiği yalağın kenarındaki kerpice dayadılar. Memmet Emmi elinde uzun ince bir bıçak ile yanlarına doğru yürümeye başladı. Küçük çocuk bakmamak için gözlerini yumdu ve bacanın arkasına iyice saklandı. Memmet Emmi anlamını bilmediği bazı

38


Cilt 2

sözcükler haykırıyordu. Tek gözünü açtı. Bu sırada Memmet Emmi uzun bıçağını ilk köylünün boğazına dayadı. Sessizce bir şeyler mırıldanarak adamın boğazını boydan boya yardı. Yalaktaki suyun rengi köylüden akan kan nedeniyle kızıl bir renk almaya başladı. Boğazı kesilen köylünün soluk borusundan hırıltılar yükselmekteydi. Bu kadar şey küçük çocuğa çok fazla gelmişti. Gözleri gördüklerini algılamıyor gibiydi. Boş gözlerle meydana bakmaya devam etti. Evinde yaralarını iyileştirdikleri adam; ninesini ak düşmüş, kınalı saçlarından çekerek bir çukura götürüyordu. Ninesinin çok sevdiği küçük mavi çiçekli siyah basmasının bazı yerleri yırtılmış ve çamur olmuştu. Boğazına dolanan ak yazması başından akan kanla ala bulanmıştı. Ninesini sürükleyen adam onu bir çukura attı. Tekrar ağlamamak için kendini zor tuttu. Dudakları ısırmaktan kanatmıştı ve çenesinden aşağıya doğru kan akıyordu. Çukurda bir sürü ceset vardı. Annesini, kardeşlerini, ninesini öldürmüşlerdi. Kalbi küt küt atıyordu. Şimdi ne yapacağını düşündü. Bu sırada Memmet Emmi elindeki kırmızı tespihine şıngırdatarak silahlı çapulcularını meydana topladı. Tespihten çıkan kızıl ışıklar silahlı adamlara çarparak onları tarla biçildikten sonra geriye kalan ve yaktıkları anız büyüklüğüne getiriyordu. Memmet Emmi beyaz katırının sırtından indirdiği bir çuvalla bütün küçük askerleri topladı. Katırına bindi ve ıslık çalarak başka bir kurban köye doğru yola koyuldu...

39


Birim Sıfır

20 Kasım 2009 – 10.30 Đstanbul Değişim Üniversitesi

Dize Demirsoy üniversitedeki odasında oturmuş, internetten son haberlere

bakıyordu.

Kantinci

Yusuf’un

yaptığı

kallavi

bardaktaki

kahvesinden bir yudum aldı. Odanın camına yağmur taneleri çarpmaya başladı. Yağmur yağarken kahve içmeye bayılıyordu. Đnternet sayfaları arasında dolaşmaya devam etti. Hep sıradan haberler vardı. Bu sırada biri kapıyı çaldı. Dize yorgun bir sesle, “Girin,” dedi. Kapı dikkatlice açıldı. Đçeri, üniversiteye yeni başlayan öğrencilerden Ruhi girdi. Orta boylu, kısa dalgalı saçlı, esmer bir çocuktu. Gözleri ten rengiyle adeta bir bütündü. Daha önce fark etmemişti ama çocuğun gözleri elaydı. Yavaşça geldi ve masanın önünde durdu. Derste de böyleydi. Đçine kapanık, utangaç bir çocuktu. Hep arka sıralara oturur, derste de pek aktif olmazdı. Şimdi yine başını öne eğmiş, utangaç bir şekilde dikiliyordu. Söze girmek istiyor ama bunu bir türlü başaramıyordu. Buraya gelmesi bile çok büyük bir mucizeydi. Dize ayağa kalktı ve çocuğun yanına gitti. Biraz rahat etmesini sağlayarak, onu konuşturmayı başarabilirdi. Elini çocuğun omzuna attı. Çocuk birden titremeye başladı. Dize çocuğun bir tür sara krizine girdiğini düşündü. Ayakta zor duruyor gibiydi. Ela gözleri büyük bir korkuyla açıldı ve omzundaki eli iterek odadan kaçtı. Dize çocuğun arkasından bakakaldı. Bu çocuğun durumunu okul yönetimine bildirmeliydi.

40


Cilt 2

Dalgın dalgın çocuğun arkasından bakarken birden telefon çalmaya başladı. Kendine gelmişti. Telefonu açtı. “Efendim.” “Ben Murat. Acilen birime gelmelisin Dize. Galiba olağandışı bir şey bulduk. Bu arada cep telefonunu açsan iyi edersin.” Murat’ın sesi endişeli geliyordu. Bu Dize’yi meraklandırdı. “Tamam, hemen geliyorum,” dedi, hızlıca çantasını alıp odadan çıktı. Cep telefonu hâlâ masanın üstündeydi. Dize odadan çıktıktan beş dakika sonra odaya biri girdi. Siyah deri eldiveniyle masanın üstünde duran cep telefonunu aldı.

20 Kasım 2009 – 12.00 Eski Birim Sıfır Merkezi

Dize arabasıyla merkeze geldiğinde, güneş en tepeden yeryüzüne bakmaktaydı. Telefonunu üniversitede unuttuğu için kendine kızıyordu. Đleride küçücük bir kulübe vardı. Eski Birim’in merkez girişi burasıydı. Taylan Bey kalabalıktan uzak ama gerektiğinde çabuk olabilmek için burayı seçmişti. Arnavutköy’de tepelerin arasında kalan bu ormanlık arazi, pek göze batan bir yer değildi. Eskiden Birim Sıfır’ın kullandığı binayı geçici olarak kullanıyorlardı. Dize hızlı adımlarla kulübeye doğru ilerlemeye başladı. Daha alışamamıştı buraya. Gün ortasında olmalarına rağmen etrafta ürkütücü bir

41


Birim Sıfır

sessizlik vardı. Kulübenin tahta kapısını açtı ve içeri girdi. Girişte sol tarafta yamuk olan bir porteyi düzeltti. Arabası yansıtılan ışıklarla uzaktan çalı gibi gözükecekti. Đlerledi ve şöminenin başına geçti. Ellerini sıcağa tuttu. Güneş olmasına rağmen hava soğuktu. Alevlerin arkasından gelen kırmızı ışık Dize’nin el taramasını şöminenin üzerinde duran bir başka portreye aktardı. Biraz sonra portredeki resim değişti ve Dize’nin fotoğrafı geldi. Giriş onaylanmıştı. Taylan Bey bütün bunları yapabilmek için çok para sarf etmiş olmalıydı. Şöminenin yan tarafında bir kapı belirdi. Dize hemen oraya girerek aşağıya doğru inmeye başladı. Şöminedeki alev sönmüştü. Araziye biri girdiğinde yanmaya başlıyordu. Giriş tamamlandıktan sonraysa kendisini söndürüyordu. Eğer izinsiz bir giriş olursa yukarıda olanlar... Tek bir kurşunla ölmeyi dileyeceklerdi. Dize asansörle aşağı inerken aklı çok karışıktı. Hâlâ odasında titreyen çocuğu düşünüyordu. Biraz sonra asansörün kapısı açıldı. Duvarlar beyaz renge boyanmıştı. Duvarlarda beyaz zemin üzerinde siyah renkle Arapça, Aramice, Sanskritçe birçok dua, ayet, büyü vardı. Metafizik öğelerin buraya girişi engellenmeye çalışılmıştı. Ege bunların çok yararlı olduğunu söylüyordu. Burada eskiden çalışan birçok insanın üzerinde olağanüstü enerji toplanmıştı. Bu da metafizik öğeleri buralara çekiyordu. Đlerideki koridordan sola girerek Murat ile Ege’nin bulunduğu odaya girdi. Đkili, bilgisayarın başında dikkatlice bir şey okuyorlardı. Geldiğini fark eden Murat oldu.

42


Cilt 2

“Telefonunu açmanı söylemiştim, unuttun mu?” Murat endişenin yanında artık sinirliydi de. Ege’nin ise suratında anlaşılmayan bir ifade vardı. Olanları anlamak için çok büyük bir çaba sarf ediyor gibiydi. “Kusura bakma Murat, telefonu üniversitede unuttum.” Şu an sinirliydi ve alttan alması gerektiğini düşündü. Ama bu sözleri ona sonradan hatırlatacaktı. Aklının bir kenarına not aldı. “Kolay gelsin Ege. Şu bulduğunuz olağandışı şey neymiş bakalım.” Murat’ı pas geçerek Ege’ye bakıyordu. Bu sırada odaya elinde kocaman bir dosyayla Nehir geldi. Siyah kenarlı bir gözlük takmış, kuzguni renkteki saçlarını arkada toplamış, mavi kot pantolonun üzerine beyaz yünden yapılmış bir kazak giymişti. “Kaybolan köylüler hakkında elimizde bulunan bütün bilgileri getirdim. Hoş geldin Dize.” “Hoş bulduk Nehir. Şu meseleyi bana anlatsana; bunlarda iş yok.” Murat’ın homurtusunu duydu ama aldırış etmedi. Nehir eliyle boş ver gibisinden bir hareket yaptı. Masanın başına geçti. Dize’de onun yanına oturdu. Eski gazete kupürleri, Genelkurmay arşivinden gelen dosyalar –Taylan Bey bütün irtibatlarını kullanıyor olmalıydı.–Ege de bir sandalye alarak yanlarına oturdu. Meraklı gözlerini dosyadan alamıyordu. Murat ise hemen karşılarına dikildi. Siniri geçmiş gözüküyordu. Nehir’in gözlerine, olayı anlatması için bakmaya başladı. Nehir’den önce söze Ege girdi. “Nehir’le Gizem bize bazı araştırma ve parapsikolojik olaylar hakkında yardım etmek için buradalar.” Tekrar Nehir’e baktı. Dize gülümsedi.

43


Birim Sıfır

“Burada benden başka kadınların olduğunu duymak güzel. Gizem burada ha?” Dize meraklı bir bakışla Murat’a baktı. Murat ise bu bakışa aldırmamış görünüyordu. Nehir’in kendi ismini söylediğini duyunca ona doğru baktı. “Dize, yeni geldiğin için sana olanları baştan anlatacağım. Malum kış mevsimindeyiz, doğuda birçok köy karlar altında ve birçoğuna ulaşılamaz. Yazın yollar tekrar açılır. Garip olan ise; karayolları kurtarma ekipleri, yolu kapanan bir köye ulaştığında kimseyi bulamadı. Sanki bütün köylüler yer yarılmış da yerin dibine girmişlerdi. Đlerlemeye devam ettiklerinde ise buna benzer birkaç köye daha ulaşıldı. Yollar kapalı olduğu için daha kaç köyün böyle olduğunu bilemiyoruz. Biz de daha önce böyle bir şeyin olup olmadığını öğrenmek için arşivlere baktık. Hem de bütün arşivlere. Ve ilginç şeyler bulduk.” Elinde Osmanlıca yazılmış belge tutuyordu. Dize odadakilere baktı. “Ee? Aramızda Osmanlıca bilen birisi var mı?” Bu sırada içeri baştan aşağı kırmızı bir elbiseyle Gizem girdi. Üzerinde kırmızının tonları dans ediyordu sanki. “Ben biliyorum.” Hemen masaya doğru geldi. Havada süzülüyordu sanki. Murat’a davetkâr bir şekilde göz kırptı. Murat hafifçe gülümsedi. Dize aralarında geçen bu göz savaşını gözden kaçırmadı. Nehir elindeki dosyayı Gizem’e uzattı. Gizem eline aldığı sararmış kâğıdı okumaya başladı. “10

Temmuz

1920.

Eskiden

kullanılan

zaman

ve

tarihleri

söylemiyorum. Eskişehir’in Çifteler kazasına bağlı Kadıkuyusu köyüne gelen küçük bir çocuktan bahsediliyor. Çocuk bütün köylüleri tek bir adamın büyü yaparak öldürdüğünü söylemiş. Tabii ki buna kimse inanmamış. Düşman tarafından işgal edilen köyde gördüklerinden dolayı aklını

44


Cilt 2

oynattığını düşünmüşler. Đlk önce Ankara’da birkaç yıl tımarhanede yatmış. Daha sonra Đstanbul’a sevk etmişler. Çocuk o günden sonra kimseyle konuşmamış. Raporda yazılanlara göre, eline kırmızı bir tespih tutuyormuş. Ve diğer hastalara tutarak değişik sesler çıkarıyormuş. Bu genç adam 1980 yılında akıl hastanesinde vefat etmiş.” Diğer belgelere göz attı. “Bu arada ismi Recep Lüle.” Başını hafifçe yana salladı. “Başka bir bilgi yok.” “Diğer köylerde kurtulan olmamış. Sadece bu çocuk kurtulmuş. Onu ciddiye alan olmamış.” Đlk belgeye tekrar baktı. “Burada bir şey var. Çocuğun kaçtığı köyde bir hoca varmış. Halil Hoca çocuğa cinlerin çarptığını söylemiş ama o zamanki görevliler buna inanmamış. Hocanın söylediklerini pek dikkate almamışlar.” Dize dalgın dalgın bakıyordu. Aklı hâlâ o çocuktaydı. Murat’ın konuşmaya başlaması sonucu kendine geldi. “Halil Hoca muhtemelen ölmüştür. Belki yakınlarından bir şey öğrenebiliriz. O zaman ben ve Dize şu hocanın köyüne bakalım.” “Ben de doğudaki köylerle ilgileneyim. Bu arada Nehir sen de bana bu işte yardım edeceksin.” Ege kendine gelmiş gibi gözüküyordu. Nehir gülümseyerek ona yardım edeceğini söyledi. Gizem ise gözlerini kısmış Dize’ye bakıyordu. “Aslında o kadar uğraşmamıza gerek yok. Başkalarından yardım alabiliriz. Hüddamlığı aranızda bilen var mı?” Masa başında duran herkesin suratına baktı. Murat dışında hepsinin yüzünde meraklı bir bakış vardı. Gizem bu anın tadını çıkarmak istedi. “Gizem bu çok tehlikeli bir iş. Şimdi bir de cinlerle uğraşamayız.”

45


Birim Sıfır

“Tamam, siz bilirsiniz. Ama yapacağınız araştırmada hiçbir sonuca ulaşamayacağınızı

hissediyorum.”

Gizem’in

parıltılı

gözlerine

hüzün

çökmüştü. Bu, Dize’nin kendini daha çok kötü hissetmesine neden oldu. “Tamam o zaman millet. Dize’yle ben Eskişehir yolcusuyuz. Herkes bulabildiği kadar bilgi toplasın.” Murat, Dize’yle ayağa kalktı. Bu sırada duvarda asılı duran ekrandan bir sinyal geldi. Ege ayağa kalktı. Ekranın karşısına geçti. Kırmızı düğmeye bastı. Taylan Bey beyaz, kırçıl saçları ve gri takım elbisesiyle ekranda belirdi. “Merhaba çocuklar, kolay gelsin. Şu an bir iş üzerinde olduğunuzu biliyorum. Ama size bir iş daha vermem gerekecek. Emniyet şu seri katil işinde çok zor durumda ve yardımımızı istiyor. Birimin yararlılığını göstermek için yardım edeceğimizi söyledim.” Herkes birbirine baktı. Bunca işin arasında seri katil işiyle nasıl uğraşacaklarını düşünüyorlardı. Odadaki sükûneti, kalın sesiyle Ege bozdu. “Tamam Taylan Bey, elimizden gelen her şeyi yapacağız,” dedi sakin tavrını sürdürerek. “Bu arada Dize, öldürülenler arasında senin çalıştığın üniversitede öğrenim gören birkaç kız öğrenci var. Cesetleri bugün bulunmuş. Başın sağ olsun

kızım.

Polisin

ellerinde

bulunan

bütün

dokümanları

size

yollayacağım. Kendi aranızda iş bölümü yaparsınız. Benim şimdi gitmem lazım.” Karşılarındaki ekran kararmıştı. Murat’la

Ege

birbirlerine

baktılar.

konuşmaya başladı.

46

Murat

hepsine

bakarak


Cilt 2

“Tamam, o zaman şöyle başlayalım. Ben ve Dize ilk önce Bakırköy’e gidelim. Orada kurtulan çocukla daha doğrusu yaşlı adam hakkında neler öğreneceğimize bakalım. Sonra şu köye gidelim. Đşe yarar bir şey buluruz belki. Gizem sen şimdilik Hüddamlarla anlaşma yapma. Başka çaremiz olmazsa bunu devreye sokarız. Kendine dikkat et bu arada. Sana bir şey olmasını istemem. Ege’yle Nehir, siz de şu katil hakkında neler yapabilirsiniz bir bakın bakalım. Görevler değişebilir. Bir itirazı olan var mı?” Odadaki herkes aldığı görevden memnun gibiydi. Dize, Taylan Bey’in son söyledikleri karşısında şaşkındı. Kendi üniversitesinde okuyan birkaç tane öğrenci öldürülmüştü. Boş gözlerle odadakilere bakıyordu. Đçinden bir ses şu an üniversiteden uzak durması gerektiğini söylüyordu. Bunu yapabilecek miydi? Murat’ın kendisine seslendiğini duyunca irkildi. “Tamam o zaman, biz çıkıyoruz.” Dize’ye baktı. Dize ilk önce ne yapacağını şaşırdı. Hangi işle uğraşmalıydı? Bir yanda öğrencileri, diğer yanda onlarca masum köylü. Kararını çabuk vermesi gerekiyordu. Murat sabırsız gözlerle ona bakıyordu. Kararını verdiğinde hemen çantasını aldı ve Murat’la beraber dışarı çıktılar. Orada bir sürü köy olmalıydı ve sakinleri büyük bir tehlike altındaydı.

47


Birim Sıfır

20 Kasım 2009 – 14.00 Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi

Dize’yle Murat yol boyu hiç konuşmadılar. Sanki aralarında sessizlik adına gizli bir antlaşma yapılmıştı. Beraber hastanenin bahçesinden başhekimin odasına doğru ilerliyorlardı. Dize daha fazla dayanamadı ve konuşmaya çalıştı. “Murat neyin var? Bugün çok aksi davranıyorsun. Huzursuz gibisin. Bilmeden sana karşı bir şey mi yaptım?” Murat konuşmakta zorlanıyor gibiydi. Sonunda konuşmayı başardı. “Bilmiyorum. Bugün çok huzursuz uyandım. Kendimi başkaları yanında çok huzursuz hissediyorum. Davranışlarım için çok özür dilerim. Ama elimde olmadan yapıyorum.” Konuşurken alnında ter damlaları birikmişti. Olaylar karşısında soğukkanlı olan Murat gitmiş, yerine bambaşka biri gelmişti. Etraflarında hemşirelerin ve doktorların gözetiminde bir sürü hasta vardı. Asker gibi sıraya diziliyorlar, tren oynuyorlar, yerlere değişik şekiller çiziyorlardı. Bazıları ise çok normal davranıyordu. Ya da Dize öyle olduklarını sanıyordu. Tam bu sırada karşılarına ağaçların arasından bir deli zıpladı.

Saçları

karmakarışıktı.

Ve

yüzünde

garip

yaralar

vardı.

Kırmızılıklarından, yaraların taze oldukları belliydi. Hasta kadın Murat’a baktı. Gülmeye başladı. Sonra bir anda gizemli bir şekilde geriye ağaçlara

48


Cilt 2

doğru baktı. Dize tüylerinin ürperdiğini hissetti. Gözlerini kısmış ağaçlara doğru bakıyorlardı. Uzun kemikli başparmağını Murat’a doğru uzattı. Kısık sesle ağaçlarla konuşmaya başladı. Yüzü bir an da kararmaya başladı. Dize’yle Murat’a doğru döndü. “Sizi izliyorlar. Bilhassa seni izliyorlar genç adam. Çok dikkat etmeli...” Arkadan genç bir hasta bakıcı bu tarafa doğru koşuyordu. Kadın lafını tamamlayamadan ağaçların arasına kaçtı. Yanlarına genç bir hastabakıcı geldi. Uzun boylu, yapılı birisine benziyordu. “Kusura bakmayın. Ben Cemil. Size ne söyledi bilmiyorum ama pek aldırış etmeyin. Buraya niçin gelmiştiniz?” “Başhekim’le konuşmak için.” “Şu anda odasına değil. Bahçedeki çardakta bazı hastalarla oturuyor. Sizi onun yanına götüreyim.” Genç hasta bakıcı sağda solda koşuşturan hastaları uyararak Dize ile Murat’ı başhekimin yanına götürüyordu. “Hasan Amca bırak elindeki fareyi. Kaç kere söyleyeceğim o fil değil diye.” Yaşlı adam farenin burnunu uzatmaya çalışıyordu. Hasta bakıcı arkasında takip eden misafirlerine gülümsedi ve elini ‘ne yapabilirsiniz deli işte’ der gibi iki yana salladı. Dize, hastabakıcıya gülümsedi ama Murat hâlâ o deli kadının söylediklerinin etkisindeydi. Biraz sonra çardağın yanına gelmişlerdi. Hasta bakıcı, gelenleri takdim ederek hemen görevinin başına döndü. Çardakta dört kişi oturuyordu. Hepsi de yaşlıydı ve kıyafetlerden hangisinin başhekim olduğu anlaşılmıyordu. Çardağın başında gözlüklü biri oturmuştu. Çerçevesiz gözlüklerinin arkasında mavi gözleri ışıldıyordu.

49


Birim Sıfır

Saçları bembeyazdı ama o kadar yaşlı göstermiyordu. Dize onun başhekim olduğunu düşündü. Adamın yanına yaklaşıp, elini uzattı. Murat hâlâ geriden onlara bakıyordu. Yaşlı adam kendisine uzatılan eli yakaladı ve ayağa kalktı. Yerini Dize’ye verdi. Hemen bir sopanın üstüne atlayarak at gibi sürmeye başladı. Dize normal gibi gözüken bu adamın deli olduğuna hâlâ inanamıyordu. Oturan diğer adamlara baktı. Hepsi kendisine bakıyor, konuşmuyorlardı. Biraz sonra Murat gelip yanına oturdu. Onlara en yakın oturan adam gözlerini Murat’tan ayıramıyordu. Murat kendisine bakan gözlerden rahatsız olmuş bir şekilde oturduğu yerde kıpırdanıp duruyordu. Yanlarına takım elbiseli bir adam geldi. Beyaz tenliydi. Saçları sapsarı, gözleri ise kırmızıydı. Gülmeye başladı. Murat’ın eli hemen belindeki silaha gitti ama Dize eliyle onu durdurdu. Adam, Murat’ın yaptığını fark etmemişti. “Kendini hastabakıcı zanneden biri, sizi buraya getirmiş olmalı. Başhekim sizi pencereden izliyordu. Beni takip edin. Sizi ona götüreceğim.” “Senin de o adam gibi deli olmadığını nereden bilelim?” Soruyu sinirli bir ses tonuyla Murat sormuştu. “Haklısınız, doğru söylüyorsunuz.” Cebinden sağlık çalışanlarına ait bir kimlik çıkardı. Rıfat Camgöz, başhekim yardımcısı. Kimliğe bakan Murat tatmin olmuştu. Adamın peşinden başhekimin odasına doğru yürümeye başladılar. Bu sırada Dize adama göz renginin neden kırmızı olduğunu sordu. Merakına yenik düşmüştü. “Doğuştan bir şey bu. Anne tarafımdan bütün akrabalarımın gözleri kırmızı.”

Cevap,

Dize’nin

merakını

50

gidermiş

gibi

gözüküyordu.


Cilt 2

Merdivenlerden çıktılar. Đçerisi karanlıktı ve hastanelere özgü ilaç kokusu vardı. Rıfat ilerde yeni cilalanmış eski bir kapıyı çaldı. Đçeriden tok bir ses duyuldu. “Gel.” Kapıyı açtı ve kendisini takip edenleri odaya davet etti. Dize ile Murat odaya girdiler. Başhekim kendilerini ayakta karşıladı ve oturmaları için yer gösterdi. Rıfat odadan çıktı. Başhekim, Dize’yle Murat’ı baştan aşağı süzdü. Kalın, davudi bir sesi vardı. “Evet gençler, ziyaretinizi neye borçluyuz? Gerçi Taylan eski dostum. Geleceğinizden haberdar etti. Elimden geldiğince size yardım edeceğim. Rıfat’ı yanınıza verebilirim. Size her konuda yardımcı olacaktır.” “Bizim birkaç sorumuz olacaktı. Kaç yıldır burada çalışıyorsunuz?” Başhekim hiç tereddüt etmeden cevapladı. “Yirmi yıldır bu hastanede çalışıyorum.” “Sizden önceki başhekimi tanıyor musunuz? Nerede bulabiliriz onu?” Başhekim hafifçe gülümsedi. “Öleli bir yıl oluyor. Aradığınız şey nedir? Bunu söylerseniz size daha çok yardım edebilirim.” “Recep Lüle. 1980 güzünde hastanenizde vefat etmiş. Onun hakkında bize nasıl bir bilgi sağlayabilirsiniz?” Dize hızlı hızlı konuşuyordu. “Hastanemizin arşivinden yararlanabilirsiniz.” “Hastanede neler yaptığını biliyoruz. Bize onunla yüz yüze görüşen ya da yüz yüze görüşenler hakkında bilgi sağlayabilecek birisi lazım.” Murat içinde

biriken

sinirini

boşaltmaya

51

çalışıyor

gibiydi.

Dize,

Murat’ı


Birim Sıfır

sakinleştirmek için omzundan tuttu ama Murat silkinerek kendini Dize’den kurtardı. “Sakin ol genç adam. Taylan’ın hatırı olmasa benimle bu şekilde konuşmana izin vermezdim. Adamın dosyası gelsin. Bakalım size bir yararı olacak mı? Bundan sonra sizinle yardımcım ilgilenecek. Đyi çalışmalar.” Başhekim hemen ayağa kalktı. Cevap bile beklemeden odadan çıktı. Dize ile Murat odada sessizce oturuyorlardı. Murat yaptığından pişman gibiydi. Dize konuşarak teskin etmeye çalışmadı. Murat bugün çok hassastı. Đstemeyeceği başka şeyler de yapabilirdi. Çeyrek dakika sonra Rıfat odaya girdi. Elinde sarı bir dosya vardı. Başıyla selam verip dosyayı Dize’ye uzattı. Ve köşede büyük koltukların birisinin üzerine kuruldu. Dosyaya bakan Dize’nin yüzü değişmeye başladı. Murat ise karşı koltukta oturan Rıfat’a gözlerini dikti. Đçini huzursuz eden bir şey vardı bu adamda. Dize konuşmaya başladı. “Murat, sana bir iyi bir de kötü haberim var. Kötü haber: Aradığımız adamla yüz yüze görüşen kimse şu anda yaşamıyor. Đyi haber ise Eskişehir’e gitmek zorunda kalmayacağız. Halil Hoca’nın bir oğlu varmış. Armut dibine düşmüş. O da Sarıyer’de bir yerlerde hocalık yapıyormuş. Şu üfürükçü tiplerden galiba. Adamın ismi Hamit.” Murat başıyla olur işareti yaptı ve ayağa kalktı. Rıfat’a selam vermeden hemen odadan dışarı çıktı. Dize elindeki dosyayı adama uzatırken Murat’ın davranışlarından dolayı özür dilemeye çalıştı. Ancak Rıfat’ın kırmızı gözleri alev alev parlıyordu. Dize bu bakışlardan huzursuz oldu. Bir şeyler geveleyip Murat’ın peşinden gitti.

52


Cilt 2

20 Kasım 2009 – 12.30 Eski Birim Sıfır Merkezi

Ege suntadan yapılmış bir tahtanın önünde, Nehir’le birlikte, emniyetten gelen veriler ışığında katilin nasıl biri olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kurbanların resimlerini tahtaya raptiyelemişlerdi. Kurbanlar genel olarak geçimlerini kendini erkeklere pazarlayan kadınlardı; ama aralarında küçük erkek çocukları da vardı. Şu ana kadar on kişinin cesedi bulunmuştu. Daha bir sürü ceset olabilirdi. Katil kurbanlarını yoldan arabayla alıyor, arabada kloroformla bayıltıp, ıssız bir yere götürdükten sonra bayılttığı kişiye birkaç kez tecavüz ediyor ya da etmeye çalışıyordu. Eğer başarısız olursa bunun sorumlusu olarak kurbanı görüyor, akla hayale gelmeyecek işkenceler uyguluyordu. Nehir elini ağzına götürdü. Midesi tahtada olan görüntülere alışamamıştı. Ege donuk gözlerle ona bakıyordu. “Kurbanların hepsi burada. Daha cesetleri inceleyeceğiz. Đstersen içeri girme. Gördüklerinden sonra günlerce rahat bir uyku uyuyamazsın.” “Buna dayanırım.” Nehir’in sesi biraz kararsız çıkmıştı. “Öyleyse kurbanların yanına gidelim.” Ege odadan çıktı. Nehir kararsız bir şekilde Ege’nin peşinden gitti. Koridorlardan ilerleyerek eski adli tıp uzmanlarının çalıştığı yere yöneldiler. Ege eline bir ceket aldı ve Nehir’e uzattı. “Bunu giy. Đçerisi soğuk olacak.”

53


Birim Sıfır

Nehir, Ege’nin uzattığı cekete baktı. Hâlâ içeri girip girmeyeceğine karar veremiyordu. Derin bir nefes aldı. Ege’nin uzattığı ceketi giydi. Ege kendisine askılıktan başka bir ceket aldı. Ege duvara monteli elektronik giriş ekranına başparmağını uzattı. Yeşil bir ışık başparmak taraması yaptıktan sonra sağ taraftaki plazma monitörde Ege’nin fotoğrafı belirdi. Gri metal kapı ‘tık’ sesiyle açıldı. Suratlarına soğuk havanın çarpması sonucu biraz kendilerine gelir gibi oldular. Karşı duvarda çekmeceler vardı. Kurbanları burada saklıyorlardı. Çekmecelerin başında Samet Sami dikiliyordu. Emniyetten, kurbanlar hakkında bilgi vermesi için yollanmıştı. Elinde kurbanlarla ilgili bir dosya vardı. Yüzü solgundu. Gözlerinin altında şişlikler vardı. Günlerce uyumamış gibiydi. “Kolay gelsin Samet. Đşimizi çabuk halledelim. Burası çok soğuk.” Ege ellerini giydiği ceketin cebine koydu. “Tamam Ege Bey. Đlk kurbanımız Aysel Şanslı. Yirmi yaşında. Aksaray’da bir gece kulübünde çalışıyormuş.” “Tamam, oraları biliyoruz. Sen bize ceset hakkında bilgi ver.” Adli tıpçı başını olur anlamında sallayarak duvarda bulunan çekmecelerden birini açtı. Đçeride her tarafı doğranmış bir ceset vardı. Nehir bakmamak için başını çevirdi. “O kadar da şanslı değilmiş.” Ege soğukkanlı bir şekilde cesede bakıyordu.

Samet Sami beyaz eldivenle cesedin üzerinde bazı yerleri

göstererek konuşmaya başladı. “Genç kadının gözleri vahşice oyulmuş, ağzı ise kulaklarına kadar yarılarak gülümseyen bir surat ifadesi verilmeye çalışılmış. Boğazından

54


Cilt 2

cinsel organının olduğu yere kadar yarılmış. Sonradan dikiş atılmış. Meme uçları kesilmiş, ardından cinsel organına kocaman bir kazık saplanmış. Kulakları, burnu, gözleri ve meme uçları ise yoktu. Bayan maktullerin geneli bu durumda. Bazılarının ise ölüm tarzı değişik olmuş. Katilin yeni fantezi arayışı içinde olduğunu düşünüyoruz. Ama genel itibarıyla çoğunun bazı uzuvları, organları yok. Bazılarının başlarını dahi bulamamışlar. Katilin hatıra olarak öldürdüğü kişilerden bazı şeyler aldığını sanıyorum. Ya da aldığı parçaları...” “Tamam Samet, bunu dillendirme şimdi. Cesetlerde katile ait bir şey bulunabilmiş mi? Kıl, tüy, sperm, kan izi ya da farklı herhangi bir şey.” Ege, Samet’in son sözlerini söylemesine engel olduğu için kendini şanslı sayıyordu. Yoksa Nehir bir daha et yiyemeyecekti. “Bazılarında kurbana ait olmayan saçlar bulmuşlar. Katilimiz AB kan grubuna sahip. Emniyette elimizde olan bütün suçlu dosyalarında AB kan grubuna sahip sapık, sübyancı, tecavüzcü akla gelebilecek herkesi aradık. Zanlı olabilecek kimseleri sorguya çektik. Ama cinayetlerin işlendiği gün birçoğu ya hapiste ya da başka yerdeymişler. Adamların başka yerde olduklarına dair bir sürü şahitleri var.” “Peki, dosyalara göre cesetleri ormanlık alanlarda bulmuşlar değil mi?” Ege düşünceli bir şekilde cesede bakıyordu. “Evet. Bu da görgü tanığı olma olasılıklarını azaltıyor. Katil bizimle oynuyor gibi. Görevlendirdiğimiz polisler, hayat kadınlarının iş yaptığı sokaklarda devriye geziyor. Ormanlık alanların girişinde ve çıkışında şüpheli araçlarda arama yapıyor. Katil bu kez hedef değiştiriyor. Sokak çocuklarına

55


Birim Sıfır

tecavüz edip, değişik fanteziler yaparak ya kanalizasyona ya da denize atıyor.” Samet odada ilerlemeye başladı ve başka bir çekmeceyi açtı. Đçerisinde dokuz veya on yaşlarda bir erkek çocuğu vardı. Göz kapaklarını, gözlerini, kulağını ve burnunu kesmişlerdi. Vücudunun her yerinde bıçakla yapılmış, düzgün yaralar vardı. Katil acı çektirmekten zevk alıyor gibiydi. Çocuğun cinsel organını ve hayâlarını kesmişti. Ege ile Nehir küçük çocuğa acımayla bakarlarken Samet konuşmaya devam etti. “Çocuğa defalarda tecavüz etmiş. Bununla da kalmayıp gazoz şişelerini öldürdüğü erkek çocukların makatına sokuyormuş. Sonra da içine torpil koyarak orada patlatıyormuş.

Bazı

çocukların

makatında

cam

kırıkları

ve

barut

döküntülerini bulduk.” Nehir

duyduklarına

inanamıyordu.

Daha

fazla

dayanamadı;

gözlerinden akan iri yaş taneleri döşemeyi ıslatmaya başlamıştı. Biraz daha beklese bayılacaktı. Hemen odadan ayrıldı. Ege odadan çıkan Nehir’in arkasından baktı. Üzüldü. Günlerce rahat bir uyku yüzü göremeyecekti. Samet Sami’ye dönerek konuşmaya başladı. “Değişim Üniversitesi’nde okuyan kızlar hakkında neler biliyoruz?”

20 Kasım 2009 – 18.00 Sarıyer’de Bir Ev

Dize ve Murat arabayla, meyve ağaçlarıyla kaplı bir tepenin yamacına geldiler. Aşağıdaki kahveci burayı tarif etmişti. Bahçe içinde

56


Cilt 2

beyaz boyalı küçük bir ev vardı. Evin eşiğine hemen bir bağ ekilmiş altına bir divan serilmişti. Yaşlı bir adam elinde küçük beyaz lüle taşından yapılmış

doksan

dokuzluk

tespihini

çekiyordu.

Dudakları

sürekli

kıpırdıyordu. Üfürükçü bir tiple karşılaşacaklarını zanneden Murat ile Dize yavaşça eve doğru yürümeye başladılar. Yaşlı adamın üzerine gelen siyah kumaştan yapılmış bir şalvar vardı. Beline kırmızı bir kuşak sarmıştı. Üstünde boğazına kadar ilikli beyaz bir gömlek, başındaysa gece yatarken giyilen takkelerden biri vardı. Misafirlerini ayakta karşıladı. Hiç konuşmadan tespihini çekmeye devam etti. Dudakları sürekli kıpırdıyordu. Tespihi kenara bıraktı. Sağ elini göğsüne götürerek gelenleri selamladı. Camı tıkırdattı. Đçeride bir koşuşturma başladı. Birazdan kapıda küçük bir kız çocuğu beliriverdi. Kızıl saçları küt seçilmiş, beyaz tenli, yeşil gözleri pırıl pırıl olan kız çocuğu hemen içeri geri koştu. Ayakta kalmışlardı. Yaşlı adam eliyle oturmalarını işaret etti ve tespihi eline alıp çekmeye devam etti. Bu sırada Dize etrafı inceliyordu. Evi kireçle boyamışlardı. Meyve ağaçlarının hepsinin gövdeleri kireçle beyaza boyanmıştı. Bahçe düzenliydi. Sebze ekilecek karıklar yeni çapalanmıştı ve yabani otlar duvarın dibinde kurumaya bırakılmıştı. Dışarısı soğuktu. Yaşlı adam tespih çekmeyi bitirdikten sonra konuşmaya başladı. Sesi çok yumuşaktı, konuşurken ağzındaki laflar sanki bala dönüşüyorlardı. “Dışarıda kalmayalım. Buyurun içeri geçin. Gelinim size sıcak bir çay yapsın.” Cevabı beklemeden ayağa kalktı. Murat’la Dize’ye eliyle kapıyı gösterdi.

Küçük

kız

önlerine

düşmüş,

onlara

oturacakları

odayı

gösteriyordu. Yaşlı adam arkalarından geliyordu. Odaya ilk önce Murat ardından da Dize girdi. Yaşlı adam biraz sonra elinde bir bardak suyla geldi.

57


Birim Sıfır

Dize’yle Murat’a köşedeki divanda yer gösterdi. Kendisi de karşılarındaki eski bir koltuğa oturdu. Duvarlarda Anadolu’ya özgü duvar halılar vardı. Çok değerli oldukları belliydi. Divanın arkasına koyulan yastıkların içi dere çubuklarıyla doldurulmuştu. Serttiler. Küçük kız, dedesinin

yanında

yerdeki

mindere

oturdu.

Murat

biraz

sakin

gözüküyordu. Yaşlı adam o tatlı sesiyle tekrar konuşmaya başladı. Murat’a doğru döndü. “Oğlum, çok huzursuz gözüküyorsun. Đçin içini kemiriyor. Başka kadınların hatta sevdiğin insanların yanında rahat olamıyorsun. Çünkü yakınında biri sana aşk büyüsü yapmış. Güçlü bir büyü bu. Herkes yapamaz. Sadece onun yanında rahat edebilirsin.” Elindeki suya bir şeyler okudu ve içine bir tutam üzerlik tohumu attı. Küçük kıza uzattı. Bardağı alan küçük kız iki adımda Murat’ın yanına geldi. Elindeki bardağı Murat’a uzattı. Murat şaşkın şaşkın Dize’ye baktı. Sonra bardağı aldı ve tek dikişte bitirdi. Murat’ın gözleri yavaşça kapanmaya başladı. Biraz sonra sırtüstü divana uzandı. Dize yaşlı adama baktı. “Güçlü bir büyü. Birazdan uyanacak, yaptığı şeyleri hatırlayacak ama neden olduğunu bilemeyecek. Tabii sen kimin yaptığını biliyorsun.” Yaşlı adam parıldayan mavi gözlerini Dize’ye dikti. Dize yere baktı. Murat’a kim aşk büyüsü yapma ihtiyacı duysun ki? Sonra yaşlı adamın gözüne tekrar baktı. Adam hafifçe gülümsedi. Dize’nin parlak dudaklarından tek bir kelime döküldü: “Gizem.” Dize yaşlı adamla muhabbet ederken Murat uyandı. Başını tutuyordu.

58


Cilt 2

“Ne oldu bana? Üzerimden tır geçmiş gibi hissediyorum. Bugün çok huzursuzdum galiba.” Dize, Murat’ın omzuna dokundu. “Şimdi iyisin ya, ne olduğunun önemi yok. Şu papatya çayını iç. Kendine gelirsin.” Sehpada duran bakır tasta üzerinde buhar tüten çayı Murat’a uzattı. Sonra yaşlı adama dönerek konuşmaya başladı. “Yaşlı amca, Halil Hoca’nın oğlu Hamit. Recep hakkında sadece babasının anlattığı şeyleri biliyor. Recep köye geldiğinde onu Halil Hoca bulmuş. Recep kendi köyünde olan her şeyi bir çırpıda anlatıvermiş. Halil Hoca ne yapacağını şaşırmış. Küçük çocuğun anlattıklarından, köye cinlerin saldırdığını düşünmüş. Hemen kendi köyünde gerekli güvenlik önlemlerini almış. Köye gelen giden olmamış. Askerler çocuğun varlığından, pazara meyve-sebze satmaya götüren bir köylü sayesinde haberdar olmuş. Köye gelip

çocuğu

almışlar

ve

köyün

Yunanlılar

tarafından

yakıldığını

söylemişler. Ama gerçek o değilmiş. Çocuğun anlattığı beyaz katırlı adamı başka bir köyden çıkarken görmüşler. Arkasında kalan köy cayır cayır yanıyormuş. Adam ise beyaz bir katıra binip ıslık çalarak başka bir yere doğru gidiyormuş.” Yaşlı adam başıyla Dize’nin anlattıklarını doğruladı. Murat başını kaşımaya devam etti. Daha kendine gelememişti. “Hamit Amca, bu adamı nasıl yakalayacağımızı biliyor musun?” Yaşlı adam umutsuzca iki elini yana açtı. Murat, Dize’ye baktı. “Bize doğu yolu göründü.”

59


Birim Sıfır

20 Kasım 2009 – 00.00 Kazlıçeşme Banliyö Tren Durağı

Zeynep arkadaşlarıyla işten sonra biraz barda takıldı. Đleride masada oturan kırmızı ceketli bir adamın ısmarladığı içkiyi içti. Saat iyice ilerlemişti. Arkadaşlarından biriyle trene bindi. Evi tren istasyonuna yakındı. Arkadaşı eve kadar bırakmak için ısrar etti ama o, bunu kabul etmedi. Kapıya kadar gelen içeri de girerdi. Gülümsedi. Bu devirde kimseye güvenilmezdi. Trenden indiğinde ortalıkta kimse yoktu. Bunu normal karşıladı. Çünkü tren istasyonu mezarlığın ortasında bulunuyordu. Đleride büyük yeşilliklerle donatılmış bir park, yanında Ermeni hastanesi, ötesinde yine kocaman bir park, sonraysa evler başlıyordu. Yavaşça merdivenlerden indi. Az içtiğini sanıyordu ama bu bile ona yetmişti. Zar zor yürüyordu. Merdivenlerden indikten sonrai ilk parkta yürümeye başladı. Yanında eski erkek arkadaşını verdiği sustalıyı taşıyordu. Buralarda dolusuna tinerci çocuk vardı. Küçük piçler bıçağı görünce kimin patron olduğunu anlıyorlardı. Parkta yürümeye devam ederken çalıların arasında bir kıpırtı oldu. Hemen çantasından sustalıyı çıkardı. Boş olmadığını göstermek için sağa sola doğru tutuyordu. Ama başı hâlâ dönüyordu. Adımlarını hızlandırdı. Ana yola az kalmıştı. Sonra daha büyük olan diğer parka geçecekti. Orada gece sporu yapan bazı insanlar olabilirdi. Göz ucuyla geriye bakmayı ihmal etmiyordu.

60


Cilt 2

Bu sırada ağacın tepesinden bir ilmik aşağı sarktı ve genç kadının boynuna dolandı. Boynuna dolanan ip onu yukarı doğru çekiyordu. Zeynep elinde bıçağı sağa sola savurmaya başladı. Nefes almakta zorlanıyordu. Gözleri kararmaya başladı. Çaresizce debelenmeye devam etti. Boynuna dolanan ilmek boğazını kesiyordu. Zorlukla elindeki bıçağı ipe sürtmeyi başardı. Đkinci çekişte ip koptu. Đki metre yükseklikten aşağıya düştü. Boynuna dolanan ipten kurtuldu. Bağırmak istedi. Ama ilmik boğazını sıktığında ses tellerine zarar vermiş olmalıydı. Sesi çatallaştığı için bağıramıyordu. Yere düştüğünde ise ayağını burkmuştu. Yola doğru kendini

sürüklemeye

başladı.

Elbisesi

yırtılmış,

çamur

olmuştu.

Öksürmekten zor nefes alıyordu. Ana yoldan arabalar geçiyordu. Daha ileride ise evlerin ışığı gözüküyordu. Şimdi yatağında mışıl mışıl uyumayı öyle çok istedi ki... Yola bir metre kadar kalmıştı. Son bir gayretle iyice sürünmeye devam etti. Bileği çok kötü şişmişti. Kan topladığı için morarmaya başladı. Bir anda kendisinden çok güçlü birisinin saçından asıldığını hissetti. Saç dipleri çok acıyordu. Bazı yerlerinin kanadığını hissediyordu. Sıcak bir sıvı saç diplerinden ensesine doğru akıyordu. Saçından çeken kişi kanı görünce daha çok tahrik oldu. Daha büyük bir kuvvetle saçından asılmaya başladı. Zeynep çok acı çekiyordu. Çektiği acıdan dolayı bilincini kaybetmek üzereydi. Daha fazla dayanamadı. Kendini katilin merhametsiz ellerine bıraktı. “Yerde sürünen orospu.” Katil tükürükler saçarak yerde yatan baygın kadına bakarak güldü. Sabaha yine eğlence vardı. Bunu düşündüğünde suratında kocaman, iğrenç bir gülümseme belirdi. Baştan aşağı siyah

61


Birim Sıfır

giyinmişti. Elinde deri bir eldiven vardı. Sağ eline aldığı siyah bez parçasını kadının ağzına tıktı. Siyahlı adam baygın Zeynep’in ellerini ve ayaklarını koli bandıyla bantladı. Ve Zeynep’i yanında getirdiği battal boy bir çuvalın içine koydu. Çuvalın içini pamukla doldurdu. Dikkat çekmemeliydi. Siyah ceketini, şapkasını, gözlüklerini, eldivenlerini çuvala attı. Kırmızı ceketini tekrar giydi. Başına gene siyah renkli bir kasket taktı. Çuvalı sırtladı ve arabasına doğru yürümeye başladı. Hava serindi. Islık çalmaya başladı. Çalıların arasında bir çift meraklı göz olan biten her şeyi izliyordu.

21 Kasım 2009 – 10.00 Bilinmeyen Bir Ev

Zeynep vücudundaki bir üşümeyle gözlerini açtı. Ürperdiğini hissediyordu. Vücuduna doğru bakmaya çalıştı ama boynu bantlı olduğu için başını kımıldatamıyordu. Gözlerini aşağıya doğru çevirdi. Göğüslerini görüyordu ve üzerlerinde hiçbir şey yoktu. Çırılçıplak bir yatakta yatıyordu. Elleri, ayakları, ağzı koli bandıyla sıkı bir şekilde bantlanmıştı. Yattığı yatak yere

sabitlenmişti.

Hareket

etmeye

çalıştı.

Ne

var

ki,

vücudunu

kımıldatamıyordu. Odada pencere yoktu. Yataktan ve duvara sabitlenmiş kaloriferden başka hiçbir şey yoktu. Biraz sonra elinde kahve bardağıyla orta boylu biri girdi içeri. Kalıplı birisiydi. Üzerinde omzuna attığı bordo, saten bir sabahlık vardı. Omuzlarını

62


Cilt 2

geri atarak sabahlığı yere attı. Çırılçıplaktı ve erkekliğini kaldırmış bir şekilde ayakta bekliyordu. Gözlerinin rengi kıpkırmızıydı. Sarı saçlarını arkaya taramış, beyaz teninde tek bir tüy bile yoktu. Suratında iğrenç bir gülümsemeyle

kahve

kımıldamaya

çalıştı.

bardağını Bu

yere

beyninin

bıraktı. ona

Zeynep

umutsuzca

sağladığı

savunma

mekanizmalarından birisi olmalıydı. “Kıpırdama aşkım. Birazdan seni bulutların üzerinde uçuracağım. Boş yere çırpınma; sen de benim gibi zevk almaya bak. Bakarsın seni affederim. Yaşamına devam edersin. Şimdi soracağım sorulara yanıt ver yoksa...” Elinde küçük bir çakı vardı. Đki parmağının arasına sokup çıkardı. Çakı keskin olmalıydı. Küçük bir kan sızısı parmaklarının arasından yerdeki ahşap döşemeye damladı. Zeynep gözleriyle olur anlamında bir işaret vermeye çalıştı. “Haaa şöyleee! Akıllı bir kız ol. Söyle bakalım. Sigara içiyor musun?” Zeynep hayır anlamında başını sallamaya çalıştı. “Đyi o zaman. Sigara içen kadınlar seks yapamıyorlarmış. Nedenini biliyor musun? Dur cevaplama, nedenini söyleyeyim. Çünkü aynı anda iki şeyi

ağızlarına

alamıyorlarmış.”

Küçük

odada

iğrenç

kahkahası

yankılanıyordu. Tahta döşemenin üzerinde zıplayarak kendini gülmeye zorluyor. Çok komik bir espri yaptığını düşünüyordu. Zeynep ise nasıl bir deliyle karşı karşıya olduğunu anlamaya çalışıyordu. Tahta döşemenin üzerinde zıplayan adam, bir an kıpırdamadan dikilmeye başladı. Sonradan bir şey aklına gelmiş gibi, bir elini çenesinin altına götürüp odanın bir ucundan diğer ucuna doğru yürüyordu. Zeynep sapığın elinden kurtulmak için ellerinin bağlı olduğu yatak kenarlıklarını

63


Birim Sıfır

kendine doğru çekmeye başladı. Kolları çok sıkı bantlamıştı. Zeynep yatakta kendini gerdikçe damarları şişiyor, kasları iyice kasılmaya başlıyordu. Yatağın köşesindeki tahtadan ses geldi. Rutubetli odada tahta çürümeye başlamıştı. Biraz daha kendine doğru çekebilse kendini hapseden bu durumdan kurtulacaktı. Ama hâlâ karşısında çok büyük bir tehlike vardı. Sapık hâlâ odanın içinde dönüyordu ve Zeynep’in yaptıklarının farkında değil gibiydi. Sanki derin bir transa geçmişti. Zeynep kollarını kendine doğru çekmeye çalıştı. Hâlâ trans halinin devam edip etmediğini anlamak için sapığa doğru baktı. Koyu kırmızı gözlerin kendisine doğru baktığını gördü. Tüyleri diken diken oldu. Keskin bir pırıltı koyu kırmızı gözlerin içine yerleşmişti. “Bu olmadı işte güzelim.” Sapık küçük çakısıyla kendisine doğru yaklaşıyordu. Zeynep yatakta daha çok çırpınmaya başladı. Ama kendisini bağlayan bantlardan hâlâ kurtulamamıştı. Katil bıçağı Zeynep’in bacağı üzerinde dolaştırmaya başladı. Bazı yerlere küçük çizikler atıyordu. Zeynep’in bacağından akan kan sızıntıları yatağın üzerine akıyordu. Zeynep ise içinde bulunduğu durumda ağlamaya çalışıyor, çırpınıyor, kendini yatağa bağlayan bantlardan ve katilden kurtulmak istiyor; ama bunu bir türlü başaramıyordu. Katil ise kurbanının yaptığı bu davranışlardan zevk alıyor ve aç hayvanlar gibi ikide bir diliyle dudaklarını yalıyordu. Çakısını Zeynep vajinal bölgesinde dolaştırmaya başladı. Zeynep’in göz bebekleri korkudan delicesine oynamaktaydı. Bıçağı göğsünün üzerinde dolaştırırken sapığın alnı boncuk boncuk terlemişti. Bıçağı iyice içeri doğru ittirmeye başladı. Zeynep bağırma-ağlama arasında bir şeyler

64


Cilt 2

yapmaya, katili üzerinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Bu katili daha da çok tahrik ediyordu. Zeynep, katilin gözlerini kıstığını gördü. Bu iyiye bir işaret değildi. Katil küçük bıçağıyla Zeynep’in sol memesinin ucunu kopardı. Zeynep’in bütün sinirleri uyarılmıştı. Çok büyük acı çekiyordu. Sol göğsünün ucundan akan kan göbeğine doğru ilerliyordu. Katil akan kandan daha çok tahrik olmuştu. Zeynep’ten kopardığı parçayı kemirmeye başladı. Zeynep hem acıdan, hem de katilin yaptığı şeyi görünce daha çok çırpınmaya ve kendisini kurtarmaya çalıştı. Katil kendisini canlı canlı yiyecekti. Ağzında et parçasını mideye indirdikten sonra. Göbeğine akan kanı diliyle yalamaya başladı. Sol göğüs ucu çok acıyordu. Binlerce iğneyi orasına batırıyor gibi hissediyordu. Zeynep kendini tamamen kasmıştı. Damarları patlarcasına şişmişti. Bir çatırtı duydu. Zeynep ellerinin kurtulduğunu sanmıştı. Ama çatırtı başka yerden gelmişti. Üzerindeki kanı yalayan sapık hemen yataktan kalktı. Arkasını döndüğünde karşısında uzun boylu, geniş omuzlu birisi duruyordu. Saçları beyazlamaya başlamıştı. Arkasında başka polisler vardı. Silahını katile doğrultmuştu. “Sakın kıpırdama. Elindeki bıçağı yere at ve ellerini başının üzerine koy. Bunları yaparken çok yavaş davran yoksa kafanda kocaman kırmızı bir delik açarım.” Katil karşısındaki adamın söylediği son sözlerden zevk almış gibiydi. Çakısını atmadan ellerini yavaşça başının üzerine götürmeye başladı. Karşısındaki adam tekrar konuşmaya başladı.

65


Birim Sıfır

“Sana

elindeki

bıçağı

yere

atmanı

söyle...”

Ege

sözünü

tamamlayamadan karşısındaki adam aniden dönerek çakısını yatakta yatmakta olan Zeynep’e saplamaya çalıştı ama odada birkaç el silah aynı anda patladı. Katil sağ elinden ve sol ayak bileğinden vurularak yere yığıldı. Ege’nin yanındaki polisler katili kıskıvrak yakalayarak aşağıdaki ekip arabasına götürdüler. Ege ise yatakta yatan kadını çözdü ve bir ambulans çağırmalarını söyledi. Elleri çözülen kadının kıpırdayacak hali yoktu. Minnet dolu gözlerle Ege’ye bakıyordu. Ege ceketiyle kadının üstünü örttü. Bu kadar kişinin ortasında çıplak durması onun ruh sağlığı için iyi değildi. Ege’nin yanında, genç bir komiser yardımcısı sağa sola emirler veriyordu. Sonra Ege’nin yanına geldi. Yardımları için çok teşekkür etti. “Siz aylarca uğraştınız ama elinize hiçbir sonuç geçmedi. Çünkü katil arkasında iz bırakmak istemiyordu. Kayıtlara baktınız ama adamın sicili temiz olduğu için bir şey çıkmadı. Ben işin sonunda kolay yerinde dâhil oldum. Çünkü öldürme ve kan tutkusu onu hata yapmaya zorladı. Bu da bizim işimizi kolaylaştırdı.” Ege bunları söyledikten sonra yere eğildi. Döşemede kan izleri vardı. Kanı elledi. Sonra komiser yardımcısına dönerek konuştu: “Bu caninin kan grubu neymiş?”

66


Cilt 2

21 Kasım 2009 – 02.00 Eski Birim Sıfır Merkezi

Ege merkezde kendi odasını baştanbaşa turluyor, sonra kurbanların fotoğrafları ve bilgileri olan tabloya bakıyordu. Her şey katilin istediği gibiydi. Ama bazı ölümlerde bir gariplik vardı. Değişim Üniversitesi’nde okuyan kızların cesetlerini incelediğinde fark etti bunu. Diğer kurbanlardan farklı şekilde öldürülmüşlerdi. Kızlar ilk önce boğularak öldürülmüş; sonra katil, vücutlarından acemice parçalar alarak, düzensiz kesikler atarak suçu medyada her gün manşetlerde olan sapık katilin üzerine atmak istemişti. Hayat kadınlarını öldüreni bulsalar bile, bir yerlerde başka bir katil hâlâ dolaşmaktaydı. Masanın üzerinde duran telefon çalmaya başlayınca Ege’nin dikkati dağıldı. Fazla beklemeden hemen telefonu açtı: “Efendim.” “Ege Bey acilen merkeze gelmeniz gerekiyor. Şu sapık katil hakkında bir konu. Elimizde bir görgü tanığı var.” “Tamam, hemen geliyorum.” Ege ceketini alarak odadan çıktı. Gece bu saatte Nehir’e haber veremezdi. Kızın son gördüklerinden sonra kendisini toplaması biraz zaman alacaktı.

67


Birim Sıfır

21 Kasım 2009 – 03.00 Aksaray – Emniyet Genel Müdürlüğü

Gece yollarda kimse olmadığı için Ege kısa sürede emniyete ulaşmıştı. Merdivenleri üçer beşer çıkarak cinayet odasına yöneldi. Yollar tenhaydı ama içerisi çok kalabalıktı. Đki polis memuru, siyah deri mini eteği ve dar bluzunun altında çok büyük hatlara sahip olan, sarı saçlı bir travestiyi aşağı götürmeye çalışıyordu. Travesti sağa sola okkalı küfürler savuruyor, sürüklemeye devam ederlerse polislerin erkeklik organını keseceğini söylüyordu. Ege, travestinin yanında geçerken travesti ona doğru bağırdı. “Önüne bak ulan ayı. Burası karakol, ana yol değil. Senin de ben ta...” Travestinin sözünü yanında çekiştiren polislerden biri kesti. “Yeter be! Nedir senden çektiğimiz! Her gün buradasın. Kız mısın oğlan mısın o da belli değil. Uğraştırma fazla; düş önümüze. Yoksa neler olacağını görürsün.” Travesti biraz somurttu ama polislerin dediklerini yapmaktan başka çaresi yoktu. Burada onların borusu ötüyordu. Ege merdivenlerden çıkarken karşısında sarı bir dosyayla komiser yardımcısı Hilmi bekliyordu. “Ege Bey hoş geldiniz. Ne yapalım? Hemen tanıkla mı konuşmak istiyorsunuz?” “Evet evet. Hemen onunla konuşalım.”

68


Cilt 2

Komiser yardımcısı Hilmi, Ege’nin önüne düşerek onu sorgu odasına doğru götürdü. Đlerideki koridordan sola dönüp ilk odanın kapısını açtı. Đçeride bir polis memuru ve üstü başı toz toprak içinde ve elbiseleri yırtık pırtık olmuş, açlıktan elmacık kemikleri iyice ortaya çıkmış, ısınmak için yaktıkları ateşten kapkara olmuş bir erkek çocuğu vardı. Bulunduğu ortamı pek sevdiği söylenemezdi. Ürkek gözlerle, başında bekleyen polis memuruna bakıyordu. Komiser yardımcısı Hilmi, çocuk hakkında bilgi vermeye başladı; ama Ege onun sözünü keserek çocuğun karşısındaki sandalyeye oturdu. Bu duruma bozulan komiser yardımcısı somurtarak masa başındaki ikiliye bakıyordu. “Bu odanın ışığını açın. Hem neden çocuğu buraya getirdiniz? Burada suçlu sorgulamıyoruz.” Ayakta bekleyen polis memuru yanında dikilen amirine bakıyordu. Ege parmaklarını şıklatarak polis memurunun dikkatini çekmeye çalıştı. “Bize iki bardak süt ve kebap, lahmacun, döner ya da bu tarz herhangi bir şey getir.” Polis hâlâ amirine bakıyordu. Komiser yardımcısı Hilmi başıyla gitmesini işaret etti. Polis memurunun ardından komiser yardımcısı da odadan çıktı. Ege çocuğa dönerek konuşmaya başladı. “Ve sen genç adam, yiyecekler gelene kadar gördüğün, duyduğun, bildiğin her şeyi anlatacaksın. Adın neydi bu arada?” “Kamilcan abi. Her şeyi anlatacağım abi. Beni, diğer çocuklar gece yatarlarken aralarına almadılar. Altıma işiyormuşum. Valla işemiyorum abi. Bana iftira attılar. Hep o Şehmuzcan yüzünden, çok para topluyorum diye beni kıskanıyor. Haydarcan’la Cumhurcan da onunla birlikte oldular.”

69


Birim Sıfır

“Bak Kamilcan. Bana gördüklerini anlatmalısın. Şu anda birinin hayatı tehlikede olabilir. Hem neden sizin isimlerinizin sonu Can’la bitiyor? Soyadınız mı? Kardeş misiniz?” “Yok abi, öylesine biz koyduk o canları. Hiçbirimizin isminde can yok. Ne diyordum abi? Ha! Şu sapık katil. Gece soğuktan üşümemek için üzerimize gazete örtüyoruz. Ben bu katilin haberini oradan okumuştum. Bizim gibi çocukları da kaçırıyormuş şerefsiz. Birkaç saat önce, bizimkiler beni aralarından attıktan sonra çalıların arasında uyumak için kendime yer arıyordum. Bu sırada tren istasyonunda bir abla bu tarafa doğru geliyordu. Sarhoştu herhalde. Çünkü sağa sola yalpalıyordu. Ve arkasında onu arabayla takip eden kişiyi görmedi. Ben hayatımda bu kadar hızlı hareket eden biri görmedim abi. Arabadan bir ip aldı. Bir hoplayışta duvar; birkaç dakikada da ilerdeki kocaman meşe ağacına tırmandı. Ben nah böyle ağzım açık adama bakıyordum. Bu sırada yerdeki köpek bokuna bastım. Yere düşmemek için çalılara tutundum. Parkta yürüyen abla çantasından bir sustalı çıkardı. Buraların tekin olmadığını o da biliyordu. Ve rasgele sağa sola sallamaya başladı. Meşe ağacına çıkan adam, bir ipi ta böyle yuvarlayıp kadının boynuna geçirdi. Yukarı çekmeye çalışıyordu. Ablayı balık gibi tutmuştu. Ben de ablayı kurtarmak için hastanedeki güvenlik görevlilerinin yanına koştum. Küçük başımla o adamla nasıl başa çıkarım, değil mi abi? Neyse abi, hastanede köpek herifler söylediklerime inanmadılar. Tiner çekmişmişim, uçuyormuşmuşum gibi laflar söylediler. Sonra eğer oradan ayrılmazsam sopayla döveceklerini söylediler. Parka geri döndüğümde o sapık katil, ablayı beyaz büyük bir çuvala koyup içine pamuk tıkıştırdı. Üstündeki bazı eşyaları da çuvala attı. Sonra kırmızı bir

70


Cilt 2

ceket giyip, o adi güvenlik görevlilerinin önünden çekip gitti.” Ege ayağa kalktı ve çocuğun yanına gitti. Başını okşamaya başladı. Eline bir şeylerin zıpladığını hissedince yavaşça elini çekti ve yere doğru silkeledi. Yaptığı şeyden gurur duyan çocuğun gözleri ışıldamaya çalıştı. “Tamam Kamilcan, bize çok yardımın dokundu. Sana ileride çok büyük bir yardım yapabilirim.” Küçük çocuğa göz kırptı ve odadan ayrıldı. Kapıdan çıkar çıkmaz komiser yardımcısı Hilmi ile burun buruna geldi. Kenra çekildi ve hızlı hızlı konuşmaya başladı. Artık zamana karşı yarışıyorlardı. “Hemen bilgi-işlem bölümüne gitmeliyiz. Sana orada anlatırım. Çabuk oraya gidelim.” Az önce içerde olan somurtkanlık gitmiş yerine telaş almıştı. Koridorlarda insanlara çarparak ilerlemeye çalışıyorlardı. Aşağı kata indiler ve önlerinde kocaman harflerle ‘BĐLGĐĐŞLEM’ yazılı bir odaya girdiler. Đçeride bir sürü ekran, kablo, sunucu makineleri vardı. Birçok polis memuru bilgisayarların ve ekranların başında bir şeyle uğraşıyorlardı. Hilmi en yakındaki bilgisayarın başında oturan polisin yanına gitti. Odada sunucu makinelerinin neden olduğu bir cızırtı vardı ve çok fena baş ağrıtıyordu. Hilmi’yle polis memuru başka bir odaya geçtiler. Biraz sonra polis memurunun elinde değişik bir anahtarla başka bir odaya geçmek için yürümeye başladılar. Hilmi yanına gelmesi için Ege’yi çağırdı. Odadaki cızırtı Ege’yi rahatsız ettiği için dikkatini toplayamıyordu. Hilmi’nin kendisine doğru seslendiğini görünce hemen onların yanına gitti. Birlikte ilerde siyah bir kapının önünde durdular. Önlerindeki polis memuru elindeki değişik anahtarıyla kapıyı açtı. Kapı hafif bir tıslama sesinden sonra açıldı. Polis memuru, Ege ve Hilmi’ye dönerek konuşmaya başladı.

71


Birim Sıfır

“Đçerisi biraz soğuk olacak. Makinelerin çok ısınmasını engel olmak için içeriyi soğuk tutuyoruz.” Ege bugünlerde çok fazla soğuk yerlerde dolaştığını düşünmeye başladı. Birlikte içeri girdiler. Đçeride yine bir sürü ekran vardı. Ama kablolar gözükmüyordu. Kabloları odanın içine döşediklerini düşündü Ege. Polis memuruyla Hilmi, Ege’ye bakıyorlardı. Kendi üzerindeki gözleri hisseden Ege hemen söze girdi. “Bize acilen Kazlıçeşme tren istasyonunun etrafındaki trafik lambalarının görüntülerini ve ayrıca oradaki; Ermeni hastanesi olmalı, onun da güvenlik kamerası kayıtlarını gösterebilecek misin? Bu arada ismin neydi? Ev sahibi beni sizle tanıştırmadı?” Dik dik Hilmi’ye bakıyordu. Hilmi ise oralı bile değildi. Sorgu odasında olanların acısını çıkartır gibi siyah monitöre bakıyordu. Daha önceki cinayetleri biri basına sızdırmıştı. Bunun için araştırmalarını burada sadece birkaç kişinin olduğu ortamda yapıyorlardı. “Đsmim Cafer, efendim.” “Gece yarısında kayda giren görüntüleri ekrana getirebilir misin Cafer?” “Hemen efendim.” Genç polis memurunun eli, klavyede dans eder gibi çok hızlı bir şekilde çalışmaktaydı. Biraz sonra kameralardan görüntüler gelmeye başladı. Park ve çevresi değişik açılardan görülmekteydi. Görüntülerde küçük çocuğun anlattıkları şeyler gerçekleşiyordu. Maktul, daha ismini bile bilmiyorlardı, ilerden yalpalaya yalpalaya yürüyordu. Arkasında kırmızı bir araba geliyordu. 2002 model Renault Europa’ya benziyordu. Đçinden kırmızı ceketli biri indi.

72


Cilt 2

“Şu arabadan inen adamın yüzünü yakınlaştırabilir misin?” Cafer’in eli klavyede birkaç tuşa bastı ve adamın yüzü ekrana geldi. Siyah gözlük ve bere vardı. Yüzü meydandaydı. Beyaz tenli birisiydi. “Yüz taraması yapabilir misiniz? Ayrıca altındaki aracın kimin üzerine olduğunu bulalım. Araba çalıntı değilse; katil elimizde demektir.” Cafer maharetli ellerini konuşturmaya başladı. Đki ekranda yoğun bir arşiv çalışması sürüyordu. Ege görüntülere bakmaya devam etti. Küçük Kamilcan meydana çıktı. Güvenlik görevlilerine bir şeyler söylüyor, adamlarsa sopalarla çocuğu kovalıyorlardı. Bu iş bittikten sonra bu adamların kulağını çekmek lazımdı. Ege derin düşüncelerden bir klik sesiyle uyandı. Karşılarındaki iki ekranda da aynı isim belirmişti. Rıfat Camgöz. Otuz iki yaşında. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi’nde başhekim yardımcısı. Hilmi telsizle ekip otolarını Rıfat Camgöz’ün evine yönlendirdi. Kendileri de oraya gideceklerdi. Ege, Hilmi’ye bakarak gülümsedi. “Katil artık elimizde.”

21 Kasım 2009 – 05.00 Ağrı – Hava Limanı

Dize ve Murat iki saatlik bir uçak yolculuğundan sonra -Taylan Bey Ağrı’ya giden uçağı çok çabuk ayarlamıştı- Ağrı Hava Limanı’na inmişlerdi. Kendilerini Diyadin karakolunda görev yapan Yüzbaşı Faruk’la, yanındaki

73


Birim Sıfır

bir asker karşıladı. Etraflarında bir sürü görevli vardı ve kar temizleme araçlarıyla hava alanını açık tutmaya çalışıyorlardı. Askerler kışlık giyecekleri içinde kardan adam gibi duruyorlardı. Dize ile Murat kara bata çıka askerlerin yanına gittiler. Yüzbaşı Faruk’un emir vermesiyle askerler Dize ve Murat’ın elindeki çantaları aldılar. Yüzbaşı eldivenlerini çıkararak ikisinin de elini sıktı. Murat, Yüzbaşı Faruk’un elini sıcaklık yüzünden bırakmak istemedi. Her ikisinin burnu soğuktan kıpkırmızı olmuşlardı. “Merhaba. Ben Yüzbaşı Faruk. Burada bulunduğunuz süre içinde size ben

eşlik

edeceğim.

Taylan

Bey

geleceğinizden

bahsetti.

Ayakta

konuşmayalım; buyurun cipe geçelim. Bugün dinlenin. Yarın işe koyuluruz.” Murat ve Dize olur anlamında başlarını salladılar ve hemen cipin içine atladılar. Daha fazla dışarıda beklerlerse zatürree olacaklardı. Yola çıkalı bir saat olmuştu. Her taraf kar altındaydı. Kar yağışı dinmiş, güneş yeniden ilerde koskocaman Ağrı dağının zirvesinden bu karlar ülkesine doğuyordu. Yolun kenarından Murat Suyu pırıl pırıl akıyordu. Dize, Murat’a baktı. O kadar büyüden, yolculuktan sonra yorgun olmalıydı. Dalgınlığı hâlâ sürüyordu. Boş gözlerle camdan dışarı, ileride doğmakta olan güneşe bakıyordu. Dize askerlerin yüzlerine baktı. Hepsi yorgun gözüküyordu. Yüzleri soğuktan kararmıştı. Cipin ön camından bakmaya başladı. Karlar altında tek ve çift katlı bahçe içinde evlerin oluşturduğu bir ilçe göründü. Beyaz minareleri, karlara bürünmüş evleriyle doğaya uyum sağlıyorlardı. Đlçeye girdiklerinde sokaklarda kimsecikler yoktu. Evlerin bacalarından koyu bir duman yükseliyordu. Az ileride, merkezde bulunan karakola girdiler. Cipin geleceğini bildikleri için bazı askerler kapıda hazır

74


Cilt 2

beklemişlerdi. Dize arabadan indiğinde, soğuk havanın yüzüne çarptığını hissetti. Cip yolculuğundan sonra bu rüzgârın uyandırıcı bir etkisi olmuştu. Yüzbaşı Faruk önde, Dize’yle Murat arkada karakola girdiler. Diğer askeri karakollardan farkı yoktu burasının. Yüzbaşı, Dize ve Murat’a dönerek konuşmaya başladı. “Đlk önce kahvaltınızı yapın isterseniz. Daha sonra odalarınızı hazırlattım; orada dinlenirsiniz.” Dize, Yüzbaşıya tam teşekkür edecekken yanlarına bir asker yanaştı. Selam

verip

Yüzbaşı’nın

kulağına

bir

şeyler

fısıldamaya

başladı.

Duyduklarından pek memnun görünmeyen Yüzbaşı’nın yüzü renkten renge giriyordu. Bu durum Murat’ın gözünden kaçmadı. “Bir sorun mu var Yüzbaşı?” Dize eski Murat’ın geri geldiğini hissetti. Murat’ın gözlerine keskin bir parıltı yerleşmişti. Asker tekrar selam vererek yanlarından ayrıldı. Yüzbaşı Faruk eliyle bir odayı göstererek Dize ile Murat’ı odaya soktu. Kapıyı kapattı. “Bu işi çözeceğinizi umut ediyorum. Nasıl bir şeyle karşı karşıya olduğumuzu bile bilmiyoruz. Başta köy basma işini teröristlerin yaptığını zannediyorduk. Takibe çıkardığımız iki timden hiçbiri geri dönmedi. Đlk başta hepsinin şehit olduğunu düşündük ama daha sonra teröristlerin telsizini dinlediğimizde onlarında militanlarının da kaybolduğunu öğrendik. Ayrıca bazı köylerde yaptığımız araştırmalarda toplu mezarlara rastladık. Bu işi her kim ya da kimler yapıyorsa; çok profesyonel çalışıyor. Karlar çözülüp toprak ortaya çıktığında, burada kıyametin kopacağını düşünüyorum. Şu ana kadar beş köy bu durumda ve çevremizde yedi köye kar nedeniyle

75


Birim Sıfır

ulaşamadık. Bu işi nasıl çözeceğinizi bilmiyorum ama siz... Bu işi mutlaka çözmelisiniz.” Yüzbaşı umutsuz bir ifadeyle başını öne eğdi. Bir asker için görevini yerine getirememek çok kötü bir durum olmalıydı. Dize, Murat’a baktı. Çok düşünceli bir hali vardı. Buğulu tavırlarla kalktı ve duvarın önündeki haritanın başına geçti. Ağrı ili haritası vardı orada. “Bana kayıp bütün köylerin ve karlar altında olan köylerin isimlerini verebilir misiniz? Ayrıca elinizde hiç görgü tanığı yok mu?” “Đlk isteğinizi hemen yerine getireyim.“ Masanın kenarındaki çekmecelerden birini açtı. Đçinden çıkardığı kâğıdı Murat’a uzattı. “Đkinci sorunuza gelince: Maalesef hiç görgü tanığı yok.” Murat elindeki kâğıda bakıyordu. Dize, Murat’ı hiç böyle görmemişti. Çok düşünüyordu. Tahta pencerenin bir anda açılmasıyla Dize’nin dikkati dağıldı. Đçeri kuvvetli bir rüzgâr girdi. Masanın üzerindeki kâğıtlar uçuşmaya başladı. Yüzbaşı Faruk ile Dize kâğıtları uçmasın diye tutmaya çalışırken Dize’nin dirseği masanın üzerindeki raptiye kutusuna çarptı. Yere düşen kutudan her tarafa kırmızı ve mavi renklerde raptiyeler saçılmıştı. Đçeri giren rüzgâr aniden kesildi. Murat’ın gözü yerdeki raptiyelere kaydı. Bir raptiyelere, bir elindeki kâğıda baktı. Sonra yere dökülen kırmızı raptiyeleri toplayarak öldürülen

köylülerin

bulunduğu

köyleri

raptiyelemeye

başladı.

Karşılarındaki haritada beş köşeli bir yıldız oluşmuştu. Murat mavi raptiyeleri kar nedeni ile ulaşılamayan köy isimlerine yerleştirmeye başladı. Kırmızıların arasında sadece bir köy kalmıştı. Murat odadaki diğer iki kişiye döndü.

76


Cilt 2

“Çabuk bu köye gitmeliyiz. Yoksa aradığımız şey başka bir şehre veya ülkeye geçebilir.” “Kim?” Yüzbaşı şaşkındı. Dize, “Yolda anlatırız,” dedi. Murat odadan çıkmıştı bile.

21 Kasım 2009 – 06.00 Ağrı – Sırmasaçan Köyü

Tehlikeli bir görev olan bu yolculuğa Dize’yle Murat’a yardımcı olarak Yüzbaşı Faruk ve şoförü Kemal katılmıştı. Kar aracına binmişlerdi. Sallantılı

bir

yolculuktan

sonra,

ulaşmak

istedikleri

köyü

uzaktan

görebiliyorlardı. Ortalıkta kimse gözükmüyordu. Gökyüzünde sadece ata benzeyen bir bulut vardı. Dize havadaki bulutu takip ederken, kar aracı köye varmıştı. Kar aracı köyün ortasında durdu. Yüzbaşı Faruk ihtiyaçları olduğunu düşünerek yanlarında ilaçlar getirmişti. Muhtara ilaçları teslim etti. Dize etrafa bakıyordu. Dışarıda sadece erkekler vardı. Kerpiç evlerin küçük pencerelerinde yeni gelenleri merak edenler, dikkatlice ne yaptıklarını izliyorlardı. Murat ise yere çömelmiş karda bir şeyler çiziyordu. Sonra ayağa kalktı ve köy muhtarıyla Yüzbaşı Faruk’un olduğu yere gitti. Dize ne konuştuklarını merak ederek onların yanına gitti. Yüzbaşı, Muhtar ile konuşuyordu.

77


Birim Sıfır

“Muhtar köyün girişine, çıkışına hatta şu minareye bile birini çıkar. Birileri yaklaşırsa haberimiz olsun. Kadınları, çocukları, yaşlıları evlerinizin kilerlerine saklayın. Diğerleri evlerde beklesinler; ortalıkta gözükmesinler. Sen de evine git hadi.” Köylüler birkaç aydır huzursuzdular. Huzursuzlukları hepsinin yüzlerinden okunuyordu. Muhtar sağa sola bağırarak ne yapmaları gerektiğini söyledi. Kara, yağız bir delikanlı minareye çıkmıştı. Dize, Kemal’le birlikte kar arabasını meydandan içeri bir yere doğru çektiler. Yüzbaşı ve Murat çapraz durmuşlardı. Đkisinin de elinde otomatik silah vardı. Murat bu silahları gelirken getirmişti. Köye kim gelecekse göreceği vardı. Karlardan kendilerine siper yaptılar ve beklemeye başladılar. Đki saat geçti. Gelen giden kimse olmadı. Dize, Murat’ın yanına gitti. Etrafta başka altı köy daha vardı. Burada zaman kaybetmek istemiyordu. Güneş hâlâ tepelerindeydi ama sıcaklığı onları ısıtmıyordu. “Murat, bu köy olduğuna emin misin?” Dize hâlâ kararsız bakışlarla Murat’a bakıyordu. “Sabret, gelecek. Dize biliyor musun, karakoldaki odada bizden başka bir şeyin varlığını hissettim. Sanki bize yardım etmek istiyor gibiydi. Bu köyü bulmamda bana yardımcı oldu.” Murat söylediklerine gerçekten çok inanıyordu. “Hamit Hoca bize yardım ediyor olmasın?” Dize de odada olanları normal karşılamıyordu. O da hissetmişti. “Olabilir. Ama şu köy yok eden iblisi yok etmemiz gerekiyor.” Murat silahının tetiğiyle sıkıntılı bir şekilde oynuyordu.

78


Cilt 2

Bu sırada minareye çıkmış olan çocuk, deli gibi hareketler ederek bir yeri işaret ediyordu. Bağırıyordu ama nerden çıktığı belli olmayan bir rüzgâr sesin duyulmasına engel oluyordu. Murat, Yüzbaşı’ya doğru baktı. Yüzbaşı Faruk dürbünüyle gözlerine

siper

ederek

gökyüzüne bakmaktaydı.

gökyüzüne

bakmaya

çalıştı.

Murat ellerini Güneş

hâlâ

tepelerindeydi; ama ata benzeyen buluttan başka hiçbir şey yoktu gökyüzünde. Murat daha dikkatli bakınca ata benzeyen buluttan aşağıya doğru bir şeylerin atladığını gördü. Bazılarının ellerindeki şeylerin parladığını görüyordu. Parlayan şeylerin ne olduğunu anlayınca tüyleri ürperdi. Buluttan atlayan şeyler, ellerinde çakaralmaz silahları olan süngülü askerlerdi. Atladıktan sonra köye doğru koşuyorlardı. Bunlara kayıp olan asker

ve

teröristler

de

eklenmişti.

Daha

başka

nelerin

geldiğini

göremiyordu. Yüzbaşı kar aracına gitmeye çalıştı. Murat, yüzbaşının destek isteyeceğini düşündü. Ama karşılarında çok büyük bir kuvvet vardı. Sayıları yüz elliyi aşkın büyü etkisinde insan. Destek gelene kadar burada işlerini bitirmiş olurlardı. Ne olursa olsun mücadele edeceklerdi. Murat yan gözle Dize’ye bakıyordu. Karşılarında ne olduğunu bilmiyordu ama bildiğinde o da çok şaşıracaktı. Murat ile Yüzbaşı Faruk elleri tetikte beklemekteydi. Dize ise ne yapacağını şaşırmış bir şekilde kardan yapılan siperliğin arkasında bekliyordu. Gelenlerin arasında aradıkları adamı göremedi. Bu kadar adamla boğuşmak imkânsızdı. Ne yapacağını bilmez bir halde elindeki bıçakla karları delerken, yan gözle de gelenleri seyretmekteydi. Bilerek tuzağa düşmüşlerdi.

79


Birim Sıfır

Bu sırada köye ilk gelenler ateş etmeye başlamışlardı. Her bir kurşun parçası, çarptığı yerlerden parçalar koparıyordu. Murat elindeki otomatik silahını ateşliyor, yanlarına yaklaşmalarına izin vermiyordu. Bu sırada saldıranlar -rüzgârın da etkisiyle- Yüzbaşı ile Murat ve Dize’nin bulunduğu yeri çembere almak üzereydiler. Murat, Dize’ye seslendi. “Başını aşağıda tut. Buradan çıkmamız ve bu büyülü oyuncakları oynatan kişiyi yok etmemiz lazım. Böyle bir yere varamayacağız. Nasıl yok edeceğimizi de biliyor musun?” Bu sırada kurşunlardan biri Murat’ın başını sıyırdı. Köylüler dediklerini yapmış evlerinden dışarı çıkmamışlardı. Yoksa bu kıyametin içinde

birilerinin

vurulması

kaçınılmazdı.

Dize

bunları

düşünürken

kurşunlardan biri Kemal’e isabet etmişti. Dize yere düşen Kemal’e baktı. Büyük bir vicdan azabı duyuyordu. Onların beceriksizliği yüzünden ölmüştü.

Gözleri

doldu.

Ağlayacaktı

ama

Kemal

onu

ağlamasını

beklemeden ayağa kalktı. Sevincinden başını siperlikten dışarı çıkartıyordu az daha. Murat sertçe onu aşağıya doğru çekti. Murat kendi mermilerine baktı. Azalıyorlardı. Dize ise Kemal’in ölmediğine seviniyordu. Sevinci biraz sonra kursağında kaldı. Kemal belindeki silahı çekti ve Yüzbaşı Faruk’u sırtından vurdu. Yüzbaşı ne olduğunu anlamadan kardan siperliğine yığıldı kaldı. Dize, Kemal’in kendisine baktığını gördü. Bir çift boş göz. Kemal bu tarafa doğru geliyordu. Dize hemen Murat’ı uyarmak istedi ama karşılarındakileri yaklaştırmamak için yoğun bir çaba sarf ediyordu. Bu mücadele, böyle devam edemezdi. Karşılarında vurulan bir kişinin yerini, iki kişi hemen kapatıyordu. Açık vermiyorlar ve profesyonelce ilerliyorlardı. Murat önce

80


Cilt 2

şarjöre, sonra Dize’ye baktı. Dize bir an Murat’ın gözlerinde umutsuzluğu gördü. Bunun, kalbinde yeşermesine izin veremezdi. O an aklına parlak bir fikir geldi. Murat’a bağırmaya başladı. Sesi silah sesinden zor duyuluyordu. “Murat vurulmuş gibi yapacağız. Sonra büyülü asker numarasıyla şu iblisin yanına kadar varıp...” Dize eliyle kesme işareti yaptı. Murat gülümsedi. Bu kızın kendisiyle fazla takılmaya başladığını düşünüyordu. Kemal ile Yüzbaşı, Dize’yle Murat’ın bulunduğu siperliğin yanına geldiler. Yüzbaşı Faruk, Kemal’e baktı. Siperde ikisi de yatıyorlardı. Biraz sonra kalktılar. Dördü birlikte karşılarındaki büyülü adamların yanına doğru yürümeye başladılar. Dize karşısında her milletten, her tarihten asker olduğunu gördü. Önde uzun tüfekleri ve uzun namlulu silahlarıyla çeteciler, Yunanlar ve militanlar vardı. Arkalarında enli, uzun palasıyla bir denizcinin bile olduğunu gördü. Kurşun askerler köyün içine dağıldılar. Kerpiç evlerin kapıları kırılıp, içeridekiler köy meydanında toplanmaya başlandı. Çocuklar, annelerinden ayrılmamak için ağlıyorlardı. Kadınların bazıları zılgıt çekmeye bile başlamıştı. Ortalıkta çok fazla gürültü vardı. Dize, Murat’ın yanından ayrılmamaya özen gösteriyordu. Kimse onları fark edecek durumda değildi. Kurşun askerlerin hepsi derin bir trans halindeydiler. Güneş batmaya başlamıştı. Hava kızıla boyanıyordu. Bazı askerler evlerden aldıkları odun parçalarıyla meşaleler yaktılar. Çoğunun yüzü meşalelerin altında geceleri korkutmak için ortaya çıkan umacılara benziyordu. Gökyüzündeki beyaz bulut şimdi siyah dönmüştü ve şimşekler çakarak köye doğru iniyordu. Küçük çocukların çoğu altına kaçırmıştı. Dize bile dizlerinin titremesine engel olamamıştı. Murat, Dize’nin elinden tutarak

81


Birim Sıfır

onu sakinleştirmeye çalıştı. Dize daha önce Murat’ı hiç bu kadar yakınında olmasını istememişti. Kara bulut köyün meydanının girişinde havada kaldı. Herkes o tarafa doğru bakıyordu. Bulutun içinden mavi bir ışık parçası birikmeye başladı. Her geçen saniye daha da büyüyordu. Bir süre sonra köydekiler ışığa bakamadılar. Kara bulut içinde biriken mavi ışığın kuvvetiyle patladı. Bütün meşaleler söndü. Köy zifiri bir karanlığın içinde kaldı. Bir süre sonra karanlığın içinde kırmızı bir ışık parladı. Kendilerine doğru geliyordu. Yerdeki karlar, karşılarından gelen kişinin ağırlığı altında ezilmekteydi. Köylüler büyük bir korku ve ilgiyle gelenin kim olduğunu merak ediyorlardı. Gizemli adam bütün köylülerin karşısına geçti. Elindeki asasından çıkan kızıl ışık suratının altından yansıyordu. Beyaz kırçıl sakalları tel tel kızılımsı kurdeleler vardı. Gözlerindeki vahşi parıltı ile köylülere bakıyordu. “Merhaba köylücükler.” Bu sözleri aşağılarcasına ve dudaklarını bükerek söylemişti. Dize yan gözle Murat’a bakıyordu. Murat ise yavaş yavaş ilerlemeye başladı. Kalabalığın arasından geçerek yaşlı adama doğru yaklaşmaya çalışıyordu. Dize ise Murat’ın ne yapacağını merak ederek onu izliyordu. Neden kendisine bir şey söylemediğini merak etti. Bu işe beraber başlamışlardı ama o, kendisine haber vermeden harekete geçmişti. Murat’ı yalnız bırakamazdı. Arkasında gitmek istedi ama sağ ayağının kara saplanıp kaldığını gördü. Bir türlü hareket edemiyordu. Zorladı, ayakkabısı karın içinde kaldı. Çorabıyla kara bastı.

82


Cilt 2

Karın bu kadar soğuk olduğunu bilmiyordu. Đçinin titremesine engel olamadı. Ağzından hafif bir, “Ahh!” nidası koyuverdi. Köylü kızlardan biri geri dönüp kendisine baktı. Yüzünde, yaşadıklarının şoku vardı. Dize başparmağını ağzına götürerek sus işaretini verdi. O anda küçük kızın iri siyah gözlerinde bir umut ışığı belirdi. Bunu görmek Dize’ye çok iyi gelmişti. Bu insanların kendilerine ihtiyaçları vardı. Ve onlara yardım etmeliydi. Kalabalığın arasında Murat’ı görmeye çalıştı. Köylüler meydana toplanmış. Kurşun askerler etraflarını sarmışlardı. Murat, Memmet Emmi’ye -askerlerden biri böyle seslenmişti- çok yaklaşmıştı. Memmet Emmi ise bir aşağı bir yukarı dolaşıyor, bir şeyler söylüyordu. Murat bu yaşlı adamı nasıl öldüreceğini düşündü. Yanına yaklaşamazdı; peki bu adamı öldürmek için ne kullanacaktı? Dikkatini dağıtacak bir şeyler olmalıydı. Ama ilk önce nasıl öldürecekti? Bunu düşünmesi lazımdı. Çok hazırlıksız gelmişlerdi. Birim daha önce hiç böyle bir şeyle karşılaşmamıştı. Murat bu düşüncelerle boğuşurken tüylerinin diken diken olduğunu hissetti. Birisi arkasına, pantolonun arasına soğuk bir şey yerleştirmişti. Elini arkaya attığında, bunun Bursa işi yakut kakmalı bir hançer olduğunu gördü. Đki ucu keskindi. Bu sırada Memmet Emmi kurşun askerlerine köyün yakılması için emir verdi. Kurşun askerleri savaş naraları atarak köyün içine dağıldılar. Çok geçmeden köyün çevresindeki evlerden alevler yükselmeye başlayacaktı. Memmet Emmi’nin kırmızı tespihinden çıkan kızıl ışıklar, köylülere çarpıyordu. Dize kızıl ışıklardan kaçmayı başardı ve Murat’ın yakınında bir yere dikildi. Bu arada yaşlı adamın kendilerini nasıl olup da

83


Birim Sıfır

fark etmediğini düşünmeden edemiyordu. Belki geçmişte katlettiği insanların ruhları yardım ediyordu ya da Hamit Hoca yardımını omlardan eksik etmemişti. Memmet Emmi gözlerindeki vahşi ışıltıyla yangını seyrediyordu. Murat arkasından sessizce yaklaştı. Dize nefesini tutmuş, adamın nerden bulduğunu bilmediği o hançeri; yaşlı herifin sırtına indirmesini bekliyordu. Bu sırada Yüzbaşı Faruk eli silahında Murat’a doğru geliyordu. Büyük ihtimalle Murat’ın ne yaptığını görmemişti. Çünkü o da sessizce yaklaşıyordu. Hemen bir şey yapmalıydı. Murat’ın birkaç saniyeye ihtiyacı vardı. Yerde Yüzbaşı’ya atacak bir şey aradı. Kardan başka hiç bir şey yoktu. Son düşündüğü şeyden sonra aklına gelmeyen bu fikir için kendine küfürler etti. Hemen bir kartopu hazırladı ve Yüzbaşı’nın suratına attı. Yüzbaşı şaşkınlıkla elini yüzüne götürdü. Tutunacak bir yer aradı. Ama karların üzerine yüzükoyun yığıldı. Suyun büyü üzerinde etkisi olmalıydı. Bu, yaşlı adamın da dikkatini çekti. O tarafa döndüğünde omurlarında çok büyük bir acı hissetti. Sivri uçlu bir cisim omurlarının arasına girmiş ve bütün sinirlerinin uyarılmasına neden olmuştu. Bıçağı sokan kişi büyük bir maharetle bıçağı içeriden çeviriyordu. Memmet Emmi bağırmak istedi ama ağzından içeri sokulan kar nedeniyle bağıramadı. Murat hançeri iyice çevirdikten sonra çıkardı. Memmet Emmi hâlâ ölmemişti. Bu sırada elinde kocaman palalarıyla birkaç denizci kendilerine doğru koşmaktaydı. Dize, yanında boyunun kısa olması nedeniyle kızıl ışıklardan kurtulmuş olan küçük çocuklarla gelenlere kartopu atıyorlardı. Bu onları nedense sersemletiyordu.

84


Cilt 2

Murat ise vakit kaybetmeden yaşlı adamın ağzını, bağırmasını engellemek için karla doldurdu. Sırt üstü çevirdi ve hançeri yaşlı adamın kalbine sapladı. Bunu yapması gerektiğini hissediyordu. Sapladığı anda büyük bir mavi ışın onu geriye doğru ittirdi. Murat ile Dize gözlerini açtıklarında, güneş gökyüzüne tırmanmaya başlamıştı. Etraflarında bir sürü insan karlar üzerinde yatmaktaydılar. Yavaşça doğrulunca Yüzbaşı Faruk’u başlarında gördüler. Yorgun ama neşeli bir tavırla ikisini de karların üzerinden kaldırdı. Dize her tarafının soğuktan tutulduğunu hissetti. Murat’ın da kendisiyle aynı tavırlar içinde olduğunu görünce gülmeye başladı. Memmet Emmi’nin cesedi, daha doğrusu cesedinden arta kalanlar, kendisini yok etmiş ve etrafa saçılmıştı. Çeteciler ve Yunanlılar şaşkın şaşkın etraflarına bakıyorlardı. Ayrıca askerler ve militanlar tekrar karşı karşıya gelmişlerdi. Mücadele kaldığı yerden devam edecekti. Yüzbaşı Faruk çabuk davranmış, ayağa kalkar kalkmaz bütün militanların ellerini ve ayaklarını bağlamıştı. Dize, geçmişte ve şimdi, bu garabet herifin kat ettiği insanları düşündü. Artık yattıkları yerde rahat uyuyacaklardı.

22 Kasım 2009 – 22.00 Đstanbul Değişim Üniversitesi

Ege, üniversitenin parkına oturmuş, gazetesini okuyordu. Rıfat Camgöz

sorgusunda

üniversiteli

gençleri

kendisinin

öldürmediğini

söylemişti. Konuşturmaya çalışmıştı Ege; ama işlediği bütün cinayetleri

85


Birim Sıfır

üstlenen bir adamın bu cinayetleri üstlenmemesinin bir nedeni olabilir miydi? Bunun mümkün olmadığını düşünüyordu. Mantıklı bir yönü yoktu bu savın. Zaten üst üste kırk dört kez muhabbet hapis istenmişti. Hastane bahçesinde bir sürü ceset daha bulunmuştu. Hem adamın kan grubu A çıkmıştı. Ama üniversiteli genç kızlardaki kan testlerinde katilin kanı AB’ydi. Adli tıpçılar bunu, “Kıl, tüy gibi organlarda B antijeni fazla olmadığı için AB olarak gözükmüş olabilir,” diye açıklamışlardı; ama ona gösterdikleri rapor kan testiydi. AB olmasına imkân yoktu. Hem cesetlerin durumu, diğer cinayetlerden farklıydı. Kurbanlar hayat kadını değillerdi. Ayrıca kızların cesedini bu civarda bulmuşlardı. Bir yerlerde bir katil daha varsa dayanamayacak ve buraya gelecekti. Ege de bu düşünceyle, parkta kızların katilini beklemeye başlamıştı. Sessiz bir kasım gecesiydi. Bugün dolunay vardı; ama bulutlar, ay ışığının önünü kesmişlerdi. Ege gazete okurken bir uluma sesi duydu. Bu sesi nerede duysa tanırdı. Şehrin göbeğinde, kan tutkusuna hâkim olamayan bir kurt-adam vardı. Silahını çekti. Ve ağaçların arasında koşmaya başladı. Uluma sesleri ileriden geliyordu. Daha hızlı koşmaya başladı. Çalılar koşarken suratına çarpıyor, yüzünde ince çizikler açılmasına neden oluyordu. Koşmaya devam etti. Đlerde çalıların bittiği yerde uzun, sararmış çimenlerin bulunduğu bir açıklığa çıktı. Uzun otların arasında biri debeleniyordu. Bazen uluyor, bazen ise daha garip sesler çıkarıyordu. Ege, debelenen bu şeyin genç bir çocuk olduğunu gördü. Genç çocuğun değişimini engellemesi gerektiğini düşündü. Yoksa işi daha da zorlaşacaktı. Silahını çıkardı. Bu bir kırk beşlik

86


Cilt 2

Colt tabancaydı. Nedense yanına alması gerektiğini hissetmişti. Silahı çocuğun karnına doğrulttu. Burası onların en zayıf yeriydi. Bir an çocuğun gözleri açıldı. Ela gözleri onu vurması için yalvarıyordu. Konuşmaya çalıştı. Ama başaramıyordu. Ege fazla beklememesi gerektiğini düşündü. Karnına iki tane gümüş kurşun sıktı. Çocuk gümüşün verdiği acıyla bayıldı. Ege genç çocuğa hüzünle baktı. “Seni

öldüremeyeceğimize

göre,

gözetim

altında

tutabiliriz.”

Çocuğun o acı dolu gözleri aklına gelince konuşmaya devam etti. “O kızları isteyerek öldürmediğini biliyorum.”

23 Kasım 2009 – 12.00 Eski Birim Sıfır Merkezi

Dize ile Murat doğu görevinden dönmüşlerdi. Đçeriye daha sonra, sırayla Ege ve Nehir girdi. Nehir’in yüzü solgun görünüyordu ama yine de gülümsemeye çalıştı. Kırmızı sabahlığıyla Gizem geldi ardından. Suratında her zamanki neşesi vardı. Bugün daha bir kapalı giyinmişti. Bu, Murat’ın gözünden kaçmadı. Elinde kocaman bir tespih vardı. Murat tespihi görünce çok şaşırdı, sonra gülmeye başladı. Gizem onun gülümsemesini göz ardı ederek odadakilere doğru konuşmaya koyuldu. “Görev başladığında Hüddamlar’dan yardım almamı istemediniz. Ama ben gene de biraz yardım aldım. Ege, senin için değil; ama Murat ve Dize’nin görevlerinde lazım olacaktı. Sağ olsunlar onlar da bizlerden

87


Birim Sıfır

yardımlarını eksik etmediler. Bu arada Murat, inşallah hançerimi geri getirmişsindir?” Ege’nin elinde bir cep telefonu vardı. Dize’ye uzattı. “Bunu üniversitede unutmuşsun. Dün uğradığımda senin için alayım dedim. Malum, Murat o gün çok kızmıştı.” Dize telefonunu görünce bu kadar sevineceğini hiç tahmin etmemişti. Murat yan gözle kendilerine bakıyordu. Bu sırada siyah ekranda Taylan Bey belirdi. “Tebrikler arkadaşlar. Đyi iş çıkardınız.” “Sağ olun Taylan Bey.” Murat söylemişti bu sözü. Ege ağzının kenarıyla Dize’ye fısıldadı. “Murat şimdi tam ‘Charlie’nin Melekleri’ filmindeki kızlar gibi konuştu. Taylan’ın baş meleği.” Dize gülmekten kendisini alamadı, sonradan öksürerek durumu kotarmaya çalıştı. Odada sükûnet sağlandıktan sonra Taylan Bey tekrar konuşmaya başladı. “Yeni bir görev için hazır mısınız?”

SON

88


SONSÖZ “Geçmiş ve Gelecek” Birim Sıfır serisini merakla takip ediyordum. Karakterlerin ve olayların yaşadığım yerlerde bulunması, beni ayrıca mutlu ediyordu. Bir gün her zaman yaptığım gibi bilgisayarda ödev hazırlarken Birim Sıfır’ın düşünce komutanlarından birisi olan Ozancan bana hazırlayacakları ekitaptan bahsetti. Bana bu projeye katılıp katılmayacağımı sordu. Đlk başta katılmamayı düşündüm. Çünkü çok uzun zamandır öykü yazmıyordum. Bu işi elime gözüne bulaştıracağımı sanmıştım. Ama sonra Ozancan’ın da desteğiyle “Kurşun Asker” adlı hikâyeyi yazdım. Hikâyeyi yazarken -ki bu benim ilk uzun soluklu bir hikâyem- çok eğlendim. Geçmiş ve gelecek arasında mekik dokuyordum. Karakterler ve olay örgüsünü oluşturmak ve çok uzun süredir yazmamadan dolayı konu üzerinde çok düşündüm. Hikâyeye başlamak zor oldu. Bitirmesi ise başlamaktan daha kolaydı. Daha fazla konuşup, burada size hikâyenin özetini çıkarmak istemem. Umarım bu garibin dilinden düşünleri beğenirsiniz. Đyi okumalar…

Arif Kubaş


YAZAR HAKKINDA Arif Kubaş,

18 Ağustos 1990 Eskişehir doğumlu. Maddi sebeplerden

dolayı ailesiyle beraber 1992 yılında Đstanbul’a geldi. Đlk ve orta öğrenimini Đstanbul’da tamamladı. Đstanbul Üniversitesi, bilgisayar öğretmenliği, birinci sınıfta okuyor.

Daha önce bol bol tarihsel romanlar, araştırmalar okuyordu. Bilimkurgu ve fantastik edebiyatla tanışması 2007 yılında

Xasiork

Ölümsüz

Kulübü

sayesinde olmuştur.

Đlk hikâye, şiir çalışmalarımı da Xasiork’ta yaptı. Birbirinden değerli birçok arkadaşı, yazar adaylığı hayatında olumlu veya olumsuz eleştirileri ile ona destek olmuşlardır. Hepsine ne kadar teşekkür etse azdır.


Cilt 2

91


SIFIR:

ŞAH KÂBUSU Onur Selamet


I EFSANELER 11 Aralık 2009 – 19.07 Tibet’te Bir Köy

Kar bir hafta aralıklarla yağdıktan sonra, nihayet bir süreliğine büzmüştü bulutların arasındaki ağzını. Kavimler şeklinde yaşayan Tibet halkının karla bir alıp veremediği yoktu. Aslında onların alıp veremediği çok çok az şey vardı. Hiçbir şey, doğanın getirmek istediklerinden üstün değildi. Kar yağması gerekiyorsa, yağacaktı. Bu kadar basit. Kar da zaten öyle yaptı, yağdı, yağdı ve yağdı. Kimi yolları kapattı, kimi yollara hiç dokunmadı. Arada bir çığ oldu, düştü tutunduğu yerden. Bazen de buza dönüp dövüp durdu kendi beyaz evladını. Đşte o beyaz yavrunun bağrında, küçük bedeniyle kendisine bir yol açmaya çalışan ufak kız; o sırada tam olarak şöyle düşünüyordu: Yürümek gibisi var mı bu dünyada?!


Birim Sıfır

Üzerinde Eskimo’larınkini andıran bol yünlü bir palto vardı. Beyaz renkli paltonun şapkası da kapatıldığı için, kızın o sırada yalnızca yüzü seçilebiliyordu. Çekik gözler, soğuktan pembeleşmiş sıska yanaklar, ince çizgi halinde dudaklar ve ufak bir burun. O köydeki küçük kızların yüz tanımı için, fazladan bir sözcük gerekmiyordu. Çünkü hepsi klon gibi birbirlerine benziyordu. Havanın kararmış olmasına rağmen illa bu saatte dışarı çıkmakta ısrar eden kız, günlerdir eve hapsolmaktan bir hayli bunalmıştı. Evin tek çocuğu olduğu için, sıkıcı aile muhabbetlerine gelemiyordu. Zaten evde konuşulanların

hepsi,

sadece

büyüklerin

kavrayabileceği

o

absürt

konulardandı. Çin’in özerk bölgesi olan Tibet, hiç de özerkliğin tanımında olduğu gibi iç işlerinde bağımsız değildi. Bağımsız olmamasının yanı sıra gördükleri zulüm ve işkence de cabasıydı! Elbette ki o, bunların hiçbirisine anlam veremiyordu. Onun anlam vermek istediği tek şey karlar altındaki harika doğaydı. Dev metropollerin kirli ışıklarıyla kararan gökyüzünün aksine, burasının gök manzarası gerçekten görülmeye değerdi. Ay gümüş bir tepsi gibi gökte parlarken, milyonlarca inci tanesi ona eşlik etmekteydi. Kız dakikalarca oturup oradaki yıldızların çoğunun isimlerini sayabilirdi. Büyükannesi anlattığı efsanelerin yanı sıra, çeşitli astronomi bilgileriyle de kimsenin kendisiyle yarışmasına izin vermiyordu. Yaşlı kadının bu kadar fazla şeyi nereden öğrendiğini asla öğrenemedi kız.

94


Cilt 2

Okul yaşına gelmesine rağmen, gidecek bir okulu olmadığı için; onun en büyük bilgi kaynağı büyükannesiydi. Onu kaybetmek istemezdi, çoğu köylünün aksine kız hazinenin büyüklüğünün farkındaydı. Ayın ışıkları altında, karların arasında yürüdü dakikalarca. Köyden fazla uzaklaştığı için endişelenmiyordu. Çünkü ona zarar verebilecek ne bir vahşi hayvan, ne de vahşi(!) bir insan vardı bu civarda. Gerçi Çin askerlerinin, ne zaman, nereden çıkacağı asla belli olmuyordu; ama büyük ihtimalle onlar da bu karlı günleri sıcak evlerinde dinlenerek geçiriyorlardı. Eldivenlerinin sıkıca sarmaladığı parmaklarıyla bir kartopu yaptı ufaklık. Bir yirmilik boyuna rağmen, kalın paltosu onu hayli iri gösteriyordu. Oysa o yün yığının içinden çıktığında, bir anda paltoluykenki halinin üçte biri kadar bir şey oluveriyordu. Elleri de ufaktı haliyle. Yine de yaptığı kartopundan memnun bir halde, kar kütlesini iyice sıkıştırdı parmaklarının arasında. Sonra da havaya atıp tutmaya başladı. Tıpkı, kızın hiç haberi olmadığı beysbol adlı oyundaki gibi. Kartopunu her defasında daha yukarı fırlattı. Her yakalayışında da tiz bir çığlık koparmayı ihmal etmedi. Kendince başarısını kutluyordu. Sonunda topu öyle yükseğe attı ki, yakalaması için bir süre koşturması -ve yer düşmesi- gerekti. Yine de yakaladı. Her şey tıkırındaydı. Kız, büyükleri gibi sağlam bir meditasyon kıvamına geçebilse; hayatın ‘tıkır tıkır’ işleyişini kulaklarıyla duyabilirdi belki de. Ama henüz erkendi. O kız için, pek çok şey erkendi.

95


Birim Sıfır

Aynı arkasından gelen sesler gibi. Ne yazık ki gelen sadece sesler değildi. Kız karın ezilme sesini duyduğunda, yerden kalkmaya çalışıyordu. Küt bir sesti, her adım kar üzerinde derin bir iz bırakıyor olmalıydı. Önce köyden gelen bir ziyaretçi olduğunu düşündü çocuk. Elleri arasındaki kartopunu sıkıca kavradı. Gelen dostunu son derece sıkı bir şekilde karşılayacaktı. Geleni duymamış gibi yaparak ayağa kalktı, silkindi ve yoluna devam etti. Artık arkasındakinin nefes alışlarını da duyabiliyordu. Eğer bir ‘kulakburun-boğaz doktoru’nun varlığından haberdar olsa, kız kesinlikle ziyaretçisine bunu önerirdi. Uyanıkken horlar gibi sesler çıkarmak hiç de hayra alamet değildi çünkü. Nefes sesinin yanında, o koku da gelmeye başladığında kız yavaş yavaş kuşkulanmaya başladı. Hiçbir köydeşi bu kadar hayvansı kokmazdı, bildiği kadarıyla. Şakasına burada son verip ziyaretçisinin yüzünü ‘bombalamaya’ karar verdi. Bu terime aşinaydı, ‘beysbol’a aşina olmadığı halde... Kartopunu elinde tarttı, hangi açıyla fırlatacağına karar verdi. Arkasını döndü ve bekletmeden atışını yaptı. PAT! Kıllı suratın tam ortasına. Kıllı surat? Öfkeyle kısılmış kırmızı gözler? Đnsanın yüreğini donduran o kükreme? Kız bunların hiçbirini kavrayacak akla mukayyet değildi o an. Bombasını fırlatan eli, atışı yaptıktan sonra düşmüş ve aynı pozisyonda

96


Cilt 2

amaçsızca sallanıyordu. Karşısındakinin ‘ne’ olduğuna dair bir fikir yürütmeye dahi cesaret edemedi. Boğazını yırtarcasına bir çığlık atmaya, arkasını dönüp delicesine koşarak oradan uzaklaşmaya, yardım dilenmeye de cesaret edemedi. Đki metrelik, iri bir orangutanı andıran gri yaratık kendisine doğru gelirken, sadece altını ıslatabildi. Yanı sıra beti benzi attı, ela gözleri hayalet görmüş gibi açıldı. Gördüğü şey bir hayalet olsaydı, belki az sonra olacakları gerçekleşmeyebilirdi. Kız, ölülerden insana zarar gelmeyeceğini bilecek yaştaydı. Ve kız, iki metrelik kanlı canlı dev bir yaratıktan, zararın âlâsının geleceğini de bilecek yaştaydı. Buna rağmen hiçbir şey yapamadı. Kızıl gözler bir süre daha kendisini süzdü. Đri gövde bir süre daha horlarcasına soluklanarak inip kalktı. Sonraysa insan kolunun dört katı kalınlığındaki kollarını harekete geçirdi ve yumruk yaptığı ellerini, çıplak ama kıllı- göğsüne vurdu. Çizgi çizgi yüzü, domuzu andıran burnu ve dudaklardan mahrum bir ağızla, yaratık sanki bir savaş narası fırlattı; boş beyaz örtü üzerine. Yankı kıza da çarptı. Korkudan dizlerinin bağı ilmek ilmek değil de, tek bir dokunuşla çözüldü ve öylece yere düştü. Hâlâ süren kükreyişin yankılarını duymamak için kulaklarını kapattı. Ama o sesi duymuştu bir defa. Hakiki ses sussa bile, zihninin duvarları o korkunç melodiyi çalmaya devam edecekti. Yaratık yeterince beklediğine kanaat getirmiş olacak ki, kızla arasındaki bir adımlık mesafeyi -kendi yarım adımıyla- aşarak çocuğun

97


Birim Sıfır

dibine sokuldu. Avıyla oyun mu oynasa, yoksa onu hemen yok mu etse, bir an karar vermekte zorlanır gibi gözüktü. Sonra ağzından kısa bir homurtu çıktı. Bu bir ihtimal ‘hıh’a tekabül edebilirdi. Sanki, “Hiç oyalanamam şekerim, yetişmem gereken bir randevum var!” edası vardı o ses yığınında. Kız saniyelerdir içinde hapsettiği çığlığı sonunda koyuverdi. Çığlık, sadist yaratığın keyfini renklendirmekten başka hiçbir işe yaramamıştı ne yazık ki. Ağız bir defa daha aralandı. Özenle törpülenmiş hissi uyandıran, mermi boyutundaki keskin dişler ay ışığı altında parladı. Sonraki ansa ay ışığı altında kızıl bir pınar doğuyordu. ‘Dünyanın Çatısı’ diye de anılan Tibet, şapkasını çıkararak bu kızıl nehirleri selamladı. Bir çiçek daha koparılmış, ruh; yeniden doğuşu için yeni sahibini aramak üzere yolculuğuna çıkmıştı. En azından onlar böyle inanıyordu... Yaratık bir defa daha ‘hıh’ gibi bir homurtu çıkardı. Ve randevusuna yetişmek üzere aceleyle olay yerini terk etti.

10 Şubat 2010 – 14.05 Tibet Yollarında

Kızıl kestane saçlı kadın, sürücü koltuğundaki yapılı adamla eğlenerek, “Yine de güzel bir yolculuktu ama,” dedi. Kıkırdamasına hâkim olamıyordu. Kızıl saçları, cart kırmızı deri ceketinin üzerinde serbestçe dans

98


Cilt 2

eden kadına döndü ve, “Murat’ın, üzerine kusmasına neden bu kadar bozulduğunu anlayamıyorum Gizem, insanlık hali değil mi? Olur böyle şeyler.” Siyah Cherokee marka cipin içindeki en yaşlı -ama son derece dinamik gözüken- adam da işte tam bu sırada bastı kahkahayı. “Ege bari sen yapma lan!” dedi Murat. Öfkeyle kızarmış yüzüyle birlikte, -boş- yoldan gözlerini ayırmamakta kararlıydı. Gizem, “Dize’cim, bu günlerde bazı cin arkadaşlarımın da mide bulantısı çektiğini duydum, dikkatli olmanı öneririm,” dedi. Sesinde açıkça belli olan tehdit tohumları dans etmekteydi. Dize bu tehdidi duymamış gibi yaparak Ege’yle birlikte sırıtmaya devam etti. Son yirmi beş dakikadır, düzensiz aralıklarla tehdit edilmekteydi zaten. Murat öfkeyle burnundan soluduktan sonra, bu tatilin gerçekten de şart olup olmadığını bir kez daha düşünmeye başladı. Taylan Bey, devamlı yükselen başarı grafiklerinden dolayı onları “Dünyanın Çatısı”na ücretsiz bir tatil için göndermekte ısrar etmişti. Bu ekip halinde yapacakları ilk tatildi. Ekip her türlü resmi tatilde dâhi görev gerektirdiğinde, iş başına koşmaya hazır olduğu için; bu anlamda gerçek bir tatil hepsinin garibine gitmişti. Hem, özellikle neden Tibet’ti ki? Her şeye bir açıklaması olan Taylan Bey, ruhlarını dinlendirmeleri için en uygun yerin orası olduğu konusunda hayli ısrarcıydı. Murat bunun için bir haftalık yoga kursuna katılmalarının yeterli olup olmadığını sorduğundaysa, Taylan Bey her şeyi yerinde öğrenmek gerektiğinin, aynı zamanda da böyle bir hava değişikliğine hepsinin ihtiyacı olduğunu belirterek; tartışmaya son noktayı koymuştu. Ne nokta ama.

99


Birim Sıfır

Birkaç aktarmalı uçak seferiyle birlikte oradan oraya sürüklenen Sıfır ekibi nihayet kara yoluna geçerek Tibet yollarını eskitmeye başlamıştı. Havaalanından -Taylan Bey’in kiraladığı- bir ciple yerleşecekleri köye (Murat burada da mızmız bir çocuk gibi davranmış; ancak Dize’nin sert bakışlarıyla karşılaşınca susmak zorunda kalmıştı.) doğru yola çıkmışlardı. Đşte olay da tam bu sırada olmuştu. Murat son uçak seferinden beri bulanan midesini, Gizem’in açık pembe kazağının üzerine boşaltarak ne kadar iyi bir nişancı olduğunu göstermişti. Bu durumda hedefin bir koltuk yanında oturuyor olması hiçbir şeyi değiştirmiyordu; çünkü diline dolaştıkları kişiler Gizem ve Ege gibi son derece azılı kimselerdi. Gizem üzerini değiştirdikten ve Murat da kendisini topladıktan sonra yolculuklarının son safhasına geçmişlerdi. Aslında ilk başta son derece endişeli davranan Dize, daha sonradan bunun açığa çıkmasını istemediği için işi dalgaya vurmuş; Ege’yle de bir olunca dozu birazcık kaçırmışlardı. Ege Murat’ın sağ tarafındaki koltukta oturuyor, elindeki haritayla gitmeleri gereken rotayı belirliyordu. Arka koltukta ise, iki birbirinden güzel kadın oturmaktaydı. Gizem pembe kazağını çıkarttıktan sonra, sırf Dize’ye sataşmak için yine pembe; ancak bu sefer derin bir göğüs dekoltesine sahip bir kazak seçmişti kendisine. Dar kahve pantolonu da şekilli bacaklarını ön plana çıkartıyordu. Kısacası Gizem Kızıl, cazibesini tam kapasiteye çıkarmasa da, birçok erkeğin gözlerini yerinden fırlattıracak seviyeye getirmeyi başarmıştı. Elbette Dize Demirsoy da son derece çekiciydi o gün. Boğazlı gök mavisi bir kazak, beyaz kadife bir pantolon ve göbeğine kadar gelen şu

100


Cilt 2

yarım montlardan giymişti. Lacivert. Gizem gibi o da makyaj yapmamış, sadece ekstradan saçlarını at kuyruğu şeklinde toplamıştı. Beyler ise daha sadeydi. Đkisi de farklı tonlarda siyah kotlar giymişti. Murat’ın üzerinde gri, baklava dilimli bir kazak; Ege’deyse beyaz, enine çizgili başka bir kazak vardı. “Sanırım şuradaki benzinlikten sağa döneceğiz,” dedi Ege. Murat Ege’nin söylediği sapaktan sağa döndü. Şimdi yol biraz daha kötü bir hal almıştı. Bir hafta önce yağmayı bırakan kar, hiç acele etmeden eriyor; yerini çamura ve su birikintilerine bırakıyordu. Yine de yol kenarındaki el değmemiş topraklarda hala geniş kar öbeklerine rastlamak mümkündü. Oysa yol ufalanmış asfalt parçaları ve çamurla bezeliydi. Siyah Cherokee cip, altındaki taşları yer yer ezerek, yer yerse oraya buraya fırlatarak yoluna devam etti. Ekip saatler sonra tatil köylerine ulaşmıştı.

10 Şubat 2010 – 17.32 Köy

“Demek adınız Deniz Ada, öyle mi?” dedi Dize. Genç kadın bu sırada kardeşi Mısra ile uyumlu olan adını düşünüyordu. ‘Deniz Ada’ da iyi bir bileşimdi. Herhalde onun da ailesi deniz sevdalısıydı, tıpkı kendi babasının şiir sevdalısı olması gibi.

101


Birim Sıfır

“Aynen öyle. Buradaki tatilinizde, sizlere ben rehberlik edeceğim. Hiçbirinizin Tibetçe bilmediğini de varsayarsak, halkla iletişiminizi de ben sağlıyor oluyorum.” Murat adamın çokbilmiş tavırlarından rahatsız olsa da ses çıkarmadı. Köydeki boş evlerden birisine yerleşmişlerdi. Ev çift katlı, son derece sade yapılı ve rahattı. Rahatlığının sebebi içerisinde gerçekten az eşya olmasıydı belki de. Sonuç olarak burası Gizem’e çok pozitif gelmişti ve ekibin bunu sorgulayacak hali yoktu. Deniz Ada adındaki rehberleri otuz üç yaşındaydı. Murat burada, Hımm, Dize’yle yaşıtmış, diye düşünmekten kendisini alamamıştı. On yıldır Tibet’te bu görevle meşguldü. Türkçenin yanı sıra, Đngilizce, Almanca, Fransızca ve elbette ki Tibetçe biliyordu. (Gizem rehberin bildiği dilleri saymasından sonra sesli bir ıslık koyuvermiş, ardından da dekoltesini çekiştirmişti.) Rehberin temiz bir yüzü vardı. Murat adamın köse olduğunu fark edince sırıtmadan edememişti. Ufak bir burun, simsiyah baştan çıkarıcı gözler ve karizmatik dudakları -özellikle gülünce- çehresini süsleyen unsurlardandı. Çıkık elmacık kemikleri de farklı bir hava katıyordu bu erkek güzeline. Uzun kahve, dalgalı saçlarını bir taçla tutturarak gözlerinin önüne düşmesini engellemişti. Ege Murat’taki gerilimi fark etmiş olacak ki, artan sessizliği bozmak adına, “Teşekkür ederiz, biraz yol yorgunuyuz da...” dedi. Deniz, “Anlıyorum. Ben sizi keyfiniz ve kâhyalarıyla baş başa bırakayım,” dedi. Kötü espriden sonra iki güzele baktı, umduğu tepkiyi alamayınca, “Telefon numaram kapının üzerindeki ‘Acil Numaralar’

102


Cilt 2

kâğıdının

altında

yazılı.

Herhangi

bir

durum

olursa,

çekinmeden

arayabilirsiniz.” Başıyla selam verdikten sonra evden ayrıldı. Murat derin bir nefes vererek, Kurtulduk, diye düşündü. Ege dostunun bu tavrını sırıtarak karşılayınca, adam dayanamayarak sordu: “Nehir’i de çağırsa mıydık?” Ege’nin sırıtışı bir anda kaybolarak yerini aksi bir ifadeye bıraktı. “Gazete için oradan oraya koşturuyor. Gelebileceğini hiç düşünmüyorum.” Gizem Ege’yi dürterek, “Gelip gelemeyeceğini de düşündün yani, öyle mi?” diye sordu. Dize araya girdi: “Yirmi birinci yüzyılın en çapkın erkeğini rahat bırak lütfen.” Kızıl sırıtarak Dize’ye baktı. Murat’la yaşadığı tatsız olayı -ve sonrasındaki dalgaları- unutmuş gibi görünüyordu. Ege saniyeler önce dostunun verdiğinin benzeri bir nefes vererek, “Üst katta siz mi kalacaksınız, biz mi?” diye sordu. Bayanlar sanki daha önceden anlaşmış gibi aynı anda, “Tabii ki de biz!” dedi. Hiçbir tartışma olmadan, -çünkü Murat ve Ege itiraz etmeyi denememişti bile- bavullar alındı ve odalara yerleşildi. Tibet’in soğuk havası, ahşaptan yapılmış konaklarının pencerelerini döverken; Murat köyün girişindeyken arabalarını korkulu gözlerle takip etmiş küçük çocukları düşündü. Üç erkek çocuk, hepsinin saçları kazınmış ve aynı garip kırmızı elbiseyi giymişlerdi. Ufacık çocukların bile kendilerinden korktuğu bu yere, ne demeye tatil yapmaya gelmişlerdi ki?

103


Birim Sıfır

11 Şubat 2010 – 08.25 Köy

Ege önceki günden yol yorgunu olmasına rağmen sabah erkenden kalkmış ve dışarı çıkmıştı. Güneş dağların arkasından yükselmeye başlamış ve çoktan uyanmış köy halkını selamlamak üzere, gökteki yerini almıştı. Ege’nin ilk gözlemi insanların dışarı ne kadar az çıktığıydı. Çıktıklarındaysa, hep o korkulu ifadeler asılıydı suratlarda. Gözlerinin içi gülmeyen bir çocuğa, kim ‘çocuk’ diyebilirdi ki? Olayların kontrolü dışında gelişmesinden her zaman rahatsız olan Ege, Tibet seyahatine çıkmadan önce bölge hakkında bir miktar araştırma yapmıştı. Öğrendiği şeyler pek de iç açıcı olmamasına rağmen, Çin baskısı son zamanlarda epey durgunlaşmıştı. O halde bu insanların suratlarındaki ifade neydi? Köy fazla büyük değildi. Topu topu otuz beş - kırk kadar konut vardı. Çoğu tuğladan olsa da, arada tek tük ahşap evler de bulunuyordu. Boş sokakları görünce, aklına yine Nehir düştü. Bu tatile o da gelebilseydi keşke, diye düşünmeden edemiyordu. Ama elbette ki kadının görev aşkı, her şeyin üstündeydi. Ege de buna saygı duyuyordu. Biliyordu ki, benzer bir durum olsa; kendisi de görevini bırakıp böyle bir tatile çıkmayı kabul etmezdi. Yine de içten içten, tam da kendileri tatile çıkarken kadının Peri Bacaları hakkında bir haber yapma gereğini neden duyduğunu anlayamamıştı.

104


Cilt 2

Düşünceleri ağır bir ritimle aklında dans ederken, köyün sınırına kadar geldiğini fark edemedi. Temiz dağ havasını içine çekerek bir süre duraksadı. Erimeye yüz tutmuş karlara bakarak zihnini dinlendirmek istiyordu... Lakin karların arasındaki kızıllık gözüne takıldığında, zihnini dinlendirmek hakkındaki bütün umutları uçup gitmişti. Ege bu kırmızılığı nerede görse tanırdı. Bu, görev hayatı boyunca sık sık karşılaştığı o tatlı ılık sıvıdandı. Kan.

***

“Neden bu zamana kadar bahsetmedin be adam!” “Murat! Bıraksana adamın boğazını!” “Ne bırakması be! Burada insanlar ölüyor, bu herif hâlâ tatil yaptırma peşinde!” Köy meydanında toplanmış bir kalabalığın ortasında, kuşkusuz bu şekilde davranmak büyük dikkat çeker. Hele ki bütün hayatları boyunca sindirilmeye alışmış bir halkın önündeyseniz. Kalabalık da doğanın kanununa uymuş, şimdi bu hararetli tartışmayı izliyordu. Murat, Deniz Ada’nın boğazına sarılmış, adamın soluğunu kesmekle meşgulken; Ege de hemen artlarındaki cesedi inceliyordu. Murat sonunda adamı yere bıraktıktan sonra, “Anlat!” dedi. Öfkeden yüzü kızarmış, alnındaki damarlar şişmişti.

105


Birim Sıfır

Deniz bir müddet öksürdükten ve kalbinin atışını düzene soktuktan sonra konuşmaya başladı. “N-nasıl... Nasıl başlayacağımı bilemiyorum.” Tereddütlü ses tonunun Murat’ı iyice çileden çıkardığını görünce, hızlıca konuşmaya devam etti. “Aralık ayında başladı. 11 Aralık’ta olmalı. Đlk cesedi o zaman bulduk, küçük bir kız çocuğuydu. Bedeni lime lime edilmiş ve boynu fena halde yarılmıştı. Başta bunun yırtıcı bir hayvan olduğunu düşündük. Daha doğrusu... Ben öyle düşünmek istedim. Köy halkı ise bambaşka düşünüyordu. “Đkinci cesedi bundan bir hafta sonra bulduk. Onun da sonu aynıydı. Bu sefer orta yaşlı bir bayan öldürülmüştü. Bir diğeri üç gün sonraydı. Saldırılarda hiçbir düzen belirtisi yoktu. Yapabileceğimiz tek şey, hava karardıktan sonra dışarı çıkmamak oldu. “Tibet merkezden yardım istedik. Ama sanırım hayli meşguldüler ki... ki bize vakit ayıramadılar. Tibet’in bir ucundaki, izbe bir köyde öldürülen birkaç köylü... Sanırım doğanın kendisinin olanı, geri aldığını düşündüler. Bu nasıl bir zihniyetse... Ama bu köy, olan bitenin farkında. Burası daima farkında olmuştu zaten...” Deniz sözlerini bitirdikten sonra, gözlerini taze cesede çevirmişti. Dize’yse ölüyü dikkatle inceledikten sonra ayağa kalkarak, adamın tam karşısına dikilmiş ve, “Bu köy... Tam olarak neyin farkında Deniz?” demişti. Rehber bir süre gözlerini kaçırdıktan sonra, “Bu konuları burada anlatmak istemiyorum. Lütfen,” dedi.

106


Cilt 2

“Kocaayak’ın karnını hayli doyurduğu bir gerçek, ama yine de daha sıcak bir yere geçsek fena olmazdı.” Konuşan, cesedin başından yeni ayrılan Gizem’di.

***

Yeniden Sıfır ekibinin tatil için kiraladıkları ahşap evdeydiler. Şömine ruhu dinlendiren bir çıtırtıyla yanıyor ve geniş salonu ısıtıyordu. Bir iki kanepe ve birkaç yer yastığının haricinde, odada pek fazla şey bulunmuyordu. Birim Sıfır ekibi de bunların üzerine kurulmuş, dikkatli gözlerle rehberlerinin konuşmasını bekliyordu. Deniz Ada’ya ek olarak, evde bir de bu sakin köyün lideri vardı. Adam bir yetmiş boylarındaydı, üzerinde turuncu yünlü bir cüppe vardı. Saçları kazınmış, alnının tam ortasındaysa; Hint ziynetlerini andıran bir takı vardı. Koyu kahverengiydi. Yüzü hiç de dehşet içinde değildi. Aslında yüzünde hiçbir ifade yoktu. Sanki neden orada olduğunun bile farkında değildi. Boş gözlerle rehbere bakıyordu. Murat Deniz’in o ilk günkü kendine güvenen, rahat havasının kaçtığına

bile

sevinemeyecek

vaziyetteydi.

Bu

olaylar

her

zaman

peşlerinden gelmek zorunda mıydı? Birileri kendilerine çok pis bir oyun oynuyordu belki de. Ya da kader. Hadi ordan! diye düşündü genç polis. Deniz Ada, yaptığı işten dolayı bütün gözlerin kendisine çevrilmiş olmasına alışıktı. Eğer bu, normal şartlar altında toplanmış, meraklı bir

107


Birim Sıfır

kalabalık olsaydı. Kalabalık meraklıydı; ancak sebebi bambaşka şeylerden ötürüydü. Rehber titrek sesiyle bir kez daha konuşmaya başladı. “Gizem Hanım’ın tespiti doğru. Yani en azından burada da aynı şey düşünülüyor. Bu cinayetlerin arkasında bir -ya da daha çok- kocaayağın bulunduğu... Buradaki adıyla ‘yeti’. Bu efsaneyi mutlaka duymuşsunuzdur, Himalayalar’daki dev yaratıklar... Benim de buraya gelene kadar, onlar hakkındaki bilgim sizinkinden fazla değildi. Ama bu köyde çalışmaya başladığımdan beri, çeşitli söylencelere tanıklık ettim. Hiç kuşkusuz bunlardan birisi de, bildiğimden çok daha başka şekilde anlatılan yeti efsanesiydi. Kökleri hiç beklemediğim bir yere dayanan, karanlık bir efsaneydi bu.” Deniz burada biraz durakladı ve çekinerek sorusunu sordu. “Agarta hakkında ne biliyorsunuz?” Bütün birim birbirlerine bakarken, köy lideri ‘Agarta’ kelimesini duyunca başını kaldırmış ve ilk defa bir tepki vermişti. Buna, oldukça düşük bir perdeden çığlık da denebilirdi. Sonunda Ege konuştu. “Atlantis’ten göç eden insanlar... Çok derin bir bilgim yok. Ancak onların ilk insana kadar dayandıklarını, Nuh Tufanı’ndan bile sağ kurtulduklarını, Atlantis’in batışıyla da Himalaya Dağları altına açtıkları tünellerde yaşamaya başladıklarını okumuştum. Teknoloji olarak bizden hayli gelişmişler. Sanırım onlardan... Atlantis halkının devamı olarak bahsediliyordu. Tüm bildiklerim bu kadar.” Deniz Ege’yi dikkatle dinledikten sonra kafasını salladı. “Evet, aşağı yukarı internet üzerinden yapılan araştırmalardan alabileceğiniz en temiz sonuç budur. Genel hatlarıyla, doğrudur da diyebiliriz. Tabii buradaki halka

108


Cilt 2

göre... Doğrusunu isterseniz, ben ne düşündüğümden tam olarak emin değilim. Ama yine de size duyduklarımı anlatacağım.” Bu sırada rehber, köyün liderine şöyle bir bakış atmayı da ihmal etmedi. Lider de ilk defa konuştu. En azından Sıfır ekibi, adamın konuştuğuna ilk defa şahit oluyordu. Hızlı bir konuşmanın ardından, ekibin seçebildiği iki kelime vardı. ‘Agarthi’ ve ‘yeti’. Rehber yeniden konuşmaya başladığında, sesinde derin bir huşu vardı. Murat az çok şimdi anlatılacak şeylerin, burada hayli saygı gördüğünü ve Deniz’in de bu konuşma öncesi liderden izin aldığını anlayabilmişti. “Agarta halkı Atlantis’in sular altında kalmasından sonra, senin de bahsettiğin gibi Himalayalar’ın altındaki -kendi kurdukları- şehirlerine yerleştiler. Onların görevi, zaman zaman raydan çıkan insanlığı yeniden rayına oturtmaktı. Onlar dünyanın gizli kahramanlarıydı ve insan ırkının sonu

geldiğinde,

yeniden

yeryüzüne

çıkarak

yaşamın

devamını

sağlayacaklar. “Agarta halkı kesinlikle sıradan değil. Gerek teknolojide, gerekse şimdi benim açıklayamayacağım pek çok şeyde son derece başarılılar.” Dize, ‘açıklanamaz şeyler’li kısımda Murat’a kısa bir bakış atmıştı. “Buraya kadar anlattıklarından, onların gayet iyi huylu bir halk olduğunu çıkarıyoruz. Bu cinayetlerle alakası nedir?” diye sordu Murat. “Dahası var.” “Gizem Hanım, yine haklı... Maalesef dahası da var. Agartalılar dağların altında ikiye bölündüler. Şambala ve Agarta... Kendilerine

109


Birim Sıfır

‘Şambala’ adını veren grup, her daim insanlığın yanında olmaktan sıkılmış, artık kendi egemenlikleri vaktinin geldiğini düşünmeye başlamıştı. Kısa zamanda fazlaca yandaş toplayarak, dağların derinliklerine doğru çekildiler. Geri kalan az sayıdaki Agartalı hâlâ bizimleydi. Bizden habersiz. “Agarta elinden geldiğince dünyevi olaylara karışmayıp, sadece çok gerektiği zaman ortaya çıkarken; Şambala yok yere bir şeyler yaratıyor, insanlığı birbirine düşürerek kaleyi içten fethediyordu. Yetilerin de onların son ürünleri olduğunu düşünülüyor. “Ancak sorun sadece yetiler değil, sizi temin ederim. Đlk baştaki Agarta, gelişmiş teknolojisiyle dünyanın her tarafına tüneller açmışlardı. Hatta Türkiye’de bile bu tünellerden olduğu söyleniyor. Bu tünellerin çoğunun egemenliği artık Şambala’da. Kısacası onlar her yerde ve her saniye, insanlığın sonunu getirecek yeni planlarla oyuna dâhil oluyorlar.” Birim, duyduklarını kafalarında bir süre tarttı. Hepsi böyle büyük bir sistemin, nasıl ruhlarının bile duymadan işlediğini düşünerek kafa patlatıyordu. Dünya yeterince büyüktü ve kim bilir başka nasıl sistemler dönmekteydi, dünyadan bile hızlı bir vaziyette. “Peki Agarta, Şambala’ya karşı neden hiç direnmiyor?” diye sordu Dize. Deniz Ada bu soruyu bir süre düşündü. “Direnmediklerini söylemek doğru olmaz. Buradaki halka göre dünyayı sonlandıracak olan -buna ‘Büyük Savaş’ diyorlar- geldiğinde Agarta yarattıkları büyük bir orduyla Şambala’nın karşısına dikilecekmiş.”

110


Cilt 2

“Neden dünyanın sonunu bekliyorlar, şimdi çıksalar ya?” Bu sorunun sahibi de Ege’ydi. “Bakın... Olayın boyutunu tam olarak kavradığınızı düşünmüyorum... Onların yaptıkları son savaşta, koca bir kıta suların altına gömülmüştü. Atlantis, neden çöktü sanıyorsunuz? Tanrıların gazabı yüzünden mi? Onlar bizden yüzyıllarca ileri bir toplum. Şimdi olacak bir çatışma, kıyametle olan randevumuzu belki de yüzlerce yıl öne almak anlamına gelir. Agarta ve Şambala hakkında, söyleyebilecek daha fazla bir şeyim yok.” Dize endişeli bakışlarla arkadaşlarına döndü. Murat bu bakışı iyi tanıyordu. ‘Şimdi ne yapacağız?’ Ama Murat’ın aklında hâlâ ‘kıyametle olan randevuyu öne almak’ cümlesi dolaşıyordu...

111


II GERÇEKLER 12 Şubat 2010 – 10.05 Köy

Yer ve gök titredi. Ötelerden devasa uğultular, dünyanın kulak zarını parçalamak istercesine koptu. Boşlukta öylece duran adam tüm bu sarsıntıyı izlerken, bir parça daha kar koptu ve o beyaz örtü, yeni senfonisine bir kez daha başladı. Her şey dindiğinde, adam bulunduğu noktadan bakabileceği tek yere baktı. Dağın ortasındaki mağaranın ağzına... Havanın karanlık olmasına rağmen, adam olan biteni görebiliyordu. Đki dev yaratık mağaranın girişinde ayakta durup düşen çığın, ne kadar uzaklarından geçtiğine bakıyorlardı. En sonunda bir problem olmadığına kanaat getirerek yeniden mağaralarına döndüler. Bu dağlarda çığ kadar normal iki şey vardı: donarak ölmek, yenerek ölmek.


Cilt 2

Boşlukta sallanan adam şimdi gittikçe yükseliyordu. Mağaranın ağzı siyah bir nokta gibi gözükene kadar yükseldi. Sanki bu görüntü hafızasına kalın bir çiviyle çakılmak isteniyordu. Ardından tam o noktadan, aşağı doğru düşmeye başladı. Mağaranın ağzına doğru. Düştü, düştü ve düştü... Murat ellerini yatağın içinde manasızca çırparken uyandı. Bu bir rüya mıydı? Sonrasında yer ve gök inledi. Uğultular kulak zarına tecavüz etmeye geldi ve adam çılgınlar gibi yataktan çıkarak giyilmeye koyuldu...

***

Murat tüm ekibi salona toplamak için odasından çıktığında, zaten herkesin orada olduğunu gördü. Az sonra kapı çalındı ve Deniz Ada da bu toplaşmaya dâhil oldu. Odadaki herkes kan ter içerisinde, endişeli gözlerle birbirlerini süzüyordu. Murat bir şey söylemeden, bütün arkadaşlarının -ve şu rehberin- kendisiyle aynı rüyayı gördüğünü anladı. Sessizliği Gizem Kızıl bozdu. “Bu doğal bir şey değildi.” Buğulu pencereden köyün girişine kadar sürüklenmiş kar kütlelerine göz attı. “Bu hiç doğal değildi.” “Nerede paranormal, orada biz. Harika!” Dize burnundan soluyordu, ama yine de Murat’ın ağzından çıkan cümlelere engel olamadı. “Oraya gitmeliyiz.” Deniz anlamadığından değil de, inanamadığından, “Oraya?” diye sordu. Rehberin solgun yüzü biraz daha solmuştu.

113


Birim Sıfır

“Bize mağaraya kadar eşlik edeceksin değil mi yakışıklı?” Yanıt Gizem’dendi.

***

Deniz her şeyden önce, köy liderine durumdan bahsetmeleri konusunda fazlasıyla ısrar etmişti. Murat ilk başta reddetse de, Ege’nin de ısrarlarıyla yelkenleri suya indirmişti. Şimdi rehber ve köy lideri, kısık sesle bir şeyler konuşuyordu. Dize

konuşmanın

gidişatı

hakkında

tahminlerde

bulunmaya

çalışırken, Ege de cipi kapının önüne kadar çekmiş ve bagajı açıyordu. Silahlar, silahlar, silahlar... diye düşündü genç kadın. Tahmin yürütmekten vazgeçmişti. Nedeniyse hiddetle yükselen bir liderin sesiydi muhtemelen. Tüm gözler adama dönerken, Deniz hariç kimsenin anlamadığı şeyler haykırıyordu lider. Gizem adamı sakinleştirmek için birkaç adım attığında, lider öfkeli sözlerini kadına yöneltti (Bu sırada da hafifçe geriledi.). “Ne diyor bu?” Deniz Murat’a dönerek, “Benim dakikalardır tekrar ettiğim şeyi. Oraya gitmemenizi! Köye lanet, canınıza ise son getireceksiniz.” Murat başını salladıktan sonra, “Ne zamana hazır olursun?” dedi. Deniz’in söylediklerini hiçe saymıştı.

114


Cilt 2

Köy lideri son bir cümle daha kurdu ve evin kapısını çarpmaya çalışarak -ama çarpamayarak- oradan ayrıldı. Rehber kimse sormadan titrek sesiyle adamın dediğini çevirdi: “Şambala sonunuzu getirecek.” “Öyleyse sona giden son araç kalkıyor, biraz acele eder misiniz?” Ege cipi çalıştırıp arabayı ısınmaya bırakmış, aralık kapıdan onlara bakıyordu.

12 Şubat 2010 – 11.30 Dağlara Doğru

“Onların kürkleri oldukça kalındır...” “Güzel, en yeni silahımı deneyebilirim o zaman.” “Ah, hayır. Murat, onu kullanmayacaksın değil mi?” “Neden? Gayet güzel ateşliyordu en son.” Ege bir şeyler mırıldandıysa da, bunu kimsenin duyamayacağı bir şekilde yaptı. Sürücü koltuğunda olduğu için memnundu. Zira arkası hayli sıkışık gibiydi. Her ne kadar Gizem, Murat’ın kucağına oturmayı teklif ettiyse de, Dize öksürerek bu teklifi ört pas etmeye çalışmıştı. Sürücü koltuğunun yanındaki koltukta oturan Deniz, iki güzel bayanın arasındaki Murat’a kısa bir süre imrenerek bakış attıktan sonra; hayatı için tasalanmaya devam etti.

115


Birim Sıfır

Planları oldukça basitti. Ciple dağ yolunun kullanılabilir olan kısmının

sonuna

kadar

gideceklerdi.

Sonrasına

yürüyerek

devam

edeceklerdi. Deniz’in dediğine göre, fazla yürümeleri gerekmeyecekti. Ölümün yuvası, köye ne kadar da yakındı öyle... Murat bunu düşünürken omzunda Gizem’in oynaşan parmaklarını fark etti. Kadının baştan çıkaran parmaklarını yok sayarak, “Sence kaç kişilerdir?” dedi. Gerçi, onlardan ‘kişi’ olarak bahsetmek ne kadar doğruydu, Murat bunun da ayrı bir tartışma konusu olabileceğini düşündüyse de söz ağızdan çıkmıştı bir kere. “En az iki, en çok çok,” diye yanıtladı Kızıl. ‘Çok’a yaptığı vurgu, duyulmaya değerdi. Ege iyice yavaşlattığı arabayı tamamen durdurdu. “Đşte yolun sonuna da geldik.” “Yani hâlâ geri dönebiliriz?” Kimse yakışıklı rehberi ciddiye almadı. Gizem’in arabadan inerken adama kırptığı davetkâr göz sayılmazsa tabii.

***

Ekip silahları yüklendikten sonra -Deniz'e de kalıbına göre bir tabanca verilmişti-, yolculuklarının zorlu etabına geçiş yaptılar. Öğlen güneşi hiç de sıcak olmayan ışınlarını onlara gönderdi. Onlar da hiç de hoş olmayan cümlelerle güneşe teşekkür etti.

116


Cilt 2

Ağızlardan eksik olmayan buharla, tepeden tırnağa silahlanmış bir ekip, -tamam, Deniz o kadar da donanımlı değildi- yetilerin yuvasına doğru yol alıyordu. Murat

mağaraya

öylece

girip,

yaratıkları

öylece

öldürüp

sonrasındaysa keyifle köye döneceklerini hiç ama hiç sanmıyordu. Ancak oraya gitmeleri gerekiyordu, bu açıktı. Gizem ‘en az iki, en çok çok’ demişti. Bu konuda haklıydı da. Onlarca yaratığın arasında kalma ihtimalleri her an vardı. Plansız programsız yola çıkmak Murat’a göre değildi. Ama sanki, kendisine bile açıklayamadığı bir planı varmış gibi hissediyordu. Bazı durumlarda

içgüdüleri

dinlemek

gerekiyordu.

Bazı

durumlardaysa

içgüdüler parlak hayatın sonu olabiliyordu. Şimdiyse ne olacağını ise zaman gösterecekti...

12 Şubat 2010 – 14.02 Mağaranın Girişinde

Mağaranın karartısını gördüklerinde, ekibin üzerindeki kasvetli hava bir anda ikiye katlandı. Sessizliğin kutsallığını Deniz Ada bile bozmaya cesaret edemiyordu. Ona göre her şey çoktan bitmişti zaten. Murat yeni silahının yerinde olup olmadığını kontrol etti. Sırtına astığı kılıfta asılı olan alet, normal bir tabanca gibi değildi. Zira namlusu normal bir tabanca olamayacak kadar geniş ve uzundu. Kabzası da bununla

117


Birim Sıfır

doğru orantıda kalındı. Silahı sıra dışı yapan başka bir şey ise, ‘gönderdikleriydi’. Mermiler için, silahı üretenler küçük ateş topları demişti. Mermiler, havada tutuşarak alev alıyor; hedefin içine girdikten sonra da parçalanarak orayı darma duman ediyordu. Kısacası, soğuk havalar için birebirdi. Doğa, Murat’ın fikrini onaylamak için bu kasvetli kâbusa, en dondurucu nefeslerinden birisini üfledi. Sonra da o ses duyuldu. Ve ‘Dünyanın Çatısı’ bir kez daha onlara tanık oldu. Sahne yetilerdeydi.

***

“Sandığımız kadar da çok değillermiş,” diye mırıldandı Ege. Gerçekten de dört yeti iyi bir sayıydı. Her Sıfır’cıya, bir tane. Yetiler bütün ihtişamlarıyla mağaranın ağzından, ekibe doğru gelmeye başladılar. En baştakinin boyu iki buçuk metreye yakındı. Diğerleriyse daha ufak, ama yine de yeterince büyüktüler. Yüzleri rahatsız edilmekten dolayı öfkeliydi. Gizem, “Ne kadar da çirkinler,” dedi. Büyük ihtimalle, bu onları daha da öfkelendirdi. Gizem tabancasını kılıfından çıkarırken, en son ne zaman silah kullandığını hatırlamaya çalıştı. Yine de yeteri kadar tecrübeliydi.

118


Cilt 2

Ege ve Murat içgüdüsel olarak bir adım daha öne çıkmışlardı. Yetiler bir düzen halinde hareket etmiyordu. O an buna gerek var mıydı, o bile belli değildi gerçi. Sonuçta her birisi devasa bir ölüm makinesiydi. Murat ilk olarak gözüne diğerlerine göre daha iri olan yetiyi kestirdi. Teknolojinin son bebeğini yaratığa doğrulttuğunda, yetilerin aniden durduğunu fark etti. Bu dağ başında, ‘silaha’ aşina mıydılar? Yetiler kendi aralarında bir süre homurdanıp öfkeyle solumaya devam ettikten sonra, geri çekilmeye başladılar. “Vurun onları!” Silah sesleri karlı dağların sessiz göklerini doldurdu. Büyük bir kar kütlesi, hayli sallansa da; çığ olup düşmekten vazgeçti. Đlk önce Murat’ın silahından boşaldı küçük alev yağmuru. En iri yeti önce göğsünden, sonra sağ omzundan, ardından Murat’ın yetinin kasıkları varsaydığı yerden vuruldu. Yaratık acıyla kükreyerek dizlerinin üzerine çökerken, diğerlerinin gönderdiği mermiler yaratıklara isabet ettiği halde; onların ayaklarını yerden kesmeye yetmedi. Hatta onların arkalarına dönüp kaçmasına teşvik primi oldu. Murat ölmek üzere olan yetinin yanından geçip, diğerlerinin peşine takılmalarını işaret ederken; bu zamana kadar en güvenli yere sinmiş olan Deniz, genç adamın kolunu tutarak, “Oraya girmeyeceksiniz değil mi?” dedi. “Yine ne var!”

119


Birim Sıfır

“Şambala’yı hatırla... Tünellerini... Bu mağaralar bir şekilde onların şehirlerine açılıyordur. Bundan neredeyse eminim. Birkaç yeti, hatta onlarca yetiyi o ateşli silahınla durdurabilirsin. Ya mermilerin bitince ne olacak? Gördüğüm kadarıyla şu silahtan yalnızca sende var. Ya Şambala ortaya çıkınca ne olacak? Onları bu silahla alt edebileceğini düşünüyor musun?” Duraksadı... Sanki demek üzere olduğu şey, yüreğini sıkıştırıyor gibi bir ifade vardı yüzünde. “Onları durdurabileceğine gerçekten inanıyor musun?” Murat rehberin elini şiddetli bir şekilde itti. “Geri dönmek istiyorsan, dön. Biz içeri giriyoruz.” Ekip bir süre toparlanmaya çalıştıktan -ve şu iri yetinin tamamen öldüğünden emin olduktan sonra- mağaranın girişine doğru yöneldiler. Giriş karların arasında ağzını açmış onları bekleyen devasa bir yaratığa benziyordu. Đğrenç yetilerin ağızlarından bile beterdi. En az, Azrail’in kokuşmuş ağzı kadar iğrenç...

12 Şubat 2010 – 14.51 Mağarada

Murat mağaraya girmeden önce silahının mermilerini özenle kontrol etmişti. Bir şarjör on dört tane alabiliyordu. Şu an yedekleri dâhil yirmi iki mermisi vardı. Arkadaşlarında, kendisindeki gibi bir harika olmadığı için üzülüyordu. Ama Ege yine hazırlıklı gelmişti. Normal tabancaların pek de

120


Cilt 2

işlemediğini görünce, cipin bagajından hepsinin eline birer LK-1400 tutuşturmuştu. Bu Murat’ın silahı gibi olmasa da, öncekilerine göre daha avantajlı bir modeldi. Buna kısmen biyolojik silah da denebilirdi. Çünkü mermi yerine ulaştıktan sonra, bir ilaç kapsülü gibi sıcak kanda eriyerek kana karışıyor ve kişiyi hızlı bir şekilde zehirliyordu. Karşılarındakilerin insan olmadığını düşündükleri için, hiç de vicdan azabı duymuyorlardı. Bu yüzden LK-1400 kılıfında değil de, cipin bagajında konaklamıştı o vakte kadar. Mağaranın tabanı epey pürüzsüzdü. Đnsanın buna doğal diyesi hiç ama hiç gelmiyordu. Ki Gizem, daha mağaraya adım atmadan burasının doğal bir şekilde oluşmadığına net bir şekilde açıklık getirmişti. Deniz Ada ekibi takip edip etmeme konusunda bir hayli düşünmüş, ardından bir anda yalnız kaldığını fark edince düşünmeyi bırakarak Sıfır’ın arkasından mağaraya giriş yapmıştı. Yetiler çoktan mağaranın derinliklerinde kaybolmuş olmalıydı. Ege arabaya uğradığında, herkes için el feneri almayı da ihmal etmemişti. Ancak mağaranın içerisinde biraz yürüdüklerinde, buna gerek kalmadığını rahatlıkla fark etmişlerdi. Mağara girdiklerinde ne kadar loşsa, ilerlediklerinde de aynen o kadar loştu. Genişliği yan yana dört insanın -bu yan yana iki yeti ederdigeçebileceği kadar vardı. Yüksekliği de üç buçuk metreyi aşıyordu. Sanki her şey yetilerin keyfi için düzenlenmişti.

121


Birim Sıfır

Sarkıt ve dikitler yer yer yolculuğu zorlaştırsa da, yol genel olarak rahattı. Dize kıyıda köşede kalan kemik artıklarını fark ettiğinde, rahat yolculuk fikrini yeniden düşünmeden edemedi. Vurulan üç yeti de arkalarında silik bir kan izi bırakmıştı. Kanamanın bu kadar az olması şaşılacak bir şey değildi, sonuçta sıktıkları sadece normal mermilerdi. Ama şimdi işler değişmişti. Şimdi ellerinde ölümün çığırtkanları, akıllarındaysa ölen o masum insanlar vardı. Sıfır geliyordu.

***

“Dakikalardır aşağı iniyoruz.” “Aynen öyle.” “Hiç vazgeçmeyecek misiniz?” “Bunu bir daha sorarsan...” “Biliyorum, biliyorum. Burnumu kırarsın.” Mağarada ardı ardına iki boğuk ses yankılandı. Đlki tam yerine inen bir yumruktan, ikincisiyse tam yerinde gelen iniltiden oluşuyordu. Murat adamı yere yıktıktan sonra, arkasını bile dönmeden, “Evet, burnunu kırarım. Şimdi yalnızca çatladı. Ama ikinci bir şansın olmayacak.” Ege Deniz’i yerden kaldırırken adama ‘kaşındır birader’ der gibi bir bakış attı. Adam kanayan burnunu kazağının koluna bastırırken, ekip

122


Cilt 2

mağarada yol almaya devam etti. Deniz’in iniltileri de artık kesik kesikti. Murat biliyordu ki, bir süre sonra iniltiler yerini tekrar itirazlara bırakacaktı. Bu herifin, böyle pis bir yapısı vardı. Yine de yer yer yol içerisinde verdiği bilgilerle hayat kurtarıyordu. Murat sırf bu nedenle, bir sonraki yumruğunda daha nazik olmayı planladı. Bunu unutmamaya çalışacaktı. “Havadaki değişimi hissediyor musunuz?” diye sordu Gizem birden. Yürümeyi bırakmış, avın kokusunu alan bir panter gibi kafasını yukarı kaldırarak etrafa bakınıyordu. Kimseden gelmeyen olumlu yanıtla birlikte, “Đleride bir şey var,” diye devam etti sözlerine. Nedense kimse buna şaşırmadı. Verilen tek tepki silahlara yaklaşan parmaklardan geldi. Dize Murat’ın yanına iyice sokuldu, arkalarında Ege ve Gizem ikilisi vardı. Onları ise eli sürekli burnuna giden Deniz takip ediyordu. Her türlü acil duruma karşı, depar atmaya hazır bir edası var gibiydi. Tünel birkaç metre sonra iyice genişlemeye başladı. Sonunda da geniş bir salona vardılar. Dize fizik bilgisini konuşturmak istermişçesine, “Burayı oymak için oldukça uğraşmış olmalılar,” dedi. En arkadaki Deniz hayal meyal duyulabilen bir sesle, “Şambala...” gibi bir şeyler söyledi. Ekip rehberin demek istediğini anlamıştı. Onların teknolojisi gerçekten de yarışılamayacak seviyedeydi. Loş ışık hâlâ varlığını korumaktaydı ve dikkatli gözler, kısıtlı ışığın gizlediği şeyleri görmeye başladı. Dev tabutlar...

123


Birim Sıfır

Yan yana dizilmiş onlarca, yüzlerce tabut. Salonda başka hiçbir şey yoktu. “Bunlar da ne böyle?” diye mırıldandı Ege. Murat agresif bir tavırla başını salladı, “Bu dağ başında, bir de vampirler çıkarsa karşımıza; gerçekten ederim böyle işin içine!” Dize adamın bozuk ağzına dikkat edemeyecek kadar şaşkındı. “Kontrol etmeliyiz.” Grup en yakındaki tabuta yaklaştıktan sonra, Gizem yeniden öne çıktı. “Burada çok fazla yaşam hissediyorum. Bu kirli bir his.” Tabutların her biri ayrı ayrı motiflerle süslenmişti. Bunlar Dize’ye Mısır rölyeflerini anımsatmıştı. Mermer üzerindeki kabartmaların her birisi, sanki kendi içerisinde anlamlıymış gibi bir hava takınmıştı. Dev bir Güneş, ufacık insanlar, güzel bir galaksi... Dev ve parçalanmış bir Güneş, ağlayan insanlar, silinen bir galaksi... Küçük toz bulutları ve daha küçük toz bulutları... Boşluk ve boşluk... Murat bunlara bakarken içinin karardığını hissediyordu. Mutluluğun resmini yaptığını iddia eden ressam gibi, bunları yapan da gönül rahatlığıyla ‘kıyametin resmini’ yaptığını öne sürebilirdi. Ege ve Murat ilk tabutun kapağını kaldırmak için birlikte hareket ettiler. Đçinden ne çıkacağına dair pek çok fikir yürütmüşlerdi. Ama bunlardan hiçbirisi çocuk denilebilecek yaşta bir yeti değildi büyük ihtimalle.

124


Cilt 2

Çocuk ya da genç, yeti bir yetmiş beş boylarındaydı. Aynı kıllı yapıya sahip olmasına rağmen yüzü daha huzurluydu. Belki de bunun sebebi şu an inaktif olmasıydı. Tabii uyuyor da diyebiliriz... “Eğer bu tabutların hepsinde...” “Ayvayı edik demektir...” “Şambala’nın

küçük

ordusu...

Buraya

boşuna

geldiğimizi

söylemiştim. Bunların hepsini yok etsek bile, yarın bir bu kadarı ve hatta daha fazlasıyla yine gelecekler! Böyle bir şeyin karşısında güneş ışıkları neden kararmaz, kara toprak neden erimez, bu korkunç yükün altında neden ezilmez? Gidelim buradan... Lütfen...” Murat ilk başta adama bir tane daha çakmayı düşündüyse de, sonunda titreyerek solan ses tonunu duyunca bundan vazgeçti. Deniz Ada haksız değildi. Her şey son derece kafa karıştırıcıydı. Onlara sözde yardım eden kuvvetler, ellerinden gelmeyen bir şeyler için; onları buraya neden çağırmıştı? Buradaki tüm yetileri öldürseler bile, Şambala bahsedildiği kadar kudretliyse, bir yeni ordu kurması ne kadar zor olabilirdi ki? Neden buradayız? Đşte hayatımızın sorusu bu... diye düşündü genç polis.

***

“Şu kaçan yetilerin nereye kaybolduklarını çok merak ediyorum.” “Sanırım bizim henüz keşfedemediğimiz başka tünellerle, buralardan çoktan toz olmuşlardır.”

125


Birim Sıfır

Dize Murat’ın iç karartan cevabını başını sallayarak onayladıktan sonra, söylene söylene tabutları incelemeye devam etti. Birim dakikalardır aynı salonda, aynı tabutlara bakıyordu. Her tabut, keşfedilmeyi bekleyen başka bir dünya gibiydi. Gizem bu zamana kadar geçmişte yaşanmış büyük paranormal olayların rölyeflerini görünce, hayretle iç geçirmişti. Ege ve Murat da daha önce çözdükleri bir iki sırrın kabartmalarını görmüş ve ‘hayret edenler güruhuna’ onlar da dâhil olmuştu. Ege

özellikle

bir

tabutun

başında

duruyordu.

En

sonunda

dayanamayıp sordu, “Bunu anımsıyor musun Murat?” Murat Ege’nin işaret ettiği tabuta doğru yürüdü. Bir süre baktıktan sonra, beyniyle ağzı arasındaki bağlantı kısa bir süreliğine koptu. Adam hatırlıyordu... Bu onların ilk görevlerinden birisiydi. Murat bir cesedin başında, ağlıyordu. Ege’yse birkaç adım arkasındaydı, onun da gözleri dolmuştu. Ceset küçük bir erkek çocuğuna aitti. Bu dava onlar için manevi açıdan epey önem taşıyordu. Bir ay boyunca öldürülmeye çalışılan bir çocuğu, sonunda kaybetmişlerdi. Bunu kimin, neden yaptığını kimse bilmiyordu. En azından o zaman. Đşin

garibi,

öldürme

teşebbüslerinin

hiçbiri

gerçek

dünyada

yaşanmıyordu. Bu girişimler çocuğun en savunmasız olduğu zamanlarda, rüyalar âlemindeyken gerçekleşiyordu. “Freedy’nin Kâbusu” misaliydi. Birim son teknoloji ürünleriyle, çocuğun rüyalarını bir ay boyunca kontrol altına almıştı. Çocuğun renkli düşleri, ne zaman kararmaya yüz

126


Cilt 2

tutsa; bağlı olduğu makine yardımıyla olaya müdahil oluyor, bu hain girişimi öyle ya da böyle engelliyorlardı. Zavallı çocuğun sonunu ise küçük bir sakarlık getirmişti. Bir gece yanlışlıkla prizden çıkan bir fiş, kâbusu kontrol edilemez bir hale getirmiş ve çocuğu ‘onların’ eline teslim etmişti. ‘Onlar’ da bu teslimiyetin keyfini sürmüş, günler boyu amaçladıkları şeyi nihayete erdirmişlerdi. Oğlan rüyada kafasının koparıldığına şahit olmuştu. Dakikalar sonraysa gece bir çığlıkla yarılmış, gerçek dünya ise bazı şeylerin koparılışını izlemek zorunda kalmıştı. Çocuğun fişini çekip, dünyasını karartmışlardı. Bu Sıfır’ın çözemediği ender davalardandı. “Evet, hatırlıyorum...” diyebildi yalnızca. “Bunun ne zaman olduğunu anımsıyor musun peki?” “Elbette! On yıl evvel 14 Şubat’ta! Ama bunun ne önemi var Ege?” Adam biraz duraksadı. Dillendireceği şeyden sonra, deli damgası yemekten korkacak bir insana benzediği söylenebilirdi. Ama tabii ki bu çok yanlış bir tanımlama olurdu; çünkü onlar Birim Sıfır’dı. “Her kabartmanın altında bazı sayılar var. En azından onların sayı olduğundan şüpheleniyorum. Ve anladığım kadarıyla, bunlar tarih. Her kara olayın bir tarihi var bunların üzerinde! Nedense burada da 14 Şubat yazdığını düşünüyorum. Bir şey bana böyle düşünmemi emrediyor. Garip gelecek ama... Ben de buna inanıyorum. Deniz, bir bakar mısın şunlara? Belki senin anlayabileceğin dildedir.”

127


Birim Sıfır

Rehber Ege’yi dikkatle dinledikten sonra yanına geldi. Bir süre tabuta

bakındı,

bir

şeyler

mırıldandı.

Gözlerini

kıstı,

parmaklarını

kabartmaların üzerinde gezdirdi... Sonunda da, “Evet, haklısınız. Bunlar tarih. Köy halkının kadim dediği şeylerden birisi de bu. Sayıları anımsıyorum vee... Bu gerçekten de 14 Şubat’a karşılık geliyor! Hiç bilmeden, bunu nasıl çıkarabildin?!” Ege başını iki yana sallamakla yetindi. Yapabilecek bir açıklaması olsa, zaten en başta yapardı. Şimdi salondaki arayış daha farklı bir boyut almıştı. Deniz Ada her tabutun başına geliyor, tarih hakkında bilgiler veriyor; ekip de buna göre olayın yaşanıp yaşanmamışlığını kontrol ediyordu. Bu hem yorucu, hem de vakit alan bir süreçti. Yine de gerekliydi. Yetilerin tabutları, birer kâbus antolojisi gibiydi... Sırayla tüm tabutlar kontrol edildi. Hepsi yaşanmış olaylardı. Sona yalnızca tek bir tabut kalmıştı; ki bu da Murat’ın içini karartan şu meşhur kabartmalarla süslüydü. ‘Kıyametin resmi’ olmaya aday olan...

128


III KIYAMETİ KIYAMETİN RESMİ RESMİ 12 Şubat 2010 – 20.49 Mağarada

Mağarada zamanın kumları bir başka akıyordu sanki. Đçeri girdiklerinden beri altı saat geçmişti, ancak onlar ne acıkmış, ne susamış, ne de başka bir ihtiyaca gereksinim duymuşlardı. Filmlerdeki süper kahramanlar gibi, macera sırasında asla ihtiyaç molası vermez bir hava hâkimdi yüzlerine. Ama bunun tek sebebi, kuşkusuz o mağaraydı. O, yapay mağara. Ekip son tabutun başında dururken, saate bakma ihtiyacını duyan Dize olmuştu. Haliyle şu an havada asılı kalan hayret nidası da ondan geliyordu. “Zaman kavramı bile yitmiş, yazık... Ama bu son rölyef... Asıl yazık olan işte bu! Đşte Şambala bu!”


Birim Sıfır

Murat parçalara ayrılmış Güneş’e bakarken ruhunun derinden titrediğini rahatlıkla hissedebiliyordu. Bu titreyiş parmaklarına vurunca, ellerini kabartmaların üzerinden çekip cebine gönderdi. Diğerleri görsün istemiyordu. Deniz Ada haklıydı. Geniş

tabut enine boyuna

incelendi. Herkes

kafasında bir

çözümleme yapmaya çalışırken, asıl bomba Gizem’den geldi: “Şunlar Peri Bacaları değil mi ya?” Kızıl’ın işaret ettiği noktaya gözlerini diken Dize, “Aynen öyle,” diye onayladı. “Peki sonraki karede yükselen şey de...” “O da bir peri bacası.” “Ve sonraki karede güneşe doğru giden...” “O da...” “Güneşi parçalara ayıran...” “Hı-hı.” “Küçük parçalara...” “Ve boşluk!” Đki kadın birbirlerini tamamlayan konuşmalarının ardından, yalnızca birbirlerine bakabildi. Ve boşluk...

***

130


Cilt 2

Murat ‘kâbus antolojisi’nin en güzide parçasına baktı. Đşte kâbusların şahı, tam karşılarında duruyordu. Adamın bunca yıllık kariyeri sonucunda inandığı bir şey vardı. Ona göre; gerçek olmayan sorgulanmaya başlandığında, gerçekten sıyrılıp rüyaya dalmak işten bile değildi. Rüyalar ise eşsiz tuzaklarla bezenmiş, cehennemin uzantısı olabilirdi. Murat kâbuslarda kaybettikleri o oğlanı hatırladı. Onun sorumlularını hatırladı. Buradaki yüzlerce tabuta kazınmış olayların getirdiklerini hatırladı. Ve Şambala’yı hatırladı. Ardından 14 Şubat 2010’da, tüm evrene verilecek olan şu armağan düştü aklına. Güneşe doğru yükselen bir baca... Ve boşluk! Artık ‘şah kâbusu’ ile yüzleşmenin vakti gelmişti.

13 Şubat 2010 – 00.07 Kapadokya / Peri Bacaları

Kadın sekiz yıldır hayatından bir türlü eksik edemediği sigarasından bir fırt daha çektikten sonra, bakışlarını yeniden bacalara çevirmişti. Rehberini ekmek ve bekçileri atlatmakla fazlasıyla vakit kaybetmişti. Aslında son günlerinin hepsini bu kükürt kokan aptal bacaların arasında geçirdiği için hayli sinirliydi. Taylan Bey’in onu bir hiç uğruna buraya göndermiş olacağına inanmak istemiyordu. Yine de vakit geçtikçe hiçbir şeye ulaşamamak kadının sinirlerini yıpratmıştı.

131


Birim Sıfır

Sarıya boyalı saçlarını bir eliyle gözlerinin önünden çekmeye çalışırken, diğer eliyle de sigarasının külünü silkeledi. Bu görev onun aşırı titiz havasından oldukça uzaklaştırmıştı. Sonradan yine eski titizliğine dönmek için epey zorlanacağını tahmin ediyordu. Tuttuğunu koparan o kadın, kaç gündür tutacak bir şey bile bulamamaktan dolayı duyduğu rahatsızlıkla, bir çakıl taşına tekme attı. Taş haliyle kendisine rastgele bir hedef belirledi ve o hedefe doğru seke seke uçtu. Yirmi puanlık atış, Nehir’e son derece garip bir şey kazandırdı. Kadın, çakıl taşının çarptığı bacanın yüzeyi etrafında bir takım dalgalanmalar görür gibi olmuştu. Hayretle bacaya doğru yaklaştı. Sigarayı tuttuğu elini taşa doğru yönlendirdi. Đçinde tatsız bir his vardı. Sanki bir şeyler bunu yapmamasını söylüyordu. Ama bir gazeteciye bunu söyleyemezdiniz. Ya da söylemeniz onu engellemezdi. Nehir’i de engellemedi. Sigaranın yanan ucu bacaya hafifçe temas etti. Bacanın yüzeyi, aynı çakıl taşının çarpışında olduğu gibi dalgalandı. Đşte tam da o sırada duydu düdük sesini! Bir bekçi onu görmüş olmalıydı, fenerini kadına doğru sallayarak anlamadığı bir şeyler bağırıyordu. Nehir için koşma vaktiydi. Sigarasını fırlatıp koşmaya başladı... Dakikalar sonra, bekçiyi atlatıp yeniden aynı bacanın önüne geldiğinde; hiçbir gariplikle karşılaşmadı. Doğru bacaya dokunduğundan emindi. Ama o sırada her ne olduysa, şimdi olmuyordu. Oradaki şey ya yer değiştirmiş, ya da tamamen kapanmıştı.

132


Cilt 2

Nehir yine de hayal gördüğünü düşünerek kendisini rahatlatma yolunu seçti. Sonuçta gecelerdir uykusuzdu. Belki bu gece az da olsa uyuyabilirdi. Derken telefon çaldı...

13 Şubat 2010 – 14.59 Kapadokya

Birim 2012 yılında biten Maya Takvimi misali sonlanan ‘Kâbuslar Antolojisi’nin sırrını çözdükten sonra, apar topar Türkiye’ye dönmüştü. Yine çeşitli aktarmalarla, oradan oraya sürüklenmiş; ardından da Nevşehir’e varmayı başarabilmişlerdi. Mağaradan çıkışlarında bir problem yaşamamışlardı. Yetişkin olduklarını bildikleri kaçak yetiler, derslerini almış bir edayla, onlardan uzak durmayı tercih etmişti. Zaten Sıfır da özel olarak onları aramamıştı. Deniz Ada’yı köye bıraktıktan sonra (Gizem bir ara ortadan kaybolur gibi olmuştu.), bavullarını toplayıp çıkmışlardı yola. Murat telefonunun çekmeye başladığı anda, Taylan Bey’i arayıp durumdan haberdar etmişti. Taylan Bey de sanki böyle bir şey bekliyormuşçasına onaylamış, son kâbusun tarihinin açıklanmasına ise kısa bir “hımm” ile tepki vermişti. Ardından Nevşehir’e vardıklarında, Nehir’e haber vermelerini istemiş; kadının zaten böyle bir durumu beklediğini çıtlatmıştı. Murat bunların hepsi hakkında, Taylan Bey’in daha önce bilgisi

133


Birim Sıfır

olup olmadığını sorduğundaysa, adamdan, “Sadece bazı tahminlerim vardı,” cümlesini alabilmişti. Genç polis, bu tahminlerden hiç ama hiç haz etmemişti. Konuşmayı biraz daha uzatıp, bilmedikleri başka şeylere ulaşmaya çalıştığındaysa; Taylan Bey’in de pek fazla şey bilmediğini anlamıştı. Gerçekten de bazı tahminler olmalıydı. Murat durumu arkadaşlarına açtığında, onlar da şaşırmış, diyecek pek fazla şey bulamamıştı. Sonuç olarak Deniz’le yollarını ayırdıktan sonra, yaptıkları beyin fırtınalarıyla bir arpa boyu yol kat edememişlerdi. Nehir’e de telefon edilmiş, kadının neler bulabildiğini öğrenmeye çalışmışlardı. Genç gazetecinin sıra dışı bulduğu tek şey, havadaki haddinden fazla kükürt kokusu olmuştu. Yeti davasını ikinci plana itmiş, yerine dünyayı kurtarmak gibi daha sıradan bir göreve atılmışlardı. Her zaman göründüğünden fazlasını saklar dünya, demişti Dize. Haklıydı da. Çıktıkları tatilde, önce yerel bir suç olayını; ardından da gerçek bir kıyameti durdurmak zorunda kalmak, kaç kişiye nasip olurdu ki? Üçüncü uçak aktarmasından önce, Dize şöyle bir soru yöneltmişti: “O baca, Güneş’i nasıl yok edebilir ki? Sonuçta ona yaklaşmadan önce eriyip un ufak olmalı. Güneş’ten bahsediyoruz! O sıcaklığa nasıl dayanabilir ki?! Üstüne bir de onu parçalara ayıracak ha...” O an hepsi bu mantıklı izaha inanmak, kıyametin kapılarında olduğu fikrini;

bahçelerinden

atmak

istiyordu.

Ama

Deniz’in

sözleri

de

akıllarındaydı. Atlantis’i suların altına gömen bir ırkın devamından bahsediliyordu. Đş Şambala’ya gelince, böyle kötü bir şakanın olma ihtimali sıfırdı. Onlar bir şekilde Güneş’e kadar sapasağlam gidecek bir alet

134


Cilt 2

yaratmış, üzerine de o parlak yıldızı parçalara ayıracak bir yok edici mutlaka yerleştirmişlerdi. Birim buna inanıyordu. Ve tam olarak böyle olmasa bile, muhtemelen buna yakın bir şeyler onları bekliyordu. Onları bekleyen bir başka şey de, yorgun argın bir gülümsemeyle havaalanının çıkışındaki Nehir’di. Yine de o bekleyen, Ege’yi görünce istemeden gülümsemeye başladı. Ege de ona gülümsedi. “Đşte büyük buluşma,” diye mırıldandı Gizem. Diğerleri başlarıyla onayladıktan sonra, arkadaşlarının yanına doğru yürümeye başladı.

13 Şubat 2010 – 17.22 Kapadokya / Peri Bacaları

Nehir havaalanından Peri Bacaları’na kadarki yolda çok az konuştu. Ege kadının en az üç gecedir uyumadığını rahatlıkla anlayabilmişti. Hayli yıpranmış görünüyordu, saçları birbirine girmiş, gözleri kızarmış ve altlarındaki torbalar ağzına kadar dolmuştu. Yine de Ege kadının gülümserken ne kadar sevimli olduğunu görebiliyordu. Bazı şeyler hiç değişmiyordu. Taylan Bey, Sıfır’ı tatile göndermeden birkaç gün önce Nehir’den Peri Bacaları’na gitmesini istemişti. Net bir neden bile göstermeden üstelik. Kadın havadaki olası haber kokusunu aldığından, zaten pek fazla direnmemiş; hemen yola çıkmıştı.

135


Birim Sıfır

Birkaç gündür pek fazla şey bulduğu söylenemezdi. Bacaları farklı farklı rehberlerle gezmiş, yetmemiş üstüne ‘girilmesi yasak’ yazan her türlü yere girmiş, yine yetmemiş şehir kütüphanesinden oranın tarihsel gelişimi ve bacaların oluşumu hakkında çeşitli bilgiler edinmişti. Yine de tek olağanüstü şey, o kahrolası kükürt kokusuydu. Ve belki de o ‘dalgalanma’... “Peki nereden başlamayı düşünüyorsunuz?” Murat başını iki yana salladı. Đçinde mağaralara girmeden önceki gibi bir his vardı. Plan program yine yoktu. Ama yine sanki her şey planlı ve programlıymış gibi rahat hissediyordu kendisini. Dize ve Ege de alışmıştı ortaklarının bu haline. Hatta Gizem, Tibet gezisinin adamın çakralarını açtığı hakkında bir espri bile yapmıştı. Ama Nehir bu konuda yeniydi ve adamın bu ciddi işe böylesine plansız bir şekilde girişmesini şaşkınlıkla karşılıyordu. Sonuçta Peri Bacaları ufukta göründü. Kiraladıkları -yine siyah bir cipti, Taylan Bey bu konularda oldukça cömert davranıyordu- araçtan indiklerinde güneş gökten düşmeye başlamıştı bile. Murat, Yarın da başımıza yağmasa bari... diye düşünmekten kendisini alamadı. Bu katıksız bir kıyametti. Üstelik sadece dünya için değil, bütün Samanyolu; bu kıyameti canlı canlı yaşayacaktı. Artık diğer gezegenlerde, ne kadar canlı varsa tabii. Bazı sorumluluklar, insanın yüreğine ağır bir yük gibi çöküyor; onları işten güçten kesiyordu. Ama aynı şey Sıfır çalışanları için geçerli değildi.

136


Cilt 2

Onların yürekleri, bu tarz şeyler için kaya gibi sertti. Onların üzerine çöken bu işi yapma aşkıydı. Ve belki... belki biraz da endişe. Murat Nehir’e dönerek, “Şambala acaba yarının Sevgililer Günü olduğunu biliyor mudur?” diye sordu. “Tüm bunların sebebi, şu sümbüllerin yiyişme heyecanıysa; bu iş bittikten sonra karşıma çıkan ilk sevgiliyi bir güzel pataklayacağım.” Dize kısık sesle ‘hıh’larken, Gizem de pis pis sırıtıyordu. Ege’nin aklı zaten başka yerlerdeydi. (Nehir’in tatlı suratına uzanıp, yanağındaki çapağı almak gibi.) Nehir’se yarın kopması son derece olası olay kıyametin arifesinde, yapılan bu geyiğin mantığını kavramaya çalışıyordu. Ardından farkında olmadan elini yanağına götürüp ovuşturdu. Çapak da öylece yere yuvarlandı. Ege mutsuzca iç geçirdi...

***

Hızla yükselen soluklar... Birbirini takip eden şehvet dolu dokunuşlar... Ayrılan iki dudak, bakışan gözler... “Gitmem lazım.” “Ama...” “Üzgünüm yakışıklı. O ‘işi’ başka zaman yaparız.” Kondurulan bir öpücük daha... “Peki öyleyse.” Birbirinden uzaklaşan iki beden... Kapıya doğru süzülen kadın... “Hey! Dur biraz!”

137


Birim Sıfır

Kapının kolunda asılı kalan parmaklar... “Sana vermem gereken bir şey var.” “Başka zaman dedim ya hayatım?” Đç çekiş... “Öyle değil...” Atılan birkaç adım ve verilen bir ziynet. “Sanırım bunun için öldürüleceğim.” “Seni anımsamam için mi bu?” “Hayır... Sonu durdurmak için.” “Hangi sonu?” “Git.” Kızıl, huzursuz bir şekilde uyandı. Gördüğü rüyayı algılamaya çalışıyordu. Deniz Ada’yla yiyişmiş miydi? Belki kısa bir ön sevişmeydi... Ya bu ne ara olmuştu? Mağaradan döndükten sonra, apar topar yola çıkmamışlar mıydı? Sanki... Sanki bir on dakika ortalardan kaybolduğunu anımsar gibiydi. Sevgilisiyle buluşmaya mı gitmişti? O herif ne ara sevgilisi olmuştu ki?! Bazen şehvetine söz geçiremiyordu. Yine de yumuşak dudakları anımsar gibiydi. Sonra adamın verdiği ziyneti anımsadı. Nereye koymuştu? Telaşlı bir arama sonunda buldu ziyneti. (Sutyeninin içine koymuştu.) Bu köy liderinin alnında gördükleri mücevherdi. Donuk kahverengi... Deniz Ada, “Bunun için öldürüleceğim,” derken ciddi olmalıydı. Köyün yöneticisinin ziynetini, bir kadına neden hediye etme ihtiyacı duyardı ki insan? Ardından adamın, “Sonu durdurmak için,” diyişini anımsadı...

138


Cilt 2

“Hangi sonu?” demişti. Hangi son olacaktı, yarınki sonu! Peki bu zımbırtının, ne gibi bir yararı olacaktı? Yataktan çıkıp arkadaşlarına haber vermek üzere odayı terk etti. Ziynet parmakları arasında kımıl kımıldı.

***

Ekip

Peri

Bacaları’na

vardığında,

Murat

ısrarla

oradaki

pansiyonlardan birisinde kısa bir süre dinlenmeleri gerektiğini söylemişti. Bu

yorgunlukla

hiçbir

şeyi

bulamayacakları

kanaatindeydi.

Ayrıca

üzerindeki kendinden eminlik hissi de hâlâ etkisini gösteriyordu. Böylece birkaç saatliğine gözlerini dinlendirmek, duş almak ve üstlerini değiştirmek için bir pansiyona girmişlerdi. Murat Gizem’i elindeki ziynetle odasının kapısını yumruklarken bulduğunda da hiç şaşırmamıştı. Kadın onca saat göğsünde taşıdığı mücevherden, kendisinin nasıl farkında olmadığını ya da o olayı neden anımsamadığını sorduğunda -olayı olduğundan oldukça farklı bir şekilde aktarmıştı Murat’a- Murat da bir açıklama getirememişti. Ona göre şimdi ellerinde bir anahtar vardı. Artık Şambala’nın karşısına dikilme vakti gelmişti. Artık şu müstakbel kıyamete ‘dur’ demenin vakti gelmişti. Artık tahtadaki bütün küçük taşlar yenmiş, sıra büyük taşlara kalmıştı. Yine de satrançta hangi taşın, ne zaman yenileceği hiç belli olmazdı. Sıfır’ın son hamlesi yaklaşmıştı.

139


Birim Sıfır

***

“Havadaki kükürt hakkında bir açıklama yapan olmadı mı?” diye sordu Murat. “Şu büyük adamları bilirsiniz. Eriyen buzullar, küresel ısınma, ozon tabakası... Mantıklı açıklamalar zinciri bu şekilde uzayıp gidiyor.” Nehir konuşurken hayli aşağılayan bir ses tonu kullanmıştı. Murat kadını başıyla onayladı. Dize, “Hâlâ nereden başlayacağımız hakkında bir fikrin yok mu Murat?” dedi. Adam Gizem’in verdiği ziyneti cebinden çıkartarak, “Buradan başlayacağız,” diye yanıtladı. Genç polis arkadaşlarına Gizem’in sadeleştirilmiş bir şekilde anlattığı- olayı çoktan anlatmıştı. Yine de Dize’nin bazı şüpheleri vardı. “Onu kafana takacaksın ve bir anda görünmez olan, görünür mü olacak?” Murat bir süre düşündü. “Büyük ihtimalle öyle olacak. Bu ziynet,” bu sırada parmakları mücevherin kahve taşını okşuyordu, “nesillerdir o herifin ailesinde olmalı. Babadan oğla geçmiştir belki, kim bilir? O köyün bazı şeylerin farkında olduğu fikrine katılıyorum. Belki ataları Agarta’yla tavla atıyordu... Yani, en azından bir iletişim içerisinde olmalılar. Bunu da bugün için verdiler. Agarta da en az Şambala kadar kurnaz. Kâbus Antolojisi’nden haberdar olmalılar. “Karşılarına doğrudan çıkamasalar da, biz piyonları sayesinde canla başla mücadele etmeye devam ediyorlar. O rüya da, bu taş da onlardan

140


Cilt 2

bize armağan. Artık yapabilecekleri bir yardımın kaldığını sanmıyorum. Yine bir başımızayız.” Açıklamasını bitirdikten sonra, Alnındaki siyah saçları yukarı itip, taşı aynı köyün lideri gibi alnına yerleştirdi. Karşılarında Peri Bacaları bütün heybetiyle yükseliyordu. Murat arkadaşlarına dönüp, “Nasıl oldum?” der gibi bir bakış attı. Gizem dişlerinin arasından bir ıslık kopardı, Ege de esaslı bir kahkaha atıverdi. Nehir ve Dize sadece başlarını sallıyordu. Adamın açıklaması son derece mantıklıydı; ancak yeniden bir başlarına olma fikri onları korkutuyordu.

13 Şubat 2010 – 20.39 Kapadokya / Peri Bacaları

Artık hava iyice kararmış ve Murat’ın deyimiyle, “Saha avantajlarını kaybetmişlerdi.” “Hâlâ üç saatten fazla bir zamanımız var,” diye mırıldandı Ege. “Tam gece yarısı olacağını nereden biliyorsun ki?” Dize bu cümleleri büyük bir umutla kurmuştu. “Bilmiyorum...” Turistler yavaş yavaş otellerine çekiliyor, Bacaları aydınlatan ışıklar birer birer sönüyordu. Murat pansiyona uğramadan önce, gerekli kişilerle konuşmuş ve gece araştırması için izinleri almıştı. Yine de birkaç gece bekçisine durumu izah edene kadar epey zaman kaybettiler. En sonunda

141


Birim Sıfır

Murat üçüncü bekçinin boğazına sarılmaya teşebbüs ettiğinde, bu dertten de böylece kurtularak yollarına devam ettiler. “Harbi bacaymış bunlar,” dedi Gizem. Nehir başıyla onayladı. “Ee Murat, bacalarda bizim gördüğümüzden farklı bir şey görebiliyor musun?” Adam cevap vermek yerine çevresindeki taştan yapıları iyice inceledi. Bunlar da mı doğa eseriydi? Şambala’nın buralarda olduğu fikri, bazı şeylerin ‘doğal’ olma ihtimalini hayli düşürüyordu. Onca yıl lisede öğretilen bilgiler yanlış mıydı? Yanardağlardan püsküren lavlar, yumuşak bir tüf tabakası oluşturmamış mıydı? Tüfler yeniden lavlanıp bazalt bir tabaka oluşturduktan sonra, yağmurlar-rüzgârlar gibi faktörlerle bu bacalar oluşmamış mıydı? Bu da mı yalandı lan! Murat yirmi adım ötesindeki bacaya baktı. Bunun da diğerlerinden pek farkı yoktu. En azından ilk bakışta. Onca yapının arasında neden doğrudan ona baktığını bilmiyordu. Ama bu histen son derece rahatsız olduğu açıktı. Gözlerini kısarak bacaya yaklaştı. Diğerleri de onu takip ediyordu. Baktı... Baktı... Ve baktı... Ardından da konuştu. Sesi hipnotize olmuş gibiydi. “Şunu görmüyor musunuz?” “Neyi, görmüyor muyuz Murat?” dedi Ege. Adamın sesi fısıltıya dönüştü, dediklerini esen sessiz rüzgâr dışında kimse duymadı. “Seni anlayamıyoruz Murat! Bir açıklama yapar mısın artık?” Konuşan Dize’ydi. “ABYSSUS ABYSSUM ĐNVOCAT.”

142


Cilt 2

Sadece sessizlik. “ABYSSUS... ABYSSUM... ĐNVOCAT...” Ardından Murat dizlerinin üzerine çöktü, elleri tam karşısındaki bacaya uzanmış, yüzünde yalvarır gibi bir ifade vardı. Ege hemen arkadaşının yanında bitti, ama onun bayılmasına engel olamadı.

***

Murat gözlerini açtığında etrafının bu kadar kalabalık olmasından son derece rahatsız oldu. Bunu fark eden Gizem, “Çekilin kenara da adam biraz hava alsın!” diye azarladı. Kızıl hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Adamın yüzünü ellerinin arasına aldıktan sonra, “Đyi misin?” dedi. Dize rahatsız bir şekilde kıpırdanmasına rağmen, durumun hassaslığından ötürü ses etmedi. “Evet, sanırım... Bana ne oldu?” “Bir şeyler dedin ve bayıldın. Ne olduğunu anlayamadık. Kendine gelmen için şu ziyneti çıkartmamız gerekti.” Murat’ın eli istem dışı olarak alnına gitti. Sonra gözler öfkeyle kısıldı, “Siz ne yaptınız!” Anlamamış bakışlar Murat’a döndü. “Onu çıkartmamalıydınız. Şimdi yeniden başlamamız gerekecek!” “Neyden bahsediyorsun dostum?” dedi Ege. “Giriş... Girişin yeri değişti! Şimdi onu yeniden takmam, kapıyı yeniden bulmam ve bayılmamaya çalışmam lazım! Harikasınız...”

143


Birim Sıfır

“Biraz sakin olur musun Murat?” Dize’nin de sesi öfkelenmeye başlamıştı. “Sana bir şey oldu sandık. Üstelik buna karşı bizi uyarabilirdin! Her şeyi tek başına sırtlanamazsın! Biz bir ekibiz, unuttun mu?!” Murat bir şeyler diyecek gibi oldu. Sonra bundan vazgeçip sustu. “Haklısın. Özür dilerim.” Dize’nin alevi, suyla söndürülen kamp ateşi misali cazırdayarak söndü. “Ne demek...” Ege arkadaşını yerden kaldırdıktan sonra, “Dediklerinin ne anlama geldiğini biliyor musun?” “Bu bir öğüttü. Yanlış bir adım, başka bir yanlış adıma yol açar. Ya da, tam tercümesiyse, ‘Cehennem cehennemi çağırır.’” Murat Gizem’e dönerek, “Bunu nereden biliyorsun?” demek istedi. Sonra bundan vazgeçti. Kızıl’la yaşamaya alışkındı, ama bazen hâlâ bocalayabiliyordu. Kadın adamın yüz ifadesine bakarak sırıttı. “Bazı bilgilerin tek sahibi sen değilsin, değil mi?” “Öyle görünüyor.” Yine de genç adam, Gizem’in ziyneti alnına takmasına engel olamadı. “Hem zaten bana verilmişti, sana değil.” Dize dil çıkartan Gizem’e baktıktan sonra sırıttı. “Artık başlayalım mı?”

***

144


Cilt 2

En önde Gizem, arkasında Sıfır bacaların arasında dakikalarca dolandılar. Murat bunun çok yanlış bir seçim olduğu hakkında, uzun uzadıysa konuştuysa da kimseyi ikna edemedi. Gözler Kızıl’da, kulaklarsa Murat dışında her ayrıntıya odaklanmaya ayarlıydı. “Bu kükürt beni öldürecek,” dedi Dize. Gizem kadına cevap vermek için döndüğünde, vereceği cevabı yuttu. Gözleri irileşti ve ağzından şu bilindik sözler döküldü... “ABYSSUS ABYSSUM ĐNVOCAT.” Murat ve Ege aynı anda kadının kollarına girdiler. Ama Kızıl zaten bayılmadı. Bir an başını salladı, sesli bir şekilde yutkundu. Ertesinde transtan çıkmıştı. “Beni kendinle karıştırma zayıf oğlan.” Adam ağzını açamadan, “Kapı orada,” dedi kadın. Hep birlikte Gizem’in işaret ettiği bacaya baktılar. Ve Gizem hariç hiçbirisi bahsedilen kapıyı göremedi... Murat kadını çok iyi anlıyordu. “Ziyneti kullan.” Kızıl da öyle yaptı. Parmakları mücevherin soğuk yüzeyine dokundu. Ve yumuşak taşların üzerinde, sanki tebeşirle çizilmiş uyduruk bir kapı peyda oldu. Gizem kapıyı nazik bir şekilde tıklattı ve, “Biz geldik Şambala, kapıyı açar mısın?” dedi. Kapı açılmadı. Kadın yüzünü buruşturduktan sonra, çizgileri tebeşirimsi bir edaya sahip kapıya tekme attı. Ve taş geriye doğru savruldu. “Ne yapabilirim, laftan anlamıyorlar.”

145


Birim Sıfır

13 Şubat 2010 – 21.46 Baca

Aynı Tibet’teki o mağara gibi, bu dehlizler de yerin aşağısına doğru gidiyordu. Aynı teknoloji, aynı hava, aynı loşluk... Đnsan Şambala gibi bir oluşumun daha yaratıcı olmasını bekliyordu. Kimse konuşmuyor, kimse soru sormuyor, kimse neden bir planımız yok? diye düşünmüyordu. Hepsi bu maceranın ta en başından beri süregelen şeyin farkındaydı. Akışına bırakıyorlardı. Bu zamana kadar nehir öyle ya da böyle hep kendilerinden yana akmışlardı. Ama vakit daraldıkça, nehir de hırçınlaşmaya başlamıştı; artık bu yabancı insanları sularından atmak istiyordu. Nehir alelacele eline tutuşturulan silaha bakıp duruyordu. O ne anlardı silahtan? Yine de havadaki haber kokusu bunu sorgulamasını engelliyordu. Hem dostları da yanındaydı, kendini yatağındaymışçasına huzurlu hissetmemesi için hiçbir neden yoktu. Ya da o tiz ses ortaya çıkmamış ve o kükürt kokusu kusmalarına neden olmasaydı. Aynı anda kusmak ve aynı anda irkilmek Sıfır için yeni bir tecrübeydi. Bu tecrübenin tadına varamadan yer de sallanmaya başladı. Dize iki büklüm bir vaziyetteyken, saate bakabilecek gücü bulabildi kendisinde. Buna neden gerek duyduğu hakkında, en ufak bir fikri bile yoktu. “23.40!”

146


Cilt 2

Hepsi aynı pozisyonda donup kaldılar. Tibet’in buz gibi havası bile donduramamışken onları, bir saat söylevi kanlarının buz kesmesine neden olmuştu. Sesler derinlerden geliyordu. Ve o derinlere ulaşmaları bu halde mümkün gibi görünmüyordu. Murat bir yandan öğürürken, sırf bir şeyler yapmış olmak için silahına uzandı. Belinde yine küçük alev topları püskürten tabancası asılıydı. Sesin geldiği yöne doğru ateşledi onu. Loşluk bir süreliğine aydınlandı, mermiler duş yapan bir kadının, duş perdesini aralayan katil havasıyla araladı loşluğu. Ardından da söndü. Tiz ses ve bulantılarla birlikte. Hepsi birbirine baktı ve koşmaya başladı. Sesin sustuğu yere doğru, hayatları için koşmaya başladı.

***

Murat bu yaptığının, “Merhaba! Biz geliyoruz! Her ne yapıyorsanız bırakıp gelişimize hazırlanır mısınız acaba?” demek olduğunun farkındaydı. Hızlı düşünmeliydi, genç polis de öyle yapmıştı. Bu muhtemelen sonu bir süreliğine askıya alan bir hamleydi. Öyle umuyordu. Aynı Kâbuslar Antolojisi’nin bulunduğu mağaradaki gibi, geniş bir salona açıldı dehliz. Ve aynen Murat’ın da düşündüğü gibi, oradakiler her ne yapıyorsa bırakmış ve kötücül gözlerle onları beklemeye koyulmuştu. Sıfır ekibi o kötücül gözleri asla unutamayacaktı. Şambala tam karşılarındaydı.

147


Birim Sıfır

Biri hariç hepsinin beyaz doktor önlükleri vardı. Yüzleri maskeliydi ve bu maskeyi tasvir etmek hiçbir ölümlünün harcı değildi. Sadece iki geniş daire ve bir enine çizgi... Önlüklülerden sekiz tane vardı. Asıl ürkütücü olansa onların tam ortasındaki adamdı. Üzerinde kahverengi bir cüppe vardı. Bu oldukça bol olmalıydı, bornoz gibi duruyordu çünkü. Adamın Murat onun adam olduğunu var saymıştı- boğazından, yanaklarından, alnından ve kollarından irinler damlıyordu. Yüz derisi öyle inceydi ki, rahatlıkla kafasındaki kemikler sayılabilirdi. Saçları yoktu. Đrinler oralardan da süzülüyordu. Yalnızca tek bir gözü vardı ve o da yarı yarıya kapanmıştı. Bu gözün kesinlikle insanlıkla ilgisi yoktu, gümüşi bir renkte parlıyordu. Ayakları çıplaktı. Şişmiş ve morarmıştı. Belki de hep şiş ve mordu, kim bilir? Sıfır’a baktı ve sırıttı. “Hoş geldiniz çocuklar. Kapıyı çaldığınızı duymuştuk zaten, sonraki gürültüye gerçekten hiç gerek yoktu.” Sesinde çamursu bir hava vardı. Murat bunu başka bir kelimeyle anlatabileceğini düşünmüyordu. Çamursuydu... O kadar. “Şansımıza sıçayım. Şambala’nın şahıyla karşılaşmak zorunda mıydık?!” diye öfkeyle soludu Ege. “Seni hayal kırıklığına uğratmak istemem ihtiyar. Ama bazı şeylere açıklık getirmemiz gerek... Bu gece şans sizden yana değil... Bu gece şans yıldızlardan yana değil... Bu gece, cılız yaşamlarınızın hiçbir şansı yok. Çünkü bu gece, şans bile şanssız.” O yüzden ediyoruz ya içine, diye düşündü Ege. Yine de bunu dillendirmedi. Üstelik kendisine gelen ‘ihtiyar’ lafını da sineye çekmişti. Cevap vermek yerine Nehir’i iyice arkasına çekip Murat’a yanaştı.

148


Cilt 2

“Bunu neden yapıyorsunuz?” diye sordu Murat. Zaman kazanmaya çalışıyordu. “Sonu neden bu kadar çok istiyorsunuz?” Bay Đrin bir süre düşündü. “Aslında bu son bizim değil, sizin sonunuz. Belki birkaç gezegende daha yaşayan ufak ırkların da. Ama kesinlikle bizim değil. Biz Güneş’siz de yaşarız. Havasız da, susuz da. Biz sadece var oluruz, kardeşim. Ve biz sadece yok ederiz. Bugün buraya, bizi durdurmaya geldiniz. Yapabileceğiniz tek şey ise; eliniz kolunuz bağlı, bizi izlemek olacak. Şambala’yı durdurmak için, bir avuç insandan daha fazlası gerekir.” “Ya Agarta’nın da bizim yanımızda olduğunu söylesek?” diye diretti Murat. “Ya sandığınız gibi, gecenin tek kudretlisi siz değilseniz?” Gözleri kısılan Bay Đrin, öfkeyle tısladı. “Onların adını ağzına alma insan! O korkakların adını ağzına alma! Her ne düşünüyorsanız, doğru değil. Onlar kendilerini asla göstermez. Hele sizin gibi cılız insanlara, asla yardım etmez!” Genç adamın diyebilecek başka bir sözü kalmamıştı. Hâlâ umutsuzca şu mucizeyi bekliyordu. ‘Akışına bırak!’ olayı yavaş yavaş yalan olmaya başlamıştı anlaşılan. Nehir artık iyice öfkelenmiş, farkında olmadan tırnaklarıyla avucunun içini kanatıyordu. “Bunu nasıl yapacaksınız?” Dize sesinin titremesine izin vermeden konuştuğu için kendisini tebrik etti. “Ah... Size de merhaba küçük hanım. Basit. Küçük bir tıkla.” Đrinle ıslanmış ellerinin arasında bir kumanda belirdi. Uzaktan kumandalı arabalarınkine benziyordu. Uzunca bir anteni eksikti bir tek.

149


Birim Sıfır

“Yani siz bir bacanın, koca Güneş’i gerçekten yok edeceğine inanıyor musunuz?” “Tibet’te ne gördüğünüzü biliyorum. Herhalde şu peribacalarından bir tanesini oraya göndereceğimizi ve o ufak şeylerin Güneş’i yok edeceğini beklediğimizi

sanıyorsunuz.

Đnsanların

düşünce

şekline

gerçekten

hayranım. Bir bacayla, onu yok edemeyiz. Ama zaten bizim de göndereceğimiz bir baca değil. “Ağzına kadar patlayıcıyla doldurulmuş, koca bir dağ sırasını göndermeyi planlıyoruz. Himalayalar’ı. Đçindeki Agarta’lı kardeşlerimizle birlikte. Yetilerimize yazık olacak. Onlar üzerinden çokça eğlenmiştik. Her neyse, anlarsınız ya; bir taşla iki kuş. Sadece Şambala’nın hüküm sürdüğü bir dünya. Sadece biz. “Son isteğimizde Atlantis sularla buluşmuştu. Bu defa nasıl bir felaket sizleri bekliyor bilemiyorum. Sonuçta binlerce metre yüksekliğindeki dağ sıralarını, yüzlerce kilometrekaresiyle birlikte; kökünden koparıyoruz. Yer kürenin canı epey acıyacak. Ve bizim efsunlarımız, o dağların Güneş tarafından yok edilmesini engelleyecek. Efsunlarımıza bayılıyorum.” Ekip, Bay Đrin konuştukça sararmaya devam etti. Bu kâbus tahmin ettiklerinden bile berbattı. Beyaz Kimseler de herhangi bir tepki vermeden, sabırsızlıkla bu konuşmanın sonlanmasını bekliyordu. Yine de herhangi bir aksiliğe karşı her an tetikte oldukları gayet belliydi. “Öyleyse... neden buradasınız? Neden Peri Bacaları?” Nehir çatlamış sesiyle ancak bunları söyleyebilmişti.

150


Cilt 2

“Nedeni şu kükürt. Peri Bacaları şu anda evrenin en güvenli yeri. Đçeri girdiğinizde zamanın ne kadar farklı bir şekilde aktığını anlayabilmişsinizdir. Kokunun nedeni evrenler arasına açtığımız kapıdan geliyor. Siz de zaten şu an dünyada değilsiniz. Bazen açtığımız kapılar pek nahoş bir kokuya sebep olabiliyor. Đdare edeceksiniz artık. Hem bizce yükselen bir Himalayalar’ın, yükselen bir bacadan hiçbir farkı yok. Kabartmaları hazırlayan arkadaşımız biraz esprili yaklaşmış olaya.” Her soruda, ayrı bir şekilde dumur olmak Sıfır’ı fazlasıyla bunaltmıştı. Hiçbirisinin aklına bir çıkar yol gelmiyordu. Şu an başka bir boyutta, Güneş’in yok olmasını mı bekliyorlardı? Murat sadece, “Hasssiktir!” diyebildi. Bay Đrin güldü, “Bu kadar gevezelik yeter mi?”

***

“Yani şimdi, dünyada değiliz öyle mi?” dedi Gizem. “Aynen öyle tatlım.” Bay Đrin sabırsızlanmaya başlamıştı. “Peki Büyük Şambala bundan mı ibaret? Hepiniz bu kadar kişi misiniz?” “Burası, evrenin en güvenli yeri demiştim. Pek çok güvenli yer daha var. Bu boyut, daha fazlasını kaldıramazdı. Diğer kardeşlerimizi başka evrenlere gönderdik.” Murat Kızıl’ın gözlerindeki parıltıyı gördükten sonra biraz umutlandı. “Öyleyse, son bir soru sorabilir miyim?”

151


Birim Sıfır

“Lütfen son olsun.” “Biz bu boyuta ait değiliz, bunu hissedebiliyorum. Ya siz, siz buraya ait misiniz?” Bay Đrin böyle bir soru beklemiyor gibiydi. Bu nedenle biraz duraksadı. “Biz bütün evrenlere aidiz. Biz her yeriz. Her şeyiz.” Öyleyse her evren, kendisine ait olmayanı kusar, diye düşündü Gizem. Kadının parmakları alnındaki ziynete gitti. Saçları ziynetin üzerine düştüğü için dışarıdan gözükmüyordu. Kızıl renkli dalgayı kaldırdığında, Bay Đrin epey şaşkın gözüküyordu. “ABYSSUS ABYSSUM ĐNVOCAT.” Kadının gözlerinin yalnızca akı kalmıştı. Ziynetinden kımıl kımıl şeyler fışkırıyordu. Kahverengi ipleri andırıyordu. Ya da Hint müziğiyle dans eden yılanları. Đpler mücevherden çıkıp zeminde cisimleşmeye başlıyordu. Bay Đrin öfkeli bir çığlık attı. Tam da o sırada, Murat’ın aklında bir cümle yankılandı. Kumandaya ateş et kovboy! Murat bunu ikiletmedi. Çünkü başka bir fırsatı olamayabilirdi. Alevler Bay Đrin’in elini sarıp mermileriyle aleti parçalarken; zemindeki maddeleşme işlemi de tamamlanmıştı. En az otuz parlak şey evrenler arasındaki yolculuğunu tamamlamış, onlara bakıyordu. Vücut hatlarını seçmek imkânsızdı, ki zaten uzun bir süre bakmak da imkânsızdı. Beyaz Kimseler durumu kontrol altına almak için o an Sıfır’a anlamsız gelen cümleler kurdu. Kimse hiçbir şey göremediği hâlde, herkes

152


Cilt 2

ortada bir hareketin olduğunu fark edebilmişti. Ziynetten çıkarak bütünleşen parıltılar, Beyaz Kimseler’e hücum ederken; birim yalnızca ayakta kalmaya çalıştı. Arada bir çıkan boğuk seslere rağmen hâlâ nelerin döndüğü hakkında bir fikirleri yoktu. En azından Gizem Kızıl hariç. “Burası şimdi gerçekten cehennemi çağrıştırdı,” dedi Kızıl. Sadistçe bir zevkle sırıtıyordu. Gözleri ışımanın arasındaki savaşta, parmaklarıysa Murat’ın omzundaydı. Bay Đrin’in öfkeli sesini yeniden duydu. Bu seste hiç de tekin olmayan bir şeyler vardı; ki çoğu zaman lakabı ‘Bay Đrin’ olan birisinden, tekin sözler duyamazdınız. Kızıl, ziynetten çıkanların henüz yeni oluştuğunu da hesaba katarak; Bay Đrin’in tekinsiz sesinin bazı kötü sonuçlara neden olabileceğini akıl edebildi. Bunu parlayanlar da fark etmiş olacaktı ki, Gizem’in aklında bir cümle çaktı. O da bunu dile getirdi. “Yere yatın!” Eğer yer ve gök bilinci olsaydı, Sıfır ekibi büyük ihtimalle yere yatardı. Çünkü şimdi her şey kararmış, delicesine bir kuvvetle sallanıyordu. En sonunda çürük bir diş gibi koptu ve o evrenden bazı şeyler silinmeye başladı...

14 Şubat 2010 – 03.05 Kapadokya / Peri Bacaları

“Neredeyim?” “Kapadokya, Peri Bacaları.” “Peki sen kimsin?”

153


Birim Sıfır

“Bekçi Hüseyin ben. Bayılmışsınız.” Murat ayağa kalkmaya çalışırken etrafına bakındı. Gözlerinin hâlâ kör olmaması mucizeydi. Neler yaşamışlardı öyle... O ışıklar, o karanlık... “Başka birisiyle karşılaştın mı Hüseyin Efendi?” dedi Murat yerden kalkmaya çalışırken. Bekçi adama yardım ettikten sonra, “He ya,” dedi. “Senin gibi dört kişi daha bulduk bu gece. Bir sorun yok ya beyim?” “Hayır... Bir sorun yok. Onlar nerede, söylesene?” “Bir pansiyondan bahsediyorlardı, tam bilmiyok.” “Sağ olasın, çok yardımcı oldun. Đyi görevler sana.” “Ne demek beyim, ne demek.” Murat bekçinin yanından ayrılıp pansiyona doğru yola koyuldu. Demek herkes sağdı. Telefonundan saate baktı. 03.09. Dünya yerindeydi. Muhtemelen Güneş de öyle. Gizem’in bunu akıl etmesi büyük mucizeydi. Zaten kendisi de mucize gibi kadındı. Ya ziynetten çıkanlar... Agarta mıydı? Bu ve benzeri yüzlerce sorunun yanıtları için, bir an önce pansiyona varmalıydı. Adımlarını sıklaştırdı.

14 Şubat 2010 – 03.27 Kapadokya / Bir Pansiyon

“Gerçekten de çok yaklaşmıştı,” dedi Nehir. “Her zaman çok yaklaşır,” diye yanıtladı Dize, gülümsüyordu. Gülüşü yorgun ama sıcaktı. “Bunu nasıl akıl ettin Gizem?”

154


Cilt 2

Kızıl Dize’nin övgü dolu ses tonunu büyük bir mütevazılıkla görmezden gelip, “Orasının kotasını doldurmak gerekiyordu. Ben de öyle yaptım. Ziyneti daha ilk elime aldığımda, içinde Agarta’dan bir şeyler olduğunu anlamıştım. Nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama... Ama sanki kımıl kımıldı. O köylü bunca yıl nasıl bir kuvvete sahip olduğunun farkında değildi sanırım.” “Köylüler yalnızca bekçi olmalı,” diye onayladı Ege. Ziynet o hengâmede kaybolmuştu. Belki de en iyisi buydu. “Sence Şambala yok mu oldu?” Gizem başını ‘olumsuz’ anlamına gelecek şekilde iki yana salladı. “Sanmıyorum. Orada olabileceklere dair sadece tahminlerim var. Yine de hepsi yok olsa bile, başka evrenlerde onların var olduğuna eminim. Ve bir şekilde, dünyamıza döneceklerdir. Ama ziyaret ettiğimiz evrende, ‘sağ’ kalanın olduğuna inanmıyorum.” “Peki ziynetin içinden çıkanlar? Agarta’nın kendisi miydi? Yoksa sadece ruhları falan mı?” “Sadece ruhları olamaz. Bence... -bu yine bir tahmin- Agarta bize kıyametten önce Şambala ile kapışması için yarattığı ordudan, küçük bir tabur gönderdi. Bir intihar taburu. Böylece kendilerinden hiçbir şey eksilmedi. Đnsanlık hâlâ güvende. Şambala’nın da toparlanması hayli zaman alır. Böyle, tozpembe bir şeyler işte...” Gizem Nehir’in sorusunu cevapladıktan sonra, gözlerini kapattı ve “Artık bana dokunmayın,” edasıyla uyuklamaya başladı.

155


Birim Sıfır

Ege buna rağmen Gizem’i de dürterek konuşmaya başladı. “Her ne olursa olsun, bu olay tamamen aramızda kalmalı. Đnsanlar Agarta, Şambala ya da şu ‘kâbusun sonu’ hakkında hiçbir şey bilmemeli. Var olan düzeni bozmak bize düşmez...” Dize onaylarcasına başını salladı. “Ne olursa olsun, ağzımızı kapalı tutmalıyız.” Murat

konuşmayı,

hiç

katılmadan

takip

etmişti.

Agarta’nın

yardımıyla, Şambala’yı susturmuşlardı. Dünya sona ermiyordu, en azından bu gece. Adam Agarta’nın zekâsına bir kez daha hayran kaldı. Đşlerin dışındaymış gibi görünüp, bütün işleri en ön saftan halletmek böyle olsa gerekti. Gerçekten de tozpembe bir son olmuştu bu. Ya yetiler ne olacaktı?

14 Şubat 2010 – 08.21 Küçükçekmece’de Bir Arsa

Parlayan şey, parlamayan adamın elini sıktı. Parlamayan, “Tibet’teki işi de hallettiniz değil mi?” dedi. “Pek tabii. Bu iyi bir ittifak oldu Taylan Bey.” Adam başıyla onayladı. “Evet, öyle oldu.” Ve asıl şimdi, her şey tozpembeye dönmüştü.

SON 156


SONSÖZ “Yasak Kütüphane” Sıfır’ın ilk cildi için bir şeyler yazmış olmak gerçekten inanılmaz bir histi. Ama bu inanılmazlığın tek bir sefere mahsus olduğu fikri ya da en azından sonraki sefere hayli zaman olması, içimdeki ‘açlık’ hissini bir türlü dindirmiyordu. O zevki bir kez daha tatmak istiyordum. Sonrasında Ozancan ile yaptığımız konuşmalardan birisinde, bir şeyler için hâlâ vaktin olduğunu öğrendim. Đstersem bir öykü daha yazabileceğimi söyledi. Yapıp yapamayacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Çünkü “Gölge Bilimi”ni upuzun bir zaman aralığında, rahat rahat yazmıştım. Ama şimdi önümde öyle bir zaman dilimi yoktu. Yine de bu zevkten mahrum kalmak istemeyen aç ben, ikinci cilde de kaçak olarak girme cesaretini gösterebildim. Sonuçta yazdım. Hatta bunu iki hafta gibi -benim için inanılmaz kısa- bir sürede yaptım. Üstelik bu süreçte, ilkokuldan beri yapmadığım bir şeyi yaptım. ‘Kütüphaneye gittim.’ Kendisini ‘yazar’ olarak gören birisinin onca yıl kütüphanelere neden uğramadığını sorabilirsiniz. Haklısınız. Buna verecek geçerli bir sebebim yok; belki biraz hafifletici itirazlar... Ama kesinlikle gerçek bir bahane değil.


Birim Sıfır

Elimizin altında internet varken, insanın kütüphaneye gitmek gibi son derece zahmetli(?) bir işe kalkışması; birkaç hafta önceye kadar bana da garip geliyordu. Gittim. O atmosferi soludum. Artık bambaşka bir düşünceye sahibim. Kütüphanede

yaptığım

araştırma,

öykümün

ana

damarlarını

oluşturdu. Eğer sadece internet ile sınırlı kalsaydım, muhtemelen kupkuru bir hikâye dökülecekti parmaklarımdan. Öyle olmadığını umuyorum. Bu öykü bana harika bir alışkanlık (o günden beri haftada en az bir defa kütüphaneye uğruyorum), inanılmaz doyurucu bir yazım süreci, normal şartlar altında belki de hiç öğrenemeyeceğim harika bilgiler ve yatışmış bir açlık hissi kazandırdı. Öylesine yazmak istediğim bir ‘yeti’ hikâyesinin bu boyuta erişmesinin tek sebebi, kuşkusuz ki o kütüphanedir. Bir ‘yeti hikâyesi’ fikriniyse, Đstanbul’u bir süre beyazlara boyayan kar yağışına borçluyum. Borçlu olduğum pek çok şey var. Umut ediyorum ki bu borcu, sizlere iyi bir öykü sunmayı başararak karşılayabilmişimdir. Teşekkür ederim.

Onur Selamet

158


YAZAR HAKKINDA

Onur Selamet,

1993 yılında

Kadıköy’de doğdu. Aklının ermeye başladığı andan

itibaren

annesinin

onun

için

uydurduğu masallar ve okuduğu kitaplar ile büyüdü. ‘Anneden kitap dinleme aşkı’nı zamanla o kadar abarttı ki; “Denizler Altında 20.000 Fersah” gibi eserleri bile bu yolla dinledi, sindirdi. Ve daha sonra bu görevi kendisi üstlendi. Yazmaya ise biraz daha geç başladı. Yine de ilkokul sıralarından beri çat pat bir şeyler karaladığı söylenebilir. Lisenin başlangıcıyla ‘yazma’ işinin ciddiyetini anladı. 2009 yılında yazdığı “Uykusuzluk Kulesi” adlı öyküsü, kendisi için milat oldu. Devam öyküsü olan “Kuzgun Damarı”yla, her ay Xasiork’ta düzenlenen öykü yarışmalarından birini kazandı. O, hayatın yazarak daha çekilebilir olduğunu düşünenlerden…


Birim S覺f覺r

160


SIFIR:

NEVROTĐK HAYAL Hüseyin Emre Coşkun


BEYAZ GÖLGELER Beşiktaş’ta Bir Ev

“Ne düşünüyorsun?” diye sordu Dize. Murat ortağını duymazlıktan gelmişti; sorusunu cevaplamadı. Gerçi vereceği doğru dürüst bir cevap da yoktu. Maktule bakarken, adamın çaresiz bakışları içine işliyordu. Bugüne kadar bir sürü insanın, hatta insan olmayan varlıkların bile canlarını öylesine yakmıştı ki… Ölmeden evvel acıdan bayılanları hatırlıyordu fakat hiçbirinin yüzü bu kadar korku dolu değildi. Yatağında ölü bulunan adam yaklaşık elli yaşlarında, saçları yarı yarıya dökülmüş ve içtiği sigaralardan ötürü olsa gerek üzerine berbat bir koku sinmiş, uzun boylu birisiydi. Olay yeri inceleme ekipleri odada delil ararken somut bir şey bulamamanın sıkıntısını yaşıyorlardı. Beyaz giyimli bu adamlar her bakışta Dize’ye hayaletleri hatırlatsa da, kadın bu durumlara o kadar alışmıştı ki, giysileri ona gülünç geliyordu. Nitekim aralarından bir tanesi bunu fark etmiş olacak, Dize’ye ters ters bakıyordu.


Cilt 2

Murat elini kaldırıp yaşlı adama doğru uzattı fakat birdenbire yapmakta olduğu şeyin yanlış olduğunu fark ederek bundan vazgeçti. Olay yeri inceleme ekiplerine dönüp, “Yüzündeki parmak izlerini aldınız mı?” diye sordu. Đçlerinden biri alındığını söyleyince Murat bu gibi diyalogları uzun süredir kurmadığını fark etti. Sonuçta Birim Sıfır metafizik olaylar ve suçlar üzerine kurulu bir birimdi ve böyle fiziksel bulgulardan pek yararlanılmazdı. Birim Sıfır’ın yeniden aktif hale getirilmesi sürecinde normal bir polis olarak çalışan Murat, her ne kadar olay yeri inceleme ekipleriyle böyle diyalogları tekrarlasa da, şimdiki konuşma ona tuhaf gelmişti. Hem bu adamların burada ne işi var ki, diye düşündü. Dize, Murat’ın adamlara bakışından ne düşündüğünü sezmişti anlaşılan. Ortağının kulağına eğilerek, “Ölüyü bulan, maktulün oğlu. Hemen polisi aramış. Birim Sıfır iletişim görevlisi işi boşlayınca, bizden önce Olay Yeri Đnceleme gelmiş,” diye açıkladı. Murat duyduklarına pek anlam veremedi. Babasını ölü bulan her adam polisi arayıp olay yeri incelemenin gelmesini mi isterdi? Saçmaydı bu. Evet, hem de çok saçma. Neden sıradan bir ölüme ekip gelsindi ki? Murat ekipten birinin yanına gidip, “Neler buldunuz?” diye sordu. Karşısındaki oldukça gençti; muhtemelen polis kolejinde sivrilmiş bir zekâydı. Çünkü olay yeri incelemeye girmek her babayiğidin harcı değildi. Genç sakin bir ses tonuyla, “Hiçbir şey,” dedi. “Odada sadece beş kişinin parmak izi var. Bunlar da muhtemelen yaşlı adamın aile üyelerinin parmak izleri. Đki erkek ve üç kadın parmak izi sadece.”

163


Birim Sıfır

Murat şaşırmıştı… Bu nasıl olabilirdi? Daha parmak izleri incelemeye girmeden cinsiyetleri mi öğrenilmişti? Sıfır ajanı dayanamayarak sordu: “Parmak izlerinin kadın ve erkek izi olduğu gözle bakılarak anlaşılabiliyor mu?” Beyazlara bürünmüş gencin yüzü şimdi Murat’ın nedenini bilmediği bir sebeple kızarmıştı. Utanılacak veya korkulacak bir şey yoktu. Sonuçta Murat tarafından sorguya çekilmiyordu. Kendini biraz toparlamaya çalıştı ve arkasını döndü. Beyaz kıyafeti ciddi ölçüde hışırtı çıkarmıştı. Herkes bir anda bu ikiliye baktı. Genç, elini kıyafetinin bel kısmına uzatarak Murat’a arkası dönük olarak ilerledi. Murat da aynı anda, neden yaptığını bilmeden, elini silahının kabzasına doğru uzattı; ama çekmedi. Đkili uzaktan bakıldığında düelloya hazırlanan kovboyları andırıyorsa da, farklı olan bir şey vardı: Kovboylardan biri, hile yaparcasına arkasını dönmemişti. Uzun bir sessizlik oldu, Murat’ın bu davranışı Dize’yi de telaşlandırdı. Her zaman yaptığı gibi yavaşça Murat’ın arkasına süzüldü. Sıfır ajanı bunu fark ettiğinde kendisini güvende hissetti. Sonuçta önünde Birim Sıfır’ın en gözde ajanı Murat vardı ve Murat da genç bir kadının kendi arkasına sığınıp yumuşak ellerini omzuna koymasından gurur duyuyordu. Erkek her zaman koruyucu roldeydi ve bunu yerine getirdiğinde ondan kahramanı yoktu. Halk deyimiyle genç ajanımızın bir hayli götü kalkıyordu bu durumda. Olayın gülünçlüğü bir yana, odadaki herkes sessiz ve dikkatliydi. Diğer inceleme ekipleri de işlerini bırakmış bu düelloyu izliyordu. Beyaz elbisesine soktuğu elini çıkaran genç polis Murat’ı telaşlandırsa da, elindeki kâğıt parçası bu tuhaf ironinin sonunu nitelemekteydi. Đnceleme polisi

164


Cilt 2

masanın üzerine bıraktığı dosyayı alıp Murat’ın yanına döndü. Gerginlik dağılmış ve herkes işine dönmüştü. Dize ise durumdan hoşnut, Murat’ın omzunu tutuyordu. “Đşte burada,” dedi fotoğrafları Murat’a göstererek ve elini resimlerin üzerinde gezdirdi. “Görüyor musunuz? Bence bu karısının parmak izi. Kıvrımlarda belirli düzensizlikler var; bu yaşlılığın belirtisi. Bir altta bulunan fotoğraftaki parmak izi de bunun tam aksine düzgün kıvrımlara sahip. Bu da genç olduğunu gösterir.” Murat epey şaşırmıştı. Demek bilgisayar başında yapılan onca inceleme basit bir metot üzerine kuruluydu. Elini gencin omzuna atarak, “Başka ne hünerin var?” dedi. Genç rahatlamıştı ve yüzü gülüyordu. Devam etti: “Parmak izlerinin sayısını fotoğrafların aşağısına not aldım. Bakın, kadında birbirine zıt yönlü parmak izlerinin oranı 1.618. Yani altın oran. Erkekte ise bu oran söz konusu değil.” Murat ağzı açık bir şekilde, “Vay canına,” dedi. “Daha bu yaşta bu konumda olmana şaşmamalı.” Bu ilginç diyalog Dize’nin de dikkatini çekmiş olacak ki hoş bir sesle, “Ne yani kadınlar altın oranla yaratılırken erkekler gelişigüzel mi yaratıldı?” dedi ve kahkahayı bastı. Buna Murat ve biraz zorlamayla da olsa genç polis de katıldı. Ölüm sebebinin bilinmediği bir vakada ve belki de bir suç mahallinde yüksek sesle kahkaha atıyorlardı. Murat zorla konuştu: “Yakayı fena ele verdik.” Gülüşmeleri uzun sürmüştü. Bu sürede olay yeri inceleme ekipleri işlerini neredeyse bitirmişti ve genç polis, Sıfır ajanlarından izin isteyip işini bitirmeye koyulmuştu.

165


Birim Sıfır

Murat ortağına dönerek, “Ne diyorsun?” diye sordu. Dize ciddi tavrını takınarak maktulün yanına sokuldu. “Yazık olmuş,” diyebildi sadece. Murat’a göre fazla amatörceydi bu cümle. Tam konuşmaya başlayacaktı ki Dize işinde ne derece ciddi olduğunu ispatlama gayretine girişti. “Adamın üzerinde herhangi fiziksel zorlama yok, ekipler başka bir insanın geldiğini de söylememişler. Ya profesyonelce işlenmiş bir cinayet, ya da kalp krizinden ölen yaşlı bir adam.” Murat toparlanmıştı. “Peki sence yüzündeki korku ifadesinin sebebi ne?” Dize kısa bir süre düşündü ve fazla bekletmeden yanıtladı: “Ölüm korkusu muhtemelen. Üzerinde durmaya değmez. Neden böyle sıradan bir olaya Birim’i çağırıyorlar ki?” Murat bunu Dize’den önce düşünmüştü. Öncelikle şu iletişim polisini bir güzel fırçalamayı düşünüyordu, ardından Dize’yle bir lokantaya gidip bir şeyler atıştırmak istiyordu. Sinirlendi. Cebinden çıkardığı Westerfield marka sigaradan bir tane yakıp Dize’ye ikram etti. Genç ajan Murat’ın bu laubali tavrına somurtarak cevap verdi. Bu yakışıklı ajan, fazla serbestti. “Beni bir Westerfield’la kandırabileceğini mi sanıyorsun?” dedi gülerek. “Eh genç bayan, her zaman Camel alacak paramız olamıyor. Malum Taylan Bey’in işleri bu ara biraz bozuk,” diye yanıtladı Murat. Dize tebessüm etti. Murat sigarasını benzinli zipposuyla yaktı. Bu sırada içeridekilerden birisi burada sigara içmemesi konusunda Murat’ı uyardı.

166


Cilt 2

Murat ilk başta, “Zaten ölü adam da sigara kokuyor,” diye diretse de prosedüre uymak zorunda kaldı. Đkili odanın dışına çıktı ve Murat sigarasını içmeye devam etti. Dize nefret ettiği sigara dumanının arasından sıyrılarak temiz havadan derin bir nefes aldı ve yavaşça verdi. Koridordaki duvara yaklaşıp önce kalçasını duvara dayadı, ardından da dizlerinin üzerine yavaşça çömeldi. “Böyle basit bir olaya, yüzünde korku ifadesi olan bir adamın ölümü yüzünden mi çağırıldık, inanamıyorum,” dedi sitem edercesine. Murat, Dize’nin yanına gitti. Đfadesiz bir suratla ortağına baktı. Ardından şımarık bir çocuk gibi göz kırptı. Genç kadın mesajı almış olacak ki, cin gibi bir gülümseme yayılmıştı tüm yüzüne. Murat sigarasını bitirdikten sonra, birlikte evden çıkmak için koridorun bitimindeki kapıya yöneldiler. Đki ajan da kendi işleriyle alakalı olmayan bir konu yüzünden vakitlerini harcamalarının mutsuzluğunu yaşamaktaydı. Dize, “Olay Yeri Đnceleme

gerekli

her

şeyi

halledecektir.

Pek

uğraşmamıza

gerek

kalmayacak, göreceksin,” diye bir züğürt tesellisine girişti. Gerçekten de üzerinde durmaya değmez bir konuydu ve birimin yapacak daha önemli işleri vardı. Ama olaylar hiç de sandıkları gibi gelişmeyecekti.

***

167


Birim Sıfır

Murat’ın Cordoba’sına bindiklerinde, ikisinin de yüzünden okunan bıkkınlık ifadesi artık silinmiş, yerini bir an önce doyurulmayı bekleyen açlığın zorunluluğu kaplamıştı. Beşiktaş’taki sıkıcı trafiğin üzerine havadaki nem de eklenince, Đstanbul çekilmez oluyordu. “Yaramazlığın tuttu senin,” diye atıldı Dize gülerek. “Ah yapmayın hanımefendi, arada sırada lise ruhunu yaşıyor olmak; günün on iki saatini işle geçiren bir istihbaratçı için fazla yadırganmamalı,” dedi biraz ciddiyet, biraz da laubalilikle. “Peki, o kısmı anlıyoruz; fakat bu lise hayallerini başka büyülerle gerçekleştirmen daha iyi olur herhalde,” dedi Dize. Murat, Dize’nin Gizem’i kastettiğini anlamıştı; birden somurttu. Ardından istemsizce güldü. Evet, sahiden de haddini aşmış gibiydi fakat Dize’yle böyle şakalar yapabilecek kadar samimi olmuşlardı. Durumu toparlamak için, “KFC’ye ne dersin?” diye sordu. Dize her ne kadar Murat gibi acıkmış olsa da, söz konusu kızarmış tavuklar olunca bir başka oluyordu. Đki Birim Sıfır ajanı yemeğini yerken oldukça sessizdi. Murat tepsiyi hızla süpürmüş, Dize ise ortağına nazaran daha yavaş bir şekilde yemeğini bitirip elini ıslak mendille bir güzel silmişti. “Birim’i küçümsüyorlar mı sence?” dedi Murat. Her ne kadar Birim, Taylan Bey sayesinde tabakalaşsa da, bazı insanlara ruhani varlıklarla uğraşan bir istihbarat birimi tuhaf geliyordu. Nitekim bu Murat için bile pek farklı değildi. Birim’in en önemli ajanlarından olmasına ve bir sürü hayalet görmesine rağmen bir türlü zihnindeki realist düşünceden kurtulamıyordu. En ufak şüpheye düştüğünde, bir ruh veya hayalet görmek istiyordu. Küçük

168


Cilt 2

bir çocukla nasıl tuzağa düştüğünü hatırladı. Yaşananlar, yağmur damlaları kadar gerçekti. “Bilmiyorum Murat, anlam veremiyorum. Neden bu olaya biz çağırıldık? Şu iletişim görevlisi de canımı sıktı açıkçası. Sanki bizi boşuna uğraştırıyor.” Dize’nin konuşması, daha önce kendisiyle problem yaşamış bir erkeği dövmek için sevgilisini kullanan savunmasız bir genç kızı andırıyordu. Gerçi Murat, Dize’nin bu söylediğine biraz bozulsa da, o adamı görmek istemiyor değildi. “Suratı bayağı korkunçtu,” dedi alaylı bir tavırla. “Đnan bana sen de hayalet gördüğünde pek farksız olmuyorsun,” dedi Dize gülerek. Đkisi de daha önceden sözleşmiş gibi ciddileştiler ve aynı anda, “Hayalet görünce!” dediler. Dize’nin yaptığı basit bir espri az önceki yaşlı adamın ölümüne yeni bir boyut getirmişti. Đşte bazı şeyler bu kadar kolay olabiliyordu. Bir cinayet üzerinde aylarca uğraşılırken, gün geliyor bazı cinayetler şimdi olduğu gibi Sıfır ajanlarının aklında parlıyorlardı. “Olabilir, değil mi?” dedi Dize merakla. Bir ölümü bu kadar kolay çözümleyeceği aklına gelmezdi. “Olabilir ama henüz hiçbir şey kesin değil. Eğer bahsettiğin gibi bir ölüm söz konusuysa, iletişim görevlisi paçayı yırttı demektir. Peki gerçekten öyle bile olsa, sence bunu hemen düşündü mü dersin?” dedi. Sesi son derece heyecanlıydı.

169


Birim Sıfır

Dize ortağının sorusunu, ceketini giyerek cevaplamıştı. Arabaya bindiler. Gidecekleri yerler ve görmeleri gereken kimseler vardı. “Sıkı tutun,” dedi Murat kısık bir sesle. Bu sefer hiç olmadığı kadar hızlı kullanacaktı.

Birim Sıfır Đletişim Bölümü

Karşısındaki ofis memuru, olay yeri incelemedeki gence şaşırtıcı derecede benziyordu. En az onun kadar gençti ve sürekli nar gibi kızarıp terliyordu. Murat ve Dize genç polisi sorguya çeker gibi masaya oturmuş ve sert bakışlarını gence dikmişlerdi. Şüphesiz ikisinin de buna yapmaya yetkisi yoktu; ama Ege’nin gelmesiyle Murat’ın arkasında güveneceği bir adamın daha olması, onu böyle deliliklere itebiliyordu. “Her işte bizi mi çağıracaksın ulan?” diye bağırdı Murat. Birimdeki herkes onlara döndü fakat Murat’ın her birine dönüp teker teker bakması işlerine dönmeleri için gerekli nedeni sağladı. Dize ortağının öfkesini kolay kolay kontrol edemediğini biliyordu. O yüzden her zamanki gibi arkasında durarak elini omzuna koydu. Bu Murat için bir nevi terapiydi. Birim ajanı daha sakin bir biçimde, “Neden bizi çağırdın?” dedi. Genç polis derin bir nefes aldı ve kısık bir ses tonuyla konuşmaya başladı. “Genç bir delikanlı polisi aramış, 155’de duyduklarına göre numarayı

bana

yönlendirmiş.”

Murat’ın

yüzündeki

tatminkârsızlığı

gördüğünde iyice sıkılmış bir şekilde devam etti. “Polisi arayan gencin ismi

170


Cilt 2

Yiğit, telefon bana yönlendirildiğinde hüngür hüngür ağlayıp ‘Beyaz gölgeler, beyaz gölgeler’ diye inleyerek babasının ismini tekrar ediyordu. Đlk başta ne olduğunu anlamadım, sonra genç birden toparlanıp Beşiktaş’ta bir evin adresini verdi. Ben de böyle tuhaf bir ihbar duyunca sizi bilgilendirmek istedim.” Murat, “Başından beri ne eveleyip geveliyorsun lafı?!” diye çıkıştı tekrar. Sinirliydi fakat en azından polisten bir terslik çıkmamıştı ve olay hâlâ belirsizdi. Dize, Murat’ı sakinleştirmek istercesine yumuşak bir ses tonuyla iletişim polisine, “Başka bilmemiz gereken bir ayrıntı var mı?” diye sordu. Polis başını iki yana telaşla sallayarak Dize’yi yanıtladı ve işine dönmek için izin istedi. Murat, genç polisi laptop’u ve Dize ile baş başa bırakarak Ege’yi aramaya koyuldu. Dize genç polisten, buna benzer bir olay olduğunda direk kendilerinin haberdar edilmesini istemiş ve telefon numarasını vermişti. Genç polis için fazla ilginç bir durumdu. Đki üstü kendisine gelip ‘neden bizi boş yere uğraştırıyorsun’ diye hesap soruyor, sorguları bitince de ‘Böyle bir şey olursa ilk arayacağın biz olalım’ diyordu. Rütbe insanı değiştiriyor olmalıydı.

Yaşlı Adamın Evi

Yaşlı adam dualar eşliğinde evden ayrılıp incelenmek üzere morga götürüldüğünde eve derin bir hüzün çökmüştü. Zavallı devlet memurunun

171


Birim Sıfır

beş kişilik ailesi şimdi tek geçim kaynakları olmadan çaresiz ve savunmasızdı. Babalarını kaybetmenin üzüntüsünü yaşayan iki genç kız, kocasını kızlarının mürüvvetini göremeden toprağa verdiğine yanan yaşlı kadın ve babasını o korkunç haliyle görüp polisi arayan delikanlı; eve gelen misafirleri karşılayıp dua okuyorlardı. Evlerine gelen imamın okuduğu Tebareke, evi tıklım tıklım dolduran insanların içine işliyordu. Dört odalı apartman dairesinde boş olan tek oda, içinde onlarca sarı plastik parçasıyla yaşlı adamın yatak odasıydı. Olay yeri inceleme ekipleri her ihtimale karşı odaya girilmemesini istemiş ve odanın anahtarını rahmetlinin oğluna vermişlerdi. Đmam salonda mevlit okurken ağlaşan kadınların arasında ayılıp bayılan yaşlı kadın, genç bir kızın yardımıyla lavaboya gidiyordu. Tüm saflığıyla halasının bileklerini ovan genç kızın ismi Dilay’dı. Kendisi de en az ismi kadar güzel ve çekiciydi. Lakin böyle bir durumda bu güzellik ve çekicilik hiç kimsenin umurunda olmuyordu. Dilay kadını lavaboya götürüp bir güzel elini yüzünü yıkadı ve salona kadar eşlik ettikten sonra koridora geldi. Rahmetlinin oğlu koridorda çömelmiş bir durumdayken, Dilay gelince yavaşça ayağa kalktı. Kendisini dünyaya getiren adamı kaybetmenin hüznünü simgeleyen gözyaşları gömleğine damlarken, genç kız merhametli kollarıyla kuzenine sarıldı. “Geçecek Yiğit, hepsi geçecek,” diyebildi sadece. Ne diyebilirdi ki? Söyleyeceği her söz, gencin kalbine mızrak gibi saplanacaktı. Sessiz kalıp kuzenine sarılmayı sürdürdü.

172


Cilt 2

Yiğit kendini toparlamaya çalışıp, “Öldüğü yeri görmek ister misin?” diye sordu. Dilay endişeyle, “Ama ben…” dedi ve cümlenin devamını getirmedi. Odaya girmek yasak olabilirdi fakat babasını kaybetmiş bir insanın küçük bir isteğini yerine getiremeyecek kadar gaddar değildi. Đki kuzen yaşlı adamın yatak odasına sessizce girdiler. Polis anahtarı gence verip ona güvenmekle hata yapmış olmalıydı. Genç, yataktaki kırışıklığı görünce dayanamayıp hüngür hüngür ağlamaya başladı. Az önceki gözyaşları şimdikiyle kıyaslanamayacak kadar azdı. Ekipler yaşlı adamı her ne kadar dikkatlice alsalar da, yataktaki kırışıklık hâlâ duruyordu. Yiğit dayanamayıp, babasının yatakta oluşturduğu kırışıklığın üzerine doğru giderek yatağa uzandı. Gözyaşları Dilay’ın içini acıtırken, genç kız yatağa bakmamaya çalışıyor ve gözyaşlarını siliyordu. Beyaz sakallı bu yaşlı adamla birlikte ne güzel günler geçirmişti. Đnsan bir yakınını kaybedince önce onunla ilgili iyi anılarını hatırlıyordu demek ki. Genç kız bir süre pencere kenarında bekleyip dışarıyı izledi. Buğulu camı temizlemek için elini camda silecek gibi bir sağa bir sola döndürdü. Nedense dışarısı bir türlü net görünmüyordu. Camın üzerinde belli belirsiz kar lekesini andıran bir beyazlık duruyordu. Genç kız lekeyi temizlemeyi bırakıp Yiğit’e döndü. Beraber büyüdükleri kuzeniyle uzun süredir görüşmüyordu. Đzmir’e taşındıklarından bu yana bazen bayramlarda görüşüyorlardı o kadar. Görmeyeli çok değişmişti Yiğit. Delikanlının yanına doğru ilerledi Dilay. Yerdeki üzeri numaralı sarı plastiklere basmamaya dikkat ederek yatağın yanına geldi ve Yiğit’e baktı.

173


Birim Sıfır

“Hepsi geçecek,” diyebildi. Daha fazlasını söylemiyordu, fakat belki de ona yakın olarak göstermeliydi üzüntüsünü. Kısa bir tereddütten sonra, yatakta uzanmış, bakışlarını tavana dikmiş kuzeninin elini tuttu. “Đnan bana hepsi geride kalacak,” dedi kısık sesle. Genç, Dilay’a doğru dönmüş öylece bakıyordu. “Yüzünü görmeliydin,” dedi ürkek bir sesle. Bu sırada Dilay parmağını gencin ağzına götürerek kötü şeyler hatırlamaması için susturdu. Đkisi de sessizce rahmetlinin yatağında uzandılar. Đkisinin de gözyaşları kısa bir süre de olsa dindi.

Bir Hafta Sonra

Murat ve Dize, yaşlı adamın ölümüyle ilgili bilgi toplamak için ölümden iki gün sonra tekrar eve gittiler. Delikanlı olay yeri incelemelerden birinin telefon numarasını Murat’a verip, buradan bilgi alabileceğini söylemişti. Đkili aileye başsağlığı diledikten sonra delikanlının verdiği numarayı aramış ve olayla ilgili gayet sıradan bilgiler almışlardı. Odadaki genç polisin anlattığı gibi parmak izleri ailedekilere aitti ve odada herhangi bir tuhaflık bulunmuyordu. Murat ve Dize bu durumdan her ne kadar hoşlanmasalar da, ilk günkü heyecan üzerlerinde olmadığı için, zaten açılmamış dosyayı kapatmak niyetindeydiler.

174


Cilt 2

Aynı gün Murat Cordoba’sını kullanırken otopsi raporu belli olmuş ve yaşlı adamın, sigaranın neden olduğu nefes darlığı sonucunda ani kalp krizinden vefat ettiğini öğrenmişlerdi. “Her şeyi anlıyorum da, delikanlının telefondaki sesleri… Onlar ne ifade ediyor?” Murat başını iki yana sallayarak sigarasından bir fırt aldı. Đyice içine çekip nefesi bıraktıktan sonra ifadesiz bir suratla Dize’ye baktı. Đkisi de, zaten başlamayan macerayı bitirmenin rehaveti içindeydi. Olayın üzerinden bir hafta geçmişti ve şimdi küçük bir olaya baktıktan sonra birime dönüyorlardı.

***

Onları kapıda Ege karşıladı. Emekliye ayrılıp tekrar işe dönen biri için fazla dinamikti. Murat arabayı park edip ortağıyla birime girecekken Ege’nin kendilerini bekler gibi kapıda dikilmesini garipsedi. Đkili söze girmeden atıldı deneyimli ajan ve, “Haberiniz var mı?” diye sordu bekletmeden. Murat ve Dize birbirlerine hayretle baktılar. Dize yarım saattir çalan telefonunun farkına vardı. Bu, numarasını verdiği iletişim polisi olmalıydı. Yarım saat içinde altı çağrı bırakmıştı. Ege’nin gözü önünde telefonu çabucak açtı. Nedense polisten öğreneceği haberin Ege’nin söyleyeceği haberle aynı olacağı yönünde kuvvetli bir his vardı içinde. “Efendim?” diye heyecanla yanıtladı telefonu.

175


Birim Sıfır

Genç polis telaşlıydı. “Amirim ilk size söylememi istemiştiniz fakat yarım saattir arıyorum sizi. Bir türlü ulaşamadım. Bu kadar zamanda da birimdeki herkes öğrendi.” Đletişim polisi lafı heyecanlı bir şekilde eveleyip geveliyordu. Dize dayanamayıp, “Söylesene çaylak şey,” diye bağırdı. Đkilinin sessiz ve sakin ajanı Dize, serüvenleri boyunca neredeyse ilk defa bu kadar hararetliydi. Genç polis onca bakışın altında kulağından ayırdığı telefonu tekrar kulağına yaslayıp, “Yiğit Ersöz amirim, geçen hafta ölen yaşlı adamın oğlu tekrar aradı. Genç adeta yıkılmış, ağlayarak annesinin öldüğünü söyledi. Bizden yardım istiyor,” dedi hızlıca. Murat’ın geçen haftaki sorgusundan daha zor olmuştu bu. “Allah kahretsin,” dedi Dize. Telefonu hiçbir şey söylemeden kapatıp Ege’ye baktı. “Hadi gidelim,” dedi Ege, Murat’a dönerek. Murat olayı duymasa da anlamış olacak ki, arabaya doğru yöneldi. Ege her zamanki çevikliğiyle araca koştu. Üçlü Seat Cordoba’ya bindiği gibi, Murat gaza asıldı ve ekip Beşiktaş’ın yolunu tuttu.

176


Cilt 2

HÜZÜNLÜ YAĞMUR YAĞMUR Murat arabayı evin önüne park ettikten sonra, etrafta polis aracı olmamasına sevinmişti. Rahatça çalışabilecek ve aile üyelerine fikirlerini açıklayabileceklerdi. Ege de son olarak arabadan ayrılınca, evin önüne hızlıca gelen bir Şahin aniden durarak park etti. Đçinde telaşlı bir şekilde eve doğru koşan genç kız ve muhtemelen onun ailesi vardı. Bir haftada iki yakınını kaybeden insanların böyle anormal davranışlar içerisine girmesi gayet normaldi. Murat esas aileden geriye kalan kardeşlerin nasıl olduğunu düşünüyordu. Üç ajan merdivenleri bir çırpıda çıkararak eve girdiler. Kendilerini az önce eve giren aile ve erkek kardeş karşılamıştı. Gencin gözlerinin altı neredeyse mosmordu. Murat ilk defa bir insana karşı bu kadar yoğun bir duygu içerisindeydi. Anne ve babasını art arda kaybeden bir genç fazla dramatikti. Ajanlar içeri girdiğinde evdeki insanların uzak durduğu tek oda vardı. O da ilk ölünün bulunduğu yatak odasıydı. Ne tesadüf ki, yaşlı kadın da orada vefat etmişti. Odaya ilk Murat girdi; içerideki kadınların feryadını duymamaya çalışıyordu.

177


Birim Sıfır

Kadın, eşi kadar düzenli olmasa da yatakta bir başına ölmüştü. Genç ajan her ihtimale karşı nabzını yokladı. Sezgiden yoksun bir kalp gibi soğuk ve cansızdı. Ardından gelen Dize ve Ege direkt olarak kadının yüzüne bakmıştı. Yüz ifadesi kocası gibi korkunç bir şekilde duruyordu ve bu Dize’nin midesini bulandırmıştı. Buruşmuş bir kadın yüzü, erkek yüzüne göre daha ürpertici duruyordu. Bu sefer olay yeri inceleme yoktu, Murat kadına rahatça dokunabilirdi. Elini kadının kırışık teninin üzerinde dolaştırırken ortağı kadar olmasa da ürperdi. Bu ifadenin sebebini öğrenmek istiyordu. Ve bunu her kim yapıyorsa onu yakalamak istiyordu. Bu şey her neyse, Murat’ın alacağı acı bir intikam vardı. Ege cesede yaklaşarak, “Bu nasıl olabilir?” diye sordu. Dize ve Murat, yaşlı ajana dönerek aynı anda, “Ne nasıl olabilir?” dediler. Đkisi de, “Hangi ayrıntıyı kaçırdık?” diye düşünüyorlardı. Ege boğuk bir sesle devam etti. “Đnsan öldükten sonra bütün vücudu gevşer. Kaslar kendini salar. Hatta o yüzde, birçok insan öldükten bir süre sonra altına dışkısını yapar. Ama baksanıza, burada tuhaf olan bir şey var: Kadının yüz kasları kaskatı.” Murat ve Dize bu kadar bariz bir ayrıntıyı nasıl atladıklarına hayret ettiler. Otopside de bunun hakkında bilgi verilmemesi çok tuhaftı. Birileri kendilerinden bir şeyler saklıyor olmalıydı. Veya bunu işitmiş fakat gözden kaçırmışlardı. Ege güzel bir noktayı yakalamanın verdiği keyifle ikiliye dönüp, “Bunu biliyordunuz değil mi?” diye sordu. Đkisi de net bir cevap veremedi. Suçu otopsinin üzerine attılar.

178


Cilt 2

Đki ortak kısa süreliğine de olsa yaptıkları hatayı örtbas etmişlerdi; fakat kaçırdıkları ayrıntı, ciddi bir olayın belirtisiydi. Murat bunun ne olduğu konusunda o kadar bilinçsizdi ki, her zaman yaptığı gibi sigarasına sarıldı. Đçine çektiği duman, az da olsa onu rahatlatmıştı. Dize dumanın etkisinde kalmamak için birkaç adım geri çıktı. Ege ise ifadesizdi. “Aile üyelerine soralım bir de,” dedi Ege. Belki bir faydası olabilirdi. Đki erkek aralarında karar aldıktan sonra, Dize’nin de zorunlu onayıyla odaya kız kardeşlerden birini aldılar. Yetkileri her ne kadar şu an sorgu yapmaya müsait olsa da, bunu cesedin önünde yapmak fazlasıyla ürperticiydi. Bunun için olsa gerek, genç kız odaya girdiği gibi feryadı basmıştı. Dize bir anne gibi kıza sarılmış ve onu avutmaya çalışmıştı. Düşüncesizce sorgulama yapmalarının ardına insani bir gerekçe koymaya çalışsalar da bu oldukça sırıtıyordu. Murat sorgunun Birim’de değil de burada yapılmasını istemişti. Eğer aile içinden birinin herhangi bir suçu veya suça teşvik edici davranışı varsa, bunu öğrenmenin en iyi yolu devamlı ağlarken ve psikolojik olarak güçsüz olduğu zaman sorgu yapmaktı. Murat da aynen böyle yaptı. Karşısında oturan genç kızın gözleri diğer kardeşler gibi morarmıştı ve yüzü sapsarıydı. Muhtemelen bir haftadır doğru dürüst bir şey yemiyordu. Murat kızı son gördüğünde bile bu kadar zayıf olmadığını biliyordu. Kıza doğru ilerleyerek, onun yüzüne baktı. Belki de bir babanın davranacağı kadar sıcak bir şekilde iki eliyle kızın yanaklarına dokunurken, “Bize yardım eder misin?” diye sordu kısık bir sesle, Genç kız başını sallayarak evetledi. Konuşacak takati yok gibiydi. Ege bunu fark edip Dize’den kıza su getirmesini istedi. Bu bir emir değil, iş

179


Birim Sıfır

arkadaşına yapılan bir ricaydı. Nitekim öyle olmasaydı hem öğretmen hem de ajan kişiliğin su getirip götürmesi pek de onurlu bir davranış olmazdı. Dize kısa bir süre sonra geri döndü. Bardağı kızın ağzına tutarak su içmesini sağladı. Genç kız, gerektiğinden fazla soluktu. “Đsmin ne? Bize söyler misin?” Murat gayet sakindi. Kısık bir ses, “Ebru,” dedi. “Peki Ebru, hem annen hem baban için başsağlığı dileriz. Biliyorsun ki bu olay bizi de bir hayli rahatsız etmiş durumda. Bir haftada aynı yerde aynı aileden, karı kocanın aynı şekilde ölmesi kötü bir rastlantı veya …” Murat cümlesinin devamını getirmemişti ki kız birden başını kaldırdı ve az öncekinin tam aksine kalın bir ses tonuyla, “Veya ne?” diye sordu. Araya Ege girdi. “Bak Ebru, babanın ve annenin bir cinayete kurban gitme olasılığı da var.” Kız pür dikkat Ege’yi dinliyordu. “Ailenizde trajik iki ölüm oldu, hem de çok kısa bir zaman diliminde. Bunu size yapan her kimse, durdurmamız gerek. Aksi halde sizin başınıza da kötü şeyler gelmeyeceğinin garantisi yok,” dedi yaşlı ajan. Fazla açık ve dürüst bir konuşmaydı. Ege tavrını biraz daha yumuşatarak devam etti: “Senin, kardeşinin ve abinin zarar görmenizi istemeyiz.” Ebru’nun yüzü az da olsa gevşemişti ve nefes alışverişi fark edilebilir bir biçimde düzene girmişti. “Aslında nasıl oldu hiç anlamıyorum. Annem ve babam bir hafta arayla aynı gün hemen hemen aynı saatlerde vefat etti,” dedi. Murat söze girerek, “Vefat ettiğini nasıl anladınız?” diye sordu.

180


Cilt 2

“Ben ve kız kardeşim odamızda uyuyorduk, abim de kendi odasında uyuyor olmalıydı. Her iki ölümde de büyük bir çığlık duyduk. Odaya girdiğimizde çoktan ölmüşlerdi. Abim hemen polisi aradı. Kız kardeşim tıp okuyor. Ne yazık ki hayatında verdiği ilk ölüm haberi, babamızın ölümüydü. Kardeşim yapılamayacak bir şey olduğunu söylediği sırada abim bağıra bağıra ağlıyor ve telefonun tuşlarına basıyordu. Polisi aradı fakat ağlamaktan konuşamadı. Hatta yanılmıyorsam ‘Beyaz gölgeler’ diye sayıklıyordu.” Murat araya girerek, “Beyaz gölgeler demek,” dedi. Üç Sıfır ajanı da birbirine baktı. Onlar bir şey olduğundan şüphelenirken genç kız araya girdi. “Abim o günden bu yana gittikçe kötüleşiyor. Muhtemelen akıl sağlığı yerinde değil. Annemin ölümünden bir gün önce, halamlar Đzmir’e dönmek için yola çıktığı gece, sanki kötü bir şey olacakmış gibi devamlı ağladı.” Dize heyecanla, “Sence ne olacağını biliyor muydu?” diye sordu. Kız bu soruya şaşırmıştı fakat böyle bir şeyin olacağını sanmıyordu. Dize’ye döndü. “Abim babamın öldüğü gün odaya girdiğinde, her yer duman altıydı. Babam çok sigara içerdi. Zavallı abim odaya girdiği gibi kendinden geçmiş, sigara dumanlarını bir şeylere benzetmiş olmalı. Polisi aradıktan hemen sonra pencereyi açarak dumanı dışarı çıkarmaya çalışırken, bir yandan dumanla boğuşup elini kolunu hava da öylecesine sallıyor; bir yandan da beyaz gölgeler diye sayıklıyordu.” Dize genç kızın söylediklerinden etkilenmişti. Kız o günü tekrar hatırlayınca, elinde olmadan ağlamaya başlamıştı. Öğrenecekleri pek bir

181


Birim Sıfır

şey yokmuş gibi görünüyordu. Durum gayet netti. Ortada apaçık bir aile dramı vardı. Dize sorguya daha fazla devam edemeyecekti. Ege ve Murat’ı odada bıraktı ve Ebru’yu alıp dışarı çıktı. Genç kız oldukça kötü görünüyordu. Dize koridorda kendilerini izleyen bakışlardan ilk başta rahatsız olsa da, genç kız bunu fark edip, “Halamlar,” dedi. Genç ajan, kızla lavaboya kadar gittikten sonra, koridorda beklemeye koyuldu. Bu sırada en küçük kardeş yatak odasına girmiş ve yaklaşık birkaç dakika sonra çıkmıştı. Anlaşılan, onun bildiği pek bir şey yoktu. Dize sıranın delikanlıda olduğunu fark ettiğinde diğer aile üyelerine bakmış; gözü yaşlı bir kadın, gencin yatak odasını göstermişti. Ardından aynı kadın, “Biraz bekleyiver evladım, içeride kuzeni var, mühim bir şey söylüyor Yiğit’e,” dedi. Dize’nin içgüdüleri tavan yapmıştı. “Mühim bir şey,” diye mırıldandı kendi kendine. Kadınlardan, salona girmelerini rica etti. Kadınlar önce mırıldansa da, topluca salona girip kapıyı kapattılar. Fakat kapıya dayanmış bardakları seçmek pek de zor değildi. Dize hızlıca Yiğit’in odasının kapısına yöneldi. Çok da uzun sayılamayan koridorun en ucunda, lavabo ve tuvaletin tam karşısındaydı oda. Genç ajan belki de bugüne kadar denemeye bile cüret etmediği şeyi yapacak, yani kapı dinleyecekti. Murat ve Ege, genci biraz daha bekleyebilirlerdi. Kapının anahtar deliğinden baktığında gördükleri, Dize’yi fazlasıyla şaşırtmıştı. Đki kuzen Yiğit’in yatağında duruyordu ve delikanlı devamlı

182


Cilt 2

ağlıyor, yarım yamalak konuşmaya çalışıyordu. Kuzeni ise onu teselli etme gayretindeydi. Delikanlı, “Bizi yalnız bırakmayın,” diyip duruyordu. Dize bunlara pek bir anlam verememişti. Genç kız kuzenini avutmaya çalışırken, Yiğit sürekli odanın duvarlarına bakıyor ve başını deli gibi çeviriyordu. Neden sonra yavaşça yatağa doğru uzandı ve gözlerini kapadı. Ağlaması son derece tuhaftı. Boğazından çıkan sesler, fısıltı gibi tüm odayı kaplıyordu. Genç kız buna anlam verememiş, geçen hafta yaptığı gibi yanına uzanmış ve bileğini tutarak ovmaya başlamıştı. Ebru ağabeyi hakkında muhtemelen doğru şeyler söylemişti. Delikanlı normal değildi. Sahi Ebru neredeydi? Tam bu sırada Dize başını çevirip lavabonun kapısına baktı. Lavabodaki genç kız büyük bir çığlık atmıştı. Murat ve Ege odadan dışarı fırlamış, salondaki kadınlar koridora atılmış ve Dize hemen lavaboya girmişti. Gördüklerinin etkisiyle genç ajanın midesi bulandı. Genç kız, anne ve babasınınki gibi korku dolu bir ifadeyle yerde yatıyor ve istemeden titriyordu. Dize içeri girdiği gibi, berbat ama geçici bir koku aldı. Ebru yerde titrerken içeri Murat ve Ege girdi. Üç Birim Sıfır ajanının bakışları korku doluydu. Bu sırada Yiğit ve Dilay hâlâ odada duruyorlardı. Genç kız, Murat ve Ege lavaboya girdikten hemen sonra bağırıp çağırmaya başladı. Kuzeni gözü önünde tir tir titriyordu. Onu yatağında bırakıp, koridora çıkmak için kapıya yöneldi. Koridora daldığı gibi haykırmaya başladı. Eve tam bir kaos hâkimdi. Herkes korkuyu iliklerine kadar hissedebiliyordu. Bazı komşular evlerine

183


Birim Sıfır

kaçıyor, bazıları ise olduğu yerde korku dolu çığlıklar atıyordu. Murat yerde yatan kıza müdahale etmeye çalışırken Dize birimi arayıp yardım istiyor, Ege ise delikanlıya yardım etmek için onun odasına gidiyordu. Bütün bu karmaşanın arasında sağlam olan tek kardeş ise ne yapacağını bilmez bir halde koridorun ortasında oturmuş, haykırarak ağlıyordu. Ege delikanlıya bir şey yapamayacağını anladığında, kızı bulmak için koridora çıktı. Genç kız küçük bir travma geçiriyordu ama usta ajan, bunun üstesinden gelecek sihirli sözcükleri biliyordu. Kızın kulağına eğilip, “Eğer şimdi kalkmazsan ailendeki herkesi kaybedeceksin ve çok geçmeden sen de öleceksin,” dedi. Kız bunu duyar duymaz sustu. Derin bir sessizlik oluştu koridorda. Ege her ne kadar sessiz söylediğini düşünse de, koridordaki herkes duymuştu söylediklerini. Küçük kızı zorla ayağa kaldırıp sürüklemeye başladı. Abisine mi yoksa ablasına mı götürecekti genç kızı? Đsmi neydi? Ah evet, Burcu. Koluna girdiği kızı içgüdüsel olarak abisinin odasına soktu. Hacettepe 3. Sınıf Tıp öğrencisi Burcu, ağabeyini gördüğü an tek yaptığı şey onun üzerine düşüp bayılmak oldu. Ege yüksek sesle küfretti. Delikanlı hâlâ titrerken Murat lavabodan çıkıp Dize’nin yanına gelmişti. Koridordaki hiç kimsenin duymak istemediği kelimeyi bir çırpıda söyledi: “Öldü.”

184


Cilt 2

Hayatında gözlerinden yaş geldiği ender anlardan biriydi. Sıradan bir iş gününde, belki de bir saat öncesine kadar her şey normalken, şu an inanılmaz bir aile dramının ortasında bulmuştu kendini. Dize, Birim’den yardım istemişti fakat henüz gelen hiç kimse yoktu. Genç ajan Murat’a sarılıp ağlamaya başladı. Şimdi herkes pür dikkatle Yiğit’in odasında titreyişini izliyordu. Yüzündeki damarlar şişmiş ve her yeri kıpkırmızı olmuştu. Muhtemelen birkaç dakika sonra ölecekti. Ege çaresizce gence kalp masajı ve benzeri şeyler yapmaya çalışsa da, hiçbirinde başarılı olamadı ve Yiğit bir an için titremesini durdurdu. Herkes büyük bir hayretle bağırıp gencin öldüğünü sanırken, delikanlı çığlıklar atarak uyandı ve üstünde uzanan kardeşine baktı. Herkesin kendisini izlediğini görüyor ama anlam veremiyor gibiydi. Sessiz ve içten haykırışlarla gözyaşı dökerken, kız kardeşine ve Dilay’a sıkıca sarıldı. Üç ajan, bugünü ömürleri boyunca unutamayacaktı. Tam bu anda, Dize dayanamayarak bayıldı. Murat önce bunun mutluluktan veya ani şoktan olduğunu düşündü. Ama ortağının yerde titremeye başladığını görünce, ne hissettiğini bilmeden boş gözlerle bakmaya başladı.

185


Birim Sıfır

KARA UMUT Sıvanın dış cephesi beyazlara boyanan bu bina bir haftada, rengi gibi üç beyazı alıp bilinmeyen yerlere götürmüştü. Binaya dayanmış polis aracından inen ekip de, beyaz kıyafetleriyle kötü bir ironi oluşturuyordu. Đçeri giren olay yeri inceleme ekipleri, eve daha önce geldikleri için hızlıca yukarı çıktılar. Evin kapısı açıktı ve binanın koridoru, içeride ne olduğunu merak eden ama çığlıklardan korkarak içeri giremeyen apartman sakinleriyle doluydu. Đlk olarak, Murat’ın ilk cinayette konuştuğu genç girdi. Onun girmesinin belli bir sebebi vardı. Hâlâ cereyan eden bir vakaya olay yeri inceleme

ekibinin

gelmesi;

bir

çiftin

sevişirken

orgazm

anını

yakaladıklarında ilişkiyi yarıda kesip sucuklu yumurta yemesi kadar saçmaydı. Bunu bilen ekip, ilk önce tanıdık bir yüz olan genci öne sürerek, alacakları tepkiyi en aza indirmeye çalışacaktı. Genç içeri girdiği gibi, yerde titremekte olan ajanı gördü. Onun hemen yanında da, kızı sakinleştirmeye çalışan Murat vardı. Đkisini de oldukça iyi hatırladı. Murat içeri giren genci gördüğünde neredeyse şaşkınlıktan Dize gibi bayılacaktı. Fakat bu olmadı. “Ne işiniz var burada?” diye çıkıştı.

186


Cilt 2

Genç kendilerine doğru yaklaşarak, “Efendim bizi bilgilendirdiler ve buraya gelmemizi istediler. Neler olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok,” dedi. Đnanarak söylemişti bunu. Murat Birim’i arayıp saatlerce küfür etmeyi ve bu adamları buradan kovmayı düşündü. Elinden bir şey gelmezdi. Yanlış olan bir şeyler vardı. Hele şu gün bir geçsin de, diye geçirdi içinden. Genç, Murat’ın sessiz kalmasına sevinerek, ekibi alıp içeri girdi. Beş beyaz elbiseli, Murat’ın öfkeli bakışları altında durumu kötü olanların yanına gitti. Lavaboya giren polisin biri, önce küçük bir çığlık atmış, ardından da oradan çıkmıştı. “Ölmüş,” diyebildi. Üç kişi, Yiğit’in ve kız kardeşin odasına girince Ege adamların üzerine yürümüştü. Murat durumu öfkeli bir sesle anlatırken, bir yandan Dize’yle ilgilenen adama bakıyordu. Adamlar, hastalara tuhaf bir masaj yapıyorlardı. Elleriyle boyunlarına vurarak bir şeyler mırıldanıp susuyorlar, sonra tekrar boynuna vurup bir şeyler fısıldıyorlardı. Murat, Dize’ye vuran adamı gördü ve onu durdurmak istedi; fakat her ne yapıyorsa işe yarıyor gibiydi. Ortağının titremesi azalmıştı. Birkaç dakika sonra ise kız kardeş ayılmış, Dize kendine gelmişti. Ağabey kendi kendine mırıldanmaktaydı ama yine de iyi görünüyordu. Ege bu adamların kim olduğunu merak ederken işin içinden çıkmaya çalışıyordu. Murat’ın yanına giderek, “Birime dönmeliyiz,” dedi.

187


Birim Sıfır

Genç ajan bunu onaylayarak Dize’yi kaldırmaya çalıştı. Kadın zor da olsa ayağa kalkabilmişti. Yarı baygındı fakat her ne olursa olsun buradan uzaklaşması gerekiyordu. Murat karşındaki polise dönerek, “Bunu nasıl yaptınız?” diye gür bir sesle sordu. Polis somurttu. “Bir teşekkür makbule geçerdi.” Murat adama doğru ilerliyordu ki, Ege onu durdurarak gitmeleri gerektiğini tekrarladı. Şu an, ölen kız da içeridekiler de onları pek ilgilendirmiyordu. Dize’nin hayatı hepsinden daha önemliydi. Özellikle de Murat bunu çok önemsiyordu. Üç Sıfır ajanı evi terk ederken, arkalarında bıraktıkları aile üyeleri yaşadıklarının şokunu üstünden atabilmiş değildi. Bugün aileden iki kişi ölmüştü ve bu, bir ailenin başına gelebilecek en kötü şeylerdendi. Ajanlar evi terk ettiğinde, içerideki polisler Dilay’ı, annesini, küçük kardeşi ve diğer aile üyelerini oturma odasına aldılar. Hiç kimse yatak odasını görmek istemiyordu. Bu yüzden Dilay büyük bir soğukkanlılıkla, kapıyı kapatmak için odaya gitti. Kola yavaşça uzandı ve çekti. Kapı kapanmamıştı. Kendini son derece güçsüz hissediyordu genç kız. Kolu bir kez daha çekti ve yine başarısız olunca bir şeyin sıkışmış olacağını düşünerek içeri girdi. Yavaşça kapıya eğildi ve görmeyi ummadığı bir şey gördü. Geçen hafta gördüğü camdaki beyaz lekeler bir hayli artmıştı ve camda belirli bir pusa neden oluyordu. Đlk başta yakından bakmak istemedi genç kız; ama içindeki merak duygusuna engel olamadı.

188


Cilt 2

Zaten bunca ölüm gördükten sonra insan, ölümle yaşam arasındaki çizginin fazlasıyla soyutlaştığını fark ediyordu. Hep ölen kişiyi düşünüp, ölümün bilinmezliğine kaptırıyordu kendini. Karyolada yatan kadına bakmak istemedi. Hayatını beraber geçirdiği insanın ölüsünü görmek istemiyordu. Pencereye yavaşça yaklaştı ve elini camın üzerine koydu. Leke belirgin biçimde beyazdı ama elle dokunulduğunda fark edilemiyordu. Cam yüzeyinde herhangi bir kabarma veya pürüz yoktu. Pencereyi açmak için bir adım attığı sırada, üzerine bastığı bir biblo Dilay’ı yerinden hoplatmaya yetti. Neyse ki çığlık atmamıştı ve hiç kimse onun da bir çeşit kriz geçirdiğini düşünmeyecekti. Bibloyu kaldırıp pencereyi açtı ve uzanabildiği kadar elini lekenin üzerinde gezdirdi. Dış cephede de herhangi bir anormallik yoktu. Öyleyse leke nasıl oluşmuştu? Dilay bunu düşündü kısa bir süre. Sonra içeri dolan soğuk hava ve şehrin gürültüsü Dilay’ı bu yaptığından alıkoydu. Pencereyi kapatıp odadan çıkmak için kapıya yöneldi. Genç kız kapıyı kapatıp odayı terk ettiğinde, içeride gülen bir ölünün olduğunun farkında değildi…

Birim Sıfır

Murat kendini kontrol edemiyordu. Birim’e girdiği gibi koşarak iletişim bölümüne yöneldi. Ege, Murat’ın arkasından bağırsa da onu

189


Birim Sıfır

durdurmayı başaramadı. Dize hâlâ iyileşmemişti ve onu holdingin doktoruna götürmesi gerekiyordu. Dize’nin ve kardeşlerin başına gelenler muhtemelen bir hastalık değildi. Đşin içinde bilinmeyen birtakım şeyler vardı. Bu da Ege’yi çok rahatsız ediyordu. Kısa bir süre için -pek de alışık olmadığı- Dize’nin yüzünde o korku dolu ifadeyi düşledi yaşlı ajan. Neyse ki böyle bir şey olmamıştı. Birimdeki herkes Murat’a bakarken, o çoktan merdivenleri çıkmayı bitirmiş ve iletişim bölümünün kapısına dayanmıştı. Ege kısa bir süre dinlendikten sonra Dize’nin koluna girerek onu biriminin doktoruna götürdü. Birimdeki herkes büyük bir merakla kendilerini izliyordu.

***

Holding doktorunun Dize’ye yaptığını gören Ege bayağı şaşırmıştı. Eve gelen ekipler gibi Dize’nin boynuna vuruyor ve bir şeyler mırıldanıyordu. Birim Sıfır ne kadar ilginç bir yerdi… Đlk açıldığından bu yana hiçbir şey değişmemişti. Her ne kadar buradaki doktor gayet sıradan biri olsa da, böyle bir durumda ne yapacağını bilmesi oldukça tuhaftı. Yılların ardından, hâlâ gizemli olayları ve insanları barındıran esrarengiz bir oluşumdu Birim Sıfır. Ege doktora ne yaptığını soracaktı fakat bunun gereksiz olduğunu düşündü. Murat’ı merak ediyordu. Dize’ye baktı. Boynuna uzanan saçları baygın bir şekilde durunca pek bir solgun görünüyordu. Genç ajanın iki

190


Cilt 2

omzundan tutarak, “Kısa sürede seni işte görmek istiyorum ortak,” dedi. Gülümsemesi Dize’nin yüzünde de tebessüm yaratmıştı. Ege odadan çıktığında iletişim bölümüne gitmeye niyetlendi. Orada birileri bir şeyler yapıyordu ve ne olduğunu öğrenmeliydi. Bölüme gittiğinde, Murat polisin birinin yakasına yapışmış, bağırıp duruyordu. Ege birden içeri atılıp, Murat’ı sakinleştirme gayretine girişti. Yakasına yapıştığı polis ağlayıp duruyor ve yüzünü Murat’tan sakınıyordu. Ajan, bilgisayar masasına yatırdığı gence bağırıp duruyordu. Sinirden olacak ki, gözünden de yaş gelmişti. Ortağını kaybetme korkusu oldukça yaralamıştı Murat’ı. “Niye olay yeri incelemeyi aradın, söylesene piç kurusu?!” diye haykırdı Murat. Birimdeki herkes onları izliyordu. Burada çalışanların her biri özel olarak seçilmişti. Prosedürde holdingin güvenliğini sağlayan çalışanlar olarak geçseler de, asıl amaçları Birim’in Milli Đstihbarat ile iletişimini sağlayıp çeşitli olayları koordine etmekti. Đletişim polisi sadece ağladı. Murat ise tekrar bağırdı. Genç polisin alnından süzülen terleri yutuyordu. Korkuyordu. Bir suç işlemişti ve cezasını çekmeliydi. Bir an böyle düşündü ama neden sonra kendisini hırpalayan amirinin karşısında yaptıklarını itiraf ettikten sonra olacakları hesaba katarak, konuşmamaya karar verdi. Bu sırada Ege gelmişti. Murat’ın omzunu tutarak sakin olmasını söyledi. Murat ilk başta Ege’yi duymazlıktan gelse de sonra ellerinin arasındaki polisi yavaşça bıraktı. Genç adam Murat’ın elinden kurtulunca derin bir nefes almıştı.

191


Birim Sıfır

Ege, Murat’ın kulağına eğilip bir şeyler söyledi. Đkisi kısa süre konuştuktan sonra polisin koluna girdiler. Genç polis, ofisten çıkıp merdivenlere yönelince hayatının en acı gerçeğinin farkına varmıştı. Birim’in sorgu odasına gidiyordu ve bu odada çoğu zaman iyi şeyler olmazdı.

***

Sorgu kısa sürmüştü. Genç polis, fazla direnmeden, bildiği her şeyi anlatmıştı. Murat ve Ege duyduklarına inanamamışlardı. Birim’de bir hain vardı ve bu hain belki de onca ölümden sorumluydu. Biri genç polise, önceden bu olayları bildirerek ne yapması gerektiğini söylemiş ve son derece yüksek bir miktar para vermişti. Dediğine göre, ilk cinayet haberinde direkt olay yeri incelemeyi araması söylenmişti ona. Bundan sonrakilerde de hep öyle olmuştu. Murat ve Ege bunun nedenini sorduğunda, tatmin edici bir cevap alamamışlardı. Genç polis, kendisine gelen adamı tanımadığını ve olayların içinde

bulunmadığını

söylemişti.

Sorgu

bittiğinde

çok

şey

öğrenememişlerdi; fakat ölümlerde bir anormallik olduğu da artık bal gibi ortadaydı. Genç polis ilk başta direnmişti, bunun için Murat hiç sevmediği bir şeyi yaparak gencin bir tırnağını sökmüştü. Đletişim polisi, buna dayanamayınca ötmeye başlamıştı. Murat’ın öfkesi bir türlü dinmiyordu. Ege genç ajanı Dize’nin yanına götürmek istedi. Şüphesiz ortağını görmek ona iyi bir moral bahşedecekti.

192


Cilt 2

SİYAH GÜL “Ne yaptığını sanıyorsun?” diye çıkıştı genç adama. Beyaz kıyafetliler etrafını sarmış, başlarını derde sokan bu adama bağırıp duruyorlardı. Adam ise tepkisiz bir şekilde dediklerini onaylıyordu. Đçlerinden uzunca olanı, “Şimdi ne olacak?” dedi. Adam yine tepkisizdi. Derin derin nefes alıyordu. Kısık bir sesle, “Devam edeceksiniz,” diye buyurdu. Her şey istediği gibi gelişiyordu. Sahte polislerin yüzüne bakarak, her birinin düşüncelerini okumaya çalıştı. Büyücünün küreye bakıp gerçekleri görmesi gibi bir şeydi bu. Bunca olaydan sonra tek istedikleri paraydı; o da söz verdiği gibi bir miktar para alıp adamların ellerine saydı. Yüzlerindeki mutluluğu görmek çok zor değildi. Parayı verirken hiç acımamıştı. Gerisinde bıraktırdığı üç cesedin ardından, hedefine adım adım yaklaşıyordu. Đstediği şey belki çok önemsiz belki de çok önemliydi fakat hiçbiri bunları yapmasına değmezdi. Ancak şu an, beyaz kıyafetlilerin karşısındaki adam, istediği şeye ulaştığı için zevkin doruğuna ulaşmışken, kendisine yönelen bakışları görmezden geliyordu. Đçlerinden biri, “Adamlar çok saf,” dedi ve gülmeye başladı. Ardından, paralarını almanın mutluluğunu yaşayan diğer adamlar da bu kahkahaya katıldı. Genç, Murat’a altın oran ve parmak izleri

193


Birim Sıfır

konusunda büyük bir yalan söylemişti ve Murat bunu yemişti. Gerçi o gün bunu başarmak hayli güçtü. Đkili küçük bir tartışmada birbirine düşebilirdi; ancak durumu iyi kıvırmıştı. Şimdi elindeki beş bin lirayı sayarken, bu olayın mutluluğunu taşıyordu. Beyaz kıyafetlilerin karşısındaki adam, kısık bir sesle konuşmaya başladı: “Devam edin, paranızı alacaksınız. Zaten kısa bir süre içinde her şey bitecek.” Evet, çok yakında her şey geride kalacaktı. Fakat bazılarının unutmadığı ve henüz bilmediği bir şeyler vardı…

Đki Gün Sonra

Aileden geriye kalan, iki kişi ve bir parça umuttan ibaretti. Ağabey ve küçük kız kardeş ölümün pençesinden kurtulduktan sonra, onları hayata bağlayan yegâne şey etraflarındaki akrabalardı. Dilay’ın anne ve babası elinden geldiğince yardımcı olsa da, yaşadıkları kayıp hiçbir zaman onarılamayacak düzeydeydi. Genç kız ve ağabeyi vakitlerinin çoğunu uyuyarak veya ağlayarak geçiriyorlardı. Đki kardeşi kötü bir gelecek bekliyordu artık. Aileleri darmadağın olmuştu ve genç kızın okulu bitirmesi neredeyse imkânsızdı. Dilay’ın babasına göre, kendilerini toparlamaları ve eski yaşamlarına dönmeleri bile büyük bir nimetti.

194


Cilt 2

Aileden geriye kalan iki kardeş ve akrabaları salonda otururken, evde sinir bozucu bir sessizlik vardı. Dilay’ın babası Ahmet Bey aralarında en sükûnetli olanıydı. Yapılacak şeyleri düşünüyordu. Otopsiler bittikten sonra cenazeler düzenlenecekti; yarım kalan mevlit en baştan başlatılacak ve imama öncesine oranla üç kat daha fazla para verilecekti. Đki hafta içerisinde -bütün bunlar halledilincekendileri de Đzmir’e dönecek ve bu iki kardeşi yalnız bırakacaktı. Diğer akrabalarının hiçbiri, onlara destek olmaya yeltenmemişti. Rahmetli kadın tek çocuktu ve o yüzden baba tarafının akrabaları ona destek olmalıydı. Ancak küçük kardeşlerinin maddi durumu ortada olduğundan, geriye salt Ahmet Bey kalıyordu. Yaşlı adam kolunu Dilay’ın omzuna attı ve düşünceli tavrını bozarak kardeşlere yöneldi.“Evladım,” dedi kederli bir sesle. Bu sırada odadaki herkes yaşlı gözlerle kendisine bakmıştı. “Biliyorsunuz, bütün yaşananlar fazlasıyla hazindi ama hepsi geride kalacak. Bundan sonrasında sizin hayatınız var.” Yaşlı adamın bu tutumu diğerlerine bencilce ve çıkarcı bir tavır gibi gelse de; kardeşlerin belirsiz geleceği, ölümlerden daha büyük bir sorundu ve ikisinin de belirli bir geliri yoktu. “Gönül ister ki sizleri alıp Đzmir’e götürebilsek ve kol kanat gerebilsek... Ama bizim de maddi durumumuz ortada,” dedi Ahmet Bey. Kardeşi Esma Hanım kendisine bakmış ve dile getiremediği büyük sıkıntısını ağabeyinin bir çırpıda söylemesine oldukça sevinmişti. Ama bunu belli etmedi.

195


Birim Sıfır

“Önümüzdeki birkaç hafta daha burada kalır ve geri döneriz. Babanızın ölümünden sonra konuştuğumuz gibi, biz iki aile elimizden geldiği kadar para göndermeye çalışırız size. Bunun yetmeyeceğini biliyorum fakat elimizden gelen tek çare bu,” dedi. Yiğit ve Burcu eniştelerinin sözlerini dinlerken hiç düşünmedikleri yeni bir sorunla karşı karşıya kalmışlardı. Burcu’nun onca uğraştan sonra tıp fakültesini kazanıp yarıda terk etmesi olacak şey değildi, fakat şu anki durum bunu gösteriyordu. Babalarının emekli maaşından gelen para da bir hayli gülünçtü. Yiğit liseyi yarıda bırakmış, boş gezenin boş kalfasıydı. Bu karamsar durum karşısında ortaya çıkan tablo iki kardeş için de son derece vahimdi. Kaderlerine boyun eğer bir tavırla, eniştelerini onayladılar. Ev yine sessiz kalmıştı. Eve ne zaman sessizlik çökse insanların aklına trajik ölümler ve yaşananlar geliyordu. Olanlar sahiden çok korkunçtu. Evlerine gelen üç ajan hâlâ olay üzerinde çalışıyordu; ama yine de her şey gizemini korumaktaydı. Bu sırada Yiğit, odayı terk edip kendi odasına doğru yürümeye başladı.

Koridorda

ilerlerken

döktüğü

gözyaşı,

Burcu’nun

kalbini

sızlatıyordu. Dilay, Yiğit’i yalnız bırakmak istemiyordu. Kendine zarar verebilirdi. Yiğit’in hemen ardından, odaya doğru gitmeye başladı. Koridora çıktığında içini büyük bir sıkıntı kapladı. Sanki onun odaya gitmesini istemeyen bir şey vardı ve her adımını atarken kalbi sıkışıyor, midesi bulanıyordu. Genç kız, odaya girmekten vazgeçip lavaboya yöneldi. Yaşadıkları, sinirlerini çok yıpratmıştı.

196


Cilt 2

Aynanın karşısına geçip kendi yüzüne baktı. Gözlerinin altı çökmüş ve kilo vermişti. Yıllardır yaptığı diyet, birkaç haftada verdiği kiloyla kıyaslanamazdı bile. Sol eliyle saçını arkaya yatırıp, sağ eliyle musluğa uzandı. Bu sırada Yiğit’in ağlaması birden durmuş, Burcu da ağlayarak annelerinin yatak odasına gitmişti. Dilay, annesinin Burcu’nun arkasından koşarken söylediği çaresiz sözleri duyuyordu. Genç kız ne zaman annesinin odasına girse daha kötü oluyordu. Dilay buna aldırmadı ve musluğu açtı. Önce lavabodan kısık bir ses seldi. Ardından boğuk bir hırıltı eşliğinde birkaç damla su aktı. Dilay elini musluğa uzattıktan sonra, gördükleri onu delice sarsmaya yetti. Beyaz bir buhar musluktan çıkıp yukarı doğru yükselirken, genç kız olduğu yerde düşüp bayıldı…

***

Genç kız uyandığında kendisini bambaşka bir hayat bekliyordu. Yanı başında anne ve babası ağlayıp dururken diğer aile üyeleri koridorda baygınlık geçiriyor ve durmadan ağlıyorlardı. Bir süre yarı baygın bekledi genç kız. Đnsanların kendisine ağladığını düşünürken sürekli Burcu’nun zikredilmesi kendisinde büyük bir şok etkisi yaratmıştı. “Burcu da mı?” diye sordu ağlayarak. Gözyaşları ağzına kadar inmişti ve o tuzlu damlaları yutuyordu. Babası Dilay’ın başını göğsüne yaslayarak içini çekti ve, “Evet,” dedi. Dilay gördüğü beyazlığı hatırlayıp Yiğit’i sordu. Genç geçen sefer olduğu gibi devamlı titremiş fakat ölmemişti. Bu sefer de onları kurtaran beyaz kıyafetli adamlar olmuştu.

197


Birim Sıfır

Bu kadar trajedi de fazlaydı artık. Dilay’ın babası herkesin ağzından duymak istediği şeyi söyledi. “Gidiyoruz artık.” Beş kişilik aileden geriye kalan son kişi olan Yiğit’i de alıp Đzmir’e döneceklerdi. Bu genci burada bırakıp ölüme terk edemezlerdi. Yarın sabah yola çıkmalıydılar.

Bir Gün Sonra

Cordoba’nın içinde çalan Rolling Stones, Dize’yi biraz da olsa rahatlatmıştı. Eliyle ritim tutuyor ve ‘Star Me Up’a eşlik ediyordu. Arkada oturan Ege de müzikten şikâyetçi değildi. Aksine gençliğinden beri dinlemediği Stones’un keyfini çıkarıyordu. Her ne kadar Birim için sıkıntılı bir durum olsa da, otopsiyi yapan doktorla yapacakları görüşme birçok şeyi gün yüzüne çıkaracaktı. Murat sigarasının birini bitirip diğerini yakarken, Dize’nin öfkeli bakışları altında son derece stresli görünüyordu. Birim Sıfır ajanları otopsilerin yapıldığı özel hastaneye geldiklerinde oldukça şaşırmışlardı. Genelde otopsiler devlet kurumlarında polis denetiminde yapılırdı. Bu durum Ege ile Murat’ı şüphelendirmişti. Hastaneye

girerek

görevlisinden yardım

kimliklerini

göstermişler

ve

güvenlik

istemişlerdi. Güvenlik görevlisi onları morga

götürmüş ve otopsiyi yapan doktoru çağırmıştı. Babanın ölümü sigaradan kaynaklanan kalp kriziydi. Peki ya diğerleri? Đşte bu sorunun cevabı üçünü de heyecanlandırıyordu.

198


Cilt 2

Morga alındıklarında üçü de metal sedyelerin üzerinde yatan ölülere bakıyordu. Ölüm ne kadar da gerçekti. Dize Murat’ın arkasında duruyordu. Gördüğü cesetler ürpermesine yol açmıştı. Đçerideki soğuk hava da kendisini son derece rahatsız etmişti. Doktor içeri girdiğinde gömleğindeki kan epey kötü gözüküyordu. Ajanlarla tokalaştıktan sonra görüntüsü için özür dilemişti. Nitekim bunun pek bir önemi yoktu. Murat lafı uzatmadan doktora yöneldi. “Ersöz ailesinde ölenlerin otopsi raporlarına bakmak istiyoruz,” dedi. Doktor raporları hazırlamış ve fakslamak üzere dosyalamıştı fakat ajanların kendisini ziyareti beklenmedik bir gelişmeydi. Doktor ajanların beklemelerini söyleyip kısa süreliğine morgdan ayrıldı ve elinde dört dosya ile geri döndü. Đlkini Murat’a uzatarak, “Bu ailenin babasının raporu. Kalp damarlarındaki tıkanma ve ani basınç ile kalp krizinden vefat,” dedi. Ajanların konuşmasına fırsat vermeyerek, “Bu Fatma Ersöz, yaşlı adamın karısı. Ölüm sebebi ani şok ve adrenalin patlamasından kaynaklı kalp krizi,” dedi. Ege araya girerek, “Đkisi de kalp krizinden öldü demek,” dedi. Doktor, “Daha fazlası,” dedi Ege’nin eline bir diğer dosyayı vererek. “Ebru Ersöz, ani şok ve adrenalin patlamasından kaynaklana kalp krizi,” diye ekledi. Üç ajan da Ebru’nun ölümüne şahit olmuşlardı. Belki de buna tanık olmasalar doktorun otopsi raporuna inanmayabilirlerdi fakat ölümler kalp krizine çok benziyordu.

199


Birim Sıfır

Ege elindeki dosyayı incelerken Ebru’nun ölümden sonra çekilmiş fotoğrafını gördü. Doktor ölülerin yüzleri hakkında hiçbir not düşmemişti rapora. Bunu sormanın tam sırasıydı. “Ölülerin yüzlerindeki ifadeyi nasıl yorumluyorsunuz?” dedi yaşlı ajan. Doktor bu soruyu bekliyordu. “Bu olağanüstü bir durum. Bir insan öldükten sonra yüzünde hiçbir mimik kalmaz. Bütün vücut iflas ettiği için haliyle de kaslar kendini bırakır ve ölülerin yüzlerinde ifadesiz bir bakış olur. Fakat bu üç ölümde de böyle bir şey söz konusu değil. Kalp krizi geçiren insanlar ölümle burun buruna olduğunu anladıklarında korkarlar, ancak bu yüzlerinde kalmaz. Üzülerek söylemeliyim ki bu konuya tıbbın getirdiği bir açıklama yok,” dedi. Murat ve Dize Ege’nin ne denli tıbbi bilgisi olduğunu ispatlayan doktora şaşkın bir ifade ile bakarken genç ajan yutkunarak konuştu. “Ne yani bunun sebebini açıklayamıyor musunuz?” dedi. Doktor yüzünü asmıştı. Ege ve Murat bu konuya açıklık getirme umuduyla geldikleri hastaneden eli boş dönecek olmanın verdiği mutsuzluğu yaşarken doktor konuşmaya başladı. “Bakın bunu gerçekten de açıklayamıyoruz. Đstanbul’da otopsi yapacağınız tek yer burası değil,” dedi ve elindeki dosyayı Dize’ye uzattı. “Son ölümle de ilgili bilgi verip konuşmamızı bitirmek istiyorum. Burcu Ersöz, dün ani şok ve adrenalin patlamasından vefat etti,” dedi. Đşte bu üçünü de sarsmıştı. Hep bir ağızdan, “Ne!” diye bağırmış ve Dize’nin elindeki dosyaya bakmışlardı.

200


Cilt 2

Tıp öğrencisi olan kızın gelecekte hastaneye göndermek için CV’sine koyması gereken resim hastanede otopsi raporuna koyulmuştu. “Ne zaman oldu?” dedi Murat sinirli bir ses ile. Doktor biraz korkmuştu. “Dün getirildi haberiniz yok mu?” dedi. Murat küfürler ederek Cordoba’sının anahtarını aradı. Bu iş çok gereksiz bir şekilde sinir bozucu olmuştu. Üçü de bir iki dakika içinde hastaneyi terk etmiş ve Beşiktaş’ın yolunu tutmuşlardı.

201


Birim Sıfır

TUTKU Dilay bavulları hazırladıktan

sonra Yiğit’in önemli eşyalarını

toplamasına yardım ediyordu. Kuzeninin I-Pod’unu, kitaplarını ve birkaç önemli eşyasını toplarken bir daha dönmeyecekleri bu evde değerli hiçbir şey bırakmamaya çalışıyordu. Yiğit ise her zamanki gibi yatağına uzanmış Dilay’ı izliyor ve alması gereken şeyleri söylüyordu. Delikanlının bavulu neredeyse dolmuştu ama Yiğit’in sürekli alınmasını istediği küçük bir kumbara vardı. Dilay her ne kadar buna gerek olmadığını düşünse de kuzenini kıramamıştı. Evdeki herkes, toparlanmış eşyaları arabaya yüklerken Dilay odaları dolaşıyor ve eksik bir şeyin kalıp kalmadığını kontrol ediyordu. Koridordaki bütün odalar bittiğinde geriye anne ve babanın yatak odası kalmıştı. Dilay üç kişinin öldüğü bu odaya girmek istemese de, unutulan bir şeyin olmaması için odayı kontrol etmek istedi. Đçeri girip yavaşça kapıyı kapattı. Dün Yiğit’in odasına girmesini engelleyen şey, şimdi onu yatak odasına çekiyordu. Genç kızın vücudunu büyük bir heyecan sardı. Yerinde duramıyordu. Bir an için, “Ne yapıyorum ben?” diye sordu kendine. Fakat cevap veremedi. Bu odada bir şey vardı. Uykusunun geldiğini hissetti. Kısa bir

202


Cilt 2

süre şu yatakta kestirmek fazlasıyla rahatlatacaktı onu. Hastaneden yeni taburcu olan bir hasta gibi kollarını sarkıtarak halsiz bir şekilde yatağa ilerliyordu. Yatağın yanına geldiğinde bir bacağını yatağa attı; kalbi göğüs kafesini zorluyordu. Nefes alışverişi düzensizleşmişti ve bilinci kapanmak üzereydi. Başını yastığa doğru uzatırken, camdaki beyaz lekeyi görüp birden kendine geldi. Yaşadığı travma, onu uyarmıştı. Dengesini kaybedip yatağa düştü ve gözlerini yumdu. Karanlık bir çukura yuvarlanır gibiydi. Ellerini ve bacaklarını yalayan rüzgârı hissedebiliyordu. Karanlığın sonunda beyaz bir şey vardı. Tıpkı musluktan çıkan o buhar gibi. Genç kız yaşam ile ölüm arasındaki ince çizginin üzerinde bilinçsizce yürürken; kendisini çizginin beri tarafına çeken bir şey olmuştu sanki. Birden düştüğü karanlıktan uyanıp kendini yatağın üstünde buldu. Gözlerini açmıştı ve bilinci yerindeydi. Ölümle burun buruna gelmişti. Ağlamak istiyordu ama bunu yapmadı. Yataktan inerek kapıya yöneldi. Bu lanetli odayı terk ederken, camdaki beyazlığın bir hayli koyulaşıp korkutucu bir hal aldığını fark etti. Koridora baktığında, herkesin kendisi gibi derin ve karanlık bir rüyanın içinde olduğunu gördü. Đçinden bazı şeylerin eriyip gittiğini hissetti ve karanlık bir boşluğa yuvarlandı.

***

203


Birim Sıfır

Murat kapıyı açıp, arabayı park dâhi etmeden evin kapısına yöneldi. Apartmanın mavi boyalı demir kapısı ardına kadar açıktı. Genç ajan koşarak merdivenleri çıktı. Onu Ege ve Dize izliyordu. Dairenin önüne geldiğinde kapıyı yumrukladı. Đçeriden ses gelmedi. Tekrar yumrukladı. Evin içinden hiçbir ses gelmiyordu. Ege bağırdı: “Açın kapıyı Milli Đstihbarat!” Ses yoktu. Murat ve Ege kısa bir süre bakıştılar ve ikisi birden aniden kapıya tekme attı. Ahşap kapı ardına kadar açıldı ve eli silahlı üç Sıfır ajanı içer girdi. Üçünün de kalbi dışarıdan duyulacak kadar sert atıyordu. Ve üçü de hiç beklemedikleri bir gerçekle yüzleşti.

***

“Ne istiyorlar?” diye sordu telaşla. Doktor sinirini kontrol altına almaya çalışarak masanın üzerindeki raporları alıyordu. “Raporları,” dedi karşında duran genç adama bakarak. “Biraz rahat ol. Bugün her şey bitecek, hepsi geride kalacak, merak etme. Aldığın parayı düşün.” Đlk defa sahte otopsi raporu hazırlamıyordu. Hazırladığı raporlar genelde davaların seyrini değiştirecek küçük değişiklikler olurdu. Đlk defa böylesi bir suçun içine giriyordu. Konuştuğu adam sahte Olay Yeri Đnceleme’nin başındaki gençti. Kendisine teklif getiren ve parayı teslim eden oydu. Böylesine trajik ölümleri anlayamıyordu fakat aldığı para bunu düşünmesini engelliyordu.

204


Cilt 2

“Bugün her şey bitiyor,” dedi genç adam. Doktor içeride kendisini bekleyen ajanları düşünerek, “Umarım öyle olur,” diye mırıldandı. “Dosya kapanacak ve hiç kimse hiçbir şeyi bilmeyecek.” Doktor başını eğerek onayladı. “Peki ya son ölüm?” Genç adam, “Şüphelenmezler rahat ol,” dedi ve ekledi. “Birimdeki adama bile rüşvet verdik; bir tek o tekin değil, ama delil yetersizliğinden serbest kalır. Sonra da payını alır.” Doktor omzunu yukarı doğru kaldırarak, “Umurumda değil,” dedi. Ofisinden çıkmak üzereydi ki odadaki adamın sesini duydu: “Unutma doktor: Bugün her şey bitecek ve paranı istediğin gibi harcayacaksın.” Eli titriyordu. Derin bir nefes alıp ajanların yanına döndü.

***

Sıfır ajanları kendilerini neyin beklediğini bilmiyordu. Murat ve Ege içeri girerken, Dize arkalarında duruyor ve onları kolluyordu. Đlk adımı atan Murat oldu. Kilidi kırılan kapı ardına kadar açılmış ve genç ajan birden içeri atılmıştı. Silahını doğrultarak koridora baktı. Boştu ve içeriye kötü bir koku hâkimdi. Murat odaların kapısını aralarken, Ege de onu takip ediyordu. Sıra sıra, odaların temiz olduğunu belirtiyorlardı. Dize ise hemen soldaki yatak odasına girip kapıyı kapatmıştı. Murat ve Ege, Yiğit’in odasındayken; Dize de içeriyi inceliyordu.

205


Birim Sıfır

Az sonra üçü koridorda buluştu. “Gitmişler,” dedi Dize boş bavullardan birini göstererek. Sesi gayet sakin ve halsizdi. Bir sürü eşya da artık evde değildi. “Hassiktir!” diye bağırdı Murat. Ege gencin eniştesinin numarasını almıştı. Onu aramak istedi fakat bunu yaparken Dize onları yatak odasına çağırdı. Genç bayan kendini kısa sürede tekrar odada bulmuştu. Onu oraya çeken bir şey vardı. Camdaki beyaz lekeyi gösterdi. Murat lekeye yaklaşarak daha önce Dilay’ın yaptığı gibi hem içten hem de dıştan inceledi. Bu leke daha önce gözlerine çarpmamıştı. “Bu da ne?” diye sordu. Ege lekeye yaklaşarak uzun bir süre baktı ama cevap veremedi. Dize de Ege gibi sessizdi. Sessizliği bozan Dize oldu. “Klorak lekesi veya onun gibi bir şey olmalı.” Sanki bunu o değil de bir başkası söylemişti. Murat buna ilk başta itiraz etse de, Dize oldukça ikna ediciydi. Üçünü de derin bir rehavet kaplamıştı. Ege de onayladı Dize’nin dediğini. Genç ajan hayli sararmıştı. Murat, Dize’ye dönerek, “Đyi misin?” dedi. Dize elini Murat’a uzattı. “Gidelim Murat, kapatalım artık şu olayı. Elimizde hiçbir şey yok.” Murat, Dize’nin halsiz olduğunu görünce endişelendi. Ege’yle bakıştıktan sonra Dize’nin dediğini yaptılar. Odada içlerini rahatsız eden bir şey vardı ve bu konuyu kapatıp dört ölünün ardından bu evden ayrılmak istiyorlardı. Tıpkı Dilay’ın ailesi ve geri kalanlar gibi.

206


Cilt 2

Merdivenlerden aşağı inerken, Ege dosyayı kapatmayı ciddi bir şekilde düşünüyordu. Bu evde bir lanet vardı ve bununla uğraşmak kendilerine zarar verecekti. Birim sanki bir olaydan istemsizce veya zorla uzaklaştırılıyor gibiydi. Üçü de dosyayı kapatmakta hem fikirdi. Ege telefonunu eline alarak Ahmet Bey’i aradı. Bu sırada arabaya binmek üzerelerdi. “Alo.” Telefondaki ses umutluydu. “Đyi günler Ahmet Bey, ben Birim Sıfır’dan Ege.” “Buyurun sizi dinliyorum,” dedi yaşlı adam. Arkada oturan Yiğit’e bakmıştı. Delikanlı günlüğünü dolduruyordu ve bir yandan eniştesine kulak kesilmişti. “Az önce evdeydik ve sizleri bulamadık,” diyebildi yaşlı ajan. Karşıdan bir açıklama bekler gibiydi. Nitekim öyle de oldu. “Ah evet amirim, kaçıyoruz o evden. Durmayın orada. Canımızı zor kurtardık. Kara bir habis var o evde. Uzak durun oradan.” Telaşlı bir sesle ekledi adam: “Biz Yiğit’i de aldık, Đzmir’e dönüyoruz. Ben cenaze işlemleri için gerekli masrafları ilgili mercilere ödedim. Bu kötü günleri unutmak istiyoruz.” Ege duyduklarına şaşırmamıştı. “Biz de öyle,” diyerek telefonu kapattı.

207


Birim Sıfır

Yiğit’in Yiğit’in Günlüğü

17 Mayıs Merhaba sevgili günlük, Yaşam benim için çok sıkıcı geçiyor. Her zamanki gibi uyanıp kahvaltımı yaptım. Babam da işe gitti. Kız kardeşim üniversitede, annem Ebru ile birlikte evi temizlemeye koyuldu.

Bense

odamda,

bilgisayarımın

karşısında

sözlüklerde

dolanıyordum. Her zamanki rutin işler işte. Beni yaşama bağlayan hiçbir şey yok. Evde dolanan parazit gibiyim adeta. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bir şeyle ilgilenmek, ona bağlanmak istiyorum. Kafam çok karışık günlük.

23 Mayıs Merhaba

sevgili

günlük,

şimdi

bunları

yazarken

rutin

hayatımda hiçbir şeyin farklı olmadığını bir kez daha fark ettim. Sana yazarken bile hep aynı şeylerden söz ediyorum. Sayfalarım hep

208


Cilt 2

karamsar. Bugün iki film izledim. İkisi de birbirinden kötüydü. Artık mastürbasyon bile sıkıcı günlük.

29 Mayıs Merhaba sevgili günlük, bugün eve uzun süre sonra halamlar geldi. Eniştem hâlâ aynı, hiç kimse değişmemiş. Dikkatimi Dilay çekti. Bizim kuzen ne kadar da büyümüş. Göğüsleri muhtemelen seksen numarayı geçmiştir. Dikkat çekici. Kalçası, eğildiğinde çok güzel

şekil

alıyor.

Bazen

ona

yaklaşmak

istiyorum

fakat

yapamıyorum. Ne de olsa benim akrabam. Yine de bu ziyaret çok iyi oldu günlük.

30 Mayıs Merhaba sevgili günlük, bugün bir hayli neşeliyim. Burcu, halamların eve geldiğini duyunca finalleri bırakıp geldi. Birkaç gün kalacakmış. Babam da tatilinin bir kısmını kullanıyor. Her neyse, dün hep birlikte sinemaya gittik. Dilay sürekli korku filmi izleyelim diye tutturdu da tutturdu. Ama güzel bir korku filmiydi. Psikopatın teki, arkadaş olduğu bir ruh sayesinde cinayet işliyordu. Dilay yanımda oturuyordu ve her korktuğunda bana biraz daha yaklaştı.

209


Birim Sıfır

Teninin kokusunu aldım filmi izlerken. Tam olarak kadın gibi kokuyordu. Başımı döndürdü. Galiba onunla sevişmek istiyorum. Ama bu nasıl olacak bilmiyorum. Acaba bunları okursa ne düşünür?

1 Haziran Merhaba anlatamam.

sevgili Bütün

Çocukluğumuzdan

günlük, gün

ve

bugün Dilay’la

İstanbul’da

o

kadar

oturup

mutluyum sohbet

otururlarken

ki

ettik.

oynadığımız

oyunlardan bahsettik. İki gün önce ona sinemada çok yaklaşmıştım. Fakat bunu başaramıyorum. Durduk yere gidip sarılamam herhalde değil mi? Mutluyum

günlük,

mutluyum;

çünkü

uzun

zamandır

aradığım, beni hayata bağlayacak şey ayağıma geldi. Ulaşılmaz bir şey olsa da mutluyum ve Dilay’ı çok seviyorum.

2 Haziran Merhaba sevgili günlük, Dilay’ı sevmekle kalmıyorum, ona deliler gibi âşığım artık. Bugün bazı şeylerden bahsetmeye çalıştım ona; ama bana karşı çok soğuktu. Ona belli etmedim ama yatağımın

210


Cilt 2

altında saatlerce ağladım. Ergenliğe yeni giren platonik âşık bir çocuk gibiyim. Ama Dilay’ı çok seviyorum. Benim olmalı…

6 Haziran Merhaba

sevgili

günlük,

yeniden

karamsarlığa

kapılmak

üzereyim. Dilaylar İzmir’e döndü. Onu çok özlüyorum. Yazmak istemiyorum!

8 Haziran Merhaba

sevgili

günlük,

galiba

hayatımda

hiç

sevgilim

olmayacak. Dilay gittiğinden beri çok kötüyüm. Kim bilir bir daha ne zaman gelecekler. Onu istiyorum, Dilay’ı özlüyorum. Bir “tutku”ya dönüştü bu artık. Mütemadiyen ağlıyorum.

11 Haziran Merhaba Babam

sevgili

eniştemle

günlük, Dilay’ı

konuşurken

bir türlü

duydum.

düşünüyorlarmış.

211

unutamıyorum.

Bayramda

gelmeyi


Birim Sıfır

Bu çok geç. Eniştem babamla konuşurken, bir aksilik olmazsa bayramda görüşürüz dedi. İnanmıyorum, bayram çok geç. Babam da hiçbir şey demedi. Hiçbiri içimdekileri anlayamıyor.

12 Haziran Merhaba sevgili günlük, dünkü konuşma bütün gece kulağımda yankılandı. Sanki içimden bir ses, orada görmemi istediği bir şeyin olduğunu söylüyordu. Bir aksilik olmazsa bayramda gelecekti benim biricik aşkım. Bir aksilik çıkmalıydı. Evet, bir aksilik. Bunu fark edince sesler kesildi. Biricik aşkımı bu eve getirmek için her şeyi yapacağım.

17 Haziran Aşkımla sinemaya gittiğimizde izlediğim film aklıma geliyor. Cinayetler işleniyordu. Bugün internette sürekli onu araştırdım. Cin çağırmayı, ruhlarla nasıl konuşulacağını öğrendim. Ne gerekiyorsa satın aldım. Bir cin alfabesi ve birkaç küçük taş var elimde. Az önce yatağın üzerine bıraktım. Evet, yapacağım.

212


Cilt 2

4 Ekim Merhaba sevgili günlük, nihayet yeni bir arkadaş edindim. Onu benden başka hiç kimse göremiyor. Dostumu çok seviyorum. Bana piyangoda

oynamam

için

rakamlar

verdi.

Ve

belki

de

inanamayacaksın ama tam yüz elli bin lira para kazandım. Artık bazı fedakârlıklar yapmanın vakti geldi.

5 Ekim Merhaba sevgili günlük, bugün büyük gündü benim için. Sevgilimle

harika

bir

sevişme

yaşadık.

Beyaz

dostum

babamı

öldürdükten sonra, biricik aşkım ben yatakta sahte gözyaşları dökerken yanıma

gelip

bana

sarıldı, elimi

tuttu.

Ah

günlük,

hayatımın en güzel dakikalarıydı o anlar. Çok güzeldi sevişmemiz. Ona dokunmak benim için en büyük orgazm. Bu arada arkadaşlarım sağ olsunlar, paralarının hakkını verdiler. Piyangodan aldığım parayla polis arabası aldık. Liseden arkadaşlarım Olay Yeri İnceleme oldular. Hepsi rolünü iyi kıvırdı. Ben de söz verdiğim gibi paralarını veriyorum. Hayat çok güzel.

213


Birim Sıfır

12 Ekim Merhaba sevgili günlük, aşkım ve müstakbel kayınpederim İzmir’e dönmek üzere yola koyuldu; fakat beyaz dostum bana her zamanki gibi harika bir fikir verdi ve annemin ölmesi gerektiğini söyledi. Biz de gerekeni yaptık. Annemin ölüm haberini alan aşkım ve ailesi geri döndü. Bugün o iğrenç ajanlar geldi. Herkesi sorguya çektiler. Bense o sırada sevgilimle sevişiyordum. Bir tanem elimi tutup yanımda uzanıyor ve sahte gözyaşlarımı siliyordu. O kadın, ah o çirkef kadın bizi dinleyince dayanamadım ve dostuma

Ebru’yu

bırakacaklardı.

öldürmesini

Dostum

söyledim.

gözdağı

vermek

Böylece ve

beni

bunların

rahat benim

tarafımdan yapıldığının anlaşılmaması için beni de biraz etkiledi. Ama olsun, sonuçta aşkım hâlâ evde.

14 Ekim Merhaba sevgili günlük, bugün o şişko, göbekli, berbat insan bizi burada bırakacaklarını ve para vereceklerini söyledi. Ben para değil, Dilay’ı istiyorum.

214


Cilt 2

Bizi yanlarına alamazlarmış. Neymiş, iki kişiye bakamazlarmış; çünkü maddi yetersizlik çekiyorlarmış. Salondan çıktığım gibi odama gittim ve dostuma Burcu’yu öldürmesini

söyledim.

Dostum

musluktan

çıkarken

aşkım

onu

görmüş. Neyse ki aşkıma bir şey olmadı. Ailede bir tek ben kaldım ve beni İzmir’e götürmemeleri için hiçbir gerekçe kalmadı. Kayınpederim yarın gideceğimizi söyledi. Ah evet, artık sevgilimle birlikte yaşayacağım.

15 Ekim Merhaba sevgili günlük, Aşkım, dostumun camda bıraktığı beyaz lekeyi görünce bazı şeylerden şüphelendi. Dostum bunu bana söyleyince aşkımın bazı şeyleri anlayacağını düşündüm ama hiçbir şey olmadı. Dostum herkesin kısa bir baygınlık geçirmesini sağladı. Ardından herkes telaşla evi terk etti. Aşkım, dostumla iletişim kurduğum kumbaramı da İzmir’e götürüyor. Ne olur ne olmaz, beni o evden de ayırmaya kalkarlarsa dostuma

onları

da

öldürmesini

söylerim.

215

Evet,

istediğim

bu.


Birim Sıfır

Sevgilimle bir ömür boyu beraber olacağız. Hep beraber olacağım onunla. Sonunda oldu. Ne kadar mutlu olduğumu bilemezsiniz. Az önce ajanlardan biriyle konuştu kayınpederim, dosyayı kapatacaklarmış.

Evet,

her

şey

geride

kaldı.

Sadece

ben

ve

yanımdaki sevgilim olacak artık…

Yiğit günlüğü kapatıp kilitledi. Dilay yanında oturuyor ve elini tutuyordu. Uyumak için kuzeninin omzuna yaslandı. Yiğit, kuzeni başını omzuna koyunca; camdan dışarıya bakarak yavaşça gülümsedi. Her şey tam da istediği gibiydi…

216


Cilt 2

SİYAH VE KIRMIZI KIRMIZI

Bir Ay Sonra

“Đzmir ne kadar güzel değil mi?” “Öyle. Ama sanki bir şey buranın büyüsünü bozuyor.” “Sahi mi? Sence nasıl bir büyü bu?” “Bilmiyorum, bir his, bir tat veya başka herhangi bir şey, tanımlayamıyorum. Ama bu büyüde bir eksiklik var. Sanki… Ah, söyleyemiyorum. Boğazımda düğümleniyor.” “Çok iyi anlıyorum,” “Anlıyor musun? Nasıl?” “Lütfen sorma.” “Peki elimi tutar mısın?” “Seni seviyorum, seviyorum…”

***

217


Birim Sıfır

En son ne zaman yatağından böylesine mutlu kalkmıştı, bilmiyordu. Rüyanın etkisini üzerinden atamamışken günlüğüne uzandı. Yatmadan önce günlüğünü yazdığını hatırlıyordu. Muhtemelen günlüğü yazarken uyuyakalmıştı genç adam. Sayfaların kırıştığını görünce ister istemez morali bozuldu ve yazmak istemedi. Yataktan kalkıp salonda yürümeye başladı. Sevgilisinin evine geldiğinden bu yana salonda kalıyordu ve bundan şikâyetçi değildi. Her ne kadar sevgilisiyle aynı odada kalmamanın üzüntüsünü yaşasa da, şimdilik böylesi iyiydi. Ne kadar zamandır mantıklı kararlar alıyordu Yiğit? Bunu düşünüp kısık sesle güldü. Bir kızın elini tutması için bütün ailesini katleden birinin; birkaç akrabasını öldürmesi zor bir şey değildi. Ama buna ihtiyaç duymuyordu. En başından beri istediği gibi sevgilisinin evindeydi ve her sabah kalktığında ona ‘günaydın’ demek çok keyifliydi. Genç adam elini ve yüzünü yıkamak için lavaboya yöneldiğinde Dilay’ın odasının kapısının açık olduğunu gördü. Genç kız günlüğünü okuyor ve Ipod’undan açtığı bir parçaya eşlik ediyordu. Yiğit kapıya yöneldi. Kuzeninin pijamalarla çok çekici olduğunu düşünüyordu. Odaya girip ona yaklaşabilir miydi? Evet, bunu yapabilirdi. Dilay’ın anne ve babası dışarıdayken onunla keyifli bir oral seks yapabilirdi. Genç adamın yüzünde samimiyetsiz bir gülümseme belirdi. Evet, bunu yapacaktı. Önünde hangi engel vardı ki? Đstediğini yapabilirdi. Ya onu incitirse? Bu umurunda değildi. Gidip gelen düşüncelerinin arasında adım adım sevgilisine yaklaşıyordu.

218


Cilt 2

Kapının önüne geldiğinde, yüzündeki gülümseme neredeyse yanaklarına varmıştı ve sevgilisiyle fiili bir sevişmeye kesin kararlıydı. Dirense bile yapacaktı bunu. Elini kapının koluna uzattı. Genç yaşta oluşan kırışıklıklar, içeri giren güneşin oluşturduğu kısa gölgelerde ürpertici görünüyordu. O rahatsız edici kırışıklıklar, kapı kolunu kavradığında zaten açık olan kapı ardına kadar gerildi. Genç adam sevgilisinin gülümsemesini gördü. “Günaydın, bugün nasılsın?” dedi neşeli bir sesle. Yiğit cevap vermedi. Đfadesiz bir suratla bakıyordu sevgilisine. Hayır, böyle yapmamalıydı. Bir insan sevgilisine böyle davranmamalıydı. Sağlıklı bir ilişki kurmalıydı. Ne de olsa o biricik sevgiliydi. Uğruna dört can aldığı biricik sevgilisi… Dilay kuzenindeki tuhaflığı fark ettiğinde birdenbire ürperdi. Bakışlarındaki şehvet ve arzuyu o kadar net görebiliyordu ki… Kulaklığı çıkarıp günlüğü kapattıktan sonra masasının bir köşesine fırlattı ve yatağının başına doğru geriledi. Hiç iyi şeyler olmayacaktı. Yiğit kendisine yaklaştığında yavaşça boynuna eğildi. Nefesini hissediyordu kuzeninin. Dilay’ın boynunu yalayan o sıcak nefesten sonra kısık sesle bir şeyler söyledi genç adam. “Zamanı geldi sevgilim.” Dilay artık geri dönüşü olmayan bir yolda olduklarının farkına varmıştı.

219


Birim Sıfır

***

Gizem eski sevgilisini gayet samimi karşılamıştı. Murat’la bir güzel tokalaşıp öpüştükten sonra, Dize’yi başını eğerek selamlamış ve onları oturma odasına götürmüştü. Bu ev, sahibi gibi oldukça ilginçti. Murat buna alışıktı ama anlaşılan Dize de aynı fikirdeydi. Bunun için olsa gerek Gizem’e karşı mesafeliydi. Gizem ikilinin oturduğu koltuğa giderek eski dostuna baktı. “Ee yakışıklı, ne için geldin bakalım?” Murat gayet rahattı. “Dostlarımız hatırlanmayı isterler.” Gizem böyle bir cevap beklemiyor olacak ki, “Ne zamandan beri bu kadar düşüncelisin kovboy?” dedi. Murat, Gizem’in ona kovboy demesinin özel bir anlamı olduğunu biliyordu. Birlikte oldukları zaman sevişirken, Murat’a kovboy diye hitap ederdi ve her orgazmında, “Biricik kovboyum!” diye bağırarak tüm apartmana, o evde tüm sınırlarıyla hardcore seks yapıldığını bildirirdi. Murat anılarını hatırlarken, ikisinin de yüzü gülüyordu. Dize durumun farkında olmasa da, Gizem’in ortağına olan sıcak tavırlarından kuşkulanmıyor değildi. Her neyse… Bu kendisini pek ilgilendirmezdi. “Dostlarımızı hiç unutmayız küçük prenses,” dedi Murat. Đkili tekrar dudaklarını ısırarak gülmeye başladı. Muhtemelen Dize orada olmasa bu iki fantezi tutkunu manyak, ilişkilerini yıllar evvel bitirdikleri halde, çılgınca bir sevişme yaşayacaktı. Dize sohbetten rahatsız olduğunu bildirmek için kesik kesik öksürdü ve konuşmaya başladı. “Cinler insanlara zarar verirler mi?”

220


Cilt 2

Gizem bu ciddiyetten hoşlanmamıştı. “Evet, bazen ölüme kadar götüren zararlar verebilirler tatlım,” dedi. Dize de bu laubalilikten son derece rahatsız olmuştu. Murat’a asık bir suratla baktıktan sonra, sükûnete gömüldü. Odaya bilinmeyen bir sessizlik çöktüğünde, Murat ve Dize fiziksel olarak kendilerini rahat hissetseler de, Dize’nin durumdan pek hoşnut olduğu söylenemezdi. Fakat nedense Murat’la Gizem’in diyalogunun kendisine verdiği hoşnutsuzluk etkisini gittikçe kaybediyordu. Burada onu streslerinden uzak tutan gizemli bir şey vardı sanki. Đkisi de aynı anda su istedi. Gizem ikilinin tuhaf tavırlarına aldırmadan mutfağa gitti. Genç kadın odadan çıkar çıkmaz, “Sende de oluyor mu?” dedi Murat. Dize şaşkın bir şekilde cevapladı. “Evet.” Đkisi de eve girdiklerinden bu yana, gereğinden fazla huzur içindelerdi. Bir aydır yüreklerini kaplayan o karamsarlık ve hissizlik, yerini saf huzura bırakmıştı. Đki ortak da oturdukları koltuklara iyice gömülmüş ve başlarını arkaya yaslamışlardı. Neredeyse uyuyacaklardı. Gizem

içeri

girdiğinde,

böyle

bir

durumla

karşılaşmayı

beklediğinden, tepki vermeden suları iki ajana götürüp verdi. Elindeki tepsiyi kapının yanındaki katlanabilir masaya bıraktıktan sonra koltuğuna oturdu. “Çok rahatsınız değil mi?” dedi bilmiş bir tavırla.

221


Birim Sıfır

Dize ilk sigarasını içen başı dumanlı bir genç kızın mayhoş iniltilerini andıran bir tavırla, “Hem de nasıl,” dedi. Ses ağzından yavaş ve narince çıkmıştı. Murat’sa başıyla onayladı. “Sizi bunca zaman rahatsız eden şey neydi peki?” dedi Gizem çocuklarına kızan bir anne gibi. Murat başlarından geçenleri tane tane anlattıktan sonra, Gizem dehşete kapılmıştı.

“Bu evde büyü işlemez. Bir şey sizin bu dosyayı

kapatmanızı ve unutmanızı istiyor. Buraya geldiniz ve bunun etkisinden kurtuldunuz.” Murat ve Dize üzerlerindeki rehavetten sıyrılmış sayılırlardı. Đkisi de Yiğit’in, Dilay’ın ve ailesinin tehlikede olabileceğini düşününce büyük bir korkuya kapıldılar. Aileye zarar veren her neyse, Birim’in bunu unutmasını ve daha fazla can almayı istiyordu. Üçü de bu konuda hem fikir olsa da, Đzmir’den buna benzer herhangi bir ölüm haberi almamışlardı. Murat birden çıkıştı: “Otopsiyi yapan doktor ve Olay Yeri Đnceleme.” “Allah kahretsin!” diye bağırdı Dize. Birim Sıfır kötü bir oyuna basit bir piyon olmuştu. Gizem’in fantastik evinde bulunan iki ajan, olayların hiç de sandıkları gibi olmadığını öğrendiklerinde, şu gereğin bilincindelerdi: Đyi bir intikam geliyordu ve piyon rakibin tahtasındaki son kareyi de aşmış, vezirle takas olmuştu…

***

222


Cilt 2

Ahmet Bey ve eşi, sabah sporu için çıktıkları Kordon’da bir güzel yürümüşlerdi. Daha sonra mutlu evliliklerinin değerini bildiklerini tüm sevecen Đzmir halkına göstermek istermişçesine el ele bir bankta oturmuş, on metrede bir bulunan sıcak çay ve soğuk içecek satan güler yüzlü bir satıcıdan aldıkları iki çayla bir simidi atıştırırken hayatın tadını çıkarıyorlardı. Mutlu çift, beraber olmanın verdiği derin hazzı körfeze yansıyan güneş ışığının rengi kadar saf ve içten yaşarken, kızlarının çok daha farklı şeyler yaşadığından habersizlerdi. Ahmet Bey ne kadar şanslı bir insan olduğunu düşünüyordu. Đzmir’in en güzel yerlerinden birinde, dünyalar güzeli karısı ve kızıyla birlikte yaşıyordu. Bu kısma kadar her şey güzeldi yaşlı adam için. Aklına bir ay önce yaşadıkları geldiğinde farklı hissetmişti. Her ne kadar bu dramın etkisini kısa sürede üzerlerinden atsalar da, büsbütün akıllarından silememişlerdi. Bundan rahatsız olacak ki, karısına dönüp eve gitmek istediğini söyledi.

Zaten

çok

vakit

harcamışlardı

ve

kahvaltıya

yetişmeleri

gerekiyordu. Yürüyüş oldum olası ikisini de acıktırırdı. Ahmet Bey eşofmanının cebindeki anahtarı çıkarıp, apartmanın dış kapısını açtı. Zavallı Yiğit’i ve biricik kızını uyandırmak istemezdi. Karı koca yavaş yavaş merdivenleri çıktıktan sonra, nihayet eve vardıklarında, içeriden gelen sesler yüzünden şok olmuşlardı. Kızları tuhaf iniltiler çıkarıyordu ve Yiğit neredeyse bir hayvan gibi bağırıyordu. Đkisi de akıllarına gelenin başlarına gelmemesi için dua etse de, bunun ne kadar beyhude olduğu meydandaydı.

223


Birim Sıfır

Yaşlı adam kalbini tuttu. Olduğu yerde sendeledikten sonra, derin bir nefes alarak kapıyı açtı. Đkisi de eve girdiklerinde, artan seslerden neler olduğunu anlamıştı ve kadın şaşkınlıktan ne yapacağını bilememişti. Ahmet Bey’in ise çarpıntısı iyice artmış, yaşlı adam kendini yerde bulmuştu. Karı koca, arkalarında beliren beyaz bulutu görmemişlerdi. Az sonra ikisi de, yüzlerinde korku ve şaşkınlığın karıştığı o rahatsız edici suratlarla, salonda cansız vaziyette yatıyorlardı.

***

Dize, Adnan Menderes Havaalanı tabelasının gittikçe uzaklaştığını gördüğü sırada, o eve bir an önce gitme arzusu taşıyordu. Đkiliye eşlik eden bir polis birimi, onları eve kadar götürecekti. Genç ajan, Đzmir’e keyifli bir tatil için gelmeyi isterdi. Şimdi ise, bulunduğu arabada trajik ölümlere kurban gitmek üzere olan bir aileyi kurtarmaya gidiyorlardı. Geçirdikleri bir-iki gün gayet heyecanlıydı. Gizem’in evinden çıkar çıkmaz, otopsiyi yapan doktoru ve Olay Yeri Đnceleme ekiplerini gözaltına alıp, bazı sahtekârlıkları açığa çıkarmışlardı. Fakat adamlar onca sorguya rağmen hiçbir şey söylememişti. Sadece Murat ‘altın oran’ muhabbetiyle onu kandıran elemanı bir güzel benzetmişti. Sorgular biter bitmez, sabahın ilk saatlerinde uçakla Đzmir’e gelip, ailenin yanına gitmek üzere yola koyulmuşlardı. Yol boyunca bir kez durup atıştırmalık bir şey aldıktan sonra, yollarına devam etmiş ve eve çok yaklaşmışlardı. Öne geçen polis aracı,

224


Cilt 2

adresi tarif edilen evi ararken Murat da kiraladığı bir Cordoba’yla aracı takip ediyordu. Kiralık bile olsa, bu model olmalıydı.

***

En sonunda, Alsancak’ta bir yerde durdular. Murat ve Dize arabadan indikleri gibi eve yönelip kapıyı çaldılar. Dış kapı açılmadı. Dize bunu birkaç kez tekrarladıktan sonra, onları izleyen polisler kuşkulanmış olacak ki kapıya yönelip izin alarak diğer zillerden birine bastılar. Yaşlı bir kadın kapıyı açınca, içeri giren Dize durumu kadına anlattı. Kadın korkarak içeri girip kapısını kilitledi. Đki ortak ve polis ekipleri eve geldiklerinde içeri girmek için kapalı kapıyı defalarca çaldıktan sonra, bir nebze bekledi. Dize, Ege’yi arayarak Ahmet Bey’in numarasını istedi. Dize

numarayı

tuşladığında,

içeriden

gelen

ses

herkesi

telaşlandırmıştı. Telefon çalıyordu fakat hiç kimse cevap vermiyordu. Polis ekibi üç kişiydi. Neyse ki Murat ve ekip, kapıyı kırmak için yeterli kuvvete sahipti. Üçe kadar sayana dek, Murat ve bir polis kapıyı tekmelemiş ve kırmıştı. Đçeriye girer girmez yerde yatan Ahmet Bey’i ve karısını gördüler. Đkisinin yüzünde de korku dolu ama diğer ölülere nazaran biraz da şaşkınca bir ifade vardı. Dize bunu gördüğünde, içeri giremedi bir süre. Ölümler burada da kendilerini bulmuştu anlaşılan. Murat ve diğer polisler içeri girdiğinde teker teker odalara bakmaya başladılar.

225


Birim Sıfır

Genç polisin biri, Dilay’ın odasına girdiğinde büyük bir çığlık attı. Yiğit ve Dilay çırılçıplak vaziyette ölmüşlerdi. Yüzlerinde o korku dolu ifade vardı. Birim bu durum karşısında ne yapacağını bilemedi. Đzmir’e bir hiç uğruna gelmişlerdi. Bedenler sıcacıktı. Belki de Gizem’in evine bir gün önce gitseler buradaki dört kişi de yaşıyor olacaktı. Fakat şimdi ellerinde, “Kader,” diyerek avunmaktan ve gözaltına aldıklarını hapse atmaktan başka çare yoktu. Yiğit ile Dilay’ın durumu ise tam bir muammaydı. Türk toplumu ensest ilişkiye ne kadar çabuk geçmişti böyle. Murat genç kızın odasında dururken onlara bakmamaya çalışsa da, ister istemez gözü kayıyordu. Son derece şaşkın ve üzgündü. Oda bir hayli düzenliydi. Dolap, askılık, koltuk, masa, kitaplık sorumlu bir genç kız odası gibi toplu ve düzenliydi. Genç ajan odaya biraz daha dikkatli baktığında, bu düzeni bozan bir defter gördü. Masanın bir köşesine bırakılmış öylece duruyordu. Genç ajan odada başka biri olup olmadığını kontrol ettikten sonra günlüğü açıp okumaya başladı.

226


Cilt 2

Dilay’ın Dilay’ın Günlüğü 28 Mayıs Merhaba

sevgili

günlük,

yarın

yola

çıkıyoruz.

O

kadar

mutluyum ki anlatamam. Sonunda onu göreceğim. Onunla birlikte olacağım. Bütün günüm onu düşünmekle geçti. Bir gün… Sadece bir gün kaldı!

29 Mayıs Merhaba sevgili günlük, düşündüğüm onca şey gerçek oluyor gibi. Uzun bir aradan sonra İstanbul’dayım. Nihayet, babama yaptığım onca baskıdan sonra, onu ikna edip İstanbul’a gelmemizi sağladım. Keyifli bir gündü, bol bol eskilerden bahsettik. Yiğit çok değişmiş. Ve onu görmek bana çok iyi geliyor. Çok seviyorum onu. Fakat nasıl açılacağım bilemiyorum. Off günlük ne yapacağım ben. Çok yanlış birini seviyorum.

227


Birim Sıfır

30 Mayıs Merhaba sevgili günlük, bugün sevdiğim erkek ve kardeşleriyle sinemaya gittik. Gelecek hakkındaki planlarımı uygulamanın vakti geldi.

Ona

olan

tutkunluğumu

göstermeliyim.

Onu

kendime

bağlamalıyım. Bunu nasıl yapacağımı çok iyi biliyorum. Ona yakın olacağım. Her fırsatta, kasıtlı değilmiş gibi, kalçamı ve göğüslerimi sereceğim önüne. Ah günlük, onu nasıl istediğimi bir bilsen! Neden veya nasıl bilmiyorum

ama

onu

çok

istiyorum.

Bugün

başından

beri

düşündüğüm gibi nasıl yalnız kalacağımızı anlamasını istiyorum. Beraber olmamız gerekiyor günlük. Öyle olmasını istiyorum. Bunun için ne gerekiyorsa yaptıracağım biricik sevgilime. Umarım film aklında bir yeşil ışık yakar. Ama filmden çok bugün ona o kadar yakındım ki. İçine kadar sokuldum. Korkuyormuş gibi yapıp daha önce Pier’de izlediğim filmi tekrar izledim. Ona sarılıp kokusunu aldım. Ah günlük daha fazla yazamayacağım.

2 Haziran Merhaba sevgili günlük, bugün Yiğit’in bana yakınlaştığını ve açılmaya çalıştığını fark edince çok şaşırdım ve mutlu oldum. Fakat

228


Cilt 2

ona karşı nedense soğuk davrandım. Şaşkınlıktan olacak galiba; biraz tersledim gibi oldu, ama olsun. Yiğit de bana karşı boş değil günlük.

6 Haziran Eve dönüyoruz… Onca şey mahvoldu.

5 Ekim Merhaba sevgili günlük, biricik kahramanım sonunda ona söylemek istediğimi anladı. Ölüm haberini duyunca apar topar İstanbul’un yolunu tuttuk. Ve o an… Aynı yatağa girdik, onun elini tuttum. Sarıldım ona. Neredeyse seviştim erkeğimle. Ona nasıl bağlandım bilemezsin günlük. Onu istiyorum. Daha fazla ne yapması gerekiyorsa yapacağım. Ne kadar sahte gözyaşı dökmem gerekiyorsa dökecek ve ne kadar rol yapmam gerekiyorsa yapacağım. Yemin ederim yapacağım.

12 Ekim Merhaba sevgili günlük, bugün hayatımın en güzel günüydü. İzmir’e dönmek üzere yola çıktıktan sonra, sevdiğim erkek annesini de öldürmüş. Bugün onca yaşanan olaydan ve o berbat ajanlardan

229


Birim Sıfır

sonra Yiğit’in yazdığı günlüğü gördüm. Bana olan sevgisinin ne denli güçlü olduğunu artık biliyorum. Beraber geçirdiğimiz o harika zamanları anlatmış erkeğim. Sadece bana dokunabilmek için annesi ve babasını nasıl öldürttüğünü anlatmış. Ne kadar romantik, değil mi günlük? Bana ne kadar değerli ve özel olduğumu hatırlatıyor. Benim için ailesinden vazgeçiyor. Ah benim biricik kuzenim, sevginin karşılıksız olmadığını göreceksin. Bu romantizminin karşılığını öyle güzel alacaksın ki…

Murat

günlüğe

daha

fazla

devam

edemedi.

Okuduklarının

sarsıntısını yaşarken, içeriye Dize girdi. Elinde Yiğit’in günlüğü vardı ve gözleri yaşlar içindeydi. Đkisi de birbirine bakıp durumu anladığında, yatakta sevişirken ölen iki kuzenin ne denli insanlıktan uzak ve sapık olduğunu düşünüyorlardı. Hayatları boyunca böyle sapkınlık görmemişlerdi ve bu sapkınlığın içinde olup da bunları fark etmemek çok büyük bir hataydı. Anlaşılan o ki, piyon başından beri yanlış yere gidiyordu ve vezir olduktan sonra bile yanlış hamleyi oynamıştı… Dize ve Murat, Đstanbul’a dönerken sessiz ve bir o kadar düşüncelilerdi. Zaten artık konuşulacak pek bir şey kalmamıştı.

230


Cilt 2

BİR SAAT ÖNCE Yiğit genç kıza öyle yaklaşmıştı ki, artık ne olursa olsun bazı şeylerden geri dönüşü olmadığını biliyordu. Kuzenine iyice yanaştığında, onun o kadınsı kokusunu içine çekti. Dilay ise tepkisizdi. Öylece duruyor ve kuzenine bakıyordu. Genç adam sağ elini kuzeninin beline atarak genç kızı yavaşça okşarken, yüzleri iyice birbirine yaklaşmıştı ve ikisi de o sıcak nefeslerini hissetmenin doyumunu yaşıyorlardı. Yiğit bir an önce sevgilisiyle sevişmek, onunla olmak istiyordu; ancak kuzeninin karşı gelmesi halinde ne yapacağını düşünmek için duraksadı. Bir nevi tecavüz gibi olacaktı. Yine de buna hazırlamıştı kendisini. Sevgilisine bu kadar çok yakınlaşmasına rağmen, genç kız hiçbir şey dememişti. Acaba istiyor olabilir miydi? Genç adamın nefes alışverişi hızlanıp, kalbi göğüs kafesini zorlamaya başladığı sırada; sevgilisi elini yüzüne koymuştu ve bir parmağıyla dudağına bastırıyordu. Đkisi de birbirlerine olan sevgilerini olabildiğince somutlaştırdığına göre, Yiğit’in üzerindekileri çıkarması için hiçbir engel yoktu. Đkili kısa bir ön sevişmeden sonra yatakta soyunmaya başladığında, yaptıklarının doğru veya yanlış olmasından çok uzaktılar; sadece anı yaşıyorlardı. Gerçi bu iki ruh hastası için onca suçtan sonra doğru yanlış ayrımı ne kadar belirgindi, bilinmez.

231


Birim Sıfır

Dilay sevgilisinin yüzündeki sadist bakışı gördüğünde, aylardır ona karşı beslediği hasretin bir tuvale aktarılmasını izlercesine keyifliydi. Tuval iki renkti. Kırmızı ve siyah. Aşkı ve kötülüğü temsil ediyordu çiftin bakışları. Yiğit yavaşça sevgilisinin üzerine çıktı. Hayatında ilk defa yaşayacağı deneyim için telaşlıydı; ama bu telaş onu yapması gerekenlerden alıkoyacak değildi. Sevgilisi, elini Yiğit’e uzattı. Đkisi de çırılçıplak birbirlerine yaklaşırlarken, tenlerinin sıcaklığını duymak onlar için tarifi olmayan bir zevkti. Sevgilisinin elini tuttuğunda bir hayli rahatlamıştı genç adam. Ona yakın olmak kendisine güven veriyordu. Öyle olmasaydı nasıl onca cinayet işleyebilirdi ki? Bir cinle dost olup onun aracılığıyla ailesini öldürmek için, ruh hastası bir âşık olmak kâfi değildi. Nitekim Dilay bunca şeyin arından, neyin eksik olduğunu iyi bildiği için her zaman yaptığı gibi sevgilisine destek oluyordu. Đkili, ellerini kenetleyerek biraz bekledi. Neden sonra ikisinin de içine tarif edemeyecekleri bir ateş düştü ve alev alan bir kâğıt kadar süratle sevişmeye başladılar. Yiğit nasıl olduğunu anlamadan, Dilay’ın içine girdiğini hissetti. Önce vücudunu büyük bir kasılma ile birlikte kendisini rahatsız eden bir sertlik kapladı, ardından yavaşça gerildi ve sevgilisinin üzerinde gidip gelmeye başladı… Dilay az önce eve anne ve babasının girdiğini fark ettiğinde yakalanmanın verdiği mutluluk ile iyice yaklaştı sevgilisine. Herhalde insanlıktan ne kadar uzak olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu.

232


Cilt 2

Anne ve babasının çığlıklarını duyduğunda Yiğit’in içinden çıkmasını istemişti ve oral yapmak için Yiğit’in üstüne çıktığında anne ve babasını çoktan kaybettiğinin bilincindeydi. Yiğit neredeyse hiç aldırmamıştı çığlıklara: Dostu her zamanki gibi görevini yerine getiriyordu. Sahi, onunla en son ne zaman konuşmuştu? Dilay’ın anne ve babasını öldürmesini söylememişti. Sevgilisi üstüne çıktığında, Yiğit’in aklı dostundaydı. Ona kızmış olmalıydı cin. Bir tür intikam mıydı bu? Sevdiği kızı üzerek onu perişan etmek mi istemişti? Bir an için korkuya kapıldı. Dilay seksin en keyifli kısmına geçtiğinde Yiğit kalbinin ağrıdığını hissediyordu. Gözleri yavaşça karardı. Đçinde bir şeylerin dolaştığını hissettiğinde dehşete kapıldı. Kalbi oldukça hızlı atıyordu ve odayı tiz bir ses kaplamıştı. Dilay, sevgilisinin yüzünün sarardığını fark etti. Elini onun penisinden çekerek başını kaldırdı. Genç adamın gözleri belirgin ölçüde küçülmüş, yanakları kızarmış ve alnındaki damarlar gözle görülecek kadar şişmişti. Genç kız neler olduğunu anladığında sevgilisi çoktan ölmüştü. Dilay’ın kalbi sıkışmaya başladığında tiz ses iyice belirginleşti. Duvarda beyaz gölgeler hışımla dolaşmaktaydı. Ve sevgilisinin üzerine yığılırken, zar zor anlaşılan o birkaç kelimeyi duydu: “Hiç kimse beni unutamaz.” Đntikam ve nefret doluydu bu ses.

233


Birim Sıfır

ŞİMDİ Adnan Menderes Havaalanı’na girdiklerinde, iki ajan da eli boş dönmenin mutsuzluğunu yaşıyordu. Cinayetleri kimin işlediğini çözseler de, hiç kimseyi kurtaramamışlardı ve bu onlar için büyük kayıptı. Daha da önemlisi, tüm bunlardan sorumlu olan cini ele geçirememişlerdi. Birim’in itibarı ciddi bir yara alacak gibi görünüyordu. Murat, Cordoba’yı kiraladığı yere iade etmiş ve parasını Taylan Bey’den aldığı çekle ödemişti. Bazı masrafları Taylan Bey’in karşılaması kendilerini çok rahatlatıyordu. Murat, Đç Hatlar Terminali’ne girmek amacıyla içeri yönelirken, Dize’ye kimlik kartını çıkarmasını söyledi. Havaalanına silah sokmaları Đstanbul’daki kadar kolay değildi. Biletlerinde kimlik bilgileri kayıtlı olsa bile, polisler iki taramadan sonra üçüncü bir X-Ray taramasını isteyebiliyorlar ve kimlik

numaralarını

bilgisayara

işlemek

için

yolcuları

dakikalarca

bekletiyorlardı. Dize ve Murat bellerindeki silahları kayıt ettirmek amacıyla içeri girdiklerinde, onları izleyen biri olduğundan haberdar değillerdi. Silah Kayıt Bürosu’na girdiler ve içerideki polis memuruna uzun uzun Birim’i anlattıktan sonra, silahlarını yanlarında taşımalarının hiçbir risk arz etmeyeceğini söylediler. Polis memuru, ilk kez duyduğu bu birim hakkında bir türlü emin olamadığından, amirlerini arayıp merkezden bilgi istemişti ve aradan geçen

234


Cilt 2

uzun dakikalar sonucunda Murat ve Dize’ye silahlarını veriyordu. Genç ajan silahı teslim almak için masaya uzandığında, kayıt bürosunun arkasındaki büyük platformda bulunan X-Ray cihazının başındaki görevli birden yere yığılıp titremeye başladı. Bürodaki polis, silahları masaya bırakıp olay yerine doğru koşmaya başladı. Bu arada havaalanında alarmlar çalmaya başlamış, Dış Hatlar’daki özel harekât birimleri iç hatlar terminaline doğru yola çıkmıştı. Yerde titremeye başlayan görevliye ilk müdahaleyi Murat ve Dize’ye silahını vermekte olan polis yaptı. Kalbini tutuyordu; meslektaşının nefes alamadığını gördüğünde suni teneffüs için eğildi. Đki Birim Sıfır ajanı, daha önce yaşadıkları bu olayın tekrarlanmasının şokunda iken; Đç Hatlar Terminali’nin girişine gelen özel harekâtlardan biri, silah kayıt bürosuna girerek kapıyı kapattı. Murat ve Dize olayı izlerken silahları odada kalmıştı ve eğer polislere bunları yapan bir cin ise, onu durdurmanın tek yolu içerideki silahlar olacaktı. Cin, onları evden beri takip etmişti. Onları gafil avlamanın tek yolunun, silahlarını bellerinden çıkardıkları zaman saldırmak olduğunu biliyordu. Dize, Murat’ın arkasına geçtiğinde; donakalmış olan genç ajan kendine geldi. Belki de ortağının omzuna dokunması yeterli enerjiyi vermişti. Yiğit’in evinde olanları hatırladı Murat. Đçeri giren olay yeri inceleme ekipleri, Dize’yi boynuna vurarak iyileştirmişti. Yerde can çekişen polise baktı ve daha fazla beklemeden yanına gitti. Diğer polis, meslektaşına suni teneffüs yapıyordu; fakat bu çok

235


Birim Sıfır

gereksiz ve yersizdi. Murat yerdeki adamın yanına gidip dizlerinin üzerine oturdu ve polisin boynuna vurmaya başladı. O günü hatırladı. Olay yeri inceleme ekipleri bir şeyler mırıldanıyordu. Şu an onların ne olduğunu öğrenmek için bir sürü şeyini feda edebilirdi. Ne söyleyeceğini bilmiyordu; ancak yaptığı şeyin polise iyi geldiğini anladığında, suni teneffüs yapmaya çalışan duyarlı polis Murat’a hayranlıkla bakmış ve genç ajanın karşısına geçerek boynuna yavaşça vurmaya başlamıştı. Yerdeki polis neredeyse düzelmişti. Etrafındaki insanlar derin bir oh çektikten sonra, özel harekâtlar her yeri sarmıştı. Bunu polise neyin yaptığını merak ediyorlardı. Havaalanı büyük önem arz ettiği için, en ufak alarmda bile orada olurlardı. Polisin iyileştiğini gördüklerinde, geri dönmek için yola koyulmuşlardı ki; bütün iç hatları inleten tiz bir ses duyuldu. Büyük bir çığlık kulakları sağır edercesine yükselirken, harekât polisleri ve olay yerine gelen sağlık görevlileri teker teker yere yığılmaya başladı. Đşte bu anda, tam anlamıyla kaos hâkimdi Adnan Menderes’e. Yere serilen yirmi kadar kişi titreyerek can çekişirken, ayaktaki birkaç polis memuru en üst düzey güvenlik alarmını devreye sokup silahlarını kabzalarından çıkarmışlardı. Murat ve Dize, kendilerini korumak için silahlarına uzandıklarında, ikisi de nasıl bir hata yaptıklarının farkına varmışlardı. Đkili, Silah Kayıt Bürosu’na döndü. Arkalarındaki kalabalığın bulunduğu koridor Burger King’e kadar uzanıyordu ve oradan itibaren insanlar teker teker yere yığılıyorlardı.

236


Cilt 2

Đki Birim Sıfır ajanı şunu çok iyi biliyorlardı ki, o aileyi katleden cin veya hayalet her neyse kendini kaybetmişti ve önündeki asıl hedef kendileriydi. Dize arkasına baktığında, yaklaşık birkaç dakika sonra teker teker azalan insanlardan geriye sadece kendilerinin kalacağını fark etti. Göz bebekleri dehşetle büyüdü. Belki de camda o gördüğü beyazlığı küçümsemeseydi... Hayır, bunu düşünecek zamanı yoktu. Murat canını kurtarmanın verdiği telaşla büronun kapısını açmaya çalıştı. Đçerideki özel harekât polisi, meslektaşlarını öldürmekte olan şeye karşı korkusundan olacak; kapıyı kilitleyerek arkasına pusmuştu. Onca kameraya ve teknolojik cihaza rağmen fark edilemeyen cismi, kilitli bir kapı mı durduracaktı? Murat bunu gördüğünde çılgına dönmüştü. Korkak bir polis yüzünden hayatı son bulabilirdi. “Şu kapıyı aç ve bize silahları ver!” diye haykırdı. Bu sırada, ayaktaki birkaç polis rastgele ateş etmeye başlamıştı. Yaptıkları, ne derece kontrollerini kaybettiklerini gösteriyordu. Etrafa saçtıkları mermiler insanlara isabet ediyor ve sürüsüyle can alıyordu. Adnan

Menderes

Havaalanı’nda

tam

anlamıyla

bir

katliam

yaşanırken, bunu durdurmanın tek yolu korkak bir polis tarafından engelleniyordu. Adam cevap vermeyince Murat kapıya sert bir tekme attı. Bu sırada polis ayağa kalkmış ve silahını genç ajana doğrultmuş; bunu gören dışarıdaki polislerden biri ise Murat ve Dize’nin yanına doğru yürümeye başlamıştı.

237


Birim Sıfır

Gereksiz yere vakit kaybediyorlardı ve bu, havaalanındaki herkesin sonu olacaktı. Murat kendisine doğrultulan silahı gördüğünde polise bağırmaya başladı. “Silahımı ver geri zekâlı, ölmek mi istiyorsun?!” Polis silahı Murat’a iyice yaklaştırmış ve ateş etmek için tetiğe dayanmıştı. Bunu niye yaptığını kendisi de bilmiyordu. Arkalarındaki kalabalık, neredeyse bir folklor oynar gibi yerde titrerken; cinin kendilerine ulaşmasına sadece birkaç kişi kalmıştı. Bu yaptıkları gerçekten çok anlamsızdı. Murat daha fazla bekleyemezdi; zaten riske atılacak bir şey de kalmamıştı. Dize’ye dönüp göz kırptı ve aynı anda ikisi de yakınlarındaki polise saldırdı. Murat polise yakın olduğu için, elindeki silahı tutup yüzüne sıkı bir yumruk attı ve masaya düşen silahın kabzasıyla polisin başına vurdu. Yaptığı yasal değildi, ancak bunun hiçbir önemi yoktu. Kendi silahını almak için masanın diğer ucuna uzanırken, Dize’nin polisle kavga ettiğini gördü. Ne de olsa ortağı, yeteri kadar fiziksel beceriye sahip değildi. Đki silahı da masanın diğer ucundan alıp, bürodan çıktığı gibi Dize’nin yanına gitti. Ortağı, polisin silahını elinden düşürmesini sağlamıştı fakat genç polis Dize’yi fena benzetmişti. Aynı tarafta olması gereken insanlar birbirlerini yiyorlardı. Murat, Dize’nin karşısındaki polisin başına kırk beş tabanlı ayakkabısını geçirdiğinde; ortağına silahını atmış ve ikisi de havalimanın ortasında koridora dönük bir şekilde beklemeye koyulmuştu. “Şu sarışın kadından sonra sen sağına, ben soluna,” dedi Murat. “Peki. Hazır mısın?” “Her zaman ortak, bu cin fazla oldu. Hem de çok fazla.”

238


Cilt 2

Murat cümlesini bitirdikten hemen sonra, bir altmış boylarında sarışın kadın kendilerine doğru koşarken birden durup kalbini tutmuş ve titremeye başlamıştı. Dizlerini büküp yere düşmek üzereyken Murat haykırdı: “Şimdi!” Đki Birim Sıfır ajanından çıkan mermiler sağa sola saçıldığında, iç hatlarda kalan birkaç yolcu bu mermilerin ruhani yaratıklar için üretildiğinden habersiz halde ajanların yaptığını izlerken, içeriye hâkim olan tiz ses birden kesildi. “Vurduk mu?” diye sordu Dize. Murat silahının kabzasıyla önlerine düşen birkaç beyaz kar tanesini gösterdi. Đki ajan da silahlarını indirdiklerinde, içeri giren sağlık personeli yerdeki insanlara yardım etmek için yanlarında gittiler. Hemen hemen hepsinin titremesi son bulmuş, polislerin silahlarıyla yaralananlar dışında hiç kimseye zarar gelmemişti. Murat tam çaprazlarında kendilerini kaydeden kamerayı göstererek, “Sence kaydetti mi dersin?” dedi. Sesi onca şoka rağmen neşeli çıkıyordu. “Dua et kaydetmiş olsun. Taylan Bey’den alacağımız iyi bir ikramiye ve bir Đzmir tatili için yeteri kadar Hollywood’luk sahne verdik galiba.” “Hollywood mu? Evet, bence de fazlasıyla verdik.”

SON 239


SONSÖZ “Hayal Gücünün Parıltıları” Merhaba sevgili okur, öncelikle Buzul Dünya ayrıcalığıyla Birim Sıfır öyküm Nevrotik Hayal’i sizlere ulaştırmaktan büyük bir haz duyduğumu belirtmek isterim. Mazoşist psikolojili, entrikalı, birçok gizem ve çözülmesi güç paranormal olayların bulunduğu erotizm yüklü Nevrotik Hayal’i okudunuz; şimdi biraz kendimden ve öykümden bahsetmek istiyorum. Ciddi bir şekilde yazmaya başlayalı neredeyse üç yıl geçti ve kâğıda dökülen her kelime zihnimde yeni fikirleri yaratan ilk kıvılcımlar oldu. Okuduğum her yeni kitapta ve yazdığım her öyküde kendimi geliştirme yolunda küçük adımlar atmış olsam da, Nevrotik Hayal’in Buzul Dünya’da yayınlanması bu küçük adımlar arasında bir mihenk taşı oldu. Xasiork E-Dergi’de beraber çalıştığım sevgili dostum Ozancan Demirışık ve birçok yazarla olan ortak diyalogum sonucu, yazın hayatında da önemli adımlar attım. Ortak bir özveri ve çalışmanın ürünü Xasiork Dergi’den tutun Ölümsüzlük Öyküleri’ne kadar sanal ortamda birçok yayınlanmış eserde faal biçimde görev almanın, yazan kişiye kattığı deneyimi de yine hiç şüphesiz Ozancan, Gökcan, Onur, Berk, Doğan ve ismini yazmadığım birçok yazar dostum sayesinde kazandım.


Cilt 2

Şüphesiz Xasiork Ölümsüz Öykü Kulübü’ne geldiğim günden bu yana,

bir

okul

çalışması

gibi

işleyen

kulübün

nimetlerinden

de

faydalanmaya çalıştım. Tabii ne kadar faydalandığım siz değerli okurun takdirine ait. Birim Sıfır serisinin heyecanına kapılmış ve buraya kadar gelmiş siz değerli okurları yakalamışken, yazma felsefesi üzerine de bir şeyler söylemek isterim. Birçok yazar gibi ben de öykücülüğün -veya roman yazmanın- ciddi bir tanrısallık barındırdığını düşünürüm. Elbette bu tanrısallık maddeye dökülmeyip hayal gücüyle sınırlı kalsa da, okurlara keyifli dakikalar yaşatıp gerçek hayattan soyutlayabiliyorsa; yazı yazmadaki tanrısallığın ciddi bir boyut taşıdığını söyleyebilirim. Tanrısallığı birkaç benzetmeyle açıklayacak olursam: Yeni insanlar yaratmak, vuku bulmayan olayları var etmek, özgürce kurgu yapmak, yarattığın karakterler üzerinde sınırsız yetkiye sahip olmak gibi, Tanrı’nın bizler üzerindeki görevine oldukça benzer bir durumdur Tanrısallık. Bu bağlamda ‘Özgür bir yazar, bir nevi karakterler üzerine hâkim bir ahlâk ve Tanrıdır’ demek pek yadsınamaz. Gelgelelim bunu sindiremeyen insanlar da yok değil. Bu konu üzerine yazmak istemesem de, üzülerek dile getirmeliyim ki, yazan kişiler üzerindeki bu skolastik düşünce er geç son bulacak ve yazarlar istedikleri hür ortama kavuşacaklardır. Nitekim bunun için siz okurlara küçük bir tavsiye: “Lütfen etrafınızdaki herkese kitap okutun!”

241


Birim Sıfır

Đnternette dolaşırken gördüğüm “En mükemmel yazar Tanrı’dır,” sözü bize her şeyi açıklıyor galiba. Nevrotik Hayal’e gelecek olursam… Novella diye tabir edilen kısa romanlardan bir tane yazmanın keyfini doya doya yaşadığım kırk sayfanın üzerinde bir eser Nevrotik Hayal. “Mavi’de Bir Kuğu” adlı romanımdan sonra (henüz yayınlanmadı – yayınlanır mı? Đşte bunu bilmiyorum) yazdığım en uzun öyküydü. Kendi üslubumu gördüğüm ve yazarlığın tam olarak hangi aşamasında bulunduğumu bana hatırlatan gerçekçi bir öykü de oldu aynı zamanda. Bu düşüncem tabii ki siz değerli okurlardan gelecek yorumlara da bağlı. Okurken ve yazarken çok keyif aldığım Birim Sıfır öykümü siz değerli okurlarda umarım benim kadar keyif almışsınızdır.

Hüseyin Emre Coşkun

242


YAZAR HAKKINDA Hüseyin Emre Coşkun, 1993 yılında;

ıssız

tarafından, yıkılmakta

diyarlardan

gizemli olan

bir

bir

gelen kutunun

harabeyi

leylekler içinde,

andıran

bir

kütüphaneye bırakıldı. On beş yaşına geldiğinde Kızıl Vaiz adlı romanı okudu ve Xasiork Ölümsüz Öykü Kulübü’ne katıldı. Artık en üst rafa yaklaştığını biliyor ve kütüphanenin her geçen gün biraz daha yıprandığını fark ediyordu. Hayatındaki tek sevgilisi, sıkı dostu, inancı ve umudu olan kitapların bir zaman sonra, biricik evi olan kütüphaneyle birlikte yok olacağını fark ettiğinde, bu gidişata son vermesi gerektiğini düşündü. On yaşında karaladığı birkaç sayfanın üzerine yenilerini koyması gerekiyordu. O günden bu yana sayfaların arasındaki ahenkli dansını sürdürerek, en üst raftaki kitaplara ulaşmaya çalışıyor. Şunu çok iyi biliyor ki: “Yazmadığı her saniye, bilgi dehlizlerini besleyen kütüphanesi yok oluyor ve bilgiden uzak her anı kutudaki yazıyı, dışarıdaki insanların beyinlerine damgalanan ‘cehalet’ kadar belirgin kılıyor.”


“SIFIR: DÖRT” MAYIS’TA BUZUL DÜNYA’DA Rusya, Hollanda, Mısır ve Đtalya... Birbiriyle ilgisiz dört ülkeden dört kötülük serbest kalıyor. Rusya'dan Sınır Timi, Hollanda'dan TekinsizX, Mısır'dan Kızıl Kum ve Đtalya'dan Siyah Takım adlı gizli birimlerin, tuhaf bir şekilde ellerinden kurtulan kötülükleri alt edebilmek için Birim Sıfır'ın yardımına ihtiyaçları var. “Sıfır: Dört”, hem birim üyelerinin karakterlerine, yaşamlarına ve geçmişlerine biraz daha ışık tutacak, hem de yalnız başlarına neler yapabileceklerini gösterecek. “Sıfır: Dört”, yepyeni ve her zamankinden daha tehlikeli dört macerayı bir araya getirerek, okurlarını bir kez daha mest edecek.

Serinin önceki bölümleri ve çok daha fazlası için:

www.buzuldunya.com www.buzuldunya.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.