Sıfır - Seb7a

Page 1


SIFIR Seb7a 7-8 = 0


YAZAR Sadık Yemni

EDĐTÖR Ozancan Demirışık

SON OKUMA Onur Selamet

KAPAK TASARIMI Gökcan Şahin

YAYIN TARĐHĐ Ekim 2009

Bu e-kitap Buzul Dünya Yayınları tarafından www.buzuldunya.com adresinde yayınlanmıştır. Tanıtıcı kısa yazılar dışında izin alınmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve paylaşılamaz.


ÖNSÖZ Hayal Tozu Gölgecisi SIFIR dizisine başlarken, bir gün Sadık Yemni’nin öyküsüne önsöz yazacağım aklımın ucundan bile geçmiyordu. Eğer Ozancan cesareti ve girişkenliğiyle,

‘profesyonel’

bir

yazar

olan

kendisine

bu

teklifi

götürmeseydi, geçmemeye de devam edecekti. Biliyorsun -künyeyi okuduysan tabii- üstadımız Sadık Yemni tüm SIFIR bölümlerinin son okumasını, bir nevi kalite kontrolünü yaptı ve bu seride bize çok destek oldu. Ona minnettarız. Eğer ileride bir şeyler yapmak isteyen acemi bir yazarsan böyle bir destek gerçekten çok işe yarıyor. Seriye misafir yazar katma fikrini bulduğumuzda da ilk aklımıza gelen kişi Sadık Yemni oldu. Hani ‘farklı tatlar’ diyoruz ya, bu bölümün farklı olan şeyi bizzat yazar oldu ve nam-ı diğer Hayal Tozu Gölgecisi’nin kabul etmesiyle bu ilkemizden yine vazgeçmemiş olduk. Bizim için bir hayli heyecan vericiydi. Kurduğumuz atmosferi, karakterleri Sadık Yemni’nin ağzından okuyacaktık. Bu, Stephen King’in The X-Files’a konuk olarak senaryosunu yazdığı Chinga bölümü gibi özel bir durum.


Sıfır: “Seb7a”

Ayrıca bu bölümde ciddi bir değişiklik daha var. Ozancan’la beraber kurduğumuz ve yayın hayatına yine Sadık Yemni’nin Zaman Tozları adlı romanıyla başlayan sanal yayınevimiz Buzul Dünya, SIFIR’ın yeni adresi oldu. Yenilenen kapakları ve düzenlenmiş haliyle serinin önceki üç bölümü de Buzul Dünya’dan çıktı. Bundan sonra da birçok eseri seninle buluşturmaya devam edeceğiz. Bu kez önsözü uzun tutmayacağım okuyucu. Ben de olsaydım burada oyalanacağıma direkt öyküye dalmak isterdim. Çünkü Seb7a öyle akıcı, öyle keyifli ki tadına doyamayacaksın. Şimdi… 26 Eylül 2009’a ışınlanıyorsun. Yer Beylikdüzü, saat gece yarısını biraz geçmiş…

Gökcan Şahin

5


AÇILIŞ SICAK SON


Sıfır: “Seb7a”

26 Eylül 2009 – 00.21 Beylikdüzü

Murat’ın kendine gelmesi gevşekçe duran bir mantarın şişeden sıyrılmasına benziyordu. Ayılmak kolay olmuştu, ama hissettiği baş ağrısı dayanılır gibi değildi. Eflatun tulumlu üç baş ağrısı işçisi canla başla çalışıyor gibiydi. Biri beynine beton deliciyle oyuklar açarken, diğeri demir zımparasıyla her milimetre kareyi elden geçirmekteydi. Üçüncüsü de o taze açılmış oyuklardan birine fitili yanan bir şeyi atmış ve iki eliyle kulaklarını sıkıca tıkamıştı. Murat’ın bilinci biraz daha dirilince büyük bir ardiyede olduklarını gördü. Geceydi. Tavanda yanan flüoresanlar sayesinde görüş çok iyiydi. Sol tarafta orta büyüklükte onlarca mukavva kutu istiflenmişti. Ona en yakın duranlardan birinin üzerinde Mutfaksan Mamulleri yazısı vardı. Gözden düşmüş mutfak malzemeleri olmalıydı. Kutular çok eprimişti. Yıllardır burada duruyor gibi bir halleri vardı. Başını çevirip sağ yanında yatan Dize’ye baktı. Saçları yüzünün sol tarafını yarı yarıya örtmüştü. Ağzından akan salya çenesinde kurumuştu. Nefesi biraz hırıltılı olmakla birlikte düzgündü. Siyah ince ceketinin ön düğmesi o hengâmede kopmuştu. Gülkurusu tişörtü yukarı doğru toplandığı için çıplak karnı görünmekteydi. Kadın cenin gibi sağ tarafına kıvrılmıştı. Onun da elleri arkadan kelepçeliydi. Ayak bilekleri kalın bantlarla

7


Sadık Yemni

sımsıkı

bağlanmıştı.

Bunu

yapan

kemiklerini

birbirine

kaynatmayı

düşünüyordu herhalde. Mide kaslarını kullanarak kendini oturur duruma getirirdi. Neyse ki, baş ağrısı biraz dayanılır bir seviyeye inmişti. Katil onları teker teker yerde sürükleyerek getirmişti. Tozlu yerdeki iki iz yirmi metre ötedeki kapıya kadar uzanmaktaydı. Bu nedenle üstleri başları batmış, pantolonları kalça hizasında iyice tahriş olmuştu. Sol ayakkabısı bir buçuk metre kadar ileride ters şekilde durmaktaydı. Topuğun aşınmış yerine bakan Murat içini çekti. Bir mucize olmazsa pek yakında topuğun sahibi yeni aşınmalar icra edecek durumdan sıyrılacaktı. Başını arkaya doğru çevirerek kelepçelerini görmeye çalıştı. Sonra bundan vazgeçerek Dize’ninkilere baktı. Katil onların kelepçelerini kullanmıştı. Murat yedek bir anahtarı daima ayakkabısının topuğundaki oyuğa gizlerdi. Rastlantıyla o ayakkabı fırlamıştı ayağından. Ayağa kalksa bileğini sıkan bantlar yüzünden yürüyemezdi. En iyisi yuvarlanmaktı. Tam bunu yapacağı sırada kapı açıldı. Đçeriye siyah paltolu, lacivert kotlu, orta boylu biri girdi. Đki elinde birer metal yakıt çantası tutmaktaydı. Elindekileri kapıya yakın bir yere bırakıp onlara doğru yürüdü. Murat ölümün adımlarına büyülenmiş gibi bakmaktaydı. Katil onları burada benzinle canlı canlı yakmak üzereydi. “Final yerimi beğendiniz mi?” Murat sol ayakkabısına bakarak içini çekti. “Pek üsluplu sayılmaz. Đmar izninin rüşvetle alındığına bahse girerim.” Katil’in yüzünde kendini beğenmiş bir ifade belirdi. Yanına yaklaşınca durdu ve sağ ayakkabısının tozlanmış burnuyla Murat’ın ters

8


Sıfır: “Seb7a”

duran ayakkabısına dokundu. “Burada bir kelepçe anahtarı sakladığınızı duymuştum. Doğru mu?” Murat içini yakan öfkenin şiddetine şaştı, ama bu itki ağzından fırlayan sövgü kelimelerine dönüşmedi. Egomanyağı tahrik etmenin bir âlemi yoktu. Fena halde kapana sıkışmışlardı. Kapı aralayıcıya güveniyordu hâlâ. Şu ana kadar her şey onun kontrolünde gibi yürümüştü. Birden pes etmiş, enerjisi sonlanmış olabilir miydi acaba? Genç adamın umudu vardı. Bu sessizlikte bir amaç, bir kurgu seziyordu. “Bunu nasıl bilebilirsin?” Tavırlarındaki şaşkınlık hali işe yaramıştı. Katil’in ince dudakları halinden memnunca gülümsedi. “Birim Sıfır’ın bütün bilgileri elimde. Üst düzey bir bilgisayar kırıcıya parayı bastın mı iş tamamdır.” Murat içinde kabaran ikinci öfke dalgasını mahsus örtmedi. Katilin kendini baş kurnaz sanmasının hayati önemi vardı. Birkaç dakika içinde cayır cayır yanmaları söz konusuydu. Adam ters giden bazı şeylerden sonuç çıkarmıştı haliyle. Merak eden yanı güçlüydü, ama bu nedenle işini bitirmeyi kolay kolay ertelemezdi. Yüzünde anlam veremediği şeyler hakkında doneler arıyordu. Profesyonel yanı aceleciydi. Ve bu yanı maalesef düğmeye basmak üzereydi. Ege’den şu ana kadar bir ses çıkmamıştı. Đzlerini kaybetmişti besbelli. Sonuncu kapı aralanmazsa işleri burada bitmişti. “Kendinizi erişilmez, matah kimseler mi sanıyorsunuz?” Murat sağ avucunda soğuk bir temas hissettiğinde az kalsın bir çığlık koyuverecekti. Kendini güçlükle engelledi ve, “Bazı şeyler bayağı gizemli değil mi?” diye sordu.

9


Sadık Yemni

Sesinde istemeden beliren güven tonu etkili olmuştu. Katil iki adım atarak iyice yanına yaklaştı. Murat adamın Issey Miyake parfümünü kolaylıkla hissedebilmekteydi. Terle karışmış halini yalnız. Son birkaç saatte çok sıkı çalışmıştı. “Ne biliyorsun?” Murat gülümseyerek içini çekti ve sessiz kaldı. Katilin sağ ayakkabısı sol yanağına hafif bir darbe indirdi. “Ne biliyorsun dedim?” Bu arada Murat elinin ısısını almış metal nesneyi parmaklarıyla yoklamış ve bir sonuca varmıştı. “Cinayetleri niçin işlediğini,” dedi. “Ve de nerede şiddetli bir hata yaptığını.” Adamın merak ettiği nasıl olup da son kurban adayının izini bulabildikleriydi. Bunu yapabilen önceden onun da tepesine binebilirdi. Böyle devam ettiği sürece kibriti hemen çakmayacaktı. “Sonra?” Katilin yüzünde ona biraz daha zaman ayırmaya karar vermiş biri ifadesi vardı şimdi. Dize soluduğu tozlar nedeniyle öksürüp gözlerini açınca Murat ona göz kırptı ve, “Her şey eski arkadaşım Murat Savuşçugil’in Seb7a cinayetlerinin altıncı kurbanı olduğunun ortaya çıkmasıyla başladı,” dedi. Sesi yüksek tavanlı ardiyede yutuluyor gibiydi. Boğazını temizledi ve daha bir kendinden emin sözlerine devam etti. “Kendisini severdim. Polis okulunda birlikte... Çok iyi anlaşırdık. Öğrenimini yarıda kesip baba mesleğine döndü biliyorsunuz. O dönüş nedeniyle şimdi buradayız.” “Tıraşı kes, sadede gel.”

10


Sıfır: “Seb7a”

“Peki, istediğin gibi olsun. Bizi ilaçlı kahve içirterek ele geçirdin. Kendini çok kurnaz sanıyorsun, ama yakayı ele verdin. Kapan kendini yeniden uyarladı. Şimdi yeme kanıp yakalanan av sensin.” Katilin öfkeden kızaran yüzü Murat’ın içini titretti. Adam hislerine kapılıp onları tabancayla vurabilirdi. Nitekim sağ eli kemerine taktığı tabancasına uzanmak için ilk on santimlik yolu almış ve duraklamıştı. Kendine güçlükle hâkim oluyordu. Aklının bir türlü ermediği şeylerden korkan yanı şarjördeki on dört kurşunu üzerlerine boşaltmak için sabırsızlanmaktaydı. Katil, “Çok candan yalvarırsanız belki sizleri feryatlı figanlı kebap yapmak yerine kurşun ezmesi takdim edebilirim,” dedi ve benzin çantalarına doğru yürümeye başladı. Bu arada yoluna çıkan ayakkabıyı bir tekmede beş altı metre öteye yollamıştı. Murat, Dize’ye baktı ve ‘bir bildiğim var’ sinyali yolladı. Genç kadın buna inanmak istiyor, ama başaramıyordu pek. Çok haklıydı. Saniyeleri bile sayılıydı artık. Öfkeli ve sıcak adımlar geriye harlı bir ateş olarak dönecekti.

11


BİRİNCİ KAPI


25 Eylül 2009 Cuma – 06.03 Đstiklal Caddesi

Varan 6 Đşadamı Murat Savuşçugil gece evinde ölü bulundu. Seb7a katilinin son kurbanı acaba kim olacak?

Sabahın altısında hayatı boyunca sahip olduğu en yakın arkadaşının öldüğünü duymak Murat Arıkan’da sersemletici bir etki yapmıştı. Haberi yalanlarcasına internetten çeşitli gazeteleri taradı. Bunu yapmak sadece üzüntüsüne fazladan öfke eklemesine neden oldu. Çünkü arkadaşının öldürülme nedeninin tahmin etmek isteyen gazeteciler aile hayatıyla ilgili olmadık, çoğu düzmece olan bilgileri birinci sayfalara taşımışlardı. Seb7a seri katili on gün içinde altı cinayet işlemişti. Katil öldürdüklerinin alınlarına suçlama etiketi yapıştırmaktaydı. Brad Pitt, Kevin Spacey ve Morgan Freeman’lı Se7en filminden esinlendiği çok açık olan cinayetlere bu nedenle Seb7a adı verilince hemen tutmuştu. Maktullerin her biri bir günah işlemekle suçlanmaktaydı. Ramazan’ın sonunda başlayan cinayetler devam edince sadece Türkiye’nin değil dünyanın da dikkati Đstanbul’a çevrilmişti. Müslüman bir seri katil yabancı medya için çok ilginç bir haberdi. Türkiye içinde çalkantısı da muazzamdı haliyle. Ergenekon’un en yeni dümeni, Türkiye’nin demokratik açılımını baltalamak isteyen masonlar,


Sadık Yemni

irticayı getirmek isteyenle köktendincilerin girişimi falan gibi sayısız komplo öyküleri gündemdeydi. Türkiye’deki tanınmış din âlimleri her akşam bir kanala çıkarak bu cinayetleri yorumlayan ve yeren konuşmalar yapmaktaydı. Suriye ile karşılıklı vizelerin kaldırılması, Đran’a yapılacak muhtemel bir saldırı haberleri ve bölgedeki diğer sıcak gelişmeler arka plana itilmişti. Murat soğuk duşun altında dakikalarca durarak düşündü. Ne yapacaktı? Polis inanılmaz büyük bir ekiple elinden geleni yapmaktaydı. Gene de içinden bir ses yedinci cinayetin ardından katilin sessizleşmesiyle yavaşça gündemden ve araştırmalardan sıyrılması olasılığının büyük olduğunu fısıldamaktaydı. Çünkü polise uygulanan baskı büyüktü ve şu ana kadar tutarlı hiçbir açıklama yapamamışlardı. Đçerden bir arkadaşından aldığı haberlerden çelişkili deliller nedeniyle araştırma ekibinin kafasının çok karışık olduğunu bilmekteydi. Kurulanırken adaşıyla birlikte geçirdiği iki unutulmaz yılı düşündü. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Birlikte film izler ve saatlerce üzerine konuşurlardı. Karakterleri biraz farklıydı, ama zevkleri aşırı benzeşmekteydi. Kısa zamanda leb demeden leblebiyi anlar duruma gelmişlerdi. Adaşı babasının ısrarlarına dayanamamış ve polislikten vazgeçerek ticaret hayatına atılmıştı. Bu durum dostluklarının sağlamlığını test etmişti. Aradan geçen onca yılda bile ara sıra görüşen ve birbirlerine nazı geçen arkadaşlar olarak kalmışlardı. Murat’ın hayatında dostum diyebileceği başka bir arkadaşı olmamıştı. Birim

Sıfır’da

çalışmak

samimi

arkadaş

edinmesini

neredeyse

imkânsızlaştırmıştı. Đyi arkadaş olmak karşılıklı zaman ve sabır harcanması

14


Sıfır: “Seb7a”

gereken bir süreçti. Murat bu lükse sahip değildi artık. Bir serüvenden diğerine sürüklenmekteydi çünkü. Murat yanında sabah kahvesiyle tekrar bilgisayarın başına oturdu ve maktullerle ilgili bilgileri derledi. Cinayet sırasını, istinat edilen günahları ve semtleri alt alta yazdı.

1. Cinayet

- 20 Ocak Pazar - Ali Evran (37) –

Namuslu kadına iftira – Samatya. Oturduğu kiralık daire.

2. Cinayet - 21 Ocak Pazartesi - Đhsan Özçavuş (44) – Şirk koşmak – Salacak – Kendi evi.

3. Cinayet – 22 Ocak Salı - Yener Düzgün (21) – Anaya babaya asi olmak – Bakırköy – Boş bir daire

4. Cinayet - 23 Ocak Çarşamba - Cemal Fersan (55) – Büyücülük falcılık – Kadıköy – Kendi dairesi

5. Cinayet - 24 Ocak Perşembe - Cem Demir (32) – Cinayet – Eyüp – Kiralık daire

6. Cinayet - 25 Ocak Cuma - Murat Savuşçugil (37) – Yetim malı yemek – Çengelköy - Kendi villası

15


Sadık Yemni

Altıncı cinayetten sonra medya coşmuştu. Yeni cinayet teorileri de pıtrak gibi dökülmeye devam etmekteydi. Bunlardan en çok prim yapanı, ‘Çeşitli hadisi şerifler göz önüne alınırsa büyük günahların sayısı sekizdir ve iki cinayet daha işlenecek,’ diyeniydi. Seb8a’ya Đki Gün Kala şeklindeki bir başlık bile uydurmuşlardı.

1- Allah’a şirk, ortak koşmak. 2- Büyücülük 3- Katillik 4- Harpten kaçmak 5- Yetim malı yemek 6- Faizcilik 7- Namuslu kadına iftira etmek 8- Ana babaya asi olmak

Murat dostuna isnat edilen günahın temelsiz olduğunu çok iyi bilmekteydi. Adaşının babası seri bloklar inşa eden bir mega müteahhitti. Kurtuluş’ta yetimler yurdu olarak kullanılan bir binayı yıkarak havuzlu bir apartman dikmişti. Murat Savuşçugil babasının iş ortağıydı. Yetimler yurdu bir vakfa aitti ve aylardır işletilmemekteydi. Bina boş durmaktaydı. Vakıf bankadan aldığı borcu ödeyemediği için binaya haciz gelmişti. Murat’ın babası açık artırmada en çok fiyatı ödeyen kimseydi. Bir gazetenin iç sayfalarında Yetimlerin Hakkı Yıkıldı diye bir yazı çıkmıştı. Sonradan gazetenin hakkında tekzip yayınlandığı bu haber sabahtan beri her yerdeydi.

16


Sıfır: “Seb7a”

Murat’ın sezgileri ilk kez soğuk bir gerçeğe dokunmuştu. Bu günah cinayetlerinde bir şeyler amacının çok dışına taşmıştı. Bilgisayarın saati daha yediyi on geçmekteydi. Normal birini aramak için erkendi, ama bir adli tıp pataloğu için erken ve geç kavramları bayağı normal dışıydı. Cep telefonunu alarak bir numarayı tuşladı. Stratejik numaralar dediği numaraları asla bir yere yazmaz, kullandığı telefonların belleğine kaydetmezdi. Her ay yeni bir SIM kartı alır ve 32. gün o numarayla ilişkisini keserdi. “Alo Đlhan.” “Ben Murat Arıkan. Sesin bayağı diri geliyor.” “Buradaki ölüler nedeniyle olmalı. Yine ne var?” “Şu Seb7a cinayetleriyle ilgili. Duyduğuma göre gelenlerle sen ilgilenmekteymişsin.” “Sorma. Bayağı medyatikleştim bu yüzden. Şimdi arabamı park ettiğim yerde kesin üç-beş kişi bekliyordur.” “Gözümüz yok da neden olsun. Bir anomali lafıdır gidiyor. Nedir arıza?” Karşı hatta bir sessizlik olunca Murat adamın haklı yere telgrafın tellerine konan kuşları düşündüğünü hissetti. “Öyle bir şey yok. Üstelik şu anda yorgunum Muratçım. Gece boyu çalıştım. Bütün isteğim bir saat sonra arabama binip eve gidip yatmak.” “Anladım. Başka zaman ararım o zaman.” “Tamam.” Murat yıldırım hızıyla giyindi ve evden fırladı. Yan sokağa park ettiği arabasına doğru yürüdü. Yollar açık olduğu için yarım saatte Davutpaşa’ya varmıştı. Đhsan dakikti. Sokakta turlayarak dakikaların geçmesini bekledi.

17


Sadık Yemni

Tam vaktinde Hekimoğlu Ali Paşa camiinin arka tarafında siyah Toyota’sıyla belirdi. Sokak tenha olduğu için takipçi falan yoktu. Kaldırıma park etti ve dışarı çıktı. Bir doksan boyunda, gür saçları neredeyse kaşlarından hemen üstünden başlayan iri yarı bir adamdı Đlhan. On yılı aşkındır tanışıyorlardı. Güvenilir, ağzı sıkı biriydi. “Murat Savuşçugil çok yakın arkadaşınmış ha?” Murat adama bundan söz ettiğini hiç hatırlamıyordu. “Nereden biliyorsun?” diye sordu. Đlhan çokbilmişçe sırıttı. “Medya işin içine balıklama dalmış durumda. Ayrıntı avcılığı önemli. Birazdan senin de peşine düşer haber avcıları.” Murat’ın gözü tenha sokağın diğer ucunda belirecek arabalarda, “Bazı gariplikler varmış.“ dedi. Đlhan’ın iri mavi gözleri heyecanla parladı. “Tam senlik Murat. Aramasaydın, ben sana şifreli bir mail atacaktım. Birkaç nokta... Tuhaf. Cem Demir’in cesedi Perşembe günü bulundu, ama öleli iki gün olmuştu. 22 Eylül Salı günü bulunan Yener Düzgün’le aynı saatlerde öldürüldüğünden neredeyse eminiz. Yener Düzgün’den farkı şu: Cem Demir başka yerde vurulmuş. Bulunduğu yere sonradan getirilmiş.” Đlhan sözlerine ara verince Murat başını onun baktığı tarafa çevirdi. Sokağın diğer ucundan limon sarısı bir BMW yaklaşıyordu. Đçinde uykulu yüzlü şişmanca bir kadın vardı. Bukleli turuncumsu boyama saçlarıyla bir soprano eskisini andırmaktaydı. Medya mensubuna benzer bir hali yoktu. Onlara sıradan ilgiyle bakarak yanlarından geçti gitti.

18


Sıfır: “Seb7a”

“Esas ilgileneceğini sandığım şey dördüncü cinayetin kurbanı Cemal Fersan,” dedi Đlhan. “Adam falcıymış malum. Đstanbul’da bir yıldır bulunmasına rağmen tanınmış biriymiş. Kapı Aralayıcı diye lakabı varmış. Nedir tam bilmiyorum. Đşlerden televizyon falan izlemeye zaman yok. Milli takımın basket maçlarını bile sonradan bilgisayardan izliyorum. Neyse... Adamın beyninde ortalama fındık büyüklüğünde yüz yirmi üç ur vardı. Yüz yirmi üç tane. Hemen hemen her bölgede. Böyle ikişerli ve üçerli kümeler halinde. Bunca yıllık pataloğum, böyle bir şeye hiç rastlamadım.” “Gerçek bir medyum mu yani?” “Onu bilmem, ama yaşaması bir mucize. Bu tümörler beyne korkunç bir basınç uyguluyor olmalı. Bildiğim kadar adam öldürülene kadar günde on saat müşteri kabul etmekteydi ve çok sıhhatli bir görünümü vardı.” “Đlginç. Peki, bu iş... Bir katil mi, yoksa ekip işi mi sence?” “Bence ekip işi. Plan çok kurnazca kurulmuş. Bir cinayet daha işler durursa bulunmayabilir. Eldeki DNA bazlı deliller çok karmaşık. Ve de çelişkili. Cem Demir örneğin, Ali Evran’ın katili ya da cinayet tanığı olabilir pekâlâ. Cinayet mahallinde onla ilgili genetik malzeme bulundu. Tam ayrıntıyı bilmiyorum, ama buna benzer başka karışıklıklar da var diye duydum. Sen ne diyorsun bunlara?” Murat içini çekerek adamın yüzüne baktı ve başını salladı. “Bakalım önce bazı şeyleri araştırmak lazım.” “Adaşına üzüldüm. Cinayetin peşine düşeceğini okuyorum yüzünden. Çok dikkatli ol. Yüz kırk polis, dedektif ve medya deli gibi uğraşıyor ama hâlâ bir sonuç alamadılar.” “Sağ ol Đlhan. Seni yordum.”

19


Sadık Yemni

Đlhan dostça gülümsedi ve, “O kimyasalların içinden çıktıktan sonra biraz hava almak hiç de fena olmadı,” dedi. Murat adamın elini sıktı, sarılıp öpüştüler ve arabasına doğru yürüdü. Gözünün

önünde

adaşıyla

son

buluşmaları

canlanmıştı.

Karısından

boşanmıştı. Hem üzgündü, hem de cendereli bir ilişkiden sıyrılmanın rahatlığını aynı anda yaşamaktaydı. Arada çocuk olmadığı için ayrılmaları sorun çıkarmayacaktı. Adaşının konuşacak birine gereksinimi vardı. Bir dosta. Onu aramıştı. Bir yerde yemek yemişler ve sonra onun evine giderek sabaha kadar sohbet etmişlerdi. Ufukta yeni bir sevgili vardı. Hayat devam ediyordu yani. Aradan neredeyse yarım yıl geçmişti. Gece boyunca heyecanla yeni hayatını nasıl tanzim edeceğini anlatıp duran adam şimdi morgun soğuk raflarından birinde konuktu. Đsnat edilen günah gibi bu büyük bir haksızlıktı. Đntikamı alınmalıydı.

***

Dize çantasından çıkardığı aspirini fincanındaki son yudum kahveyle yutarken Murat içeri girdi. Salaşen Kafesi, Cuma öğleni için bayağı kalabalıktı. “N’aber?” “Yaz sonu gribim hariç iyiyim.” Murat karşısına otururken düşünüyormuş gibi yaptı ve, “Bu son gribin o halde,” dedi. Dize’nin kaşları merakla yükselince, “Ben yılda üç kez grip

20


Sıfır: “Seb7a”

olurum diyen sen değil miydin?” diye ekledi. “Bu üçüncü. Üç ay boyunca başka grip yasak.” Dize bir ara böyle bir laf ettiğini hatırlamıştı. Murat’ın yüzündeki savaş boyaları sürünmüş ifade nedeniyle grip makamında devam etmedi. “Murat Savuşçugil adını gazetelerde görünce şoke oldum,” dedi. “Nasıl böyle... Bir şey öğrendin mi?” Murat yan gözle servis için masalarına doğru gelen kıza baktı. “Pek değil, ama içimde bir his çok yakında sağlam ipuçları bulacağımızı söylüyor.” Bu sözler Dize’de temenniden daha öte derin bir etki yapmıştı. Sezgileri cayır cayırdı. Đçinde Seb7a katiline karşı duyduğu öfkeyi kat kat aşan bir dalga yükselmekteydi ve bunun gribin yan etkileriyle bir ilişkisi yoktu. Biri buzlu, diğeri sıcak iki çay ve tuna balıklı sandviç ısmarladılar. Uzun boylu, dar kalçalı kız elindeki elektronik deftere not alıp gitti. Murat sağ elinin işaret parmağıyla masanın üzerindeki pirinç tablaya dokundu. Yüzeyinde kocaman bir kırmızı 7 rakamı vardı. “Bu masayı mahsus mu seçtin?” Dize rakama dikkat etmemişti. Hayretle omuzlarını silkti. “Ben içeri geldiğimde tek boş yerdi. Hemen oturuverdim.” “Bir sonraki cinayetin işlenmesine 24 saatten az kaldı,” dedi Murat. “Đçimden bir ses…” Dize’nin sonradan çölde vaha görmeye benzer diyeceği bir şey onları içine aldığında Murat’ın ağzı şaşkınlıkla aralandı. Dize kendi suratını aynada görüyor hissine kapıldı. Tam önlerinde tahtadan bir kapı belirmişti. Yetkin bir dörtgen olmayan, yüzeyleri birazcık dışa boğumlu gibi algılanan kasasına

21


Sadık Yemni

neredeyse dokunacakları kadar yakındı. Kapı ardına kadar açıktı ve göz alabildiğine görünen yer kafe değildi. Kafedekilerin konuşma uğultuları da iyice alçalmıştı. Kapının ardında görünen yer bir sokaktı. Sağ tarafta bir dizi araba park etmişti. Sol taraftaki kaldırımlarda ağaçlar görünüyordu. Sokağın asfaltı yer yer yıpranmıştı. Baktıkları yerden yukarı doğru hafif bir meyille yükselmekteydi. Grimsi binaların ön yüzlerindeki çanak antenler dizi merakımızın alamet-i farikası gibiydi. Tanıdık bir yerdi ama Dize neresi olduğunu çıkartamıyordu. “Görüyor musun Murat?” dedi güçbelâ konuşarak. Murat başıyla olumladı. “Ne... Ne oluyor sence?” “Bilmem. Serap gibi.” Kapı yavaşça kapanınca konuşma uğultuları yükseldi. Servise bakan kız elinde tepsi hemen diplerinde durmaktaydı. Đkisini de dalgınlaştıran şeyi anlamaya çabalıyordu herhalde. Yirmi beşten büyük olmayan, hoş yüzlü bir kızdı. Parlak koyu kahverengi gözleri anlayış ışıldamaktaydı. Sabahtan akşama kadar kim bilir ne tiplerle karşılaşıyordu. Kız iki sandviç tabağını ve çayları masaya koydu ve gitti. Đki adet buzlu çay getirmişti. Dize’nin iyice seyreltik bir hayaleti kızın ardından yetişip ısı farkının hesabını sorarken Murat’a baktı. Adam yeni toparlanıyordu. “Neydi bu?” Murat çok tanıdık gelen bir hareketle krem rengi yazlık ceketinin sol cebinden sigara paketi ve gümüş bir çakmak çıkardı. Dudaklarına iliştirdi. Çakmağıyla yaktı.

22


Sıfır: “Seb7a”

Dize sigaradan nefret etse de, benzin kokusunu severdi. Grip nedeniyle yarısını hissedebildiği kokuyu içine çekti. Bu zamanda benzinli çakmak kullanan kaç kişi vardı koskoca Đstanbul’da? Murat gri mavi dumanları dışarıya saldı ve, “Bu bir davetiye,” dedi. “Đnanmayacaksın belki, ama günün ilk sigarası bu. Birinci şokla unutmuştum, ikinciyle hatırladım.” Dize eliyle yüzüne gelen dumanları yelledi ve sessiz kaldı. Murat’ın yakıştırmasıyla yüzde yüz hemfikirdi. Ayrıca ikinci davetiyenin pek yakında olduğunu sezmekteydi. Bardağa doğru eğilerek kamıştan soğuk sıvıyı içine çekti. Ağrıyan boğazına aldırdığı falan yoktu. Zaten kanındaki adrenalin yüzdesinden ürken grip iyice gerilere pısmıştı.

23


İKİNCİ KAPI


Sıfır: “Seb7a”

25 Eylül 2009 – 14.45 Sıraselviler

“Đşler karışık Murat,” dedi Kenan. Blucin takımın içine kaslı bedeninin sergileyen dar bir sarı tişört giymişti. Kısaca boylu, kumral, yeşil gözlü ve yakışıklı bir adamdı. Seb7a cinayetlerini araştıran ekibin kodamanlarındandı. Aralarında sık sık bilgi alışverişi yaparlardı. Telefon edince yakınlarda olduğu için bir saat içinde Taksim’e gelmişti. Sıraselviler’de kapısı açık duran bir apartmanın girişinde ayaküstü konuşmaktaydılar. “Gizli servis muhabbetinden bile şüphelenir olduk. Kurbanlar ve katiller arasındaki bağlar çok çelişkili.” “Takım işi mi yani?” Kenan gözü sokaktan gelip geçenlerde başıyla olumladı. “Hepsi bu mu?” Kenan dürüstçe sırıttı. “Belli olmuyor mu? Ha... O sorduğun şeyi...” Đç cebinden üzerinde bir isim ve telefon numarası yazan kâğıdı uzattı. “Betül Tanbozum. Cemal Fersan’ın asistanı. Kendisini sorguya çektik. Kadın yıkılmış. Bay Fersan’ı öve öve bitiremedi. Bir şey bilmiyordu haliyle. Akşam yedi buçukta kadın klinikten ayrılmış. Sonra da ertesi gün, sabah on civarında ölüsünü bulmuş adamın.” “Klinik mi?” “Adam işyerine Umarhane Kliniği adını vermiş.”

25


Sadık Yemni

“Bak sen...” “Bu işlere inanmam pek, ama adam hakkında çok övücü sözler işittim. Hepsi bu kadar. Ben kaçayım. Yapacak bir yığın iş var.” “Eyvallah Kenan. Görüşürüz yine.” “Bir şey duyarsam dişe dokunur sana haber veririm. Ve...” Kenan’ın gülümseyen yüzü ciddileşmişti birden. “Murat Savuşçugil’in kaybına hepimiz çok üzüldük. Şimdi sen duramazsın artık. Çok dikkatli ol. Bu iş sakat sana söyleyeyim. Çok sakat hem de. Ayağını sağlam bas.” “Merak etme lan.” “Senin fıstık geliyor.” “Gördüm.” “Hâlâ bir şey yok aranızda belli.” “Öyle. Hadi güle güle.” “Sözlerimi unutma Murat. Đş çok çetrefilli. Arkana iyi mukayyet ol.” “Kulağıma küpe yaptım sözlerini.” “Aferin sana.” Kenan eliyle onlara doğru yaklaşan Dize’ye selam vererek yokuş aşağı tarafa doğru hızlı adımlarla yürüdü. “Bir şey var mı?” Murat kadının kırmızı burnuna, gripten ufalmış gözlerine rağmen güzel göründüğünü düşünerek içini çekti ve, “Bol bol öğüt ve bir telefon numarası,” dedi. “Şuradaki internet kafede Google Earth’e girdim ve Đstanbul’un tahmin ettiğim sokaklarına baktım. Bulamadım. Zaman azdı. Bir tahminim var ama yine de. Sanki yakınımızda. Cihangir’de bir sokaktı gördüğümüz. Senle şöyle bir turlasak belki...”

26


Sıfır: “Seb7a”

“Öyle yapalım.” “Önce senin evden dizüstünü alalım. Đhtiyacımız olacak, belli.” “Tamam.” Dize koluna girdi ve Murat’ın evine doğru yürümeye başladılar. Kasıtlı olarak kaldırım değiştirerek ve yolu uzatarak yürümekteydiler. Murat birilerinin peşlerine takılması için erken olduğunu düşünmekteydi. Ama o aralanan kapı işi vardı tabii. Bir şey onları bulmuştu çoktan. “Sence o şey yinelenecek mi? “Sanırım,” dedi Murat ve cep telefonunu çıkartarak Betül Tanbozum’u aradı. Kadının telesekreteri çıkınca adını söyleyip kendisiyle acilen görüşmek istediğini bildirdi. “Kimdi o?” Murat söyleyeceği şeyleri düşündü, ama bunu kelimelerle ifade edemedi. Yürüdükleri kaldırımda hemen önlerinde o kapı belirmişti. Az ötede iki kadın durmuş laflamaktaydı. Yanlarından geçen arabanın şoförü gözüyle park yeri aranmasına rağmen kapıyı görmemekteydi. Bakışları o tarafa yönelmiyordu çünkü. Đkisi de bu defa daha hazırlıklıydılar, ama Murat’ın telefonu çalınca yine de irkildiler. Murat hayalde gibi telefonu alıp kulağına götürdü. Bu arada yüzü daha önce gördüğü sokağa çevrikti. Park etmiş arabalar, yokuşun eğimi, birbirine yaslanık duran binaların tek tipliği falan biraz tanıdık gelmişti. “Murat Arıkan Bey’le mi..? Aman Allah’ım. Siz... Murat Bey, görüyorsunuz değil mi?” Her şey normale dönünce Murat seslerin anlamını da çözebilmeye başlamıştı. Tuşa basarak konuşmayı hoparlörden vermeye başladı.

27


Sadık Yemni

“Kimsiniz efendim?” “Ben Betül Tanbozum. Nasıl... Allah’ım... Đnanılmaz bir şey değil mi?” “Ne gibi? Siz..?” “Kapı aralanıyor. Umar kapısı. Ah ne... Nasıl bir şey bu? Nasıl kıydılar?” Murat, Dize’nin şaşkın yüzüne bakarak, “Neredesiniz şu anda Betül Hanım?” diye sordu. Đkisi de 25 Eylül Cuma gününün bir dizi şoka gebe olduğunu hissetmenin huşusal sarmalındaydılar.

***

Betül Hanım Salaşen’deki randevusuna iki dakika erken gelmişti. Elli ortalarında iri siyah gözlü, boyama siyah saçlı, köfte dudaklı tombik bir kadındı. Ayağındaki yarım topuklu ayakkabıyla taş çatlasa bir altmış boyundaydı. Ruj sürmemiş ve kahverengi, bordo ve beyaz desenli bir elbise giymişti. Sevecen bir hali vardı ve matemde olmasına rağmen bir enerji yumağı gibi yürüyordu. Tam Umarhane kliniğine uygun bir tipti. El sıkıştılar ve oturdular. Kadının gözleri doluydu. Diğer yandan heyecanlıydı. Yerinde duramıyordu. “Murat Bey, telefonda konuşurken bir an...” Dize kadına gülümsedi ve, “Sizin telefonla bağlanmışken o kapıyı hissedebilmeniz çok ilginç,” dedi. “Cemal Bey çok üst düzey bir gönül insanıydı,” dedi Betül Hanım. “Đnsanlara baht kapısı aralamaya çalışırdı. Üç buçuk yıl yanında çalıştım. Böyle dürüst bir insan tanımadım ömrümde. Bir katil nasıl kıyabilir? Çok has bir Müslüman’a nasıl reva görebilir bunu? Bunu yapan Allahsız. Cemal Bey

28


Sıfır: “Seb7a”

dört öğrenci okutuyordu. Cuma namazlarını hiç kaçırmazdı. Kimseye olmayacak vaatlerde bulunmazdı. Hâlâ inanamıyorum. Ve de...” Dize kadının çok sıkıntılı olduğunu bildiği için sözünü kesmeden dinlemişti. Murat topu ona atmıştı. “Đlaçla ayakta duruyorum Dize Hanım,” dedi Betül Hanım ve gülümsedi. Yanakları ıslaktı. O sırada ilk geldiklerinde servise bakan uzun boylu kız yanlarına gelmişti. Aynı masada oturmaktaydılar. Üç orta kahve söylediler. Betül Hanım narçiçeği çayı var mı diye sorup olumsuz cevap alınca kahve içmeye karar vermişti. Dize kadının anlattıklarından tek bir sonuç çıkarmıştı. Cemal Fersan gerçek

bir

medyumdu.

Bunu

falcılıktan

çok

sağaltım

yönünde

kullanmaktaydı. Seansa katılan insanlara tavsiyeler veriyordu. Bunu kendi deyimiyle kapı aralayarak yapmaktaydı. Betül Hanım onlar için açılan kapıyı telefon hattının öbür tarafından aynen görmüştü. “Sizce Cemal Bey bizle ilişki mi kuruyor?” Betül Hanım kendinden çok emin başını salladı. “Evet. Kim bilir hangi amaçla... Bir şeyi işaret ettiği kesin.” Kahvelerini içerken havadan sudan sohbetin içine araştırmaya yarayacak soruları eklediler. Sonuç pek değişmemişti. Betül Hanım ikizler burcundandı, yıllar önce boşanmıştı, kronik bekârdı, enginar pişirmeyi, kedileri ve korku öyküleri okumayı seviyordu, ama katili ele verecek bir şey bilmiyordu. “Bir şey duyarsak size haber vericez Betül Hanım. Merak etmeyin.”

29


Sadık Yemni

Kadın ikisinin elini sıkarak kaldırımdaki kalabalığa karıştı gitti. Dize kol saatine baktı. Üçü biraz geçmekteydi. Sokaklar Cuma akşamı kalabalıklığına doğru evrilmekteydi. Genç kadın kendini her yönden izleniyormuş duygusuna kaptırmıştı. Öldükten sonra bile kendilerine kapıyı aralayabilen enerji

yakınlarında

dolanıyor

olmalıydı.

Cemal

Bey’in

ruhu

katilin

bulunmasını istiyordu. Bu çok açıktı. Betül Hanım’a birkaç gün bu durumdan söz etmemesini için rica etmişlerdi. Telefonu çalınca Murat, “Betül,” dedi ve aparatı açan tuşa bastı. Hoparlör de devredeydi. “Murat Bey merhaba. Dolmuşa binmek üzereyim şu anda. O sokak... O sokağı hatırladım. Eski bir arkadaşım oturuyordu bir aralar. Cihangir’de. Adını unuttum. Kazancı yokuşunun oralarda bir yerde. Bir sokak yanı falan olmalı. Teşekkür ederim bugün beni aradığınız için. Yüce gönül sizle beraber. Hoşça kalın.” Ayakları otomatik olarak Taksim Meydanı’na doğru yönelmişti. Murat dalgındı. Cemal Bey’in o sokağı işaret etmesinde bir neden vardı kuşkusuz. Dize’nin sezgileri ‘bu nedene ve ona sımsıkı bağlı kallavi bir belaya yakınız’ sinyali vermekteydi.

30


ÜÇÜNCÜ KAPI


Sadık Yemni

25 Eylül 2009 – 16.05 Cihangir

“Diyelim sokağı bulduk... Sonra ne olacak?” Dik yokuştan aşağıya inmekteydiler. Sokak taksiler ve hususi arabalar yüzünden tıklım tıklımdı. Yan yana yürümekte zorluk çekiyorlardı. Murat sırıtarak, “Valla işin en can alıcı noktasına dokundun şimdi,” dedi. Dize yalandan yüzünü astı ve dilini çıkardı. Sonra yüzü ciddileşti. “Yakınız,” dedi. “Yakınız Murat. Đçimden bir his hemen şuracıkta diyor. Volkan ağzı gibi. Kadın ve grip hassasiyeti deme sakın. Samimiyim.” Murat, kadın, yaz sonu ve grip hassasiyeti, diye düşündü, ama bunu seslendirmedi. Kadın haklıydı. O da hissetmekteydi. Cemal Bey’le ilgili bir yükseltgenme

söz

konusu

olmalıydı.

Sezgi

antenleri

daha

etkin

çalışmaktaydı bir süredir. “Mikro dalgalarla nakledilen görüntüden farkı yok bunun,” dedi Dize. “Bazı beyinler bu enerjiyi düzebilir pekâlâ. Burada çözülmüş bir birim söz konusu tabii ki. Ölüm sonrasında arta kalan tortular. Đradeyle topaklanmış enerji yumakları bu işe yarayabilir.” “Đşin fizik yanı böyle olabilir,” dedi Murat. “Patolog arkadaşım beyninde yüz küsur tümör bulduklarını söyledi. Belki bundan da, ama bir de şu var. Cemal Bey’de öldükten sonra bile bu güçler varsa neden bize doğrudan katilin simasını göstermiyor? Hemen gider yakasına yapışırdık.”

32


Sıfır: “Seb7a”

“Orası öyle, ama romanlarda ve filmlerde kanıtlar bölük pörçük verilir. Heyecan inşa edilir ve ancak sonunda işin aslı ortaya çıkar.” “Bu gerçek hayat Dize. Grip olman gibi. Essah yani. Roman ya da film değil. Bir güç bize yardım edecekse bunu niye gram gram yapsın? Ver katilin eşkalini binelim tepesine. Öyle değil mi?” “Belki katilin oturduğu sokağa gitmekteyiz.” “O da olabilir tabii.” Yokuşu indikçe trafiğin şiddeti azalmaktaydı. Konuşmadan yürüdüler. Đkisi de kendi tarzlarında takip edilip edilmediklerini kontrol etmekteydi. Arkalarında biri yok gibiydi. Murat telefonu mesaj geldi sinyali verince cebinden çıkarıp baktı. Kenan’dandı. Aparatı Dize’ye uzattı.

Belki görmemişsindir. Yeni haber. Ünlü bankacı-iş adamı Cevat Yılmazcan iş ortağı Murat Savuşçugil’in katilini bulana 2 Milyon TL vaat etmiş. Yüzdemi isterim ona göre ☺ Selamlar.

Ekrandaki mesajı okuyan Dize’nin kaşları hayretle yükseldi. “Đnsanın ayrılmak üzere olduğu biri için bu kadar vefalı olması ilginç.” Son buluşmalarında adaşı yeni ortağıyla ayrılmak üzere olduğunu ve bunun şimdilik sır tutulduğunu söylemişti. “Nereden biliyorsun bunu?” “Son haftalarda bir yerde okudum. Senin yakın arkadaşın olduğu için dikkatimi çekmişti. Senin zaten bildiğin bir şey olduğunu düşünerek sözünü etmemiştim.”

33


Sadık Yemni

“Biliyordum, doğru,” dedi Murat. Birden aklına iki şey birden gelmişti. Biri adaşının Se7en filmi hakkında sarf ettiği sözleri hatırlamıştı. ‘Genç polis elinden en çok sevdiği şeyin koparılmasının intikamını sıcak kurşunlar yüzünden alamadı.’ Filmden çok etkilenmişti. Yıllar sonra bile bahsi açıldığında büyük bir hevesle bazı sahneleri irdelerdi. Şimdi kendisi Seb7a katilinin kurbanı olmuştu. Diğer şey rakamlarla ilgiliydi. “Bugün iki kez 7 numaralı masada oturduk,” dedi. “Kafe kalabalıktı. Bu nedenle bayağı ilginç bir rastlantı. Herkes bugün nefeslerini tutmuş yedinci cinayetin işlenmesini bekliyor. Bizi hedefe yönelten enerji belki de yedinci kurbanı işaret ediyor olamaz mı?” Dize bu sözlerinin yarattığı şaşkınlık nedeniyle kaldırımda aşağıdan gelen orta yaşlı, bira göbekli bir adamla hafifçe çarpıştı. Özür diledi. Adam yüzü gözü çiçek açmış bir durumda, “Ne önemi var hanımefendi?” deyip yoluna devam etti. Bu arada Murat’ı süzüp kadının nesi olduğunu kestirmeye çalışmıştı.

***

Dize’nin burnu karıncalanmaktaydı. Sol elinde kâğıt mendil hazırdı. Ciğerlerinde yeni bir hapşırığın tetiği çekilmek üzereydi. Bu arada iyice aşağılara inmişler ve Pürtelaş sokağına gelmişlerdi. Daha sokağın girişinde onları bir sürpriz beklemekteydi. Sarı bir taksi ardına kadar açılmış kapının içinden geçmekteydi. Đçinde oturan genç çiftin ve şoförün yüzlerinde özel bir şey görüyor ifadesi hak getireydi. Ardından gelen minibüsün şoförü de bir şeyin farkında değildi. Çevrelerinde hiç kimse hayretle o yana bakmıyordu.

34


Sıfır: “Seb7a”

“Ne yapıcaz?” “Gel girelim içine.” Dize de bunu yapmak istiyordu, ama kapının arkasında görünen yer aynı sokak olmakla birlikte karanlıktı. Sokak lambaları yanıyordu ve bayağı tenhaydı. Birinde gece, diğerinde gündüz olan iki sokak iç içe girmiş gibiydi. Midesinde bir soğukluk belirmişti. Aynı tereddüdü Murat’ın yüzünde de okumaktaydı. Nasıl çalıştığını bilmediğin bir düzeneğin içine girmek üzere gibi hissediyorlardı kendilerini. Elleri otomatikman buluştu, karşıdan gelenlere neredeyse sürtünür durumda onlara kapalı âlemin içine girdiler. Karanlık yere ilk adımı attıklarında çevrelerindeki trafik ve insan sesi uğultusundan sıyrıldılar. Aynı sokaktaydılar, ama geceydi ve bayağı tenhaydı. Birden ayak tabanlarının yere yaptığı basınç azaldı ve yürüyen bir banttaymış gibi hareket ettiler. “Ne oluyor Murat?” “Fizikçi sensin.” “Bunun fizikle... Haklısın parastatik bir modül gibiyiz.” “Ne modülü dedin?” Dize mide kaslarını sıkmayı bırakıp kendini hareket yönünde dengelemeye çalıştı. Ayakları yerden birkaç milimetre kadar yükselmiş gibiydi. Yürüyen merdivende durmaktan pek farklı değildi. Debelenmezse dengede durmaktaydı. Hapşırığı da bu serüvenden etkilenmiş gibiydi. Đyice gerilere çekilmişti. Karşı kaldırımdan geçen iki delikanlı onlarla ilgilenmeden yollarına devam etmişlerdi. “Yerçekimini yenen bir durum değil sadece. Bak kimse bizi görmüyor.”

35


Sadık Yemni

Murat bir karşılık vereceği sırada, azıcık sola doğru dönerek durdular. Mert Apartmanı, Sadri Alışık’ın ilk Turist Ömer filmini çevirdiği sıralardan kalma bir binaydı. Tavanlar yüksek, odalar ferahtı. Ön cephe yeni boyanmasına

rağmen

binanın

yarım

yüzyıla

yaklaşmışlığı

hissedilebilmekteydi. “Katil mi, kurban mı?” Dize eliyle zilleri işaret etti. “Đsimlere bakalım.” “Tamam.” Altı katlı apartmanın zillerinin ikisindeki etiketler boştu. Dize dört ismi çantasından aldığı kalemle elinde tuttuğu kâğıt mendile not etti. “Şimdi ne yapıcaz?” Murat saatine baktı ve, “23.42,” dedi. “Daha buraya gelmemize saatler var.” Dize başıyla olumladı. Sanki bunu yaparken boynuna monte edilmiş bir düzeneği hareket ettirmiş gibiydi. Gündüzün içine dalıverdiler. Yüzlerinde şaşkın ifadelerle birbirlerine bakmaları gelip geçenlerin dikkatini çekmekteydi bu defa. Sesler de üzerlerine çullanmıştı. Normal hayat denen yere avdet etmişlerdi yeniden. “Ne yapacağız?” Murat kararını vermişti. “Bana gideceğiz,” dedi. “Đnternet, telefon ve kahve.” Dize gülümsedi. “Yolda bir eczaneden aspirin alalım. Sende öyle şeyler bulunmaz.” “Bazen varlar, bazen yoklar.” “Ha... Ege’yi aradın mı bu arada?”

36


Sıfır: “Seb7a”

Murat bunu istemsizce yapmış, ama unutmuştu. “Mesaj yolladım. Üç saat kadar önce. Henüz ses seda yok.” “Hâlâ o kızla mı beraber?” Murat yan gözle bakınca Dize sırıttı. “Haftada iki kez Edremit’e gidiyor baksana.” “Böyle giderse kız taşınır buraya.” “Pek sanmıyorum.” “Neden? Nehir Hanım yüzünden mi yoksa?” “Bilmem.” Murat kıvırtınca Dize erkek dayanışması diye düşünerek sırıttı. Ege, Birim Sıfır’ın en eski elemanlarındandı. Uzunca bir ayrılıktan sonra kürkçü dükkânına dönmüştü yeniden. Son konuştuklarında yarın akşam Đstanbul’a geleceğini söylemişti. Henüz acil bir durum söz konusu olmadığı için bunda bir mahzur görmemekteydi. Birim Sıfır’ın iki altın elemanı yan yana yürürlerken Dize az önce Murat’ın elini tuttuğu anları hatırlamıştı. Yan gözle adama baktı. Yüzü dalgındı. Niye erkekler aşk konusu açıldığında ilgileri çabucak başka alanlara kayardı?

25 Eylül 2009 – 16.35 Edremit

“Niye bu konu açıldığında dalgınlaşıyorsun?” Ege suyun altında nefes alma sorunu olmadan uzunca kalınabilen bir rüyadan sıyrılırcasına Aylin’e baktı.

37


Sadık Yemni

Ege şarj işlemi biten telefonunu prizden çekti ve aparatı çalışır duruma getirdi. Sessizlik sünmekteydi. Papatya desenli beyaz bir elbise giymiş sarışın kadın ısrarla yüzüne bakmaktaydı. Gözleri yavaştan dolmaya başlıyordu. Sesinde de hırçınlığın ilk minik dikenleri belirmişti. “Konuştuk bunu ya,” dedi Ege. Sesine bıkkın bir ton vermeye gayret etmiş, ama bunu pek başaramamıştı. “Başkası var değil mi?” Ege ne yapsa, ne dese evet anlamına geleceğini bilen birinin teslimiyetçiliğiyle başını salladı. “Altı ay önce aynı şeyleri sen söylüyordun.” Aylin, “O altı ay önceydi,” dedi ve sol elinin tersiyle göz pınarlarında biriken ilk yaşlarını silip ayağa kalktı ve teras kapısından içeri girdi. Ön cephesi Đzmir Çanakkale yoluna bakan iki katlı bahçeli bir evdeydiler. Terasın tepesinden üzüm salkımları sarkmaktaydı. Ege ne yapması gerektiğine karar veremiyordu. Ve galiba bu şu an için en iyi davranış şekliydi. Bu anı silebilecek ya da hızla iyileştirebilecek bir yöntem mevcut değildi. Bu konuda şiddetle yanılmaktaydı. Çözüm telefon mesajı şeklinde ötmekteydi. Aküsü bittiği için üç buçuk saattir kapalı duran telefonuna iki arama ve bir yazılı mesaj vardı. Murat’tandı.

Ege Merhaba, Ff421CN0 Murat Savuşçugil öldürüldü. Seb7a cinayetleri kurbanı. Acilen Đstanbul’a gel. Durum vahim. Yedek istepne şart. Selamlar. Murat

38


Sıfır: “Seb7a”

Mesajın gerçekten Murat’tan geldiğini teyit eden kodlama doğruydu. Sondaki CNO eki işin çok acil olduğunu vurguluyordu. Ff de ‘meselenin kapsamı geniş, işin içinde çok kulak var’ anlamına geliyordu. 421 şifrecileri uğraştırmak için kafadan uydurulmuş bir sayıydı. Murat Savuşçugil, Murat’ın çok yakın arkadaşıydı. Ölümünün üzerindeki tesiri müthiş olmalıydı. Đnşallah delice bir şey yapmaya kalkışmazdı. Bir an önce Đstanbul’a varmalıydı. Ege hızla toparlandı, küçük çantasını hazırladı. Aylin bunu beklemiyor olmalı şaşırmıştı. “Ne oldu?” “Acilen Đstanbul’a gitmem lazım. Ortağım… Şey yapmış, kaza geçirmiş de…” Aylin, Edremit’te bir avukatlık bürosunun sahibesiydi. Kestiğinin kıtır, ama telaşının profesyonel nitelikli olduğunu hemencecik görmüştü. Kadın ayrıca onun dediği işi yapmadığını da aşağı yukarı kestirebilmekteydi. Bu yöne tazyik yapmaması gerektiğini bilecek kadar kurnazdı. Hislerine hakim oldu. Kendini toparladı ve, “Ne zaman görüşürüz tekrar?” diye sordu. Gemileri yakmıyordu henüz. Ege gidip kadına sarıldı ve, “En kısa zamanda,” dedi. Dudakları yarı isteksiz buluştu, iyice isteksiz ayrıldı. Aralarındaki kimya bayağı kuvvetliydi hâlâ. Az sonra Ege arabasıyla Đstanbul yoluna koyuldu. Aylin’in düşünmeye zaman bulduğunda kimyayı mimyayı bir kenara iterek aradaki zamanı buz küpçükleriyle dolduracağını düşünerek içini çekti.

39


Sadık Yemni

Arabanın radyosunu açtı. Guess Who’nun American Women adlı parçası daha yeni başlamıştı. Yol biraz kalabalıktı, arkasında bir ilişki düğümü bırakmıştı, ama böyle melodiler vardı neyse ki. Bir de Nehir tabii.

40


DÖRDÜNCÜ KAPI


Sadık Yemni

25 Eylül 2009 – 18.45 Đstiklal Caddesi

Ahmet Kor Tarık Yenen Serap Kerimoğlu Pembe Halis

“Emekli öğretmen Pembe Hanım, birlikte seyahate çıkmak için kendine kız arkadaş arıyormuş. Yirmi beşle otuz beş arası.” Murat az önce yaptığı konuşmayla ilgili notlar almaktaydı. Dize’ye baktı. “Kendisi kaç yaşındaymış? “Altmış bir.” Karşılıklı gülümsediler. Dize bilgisayarın başında iyi bir iş çıkarmıştı. Kendi de isimleri polis kanalıyla taratmıştı. Mert Apartmanı’nda seri katilin müstakbel kurbanı oturmaktaydı. Bunu çok hızla bulmuşlar, ama diğer isimleri de elden geldiğince araştırmışlardı. Serap Kerimoğlu daha yeni kalp ameliyatı geçirmişti. Şu anda hastanede yoğun bakımdaydı. Ahmet Kor zeytinyağı ihracatçısıydı. Bir aylığına ABD’ye gitmişti. Dönmesine bir haftadan uzun bir zaman vardı. Zilde adlarını göremedikleri diğer kimseleri bilmiyorlardı, ama yüzde doksan dokuz ihtimalle Tarık Yenen Seb7a katilinin sonuncu kurban adayıydı.

42


Sıfır: “Seb7a”

“Tarık Bey’e yapılan anonim suçlama ilginç bir nokta,” dedi Dize oturduğu yerden doğrularak. “Bir ıhlamur daha içiyor muyuz?” Murat yüzüne ciddi bir ifade verdi mahsus. “Ben içmeyeceğim. Ihlamurda östrojen var diye duydum.” “Sana Yohimbe çayı alalım o zaman,” dedi Dize. Yüzündeki alaycı ifadenin altındaki romantik cila çok belirgindi. “Tamam, vazgeçtim. Ihlamur içerim ben de.” Dize mutfağa giderken onu izleyen Murat içini çekti ve dikkatini önündeki notlara vermeye çabaladı. Kızla arasındaki ilişkiyi incecik bir cam duvarın arkasındaki tonlarca suya benzetmekteydi. Suyun cam duvara yaptığı basınç muazzamdı, ama ikisi de camın çatlamasına neden olacak ilk adımı atmıyordu. Sırf ölümcül tehlikeli meslekleriyle aşkın bir aradalığının yaratması muhtemel olumsuz sonuçlar nedeniyle değildi. Bu tür bir gerilimden zevk alan mazoşist bir yanları da vardı kuşkusuz. Murat bulduğu olguları kurşun kalemle boş bir kâğıda yeniden not etmeye başladı. Tarık Yenen otuz sekiz yaşında bir avukattı. Daha çok ticaret davalarına bakmaktaydı. Tarık Bey bir sonraki seçimlerde Đstanbul’dan bağımsız aday olacaktı. Bunu ara sıra davet edildiği ekonomi konulu programlarda dile getirmişti. Bir ay önce yapılan anonim suçlamada adamın sekiz yıl önce gözlerindeki sorun nedeniyle aldığı çürük raporunun sahte olduğu iddia edilmişti. Kimsenin fazla dikkatini çekmeyen haset yüklü bir girişim gibiydi, ama eğer Tarık Bey bu akşam öldürülürse yedi büyük günah olarak anılacaktı. Savaştan kaçmak şeklinde tedavüle girecekti. Anonim

43


Sadık Yemni

telefon

katilin

kurbanını

aylarca

önceden

tespit

ettiği

şeklinde

yorumlanabilirdi. Murat Seb7a cinayetlerinin kafayı kırmış biri ya da bir grup fanatik dindar tarafından yapılmadığını düşünmeye başlamıştı. Gerçi üç ya da dört imam hatip çıkışlı kişi ‘katil benim’ diye emniyete teslim olmuş, ama sorgularından sonra salınıvermişlerdi. Televizyonlara gelen ihbarın sayısı binleri aşmış olmalıydı. Gün geçmiyordu ki, yeni bir komplo teorisi üretilmesin. Kurbanların durumu da ayrıca çelişkiliydi. Cem Demir’le Yener Düzgün sabıkalı kimselerdi. Hapse girmiş çıkmışlardı. Ali Evran bir boşanma davasında kadın aleyhine yalancı şahitlik yapmıştı. Bu nedenle tutuklanmış, ama mahkemede beraat etmişti. Đhsan Özçavuş, bir ara biraz popüler olan ateistimvallabilla.org sitesinin sahibiydi. Uçuk bir tipti. Çeşitli yerlerde icra ettiği konuşmalar Youtube’da idi şu sıralar. Yedi ya da sekiz temel günah için cezalandırılabilecek top düzeyde bunca kimse varken daha sıradan ve eylemleri çelişkili kurbanlar seçmek tek bir şeyle açıklanabilirdi? Bu işi yapanların gücü ve imkânları sınırlıydı. Risk almayacakları kimseleri kurban seçmekteydi. Bu cinayetleri işleyen hangi nedenle yapıyor olursa olsun sapıktı, ama çok kurnazdı. Đlk altı cinayette polis ordusu tozunu bile bulamamıştı. Çok önceden hazırlık yapmış izini belli etmemek için azami tedbir almıştı. Bu yanıyla tehlikeli bir profesyonel katil ya da katillerle muhatap olmaktaydılar yani şu anda. Bir diğer kelek yan da bu işten reyting tozu soluyan medyanın Seb7a cinayetlerini her saniye hatırlanır durumda tutmasıydı. ‘Flaş, flaş, flaş katil

44


Sıfır: “Seb7a”

falanca

yerdeydi’

cinsinden

haberler

belki

yirmi

kanalda

falan

yayınlanmaktaydı. Dize bir elinde tepsi, diğerinde telefonu odaya girdiğinde birden aralarında kapı açıldı. Kısa bir süre içinde dördüncüydü, ama Murat böyle bir şeye asla alışılamaz diye düşünmeye başlamıştı. Pürtelâş sokağına bakmaktaydılar. Siyah bir araba yeni park etmişti. Etraf tenhaydı. Park eden kimse arabadan çıkmamıştı. Tehdit dalgaları adeta elle tutulur kadar yoğunlaşmıştı çevrelerinde. Murat ensesinde bir üşüme hissetti. Katil’in siluetini görmekteydiler.

***

Dize iki ıhlamur fincanını küçük bir tepsiye koyarken cep telefonu çaldı. Pantolonunu sağ cebinden aparatı çıkarıp ekrana baktı. Mısra’ydı. Aç tuşuna basarken telefon çalmadan saniyeler önce ikiz kardeşi Mısra’yı düşünmeye başladığını hatırladı. Đkiz olduklarından aralarında çok şiddetli bir telepatik bağ vardı. “Merhaba Dize Hanım. Hiç sesin soluğun çıkmıyor. Neredesin?” “Murat’layım. Yeni bir dosya var da.” Mısra kısa bir süre sessiz kalmıştı. Dize kız kardeşinin Birim Sıfır hakkında negatif bir şeyler dememek için sustuğunu düşünerek sırıttı. “Başka ne yapıyorsun?” dedi saniyeler sonra. “Bugün okul yoktu. Kendimi araştırmalara vakfettim. Yarını bilmem.” “Ben de hastanedeyim. Öyle bir arayayım dedim. Haftaya Cumartesi müstakbel nişanlımla yemeğe çıkıcaz. Seni de bekliyorum. Not vermen için.”

45


Sadık Yemni

Mısra’nın sır tuttuğu ilişkisini çok merak eden Dize yalandan sesine heyecan tonu yüklemedi. “Cumartesi mi dedin? Ajandama bakmam lazım.” “Kız başlarım şimdi ajandana.” Dize tepsiyi alıp içeri doğru yürürken, “Tamam ya, merak etme,” dedi kıkırdayarak. Murat elinde kalem, kâğıda not almaktaydı. Geldiğini görünce başını kaldırıp baktı ve yüzü hayretle allak bullak oldu. Tam adama, ‘Senin ıhlamuru seyreltik yaptım,’ diyeceği sırada aralarındaki kapıyı görmüştü. “Mavi elbisemi giyicem ne... Aaaaa üstüme iyilik sağlık, bu da..?” O sokak açılmıştı önünde. Dize karanlıkta park eden arabayı ve içinden yayılan kötü enerjiyi karın boşluğunda hissetmekteydi. Bir el yüreğini sıkıyor gibiydi. “Dize ne oluyor orada? Konuşsana kız.” Kapı ansızın kapanınca bulundukları salon küçülüvermiş gibi oldu. “Kimdi o arabadaki?” “Hangi araba?” Dize, Murat’a ‘bir dakika’ işareti yapıp telefonu kulağına götürdü. “Mısra ben seni sonra arayayım.” “Kız ödüm patladı. Birden karanlık bastı her tarafı. Bir sokak gördüm. Sen de… siz de gördünüz değil mi?” Dize ikiz kardeşinin aralanan kapıyı hissetmesine şaşacak yeri çoktan geçmişti. “Evet,” dedi sakin bir sesle. “Amma tuhaf şey. Müthiş ya. Đlk defa böyle...”

46


Sıfır: “Seb7a”

“Mısra bunu sonra konuşalım.” “Tamam ya. Ha bak! Hatırlıyor musun, bundan altı yıl kadar önce babamız kaza geçirmişti. Sağ ayağı kırılmıştı. O sırada seninle telefonla konuşuyorduk, ikimiz de hissetmiştik bir şey olduğunu.” Đnsan bir enerji yumağıydı. Đletişim aparatıydı. Beyindeki tümörler çok şakacı olabiliyordu bazen. Đnsan zihni gelecekten ve geçmişten ekolar almaktaydı. Çok interaktif bir evrenin kıpır kıpır bir bileşeniydiler sonuçta. Dize bütün bunları yıldırım hızıyla düşündü ve, “Doğru,” dedi. “Daha önce konuştuğumuz şeyler. Sana sonra ayrıntılı anlatıcam.” “Her şeyi.” “Her şeyi tamam.” “Söz mü?” “Söz.” Dize telefonu kapatıp eski yerine tıkınca sol elinde giderek ağırlaşan bir tepsi tuttuğunu hatırladı ve Murat’ın oturduğu masaya doğru yürüdü. “Sokak o sokaktı yine,” dedi Murat. “Arabada da sanırım katil vardı. Bir kişiydi. Bu gece Tarık Yenen’i öldürecek.” “Biz izin verirsek tabii,” dedi Dize. Murat başıyla olumladı ve fincanına uzanıp bir yudum aldı. Sonra bir yudum daha. Östrojene aldırdığı falan yoktu.

47


BEŞİNCİ KAPI


Sıfır: “Seb7a”

25 Eylül 2009 – 23.00 Đstiklal Caddesi

“Ahmet Hakan, Hürriyet gazetesinde yedi günahı yorumlamış. Geçen yıl Mart’ta. Daha bu cinayetlerden bir buçuk yıl önce. Vatikan modelini yeniden kurmuş. Okumuş muydun?” Murat okuduğu kitaptan başını kaldırıp Dize’ye baktı. “Neymiş?” “Bilinen şeyler. Ben bir kadın olarak en çok altıncı günahı beğendim. Dinle bak. ALTI - Hayatları boyunca mahrem alanda kalmış insanların, AKP kadrolaşması sayesinde getirildikleri makamlarda, karşılarına çıkan ilk sarışın kadına, yani sekretere yazmaları... Murat geçen yıl okuduğunu hatırlamıştı. “Kabahatler ve günahlar iç içe,” dedi. Dize aklının hâlâ kitapta olduğunu anlamıştı. Diğer maddeleri okumayı erteledi. “Nasıl buldun Avni Bey’in kitabını?” Google teyze kısa bir araştırmadan sonra Cemal Fersan ile Avni Tanboğa isimlerini bir araya getirmişti. Cemal Bey üç yıl önce Avni Tanboğa takma adıyla iki polisiye kitabı yayımlamıştı. Kitaplar tutmamış ve birinci baskıda kalmıştı. Belki bu nedenle adam başka kitap yayımlamamıştı. Bunu başkaları çok önceden keşfetmişti haliyle. Yakında kitapların yeni baskıları gelebilirdi yani. Murat Yaldızsızlar adlı romanı birkaç kitapçıyı aradıktan sonra Simurg’da bulmuştu. Paranormal yetenekleri olan karı kocanın

49


Sadık Yemni

araştırmaları konu alınmıştı. Đşin içine çok fazla yabancı âlemler, cinler falan katılmıştı, ama adamın anlatım dili bayağı iyiydi. “Hiç de fena değil aslında. Dili hoşuma gitti. Gerilim de iyi kurulmuş.” “Sonra okurum belki ben de.” Sonra sözcüğü Murat’ın saate bakmasına neden olmuştu. On bire geliyordu. Bulundukları yerden yürüyerek yirmi dakikalık bir yerdeydi Pürtelaş sokağı. Birlikte ortalığa çeki düzen verdiler, bulaşıkları yıkadılar. Silahlarını kontrol ettiler. Planı son bir kez gözden geçirdiler. Oralara yakın bir yerde bekleyecekler ve tam vaktinde olay mahalline gireceklerdi. Tarık Yenen’in tipini biliyorlardı. Đnşallah Kapı Aralayıcı da ne yaptığını iyi biliyordu. Çünkü planın temeli vizyonda bildirilen zaman üzerine kurulmuştu. 23.40’da Pürtelaş sokağına girdiler. Sol tarafta tek sıra halinde arabalar park etmişti. Sağda beyaz sarı şeritli bir arnavut kaldırımı vardı. Kaldırımdan yürümeye devam ettiler. Murat’ın Mert Apartmanı’na varana kadarki planı basitti. Hiç bozuntuya vermeden normal yürüyecekler ve Tarık Yenen’in ziline basacaklardı. Đçinde katilin oturduğunu tahmin ettikleri arabayı görmüşlerdi. Siyah ya da lacivert renoydu. O arabaya dikkat ederek sonrasında ne olacağına bakacaklardı. Murat, Kenan’a yollayacağı ayrıntılı mesajı yazmış ve hızlı yollayabilmek için telefonun hafızasına kaydetmişti. Mert apartmanının kapısı örtüktü. Dize hiç tereddüt etmeden dördüncü katın ziline bastı. Saniyeler aktı. Ne camdan bakan oldu, ne de dış kapı açıldı. Murat biraz geride durmuş sokağı kesmekteydi. Ceketinin düğmesi iliksizdi. Hızla silahına davranabilecek durumdaydı. Onlar sokakta yürürlerken

yanlarından

iki

araba

benzemiyordu.

50

geçmişti.

Hiçbiri

vizyondakine


Sıfır: “Seb7a”

“Ne yapıcaz?” Murat tam bir karşılık vereceği sırada sokakta bir araba belirdi. Metalik renkli Dacia Logan yakınlardaki bir park yerine girdi. Đçinden uzun boylu, kısa saçlı, iri kafalı ve hafifçe göbeklenmiş bir adam çıktı. Sağ elinde bir ateşe çantası ve sarı bir naylon torba vardı. Sol eliyle tuttuğu aparatla kapıları kilitledi ve onlara doğru yürümeye başladı. Krem rengi yazlık takım elbise giymiş solak adam Tarık Yenen’di. “Tarık Bey?” Adam şaşırmış ve biraz da tırsmıştı. Siyah yazlık ceketi, havalı kestane rengi saçları, daracık lacivert bluciniyle pek cici ve zararsız görünümlü Dize’ye rağmen gecenin bu saatinde orada olmaları hayra alamet değildi. “Tarık Bey, adım Murat. Murat Arıkan. Polis adına buradayız. Tehlikede olduğunuzu düşünüyoruz.” Tarık duraklayıp hızla etrafını kesti: “Nasıl yani?” O sırada yirmi metre kadar ileride duran bir araba park yerinden çıktı ve normal bir hızla onlardan uzaklaşmaya başladı. Murat kıza baktı. Dize’nin ağzı bir karış açılmıştı. “O,” dedi Murat. “Yemin ederim o.” “Çok benziyor.” “Plakayı görebildin mi?” “Hayır.” Tarık Bey şaşkınlıkla olan biteni anlamaya çabalamaktaydı. Murat tam yerinden fırlayacağı sırada kapı aralanması durumu yaşandı. Dize’yle beraber Murat’ın oturma odasındaydılar. Masanın üstünde duran cep telefonu mesaj geldi sinyali vermekteydi.

51


Sadık Yemni

“Ne oluyor Murat Bey?” Kapı kapanınca Murat uzun sokağın ucunda iyice küçülen arabaya bakarak içini çekti ve “Anlatıcam,” dedi. Ceketinin cebinden telefonunun çıkardı ve hazırladığı mesajı yolladı. “Siz bu gece Seb7a katilinin yedinci kurbanı olacaktınız.” Tarık Bey’in enerji ışıldayan yüzü çökmüştü birden. “Nas… Nasıl yani?” dedi.

***

Dize anahtarla kapıyı açarak Tarık Bey’in dairesine önden girdi. Silahı muhtemel bir saldırgana yönelik durumda evi taramaya başladı. Daireler dışarıdan göründüğünden daha büyüktü. Olağan kuralları uygulayarak evde kimse olup olmadığını kontrol etti. Tek tek ışıkları yaktı ve öyle bıraktı. Murat adamla beraber kapının ağzında beklemekteydi. Birkaç kez nişan bozmuş, hiç evlenmemiş olan Tarık Bey’in evi bir bekâr erkek için inanılmaz düzenlilikteydi. Dize adamın bakışlarındaki bir şeyleri, giyimindeki özeni düşündü. Böyle başkalarını da görmüştü. Değme titiz kadına taş çıkartırlardı. Yalnız zevkini çok beğenmişti. Oturma odasındaki divanın modeli ve kumaşının deseni harikaydı. Adam minyatür hastasıydı belli. Duvarlarda birbirinden değerli olduğunu tahmin ettiği minyatürler asılıydı. Az önce aralanan kapının mesajını doğru okuduysa burada işinizi bitirip geldiğiniz yere dönün denmekteydi. Diğer yandan adamın 7. kurban adayı olduğunun ve kıl payı ile ölümden kurtulduğuna değin tek bir delil

52


Sıfır: “Seb7a”

bile yoktu ellerinde. Her şey sabah belli olacaktı. Şu ana kadar her sabah bir ölü bulunmuştu. Yarın alnında etiketiyle birinin cesedi bulunursa bayağı gülünç bir duruma düşeceklerdi. Sezgileri yanılmadıklarını söylüyordu. Vizyonlar da öyle. Murat bir şeyde çok haklıydı. Cemal Bey’den arta kalan enerji sayesinde yedinci kurbanı kurtarmışlardı, ama bu güç katili yakalamalarını istemiyordu sanki. Belki şu anda buna hazır değildiler. Her neyse bir plan doğrultusunda yaklaşmaktaydı

Birim

Sıfır’a.

Genç

kadın

burada

bir

kötücüllük

hissetmiyordu. Đkili yarara benzemekteydi daha çok. Dize tabancasını kılıfına sokup daire kapısına gitti ve, “Đçerisi iyi durumda,” dedi. Muratla bakışınca adam başıyla olumladı. “Tarık Bey, şimdi içeri girin. Kapıyı arkadan sürgüleyin. Ancak polis arabalarını görünce açın. Gelecek ekibin başının adı Kenan. Kenan Özaydemir.” Tarık Bey sonunda durumu kavramış ve uyum sağlamıştı. “Peki. Teşekkür ederim Murat Bey. Size de hanımefendi.” “Medya hücum edecek buraya. Ona da hazırlıklı olun,” dedi Dize. Adam içeri girip kapıyı ardından örtünce merdivenleri indiler ve sokağa çıktılar. Kim bilir kaç araba şu anda buraya gelebilmek için hafta sonu trafiğiyle boğuşmaktaydı.

53


ALTINCI KAPI


Sıfır: “Seb7a”

25 Eylül 2009 – 02.10 Đstiklal Caddesi

“Karnım acıktı.” Murat, Dize’ye baktı ve, “Dışarıda bir şeyler mi atıştırsak acaba?” dedi. Dize, Murat’ın masanın üzerinde duran telefonuna bakarak içini çekti. “Tost yapalım. Yanına da çay. Yeşil çay.” “Tamam. Ben yaparım. Benim sıram.” Dize ona baktı ve zaten öyle olması gerektiğini belli edercesine gülümsedi. “Taylan Bey’e şu ana kadarki aşamaların özetini yollamamız lazım.” Murat ayağa kalkıp gerindi. “Az önce yolladım. Henüz bir cevap yok. Kuala Lumpur’da şu anda öğlen olmalı.” “Belki bir toplantıdadır.” “Öyle.” Murat mutfağa gitti. Ancak birer tost yiyebilecekleri kadar malzeme kalmıştı. Neyse o da idare ederdi. Alışık hareketlerle kaşar peyniri dilimlerini tost ekmeğinin içine yerleştirirken çay bahsinin çağrıştırdığı hoş şeyler hafif bir esinti gibi uçuştu gitti. Az önce Kenan aramış ve Tarık Bey’i korumaya aldıklarını bildirmişti. Anlattığı diğer şey çok garip sonuçlara gebeydi. Şirk koşmak bahanesiyle öldürülen Đhsan Özçavuş’un katili Yener Düzgün’dü. Bundan neredeyse emindiler. Yarın öğlene kadarki süre gerilim yüklüydü şimdi. Murat kendini katilin yerine koydu. Altı cinayeti bir şekilde kotarmış ve

55


Sadık Yemni

yakayı ele vermemişti. Eğer yedinci kurban Tarık Yenen’se ne yapacaktı? Bunca cinayet nedensiz işlenmiş olamazdı. Yardımcılar kullandığı, sonra bunları da kurban yaparak iptal ettiği anlaşılmaktaydı. Kaç kurban aslında yardımcıydı acaba? Diğer yandan yedinci cinayet bir şekilde işlenmezse bunca emeğin, amacın yaldızı dökülmez miydi? On-on beş saat sonra ak göt kara göt çıkacaktı ortaya. Tostları makineye koyarken masanın üzerinde duran telefonu mesaj geldi sinyalini verdi. Murat koşar adımlarla oturma odasına gitti.

Murat Bey çok üzgünüm. Başımız sağ olsun. Siz ve partneriniz Dize Hanım’ın bahsini kaç kez dinledim bir bilseniz. Yarın akşam yemeğine davetlimsiniz. Sizlerle kimseye açmadığım bazı şeyleri paylaşmak istiyorum. Belki soruşturmanın kaderini değiştirecektir. Medyatik ilgiyi aşabilmek için bir arkadaşın evini yeğledim. Saat 20.00’de bekliyorum. Lütfen olumlu ya da olumsuz yanıtınızı bildirin. Ona göre adresi bildireceğim. NOT: Aşçım işinin bayağı ehlidir. Cevat Yılmazcan

Murat bir yaşına daha girmişti. Cevat Bey’in onu araması bayağı ilginç bir aşamaydı. Murat’la son görüşmelerinde aralarının tatsız olduğunu ve ayrılmak için işlemleri başlattıklarını duymuştu. Adaşının ağzından kaçan tek tük laflardan adamın bozuştuğu nişanlısıyla aralarının iyi olduğunu da biliyordu. Buna rağmen Cevat Bey katili yakalayana ya da yakalatmaya yarayacak bilgi veren kişi için iki milyon liralık ödül koymuştu.

56


Sıfır: “Seb7a”

Murat mesajı okumuş olan Dize’ye bakınca genç kadın sen bilirsin dercesine omuzlarını silkti. “Sence bizi niçin davet ediyor? Henüz medyatikleşmedik üstelik.” “Murat’ın en yakın arkadaşıydın. Bu nedenden olmalı. Ne iş yaptığımızı da biliyor haliyle.” “Soruşturmanın kaderini değiştirecek ne bilebilir ki?” “Ben de şimdi onu düşünüyordum,” dedi Dize. Öğlenden beri koşuşturmasına rağmen diri görünmekteydi. Uzun kollu gülkurusu tişörtü yeni ütülenmiş gibi kırışıksızdı. Hapşırıkları ve burun çekmeleri neredeyse sonlanmıştı. Yaşadığı üst düzey heyecan hepsine baskın gelmiş gibiydi. “Aklıma gelen tek şey bir düşman, ama bu tekil bir cinayet değil.” Murat içinde garip bir huzursuzluk duymaktaydı. “Haklısın,” dedi ve telefonu ret cevabı yazmak üzere eline aldı. Uzaktan kumanda ile kanal değiştirmek gibi bir sonucu olmuştu bunu yapmasının. Kapı ardına kadar açılmıştı bu defa. Salonun hiçbir yeri görüş alanın içinde değildi. Cevat Bey söz konusu olduğunda orta halli denebilecek bir evin oturma odasındaydılar. Đki bej rengi divanda karşılıklı oturmaktaydılar. Ortadaki sehpada kahve fincanları durmaktaydı. Đkisi mavi güllü, biri sarı güllü beyaz orta büyüklükte üç fincan, porselen şekerlik, iki küçük kaşık. Cevat Bey’in yüzü gülüyordu. Bir şey adamı mutlu etmiş olmalıydı. Kapı ansızın kapanınca Murat sanki aşırı ısınmış gibi telefonu elinden bıraktı ve Dize’ye baktı. “Nasıl yapıyor bunu? Fotinolar demiştin bir keresinde. Neydi..? WIMP’ler. Eeee… Söyleme sakın. Hah, Zayıfça Đnteraktif Masif Parçacık.”

57


Sadık Yemni

Dize takdirle yüzüne baktı ve “Weakly interacting massive particle,” dedi. “Tahmin benimkisi tabii. Cemal Fersan’dan kalan irade bir şekilde bütünlüğünü koruyor ve kendini yeniden kurguluyor. Evren fotino cinsi kütlesiz parçacıklarla tıka basa dolu. Cemal Bey bir ihtimalle bunları kullanıyor bizle iletişim için.” Murat görüp geçirdiği deneyimler nedeniyle evrenin sandıklarından çok daha interaktif olduğunu iyi bilmekteydi. “Enerji düzeyleri arasındaki muhabbet,” dedi. “Diğer yandan… Sence falcı dostumuz niye Cevat Bey’le görüşmemizi istiyor?” “Sayesinde Tarık Bey’in hayatını kurtardığımızı unutma. Bir bildiği olmalı.” Dize’nin bir yanının bu karşılaşmayı hiç istemediği yüzünden belliydi, ama merak eden yanı daha ön planda durmaktaydı. “Yani?” “Gelicez de.” Murat kadının yüzüne baktı. Tanınmış birinin cazibesinin çekim izleri vardı bakışlarında. Adamı merak ediyordu. Başıyla olumladı ve kısa bir mesajı Cevat Bey’e yolladı. “Ok yaydan çıktı.” “Bana bu sabah telefon ettiğinde çıkmıştı aslında,” dedi Dize. Murat gülümsedi. “Bir koku alıyor musun?”

***

58


Sıfır: “Seb7a”

Yanan ekmek kokusu bayağı şiddetliydi. Dize mutfağa doğru seğirtti. Tost makinesinden siyah dumanlar yükselmekteydi. Fişi çekti. Aralık duran mutfak penceresini iyice açtı. Ekmekler neredeyse kömürleşmişlerdi. Parmakları biraz yanarak onları alıp eyvenin üstüne koydu. Sol elinin işaret parmağını musluk suyunun altında soğuturken telefonu çaldı. Arka planda Candan Erçetin’in sesi duyulmaktaydı. Babamın bir atı olsa da atlayıp gelse. Mısra’ydı. “Yatmadın mı kız sen hâlâ?” “Geçlere kalmak sizin tekelinizde mi Dize Hanım?” “Yok canım.” “Neredesin?” “Murat’ın evinde. Tost makinesinde ekmekler yanmış ta. Onları…” “Fırındaki mercimek ne durumda?” “Ne mercimeği? Gene başlama ya.” Mısra, Murat’ı ona yakıştırırdı. Beğenmediği şey Birim Sıfır adına yaşadıkları tehlikeli hayattı. Ya Murat’ı, ya da Birim Sıfır’ı bırakmasını isterdi. Siyamlı ikizlerdi bu ikisi oysa. “Dinle,” dedi Mısra. Müziğin sesini kısmıştı. Sesi ciddiyet yüklüydü. “Dinle bak, az önce yine… O şey neyse, işte onu gördüm. Burada divanda otururken. Üç kedi gördüm hemen yanımda. Đkisi duman rengi. Biri sarman. Divanın üstünde. Üçünün de karnı simsiyahtı. Ne demek oluyor bu?” Dize ikiz kız kardeşinin kendi yaşadığı bazı şeyleri hissetmesi olayına defalarca tanık olmuştu. Böyle güçlüsü ilk defaydı. Falcının araladığı kapılar aralarındaki bağı bayağı güçlendirmişti. “Nereden bileyim?”

59


Sadık Yemni

“Dikkat et tamam mı?” “Bunun için mi aradın?” “Annemle konuştum iki saat önce. Bu bayram gelmediniz. Kurban bayramında mutlaka bekliyorum dedi.” Dize’nin içinde annesine, babasına sarılan küçük bir kız yanı uyanmıştı. Sık sık Sivas’tan Đstanbul’a gelip onların misafiri oluyorlardı, ama haklıydılar. Ana evinde bütün ailenin bir araya gelmesi farklı bir hava yaratmaktaydı. Dize tam bu minvalde bir şey diyeceği sırada arka plandaki müzik değişti ve ses güçlendi. “Bu da kim? Yeni bir grup mu?” “Nickelback’in Rockstar’ı.” “Kimin?” “Çağ dışı kalma kızım. Nickelback diye bir realite var.” “Disjokeyden nişanlın olursa böyle olur.” Mısra bir lise öğrencisi gibi kıkırdadı. “Adam kulak burun boğaz uzmanı. Radyoda disjokeyliği stres atmak için yapıyor.” “Kulağı, burunu geçtim. Boğaz işleri nasıl? Bir ilerleme var mı?” “Bunlar sır şimdilik. Haftaya Cumartesi görüşürüz.” “Tamam.” Dize siyah karınlı üç kediyi düşünerek salona gittiğinde Murat dışarıya çıkmaya hazır bir durumda bekliyordu. Onu görünce sandalyenin arkasından Dize’nin siyah ceketini aldı ve, “Canım tost yemek istemiyordu zaten,” dedi. Az sonra Murat’ın koluna girmiş durumda kalabalık sokaklardan birinde

yürüyen

Dize

kendini

her

açıdan

gözetleniyormuş

gibi

hissetmekteydi. Birkaç kez bu duygusunu Murat’la paylaşmak istediyse de

60


Sıfır: “Seb7a”

vazgeçmişti. Đki şiddetli güç alanının kesişme noktasında durduklarının bilincindeydi. Üzerine konuşmak istemiyordu. Kelimelerden bir uğursuzluk paratoneri inşa edebilirdi istemeden.

61


YEDİNCİ YEDİNCİ KAPI


Sıfır: “Seb7a”

26 Eylül 2009 Cumartesi – 19.57 Bakırköy

Murat arabasını Tayyareci Hayrettin sokağındaki boş bir yere park etti. Üç genç ileride kaldırımın üstünde durmuş laflamaktaydı. Rus finosu denilen çok güzel yüzlü beyaz bir köpeği gezdiren uzun boylu, bembeyaz saçlı, yaşlı bir adam onları yan gözle süzerek karşı kaldırımda yürümekteydi. Ilık havaya rağmen sarı bir kaban vardı üzerinde. Görebildikleri kadarıyla arkalarından gelen bir araba yoktu. Buraya yalnız varabilmek için aldıkları bir dizi tedbir işe yaramışa benziyordu. “Bir şişe şarap falan getirseydik yanımızda,” dedi Dize. “Daha bayram da yeni geçti. Baklava ya da.” Murat gülümsedi ve, “Bir dahaki sefere artık,” dedi. “Koşuyolu Caddesi’nde bir polis arkadaşım otururdu. Bazen onun evinde toplanırdık. Yıllar oldu tabii. Yolum artık hiç düşmüyor bu taraflara.” Dize etrafına bakınıp içini çekti. “Sence herkesi ektik mi?” Murat işaret parmağıyla göğü göstererek tebessüm etti. “Bilmem.” Bugün öğlen çevrelerindeki hayat hızlanmıştı iyice. Katilin yedinci kurbanı bulunmamıştı. Tarık Yenen gerçekten kurban adayıydı. Birim Sıfır henüz medyanın ağzına düşmemişti, ama polis teşkilatında forsu o biçimdi. Kenan kulaklarına kadar gülümseyerek gelmişti evine. Bir kurbanı kurtararak acayip prim yapmıştı haliyle. Ama çok can alıcı bir soru havada asılı durmaktaydı: Tarık Bey’i nasıl bulmuşlardı?

63


Sadık Yemni

Aslında

her

şeyi

dürüstçe

anlatsalar

medyanın

zirvesinde

ağırlanırlardı. Yalnız polis teşkilatı fotino, nötrino, interaktif evren laflarını bir yerlerine tıkardı. Gerçek hayata değin kanıtları görmek isteyeceklerdi. Böyle bir

şey

yok

derlerse,

bilgi

saklıyor

durumuna

düşeceklerdi.

Kapı

aralamalarından söz ederlerse buna bu işlere teşne seyircilerin yanı sıra bir kişi daha inanacaktı. O da katildi. Çünkü Tarık Bey’i elinden alıverdiklerini gözüyle görmüştü. Bunu hokus pokusla ya da WIMP’le yapmalarının hiçbir önemi

olmayacaktı.

Adam

bütün

enerjisini

Birim

Sıfır’ı

bitirmeye

vakfedecekti. Kenan ve adamlarını evden sepetledikten sonra Murat ve Dize bir bloknota yazarak ne yapacaklarını kararlaştırmışlardı. Çok karmaşık olmayan basit bir plan pürüzsüz çalışabilirdi ancak. Murat’ın Beşiktaş’ta bir park yerinde böyle durumlar için hazır tuttuğu yedek bir arabası vardı. Telefonlarını evde bırakır ve çevredeki muhtemel barikatı yarabilirlerse bir süreliğine bile olsa serbest kalabilirlerdi. Saat beş sularında patlayan uydurma bir haber işlerine yaramıştı. Bir televizyon kanalı yedinci kurbanın bulunduğunu haber vermişti. Üsküdar’ın merkezindeki bir binadaydı. Polis de dâhil herkesin dikkati o tarafa çekilmişti. Murat ve Dize şehir merkezinin kalabalığından yararlanarak evden çıkmışlar. Ayrılarak tabanvay olarak Beşiktaş’a gitmişlerdi. Murat’ın anonim arabasıyla

bir

sorun

çıkmadan

trafikle

cebelleşerek

Bakırköy’e

gelebilmişlerdi. Bu arada Dize arabada sotada duran telefonla Ege’ye şifreli bir mesaj çekerek gidecekleri yerin koordinatlarını bildirmişti. Ege dün gece Đstanbul’a varınca acilen bir şirket toplantısına katılması gerektiği için henüz yüz yüze

64


Sıfır: “Seb7a”

görüşememişlerdi. Bu akşam arkalarını ona emanet edeceklerdi. Yolladığı cevapta Edirne’de olduğunu ancak yarın Đstanbul’a döneceğini bildirmişti. Düzmece mesajdı. Şu anda Đstanbul’daydı. Bildirdikleri yere gelecekti. Telefon numarası hakiki kimlikle alınmıştı. Köprü altı serserisi denen tiplerden birine aitti. Adam elli kayme avanta karşılığında numarayı almış ve Murat’a vermişti. Banka hesap numarası, kredi kartı, vatandaşlık numarası ve belli bir adresi olmayan nice insandan biriydi. Birim Sıfır’ın elinde bu tür sekiz farklı numara mevcuttu. Đzlerinin saptanması kolay değildi yani. Yolda uydu antenli dizüstüyle haberlerin nabzını tutmaya devam etmişlerdi. Yedinci kurban lafı fasa fiso çıkmıştı. Oturma odasının divanında oturmuş televizyon seyrederken kalp krizinden ölen atmış yaşındaki Remzi Dalkırmış isimli bir adam kısa süreliğine de olsa bayağı ünlenmişti. Adam yıllar önce memurluktan emekli olmuş, tek başına yaşayan biriydi. Görünüşe göre çoluğu çocuğu da yoktu. Alnına uyduruk etiketi televizyonculardan ya da cesedi bulan şakacı komşulardan biri yapıştırmış olmalıydı. Askerliğini Erzurum’da iki yıl piyade olarak yapmış Remzi Bey, isnat edilen suçlamayla uzaktan yakından ilgisi olmayan sıradan bir vatandaştı. Öldüğü gün ülke çapında ünlü biri olmuştu. Felek Apartmanı on dört dairelik yenice bir binaydı. 9 numaralı dairenin zilindeki etiket boştu. Dize uzanıp zile bastı. Saniyeler aktı. Kapıyı açan otomat cazırdadı. Dik duran bir tabuta benzeyen asansörle 5. kata çıktılar. “Hoş geldiniz.” Ünlü banker, iş adamı Cevat Yılmazcan aralık duran kapının ağzında belirmişti. Üzerinde mavi bir gömlek, siyah pantolon vardı. “Başardınız.”

65


Sadık Yemni

***

Mütevazı döşeli daireye nefis yemek kokuları sinmişti. Ta holden kokusu gelmekteydi. “Aşçım yemekleri hazırladı ve gitti. Baş başayız. Lütfen ayakkabıları çıkartmayın.” Đki bej rengi divan, bir duvar televizyonu ve birkaç sehpadan ibaret oturma odasına zevkli biri damgasını basmıştı. Yerde el örgüsü kökboyama nefis bir halı vardı. Dize halının püsküllerinin temizliğine gıptayla baktı. Dev ekranlı televizyonun karşısındaki duvarda Osman Hamdi’nin Kaplumbağa Terbiyecisi adlı tablosunun yağlı boya kopyası ya da aslı asılı durmaktaydı. Geniş camın altın rengi tek parça perdesi örtülüydü. Vizyonda bu kadar ayrıntı görememişlerdi, ama işaret edilen yer bu odaydı. “Burası ara sıra kafayı dinlemek için sığındığım bir yerdir.” Dize adamın fotoğraflarını gazetelerde defalarca görmüştü. Birkaç kez televizyonda da izlemişti, ama kendisiyle baş başa olmak başka bir şeydi. Simsiyah gözlü, beyaz tenli, ince yapılı, delici bakışlı, göbeğinden dünyaya enerji salan bir yapısı vardı. Yüzü yakışıklı bile sayılabilirdi, ama bir şey -Dize nasıl betimleyeceğini kestiremiyordu- duruşundaki koreografik bir kıvam nedeniyle belki, gülümseyen etli dudaklarına, bembeyaz dişlerine rağmen rahatsızlık veren bir yanı vardı. “Anlıyorum.” Dize ile Murat yan yana bir divana oturunca Cevat Bey, “Ne içelim yemekten önce?” diye sordu. “Konuşacağımız çok şey var.”

66


Sıfır: “Seb7a”

Murat adaşıyla ilişki şekli nedeniyle adama mesafeli duruyordu, ama kendinden emin duruşundan muhatabından aynı rahatsızlığı algılamadığı belliydi. Adamdan on santim uzun ve on beş kilo daha ağırdı. Buna da güveniyordu mutlaka. Dize, Murat’a baktı. “Kahve olabilir,” dedi Murat. “Süzme kahveyle Kahlua, Meksika kahve likörü karışımını tavsiye ederim. Kahlua’yı seveceksiniz.” Murat ve Dize başıyla onaylayınca adam içeriye mutfağa gitti. “Bu tablo kimindi?” “Osman Hamdi’nin,” dedi Dize. Đçinde duygularını açmak için basınçlı bir istek vardı, ama resim konusuna devam etti. “Kaplumbağa

Terbiyecisi.

Ressamın

en

beğendiğim eseridir. Şimdi burada karşıma çıkması...” Dize ayağa kalkarak tabloya dokundu. Reprodüksiyon değildi. Pürüzlü yüzey ‘ben gerçeğim’ diye bağırmaktaydı adeta. Adam çok zengindi. Bu kıymetli tabloyu edinmiş olabilirdi. “Nerede kalmıştık?” Cevat Bey’in elinde tepsi odada belirmesi Dize’de yine benzer duyguları uyandırmıştı. Adamın anlatacağı şeyleri çok merak etmekteydi. Tanıdığı ama adını çıkaramadığı bir parfümden bolca sürünmüş olan Cevat

67


Sadık Yemni

Bey onlara çok önemli bir şeyi açıklamak üzereydi. Bunu iliğinde ve kemiğinde hissetmeye başlamıştı. “Birim Sıfır hakkında ne biliyorsunuz Cevat Bey?” Cevat Bey gülümsedi ve kahve fincanlarını önlerindeki sehpaya koydu. Biraz daha büyük olsalar çorba kâsesi olabilecek tombul beyaz fincanlar çok hoşuna gitmişti Dize’nin. Tanıdık da gelmişti aynı zamanda. Adam elinde fincanı karşılarındaki divana oturunca yüzü ciddileşti. “Anlatacağım her şeyi. Kafamı kurcalayan her noktayı.” Adam bunu dedikten sonra kahvesinden bir yudum alarak tadı dilinin bilirkişiliğine sundu. Sonra yüzünde ‘bayağı iyi’ ifadesi belirdi. Bu ikisinin de fincanlarına sarılmalarına neden olmuştu. Dize kahlua’lı kahvenin tadını beğenmişti. Şekerin, kahvenin, az miktarda sütün ve diğer şeylerin karışımı damak zevkine hitap etmişti, Bu tat skalasında belirip kaybolan keskin bir çizgiyi fark edip unutmuştu. “Kahlualı kahve iyiymiş,” dedi Murat. ‘Sizi dinliyorum Cevat Bey’ mesajlı bir beğeni sözcüğüydü. Cevat zarfı almıştı. “Öncelikle bir kez daha başınız sağ olsun Murat Bey,” dedi. “Haberi duyunca yıkıldım adeta. Sonra biraz düşündüm ve son zamanlarda konuştuğumuz şeyleri şöyle bir derledim topladım. Biz büyük projelere imza atıyoruz bazen. Çok insanla karşılaşma demektir bu. Bazı menfaatler aradığını bulamaz malum. O kadar düşündüm taşındım, iş camiasında Murat Savuşçugil’i öldürmek isteyecek, üstelik böyle bir seremoniyle, birini bulamadım. Makul bir kimseydi dostunuz. Benden iyi bilirsiniz.” “Ama bir bildiğiniz var sanırım,” dedi Murat.

68


Sıfır: “Seb7a”

Adam başıyla olumladı. “Evet. Bu nedenle dikkatimi başka yöne çevirdim. Bu sabah sakal tıraşı olurken birden beynimde çaktı.” Dize fincanın dibini gördüğünde bu kahveden daha beş tane içebileceğini düşündü. O şey neyse, işte onu gördüm. Burada divanda otururken. Üç kedi gördüm hemen yanımda. Đkisi duman rengi. Biri sarman. Divanın üstünde. Üçünün de karnı simsiyahtı. Ne demek oluyor bu? Mısra’nın sözleri beynine dolunca Dize fincanın dibine bakmaktan vazgeçip kabı ters çevirince dibinin siyah olduğunu gördü. Sonra bakışları Murat’ın ve Cevat Bey’in fincanlarına yöneldi. Cevat Bey’inki limon sarısı renkteydi. Murat ve Dize’ninkiler de grimsi mavi. “Yüzüme baktım ve katil bir kişi olabilir dedim. Bir kişi.” Dize sırıtan Cevat Bey’den bakışlarını güç bela söküp Murat’a yöneltti. Gözleri yarı aralıktı. Olduğu yere yığılmış kalmış gibiydi. Genç kadın ayağa kalkmak için davrandı. Ama bu yönelim sadece zihni bir işlemden ibaretti. Sinir ve kas sisteminin buna aldırdığı yoktu. Cevat Bey, Seb7a katiliydi. Kahvelerine kahlua marka uyku ilacı ya da öldürücü zehir koymuştu. Kapı aralayıcı bunu bilerek kendilerini yönlendirmişti. Đşleri bitikti valla.

26 Eylül 2009 – 22.50 Bakırköy

Ev boştu, ama Ege silahını kılıfına koymaya isteksizdi. Oturma odasındaki fincanların sayısından üç kişinin bir ara burada olduklarını

69


Sadık Yemni

anlayabiliyordu. Daire kapısını arkadan sürgüledikten sonra evin ışıklarını yaktı ve daha ayrıntılı aramaya başladı. Evde kimin oturduğunu belli edecek hiçbir belge yoktu. Tapu, kira sözleşmesi, elektrik ödemesi, banka kâğıtları bir yana, üzerinde burada oturan kimsenin adını yazan bir kâğıt parçası bile yoktu. Mutfakta yiyecek bulunmuyordu. Buzdolabı yarım şişe votka, iki Efes bira ve küflenmek üzere olan küçük bir parça peynir dışında boştu. Sadece mikrodalga fırında bir yemek ısıtılmıştı galiba. Isıtılmış ama yenmemişti. Ev anonimdi bayağı yani. Bunun tek anlamı vardı: Burası bir tuzak yeriydi. Kurulu bir kapandı ve galiba arkadaşlarını yutmuştu. Ege kalbini sıkan çaresizlik duygusuyla, ne yapacağını bilemez durumda oturma odasında dikilmekteydi. Tabancası hâlâ elindeydi. Murat ya da Dize aramıyorlardı bir türlü. Silahını kılıfına yerleştirip kaplumbağalı adam resmine bakan divana oturup ne yapacağını düşünmeye başladı. Dün geceyi teşkilatın acil toplantısıyla geçirmişti. Bugün öğlen Murat’tan aldığı mesajda ‘akşam için hazır ol’ denmekteydi. Sonra da Dize arayıp yeri bildirmişti. Ege tam vaktinde burada olmak için yola çıkmıştı. Her şey yolundaydı. Verilen adrese birkaç kilometre yaklaştığında arabada bir anda elektrikler kesilmişti. Tıpkı çocukken gördüğü bilimkurgu filminde olduğu gibiydi. Sadece tepesinde ışık kaynağı saçan bir UFO yoktu. Müzik dinleyerek giderken araba birden kendini elektronlardan azade ilan etmişti. Neyse ki sağ şeritteydi ve hemen arkasından gelen bir araba yoktu. Đyice kenara çekerek kazasız belasız durmuştu. Akü doluydu. Görünürde hiçbir arızalı parça yoktu. Ege arabalardan iyi anlardı. Böyle bir duruma ilk kez tanık oluyordu. Protokolü bozarak önce

70


Sıfır: “Seb7a”

Murat’ı, sonra da Dize’yi aramıştı. Đkisi de telefonu açmadığı gibi, çektiği mesaja da karşılık vermemişlerdi. Üç çeyrek sonra denediğinde motor sorunsuz çalışmış ve arabası hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmişti. Verilen adrese gelmiş, biraz dışarıda beklemiş, hiçbir mesaj alamayınca kapıyı maymuncukla açarak içeri girmişti. Üç fincan. Murat, Dize ve davet eden kimse. Murat güvenlik gereği adamın adını yazmamıştı. Yanlış eve girmiş olabilir miydi? Đçine kuşku düşmüştü. Murat ve Dize’nin burada olduğunu belli edecek hiçbir şey yoktu. Ege bunları düşünüp etrafına bakınırken sağ ayağının dibinde minicik bir kâğıt topçuğu gördü. Daha önce ıskalamıştı demek ki. Eğilip aldı. Belki hareket eden ayakları ortaya çıkarmıştı. Özenle kâğıt topçuğu açtı. Kalbi heyecanla titredi. Oluyor. Dize’nin el yazısıydı. Yemin ederdi. Demek ki burada bulunmuşlardı. Doğru yerdeydi, ama şimdi ne olacaktı? Bu kâğıt onun için bırakılmış bir mesaj mıydı acaba? Telefonu ‘mesaj alınıyor’ sinyali verince sevinçle yerinden doğruldu. Elindeki kâğıdı küçük sehpanın üstüne koydu ve telefonuna davrandı.

Ege Merhaba, Biz şu anda Beylikdüzü’ndeyiz. Adres aşağıda. Tam biri çeyrek geçe orada ol lütfen. Şifre: Kaybolan kâğıt.

Ege sevinmeye korkuyordu. Mesaj yanıltmaca olabilirdi. ‘Şifre: Kaybolan kâğıt’ ne anlama geliyor diye düşünürken, ensesindeki kıllar dimdik oldu. Masanın üzerine bıraktığı kâğıt yoktu. Eğilip yere baktı. Uçmuş

71


Sadık Yemni

gitmişti sanki. Buna kendi neden olamazdı. Hareketsiz durup telefonundaki mesajı okuyan biri kâğıdı masadan uçuracak rüzgârı imal edemezdi. Yirmi dakika kadar sonra Ege elinde bira bardağı divanda oturmaktaydı. Işıkları söndürmüştü yeniden. Daha randevusuna gitmek için erkendi. Bekliyordu. Bu arada Nehir ona bir mesaj çekmişti.

Neredesin?

Tek kelimeydi, ama kaybolan kâğıt kadar anlamlıydı.

72


KAPANIŞ SICAK SONA DEVAM


Sadık Yemni

Murat, Cevat yirmi metre kadar ileride benzin çantalarından birinin sıkışmış kapağını açmak için uğraşırken elindeki anahtarı kelepçesinin kilidine soktu. Çevirdi. Birden bilekleri serbest kalmıştı. Dize ne yaptığını görüyordu. Yüzü şaşkınlık ve umut yüklüydü şimdi. Bakışlarıyla ayaklarını işaret etti. Murat mesajı almıştı. Ayakları serbest kalmazsa elleri pek işe yaramayabilirdi. Elleriyle yattığı yerdeki zemini yokladı. Deminden beri sırtına batan bir yığın sert nesneyi inceledi. Đşe yarar bir şey bulamadı. Eline anahtarı sıkıştıran Cemal Fersan’a ait varlıktı. Neden işi taksitle yapıyor, şu benzin çantalarından birini Cevat’ın kafasına indirip sorunu temelden çözmüyordu? Đlk kez hortlağın her hamlesini bilinçle yaptığını düşünmeye başlamıştı. Adamın bir bildiği vardı. Adım

adım

onu

uygulamaktaydı. Yani Cevat Yılmazcan’ın katil olduğunu, nerede oturduğunu biliyordu. Ve bu ana kadar gelmelerine izin vermişti. Murat gözü Cevat’ta, uygun anı kolladı. Adam çantanın kapağını açamadığı için öfkelenmişti. Uygun bir gereç almak için olmalı, ardiyenin göremedikleri bölmesine gitmişti. Murat kaybedeceği çok az şey olanlara has bir cesaretle hızla hamle etti ve anahtarı Dize’nin avucuna sıkıştırıp eski konumuna döndü. Boşuna yıldırım hızıyla hareket edip nefes nefese kalmıştı. Aradan neredeyse bir dakika geçtikten sonra Cevat geri geldi. Elinde levye cinsinden bir şey vardı. Uğraştı, kapak gene açılmadı. Adam yirmi litre benzinin ikisini yeterince yakabileceğini düşünerek pes etti ve sağ elinde çanta onlara doğru geldi. Bu arada Dize çoktan işlemi

74


Sıfır: “Seb7a”

bitirmişti. Đkisinin de elleri serbestti, ama hâlâ üstünlük belinde 9 milimetre tabancası olan Cevat’taydı. Fotino Cemal işe karışmazsa halleri haraptı yani. “Eh geldik son sahneye. Đki günahkârı cehennem ateşiyle tanıştırmak.” “Nişanlını aldı diye mi elinden?” dedi Murat sesine tahrik edici bir ton vererek. Adam onun kendinden eminlik dirilmesini kaybedeceği bir şey olmaması şeklinde değerlendirmişti. Sırıtmakla yetindi. “Arkaya not bıraktım. Seni derdest edecekler.” Cevat Bey’in gözleri delice bir ataklıkla parladı. “Blöf. Birim Sıfır’ın telefon ve internet kullanımı denetimimde. Bunu yapsaydınız haberim olurdu.” “Kendini beğenmiş puşt.” “Kendini kurşunlatıp feryad-ı figan kebabı olmaktan kurtulmak için yapıyorsun bunu.” “Seb7a’nın günahkârlarla ilgilisi olmadığını pek çok kişi biliyor,” dedi Dize. “Se7en filminin de gerçek olmadığını biliyorduk, ama heyecanla seyrettik,” dedi Cevat kıza göz kırparak. “Đnsanlar hayallerine hitap edeni sever, benimserler. Kaba saba gerçekliği değil.” “Asıl amacın ortağını öldürmekti. Kaç kişiyi yaktın bunun için?!” dedi Murat. Cevat gülümsedi. “Ne önemi var artık? Millet biraz eğlendi. Yarın unuturlar. Bu dünyanın cinayeti biter mi?” “Cinayet işlettiğin yardımcılarını da harcadın,” dedi Murat. “Polis sandığından fazlasını biliyor.”

75


Sadık Yemni

Cevat sözlerinden sandığından az etkilenmişti. “O kadar olacak artık. Faili meçhullere naçizane bir katkım oldu,” dedi. “Niye öldürdün ortağını?” dedi Murat. “Bu kadar plan, risk, katliam... Neydi? Nişanlın mı? Senden ayrılmıştı zaten. Kadını kötülemek için bin bir dümen çevirdin. Neydi ha? Gurur mu? Neydi? Söylesene.” Cevat sinirlenmişti. Belinden tabancasını çekerek Murat’ın göğsüne doğrulttu. “Bak, ağzını çok yorma. Sana bir teklifim var. Kıçımı öpersen kızı kalbinden bir kurşunla vurup kurtaracağım. Ama seni mutlaka cehennemle tanıştıracağım. Ne dersin? Öpecek misin?” “Öpeceğim.” Murat kıza bakarak gülümsedi. “Yapacağım Dize. Benim yüzümden buradasın.” Cevat aşırı gururlu olan biriydi, ama ahmak değildi. Bir plan kokusu almıştı. Tabancayı kemerine koyarak çantayı almak için eğildi. Murat sinyal verince ikisi birden hamle ettiler. Adam zekiydi, ama bu işlerin erbabı değildi. Çantayı onların bulunduğu yerin çok yakınına koymuştu. Murat mide kaslarını kullanarak adama bir tırpan indirdi. Cevat bir çığlık atarak yere yuvarlanırken silahına davranmaya çabaladı, ama düşme hızı nedeniyle bunu yapmak pek kolay bir iş değildi. Murat iki eliyle adamın kollarını tesirsiz hale getirmeye çabalarken, Dize belindeki silaha uzandı. On saniye sonra tabanca Dize’nin elindeydi. Murat, Cevat’ın ısırdığı sağ elini ovuşturuyordu, Cevat da alnının ortasına yediği dirsek darbesinin sersemletici sarmalındaydı.

76


Sıfır: “Seb7a”

Yerde buldukları büyük bir vidanın yardımıyla ayaklarındaki bantları kesmişlerdi. Murat ayakkabısının tekine de kavuşmuştu. Üstünlük kesinlikle Birim Sıfır’daydı artık. “N’apıcaz şimdi?” Murat kıza, ‘Polise telefon edelim,’ diyecekti, ama bunu sese dönüştüremedi. Kapı aralanmıştı yine. Bu defa diğerlerinden farklıydı. Kapı bulundukları yerden diğer tarafa değil, tersinden aralanmıştı. Eşikte ışık zerrelerinden yapılma; insan biçiminde ama kaşı gözü, elbisesi olmayan biri durmaktaydı. “Çekilin geriye.” Murat ve Dize kulaklarından içeri dolan yüksek titreşimli sese uyarak üç beş adım geriye yürüdüler. “Sen de kimsen be? Murat beni böyle bırakamazsın. Po… polise teslim edilmem lazım. Her şeyi anlatıcam.” Cevat’ın yalvaran sesi Murat’ın içini titretmişti. Onu kurtarmak istiyordu, ama Avni Tanboğa müstear isimli zat üçüncü romanını baştan sona kurgulamıştı. Murat ve Dize bu kurguya misafir olarak şu ana dek otuz beş takla atmış ve durmuşlardı. “Murat kurtar beni. Bir milyon avro veririm. Murat! Đmdaaat. ” Işıklı varlık bir çanta benzini Cevat’ın üzerine döktü. Sonra sağ elinin işaret parmağını dokundurunca alev aldı. “Đmdaaat! Đmdaat! Allah’ım! Ahhhh!” Alevler çok az parlamış ve bir dakikadan kısa zamanda Cevat’ı kömüre çevirmişti. Yanmış etin kokusu Murat’ın midesini etkilemişti, ama içi

77


Sadık Yemni

boş olduğundan birkaç öğürmeyle atlatmıştı. Dize başını çevirmiş bakmıyordu. Işıklı varlık işaret edince Murat, Dize’yi dürterek o tarafa yürüdü. Cevat’ın bütün bedeni kömürleşmişti. Dumanı tütüyordu, ama alnı dokunulmamış olarak kalmıştı. Işıklı varlık elinde beliren bir etiketi adamın alnına yapıştırdı ve Murat’a bakarak, “Oku,” dedi. Murat eğildi ve okumaya başladı. “Cevat Yılmazcan, başta cinayet olmak üzere şu günahları işlemiştir: Para putuna taparak Allah’a şirk koşmak, ekonomik gücünü büyü sanmak, sahte raporla harpten kaçmak, bilerek yetim malı yemek, faizcilik, namuslu kadına iftira etmek ve anaya babaya asi olmak. Böylece Seb7a cinayetlerinin hem mimarı, hem de sonuncu kurbanı olarak kader çemberini kapatmıştır.” “Şimdi ne olacak?” Işıklı varlık Dize’ye baktı ve, “Evinize gidin. Gerisini polise bırakın,” dedi. “Siz Cemal Fersan mısınız?” diye sordu Dize. Murat’ın aklını yakan bir soruydu. “Bir zamanlar. Bir süreliğine ödünç verilmiş bir ışıltıydı.” Kapı birden kapanınca, koskoca ardiyede dumanı tüten cesetle başbaşa kaldılar. Dışarı çıktıklarında onları bir sürpriz beklemekteydi.

***

“Eller yukarı. Sakın kımıldamayın.”

78


Sıfır: “Seb7a”

Murat, Cevat’ın tabancasını polise ait bir nesne olduğu için üzerindeki parmak izlerini silip arkada cesedin yakınlarında bir yerde bırakmıştı. Sesin sahibini tanıdığı için irkilmekle kaldı. Dize de öyleydi. “Saatlerce geç kaldın Ege.” Sarı ceket, siyah kot pantolon ve siyah tişört giymiş uzun boylu adam onlara doğrulttuğu tabancasını indirip sol bileğindeki kol saatine baktı. Ardiyenin önündeki sokak lambası beş metre ötedeydi. Arka planda birkaç yüz metre uzaktaki bir ana yoldan geçen arabalar görünmekteydi. Ardiye tek katlı bir binaydı. Çıktıkları yer arka tarafındaki park yeriydi. Hemen yakınlarında burayı gören bir bina yoktu. Cevat Bey kebap olmak için ideal bir yeri seçmişti. “Bana saat 01.15’de Beylikdüzü, Kavaklı Caddesi 112 numaraya gel diyen sen değil misin?” Murat yan gözle Dize’ye bakarak sırıttı ve, “Ben değildim,” dedi. Ege üstlerinin başlarının dökülmesine, dağınık durumlarına bakarak başını salladı. Bunu bekler gibi bir hali vardı. “Kim yolladı peki?” “Avni Tanboğa.” “Kim oluyor bu Avni Bey?” “Rejisör Avni Bey. Senarist Cevat Bey’in metninden harika bir film çekti valla. “Ulan Murat sen kafayı mı yedin? Bu haliniz ne peki toz toprak içinde?”

79


Sadık Yemni

Dize, “Murat doğru söylüyor,” dedi. “Pek metne sadık kaldığı söylenemez tabii.” Ege iki elini beline koyup arkadaşlarına baktı. “Her şeyi adam gibi anlatacak mısınız?” “Sen önce Bakırköy’e niye geç kaldın onu söyle.” “Yolda nedensiz yere arabam arızalandı. Elektrikler gitti ve geldi. Böylelikle geç kaldım. Eve girdim maymuncukla. Bir kâğıt… Kayboldu. Sonra mesaj gelince… Tabii kâğıdın şey olması özel bir durum. Önce siz anlatın bakalım.

Ben

geldiğimde

bahsini

ettiğin

dairenin

ışıkları

sönüktü.

Maymuncukla içeri girdim. Kimsecikler yoktu. Sonra o mesaj geldi. Kim bu Avni Bey ya? Üstünüz başınız niye böyle? Üzerinizden TIR geçmiş gibi sanki.” Murat’ın bakışları etrafta gezinirken az ileride park etmiş olan minibüse ilişti. Park yerinde motorunun çalışacağı şüpheli olan bir brandası delik deşik, Vietnam Savaşı zamanından kalma bir kamyonet hurdasının yanında durmaktaydı. Tabancaları, telefonları falan orada olmalıydı. Tekrar Ege’ye baktı. Kırlaşmakta olan saçlarını biraz uzatarak kendine çok yakışan bir tarzda kestirmişti. Elini uzattı. El sıkışıp sarıldılar. “Avni gitti,” dedi Murat. “Uzun hikâye, ama biraz kendimize gelelim her kelimesini anlatıcam sana olan bitenlerin.” Tam bu sırada Dize şiddetli bir hapşırık koyuverdi. “Hapşuuuuu.” “Çok yaşa.” “Siz de görün. Gribim geri geldi.” “Az kalsın evde kimseyi bulamayıp kapıyı boşuna çalıp duracaktım.” Dize burnunu çekti ve, “Doğru,” dedi. “Şimdi nereye gidiyoruz?”

80


Sıfır: “Seb7a”

Murat ikisine baktı. “Bakırköy’de bir yer biliyorum. Sabahın dördünden önce kapanmaz.” Kimse, ‘Neresi?’ diye sormadı. Minibüsten şahsi eşyalarını alıp, Ege’nin arabasıyla yola koyuldular.

81


UFAK TEFEK AYRINTILAR


Sıfır: “Seb7a”

27 Eylül 2009 Pazar – 14.55 Sıraselviler

“Cevat Yılmazcan kafayı üşütmüştü. Cem Demir ve Yener Düzgün adlı iki arızalı tipi kiraladı. Ali Evran’ı ve Đhsan Özçavuş’u Yener Düzgün öldürdü. Cem Demir, Cemal Fersan’ı ve Yener Düzgün’ü öldürdü. Cevat Yılmazcan iki cinayet işledi. Cem Demir ve ortağı Murat Savuşçugil. Seb7a cinayetleri böyle işlendi ve sonra her şeyi planlayan baş katil nadim olarak intihar etti. On altı yaşındayken annesini döverek hastanelik ettiği falan haber olacak birazdan. Yaşı küçük diye ceza almamış. Babası kesenin ağzını açmış. Onun da rolü var tabii. Ünlü restoranlarda elinde şampanya ve şarap kadehleriyle poz veren adam sekiz yıl önce karaciğer yetmezliği teşhisiyle askerlikten sakata ayrılmış. Pek sağlam pabuç değilmiş yani ünlü Cevat Bey’imiz.” “Bu kadar mı?” Kenan bir ilkokul öğretmeni edasıyla başını salladı. “Evet. Yani bu iş kapandı. Murat ve Dize adlı birilerinin bu işte hiçbir rolü yok. Đntikam alan ruhlar, aralanan kapılar, kaflua mı, katlusa mı her neyse, kahveye katılan uyku ilacı da yok. Anlaşıldı mı?” “Đki milyonluk ödül peki?” Kenan sağ eliyle bir fallüs sembolü yaptı. “O da yok.” Sıraselviler’de,

geçen

sefer

bulundukları

apartmanın

girişinde

durmaktaydılar. Kenan kafelere, barlara güvenmez, bu tür yerlerde buluşmayı severdi. “Ne var peki?”

83


Sadık Yemni

Birazdan medya mensuplarının karşısına çıkıp caka satacağı için uçuk mavi takım elbise, beyaz gömlek giymiş ve kırmızı kravat takmış olan arkadaşı sırıttı ve, “Bizim takım Birim Sıfır’a gebe,” dedi. “Borcumuzu bir gün öderiz elbet.” Murat sessiz kalınca Kenan kapının önünden kıkırdayarak geçen iki kıza baktı ve eliyle ‘hoşça kal’ işareti yapıp gitti. Murat dışarı çıktığında üçü birkaç dakika geçmekteydi. Yatağa sabah onda girmiş ve bir saat önce Kenan tarafından uyandırılmıştı. Yorgundu ve akşamdan kalmaydı. Dize kendi evine gitmişti. Hava güzeldi. Etraf cıvıl cıvıldı. Genç adam iddiasız adımlarla rastgele yürümeye başladı.

84


BERİ BERİ SÖZ İki Sadık Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Her yazarın da bir yazış üslubu... Ben günde ortalama üç-dört sayfa yazarım. Yılda üç yüz otuz gün falan çalıştığım için herkes beni hızlı yazan biri gibi algılar. Oysa çalışkan bir kaplumbağalıktan öte bir iş değil yaptığım. Bazı yazarlar gibi benim de bir iş ortağım vardır. Disiplinli, hesapçı, mantıkçı Sadık’la, aykırı mamuller ve aşkın kurgular pazarında tezgâhı olan Sadık. Biri öyküyü kurar, düzgün ve akılcı bir şekilde yola çıkarır. Diğeri onun genellikle her aşamasına, ama en çok da sonuna müdahale ederek metindeki sıradanlık etiketlerini birer birer söker. Seb7a benim için çok hızlı yazılmış bir metin. Pazarcı Sadık ilk iki gün sessizdi, ama üçüncü günün sabahı kulağıma 7-8=0 diye fısıldadı. O sayede bu metin şimdi sizlerin beğenisine sunulmuş durumda. Đki

Can’lara

bana

böyle

bir

deneyim

fırsatı

verdikleri

için

teşekkürlerimi sunuyorum. Sevgiler ve selamlar...

Hayal Tozu gölgecisi, nam-ı diğer Sadık Yemni


YAZAR HAKKINDA Sadık Yemni, 1951 yılında Đstanbul’da doğdu. Çocukluğu ve ilk gençliği Đzmir’de geçti. 1975 yılından beri Amsterdam’da yaşıyor. Romanları ve öykülerinin yanı sıra denemeleri, roman çevirileri, film senaryoları ve tiyatro oyunları bulunuyor. Genellikle paranormal, gerilim, polisiye, bilimkurgu, fantastik türlerinin edebiyat tadı veren karışımı şeklinde, yani TekinsizX türünde yazıyor. Yapıtları:

Muska

(1996),

Amsterdam’ın Gülü (1997), Öte Yer (2002), Metros (2003), Çözücü (2004), Ölümsüz (2004), Yatır (2005), Muhabbet Evi (2006), Durum 429 (2007), Hayal Tozu Gölgecisi (2008) 2009’da: Zaman Tozları (dijital roman), Seb7a (dijital kısa roman), Ağrıyan (roman).

www.sadikyemni.net


“BĐRĐM SIFIR” OCAK’TA BUZUL DÜNYA’DA! Bu e-kitapta, Funda Özlem Şeran Emirhan Burak Aydın Arif Kubaş Hüseyin Emre Coşkun Onur Selamet Gökcan Şahin Ozancan Demirışık ve Sadık Yemni tarafından yazılan birbirinden keyifli SIFIR öykülerini okuyabileceksiniz…


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.