Sıfır - Çıkış Yok

Page 1


SIFIR Çıkış Yok


YAZAR Gökcan Şahin

EDĐTÖR Ozancan Demirışık

SON OKUMA Sadık Yemni

KAPAK TASARIMI Gökcan Şahin

YAYIN TARĐHĐ Eylül 2009

Bu e-kitap Buzul Dünya Yayınları tarafından www.buzuldunya.com adresinde yayınlanmıştır. Tanıtıcı kısa yazılar dışında izin alınmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve paylaşılamaz.


ÖNSÖZ Farklıı Tatlar SIFIR’ın yeni bölümünün okuyucuyla buluşma vakti geldi çattı. Birazdan büyük bir keyifle okumaya başlayacağınız Çıkış Yok; sizin için giyindi, süslendi ve sizi mümkün olan en ihtişamlı haliyle karşılamak için heyecanla bekliyor. Oyun Bitti’nin sonsözünde değindiğim ‘farklı tatlar’ konusundan biraz daha geniş bahsetmek istiyorum. SIFIR üç bölümü devirmiş durumda, bildiğiniz

gibi.

Ve

fark

ettiyseniz,

hiçbir

bölümün

bir

öncekine

benzememesine azami dikkat gösteriyoruz. Komplo, dizinin girişiydi. Aylar boyu takip edeceğimiz karakterlerle tanışıyor, soluk kesici bir gizem silsilesine adım atıyorduk. Gizemi ifşa edip komplonun sırrını çözmek için attıkları her adım, görünmez bir el tarafından kolayca önleniyordu. Geçmişin gölgeleri peşlerinde dolanırken, ölümler, yıkımlar ve gözyaşları eşliğinde etkileyici bir kısa roman okuduk... Oyun Bitti, ilk bölümde kurulan Birim Sıfır’ın ilk macerasını içeriyordu. Gizem Kızıl başta olmak üzere, ileride de göreceğimiz pek çok yeni karakteri tanıyor, sert ve bir o kadar ‘yoğun’ bir mücadeleyi takip ediyorduk. Đnsanlıktan çıkmış bir katili durdurmak için gösterilen çabalar


Sıfır: “Çıkış Yok”

sonunda meyvesini veriyor ve en azından bir süreliğine cinayetler durduruluyordu... Anlayacağınız, iki bölüm de birbirinden ciddi anlamda farklıydı. Belli bir kalıbı izlememiş, değişkenliği tarz bellemiştik; dolayısıyla, kaleme alınan her bölüm, bir öncekinden izler taşısa da, bir o kadar ‘başka’ydı. Şimdi sıra geldi üçüncü bölüm Çıkış Yok’a ve Birim Sıfır’ın başa çıkmak için canını dişine takacağı yeni ‘gizem soslu serüven’e. Evet, bu bölüm de ‘başka’. Dostum ve ortağım Gökcan, Çıkış Yok’un ilk yarısı için farklı bir tarz denedi. Ben oldukça keyif aldım, sizin de alacağınızı umuyorum. Bu tarz hakkında kısaca bilgi verirsem... Hepimizin alışık olduğu üzere, karakterlerin araba yolculukları veya oturup yemek yedikleri vakitler, eğer bir aksiyon veya gerilim yaşanmayacaksa ya da ana olayla ilgili önemli bir bilgi açığa çıkmayacaksa, kısaca geçilir. Belki de tek bir cümleyle özetlenir. Çıkış Yok’ta ise, bu vakitler, bir yandan ana macera devam ederken bir yandan da Birim Sıfır’ın geçmişiyle ilgili bilgiler edindiğimiz güzel dakikaları oluşturmakta. Zamanı geldi. Önsözü bitiriyor ve sizi SIFIR’ın üçüncü bölümü Çıkış Yok’la baş başa bırakıyorum. Keyifli okumalar.

Ozancan Demirışık

5


AÇILIŞ

İSYAN


Sıfır: “Çıkış Yok”

2 Ocak 2009 – 10.55 Đstanbul Dolunay Üniversitesi

“Ödevi yazdıysanız, çıkmadan önce bir yoklama daha dolaştıralım,” dedi kürsüdeki kadın. “Hocam ne yoklaması Allah aşkına, ilk ders de aldık ya!” dedi amfideki kalabalıktan biri. Genel Kimya dersinin ‘zalim’ hocası Narin Özpetek, bu asi sesin nereden geldiğini radar gibi dolaştırdığı gözleriyle çözmeye çalışırken, önceki yoklama kâğıdını sertçe eline aldı. Kâğıdı bir paçavra gibi sallayarak, tiz sesini yükseltebildiği kadar yükseltti: “Bu mu yoklama? Sınıfta altmış yedi kişi olduğu halde burada altmış dokuz kişi görünüyor!” “Hocam, ders çıkışı sınavımız var, zaten geç kaldık,” dedi en ön sıradan bir kız öğrenci. Aynı anda sınıftaki herkes onaylamaya çalışınca bir uğultu yükseldi. Narin Hoca her zaman yaptığı gibi parmağındaki iri yüzüğü kürsüye vurarak sert bakışlarını sınıfa yöneltti. “Susun! Hem suçlusunuz hem güçlüsünüz! Başkasının yerine yoklamaya imza atmanın suç olduğunu bilmiyor musunuz?” “Tamam da hocam, bizim ne suçumuz var? Đki kişinin yaptığı şey yüzünden hepimizi sınıfta tutuyorsunuz,” dedi üçüncü sıradan gür bir ses. Narin Hoca öğrencileriyle muhatap olmayı yeğlemese de bu genci tanıyordu. Adı Barış’tı. Önceki vizede beklediğinden düşük not geldiği için

7


Gökcan Şahin

kâğıdına bakmak istemiş, Narin Hoca izin vermeyince bölüme dilekçeyle şikâyette

bulunmuştu.

Kâğıt

başka

bir

öğretim

üyesi

tarafından

değerlendirilmiş ve gerçekten de Barış’ın gerekenden yirmi puan az aldığı ortaya çıkmıştı. Sorun kadının puanları toplarken hata yapmasıydı. Sonuçta bu basit öğrenci parçası tarafından hem meslektaşlarına hem de öğrencilere karşı küçük düşürülmüştü ve böyle bir şey onu çok öfkelendirirdi. Normalde Barış’a savaş açması (belki birkaç sene sınıfta bırakıp süründürmesi) gerekirdi ama o sıralar çok daha önemli işlerle meşguldü ve şimdi de pek hevesli değildi. Tabii bu, durumun hiç değişmeyeceği anlamına gelmiyordu. “Barışçığım, ben ne yapabilirim?” dedi alayla. “Sonuçta bu sınıfta yoklamada görülen altmış dokuz kişi yok. Đstersen kendin say.” “Saymama gerek yok. Eminim siz on kere saymışsınızdır. Belki daha fazla kaçak yakalarım diye.” “Ne dediğini sanıyorsun sen? Hem o ağzındaki sakızı çıkar bakayım!” Arada sırada döndürdüğü naneli sakızını çiğnemeyi bırakarak, “Hangi sakız hocam?” diye sordu Barış. Sarı saçlı, kısa boylu Narin Hoca bunun üzerine gözlerini öfkeyle devirdi. Sağ işaret parmağıyla kapıyı gösterdi: “Çıkar mısın dışarı?” “Hayır!” “Ne demek hayır?” “Hepimizi birlikte çıkacağız. Sadece ben değil. Bazı arkadaşlarımın biraz sonra sınavı var ve geç kalıyorlar. Yeterince açık bence.” “Barış! Çık dışarı!”

8


Sıfır: “Çıkış Yok”

Hoca ve Barış pek farkında olmasalar da tüm öğrenciler sus pus olmuş, nereye varacağı belli olmayan bu tartışmayı seyrediyorlardı. Bazıları Barış konuştuğu zaman destek nidaları atmayı ihmal etmiyordu tabii. “Çıkmıyorum dedim, ne yapacaksınız, zorla mı atacaksınız?” “Şu an sınıfın en yetkili kişisi benim ve buna hakkım var. Bunu bilmiyorsan, yönetmeliği oku da gel.” “O yönetmelikte, ders saatini aşmak ve öğrencilerin sınava geç kalmalarına neden olmak da var mı?” Narin Hoca öfkeden kızarmış bir halde yumruklarını sıkmıştı. Barış’ı muhatap almaktan vazgeçip sınıfa döndü. “Hadi, bir yoklama dolaştırın. Kızım boş bir kâğıt çıkar sen,” dedi en ön sıranın en köşesindeki esmer kıza. Sınıfın en başarılılarından Özlem’di bu. Defterleri durmadan fotokopi çektirildiğinden neredeyse radyoaktif hale gelen kız herkesçe tanınıyordu. Hocasına karşı çıkacak bir tip değildi. Yine de hoşnutsuzca, üfleye püfleye kareli defterinden bir sayfa kopardı. Barış hemen gürültüyle yerinden kalktı ve Özlem’in elindeki kâğıdı kadından önce kaptı. Hocanın gözlerine bakarak ikiye böldü ve buruşturdu. Ayrıca sakızını da inadına delice çiğniyordu. “Arkadaşlar!”

diye

seslendi

sınıfa.

“Kendimizi

ezdirmeyelim.

Đsteyenler peşimden gelsin. Bölüm başkanlığına gidiyorum. Bu yoklamaya imza atacağımıza, şikâyet dilekçesine imza atacağız!” Bunu söyler söylemez sık adımlarla sınıfın tahta kapısına doğru yürüdü ve sertçe açıp dışarı çıktı. Arkasından diğer öğrenciler sel halinde gittiler. Hiçbiri, kendini sınıfın imparatoru zanneden kadının yüzüne bile bakmadı.

9


BİRİNCİ KISIM

ÇIKMAZ SOKAK


Sıfır: “Çıkış Yok”

5 Ocak 2009 – 13.20 Bayrampaşa / Đstanbul

Ocak ayından beklenmeyecek kadar sıcak ve güneşliydi o gün. Zaman yolculuğu yapan ama hangi zamana geldiğini bilmeyen bir adam, muhtemelen mayıs ayında olduğunu düşünecekti. Öyle ki Đstanbul sınırları içinde -hatta tüm Marmara Bölgesi’nde- o gün dışarı çıkarken yanına mont alan binlerce insanoğlu pişman olmuş, kış soğuklarıyla büzülen elektrik telleri sıcağı görünce genleşip sarkmış, mevsimi olmamasına rağmen yüzlerce dondurma tüketilmiş, hatta birkaç sivrisinek mevsimi şaşırıp evlere hücum etmeye koyulmuştu. Bayrampaşa’da bir sokakta; kulağında kulaklığı, elinde çantasıyla ağır ağır yürüyen genç daha fazla dayanamayıp üzerindeki ince montu çıkarmak için bir duvar dibinde durdu. Bu havada bir adım daha yürürse terden sırılsıklam olacaktı. Kulaklığını düşürmeden montunu çıkarmaya çalışırken biraz zorlansa da sonunda kurtuldu o bunaltıcı ağırlıktan. Çantasını yerden aldı, montu koltuğunun altına kıstırdı ve yoluna devam etti. Adı Barış Mertkan’dı. Orta boylu, dik yürüyüşlü, esmer, yakışıklı sayılabilecek yüz hatlarına sahip bir gençti. Birçok üniversiteli gibi saçlarını uzatmaya başlamıştı, ama bu kararı henüz iki hafta önce verdiğinden, arkadan bakılınca kız sanılacak kıvama daha gelmemişti. Đstanbul Dolunay Üniversitesi Çevre Mühendisliği’nde okuyordu. Normalde o gün saat dörde

11


Gökcan Şahin

kadar dersi vardı ama sıkılıp eve gitmeye karar vermişti. Son zamanlarda bunu çok sık yapıyordu. Ders kaçırmanın notlarına fena halde olumsuz etki yaptığı bir gerçekti; ama kendini bildi bileli ders lafını duyunca bile bunalan biri olarak son derslere girmemesi şaşılacak şey değildi. Hele en nefret ettiği günlerden olan pazartesi gününde erkenden kaçmak onun için en doğal şeydi. Okulu düşünürken aklına yine Genel Kimya öğretmeni geldi. Cuma günkü derste olanlar ve hocanın tavrı epey moralini bozmuştu. Tüm sınıfı arkasına

almış,

bölüm

başkanlığına

şikâyet

dilekçesi

vermişlerdi.

Arkadaşlarından hiçbirinin o kadının yüzünü bile görmek istemediği aşikârdı. Barış’ın yaptığı sadece bunu ifade etmelerini sağlamak olmuştu. Şimdi, Genel Kimya dersinden kalması kesin görünüyordu. Narin Hocayı tanıyorsa, o emekli olmadığı sürece dersi geçemezdi. “Neyse ya, ne olacaksa olsun,” diye düşünüp kafasındaki ağır düşüncelerden sıyrılmak istedi, ama pek de başarılı olduğu söylenemezdi. Bu kez de, biraz önce okuldan çıkarken şanssızlık eseri Narin Hoca’yla karşılaşması geldi aklına. Kadın resmen gözleriyle dövmüştü Barış’ı. “Sen görürsün,” der gibi başını yavaşça sallaması korkutucuydu. Bu yılan bakışlı gözler neredeyse pişman olmasına sebep olacaktı. Neredeyse… “Tamam! Bitti! Artık düşünmek yok!” diye mırıldandı. Kulağındaki müziğe odaklanmaya çalıştı ve bu kez kısmen başardı.

***

12


Sıfır: “Çıkış Yok”

Bayrampaşa’da

ailesiyle

oturuyordu

Barış.

Gebze’den

yeni

taşınmışlardı. Taşınmalarının sebebi hem okulunun çok uzak kalması, hem de babasının Eminönü’nde devraldığı elektronik ürünler satan mağazasının evden uzak olmasıydı. Bayrampaşa hem okula hem de babasının işyerine yakın sayılırdı, ev kiraları da ödeyebilecekleri miktardaydı. Đyi bir yer bulur bulmaz taşınmışlardı. Küçük bir hesapla, taşınalı tam on beş gün olduğunu buldu Barış. Daha mahalleyi doğru dürüst gezmeye fırsat bulamamışlardı. Şu okul dönemini bir atlatsa; değil Bayrampaşa’yı, Đstanbul’un her köşesini gezecekti. Aylık akbil alıp, yıllardır uzak kaldığı megakenti karış karış dolaşacaktı. Đşte sokaklarına gelmişti. ‘Özdemir Sokak’ yazılı tabeladan sağa dönecek ve otuz metre sonra evinde olacaktı. O anda sokağın diğer tarafında başörtülü yaşlı bir kadın gördü. Kaldırımda oflayıp pufluyor, çantasından çıkardığı bir mendille alnındaki teri siliyordu. Uzun ve desenli eteğinin iki yanında hayli ağır görünen iki poşet vardı. Yakınlardaki küçük bir alışveriş merkezinin beyaz poşetleriydi. Belli ki kadın poşetleri taşırken çok zorlanmıştı ve bir yardımcıya hayır demeyecekti. Barış yardım edip etmemeyi düşündü ve bir an duraksadı. Etrafta kadına doğru yönelen birileri var mı diye göz gezdirdi. O anda kadın başını yana çevirdi ve doğruca ona baktı. Delici, mavi gözleri aradaki beş metrelik mesafeden bile fark ediliyordu. Barış adeta bu yalvaran gözlere çekildi. Artık yardım etmeme şansı yoktu. Sokaktan karşıya geçerken kulaklığını çıkarıp müzikçalarını çantasına koydu. “Teyze, yardım edeyim isterseniz?” “Zahmet olmasın…”

13


Gökcan Şahin

“Olur mu teyze, ne zahmeti.” Poşetleri kapmıştı bile. Tahmin ettiğinden bile ağırlardı. Kadının bu ağırlıkla on metre bile gidebilmesi mucizeydi. Barış kadının nereye gideceğini söylemesini bekliyordu. Kadın teriyle nemlenmiş mendilini çantasına sokuşturup eliyle ileriyi gösterdi. “Hemen üçüncü sokak çocuğum. Sokağın başına kadar getirsen yeter.” “Teyze bunlar çok ağır sizin için, evinize kadar bırakırım, benim için sorun olmaz.” “Apartmanın önüne kadar getir yeter. Ondan sonra kapıcı taşır.” “Peki,” dedi Barış ve yola koyuldular. Kadın beklediğinden hızlı yürüyordu ve çok da efor sarf etmiş görünmüyordu. Gençliğinde çok spor yapmış anlaşılan, diye düşündü Barış. Ben de o yaşta bu formda olsam yeter de artar bile. Hiçbir şey konuşmadan -ki zaten Barış yaşlılarla konuşmayı pek bilmezdi- çok geçmeden üçüncü sokağa vardılar. Sokağa dönerken kadın ilk kez konuştu: “Çocuğum yorulduysan biraz dinlenelim.” Barış her ne kadar yorulmuş olsa da genç olmasının verdiği gururla devam edebileceğini söyledi. Hem evi ne kadar uzakta olabilirdi ki? Ev maalesef düşündüğünden çok uzaktaydı. Sokakta en az yüz metre yürüdüğünü düşündü Barış. Etrafına pek dikkat etmemiş olsa da bu yüz metre boyunca sokak dümdüz devam etmiş ve herhangi bir başka sokakla bağlanmamıştı. Kadın sonunda sokağın sağ tarafındaki açık mavi badanalı beş katlı bir binaya yöneldi ve teşekkür ederek teslim aldı. “Çok sağ ol evladım, gidebilirsin, bundan sonrasını kapıcı halleder.”

14


Sıfır: “Çıkış Yok”

Barış nezaketle yaptığının önemli olmadığını söyledi. Aslında okul çantasının da yaratığı ağırlıkla bu yolculuk onu epey yormuştu. Kadın çantasından

mendili

ağır

ağır

çıkarmaya

kalkınca

içeri

girmesini

beklemeden yola koyulmaya karar verdi. Peki ne tarafa gidecekti? Bunca yolu geri dönüp caddeye çıktıktan sonra üç sokak ilerleyip tekrar kendi sokağına mı girecekti? Hemen kafasında oluşturduğu haritaya göre bu sokağın diğer tarafından aşağı inse evi daha yakın olacaktı. Her ne kadar daha önce görmediği yollara girme ihtimali olsa da kaybolacağını hiç sanmıyordu. Hem yeni mahallesini biraz daha iyi tanımış olurdu. Bu düşüncelerle tekrar yola düştü. Üçüncü adımında aklına müzikçaları geldi. Çantasından çıkarıp kulağına taktı ve güzel bir şarkı açtı.

***

Allah Allah, diye düşünüyordu şimdi, on dakikadır yürüyorum, sokağın bitmeye niyeti yok gibi. Haklıydı, sokağa girdiğinden beri üç şarkı geçmişti. Her zaman geçtiği sokak şu ana kadar yürüdüğünün yarısı kadar bile değildi. Kendi sokağına ulaşabilmesi için bir yerlerden sağa dönmesi gerekiyordu. Oysa o ana kadar ne sağa ne de sola bir dönüşe rastlamıştı. Đleriye baktığında da geriye baktığında da sokak uçsuz bucaksız görünüyordu. Yüksek binaların arasındaki bu yolda kendini, nehri ikiye bölen Musa gibi hissetti. O sihir kaybolursa tüm binalar üzerine çökecekmiş gibi…

15


Gökcan Şahin

Tuhaf, hiç kimse de görünmüyor, diye düşündü. Etrafa park etmiş otomobillerden başka bir şey yoktu gerçekten de. Ne tek bir ağaç, ne tek bir kedi, ne de tek bir aydınlatma direği. Gerçekten çok tuhaf… Kulağında çınlayan müziği durdurdu, kulaklığını çıkardı, kendi etrafında bir kez döndü. En ufak bir çıtırtı yoktu. Hava inanılmaz durgundu. Tüm camları kapalı bir odadaki hava bile bu kadar durgun olamazdı belki de. Hoş, yükseklerde rüzgâr olup olmadığını anlamasını sağlayacak tek bir ağaç da yoktu ki. Nasıl bir yer burası yahu? Etrafında bir tur daha attı. Kendi soluğunun ve ayakkabısının sesinden başka bir şey duyamıyordu halen. Bağırmak, kimsenin onu duyup duymadığını sormak istedi, ama böyle bir çılgınlık yapabilecek biri değildi. Cuma günü Kimya dersinde yaptığı atılganlığın aksine, genellikle utangaç bir gençti. Çaresiz, etrafına baka baka yürümeye devam etti. Sonunda elbet kurtulacaktı bu sokaktan. Kurtulduğunda da durumu fazla abarttığını ve kendi kendini boş yere korkuttuğunu düşünüp gülecekti. Adımları hiç olmadığı kadar hızlıydı şimdi. Bir an önce bir çıkış bulmak için artık koşarcasına yürüyordu. Nasıl tek bir kuş bile olmaz? diye düşünüyordu aynı zamanda. Tek bir ağaç, hatta tek bir karınca? Sokak lambaları olmadan geceleri nasıl aydınlanıyor burası? Hiç mi kimse oturmuyor şu binalarda? Kimse mi bakmaz camdan, balkondan? Şu üç dört çeşit araba dışında hiç mi bir şey olmaz? Çıldırıyor muyum yoksa? Artık koşuyordu, tüm gücüyle! Çantasının kalçasına çarpa çarpa onu takip etmesini umursamadan nefes nefese koşuyordu. Deliriyorum, diye tekrarlıyordu sürekli. Bir kâbustayım belki de. Oysa kendini çimdiklemekle

16


Sıfır: “Çıkış Yok”

de uyanamıyordu. Gerçekti işte, düpedüz gerçek. Kâbuslarda bile bu kadar korkulmazdı. Her şey bu kadar net hatırlanmazdı. Sabah evden çıkışını, tüm derslerdeki ayrıntıları, sıkıntıdan patlayacak gibi olup dersten ayrılışını, tam sokağa girerken yaşlı kadını görüşünü, hatta onu evine bıraktıktan sonra dinlediği şarkıları, hepsini tek tek gayet net bir şekilde hatırlıyordu.

***

Kendi ayağına takılınca az kalsın düşecekti. Sendeledi, çömeldi, yere çöktü, hava zar zor yetiyordu ona. Ciğerleri tüm kapasitesiyle çalışıyordu ama yine de zorlanıyordu. Ayağa kalkmadan tekrar baktı etrafına. Hemen önündeki araba çok tanıdık geldi. Birkaç dakika önce de aynı arabayı görmüştü. Sinek yeşili bir Şahin… Aynı sokakta iki tane sinek yeşili Şahin olma olasılığı ne kadar olabilirdi ki? Şöyle bir apartmanlara baktı. Onlar da tanıdıktı, onların da yanından geçmişti. Hatta şu iki apartman ötedeki, yaşlı kadınınkinin aynısı değil miydi? Aklına gelen bir düşünce neredeyse gülümsetecekti onu. Selçuk Erdem’in çölde hep aynı yerden geçen insanları işlediği karikatürleri gelmişti aklına. Karikatürde adamlar aynı tabelayı veya başka şeyleri tekrar görüyordu ve biri, “Kahretsin, hep aynı yerde dönüp duruyoruz galiba,” diyordu. Bu düşüncesinden sonra aklını gerçekten kaçırdığını düşündürten bir kahkaha attı ve yüksek sesle konuştu: “Yahu madem sokak bitmiyor, neden geri dönmüyorum ki? Sokağın başının olduğunu biliyorum nasıl olsa. Ha ha ha.”

17


Gökcan Şahin

14.15 Çatalca / Đstanbul

Dize Demirsoy müstakil bir evin kapısından çıktı. Uzun siyah pardösüsü ve beline inen kızıl kestane saçları aynı anda dalgalandı hafif rüzgârda. Güneşin parlak ışığı yüzüne vurunca gözlerini kısmak zorunda kaldı. Hemen arkasından Murat Arıkan aynı kapıdan geldi yanına. Birkaç gündür tıraş etmediği kirli sakalı ve dağılmış saçlarıyla hayattan bezmiş gibi görünüyor ama uzun boyu ve gelişmiş kaslarla donatıldığını belli eden yapılı vücudu, dik duruşuyla birleşince gücünün yerinde olduğunu ispatlıyordu. Basamaklardan inip evin bahçesinden dışarı çıkan beton yolda ilerlediler. Evin hemen önündeki ambulansın kapısına yaslanmış şoför merakla onlara bakıyordu. Kapıdan gelen gürültüleri duyunca şoförle beraber Dize ve Murat da ne olacağını bilmiyormuş gibi arkalarına döndüler. Đki polis ile beyaz önlüklü bir doktor, delice çırpınan bir adamı dışarı çıkarmaya çalışıyorlardı. Adamın çığlıkları Dize’nin içini acıtsa da yapacak bir şey yoktu. Bu ambulansa binmek ve belki de ömür boyu kalacağı yeni mekânına gitmek zorundaydı adam. Polisler adamı ambulansın arka kapısına götürüp içeri soktular, bir tanesi doktorla beraber ambulansa binerken diğeri Murat’ın yanına geldi. “Tamamdır komiserim, hallettik. Tekrar teşekkürler. Bu deli artık yıllarca o delikten çıkamaz.” Elini uzattı. Murat memnuniyetle sıktı.

18


Sıfır: “Çıkış Yok”

“Görevimiz.” “Biz gidiyoruz komiserim. Đyi günler size.” “Peki, iyi günler.” “Đyi günler,” diye tekrarladı Dize. Polis, ambulansın hemen arkasına park etmiş devriye otosuna bindi. Ambulansla beraber hareket edip, birkaç saniye içinde görünmez oldular. “Gördün mü bir delinin başımıza açtıklarını?” dedi Murat. “Ya… Saatlerdir buradayız, çıka çıka bir delinin marifeti çıktı. Gerçi Birim Sıfır tarihindeki en kolay iş olmuştur herhalde.” “Hiç

de

değil,”

dedi

Murat

ciddi

bir

sesle.

“Göreceksin,

uğraşacağımız işlerin çoğu böyle basit olaylar ve yanlış anlaşılmalardan ibaret olacak. Her zaman müthiş maceralar bekleme.” “Tamam, beklemem,” dedi Dize. Birden gülmeye başladı. Murat da ona eşlik etmeden edemedi. “Ama geçen seferki pek bir müthişti,” diye devam etti Dize, sargıdan yeni çıkmış elini göstererek. Murat’ın

gülümsemesi

aniden

soldu.

Az

kalsın

Dize’yi

kaybedecekleri o gün geldi aklına. Her gün başka bir bedende doğan ve her seferinde akla hayale gelmeyecek cinayetler işleyen bir katile yem olarak sunulmuştu Dize. Bunu düşündükçe Murat’ın tüyleri diken diken oluyordu. Allahtan durum ucuz atlatılmıştı. “Hemen suratını asma,” dedi Murat’ın yüz ifadesini görünce. “Hep diyorum ya, o olay benim çok işime yaradı. Unutma, öldürmeyen şey güçlendirir.” “Biliyorum biliyorum, yine öğretmenliğe başladın,” dedi Murat tekrar gülümserken. “Ama yine de yanılma. Her seferinde aynı türde maceralar

19


Gökcan Şahin

yaşamayacaksın. Sonuçta X-Files’ta değiliz.” Cebinden bir anahtar çıkardı ve metalik gri renkli Seat Cordoba’sına doğru yürümeye başladı. Đki dakika sonra arabada oturmuş kahkahalarla gülüyorlardı.

***

Birim Sıfır’daki ikinci görevleriydi bu. Kurulalı aylar olmasına rağmen henüz çok fazla işle uğraşmamalarının pek çok sebebi vardı. Birincisi henüz Đstanbul genelindeki istihbarat kaynakları bile tam olarak devreye girememişti. Đkincisi, Taylan Birim Sıfır’ın tüm bürokratik işlerini halletmiş olsa da altyapı tamamlanmış değildi. Murat ve Dize’nin elinde karşılarına çıkabilecek kompleks olaylarda kullanabilecekleri kaynaklar ve araçlar pek bulunmuyordu. Üçüncüsü gizemli ve korkutucu olaylar genellikle saklanır, cinlere perilere yorulurdu ve pek dışarıya yansıtılmazdı. Kimse kendisinin deli sanılmasını istemiyordu haliyle. Hele bu bilim ve teknoloji çağında bu konularda konuşanlar artsa da metafiziğe inananlar azalıyordu. Ve dördüncüsü, tuhaf bir şekilde bazı olayların Birim Sıfır’a ulaşması engellenmeye çalışılıyor gibiydi. Örneğin biri geliyor, tuhaf bir şeye şahit olduğunu söylüyordu ama hemen ertesi gün hatta bazen birkaç saat sonra ifadesini geri çekiyor, böyle bir şey olmadığı konusunda polisi ikna ediyordu. Bazen bu tuhaflığın mantıklı sebebini bulduğunu söylüyor, bazen kendi psikolojik durumunu bahane ediyordu. Belki birkaçı gerçek olabilirdi,

20


Sıfır: “Çıkış Yok”

ama

defalarca

aynı

durumla

karşılaşmak

ister

istemez

insanı

şüphelendiriyordu. Her ne kadar Birim Sıfır’ın işlerinin iyi gitmemesinin sebepleri kısmen belli olsa da Taylan o sıralar bunları düşünmeye pek vakit bulamıyordu.

Đşiyle

ilgili

bir

problem

nedeniyle

birkaç

haftadır

yurtdışındaydı ve yeni dönebilmişti. Arada bir yaptıkları Birim Sıfır toplantıları dışında Dize üniversitedeki görevine devam etmekteydi, Murat ise artık aktif olarak polisiye görevlerde yer almıyordu. Aynı anda iki iş yapmak Dize’yi eskisinden daha çok yoruyor olsa da artık hayatında bir amacı olduğu için en ufak bir şikâyette bulunmuyordu. Taylan’ın yalnızca Birim için çalışması teklifini de derhal reddetmişti. Birkaç ayda bir karşılarına çıkacak bir olay nedeniyle öğretmenlikten vazgeçemezdi. Öğretmenlik çok sevdiği bir işti, üstelik bir bilim insanı olduğunu hatırlatıyordu ona. Fizik ve diğer bilim dalları üzerindeki araştırmaları ise eskisi kadar yoğun olmasa da takip etmeye devam ediyordu. O sırada çözdükleri işin, tekrarlanan bir ‘rahatsızlık verme’ şikâyetiyle başladığı söylenebilirdi. Şikâyet basit ve açıktı: Müstakil bir evden ara sıra tuhaf sesler geldiği söyleniyordu. Çevredekiler gece gündüz demeden, ancak bir canavardan çıkabilecek derecede yüksek ve korkunç sesler geldiğine şahitlerdi. Bu sesler ilk olarak sokakta top oynayan çocuklar tarafından duyulmuş, onların ailelerine şikâyet etmelerinden sonra komşulardan bir ikisi evi ziyaret etmişti. Oysa adam, evden böyle bir ses gelmesinin imkânsız olduğunu, kendisinin hemen hemen her zaman evde olduğunu ve seslerden hiç haberi olmadığını iddia ediyordu.

21


Gökcan Şahin

Aynı şikâyet defalarca tekrarlanınca durum sonunda polise sirayet etmişti. Polis birkaç kez evi kontrol etmiş, tek başına yaşayan bir adamdan başka bir şeye rastlamamıştı. Sonunda bir şey bulunamayınca (savcılar böyle basit olaylar için arama izni vermekte cimri davrandıklarından eve girememiş, sadece adamın ifadesini almışlardı) durum Taylan Yıldırım’a iletilmişti. Taylan yurtdışından gelir gelmez böyle bir olayla karşılaşmasının Birim açısından umut verici olduğunu düşünmüş, hemen Murat ve Dize’yi çağırmıştı. Önceki olayda gayet zekice davranarak seri cinayetlerin çözülmesini sağlayan ve yaptığı fedakârlıkla olaya son noktayı koyan Dize artık Taylan’a sonsuz güven veriyordu, Murat ise zaten onun için bir numaraydı. Taylan durumu iki ajana aktarmış, yapılması gerekeni onlara bırakmıştı. Dize ve Murat hemen yola çıkmış, iki saatlik yol boyunca bolca beyin fırtınası yapmışlardı. Aslında ellerinde tuhaf sesler ve yalnız yaşayan bir adam dışında henüz ipucu yoktu ama düşünmekten zarar gelmezdi. “Adam vahşi hayvan besliyor olabilir,” dedi Murat. “Kaplan, ayı falan.” “Ya da bazen tuhaf bir canavara dönüşüyordur, Jekyll and Hyde’ı okuduysan…” “Evet evet,” dedi Murat. “Okudum onu.” “Canavara dönüşen insanla karşılaştınız mı daha önce?” Murat biraz düşündü, “Hayır,” dedi. “Ama tıpkı bir canavara benzeyen bir adamla karşılaştık. Derisi tıpatıp ağaç kabuğuna benziyordu. Düşünsene, adam gece karşında dursa kurumuş ağaç sanırsın.”

22


Sıfır: “Çıkış Yok”

“Hadi ya, ilginçmiş.” “Meğerse bir hastalıkmış,” diye devam etti Murat koca bir kamyonu sollarken. “Deriyi pul pul yapan bir hastalık… Berbat bir şeydi ya. Fakirlikten hastaneye falan gidemiyormuş, hatta bunun kendisine verilen bir lanet olduğunu düşünüp evden dahi çıkamıyormuş. Birileri gece bu adamla karşılaşıp korkunca olaya el koyduk ve durumu çözdük. Adam sonra hastaneye kaldırıldı, ama tedavi oldu mu olmadı mı bilmiyorum.” “Hımm, neyse konuyu dağıtmayalım.” Ama bol bol dağıtmış, hiçbir sonuca ulaşamadan malum eve varmışlardı. Kapıyı çalıp yalnız yaşayan adamı da görmüşlerdi. Gayet normal gibiydi. Bir canavarlık söz konusu değildi anlaşılan. Dize içeri girmek isteyince adam biraz mırın kırın etse de sonunda kabul etmişti. Seslerle ilgili sorular sormuş ama ağzından işe yarar tek bir kelime alamamışlardı. Adam haberi olmadığını söylüyordu sürekli. Daha önce çok şikâyet geldiğini ama o seslerle hiçbir ilgisi olmadığını tekrarlıyordu. Dize evin diğer odalarını gezmek isteyince adam şaşılacak şekilde karşı çıkmış, hatta saldırganlaşmıştı. Murat bu durumdan şüphelenince polis kimliğini göstermiş ve evi arayacağını söylemişti. Adam arama izninden falan söz edince Murat’ın ellerini yakasında bulmuş, sonra bir koltuğa çöküp kalmıştı. Murat adamın yanında kalacak, Dize evi arayacaktı. Nitekim bu yapılınca gerçek kısa sürede anlaşılmıştı. Adam Dize’nin düşündüğü gibi vahşi hayvan beslemiyor, ama vahşileşmiş birkaç köpeği esir alıyordu. Müstakil evin üst katında koca bir

23


Gökcan Şahin

odada üç tane sağ, beş tane ölü köpek vardı. Sağ köpekler de bitkince yere uzanmış, hızlı hızlı solumaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Dize köpekleri inceleyince üzerlerindeki diş izlerini fark etmişti. Durumu Murat’a anlatmak için aşağıya inince adam adeta çıldırmış, deli gibi koşarak üst kata kaçmıştı. Murat onu köpeklerden birini kucağında tutarken bulmuş, adamsa Murat’ı görünce köpeğe “Tut oğlum, tut, yakala!” diye bağırmaya başlamıştı. Ama bitkinlikten dilini bile ağzında tutamayan köpek onun dediğini yapacak halde değildi. Murat silahını çıkarmış, hemen köpeği bırakıp ellerini kaldırmasını emretmişti. Daha sonra adamı kelepçeleyip aşağı indirmiş, sandalyenin tekine oturtmuş, telefonla Taylan’a durumu haber vermişti. Bir saat kadar sonra ambulans ve polis oradaydı. Bu süre içinde Dize, o ikna edici ses tonu ve hitabeti sayesinde deli adamın öyküsünü de öğrendi. Adam yıllarca kaçak köpek dövüşlerine katılmıştı. Drakula adında vahşi bir köpek besliyordu ve sürekli kazanıyordu; ama bir gün yenilmiş ve boynuna aldığı yoğun diş yaraları nedeniyle ölmüştü Drakula. Adam, çok bağlandığı köpeğinin ölmesine dayanamamış, diğer köpeğin sahibine saldırmaya kalkmıştı. Oysa saldırılacak son kişiydi o. Bir tür çete reisi olan rakibi, ona günlerce işkence ettikten sonra serbest bırakmıştı. Adam korkudan günlerce kekelemiş, evden bile dışarı çıkmaya korkar olmuştu. Biraz cesaretini topladıktan sonra dışarıdan köpek toplamaya ve evde dövüştürmeye başlamıştı.

24


Sıfır: “Çıkış Yok”

Adam sıradan bir köpek dövüşüne katıldığını sanıyor, köpekleri dövüştürdüğünde kendi evinde olduğunu dahi unutuyordu. Sürekli kazanan

köpeğin

kendisininki

olduğunu

düşünüyor

ve

bununla

avunuyordu. Psikolojik dengesinin tamamen bozulmuş olduğu aşikârdı ama elbette kendisi bunun farkında değildi. Dövüşler sırasında köpeklerin çıkardıkları seslerden rahatsız olan komşuları şikâyete gelince gürültüden haberi olmadığını söylüyordu, çünkü dövüşler sırasında evde olduğunu bile hatırlamıyordu. Ve işte o gün her şey ortaya çıkmıştı. Sonrası malum, adam iki polisin zoruyla ambulansa bindirildi ve belki de ömür boyu kalacağı akıl hastanesine kaldırıldı.

***

“Bu kadar güldük de… Adamın haline acımıyor da değilim,” dedi Dize gözlerinden akan yaşları mendiliyle silerken. Murat cevap vermedi. O da gülmesini durdurmuş, arabayı çalıştırmıştı. Taylan’a tam bir rapor vermek için Şişli’deki plazaya doğru yola koyuldular.

14.25 Bayrampaşa / Đstanbul

Kendini çölde kaybolmuş bir zavallı gibi hissediyordu. Geri gitmek de bir işe yaramamıştı. Yarım saatten beri geldiği yöne yürüyordu ve hâlâ

25


Gökcan Şahin

görünürde çıkış yoktu. Aynı arabalar, aynı binalar tekrar tekrar çıkıyordu karşısına. Yaşlı kadını bulmak istediyse de artık imkânı yoktu. Sokak öyle tuhaftı ki tüm binalar birbirine bitişikti ve yan sokağa geçilecek en ufak bir açıklık görülmüyordu. Defalarca apartmanlara girmeye çalışmıştı ama bütün kapılar kapalıydı. Cesaret edip çığlık bile atmıştı ama bir Allah’ın kulu duymamıştı onu. Pencereleri kırmak için yerde taş aramış, bir tane bile bulamamıştı. Sonunda bir giriş katının camını tekme atarak kırmayı denemişti, ama cam hiç de kırılgan değildi. Aklına GTA oyunu geldi. Eskiden saatlerce oynadığı bir oyundu. Bir adamı kontrol ediyor ve şiddet dolu onlarca görevi başarmaya çalışıyordu. Oyundaki içine girilemeyen, kartondan yapılmış gibi görünen apartmanlara benziyordu bu sokaktaki binalar. Ne girilebiliyordu, ne zarar verilebiliyordu. Đçinde yaşayan olup olmadığı bile belli değildi. Tırmanarak arkalarına geçmek de olanaksızdı. Açık havada kapana kısılmıştı Barış. Gökyüzüne baktı. Güneş görünmüyordu; binaların arkasında kalmış olmalıydı. Gökyüzü masmaviydi. En ufak bir pürüz yoktu. Ne bir bulut, ne uçan bir kuş, ne de arkasından iz bırakan bir uçak. Gökyüzü bile sahte gibiydi işte. Bir kaldırımın üzerine çöktü. Çantasını çıkardı, içinde su olduğunu hatırladı. Çıkarıp yarım şişeden bir yudum içti. Az kalsın hepsini kafasına dikecekti, ama bu kâbusta uzun süre kalma olasılığı aklına gelince vazgeçti.

26


Sıfır: “Çıkış Yok”

Daha sonra gerekli olabilirdi. Şişeyi tekrar çantasına koydu. Henüz yeterince uzatamadığı saçlarını karıştırdı sıkıntıyla. Saatine baktı. Đki olmak üzereydi. Bir saat olmuştu buraya hapsolalı. Đsterik bir şekilde gülmeye başladı aniden. Deliriyorum, dedi yine. Birazdan iyice tırlatacağım ve kendimi öldüreceğim. Sonra beni kim bilir nerede bulacaklar… Gazetelerin üçüncü sayfalarına kocaman harflerle şu başlığı atacaklar: Üniversite öğrencisi anlaşılamayan bir nedenle intihar etti!”

***

Cebindeki telefon onu rahatsız etmeseydi, sonsuza kadar öylece hareketsiz oturacaktı. Ama oturduğu zaman rahatsızlık verdiği için her zaman

cebinden

çıkardığı

telefon,

şu

durumda

bile

onu

rahat

bırakmıyordu. Birkaç kez bu yüzden telefonunu bir yerlerde unutmuştu. Nokia’nın çok da yeni olmayan bir modeliydi telefon. Çıkarıp boş boş baktı ekranına. Kameralı olsa etrafın fotoğrafını çekebileceğini düşündü. Olur da buradan kurtulursa böyle bir yerde mahsur kaldığını kanıtlayabilirdi. Ama bu konuda bile şansı yaver gitmiyordu. Bu sırada

telefonun

ekranındaki

çubukları

fark

etti.

Sinyal

alabiliyordu! Hem de sonuna kadar doluydu çubuklar, mis gibi çekiyordu. Bunu nasıl daha önce düşünememişti. Hemen babasını aradı ve bir süredir dinlenmekte olan kalbinin yine küt küt attığını hissederek karşı tarafın cevap vermesini bekledi.

27


Gökcan Şahin

14.35 Eminönü / Đstanbul

Sirkeci’de fotoğraf makineleri, kameralar, DVD çalarlar gibi bilumum elektronik eşyanın satıldığı bir dükkânda Murtaza adlı göbekli bir adam, tezgâhın arkasındaki sandalyeye oturmuş burnunu karıştırıyor, arada bir eline gelen parçaları tezgâhın altına sürüyordu. Son kazısında çıkarttığı yeni bir yeşil madeni incelemekteyken içeri sarışın bir kadın girdi. Kendini toparladı, tatağı yere fırlatıp ayağa kalktı. Kadını şöyle bir baştan aşağı süzdü: “Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim?” Kadın çantasının fermuarını açıp gri renk bir fotoğraf makinesini çıkardı. “Buna uygun bir hafıza kartınız var mı?” Murtaza makineyi kadından alıp hafıza kısmını inceledi ve geri uzattı. “Var hanımefendi. Ne kadarlık istersiniz?” “Nasıl ne kadarlık?” “Kaç gigabyte yani? Bir var, iki var, dört var…” “Fiyatları ne kadar?” “Bir gigabyte on lira, iki gigabyte yirmi lira, dört gigabyte kırk lira.” “Dört gigabyte alayım ben.”

28


Sıfır: “Çıkış Yok”

“Hemen veriyorum,” dedi ve zorlanarak eğilip tezgâhın altından bir kutu çıkarttı. “Şey… Bunu nasıl takacağım? Pek bilmiyorum da,” dedi kadın dudaklarını hafifçe bükerek. “Şöyle,” dedi ve hafıza kartını seri hareketlerle kutusundan çıkarttı. Kadının elindeki makineyi tuttu ve bir bölme gösterip kartı soktu. Kadınla yakınlaşınca parfümünün kokusu burnuna dolmuş, bir tuhaf hissetmesine neden olmuştu. Ayrıca beyaz giysisindeki göğüs dekoltesine gözleri kaymakta ısrar ediyordu. Otuz yıldır evli olmasaydı kötü şeyler düşünebilirdi. Aslında birkaç saniye geçmeden boş verip düşündü de. O sırada telefonu çalınca irkildi. Karısı geldi aklına. Oha be Sakine, diye düşündü, yirmi kilometreden kokusunu alıyorsun herhalde! Özür dileyerek telefona bakınca yanıldığını anladı. Arayan Barış’tı.

***

“Barış, müşteri var, sonra ara,” dedi Murtaza kısık ama sert bir sesle. “Ne müşterisi baba ya! Ben burada mahsur kaldım sen ne diyorsun?” “Ne mahsur kalması oğlum? Beş dakika sonra ara diyorum Allah Allah.” “Ya baba, evin orda bir sokakta mahsur kaldım, çıkamıyorum. Yardım et, bir şey yap. Delireceğim. Hatta delirmiş bile olabilirim! Baba ses versene!”

29


Gökcan Şahin

“Barış, işim var diyorum! Biraz sonra arasana! Ne dediğini de anlamıyorum zaten!” “Allah belanı versin baba,” diye kükredi Barış. “O ne biçim söz it oğlu it. Akşam görüşeceğiz seninle,” dedi Murtaza ve telefonu kapattı. Sonra en delici bakışlarını ve sıcak gülümsemesini takınarak müşterisine döndü. “Evet, dediğim gibi…”

Aynı Anda Beylikdüzü / Đstanbul

Murat nihayet E5’e çıkmıştı ve Beylikdüzü yollarını aşındırıyordu. Dize’yle Birim Sıfır’ın eski dosyaları hakkında bir sohbete başlamışlardı. Murat anlatıyor, Dize merakla dinliyordu. Eski dosyaların bazılarını incelemiş olsa da Murat’ın anlatması çok hoşuna gidiyordu. Hem de olayların gelişimini öğrenerek gelecekte nelerle karşılaşacağını anlama şansı oluyordu. “En çok karşılaştığımız, hayalet vakaları oluyordu,” dedi Murat. “Ayda bir iki kere hayalet işiyle uğraşıyorduk ve hemen hemen hepsi aynı türde oluyordu. Ya o evde önceden ölmüş biri oluyor ve yeni taşınanlar hayaletlerden şikâyet ediyordu, ya da yakınlarda türbe falan oluyordu.” “Peki gerçekten hayalet çıkıyor muydu?” “Hemen hemen yarısı doğru çıkıyordu.”

30


Sıfır: “Çıkış Yok”

“Peki hayaletlerle ilgili ilginç maceraların oldu mu? Yani geçen olay dışında…” Aklına Arslan gelmişti. Dize’nin gördüğü ilk ve tek hayaletti o. Sonradan bir hayaletin varlığının fiziksel çözümünü yapmaya çalışmış ama tam bir sonuç alamamıştı. En mantıklı sonuç fiziksel âlemdeki sıradan madde-dalga yapısının dışında bir şeylerin varlığıydı. Yani işin ucu yine Ali’nin teorisine varıyordu. “Beş kere falan bizzat gördüm,” dedi Murat, kısa bir düşünme süresinin ardından. “Đtiraf ediyorum ilkinde altıma sıçtım.” Dize hem gülerek hem de merakla bakınca “Anlatayım mı?” dedi. “Anlat, daha çok yolumuz var nasılsa.”

***

“Birim Sıfır’daki ilk görevlerimden biriydi. Daha epey acemiydim. Doğaüstü olaylar diye bir şey olmadığına inanıyor ve içten içe bu düşüncemi kanıtlamaya çalışıyordum. Đlk birkaç görevimde durum istediğim ve beklediğim gibi çıkınca fikrimden iyice emin olmuştum. “Bir gün Taylan Bey’den haber geldi. Beylikdüzü’nde yeni yapılan sitelerden birinde tuhaf bir durum vardı. (Beş dakika önce yanından geçtiğimiz yüksek binaların arka tarafındaydı yanlış hatırlamıyorsam.) On beş-yirmi katlı koca binalardan birinde birkaç gün arayla iki kez düşme vakası yaşanmıştı. Đkisi de aynı dairede gerçekleşmişti. On üçüncü kattaki boş bir evde… Đkisinde de iki genç ölmüştü. Tam dört ölü. “Bu o zamana kadar rastladığım en büyük canilikti. Ve durum çok tuhaf görünüyordu, çünkü atlayan gençler o apartmanda oturmadıkları gibi

31


Gökcan Şahin

nasıl oluyorsa normalde boş olan daireye girmeyi başarıp balkonundan aşağı atlıyorlardı. “Olay bize intikal ettirilmişti ama daha olaya el atıp atmamak konusunda emin değildik. Ta ki bir genç kız önce polise, oradan da bize ulaşana kadar… “Kız durumun intihar veya dikkatsizlik falan olmadığını söyleyip tuhaf şeyler anlattı. Đlk atlayan gruptan olduğunu ve iki arkadaşının ölümünü bizzat gördüğünü, kendisinin de zor kurtulduğunu söylüyordu. Onu bizzat kendim dinledim. Konuşurken kekeleyişini ve titreyişini hiç unutmam. “Tuzağa düştük diyordu sürekli. Yirmi yaşında ya vardı ya yoktu. Kısa boylu, toplu yüzlü biriydi. Kelimeleri bir türlü toparlayamayınca her şeyi en başından anlatmasını söyledim. Biraz kendine geldikten sonra istediğim gibi anlattı. Dediğine göre ölen arkadaşlarından birinin evinde olaydan önceki gece ruh çağırma seansı düzenlemişlerdi. Arkadaşları erkekti, tek kız oydu. Ölenlerin erkek olduğunu zaten biliyordum. “Ruh çağırmaya başlarken pek ciddi değillerdi, eğlence olsun diye toplanmışlardı. Ama sonra iş inanılmaz bir raddeye gelmişti. Önce ellerindeki fincan gerçekten hareket etmeye, sonra da sorularına yanıt vermeye başlamıştı. Harflere yönelen fincanın söylediğine göre hayalet, önceki

sene

ölmüş,

otuz

yaşında

bir

kadındı.

Đsterlerse

kendini

gösterebileceğini, onları korkutmak gibi bir niyeti olmadığını belirtiyordu. “Bizimkiler önce tereddüt etmiş ama sonunda kabul etmişlerdi. Đşte o zaman karşılarında şeffaf bir kadın bedeni belirmiş ve konuşmaya başlamıştı. Aslında ağzı kıpırdamıyordu. Zihinlerine hitap ediyordu, yani bir

32


Sıfır: “Çıkış Yok”

tür telepati yeteneği vardı. Gençlerin sorularına ciddi ve anlaşılır yanıtlar veriyordu. Ama nasıl öldüğü sorusuna ilginç bir yanıt vermişti: ‘Bebeğimin arkasından atladım.’ “Kadın durumu büyük bir içtenlikle anlatırken bir hayaletin de ağlayabileceğini ilk kez görmüşlerdi gençler. Eğer bir hayaletle karşı karşıya olmanın şokunda olmasalardı onlar da ağlayabilirlerdi. En azından kız bana öyle anlattı. “Kadın, bebeğinin evlerinin balkonundan düştüğünü söylüyordu. Dediğine göre balkon duvarları çok alçaktı ve ev sahibi bir türlü demir korkuluk takmaya ikna olmamıştı. Henüz iki yaşındaki bebeği balkonda oynarken bir taburenin üzerine çıkmış, balkondan sarkmış ve aşağı düşmüştü. Tam o sırada balkona giren annesi de şok içinde arkasından atlayıvermişti. Apartman çok yüksek olduğu için düşme süresi çok uzun gelmişti ona. Hatta bebeğini yakalayabilmek için daha da hızlı düşmeye çalışıyordu. Ama olmamıştı. Đkisi de beton zemine çakılmışlardı. “Kadın kanlar içindeki bedeninin bir metre kadar üzerinde süzüldüğünü fark etmişti. Bebeğinin bedeninden de şeffaf ve parlak bir şey ayrılmış ve yavaşça yükselmişti. Annesi, bebeğinin ruhunun kaynağı belirsiz bir ışığa doğru süzüldüğünü görüyordu ama kendisi hiçbir yere gidemiyordu. Đçindeki büyük nefret mi o ışığa ulaşmasını engelliyordu bilmiyordu, ama tek isteği birilerinden intikam almaktı. “Hayalet bunları anlattıktan sonra kendisini gençlere gösterebilmesi için daha fazla gücünün kalmadığını söylemiş. Ama son olarak onlardan bir şey rica etmiş: O apartmana gidip korkuluğu yapması için ev sahibini ikna etmelerini. Çünkü o sırada oturan kiracılar yine bebekli bir aileymiş ve aynı

33


Gökcan Şahin

acıyı onların da yaşamasını istemiyormuş. Gençler bunu memnuniyetle kabul etmiş ve hayaletin verdiği adresi not etmişler. “Ertesi gün ilk işleri oraya gitmek olmuş. Adresi bularak apartmana girip hayaletin söylediği dairenin ziline basmışlar ama kimse açmamış. O sırada tuhaf bir şekilde zihinlerinde evin anahtarının paspasın altında olduğu bilgisi belirmiş. Kızın arkadaşlarından biri paspasın altından anahtarı çıkarıp kapıyı açmış. Bunu neden yaptıklarını bilmiyorlarmış, sonuçta kendi evleri değilmiş ve hırsız durumuna düşebilirlermiş. Ama onları zorlayan bir şey varmış sanki. “Đçeri girip evin bomboş olduğunu görmüşler. Oysa evde birileri, hatta çocuklu bir aile oturuyor olmalıymış. Hayaletin bahsettiği balkona gidip balkon duvarlarını kontrol etmişler. Çok da alçak görünmüyormuş ama tabureyle tırmanan bir bebek elbette düşebilirmiş. Gençler yüksekliğe bakmak için aşağı sarktıkları anda hemen arkalarında kapkara bir şey belirmiş ve çok güçlü bir çığlık atmış. “Genç kız iki arkadaşının aşağı düştüğünü gözüyle görmüş, kendisiyse dengesini son anda korumuş. Ama o kara şey, bir yandan kahkahalarla gülerken bir yandan onu da aşağı düşürmek için üzerine geliyormuş. Kız, tanımış onu. Önceki günkü hayaletin ta kendisiymiş ama bu kez kapkara giyinen korkunç bir cadıya benziyormuş. “Kız geri geri yürüyüp duvara yaslanınca diğerlerinin düşüşü aklına gelmiş ve panikle hayaletin içinden geçip eve girmeyi başarmış. Hemen merdivenlere koşmuş ve on üç katı rekor bir hızla inmiş. Sonra da evine gidip saatlerce ağlamış.

34


Sıfır: “Çıkış Yok”

“Daha sonra haberlerde olayı duymuş ama kimseye durumu açıklayacak cesareti yokmuş. Bir hayalet tarafından düşürüldüklerini söylese kim inanırdı ki ona? “Birkaç gün sonra aynı binadan bir düşme haberi daha duyunca kendini fena halde sorumlu hissetmiş ve polise gelmiş. Polis de durumu Birim Sıfır’a iletmiş. Đşte sonra da kızla konuşmak bana düştü. “Olayı incelemeye karar verdik. Ben ve Ege abi apartmana gittik ve kapıcıyla konuştuk. Ha, Ege abiyi tanımıyorsun tabii. O zamanlar Birim Sıfır’ın en iyi elemanlarından biriydi. Benden on yaş falan büyüktü ve epey tecrübeliydi. “Neyse, Ege abiyle beraber kapıcıyı bulup konuştuk. Hayaletten falan bahsetmedik ama kızın tarif ettiği kadının apartmanla alakası olup olmadığını anlamaya çalıştık. Sonuç tam beklediğimiz gibiydi.”

***

Murat’ın telefonu çalmaya başladı. Saat iki buçuk olmuştu ve o sırada Sefaköy metrobüs istasyonunun yanından geçiyorlardı. Dize hikâyenin bölünmesine sinirlenmişti, bir an önce devamını dinlemek istiyordu ama Murat telefona bakıp arayanın Taylan olduğunu söyleyince durumu makul karşıladı. “Buyurun Taylan Bey?” dedi Murat. “Tebrikler çocuklar, bir olayı daha çözmüşsünüz.” “Sağ olun, telefonu Dize’ye vereyim isterseniz, şu an araba kullanıyorum.”

35


Gökcan Şahin

“Bence hoparlöre al, ikinize de söylemem gereken şeyler var.” “Peki efendim,” dedi Murat ve telefonu hoparlöre alıp Dize’ye verdi. “Dize seni de tebrik ediyorum. Güvenimi boşa çıkarmıyorsun.” “Teşekkürler, görevimiz.” “Biliyorum epey yoruldunuz, o kadar yol gittiniz ve geri geliyorsunuz ama yine tuhaf bir durumla karşı karşıyayız. Ve size ihtiyacım var.” “Sizi dinliyoruz?” “Barış isimli bir üniversite öğrencisi polisi aradı…” diye başladı Taylan ve Barış’ın yaşadıklarını bir bir anlattıktan sonra Bayrampaşa’daki olay yerine gitmelerini söyledi. Basit bir olay da olabilirdi, ama sonuçta bir insanın hayatı söz konusuydu. Murat bunun üzerine Şirinevler’de E5’ten çıkıp Bayrampaşa’ya yöneldi. Bir günde iki görev, diye düşündü. Đşler yoluna giriyor. Ve Dize’nin merakla beklediği hikâyeye geri döndü.

***

“Nerede kalmıştık? Ha… Kapıcı binanın henüz geçen yıl inşa edildiğini ve o zamandan beri o apartmanda çalıştığını söyledi. Beklediğimiz gibi kadını tanıyordu. Kadın on üçüncü kattaki o dairede oturmuştu bir zamanlar. Sadece bir ay kadar kalmış olsa da unutulmayacak bir hikâyesi vardı. “Kadın psikopatın tekiymiş. Kocasından boşanmış, nasıl becerdiyse iki yaşındaki çocuğunun vekâletini almış ve nafakadan gelen parayla o daireyi tutmuş. Bir gün cinnet geçirip bebeğini öldürmüş, vücudunu

36


Sıfır: “Çıkış Yok”

paramparça edip dışarıya saçmış. Sonra da balkondan atlayıp intihar etmiş. O zamandan beri de o eve kimse taşınmamış. “Kadının adını alarak sabıkası olup olmadığına baktık ama boşanma davası kayıtları dışında herhangi bir şey bulamadık. Annesi ve babası çoktan

öldüğünden

onlarla

konuşamadık

ama

komşularından

ve

arkadaşlarından öğrendiklerimize göre hayatı boyunca deliliğin sınırında yaşayan biriymiş. Sonunda böyle bir şey yapması beklenebilirmiş yani. “Sonuçta psikopat bir kadının öldükten sonra bile can almaya devam etme isteğini gösteriyordu bu bize. Peki onu nasıl durduracaktık? Böyle giderse ruh çağıran herkes tehlike içinde olacaktı. Kimseye bu hayalet kadına inanmayın da diyemeyeceğimize göre onu zararsız hale getirmemiz veya yok etmemiz gerekiyordu. Oysa ben hayalet diye bir şey olduğuna bile inanmıyordum o zamana kadar. Yaşananlar da beni epey şaşkınlığa düşürmüştü zaten. Kendimi sorgulamaya başlamıştım. “Her neyse, sonunda beklemeye karar verdik. Bir hafta içinde aynı şeyi iki kez yapmıştı ve başarılı olmuştu, bu durumda bir kez daha yapmaması için hiçbir sebep yoktu. Yani onun birilerini daha tuzağa düşürmesini bekleyecektik. Ve biz onu tuzağa düşürecektik. “Aynı katta hemen yandaki daireyi bir aylığına kiraladık. Ev sahibi MĐT’ten olduğumuzu öğrenince fazla zorluk çıkarmadı. Ben ve Ege abi, üç gün boyunca sürekli tetikte bekledik. Hayaletin bizi fark etmesini istemediğimiz için o eve girmiyorduk. Ama kapısına telefonlarımıza uyarı gönderen bir tür alarm takmıştık. Kapı açıldığı anda bunu bilecektik.

37


Gökcan Şahin

“Üç gün boyunca evde sürekli birini bırakarak yirmi dört saat tetikte bekledik ve üçüncü günün akşamı biri kız, biri erkek iki genç gelene kadar bu böyle devam etti. “Onlar geldiğinde ikimiz de evdeydik ve televizyon izleyip laflıyorduk. Telefonlarımız aynı anda alarm verince derhal yan daireye koştuk. “Gençler çoktan içeri girmiş, kapıyı arkalarından kapatmışlardı. Ne kadar vurursak vuralım kapının sesi onlara ulaşmıyor gibiydi. Ege abi sonunda dayanamayıp kapıyı kırdı ve onları balkondan aşağı bakmaya çalışırken son anda yakaladık. “Gençler ne olduğunu anlamadan bize boş boş bakarken hemen arkamızdan o kara siluet belirdi. Onları kurtarmıştık ama az kalsın biz gidecektik. “Đtiraf ediyorum ki korkudan ödüm kopmuştu -bak bunu o zaman bile itiraf etmemiştim-. Ege abi ise en azından görüntü olarak gayet sakindi. Silahını çıkarıp hayalete doğrulttu.”

***

“Ee? Niye sustun?” dedi Dize. “Geldik. Buralarda bir yerde olmalı. Dur birine soralım. Manolya Sokak demişti değil mi Taylan Bey?” “Evet, çocuğun oturduğu sokağın adının Manolya olduğunu söylemişti. Ondan sonraki üçüncü sokak da kaybolduğu yer. Dur dur şu adama sorayım ben.”

38


Sıfır: “Çıkış Yok”

Murat sağa yanaştı. Dize camı araladı ve adama işaret etti. “Pardon, Manolya Sokağı arıyorduk da.” “Dümdüz gidin, üçüncü sokaktan sağa dönün, o sokağın bitiminden sola dönün. Biraz gidince sağda bir eczane var, hemen onun yanındaki sokak.” “Tamam, teşekkürler.” Murat hemen sola sinyal verip yola girdi. “Ee, anlatsana devamını,” dedi Dize. “Dur şu işi halledelim, anlatırım. Geldik zaten.” Dize, Murat’a hak verse de bozulmuştu. Ege’nin hayaleti yok edip edemediğini merak ediyordu. Elbette silahtakiler sıradan kurşun olamazdı. Murat’ın Arslan’ı ilk gördüğünde tetiği çektiğini hatırladı. Kurşun hayaletin içinden geçip gitmişti. Sodyum mermileri olmalıydı, ama o da bir hayaleti toptan yok etmek için yeterli değildi ki. Meraktan çıldıracaktı. Neyse ki, eczaneyi gördüklerinde şimdiki hadise zihnini daha fazla meşgul etmeye başladı. Kurtarılması gereken bir genç vardı. Eczanenin yanındaki köşede ‘Manolya Sokak’ tabelasını gördüler. Hedeflerine üç sokak kalmıştı.

15.15 Yıldırım Holding Binası / Şişli

Holding’in döner kapısından giren adam doğruca ‘danışma’ya yöneldi. Güneş gözlüğünü yukarı itip saçının ön tarafına yerleştirirken kadına sordu: “Taylan Bey’le görüşecektim. Kendisi yerinde mi acaba?”

39


Gökcan Şahin

Danışmadaki kadın -adı Şebnem’di- “Bir saniye,” diyerek telefonun ahizesini kaldırdı. Bu sırada gözlerini adamdan ayırmıyordu. Uzun zamandır böyle karizmatik bir adamla karşılaşmamıştı. Tahminen kırk beş elli yaşında olmasına rağmen çok çekici görünüyordu. Arkadan toplanmış uzun gümüşi saçları, ocak ayında olmalarına rağmen taktığı şık güneş gözlüğü, yüzündeki hafif kırışıklıklar ve yüzüne hem sert hem sevecen bir ifade kazandıran ağız yapısı çok çekiciydi. Gri takım elbisesi saçlarıyla müthiş bir uyum yaratmıştı. Daha koyu tondaki, desenli kravatı da oldukça yakışmıştı. 1.80’den uzun olmalıydı boyu. Parmağında alyans olmadığına göre evli de değildi. Şebnem adamı süzerken, vay be, böyle bir erkek arkadaşım olsun, elli milyar borcum olsun, diye düşünmekten kendini alamadı. Gerçi, otuz beş yaşında ve henüz evlenmemiş olduğundan sık sık böyle hayallere kapılırdı ama neredeyse bir yıldır bu konularda tık yoktu. Taylan Bey’le yaptığı kısa görüşmeden sonra adama döndü. “Buyurun, sizi bekliyorlar.” Adam teşekkür edip asansöre yöneldi. Kadın, arkasından gözüyle takip ederken dudağını büzüp hafif bir ıslık çalmadan edemedi.

***

“Ooo, hoş geldin Egecim,” dedi Taylan ayağa kalkarak. Kapıdan geniş bir gülümsemeyle giren adama yaklaştı ve sıkı sıkı sarıldılar. “Hiç değişmemişsiniz Taylan Bey.” “Ama sen epey değişmişsin. Saçların beyazlamış yahu!”

40


Sıfır: “Çıkış Yok”

“Boyaya karşıyım,” dedi Taylan’ın gösterdiği yere oturarak. Đkisi de oturunca derin birer nefes aldılar. “Ne içersin?” “Bir kahve alayım, az şekerli.” Taylan telefondan iki kahve isteyip misafirine döndü. “Ee, ne var ne yok? Hayat nasıl Đsviçre’de? Anlat bakalım.” “Valla ne anlatayım Taylan Bey… Çok özlemişim Đstanbul’u. Đsviçre o kadar düzenli ki buranın kargaşasını bile özlemişim. Buraya gelirken trafiğe takılınca neredeyse ağlayacaktım. Trafiği bile özlemişim baksanıza.” “En özlenmeyecek şeyi özlemişsin,” dedi Taylan gülerek. “Sigara falan içeceksen çekinme, kimse kapalı yerde sigara içtin diye şikâyet etmez seni.” “Yok yok, çoktan bıraktım sigarayı. Beş yıl oldu.” “Sahi, sen Đsviçre’ye gideli ne kadar oldu?” “Tam tamına dokuz yıl. 2000’in ocağında gitmiştim.” “E niye hiç uğramadın bir daha buralara?” “Biliyorsunuz,

Türk

olduğumla

ilgili

en

ufak

bir

ipucu

bırakmamalıydım. Turist olarak bile gelmemem lazımdı. Çok şükür görev bitti de kurtuldum.” “Bu da ne görevmiş arkadaş… On yıl!” “Sormayın Taylan Bey, kaç kere çekip gelmek istedim buraya. Ama ülkemiz her şeyden önemli, malum.” “Biliyorum, haklısın sen de. Neyse, boş verelim şimdi bunları. Bundan sonra…”

41


Gökcan Şahin

O sırada kapıya vuruldu. Kısacık boylu, ince bıyıklı bir adam gelip ikisinin önüne kahveleri koydu, saygılarını sunup gitti. “Ne

diyorduk?

Ha,

bundan

sonra,

diyordum,

ne

yapmayı

düşünüyorsun? Bildiğim kadarıyla artık buradasın.” “Buradayım. Artık bir kadın bulup evlenir, emekliliğin tadını çıkarırım herhalde. Çok yoruldum. Hele istihbarat işi, berbat… Her günüm ayrı stresle geçiyordu. Artık hiçbir şeye gücüm kalmadı.” “Anlıyorum. Tamamen bırakıyorsun yani bu işleri.” “Öyle olacak herhalde. Artık Birim Sıfır gibi zevkli işler de olmadığına göre…” Ege’nin bu lafının ardından Taylan’ın gülümsemesi genişledi. “Sen öyle san.” “Efendim?” “Sana bir iş teklifim var desem?” “Nasıl yani?” “Sen gizemleri çözmeyi özlemişsindir… Birim Sıfır’a geri dönmek ister misin?” “Yapmayın Taylan Bey Allah aşkına. Birim Sıfır bir daha dönmemek üzere kapanmadı mı? Hatta ben o yüzden MĐT’e geri dönüp gitmedim mi Đsviçre’ye?” “Tekrar kurdum,” dedi Taylan kesin bir tavırla. Ege’nin gözleri fal taşı gibi açıldı. Uzun zamandır bu kadar büyük bir şaşkınlığa düşmemişti. “Hoş geldin şakası mı bu?”

42


Sıfır: “Çıkış Yok”

“Hayır, ciddiyim,” dedi Taylan, misafirinin gözlerinin içine bakarak. Ege bu bakışı biliyordu. Ciddiydi. Ege şimdi bir çocuk kadar heyecanlıydı. Hoplaya zıplaya, “Hemen, derhal kabul ediyorum. Hadi gidip hayalet avlayalım,” diye bağırası geliyordu ama kendini tuttu ve geniş bir gülümsemeyle, “Bir düşünelim bakalım,” dedi. Taylan koltuğuna rahatça yaslandı, cevabını almıştı. Hemen o gün işlemlere başlayacaktı.

***

Tam yeni bir laf açılacakken telefon çaldı. Taylan, “Kusura bakma,” deyip açtı telefonu. “Söyle Murat.” “Taylan Bey, burada durum iyice tuhaflaştı.” “Ne oldu?” “Dediğiniz gibi Menekşe sokağa geldik. Sonra malum sokağa girmek için ilerledik, ama üçüncü sokak yerine karşımıza devasa bir arsa çıktı. Elli metreye elli metrelik falan… Etrafında da bol bol binalar var, ama arsada bir şey yok.” “Sonra?” “Herhalde sokak bundan sonra diye düşünüp yola devam ettik. Ama sonra bir sokak yok, ana caddeye çıkıyor. Minibüsler falan geçiyor caddeden. Yani çocuğun dediği ıssız sokakla alakası yok. Emin olmak için

43


Gökcan Şahin

diğer yerlere de baktık ama bulamadık bir şey. Etrafta öyle bir sokak görünmüyor. Bu işte bir iş var.” “Allah Allah, yalan söylemiş olabilir mi acaba? Dur bakayım, telefonu var, bir arayalım.” “Peki efendim, biz caddedeki bir dönercideyiz şimdi, öğle yemeği yiyoruz. Haber bekleyeceğiz.” “Tamam, afiyet olsun. Birazdan haber veririm.” Telefonlar karşılıklı kapatıldı. Ege merakla bakınca Taylan bir açıklama yapmayı uygun gördü. “Đşte bizim Birim Sıfır. Đş üzerindeler. Bir günde iki iş çıkınca epey yoruldu zavallılar.” “Kimler var ekipte? Tanıyor muyum?” “Birini

çok

iyi

tanıyorsun,

diğerini

şahsen

tanımasan

da

duymuşsundur. Şu an sadece iki kişiler, ama sen de gelirsen üç olacaklar.” “Kimmiş bunlar, çok merak ettim şimdi. Devlet sırrı değildir herhalde.” “Değil, merak etme,” diye gülümsedi Taylan. “Murat biri. Murat Arıkan. Senin son ortağın yani.” “Ha, şu fırlama çocuk. Çok sevindim, ta o zamanlar benden daha iyi olacak gibi geliyordu. Ondaki o hevesi içten içe kıskanıyordum. Ama biraz sinirliydi. Kaba kuvvete çok meyilliydi yani.” “Hâlâ aynı hevesini koruyor. Umduğumdan daha iyi hale geldi. Birim Sıfır bitince polisliğe döndü, komiser oldu.” “Anladım, diğeri kim peki?” “Ali’nin eski nişanlısı. Dize Demirsoy.”

44


Sıfır: “Çıkış Yok”

“Hatırladım. Okuldan arkadaşlardı değil mi?” “Evet.” “O nasıl? Bu işlere yatkın mı?” “Çok zeki. Güvenimi boşa çıkarmıyor. Cesur da. Ondan iyisini bulamazdım. Bir vakıf üniversitesinde fizik hocalığı yapıyor aynı zamanda.” “Lafı geçmişken… Ali nerde? Ne yapıyor şimdi?” Taylan birden durgunlaştı. Kalbine bıçak saplanmış gibi bir sızı girdi. “Haberin yok tabii senin.” “Bir şey mi oldu?” “Oldu, hem de neler oldu, ama dur şu çocuğu arayayım da Murat’a bilgi vereyim.” “Tabii, işine engel olmayayım ben.”

15.30 Bayrampaşa / Đstanbul

Barış Mertkan polisi aradıktan sonra umutlanmıştı, ama her geçen dakika bu umudu güneşte kalmış dondurma gibi eriyip gidiyordu. Neden bir şey yapmıyorlardı? En azından neden aramıyorlardı? Telefonun bir-iki saatlik şarjı kalmıştı. Ondan sonra dış dünyayla alakası tamamen kesilecekti. Şimdi tekrar aramaya da korkuyordu. ‘Biz size ulaşacağız,’ demişlerdi. Güvenebilir miydi buna? Polise güvenmeyecekse kime güvenecekti?

45


Gökcan Şahin

Aklı onlarca düşünceyle kalbura dönmüştü. Beynindeki nöronların yorulduğunu hissediyordu. Oturduğu yerden kalktı ve sinek yeşili Şahin’lerden birinin yanına gitti. Sıradan bir araba gibi duruyordu. Acaba camını kırıp içine girebilir miydi? Hatta bir şekilde çalıştırabilirse bu sonsuz gibi görünen sokağı aşabilir miydi? Yumruğuyla arabanın camına tıklattı. Hiç de cam sesi çıkmamıştı. Daha da sert vurdu. Kendini sert ve plastik bir şeye vurur gibi hissetti. Sonra sertçe kapısını tekmeledi. Kapı kıpırdamadı bile. Sanki süs olarak konulmuş, içi doldurulmuş maket bir arabaydı bu. Bu olağandışılık çok da şaşırtıcı değildi. Binalar da aynı malzemeden yapılmış gibiydi zaten. Belki yol da öyleydi, kaldırım da. Hatta hava da… Telefonunun sesini duydu sonra. Çantasını da bıraktığı kaldırımdan geliyordu. Koşa koşa telefonunu kaptı ve nefes nefese açtı. “Alo?” “Barış Mertkan?” “Evet Taylan Bey, benim. Sizsiniz değil mi?” “Barış, bak, ekibimden iki kişi şu an senin tarif ettiğin yerdeler ama dediğin gibi bir sokak yok. Senin dediğin yer ancak koca bir arsa olabilir. Ondan sonra da bir ana cadde geliyor. Dediğin ara sokak bulunamadı.” “Ama nasıl olur? Buradayım işte ben. Sonraki sokaktan döndüm ve bir daha çıkamadım. Vallahi doğru söylüyorum. Yemin ederim. Lütfen beni deli yerine koymayın. Beni burada bırakmayın!” “Sakin ol tamam, sakin ol. Seni orada bırakacağımız yok. Nerede olduğundan emin misin diye aradım. Ama belli ki eminsin. Bu da demektir

46


Sıfır: “Çıkış Yok”

ki işin içinde fazlasıyla olağandışı bir durum var. Biz de bunu araştıracağız. Biraz beklemen gerekecek yani.” “Tamam, bekleyeceğim, yeter ki beni buradan kurtarın.”

Aynı Anda Bayrampaşa'da Bir Dönerci

Yarım ekmek döneri gelince Murat epey keyiflendi. Dize de çok uzun zamandır yemediği bu Türk işi fastfood’a iştahla baktı. Diyet miyet derken fastfood’u neredeyse unutmuştu. Đşte şimdi Murat’ın ısrarıyla bu orucunu bozuyordu. Murat ağzını koca bir lokmayla doldurunca o da eline aldı ekmeği. Yemekleri bitip elleri boşaldığında Murat birer kahve söyledi. “E hadi anlatsana!” dedi Dize kahveler gelmeden. “Neyi?” “Bilmiyormuşsun gibi yapma. Hayalet hikâyesini işte. Ege abin silah çekmişti en son.” “Tamam anlatayım. Nasıl olsa Taylan Bey haber vermeden bir şey yapamayacağız.”

***

“Dediğim gibi o kara cadı balkonda belirir belirmez Ege abi silahını doğrulttu ve bir an bile beklemeden ateşledi. Bunu yapması bana saçma

47


Gökcan Şahin

gelmişti, sonuçta bir hayalet kurşundan etkilenmez, değil mi? Hayaletlere etki eden kurşunları da bilmiyordum henüz. “Ama etkilendi işte. Đçinden geçip gitmesi gereken mermi hayalete saplanıp kaldı. Düşmanımız iğrenç bir çığlık atarken elektrik verilmiş gibi çırpınıyordu. O an Ege abi silahı yere attı ve hayaletin kolundan tuttuğu gibi balkondan aşağı gönderdi. Kadın patates çuvalı gibi aşağı düştü ve yere değer değmez, hiç var olmamış gibi yok oldu. Puff. “Senin şu anda anlayamadığın gibi, ben de o an neler olduğunu anlayamamıştım. Bir hayalet nasıl bu şekilde düşerdi, Ege abi onu sıradan bir insan gibi nasıl kolundan tutup aşağı atabilirdi? Çok tuhaftı. “Đçeri geçip birer bardak suyla kendimize geldikten sonra işi hallettiğimizi Taylan Bey’e telefonla bildirdi ve bana hâlâ bilmediğim çok şey olduğunu söyleyip işin sırrını anlattı. Dediğine göre silahtaki mermi bildiğimiz mermi değildi. Birimin çoktan beri -sodyum mermilerinden bile önce- kullandığı, düşük seviyeli varlıklara karşı etkili bir madde vardı. Melinotit deniyordu yanlış hatırlamıyorsam. Melin adlı bir tür mineralden elde ediliyormuş. Ali de bunun üzerinde araştırmalar yapmıştı bildiğim kadarıyla. “Her neyse, Ege abi silahını çıkarıp içindeki mermileri gösterdi. Mermilerin orta kısmında bir çeşit kapsül vardı ve dediğine göre o madde bunun içindeydi. Bu, hayaletleri bir süreliğine maddeleştirmeye yarıyor. Bizim seviyemize çıkarıyor ve şaşkınlığa düşmelerine sebep oluyor. Bu sayede onu aşağı fırlatmayı başarmış. “Elbette aşağı düşünce nasıl yok olduğunu sordum. ‘Hayaletlerin çoğu ölüm şekillerinin aynısını veya çok benzerini hayalet halindeyken

48


Sıfır: “Çıkış Yok”

yaşarlarsa kendi âlemlerine dönerler. Bu da başka bir kural… Bunları unutma, ileride çok işine yarayacaklar,’ dedi. “Ege abi de onu tıpkı ölürken olduğu gibi aşağı atmıştı. Đşte maceramız burada bitti. Sonra doğruca tuvalete koştuğumu hatırlıyorum. Korkudan vücut tüm atıkları dışarı atma noktasına gelmişti.”

***

Dize kahvesinin son yudumunu alırken bitmişti Murat’ın öyküsü. Murat zaten öyküyü anlatırken bir ara tek yudumda bitirmişti kahvesini. “Vay be, ilginç. Bana da kuralları öğretmen gerekecek. Hiç bilmiyorum bunları.” “Haklısın, bak daha önce hiç aklıma gelmemişti. Sana hızlandırılmış bir ‘Birim Sıfır’ kursu vermem lazım. Ne zaman istersin? Bu hafta sonu başlayalım mı? Saat başı para alırım ona göre.” “Ben şaka yapmıyorum, Murat.” “Biliyorum canım sinirlenme.” “Sinirlenmiyorum.” “Öyle olsun.” “Öyle zaten.” “Amma inatçısın Dize.” Eğer o sırada Murat’ın telefonunun sesi duyulmasaydı bu inatlaşma nereye varırdı bilinmez. “Taylan Bey arıyor,” dedi Murat ve telefonu açtı. Hoparlöre almayı düşündü ama etraftaki insanlar nedeniyle bunu yapmadı.

49


Gökcan Şahin

“Murat, o çocuk gerçekten o arsada! Arayıp kendisine sordum, konuşma sırasında telefon sinyalinden yerini tespit ettirdim. Sinyal tam olarak malum arsadan geliyor.” “Peki, ne yapalım Taylan Bey? Tekrar kontrol ederiz ama yine orada olmayacaktır. O zaman ne yapacağız?” “Olay yerine gidin yine. Đstediğiniz an çocuğun telefonunu sana bağlayacağım. Bir şekilde ipucu bulmaya çalışın. Etrafta gören duyan yok muymuş, ona bakın. Zaten olaya tanık olanlar varsa sizin arsayı araştırdığınızı görünce konuşmak isteyebilirler. Bu durumda yapılabilecek başka bir şey düşünemiyorum. Ben de burada biraz çalışacağım. Elbirliğiyle bu işi de çözeceğimize eminim.” “Tamam patron. Hemen gidiyoruz.” Murat durumu Dize’ye kısaca anlattı ve hesabı istedi. Hesabın üzerine iyi bir bahşiş bırakıp kalktı. Gri Seat Cordoba’ya binip birkaç yüz metre ötedeki arsaya doğru yola koyuldular.

50


İKİNCİ KISIM CANAVAR


Gökcan Şahin

16.10 Bayrampaşa’daki Arsa

O gün için Mayıs ayı sıcaklığı yayan Ocak güneşi yavaş yavaş yeryüzünün diğer yarısını aydınlatmak üzere Đstanbul semalarının en tepesindeki yerini terk ederken, bulunduğu yerde günün batışıyla ilgili hiçbir değişiklik hissetmeyen Barış, etrafındaki her şeyin yapılmış olduğu maddenin ne olduğunu düşünmekten vazgeçmiş, sıkıntıyla bir arabanın üzerine oturmuştu. Elindeki telefonu en ufak bir titreşimi kaçırmamak için sıkıca tutuyordu, çünkü tek umudu oradan gelecek sesteydi. Ama şarjının giderek azaldığını bilmek onu fena halde endişelendiriyordu. En fazla bir saat dayanabilecek şarjı kalmıştı ve bu süre içinde kurtulamazsa ‘çıkmaz sokak’ta ne yapacağını düşünmek bile istemiyordu. Artık bu sokağa -şu işe bakın ki gerçekte sokak bile değil, koca bir arsaydı- girdiği için kendine küfretmeyi de bırakmış, beynini dinlenme moduna almıştı. Sadece parmaklarındaki şeytantırnaklarını kemiriyor, otuz saniyede bir telefonunun ekranına bakarak kendini oyalıyordu. Nefesi, kalp atışları, her şeyi düzene girmişti. Bu duruma alışmaya başlıyordu belki de. Đnsanoğlu tuhaftı, her şeye alışıyordu. Belki de beynin kendini koruma mekanizmalarından biriydi bu da. Delirmeyi engellemek için bir sigorta…

52


Sıfır: “Çıkış Yok”

Tuhaf, artık delirdiğini de düşünmüyordu. Yaşadıklarını başkaları da biliyordu ve ona inananlar vardı. Demek ki gerçekten bir gariplik vardı bu işte. Kendi beyninin ürettiği bir hayal değildi bu, artık emindi. Ama bir dakika! diye uyardı aklında oluşan ani fikir onu. Ya bu telefon konuşmaları da gerçek değilse! Ya onlar da tamamen kendi uydurduğum şeylerse. Đşte yine kalbi hızlanıyordu. Parmaklarını daha sert kemirmeye başladı. Başparmağının kenarından kan sızıyordu hatta. “Hadi,” dedi, “Arayın artık!”

***

Murat, arabanın el frenini çekti. Caddenin arsaya bakan kenarına park etmişti. Oradan tüm arsa net bir şekilde görünüyordu. Etraftaki binalar da öyle. Dize çantasından bir not defteri çıkardı. Çantayı biraz daha karıştırıp bir tükenmez kalem buldu, iki eli de dolu olduğu için kapağını ağzıyla çıkardı ve kalemin arkasına taktı. “Şimdi,” dedi, “elimizdeki her şeyi yazalım. Belki gözümüzden kaçan şeyleri daha rahat görürüz.” “Dize, elimizde hiçbir şey yok ki!” “Nereden biliyorsun? Belki de bir şeyler gözümüzden kaçıyor. Her şeye şöyle bir seferde göz atmanın zararı olmaz.”

53


Gökcan Şahin

Sen bilirsin, der gibi omuz silkti Murat. Arsa Dize’nin tarafındaydı ve Murat etraftaki binalara bakmak için biraz eğilince, hoş parfüm kokusu doldu burnuna. Geri çekildiğinde ne gördüğünü bile hatırlamıyordu. “Tamam,” dedi, “bekliyorum, ne yazacaksın?” “Baştan başlayalım. Çocuğun adı… Barış Mertkan, değil mi?” Murat başını sallayınca not defterinin en başına bu ismi yazdı. Yanına parantez içinde 19 koydu. Altına ‘Đstanbul Dolunay Üniversitesi Çevre Mühendisliği’ yazdı daha ufak puntoyla. O an aklından gencin ailesi geçti. Normal bir polisiye vaka olsa çoktan aileye haber verilmişti, ama bu durumda son ana kadar onları işin içine katmak istemiyorlardı. Gerçi anne-babanın pek önemli olduğunu da sanmıyordu

Dize.

Babası

Eminönü’nde

bir

teknoloji

mağazasında

çalışıyordu, çalışmayan annesi de o sırada akşam ne pişireceğini düşünüyor olmalıydı. Zaten çocuk, önce babasını aradığını söylemişti ama tipik ‘çocuğuyla ilgisiz baba’ modeli olan Murtaza Bey olaya en ufak bir ilgi duymamıştı. “Çocuk okuldan çıkıyor, evine giderken yaşlı bir kadına yardım etmek için üç sokak ötesine gidiyor. Kadını evine bırakıyor ve evine dönmek için tekrar yola çıkıyor. O sokağı daha önce hiç görmemiş, çünkü taşınalı henüz çok az zaman geçmiş ve etrafı gezmeyi hiç düşünmemiş. Buraya kadar sorun yok.” Bunları söylerken kısa kısa notlar alıyordu. “Ve,” diye devam etti, “dakikalarca yürümesine rağmen sokağın bitmediğini fark ediyor. Geriye doğru da, ileriye doğru da uçsuz bucaksız bir alanda buluyor kendisini. Apartmanlara bakıyor, hiçbirine giremiyor, çünkü hepsi tuhaf bir maddeden yapılmış, maket gibi şeyler. Hatta

54


Sıfır: “Çıkış Yok”

arabalar, yollar, kaldırımlar dahi bu maddeden yapılmış. Sert, kırılgan olmayan, plastiğimsi ve çok sağlam bir madde. Sokağı kat ederken her şeyin bir süre sonra tekrar karşısına çıktığını fark ediyor. Sokak dümdüz uzanmasına rağmen dairesel bir döngüde gibi…” Birden duraksadı, sonra Murat’a dönüp hızlıca konuştu. “Bak burada aklıma bir fikir geldi. Barış’ın bulunduğu yerin bir döngü olup olmadığını kolayca anlayabiliriz aslında.” “Nasıl yani?” “Barış bir eşyasını o yeşil arabanın üzerinde bırakır ve yürümeye başlar. Sonra karşısına çıkan yeşil arabanın üzerinde kendi çantasını görürse aynı yere geri dönüyor demektir.” “Đyi fikir ama bunu bilmenin bize ne faydası olacak?” “Bilmiyorum,” dedi Dize ve kâğıdına döndü. “Yine de bunu not edelim. Sonra işimize yarayabilir. Devam edersek… Önemli bir nokta da cep telefonunun çekiyor olması. Şarjının az kaldığını biliyoruz ama sonuçta telefon çekiyor. Taylan Bey’in verdiği bilgilere göre sinyal bu arsadan geliyor. Bak bir fikir daha geldi aklıma. Barış yürürken telefon sinyallerini takip etsek ne yöne doğru gittiğini ve arsanın neresinde olduğunu öğrenebiliriz. Gerçi bu kadar hassas ölçümler yapabilir miyiz bilmiyorum. Taylan Bey’e sormakta fayda var. Bunu da not alıyorum. Devam edelim… Barış bu sokağı daha önce gördüğü veya bir yerden tanıdığı hakkında bir bilgi vermedi, bu durumda kendi beyninin ürettiği bir şey olma ihtimali düşük. Yine de şu an hatırlayamadığı, bilinçaltına kazınmış bir yerin tasviri olabilir içinde bulunduğu sokak. Bunu da düşünmemiz gerek. Şu an burada olsa hipnozla falan bunu öğrenebilirdik. Ne bileyim senin şu Kızıl Gizem’i

55


Gökcan Şahin

falan çağırırdık – nasılsa bugünlerde ‘hatırlama’ seansları için sık sık yanına gidiyorsun… Bunu geçiyorum mecburen, yine de ufak bir not aldım.” “O sokağın çocuğun beyninin ürettiği bir şey olduğunu mu düşünüyorsun?” “Sadece bir olasılık. Đnsan beyni gerçekten çok güçlü. Plasebo etkisini düşünsene. Hastalara hiçbir işe yaramayan ilaçlar veriliyor ve onlara bu ilaçların hastalığı yok edecekleri söyleniyor. Ve sonunda ne oluyor? Pek çok hastada belirtiler gerçekten geriliyor. Đnsanlar sanki gerçek ilaç almışçasına iyileşmeye başlıyor. Yani iş beyinde bitiyor. Bak, bir örnek daha vereyim. Yine beynin etkisiyle ilgili. Bir kaza sonucu bilincini bir süreliğine kaybetmiş birinin kolunu sarıyorlar ve uyandığında öyle bir şey olmamasına rağmen kolunun yandığını söylüyorlar. Adam elbette onlara inanıyor, hatta kolunda acı duyduğunu bile söylüyor. Günler geçiyor ve sargı açıldığında görülüyor ki kolda iyileşmekte olan yanık izleri var.” “Vay be, ilginçmiş,” dedi Murat. “Düşünsene, bunlar sıradan insanlarda ortaya çıkan tepkiler. Peki çok güçlü veya üstün özellikli bir beynin neler yapabileceğini düşünebiliyor musun?” “Yani diyorsun ki, Barış üstün bir beyin gücüne sahip ve bir şekilde kendini göremediğimiz bir boyuta taşıyıp esir aldı.” “Eğer o sokağı tanıyor olduğuna dair bir ipucu olsaydı, böyle bir ihtimal olabilirdi elbette.” “Tamam, arıyorum ve soruyorum,” dedi Murat telefonunu çıkarırken.

56


Sıfır: “Çıkış Yok”

“Dur dur, çocuğun çok az şarjı kalmıştı. Bir aramayla bitecek kadar azsa başka sorular için zamanımız kalmayabilir. Biraz daha düşünelim ve hepsini birden soralım.” Murat, ‘Sen bilirsin,’ der gibi baktı ve telefonu elinde çevirerek arsanın etrafındaki binaları süzmeye devam etti. Hemen sonra bakışları bir noktaya sabitlendi. “Dize, ya şu dediğin süper beyin, Barış’ın değil de başkasınınsa?” “Nasıl yani?” “Şuraya bak. Mavi bina, dördüncü kat.” Dize yan camdan arsanın kenarındaki binalardan mavi olanına baktı ve aşağıdan başlayarak dörde kadar saydığında Murat’ın bahsettiği şeyi gördü: Camın arkasından arsayı gözetleyen küçük bir çocuk.

Aynı Anda Gündem Gazetesi– Bağcılar

“Hayırdır Nehir, nereye böyle koştura koştura?” dedi top sakallı adam göz kırparak. Elinde kahve makinesinden yeni aldığı dumanı tüten kahvesiyle masasına geçerken karşılaşmışlardı Nehir’le. “Önemli bir işim çıktı Mehmet, bugün servise beklemeyin beni.” “Ne o? Burada mı sabahlayacaksın?” “Öyle olmamasını umuyorum,” dedi Nehir yoluna devam ederken. Son anda, “Đyi akşamlar,” demeyi de ihmal etmedi. Zaten bir veda

57


Gökcan Şahin

sözcüğünü söylemeyi unutsa ertesi güne kadar içi rahat etmezdi. Acaba alındı mı? Küstü mü? diye durmadan tekrarlardı beyninde. Yirmi dokuz yaşında, gerçekten iyi bir gazeteciydi. Gazetesinin en iyi araştırmacı-gazetecisi olduğu su götürmez bir gerçekti. Bu başarısını mükemmeliyetçi olmasına borçluydu aslında. Aşırı titiz ve bazen takıntılı olması hayatında olumsuzluklara da yol açıyordu elbette ama bu sayede, aldığı her sorumluluğu harfiyen yerine getiriyor ve iş yaşamında hızla yükseliyordu. Görünüşü de bu mükemmeliyetçilikten payını almıştı. Sarıya boyalı kısa saçlarını yana taramıştı, gri renkli şık elbisesi ve giysisiyle uyumlu topuklu ayakkabıları ile çantası o gün yine gazetedeki en şık kadın olmasını sağlamıştı. Makyajın da etkisiyle en ufak bir pürüz olmayan yüzü çoğu zaman olduğu gibi o an da gergindi; çünkü az önce yine bir sorumluluk almıştı. Üstelik bu seferki işle ilgili değildi. Rahmetli babasının en iyi dostlarından biri ve aynı zamanda iş ortağı olan Taylan Bey aramıştı az önce ve çok önemli bir konuda yardımını istemişti. Daha önce onlarca kez ondan yardımını esirgememiş olan Taylan Bey’e çok şey borçlu olduğundan tereddüt etmeden kabul etmişti yardım talebini. Sevgilisiyle akşamki planını hemen iptal etmiş ve saatlerce işyerinde kalmak zorunda olabileceğini söyledikten sonra -son zamanlarda ilişkileri hiç iyi durumda değildi, bu iş durumu daha da kötüleştirebilirdi doğrusuArşiv katına inmek üzere yola çıkmıştı. Asansörü çağırdı ve istediği kata indi. Büyük bir ana bilgisayarla altı tane masaüstü bilgisayarın bulunduğu odaya girdi. O girdiği sırada başka

58


Sıfır: “Çıkış Yok”

bir arkadaşı çıkıyordu. Selamlaştıktan sonra bilgisayarın başına oturdu. Aslında arşive kendi bilgisayarından da bağlanabilirdi ama buradakiler tamamen arşive ayrılmış ve üstün arama özelliklerine sahip olduğundan yazarlar Arşiv odasını tercih ederlerdi. Arşiv’de cumhuriyetin ilk yılları hatta Osmanlı’nın son döneminden bu yana çıkmış tüm ulusal ve yerel gazeteler yüklüydü. Tek yapması gereken program yardımıyla istediğini bulmaktı. Bilgisayarın başına geçti ve eski haberleri bulabileceği programı açtı. Zaman aralığı olarak bir şey yazmadı, çünkü en eski kayıtları dahi görmek istiyordu. Arama sözcükleri olarak ‘Đstanbul’, ‘Bayrampaşa’, ‘Menekşe Sokak’, ‘Barış Caddesi’, ‘Arsa’ kelimelerini girdi ve aramayı başlattı. Bilgisayar taramaya başladığında bir sigara içmek için pencere kenarına geçti ve camı açtı. Şu lanet olası zehri sekiz yıldır bir türlü bırakamıyordu. Her

konuda

en

iyisini

isterken

kendi

sağlığına

yeterince

özen

gösteremiyordu galiba. Sık sık kendine yazık ettiğini düşünüyor, bu kadar işkolik olmanın, bu kadar stres altına girmenin, her tür sorumluluğun altından en büyük başarıyla kalkmaya çalışmanın bir gün onu sağlığından edeceği belliydi ama iradesine hâkim olamıyordu. Aslında metabolizması şişmanlamaya müsait olsa şimdiye yüz kilo olmuştu, çünkü o konuda da epey müsrifti. Önüne geleni, yağlıymış, yağsızmış düşünmeden götürürdü. Kahveyi ve çayı da çok sık tükettiğinden birkaç sene sonra vücudunun iflas etmesinden korkardı hep. Dışarıdan geçen arabaları, hızlı hızlı yürüyen insanları seyrederken sigarasını tüketti.

59


Gökcan Şahin

16.40 Bayrampaşa

O anda huzuru bir sigaranın dumanında arayan sadece gazeteci Nehir Erbudak değildi. Birkaç kilometre ötede Birim Sıfır ajanı Murat Arıkan da arabadan inerken bir sigara yakmıştı. Yılbaşından bu yana sigarayı epey azaltmasına rağmen bu gibi sıkıntılı durumlarda bir tane yakmadan edemiyordu. Şimdi arabadan inip çocuğun camdan baktığı apartmana doğru yürürken de Dize’nin suçlayıcı bakışları altında bir tane koymuştu ağzına. Boş boş bakıyor olsaydı Murat’ın ilgisini çekmezdi ama öyle değildi. Çocuk tülün altından hem korkuyla hem merakla göz gezdiriyordu arsaya. Olağandışı bir şey olmasını bekliyormuş gibi veya olmaması gereken bir şey görmüş gibi! Murat ve hemen ardından arabadan inen Dize, çocuğun dikkatini çekmemeye

çalışarak

apartmanın

giriş

kapısına

yürüdüler.

Murat

sigarasından sadece birkaç fırt çektiği halde söndürüp yere attı ve ayağıyla çiğnedi. Tabii bu davranışından sonra Dize’nin kızgın bakışıyla karşı karşıya gelmeden edemedi. Neyse ki Dize durumun vahameti nedeniyle üstelememişti, yoksa onun en nefret ettiği şeylerden birinin sokağa çöp atmak olduğunu biliyordu. Apartman kapısı açıktı. Đçeri girdiler ve üst katlara tırmandılar. Çocuğun oturduğu dairenin yerini kestirmek kolaydı. Dördüncü katın

60


Sıfır: “Çıkış Yok”

arsaya bakan tarafındaki dairenin kapısını çalacaklardı. Üzerinde ‘7’ yazılı kapı bu tarife uyuyordu. Kapı Murat’ın tıklamasından otuz saniye sonra açıldı. Üstelik bekledikleri gibi çocuğun annesi veya babası tarafından değil, bizzat kendisi tarafından. Dize tüm bu tuhaf olayları unutmuş gibi işaret parmağını kaldırarak öğüt verme moduna geçti: “Çocuğum, annen sana yabancılara kapıyı açma demedi mi?” Çocuk ses çıkarmadan başını iki yanına salladı. Bu hareket miniği daha da sevimli hale getirdi. Beş-altı yaşlarında, açık kahverengi kısacık saçlı, zayıf vücutlu, yuvarlak kafalı, kepçe kulaklı, yanaklarına birer tutam serpiştirilmiş çilleri ve irice gözleri olan şirin bir oğlandı. “Neyse,” dedi Murat, Dize’nin uzun bir nutuğa başlayacağını kestirerek. “Annen baban yok mu?” Aynı tepkiyle başını iki yana salladı. “Tek misin evde?” Bu kez öne ve arkaya… “Konuşmayı bilmiyor musun?” deyiverdi Murat. “Biliyorum,” dedi çocuk suratını asarak. “Ha, pardon, sesin çıkmayınca… ben de… neyse işte. Seninle biraz konuşabilir miyiz?” Yine başını öne arkaya salladı çocuk. Kapıyı iyice açarak onları içeri davet etti. Sonra kendisi içeri girip gözden kayboldu. “Dize, sakın eve yabancıları almaması konusunda bir şey söyleme. Yoksa akşama kadar bir arpa boyu yol alamayacağız.”

61


Gökcan Şahin

“Off, hadi gir içeri. Ama bu çocukta bir tuhaflık var.” “Biliyorum, o yüzden buradayız.” Ve ayakkabılarını çıkararak girdiler. Çocuğun dediği gibi evde kimse yoktu. Üstelik ev gözle görülür biçimde bakımsızdı. Zaten az olan mobilyaların üzeri bir parmak toz olmuştu. Çocuğun peşinden salona girdiklerinde koltukların da eski püskü olduğunu gördüler. Fakir bir aile olmalıydılar. “Adın ne?” dedi Dize oturduktan hemen sonra. “Güneş.” “Aa, ne güzel isimmiş. Güneş, annenler nerede, biliyor musun?” “Annem yok ki, çoktan öldü. Babam da gezmeye gitti yine.” “Hadi ya,” dedi Murat, Dize’ye üzgün bir bakış fırlatarak. “Canım benim,” dedi Dize ve çocuğun yanına gidip kucağına oturttu. “Hatırlıyor musun anneni?” Çocuk başını iki yana sallayınca, ‘evet’ veya ‘hayır’ demeyi sevmiyor galiba, diye düşündü Dize. “Demek sen çok küçükken öldü. Baban evlendi mi peki?” Đki yana sallanan bir baş… “Hımm, baban nereye gezmeye gitti peki? Çocuk alt dudağını büktü. Açıkça ‘bilmiyorum’ demekti bu. “Seni evde yalnız bıraktı demek… Sık sık böyle yapıyor mu?” “Beni tuvalete kapattı. Her zaman kapatır. Evde yaramazlık yaparmışım. Ama ben hep kaçarım. Çok kolay kaçmak, ama babam bilmiyor. Eve gelince yine tuvalete giriyorum.” “Peki kaçınca ne yapıyorsun?”

62


Sıfır: “Çıkış Yok”

“Camdan bakıyorum.” “Aslında sana bir şey sormak istiyoruz Güneş. Cevap verir misin?” Çocuk başıyla onayladı. Gözleri sıcacık bakıyordu Dize’nin gözlerine. “Bugün arsada hiç tuhaf bir şey gördün mü? Mesela büyük bir abi…” Çocuk aniden Dize’nin kucağından atladı ve koşa koşa salonun kapısından çıktı. Murat ve Dize bakıştılar. Bu çocuk kesinlikle bir şey biliyordu. “Ne dersin? Beyni yeterince güçlü müdür?” dedi Murat.

16.55 Gündem Gazetesi / Bağcılar

“Bu da değil, bu da değil,” diye tekrarlayıp duruyordu ekrandaki haberleri incelerken. On dakika önce tüm sonuçlar gelmişti ve yirmi üç haber bulunmuştu. Çoğu, durumla alakası olmayan haberlerdi. Nehir onuncu ya da on birinci habere bakarken kaşlarını çattı. Đşte ilginç bir şey bulmuştu. 12 Nisan 1977’den bir haber.

CESET TARLASI Dün öğle saatlerinde Bayrampaşa Barış Caddesi’nde inanılması güç bir olay yaşandı. Kurban Bayramı nedeniyle arsada kurbanlarını kesip fazlalıkları arsaya gömmek isteyen

63


Gökcan Şahin

vatandaşlar insan kemikleri buldu. Adli Tıp incelemelerini sürdürüyor.

Nehir, daha sonra bu konuyla ilgili başka bir gelişme olmuş mu diye arama sonuçlarına bakmaya devam etti ve bulması uzun sürmedi:

TUHAF ĐSKELETLERĐN SIRRI ÇÖZÜLEMEDĐ Önceki gün Bayrampaşa’da bulunan cesetlerin kime ait olduğu hâlâ anlaşılamamışken polis arsayı kazdıkça iskelet bulmaya devam ediyor. Karbon-12 yöntemiyle yapılan incelemeler sonucu, bulunan bedenlerin ölüm tarihlerinin farklı olduğu görülüyor. Đlk bulunan cesetler yalnızca on yıl öncesine aitken, alt katmanlara inildikçe daha eski iskeletlerle karşılaşılıyor. Sırayla on, otuz beş, elli beş, seksen, yüz yirmi ve yüz elli yıllık toplam on dokuz iskelet bulundu. Arsa polis tarafından halen aranıyor. Henüz cesetlerin sırlarını çözecek bir bulguya ulaşılamadı.

Nehir hızlanmış nefesini yavaşlatmaya çalışarak diğer haberleri kontrol etmeye başladı ve son haberde durdu.

ĐSKELET DOSYASI KAPANIYOR Geçen hafta bulunan otuz küsur iskeletle ilgili herhangi bir delil bulunamayınca polis dosyayı kapatmaya karar verdi. Görünüşe göre iskeletlerin sırrı çözülemeyecek.

64


Sıfır: “Çıkış Yok”

Nehir hemen telefonunu çıkardı ve Taylan Bey’in numarasını tuşladı. Bu haberler, olayla ilgili olabilirdi. Telefon iki kez çaldıktan sonra Taylan’ın oturaklı sesi, “Efendim?” dedi. “Taylan Bey, ben Nehir. Dediğiniz konuyu araştırdım ve galiba bir şeyler buldum.” “Bir şeyler mi buldun?” “Evet efendim. Üç gazete haberi. 1977 yılının yerel gazetelerinden biri. Aslında olay çok büyük görünüyor ama nedense pek önemsenmemiş. Şimdi böyle bir şey yaşansa yer yerinden oynar.” Nehir tüm haberleri Taylan’a okudu. Taylan teşekkür ederek telefonu kapadı.

17.15 Bayrampaşa

“Ya gidin başımdan. Ben bir şey bilmiyorum ya!” diye bağırıyordu Güneş kendini kapattığı tuvaletten. “Canım, niye bu kadar korkuyorsun?” diye sordu Dize, kapının diğer tarafında. Murat yanında omzunu duvara dayamış, kollarını dolamış bekliyordu. “Ben yapmadım diyorum, yemin ederim ben yapmadım. Ekmek kuran çarpsın!”

65


Gökcan Şahin

“Güneş, biz sana sen bir şey yaptın demiyoruz ki. Sadece arsada bir tuhaflık gördün mü diye sorduk. Sen de görmüş olmalısın ki bunu duyar duymaz kendini oraya kapattın.” “Babama söylerim sizi. O sizi döver. Beni bile ne biçim dövüyor!” Murat’ın yüzü birden asıldı. Doladığı kollarını açtı ve kapıya yaklaştı. “Baban seni mi dövüyor?” diye sordu. “Ya, rahat bırakın beni,” dedi çocuk koca adam gibi. Ağlayıp ağlamadığı belli değildi, ama Murat gözlerinde iri bir damla olduğuna adı gibi emindi. Biraz daha zorlarlarsa çığlık çığlığa ağlayabilirdi çocuk. En iyisi bu işi Dize’ye bırakmak, diye düşündü. Kadınlar her zaman çocukların dilinden çok daha iyi anlardı. Dize’ye hem yalvarırcasına hem de bıkkınlıkla baktı. Hadi artık, sihrini göster de konuştur şu çocuğu dermiş gibi. Dize de buna cevap olarak başını, ‘Ben ne yapabilirim? Görüyorsun işte,’ anlamında salladı. Sonra da son bir umutla konuşmaya başladı: “Canım, sen dışarıyı izlerken bir abi gördün değil mi arsada? Ve bir şey oldu, aniden ortadan kayboldu. Sen de onu yok eden şeyi bildiğini düşünüyorsun. Onun sana da bir şey yapmasından korkuyorsun, öyle mi?” Anlamını belli etmeyen bir ‘hıı’ sesi geldi içeriden. Ve burun çekme sesi. Gözyaşları akmaya başlamış olmalıydı. “Neyden korkuyorsun? Söyle bize. Söyle ki seni de kurtaralım, o abiyi de. Sen onun öldüğünü mü sanıyorsun yoksa? Sakın öyle düşünme. Az önce telefonla konuşuyorduk onunla. Hatta istersen seni de konuştururuz. Bize anlatmak istemiyorsan bile ona anlat ha? O bilsin neden evine gidemediğini… Tamam mı?”

66


Sıfır: “Çıkış Yok”

Önce ses gelmedi. Üst üste birkaç burun çekişi duyuldu. Sonra bir kıpırdanma oldu. Kapı kolu aşağı indi ve kapı açıldı. Gözleri kıpkırmızı olmuş çocuk kapının eşiğine geldi ve durdu. “Tamam, abiyle konuşcam,” dedi. Murat bu fırsattan yararlanarak Barış’ı aradı. Telefon çalar çalmaz açıldı. “Nerede kaldınız? Telefonun şarjı bitmek üzere!” diye bağırdı Barış. “Batarya zayıf deyip duruyor. Söyleyin, kurtulacak mıyım?” Murat, bu sözlerde hastalığın son aşamasına gelmiş kanserli bir adamı gördü. Doktora yalvaran gözlerle, “Söyleyin, doktor bey, kurtulacak mıyım?” diye soruyordu. Bu benzetmeye gülesi geldi ama bunun yerine en ciddi sesiyle konuştu. “Barış, telefonu Güneş adında bir çocuğa veriyorum. Senin kayboluşunu görmüş. Bildiği bir şeyler olabilir. Bize söylemiyor, ama sen bir şeyler yapabilirsin.” “Tamam, çabuk olun. Birkaç dakikadan fazla dayanabileceğimi sanmıyorum.” Murat telefonu Güneş’e verdi. Çocuk aleti elinde düzeltip kulağına dayadı ve Dize’nin gözlerine bakarak konuştu: “Alo?” “Alo? Güneş? Hadi, seni dinliyorum.” “Barış abi, sen o kollarını yana açıp yürüyen abisin değil mi?” “Kollarını yana açıp yürüyen mi? Bir dakika. Benim ellerimde poşetler vardı.” “I-ıh. Poşet yoktu bi kere.”

67


Gökcan Şahin

“Nasıl yoktu ya? Haydaa, o poşetler hayal miydi yani? Dur dur… Yanımda bir kadın var mıydı? Yaşlı bir kadın. Başörtülü.” “Yoo. Tek başınaydın.” “Sırtımda çanta vardı ama değil mi?” “Hıhı. Simsiyah bir çanta vardı. Onu gördüm. Kemik kafa vardı üstünde.” “Tamam o benim çantam. Kafatası var üstünde. Yani gördüğün bendim, ama diğer şeyler uymuyor. Kafayı yiyeceğim ya… Off, neyse. Hadi, bir şey biliyorsan söyle. Tek umudumsun belki de.” “Canavara dikkat et. Sakın yaklaşma. Karnı çok aç. Yiyebilir seni.” “Canavar mı? Ne canavarı?” “Canavar işte. Çok büyük. Çok aç. Beni de yiyecekti az kalsın.” “Çocuk ne diyorsun sen yahu?” diye gürledi Barış. Normalde bunu söylediği an pişman olurdu, ama şimdi pişman olmaya dahi zaman yoktu. Telefon belki de beşinci kez bataryanın zayıf olduğunu belirtmek için öttü. “Ama suyu hiç…” derken batarya son nefesini verdi. Çocuk bir dünyada “… sevmiyor,” diye bitirirken sözünü, öteki bir dünyada Barış küfür üstüne küfür ediyordu. Telefonunu fırlatabildiği kadar uzağa fırlatıp başını ellerinin arasına aldı ama ağlayamadı.

***

“Canavar mı?” dedi Murat telefonu çocuktan alırken. Güneş boş boş baktı. Murat derin bir nefes aldı. Çocuğun kolundan tuttuğu gibi salona götürdü. Dize arkasından “Murat yapma!” diye seslense de durmadı.

68


Sıfır: “Çıkış Yok”

Çocuğu pencere kenarına taşıdı. Perdeyi yırtarcasına açtıktan sonra koltuklarının altından kaldırıp pencerenin önündeki sandalyeye oturttu. “Şimdi her şeyi baştan anlatacaksın bana. Barış nereden geldi? Nerede kayboldu? Canavar dediğin ne? Hepsini anlatacaksın.”

***

Bu sırada Dize onları arkalarından seyrederken çantasındaki telefonun çaldığını duydu. Arayan Taylan’dı. “Alo, buyurun Taylan Bey?” “Dize, Murat’ın telefonu niye meşgul?” Taylan nedense onlara telefon etmesi gerektiği zaman Murat’ı tercih ederdi. Onunla konuşmaya alışmış olmalı, diye düşündü Dize. “Barış’la konuşuyordu. Daha doğrusu Güneş Barış’la konuşuyordu. Aa tabii siz Güneş’i de bilmiyorsunuz. Kısaca burada işler karışık Taylan Bey…” “Ben de onu söylemek için arayacaktım. Đşler sandığımızdan daha karışık olabilir. Neyse, ben de oraya geliyorum. Belli ki tüm bilgilerimizi birleştirmemiz gerekecek.” “Tamam, Murat’a söylerim. Şu an bir çocuğu sorgulamakla meşgul.” “Anlamadım, ama gelince iyi bir açıklama bekleyeceğim. On beş dakikaya oradayım.” Dize telefonu kapatıp çantasına koyarken Murat ve çocuk konuşmaya başlamışlardı.

69


Gökcan Şahin

***

“O canavar beni yemeye kalktı ama ben kaçtım.” “Onu duydum, ama açıklaman lazım. Tamam, buldum. Şimdi Dize ablan sana sorular soracak ve sen cevap vereceksin. Ama her şeyi doğru ve eksiksiz cevaplayacaksın. Tamam mı?” “Tamam.” “Söz mü?” “Erkek sözü,” dedi çocuk. Muhtemelen bu lafı babasından öğrenmişti. Şu an Murat’ın nefret ettiği babasından… Dize çocuğun oturduğu sandalyenin yanına bir tane de kendisi için çekti. Murat cebinden sigara çıkarmaya kalkınca Dize sert bir bakışla onu durdurdu. Gözlerini Güneş’e çevirip, “Çocuk!” diye tıslayınca Murat mesajı aldı ve sigarasını cebine geri koydu. “Güneş, tatlım, sakinsin değil mi şimdi?” Başını hafifçe öne salladı çocuk. “Arsada bir canavar gördüğünü söylüyorsun. Bana nasıl bir şey olduğunu anlatabilir misin?” “Çok büyük,” dedi ellerini iki yana açarak. “Hem de şekilden şekle giriyor. Đstediği şekle hem de.”

***

Yarım saatlik bir soru cevap faslından sonra Dize ve Murat’ın elde ettikleri bilgi şuydu:

70


Sıfır: “Çıkış Yok”

Önceki yaz Güneş ve arkadaşları arsada futbol oynarken deprem olmuş -Dize ve Murat 2008’de Đstanbul’da yaşanmış bir deprem hatırlamıyorlardı- çocukların hepsi ailelerinin yanına gitmişlerdi. Güneş’in babası ise işteydi ve evde kimse yoktu. Eve girmesi için anahtarı vardı, ama depremde eve girilmez dışarı çıkılırdı, o yüzden olduğu yerde kalmış ve aniden kendini bambaşka bir yerde bulmuştu. Daha önce hiç görmediği bir sokaktaydı, etrafta kimse yoktu. Güneş etrafa koşuşturup durmuş ama kimseyi bulamamıştı. Sonunda gözlerindeki yaşlar tükenmişken yaslandığı bir araba hareket etmişti. Güneş korkuyla çekilince araba sıvılaşmış ve sokakta su gibi dağılmıştı. Güneş şaşkınlıktan donup kalmıştı, hatta altını ıslattığını hatırlıyordu. Sıvı araba birden tekrar hareketlenmiş ve Güneş’e doğru hareketlenmişti. Metalik bir rengi vardı ve bacaklarının altında birikip etrafını sardığında sıvıda kendi suretini görebiliyordu çocuk. Vücudundaki adrenalin miktarı artınca, çok geç olmadan koşmaya başlamıştı. Kaçmak zorundaydı, çünkü bu sıvı onu yiyecekti. Nefes nefese kalana kadar koşmuştu ama sıvı peşini bırakmamıştı. Arada bir yılan gibi incelerek süzülüyor, arada bir kobra gibi dikilerek saldırmaya kalkıyordu. Güneş bir ara arkasına bakarken yanında getirdiği su şişesine basıvermişti. Kayıp düşünce avuçlarını ve dizlerini yaralamıştı ama asıl sorun arkasındaki canavar onu yakalayacak olmasıydı. Nereden aklına geldiyse üstüne bastığı şişeyi kapmış ve içindeki yarım suyu ona ulaşmak üzere olan yaratığa fışkırtmıştı. Yaratık suya değdiğinde herhangi bir zarar görmemiş ama yerinde kalmıştı. Su bir sebeple onu korkutuyor olmalıydı. Tıpkı çok kötü bir kokuya yanaşamamak gibi bir şeydi bu. Ama bu kesin

71


Gökcan Şahin

çözüm değildi, çünkü insan eninde sonunda kokuya alışırdı, bu canavar da suya alışacaktı. Üstelik yaratık aptal değildi. Yere dökülen suyun üzerinden olmasa da etrafından geçebiliyordu. Güneş bunu görünce suyu etrafında bir çember oluşturacak şekilde yere serpti. Şişe tükenince onu da yaratığa fırlattı. Yaratık şişeyi içine alıp eritti. Sıvı, etrafındaki su çemberinin hemen dışında hemen hemen hareketsiz duruyordu. Ya suyun kurumasını, ya da alışmayı bekliyor olmalıydı. Đki durumda da çocuk birazdan canavara yem olacaktı. Ve yapacak hiçbir şey bilmiyordu. Sonunda bir çocuğun yapabileceği tek şey geldi aklına. Ellerini önüne açıp birleştirdi ve Tanrı’sına dua etmeye başladı. “Allah’ım lütfen beni kurtar! Allah’ım ne olur beni kurtar!” Gözlerini kapatmış aynı sözleri tekrar tekrar söylüyorken bir şeyin dürtmesiyle az kalsın kalbi yerinden çıkacaktı. “Ne yapıyorsun sen burada?” dedi hırıltılı bir ses. Đnanılacak gibi değildi ama babasının sesiydi bu. “Çabuk yukarı. Çabuk!” Güneş babasına hiçbir şey anlatmadı. Güzel bir dayak yemesine rağmen ağzından tek kelime çıkmadı. O güne kadar yaşadıklarını kendine saklamıştı hep. Ama şimdi birinin daha aynı şeyleri yaşadığını bilmek onu anlatmaya zorlamıştı. O çok korkmuştu, başkası da korkmamalıydı.

***

Dize çocuğu pencere kenarında yalnız bırakıp Murat’la mutfağa geçti. Çocuğun anlattıklarını değerlendirmeleri gerekiyordu.

72


Sıfır: “Çıkış Yok”

Mutfağın mutfağa benzer bir hali yoktu. Uzun zamandır kadın eli değmediği ortadaydı. Tabak çanak düzensizce ortalığa serilmişti. Mutfak dolaplarının kiminin kapısı açık, kiminin kapalıydı. Bulaşık makinesinin açık kapağından birkaç su bardağı, birkaç çatal ve kaşık görünüyordu. “Allah bu çocuğa yardım etsin,” dedi Dize. “Ya da ben çocuğun babasını bir güzel döveyim, aklı başına gelsin. Şerefsiz, çocuğu dövüyormuş ya! Üstelik tuvalete kilitliyor, eve doğru dürüst gelmiyor, şu hale bak. Ben böyle bir sorumsuzluk görmedim!” Dize ne düşüneceğini bilemedi. Murat’ın bu tavrına sevinmeli miydi, yoksa öfkesinden rahatsızlık mı duymalıydı? “Neyse, bırakalım şimdi Güneş’in babasını da, söylediklerini düşünelim,” dedi Dize. “Sence doğru mu söylüyor?” “Bence,” dedi Dize, “kesinlikle doğru söylüyor.” Murat önce buna karşı çıkacakmış gibi görünse de sözleri bambaşkaydı. “Açıkçası, bana da öyle geliyor. Arsada çocuğun deyimiyle bir ‘canavar’ var ve şimdi de Barış’ı tutsak almış durumda. Görünüşe göre her an onu ‘yemeye’ kalkabilir. Ve biz Barış’a ulaşamıyoruz. Yaratık resmen adamı kendi boyutuna çekti.” “Dur dur, hemen emin olmayalım. Bütün bunlar çocuğun hayal dünyasından kaynaklanıyor da olabilir,” dedi Dize. “Nasıl yani?” “Beynin gücü… Belki de senin Güneş’i camda görünce dediğin gibi çocukta güçlü bir beyin var ve Barış’ı kendi yarattığı bir boyuta taşıyabildi.

73


Gökcan Şahin

Ama kendisinin de bundan haberi yok. Yani geçen sene aslında kendi zihninde bir yolculuğa çıkmış ve o canavarı da kendi yaratmış olabilir. Suyun canavarı uzak tutması yanında sadece onu koruyabilecek su şişesi olduğundandır. Ve kurtulabilmesi için tek şansının dua etmek olduğunu düşündüğü için kurtulmuştur. Anlatabildim mi?” “Hımm, yani hâlâ her şeyin çocuğun beyninde bitiyor olabileceğini söylüyorsun.” “Evet. Ama bunu kesin olarak nasıl anlayacağımızı şu an için bilmiyorum.” “Biliyor musun, galiba o canavarın gerçekten var olmasını isterdim. Savaşabileceğim somut bir şey olduğunda sorun yok, ama böyle durumlarda bocalıyorum. Şimdiye kadar pek çok gerçek ‘canavar’a karşı savaştım ve hepsiyle de başa çıkabildim. Çünkü hangisinin neye karşı zayıf olduğunu bulunca iş çözülüyordu. Hayaletler için melinotit veya sodyum mermileri, vampirler için gümüş mermiler veya kazıklar…” “Ne? Vampir de mi gördün?” Murat gülümsedi. “Yoksa varlıklarına inanmıyor muydun?” “Şey… Hiç düşünmemiştim.” “Şu işi atlatalım, sana vampirli bir maceramı da anlatırım. Sanırım Birim Sıfır kayıtlarında rastlamadın.” “Sadece birkaç dosyaya bakabildim Murat. Ve aralarında vampir yoktu.” “Tamam, söz anlatacağım. Ama Barış’ı oradan kurtardıktan sonra,” dedi Murat. Đçindeki sıkıntı giderek büyüyordu. Bir üniversiteli genç şu an

74


Sıfır: “Çıkış Yok”

bu dünyadan olmayan -hatta belki de küçük bir çocuğun fantezisinden ibaret olan- bir yaratık tarafından sindiriliyor olabilirdi. “Aklıma bir şey geldi,” dedi Dize. “Canavarın çocuğun zihninin ürünü olup olmadığını anlayabiliriz.” “Nasıl?” “Eğer o boyut sadece bir zihin oyunuysa, Güneş bizi o boyuta götürebilir ve Barış’ı alıp geri getirebiliriz. Tek yapmamız gereken Güneş’i bunu yapabileceğine ikna etmek. Bu da çok zor olmaz. Daha önce gidip geldiğine göre kendi kendine de o boyuta yolculuk yapabileceğine inanabilir. Đnanırsa zaten yapar. Eğer o boyutun çocukla bir ilgisi yoksa bizi götüremez. O zaman başka çözüm aramaya başlarız.”

17.20 Gündem Gazetesi / Bağcılar

Nehir Erbudak gri ceketini giyinirken aynı anda telefonla konuşmaya çalışıyordu. “Gelemem dedim ya, işim var.” “Ne işiymiş bu?” dedi karşı taraftaki adam. “Gazeteyle ilgili bir iş, sen anlamazsın.” “Yine ekiyorsun değil mi beni? Hani bu akşam dışarı çıkacaktık?” “Biliyorum canım, ama inan bana işim çıktı. Önemli olabilir.” “Önemli olabilir ne demek ya? Ya önemlidir, ya değildir!”

75


Gökcan Şahin

“Off, sana açıklayamayacağım Kaan. Şimdi kapatmam gerekiyor. Görüşürüz.” “Öyle olsun, görüşürüz.” Nehir sıkıntılı bir of çekip telefonu çantasına sertçe attı. Bu adamdan artık kesinlikle kurtulmalıyım, diye düşündü. Başka birini bulsam çoktan şutlamıştım ama… Ceketini giydi, çantasını omzuna attı ve çıktı. Arkadaşlarının hepsi çoktan evlerinin yolunu tutmuşlardı. O ise başka bir şeyin peşindeydi. Đskelet meselesini düşünüyordu. Taylan Bey ondan o arsayla ilgili bilgi istediğine göre tuhaf şeyler dönüyor olmalıydı. Her ne kadar aklının bir tarafı bu işe burnunu sokmaması gerektiğini söylüyorsa da baskın olan taraf ‘mükemmeliyetçi gazeteci’ olan tarafıydı. Her şeyi öğrenmeliydi. Arsaya gidecekti.

17.30 Bayrampaşa Menekşe Sokak’ta Bir Ev

“Murtaza bizim oğlan hâlâ gelmedi, haberin var mı?” dedi kocası gibi kilolu olan, koyu sarı boyanmış saçları ve yusyuvarlak esmer yüzüyle ayçiçeğini andıran kadın. Konuştuğu telefonun diğer tarafından Murtaza’nın her zamanki yarı öfkeli sesi geldi. “Ne bileyim kadın ya? Telefon ettin mi?” “Ettim ama kapalı.”

76


Sıfır: “Çıkış Yok”

“Off Sakine, sen de ne meraklı kadınsın. Adam üniversite öğrencisi. Arkadaşlarıyla takılmıştır. Şarjı falan bitmiştir.” Sakine aslında oğluna meraklı annelerden değildi. Barış üç gün eve uğramasa da en ufak bir sıkıntıya düşeceğini sanmıyordu. Ama işi düşmüştü bir kere. Evin

perdelerini

tüllerini

hep

yıkamıştı

ve

yerine

asılması

gerekiyordu. Kendisi kısa boylu, kocası üşengeç olduğundan bu iş Barış’a kalırdı hep. Ama sabahtan beri görünmüyordu işte ortalıkta. Neyse ya, bugün de Murtaza’ya taktırırım perdeleri, takmazsa da gece acısını çıkartırım, diye düşündü ve tüm merakını, endişesini sildi kafasından. Kocasına gelirken ekmek almasını söyleyip telefonu kapattı ve tekrarı yayınlanmakta olan dizisini izlemek için oturma odasına döndü.

17.55 Bayrampaşa

Dize ve Murat tekrar Güneş’in yanına gelmişlerdi. Dize’nin ufak planını uygulamaya çalışacaklardı. “Güneş, bak biz senin yaşadığın türde tuhaf olayları araştıran bir birimden geliyoruz, tamam mı?” Çocuk başını salladı.

77


Gökcan Şahin

Dize devam etti: “Yani senin gibi şeyler yaşayan insanlar ve gördüğüne benzer canavarlar gördük. Ve içeride Murat abinle konuştuktan sonra senin bir özelliğin olduğuna karar verdik.” Çocuk şimdi merakla ve biraz da korkuyla bakıyordu Dize’nin gözlerine. “Sen o canavarın boyutuna istediğin zaman gidip gelebilen özel bir çocuksun. O zaman dua ettiğin için kurtulduğunu sanıyorsun ama aslında kendin istediğin için kurtuldun.” O anda pencerenin kenarındaki Murat söze girdi: “Taylan Bey geldi. Arabası göründü.” “Tamam,” dedi Dize. “Taylan Bey’e durumu anlattıktan sonra devam edelim.”

***

Saat akşamın altısı olmuş, gökyüzü tüm aydınlığını yitirmişti. Taylan Yıldırım, Dize Demirsoy, Murat Arıkan ve Güneş; flüoresan ışığının altında gıcırdayan çekyatların üzerinde oturmaktaydılar. Dize o ana kadar olanları Taylan’a hiçbir önemli noktayı atlamadan özetlemişti. Dize çocuğun öğrenmemesi gereken kısımları anlatmaya başlayacağını bir göz işaretiyle Murat’a ulaştırdı. Murat da Güneş’i alıp çocuğun odasına yollandı. Taylan, Dize’nin planını duyduktan sonra şöyle dedi: “Bugün kendi araştırmalarım sonucunda o boyutun çocuğun zihniyle bir alakası olmadığına eminim. Çünkü 1977 yılının gazetelerinde bu arsada iskeletler bulunduğu yazıyor.”

78


Sıfır: “Çıkış Yok”

“Nasıl yani?” “Arsada çeşitli zaman aralıklarıyla gömülmüş onlarca insan kemiği bulunmuş. Sebebi anlaşılamayınca dosya kapatılmış. O günden beri olanlar hakkında herhangi bir haber yok.” “Yani bu canavar gerçek. Kendi boyutunda öldürdüklerinin atıklarını geri bu tarafa getiriyor ve toprağın altında saklıyor.” “Aynen öyle.” “Hımm, o zaman benim teorim temelinden yıkılmış oldu. Güneş bizi canavarın boyutuna taşıyamayacak.” “Canavarı yanına mı gideceksiniz?” dedi kapının önündeki bir ses. Güneş’ti. Son konuşulanları duymuş olmalıydı. Ardından çocuğun üç katı iriliğindeki bedeniyle Murat gözüktü. “Off, nereye kayboldun sen? Güya saklambaç oynayacaktık, kandırmış beni velet.” “Ben gidebiliyorum ki canavarın yanına,” dedi çocuk, Murat’a aldırmadan. “Gidebiliyor musun?” dedi Dize. “Hı hı,

arsada gözümü

kapatıp canavarı düşününce

gidiyorum.” “Yani sen daha sonra da gittin mi oraya?” Çocuk her zamanki tepkisiyle başını öne doğru salladı. “E o zaman niye söylemedin?” “Sormadınız ki!”

79

oraya


Gökcan Şahin

Haklıydı. Dize’nin aklına daha sonra gidip gitmediğini sormak gelmemişti. Đlk gidişini anlatırken öyle korku dolu gözüküyordu ki buna ihtimal vermemişti bile. “Korkmuyor musun sen canavardan?” “Đstediğim zaman kaçabilirim ki.” Murat ve Dize göz göze geldiler. Çocuk devam etti. “Bir kere arkadaşımı bile götürdüm. Ama taşındılar şimdi.” Artık ne yapacaklarını biliyorlardı. Hepsi birden ayaklandılar. Çocuk koşa koşa mutfağa gitti ve bir litrelik bir su şişesi alıp geri döndü. “Ne olur ne olmaz,” dedi ciddiyetle. Bunu o kadar yetişkin gibi söylemişti ki Dize gülmeden edemedi. Çocuğun yanağını ve saçını okşayıp şişeyi aldı. Ve arsaya indiler.

***

“Dua edelim de Barış hâlâ hayatta olsun… Yoksa bu iş başımızı çok ağrıtır.” Binanın kapısından çıkarken büyük bir endişeyle söylemişti Taylan bunları. Çünkü tüm proje bir ölümle sona erebilirdi. Böyle bir durumu patronlardan gizleyip gizleyemeyeceğini düşündü. Emin olamadı. Dışarıdan bakıldığında büyük bir aileyi andıran dörtlü, arsaya doğru kararlı adımlarla yürürken Murat aniden belinden silahını çıkardı ve sokağın karşı tarafına koştu. Diğerleri buna bir anlam vermeye çalışırlarken Murat’ın park halindeki bir aracın yanına gittiğini gördüler. Arabanın farları ve tüm ışıkları kapalıydı ama içeride birinin olduğu görülüyordu.

80


Sıfır: “Çıkış Yok”

Murat içeridekine silahını doğrulttu ve dışarı çıkmasını emretti. Zayıf ama uzun boylu siluet ağır ağır kapıyı açıp dışarı çıktı. Bir elinde kemerli bir şey vardı. “Kimsin sen?” dedi Murat karşısındaki kadına. Elinde fotoğraf makinesiyle ellerini havaya kaldırmış olan sarışın kadın öfkeyle süzüyordu Murat’ı. “Gazeteciyim ben.” “Ne?” “Gazeteci. Nehir Ertekin. Gündem Gazetesi’nden.” “Ne arıyorsun burada?” “Elimi indirebilir miyim?” dedi kadın sitemle. “Makineni içeri koy ve arabadan uzaklaş. Đşte o zaman indirebilirsin.” Kadın denileni yaptı. Bu sırada Murat kalbinin çarpıntısının ağır ağır dindiğini hissediyordu. Sokağın karşı tarafında bu arabayı ve içindeki birinin kendilerini izlediğini fark edince kan beynine sıçramıştı. Şimdiyse, Murat’ınkinden bile kısa olan saçlarını jöleleyip yana taramış, gri takımıyla ve mankenvari vücuduyla inanılmaz şık ve çekici duran kadına bakıyordu. Murat onunla başka şartlar altında karşılaşmayı dilerdi. Nehir arabadan uzaklaşıp ellerini indirdi. O sırada Taylan, Dize ve Dize’nin elini tuttuğu Güneş yanlarına varmışlardı. “Nehir?” dedi Taylan. “Evet Taylan Bey, benim.” “Onu tanıyor musunuz?” dedi Murat. Silahını hâlâ kemerine yerleştirmediğini fark etti ve vakit geçirmeden bunu yaptı.

81


Gökcan Şahin

“Tanıyorum evet, arsadaki iskelet meselesini onun sayesinde öğrendim. Ama kendisi burada ne arıyor hiç bilmiyorum.” Sitemle Nehir’e bakıyordu ve hitap ettiği aslında oydu. “Ben gazeteciyim Taylan Bey. Haberin kokusunu alır almaz buraya geldim.

Siz

de

gelmemem

konusunda

herhangi

bir

uyarıda

bulunmamıştınız.” “Ama şimdi bulunuyor,” dedi Murat kadının kolundan tutarak. “Şimdi arabana atla ve git bir zahmet!” “Ne oluyor ya? Basın özgürlüğü denen bir şey var!” dedi Nehir kolunu kurtarırken. “Bu arsada bir şeyler olduğunu biliyorum ve öğrenmeden gitmeyeceğim.” “O

zaman

öfkelenmişti.

Bir

seni an

zorla önce

gönderirim,” Barış’ı

dedi

kurtarmaları

Murat.

Fazlasıyla

gerekirken

neyle

uğraşıyorlardı şimdi… “Patron,” dedi Taylan’a dönerek. “Ben Güneş’le gidiyorum ve Barış’ı alıp geliyorum. Siz burada kalın ve şu kadını da ne yaparsanız yapın.” “Tek başına gidemezsin,” dedi Dize. “Orada ne olacağını kim bilebilir? Hem çocuğun dilinden anlamıyorsun sen!” Son kelimeleri bağırarak söylemişti, çünkü Murat çoktan Güneş’i alıp karşıya geçmişti. Dize de peşine takıldı. Ardında Taylan ve Nehir de gittiler. “Bari şu suyu al!” dedi Dize elindeki pet şişeyi sallayarak. Murat oflayarak Dize’nin yetişmesini bekledi. Şişeyi aldı ve fısıldamaya koyuldu: “Dize, ciddiyim ben. Siz kalın burada. Hemen gidip geliriz. Canavarı öldürmek gibi bir niyetim yok şu anda.”

82


Sıfır: “Çıkış Yok”

Bu sırada Nehir de Taylan’la birlikte yanlarına gelmiş, “Ne canavarından bahsediyorsunuz?” diye sormaktaydı. Murat bir of çekti ve Güneş’e dönüp, “Hadi ufaklık, götür bizi oraya,” diye buyurdu.

18.40 Öteki Boyut

Barış Mertkan, hayatındaki en sıkıcı derste bile bu kadar sıkıldığını hatırlamıyordu. Bu boyuta geleli saatler olmuştu ve en ufak bir hareket olmamasının verdiği bunaltı onu mahvediyordu. Çocuk telefonda canavar diye bir şeyler gevelemişti, ama burada sinek bile yoktu. Kış günü havanın çoktan kararması gerekirken hâlâ aynı aydınlık sürüyordu. Burada zaman durmuştu ve sadece o hareket edebiliyordu sanki. Suyunu birkaç dakika önce tüketmişti, karnı da iyice kazınmaya başlamıştı. Artık hayatından endişe ediyordu ama kurtuluş için en ufak bir umudu yoktu. Birim Sıfır denen adamlar bile bir şey yapamıyorsa -ki yıllardır bu işleri yaptıklarını iddia ediyorlardı- kimse ona yardım edemezdi. Birilerini özleyip özlemediğini düşündü, ama filmlerde olduğu gibi kimseyi düşünecek hali yoktu. Hiçbir şeyi de özlemiyordu. Buradan kurtulursa sürekli ders çalışacağına dair yemin falan da etmemişti. Adak falan da adamayı düşünmüyordu. “Hadi be canavar, gel de ye beni,” dedi kurumuş dudaklarının arasından. Gerçi canavar yemese de yakında susuzluktan öleceğim, diye düşündü. Mesanesi de baskı yapmaya başlamıştı. Çişi geliyordu. Ayağa

83


Gökcan Şahin

kalktı ve birkaç metre ötedeki boş su şişesini aldı. Bari şunun içine işeyeyim de zor durumda kalırsam içerim, diye düşündü. Bir dakika sonra şişe yarısına kadar dolmuştu. Haha, resmen bira bu ya, dedi mırıltıyla. Köpüğü bile aynı. Kapağını kapattı ve götürüp çantasına koydu. Bunu hangi mantıkla yaptığını kendi de bilmiyordu. “Aha aklıma bir adak geldi,” dedi. “Buradan kurtulayım, bunu babama bira diye içirtmeyen şerefsizdir.” Babasının içtikten sonraki yüz ifadesini aklına getirerek gülümsedi. Đşte buradan kurtulmak için geçerli bir sebebi olmuştu.

***

Hiç beklemediği bir anda geldiler. Tam beş kişi! Esmer ve güçlü bir adam, ufak tefek bir çocuk, ikisi de birbirinden güzel iki kadın ve yaşlı ama gözlerinden güç fışkıran bir adam… Elli altmış metre ötesinde sokağın ortasında aniden beliriverdiler. Barış çantasını kapıp onlara doğru yürümeye koyuldu. Onu görmüş ve rahatlamışlardı ama kendi aralarında tartışmaya benzer bir şeyler oluyordu. “Güneş, hepimizi niye getirdin?” dedi güçlü adam yanındaki çocuğa. Çocuk birkaç saniye şaşkın şaşkın bakınca kadınlardan uzun saçlı olanı araya girdi: “Murat, çocuğa kızma. Geri döneriz nasıl olsa.” Sarı kısa saçlı kadın adeta donakalmıştı. Barış onun buraya habersizce geldiğini tahmin etti. Yaşlı adam ise doğruca Barış’a bakıyor, adeta acele etmesini bağırıyordu.

84


Sıfır: “Çıkış Yok”

Barış yanlarına gelince hemen su olup olmadığını sordu. Murat elindeki şişeyi gence uzattı. Aynı anda uzun saçlı kadına şunları söylüyordu: “Tamam da Dize, ben ona sadece beni getirmesini söyledim.” “Ben yapmadım ki,” dedi Güneş cılızca. “Ne demek ben yapmadım?” dedi Murat. “Ben sadece bizi getirecektim, onlar kendi kendine gelmiş.” Birbirlerine baktılar. “Peki bizi geri götürebilir misin?” dedi Dize. Çocuk gözlerini kapattı ve aniden ortadan kayboldu. Onun yokluğunu doldurmaya çalışan hava ani bir rüzgâr yarattı ama bu sadece bir saniye sürdü. “Görünüşe göre sadece kendisi gitti,” dedi Taylan. “Bir dakika, biz şimdi dünyada değil miyiz?” dedi kısa sarı saçlı kadın. “Değiliz Nehir Hanım,” dedi Murat belirgin bir bıkkınlıkla. Nehir’in gözleri irileşti. “E ne yapacağız peki?” dedi. “Sen ayağımıza dolanma, biz bir şekilde hallederiz,” dedi Murat. Güneş birkaç metre ötede tekrar belirdi ve koşarak yanlarına geldi. “Sizi götüremedim,” dedi. “Ama arkadaşımı götürmüştüm.” Dize eğildi ve çocukla göz göze geldi. “Belki de hepimizi birden götürmeye gücün yetmiyordur. Sadece birimizi götürmeyi dene istersen. Sonra geri gelir diğerlerini tek tek götürürsün.” “Tamam,” dedi çocuk ve gözlerini kapattı. Belli ki Dize’yi götürecekti önce.

85


Gökcan Şahin

Ama yine kaybolan sadece o oldu. Geri geldiğinde aklına kötü bir şey gelmişçesine hızla konuştu: “Sizi canavar tutuyor. Birazdan gelip hepinizi yiyecek.” “Burada hiçbir canlı yok,” dedi Barış. Su içmiş olmasına rağmen sesi bir tuhaftı. “Var bir kere,” dedi çocuk. “Her şeyin şekline girebilir.” “Canavar bizi tutuyorsa, onu öldürmemiz gerekecek,” dedi Murat. Belindeki silahı çıkardı. “Đşte şimdi somut bir yaratıkla karşı karşıyayız. Tam bana göre.” “Aa, o tabanca mı?” dedi Güneş merakla. Bir çocuk her yerde her zaman çocuktu. “Evet, tabanca ama çocukların dokunması yasak,” dedi Dize cevap hakkını Murat’a bırakmayarak. “Zaten babamda da var ki,” dedi Güneş omuz silkerek. “Babanda da mı var?” dedi Murat. “Görürsün Dize, bunun babası banka soyguncusu ya da seri katil falan çıkacak. Đnşallah öyle çıkar da ağzını burnunu dağıtırım.” “Şşt, nasıl konuşuyorsun sen çocuğun yanında ya!” dedi Dize. “Đşte,” dedi Murat. Uzaktaki bir noktaya odaklanmıştı. “Canavarımız da teşrif etti.”

86


ÜÇÜNCÜ KISIM TUZAK


Gökcan Şahin

19.00 Öteki Boyut

Altı kişilik insan grubuna yaklaşık yüz metre ötede gerçekleşen tuhaf şey Murat’a göre canavarın teşrif etmesinin alametiydi. Altı çift gözün gördüğü şey, bu ucu bucağı olmayan sokağın yan taraflarına aralıksız dizilmiş apartmanlardan birinin eriyik haldeki demir gibi yola doğru akmasıydı. Koca bina eriyor, metalikleşiyor ve bu esnada en ufak bir ses çıkarmıyordu. Đşte başı, vücudu, kolları ve bacakları olmayan, sadece devasa bir eriyik metal şeklindeki canavar karşılarındaydı. Tüm bina sokağa kaymış ve yol boyunca ağır ağır onlara doğru sürünmeye başlamıştı. Murat birkaç adım öne çıktı ve zaman kaybetmeden silahını ateşledi. Nişan almasına gerek yoktu, çünkü karşısındaki yığının nişan alınacak bir yeri yoktu. Đlk kurşun yaratığın üst kısmına çarptı ve bir karış büyüklüğünde bir delik açtı. Delikten kısa bir süre açık gri renkli duman çıktı. Ama bu delik onu yavaşlatmadı, hatta saniyeler içinde delik kapandı ve eski haline döndü. Murat silahını iki kez daha ateşledi ve aynı şeyleri tekrar gördü. Kurşun işe yaramıyordu, özel mermileri de arabada bırakmıştı. Yaratıkla aralarında yirmi metre kadar kalınca geriye diğerlerinin yanına döndü. “Allah kahretsin, işe yaramıyor,” dedi. Silahı beline yerleştirdi. “Bu bir çeşit Goid mi?” diye sordu Dize. “Ne?”

88


Sıfır: “Çıkış Yok”

“Goid.

Son

okuduğum

dosyada

Goid

diye

bir

yaratıktan

bahsediyordu. Eşyaların içine girebiliyormuş falan.” Murat birden hatırladı. Yıllar önce iki Goid’le karşılaşmış ve ikisini de yakalamayı başarmışlardı. Her ne kadar oldukça tehlikeli olsalar da tuzaklardan kaçmayı beceremiyorlardı. Goidler tam olarak fiziksel âlemin yaratıklarından sayılmasalar da en az vampirler kadar buraya bağımlıydılar. Fiziksel âlemde katı bir cisme bağlı kalmak zorundaydılar. Besinleri insan veya hayvanların kanıydı ama nadiren avlanırlardı. Genelde bir insandan elde ettikleri kan onlara yıllarca yeterdi ve bu süre içinde konuşlandıkları bir cismin içinde hiç kimseye fark ettirmeden kalabilirlerdi. Avlanacakları sırada bulundukları cismi toz zerrecikleri halinde terk eder, eğer avlarını öldürmek için ellerinin altında kolay bir yol varsa onu kullanır, yoksa tozlarını avının ağız ve burun deliklerinden sokarak akciğerlerine hava gitmesini engelleme suretiyle öldürürlerdi. Sonra da her zerreleriyle kanını zayıflıklarına

sahip

emerlerdi. Vampirlerden olmamaları,

insan

farkları, onların fiziksel

şekline

girme

zorunluluğu

duymamaları, zekâ seviyelerinin vampirlerden çok daha düşük ama avcılık yeteneklerinin kusursuz olmasıydı. Ayrıca Goidler’in ömürleri yüz binlerce yılla

ölçülüyor

olmalıydı,

çünkü

herhangi

bir

yaşlanma

belirtisi

göstermiyorlardı. Ölümsüz bile olabilirlerdi. Goidler’in bir özelliği de her zaman etraftaki en üstün yaratığı av olarak görmeleriydi. Eski Birim Sıfır laboratuarlarında yapılan çalışmalarda Goidler’in ortamda insan yokken saldırdıkları hayvanlara, insan varken saldırmadıkları, doğrudan insanları av olarak gördükleri ortaya çıkmıştı.

89


Gökcan Şahin

Hayvanlar arasında da böyle bir durum vardı. Örneğin ortamda bir balık ve bir kedi varsa hiç tereddüt etmeden kediye yöneliyorlardı. Bu durumla ilgili herhangi bir istisna görülmemişti. Murat ellerinde en son iki Goid olduğunu hatırladı. Birim Sıfır kapatıldıktan sonra ne olduklarına dair en ufak bir fikri yoktu. Ama şimdi bunu düşünmekten çok daha büyük bir sorunu vardı. Yaratık geliyordu. “Su!” dedi Güneş. Dize hemen Barış’ın elindeki şişeyi kaptı. Suyun yarısından fazlası bitmişti ama kalanı da yetmek zorundaydı. Dize herkese birbirine yaklaşmalarını söyleyip etraflarında bir çember oluşturacak şekilde serpti suyu. Yaratık su çemberinin hemen dışında sabit kaldı. Hepsi kendi yansımalarını onun üzerinde rahatlıkla görebiliyorlardı. Metal kaşıktan yansıyormuş gibi eğik bükük de olsa ayna gibiydi. Murat, Taylan’ın cep telefonunu çıkardığını fark etti. Taylan onunla göz göze gelince şöyle dedi: “Dize haklı, bu yaratık Goidler’i andıran bir yapıya sahip. Oğuzlar’da bir atasözü vardır. Tekme atan hayvanın derisini boynuz atan yırtar derler.” “Goidler’i buna karşı kullanabilir miyiz diyorsunuz?” dedi Murat. “Goidler’i yıllardır tutsak tutuyoruz. Çok acıkmış olmalılar. Ve bu canavar buradayken bize dokunmayacakları kesin.” “Đkisi de duruyor mu?” “Evet, kalsit taşlarının içine hapsedilmiş şekilde bekliyorlar.” “Peki onları kim getirecek buraya?” “Ege.” “Ege mi? Hangi Ege?”

90


Sıfır: “Çıkış Yok”

“Ege abin yok mu? Son ortağın?” “O Đsviçre’de değil mi?” “Bugün geldi. Birim Sıfır’a girmesini teklif ettim. Kabul etti sayılır.” “Bunu daha önce niye söylemediniz?” “Zaman mı oldu Murat? Dur şimdi, Ege’yi arıyorum.”

19.10 Cevizlibağ Tercüman Sitesi’nde Bir Ev

Ege Kandemir, Taylan’ın ofisinden ayrıldıktan sonra doğruca evine gitmişti. Đsviçre’ye gitmeden hemen önce avans olarak verilmiş bir daireydi burası. Tercüman Sitesi’nin güney cephesindeydi ve 14. kattaydı. Marmara Denizi manzarası hiç de fena değildi. Ege evi ilk defa önceki gün Đstanbul’a indikten sonra görmüştü. Ev düzenli olarak temizlendiği ve bakımı yapıldığı için gayet yaşanabilir haldeydi. Dayalı döşeli olması da diğer bir artıydı. Ege şimdi uzun gri saçlarını açmış, yatak odasındaki iki kişilik yatağa uzanmıştı. Bundan sonra ne yapacağıyla ilgili hayaller kuruyordu. Birim Sıfır’a katılacaktı ama bir hobi gibi gelecekti bu iş. Zaten ayda yılda bir önemli bir mesele çıkardı, o zaman da canla başla çalışırdı. Diğer zamanlarda da emekliliğin tadını çıkarırdı. Belki de gençliğinde olduğu gibi resim yapmaya başlamalıydı. Hayır hayır. Önce evlenecek birini bulmalıydı. Kırk dokuz yaşındaydı ve şimdiden çok geç kalmıştı. Hayallerindeki kız genç ve karizmatikti. En az kendisi kadar karizmatik olmalıydı ve tabii güzel

91


Gökcan Şahin

sohbet edebilmeliydi. Ayrıca cesur olmalıydı, bazen hiç olmayacak işlere bile atılıp onu şaşırtmalıydı. Ama nereden bulacaktı ki hayalindekini? Đstanbul’a ayak bastığından beri gördüğü kadınları düşünmeye başladı. Havaalanında birkaç hostes görmüştü ama onların sözünü bile etmeye değmezdi. Sonra bir süpermarkette güzel bir kasiyer vardı ama hiç de cesur görünmüyordu. Taylan Bey’in holdinginde çalışan kadın vardı -ki kendisine yiyecek gibi bakmıştı- ama kesinlikle Ege’nin tipi değildi. Balıketli ve yaşlıcaydı. Đşte şimdilik tüm seçenekler tükenmişti. “Ulan duyan da beni kadın meraklısı sanacak,” diye mırıldandı kendi kendine. Yataktan doğrulmuştu ki telefonunun sesini duydu. “Efendim?” “Benim Ege.” “Buyurun Taylan Bey.” “Sanırım Birim Sıfır’daki ilk görevini yapacaksın birazdan.” “Ama…” “Ege, şu an çok vahim bir durum içindeyiz. Benim, Murat’ın, Dize’nin ve başkalarının hayatı tehlikede.” “Şu başka boyutta mahsur kalan çocuk meselesi mi?” “Evet. Biz de mahsur kaldık!” Ege ayağa fırladı, telefonu diğer kulağına geçirirken siyah tokasını eline aldı. “Nasıl yardım edebilirim?” “Bir şey getireceksin. Daha doğrusu iki şey.”

92


Sıfır: “Çıkış Yok”

Ege telefonu kapattıktan sonra vakit kaybetmeden üstünü değiştirdi ve çıktı. Đşte ilk macera başlıyordu.

19.25 Öteki Boyut

Etraflarındaki su kurumak üzereydi ve canavar bekliyordu. Dize ilk gördüğü andan beri neye benzediğini düşündüğü yaratığın sonunda oda sıcaklığındaki cıvaya benzediğini fark etti. Sıvı halde ama yoğun ve çok ağır. Rengi tıpkı canavarınki gibi metalik gri renkli. Ayrıca fazlasıyla da zehirli. “Su tükendi, saldıracak,” dedi Nehir hepsinin hislerine tercüman olarak. “Bende bir şey var ama işe yarar mı bilmiyorum,” dedi Barış. Çantasından yarısına kadar idrar dolu su şişesini çıkardı. “Susuz kalırım diye yedeklemiştim.” Murat hemen şişeyi kaptı ve kapağını açarak sadece ince bir çizgi halinde kalmış suyun üzerine serpti. Đdrar tükenince şişeyi bütün gücüyle canavara fırlattı. Şişe canavarın metalik yüzeyine çarpıp yere düştü. Koca yığın hemen ardından şişeyi altına aldı ve bünyesine ekledi. “Çok pis kokuyor,” dedi Güneş, elini tuttuğu Dize’ye. “Biliyorum,” dedi Dize. “Ama alışırız.” Bu esnada Taylan tekrar Ege’yi arıyordu. “Ege çıktın mı?”

93


Gökcan Şahin

“Çıktım Taylan Bey, emanetleri şimdi aldım. Biraz daha dayanın.” “Bak şimdi, arsaya vardığında beni arayacaksın. Bir çocuğu göndereceğiz oraya. O seni alıp buraya getirecek. Her şeyi yanına almış ol, çünkü buraya geldikten sonra çıkış yok!” “Tamam, anlaşıldı.” Telefonlar kapatıldı. Taylan, Nehir’e döndü. “Başka kimseye burayla ilgili bir şey söyledin mi?” “Hayır,” dedi Nehir. “Haberimi başkasına kaptırmaya niyetim yoktu. Ki itiraf ediyorum, şu an buraya geldiğim için çok pişmanım. Ah şu her şeye burnunu sokma huyum olmasaydı…” “Seni kırmak istemem ama bazen baban da böyle yapardı. Gereksiz cesaret gösterileri, fazla risk almalar falan. Ona çekmişsin.” “Galiba,” diye gülümsedi Nehir. Bu durumda gülümseyebilmek, ip üzerinde tek tekerlekli bisiklet sürmekten daha zordu. “Aslında seni çok da suçlamıyorum,” dedi Taylan. “Buraya gelmek isteyeceğini tahmin etmeli ve gelmemen gerektiğini söylemeliydim. Tamamen aklımdan çıkmış. Yaşlanıyoruz galiba.” “Patron, yaşlandığımda sizin gibi olayım, kırk milyar borcum olsun,” diye araya girdi Murat. Đşte insan beyninin savunma mekanizmalarından biri işlemeye başlamıştı. Çok yakın olan tehlikeyi biraz da olsa görmezden gelebilmek ve başka konular açabilmek. Yoksa aşırı stres altında ruh sağlığının bozulması kaçınılmaz olurdu. Beden adrenalin seviyesini bir yerden sonra dengelemek zorundaydı.

94


Sıfır: “Çıkış Yok”

19.35 Bayrampaşa’da Bir Apartman Dairesi

Bir adam sağ elinde cep telefonu, sol elinde dürbünüyle pencere kenarında oturuyordu. Hava iyice kararmasına rağmen odanın ışığını yakmamıştı ve bunun için geçerli sebepleri vardı. Telefon elinde titredi. “Buyurun efendim,” dedi. “Çetin, tuzağa düşmediler mi daha?” “Bizimkinin eline düştüler ama henüz yem olmadılar efendim.” “Bu gecikmenin sebebi ne?” “Son anda bir aksilik çıktı… Şey, pencerede benim oğlanı gördüler. Tuvalete kapatmıştım ama çıkmayı başarmış velet.” “Ne alakası var senin oğlanla? Açık konuşsana be adam!” “Efendim,

biliyorsunuz

ben

nasıl

iki

boyutu

aynı

anda

görebiliyorsam, o da bir şekilde boyutlar arası seyahat edebiliyor. Canavarımızın da farkında. Bugün o gencin kaybolduğunu da görmüş olmalı. Birim’e de anlattığına eminim. Đşte bu arada zaman kaybı oldu.” “Peki zaman kaybı dışında planda bir aksama var mı?” “Hayır efendim. Murat Arıkan, Dize Demirsoy ve Taylan Yıldırım kapana girdiler. Benim çocuk da var ama o son anda kendini kurtaracaktır.” “Senin çocuğun hiç umurumda değil Çetin.” “Pardon efendim. Bir saniye! Arsaya bir araba yanaştı.”

95


Gökcan Şahin

“Araba mı yanaştı?” Çetin telefonunu omzuyla yanağı arasına sıkıştırıp dürbününü ayarladı. “Uzun saçlı bir adam. Arabadan indi, bagaja gidiyor şimdi. Bagajı açtı. Đçinden iki tane tüpe benzer şey çıkardı. Bir de damacana su.” “Allah kahretsin, onlara yardıma gidiyor. Çabuk durdur onu Çetin!” “Ama…” “Ne yaparsan yap durdur. Gerekirse gebert!” “Anlaşıldı efendim.” Çetin telefonu koltuklardan birinin üzerine fırlattı, dürbünü de bıraktı ve belinden silahını çıkardı. Pencereyi açıp nişan almaya koyuldu. Son anda aklına susturucu geldi. Tüm mahalleyi ayağa kaldırmak istemezdi. Çetin susturucuyu bulup silahına takarken Ege iki Goid’in bulunduğu iki silindir tüpü arsaya taşımış, geri gelmiş damacanayı omzuna almıştı. Arabasının bagajını kapattı ve arsaya doğru iki adım attı. O an Çetin ateş etti. Eğer iyi bir nişancı olsaydı kafasını bile uçurabilirdi, ama kurşun damacanayı patlattı. Ege damacananın itme kuvvetiyle kendini yerde buldu. Ellerini ensesinde birleştirip bir süre uzanır vaziyette bekledikten sonra kalktı ve arsaya koştu. Birinin ateş ettiğini anlamış olmalıydı. Arsanın ortasına vardığı anda yanında Güneş belirdi. Çetin nişan almış, ateş edecekken oğlu Ege’nin önüne geçti. Doğru açıyı tekrar yakalayabilmeyi beklerken Ege, Güneş ve iki tüp ortadan kayboldu. Çetin şimdi diğer algılama seviyesinde, onların

96


Sıfır: “Çıkış Yok”

canavarın boyutuna geçtiklerini görebiliyordu. Art arda küfürler etti ve telefonu koltuğun üstünden kaptı. “Efendim, başaramadım.” “Ne demek başaramadım?” “Adam diğer boyuta geçti.” “Nasıl izin verdin buna?” “Çocuk götürdü. Ama ben… Telafi edeceğim efendim.” “Elbette edeceksin.”

19.45 Öteki Boyut

Ege ve Güneş idrar çemberinin içinde belirdiler. Taylan hemen kalsit taşlarının bulunduğu tüpleri aldı. “Damacanayı getiremedim,” dedi Ege. “Silahlı saldırıya uğradım.” “Yapma ya… Bu işin içinde başka işler var demek ki,” dedi Taylan sakalını sıvazlarken. “Anlaşıldı, yine peşimizde or…” dedi Murat. Burada küfür edecekti ama Dize’den yine azar işitmemek için sustu. “Resmen tuzaklarına düştük.” “Bilmiyorum, ama buradan çıktıktan sonra ilgileniriz.” “Madem suyumuz yok, tamamen Goidlere güvenmemiz gerekecek. Canavarı yok etmeliler ve bize saldırmasını engellemeliler,” dedi Murat.

97


Gökcan Şahin

“Eğer canavarın bizi burada tutan gücünü zayıflatmayı başarırlarsa Güneş sayesinde kurtulabiliriz,” dedi Dize. Çocuk gelir gelmez yine Dize’nin elini tutmuştu. “Arkadaşlar,” dedi Taylan tüplerden birinin kapağını açarken, “şu an çok tehlikeli bir şey yapıyoruz. Goidler doğrudan bize de saldırabilir ve canavardan önce onların yemi olabiliriz. Ama şu an tek umudumuz onlar. Yine de hepinizin rızasını almak istiyorum. Onları serbest bırakmama izin veriyor musunuz?” “Elbette,” dedi Murat. “Evet,” demekle yetindi Dize. Güneş de başını sallıyordu. “Başka çaremiz yok,” dedi Ege. “Bence de,” dedi Barış. “Bence acele edelim, idrar kurumak üzere,” dedi Nehir. Ve Taylan tüpü açıp içindeki kristalleşmiş kalsiyum karbonattan oluşan taşı canavara doğru fırlattı. Taş siyah renkli, kalınca bir kitap büyüklüğündeydi. Dikdörtgen prizmayı andırsa da kesin bir şekli yoktu. Dize kalsitin siyah olamayacağını düşünüyorken taş yere değdiği an kara bir duman bulutu yükseldi ve taş beyaza döndü. Đşte şimdi kalsite benzedi, diye düşündü Dize. Goidler’le yaşanmış olayları bildiği için taştan çıkan siyah zerrelerden oluşan buluta şaşırmadı. Đşte Goid bunun ta kendisiydi. Bu arada Taylan diğer taşı da çıkarmış, canavara fırlatmıştı. Taş canavara çarptı ve yine yere düştü. Diğer Goid de aynı şekilde ortaya çıktı.

98


Sıfır: “Çıkış Yok”

Şimdi iki Goid ayrı ayrı iki kara siluet halinde insan şekline giriyorlardı. Goidler’in bir huyu da avladıkları en gelişmiş canlıların şekline girmekti. Bundan özel bir zevk alıyor olmalıydılar. Đnsan biçimine girmiş Goidler; önleri canavara, arkaları insanlara dönük şekilde duruyorlardı. Đnsanların farkında bile değillermiş gibi direkt canavara yönelmişlerdi. Şu ana kadar işler yolunda gidiyordu. “Güneş hazır ol,” dedi Dize. “Onlar dövüşmeye başladığı an tüm gücünle bizi buradan çıkarmaya çalışacaksın. Đster tek tek, ister hepimizi birden…” “Tamam,” dedi Güneş. Şimdi korkudan ağlıyor olması gereken çocuk, büyük bir ciddiyetle ve sakinlikle cevap verebiliyordu. Bu çocuk bu tür olaylara karşı benden bile güçlü, diye düşündü Dize. Ve işleri daha da kötü hale getirebilecek, ağlayıp sızlayan bir çocukla muhatap olmadığı için sevindi. “Bunlar ne yapıyorlar?” diye bağırdı Murat. Bağırmakta haklıydı, çünkü Goidler bekledikleri gibi canavara saldırmıyordu. Đnsan kopyası bedenlerini birbirlerine çevirmişlerdi. “Hiçbir şey anlamıyorum,” dedi Taylan. “Bir kötü haber de benden,” dedi Barış. “Sidiğim kurumuş!” Hepsi birden yere bakıp etraflarındaki çemberin yok olduğunu gördüler.

O sırada iki Goid birbirine yaklaştı ve zerrelerine ayrılıp

karmakarışık bir dumana dönüştüler. Zerrelerin arasından minik şimşeklere benzer kıvılcımlar çıkıyordu. “Hasiktir, bunlar birbirleriyle savaşıyor,” dedi Murat.

99


Gökcan Şahin

“Bunun iki sebebi olabilir,” dedi Taylan. “Ya canavarı kendilerinden daha güçsüz görüyorlar, ya da baş edemeyecekleri kadar güçlü görüyorlar.” “Đki durumda da boku yedik,” dedi Murat. “Yememiş olabiliriz,” dedi Dize. “Nasıl yememiş olabiliriz?” “Bildiğim kadarıyla Goidler avlarının işini bitirdikten sonra güçlerini emerler ve eskisinden çok daha dinç ve güçlü olurlar. Şu anda iki Goid de aç ve güçsüz. Biri diğerini yok ettikten sonra tek bir Goid kalacak ama daha güçlü olacak. Bu durumda sıra canavara gelecek. Çünkü başka bir rakibi kalmayacak.” “Peki biz o zamana kadar nasıl sağ kalacağız?” dedi Murat. Dize’nin fikrini tutmuştu ama bu yaşamak için yeterli değildi. Đşte canavar idrarın yok olduğunu anlamış, onlara doğru geliyordu. Goidler’in yanından geçiyor ve onları umursamıyordu. “Kaçın!” diye bağırdı Murat. Hepsi birden zıt tarafa koşmaya başladılar. Taylan bile diğerlerine taş çıkartan bir hızla koşuyordu. Dize bir ara ayağı takılan Güneş’i kucağına alıp devam etti ama diğerlerinin gerisinde kalması uzun sürmedi. Bunun üzerine Murat yavaşlayıp çocuğu kendisi aldı. Güneş beklediğinden hafifti ama daha ne kadar bu şekilde kaçabilirlerdi ki? Dize bir anlığına arkasına baktığında, sıvı cıvaya benzeyen kütlenin yılan gibi süzülerek peşlerinden geldiğini gördü. Onlarla aynı hızdaydı. Ağırlığı daha hızlı gitmesini engelliyor olmalıydı. Zaten çok hızlı olmasına gerek de yoktu. Bu sonu olmayan sokakta elbet yorulacaklardı. Dize bu

100


Sıfır: “Çıkış Yok”

sırada pek de farkında olmadan yaratığın ne kadar ağır olabileceğini ve üstlerine çökerse nasıl bir basınçla karşılaşabileceğini hesaplıyordu. Cıvanın 3

özkütlesi 13,6 gr/cm olduğuna göre, canavarın kapladığı hacmi de yuvarlak olarak bir milyar santimetre küp olarak düşünsek -ki bu kenar uzunluğu 10 metre olan bir küp ediyor- toplam ağırlığı 13.600.000.000 gram yani 13600 ton ediyor. “Yani üstümüze çullandığı an kâğıt gibi oluruz.” “Ne dedin?” dedi Murat. “Canavarın

ağırlığını

düşünüyordum.

Üzerimize

çullanırsa

pestilimizin çıkacağını hesapladım,” dedi Dize. “Güzel, en azından acısız ölürüz,” dedi Murat. Dize ve Murat diğerlerinin arkasındaydılar ve Dize sürekli canavarın yaklaşıp yaklaşmadığını kontrol ediyordu. Murat ise çocuğun gittikçe ağırlaşan bedeni nedeniyle her adımda daha da yorulmaktaydı. Adımlar adımları, metreler metreleri, binalar binaları, sinek yeşili Şahin’ler Şahin’leri kovaladı. Nehir’in ayağı takılıp düşmesine ramak kalınca Ege son anda tutup koşmaya devam etmesini sağladı. Taylan her ne kadar formdaysa da yavaş yavaş tıkanıyordu ve Dize ile Murat’ın hizasına kadar gerilemişti. Barış ise en önde rahat rahat gidiyor gibi görünüyordu. Taylan’ın tıkanması bekleniyorken Nehir aniden durakladı ve hırıltılı nefesler

alarak

durdu.

“Artık…”

dedi.

“Yürüyemeyeceğim…

Sigara

yüzünden… tıkandım…” Ege durup yardım etmek istedi ama Nehir kendisi için başkalarının hayatını tehlikeye atmasına göz yumacak biri değildi. “Benim buraya… gelmem… çok büyük bir hataydı ve… bunun bedelini kimseye ödetemem.” Dize ve Murat, Nehir’in yanından hızla

101


Gökcan Şahin

geçtiler. Başka çareleri yoktu. Diğerleri de devam etti ama Ege birkaç adım atmadan yeniden durdu ve yere çökmüş Nehir’in elinden tutup kaldırdı. “Umarım hafifsinizdir,” deyip kimsenin beklemediği şekilde kucağına aldı. Önce düşecek gibi oldu ama sonra seri adımlarla ilerlemeye koyuldu. Saçındaki toka bir ara düşmüştü ve gri saçları arkada dalgalanıyordu. Ve bütün gücünü kullandığının işareti olarak alnındaki damarlar kabarmıştı. Ama yeterli olmayacaktı. Dize arkasına baktığında canavarın Ege ve Nehir’in hemen arkasında devasa bir dalga gibi dikildiğini gördü. Yeterince hızlı değillerdi ve birkaç saniye içinde yığının altında kalıp öleceklerdi. “Hayııır!” diye bağırdı istemsizce. Tüm grup aynı anda arkaya bakıp durumu gördüler. Ege de arkasındakini fark etmiş olacak ki Nehir’i altında tutacak şekilde yüz üstü uzandı. Oysa kadın kendini kurtarması için yalvarıyordu Ege’ye. “Beni bırak! Git kendini kurtar!”

***

Bir an bu sokakta yaşayan ilk canlıları gördüğünü sandı Barış. Canavarın arkasından gelen kara şeyleri kuşa benzetti. Ama yanıldığını anlaması sadece bir göz açıp kapama süresi kadar sürdü. Bu gelen kara şeyler birbirine bağlıydı ve örümcek ağı gibiydi. Canavarın arkasından çıkmış, havadan gelerek tüm çevresini sarmıştı. Canavar adeta bir avcı ağına düşmüştü. Dev bir topak halinde kara çarşafın altında kalmıştı. Ağ gittikçe sıkılaştı ve canavarı ezdi. Ege bu fırsattan yararlanıp Nehir’le birlikte uzaklaşırken biri kara biri gri iki gücün savaşı başladı.

102


Sıfır: “Çıkış Yok”

Gri canavar kendini halat gibi uzatıp kara nesneye kurtuldu ve tekrar toparlandı. Đki Goid’in savaşından galip çıkan ve diğerini adeta yiyerek oldukça güçlenen Goid ise toza dönüşüp tekrar saldırdı. Aynı taktiği tekrar denedi ve ince ama güçlü bir ağ oluşturarak canavarı altına almaya çalıştı. Bunda kısmen başarılı oluyorsa da canavar çok büyük olduğundan fazla zorlanmadan kurtuluyordu. Goid tekrar toza dönüştü ve devasa bir kartal biçiminde tekrar saldırdı.

Maddesel

yoğunluğunu

pençelerine

vererek

canavarı

havalandırmaya çalıştı ama gücü yetmedi. Pençeleri sıvının içine girdi ve orada kaldı. Tekrar çıktığında pençelerinden yoksundu. Canavar Goid’in bir kısmını içine almıştı. “Allah kahretsin,” dedi Murat. “Goid yeterince güçlü değil. Yiyebileceği bir şeyler daha olsaydı…” “Sakın birimizin kurban olması gerektiğini söyleme Murat,” dedi Dize. “Yapma Dize, öyle bir şey demeyecektim tabii ki.”

20.30 Çetin’in Evi

Çetin Korkmaz, arsaya karşıdan bakan ama ona doğrudan sınırı olmayan bu giriş katındaki apartman dairesini yıllar önce babasından devralmıştı. Đşsiz olduğu için, babasından kalan burasıyla beraber üç dairenin kirasıyla geçiniyordu. Karısı ölmeden birkaç ay önce özel bir

103


Gökcan Şahin

şirkette güvenlik görevlisiydi ama şirketin zarar ettiği bahane gösterilerek kovulmuştu. Sonra uzun süre iş aramasına rağmen bulamamıştı. Karısı öldükten sonra da tamamen bırakmıştı aramayı. Kiralarla rahat rahat geçinebiliyordu nasıl olsa. Şu çocuk da olmasa özgürlüğünün tadını çıkaracaktı ama sürekli ayak bağı oluyordu Güneş ona. Oğluna her geçen gün daha kötü davrandığını biliyordu. Đyi bir baba değildi. Onu terk edip gitmeyi bile düşünüyordu son zamanlarda. Ama şu an yapmakta olduğu iş ona bir umut daha vermişti. Eğer yüzüne gözüne bulaştırmadan emirleri yerine getirebilirse kazanacağı parayla Güneş’e bir dadı tutar, bir daha da ayda yılda bir uğrardı eve. Şu an evde kiracı yoktu, önceki hafta taşınmışlardı. ‘Sahibinden Kiralık’ yazılı karton, pencerede asılıydı. Evin boş olması bugün onun işine yarıyordu. Tüm gün arsayı gizlice gözetleyebilmişti. Her ne kadar onlara yardım götüren uzun saçlı herifi durduramamışsa da şimdi bunu telafi etmeyi düşünüyordu. Metalik gri renkli bir çantadan Uzi marka taramalı silahını çıkardı. El fenerinin ışığında kontrol etti. Şarjörünü sıkıca yerleştirdi ve beline takıp üzerine montunu giydi. Evden dışarı çıkarken dikkatliydi, arsaya varırken ise daha da dikkatliydi. Kendini yarı yarıya kontrol edebildiği yaratığın çekimine bıraktı ve hafif bir elektriksel titreşim duygusuyla boyut değiştirdi. “Geliyorum,” dedi fiziksel dünyadaki son sözleri olarak. “Sana yardıma geliyorum, canavar!”

104


Sıfır: “Çıkış Yok”

20.35 Öteki Boyut

Herkesin dikkatini verdiği Goid-canavar savaşının çok uzağında belirdi Çetin. Eğer biri arkasını dönüp doğruca ona bakmazsa görülmesi çok zordu ve sadece birkaç saniye daha görülmemesi yetecekti. Uzi’yi çıkardı. Hepsinin toplandığı yere nişan aldı. Tetiği çekmek üzereyken Güneş’in ona dönen iri gözlerini gördü. Kalbinin tek bir çarpıntısından sonra tetiğe asıldı. Taramalı silahın çıkardığı tak-tak-tak sesi tüm boyutu doldurdu. Hepsi yere çöktüler. Güneş hariç. O ayaktaydı ve babasına bakıyordu.

***

Goid bir insan düzeyine erişemese de sıradan bir hayvandan daha üstün düşünme gücüne sahipti ve avlamaya çalıştığı yaratığın kendinden daha güçlü olduğunu idrak etme yetisine sahipti. Yine de içgüdüsel bir inatla rakibini yok etmeye uğraşıyordu. Binlerce yıllık ömründeki en büyük rakibiydi bu ve hiçbir avdan almadığı zevki şu an aldığını da inkâr edemezdi.

105


Gökcan Şahin

Kendi avantajlarını da dezavantajlarını da biliyordu artık. Kendisi uçabiliyordu, diğeri uçamıyordu. Kendisi hafif ve çevikti, diğeri ağır ve güçlü… Kendisi her şekle çabucak girebilirdi ama -şu anki gücü yeterli olmadığından- yeterince katılaştıramazdı, diğeri de her şekle girebilir ve kendini yeterince katılaştırabilirdi ama bunu birkaç misli daha uzun sürede gerçekleştirebilirdi. Goid kartal şekline dönüşüp pençelerindeki zerrelerini diğer yaratığa kaptırınca gücünün önemli bir kısmını daha kaybetmişti ve bu kayıp ondaki içgüdüsel inadın kısmen kırılmasına sebep olmuştu. Karşısındakini yenebilmek için önce daha güçsüz bir şeylerin gücünü emmeliydi. Ve birkaç insanın varlığını hissedebiliyordu. Peki hangisi daha büyük bir güç sağlardı ona? Bunu sezmeye çalıştı ve hepsinden uzakta bir tanesinde yüksek bir potansiyel gördü. Onu şu ana kadar hissetmemiş olmasına şaşırdı. Kim bilir belki de yeni gelmişti. Goid tüm kara zerrelerini topladı ve şahin benzeri bir kuş haline gelip avına doğru süzüldü.

***

Çetin oğlunun delici bakışlarında takılı kalmıştı. Belli ki hiçbir mermi Güneş’e isabet etmemişti ve bu Çetin’de belli belirsiz bir mutluluk yaratmaktaydı. Aslında bunun olmasını bekliyordu, çünkü bel hizasından üste ateş etmişti ve Güneş o kadar uzun boylu değildi.

106


Sıfır: “Çıkış Yok”

Çocuğun öfkeli bakışları onu iyice sindirmişken gökyüzünden kendine doğru gelen bir şeyin farkına vardı. Đri bir şahindi bu. Simsiyah ve doğruca onu hedef bellemiş bir şahin. Kendisi silkeleyip Uzi’yi havaya kaldırmayı başardı. Đçindeki son mermileri şahine sıktı. Tak-tak-tak sesi bir kez daha gürledi. Bu kez daha zayıflardı sanki. Her şey ağırlaşmıştı ve onu ölüme davet eden bir şey vardı. Belki Azrail’di gelen. O meşhur ölüm meleği buydu. Goid üzerine çullanır, zerrelerini ağız ve burun deliklerinden içeri gönderirken son düşündüğü bu oldu. Azrail onu almıştı ve gideceği yer cehennemin dibiydi.

***

“Bu adam da kimdi?” dedi Murat yerden doğrulurken. Aynı anda herkesin iyi olup olmadığını kontrol ediyordu. “Babam,” dedi Güneş. “Buyur işte,” dedi Murat Dize’ye bakarak. “Ben demiştim bunun babası…” “Tamam Murat, tamam. Hepiniz iyi misiniz?” Herkes şöyle bir üzerini kontrol edip iyi olduklarını belirttiler. “Adam nasıl bir makineliyle hiçbirimizi tutturamaz, inanamıyorum,” dedi Murat. “Ben böyle kötü bir nişancı görmedim.” “Bence çocuk yaptı,” dedi Nehir. “Tam ateş ederken gördüm, kurşunlar bize doğru gelirken bir anda ortadan kayboldular.” “Doğru,” dedi Barış. “Ben de gördüm.”

107


Gökcan Şahin

“O zaman Güneş tam zamanında boyut dışına atmış mermileri,” dedi Dize ve çocuğun babasına sabitlenmiş yüzüne eğildi. Kafasını kendine çevirip babasının kara bir

yaratık tarafından ‘emilişini’ görmesini

engellemeye çalıştı.

***

“Yine saldırıyor,” dedi Taylan. Canavarın hareketlendiğini ilk o görmüştü. “Anlaşıldı. Goid yardımımıza gelene kadar kaçmaya devam,” dedi Murat ve Goid ile Çetin’in olduğu tarafa doğru koşmaya başladı. Diğerleri de hemen ardından takip ettiler. Tam yanlarından geçtikleri sırada Goid çok daha iri ve çok daha koyu olarak havalandı. “Bir fikrim var,” dedi Murat ve Çetin’in yanına koştu. Hâlâ elinde tuttuğu Uzi’yi kaptı. Şarjörünün bitik olduğunu görünce adamın ceplerini kontrol etti ve yedeğini buldu. “Ne yapacaksın?” dedi Dize. Hepsi durmuştu. Goid harekete geçtiğine göre kaçmaya lüzum yoktu. “Biraz yardım edeceğim,” dedi. “Sen de şu silahı al ve durmadan ateş et.” Dize, Murat’ın fırlattığı silahı aldı ve canavara doğrulttu. Murat da yedek şarjörü silaha yerleştirmiş, canavara yaklaşıyordu. Dize, Murat ve Goid aynı anda saldırdılar. Goid canavarın üzerini bir battaniye gibi sarmaya çalışırken Uzi’den çıkan mermiler parlak metal görünümünde derin delikler açıyordu. Dize’nin kurşunları ise Uzi’den daha kalın delikler açıyor ama onun kadar seri olamıyordu.

108


Sıfır: “Çıkış Yok”

Goid’in mermi deliklerini fark etmesi uzun sürmedi. Canavar delikleri tamir edemeden hepsinden birden içeri sızdı. Murat canavarın etrafında tur atarak her yerinde homojen delikler açmaya çalışıyordu. Dize de diğer yönde dönüyordu. Goid kısa sürede tüm zerrelerini deliklerden içeri soktu ve ortadan kayboldu. Dize ve Murat’ın mermileri bittiğinde gerilimli bir bekleyiş başladı. Canavarın cıva renginin matlaştığını fark etti Dize. Muhtemelen Goid onu içte zayıflatıyordu. Dize Güneş’in yanına koştu. “Hadi Güneş,” dedi. Güneş bu iki kelimeyle ne yapacağını anlamıştı. Gözlerini kapattı ve hepsini birden götürmeyi denedi. Başaramadı. Gözünü açıp üzgünce baktı Dize’ye. “Tek tek dene,” dedi Dize. Bu arada canavarın rengi iyice matlaşmış, binaları yansıtamayacak hale gelmişti. Hatta benek benek karardığı görülebiliyordu. “Taylan Bey’i götür önce,” dedi Dize. Güneş itiraz etmeden gözlerini kapattı ve aniden yok oldu. Dize, Taylan’ın da ortadan yittiğini görünce gülümsedi.

Murat’a

döndü: “Đşe yarıyor Murat, kurtulduk.” “Ama acele etmesi lazım,” dedi Murat. “Bu savaşı kimin kazanacağı belli olmaz.” Çocuk tekrar geldi. Dize’nin emriyle sırasıyla Nehir ve Barış’ı götürdü. Boyutta sadece Dize ve Murat kaldığında canavar iyice kararmıştı ve artık hareket etmiyordu. Hatta bazı yerleri katılaşıp dökülmeye başlamıştı.

109


Gökcan Şahin

Güneş bir kez daha geldi ve bu kez ikisini birden götürdü. Canavar yeterince zayıflamıştı.

***

Koca arsada geniş bir aile gibiydiler şimdi. Dize Murat’a sarıldı, Nehir Ege’ye… Ve sonra Ege Murat’ın ensesine sert bir şaplak yapıştırdı. “Vay be, bizim ufaklık büyümüş,” dedi. “Hoş geldin Ege abi,” dedi Murat adama sıkı sıkı sarılarak. Dize bu sırada Güneş’e bir şeyler söylüyor, babasının ölümüne olan üzüntüsünü almaya çalışıyordu. Ama ilginç olan şuydu ki çocuk hiç de üzgün görünmüyordu. Ya psikolojik bir travma yaşamaktaydı, ya da babasını hiç sevememişti. Dize ikinci şıkkın daha olası olduğunu düşündü. Yine de işi şansa bırakmayacak, kardeşi Mısra’nın Çapa’dan tanıdığı bir çocuk psikologuna götürecekti. “Canavar öldü,” dedi Güneş birden. “Nereden biliyorsun?” dedi Dize. “Çünkü boyut gitmiş. Kaybolmuş.” “Anladım,” dedi Dize. “Bu haber çok iyi geldi.”

***

“Beyler bayanlar, hepinizi evime davet ediyorum,” dedi Ege arabasından aldığı yedek tokasıyla saçını bağlarken. “Şimdi mi?” dedi Dize.

110


Sıfır: “Çıkış Yok”

“Evet, neden olmasın? Güzel bir parti veririz, yeriz içeriz. Ev büyük, bende kalırsınız hepiniz.” Herkes o kadar bitkindi ki teklifi kimse kabul etmeye yanaşmadı. Herkes evine gidip güzelce duş alıp uyumayı hayal ediyordu. Ege de çok üstelemedi ama herkesten bunu daha sonra yapmak için söz aldı. “Hadi o zaman, evli evine köylü köyüne,” dedi Nehir. Dize bir geceliğine Güneş’i evinde konuk etti. Bundan sonra ne yapacağına daha sonra karar verecekti. Barış eve gittiğinde annesi babası onun geldiğini bile fark etmediler. Sakine Hanım kocasına perdeleri astırmıştı bile. Nehir’in

yatmadan

önce

son

düşündüğü

şey

Ege’nin

onu

kurtarışıydı, Ege’nin de yatmadan önce son düşündüğü şey Nehir’in çekiciliğiydi. Murat başını yastığa koyar koymaz uyudu, Taylan ise gece boyunca kendilerine kurulan tuzağı düşünüp durdu. Uzun zamandır aklına gelen şeyden korkuyordu ama olamayacağını da biliyordu. Goid canavarı yendikten sonra kendini bir anda arsada buldu. Hemen bir ağacın zerrelerine sığındı. O gün o kadar doymuştu ki yaklaşık elli yıl ava gereksinim duymayacak ve ağaca bağlı olarak sessiz sedasız yaşayacaktı. Belki de daha uzun süre.

111


KAPANIŞ ARKA PLAN


Sıfır: “Çıkış Yok”

3 Ocak 2009 – 00.00 (Đki Gün Önce) Bilinmeyen Bir Yer

Bir kez daha Kızıl Oda’daydılar. Tam gece yarısı toplanmaları buyrulmuştu ve tam zamanında toplanmışlardı. Hiçbiri hiçbir zaman buyruklara karşı gelmeyi düşünmemişti. Her biri sıradan hayatlarında sıradan işler yapsalar, normal bir hayat sürüyormuş gibi davransalar da aslında hiç de sıradan insanlar değillerdi. Onlar kutsal bir görev için toplanmış

bir

avuç

vazifeliydi.

Onlar

yıllardır

yükselişi

bekleyen

Muhafızlar’dı. Şimdi karanlık, tekinsiz ve boğucu bir odada çember şeklinde dizilmiş

rahatsız

ve

eski

koltuklarda

oturuyor,

O’nun

gelmesini

bekliyorlardı. Kendi aralarında buraya Kızıl Oda diyorlardı, çünkü nereden geldiği belli olmayan bir kızıllık odayı hafifçe aydınlatıyordu. Köşedeki ufak şöminenin çıtırdayan ateşinin kızılı değildi bu, bunu biliyorlardı. Herhangi bir ışık kaynağı da gözlenemiyordu. Yine de bu ışığı sorgulamak birinin bile aklından geçmemişti. Odada tam yedi koltuk vardı ve beş erkek, iki kadın bunları doldurmuşlardı. Koltukların oluşturduğu çemberin ortasında desenli yuvarlak bir kilim vardı ve herkesin gözü onun üzerindeydi. Bir anda kilim hafifçe ışıldayınca kimse şaşırmadı. Biliyorlardı… O geliyordu. Bir göz açıp kapama süresi sonunda kilimin üzerinde kara cübbeli bir siluet belirdi. Kızıl karanlıkta ne yüzü belli oluyordu ne de vücudunun

113


Gökcan Şahin

kıvrımları. Onu görenler ilk anda dişi mi erkek mi olduğunu bile anlayamazlardı. Ama çıkardığı ses tok bir erkek sesiydi: “Hoş geldiniz Muhafızlar.” Kimse cevap vermeye gerek duymadı. En hoş karşılanan davranışın sessiz kalmak olduğunu biliyorlardı. Siluet kendi etrafında tam bir dönüş yaptıktan sonra sözlerine devam etti: “Bugün beraberce bir beyin fırtınası yapacağız ve sonuçta bir karar alacağız.” Bir duvar saatinin yelkovanı gibi kendi etrafında yavaşça dönüyordu. Bunun sebebi belki odadaki insanlara sürekli arkası dönük olmamaktı, belki de herkesin onu dinlediğinden emin olmak. Ama kesinlikle sesini duyurmak gibi bir kaygısı yoktu. Onu dinleyenler sesin beyinlerinin içinden geldiğini düşünürlerdi. Asla gereksiz derecede yüksek veya duyulmayacak kadar alçak değil. Her zaman kıvamında olurdu. “Konumuz, Birim Sıfır’ın nasıl ortadan kaldırılacağı. Artık ağır ağır gitmeyeceğiz. Sorunu bir anda ve kökünden halledeceğiz. Önce sizin önerilerinizi dinleyeceğim. Buyurun.” Uzunca bir sessizlikten sonra sıradan hayatında Selçuk adını kullanan bir Muhafız söz aldı: “Ben şu an için kendimizi ele verecek bir şey yapmamamız gerektiğini düşünüyorum efendim. Birim Sıfır’a yapılan ihbarların önünü keserek aslında bu birimin hiçbir işe yaramadığı izlenimi uyandırmaya devam etmeliyiz. Uzunca bir süredir bunu başarıyoruz, neden devam etmeyelim? Ne kadar dayanabilirler ki? Kara siluet yanıtladı: “Şimdiye kadar bu taktiği etkili bir şekilde kullandık, kabul ediyorum. Yalnız

hiçbir

zaman

tüm

olağandışı

114

olayların

bildirimini


Sıfır: “Çıkış Yok”

engelleyebileceğimizden emin olamayız. Üstelik Ali’nin ölüm nedeni üzerine hâlâ kafa yoruyorlar ve delil toplamaya çalışıyorlar. Bu taktik bizi ancak yıllarca devam edebilirsek bir yere götürür. Oysa o kadar zamanımız olmayabilir.” Tekin isminde bir süpermarket kasiyerini ‘oynayan’ genç adam söz aldı: “Bence Birim Sıfır’ın başarısız olmasını sağlayabiliriz. Son olayda Tahir denen adamı tam zamanında öldürmüştük ve neredeyse başarılı oluyorduk. Birim Sıfır kendisine gelen vakaları çözemezse mutlaka yıkılacaktır. Ayrıca ‘arkadakiler’ de desteklerini çekerler.” Kara siluet bir kez daha sözü aldı: “Bu tez de gayet çürük bir zemine oturuyor. Geçen sefer başarısız olduğumuzu kendin söyledin. Gelecek olaylarda da başarabileceğimizin garantisi yok. Bundan sonra bir iki vakayı çözemeseler dahi önceki görevlerini başarıyla tamamlamanın kredisini kullanacaklar. Ama en tehlikelisi birilerinin işlerine taş koymaya çalıştığını fark edip üzerimize gelecekler. Bu işimize gelmez. Yine uzunca bir sessizlikten sonra Narin adlı kadın söz aldı. Gündelik hayatında bir üniversitede Kimya öğretmenliği yapıyordu. “Madem işi kökünden çözmek istiyoruz, neden Taylan’ı temizleyip Birim Sıfır’dan sonsuza kadar kurtulmayalım?” “Yanıtım yine olumsuz olacak. Onun ölümü bana çok büyük bir zevk verecek olsa da işe yaramaz. Murat ve Dize daha da hırslanacaklar ve önce Ali’yi sonra Taylan’ı öldüren ‘şey’i yok etmek için ant içecekler. Ayrıca Taylan’ı tanıyorsam bu durumu çoktan tahmin etmiş ve önlemini almıştır.

115


Gökcan Şahin

Ölse bile Birim Sıfır’ın devam etmesini sağlayacak bir planı vardır. Taylan çok zeki ve çok politik.” Grubun en yaşlı üyesi Volkan boğazını temizleyerek konuşmaya başladı: “Murat ve Dize’yi öldürelim.” Bu kısa ve net önerinin ardından kara siluet şu cevabı verdi: “Taylan’ın bulabileceği tek ajanlar onlar değil. Ayrıca gizem büyüdüğü için ‘arkadakiler’ de Taylan’ı ve Birim’i desteklemeye devam ederler.” Bu cevabın ardından yaklaşık on dakikalık bir sessizlik oldu. Kimse yeni bir öneri sunmuyordu. “Sanırım benim düşündüğümden daha iyi bir planınız yok,” dedi Kara Siluet. Herkes düşüncelerinden sıyrılıp efendilerinin planını dinlemeye koyuldu. “Hem Taylan, hem Dize, hem de Murat ortadan kalkacak. Üstelik bunun sebebi kendi başarısızlıkları olacak. Ve bizimle ilgili hiçbir ipucu olmayacak.

Tamamen

Birim’in

başarısızlığı

olarak

görüleceği

için

‘arkadakiler’ bir daha asla yeni bir Birim’e destek olmayacaklar. Tabiat sonsuza kadar korunacak…” Bunları odadaki yandaşlarına olduğu kadar kendine de söylüyor gibiydi. Kendi etrafında ağır ağır bir tur attıktan sonra Volkan’a döndü. “Planı

yarın

gece

yarısı

öğreneceksiniz.

Volkan,

sen

adamlarımızdan Çetin Korkmaz’ı buraya getireceksin. Yerini biliyorsun.” Volkan başını hafifçe salladı. Ne yapacağını biliyordu.

116

eski


Sıfır: “Çıkış Yok”

“Ayrıca,”

dedi

Kara

Siluet,

“bir

kurbana

ihtiyacımız

var…

Bayrampaşa’ya yolu düşecek biri.” Narin atıldı: “Ben birini ayarlayabilirim.”

19 Ocak 2009 - 10.40 (Đki Hafta Sonra) Đstanbul Değişim Üniversitesi

“Dize Hoca sonunda derse teşrif edecekmiş,” dedi sarı saçlı, yüzü sivilcelerle kaplanmış bir kız. Kantinde iki kişilik bir masada oturuyordu ve karşısında ondan çok daha güzel esmer bir kız vardı. “Đki haftadır hastayım bahanesiyle okula uğramıyor. Haftaya finaller var, kadının umurunda değil.” “Doğru valla,” diye onayladı esmer. “Bir ara arkadaşım öldü diye sallamıştı dersleri, şimdi de hastayım diyor.” “Bence kesin özel hayatında bir şey var. Bak şuraya yazıyorum aşk meselesi bu. Hatırlamıyor musun, bir keresinde yakışıklı bir adam gelmişti ders çıkışına…” Hatırlıyordu ve arkadaşına hak vermişti. Daha bunun üzerine epey konuşabilirlerdi ama ders başlamak üzereydi. Kahvelerini bitirip kalktılar ve üşengeççe okul binasına yürümeye başladılar. O sırada yanından geçtikleri kadını fark etmemişlerdi. Ta ki o seslenene kadar. “Nasılsınız kızlar?”

117


Gökcan Şahin

“Aa, Dize Hoca…” Evet Dize Hocalarıydı. Üstelik yalnız değildi. Az önce söz ettikleri yakışıklı adam da yanındaydı. Kollarını önünde bağlamış, uzun boyuyla kızlara adeta tepeden bakıyordu. Kızlar ona da bir baş selamı verdiler. “Đyiyiz,” dedi sarışın ve sivilceli kız. “Geçmiş olsun hocam, hastaymışsınız.” “Evet, şanssız bir durum oldu, ama döndüm.” “Hocam finalde en son hangi konu çıkacak? Malum iki haftadır dersler boş geçiyor,” diye atıldı esmer olan. “Hımm, en son katkılı yarıiletkenlere geçmiştik değil mi? Bugün de onu bitiririz. Diyotları da hızlıca anlatırız. Bu arada bu hafta içi bir ek ders yapmamız gerekecek. Orada dönemin tüm konularını bitiririz. Yani finalde her zamanki gibi tüm dönem konularından sorumlu olacaksınız.” Kızlar bu açıklamanın adından hayal kırıklığına uğramışlardı. Son konulardan yırtabileceklerini düşünmüşlerdi ama belli ki Dize Hoca onların cılkını çıkarana kadar ders işleyecekti. Kızlar moral bozukluğuyla ayrıldıklarında Dize de pek mutlu görünmüyordu. “Off,

öğrenciler

hakkımda

olumsuz

düşünmeye

başlamışlar,

baksana.” “Sen yine en kısa zamanda olumlu bir hava yaratırsın,” dedi Murat. “Umarım… Neyse, hadi gel odama da sana bir kahve ısmarlayayım. Bu soğuk havada çok iyi gider.” “Bu teklife hayır diyemem.”

118


Sıfır: “Çıkış Yok”

“Bana Hollywood ağızlarıyla konuşma seni koca beyaz popolu adam,” diye takıldı Dize. Dışarının keskin soğuğundan kurtulup Üniversite binasına girdiler ve onları Dize’nin A-303 numaralı odasına taşıyacak asansörü beklemeye başladılar. “Gizem’e

uğradım

bugün,”

diye

mırıldandı

Murat.

“Yankıyı

güçlendirip o ismi tespit etmeye çalıştık ama yine başaramadık. Avuçlarımda duman tuttuğumu hissediyorum.” Dize’nin bir tepki vermesini bekledi ama çok bekleyecekti anlaşılan. Kadın dalgın bir tavırla önüne bakmaktaydı. Murat bunu fark ettiği anda, “Ne oldu?” diye sordu. “Aklıma bir şey geldi.” Düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu. “Biliyor musun bu okul Osmanlı zamanında hapishane olarak kullanılırmış. Yani okulun bu binası. Diğerleri yeni yapıldı zaten.” “Ee?” “Osmanlı döneminin en büyük hapishane firarlarından birinin burada yaşandığıyla ilgili bir öykü duymuştum.” “Nasıl bir öykü?” Asansör gelmişti, içeri girdiler ve Dize devam etti. “Bir gece gardiyanlar en alt kattaki mahkûmların hücrelerinde olmadıklarını fark etmişler. Adamlar adeta buhar olup uçmuş. Ne bir tünel varmış, ne de herhangi bir başka çıkış. Kapılar da her zamanki gibi sıkı sıkıya kilitliymiş.” “Yine de adamlar ortadan kaybolmayı başarmışlar demek,” diye tamamladı Murat.

119


Gökcan Şahin

“Askerler, kaçakları her yerde aramış, hatta ailelerini bile ziyaret etmişler. Ama bir daha kimse onlardan haber alamamış.” “Hadi ya, ilginç bir hikâye.” “Aslında hikâyeyi ilginç yapan sadece bu değil. Az önce kafamda bir ampul yandı ve başka bir öyküyle bunu ilişkilendirdim.” “Neymiş o öykü?” “Ben daha bu okula gelmeden önce, sanırım yedi sekiz sene olmuştur, iki öğrenci kaybolmuş bizim okuldan. Đki sevgiliymiş bunlar. Nerde

nasıl

yok

oldukları

belli

değil.

Önce

öğretmenler

derse

gelmediklerini fark etmiş, sonra aileler okulu arayıp çocuklarının ortada olmadığını söylemişler. En ufak bir ipucu da bulunamadı.” Murat, Dize’nin anlattıklarını hayretle dinliyor, asansörden inip okulun koridorunda yürümeye başladıklarını da yeni fark ediyordu. “Yani diyorsun ki…” dedi Murat. “… bir canavar da buradaysa?” diye tamamladı Dize.

120


SONSÖZ Çıkış Tekrar merhaba okuyucu, Bir Birim Sıfır macerasının daha sonuna geldin. Öncelikle bu hiç de kısa olmayan öyküyü okuduğun için teşekkür ediyorum (ve elbette yorumlarını bekliyorum). Bu sonsözde öyküde kullandığım yaratıklardan biraz bahsetmek istiyorum. Örneğin Goid’in hikâyesini anlatayım. Goid ismini verdiğim yaratıkları kullandığım ilk öyküm Kale Direği’ydi. O öykünün fikrini oluşturmam bir gazete haberi sayesinde oldu. Habere göre okul bahçesinde futbol oynayan küçük bir çocuğun üzerine kale direği düşmüş ve çocuk hayatını kaybetmişti. Burada doğal olarak direğe asıldığı için çocuk ve direği yere sabitlemediği için okul yönetimi suçlanacaktı. Peki işin arkasında bambaşka bir şey varsa? Örneğin eşyaların molekül boşluklarında yaşayan, zerrelerine ayrılabilen bir yaratık? Ya bu yaratık insan kanıyla besleniyor ve arada bir içine girdiği eşyaları kullanarak insan öldürüyorsa? Đşte Goid fikri ilk olarak burada doğdu ve ilk orijinal canavarım oldu.


Gökcan Şahin

Goidler’i ikinci kez Karanlık ve Aydınlık adlı uzun öykümde kullandım. Bu kez bir apartmanın tavan arasındaki sandığa tünemişti. Bu öyküde Goid o kadar güçlüydü ki bir vampiri rahatlıkla öldürebiliyor, kudretiyle nam salmış karanlıklar efendisi Şeytan’a bile rakip olabiliyordu. Çıkış Yok’a Goid’in girmesi ise çok sonradan oldu. Ben tarzım gereğince yine kurgulama yapmadan doğaçlama olarak öyküye başladım. Çıkış noktam bir üniversite öğrencisinin hiç bitmeyen tekinsiz bir sokağa girmesi ve bir şekilde Birim Sıfır’ın bundan haberdar olup onu kurtarmaya çalışmasıydı. Sadece böyle bir çıkış noktasıyla yazmaya başlamak büyük bir riskti, çünkü herhangi bir sonuca ulaşamama gibi bir ihtimal vardı. Az kalsın öyle olacaktı. Çocuk sokağa girdi, Birim haberdar edildi ama nasıl kurtulacağıyla ilgili hâlâ hiçbir fikrim yoktu. Dize’nin bir not defteri çıkarıp ellerindeki her ipucunu yazdığı sahneyi hatırlıyorsundur. Orayı aslında kendim için yazdım. O sırada Dize’yle birlikte ben de bu işin nasıl çözüleceğini düşünüyordum. Ve o sırada pencereden bir çocuk belirdi. Đşte çözüm o olabilirdi. Çocuk Barış’ı arsadan kurtarabilirdi. Peki buna nasıl bir kılıf uyduracaktım? Barış’ı sokağa çeken şey bir tür yaratık olabilir miydi? Neden olmasın dedim ve çocuğa Dize ve Murat’a yaratıktan bahsetmesini emrettim. O da sadık bir öykü karakteri olarak buna uydu. Tamam, çocuk canavarın boyutuna geçebiliyordu, peki onunla nasıl savaşacaktı? Dize ve Murat’ın bu işte nasıl bir katkısı olacaktı? Yeni eklediğimiz Ege ve Nehir karakterleri hiçbir işe yaramadan öylece bitirecekler miydi öyküyü?

122


Sıfır: “Çıkış Yok”

Yazarken sürekli önüme çıkan engeller yazımı çok yavaşlatmış, hatta durdurmuştu. Aylarca ara vermek ve öykü üzerinde daha iyi düşünmek zorunda kaldım. Ve çözümü efsanevi yaratığım Goid’de buldum. O andan sonra da gerisi çorap söküğü gibi geldi. Öykünün tamamının çözümü, bir strateji oyununda tüm haritanın açılması gibi kafamda oluşuverdi. Đlk kısımlara da yaptığım eklemelerle bütünlenmiş bir öykü oluşturduğuma inanıyorum. Kusurlarım varsa affola. Evet okuyucu! Bir bölümün daha sonuna geldik. Sana bir müjde: Konuk yazar dönemi başlıyor! Usta yazar Sadık Yemni’nin yazacağı yeni bölüme, yani “SIFIR: Seb7a”ya kadar kendine iyi bak.

Gökcan Şahin

123


ÖNOKUMA: SIFIR: “SEB7 7A” Sadık Yemni


AÇILIŞ SICAK SON 26 Eylül 2009 – 00.21 Beylikdüzü

Murat’ın kendine gelmesi gevşekçe duran bir mantarın şişeden sıyrılmasına benziyordu. Ayılmak kolay olmuştu, ama hissettiği baş ağrısı dayanılır gibi değildi. Eflatun tulumlu üç baş ağrısı işçisi canla başla çalışıyor gibiydi. Biri beynine beton deliciyle oyuklar açarken, diğeri demir zımparasıyla her milimetre kareyi elden geçirmekteydi. Üçüncüsü de o taze açılmış oyuklardan birine fitili yanan bir şeyi atmış ve iki eliyle kulaklarını sıkıca tıkamıştı. Murat’ın bilinci biraz daha dirilince büyük bir ardiyede olduklarını gördü. Geceydi. Tavanda yanan flüoresanlar sayesinde görüş çok iyiydi. Sol tarafta orta büyüklükte onlarca mukavva kutu istiflenmişti. Ona en yakın duranlardan birinin üzerinde Mutfaksan Mamulleri yazısı vardı. Gözden düşmüş mutfak malzemeleri olmalıydı. Kutular çok eprimişti. Yıllardır burada duruyor gibi bir halleri vardı. Başını çevirip sağ yanında yatan Dize’ye baktı. Saçları yüzünün sol tarafını yarı yarıya örtmüştü. Ağzından akan salya çenesinde kurumuştu.


Gökcan Şahin

Nefesi biraz hırıltılı olmakla birlikte düzgündü. Siyah ince ceketinin ön düğmesi o hengâmede kopmuştu. Gülkurusu tişörtü yukarı doğru toplandığı için çıplak karnı görünmekteydi. Kadın cenin gibi sağ tarafına kıvrılmıştı. Onun da elleri arkadan kelepçeliydi. Ayak bilekleri kalın bantlarla sımsıkı

bağlanmıştı.

Bunu

yapan

kemiklerini

birbirine

kaynatmayı

düşünüyordu herhalde. Mide kaslarını kullanarak kendini oturur duruma getirirdi. Neyse ki, baş ağrısı biraz dayanılır bir seviyeye inmişti. Katil onları teker teker yerde sürükleyerek getirmişti. Tozlu yerdeki iki iz yirmi metre ötedeki kapıya kadar uzanmaktaydı. Bu nedenle üstleri başları batmış, pantolonları kalça hizasında iyice tahriş olmuştu. Sol ayakkabısı bir buçuk metre kadar ileride ters şekilde durmaktaydı. Topuğun aşınmış yerine bakan Murat içini çekti. Bir mucize olmazsa pek yakında topuğun sahibi yeni aşınmalar icra edecek durumdan sıyrılacaktı. Başını arkaya doğru çevirerek kelepçelerini görmeye çalıştı. Sonra bundan vazgeçerek Dize’ninkilere baktı. Katil onların kelepçelerini kullanmıştı. Murat yedek bir anahtarı daima ayakkabısının topuğundaki oyuğa gizlerdi. Rastlantıyla o ayakkabı fırlamıştı ayağından. Ayağa kalksa bileğini sıkan bantlar yüzünden yürüyemezdi. En iyisi yuvarlanmaktı. Tam bunu yapacağı sırada kapı açıldı. Đçeriye siyah paltolu, lacivert kotlu, orta boylu biri girdi. Đki elinde birer metal yakıt çantası tutmaktaydı. Elindekileri kapıya yakın bir yere bırakıp onlara doğru yürüdü. Murat ölümün adımlarına büyülenmiş gibi bakmaktaydı. Katil onları burada benzinle canlı canlı yakmak üzereydi. “Final yerimi beğendiniz mi?”

126


Sıfır: “Çıkış Yok”

Murat sol ayakkabısına bakarak içini çekti. “Pek üsluplu sayılmaz. Đmar izninin rüşvetle alındığına bahse girerim.” Katil’in yüzünde kendini beğenmiş bir ifade belirdi. Yanına yaklaşınca durdu ve sağ ayakkabısının tozlanmış burnuyla Murat’ın ters duran ayakkabısına dokundu. “Burada bir kelepçe anahtarı sakladığınızı duymuştum. Doğru mu?” Murat içini yakan öfkenin şiddetine şaştı, ama bu itki ağzından fırlayan sövgü kelimelerine dönüşmedi. Egomanyağı tahrik etmenin bir âlemi yoktu. Fena halde kapana sıkışmışlardı. Kapı aralayıcıya güveniyordu hâlâ. Şu ana kadar her şey onun kontrolünde gibi yürümüştü. Birden pes etmiş, enerjisi sonlanmış olabilir miydi acaba? Genç adamın umudu vardı. Bu sessizlikte bir amaç, bir kurgu seziyordu. “Bunu nasıl bilebilirsin?” Tavırlarındaki şaşkınlık hali işe yaramıştı. Katil’in ince dudakları halinden memnunca gülümsedi. “Birim Sıfır’ın bütün bilgileri elimde. Üst düzey bir bilgisayar kırıcıya parayı bastın mı iş tamamdır.” Murat içinde kabaran ikinci öfke dalgasını mahsus örtmedi. Katilin kendini baş kurnaz sanmasının hayati önemi vardı. Birkaç dakika içinde cayır cayır yanmaları söz konusuydu. Adam ters giden bazı şeylerden sonuç çıkarmıştı haliyle. Merak eden yanı güçlüydü, ama bu nedenle işini bitirmeyi kolay kolay ertelemezdi. Yüzünde anlam veremediği şeyler hakkında doneler arıyordu. Profesyonel yanı aceleciydi. Ve bu yanı maalesef düğmeye basmak üzereydi. Ege’den şu ana kadar bir ses çıkmamıştı. Đzlerini kaybetmişti besbelli. Sonuncu kapı aralanmazsa işleri burada bitmişti. “Kendinizi erişilmez, matah kimseler mi sanıyorsunuz?”

127


Gökcan Şahin

Murat sağ avucunda soğuk bir temas hissettiğinde az kalsın bir çığlık koyuverecekti. Kendini güçlükle engelledi ve, “Bazı şeyler bayağı gizemli değil mi?” diye sordu. Sesinde istemeden beliren güven tonu etkili olmuştu. Katil iki adım atarak iyice yanına yaklaştı. Murat adamın Issey Miyake parfümünü kolaylıkla hissedebilmekteydi. Terle karışmış halini yalnız. Son birkaç saatte çok sıkı çalışmıştı. “Ne biliyorsun?” Murat gülümseyerek içini çekti ve sessiz kaldı. Katilin sağ ayakkabısı sol yanağına hafif bir darbe indirdi. “Ne biliyorsun dedim?” Bu arada Murat elinin ısısını almış metal nesneyi parmaklarıyla yoklamış ve bir sonuca varmıştı. “Cinayetleri niçin işlediğini,” dedi. “Ve de nerede şiddetli bir hata yaptığını.” Adamın merak ettiği nasıl olup da son kurban adayının izini bulabildikleriydi. Bunu yapabilen önceden onun da tepesine binebilirdi. Böyle devam ettiği sürece kibriti hemen çakmayacaktı. “Sonra?” Katilin yüzünde ona biraz daha zaman ayırmaya karar vermiş biri ifadesi vardı şimdi. Dize soluduğu tozlar nedeniyle öksürüp gözlerini açınca Murat ona göz kırptı ve, “Her şey eski arkadaşım Murat Savuşçugil’in Seb7a cinayetlerinin altıncı kurbanı olduğunun ortaya çıkmasıyla başladı,” dedi. Sesi yüksek tavanlı ardiyede yutuluyor gibiydi. Boğazını temizledi ve daha bir kendinden emin sözlerine devam etti. “Kendisini severdim. Polis okulunda birlikte... Çok iyi anlaşırdık. Öğrenimini

128


Sıfır: “Çıkış Yok”

yarıda kesip baba mesleğine döndü biliyorsunuz. O dönüş nedeniyle şimdi buradayız.” “Tıraşı kes, sadede gel.” “Peki, istediğin gibi olsun. Bizi ilaçlı kahve içirterek ele geçirdin. Kendini çok kurnaz sanıyorsun, ama yakayı ele verdin. Kapan kendini yeniden uyarladı. Şimdi yeme kanıp yakalanan av sensin.” Katilin öfkeden kızaran yüzü Murat’ın içini titretti. Adam hislerine kapılıp onları tabancayla vurabilirdi. Nitekim sağ eli kemerine taktığı tabancasına uzanmak için ilk on santimlik yolu almış ve duraklamıştı. Kendine güçlükle hâkim oluyordu. Aklının bir türlü ermediği şeylerden korkan yanı şarjördeki on dört kurşunu üzerlerine boşaltmak için sabırsızlanmaktaydı. Katil, “Çok candan yalvarırsanız belki sizleri feryatlı figanlı kebap yapmak yerine kurşun ezmesi takdim edebilirim,” dedi ve benzin çantalarına doğru yürümeye başladı. Bu arada yoluna çıkan ayakkabıyı bir tekmede beş altı metre öteye yollamıştı. Murat, Dize’ye baktı ve ‘bir bildiğim var’ sinyali yolladı. Genç kadın buna inanmak istiyor, ama başaramıyordu pek. Çok haklıydı. Saniyeleri bile sayılıydı artık. Öfkeli ve sıcak adımlar geriye harlı bir ateş olarak dönecekti.

BUZUL DÜNYA’da! www.buzuldunya.com

129


YAZARLAR Gökcan Şahin

3 Eylül 1988’de Sivas’ta doğdu. Đlköğrenim ve liseyi

Đstanbul’da tamamladı. 2006 yılından beri Yıldız Teknik Üniversitesi Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği'ne devam ediyor. Her ne kadar ömrü boyunca sayısal bölümlerde öğrenim görse de edebiyat, tarih, felsefe gibi sözel alanlara da ilgi duydu. Yazarlığa 2007’de başlayıp kısa zamanda elliden fazla öykü yazdı. Öyküleri ve yazıları Xasiork Ölümsüz Öykü Kulübü'nün internet sitesinde, Xasiork Dergi’de ve Gölge e-dergi'de yayınlandı. Henüz bir roman bitirememiş olsa da en yakın zamanda yazıp yayınevlerinin kapısını çalmayı düşünüyor. Şu sıralar Ozancan Demirışık’la birlikte, iki ayda bir Buzul Dünya adlı sanal yayınevi üzerinden yayınlanan SIFIR serisini yazıyor.

Ozancan Demirışık 12 Mart 1993 tarihinde doğdu ve kendini bildi bileli yazıyor. Đnternet üzerinde üç ayda bir yayınlanan Xasiork Dergi’nin ve kulüp bünyesinde yayınlanan e-kitapların editörlüğünü üstlendi. Önceleri ‘Genç Haberler’ internet sitesi ile ‘Beyaz Kapı’ adlı e-derginin de editörüydü. Karalama adlı öykü dergisinde ‘Seyirci’, Yüxexes Karakalem dergisinin ikinci sayısında ‘Kuşatma’ isimli öyküleri yayınlandı. Ejderhayurdu.com 1. Fantastik Hikâye Yarışması’nda birincilik ödülü aldı ve Xasiork 2006 Roman Yarışması’nda jüri özel teşvik ödülüne layık görüldü. Şu sıralar roman çalışmalarının yanı sıra, SIFIR dizisinin yazarlığını Gökcan Şahin'le beraber üstleniyor. Geleceğe dair planlarının vazgeçilmez adımı “yazmak, yazmak ve yazmak”tır.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.