NORMALLĐK ANORMALLĐKTĐR ______________________
Onur Bayrakçeken
YAZAR Onur Bayrakçeken
EDĐTÖR Ozancan Demirışık
KAPAK TASARIMI Arif Kubaş
YAYIN TARĐHĐ Şubat 2010
Bu e-kitap Buzul Dünya Yayınları tarafından www.buzuldunya.com adresinde yayınlanmıştır. Tanıtıcı kısa yazılar dışında izin alınmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve paylaşılamaz.
ÖNSÖZ Sevgili okur, okuyucu, okuyan, şöyle bi’ göz atan yahut herhangi bir insan... Bu denemeleri yazmaya başladığım sırada kitap fikri falan yoktu ortada. Aslında denemeleri yazma sebebim blog’umu doldurmaktı. Zavallım öyle bomboş takılıyordu internet adlı uçsuz bucaksız denizin ortasında... Yazdığım ilk denememsi şey rezaletti. Bu kitapta yer almıyor. Zaten o faciadan sonra üç-beş ay kadar deneme yazmadım. Neden sonra, dinle alakalı bir şey yazayım dedim. Oturdum yazdım. Ortaya “Tanrı Adil Midir?” çıktı böylece. Şöyle bir baktım, “Ulan fena olmadı ha...” dedim kendi kendime ve internette yayınladım. Olumlu yorumlar alınca şevklendim. Tekrar bir deneme yazdım. Derken tekrar, tekrar, tekrar... Sonra bir baktım, böyle bir tarz oturtmaya başlamışım. Bu tarza bir ad bile verdim: AKUT. Yani “Argolu Kinayeli Ukalaca Tarz”. Bunun kötü, pislik, öcü bir şey gibi gözüktüğün farkındayım. Ancak yanılıyorsunuz! Bu tamamen temiz, tamamen iyi bir şey. Elbette iyilik kavramı göreceli olabilir. Benim iyilikten ve temizlikten anladığım, bazı şeyleri “biraz açık” söylemek. Ancak çok açık değil. “Biraz” açık. Çok
açık söylersek, edebi bir değeri olmaz sonuçta. Azıcık dolandırmak, düşündürmek lazım yani. Ben de öyle yaptım. Yer yer üstü kapalı, göndermelerle dolu denemeler okuyacaksınız. Şunu da söyleyeyim, Sunay Akın dışında pek deneme okuduğum söylenemez. Oturup yazdım yani. Montaigne’i bile okumadım. Kimse sorsam, “Çok sıkıcı hacı,” diyor. Okumak da lazım ama, Montaigne sonuçta. Adam neredeyse Dostoyevski kadar isim yapmış. Umarım sıkıcı falan değildir. Bizim Edward-Bella jenerasyonu Steinbeck'e de sıkıcı diyebiliyor sonuçta. Her neyse, sonuç olarak, öyle çok fazla deneme okumuşluğu olmayan bir yazarımsının kafasını meşgul eden kakaları sıçışıdır bu kitap! Zevkli okumalar!
Onur Bayrakçeken
ĐÇĐNDEKĐLER Tanrı Adil Midir? –– Sayfa 7 "Her Şey Bok Gibi... Ama Hayat Güzel!” –– Sayfa 9 "We Don't Need No Education!" –– Sayfa 12 "Sanat Güneştir! Güneşi Söndüremezsiniz!" –– Sayfa 14 Müzik Ruhun Gıdası, Hatta Daha Fazlasıdır! –– Sayfa 16 Düzen –– Sayfa 19 Normallik Anormalliktir! –– Sayfa 21 Nasıl Matematik Çalışayım Yahu Ben? –– Sayfa 24 Yaşasın Müzik! –– Sayfa 26 En Güzel Dünyaya Adım Atalım –– Sayfa 30 Taşmak –– Sayfa 32 Korkuyor'uz –– Sayfa 34 Dostluklar Bütün, Bölünemez –– Sayfa 36 Öğretmenim, Canım Benim Canım Benim (!) –– Sayfa 39 Şey Olmak ya da Her Şey Olmak –– Sayfa 42 Đnsa(n)fsız Dünya –– Sayfa 44 Kâbus –– Sayfa 46 Sen, Ben, Biz –– Sayfa 48 Politikler-Apolitikler –– Sayfa 50 Devrim Eteğin Altında –– Sayfa 52 Tırsmasam Gerçekleştireceğim Diyalog –– Sayfa 54 Kısmen Gerçekleştirdiğim Diyalog –– Sayfa 56 Neden Sorusu ve Sıçmak –– Sayfa 58 Cennet –– Sayfa 60 Bir Ergenden Aforizmamsılar –– Sayfa 62
Onur Bayrakçeken
TANRI ADĐL MĐDĐR? Tanrı adil midir gerçekten? Düşünelim bakalım: Afrika’da açlıktan sürünen çocukla benim yaşam şartlarım eşit midir? Ya da en azından kendi yaşam şartlarını benim yaşam şartımla aynı seviyeye getirme şansı var mıdır? Varsa ne kadardır? Ben söyleyeyim, % 2 (böyle yüzde verme olaylarına da kıl oluyorum aslında ama daha rahat açıklanıyor böyle) falandır sanırım. Bu çocuk kendisi belirlemiştir değil mi nerede doğacağını, nasıl yaşayacağını? Evet evet, bu çocuk kendi istemiş olmalı böyle berbat bir yaşam geçirmeyi! Bir şey daha var! Benim oğlum olunca muhtemelen kendine “gemicik” alamayacak... Çok çalışacak ama gene de hak edemeyecek (!) o gemiCĐKleri. Kim mi hak edecek? Biliyorsunuz siz kimin hak edeceğini... Sonracığıııımaaa... Velev ki, biri var bir kızı seviyor. Hem de her şeyden daha fazla seviyor. Ama kız onu değil başkasını seviyor, o da çok seviyor o başkasını. Fakat kızın sevdiği kişinin de sevdiği başka birisi var... Daha doğrusu, istediği başka bir şey var. Yani, X Y’yi, Y Z’yi seviyor; Z ise H’yi istiyor. Şimdi madem X kişisi dokunamayacak, sarılamayacak, el ele tutuşamayacak; neden Y’yi seviyor? Madem Y sürekli üzülecek neden Z’yi seviyor? Ya Y ile Z birbirini sevsin, ya da X ile Y birbirini sevsin? Hiçbiri olmuyorsa hiçbiri birbirini sevmesin Hani buradaki adaletsizlikten de öte, mantıksızlık değil mi?
7
Normallik Anormalliktir
Son olarak, Filistin’e bir yolculuk yapalım mı? Farkında mısınız, orada ölü doğuyor çocuklar. Kimse bana onların cennete gideceğini söylemesin. Đnsanlar cennete gitmek için dünyaya gelmezler. Đnsanlar yaşamak için dünyaya gelirler. Adalet, günahsız bebelerin başlı başına günah olan onursuz bir savaş sonucu can vermesi midir? Şimdi soruyorum tekrar: Tanrı adil midir gerçekten? Kendi sorumu kendim cevaplasam çok iyi olacak esasında. Tanrı “adil bir seyircidir”. Tanrı dünyada değildir! Dünyada olan ve herkesin Tanrı zannettiği şey adaletsizliğin kaynağıdır. Bombaların kaynağıdır. Aşkı ruhtan koparan, tene hapseden yozlaşmışlığın ve gerilemişliğin kaynağıdır. Gerçek Tanrı şu anda dünyadan çok çok uzaklarda bize bakıyor ve gülüyor. O çok zeki. Hepinizi kandırdı! Taptığınız şey adaletsizlikten başka bir şey değil!
9 Eylül 2009
8
Onur Bayrakçeken
“HER ŞEY BOK GĐBĐ... AMA HAYAT GÜZEL!” Bu cümlenin pek bir ironik olduğunu biliyorum. Fakat gerçekten de, hemen her şey berbat olsa da yaşamaktan zevk alıyorum! Đşin ilginç yanı, sahiden hemen hemen her şeyin bok gibi oluşu. Bunu yalnızca Afrika’da açlıktan ölen çocuklar; emeğinin karşılığını alamayan işçiler; cebinde ‘para’ diye tabir ettiğimiz iğrenç şey var diye kendini köylüden daha ‘önemli’ zanneden götler ve ten rengi açık diye zencilerden üstün olduğunu düşünen salaklar olduğu için söylemiyorum. Her şeyin boktan oluşu kişinin özelinde de böyle. Çocukken oyuncağın olmadığı için dünya bok gibidir; ergenliğe girince sivilcelerin yüzünden dünya bok gibidir; biraz daha büyüyünce ise sevdiğin kişinin elini tutamamak ve onu sürekli üzülürken görmek sana “Ne boktan dünya amına koyim!” dedirtir. Bu böyle ölünceye dek gider. Ne bileyim, orta yaşlı bir erkek ev geçindirir; dede olunca da emekli maaşlarından yakınmaya başlarsın. Sonuç olarak hayatın her dönemi iğrençliklerle doludur. Bir yandan insanlığın gittiği yönü düşünüyorum. Herkes yanlış yolda gidiyor. Đnsanlar insan olduklarını unutmuş durumdalar. Politik görüşün mü
9
Normallik Anormalliktir
farklı? Arkadaş olamazsın! Farklı takımı mı tutuyor? Y****ımıyesin! Bu saçmalıklar dünyayı pisletiyor! Bir yandan da kendi özel hayatımı düşünüyorum. Sevgilim yok, pek yakışıklı da sayılmam. Çok iyi ve anlayışlı bir insanı seviyorum ama yine de o konuda da epey şanssızım. Bu yazdığımı yayınlamayacak olsam bu konuda anlatacak çok şeyim var esasında ama anlatmayacağım. Her neyse... Bir yandan roman yazmakla uğraşıyorum, iki tane müzik grubum var. Aptal dersler de var tabii... Epey meşgulüm yani. Tabii müzik ve edebiyat benim her şeyim ve zevk alarak yapıyorum bunları. Ancak kafamı da meşgul ediyorlar, bu da yorucu oluyor bazen... Gerçekten de her şey -görünürde- berbat gibi değil mi? Öyle ama gene de yaşamak güzel. Çünkü yaşadığın dünyanın pis kokusunu unutturmak için bazı insanlar da çabalamış. Sabahtan beri Rolling Stones dinliyorum mesela ve inanın sabahtan beri gülümsüyorum (Tanrı Keith Richards’ı korusun diye de ekleyeyim). Çok basit bir şey bu. Müziği açıyorsun ve mutlu oluyorsun! Bu dünyadan kendini soyutladığında da mutlu olabiliyorsun ya da arkadaşlarınla beraber olduğunda... Neden? Sorunun cevabı basit, iş üş kutsal şeyde bitiyor: umut, hayal ve sevgi! Müzik umuttur. Bu dünyadan kendini soyutlamak için hayal âlemine dalmalısın. Dostluk da sevgidir. Sevildiğini bilmek güzeldir, sevmek de öyle. Sevgi bazen insana acı verir, ama birçok zaman mutlu eder... Umut edin! Hayal kurun! Sevin! (Ayrıca bknz: Love, Peace, Happiness!) Her şey bok gibi:
10
Onur Bayrakçeken
Dünya, başımdan geçenler, başkalarının başından geçenler... Ama hayat güzel! Mutlu olun!
6 Ekim 2009
11
Normallik Anormalliktir
“WE DON’T NEED NO EDUCATION!” Gürdü saçlarım! Kıvır kıvırlardı! Favorilerim de uzundu. Hafiften Joliet Jake’i andırıyordum esasında. Daha çok da That 70s Show’dan Steven Hyde’a benzemiştim – ki en sevdiğim dizi karakteridir! Ancak ‘mal’ heriflerin koyduğu saçma kurallar sebebiyle gür, kıvır kıvır saçlarım ve uzun mu uzun favorilerim berberin vahşi, acımasız makasının kurbanı oldu! Yahu kimse farkında değil mi? Saç, türban gibi bir şey değil ki yasaklansın! Saç insanların sosyal hayatına direkt etki eden bir ‘varlık’. Mesela
bana
kısa
saç
yakışmazken
bir
başkasına
da
uzun
saç
yakışmayabilir. Ben niye bana yakışmayan bir saç tipiyle dolaşıp sosyal hayatımın içine sıçmak zorunda kalıyorum? “Bana bunun mantıklı bir açıklamasını yapın!” diyeceğim ama biliyorum ki yapamazsınız. YA-PAMAZ-SI-NIZ! Olmayan açıklamayı nasıl yapacaksınız?! Hayır, belki o saçlarım sayesinde sevgilim olacaktı. Öküz herifler, hiç mi vicdan azabı çekmiyorsunuz? Ben bu kısa ve hiç beğenmediğim saçla konsere de çıkacağım mesela. Sahnede müzisyenin bir ‘tarzı’ olur. Beatles’ın saç şekli o döneme göre çok farklıydı ve bir anda moda oldu! O saç tipi onların popüler
12
Onur Bayrakçeken
oluşlarına büyük katkı sağladı esasında... Ya da Jim Morrison’a bakalım. Kızlar hastaydı herife. Saçlarını sıfıra vurduğunu düşünsenize... Bu kadar popüler olabilir miydi? O bu kadar popüler olamasaydı, Doors bu kadar popüler olabilir miydi? Ya biz? Biz saçımızı kestirdik şimdi... Hâlbuki neler planlamıştım ben sahne için ulan! Yahu siz Türk Rock Müziğinin gelişiminin içine etmeye yeminli misiniz?! Đnsanlar tek tip değildir. Biz, aynı duvarın tuğlalarıyız. Ancak bu duvar renkli beyler, farkına varın! Hepimiz kendi içimizde özeliz. Renklerimiz farklı bizim! Ben kırmızıysam, Kaan sarı! Berk lacivertse, Can siyah! Đmge beyazsa, Gaye mor! Gizem yeşilse, Ceren pembe! Yeter yahu, renk körü müsünüz?! Aptal, gereksiz, hiçbir mantıklı temele dayanmayan kurallarınızı alın ve yüz yıl öncesine gidin! Çünkü siz o zamanların insanısınız! Son olarak, sizin “eğitim”den anladığınız gençlerin özgürlüklerini kısıtlamaksa Pink Floyd size oldukça güzel bir cevap vermiş, duymadıysanız duyurayım: “WE DON’T NEED NO EDUCATION”*
(Son ve Küçük Not: Erkin Baba kovalasın sizi emi!) 8 Ekim 2009
*: “Eğitimsizliğe ihtiyacımız yok!” Another Brick In The Wall Part 2’den bir söz. Eğitimdeki yanlışlara gönderme yapılıyor.
13
Normallik Anormalliktir
SANAT GÜNEŞTĐR! GÜNEŞĐ SÖNDÜREMEZSĐNĐZ! Okulda teneffüslerde bile gitar çalınmasına tahammül edemeyen, ‘müzik’i gürültü olarak addeden sanat düşmanı zihniyet çok feci sinirlerimi bozuyor. Bugün okulda şahsen tanımadığım ama her gün üzerinde John Lennon tişörtüyle gördüğüm ve kendisine karşı yalnızca o tişört sebebiyle güzel hisler beslediğim bir çocuğun (çocuk dediğime bakmayın, benden bir-iki yaş büyüktü sanırım) gitarını aldılar, üstüne bir de azarladılar. Neden? Çünkü teneffüste gitar çalıp insanları rahatsız ediyormuş! Böehey! Klasik gitarla ‘death metal’, ‘black metal’ falan mı yapıyordu bu çocuk da insanlar rahatsız oluyordu?! Sizin rahatsız olduğunuz şey, sanatın aydınlığı... Bilmediğimizi mi sanıyorsunuz? Siz gürültüden falan rahatsız olmuyorsunuz. Zira kendi odanızda çalışırken pop müzik dinliyorsunuz Bay Adıgüzel! Siz Beatles’tan, Rolling Stones’tan, Elvis’ten, Doors’tan, Erkin Koray’dan, Cem Karaca’dan, John Lennon’dan rahatsız oluyorsunuz. Siz kaliteli müzikten, sanattan rahatsız oluyorsunuz. Öğrencilerin bağrış çağırışlarına ses çıkarmazken; kendi odanızda çalan müziği kapatmazken, “Imagine there’s no heaven...” diyen sanatsever gençleri azarlıyorsunuz! Kendinize aykırı gelen her şeyden
14
Onur Bayrakçeken
rahatsız olduğunuz gibi bizlerin dinlediği müzikten de rahatsızlık duyuyorsunuz. Saçımızı uzattığımız, Beatles dinlediğimiz, gitar çaldığımız için bizi ahlaki erozyona uğramış; kendi medeniyetini unutup Batılılaşmış gençler ilan ediyorsunuz! Ne yaparsanız yapın ve ne dersiniz deyin beyler, ama şunu bilin: Sanat güneştir! Güneşi söndüremezsiniz!
(Ayrıca Yazarın Notu: Güneş’in batısı-doğusu yoktur. Güneş her yerdedir!)
13 Ekim 2009
15
Normallik Anormalliktir
MÜZĐK RUHUN GIDASI, HATTA DAHA FAZLASIDIR! Müziğin ruhun gıdası olduğuna dair bir önerme var, biliyorsunuz. Şunu söyleyeyim; müzik gerçekten de insanı doyuruyor (elbette öyle boktan ‘Bebek’te üç-beş tur atarım’lar falan hiçbir yeri doyuramaz!). Fakat ondan da öte, bazen müzik insanı başka dünyalara uçuruyor. Bir nevi uyuşturucu etkisi yapıyor. Tabii uyuşturucudan farklı olarak sağlığa bir zararı olmuyor... Doğal olarak müzik dinleyerek uçmak, kendini öldürerek uçmak gibi aptalca bir davranış olmaktan çıkıyor. Mesela ben şuanda Pink Floyd’un Set The Controls For The Heart Of The Sun adlı aşmış ve uçmuş şarkısını açtım. Ancak dinlemiyorum... Dinlemekten de öte bir şey yapıyorum. Adını koyamadığım bir şey. Sanırım bir yolculuk. Bu yolculuk da, gerçekte var olmayan ancak insanın var olmasını istediği bir dünyaya gerçekleşiyor. Şarkı da bu yolculuk esnasında araç görevi görüyor. Sanki tüm gezegende tek başımaymışım gibi hissediyorum. Yalnızlık duygusu... Genelde güzel bir duygu değildir ama bazen çok iyi gelir. Bazı müzikler sizi uçururken, bazıları da moralinizi düzeltebilir. Band’den Shape I’m In’i dinlerken hayatın boktan yönünü bir kenara
16
Onur Bayrakçeken
bırakıyorum mesela... Tamamen olumlu şeylere odaklanıyorum. Neşe doluyorum. Hatta hayal kuruyorum. Đşte bir karavana dört beş arkadaş doluşmuşuz; yanımızda gitarlarımız, mızıkalarımız, Türkiye’yi dolaşıyoruz. Hem de nereye gittiğimizi bilmeden! Sadece dolaşıyoruz! Hatta yolculuk için kadro bile kurdum kendi kafamda. Mesela birkaç örnek vereyim: Yamaç-Deniz-Su; Đmge-Gaye-Mehmet; Kaan-Gizem-Funda; Cansu-EceBerk falan filan... Bu arada arkadaşların sevgilileri varsa, “Bizi niye koymadın lan listeye?! Çakaaal. Kızları kapcan di mi?” ya da “Ay ben niye yokum listede? Aşkımla beraber kötü kötü şeyler mi yapacaksınız yoksaaa?!” demesinler hiç. Zira bir Yoko Ono faciası yaşamak istemiyorum karavanımda. Tek sebebi bu! Her neyse... Bir de müziğin anarşik yanı var. Sex Pistols’tan God Save The Queen’i dinleyip de aptal düzenlere küfretmeyen adam yoktur herhalde... Ya da ne bileyim, Ramones’tan Rock’N’Roll High School’u dinlerken okul basasım (okul basmak. Evet, müdürü okuldan kovup ben başa geçeceğim ve herkesi uzun saçlı da olsa, kravatsız da olsa, sakallı da olsa okula alacağım!) geliyor mesela... Bu yalnız punk rock tarafından insanın ruhuna işletilen bir his de değil... John Lennon’ınImagine şarkısı da böyle, yahut Pink Floyd’un Another Brick In The Wall’u... Olay tamamen müziğin ruhuyla alakalı! Müzik asi ise, müziği dinleyen de asileşiyor! Bakın, müzik sizi var olmayan ancak var olmasını isteyeceğiniz bir âleme götürerek ‘Dünya’ adını verdiğimiz bu bok çukurundan kısa bir süreliğine de olsa çekip alıyor; ya da sizin ruhunuzu neşeyle dolduruyor; isterseniz de sizi anarşikleştirebiliyor! Müziğin ne kadar yüce, ne kadar
17
Normallik Anormalliktir
inanılmaz bir ‘güç’ olduğunu görüyor musunuz? Bir din arayışında olan arkadaşlara çağrım şu: Müziğin tanrı olduğu bir dine inanalım! Düşünsenize böyle bir din olduğunu… Hatta bu dinin Đslam kadar, Hıristiyanlık kadar, Musevilik kadar yaygın olduğunu... Biliyorum yalandan ibaret olacaktı bu din, ancak bana sorarsanız günümüzde kutsal olarak addettiğimiz dinler de yalandan ibaret zaten. Yalnızca manevi doygunluk sağlıyorlar, o da herkese değil. Bana sağlamıyorlar mesela. Bu yüzden de inanmamayı tercih ediyorum. Eğer mutsuzken
güzel
bir
yolculuğa
bir
şeye
çıkaran,
inanacaksam, insanları
beni
birbirine
küstürmeyen, aksine dünya barışının sağlanmasında kullanılabilecek en önemli araçlardan biri olan ve ruhumu hiç aç kalmayacak şekilde karşılıksız olarak doyuran müziğe inanmayı tercih ederim. Ayrıca müzik, meleklere ihtiyaç duyacak kadar aciz de değil. Hoş, gerçek Tanrı da değil. Gerçek Tanrı’nın da müzisyen olma olasılığı ne kadar yüksek aslında! Veya müzik de Tanrı’nın elçisi olabilir! Đlginç, harbiden ilginç...
17 Ekim 2009
18
Onur Bayrakçeken
DÜZEN? Dağınıklık ve düzen... Bu kavramlar çok göreceli kavramlar aslında. Anneme sorarsak, odadaki her eşyanın belirli bir yerinin oluşu o odayı düzenli kılar. Babama göre de ‘düzen’in tanımı budur. Bense düzenin bu (bu ne? Đşte böyle bir soru gelebilir sizlerden. ‘bu’ anamın düzen tanımı oluyor yavrularım) olmadığını söylüyorum. Bugün dağınıklık denen ve aslında hiçbir eşyanın sabit bir yere sahip olmamasından ibaret olan, bize öcüymüş gibi anlatılan kavramın da bir düzen olabileceği hiç aklınıza geldi mi? Öncelikle kendim bir düzen tanımı yapayım. Düzen bir yerin, kişinin ya da cismin prensibi ya da sistemidir (aslında başka bir şeydir ama aklıma bir tek ‘sistem’ kelimesi geldi, kusura bakmayın artık). Dağınıklık da bu tanıma göre bir düzendir. Çünkü bir önceki paragrafta yaptığımız dağınıklık tanımına göre, dağınıklığın da belli prensipleri ve sistemi vardır. Hiçbir eşyanın sabit durmaması odayı dağınık kılarken; kişinin rutin bir yaşamının olmaması da kişiyi dağınık kılar. Fakat bunlar kişinin seçimidir. Bir odanın düzeni ‘dağınıklık’ olabilirken, kişi de kendine düzen olarak dağınık bir yaşamı benimseyebilir. Bu yüzden de birçok zaman bir evi toplamak aslında o evin düzenini bozmak, dağıtmak anlamına gelebilir. Aynı şey kişi için de geçerlidir. Maceracı, rutin bir yaşamı olmayan, dağınık yaşayan bir adamı takım
19
Normallik Anormalliktir
elbiseye sokup bankada çalışmaya yollarsanız o adamı düzene sokmuş olmazsınız. Keza, dağınık saçlı bir çocuğun saçlarını kestirirseniz o çocuk daha düzenli olmaz! Bu konu aslında normallik ve anormallik konusuna benziyor. Anormallik ve normallik konusunda da bir yazı yazdım. O yazıdan da alıntı yapayım iyisi mi (bu iki yazıyı aynı anda yazdığımı da belirtmek isterim efenim. Zaten ilişkili konular esasında...): “Birçok kişiye göre anormallik kötüdür, öcüdür, boktur, kakadır, görüldüğü yerde kaçılması farzdır... Hâlbuki aksine, kaçmamız gereken şey bugün normallik diye tanımlanan; tüm insanların tek tip olması, insanların sıradan ve sıkıcı bir yaşama sahip olması durumudur. Bu durumda, normal ve hayatın gereği olan şey ‘anormallik’ olmaktadır. Yani esasında normal olan günümüz dünyasında, anormal biri olarak yaşamaktır. Asıl anormallik, normalliktir! ...” Tüm bunları yazdıktan sonra varmak istediğim nokta, dünyanın kaderini değiştirecek bir nokta değil. Fakat benim için önemli. Yani dünya için küçük ama benim için oldukça büyük bir nokta! Temizlikçi teyze ve anne... Size sesleniyorum! Ne olur artık düzenimi bozmayın, odamı “toplama” adı altında dağıtmayın!
22 Ekim 2009
20
Onur Bayrakçeken
NORMALLĐK ANORMALLĐKTĐR! Birçok kişiye göre anormallik kötüdür, öcüdür, boktur, kakadır, görüldüğü yerde kaçılması farzdır... Hâlbuki aksine, kaçmamız gereken şey bugün normallik diye tanımlanan; tüm insanların tek tip olması, bireylerin sıradan ve sıkıcı bir yaşama sahip olması durumudur. Bu durumda, normal ve hayatın gereği olan şey ‘anormallik’ olmaktadır. Yani esasında normal olan günümüz dünyasında, anormal biri olarak yaşamaktır. Asıl normallik, anormalliktir! Peki öyleyse neden biz anormalliğe normallik, normalliğe anormallik diyoruz? Çünkü insanların çoğu, bugün farklı olmaktan korkuyor. Herkes aynı şekilde yaşamak zorunda değildir, yaşamamalıdır da. Hayata takım elbise giydirmeye çalışırsanız, hayatı bunaltırsınız. Ben bunaldığım zaman tuvaletim gelir. Sanırım hayatın da tuvaleti gelir. Hayatı sıçtırtmayın! Đnsanlara normal olmaları gerektiğini söyleyip durmayın. Günümüz normlarına göre normal bir yaşamı olan hangi insan mutlu ölmüştür, söyleyin bana? Hiçbiri. Belki hepsi mutlu bir yaşam geçirdiklerini zannetmişlerdi ama hiçbiri farklı olmayı denemediği için gerçek mutluluğu
21
Normallik Anormalliktir
bulamamışlardı. Sahte mutluluklarla oyalanmış, her sabah aynı elbiseyle eve gitmiş, her akşam aynı saatte eve dönmüş, aynı haberleri okumuşlardı. Demek istediğim yanlış anlaşılmasın. Bazı insanlar da sabahın köründe kalkıp, bir üniforma giyip işyerine gitmekten falan hoşlanabilir. Yaptıkları işten zevk alabilirler. Ona lafım yok. Ancak birçok insan anormal görünmekten ve ‘anormal’ damgası yemekten korktuğu için sevdiği işi yapmıyor. Birçok insan, anormalliği kötü sandığı için zevk alabileceği bir yaşamdan kaçıyor. Farklı fikirler öne sürmekten korkuyor insanlar... Belli sistemlerin, kalıpların içinde kayboluyorlar. Đşte demek istediğim bu. Normallik sandığımız şey bireylerin zevklerinin ve kalıplara uymayan fikirlerinin para hırsı altında ezilmesinden ibaret. Đnsan toplumun bir parçası olduğunu unutmamalı. Ama bu ona kendini de unutturmamalı. Anormal olan nedir biliyor musunuz? Her bireyin günümüz kavramlarına göre normal olduğu toplumlardır. Bu toplumlar
renksiz
toplumlardır.
Bireyler
renkli
oldukça
toplumlar
renklenecektir. Renkli toplumlar, insanlığı yüceltir! Đnsanlık yücelmelidir! Bu arada, dünyanın bence gelmiş geçmiş en sözde anormal; gerçekte normal kişilerinden biri olan manyaklığın kitabını yazmış Keith Richards’ı da saygıyla anmak istiyorum. Đstediği gibi yaşadı, yaşıyor. En önemlisi, mutlu! Yaptığı her şey doğru mu? Değil. Fakat farklı. Farklı ve renkli! Hiçbir kalıba da girmeyen birisi. Kalıpların, sistemlerin üstünde yaşıyor. Yani o, gerçek bir insan. Unutmayın, insanların sistemlerin ve kalıpların esiri olduğu bir dünya gerçek ve ideal bir dünya değildir. Sistemleri insanlar yaratır. Ortak nokta insandır, canlıdır! Fakat bugün insanları birleştiren etken insan olma özelliği değil; sadece aynı düşünceyi
22
Onur Bayrakçeken
savunma özelliğidir. Bu, farklı düşüncelere sahip insanların kavga etmelerine sebep oluyor. Hâlbuki belli bir sisteme inanmış insanlar, sistemlerden öte insan olmanın ve kardeşliğin güzelliğine de inansalar dünya daha yaşanabilir bir yer olurdu! Keşke herkes Keith Richards, John Lennon gibi olsa! Keşke herkes farklı düşünse! Keşke herkes kalıpların dışına çıksa! Keşke herkes tam anlamıyla insan olsa!
22 Ekim 2009
23
Normallik Anormalliktir
NASIL MATEMATĐK ÇALIŞAYIM YAHU BEN?! Emeğinin karşılığını isteyen emekçi, sigarasının dumanı yerine biber gazını içine çekerken; bir öğrenci ‘işkenceci’ eğitim sistemimizin kurbanı olup zayıf notları nedeniyle intihar ederken; Kürt olduğu için arkadaşlarımla dalga geçilirken; barış söylemlerinin arkasına saklanılıp beyaz güvercinlerin kanatları altından silahlar çekilirken; “Ordu ateşi kessin ama terörist ateşe devam etsin.” “Niye?” “E, barış, demokrasi, özgürlük,” saçmalığı sürerken; zorunlu din dersleriyle dinsizlik fikri baskı altına alınmışken; 301. maddeyle Türklük savunuluyor bahanesi kullanılarak düşünce hürriyeti kısıtlanırken; “amele”, “Kürt”, “Laz”, “dinsiz”,
“imsansız”,
“komünist”
kelimeleri
hakaret
olarak
kullanılıyorken; “faşist” kelimesi ise Türk Bayrağı taşıdığı için insanların suratına, değişik (!) bir kesim tarafından adeta ‘sıçılırken’; Rijkaard gibi bir adama “hoca değil” denilebiliyorken; Taraftarlık, şiddet ve küfürden ibaret sanılıyorken; Johan Cruyff’un, Jock Stein’ın, Dalglish’in (vb.) adını duymamış kişiler futbol bilginliği taslıyorken; güzel ülkemde Metallica Beatles’tan daha ünlüyken; anarşizm hâlen terörizmin
eş
anlamlısı
olarak
kullanılıyorken;
24
Che
Guevera’yı
Onur Bayrakçeken
Ermenistan devlet başkanı zannedenler var olmakta iken; okullarda saç uzatmak -21. yüzyılda bulunmamıza rağmen- yasakken ve politik görüşler, etnik kökenler, dini farklılıklar dostlukları bitirebiliyorken nasıl matematik çalışayım yahu ben?!
Đnsanım. Đnsansın. Đnsan.
Đnsanız. Đnsansınız. Đnsanlar.
17 Aralık 2009
25
Normallik Anormalliktir
YAŞASIN MÜZĐK! En sıkkın anınızda müzik dinlemek pek bir iyi gelebilir. Ya da en mutlu anınızda açacağınız bir şarkı en mutlu anınızı boka batırabilir. Hiç bir etki etmeye de bilir tabii ki etkisiz müzikler genelde gereksiz müziklerdir. Şöyle bir düşünürsek:
Syd Barrett/Pink Floyd: Ruhunuzda saklı duran uzak âlemlere ‘uçurur’. Hayallerinizin dünyasına yolculuk yaparsınız. Hatta daha ötesine bile gidersiniz... The Doors: Zaman zaman garip bir neşe hissi verir. ‘Garip neşe’ hissinin ne olduğunu çözemiyorum bir türlü. Hüzünlü bir neşe... Ancak neşenin hüzünlü oluşu yada hüznün neşeli oluşu bir çelişki. Kafam pek almıyor açıkçası. Bu yüzden de bu hissi açıklamam çok zor. Love Street’i dinlerseniz, ne demek isteyeceğimi anlayacaksınızdır. Ha mesela People Are Strange, katıksız bir biçimde hüzünlüdür. Neşeli olduğu kesinlikle söylenemez. Depresif bir havaya büründürür. Ancak hoşunuza gider (Cidden,
hüzünlenmek
insanın
nasıl
hoşuna
gidebiliyor
onu
da
anlayamıyorum. Hepimizin içinde bir mazoşistlik var sanırım). Ayrıca The Doors, bazı zamanlar anarşik tutumlar göstermenize neden olabilir. Zaten Jim Morrison hayranı bir insansanız asi hareketlerde bulunma potansiyeline de sahipsinizdir. E, üzerine bir de Five To Onefalan dinleyince ister istemez
26
Onur Bayrakçeken
isyan ediyorsunuz... Ayrıca My Wild Love, Strange Days, Riders On The Storm gibi Doors parçaları Syd Barret etkisi yaratır bünyede. Şarkının içine girersiniz. Hem de her şeyinizle. Kendinizi, şarkının yarattığı bir dünyada bulursunuz... Rolling Stones: Doors kadar uzun yazmayacağım. Yalnız, Tanrı bu adamlara zeval vermesin (aaaaaamiiiin!)! En mutsuz anınızda gülümsemek için Rolling Stones dinleyin! Joy Division: Celtic Rangers’a yine 7 atmış olabilir, yıl başı gelmiştir belki, sevdiğiniz kişinin de sizi sevdiğini öğrenmişsinizdir, meclisi bir sürü insan basmış ve -Kamer Genç hariç- bütün milletvekillerini bir güzel pataklamış
olabilir,
John
Lennon’ın
Imagine
şarkısı
gerçekleşebilir,
polisimizin gaz fetişizminden kurtulduğu gün de olabilir bugün! Ancak Joy Division dinlediğiniz anda tüm bu güzel haberleri unutabilirsiniz. Birden bire
etrafın
karardığını
hissedersiniz.
Kararmaz.
Ancak
siz
öyle
duyumsarsınız. Kalbinizin güneşini kara bulutlar kapatır... Đyi bir şey değildir bu ancak bazı zamanlar gereklidir. Sebebini bilmiyorum zaten pek de önemli değil. Sebebini bilseniz de gerekli olacaktır, bilmeseniz de. Ayrıca Joy Division -ve çeşitleri- da kendinizi dış dünyadan soyutlamanıza yol açar. Aslında bir nevi alkol gibidir bu tür gruplar. Bağımlılık da yapıyorlar ayrıca, belirteyim. The Stooges: Đsyan etmek istiyorsanız oturup dinleyebilirsiniz. Sex Pistols, Clash, MC5, The Hives, Ramones falan da buna benzer. Raw Power’ı dinlemeye başlarsınız. Şarkının ortalarına doğru odanızda bir kaç eşyayı duvara fırlatmış, ya da durup dururken duvara yumruk atmış bulabilirsiniz kendinizi! Ne işe mi yarar? E stres atarsınız...
27
Normallik Anormalliktir
Dinar
Bandosu:
En
Güzel
Kadın
Đstanbul’da
göbek
atar;
Saykodelikzade Mahmut Paşa’da saykodelik diyarlara uçar; Terzi Fikri’de hayalleriniz kadar var olduğunuzu anlarsınız. Eğlendirir, isyan ettirir, düşündürür. Üçü bir arada anlayacağınız! Erkin Koray: Doğu ile Batı’nın, kısacası ‘dünya’nın aslında ne kadar ‘bir’ olduğunu fark etmenizi sağlar erken dönem Erkin Koray müziği. Çok önemlidir, gerçekten önemli bir şeydir bu.
Daha saymadığım bir torba dolusu (torba dolusu?) grup var. Ancak şimdi son bir sanatçı (!) yazacağım. Bu yazının amacını o zaman anlayacaksınız...
Demet Akalın: Serviste giderken, arabada giderken falan dinlediniz muhtemelen. Đsyan etmenize sebep olmadı. Sizi başka âlemlere götürmedi. Bebek’te üç beş tur attığını söyleyip durdu. O, (sevenleri kusura bakabilir umurumda bile değil) yaptığı kalitesiz müzikle zengin olup Bebek’te turlar atarken; babası, e(k)meğini savunduğu için polisin ‘gaz sıkma fetişizmi’nin kurbanı olan çocuğun bu hanımefendinin ya da nicelerinin şarkılarını bağıra bağıra söylemesi ancak Terzi Fikri’den bihaber olması ironik değil mi? Keza, Working Class Hero’yu hiç duymamış olması da çelişkili bir durum. Buradan şuraya gelmek istiyorum: Günümüz popüler müziği istisnalar hariç- gereksiz, amaçsız, aslında sıkıcı ve tüketim hastalığının aracı olan bir ‘gürültü’den ibarettir. Gürültü, gereksiz seslerin toplamıyla oluşur. Rock’n’Roll’a gürültü diyenler için söyleyeyim: Rock’n’Roll gürültü değildir çünkü gereksiz değildir! Fakat sürekli tüketmemizi isteyen bazıları,
28
Onur Bayrakçeken
bizlere tüketilebilecek kişileri sanatçı olarak sunmuşlardır. Bu kişiler, müzik dünyasındaki grev kırıcılardır! Kapitalizmin müziği de ele geçirmesine karşı direnen/direnmeye çalışan grevcilere karşı halkın önüne sunulmuşlardır. Çok çabuk tüketilirler. Bu yüzden de çok çabuk tüketilen her şey gibi (bknz: Mc Donald’s, Burger King vb.) büyük rağbet görmüşlerdir. Gençlik yeni bir dünya istiyorsa önce müzikte değişim yapmalı. Yalnızca Rock’N’Roll’u kast etmiyorum/savunmuyorum. Bir Zülfü Livaneli’yi de, Fikret Kızılok’u da kastediyor ve savunuyorum. Keith Richards, John Lennon, Zülfü Livaneli, Cem Karaca, Syd Barrett... Bunlar Che gibi, Mustafa Kemal gibi kişilerdir benim gözümde. Müzikal devrimcilerdir! Bu müzikal devrimcilerin birçoğu için darağacı kurulmuştur. Piyasa müziğinin kurbanı olmuşlardır. O dünyaya ayak uydurmayı becerememiş, karşı durmuş, plak şirketleriyle restleşmişlerdir ve en sonunda ‘idam edilmişlerdir’. Đdam hükmünü verense paradır! Sıra umarım genç müzikal devrimcilere gelmez. Gelmemesi için var gücümüzle haykırmalıyız: Popüler kültürün bize dayattığı Demet Akalınlara, Serdar Ortaçlara, Gökhan Özenlere karşı YAŞASIN MÜZĐK!
20 Aralık 2009
29
Normallik Anormalliktir
EN GÜZEL DÜNYAYA ADIM ATALIM Tüm zamanların en çok hamburger yiyen adamı olmak; en uzun lahmacununu, sosisini, pastırmasını vb. yapmak; en uzağa işeyen kişisi olmak; en büyük bokunu sıçmak gibi saçma salak rekor denemelerine girişmek
yerine
tüm
zamanların
en
güzel
cümlesini
yazmaya
çalışmadığımız sürece boşuna yaşamaya devam edeceğiz. Boşuna yaşamaya devam etmek, yaşamaya devam etmemekle eş anlamlı
olduğuna
göre,
dünyanın
en
güzel
cümlesini
yazmaya
çalışmadığımız sürece ölüyüz. Hayata dönmek için dünyanın en güzel cümlesini yazın, en azından yazmaya çalışın. Neyle yazmaya çalışacağınız önemi yok. Bir fırça, birkaç nota, bir kalem, klavye... Bunları kullanamıyor da olabilirsiniz. Belki de bir annesinizdir: “Đnsan” ile “sözde insanın” arasındaki farkın farkında olan bireyler yetiştirin. Đşçisinizdir: Kendiniz ve sizden sonra gelecekler için direnin.
30
Onur Bayrakçeken
Öğretmensinizdir:
Öğrenciler
(biz
oluyoruz
bunlar)
olmadan
olamayacağınızı aklınızdan çıkarmadan ve öğrenci haklarını (bizim haklarımızı yani) unutmadan en doğru sözleri söyleyin. Serseri olduğu söylenen bir hippisinizdir: En pahalı caddelerde en boktan botlara (bknz: ugg) bilmem kaç yüz lira para bayılan sözde insanlara -ki bunlar gerçek serserilerdir- şarkılarınızı söyleyin ve en güzel caddelerde dolaşan gerçek insanlar yapın onları. Milletvekilisinizdir: Koltuklarda uyuklayan arkadaşlarınızı uyandırıp, orada uyumak için bulunmadıklarını ve sizin maaşlarınızı ödeyen insanların para sıçmadığını hatırlatın onlara (Yazarın Notu: Allah aşkına biriniz yapsın bunu!). Doktorsunuzdur: Hipokrat yemininize bağlı kalın... ...Ve insansınızdır: En güzel ve en doğru şekilde yaşayın. Her güzel yaşam, en güzel dünyaya atılacak birer adım değil midir sonuçta?
En güzel kitabı yazmak bizim elimizde: Herkes en iyi cümlesini yazsın.
20 Aralık 2009
31
Normallik Anormalliktir
TAŞMAK Bir kişiyi çok sevmektense, yüz kişiyi biraz sevmek daha kolay gibi. Ha, daha mı iyi, daha mı doğru orası tartışılır. Biraz sevdiğin kişiye güvenmen zor olur. Sırrını açman, sevincini ya da üzüntünü paylaşman pek mümkün olmaz. Ancak biraz sevdiğin bir kişi de seni üzdü mü çok değil biraz üzer. Hâlbuki çok sevdiğin bir kişinin üzüşü, biraz sevdiğin yüz kişinin üzüşüne bedeldir (hele bu çok sevdiğin kişi sadece çok sevdiğin bir dostun değil, çok sevdiğin bir dostundan öteyse senin için...). Burada bir ikilem yaşıyor insan. Ya üzüldün mü tam üzüleceksin ama içini dökmek için güvenebileceğin bir dostun olacak; ya da üzüldün mü az üzüleceksin ama içini kendi içine dökmek zorunda kalacaksın... Bir kovaya su doldurmaya başlayın. En sonunda su, taşma noktasına gelir. Bu aşamada ikinci bir kovaya ihtiyaç duyarsınız. Bu durum da bunun gibidir. Hüznü ve sevinci paylaşmak lazım. Yoksa dolarsın, dolarsın, dolarsın ve sonunda taşarsın. Taşmak güzel değildir. Kendini israf etmene gerek yok. Fazla geliyorsa gözyaşların ve taşıyamayacak duruma geldiysen dostuna aktarabilmelisin. “Sevinç” için de aynı şey geçerli. Mutluluktan delirip ne yapacağını şaşırmayı ve en sonunda çırıl çıplak sokağa atlamayı istemezsin sanırım (ben istemem en azından. Teşhircilikten içeri atarlar maazallah!).
32
Onur Bayrakçeken
Bu yüzden de suyu taşırmamak için, zaman zaman çok üzülmeyi göze alıp gerçek bir dost edinmek daha mantıklı gibi geliyor bana. Şu da var, seni zaman zaman çok üzecek arkadaşın zaman zaman da çok mutlu edecektir. “Ee,” diyeceksiniz, “O zaman taşmaz mı gene su?”. Taşmaz, taşmaz. Çünkü bu gibi bir durumda seni üzen de sevindiren de o çok güvendiğin kişi olacaktır. Bu yüzden de işte, taşacak gibi oldu mu ona aktarabilirsin gene... Sana fazla gelecek su zaten onundur çünkü. Pay etmiştir sana bir nevi. Son olarak, taşan suyun her yanı berbat ettiğini unutmayın. Salona koyduğunuz bir kovaya su dökmeye başlarsınız. Derken onu öylece unutur gidersiniz. Anneniz geldiğinde, parkelerin sırılsıklam olduğunu görür. O anda evde bulunmak istemeyeceğinize eminim. Ben istemem şahsen. Böyle düşünün. Güvenilir bir dost ikinci bir kovadır ve ikinci bir kova, annenin terliğinden kaçmanın tek yoludur!
21 Aralık 2009
33
Normallik Anormalliktir
KORKUYOR’UZ Her şeyden korkuyoruz. Kork-u Yor’uz. Evet, biz Korkuyor’uz. “Biz Galatasaraylıyız” gibi bir şey bu. Kelimelerden korkuyoruz -ve kaçıyoruz- bu yüzden de biz Korkuyor’uz -ve Kaçıyor’uz- (Yazarın notu: Galatasarayı seviyoruz bu yüzden de Galatasaraylıyız). Kelimelerden korkmak düşüncelerden korkmaktır. Düşüncelerden korkanlar düşünemeyenlerdir. Düşünemiyor’uz. Çünkü düşünmekten de korkuyoruz. Korkutulduk. Hâlbuki insan olmanın en önemli getirisi ve en büyük sorumluluğu “düşünmek”tir. Ne düşündüğünüz önemli değil. Sadece mantıki düşünceler üretin ve bu düşünceleri tartışmaktan korkmayın. Korkmuyor olabilmek için yeni kelimeler üretmeliyiz. Güçlü ve cesur olmalı kelimelerimiz. Korkuyorların cesur cümleleri! Korkularımızın üzerine gittikçe onları yeneceğiz. Korkularımızla savaşmak için onlarla taban tabana zıt kelimeler kullanmak şart. Onlarla alay etmek şart. Bir ressam var mesela. 1980’den beri birçok korkunun kaynağı. O insan(!)a kelimelerinizle giydirin. O insan(!)la kelimeleriniz vasıtasıyla
34
Onur Bayrakçeken
savaşın. O insan(!) korkularımızın yansıması. Onunla yapacağımız savaş, korkularımızla yapacağımız savaş olacaktır. Düşünebilmek için bir kelime yazın. Yazdıkça düşünür, düşündükçe yazar insan.
22 Aralık 2009
35
Normallik Anormalliktir
DOSTLUKLAR BÜTÜN, BÖLÜNEMEZ Birine ‘faşist’ demek çok kolay. Elinde bayrak, “Şehitler ölmez!” diye bağırıyorsa ‘faşist’! Bu kadar basit işte. Aslında Mustafa Kemal Paşa’yı sevmesi bile bazılarınca “faşist” olarak adlandırılmasına sebep olabilir. Kimin? Đnsanın. Peki faşistse (!) nedir? Köpektir, piçtir, gebermelidir! Birine ‘vatan haini’ demek de çok kolay. Komünistse ‘vatan haini’! 301’e karşıysa ‘vatan haini’! Hatta bunlara bile gerek yok. Baksanıza, Can Dündar bir film yaptı vatan haini oldu. Bu kadar basit, bu kadar basit. Bazen barış istemesi bile bazılarınca ‘vatan haini’ olarak adlandırılmasına sebep olabilir. Kimin? Đnsanın. Peki vatan hainiyse (!) nedir? Köpektir, piçtir, gebermelidir!
“Đnsanlar farklı düşünebilir beyim.” “Đnsanlar ‘aynı’ yaratılmamıştır hocam.” “Hacı barış gelsin, demokrasi olsun be!” “Hepimiz kardeşiz yahu!” “Üç günlük dünya siktir et...”
36
Onur Bayrakçeken
Ya bu cümleler? Bunlar kimin? Aynı insanların... Đnsanlar farklı düşünebilir. O yüzden mi senden farklı düşündüğü için bir insan ‘gebermelidir’? Đnsanlar aynı yaratılmamıştır. O yüzden mi herkes “vatan millet Sakarya” ya da herkes “yaşasın Marksizm!” sloganları atmak zorunda? Demokrasi olsun. Sen sana ters gelen düşünceye ‘faşist’ veya ‘vatan haini’ derken, kavga etmekten başka bir şey yapmazken nasıl gelecek bu demokrasi? Hepimiz kardeşiz. Öyleyse niye kardeşliğimizi siyasi görüşlerimizin bir adım önüne çıkarmıyoruz? Üç günlük dünya. Bu yüzden doğru dürüst tartışmak yerine, birbirimize öldüresiye saldırıyoruz değil mi? Bu yüzden Molotof kokteylleri uçuyor havalarda... Yağmur damlalarının düşmesi gereken sokaklar mermilerin akıttığı kan ile ıslanıyor. Önerdiğim şey apolitik olmak falan değil kesinlikle. Đdeolojin olabilir, hatta belki de olmalıdır (ideoloji karşıtlığı da bir ideoloji olarak değerlendirilebilir bu arada, sanırım). Fakat ideolojiler insan, dostluk, kardeşlik gibi kavramları “dövmeye” başlarsa bir sorun var demektir. Türkiye’nin en ünlü komünistlerinden Nâzım Hikmet bile hasta yatağında yatan yaşlı bir milliyetçiyi ziyaret ediyor, kendisine, “O milliyetçi değil mi? Niçin yanına gittiniz?” diye sorana ise, “Adam davasına inanmış, saygı duymak lazım,” diye yanıt veriyorken; on-beş yirmi yaşlarındaki dostların, politik görüşleri sebebiyle birbirlerine girmeleri anlamsız geliyor bana.
37
Normallik Anormalliktir
Ahmet Kaya dinleyen ülkücülerin ve Arif Sağ dinleyen komünistlerin daha da artması dileğiyle haykıralım:
DOSTLUKLAR BÜTÜNDÜR, BÖLÜNEMEZ!
24 Aralık 2009
38
Onur Bayrakçeken
ÖĞRETMENĐM, CANIM BENĐM CANIM BENĐM (!) “Evladım,” diye başlar her cümleleri. Sonra sırayla okul tuvaletlerinde içilen sigaradan, çıkan kavgalardan, dersin düzenin bozulmasından, duvarlara ve sıralara yazılar yazılmasından dem vururlar. “Terbiyesizler. Burada ailenizin de terbiyesini yansıtıyorsunuz. Çok mu şey istiyoruz sizden? Azıcık saygı, ahlaksızlar!” diye devam eder her cümleleri. Sonra bir çocuk hakaretlere dayanamaz. Ağzını açmaya kalkar. Artık o çocuk bütün öfkenin hedefidir. O pek çok zaman bir “Hayvan!”, zaman zaman “Oynak!”, arada bir de “Geri zekâlı!” olmuştur. Birkaç dakika sonra ise, tek “Hayvan!”ın ‘o’ olmadığı söylenir çocuğa – ve tüm sınıfa. “Bundan sonra görürsem disipline gidersiniz ha!” diye biter her cümleleri. Bundan sonra görürler de... Hemencecik bir disiplin dilekçesi yazılır. Sorun çözülmüştür! Mişyın kompleyt! Öyle mi gerçekten? “Evlat”, sigara içtiği için serseri; öğretmenlerle tartıştığı için aptal; duvara kurşun kalemle yazı yazdığı için terbiyesiz; kırk beş dakikalık işkenceden biraz olsun kurtulabilmek adına arkadaşıyla birkaç kelime etmek istediği için ahlaksız ve saçını uzattığı için bilinçsizdir. Serseriler,
39
Normallik Anormalliktir
aptallar, terbiyesizler, ahlaksızlar ve bilinçsizler disipline gidip uzaklaştırma cezası alırlar. Üç gün sonra yine serseri, yine aptal, yine terbiyesiz, yine ahlaksız ve yine bilinçsiz olarak okula dönerler. “Onlar”, kırk beşer dakikadan günde yedi ya da sekiz ders işkencesine karşın öğrencilerin teneffüslerinden de ikişer üçer dakika çaldıkları için adaletli; öğrencilere haklarını ve okul kurallarını okumadan onları cezalandırdıkları için pek bir zeki; derste dinsizlere ‘geri zekâlı’ ya da ‘aptal’ dedikleri için baya bir terbiyeli ve öğrencilerin neden sigara içtiğini sorgulamayıp sorunu çözmeye çalışmak yerine, salt cezalandırmayı düşündükleri için mükemmel idarecilerdir. Her zaman haklı olandır onlar. Yanılmazlar, haksız olamazlar. Doğanın kanununa aykırıdır bu! Ne yaman çelişki... Kafası saçma sapan bilgilerle doldurulan, aşırı ders saatleriyle işkence görenler stres atmak için sağlıksız yollara başvurdukları zaman suçludur; işkence gördürtenler suçsuzdur. Dinsizlere edilen hakaretlere dayanamayıp da ‘konuşanlar’ suçludur; hakaret eden suçsuzdur. Okul kurallarını bilmeyenler suçludur; öğretmeyenler suçsuzdur. Derse geç girenler suçludur amma beş-on dakika teneffüsten çalanlar suçsuzdur (Derse girerken zaman kaybı yaşanıyor ama çıkarken nasılsa önemli değil, di mi?!). Oh, ne âlâ memleket! Suçlu baştan belli. Suçu ya da disiplinsiz davranışı yaratan nedenler önemli değil. Kellesi alınacak kişi: Öğrenci. Şaşmıyor hiç... Sorun çözülüyor mu peki? Yanıt vermeye gerek bile duymuyorum. Siz kendi kendinize verirsiniz doğru cevabı...
40
Onur Bayrakçeken
Son olarak: “Öğretmeniiiiim... Canım benim canım benim seni beeen peeeek çok peek çok severiiim!” (!)
Mühim Not: Đstisnaları kalbime alıyorum. Öğrencisinin her zaman arkasında olan öğretmenler de tanıdım. Bizim haklarımıza saygı gösteren öğretmenlerim de oldu. Mesela altı, yedi ve sekizinci sınıftaki sınıf öğretmenim -ki aynı zamanda Đngilizce öğretmenimdi- Sayın Nesrin Poslu... Önce insan, sonra öğretmendi. Şüphesiz, bu yazının muhatabı olabilecek en son kişidir kendisi. Nesrin hocam dışında Selda (Yerlikaya) hocam, Dilara (Sungur) hocam, Ali (Baydar) hocam, Şükrü (Solmaz) hocam falan... Daha çok öğretmenim oldu böyle. Adlarını anamadığım için kusura bakmasın onlar da. Sevgiler hepsine...
26 Aralık 2009
41
Normallik Anormalliktir
ŞEY OLMAK ya da
HER ŞEY OLMAK Bizi şey sanıyorlar... Şey... “Ney?” Şey işte yahu... “Şey” sanıyorlar bizi, bir küçük “şey”! Nedir bu “şey”? Hiçtir aslında. Tanımlanamayan varlıklardır şeyler. Tanımlayamadığımız, belki tanımlamak istemediğimiz varlıklardır. Bize insan demişler. Sonra bakmışlar toplanıyoruz, olmuşuz halk. Đçi yalanlarla dolu (ki bu esasında boş olduğu anlamına gelir) kelimeleriyle bizleri tanımlamışlar. Daha doğrusu, tanımsızlaştırmışlar. Bizler, halk olarak adlandırılan, oy vererek kendini temsil edenleri seçen, yönetimi elinde bulunduran (!) şeyler olmuşuz. Biz onları seçeriz, onlar da bizim oylarımızla ağzımıza sıçarlar... Kısacası halk, bir kesimin gözünde, kerizlerden farkı olmayan bir grup şeyin eş anlamlısıdır.
42
Onur Bayrakçeken
Yalan mı? Ülkemiz için pek değil maalesef. Fakat düzelebilir. Ne zaman ki halk kelimesinin içini doğrularla doldurursak, o zaman şey olmaktan çıkıp her şey oluruz. Bu 1919’da yaşandı. Halk, her şey oldu. Günümüzden örnek verirsek, Venezüela’da şimdilerde şey olanlar bilmem kaç sene önce halkı kandıranlar! Bu gün Türkiye’de halk hiçtir. Çünkü kendi gücümüzü bilmiyoruz. Bize inandırılanlara inanıyoruz ve kendimizi, onların bizi gördüğü gibi görüyoruz: ŞEY olarak yani... Basit bir ŞEY... Bu yüzden de onca şikâyetin ardından gelen değişilmez cümle şu oluyor: “...Ama n’apalım? Böyle gelmiş, böyle gider...” Bok gider. 27 Aralık 2009
43
Normallik Anormalliktir
ĐNSA(N)FSIZ DÜNYA Çok insa(n)fsız bir dünya. O kadar ki, okuma şansı bile verilmiyor insanlara. Çünkü fakirler: Paraları yok. Sonra eşitlik ve adaletten bahsettiklerinde birileri çıkıp: “E, okusalardı... Ben okudum o kadar, daha çok maaş alacağım tabii,” diyor. Hem insafsız, hem insansız bir dünya. Đnsansız olduğu için insafsız... Daha doğrusu, az insanlı bir dünya... Sindirilmiş, az sayıda insan... Maalesef ki dünyada insanlar bir azınlık. Bu gerçeği görmek lazım. Çoğunluk olansa insanımsılar. Bunlar da iki gruba ayrılıyor: Benciller (ki bunlara şerefsiz, adi, hırsız gibi isimler verilebilir) ve yalakalar. Şimdi, bu benciller dünyayı yöneten küçük bir grup. Onlarda para bok ve paradan başka amaçları, değerleri yok! Đnsanlık falan bilmezler. Barış ve demokrasi çığırtkanlığı yaparlar. Hâlbuki gökyüzüne saldıkları o kuş, beyaz güvercin maskesi takmış bir akbabadan başka bir şey değildir. Gözünü ezilmiş uluslara ve ezilmiş ülkelere, özgür ve bağımsız insanlara dikmiş bir akbaba! Yalakalar ise çoğunluktur ve çoğu kötü niyetli değildir. Saflardır. Aslında çarkı döndüren de bunlardır. Sistemin değişemeyeceğine o kadar inan(dırıl)mışlardır ki, mücadele etmeyi ya da konuşmayı gereksiz görürler. Çoğunluk olduklarının farkında değillerdir! Azınlık olduklarını, hiç bir şeyi değiştiremeyeceklerini sanırlar... Bazıları ise çoğunluk olduklarını
44
Onur Bayrakçeken
bilirler ancak bir gün o bencillerin arasına girebileceklerini umut ederler. Bunlar biraz adidir, biraz da aptaldır esasında. Olay şudur: Benciller onlara bir havuç uzatmıştır, onlar da bu havucun peşinden koşmaktadırlar. Her adımda yaklaştıklarını düşünürler havuca... Hâlbuki havuç, bir sopaya bağlıdır ve sopa da bencillerin elindedir. Đstedikleri zaman çekerler sopayı, istedikleri zaman burnunun dibine getirirler, istedikleri zamansa ağzına verirler! Sonuç olarak, benciller ne isterse o olur... Ancak, elbet bir gün yalakaların sayısı azalacaktır. Elbet insanlar daha güçlü olacaklardır bir gün. Elbet bütün insanların eşit doğacakları bir dünya gelecektir. Ne zaman mı gelecektir? Umutsuzlar emin adımlarla yürümeye başladıklarında gelecektir... Bir gece, tüm dünyada bayraklar yükselip hayırlısıyla o bencillerin münasip bir yerlerine girecek ve gecenin sonunda güneş her zamankinden güzel, her zamankinden büyük olacaktır! Ben istiyorum o günü. Siz de isteyin! Đsteyin ki gün gelsin, devran dönsün!
3 Ocak 2010
45
Normallik Anormalliktir
KÂBUS Bir gün, tüm zamanların en güzel, en heybetli, en şöhretli, en popüler, en güzel ve en çekici çiçekleri bile kendi kırlarında gezinmekten korkacak. Kâbus olmayacak bu. Böyle giderse, yani duyarsızlık (ki bu birçok zaman para ile eş anlamlı olabiliyor) tüm insanlığa hâkim olursa, gerçek olacak. Hem de nasıl bir gerçek... Yağmur yağmayacak. Çiçekler bir yudum su için Allah’a yalvaracak. Ağlayacağız, gözyaşlarımızla beslemek için onları (geç de olsa farkına varmışızdır, onlarsız olamayacağımızın)...
Onlar ise
toplu intihara yeltenecekler. Çünkü bizim gibi onursuz değiller. Engelleyemeyeceğiz, bırakacaklar kendilerini bu dünyadan boşluğa doğru... Onlar öldükçe, biz de öleceğiz. Biz acı çekeceğiz hem de. Kuruyacağız, kanımız buharlaşacak, damarlarımız birbirine yapışacak, bir deri bir kemik kalacağız... Çiçeklerin suçu yok. Biz onların yavaş yavaş öldüğünü sanırken, onlar Cennette çiftetelli oynuyor olacaklar. Solan biz olacağız. Ruhen ölmüş olan çiçekler, ağaçlar ve diğer bilumum bitki türleri acı çekmeyecek fakat yavaş fiziki ölümleriyle bize işkence edecekler. Etmeliler belki de... Düşünsenize etmediklerini: Dünyanın içine sıçmanın vermiş olduğu yoğun vicdan azabıyla ölebilir misiniz gerçekten?
46
Onur Bayrakçeken
Sanırım “evet” beyefendi, hanımefendi, topefendi... Vicdanın(m)ız olsa bu kâbusu görme ihtimalinden bile söz etmeyiz zaten. Vicdansızlığımız sebebiyle kâbuslarla uyanıyoruz her sabah. Vicdansızlığımız sebebiyle kâbuslarla uyuyacağız her gece...
8 Ocak 2010
47
Normallik Anormalliktir
SEN, BEN, BĐZ “‘Bu maskenin altında etten fazlası var. Bu maskenin altında bir fikir var ve fikirler kurşun geçirmez!” V
Ermeni soykırımı yoktur. Lakin, “Vardır,” diyen de olacaktır. “Vardır,” dediği için kimseyi zank diye vatan haini ilan edemezsin. Ondan da öte, öldüremezsin. Đnsanlar farklı düşünür, farklı görür. Herkes aynı düşünse, aynı şekilde görse, aynı şeye inansa sen’in ne anlamın kalır ki? Sen, ‘o’ ya da ‘ben’ değilsin. Sen, sen’sin. Ben, ben’im. Ben ve sen, biz’iz. Biz Mila Kunis’in gözleri gibiyiz: Đkimiz de ‘göz’üz, renklerimiz farklı. Birimiz olmadan, diğeri yalnız ve anlamsız kalır. Biz, ‘ben ve ben’ olmadığımız için aynı düşünmek zorunda değiliz. Biz, ‘sen ve ben’iz. Sen, ben olmadığına göre senden benimle aynı düşünceleri paylaşmanı bekleyemem. Sana sıkılan kurşun, biz’e sıkılan kurşundur. Uğur Mumcu’nun arabasına konulan bombayla, Hrant Dink’in ensesine adice saplanan o kurşun arasında fark yoktur. Đkisi de bir düşünceye, inanca kastetmiştir. Đnanç ve düşünceye kastedenler, insanlığa kastedenlerdir.
48
Onur Bayrakçeken
Hrant Dink adice öldürülmüştür. Ermeni Soykırımı’nı savunur. Uğur Mumcu adice öldürülmüştür. Atatürkçüdür. Yaşasalardı ve Ahmet Taner Kışlalı bugün öldürülmüş olsaydı, ikisi kol kola girip Kışlalı’nın katillerine karşı yürürlerdi. Đkisi de farklı düşüncelerde. Đkisi de insan. Đkisi de ‘biz’. ‘Biz’e sıkılan kurşunu, yani insanlığa sıkılan kurşunu nasıl olur da “vatanseverlik” adı altında meşrulaştırmaya çalışabilirsiniz? Đnsansız vatanın anlamı yoktur; Đki karşıt düşüncenin beraber yaşayamadığı bir demokrasinin anlamı olmadığı gibi... Hrant Dink, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu, Sabahattin Ali, Abdi Đpekçi,
Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok,
Sivas’ta yakılan otuz üç canımız ve daha niceleri. Hepsi aynı düşünmüyordu ancak sonlarını getiren piç kurusunun adı aynıydı: Faşizm. Faşizme sesleniyorum: Fikirler
kurşun geçirmez, patlamaz,
yanmaz! Biz kazanacağız. Biz insanız...
16 Ocak 2010
49
Normallik Anormalliktir
POLĐTĐKLER - APOLĐTĐKLER Sözde meclis, gerçekte ring olan sevgili TBMM’mizde birbirine giren adamlar; kırk yıldır ağız değiştirememiş, aynı ağızla muhalefete mahkûm kalmış solcumsular; kafatası, soy, sop meraklıları;
ameleleri aşağılayanlar;
örgütsüzleri apolitiklikle suçlayanlar; hippileri boş yaşayan asalaklar olmakla itham edenler; farklı düşünmeye kafası yetmeyenler; kalıbına sığanlar; Nişantaşı’nda yemek yiyip, Bağdat Caddesi’nin kaldırımlarını ayağındaki UGG’larla ezen ve Nişantaşı-Bağdat Caddesi ikilisini kendine mekân belle(ye)memiş insanlara (mesela işçilere, çingenelere) ‘düşük insan’ gözüyle bakıp Deniz Gezmiş’in ölüm yıldönümünde devrimci olan (!) insanımsılar; bilmeden konuşmak suretiyle siyaset yapanlar; “Beni o işçiler değil,
millet
seçti
uleeeeen!”
şeklinde
saçmalayıp
işçiyi
saymayanlar; aykırı düşüncelerin üzerinden tanklar geçirenler...
milletten Hayatın
renklerinden bihaberler... Bunlar, özgür düşünenleri apolitikle suçlayıp politik geçinenler. O kadar politikler ki, bir düşünceyi mantıklı da bulsalar ideolojilerine ters diye reddederler. O kadar politik ki bu herifler, saçmalamakta, kavga etmekte ve halkı söğüşlemekte üstlerine yoktur. Bunlar o kadar politiklerdir ki, farklıları aşağılamak konusunda mastır yapmışlardır. O kadar politiktir bunlar! Kalıplara girmek istemeyenler; özgür düşünebilenler; kafatası, soy, sop merakıyla yanıp tutuşmayanlar; örgütsüz düşünürler; Deniz’le Nişantaşı
50
Onur Bayrakçeken
arasındaki çelişkiyi çözebilenler; karşıt düşünceleri saygı gösterenler yani ‘gizli faşist’ olmayanlar; savaş karşıtı, müzisyen hippiler; beyaz zenciler; çingeneler...
Hayatın
renklerini
oluşturan
Bunlar,
kişiler.
politik
geçinenlerin apolitiklikle, üretmemekle suçladıkları o apolitikler. Savaş karşıtları, ırkçılık karşıtları, müzikle yaşayanlar... O kadar apolitikleşmişler ki, “Amerika Vietnam’dan Defol!” falan diyorlardı zamanında. O kadar apolitikleşmişler
ki,
“Ucuz
koltuklarda
oturanlar
el
çırpsın,
pahalı
koltuklarda oturanlar mücevherlerini şıngırdatsalar da olur,”* diye kraliçeyi ti’ye almışlar. O kadar apolitik bunlar… Ah bunlar var ya, bunlar!..
*: John Lennon’ın bir konserde, Twist And Shout’u çalmaya başlamadan önce konseri izleyen Đngiltere Kraliçesine dönerek söylediği söz.
9 Şubat 2010
51
Normallik Anormalliktir
DEVRĐM ETEĞĐN ALTINDA Dinar Bandosu’nun “Aya Da Gidelim Osman” albümünden “Mini Etek” adlı bir şarkı var. Şarkıda, “Devrim eteğin altında” deniyor. Diyorlar da, ne diyor bunlar? Şimdi şöyle bir düşünüverdim. Devrim nedir? Bana sorarsanız, basit bir şeydir devrim. Đnsanın, insan olmasıdır bir kere. Zaten bu kavramı oturttuğumuzda gerisi gelecektir. Sonuçta, insanın insan olabilmesi için fırsat eşitliğinde ntutun, kardeşliğe, sömürüsüzlüğe kadar birçok gerek vardır. Peki biz devrime nasıl ulaşacağız? Evet, tanklarla, tüfeklerle devrim yapabiliriz. Bir adam gelir ve hop: DEVRĐM OLDU! Fakat unutmamamız gereken çok önemli bir nokta var: Başın seçtiği ayakkabı, ayaklara uymazsa o vücut yürümez! Yani devrimi sadece siyasal olarak düşünürsek yanılırız. Đnsanların kendi benliklerinde de devrim yapmaları gerekli. Hatta ilk orada yapmaları gerekir sanırım. Azıcık manyaklaşmalı, günümüz normlarında ‘anormal’leşmeliyiz belki... Her neyse... Şu söze dönelim tekrar. “Devrim eteğin altında.” Grup bu sözlerle neyi kast etmeye çalıştı bilmiyorum. Ancak benim çıkardığım şey şu: Devrim yeniden doğuştur.
Devrim, bir diriliştir. Eteğin altını
kaldırırsanız, bir bebeğe varacak yola ilk adımınızı atarsınız. Derken doğar o bebek. Sonra bir bakmışsınız: “Güne bakıyor bebek, büyüyen yumruğuyla!..”
52
Onur Bayrakçeken
Evet, devrim eteğin altında. Tabular yıkıldığında, herkes kendini yıkıp tekrar dirilttiğinde gelecek asıl devrim. Bağnaz ya da isteksiz bireylerle nasıl devrim gerçekleşebilir sonuçta? Eteği kaldırın! Herkes kaldırsın etekleri! Siz de kızlar. Haydi, açın eteklerinizi. Şimdi devrim zamanı! Bu ne troçkist, ne stalinist, ne anarşist bir devrim. Bu insani, hayvani, tabii ve hakiki bir devrim!
14 Şubat 2010
53
Normallik Anormalliktir
TIRSMASAM GERÇEKLEŞTĐRECEĞĐM DĐYALOG “Oğlum, derste niye kitap okuyorsun evladım?!” Đşte başlıyoruz... “Bana kattığı şey daha fazla hocam. Polinom sıkıcı ayrıca.” “Ne biçim söz o evladım?! Okuduğun kıytırıktan kitap mı polinomdan daha yararlı?” “Beyaz Zenciler? Kıytırık?” “Beyaz Zenci mi olur zaten? Saçma sapan şeyler okuyorsunuz!” Đşte bunu kastediyordum. “O öyle değil ama hocam... Neyse. Evet, hem daha yararlı hem de daha zevkli.” “Oğlum niye sıkılıyorsun?! Zevk almaya çalış!” Tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bak. “Neden Fenerbahçelisiniz hocam?” “Saçma sapan sorular sorma da bana cevap ver!” Lâ havle...
54
Onur Bayrakçeken
“Bilmem hocam. Sıkıcı olduğu içindir belki?” “Madem bu ders yararsız, sıkıcı… Girme derse!” He oldu, devamsızlıktan kalalım di mi ciğerim? “Tamam hocam. Kapatıyorum kitabı. Yalnız bi’ şey soracağım. Beyaz Zenciler’i okudunuz mu?” “Okumadım. Lazım da değil.” “Belli oluyor hocam.” “Nereden?” “Son
cümlenizden.
Daha
doğrusu,
hemen
hemen
tüm
cümlelerinizden. Hocam bir anlaşma yapalım mı?” “Ne anlaşması?” “Ben
kitabımı
okumaya
devam
edeyim.
Siz
de
geleceğin
memurlarını, mühendislerini yetiştirin. Onlar da büyüsünler, bulabilirlerse bir iş bulsunlar. Sonra da monoton ve sıkıcı hayatlarını yaşayıp, yaşlansınlar. Aldıkları üç kuruş emekli maaşıyla da ölsünler. Bu sırada ne isyan etmek akıllarına gelsin, ne hak aramak.” “...” Bir gün böyle bir diyalog yaşayacağım herhangi bir öğretmenimle. Ama ne zaman bakalım? Bence herkesin, tüm öğrencilerin bu diyalogu yaşadığı gün eğitim sistemimiz, daha doğrusu ülkemiz, daha daha doğrusu dünyamız daha güzel olacak.
15 Şubat 2010
55
Normallik Anormalliktir
KISMEN GERÇEKLEŞTĐRDĐĞĐM DĐYALOG “Evren mükemmel yaratılmıştır evlâdım. Bu kadar mükemmel bir evren, böyle bir düzen, böyle harikulade bir sistem tesadüfen var olamaz. Onu yaratan müthiş bir varlık olmalıdır. O da Allah’tır!” “Allah’ı yaratan kimdir hocam o zaman?” “Tövbe yarappi! Allah yaratıcıdır yavrum.” Bayağı iyi bir cevap oldu yani. Çok açıklayıcı. “E hocam evreni yaratan varsa, Allah’ı da yaratanın olması gerekmez mi?” Hah, çatıldı kaşlar. “Ne münasebet! Yaratıcıyla yaradılanı bir mi tutuyorsun?” Kavram karmaşası yaşıyoruz esasında. “Ya hocam, şimdi, evren mükemmel bir biçimde yaratılmıştır di mi? Hiçbir aksaklık yoktur evrende.” “Evet.” “Ve siz diyorsunuz ki, böyle bir sistem tesadüfen var olmuş olamaz.”
56
Onur Bayrakçeken
“Öyle. Bilimsel olarak mümkün değil yani.” Bilim mi? Oh my god! Was ist das? “Peki bu durumda Tanrı mükemmel bir varlık değil. Öyle mi?” “Hâşâ! Ne alakası var?” “E, hani mükemmel varlıklar tesadüfen oluşamıyordu? Evren de mükemmel Tanrı da. Ama evren kendiliğinden oluşamıyor, Tanrı oluşuyor. Nasıl oluyor?” Şimdi konu değişmezse ne olayım! “Evladım bunlar akıl üstü şeyler. Đnsan aklı almaz bunları.” “Hocam o zaman bayağı geri zekâlıymışız biz. Đnanmamız gereken şeyi bile aklımız almıyor.” Mükemmel Tanrı’nın en mükemmel işi evrense, dünyanın hali ortada! Đnsan da her şeyiyle mükemmel yaratıldıysa, onun mükemmelliği (!) daha da ortada. Şimdi gene değişecek konu sanırım... “Dinde özgürlük var. Senin bileceğin iş tabii.” “Cehennemde yanma özgürlüğü mü?” Düşünce suçundan hapis yatmak gibi aynı... “Ee, sen bir robot yapsan da robot dediklerini yapmasa ne yapardın?” Evet, işte bu! Tanrı’nın bizi robot gibi gördüğünü biliyordum. Var olan dinlerde en azından. “Cehennemde sonsuza dek yakmazdım!..”
15 Şubat 2010
57
Normallik Anormalliktir
NEDEN SORUSU VE SIÇMAK “Neden” sorusunun cevabını bulmadan çözüme ulaşmaya çalışmak, sıçmadan yaşamak kadar olanaksızdır. Ayrıca bu sorunun yanıtını aramadan bir hayat geçirmek de gene sıçmadan yaşamak kadar zevksizdir, sıkıcıdır. Dünyada bilmediğimiz milyonlarca bilgi var. Bu müthiş bir şey aslında. Sürekli bir arayış, bir “ha buldum, ha bulacağım” heyecanı içine olmak çok hoş bir duygu. Merak güzel şey. Mesela şu an bunları yazarken bile merak ediyorum: Acaba bir gün gelecek ve tüm bilinmeyenler bilinecek mi? Belki evet. Belki öyle bir gün gelecek. Ancak insan, doğası gereği daha iyisini bulmak için çalışacak. Sürekli bir arayış içinde olacak. Bir bilim adamını ele alalım mesela. Kendi alanında uzman bir bilim adamı... Bildiği birçok şeye rağmen, daha fazlasını öğrenmek için araştırmalar yapar. Ya da bir gezgin: Tüm dünyayı gezer. Ülkesi yetmez ona. Sonra, bir müzisyeni düşünelim. Yeni, özgün bir şeyler yapabilmek için çabalar. “Oldum” diyenler kaybeder her zaman... Peki böyle bir arayış içinde olmayan, çaba göstermeyen kimse mi yok? Olmaz olur mu? ‘Ot’ dediğimiz tipler var. Bunların çoğu baba parası yiyen zengin aile çocukları. “Neden” aramaya ihtiyaçları olmaz; çünkü onların ruhları acıkmak, acıkmadığı için de doyma ihtiyacı hissetmez. Onların ruhları paradır. Parasız kaldıklarında, yani ruhsuz kaldıklarındaysa
58
Onur Bayrakçeken
tek bir şey yaparlar: Ağlarlar, zırlarlar. Çünkü onlara kimse her şeyin bir nedeni
olduğunu
öğretmemiştir.
Tıpkı
çalışmayı
ve
“aramayı”
öğretmedikleri gibi. Bu dünyada var olmak için her şeye sahiptirler. Ancak sıçmayı bilmezler. Altın kaplı klozetlerine oturur, ıkınırlar. Onların yaptığı şey boşaltım yapmaktır. Sıçmak ise apayrı bir şeydir. Onlarsa bunu bilmezler. Sıçmayı bilmeyen insan, yaşamayı bilmeyen insandır!..
16 Şubat 2010
59
Normallik Anormalliktir
CENNET Tüm yollar iki kapıya çıkacak: Ya var olacağız, ya yok! Kıyamet falan diyorlar ya hani. Yok öyle bir şey. Biz kendi kendimizin kıyameti ya da yaşamı olacağız. Biz kendi cennetimizi ya da cehennemimizi yaratacağız. Her şey insanın elinde. Bunu görmek zor değil. Savaşları bitirmek zor mu? Hayır değil. Đnanmak lazım ama... Fırsat eşitliğini sağlamak da zor değil. Sömürüyü bitirmek de kolay. Zebanilere karşı direnmekte olay. Zebaniler ve şeytanın yandaşları az kişiler. Lakin şu anda direnişçiler (insanlar) de az. Arada kalmışlar var. Korkaklar ve yavşaklar. Bunları insanlaştırırsak kazanırız. Tüm arada kalmışlar insanlaşacak bir gün. Tüm insanlar, kendi topraklarındaki zebanileri kovacaklar bir gün. Cehennem cennet olacak bir gün. Bunun için tüm insanların aynı ideolojide birleşmeleri gerekmez. Bakın, TEKEL Đşçilerinin hepsi aynı görüşte miydi? Değillerdi. Fakat ortak noktalarını fark etmişlerdi: Hepsi eziliyordu. Bir gün insanlar da ortak noktalarını fark edecek. Đnsanlar, yani biz, eziliyoruz. Bu bizim ortak noktamız. Ondan da öte hepimiz insanız. Bir gün, herhangi bir teori ışığında değil, pratikte vücut bulan insanlık onuru ışığında tüm halklar ayaklanacak.
60
Onur Bayrakçeken
O günü mal gibi oturarak beklemeyeceğiz elbette. O günü iple çekeceğiz kendimize doğru. O ipe ne kadar çok insan asılırsa, o kadar hızlı gelecek cennet. Elbet bir gün, ölmeden cennette yaşayacağız.
17 Şubat 2010
61
Normallik Anormalliktir
BĐR ERGENDEN AFORĐZMAMSILAR Normallik anormalliktir!
Sebebini
öğrenmeden
kavgaya
atılanlar
aptaldır.
Sebebini
öğrenmeden Pisagor Kanunu’nu kabul edenlerse daha aptaldır.
En güzel kitabı yazmak bizim elimizde: Herkes en güzel cümlesini yazsın.
Müzik, zararsız tek uyuşturucudur.
Sanat Güneş’tir ve Güneş’in batısı-doğusu yoktur. Güneş her yerdedir, her göktedir.
Tanrı diye taptığınız şey, adaletsizlikten başka bir şey değil. Gerçek Tanrı çok, çok uzaklarda size bakıyor ve gülüyor. O hepinizi kandırdı!
Tüfekler insanlığın can düşmanıdır.
62
Onur Bayrakçeken
2010 yılı itibariyle Türkiye’de -halen- “zengin diktatörlüğü” var ve buna -halen- “demokrasi” deniyor.
Göte göt diyemeyen adam, en iyi ihtimalle, Can Yücel’in göt dediği adamın şakşakçısı; en kötü ihtimalle de o götün kendisi olur.
Ben bilimsel sosyalizm, troçkist sosyalizm, anarşist sosyalizm, özgürlükçü sosyalizm falan bilmem. Tek bildiğim, kapitalizmin vahşetin diğer adı olduğu!
Vicdansızlığımız
sebebiyle
kâbuslarla
uyanıyoruz
Vicdansızlığımız sebebiyle kâbuslarla uyuyacağız her gece...
63
her
sabah.
Normallik Anormalliktir
YAZAR HAKKINDA HAKKINDA Onur Bayrakçeken, 3 Şubat 1994'te Đstanbul'da doğdu. Beş-altı yaşlarında kafasından uydurduğu hikâyelerle edebiyata adım attı denebilir. Ancak asıl aşama kaydettiği dönem, dokuz-on yaşlarına denk düşer. Bu dönemde şiir yazmaya başladı ve ortaokula geçtikten sonra da hikâyelere girişti. Lisede bu ikilinin arasına denemeler de dâhil oldu. Şu ana dek iki hikâyesi (“Hayran” ve “Tanrılar Da Sever”) Yüxexes KaraKalem dergisinde yayınlandı. Ayrıca çeşitli e-dergilerde de öykü, inceleme, röportaj ve denemeleri yer aldı. Arthur Conan Doyle’a saygı duruşu niteliğinde Ozancan Demirışık’la beraber kaleme aldığı Holmes, 2010 Şubat’ında Buzul Dünya’dan yayına sunuldu.
64