KISA ACIKLAMALI RiYAZUS-SALiHiN - 1. CiLT

Page 1

MAHMUT

KISA


ÖN SÖZ Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla! Allah’a sonsuz hamd ü senalar, Âlemlere rahmet olarak gönderilen Son Elçi Hz. Muhammed’e salât u selam, Hz. Peygamber’in tertemiz Ehl-i Beyti’ne, güzide Ashabı’na ve kıyamete kadar onların izini takip eden bahtiyar müminlere selam olsun! Bu kitabı hazırlarken, aşağıdaki kaidelere riayet etmeye çalıştık: • Hadis metinlerini, sözün akıcılığını bozmamak için ara açıklamalarla şerh etmeye, • Hadis-i şerifleri özlü, akıcı, güncel ve anlaşılır bir üslupla günümüz Türkçesine aktarmaya, • Hadis metni ile şerhi, herhangi bir karışıklığa meydan vermeyecek biçimde kesin hatlarla birbirinden ayırmaya, • Hadis-i şerifleri, herhangi bir mezhep, fırka veya ideolojiyi desteklemek yahut reddetmek endişesiyle ön yargılı olarak yorumlamamaya; en doğru, en isabetli görüş hangisi ise onu bulup ortaya koymaya gayret ettik. Sayfa altı dipnotlar genellikle okuyucunun sıkılmasına ve metnin akışından, bütünlüğünden kopmasına sebep olduğundan, dipnot kullanmadık. Gerekli notları, hadis metinlerinin aralarına yerleştirdik. Metnin bir parçası olmadıklarını göstermek amacıyla da, bu notlar için hadis metninden farklı bir yazı karakteri kullandık. Yüzlerce parantez ile görüntüyü bozmamak için, parantez kullanmamaya gayret gösterdik. Bunun yerine, ana metin olan hadis mealini koyu harflerle, yorum ve açıklamaları ise açık renkli harflerle yazdık. Hadislerin aralarına eklenmiş kelime ve cümleler hadisin parçası olmayıp, tarafımızdan yapılmış veya iktibas edilmiş yorum ve açıklamalardan ibarettir. Hadis metni ile o metne eklenen açıklamanın birbirine karıştırılmaması için bu hususun iyi bilinmesi gerekir. Gayret bizden, başarı Allah’tandır. Mahmut KISA


1. KİTAP: ARİFLERİN YOLU 1. BAB: İHLÂS ve NİYET GİZLİ-AÇIK BÜTÜN SÖZ ve DAVRANIŞLARDA İYİ NİYET ve İHLÂS Konu ile İlgili Ayetler: 1. Sizden önce kitap verilen Yahudiler ve Hıristiyanlar, hak dinde ayrılığa düşüp parçalandılar. Oysa onlara, tam bir samimiyetle Allah’a yönelerek yalnızca O’na kulluk etmeleri, namazı dosdoğru kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte budur, insanı dünyada ve ahirette kurtuluşa ileten mükemmel hayat nizamı, dosdoğru din. (Beyyine, 98/5) 2. O kestiğiniz kurbanların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır. Fakat asıl O’na ulaşan, sizin samimiyetiniz ve iyi bir kul olabilmek için göstermiş olduğunuz gayretleriniz yani takvanızdır. (Hacc, 22/37) 3. De ki: Kalplerinizdeki düşünce ve niyetleri gizleseniz de, açığa vursanız da, Allah onları bilir. Bunun da ötesinde, O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilmektedir. Gerçek şu ki, Allah’ın her şeye gücü yeter. (Âl-i İmrân, 3/29) Konu ile İlgili Hadisler: 1. Müminlerin emîri ve devlet başkanı Ömer bin el-Hattâb radıyallahu anh’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim: “Ameller, ancak niyetlere göredir. Yapılan bütün işler, kişinin niyet ve amacına göre değer kazanır. Ve herkese, ancak niyetinin karşılığı vardır. İnsan bir işi hangi niyetle yapmışsa, ona göre ceza veya mükâfat alacaktır. Yaptığı bir iyilik ne kadar değerli görünse de, onu Allah için yapmamışsa sevabını alamaz. Bu ölçü, Mekke’den Medine’ye yapılan hicret için de geçerlidir. Buna göre, kimin hicreti Allah’a ve Elçisi’ne olan sevgi ve itaatinden kaynaklanıyor ise, onun hicreti gerçekten Allah’a ve Elçisi’ne yapılmış bir hicrettir ve bu amaçla hicret eden kişi, mükâfatını mutlaka alacaktır. Fakat kim Allah için hicret ediyor göründüğü hâlde, aslında elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak amacıyla yola çıkmışsa, onun hicreti de gerçekte Allah’a ve Elçisi’ne değil, o hicret ettiği şeyedir. Uğrunda yola çıktığı dünya menfaatlerini elde etse de, hicret sevabını alamayacaktır. Öyleyse, bütün iyilik ve ibadetlerinizi yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yapmalısınız.”


1. ARİFLERİN YOLU

3

2. Peygamber Efendimiz’in hanımı olması hasebiyle müminlerin annesi konumunda bulunan ve yeğeni Abdullah bin Zübeyr’e nispet edilerek Ümmü Abdullah künyesiyle tanınan Hz. Âişe radıyallahu anhâ diyor ki: Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem, ahir zamanda meydana gelecek birtakım olaylardan söz ederken: — Rabb’imin bana bildirdiğine göre, gelecek çağlarda büyük bir ordu Kâbe’ye saldırmak üzere yola çıkacak. Fakat bir vadiden geçerlerken, baştan sona bütün ordu yerin dibine batırılacak ve hepsi oracıkta helak olacaktır, buyurdu. Bunun üzerine, ben: — Ey Allah’ın Elçisi, nasıl olur da hepsi birden yere batırılır? Oysa onların içinde sırf ticaret maksadıyla yola çıkanlar olduğu gibi, onlardan olmayan ama mecburen aynı kervanda yer alan masum kimseler de vardır, diye sordum. Buna karşılık Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: — Hepsi birden yere batırılacak, sonra da kıyamet günü niyetlerine göre diriltilip hesaba çekileceklerdir. Evet, Ka‘be’yi yıkmaya gelenler arasında, savaşa zorla götürülen veya başka bir yere giderken onlara katılan masum kimseler bulunabilir. Ancak kötülerin yanında yer alanlar, onlarla aynı amacı paylaşmasalar bile, azap geldiği zaman zalimlerle birlikte helak edilirler. Ahirette ise amellerine ve niyetlerine göre hesaba çekilirler. Azabı hak edenler cehenneme, mükâfatı hak edenler ise cennete gider. 3. Yine Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Fetihten –yani Mekke’nin fethinden– sonra Medine’ye hicret etmeye gerek yoktur. Fakat bundan böyle Allah yolunda cihad etmek ve daima mücadeleye hazır bir halde ihlâs, samimiyet, iyi niyet üzere yaşamak vardır. İslâm’ın ilk yıllarında, Medine İslâm Devleti’nin güçlenmesi için imkân bulan bütün müminlerin Medine’ye hicret etmeleri emredilmişti. Fakat İslâm bütün Arabistan’a yayıldıktan ve küfrün kalesi olan Mekke Müslümanların eline geçtikten sonra,–yeniden hicret şartları ortaya çıkıncaya dek– hicrete gerek kalmamıştır. Bunun yerine, müminlerin, bulundukları yerde İslâm’ı egemen kılmak için çaba göstermeleri, zulüm ve haksızlığa karşı mallarıyla, canlarıyla mücadele etmeleri ve Allah yolunda savaş, hicret, infak gibi fedakârlıklara her an hazır olmaları gerekmektedir. O halde ey müminler, Allah yolunda cihada çağırıldığınız zaman hemen koşun!” 4. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile bir savaşta beraberdik. Bir ara şöyle


4

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

buyurdu: “Medine’de kalıp da bizimle birlikte savaşa gelemeyen öyle kimseler vardır ki, siz her adım attığınızda ve her vadiyi geçtiğinizde, onlar mutlaka sizinle beraberdirler ve Allah yolunda cihada katılmış gibi sevap kazanırlar. Çünkü onlar bizimle birlikte cihada çıkmayı istiyorlardı. Fakat sakatlık, yoksulluk, hastalık gibi meşru mazeretler onları Medine’de alıkoymuştur. Bir başka rivayette şu ifade yer almaktadır: “Onlar sizin aldığınız mükâfatın aynısını alarak sevap kazanmakta size ortak olurlar.” 5. Enes bin Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, kendisiyle birlikte Tebük seferinden döndüğümüz sırada şöyle buyurdu: “Medine’de kalıp bizimle savaşa gelemeyen öyle kimseler vardır ki, geçtiğimiz her patikada, aştığımız her vadide onlar bizimle beraberdirler. Çünkü hastalık, sakatlık, fakirlik, görevlendirilme gibi birtakım meşru mazeretler, onları Allah yolunda cihada çıkmaktan alıkoymuştur.” 6. Hem kendisi hem babası hem de dedesi sahabi olan (Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i görüp ona iman etme şerefine erişmiş bahtiyar müminlere sahabi denir) Ma‘n bin Yezîd radıyallahu anhum anlatıyor: “Babam Yezîd, sadaka olarak vermek niyetiyle yanına birkaç altın almış ve onları mescide götürerek kendi adına bir fakire vermesi için birinin yanına bırakmıştı. Ben de olup bitenlerden habersiz bir hâlde mescide uğradım ve fakir olduğum için o altınları alıp babamın yanına gittim. Babam durumu öğrenince, yaptığımdan hoşlanmayarak: — Vallahi ben onları mescide senin için bırakmamıştım, dedi. Ben, muhtaç durumda olmam sebebiyle onu alma hakkına sahip olduğumu söyledim. O ise, bu durumda sadakasının boşa gidebileceğini söyleyerek parayı iade etmemi istedi. Sonunda, aramızdaki anlaşmazlığı çözmesi için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna çıktık. Peygamber: — Ya Yezîd, sana niyet ettiğin sadakanın sevabı vardır! Ve ey Ma’n, aldığın para da senindir! Onu helal ve hoş olarak yiyebilirsin, buyurdu. Böylece, ben zaten fakir olduğum için altınları aldım, babam da niyetine göre sevabını kazandı.” 7. Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Sa’d bin Ebî Vakkâs radıyallahu anh anlatıyor:


1. ARİFLERİN YOLU

5

Veda Haccı yılında, Mekke’de yakalandığım şiddetli bir hastalıktan dolayı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ziyaretime gelmişti. Ona: — Ey Allah’ın Elçisi! Gördüğün gibi, hastalığım iyice ilerlemiş bulunuyor. Ben zengin bir adamım ve bir kızımdan başka mirasçım da yok. Malımın üçte ikisini sadaka olarak verebilir miyim? diye sordum. Peygamber: — Hayır, olmaz! dedi. — Yarısını verebilir miyim? dedim. Yine: — Olmaz, dedi. — Peki, üçte birini versem? diye sordum. — Üçte biri olabilir. Aslında üçte biri bile fazla. Çünkü mirasçılarını zengin bırakman, onları ihtiyaç içinde, başkalarına el avuç açar bir hâlde bırakmandan daha hayırlıdır. Unutma ki, ailen ve çoluk çocuğun için yaptığın harcamalar da sadakadır. Öyle ki, Allah’ın sevgi ve hoşnutluğunu kazanmak amacıyla yaptığın her harcamanın, –eşine yedirdiğin lokmaya varıncaya kadar– mükâfatını mutlaka alacaksın, buyurdu. Daha sonra ben: — Ey Allah’ın Elçisi! Siz Medine’ye döneceksiniz de, ben arkadaşlarımdan geride Mekke’de mi kalacağım? Sizinle birlikte Medine’ye gelemeden burada ölecek miyim? Oysa ben Medine’ye Allah rızası için hicret etmiştim. Şimdi burada ölür de sizinle gelemezsem hicret sevabından mahrum kalır mıyım? diye sordum. Bunun üzerine Peygamber: — Hayır, Rabb’imin bana bildirdiğine göre, sen geride kalmayacaksın. Aksine, bu hastalığından kurtulacak ve Allah rızası için öyle güzel işler yapacaksın ki, her biriyle Allah katında bir derece yükseleceksin. Allah’tan öyle umuyorum ki, daha nice yıllar yaşayacaksın ve senin sayende birtakım iyi insanlar fayda görecek, bazıları de zarara uğrayacaktır, buyurdu. Sonra ellerini açarak: — Allah’ım! Ashabımın Mekke’den Medine’ye hicretlerini tamamla! Onları Medine’den geri döndürüp hicretlerini yarım bırakma, diye dua etti. Sonra bana dönerek: — Ey Sa’d! Asıl acınacak durumda olan, Sa’d bin Havle’dir, dedi. Sa’d bin Havle Veda Haccı sırasında Mekke’de vefat ettiği için, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onun durumuna üzülmüştü. Peygamber (as)’ın haber verdiği gibi Sa‘d bin Ebî Vakkâs, bu olaydan sonra 45 yıl daha yaşamış ve gerçekten de Müslümanlara büyük hizmetlerde bulunmuş,


6

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

nice ülkeleri fetheden ordulara başkomutanlık yapmıştır. Allah Rasulü, Uhud savaşında gösterdiği sebat ve yararlılıktan dolayı onu başka hiç kimseyi övmediği bir şekilde övmüş ve "Anam babam sana feda olsun!" (Müslim, Fezailu's-Sahabe 5) sözleriyle taltif etmişti. Hz. Ömer’in, kendisinden sonraki halifeyi seçecek heyette görevlendirdiği altı kişiden biri de o idi. 8. Ebu Hureyre künyesiyle tanınan Abdurrahman bin Sahr radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Allah sizin bedenlerinize ve dış görünüşünüze değil, kalplerinize bakar. Allah sizi şeklinize, renginize, ırkınıza, kılık kıyafetinize, sahip olduğunuz makam, servet, güç gibi dünyevi özelliklere yahut yerine getirdiğiniz birtakım dinî formalitelere, kalıplaşmış hareketlere bakarak değil; kalbinizdeki iman, ihlâs ve samimiyet derecesine ve ortaya koyduğunuz davranışlara göre değerlendirir. Çünkü Allah katında yegâne üstünlük ölçüsü takvadır. Buna göre en değerli insan, Allah’a karşı en çok sorumluluk bilinci taşıyan, en takvalı, en erdemli insandır.” Diğer bir rivayet şöyledir: “Allah sizin dış görünüşünüze ve malınıza-mülkünüze değil, kalplerinize ve davranışlarınıza bakar.” 9. Ebu Musa el-Eş’arî künyesiyle bilinen Abdullah bin Kays radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: — Ya Rasulallah! Kahramanlık için, ganimet elde etmek için, ırkını yüceltmek ve sırf vatanını, milletini düşman istilâsından korumak amacıyla ya da gösteriş için savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır? diye soruldu. Allah’ın Elçisi şöyle cevap verdi: — Kim ki İslam’ın yücelmesi ve Allah’ın dininin yeryüzünde egemen olması uğrunda savaşıyorsa, işte o Allah yolundadır ve öldüğü zaman şehitlik makamına erişecektir. Bu yüce amacı göz ardı ederek ganimet elde etme, ırkını yüceltme veya kahramanlık gösterisinde bulunma gibi amaçlar uğruna savaşanlar, Allah yolunda değildirler ve şehadet makamına erişemezler. Bununla birlikte, Allah yolunda savaşan bir kimsenin, aynı zamanda ganimet elde etme, vatanını ve namusunu koruma gibi meşru hedefleri de gözetmesi, onun asıl amacına zarar vermez. 10. Ebu Bekre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:


1. ARİFLERİN YOLU

7

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Her ikisi de haksız durumda olan iki Müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de ölen de cehennemdedir, dedi. Bunun üzerine ben: — Ya Rasulallah! Öldüreni anladım da, ölen niçin cehennemdedir? diye sordum. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi: — Çünkü o da, kendisini öldüren arkadaşını öldürmek istiyordu. Her ne kadar bu amacını gerçekleştirememiş olsa da, haksız yere cana kıyma niyetiyle muhatabına saldırdığı için, o da cehenneme girecektir. Burada ölenin de öldürenin de amacı, karşısındakini haksız yere öldürmektir. Aradaki tek fark, birinin daha atik davranıp amacını gerçekleştirmiş olmasıdır. Bununla birlikte, içlerinden biri nefis müdafaası yahut bir zulmü engelleme gibi meşru bir sebeple savaşır da muhatabını öldürmek zorunda kalırsa, bundan dolayı günaha girmiş olmaz. Öldüğü takdirde de şehit olur. 11. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Bir kimsenin camide cemaatle kıldığı namazın sevabı, iş yerinde veya evinde kıldığı namazdan yirmi küsur kat daha fazladır. Yatsı ve sabah namazlarında yirmi yedi, diğer namazlarda ise yirmi beş kat daha fazladır. Çünkü bir kişi güzelce abdest alır, sonra sadece namaz kılmak amacıyla camiye gelirse, camiye girinceye kadar attığı her adım sayesinde bir derece yükseltilir ve bir günahı bağışlanır. Camiye girince de, namaz kılmak için orada durduğu sürece, namaz kılıyormuş gibi sevap kazanmaya devam eder. Sonra da namaz kıldığı yerden ayrılmadığı, kimseye eliyle veya diliyle eziyet vermediği ve abdestini de bozmadığı sürece, melekler, “Allah’ım, ona merhamet et; Allah’ım, onu bağışla; Allah’ım, onun tövbesini kabul et!” diye dua ederler. İşte bu sebeplerden dolayı, cami veya mescitte cemaatle kılınan namaz, başka yerde kılınan namazdan –cemaatle kılınmış bile olsa– yirmi yedi kat daha üstündür. Bununla birlikte, cami dışında cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namaza göre daha çok sevap kazandırır.” 12. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Rabb’inden bir kutsi hadis naklederek şöyle demiştir: Yüce Allah, iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan sonra bunların ceza ve mükâfatlarını şöyle açıkladı: “Kim bir iyilik yapmak ister de, elinde olmayan sebeplerle onu yapamazsa, Allah o kişinin iyi niyetinden dolayı bunu tam bir iyilik olarak kaydeder.


8

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Eğer o kişi iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa, Allah o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hatta kişinin durumuna ve samimiyet derecesine göre yüzlerce, binlerce misline kadar kat kat fazlasıyla iyilik olarak yazar. Kim bir kötülük yapmaya karar verir de, o kötülüğü yapabilecek güç ve imkâna sahip olduğu halde, pişmanlık duyup ondan vazgeçerse, Allah bunu tam bir iyilik olarak kaydeder. Tasarladığı kötülüğü yapmaya gücü yetmediği veya buna imkân bulamadığı için yapamayan kimseye gelince; onun için hiçbir sevap yoktur. Eğer bir kötülük yapmak ister de onu yaparsa, Allah o kötülüğü sadece bir günah olarak yazar.” 13. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim: “Sizden önce yaşayanlardan üç kişi, bir yolculuğa çıkmıştı. Bunlar, akşam olunca geceyi geçirmek üzere bir mağaraya sığındılar. Fakat dağdan kopan bir kaya, mağaranın ağzını kapattı. Bunun üzerine birbirlerine, “Yapmış olduğumuz iyiliklerin en kıymetlisini Allah’a arz ederek O’na yalvarmaktan başka hiçbir şey, bizi bu kayadan kurtaramaz.” dediler. Böylece, içlerinden biri söze başlayarak şöyle dua etti: “Allah’ım! Benim çok yaşlı bir annem ve babam vardı. Onlar yemeklerini yemeden, çoluk çocuğuma ve hayvanlarıma bir şey yedirip içirmezdim. Bir gün odun toplamak üzere dışarı çıktım ve onlar uyuyuncaya kadar eve dönemedim. Eve gelir gelmez, hayvanları sağıp sütlerini annemle babama götürdüm. Baktım ki, ikisi de uyumuş. Onları uyandırmaya kıyamadım. Onlardan önce ev halkının ve hayvanların bir şey yiyip içmesini de uygun görmedim. Süt kabı elimde, gün doğuncaya kadar uyanmalarını bekledim. Bu arada çocuklar etrafımda açlıktan sızlanıp duruyorlardı. Nihayet annemle babam uyanıp sütlerini içtiler. Allah’ım, eğer bu işi senin rızanı kazanmak için yapmışsam, şu kayadan dolayı içine düştüğümüz sıkıntıyı bizden gider.” Adamın bu duası üzerine, kaya biraz aralandı, ancak çıkılacak kadar değildi. Sonra diğeri söze başlayarak şöyle dedi: “Allah’ım! Benim amcamın bir kızı vardı ki, onu çok severdim (Bir başka rivayete göre: Bir erkek bir kadını ne kadar sevebilirse, ben de onu o kadar severdim). Ona sahip olmak istedim fakat o kabul etmedi. Derken şiddetli bir kıtlık yüzünden muhtaç duruma düşüp yanıma geldi. Kendisini bana teslim etmesi karşılığında ona yüz yirmi altın teklif ettim. O da çaresiz kabul etti. Tam ona


1. ARİFLERİN YOLU

9

sahip olacağım sırada “Allah’tan kork, bana meşru olmayan bir yolla yaklaşma!” dedi. Ben de ona karşı duyduğum şiddetli arzuya rağmen kendisini bıraktım, verdiğim altınları da geri almadım. Allah’ım, şayet bu işi senin rızanı kazanmak için yapmışsam, başımızdaki sıkıntıyı bizden uzaklaştır.” Kaya biraz daha açıldı fakat yine çıkılacak gibi değildi. Üçüncü adam da şöyle dua etti: “Allah’ım! Vaktiyle yanımda birçok işçi çalıştırdım ve hepsinin ücretini verdim. Ancak içlerinden biri ücretini almadan gitti. Ben de onun parasını çalıştırıp çoğalttım. Öyle ki, bu paradan büyük bir servet meydana geldi. Nihayet günün birinde adam çıkageldi ve bana: — Ey Allah’ın kulu, ücretimi ver! dedi. Ben de ona: — Şu gördüğün develer, sığırlar, koyunlar ve köleler senin ücretinden türemiştir. Hepsi senindir, al götür! dedim. Adamcağız: — Ey Allah’ın kulu, benimle alay etme, deyince: — Seninle alay etmiyorum, diye cevap verdim. O da geride bir tek şey bırakmadan, hepsini önüne katıp götürdü. Allah’ım, eğer bu işi sırf senin rızanı kazanmak için yapmışsam, içinde bulunduğumuz sıkıntıdan bizi kurtar!” Bunun üzerine, mağaranın ağzını tıkayan kaya iyice açıldı, onlar da çıkıp gittiler.

2. BAB: TÖVBE ALLAH’TAN BAĞIŞLANMA DİLEMEK VE DAİMA O’NA YÖNELMEK İslâm âlimleri diyorlar ki: “Her türlü günahtan tövbe etmek farzdır. Eğer bu günah, kul hakkı ile ilgili değil de sadece Allah’a karşı işlenmiş bir suç ise, bundan tövbe etmenin üç şartı vardır: 1. O günahı terk etmek. 2. Yaptığına pişman olmak. 3. Onu bir daha yapmamaya karar vermek. Eğer bu üç şarttan biri eksik olursa, kişinin tövbesi kabul edilmez. İşlenen günah kul hakkını da ilgilendiriyorsa, bu üç şartın yanı sıra dördüncü bir şart daha vardır. O da “Hakkını çiğnediği kişiyle helalleşerek kul hakkından arınıp kurtulmaktır.” Bu şöyle olur: Şayet birinin malını haksız yere almışsa, onu sahibine geri verir veya bedelini öder. Eğer birini işlemediği bir suçla it-


10

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

ham etmişse, hak sahibine kendisini cezalandırma yetkisi verir veya ondan kendisini bağışlamasını ister. Eğer dedikodu yapmış veya birini arkadan çekiştirmişse, o kimseden af dileyerek helallik ister. Samimi olarak tövbe edip bu şartları gücünün yettiği kadar yerine getirdiği takdirde, hak sahibi hakkını helal etmese bile, o kişinin tövbesi kabul edilir. Kişi işlediği her günahtan tövbe etmelidir. Günahlarının sadece bir kısmından tövbe ederse, Ehl-i Sünnet âlimlerine göre böyle bir tövbe makbuldür, ancak tövbe etmediği günahları devam eder. Allah’ın Kitabı, Peygamber’in Sünneti ve İslâm âlimlerinin icmaı yani hepsinin bu konuda ortak görüşe sahip olmaları, günahlardan tövbe etmenin farz olduğunu açıkça göstermektedir. Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey inananlar! Hepiniz kötülüklerden, günahlardan tövbe edip topluca Allah’a yönelin ki, dünyada ve ahirette kurtuluşa erebilesiniz. (Nûr, 24/31) 2. Ey insanlar! Günahlarınızdan tövbe ederek Rabbiniz’den bağışlanma dileyin ve tüm içtenliğinizle O’na yönelin ki, sizi ecel denilen belirli bir süreye kadar huzur ve mutluluk içinde güzelce yaşatsın ve iyilik yapan herkese, iyiliğinin karşılığını dünyada da ahirette de tam olarak versin. (Hûd, 11/3) 3. Ey iman edenler! Tüm içtenliğinizle Allah’a yönelip günahlarınızdan pişmanlık duyarak tövbe edin! Yüreğinizdeki ümit ışığı hiç sönmesin. Umulur ki, Rabbiniz günahlarınızı bağışlar ve sizi içerisinden ırmaklar akan cennet bahçelerine yerleştirir. (Tahrîm, 66/8) Konu ile İlgili Hadisler: 14. Ebu Hureyre radıyallahu anh, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittiğini söylemiştir: “Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah’tan bağışlanma diler, tövbe edip O’na yönelirim.” 15. Egarr bin Yesâr radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Ey insanlar! Allah’a tövbe edip O’ndan af dileyin. Doğrusu ben, günde yüz defa Rabb’imden bağışlanma dileyerek O’na tövbe ederim.” Bu iki hadiste geçen yetmiş ve yüz rakamları çokluk, devamlılık bildirmektedir. Yani Hz. Peygamber Allah’ı çokça anmakta, sık sık O’ndan bağışlanma dilemekte ve bize de bunu tavsiye etmektedir. Tövbe eden kişinin günahı varsa bağışlanır,


1. ARİFLERİN YOLU

11

eğer günahsız ise Allah katındaki derecesi yükseltilir. Allah Rasulü, gelmiş geçmiş bütün kusurları bağışlandığı hâlde, Allah’a hakkıyla kulluk edemediğini itiraf ederek eksiklilerinden dolayı af dilemek, Rabbi’ni zikretmek ve ümmetine örnek olmak amacıyla tövbe ve istiğfarda bulunmuştur. Bu hadisin bir başka rivayetinde Peygamberimiz, “Benim de zaman zaman kalbime gaflet çöker, bu yüzden Allah’a günde yüz defa tövbe istiğfar ederim.” buyurmuştur. (Müslim, Zikir 41) 16. Enes bin Mâlik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kulunun tövbe etmesinden dolayı Allah’ın duyduğu memnuniyet, sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden daha fazladır.” Müslim’deki diğer bir rivayet şöyledir: “Sizden birinizin tövbe etmesinden dolayı Allah’ın duyduğu memnuniyet, ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceğiyle birlikte devesini kaybeden, tepeden tepeye koşarak onu bulmaya çalışan, aramaları sonuç vermeyince ondan tamamen ümit keserek ölümü beklemek üzere bir ağacın gölgesine uzanan, tam o sırada aniden devesini yanı başında görünce yularına yapışan ve aşırı sevincinden dili dolaşarak “Allah’ım; sen benim kulumsun, ben de senin Rabb’inim!” diyen kimsenin sevincinden daha fazladır.” 17. Ebu Musa el-Eş’arî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah, gündüz günah işleyenin tövbesini kabul etmek için geceleyin “Ey kulum, tövbe et ki, günahını bağışlayayım!” diyerek adeta rahmet elini açar. Geceleyin günah işleyenin tövbesini kabul etmek için de, gündüz vakti elini açar. Yani kul ne kadar günahkâr olursa olsun, kaç defa tövbesini bozmuş olursa olsun, samimi bir kalple tövbe edip af dilediği takdirde, Allah onu her zaman bağışlamaya hazırdır. Güneş battığı yerden doğuncaya, yani kıyamet kopuncaya kadar bu böyle devam edip gider. O halde, insan yaptığı kötü işlerden dolayı ümitsizliğe kapılmamalı, hiç vakit kaybetmeden Rabb’ine yönelerek günahlarının bağışlanması için af dilemelidir.” 18. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Güneş batıdan doğmadan, yani kıyamet vakti gelip de evrendeki sistem bo-


12

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

zulup yıkılmaya başlamadan önce kim tövbe ederse, Allah onun tövbesini kabul eder. ” Bu hadis, tövbeyi insanlık açısından ele alarak, kıyamete kadar tövbelerin kabul edileceğini bildiriyor. Kişi planında tövbenin kabul edilme sınırına gelince: 19. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Kul ölüm meleklerini görüp de can çekişmeye başlayıncaya, yani dünyadaki imtihan süresi sona erinceye kadar, Allah onun tövbesini kabul eder.” Öyleyse, insan Rabb’inin sonsuz şefkat ve merhametine sığınarak O’na yönelmeli, ümidini kaybetmeden O’ndan af ve mağfiret dilemelidir. “Daha sonra nasıl olsa tövbe ederim” diyerek tövbeyi ertelememelidir. Çünkü ölüm gelip çattıktan, gözlerden perde kaldırılıp hak ve hakikat açıkça ortaya çıktıktan sonra tövbe etmenin faydası yoktur. Şeytan çoğu zaman, tövbeye meyleden insanı şu sözlerle engellemeye çalışır: “Bir kere tövbe ettin mi, adamakıllı tövbe etmelisin. Çünkü daha sonra günah işleyip tövbeni bozarsan, şimdikinden daha büyük günaha girmiş olursun. Onun için, kötülüklerden tamamen uzaklaşacağın ve bir daha dönmemek üzere tövbe edeceğin bir zamana kadar bekle, o zaman tövbe edersin.” Bu gibi düşünceler, şeytanın insanları tövbeden uzaklaştırmak için kalplere soktuğu bir vesveseden, bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Böyle şeytanî vesveselere kanıp da tövbeden uzak durulmamalıdır. 20. Sahâbe neslinden sonraki nesil olan tâbiunun büyüklerinden Zirr bin Hubeyş anlatıyor: Mestler üzerine nasıl mesh edileceğini sormak üzere, Peygamber’in Ashabı’ndan Safvân bin Assâl radıyallahu anh’ın yanına uğramıştım. Bana: — Zirr, niçin geldin? diye sordu. Ben de: — İlim öğrenmek için, deyince: — Melekler, ilim elde etmek için çaba harcayanlara muhabbetlerinden dolayı onlara kanatlarını gererler. Ben bunu, bizzat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den işittim, dedi. Ben: — Büyük ve küçük abdestten sonra mestler üzerine mesh etme konusu kafamı kurcaladı. İnsan ayağını yıkamayıp sadece ayağındaki mestin üzerini ıslak elle sıvazlamakla nasıl abdest almış oluyor, anlayamadım. Sen Peygamber’in Ashabı’ndan olduğun için, ondan bu konuda bir şey duydun mu diye sormaya geldim, dedim. Safvân:


1. ARİFLERİN YOLU

13

— Evet, duydum. Allah'ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem seferde bulunduğumuz zaman mestleri üç gün üç gece çıkarmamayı, büyük ve küçük abdest bozduktan, uyuduktan sonra bile mestler üzerine mesh etmeyi, ancak cünüp olunca mestleri çıkarmayı emrederdi. Yani ayağına kalın çorap veya mest giydiğin zaman, eğer yolcu isen üç gün, değilsen bir gün boyunca o mest üzerine mesh edebilirsin. Ayaklara mesh şöyle yapılır: Abdestli iken ayağına mestini giyersin. Abdestini bozduktan sonra, mestlerini ayaklarından çıkarmadan, her abdest aldığında üzerlerini mesh eder, yani ıslak elle sıvazlarsın. Bu sıvazlama, ayak yıkama yerine geçer. Ancak cünüp olduğun takdirde, boy abdesti almak için mestleri de çıkarmalı ve bütün vücudunla beraber ayaklarını da yıkamalısın, dedi. Daha sonra ben: — Peki, Peygamber’in sevgiye dair bir şey söylediğini işittin mi? diye sordum. — Evet, işittim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile bir sefere çıkmıştık. Biz onun yanındayken bir bedevi kaba sesiyle: — Muhammed! diye bağırdı. Peygamber aleyhisselâm da bu kişiyi mahcup duruma düşürmemek için, onun sesine yakın bir sesle: — Gel, buradayım! dedi. Ben bedeviye dönerek: — Yazıklar olsun sana! Sen Peygamber’in huzurunda bulunuyorsun, sesini yükseltme. Allah Hucurat suresinin ikinci ayetinde, elçisinin huzurunda yüksek sesle konuşmanı yasakladı, dedim. Bedevi: — Vallahi sesimi kısmayacağım! Peygamber’e mutlaka sormam gereken şeyler var, dedi. Sonra Allah’ın Elçisi’ne: — Bir topluluğu seven, ama aradaki engeller yüzünden onlara katılamayan kimse hakkında ne dersin? Ben sizi çok sevdiğim halde, imkân bulamadığım için çoğu zaman huzurunuzda bulunamıyorum. Ahirette de bu yüzden sizden uzak kalır mıyım? diye sordu. Peygamber (s) de cevaben: — Kişi, kıyamet günü sevdikleriyle beraberdir. Eğer beni ve müminleri seviyor ve bu sevginin gereğini elinden geldiğince yapmaya gayret ediyorsan, inşallah hem mahşerde hem cennette bizimle birlikte olacaksın, buyurdu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda bize çok şey söyledi. Hatta Allah’ın ne kadar bağışlayıcı olduğunu akılda kalıcı bir misalle ve mecâzî bir üslupla anlatarak, batı taraflarında bulunan, yaya veya atlı bir yolcunun bir ucundan öteki ucuna kırk yahut yetmiş yılda ancak varabileceği kadar geniş bir kapıdan bahsetti.


14

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Suriyeli muhaddislerden Süfyan bin Uyeyne diyor ki: “Allah gökleri ve yeri yarattığı gün, bu kapıyı tövbe için açık bırakmıştır. Güneş battığı yerden doğuncaya kadar da o kapı kapanmayacaktır. Yani kâinat yaratıldığından beri tövbe kapısı açıktır ve kıyamete kadar da açık kalacaktır.” 21. Ebu Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizden önceki çağlarda yaşamış insanlar arasında, doksan dokuz kişiyi öldürmüş bir adam vardı. Adam bir ara yaptıklarından pişmanlık duyup tövbe etmek istedi. Bu amaçla, o bölgede yaşayan en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona, kendini ibadete vermiş bir rahibi tavsiye ettiler. Adam rahibe giderek: — Ben doksan dokuz kişiyi öldürdüm, acaba tövbe etsem kabul edilir mi? diye sordu. İnsanlar tarafından âlim olarak görülen, fakat aslında ilim ve anlayıştan mahrum olan bu rahip: — Hayır, kabul olmaz! dedi. Bunun üzerine öfkeye kapılan adam, eski çılgınlığına dönerek kılıcını çekip onu da öldürdü. Böylece, öldürdüğü adamların sayısı yüze ulaştı. Sonra adam yine pişmanlık duyup tövbe etmek istedi ve oraların en büyük âliminin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir âlimi tavsiye ettiler. Onun yanına giderek: — Ben yüz kişiyi öldürdüm; acaba tövbem kabul edilir mi? diye sordu. Gerçek bir ilim erbabı olan bu âlim: — Elbette kabul edilir. İnsanla tövbesi arasına kim girebilir ki! Ancak ettiğin bu tövbenin kalıcı olması için, sana tarif edeceğim filan yere git; orada Allah’a kulluk eden iyi insanlar var. Sen de onlarla birlikte Allah’a kulluk görevini yap ve bir daha da memleketine dönme. Çünkü orası fena bir yerdir, seni tekrar kötülüğün içine çekebilir, dedi. Böylece adam, âlimin söylediği yere gitmek üzere yola çıktı. Tam yolun yarısına varmıştı ki, ölüm gelip oracıkta onu yakaladı. Adamın ruhunu alıp götürmeye gelen rahmet melekleri ile azap melekleri, onun rahmete mi yoksa azaba mı lâyık olduğu hakkında tartışmaya başladılar. Rahmet melekleri: — Adam tövbe ederek ve yürekten Allah’a yönelerek geldi, dediler. Azap melekleri ise: — İyi ama, o hayatında hiç iyilik yapmadı ki, diye itiraz ettiler. Bu sırada, in-


1. ARİFLERİN YOLU

15

san kılığına girmiş bir melek çıkageldi. Allah, pişman olup tövbe etmek isteyen kullarına karşı ne kadar bağışlayıcı ve merhametli olduğunu bize canlı, çarpıcı ve akılda kalıcı bir misalle göstermek istemişti. Bu yüzden rahmet melekleri ile azap melekleri arasında böyle bir münakaşa çıkmasını takdir etmiş ve bu çekişmeyi halletmek üzere bir başka meleğini insan kılığında göndermişti. Sonra onun hakemliğine başvurmalarını dilemiş ve o meleğe nasıl hakemlik yapacağını öğretmişti. Böylece, melekler onu aralarında hakem tayin ettiler. Hakem olan melek: — Geldiği yerle gitmek istediği yeri ölçün; hangi tarafa daha yakınsa oraya aittir, dedi. Melekler de her iki mesafeyi ölçtüler ve gitmek istediği yerin daha yakın olduğunu gördüler. Böylece, adamın cennetlik olduğu anlaşıldı ve rahmet melekleri onu alıp götürdü. Müslim’deki bir başka rivayette, şu ifade yer almaktadır: “Adam iyi insanların yaşadığı memlekete bir karış daha yakın olduğu için, oranın halkından sayıldı.” Yine Müslim’de bulunan diğer bir rivayet şöyledir: “Allah, adamın geldiği memlekete uzaklaşmasını, gitmek istediği memlekete de yaklaşmasını emretti ve meleklere, “İkisinin arasını ölçün!” dedi. Melekler de ölçtüler ve adamın, gitmek istediği yere bir karış daha yakın olduğu gördüler. Böylece adam affedildi.” Bir başka rivayette ise: “Adam son nefesini verirken, göğsünü iyiler ülkesine doğru kaydırarak o tarafa yaklaştı.” denilmektedir. 22. Ka‘b bin Mâlik radıyallahu anh yaşlanıp gözlerini kaybettiği zaman ona kılavuzluk yapan oğlu Abdullah anlatıyor: Babam Kâb bin Malik’ten dinledim, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Tebük Gazvesi’ne katılmadığına dair macerasını şöyle anlatıyordu: Ben Tebük Gazvesi dışında, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in gittiği gazaların hiçbirinden geri kalmamıştım. Gerçi Bedir savaşında da bulunmamıştım, ama Bedir’e katılmadığı için hiç kimse azarlanmamıştı. Çünkü Peygamber aleyhisselâm ve Müslümanlar, yalnızca Kureyş kervanını ele geçirmek amacıyla yola çıkmışlardı. Düşman ordusuyla karşılaşmayı beklemiyorlardı. Ancak yüce Allah, Müslümanlarla düşmanlarını hiç umulmadık bir anda karşı karşıya getiriverdi.


16

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Aslında ben, daha İslam’ın ilk yıllarında, ikinci Akabe gecesi İslam’a bağlı kalacağımıza dair Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile sözleşirken, onun yanında bulunmuştum. Her ne kadar Bedir savaşı halk arasında Akabe gecesinden daha meşhur ise de, ben Bedir savaşına katılmayı, Akabe sözleşmesinde bulunmaktan daha üstün görmem. Hicretin dokuzuncu yılında (Miladi 630), Medine’de ve diğer İslam topraklarında büyük bir kuraklık baş göstermişti. Bunu fırsat bilen Bizans kıralı Heraklius, Müslümanlara ani bir saldırıda bulunmak üzere kırk bin kişilik bir ordu hazırladı. Durumu zamanında haber alan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, derhal genel seferberlik ilan etti ve düşmanı Suriye sınırlarında karşılamak üzere, Tebük’e doğru büyük bir sefer için hazırlıklara başlanmasını emretti. Benim Tebük gazvesinde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte bulunmayışım şöyle olmuştur: Ben hiçbir zaman, katılmadığım o gazve sırasında olduğum kadar kuvvetli ve varlıklı olmamıştım. Allah’a yemin ederim ki, Tebük gazvesinden önce hiç iki devem olmamıştı; ama bu gazvede iki tane binek devem vardı. Gerçi zengin biri değildim, ama savaşa hazırlanacak kadar imkânım vardı. Bu gazveden önce Peygamber bir sefere hazırlandığı zaman asıl hedefini gizler, bir başka yere gideceği izlenimini verirdi. Ancak bu gazve sıcak bir mevsimde, uzak bir yere yapılacak ve kalabalık bir düşman ordusuyla karşılaşılacaktı. Müslümanlığın kaderi açısından çok önemli olan bu savaşa eli silah tutan herkesin katılması gerekiyordu. Bu yüzden Peygamber, savaşın ağır şartlarına karşı iyice hazırlık yapabilmeleri için Müslümanlara durumu açıklayarak gidecekleri yeri söyledi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte sefere çıkan Müslümanların sayısı o kadar çoktu ki, hepsinin ismi yazılacak olsa büyük bir deftere sığmazdı. Takriben otuz bin kişilik bir ordu meydana gelmişti. Kâb sözlerine şöyle devam etti: Bu sefere hazırlananların sayısı o kadar çoktu ki, insan savaşa gitmemek için ortalıktan kaybolacak olsa, –hakkında bir ayet nazil olmadıkça– bunun gizli kalacağını zannedebilirdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu gazveyi meyvelerin olgunlaştığı, gölgelerin arandığı sıcak bir mevsimde yapmıştı. Ben de bunlara pek düşkündüm. Peygamber ve Müslümanlar savaş hazırlığına başladılar. Ben de onlarla birlikte hazırlanmak için çıkıyor, fakat hiçbir şey yapmadan geri dönüyordum. Kendi kendime, “Daha vaktim var, nasıl olsa hazırlanırım.” diyordum. Böylece günler geçip gitti. Herkes işini sıkı tuttu ve bir sabah Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Müslümanlar erkenden yola koyuldular. Ben ise hâlâ hazırlanamamıştım. Sabah evden çıktım, ama yine


1. ARİFLERİN YOLU

17

hiçbir şey yapamadan geri döndüm. Hep aynı şekilde davranıyordum. Savaş henüz başlamamıştı, ama mücahitler epey yol almışlardı. Bir ara yola çıkıp onlara yetişeyim dedim, keşke de öyle yapsaymışım; ancak bunu da başaramadım. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sefere çıktıktan sonra halkın içine çıktığım zaman beni en çok üzen şey, geride kalanların ya münafık diye bilinen kimseler veya özürlü oldukları için savaşa katılamayanlar olmasıydı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Tebük’e varıncaya kadar benden hiç söz etmemiş. Tebük’te Ashabı’nın arasında otururken: — Kâb bin Malik ne yaptı acaba? diye sormuş. Bunun üzerine, Seleme Oğulları’ndan bir adam: — Ya Rasulallah! Güzel elbiseleri ve sağına soluna bakıp gururlanması onu Medine’de alıkoydu, demiş. Bunun üzerine, Muaz bin Cebel ona: — Ne fena konuştun, diye mukabele etmiş. Sonra da Peygamber’e dönerek: — Ya Rasulallah! Biz onun hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyoruz, demiş. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de Muaz’ı tasdik edercesine susmuş, hiçbir şey söylememiş. O sırada uzaktan beyazlar giymiş bir adamın gelmekte olduğunu görmüş ve: — Bu gelen Ebu Hayseme olsa, demiş. Bir de bakmışlar ki, gelen gerçekten de Ebu Hayseme el-Ensârî. Bu Ebu Hayseme, bir savaş hazırlığı sırasında bir ölçek hurma verdiği için münafıkların alay ettiği kişidir. Kâb sözlerine devamla diyor ki: Müslümanların büyük bir orduyla Tebük’e geldiğini öğrenen Bizanslılar, onların karşısına çıkmaya cesaret edememiş. Peygamber de o bölgedeki kabileleri İslam devletinin egemenliği altına alıp onlarla birtakım anlaşmalar yaptıktan sonra Medine’ye dönmeye karar vermiş. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Tebük’ten Medine’ye hareket ettiğini öğrendiğim zaman, beni bir endişe aldı. Kendi kendime, “Yarın onun öfkesinden nasıl kurtulacağım?” diyerek yalanlar düşünmeye başladım. Bu konuda yakınlarımdan görüşlerine değer verdiğim herkesten akıl almaya başladım. Ancak Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in gelmek üzere olduğunu söyledikleri zaman, kafamdaki bütün bu saçma düşünceler dağılıp gidiyordu. Artık onun elinden hiçbir şekilde kurtulamayacağımı anladım ve ona her şeyi olduğu gibi anlatmaya karar verdim. Nihayet Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sabah vakti Medine’ye geldi. Sefer dönüşünde önce mescide uğrayıp iki rekât namaz kılar, sonra gelip halkın arasına otururdu. Yine öyle yaptı. Bu sırada savaşa katılmayan münafıklar, huzuruna gelip yeminler ederek mazeretlerini sayıp döktüler. Bunlar seksen küsur kişiydiler.


18

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onların ileri sürdüğü mazeretleri kabul etti ve kendilerinden yeniden biat (İslam’a bağlılık yemini) aldı. Bağışlanmaları için Allah’a dua etti, iç yüzlerini de O’na havale etti. Nihayet ben huzuruna vardım. Selâm verdiğim zaman öfkeli ve dargın bir edayla gülümseyerek: — Gel, dedi. Yanına gidip karşısına oturdum. Bana: — Niçin sefere katılmadın? Binek hayvanı satın almamış mıydın? diye sordu. Ben de: — Ey Allah’ın Elçisi! Allah’a yemin ederim ki, senden başka birinin yanında olsaydım, öne süreceğim mazeretlerle onun öfkesinden kurtulabilirdim. Çünkü bana güzel konuşma ve insanları ikna etme yeteneği bahşedilmiştir. Fakat vallahi, çok iyi biliyorum ki, bugün sana yalan söyleyip gönlünü kazansam bile, çok geçmeden Allah işin iç yüzünü sana bildirecek ve sen bana darılacaksın. Gerçi şimdi doğru söylediğim takdirde de bana kızacaksın. Ancak ben doğruyu söyleyerek Allah’tan hayırlı bir netice umuyorum. Evet, vallahi sefere katılmamak için hiçbir mazeretim yoktu. Hiçbir zaman bu gazveden geri kaldığım sıradaki kadar da güçlü ve varlıklı olmamıştım, dedim. Bunun üzerine Peygamber: — İşte bu doğru söyledi. Şimdi kalk evine git, Allah senin hakkında hükmünü verinceye kadar bekle, buyurdu. Ben kalkıp gidince, Seleme Oğulları’ndan bazıları etrafıma toplanarak: — Vallahi senin daha önce bir suç işlediğini bilmiyoruz. Tertemiz bir geçmişe sahip olduğun için kolayca affedilebilirdin. Ama sen, savaşa katılmayanların ileri sürdükleri gibi bir mazeret söyleyemedin. Oysa Peygamber’in senin için Allah’a dua etmesi, günahlarının bağışlanması için yeterliydi, dediler. Onlar beni o kadar çok ayıpladılar ki, tekrar Peygamber’in yanına dönüp az önceki sözlerimi yalanlamayı bile düşündüm. Sonra onlara: — Benim durumumda olan başka kimse var mı? diye sordum. Onlar da: — Evet. Senin durumunda olan iki kişi daha var. Onlar da senin gibi konuştular ve senin aldığın cevabı aldılar, dediler. — Kim o iki kişi? diye sordum. — Biri Murâre bin Rebî, diğeri de Hilâl bin Ümeyye, diyerek, ikisi de Bedir savaşına katılmış örnek birer şahsiyet olan iki değerli Müslüman’ın adını verdiler. Bunun üzerine ben birazcık teselli buldum ve geri dönme düşüncesinden vazgeçerek yoluma devam ettim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, sefere katılmayanlardan yalnızca


1. ARİFLERİN YOLU

19

üçümüzle konuşulmasını yasakladı. Bundan dolayı insanlar bizimle konuşmaktan kaçındılar ve bize karşı tavırlarını değiştirdiler. O kadar ki, yeryüzü bana yabancı hâle gelmişti. Sanki burası benim tanıdığım, doğup büyüdüğüm memleketim değildi. İşte tam elli gün böyle geçti. Benimle birlikte aynı cezayı alan iki arkadaşım, boyunlarını büküp ağlayarak evlerinde oturdular. Ben ise onlardan daha genç ve dayanıklı idim. Dışarı çıkarak cemaatle namaz kılar, çarşı pazarda dolaşırdım. Fakat kimse benimle konuşmazdı. Namaz bittikten sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in oturduğu yere gelir, kendisine selâm verirdim. Kendi kendime “Acaba selâmımı almak için dudaklarını kıpırdattı mı, kıpırdatmadı mı?” diye sorardım. Sonra ona yakın bir yerde namaz kılar ve fark ettirmeden kendisine bakardım. Ben namaza dalınca bana doğru döner, kendisine baktığım zaman da yüzünü çevirirdi. Müslümanların bana karşı bu sert tavırları uzun süre devam edince, amcamın oğlu ve en sevdiğim insan olan Ebu Katâde’nin bahçesine gidip duvardan içeri atlayarak kendisine selâm verdim. Allah’a yemin olsun ki, o da selâmımı almadı. Ona: — Ebu Katâde! Allah aşkına söyle, sen benim Allah’ı ve Elçisi’ni sevdiğimi bilmiyor musun? diye sordum. Cevap vermedi. Aynı şeyi bir daha sordum, yine cevap vermedi. Üçüncü kez sorunca: — Allah ve Elçisi daha iyi bilir, dedi. Bunun üzerine gözlerimden yaşlar boşandı, geri dönüp duvardan atladım ve oradan ayrıldım. Bir gün Medine çarşısında dolaşıyordum. Medine’ye yiyecek satmak üzere gelen Suriyeli bir çiftçi: — Kâb bin Malik’i bana kim gösterir? diye soruyordu. İnsanlar beni gösterdiler. Adam yanıma gelerek bana Gassani kralından bir mektup verdi. Ben okuma yazma bilirdim. Hemen mektubu açıp okudum. Selâm faslından sonra şunlar yazıyordu: “Duyduğumuza göre, efendin seni üzüyormuş. Allah seni değerinin bilinmediği ve hakkının çiğnendiği bir yerde yaşayasın diye yaratmamıştır. Gel bize katıl, seni el üstünde tutalım.” Mektubu okuyunca kendi kendime, “Al sana bir belâ daha!” dedim ve hemen onu ateşe atıp yaktım. Beklememiz gereken elli günün kırkıncı günüde –ki hâlâ bizimle ilgili bir vahiy gelmemişti– Peygamber’in gönderdiği bir görevli yanıma çıkageldi ve: — Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, sana eşinden ayrı oturmanı emre-


20

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

diyor, dedi. Ben: — Onu boşayacak mıyım, ne yapacağım? diye sordum. — Hayır, sadece ondan ayrı duracak, kendisine yaklaşmayacaksın, dedi. Peygamber diğer iki arkadaşıma da aynı emri göndermiş. Bunun üzerine, eşime: — Allah bu konuda hükmünü verinceye kadar ailenin yanına git ve onların yanında kal, dedim. Bu arada, Hilâl bin Ümeyye’nin karısı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: — Ey Allah’ın Elçisi! Hilâl çok yaşlı bir adamdır. Kendisine bakacak hizmetçisi de yok, sizce ona hizmet etmemde bir sakınca var mı? diye sormuş. Peygamber de: — Hayır, bir sakıncası yok. Ama kesinlikle sana yaklaşmasın, buyurmuş. Kadın da şöyle demiş: — Vallahi onun kımıldayacak hâli bile yok. Allah’a yemin ederim ki, başına bu iş geldi geleli hiç durmadan ağlıyor. Kâb sözlerine şöyle devam etti: Yakınlarımdan biri bana: — Sen de eşinin sana hizmet etmesi için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den izin istesen olmaz mı? Baksana, Hilâl bin Ümeyye’ye bakması için karısına izin verdi, dedi. Ben de ona: — Hayır, bunun için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den izin isteyemem. Hilâl bin Ümeyye yaşlı ve bakıma muhtaç olduğu için ona izin verildi. Ben şu genç hâlimle ondan izin istersem, bana ne cevap vereceğini bilemem, dedim. Bu durumda on gün daha bekledim. Bizimle konuşulması yasaklandığından bu yana tam elli gün geçmişti. Ellinci gecenin sabahında, evlerimizden birinin damında sabah namazını kıldım. Allah’ın Tevbe suresinde bizim hâlimizi anlatırken buyurduğu gibi, “Bütün genişliğine rağmen dünya başıma dar gelmiş ve ruhumu dayanılmaz sıkıntılar kaplamış” bir hâlde otururken, birinin Sel Dağı’nın tepesinden var gücüyle: — Kâb bin Malik, müjde! diye bağırdığını duydum. Nihayet sıkıntılardan kurtulma zamanının geldiğini anlayarak, hemen Rabb’ime şükretmek üzere secdeye kapandım. Meğer Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldırdıktan


1. ARİFLERİN YOLU

21

sonra, Allah’ın tövbelerimizi kabul ettiğini ilân etmiş. Bunun üzerine, ahali bize müjde vermeye koşmuş. Diğer iki arkadaşıma da müjdeciler gitmiş. Bunlardan biri bana doğru at koşturmuş. Eslem kabilesinden bir diğer müjdeci ise, koşup Sel Dağı’na tırmanıp oradan bağırmış. Onun sesi, bana atlıdan önce ulaştı. Sesini duyduğum müjdeci yanıma gelip beni tebrik edince, sırtımdaki elbiseyi çıkarıp müjdesine karşılık ona giydirdim. Vallahi, o gün giyecek başka elbisem yoktu. Emanet bir elbise bulup giydim ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i görmek üzere hemen yola koyuldum. Beni gruplar hâlinde karşılayan sahâbîler, tövbemin kabul edilmesi sebebiyle, “Allah’ın bağışlaması sana mübarek olsun!” diyerek beni tebrik ediyorlardı. Nihayet mescide girdim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, arkadaşlarının arasında oturmaktaydı. Manevi kardeşim olan Talha bin Ubeydullah hemen ayağa kalktı, koşarak yanıma geldi ve elimi sıkarak beni tebrik etti. Vallahi Mekkeli Muhacirler’den, ondan başka ayağa kalkan olmadı. Peygamber aleyhisselâm Mekke’den hicret eden Muhacirler’le Ensar (Medineli Müslümanlar) arasında kardeşlik ilan ettiği zaman, beni Talha ile kardeş yapmıştı. Bu hadisi rivayet eden Abdullah diyor ki: Babam Kâb, Talha’nın bu davranışını hiç unutmazdı. Kâb sözlerine şöyle devam etti: Ben mescide girip Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e selâm verdiğimde, yüzü sevinçten parıldayarak: — Dünyaya geldiğinden beri yaşadığın bu en hayırlı günün sana kutlu olsun, buyurdu. Ben de: — Ya Rasulallah! Bu tebrik senin tarafından mı, yoksa Allah tarafından mı? diye sordum. — Benim tarafımdan değil, Allah tarafından, buyurdu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sevindiği zaman yüzü ışıl ışıl parlar, ay parçasına benzerdi. Onun sevindiğini böyle anlardık. Neyse, ben Peygamber’in karşısına oturduğumda: — Ey Allah’ın Elçisi! Tövbemin kabul edilmesine karşılık Rabb’ime şükür nişanesi olarak bütün malımı Allah ve Rasulü uğrunda fakirlere dağıtmak istiyorum, dedim. Peygamber: — Malının hepsini dağıtma, bir kısmı elinde kalsın. Bu senin için daha hayırlıdır, buyurdu. Ben de: — O zaman Hayber fethinde payıma düşen malı elimde bırakıyorum, geri ka-


22

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

lanı fakirlere dağıtacağım, dedim. Sonra da: — Ya Rasulallah! Allah beni ancak doğru sözlü olmam sayesinde kurtardı. Ben de tövbemin kabul edilmesine karşılık, artık yaşadığım sürece daima doğru söz söyleyeceğim, dedim. Allah’a yemin olsun ki, bu sözleri Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e söylediğim günden beri, doğru sözlü olmaktan dolayı Allah’ın hiç kimseyi benden daha güzel mükâfatlandırdığını bilmiyorum. Yine Allah’a yemin ederim ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e o sözleri söylediğim günden bu yana, bilerek asla yalan söylemedim. Kalan ömrümde de Cenab–ı Hakk’ın beni yalandan koruyacağını umuyorum. Demek ki, insan ne kadar büyük günah işlemiş olursa olsun, işlediği günahı asla yalan ve hilekârlıkla telafi etmeye kalkışmamalıdır. Hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmamalı, pişman olup hatasını kabul ettiği ve içtenlikle Rabb’ine yöneldiği takdirde bağışlanacağını bilmelidir. Kâb sözlerine devamla şöyle dedi: Daha sonra, yüce Allah şu ayetleri gönderdi: “Hiç kuşkusuz Allah, savaşa katılmak istemeyenlere izin veren Peygamber’i bağışladığı gibi, içlerinden bir kısmının kalpleri neredeyse kaymak üzereyken, Tebük seferinin yaşandığı o sıkıntılı anlarda zorluklara göğüs gererek Peygamber’in izinden ayrılmayan Muhacirler’in ve Ensar’ın tövbelerini de kabul etmiştir. Allah, müminlere karşı gerçekten çok şefkatli, çok merhametlidir. Allah, tövbelerinin kabulü ertelenerek geri bırakılan Kâb bin Malik, Mürâre bin Rebî ve Hilâl bin Ümeyye adındaki üç kişinin de tövbelerini kabul edip onları bağışlamıştır. Öyle ki, bütün genişliğine rağmen dünya başlarına dar gelmiş ve ruhlarını dayanılmaz sıkıntılar kaplamıştı. Zira Peygamber’in boykot emriyle hiç kimse yüzlerine bakmıyor, en yakın dostları bile selâmlarını almıyorlardı. Doğup büyüdükleri şehirde adeta yapayalnız kalmışlardı. Hiçbir yerde huzur bulamaz, hiçbir şeyden tat alamaz olmuşlardı. Pişmanlık ve vicdan azabıyla içleri kan ağlıyordu. Allah’ın gazabından kurtulmak için, yine O’na sığınmaktan başka bir çare olmadığını anlamışlardı. Nihayet, elli günlük çetin bir imtihanın ardından Allah onların tövbesini kabul etti ki, kıyamete kadar gelecek bütün tövbekârlar onları örnek alsınlar ve en zor, en çaresiz anlarda bile Allah’ın rahmetinden ümit kesmesin, sabırla ve ısrarla Rab’lerine yönelip tövbe etsinler. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. O hâlde, ey iman edenler! Allah’ın emirlerine karşı sorumsuz, duyarsız ol-


1. ARİFLERİN YOLU

23

maktan sakının ve zulme karşı inananların safında yerinizi alarak, daima doğrularla beraber olun!” (9-Tevbe: 117, 118, 119) Kâb sözlerine devamla şöyle dedi: Allah’a yemin ederim ki, beni Müslümanlıkla şereflendirdikten sonra O’nun bana verdiği en büyük nimet, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda doğruyu söyleyişim, yalan söyleyip de helâk olmayışımdır. Çünkü Allah, yalan söyleyenler hakkında vahiy gönderdiği zaman, hiç kimse için söylemediği ağır sözleri söyleyerek şöyle buyurdu: “O savaştan kaçanların yanına döndüğünüz zaman, kendilerini cezalandırmaktan vazgeçip bırakmanız için Allah’a yemin edecekler. Siz de bırakın onları, fakat arzu ettikleri gibi hoşgörü ve sevgiyle değil, onları cezalandırmak ve tehlikelerinden uzak durmak için. Çünkü onlar, niyet ve davranışları itibariyle birer pisliktirler. Yapıp ettiklerinin karşılığı olarak, varacakları yer de cehennemdir. Onlar sizi kandırıp gönlünüzü kazanmak için yeminler edecekler. Ne var ki, siz onlardan hoşnut olsanız bile, Allah, Kur’an’ın rehberliğini reddederek yoldan çıkan bu insanlardan asla razı olmayacaktır (9-Tevbe: 95, 96) .” Kâb, sözlerine şöyle devam etti: Biz üç arkadaşın bağışlanması, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yeminlerini kabul edip kendilerinden biat (İslam’a bağlılık sözü) aldığı ve Allah’tan affedilmelerini dilediği kimselerin bağışlanmasından sonraya bırakılmıştı. Allah bizim hakkımızda hüküm verinceye kadar, Peygamber bize yapacağı muameleyi ertelemişti. Allah’ın Tevbe suresi 118. ayette bizim durumumuzu anlatırken “Geri kalan üç kişinin de…” diye bahsettiği bu geri kalış, bizim savaştan geri kalışımız değildir. Peygamber, huzuruna gelip yemin ederek mazeret beyan edenlerin özürlerini kabul ettiği, bize yapacağı muameleyi ise geriye bıraktığı, ertelediği için Allah bizden “Geri kalan üç kişi” diye söz etmiştir. Diğer bir rivayette: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Tebük Gazvesine perşembe günü çıkmıştı. Sefere çıkacağı zaman, perşembe günü yola çıkmayı severdi.” şeklinde bir ilave vardır. Başka bir rivayette ise: “Rasulullah, seferden mutlaka gündüz kuşluk vakti dönerdi. Dönünce de ilkönce mescide uğrayıp iki rekât namaz kılar, sonra orada otururdu.” denilmek-


24

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

tedir. 23. İmrân bin Husayn radıyallahu anhumâ anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna, Cüheyne kabilesinden, zina ederek hamile kalmış evli bir kadın geldi ve “Ey Allah’ın Elçisi! Ben cezayı gerektiren bir suç işledim, cezamı ver!” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yüzünü çevirdi. Fakat kadın aynı şeyi bir daha söyledi. Rasulullah yine yüzünü çevirdi. Kadın ısrarla aynı sözü tekrarlayınca Peygamberimiz, kadının en yakın akrabasını çağırttı ve ona, “Bu kadın gerçekten zina etmişse, evli olduğu için recm edilerek öldürülmesi gerekir. Fakat hamileyken ona ceza uygulanamaz. Şimdi onu götür ve kendisine iyi davran. Sakın işlediği günahı yüzüne vurup da onu rencide etme! Tüm samimiyetiyle tövbe etmiş ve günahından arınmak için canını vermeyi göze almış birini tekrar utandırmaya kalkmak doğru olmaz. Doğum yaptıktan ve çocuğunu emzirmeyi tamamladıktan sonra onu bana geri getir.” buyurdu. Adam Peygamber’in dediğini yaptı. Uzun bir zaman sonra da kadını geri getirdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, kadının üzerine elbisesinin sıkıca bağlanmasını emretti. Çünkü ceza uygulanırken kadının vücudu açılıp mahrem yerleri görünebilirdi. Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in emriyle kadın taşlanarak öldürüldü. Ardından Peygamberimiz, bu kadının cenaze namazını kıldı. Bunu gören Ömer radıyallahu anh “Ey Allah’ın Rasulü! Zina etmiş bir kadının namazını mı kılıyorsun?” diye sorunca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “O kadın bir an için şeytana uyup günah işledi, fakat ardından pişman olup öyle bir tövbe etti ki, şayet onun tövbesi Medine halkından yetmiş kişiye dağıtılmış olsaydı, hepsine yeterdi. Çünkü o, işlediği günahın bedelini ödemek için canını feda etmekten çekinmedi. Sen Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanmak için can vermekten daha üstün bir fedakârlık düşünebiliyor musun? 24. Abdullah bin Abbas ve Enes bin Mâlik radıyallahu anhum’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “İnsanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, bir o kadarını daha ister. İnsanoğlu o kadar doyumsuz, o kadar açgözlüdür ki, onun gözünü topraktan başka bir şey doldurmaz. O halde toprağa girip hesaba çekilmeden önce, cimrilik, dünya malına aşırı bağlılık, haset gibi kötü özelliklerden kurtulmaya çalışmalı, fırsat varken günahlardan tövbe edip Allah’a yönelmelidir. Hiş kuşkusuz Allah, tövbe edenin tövbesini kabul eder.”


1. ARİFLERİN YOLU

25

25. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Biri diğerini öldürdüğü halde, her ikisi de cennete giren iki kişiye Allah tebessümle bakar. Yani bu ikisinin ilginç durumu, O’nu son derece hoşnut eder. Şöyle ki; bunlardan biri Allah yolunda savaşıp şehit olur. Onu şehit eden kişi de daha sonra tövbe edip Müslüman olur ve o da Allah yolunda savaşıp şehit düşer. Böylece, her ikisi de cennete gitmiş olur.”

3. BAB: SABIR BELA VE MUSİBETLER KARŞISINDA YILGINLIĞA DÜŞMEMEK, ALLAH YOLUNDA KARŞILAŞILAN ZORLUKLARA GÖĞÜS GERMEK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey iman edenler! Allah yolunda mücadele verirken, karşınıza çıkabilecek zorluk ve sıkıntılara sabredin, zulme karşı toplumsal direnç göstererek birbirinizle sabırda yarışın. Gerek düşmandan gelebilecek saldırılara, gerek şeytanî vesveselere ve ayartmalara karşı her an uyanık ve hazırlıklı olun. Bir de, Allah’tan gelen ilkeler doğrultusunda hayatınıza yön vererek kötülüğün her türlüsünden titizlikle sakının ki, böylelikle umduğunuz o zafer ve kurtuluşa erebilesiniz. (Âl-i İmrân, 3/200) 2. And olsun ki, sizi bazen çetin korkularla, bazen açlık ve yoksullukla, bazen de servetinizi, sağlığınızı ve ürünlerinizi elinizden alarak imtihan edeceğim. Sabredenleri müjdele! (Bakara, 2/155) 3. Ey Peygamber! De ki: “Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Ey iman eden kullarım! Rabb’inizden gelen ilkeler doğrultusunda yaşayın, dürüst ve erdemli davranışlar göstererek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının! Şunu iyi bilin ki, bu dünyada güzel davranış gösterenler için, öbür dünyada çok daha güzel bir ödül vardır.” (Zümer, 39/10) 4. Her kim cahillerin sataşmalarına karşı sabreder ve onları bağışlarsa, ona ne mutlu! Çünkü bu, gerçekten büyük bir azim ve kararlılıkla yapılmaya değer işlerdendir. (Şûrâ, 42/43) 5. Ey inananlar, sabırla ve namazla Allah’tan yardım dileyin. Kur’ân’ın öngördüğü adalet sistemini hayata egemen kılmak için mücadele verirken, yaratıcınızla aranızdaki gönül bağını namazla, duayla, zikirle sürekli canlı tutmaya çalışın. Zorluklar karşısında yılmadan, umudunuzu ve direncinizi kaybetmeden hedefe doğru adım adım ilerleyin. Ve şunu asla unutmayın: Allah, daima sabredenlerle beraberdir. (Bakara, 2/153)


26

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

6. And olsun ki, içinizden Allah yolunda mücadele eden ve bu uğurda karşısına çıkan sıkıntılara sabreden samimi ve fedakâr müminleri ortaya çıkarıncaya kadar, hepinizi çetin sınavlardan geçireceğiz. Ayrıca, iman ve itaat konusundaki bütün iddialarınızı birer birer denemeye tâbi tutacağız. (Muhammed, 47/31) Konu ile İlgili Hadisler: 26. Ebu Mâlik el-Eş’arî radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Temizlik imanın yarısıdır. Gerek maddî, gerekse ahlakî bakımdan temiz olmak, mümin olmanın tabiî bir neticesi ve en önemli alametidir. İhlâs ve şuur ile söylenen “Elhamdulillah” duası, hesap günü mizanı sevap ile doldurur. “Subhânallah” ile “Elhamdulillah” sözleri bir arada söylendiği zaman, bunun sevabı göklerle yer arasını kaplar. Elhamdulillah duasının anlamı şudur: “Allah’ım! Bizlere bahşettiğin bunca nimetlerden dolayı sana sonsuz şükürler olsun! Ya Rab, bütün iyiliklerin, güzelliklerin kaynağı sensin! Her türlü övgüye, teşekküre layık olan da sadece sensin. Seni tüm kalbimle överek yüceltiyor, en derin saygı ve şükran duygularımla hükümlerine boyun eğiyor ve yalnızca sana kulluk ediyorum.” Subhânallah ise şu anlama gelir: “Allah’ım! Sen her türlü noksanlıktan, kusurdan uzaksın! En mükemmel özellikler, en üstün vasıflar sana aittir. Sen sonsuz ilim, kudret, merhamet, adalet, lütuf sahibisin. Her şeyi en iyi bilen, her konuda en güzel hükmü veren sensin. Bunun için, ben senden başka hüküm koyucu, senden başka otorite yani ilah kabul etmem. Her konuda sana danışır, yalnızca senin gösterdiğin yolda yürür, bireysel ve toplumsal hayatımı senin gösterdiğin ilkeler doğrultusunda düzenlerim.” Namaz insanı kötülüklerden uzaklaştırıp iyiliğe yönelten, kulluk bilincini netleştiren ve gönülleri aydınlatan bir nurdur. Sadaka burhandır. Allah yolunda harcama yapmak, malının bir kısmını yoksullarla paylaşmak, kişinin Rabb’ine imanının ve sadakatinin en açık delili ve ispatıdır. Sabır bütün başarıların, kazançların anahtarı olan bir ışık kaynağıdır. Ancak sabır, zalimlerin zulmüne katlanmak, miskin miskin oturmak demek değildir. Sabır, zorluk ve sıkıntılar karşısında yılgınlığa kapılmadan, ümidini kaybetmeden mücadeleye devam edebilmektir. İşte böyle hak yolda mücadelenin sıkıntılarına göğüs gerenler, eninde sonunda mutlu ve aydınlık bir geleceğe sahip olurlar.


1. ARİFLERİN YOLU

27

Kur’ân senin ya lehinde ya da aleyhinde delildir. Onu okuyup anlamaya çalışır ve gücün yettiğince uygularsan, seni dünyada da ahirette de kurtuluşa iletir. Fakat onunla ilgini keser, emirlerine uymazsan, seni felâkete ve azaba sürükler. Çünkü sen, hesap günü bu Kitap’tan sorguya çekileceksin. Bu dünya hayatında insanların imtihan edilişi, pazaryerinde pazarcıların mallarını satmasına benzer. Doğan her gün, insan için yeni bir pazardır. Bu pazarda, insanın dünya ve ahireti alınıp satılmaktadır. Herkes sabahleyin imtihan pazarına çıkıp kendi varlıklarını satışa arz eder; bu alışveriş sonucunda kimileri kazanç sağlayıp kendisini kurtarır, kimileri de zarara uğrayıp kendisini helâk eder.” 27. Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir yerden zekât veya ganimet malları gelmişti. Medineli Müslümanlardan bir kısmı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den dünyalık bir şeyler istediler, o da verdi. Sonra yine istediler, yine verdi. Nihayet Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in elinde verecek bir şey kalmayınca onlara dedi ki: “Elimde verebileceğim bir şey olsa, onu sizden asla esirgemezdim. Hepsini sonuncusuna kadar aranızda paylaştırırdım. Bununla birlikte, mümkün olduğunca başkalarına el avuç açmamanızı, yüzsuyu döküp insanlardan istememenizi size tavsiye ederim. Kim dilenmekten çekinerek iffetli davranırsa, Allah onu iffetli ve saygıdeğer kılar. Kim tok gözlü davranırsa, Allah onu başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır. Kim de sabretmek için gayret ederse, Allah ona zorluklara karşı direnme, dayanma gücü verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı, daha geniş kapsamlı bir nimet verilmemiştir.” 28. Çocukluğunda Romalılara esir düşüp daha sonra Arabistan’a geldiği için Suheyb er-Rûmî adıyla tanınan Suheyb bin Sinân radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Müminin hâli ne kadar ilginç, ne kadar hayranlık vericidir! Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir ve bu özellik, sadece müminde vardır: Bolluk ve nimetlerle karşılaşınca şükreder, bu onun için hayır olur. Sıkıntılarla karşılaştığında sabreder, yine onun için hayır olur.” İnsan lütuf ve nimetlerle karşılaşınca şımarmamalı, asla kibir ve sefahate kapılmamalıdır. Aksine, bu nimetleri kendisine bahşeden Rabb’ine hamd etmeli, o nimetlerin şükrünü eda etmeye çalışmalıdır. Üzücü bir olayla yüz yüze gelince de ölçüsüz şekilde üzüntü ve karamsarlığa kapılmamalı, şer gibi görünen olayların arkasında nice hayırlar bulunabileceğini hesaba katmalıdır. Başına gelen her şe-


28

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

yin ya onu sınamak ya sarsıp kendine getirmek ya bir hayrın kapısını açmak veya daha büyük bir belayı defetmek için Allah’ın izni ve iradesiyle, belli hikmet ve amaçlar çerçevesinde meydana geldiğini bilmelidir. Kısacası mümin, gücü yettiğince Allah’a kulluk görevini yaptığı takdirde, dünya hayatında imtihandan geçerken veya zulüm ve haksızlığa karşı mücadele verirken başına ne gelirse gelsin; zafer veya yenilgi, hastalık veya sağlık, zenginlik veya fakirlik, kazanç veya iflas, hayat veya ölüm, başına ne gelirse gelsin, her hâlükârda kazanan kendisi olacaktır. 29. Enes bin Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, vefat etmeden önceki hastalığı ağırlaşınca, ıstırap çekmeye ve sık sık bayılmaya başladı. Durumu gören kızı Fâtıma radıyallahu anhâ “Vah babacığım, ne büyük acılar çekiyorsun!” dedi. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, “Üzülme kızım, bugünden sonra baban hiçbir acı çekmeyecek.” buyurdu. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem, haber verdiği gibi o gün vefat edince, Fâtıma radıyallahu anh ağlayarak, “Ey Rabb’in çağrısına icabet eden babacığım! Ey mekânı Firdevs cenneti olan babacığım! Ey kara haberini ancak dostu Cebrail’le paylaşacağımız babacığım, vah!” diye feryat etti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem defnedildikten sonra da Fâtıma, “Peygamber’in üzerine toprak atmaya nasıl eliniz vardı, buna nasıl gönlünüz razı oldu?” diyerek keder ve üzüntüsünü dile getiriyordu. 30. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hem azatlısı hem dostu hem de dostunun oğlu olan Üsâme bin Zeyd bin Hârise radıyallahu anhumâ anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kızı Zeynep, “Oğlum Ali ölmek üzere, lütfen bize kadar gelir misin?” diye Rasulullah’a haber gönderdi. O anda çok önemli bir işle meşgul olan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, kızına selam göndererek, “Veren de Allah’tır, alan da. O’nun katında her şeyin belirli bir vakti vardır. Kızıma söyle, sabretsin ve mükâfatını Allah’tan beklesin.” buyurdu. Fakat Zeynep Peygamber’e yemin verdirerek, “Allah aşkına, mutlaka gelmenizi istiyorum!” diye tekrar haber yolladı. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, yanında Sa‘d bin Ubâde, Muâz bin Cebel, Übey bin Ka‘b, Zeyd bin Sâbit ve diğer bazı sahabiler olduğu halde kalkıp kızının yanına gitti. Çocuğu Peygamber’in kucağına verdiler. Yavrucak can çekişmekteydi. Bunun üzerine Peygamber’in gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Durumu gören ve bunu, yasaklanan niyâha (yaka paça yırtarak ve bağırıp çağırarak ağlama) hükmünde sanan Sa‘d, “Ey Allah’ın El-


1. ARİFLERİN YOLU

29

çisi! Ölüye ağlamayı yasakladığınız halde, bu gözyaşları da nedir?” diye sordu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bu, kullarının kalbine Allah’ın koyduğu merhamet duygusudur. Kalp hüzünlenir, gözler yaşarır. Allah’a isyan sözleri söylemeden, feryat figan etmeden ölüye ağlamakta bir sakınca yoktur. Bilakis, böyle durumlarda gözyaşı dökmek, Allah’ın, kullarına bahşettiği merhamet ve şefkat hissinin tabiî bir neticesidir ve asla yadırganmamalıdır.” Hadisin bir başka rivayetine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, “Bu, Allah’ın, dilediği kullarının kalbine koymuş olduğu merhamet duygusudur. Allah ancak, merhametli kullarına rahmet eder.” buyurmuştur. 31. Suheyb–i Rumî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizden önce yaşamış ümmetler içinde bir padişah, bir de onun sihirbazı vardı. Bu sihirbaz yaşlanınca, padişaha: — Ben artık yaşlandım, bana genç birini göndersen de ona sihirbazlığı öğretsem, dedi. Padişah da ona zeki ve yetenekli bir genç gönderdi. Her gün evinden çıkıp sihirbazın yanına giden bu genç adamın yolu üzerinde bir din âlimi bulunmaktaydı. Delikanlı, günün birinde ona uğradı ve yanına oturup konuşmalarını dinledi. Onun söyledikleri çok hoşuna gitti. Artık sihirbaza her gittiğinde bu din âlimine mutlaka uğrar ve yanında bir süre kalırdı. Fakat sihirbaz, yanına geç geldiği için genç adamı azarlayıp dövüyordu. Delikanlı durumu âlime şikâyet edince, o da: — Sihirbaz niçin geç geldiğini sorarsa, “Ailem beni alıkoydu.” dersin; ailen sorduğu zaman da sihirbazın seni geç bıraktığını söylersin, dedi. Genç adamın bu hâli sürüp giderken, bir gün yolda insanların gelip geçmesine engel olan büyük ve yırtıcı bir hayvana rast geldi. Kendi kendine, “Sihirbazın mı, yoksa âlimin mi doğru yolda olduğunu anlamanın tam zamanı!” dedi. Bunun için, eline bir taş aldı ve “Allah’ım, senin katında âlimin yaptıkları sihirbazın yaptıklarından daha değerli ise şu hayvanı öldür ve insanlar yollarına devam etsinler!” diyerek taşı hayvana doğru fırlattı ve onu öldürdü. Böylece, insanlar rahatça yollarına devam ettiler. Daha sonra delikanlı âlimin yanına geldi ve olup biteni ona anlattı. Âlim: — Genç adam, artık sen benden daha üstünsün. Çünkü gördüğüm kadarıyla, büyük bir mertebeye erişmişsin. Öyle sanıyorum ki, yakında birtakım belâlarla imtihan edileceksin. Böyle bir şey olduğunda, sakın benim bulunduğum yeri kimseye söyleme, dedi.


30

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Genç adam, gözleri görmeyen ve alaca hastalığına tutulmuş kimseleri iyileştirir, diğer birçok hastalıkları da tedavi ederdi. Padişahın o sıralarda kör olmuş yakın bir arkadaşı bunu duydu ve değerli hediyelerle delikanlının yanına gelerek: — Eğer beni tedavi edebilirsen, bunların hepsi senindir, dedi. Delikanlı: — Ben hiç kimseye şifa veremem, şifayı veren ancak Allah’tır. Eğer sen yüce Allah’a iman edersen O’na dua ederim, O da dilerse sana şifa verir, dedi. Zaten iyi kalpli olan adam derhal iman etti ve Allah da ona şifa verdi. Sonra padişahın yanına gelip her zamanki gibi mecliste yerini aldı. Padişah onu iyileşmiş görünce: — Senin gözlerini kim iyileştirdi? diye sordu. O da: — Rabb’im iyileştirdi, dedi. Bunun üzerine, Padişah öfkeyle: — Senin benden başka Rabb’in mi var? dedi. Adam: — Benim Rabb’im de, senin Rabb’in de Allah’tır! diye karşılık verdi. Bu sözler üzerine çileden çıkan padişah adamı tutuklattı ve gencin yerini söyleyinceye kadar ona işkence ettirdi. Sonunda adam gencin yerini söyledi ve delikanlı oraya getirildi. Padişah ona: — Evladım, demek senin sihirbazlığın körleri ve alacaları iyi edecek dereceye ulaşmış. Şunları şunları yapmışsın, öyle mi? diye sordu. Delikanlı: — Hayır, ben kimseye şifa veremem. Şifayı veren ancak Allah’tır, dedi. Padişah da delikanlıyı yakalattı ve âlimin yerini söyleyinceye kadar ona işkence ettirdi. Neticede âlim yakalanıp getirildi ve kendisine “Dininden dön, yoksa öleceksin!” denildi. Fakat âlim dininden dönmedi. Bunun üzerine padişah bir testere getirtip başının tam ortasından âlimi ikiye biçtirdi, parçalarının her biri bir yana düştü. Sonra padişahın o yakın adamı getirildi ve ona da “Dininden dön!” denildi. Fakat o da kabul etmedi. Padişah onu da parçalarının her biri bir tarafa düşünceye kadar testere ile başının ortasından ikiye biçtirdi. Daha sonra delikanlı getirildi ve “Dininden dön!” denildi. Delikanlı da dininden dönmedi. Bunun üzerine, padişah onu askerlerinden bir gruba teslim ederek onlara şu talimatı verdi: — Bunu filanca dağın tepesine çıkarın. Dağın tam zirvesine ulaştığınız zaman ona dininden dönmesini teklif edin; dönerse ne âlâ, aksi hâlde bir uçurumdan atın gitsin! Onlar da delikanlıyı götürüp dağın tepesine çıkardılar. Delikanlı:


1. ARİFLERİN YOLU

31

— Allah’ım, beni bunların elinden dilediğin şekilde kurtar! diye dua etti. Bunun üzerine dağ sarsıldı ve askerler aşağı yuvarlanıp öldüler. Delikanlı ise sapasağlam yürüyerek padişahın yanına döndü. Padişah ona: — Yanındakiler ne oldu? diye sordu. Delikanlı: — Allah beni onların elinden kurtardı, dedi. Bunun üzerine padişah, delikanlıyı adamlarından bir başka gruba teslim etti ve: — Bunu bir gemiye bindirip denizin ortasına götürün. Dininden dönerse ne âlâ, aksi hâlde onu denize atın gitsin, dedi. Onlar da delikanlıyı alıp götürdüler. Delikanlı: — Allah’ım, beni bunların elinden dilediğin şekilde kurtar! diye dua etti. Bunun üzerine, gemi içindekilerle beraber alabora oldu ve bütün askerler boğuldu. Delikanlı ise sağ salim padişahın yanına döndü. Padişah onu yine karşısında görünce: — Yanındakiler ne oldu? diye sordu. Delikanlı da: — Allah beni onların elinden kurtardı. Sana söyleyeceklerimi yapmadığın takdirde, beni asla öldüremezsin, dedi. Padişah: — Neymiş o? diye sorunca, delikanlı: — Bütün insanları geniş bir meydanda topla ve beni bir hurma kütüğüne bağla. Bana ait ok torbasından bir ok al, yayın tam ortasına koy. Sonra da “Bu delikanlının Rabb’i olan Allah’ın adıyla!” diyerek oku at. Beni ancak bu şekilde öldürebilirsin, dedi. Bunun üzerine Padişah, halkı geniş bir meydanda topladı. Delikanlıyı da bir hurma kütüğüne bağladı ve onun sadağından bir ok alıp yayına yerleştirdi. Sonra da, “Bu delikanlının Rabb’i olan Allah’ın adıyla!” diyerek oku fırlattı. Ok, delikanlının tam şakağına isabet etti. Delikanlı elini şakağının üzerine koydu ve oracıkta öldü. Bunun üzerine halk: — Biz delikanlının Rabb’ine iman ediyoruz! dediler. Daha sonra ileri gelen yöneticiler padişaha gelerek: — Gördün mü, korktuğun başına geldi; halk iman etti, dediler. Bunun üzerine padişah, sokak başlarına büyük hendekler kazılıp ateşle doldurulmasını emretti. Sonra da: — Dininden dönmeyen herkesi zorla bu ateşe atın! dedi. Askerler emri yerine getirdiler. Böylece, hak dini terk etmeyen binlerce insan ateşe atıldı. En sonunda, kucağında çocuğu ile bir kadın getirildi. Ya imanını terk edip yeniden


32

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

küfre dönecek, ya da yavrusuyla birlikte ateşe atılacaktı. Bir ara kararsız kaldı, ateşe düşmemek için sendeleyip geriledi. İşte o anda, henüz kundakta olan çocuğu dile geldi ve zalimlerin saltanatına son verecek yeni bir neslin gelişini müjdelercesine: — Dayan anneciğim, sakın ateşten korkup imanından dönme; çünkü sen hak din üzeresin, dedi. 32. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, çocuğunun mezarı başında bağıra çağıra ağlayan bir kadının yanından geçti. Ona: — Allah’tan kork ve başına gelen bu musibete sabret, buyurdu. Kadın da: — Çek git başımdan; benim başıma gelen senin başına gelmedi ki! Benim ne çektiğimi nereden bileceksin? dedi. Peygamberimiz daha fazla üstelemeyip yoluna devam etti. Kadın, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i tanıyamamıştı. Ona, bu azarladığı kişinin Peygamber olduğunu söylediler. Bunu duyunca adeta beyninden vurulmuşa dönen kadın, çocuğunun acısını unutarak hemen koşup Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kapısına geldi. Kapıda nöbetçilerin bulunacağını ve kendisinin belki de Peygamber’e ulaşamayacağını düşünüyordu. Fakat Peygamber’in kapısında herhangi bir kapıcı veya hizmetçi göremedi. Sonra Peygamber’i gördü ve ona özür beyan ederek: — Kusuruma bakmayın ya Rasulallah, sizi tanıyamadım, dedi. Peygamber de: — Önemli değil. Senin ne büyük acılar hissettiğini elbette biliyorum. Ancak gerçek sabır, ilk darbe anında kendini kaybetmeden, Allah’a isyan anlamına gelebilecek sözler sarf etmeden acıya dayanabilmektir, buyurdu. 33. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Dünyada çok sevdiği bir yakınını elinden aldığım zaman sabredip ecrini benden bekleyen mümin kulumun katımdaki mükâfatı, cennetten başka bir şey olamaz.” 34. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, kendisi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e veba hastalığı hakkında sorunca Peygamberimiz şöyle demiştir: “Veba ve benzeri bulaşıcı hastalıklar, Allah’ın, dilediği kimseleri cezalandırdığı bir çeşit azap idi. Fakat Allah, onu müminler için bir rahmet vesile-


1. ARİFLERİN YOLU

33

si kıldı. Şöyle ki; vebaya yakalanan bir kul, tedavi olmak için elinden geleni yapmakla birlikte, bu bela karşısında sabredip mükâfatını Allah’tan bekleyerek ve başına ancak Allah ne takdir etmişse onun geleceğini bilerek, hastalığı başka yerlere taşımamak için bulunduğu yerde kalırsa, orada öldüğü takdirde, kendisine şehit sevabı verilir. Fakat ölüm korkusuyla bulunduğu yeri terk ederse, savaştan kaçmış gibi günaha girer.” 35. Enes bin Mâlik radıyallahu anh, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinlediğini söylemiştir: “Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Kulumu iki sevgilisiyle sınadığım, yani iki gözünü kör etmek suretiyle onu imtihan ettiğim zaman sabrederse, bu ikisine karşılık kendisine mutlaka cenneti veririm.” 36. Tâbiun neslinin önde gelen âlimlerinden Atâ bin Ebî Rebâh diyor ki: Bir gün Abdullah bin Abbas radıyallahu anh, bana: — Sana cennetlik bir kadın göstereyim mi? dedi. Ben de: — Evet göster, dedim. Bunun üzerine bir kadını göstererek dedi ki: — Şu uzun boylu, siyah tenli kadın var ya, Ümmü Züfer adındaki bu kadın, bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna geldi ve: — Ya Rasulallah! Beni zaman zaman sara nöbeti tutuyor ve bayılıp yere düştüğümde üstüm başım açılıyor. Benim iyileşmem için Allah’a dua eder misiniz? diye sordu. Her şeyin kendi tabii seyrinde gitmesini ve hastalıklarla doğal yollarla mücadele edilmesini isteyen Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, kadına: — İstersen sabret ve cennet senin olsun; istersen sana şifa vermesi için Allah’a dua edeyim, buyurdu. Bunun üzerine kadın: — Ben sabredip cennete gitmeyi tercih ederim. Ancak beni sara tuttuğu zaman üstüm başım açılıyor, mahrem yerlerimin açılmaması için dua eder misiniz? dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de onun için dua etti. O günden sonra kadının sara nöbetlerinde bir daha üstü başı açılmadı. 37. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh şöyle diyor: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, gönderildiği kavim tarafından dövülerek yüzü kanlar içinde bırakılan ve bir taraftan yüzündeki kanı silerken, bir taraftan da “Halkımı affet Allah’ım, çünkü onlar gerçeği bilmiyorlar!” diyen bir peygamberi anlatırkenki hâli hâlâ gözlerimin önündedir. 38. Ebu Said ve Ebu Hureyre radıyallahu anhumâ’dan, Peygamber sallalla-


34

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

hu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Yorgunluk, hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan tutun da, ayağına batan dikene varıncaya kadar, Müslüman’ın başına ne zaman bir musibet gelse, Allah mutlaka bunun karşılığında onun günahlarından bir kısmını affeder.” 39. Abdullah bin Mesud Radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına girdim. Sıtmaya yakalanmıştı. Elimi vücuduna dokundurdum ve: — Ey Allah’ın Elçisi; gerçekten şiddetli bir sıtma nöbetine tutulmuşsunuz, dedim. Peygamberimiz: — Evet, sizden iki kişinin çekebileceği kadar ıstırap çekiyorum, buyurdu. Ben: — Herhalde bu, iki kat sevap kazanmanız içindir, dedim. O da: — Evet, öyle. Müslüman’ın ayağına bir diken batsa veya başına bundan büyük bir sıkıntı gelse, Allah mutlaka bundan dolayı onun günahlarını bağışlar. Böylece o Müslüman’ın günahları, tıpkı ağacın yapraklarını döktüğü gibi dökülür, buyurdu. 40. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Allah kime hayır vermeyi dilerse, günahlarını bağışlamak ve derecesini yükseltmek için onu zaman zaman sıkıntıya uğratır.” 41. Enes bin Mâlik radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Hiçbiriniz, başına gelen bir beladan dolayı ölümü istemesin. Mutlaka böyle söylemek zorunda kalırsa, o zaman “Allah’ım! Benim için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat; hakkımda ölüm hayırlı olduğu zaman da beni öldür!” diye dua etsin.” 42. İlk Müslümanlardan Habbâb bin Eret radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hırkasını başının altına koymuş Ka‘be’nin gölgesinde dinlenirken, ona müşriklerden gördüğümüz işkencelerden şikâyette bulunarak, “Ey Allah’ın Rasulü! Bizim için Allah’a dua edip yardım dilemeyecek misiniz?” dedik. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi:


1. ARİFLERİN YOLU

35

“Allah’ın yardımı için acele etmeyin. Sizden önceki ümmetler içinde bir mümin yakalanır ve kazılan bir çukura atılırdı. Sonra da testere ile başından aşağı ikiye biçilir, eti kemiği demir tırmıklarla taranırdı. Fakat bütün bunlar, onu asla dininden döndüremezdi. Yemin ederim ki, Allah mutlaka bu işi tamamlayacak ve dinini yeryüzünde hâkim kılacaktır. Öyle ki, yalnız başına bir atlı, Allah’tan ve sürüsüne saldıracak kurtlardan başka hiç bir şeyden korkmadan, San’a’dan Hadramevt’e, yani Arabistan’ın bir ucundan diğer ucuna güven içinde gidecektir. Fakat ne var ki, sizler acele ediyorsunuz. Bu çetin imtihanlardan geçmeden, Allah’ın yardım ve zaferini bekliyorsunuz.” Buhârî’de yer alan bir başka rivayette, hadisin baş tarafı, “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hırkasına bürünmüştü. Bizler müşriklerden ağır işkenceler görüyorduk.” şeklindedir. 43. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Huneyn savaşında ele geçirilen ganimetleri paylaştırırken, kalplerini İslâm’a ısındırmak istediği bazı kimselere diğerlerinden fazla hisse vermişti. Mesela; birer kabile reisi olan Akra bin Hâbis’e yüz deve, Uyeyne bin Hısn’a da bir o kadar verdi. Arapların ileri gelenlerine de o günkü taksimde biraz fazla pay verdi. Durumun nezaketini ve hikmetini kavrayamayan bir kişi, “Vallahi bu paylaşımda adil davranılmamış, Allah’ın rızası gözetilmemiştir!” dedi. Ben de “Allah’a yemin ederim ki, bunu Peygamber’e söyleyeceğim.” dedim. Sonra Peygamber’e gidip adamın söylediklerini anlattım. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yüzü öfkeden kıpkırmızı kesildi ve “Allah ve Elçisi de adaleti gözetmeyecekse, başka kim gözetecek? Allah, kardeşim Musa’ya rahmet etsin. O, bundan daha ağır eziyetlere maruz kalmıştı da, sabretmişti.” dedi. Abdullah bin Mesud diyor ki: Peygamber’in bu kadar üzüldüğünü görünce, kendi kendime, “Bundan sonra hiç kimsenin sözünü Peygamber’e iletmeyeceğim!” dedim. 44. Enes bin Mâlik radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Allah, iyiliğini dilediği kulunun cezasını hemen dünyada verir. Fenalığını dilediği kulunun cezasını ise, Mahşer Günü günahını yüklenip gelsin diye ahirete erteler.” Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yine buyurdu ki:


36

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Ahirette verilecek mükâfatın büyüklüğü, dünyada karşılaşılan belanın şiddetine göredir. Allah, sevdiği insanları da çeşitli belalarla imtihan eder. Kim başına gelene rıza gösterirse, Allah da ondan razı olur. Kim rıza göstermeyip öfkeyle karşılık verirse, Allah da ona gazap eder.” 45. Yine Enes radıyallahu anh anlatıyor: Üvey babam Ebu Talha radıyallahu anh’ın, Ebu Umeyr adında hasta bir oğlu vardı. Bu çocuk benim anne bir kardeşimdi. Ebu Talha dışarıdayken çocuk vefat etti. Eve dönünce: — Oğlumun durumu nasıl? diye sordu. Çocuğun annesi Ümmü Süleym: — O şimdi her zamankinden daha rahat, dedi. Derken akşam yemeğini hazırlayıp getirdi. Ebu Talha yemeğini yedi, sonra da hanımıyla birlikte oldu. Daha sonra hanımı ona durumu açıklayarak: — Maalesef yavrumuz vefat etti. Ama ben seni üzmemek için hemen söylememiştim. Şimdi çocuğu defnediniz, dedi. Ebu Talha o gece çocuğu defnettikten sonra sabahleyin Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gitti ve olup biteni ona anlattı. Peygamber: — O gece eşinle birlikte oldun mu? diye sordu. Ebu Talha: — Evet, dedi. Peygamberimiz: — Allah’ım, doğacak çocuklarını onlara mübarek kıl! diye dua etti. Enes bin Malik sözlerine devamla diyor ki: Daha sonra, Ümmü Süleym bir erkek çocuk doğurdu. Ebu Talha bana bir miktar da hurma vererek: — Çocuğu al ve Peygamber’e götür, dedi. Ben de dediğini yaptım. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bizi görünce: — Çocuğun yanında ona yedirebileceğimiz bir şey var mı? diye sordu. Ben: — Evet, bir kaç hurma var, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hurmaları ağzına alıp çiğnedi. Sonra çıkarıp çocuğun ağzına koydu ve damağını hafifçe ovdu, adını da Abdullah koydu. Buhârî’deki bir rivayete göre, büyük hadis âlimi Süfyân bin Uyeyne şöyle demiştir: Ensar’dan biri bana, “Ben bu Abdullah’ın tam dokuz çocuğunu gördüm, hepsi de Kur’an’ı okuyan ve manasını iyi bilen kimselerdi.” dedi. Müslim’in rivayetinde ise, olay şöyle anlatılmaktadır: Ebu Talha’nın, Ümmü Süleym’den olma bir oğlu vefat etti. Ümmü Süleym, ev


1. ARİFLERİN YOLU

37

halkına: — Ben Ebu Talha’ya haber vermedikçe, oğlu hakkında ona hiç biriniz bir şey söylemeyin! diye tembihledi. Derken Ebu Talha eve geldi. Ümmü Süleym akşam yemeğini getirdi. Ebu Talha yemeğini yedi. Yemekten sonra Ümmü Süleym, her zamankinden daha güzel süslendi. Daha sonra birlikte oldular. Ümmü Süleym Ebu Talha’nın karnının doyduğunu ve tatmin olduğunu görünce, ona: — Ebu Talha! İnsanlar bir aileye emanet bir şey verip de sonra emanetlerini geri isteseler, o ailenin onu geri vermemeye hakkı var mıdır, ne dersin? dedi. Ebu Talha: — Hayır, elbette hakları yoktur! diye cevap verdi. Bunun üzerine Ümmü Süleym: — O hâlde, oğlunu buna kıyas et. Onu da böyle geri alınmış bir emanet bil. dedi. Ebu Talha bu duruma kızarak: — Madem öyle, bunu daha önce niye söylemedin? Ben kirlendikten sonra mı oğlumun öldüğünü bana söylüyorsun? dedi. Sonra kalkıp Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gitti ve olup biteni ona anlattı. Peygamber de: — Allah o gecenizi bereketli kılsın, diye dua etti. Enes sözlerine devamla diyor ki: Böylece Ümmü Süleym hâmile kaldı. Aradan aylar geçti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir sefere çıktı. Ümmü Süleym de kocasıyla birlikte bu sefere katıldı. Peygamber, sefer dönüşü Medine’ye geceleyin girmezdi. Medine’ye yaklaştıklarında Ümmü Süleym’i doğum sancıları tuttu. Bu yüzden Ebu Talha onun yanında kaldı, Peygamber de diğer Müslümanlarla birlikte yoluna devam etti. Ebu Talha Rabb’ine niyaz ederek şöyle diyordu: — Ya Rab! Sen çok iyi bilirsin ki, ben senin Rasulün ile birlikte Medine’den çıkmak ve yine onunla birlikte Medine’ye girmek isterim. Fakat bu defa gördüğün gibi, burada mahsur kaldım. Bunun üzerine Ümmü Süleym: — Ebu Talha! Artık sancım kalmadı, yola çıkabiliriz, dedi. Enes diyor ki: Biz de yolumuza devam ettik. Medine’ye vardıklarında, Ümmü Süleym’i yine doğum sancısı tuttu ve bir erkek çocuk doğurdu. Annem Ümmü Süleym bana: — Enes, sen bu çocuğu sabahleyin Peygamber’e götürmeden, kimse onu emzirmesin, dedi. Ben de sabahleyin çocuğu alıp Peygamber’e götürdüm. O sırada Peygamber’in elinde, hayvanlara işaret vurmakta kullanılan bir dağlama âleti vardı. Beni görünce:


38

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Herhalde Ümmü Süleym doğum yaptı, buyurdu. Ben de: — Evet, dedim. Hemen elindeki dağlama âletini bıraktı. Ben de çocuğu kucağına verdim. Peygamber, ‘acve’ denilen Medine hurmasından bir tane istedi. Onu ağzında iyice çiğnedi, sonra çocuğun ağzına sürdü. Çocuk da yalanmaya başladı. Bunun üzerine, Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem: — Medinelilerin hurma sevgisine bir bakın, buyurdu. Sonra çocuğun yüzünü okşadı ve ona Abdullah adını verdi. 46. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Pehlivan dediğin, güreşte rakibini yenen kimse değildir. Asıl pehlivan, öfkelendiği zaman öfkesini yenen ve kendisine hâkim olan adamdır. ” 47. Süleyman bin Surad radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında oturuyordum. Az ileride iki kişi aralarında tartışmaya başladı. Bunlardan birinin yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuş, boyun damarları şişmişti. Bunu gören Peygamber, şöyle buyurdu: “Ben bir söz biliyorum ki, eğer bu kişi onu söylerse, üzerindeki bu kızgınlık hâli sona erer. Eğer o, “Eûzu billahi mineş-şeytânir-racîm (ilâhi rahmetten kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım) derse, kızgınlığı geçer.” Bunun üzerine, orada bulunan birkaç kişi hemen adamın yanına giderek Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in tavsiyesini ona ilettiler. O da bu sözü söyledi ve kızgınlığı geçti. 48. Muâz bin Enes radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Her kim gereğini yapmaya gücü yettiği hâlde öfkesini yenerse, Mahşer Günü Allah onu herkesin gözü önünde çağırır ve huriler arasından dilediğini seçmekte serbest bırakır.” 49. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, çabucak sinirlenen, olur olmaz şeylere kızan bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: — Ya Rasulallah, bana tavsiyede bulun, dedi. Peygamber de ona: — Kızma! Öfkene hâkim olmaya çalış, buyurdu. Adam aynı isteği bir kaç kez


1. ARİFLERİN YOLU

39

tekrarladı. Peygamber de her defasında ısrarla: — Kızma, senin için en faziletli davranış budur, buyurdu. 50. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Erkek olsun kadın olsun, müminin canından, çoluk çocuğundan, malından bela ve musibetler eksik olmaz. Başına gelen her musibet ve yaşadığı her sıkıntı, bir günahının affedilmesine vesile olur. Nihayet mümin, günahsız bir halde Allah’a kavuşur.” 51. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ şöyle demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bazı kabile reislerini İslam’a ısındırmak amacıyla onlara ganimet mallarından bol miktarda ikramlarda bulunuyordu. Bu uygulama, Hz. Ömer radıyallahu anh’ın halifeliği dönemine kadar devam etti. Ömer, “Allah İslam’ı güçlendirdi, artık kimsenin dine ısındırılmasına ihtiyaç kalmadı!” diyerek kabile reislerine ikramları kesti. İşte bu kabile reislerinden biri olan Uyeyne bin Hısn Medine’ye geldi ve yeğeni Hur bin Kays’a misafir oldu. Henüz genç bir delikanlı olan Hur, Hz. Ömer’in danışma meclisi üyelerindendi. Genç olsun yaşlı olsun, Kur’an’ın mana ve hükümlerini iyi bilen herkes, Hz. Ömer’in danışma meclisinde yer alırdı. Uyeyne, Hur bin Kays’a: — Yeğenim, senin devlet başkanı yanında büyük itibarın var. Beni kendisiyle görüştürür müsün? dedi. Hur da bu görüşme için Ömer’den izin aldı. Uyeyne, Ömer’in yanına girince: — Ey Hattab oğlu, Allah’a yemin ederim ki, sen bize ikramda bulunmuyor, aramızda adaletle hükmetmiyorsun, dedi. Bu sözlere çok kızan Ömer, kırbacını eline alıp Uyeyne’yi cezalandırmak istedi. Bunun üzerine Hur: — Ey Müminlerin emiri! Allah, Peygamberi’ne, “Sen af yolunu tut; iyiliği emret, cahillere uyma.” (7-Arâf, 199) buyuruyor. Benim bu amcam da cahillerdendir, onu affet, dedi. Abdullah bin Abbas diyor ki: Allah’a yemin ederim ki, Hur bu ayeti okur okumaz, Ömer olduğu yerde adeta donup kaldı, kendisine hatırlatılan ayetin hükmüne teslim oldu ve Uyeyne’yi cezalandırmaktan vazgeçti. Çünkü Ömer vakkâf (Allah’ın kitabına derin bir sadakatle bağlı) idi. Bir iş yaparken kendisine Kur’an’dan bir ayet hatırlatılınca, adeta olduğu yerde donup kalır ve derhal ayetin hükmüne teslim olurdu. 52. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ileride meydana gelecek toplumsal kargaşa ve


40

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

siyasi sapmalara karşı Ashabı’nı uyararak: — Hiç şüphesiz, benden sonra adam kayırmalar ve devlet idaresinde kabul edemeyeceğiniz bazı uygulamalar olacaktır, buyurdu. Ashab-ı Kiram: — O zaman nasıl davranmamızı tavsiye edersin ya Rasulallah? diye sordular. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şunları söyledi: — Onlar genel anlamda İslam’ın hükümlerine bağlı kaldıkları ve Allah’a isyanı emretmedikleri sürece, siz zekât vermek, cihada katılmak gibi üzerinize düşen görevleri yerine getirin, mahrum bırakıldığınız hakkınızı da Allah’tan isteyin. Her haksızlık gördüğünüzde hemen silaha sarılıp ayaklanmaya kalkmayın, sabır ve tahammül gösterin. Yöneticilerinizin size yaptıkları haksızlığı hukuki sınırlar çerçevesinde düzeltmeye çalışın. Fakat meşru yönetime başkaldırarak, kargaşa çıkararak hak alma yoluna gitmeyin! Ancak bu, yöneticilerin her uygulamasını haklı göreceğiniz veya onlara kayıtsız şartsız itaat edeceğiniz anlamına gelmez. Allah’ın bir emir veya yasağını çiğnemenizi emrettikleri takdirde, onlara itaat etmemelisiniz. Çünkü Allah’a isyan olan yerde, kula itaat yoktur. 53. Useyd bin Hudayr radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Ensar’dan (Medineli Müslümanlardan) biri: — Ey Allahın Elçisi! Filan kişiyi tayin ettiğiniz gibi, beni de yönetici tayin eder misiniz? diye sordu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: — Yöneticilik, ehliyet ve liyakat gerektiren bir iştir. Eğer birinize hak etmediği bir makamı verecek olursam, o göreve lâyık olanların hakkını çiğnemiş olurum. Oysa ben, asla haksızlık etmem. Ancak sizler, benden sonra birtakım adam kayırma olaylarıyla karşılaşacaksınız. O zaman, Mahşer Günü havuz başında bana kavuşuncaya kadar haktan ayrılmayın, bu yolda karşılaşacağınız sıkıntı ve zorluklara sabredin, buyurdu. 54. Abdullah bin Ebî Evfâ radıyallahu anhumâ anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, düşmanla karşılaştığı bir savaşta zannedersem Hendek savaşıydı- öğle vakti güneş tepe noktasından batıya doğru meyledinceye kadar bekledi sonra ayağa kalktı ve “Ey Müslümanlar! Düşmanla karşılaşmayı istemeyin. Allah’tan daima sağlık ve afiyet dileyin. Ancak düşmanla karşılaşınca da sabredin ve bilin ki, cennet kılıçların gölgesi altındadır!” buyurdu. Sonra ellerini açıp şöyle dua etti: “Ey Kitabı indiren, bulutları yürüten, düşman ordularını darmadağın eden Allah’ım! Şu düşmanı da perişan et ve bizi onlara karşı muzaffer kıl!”


1. ARİFLERİN YOLU

41

4. BAB: DOĞRULUK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey iman edenler! Allah’tan gelen ilkeleri çiğnememe konusunda son derece dikkatli davranın. Dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının ve zulme karşı inananların safında yerinizi alarak, daima doğrularla beraber olun! (Tevbe, 9/119) 2. Allah, her zaman doğruyu söyleyen, verdikleri söze bağlı kalan özü sözü bir erkek ve kadınlara, günahlarını bağışlama sözü vermiş ve onlar için cennette büyük bir mükâfat hazırlamıştır. (Ahzâb, 33/35) 3. Eğer o münafıklar Allah’a karşı dürüst ve samimi olsalardı, elbette bu, kendileri için çok daha iyi olurdu. (Muhammed, 47/21) Konu ile İlgili Hadisler: 55. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Söz ve davranışlarda doğruluk kişiyi iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye, sonunda Allah katında ‘sıddık’ (dosdoğru kimse) diye yazılır. Yalancılık ise kötülüğe, kötülük de cehenneme sürükler. Kişi yalan söyleye söyleye, sonunda Allah katında ‘kezzâb’ (çok yalancı) diye yazılır.” 56. Peygamberimiz’in torunu Hasan bin Ali bin Ebi Tâlib radıyallahu anhumâ diyor ki: Ben, bizzat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şu sözleri öğrendim: “Şana şüphe veren şeyleri bırak, şüphe vermeyene bak. Çünkü doğruluk kalbe huzur, yalan ise tedirginlik verir. Müminin gönlü haramdan irkilir ve tedirgin olur, helalden de sükûn ve huzur bulur. O halde, müftüler ve âlimler fetva verseler de, sen içine sinmeyen, gönlünün ısınmadığı işlerden uzak dur.” 57. Ebu Süfyân Sahr bin Harb radıyallahu anh, Bizans Kralı Heraklius ile aralarında geçen uzun konuşmayı naklederken şöyle demiştir: Heraklius: — O Peygamber olduğunu iddia eden şahıs size neleri emrediyor? diye sordu. Ben de: — Bize, “Yalnızca Allah’a kulluk edin, O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın!


42

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Atalarınızın sözlerine körü körüne uymayın!” diyor. Ayrıca bize namaz kılmayı, söz ve davranışlarda doğru ve dürüst olmayı, iffetli yaşamayı ve akraba ile ilgilenmeyi emrediyor, dedim. 58. Bedir mücahitlerinden olan Sehl bin Huneyf radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Kim samimi bir niyetle Allah yolunda şehit olmayı arzu eder ve bu niyete uygun davranışlar gösterirse, Allah onu, yatağında bile ölse şehitler mertebesine ulaştırır.” 59. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Önceki peygamberlerden –Allah’ın salât ve selâmı üzerlerine olsun– biri, Allah yolunda savaşa çıkmıştı. Yola çıkmadan önce ümmetine seslenerek dedi ki: — İçinizden yeni evli olup da henüz gerdeğe girmeyenler, ev yapıp da çatısını yapmamış olanlar ve gebe koyun veya deve alıp da yavrulamasını bekleyenler, benimle savaşa gelmesinler. Bu sözleri söyledikten sonra yola çıktı. İkindi vakti veya bu vakte yakın bir zamanda düşmanın bulunduğu şehre yaklaştı. Savaş uzadığı takdirde, ikindi namazının vakti geçebilirdi. Güneşe seslenerek: — Ey güneş! Sen de ben de, her ikimiz emir kuluyuz, dedi. Arkasından: — Allah’ım, onun batmasını geciktir, diye dua etti. Allah onlara zafer nasip edinceye kadar, güneşin batması geciktirildi. Demek ki, insan Allah’a yürekten boyun eğip O’na hakkıyla kulluk ettiği zaman, İbrahim’e ateşi serinlik kılan, Musa için denizi yaran, Meryem’e babasız çocuk armağan eden, İsa’nın eliyle ölülere hayat, hastalara şifa bahşeden, Süleyman’a mahlûkatın dilini öğreten ve Son Elçisini miraca yükseltip katına misafir eden Allah, elbette kulunun yardımına koşacak, gerekirse bütün kâinatı onun emrine verecek, hatta güneşi bile onun için durduracaktır. Sonra ele geçen ganimetler bir araya getirildi. Önceki ümmetlere ganimet helal değildi. Gökten bir ateş gelerek ganimetleri yakar, bu da onların Allah tarafından kabul edildiğini gösterirdi. Onları yakmak için gökten ateş indi, fakat yakmadı. Bunun üzerine peygamber: — Demek ki, içinizde ganimetten çalmış olanlar var. O hâlde, her kabileden bir temsilci elimi tutup bana bağlılık yeminini tazeleyerek biat etsin, dedi. Biat esnasında, bir kişinin eli peygamberin eline yapıştı. O zaman peygamber:


1. ARİFLERİN YOLU

43

— Hırsızlık eden, senin kabilendendir. Bu yüzden, senin kabilene mensup olan herkes gelip bana biat etsin, dedi. Yine biat esnasında, iki ya da üç kişinin eli peygamberin eline yapıştı. Bu defa onlara: — Çalınan mal sizdedir! dedi. Onlar da, sığır kafasına benzer altından yapılmış bir heykel getirdiler. Peygamber onu öteki ganimetlerin içine koydu. Ateş de hepsini yakıp kül etti. Çünkü bizden önce hiç bir peygambere ve ümmetine ganimet helal değildi. Allah bizim zayıflık ve acziyetimizi bildiği için onu bize helal kıldı.” 60. Hakîm bin Hizâm radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Alıcı ve satıcı, söz kesip pazarlığı bitirdikten sonra birbirlerinden ayrılmadıkları veya herhangi bir şekilde anlaşmayı kesin bir neticeye bağlamadıkları sürece, alışverişi bozup bozmamakta serbesttirler. Eğer birbirlerine doğruyu söyler, malda bir kusur varsa onu açıkça ifade ederlerse, alışverişleri bereketli olur. Hem ticaretlerinde kazanç sağlamış hem de büyük bir sevap elde etmiş olurlar. Fakat eğer bunları gizler ve birbirlerine yalan söylerlerse, alışverişlerinin bereketi kalmaz.”

5. BAB: MURAKABE DAİMA ALLAH’IN KONTROL VE GÖZETİMİ ALTINDA BULUNDUĞU BİLİNCİNE SAHİP OLMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey Peygamber! Allah yolunda mücadele ederken, sonsuz kudret ve merhamet sahibi olan yüce Rabb’ine güven. O Allah ki, senin geceleyin ibadet amacıyla yatağından kalktığını ve O’nun huzurunda saygıyla secdeye kapanan müminler arasında onlara şefkat ve merhametle bakarak dolaştığını görmektedir. (Şûra, 26/217-219) 2. Uçsuz bucaksız gökleri ve sayısız nimetlerle donatılmış yeryüzünü altı evrede yaratan fakat sonra bir kenara çekilip mahlûkatı kendi kaderiyle baş başa bırakmayan, aksine, sınırsız kudret ve hâkimiyetinin sembolü olarak Egemenlik Tahtına oturan O’dur. O, yerin içine giren ve oradan çıkan, gökten inen ve oraya yükselen her şeyi bilir. Her nerede olursanız olun, O, sonsuz ilim ve kudretiyle her an ve her yerde sizinle beraberdir. Unutmayın, Allah yaptığınız her şeyi görmektedir ve ona göre karşılığını mutlaka verecektir. (Hadîd, 57/4) 3. Gerçek şu ki, ne yerde ne de gökte, hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz. (Âl-


44

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

i İmrân, 3/5) 4. Doğrusu Rabb’in, kullarının her hâlini her an gözetlemektedir. (Fecr, 89/14) 5. O Allah ki, gözlerin sinsi ve haince bakışlarını ve kalplerde gizlenen niyet ve düşünceleri çok iyi bilmektedir. (Mümin, 40/19) Konu ile İlgili Hadisler: 61. Ömer bin Hattab radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında oturuyorduk. O sırada yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam çıkageldi. Üzerinde herhangi bir yolculuk alâmeti görülmüyordu. Uzaklardan gelmiş gibi bir hâli yoktu. Bununla birlikte, içimizden hiç kimse onu tanımıyordu. Adam Peygamber’in yanına yaklaştı ve karşısına oturdu. Dizlerini Peygamber’in dizlerine dayadı, ellerini de kendi dizlerinin üstüne koydu ve: — Ey Muhammed, bana İslam’ı anlat! dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — İslam, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yettiği takdirde ömründe bir kez Kâbe’yi hac etmendir, buyurdu. Adam: — Doğru söyledin, dedi. Onun hem soru sorup hem de cevabı onaylaması tuhafımıza gitmişti. Adam: — Şimdi de bana imanı anlat, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Allah’a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, ahiret gününe inanman ve bir de, hayrı ve şerri ile birlikte kadere iman etmendir. Yani iyilik ve kötülük diye nitelendirdiğimiz şeyler de dâhil, Allah’ın her şeyi belli bir ölçü ve plâna göre takdir ettiğine, hiçbir şeyi hikmet ve amaçtan yoksun olarak yaratmadığına, her şeyi mutlak adalet ve hikmet çerçevesinde, belli bir hedef ve amaç doğrultusunda yarattığına iman etmendir, buyurdu. Adam tekrar: — Doğru söyledin, diye tasdik etti ve: — Peki, Müslümanlığın en güzel şekli olan ihsan nedir, onu da anlat! dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — İhsan, Allah’ı görüyormuşçasına O’na kulluk etmendir. Zaten sen O’nu görmüyorsan da, O seni mutlaka görüyor, buyurdu. Adam yine:


1. ARİFLERİN YOLU

45

— Doğru söyledin, dedi. Sonra da: — Kıyamet ne zaman kopacak? diye sordu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Kendisine soru sorulan, bu konuda sorandan daha bilgili değildir. Çünkü kıyametin ne zaman kopacağını Allah’tan başka hiç kimse bilemez, cevabını verdi. Adam: — O hâlde, onun alâmetlerini söyle, dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: — Cariyenin kendi efendisini doğurması ve yalınayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının, yüksek binalar yapmakta birbirleriyle yarışmalarıdır. Yani annelerin, kendilerine köle kadın muamelesi yapacak asi çocuklar doğurup büyüttüğünü ve bu durumun yaygın bir hâl aldığını gördüğün zaman, kıyametin kopması yakın demektir. Yine insanların çılgınlar gibi mal biriktirme yarışına girdiğini, mal ve servet tutkusunun, dünün fakirlerini bile büyük ve lüks binalar yapmakta yarışa sokacak kadar arttığını, bunun sonucunda lüks ve safahatin yaygınlaştığını, servet ve paranın yegâne değer ölçüsü hâline geldiğini, tüketim ve gösterişe aşırı düşkünlük gösterildiğini gördüğün zaman, kıyamet iyice yaklaşmış demektir, buyurdu. Sonra adam, sessizce çekip gitti. Ben bir süre öylece kalakaldım. Ardından Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: — Ya Ömer, bu soru soran kimdi, biliyor musun? buyurdu. Ben: — Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — O Cebrail’di, size dininizi öğretmeye gelmişti, buyurdu. 62. Ebu Zer ve Muaz bin Cebel radıyallahu anhumâ’dan ayrı ayrı rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Her nerede ve her ne halde olursan ol, Allah’tan kork! Daima O’nun huzurunda, O’nun kontrol ve gözetimi altında olduğunu unutma! Yalnız veya toplum içinde, belâ veya musibet anında, bolluk veya darlıkta; kısacası hayatın her anında Allah’a karşı saygılı ol, O’na karşı sorumluluk bilincini asla kaybetme! Kötülük yaptığın takdirde, hemen arkasından bir iyilik yap ki, o kötülüğü silip yok etsin. Bir de, insanlara davranışlarında güzel ahlaklı ol! Sana yapılmasını istemediğin şeyi, sen de başkasına yapma!” 63. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ’dan şöyle dediği nakledilmiş-


46

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

tir: Bir gün Peygamber’in terkisinde bulunuyordum. O zaman henüz on yaşındaydım. Bana şöyle buyurdu: “Delikanlı, gel sana bazı güzel sözler öğreteyim: Allah’ın emirlerini gözet ki, Allah da seni gözetip korusun. Allah’ı hatırından çıkarma ki, O’nu her muhtaç olduğunda karşında göresin. Bir şey isteyeceksen, sadece Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen, yalnızca Allah’tan dile. Şunu iyi bil ki, bütün insanlar sana faydalı olmak için bir araya gelseler, sana Allah’ın takdir ettiğinin dışında bir fayda sağlayamazlar. Yine bütün insanlar sana zarar vermek için toplansalar, sana Allah’ın takdir ettiğinden başka zarar veremezler. Çünkü kaderi yazan kalemler kaldırılmış, sahifelerin mürekkebi kurumuştur. Yani varlık kanunlarını belirleyen ilahi kurallar ezelden belirlenmiş ve hiçbir şekilde değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir.” Tirmizî’nin dışındaki rivayetlerde şöyle geçmektedir: “Allah’ın emirlerini gözet ki, O’nu her muhtaç olduğunda karşında göresin. Sen bolluk içindeyken emirlerine bağlı kalarak Allah’ı tanı ki, O da dara düştüğün zaman yardımını göndererek seni tanısın. İyi bil ki, sana takdir edilmeyen hiçbir şey, başına gelmez. Sana takdir edilen de, seni atlayıp gitmez. Şunu da iyi bil ki, zafer sabırla, sevinç de üzüntüyle birliktedir ve her zorlukla birlikte, muhakkak bir kolaylık vardır. Zafer sabrederek, mutluluk da sıkıntı çekerek elde edilir. Her tasanın sonunda ferahlık, her güçlüğün ardında kolaylık vardır.” 64. Enes bin Mâlik radıyallahu anh şöyle demiştir: “Ey Müslümanlar! Siz kıl kadar bile önemsemediğiniz birtakım işler yapıyorsunuz ki, biz onları Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zamanında, kişiyi helâke sürükleyen büyük günahlardan sayardık.” 65. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Gerçek şu ki, Allah Teâlâ da kıskanır. Fakat Allah’ın kıskanması, haram kıldığı şeyi kulun yapmasına razı olmamasıdır. Çünkü kıskanmanın asıl kaynağı sevgi ve koruma duygusudur. Allah da kullarını çok sevdiği ve onların zarar görmesini istemediği için onları bu anlamda kıskanır.” (Bu hadiste geçen “Allah’ın kıskanması” sözü, Abdullah bin Abbas’ın naklettiği şu olay esnasında söylenmiş olmalıdır: Hilâl bin Ümeyye, (bir gün telâş içinde) Peygamber’in huzuruna geldi ve eşinin


1. ARİFLERİN YOLU

47

kendisini aldattığından şüphelendiğini söyledi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de Hilâl’e hitaben: — Bu durumda ya (dört şahit getirerek) iddianı kanıtlarsın, ya da (eşine iftira ettiğin için seksen değnek ile) cezalandırılırsın, buyurdu. Bunun üzerine Hilâl: — Ya Rasulallah! Bizden birimiz kendi karısıyla birlikte bir erkek gördüğü zaman, kanıt bulmak için şahit aramaya mı gidecek? (Şahit getirinceye kadar adam kaçıp gitmez mi?) diye itiraz etti. Peygamber de tekrar: — Ya şahit bulursun, ya da sırtına iftira cezası vurulur! dedi. (Buhari, 52Kitabu’ş-Şehadat, 22) (İşte tam bu sırada,) Ensar’dan Hazrec kabilesinin reisi olan Sa’d bin Ubâde: — Eğer ben karımın yanında (yabancı) bir erkek görecek olsam, vallahi onu kılıcımın keskin tarafı ile doğrarım, dedi. Rasulullah onun bu sözünü duyunca: — Sa’d bin Ubâde’nin şu aşırı kıskançlığına hayret mi ediyorsunuz? Vallahi ben elbette Sa’d’den daha kıskancım. Allah da benden daha kıskançtır. İşte Allah’ın bu kıskançlığından dolayıdır ki, gizli açık bütün çirkin işleri haram kılmıştır. Buna rağmen Allah, karısının yanında yabancı bir erkek gören kişinin onu kılıcıyla doğramasına izin vermez. Çünkü zinayla suçlanan biri, suçu şahitlerle kanıtlanmadıkça cezalandırılamaz. Cezası da mutlaka ölüm değildir; bekâr ise yüz değnek vurulur, evli ise yahut ırza tecavüz etmişse öldürülür, buyurdu. (Buhari, 98-Kitabu’t-Tevhid, 20) 66. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İsrail Oğulları arasında, biri cilt hastalığı yüzünden ala tenli, biri saçkıran hastalığı sebebiyle kel, biri de kör olan üç kişi vardı. Bunlar hem hasta, hem de yoksul kimselerdi. Allah onları imtihan etmek üzere, kendilerine insan suretinde bir melek gönderdi. Melek önce ala tenliye geldi ve: — Dünyada en çok istediğin şey nedir? diye sordu. Ala tenli: — Güzel bir renk, güzel bir ten ve insanların iğrendiği şu hâlin benden giderilmesidir, dedi. Melek onu sıvazladı ve ala tenlilik hastalığı gitti, rengi güzelleşti. Melek bu defa: — En çok sahip olmak istediğin mal hangisidir? dedi. Adam: — Devedir, dedi. Ona on aylık gebe bir deve verildi. Melek:


48

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Allah sana bu deveyi bereketli kılsın! diye dua etti. Sonra kelin yanına gelerek: — En çok istediğin şey nedir? dedi. Kel: — Güzel bir saç ve insanları benden uzaklaştıran şu kelliğimin iyileşmesidir, dedi. Melek onu sıvazladı, adamın kelliği kayboldu. Kendisine gür ve güzel bir saç verildi. Melek sordu: — En çok sahip olmak istediğin mal hangisidir? Adam: — Sığırdır, dedi. Ona da gebe bir inek verildi. Melek: — Allah sana bunu bereketli kılsın, diye dua ettikten sonra kör adamın yanına geldi. Ona da: — En çok istediğin şey nedir? dedi. Kör adam: — Allah’ın gözlerimi iyileştirmesini ve insanları görmeyi çok istiyorum, dedi. Melek onun gözlerini sıvazladı. Allah da gözlerini ona iade etti. Bu defa Melek: — En çok sahip olmak istediğin şey nedir? dedi. O da: — Koyundur, dedi. Ona da doğurgan bir gebe koyun verildi. Derken deve ve sığır yavruladı, koyun da kuzuladı. Neticede birinin vadi dolusu develeri, diğerinin vadi dolusu sığırları, ötekinin de vadi dolusu koyun sürüsü oldu. Daha sonra melek ala tenliye onun eski kılığında geldi ve: — Fakirim, yoluma devam edecek imkânım yok. Gitmek istediğim yere önce Allah’ın, sonra senin yardımın sayesinde ulaşabilirim. Rengini ve cildini güzelleştiren Allah aşkına, yolculuğumu tamamlayabilmek için senden bir deve istiyorum, dedi. Adam: — Mal verilecek o kadar çok yer ki, dedi. Bunun üzerine melek: — Dur hele, ben seni bir yerden tanıyor gibiyim. Sen insanların kendisinden iğrendikleri, fakirken Allah’ın zengin ettiği alaca tenli adam değil misin? dedi. Adam: — Hayır, bana bu mal atalarımdan miras kaldı, dedi. Melek: — Eğer yalan söylüyorsan, Allah seni eski hâline çevirsin, dedi. Sonra melek kelin yanına, onun eski kılığında geldi. Ona da alaca tenliye söylediklerini söyledi. Kel de onun verdiği cevabı verdi. Melek ona da: — Yalan söylüyorsan, Allah seni eski hâline çevirsin, dedi.


1. ARİFLERİN YOLU

49

— Son olarak körün kılığına girip bu defa da onun yanına gitti ve: — Fakir ve yolcuyum. Yoluma devam edecek imkânım kalmadı. Bugün önce Allah’ın, sonra senin sayende yoluma devam edebileceğim. Sana gözlerini geri veren Allah aşkına senden bir koyun istiyorum ki, onunla yoluma devam edebileyim, dedi. O da: — Ben bir zamanlar kör bir adamdım. Allah gözlerimi iyileştirdi ve bana bunca malı mülkü ihsan etti. İstediğini alabilir, istediğini bırakabilirsin. Allah’a yemin ederim ki, bugün alacağın hiçbir şeyde sana zorluk çıkarmayacağım, dedi. Melek: — Malın sende kalsın. Bu sizin için birer imtihandı. Allah senden razı oldu, diğerlerine ise gazap etti, cevabını verdi ve oradan ayrıldı. 67. Ebu Ya‘lâ Şeddâd bin Evs radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Akıllı kişi, Mahşer Günü hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çeken ve ölümden sonraki hayat için çalışan kimsedir. Akılsız kişi ise, arzu ve heveslerinin peşine düşen ve sonra da birtakım kuruntularla, boş temennilerle kendini avutarak Allah’tan dileklerde bulunup duran kimsedir.” Bu hadis, senet zincirinde yer alan Ebu Bekr bin (Abdullah bin) Ebî Meryem’den dolayı zayıftır. Hadis imamları, bu ravinin hafızasının zayıf olduğunu ve hadisleri karıştırdığını beyan etmişlerdir. Ancak hadisin ihtiva ettiği mana sahihtir. 68. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Kendisini ilgilendirmeyen yararsız ve lüzumsuz işleri terk etmesi, kişinin iyi Müslüman oluşundandır. İnsanın dinine ve dünyasına faydası olmayan boş işlerle uğraşmayıp gücünü, zamanını ve yeteneğini faydalı ve lüzumlu işlerde değerlendirmesi, onun olgun ve ideal bir Müslüman olduğunun alametidir. Bu, aynı zamanda kulluk bilincinin gereği ve tabiî neticesidir.” 69. Ömer radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Eşine zulmetmeyecek derecede dürüst ve temiz ahlak sahibi olduğu bilinen bir kişiye, hanımını niçin dövdüğü sorulmaz. Çünkü bu, aile içi özel hayata müdahale anlamına gelir. Oysa ailenin mahremiyeti vardır, bu yüzden teftiş edilemez. Ayrıca olay, açıklanması utanç verici veya çok özel bir sebebe bağlı olabilir. Ancak erkeğin, hanımına zulmettiğinden endişe duyulursa yahut bizzat kadın


50

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

şikâyette bulunarak konuyu hukukî bir zemine taşırsa, o zaman olay adlî mercilerce araştırılır ve koca da sorgulanır.” İsnadında yer alan Abdurrahman el-Müslî’den dolayı bu hadis zayıftır. Abdurrahman el-Müslî meçhul (kim olduğu bilinmeyen) bir ravidir ve bu hadis yalnızca onun kanalıyla rivayet edilmiştir.

6. BAB: TAKVA KÖTÜLÜKLERDEN SAKINMAK, İYİLİK VE ERDEM SAHİBİ OLMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey iman edenler! Allah’a karşı, O’nun şanına yaraşır biçimde ve tâbi ki, gücünüz yettiği ölçüde saygı ve bağlılık gösterin ve ancak O’na yürekten boyun eğen bir Müslüman olarak can verin! Son nefesinize kadar Allah’a boyun eğin, hiçbir zaman O’na itaat ve teslimiyetten ayrılmayın!” (Âl-i İmrân, 3/102) 2. O halde, bu muhteşem ödülü kazanmak için gücünüz yettiğince Allah’a saygıyla bağlanarak kötülüklerden, günahlardan korunun. O’nun çağrısına kulak verin, emirlerine gönülden itaat edin ve size bahşettiği nimetlerden bir kısmını, kendi iyiliğiniz için O’nun yolunda harcayın! Unutmayın, her kim kıskançlık, cimrilik, kibir gibi bencilce tutkulardan kendisini korursa, işte dünyada ve ahirette kurtuluşa erenler onlardır. (Tegâbun, 64/16) 3. Ey iman edenler! Allah’tan gelen buyruklara sımsıkı sarılarak, kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının; sizin veya sevdiklerinizin aleyhine bile olsa, daima doğru söz söyleyin. (Ahzâb, 33/70) 4. Her kim Allah’ın emir ve yasaklarına karşı dikkatli ve saygılı davranırsa, Allah ona her dara düştüğünde bir çıkış yolu gösterecek ve ona hiç ummadığı yerden nimetler bahşedecektir. Evet, her kim Allah’a güvenir ve O’nun koruması altına girerse, bilsin ki, Allah ona yeter! Hiç kuşkusuz Allah, emrini mutlaka yerine getirir ve hiçbir güç buna mani olamaz! Nitekim Allah, her şey için bir ölçü belirlemiş ve kâinatı hak, hukuk ve adalet esaslarına göre, belli bir hikmet ve amaç doğrultusunda ve şaşmaz kanunlara bağlı mükemmel bir sistem hâlinde düzenlemiştir. (Talâk, 65/2, 3) 5. Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yürekten bir saygı ile bağlanarak dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih eder ve gücünüz yettiğince kötülüklerden sakınırsanız, o zaman Allah size, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt edebilmenizi sağlayacak bir kavrayış ve sağlıklı düşünme yeteneği verecek ve küçük günahlarınızı silerek sizi bağışlayacaktır. Gerçekten Allah, büyük lütuf sa-


1. ARİFLERİN YOLU

51

hibidir. (Enfâl, 8/29) Konu ile İlgili Hadisler: 70. Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: — Ey Allah’ın Elçisi! İnsanların en üstünü, en değerlisi kimdir? diye soruldu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — En takvalı, yani Allah’ın emirlerine uyma konusunda en dikkatli ve duyarlı olan kimsedir, buyurdu. — Ey Allah’ın Elçisi, biz bunu sormuyoruz, dediler. — O hâlde, Allah’ın seçkin dostu İbrahim peygamber’in oğlu, Allah’ın peygamberi İshak’ın oğlu, Allah’ın peygamberi Yakub’un oğlu olan Allah’ın peygamberi Yusuf’tur. Hem kendisi, hem babası, hem dedesi ve hem de dedesinin babası peygamber olan bir şahıstan daha bahtiyar kim olabilir? buyurdu. — Ey Allah’ın Elçisi, biz onu da sormuyoruz, dediler. — O zaman siz bana, Arap kabileleri arasında en faziletli, en üstün olanları, yani Arab’ın madenlerini soruyorsunuz. Bilin ki, İslam öncesi dönemde hayırlı ve erdemli olanlar, İslam’ı kavradıkları ve ona bağlı kaldıkları takdirde, İslam döneminde de en hayırlı olanlardır, buyurdu. 71. Ebu Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Dünya nimetleri gelip geçici olmasına rağmen, tatlı ve çekicidir. Dikkat edin, Allah onu sizin emrinize verecek ve bu nimetler karşısında nasıl davranacağınıza bakacaktır. O halde, dünyanın bu yalancı cazibesine kapılıp aldanmaktan sakının! Özellikle de, kadınların açılıp saçılarak bir fitne unsuru hâline getirilmesine karşı dikkatli olun! Çünkü şer odakları, her zaman kadının çekiciliğini kullanarak insanları ifsat etmeye çalışmıştır. Nitekim İsrailoğulları arasında ilk fitne, kadınlarla ilgili olarak çıkmıştır.” 72. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Senden hidayet (hakikate ulaşma bilgisi), takva (kötülüklerden sakınma bilinci), iffet ve edep duygusu ve bir de gönül zenginliği isterim!” 73. Adiyy bin Hâtim et-Tâî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


52

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Bir kimse herhangi bir konuda yemin eder de sonra yemininin aksini daha hayırlı görürse, derhal yemininden vazgeçsin ve hayırlı olanı yapsın. Ayrıca yeminini bozduğu için de, on fakiri doyurmak veya giydirmek yahut bir köle azat etmek suretiyle yemin keffareti ödesin. Buna gücü yetmiyorsa, üç gün peşpeşe oruç tutsun.” 74. Ebu Ümâme el-Bâhilî radıyallahu anh diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i Veda Hutbesi’nde şöyle buyururken dinledim: “Ey insanlar! Allah’a karşı gelmekten sakının! O’nun emir ve yasakları karşısında daima duyarlı ve bilinçli olun! Beş vakit namazınızı kılın! Ramazan orucunuzu tutun! Malınızın zekâtını verin! Kur’ân’ın hükümlerini uygulayan yöneticilerinize itaat edin! Eğer bu tavsiyelerimi yerine getirirseniz, doğruca Rabb’inizin cennetine girersiniz.”

7. BAB: YAKİN VE TEVEKKÜL ALLAH’A TEREDDÜTSÜZ İMAN VE İTİMAT Konu ile İlgili Ayetler: 1. Gerçek müminler, Peygamber’in kendilerine önceden haber verdiği düşman ordularını karşılarında görünce, “İşte bu, Allah’ın ve Elçisinin bize Kur’ân’da (Saf, 8,9) vaad ettiği şeydir. Allah ve Elçisi elbette doğru söylemiştir!” dediler. Münafıkları yoldan çıkaran bu durum, onların sadece Allah’a imanlarını ve bağlılıklarını pekiştirdi. (Ahzâb, 33/22) 2. Onlar öyle yürekten inanmış kimselerdir ki, düşman yurdundan haber getiren bazı kötü niyetli insanlar, kendilerine “Düşmanlarınız size karşı büyük bir ordu hazırlamış, o halde onlardan korkun da, Allah yolunda cihadı terk edin!” dediklerinde, bu tehditkâr sözler o yiğitleri yıldırmak şöyle dursun, aksine, onların imanını artırdı ve “Bütün tehlike ve korkulara karşı bize Allah’ın yardımı yeter! O ne güzel yardımcı, ne güvenilir vekildir!” dediler. Böylece, Allah’a tam bir teslimiyetle bağlanarak savaşa çıktılar. Fakat o “süper” ordular, onların karşısına çıkmaya bile cesaret edemedi. Sonuçta, Allah’ın lütuf ve nimeti sayesinde başlarına hiçbir kötülük gelmeden sağ-salim, üstelik yaptıkları kârlı ticaretlerle zengin olarak yurtlarına geri döndüler. En önemlisi de, böylece Allah’ın hoşnutluğunu kazanmış oldular. Hiç kuşkusuz Allah, müminlere karşı son derece cömert, son derece lütufkârdır. (Âl-i İmrân, 3/173, 174) 3. Ey mümin! Asla ölmeyen, gerçek anlamda hayat sahibi olan yüce Rabb’ine güven; en içten minnet ve şükran duygularıyla Rabb’ine bağlanarak,


1. ARİFLERİN YOLU

53

O’nun sınırsız kudret ve yüceliğini övgüyle an. (Furkân, 25/58) 4. İnananlar yalnızca Allah’a güvensin, O’na dayansınlar. (İbrahim, 14/11) 5. Ey Peygamber! Allah’ın sana bahşettiği o engin şefkat ve rahmeti sayesindedir ki, Uhud’da hata yapan arkadaşlarına son derece nazik ve yumuşak davrandın. Azarlanmayı hak ettikleri durumlarda bile, kusurlarını yüzlerine vurup onları rencide etmedin. Eğer onlara karşı kaba ve katı yürekli olsaydın, seni terk ederek etrafından dağılıp gitmişlerdi. Bu ise, hem senin için hem de onlar için en büyük felâket olurdu. Öyleyse, onları bağışla ve affedilmeleri için Allah’a yalvar. Yönetimle ilgili olup da, hakkında kesin bir hüküm indirilmemiş olan her konuda onlara danış ve karar verirken, onların görüşlerini de dikkate al. İstişareler sonucunda belli bir yönde karar verdiğin zaman da Allah’a güven ve bu kararını taviz vermeden uygula! Çünkü Allah, üzerine düşeni eksiksiz yapan fakat sonucun elde edilmesi konusunda yalnızca O’na güvenen, O’na dayanan kimseleri yani tevekkül edenleri sever. (Âl-i İmrân, 3/159) 6. Her kim Allah’a güvenir ve O’nun koruması altına girerse, bilsin ki, Allah ona yeter! Hiç kuşkusuz Allah, emrini mutlaka yerine getirir ve hiçbir güç buna mani olamaz! Çünkü Allah, her şey için bir ölçü belirlemiş ve kâinatı hak, hukuk ve adalet esaslarına göre, belli bir hikmet ve amaç doğrultusunda ve şaşmaz kanunlara bağlı mükemmel bir sistem hâlinde düzenlemiştir. (Talâk, 65/3) 7. Gerçek müminler ancak o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığı zaman yürekleri korku ve heyecanla ürperir, kendilerine O’nun ayetleri okunduğu zaman bu, onların inancını pekiştirir ve onlar, yalnızca Rab’lerine dayanıp güvenirler. (Enfâl, 8/2) Konu ile İlgili Hadisler: 75. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Miraca çıktığım zaman, gelmiş geçmiş bütün ümmetler bana gösterildi. Öyle Peygamberler gördüm ki, yanında ümmet olarak küçücük bir mümin topluluk vardı. Öyle Peygamberler gördüm ki, yanında sadece bir veya iki kişi bulunuyordu. Öyle Peygamberler de gördüm ki, yanında kimsecikler yoktu. Bu sırada, önüme büyük bir kalabalık çıktı. Onları benim ümmetim sandım. Melekler bana: — Bunlar Musa’nın ümmetidir, kendi ümmetini görmek istiyorsan ufka bak! dediler. Baktım ki, bir de ne göreyim; ufku boydan boya kaplamış


54

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

muhteşem bir kalabalık! Sonra melekler: — Diğer ufka bak! dediler. Baktım, orda da muhteşem bir kalabalık! — İşte bunlar da senin ümmetindir. İçlerinden hesaba çekilmeden ve hiç ceza görmeden cennete girecek yetmiş bin kişi vardır, dediler.” Abdullah sözlerine devamla diyor ki: Peygamber aleyhisselâm bu sözleri söyledikten sonra, kalkıp evine gitti. Oradakiler, bu sorgusuz ve cezasız cennete girecek yetmiş bin kişinin kimler olabileceği hakkında konuşmaya başladılar. Kimileri, “Bunlar Peygamber’in sohbetinde bulunan kimseler olmalıdır.” dediler. Kimileri de, “Bunlar İslam geldikten sonra doğan ve hiç şirk günahına bulaşmamış kimselerdir.” dediler. Bundan başka görüşler ileri sürenler de oldu. Onlar bu meseleyi aralarında tartışırlarken, Peygamber aleyhisselâm çıkageldi ve: — Ne hakkında konuşuyorsunuz? diye sordu. — Sorgusuz ve cezasız cennete gireceklerin kimler olduğunu konuşuyoruz, dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Onlar efsun yapmayan ve yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve sadece Rablerine güvenen kimselerdir. Onlar, birtakım tılsımlı ifadelerle, büyülü sözlerle, hastalık ve şerlerden kurtulmayı düşlemezler. Bununla birlikte, bazı ayet, sure ve duaları okuyarak Allah’a sığınmak, O’ndan şifa dilemek caizdir. Yine onlar, birtakım eşyalarda, hayvanlarda ve tabiat olaylarında uğursuzluk bulunduğuna, böyle uğursuz olarak nitelenen şeylerden bir kötülük ve zarar geleceğine inanmazlar. Her şeyin Allah’ın izni ve takdiri ile gerçekleştiğini bilir, üzerlerine düşen görevi yaptıktan sonra, Rab’lerinin vereceği hükme razı olurlar. Yalnızca O’na dayanır ve O’na güvenirler, buyurdu. O sırada, Ukkâşe bin Mihsan yerinden fırladı ve: — Beni de onlardan kılması için Allah’a dua et ya Rasulallah! dedi. Peygamber aleyhisselâm da: — Sen onlardansın, buyurdu. Sonra bir başkası daha kalktı ve: — Beni de onlardan kılması için dua buyur, dedi. Peygamber aleyhisselâm, ardı arkası kesilmeyecek bir istekler zincirine meydan vermemek için, ona: — Fırsatı değerlendirmekte Ukkâşe senden önce davrandı, buyurdu. 76. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Sana boyun eğdim, sana inandım, sana güvenip dayandım.


1. ARİFLERİN YOLU

55

Tüm kalbimle, tüm varlığımla sana yöneldim. Sevdiklerimi senin için sevdim, kızdıklarıma senin için kızdım. Senin yolunda ve senin yardımın ile zulüm ve haksızlıklara karşı mücadele ettim. Allah’ım! Beni saptırmandan, yine senin izzet ve keremine sığınırım. Senden başka kulluk edilecek, hükmüne boyun eğilecek bir otorite, bir ilah yoktur. Melekler, cinler ve insanlar ölümlüdürler; asla ölmeyecek olan gerçek hayat sahibi ise, ancak sensin!” 77. Yine Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ şöyle diyor: “Allah bize yeter, o ne güzel vekildir!” sözünü ilk olarak, ateşe atılırken İbrahim aleyhisselâm söylemişti. Allah da onu ateşten korumuştu. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de bu sözü, düşman yurdundan haber getiren bazı kötü niyetli insanlar, Müslümanlara “İnkârcılar size karşı büyük bir ordu hazırlamış, o halde onlardan korkun!” dediklerinde söylemiştir. Nitekim bu tehditkâr sözler Müslümanları yıldırmak şöyle dursun, aksine onların imanını artırmıştı ve “Bütün tehdit ve tehlikelere karşı bize Allah yeter! O, ne güzel yardımcı, ne güvenilir vekildir! (3-Âl-i İmrân, 173)” demişlerdi. Buhârî’nin naklettiği bir başka rivayette, Abdullah şöyle demiştir: “Ateşe atıldığı zaman İbrahim aleyhisselâm’ın son sözü, “Allah bana yeter. O, ne güzel vekildir!” olmuştur.” 78. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Cennete girecek bazı kullar vardır ki, kalpleri kuşların kalbi gibi Allah’a karşı tam bir güven ve tevekkül içindedir. Görmez misin, kuşlar nasıl her sabah bütün endişe ve tasalardan uzak olarak yeni güne başlıyorlar da, akşam kursakları dolu bir halde yuvalarına dönüyorlar? İşte böyle Allah’a tevekkül eden müminler de, yersiz sıkıntı ve kaygılara düşmeden, stres ve gerginliklerden uzak, huzurlu bir hayat yaşarlar ve ahirette de cennete girerler.” 79. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: Câbir, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Necid taraflarına bir sefere çıkmıştı. Dönüşte, öğle sıcağında dinlenmek üzere ağaçlık bir bölgede konakladılar. Mücahitler, ağaçlar altında gölgelenmek üzere çevreye dağıldılar. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de semure denilen sık yapraklı bir ağacın altına çekilip kılıcını ağacın dalına astı. Daha sonra uzanıp hafif bir uykuya daldı. Câbir diyor ki: Sonra aniden, Peygamber’in bizi çağırdığını işittik. Hemen ko-


56

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

şup yanına gittiğimizde baktık ki, Peygamber’in yanında, düşman askerlerinden Gavres bin Havis adında bir bedevi duruyor. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki: “Ben uyurken bu bedevi kılıcımı almış. Uyandığımda, kılıç kınından sıyrılmış vaziyette elinde duruyordu. Bana: — Seni benim elimden kim kurtaracak? dedi. Ben de üç defa: — Allah! diye haykırdım.” Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem adamı cezalandırmadı. Adam Peygamber’in yanında oturuyor, Peygamber de ona İslâm’ı anlatıyordu. Buhârî’de yer alan bir başka rivayette, Câbir radıyallahu anh şöyle demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Zâturrikâ gazvesinde bulunuyorduk. Bu uzun sefer esnasında, yaya mücahitlerin ayakları taş ve dikenlerden dolayı yaralanmış, bu yüzden askerler ayaklarına çaput bağlamak zorunda kalmışlardı. Onun için bu gazveye Zâturrikâ (ayağı sargılılar) gazvesi denilmişti. Seferden dönerken, ağaçlık bir bölgede konakladık. Gölgeli bir ağaç bulduğumuzda onu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bırakırdık. Bu defa da öyle yaptık. Ancak müşriklerden biri gizlice gelerek Peygamber’in ağaçta asılı olan kılıcını alıp kınından çıkarmış ve: — Benden korkuyor musun? diye seslenmiş. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Hayır, cevabını vermiş. Adam: — Peki, seni benim elimden kim kurtaracak? demiş. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: — Allah! diye haykırmış. Ebu Bekir el–İsmailî’nin Sahîh adlı eserinde yer alan bir rivayette, olayın bundan sonraki kısmı şöyle anlatılmaktadır: Adam: — Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Allah! diye karşılık verdi. Onun bu sarsılmaz irade ve güveni karşısında dehşete kapılan adam, titremeye başladı. Bunun üzerine, kılıç adamın elinden düştü. Bu sefer Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kılıcı aldı ve:


1. ARİFLERİN YOLU

57

— Peki, şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? dedi. Adam: — Sen iyi bir cezalandırıcı ol. Benim gibi kötü biri olma, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: — Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın Elçisi olduğuma şehadet eder misin? dedi. Adam: — Hayır, etmem. Ancak seninle çarpışmamaya ve seninle savaşacak herhangi bir topluluk içinde bulunmamaya söz veririm, dedi. Bunun üzerine, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem adamı serbest bıraktı. O da arkadaşlarının yanına döndü ve onlara: — En hayırlı kişinin yanından geliyorum, dedi. 80. Ömer bin Hattâb radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizler Allah’a gereği gibi güvenseydiniz, O tıpkı kuşları doyurduğu gibi sizi de rızıklandırırdı. Baksanıza, kuşlar sabahleyin kursakları boş olarak yuvalarından çıkar, akşam dolu kursaklarla dönerler.” 81. Berâ bin Âzib radıyallahu anhumâ’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Ey filân! Yatağına gireceğin zaman şöyle dua et: “Allah’ım! Tüm ruhumla, tüm benliğimle sana boyun eğdim. Yüzümü ve gönlümü sana çevirdim. Her işimi sana havale ettim. Lütfunu dileyerek ve azabından korkarak sana sığındım. Sana karşı, yine senden başka sığınak yoktur. Senin gazabına karşı, yine senin merhametine sığınmaktan başka bir çare, başka bir kurtuluş kapısı yoktur. Senin indirdiğin kitaba ve gönderdiğin Peygamber’e iman ettim.” Eğer bu duayı yaptığın gece ölürsen, anandan doğduğun gibi günahsız ve tertemiz bir halde, fıtrat üzere ölürsün. Ölmez de sabaha çıkarsan, iyiliklere nail olursun.” Buhârî ve Müslim’de yer alan bir başka rivayette, Berâ bin Âzib şöyle demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu: “Yatağına gireceğin zaman namaz abdesti gibi abdest al. Sonra sağ tarafına uzanarak bu duayı oku. Bu sözler, yatmadan önceki en son sözlerin olsun.” 82. Hz. Peygamber’e olan sarsılmaz güveni ve yürekten bağlılığı sebebiyle “Sıddîk” unvanını alan ve kendisi, babası, annesi ve çocukları sahabi olan Ebu


58

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Bekir es-Sıddîk radıyallahu anh’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ben hicret yolculuğunda Peygamber ile mağaradayken, hemen yanı başımıza kadar gelmiş olan müşriklerin ayak uçlarını gördüm ve: — Ey Allah’ın Elçisi! Eğer şunlardan biri eğilip aşağıya bakacak olsa, bizi mutlaka görecektir” dedim. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında ne düşünürsün, ey Ebu Bekir? Allah kendi uğrunda yola çıkan kullarını yalnız ve yardımsız bırakır mı sanıyorsun? Üzülme, endişelenme, Allah bizimle beraberdir (9-Tevbe suresi, 40).” buyurdu. 83. Asıl adı Hind bint Ebu Ümeyye olan ve Peygamber’in hanımı olması hasebiyle müminlerin annesi konumunda bulunan Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem evinden çıkacağı zaman şöyle dua ederdi: “Allah’ın adıyla! Ben yalnızca Allah’a güvenir, ancak O’na dayanırım. Allah’ım! Doğru yoldan sapmaktan ve saptırılmaktan, yanılmaktan ve yanıltılmaktan, haksızlık yapmaktan ve haksızlığa uğramaktan, cahilce davranmaktan ve cahillerin sataşmasına muhatap olmaktan sana sığınırım!” 84. Enes bin Mâlik radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Kim evinden çıkarken, “Allah’ın adıyla! Ben yalnızca Allah’a güvenir, ancak O’na dayanırım. Güç ve kudret, ancak Allah iledir. Allah izin vermedikçe, hiç kimse hiçbir şeye güç yetiremez. Kudret ve izzet yalnızca Allah’a aittir ve ancak O’nun lütuf ve keremiyle elde edilir.” diyerek dua ederse, kendisine “Sen doğru yola iletildin, ihtiyaçların yerine getirildi ve her türlü tehlikeden, zarardan korundun!” diye cevap verilir. Şeytan da kendisinden uzaklaşır.” Ebu Davud’un rivayetinde şöyle bir ziyade vardır: “O zaman şeytan, yanındaki diğer şeytana, “Doğru yola iletilmiş, ihtiyaçları giderilmiş ve her türlü tehlikeden korunmuş bir kişiye ne yapabilirsin ki?” der.” 85. Yine Enes radıyallahu anh’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zamanında, aynı evde yaşayan iki kar-


1. ARİFLERİN YOLU

59

deş vardı. Bunlardan biri ilim öğrenmek için devamlı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in meclisine gelir, diğeri ise geçimlerini sağlamak için çalışırdı. Bir gün bu çalışan kardeş, ötekini evin geçimine katkıda bulunmadığı için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e şikâyet etti. Peygamber “Kardeşine kızma. İhtimal ki, sen onun sayesinde iş buluyor, rızık elde ediyorsun. Çünkü o burada boşa vakit geçirmiyor, Allah yolunda büyük bir hizmeti gerçekleştirerek, İslâm toplumu için hayati öneme sahip ilimleri tahsil ediyor. Unutma ki, toplumun farklı alanlarda uzmanlaşmış bilim adamı, tebliğci ve yöneticilere de ihtiyacı vardır. Bu bakımdan, onun ilim öğrenmesi, en az senin çalışıp rızık kazanman kadar önemlidir.” buyurdu.

8. BAB: İSTİKAMET ALLAH’IN ÇİZDİĞİ YOLDA DOSDOĞRU YÜRÜMEK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey İslâm toplumunun önderi! Rabb’inin yolunda hedefe doğru adım adım ilerlerken, sağa sola sapmadan, yalpalamadan yoluna devam et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol! (Hûd, 11/112) 2. “Rabb’imiz Allah’tır!” diyen sonra da dosdoğru bir hayat yaşayan kimselere rahmet melekleri inecek ve onlara şu ilahi müjdeyi verecektir: “Korkmayın, üzülmeyin; size Allah tarafından söz verilen cennet müjdesiyle sevinin! Biz hem bu dünya hayatında hem de ahirette sizin dost ve yardımcılarınızız! Çok bağışlayıcı, çok merhametli olan Rabb’inizden bir karşılama ziyafeti ve sınırsız bir lütuf olarak cennete girecek ve orada canınızın çektiği her şeye, arzuladığınız her nimete sahip olacaksınız!” (Fussilet, 41/30-32) 3. “Bizim önünde boyun eğeceğimiz biricik efendimiz, Rabb’imiz Allah’tır!” diyen sonra da, bu inanca uygun dosdoğru bir hayat yaşayan kimseler yok mu; onlar Hesap Günü ne korkuya kapılacaklar, ne de üzülecekler! İşte onlar cennet halkıdır ve yaptıkları iyiliklerin mükâfatı olarak, sonsuza dek orada kalacaklardır. (Ahkâf, 46/13, 14) Konu ile İlgili Hadisler: 86. Süfyân bin Abdullah radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: — Ey Allah’ın Elçisi! İslam hakkında bana öyle özlü bir söz söyle ki, bir daha


60

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

senden başka hiç kimseye sorma ihtiyacı duymayayım, dedim. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Allah’a inandım de, sonra dosdoğru ol! Düşünce ve tasavvurunu, Kur’an’ın ortaya koyduğu tevhit inancıyla şekillendir. Söz ve davranışlarında daima dürüst, doğru ve samimi ol. Bunu yaparsan, en güzel Müslümanlığı yaşamış olursun, buyurdu. 87. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: — Bütün işlerinizde orta yolu tutun. Gevşekliğe kapılıp ibadetlerinizi ihmal etmeyin. Ama Allah’ın rahmet ve cennetini kazanma gayretiyle aşırı gidip de kendinizi zorlamayın. Cenneti kazanmak istiyorsanız, İslam’ı Kur’an ve Sünnet ölçüsüyle belirlenen mutedil bir çizgide yaşayın ve sözlerinizde, davranışlarınızda dosdoğru olun! Şunu iyi bilin ki, hiç biriniz yaptığı ibadet ve iyilikler sayesinde kurtuluşu hak edemez. Ashab-ı Kiram: — Sen de mi, ya Rasulallah? diye sorunca, Peygamber: — Evet, Allah lütuf ve rahmeti ile beni bağışlamış olmasaydı, ben de kurtulamazdım. O hâlde, Allah sizden ne kadar ibadet etmenizi istiyorsa o kadarını yapın, aşırı gitmeyin. Çünkü ibadetlerinizin çokluğu ile cenneti kazanamazsınız, ama Allah’ın istediği miktar ve şekilde ibadet ederseniz, O’nun hoşnutluğunu ve dolayısıyla ebedî saadeti kazanmış olursunuz, buyurdu.

9. BAB: TEFEKKÜR YARATILMIŞLARIN BÜYÜKLÜĞÜNÜ, DÜNYANIN FANİLİĞİNİ, KIYAMETİN KORKUNÇ HÂLLERİNİ, DÜNYA VE AHİRET İŞLERİNİ DÜŞÜNMEK, NEFSANÎ İSTEKLERE ENGEL OLMAK VE NEFSİ ISLAH EDEREK DOĞRULUĞA YÖNELTMEK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey Muhammed! İnkârcıların vicdanlarına, iç dünyalarına seslenerek de ki: “Bakın, size bir tek öğüdüm var: İster toplu halde birkaç arkadaş kafa kafaya vererek, ister tek başınıza, sessiz ve sakin bir ortamda Allah’ın huzurunda durun ve samimi olarak bir düşünün. Kişisel arzu ve çıkarlardan soyunmuş, önyargılardan arınmış bir halde inancınızı yeniden gözden geçirdiğinizde, vicdanınızın derinliklerinden şu sesin çınladığını duyacaksınız: Çocukluğundan beri tertemiz ahlakını yakından tanıdığınız bu arkadaşınız, asla bir deli değildir. O ancak, zalimleri bekleyen şiddetli bir azaba karşı sizi uyaran bir elçidir.


1. ARİFLERİN YOLU

61

(Sebe, 34/46, 47) 2. Doğrusu, göklerin ve yerin o muhteşem yaratılışında ve gece ile gündüzün mükemmel bir uyum ve düzen içerisinde birbiri ardınca gelişinde, aklı, vicdanı ve sağduyusu olanlara Allah’ın sonsuz kudret, adalet ve merhametini gösteren nice deliller vardır. Onlar ki, ayaktayken, otururken ve hatta dinlenmek için uzanıp yatarken, sürekli olarak Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin akıllara durgunluk veren o muhteşem yaratılışındaki hikmet ve anlamı üzerinde derinden derine düşünür ve Allah’a şöyle niyaz ederler: “Ey Rabb’imiz! Sen bütün bunları hikmet ve amaçtan yoksun olarak yaratmış olamazsın. Çünkü sen abesle iştigal etmekten uzaksın, yüceler yücesisin! Hikmet ve adaletinin gereği olarak cennet de haktır, cehennem de haktır; o halde, bizi cehennem azabından koru ya Rab!” (Âl-i İmrân, 3/190, 191) 3. Çöl yolculukları için en uygun özellik ve yeteneklerle donatılmış olan develere bakmıyorlar mı; nasıl muhteşem bir sanat ve tasarım harikası olarak yaratılmış? Ve milyarlarca galaksiyi içinde barındıran gökyüzüne; nasıl akıllara durgunluk veren mükemmel bir sistem hâlinde yükseltilmiş? Ve başı bulutlara değen dağlara; nasıl yere sapasağlam çakılmış? Ve bütün canlıların türlü nimet ve imkânlarla donatılarak huzur ve güven içinde yaşadığı yeryüzüne; nasıl halı gibi önlerine serilip döşenmiş? O halde, ey Peygamber ve onun izinden yürüyen İslâm davetçisi! Bu ayetleri okuyarak insanları uyar! Fakat inatçı zalimleri ikna edeceğim diye de kendini yiyip bitirme. Çünkü sen yalnızca bir uyarıcısın. (Gâşiye, 88/17-21) 4. Peki onlar, geçmişte helâk edilen medeniyetlerin yeryüzünde bıraktıkları harabeleri, yerle bir olmuş şehir kalıntılarını dolaşıp da, kendilerinden önceki isyankâr toplumların, medeniyetlerin sonlarının nasıl olduğunu görmüyorlar mı? Allah’ın onları nasıl yok ettiğini görüp ibret almıyorlar mı? Zulüm temeline dayanan sistemlerin ayakta kalamayacağını anlamıyorlar mı? Ve düşünemiyorlar mı ki, çağdaş kâfirleri de aynı son beklemektedir! (Muhammed, 74/10) Bu konuda, daha pek çok ayet-i kerime vardır. Konu ile İlgili Hadisler: Konu ile ilgili hadis, daha önce geçen (Murakabe 5/67) “Akıllı kişi, Mahşer Günü hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çeken ve ölümden sonraki ha-


62

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

yat için çalışan kimsedir. Akılsız kişi de, arzu ve heveslerinin peşine düşen ve sonra da birtakım kuruntularla, boş temennilerle kendini avutarak Allah’tan dileklerde bulunup duran kimsedir.” hadisidir.

10. BAB: HAYIRLI İŞLERE TEŞVİK HAYIR İŞLERİNE KOŞMAK VE HAYRA YÖNELENLERİ, HİÇBİR TEREDDÜDE KAPILMADAN, CİDDİYETLE O HAYRI YAPMAYA TEŞVİK ETMEK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Her toplumun hayatına yön veren, değer yargılarını oluşturan bir inanç sistemi, yöneldiği bir kıblesi vardır. O halde, Allah’a kulluk noktasında yapabildiğinizin en iyisini, en güzelini ortaya koyarak hayırlı işlerde birbirinizle yarışın! Unutmayın, her nerede olursanız olun, Allah hepinizi Hesap Gününde toplayıp bir araya getirecektir. Hiç kuşku yok ki, Allah’ın her şeye gücü yeter. (Bakara, 2/148) 2. Haydi, Rabb’iniz tarafından bağışlanmak ve eni göklerle yer kadar geniş olan cennete girmek için birbirinizle yarışın! Fakat oraya girebilmenin şartı var: Bu cennet, kötü davranışlardan titizlikle sakınıp korunan kimseler için hazırlanmıştır. (Âl-i İmrân, 3/133) Konu ile İlgili Hadisler: 88. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Hayırlı işler yapmakta acele edin. Zira sizler Allah yolunda yapmanız gereken bu çalışmaları terk ettiğiniz takdirde, meydan kâfirlere, zalimlere kalacak ve karanlık geceler gibi fitneler ortalığı kaplayacaktır. O zaman inkârcılık o derece etkili olacaktır ki, kişi sabah mümin iken akşama kâfir olacak; akşam mümin iken sabaha kâfir çıkacaktır. Ve küçük bir dünya menfaati karşılığında dinini satacaktır.” 89. Ukbe bin Hâris radıyallahu anh şöyle diyor: Bir keresinde Medine’de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasında ikindi namazını kılmıştım. Peygamber selam verip namazı bitirdi ve hızla yerinden kalkıp safları yararak hanımlarından birinin odasına gitti. Cemaat, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bu telâşlı hâlinden endişeye kapıldı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kısa bir süre sonra döndü. Kendisinin bu acele davranışından dolayı halkın meraklanmış olduğunu görünce şöyle bu-


1. ARİFLERİN YOLU

63

yurdu: “Evde dağıtılması gereken zekât mallarından bir miktar altın bulunduğunu hatırladım da, namazımda zihnimi meşgul ederek beni Rabb’imi anmaktan alıkoymasını istemediğim için, hepsinin fakir fukaraya dağıtılmasını emrettim.” Buhârî’nin bir başka rivayetinde ifade şu şekildedir: “Evde, sadaka olarak dağıtılacak bir miktar altın bırakmıştım. Onun bu gece evimde kalmasını uygun görmedim.” 90. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: Uhud Savaşı’nda Sahabe’den biri, bir yandan elindeki hurmaları yerden, bir yandan da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: — Ya Rasulallah! Şimdi Allah yolunda savaşır ve öldürülürsem, ahirette nerede olurum? diye sordu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: — Cennette, cevabını verdi. Bunun üzerine, cennet aşkıyla coşan adam, elindeki hurmaları fırlatıp atarak harbe daldı ve şehit oluncaya kadar kahramanca savaştı. 91. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: Bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: — Ey Allah’ın Elçisi! En çok sevabı olan sadaka hangisidir? diye sordu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: — Sağlığın ve gücün yerindeyken, cimriliğin üzerindeyken ve fakir düşmekten endişe edip daha çok zengin olmayı düşlerken verdiğin sadakanın sevabı daha büyüktür. Sakın bu işi, can boğaza gelip de, “Falana şu kadar, filana bu kadar miras bırakıyorum!” diyeceğin zamana erteleme. Çünkü o zaman artık iş işten geçmiş ve o mallar zaten “falanın ve filanın” olmuştur. 92. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Uhud savaşında eline güzel ve gösterişli bir kılıç alarak: — Bunu benden kim almak ister? diye sordu. Mücahitlerin her biri ellerini uzatıp: — Ben, ben! diye cevap verdiler. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem bu defa:


64

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Peki, hakkını vermek üzere onu kim almak ister? buyurdu. Bunun üzerine, herkes durakladı. Fakat Ebu Dücâne radıyallahu anh: — Hakkını vermek üzere onu ben alıyorum, ya Rasulallah! diyerek kılıcı aldı. Sonra düşman saflarına daldı ve o kılıçla, müşriklerin kellelerini ikiye ayırdı. 93. Tâbiun neslinin büyük âlimlerinden Zübeyr bin Adiyy şöyle diyor: Bir gün Enes bin Mâlik radıyallahu anh’ın yanına giderek, ona Haccâc’ın yaptığı zulümlerden şikâyet ettik. Enes dedi ki: “Rabb’inize kavuşuncaya kadar, zalimlere karşı mücadelenizde sabredin! Zira Müslümanlar yeniden toparlanıp yeryüzünde adaleti sağlayan hâkim bir güç olarak ortaya çıkıncaya dek, her gelen gün bir öncekinden daha kötü olacaktır. Ancak her fitne döneminin ardından Allah nurunu tamamlayacak (Saff 61/8, 9) ve İslâm, bütün dünyaya yeniden barış ve huzur ortamı getirecektir. Ben bunu, bizzat Peygamberiniz’den duydum.” 94. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “İnsanı iyilik ve ibadetten alıkoyan şu yedi şey gelip çatmadan önce, hayırlı işler yapmakta acele edin: Yoksa siz haram-helal sınırlarını unutturan fakirlikten, insanı azgınlığa sürükleyen zenginlikten, sağlığı bozan hastalıktan, bunaklaştıran ihtiyarlıktan, ansızın gelen ölümden, gelmesi beklenen şeylerin en kötüsü olan Deccâl’den veya daha korkunç ve daha acı olan Kıyametten başka bir şey mi bekliyorsunuz?” Bu hadis, isnadında yer alan Muhriz bin Harun sebebiyle zayıftır. Muhriz, hadis imamları tarafından zayıf ve metruk kabul edilmiştir. (Ukaylî, Duafâ, 1822) Ancak hadisin, manası doğru olup benzer manayı ifade eden şahitleri (örneğin 88 no’lu hadis) vardır. 95. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Hudeybiye’den dönünce, Kureyş’i ve diğer Arap kabilelerini sürekli Müslümanlar aleyhinde kışkırtarak fitne çıkartan ve artık bir çıbanbaşı hâline gelen Hayber Yahudilerinin üzerine yürüdü. Fakat Kamus kalesi, Hayber savaşında çok şiddetli bir direniş göstermişti. Fetihten ümit kesilmeye başlandığı bir sırada, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem eline bir sancak aldı ve: — Bu sancağı, Allah’ı ve Peygamberi’ni seven ve Allah’ın fethi kendisine nasip edeceği bir yiğide vereceğim, buyurdu.


1. ARİFLERİN YOLU

65

Ömer radıyallahu anh diyor ki: “Ben hayatım boyunca, sadece o gün kumandanlığı istedim. Bunun için, belki beni çağırır ümidiyle kendimi Peygamber’e göstermeye çalıştım. Fakat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Ali bin Ebî Tâlib’i çağırdı ve sancağı ona teslim ederek: — Yürü ya Ali! Ve Allah sana zaferi nasip edinceye kadar, sağına soluna bakmadan yürümene devam et, buyurdu. — Ali derhal hareket etti, fakat birkaç adım attıktan sonra aklına bir şey gelmiş olmalı ki, durdu ve arkasına dönmeden, gözlerini hedeften ayırmadan: — Ey Allah’ın Elçisi, onlarla hangi şartlar çerçevesinde savaşayım?” diye sordu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: — Onlarla, teslim olup silahlarını bırakıncaya veya Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Elçisi olduğuna şehadet edinceye kadar savaş. Eğer bu şehadeti kabul ve ikrar ederlerse, artık onlarla savaşamazsın. Çünkü o zaman düşman konumundan çıkmış, böylece canlarını ve mallarını senden korumuş olurlar. Ancak adam öldürmek, hırsızlık yapmak gibi cezayı gerektiren başka bir suç işlemişlerse, o başka. Sana düşen, onların beyanlarına ve elindeki delillere göre hüküm vermektir. Onların gizli niyetlerinin, iç hâllerinin hesabını görmek ise, Allah’a aittir.

11. BAB: MÜCÂHEDE ALLAH’IN RIZASINI KAZANMA YOLUNDA ÜSTÜN GAYRET GÖSTERMEK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Mallarını ve canlarını benim yolumda feda ederek, Kur’ân’ın öngördüğü adalet sistemini yeryüzünde egemen kılmak için cihad edenleri, her biri dosdoğru cennete ulaştıran yollarımıza ileteceğiz. Unutmayın, Allah daima iyilik yapanlarla beraberdir. (Ankebût, 29/69) 2. Ölüm denilen kesin gerçek kapını çalıncaya dek, Rabb’ine kulluk ve ibadete devam et! (Hicr, 15/99) 3. Her an ve her yerde Rabb’inin ismini an ve seni gaflete sürükleyebilecek her şeyden sıyrılarak bütün ruhunla, bütün benliğinle O’na yönel. (Müzzemmil, 73/8) 4. Her kim zerre kadar iyilik yaparsa, yaptığının mükâfatını mutlaka görecektir; her kim de zerre kadar kötülük yaparsa, o da bunun cezasını görecektir. (Zilzâl, 99/7, 8)


66

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

5. Ey müminler! Namazı hayatın merkezine yerleştirerek, onu dikkatle ve özenle kılın, zekâtı verin ve canınızı, malınızı ve tüm yeteneklerinizi Allah’ın istediği doğrultuda kullanarak, mükâfatını ahirette almak üzere Allah’a güzel bir borç verin. Allah yolunda yaptığınız her harcama, Allah’a verilmiş bir borç ve mukaddes bir emanet olarak kabul edilecek ve ahirette karşılığı da buna göre verilecektir. Unutmayın, kendiniz için her ne iyilik yapmışsanız, onu Allah katında daha güzel ve daha büyük bir ödül olarak bulacaksınız. (Müzzemmil, 72/20) 6. Her ne iyilik yaparsanız, Allah hepsini bilmektedir ve mükâfatını size tam olarak verecektir. (Bakara, 2/273) Konu ile İlgili Hadisler: 96. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: “Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Kim benim kullarımdan, ihlâs ile bana kulluk eden bir dostuma düşmanlık ederse, ben de ona karşı harp ilân ederim. Benim dostum olmanın yolu şudur: Kulumu bana yaklaştıran şeylerin benim katımda en değerli olanı, kendisine farz kıldığım ibadetlerdir. Kulum bu farzlara ilaveten yaptığı nafile ibadetlerle bana o kadar yaklaşır ki, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de, âdeta onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Yani o kişi artık yaptığı her işi benim rızam için yapmaya ve bütün hayatında ilahi yardımın tecellilerini görmeye başlar. Benden bir şey isterse onu veririm, bana sığınırsa onu mutlaka korurum. Ancak bu, Allah’ın veli kulları diye nitelenen kimselerin hiç yanılmayacakları, bütün söz ve davranışlarının Allah tarafından onaylandığı anlamına gelmez.” 97. Enes radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Rabb’inden naklettiği bir kudsî hadiste yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşınca, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak giderim.” “Bir kol boyu” anlamına gelen arşın, yaklaşık olarak 68 santimetreye eşit uzunluk ölçüsüdür. Kulaç ise, gerilerek açılmış iki kolun parmak uçları arasındaki mesafeye denir. 98. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:


1. ARİFLERİN YOLU

67

“İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetlerin kıymetini bilme ve onları yerli yerince kullanma konusunda gafildir: Sıhhat ve boş vakit. İnsanoğlu, bu nimetlerin hep devam edip gideceğini düşünür fakat günün birinde ansızın uçup gittiklerini gördüğünde, ne büyük bir aldanış içinde olduğunu anlar fakat artık iş işten geçmiş olur.” 99. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bazen gece ayakları şişinceye kadar saatlerce namaz kılardı. Ben kendisine: — Ey Allah’ın Rasulü! Niçin böyle yapıyorsun? Kendini neden bu kadar yoruyorsun? Oysa Allah senin geçmiş ve gelecek bütün hatalarını bağışlamıştır.” dedim. Bunun üzerine Peygamber: — O halde, bana bunca nimetleri bahşeden ve böylesine lütufkâr davranan Rabb’ime şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu. 100. Yine Âişe radıyallahu anhâ’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ramazan ayının son on günü gelince, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem itikâfa girerek gecenin büyük kısmını ibadetle geçirirdi. Ev halkını da namaza kaldırır, kendisini her zamankinden daha fazla ibadete verir ve on gün boyunca hanımlarına yaklaşmazdı.” 101. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “İnanç, bilgi, zenginlik ve beden bakımından kuvvetli mümin, Allah katında zayıf müminden daha hayırlı ve daha sevimlidir. Gerçi her ikisinde de hayır vardır. Ancak meşru yoldan elde edilen güce, bilgiye, makama, mala sahip olup da bunları Allah yolunda kullanan mümin, bu nitelikleri taşımayan müminden daha üstündür. Bunun için, kendine yararlı olan şeyi elde etmeye çalış. Her işinde Allah’tan yardım dile ve en büyük güçlüklerle karşılaşsan da, asla acizlik gösterme. Üzerine düşeni yaptıktan sonra gerisini Allah’a bırak. Başına bir şey geldiğinde, “Ah, keşke şöyle yapsaydım, şöyle olurdu!” diye hayıflanıp durma. Bunun yerine, “Allah böyle takdir buyurmuş. O, dilediğini yapar.” de. Çünkü “Keşke şöyle yapsaydım!” sözü, şeytanın işine kapı açar. Yani şeytanı memnun edecek işlerin meydana gelmesine sebep olur. Zaten sen kendini yiyip bitirsen de geçmişi değiştiremezsin fakat hatalarından ders alıp geleceğine yön verebilirsin.” 102. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:


68

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Cehenneme giden yol nefse hoş gelen şeylerle, cennete giden yol ise nefsin istemediği şeylerle kuşatılmıştır. Günahlar, pek çoğu yaldızlı ve çekici görünse de sonuç itibariyle insana zararlıdır. Bu yüzden, onların nefse hoş gelmesine aldanmamak gerekir. Buna karşılık ibadet, fazilet, dürüstlük, doğruluk, fedakârlık gibi şeyler nefsin hoşuna gitmese de, insan gerçek mutluluğu, ancak böyle zor işleri başarmakla elde edebilir.” 103. Huzeyfe bin el-Yemân radıyallahu anhumâ diyor ki: “Bir gece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasında namaz kıldım. Fatiha’nın ardından Bakara suresini okumaya başladı. Ben içimden, “Herhalde yüz ayet okuyup rükûa varacak.” dedim. Fakat yüz ayetten sonra da okumaya devam etti. Ben yine içimden, “Surenin tamamını bir rekâtta okuyacak.” dedim. O yine devam etti. Tam şimdi rükûa varacak derken Nisâ suresini okumaya başladı, onu da bitirdi. Sonra Âl-i İmrân suresine başladı; onu da bitirdi. Ayetleri ağır ağır okuyor, içinde Allah’ı tesbih etme emri bulunan ayetler gelince tesbih ediyor, dilek ayetleri gelince “Allah’ım, senden cenneti isterim!” diyerek dilekte bulunuyor, sığınma ayetleri gelince de, “Allah’ım, cehennemden sana sığınırım!” diyerek Allah’a sığınıyordu. Sonra nihayet rükûa vardı. Rükûda “Subhâne Rabbiye’l-azîm: Azamet sahibi olan Rabb’imi her türlü kusur ve noksanlıktan tenzih ederim.” dedi. Rükûda kalışı da aşağı yukarı ayakta durduğu kadar uzun oldu. Sonra “Semiallahu limen hamideh! Rabbenâ lekelhamd: Allah, kendisine hamd edeni işitir. Hamd yalnız sanadır, ey Rabb’imiz” diyerek doğruldu. Hemen hemen rükûda kaldığı kadar uzunca bir süre böylece ayakta durdu. Sonra secdeye vardı ve “Subhâne Rabb’iyel-a‘lâ: Yüce Rabb’imi her türlü kusur ve noksanlıktan tenzih ederim” dedi. Secdesi de, aşağı yukarı kıyamı kadar uzun oldu. Sonra bu şekilde bir rekât daha kılarak namazı bitirdi.” 104. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh anlatıyor: Bir gece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasında namaz kıldım. Gece namazını kılarken ayakta o kadar uzun süre durdu ki, bir ara uygunsuz bir iş yapmayı bile düşündüm. Abdullah bin Mesud’a: — Ne yapmayı düşündün? diye sordular. O da: — Peygamber’i namazda yalnız bırakıp oturmayı düşündüm, dedi. 105. Enes radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Şu üç şey ölüyü kabre kadar takip eder: Ailesi, malı ve yapıp ettikleri. Çoluk çocuğu, dost ve akrabaları gerçek uğurlayıcılar olarak; malı mülkü, teçhiz,


1. ARİFLERİN YOLU

69

tekfin, defin gibi masrafları ve geride bıraktığı mirası hukukî olarak, ameli de sevap veya günah olarak onu takip eder. Bunlardan ikisi döner, biri kalır. Ailesi ve malı geri döner, yapıp ettikleri ise kendisiyle birlikte kabirde kalır. O halde, en sevdiğin yakınlarının bile seni bırakıp gittikleri an kabirde sana eşlik edecek, yardımcı olacak vefakâr bir arkadaş istiyorsan, güzel davranışlarda bulun, ibadetlerini yerine getir ve her fırsatta iyilikler yapmaya bak.” 106. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Cennet size ayakkabınızın bağından daha yakındır. Cehennem de öyle. Cennet de cehennem de, âdeta insanın burnunun dibindedir. Atacağı adımlara, benimseyeceği hayat tarzına ve ortaya koyacağı davranışlara göre, her ikisine de gitmek kolaydır.” 107. Peygamber’in hizmetinde bulunan ve Suffe Ehli’den olan Ebu Firâs Rabîa bin Kâb el-Eslemî radıyallahu anh şöyle diyor: Ben bazı geceler Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in odasının hemen yanında kalır, bana seslendiğinde yanına giderek ona abdest suyunu ve ihtiyaç duyduğu diğer eşyalarını getirirdim. Bir gün bana bir ikramda bulunmak isteyerek: — Benden bir şey dile, buyurdu. Ben: — Cennette seninle beraber olmayı isterim, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Başka bir şey istesen olmaz mı? buyurdu. Ben: — Hayır, benim isteğim budur, dedim. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Öyleyse, çokça namaz kılıp secde ederek, isteğinin gerçekleşmesi için bana yardımcı ol, buyurdu. 108. Peygamber tarafından azat edilmiş eski bir köle olan Sevbân radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle buyurmuştur: “Ya Sevbân! Çok secde yapmaya çalış. Zira sen Allah için her secde yapışında, O, seni bir derece yükseltir ve senin bir günahını affeder.” 109. Abdullah bin Büsr el-Eslemî radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:


70

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“İnsanların en bahtiyarı, ömrü uzun ve ameli güzel olandır. İnsanların en bedbahtı da, ömrü uzun, ameli kötü olandır.” 110. Enes radıyallahu anh anlatıyor: Amcam Enes bin Nadr radıyallahu anh, Bedir savaşına katılmamıştı. Bu onun yüreğine dert olmuştu. Bu sebeple: — Ya Rasulallah! Müşriklerle yaptığın ilk savaşta bulunamadım. Ama eğer onlarla yapılacak bir savaşa katılmamı Allah nasip ederse, o zaman benim neler yapacağımı elbette görecek ve herkese gösterecektir!” dedi. Ertesi yıl, Uhud savaşında İslam ordusu dağılmaya başlayınca, arkadaşlarını kastederek; — Allah’ım, şu Müslümanların yaptıkları yüzünden sana özür beyan ediyorum, dedi. Müşrikleri kastederek de: — Bunların yaptıklarından da uzak olduğumu sana arz ediyorum, deyip ilerledi. Sonra Sa’d bin Muaz ile karşılaştı ve: — Ey Sa’d, arzum cennettir! Kâbe’nin Rabb’ine yemin olsun ki, Uhud dağının ötesinden cennetin kokusunu alıyorum! dedi. Sa’d sonradan bu olayı anlatırken: — Ben onun yaptığını yapamadım ya Rasulallah, demiştir. Enes radıyallahu anh sözlerine şöyle devam etti: Sonra amcamı şehit edilmiş olarak bulduk. Vücudunda seksenden fazla kılıç, mızrak ve ok yarası vardı. Müşrikler kulaklarını, burnunu ve diğer uzuvlarını keserek ona müsle yapmışlardı. Bu yüzden onu kimse tanıyamadı. Ancak kız kardeşi onu parmak uçlarından teşhis edebildi. Enes diyor ki: Biz şu ayetin, amcam ve onun gibiler hakkında inmiş olduğunu zannediyoruz: “Müminler arasında öyle yiğitler vardır ki, Allah’a verdikleri söze sonuna kadar sadık kaldılar. Onlardan kimi kanının son damlasına kadar savaşarak sözünü yerine getirdi, kimileri de şehadet şerbetini içeceği günü sabırsızlıkla bekliyor. Çünkü onlar, verdikleri sözü hiçbir zaman değiştirmediler. (Ahzâb, 33/23)” 111. Ebu Mesud el-Ensârî künyesiyle meşhur Ukbe bin Amr el-Bedrî radıyallahu anh şöyle diyor: Sadakayı teşvik eden ayetler nazil olunca, biz sırtımızla yük taşımaya ve ka-


1. ARİFLERİN YOLU

71

zandığımız paradan sadaka vermeye başladık. Derken bir adam geldi ve bol miktarda sadaka verdi. Münafıklar, “Şuna bakın, gösteriş yapıyor!” diye adamı kınadılar. Sonra bir başkası geldi ve sadece bir ölçek hurma verdi. Bu defa münafıklar, “Bunun bir ölçek hurmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur!” diyerek onu da kınadılar. Bunun üzerine aşağıdaki ayet nazil oldu: “Münafıklar, gönülden bağışta bulunan varlıklı müminleri gösteriş yapmakla suçlayarak kınıyorlar. Öte yandan, ancak imkânları ölçüsünde bulabildiklerini veren yoksul müminlerle de, “Bu üç beş kuruşa Allah’ın ihtiyacı mı var?” diyerek alay ediyorlar. Oysa Allah, asıl onları alay edilecek duruma düşürmüştür. İşte bunların hakkı, can yakıcı bir azaptır!” (Tevbe 9/79) 112. Ebu Zer radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Rabb’inden naklettiği bir kudsî hadiste, Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur: “Ey kullarım! Ben zulüm ve haksızlığı kendime haram kıldığım gibi onu sizin aranızda da haram kıldım. O halde, sakın birbirinize zulmetmeyin! Ey kullarım! Benim hidayete ulaştırdığım kimseler dışında, hiçbiriniz doğru yolu bulamazsınız! Öyleyse benden hidayet dileyin ki, sizi doğruya ileteyim. Ey kullarım! Benim doyurduklarım dışında, hepiniz açlığa mahkûmsunuz. Şu halde benden yiyecek isteyin ki, sizi doyurayım. Ey kullarım! Benim giydirdiklerim dışında, hepiniz çıplaksınız. Benden giyecek isteyin ki, sizi giydireyim. Ey kullarım! Sizler gece gündüz günah işlersiniz, ben ise bütün günahları affedebilirim. Öyleyse benden af dileyin ki, sizi bağışlayayım. Ey kullarım! Bana zarar vermek elinizden gelmez ki, zarar verebilesiniz. Bana fayda vermeye gücünüz yetmez ki, fayda veresiniz. Ey kullarım! Öncekiler ve sonrakiler, bütün insanlar ve cinler, içinizdeki en dürüst, en takvalı kişinin dürüstlüğüne sahip olsalar, bu benim mülküme hiçbir şey katmaz. Ey kullarım! Öncekiler ve sonrakiler, bütün insanlar ve cinler, içinizdeki en günahkâr, en asi kişinin isyankârlığına sahip olsalar, bu da benim mülkümden hiçbir şey eksiltmez. Ey kullarım! Öncekiler ve sonrakiler, bütün insanlar ve cinler, bir meydanda toplanıp benden dilekte bulunsalar ve ben de her birine istediği


72

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

her şeyi versem, bu benim mülkümden, toplu iğnenin ucu denize batırılıp çıkarıldığında denizden ne kadar eksiltebilirse, işte ancak o kadar eksiltir. Ey kullarım! Ben ancak sizin yapıp ettiklerinizi kaydeder sonra onların karşılığını size tam olarak veririm. Öyleyse, kim ahirette hayırlı bir neticeyle karşılaşırsa, Allah’a hamd etsin. Kim de başka bir şeyle karşılaşırsa, kendinden başka kimseyi suçlamasın.” Bu hadisin ravilerinden Saîd bin Abdülaziz diyor ki: Hadisi Ebu Zer’den rivayet eden Ebu İdris el-Havlânî, bu hadisi rivayet ederken dehşete kapılıp dizlerinin üzerine çökermiş. Rivayet edildiğine göre, büyük hadis imamı Ahmed bin Hanbel, “Suriyeli hadis âlimlerinin rivayet ettiği en güzel, en şerefli hadis budur.” demiştir.

12. BAB: ÖMRÜN SONLARINDA DAHA ÇOK İYİLİK YAPMAYA TEŞVİK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Zalimler cehenneme girince, “Ey Rabb’imiz!” diye feryat edecekler, “Ne olur, bizi buradan çıkar; sana söz veriyoruz, bizi tekrar dünyaya gönderirsen, daha önce yaptıklarımızdan bambaşka güzel işler yapacağız!” Buna karşılık, Allah onlara diyecek ki: “Ben size, düşünüp ibret almak isteyen birinin düşünebileceği kadar uzun bir ömür vermedim mi? Ayrıca, size bu günün gelip çatacağını haber veren uyarıcılar gelmemiş miydi? Geldi fakat siz bile bile kötülüğü tercih ettiniz! Öyleyse yaptıklarınızın cezasını tadın bakalım. Bugün zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur!” (Fâtır, 35/37) Konu ile İlgili Hadisler: 113. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Allah altmış yıl ömür verdiği kişiye, tövbe edip hakka yönelmemesi hususunda hiçbir şekilde mazeret hakkı tanımamıştır. Esasen, iyiyi kötüyü tecrübe edip tanıyacak kadar yaşamış olan bir kimsenin, ahirette herhangi bir mazeret beyan etmeye hakkı yoktur. Hele 60 yıl yaşamış birinin, yaptığı kötülükleri mazur gösterecek hiçbir özrü, mazereti olamaz.” 114. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ diyor ki: Ömer radıyallahu anh, genç yaşıma rağmen beni Bedir savaşına katılmış yaşlı sahâbîlerle beraber danışma meclisine alıyordu. Onlardan biri olan Abdurrah-


1. ARİFLERİN YOLU

73

man bin Avf radıyallahu anh, buna içerlemiş gibiydi. Ömer’e: — Bu delikanlı niçin bizimle beraber toplantılara katılıyor? Bizim de onun yaşında oğullarımız var, ama biz onları buralara getirmiyoruz, dedi. Ömer: — Sizin de bildiğiniz bir sebepten (yani derin ilminden) dolayı, diye cevap verdi. Derken Ömer bir gün beni çağırdı ve onlarla beraber meclisine aldı. Zannedersem, o gün sırf beni onlara göstermek ve bu toplantılara katılmaya ehil olduğunu ispatlamak için çağırmıştı. Sahâbîlere: — Nasr suresinde geçen, “Allah’ın yardımı ve fetih gelince ve insanların akın akın Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, Rabb’ini övgüyle tesbih et ve O’ndan bağışlanma dile. Hiç kuşkusuz O, tövbeleri kabul edendir.” ayetleri hakkında ne düşünüyorsunuz? diye sordu. Bir kısmı: — Burada bize, Allah’ın yardımı ve fetih gelince O’na hamd edip bağışlanma dilememiz emrediliyor, dedi. Bir kısmı da sustu, hiç bir yorum yapmadı. Ömer bu defa bana hitaben: — Abdullah, sen de mi böyle düşünüyorsun? dedi. Ben: — Hayır, dedim. — Peki, ne diyorsun? diye sordu. Ben de: — Bu ayetlerde Allah, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e görevinin tamamlandığını ve artık ecelinin geldiğini bildiriyor. Yani “Ey Muhammed, sana Allah’ın yardımı ve fetih gelince –ki bu, senin ecelinin geldiğinin alâmetidir– o zaman Rabb’ini hamd ile tesbih et ve O’ndan bağışlanma dile. Hiç kuşkusuz O, tövbeleri kabul edendir.” buyuruyor, dedim. Bunun üzerine Ömer: — Ben de bu sureden, senin dediğinden başkasını anlamıyorum, dedi. 115. Âişe radıyallahu anhâ şöyle diyor: “Allah’ın yardımı ve fetih gelince…” ayeti nazil olduktan sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kıldığı her namazda mutlaka “Ey Rabb’imiz! Seni hamd ile tesbih ederim. Beni affet Allah’ım!” diye dua ederdi. Buhârî ve Müslim’in Âişe radıyallahu anhâ’dan naklettikleri diğer bir rivayet ise şöyledir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem namazda rükû ve secde ederken “Allah’ım, ey Rabb’imiz! Seni hamd ile tesbih ederim! Beni affet Allah’ım!” duasını çok sık tekrarlardı. Bu davranışıyla Peygamber Kur’ân’ı fiilen açıklıyor,


74

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

onu pratik hayatıyla tefsir ediyordu. “Ey Muhammed! Allah’ın yardımı ve fetih –yani Mekke’nin fethi– geldiği ve insanların akın akın Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, Rabb’ini hamd ile tesbih et ve O’ndan bağışlanma dile. Hiç kuşkusuz O, tövbeleri kabul edendir.” Âişe radıyallahu anhâ diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem vefatından önce, “Allah’ım, seni hamd ile tesbih ederim! Senden bağışlanma diler, sana yönelirim!” duasını sık sık tekrarlardı. Ben: — Ey Allah’ın Elçisi! Sizi ilk defa söylerken duyduğum bu sözler de nedir? diye sordum. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: — Allah ümmetimin içinde, benim için bir işaret kıldı. Ümmetimin yeryüzüne hâkim olması ve insanların gruplar hâlinde İslam’a girmesi, benim görevimin bittiğini ve artık ecelimin geldiğini gösteren bir işarettir. O işareti gördükten sonra, hep bu duayı yaparım. “Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman…” ayetleri, işte bunu ifade ediyor. Yine Müslim’in bir başka rivayetinde şöyle geçmektedir: Âişe radıyallahu anhâ diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ömrünün sonlarında, “Allah’ı hamd ile tesbih ederim. Allah’tan bağışlanma diler ve yalnız O’na yönelirim!” sözlerini sık sık söyler olmuştu. Ben: — Ya Rasulallah! Görüyorum ki, bu duayı pek sık söylüyorsunuz, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: — Rabb’im bana, ümmetim içinde bir alâmet göreceğimi bildirdi. Onu gördüğümden bu yana, bu duayı sık sık yaparım. Ben o alameti, Nasr suresinde gördüm: “Ey Muhammed! Allah’ın yardımı ve fetih –yani Mekke’nin fethi– geldiği ve insanların akın akın Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, Rabb’ini hamd ile tesbih et ve O’ndan bağışlanma dile. Hiç kuşkusuz O, tövbeleri kabul edendir.” 116. Enes radıyallahu anh şöyle diyor: “Allah azze ve celle, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından önce vahyi sıklaştırdı. Öyle ki, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem vahyin en sık geldiği bir sırada vefat etti. Çünkü artık sistem tamamlanıyor, son talimatlar gönderiliyordu. Aynı zamanda bu yoğunluk, Peygamber’in dünyadan ayrılma vaktinin yaklaştığının da işaretiydi.”


1. ARİFLERİN YOLU

75

117. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Her kul, öldüğü hâl üzere diriltilir. İnsan dünyada nasıl bir hayat yaşamışsa, o hâl üzere son nefesini verecek ve o hâl üzere diriltilip hesaba çekilecektir.”

13. BAB: HAYIR YOLLARININ ÇOK OLUŞU Konu ile İlgili Ayetler: 1. Her ne iyilik yaparsanız, Allah onu mutlaka bilir ve karşılığını mutlaka verecektir.” (Bakara, 2/215) 2. Her ne iyilik yaparsanız, Allah onu bilmektedir. (Bakara, 2/197) 3. Her kim zerre kadar iyilik yaparsa, yaptığının mükâfatını mutlaka görecektir. Her kim de zerre kadar kötülük yaparsa, o da bunun cezasını görecektir. (Zilzâl, 99/7, 8) 4. Her kim dürüst ve erdemlice davranırsa, bunu ancak kendi iyiliği için yapmış olur; kim de kötülük işlerse, o da ancak kendisine zarar vermiş olur. (Câsiye, 44/15) Konu ile İlgili Hadisler: 118. Ebu Zer radıyallahu anh şöyle demiştir: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: — Ey Allah’ın Elçisi, iyiliklerin en üstünü hangisidir? diye sordum. — Allah’a inanmak ve yeryüzünde İslam’ı egemen kılmak için O’nun yolunda mücadele etmektir! buyurdu. — Hangi köleyi özgürlüğüne kavuşturmak daha faziletlidir? dedim. — Sahipleri yanında en kıymetli ve bedeli en yüksek olanı, buyurdu. — Peki, bunları yapacak gücüm yoksa? dedim. — Bu gibi iyilikleri yapanlara yardım edersin veya işini beceremeyenin işini görürsün, buyurdu. — Ey Allah’ın Elçisi! Ya bunların da hiçbirini yapamazsam? dedim. — O zaman, hiç değilse insanlara zarar vermekten kaçınırsın. Çünkü bu da kendi adına vermiş olduğun bir sadakadır, buyurdu. 119. Yine Ebu Zer radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:


76

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Şükretmeniz gereken nimetler o kadar çoktur ki, vücudunuzun her bir eklemi için her gün bir sadaka vermeniz gerekir. Bununla birlikte, her “Subhânallah: Allah’ım, sen her türlü eksiklikten uzaksın, yücesin!” zikri bir sadakadır. Her “Elhamdulillah: Allah’ım, sana hamd ederim. Bütün övgü ve yücelikler sana aittir.” duası bir sadakadır. Her “Lâ ilahe illallah: Allah’tan başka ilah yoktur. Kulluk edilecek, hükmüne boyun eğilecek tek otorite O’dur.” zikri bir sadakadır. Her “Allahu ekber: Allah her bakımdan en büyüktür.” zikri bir sadakadır. İyiliği emretmek bir sadaka, kötülükten alıkoymak bir sadakadır. Kısacası, hayır yolları sayılamayacak kadar çoktur. Kuşluk vakti kılacağınız iki rekât namaz ise, bütün bunların yerini tutar.” 120. Yine Ebu Zer radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Ümmetimin iyi ve kötü bütün amelleri bana gösterildi. İyi amellerinin içinde, gelip geçenlere eziyet veren şeylerin yollardan kaldırılmasını da gördüm. Kötü amelleri arasında da, mescitteki bir tükürük veya balgamın temizlenmeden bırakılmasını gördüm. O halde, yollara çöp atmak, yerlere tükürmek gibi basit görünen davranışların da kişiyi günaha sürükleyen amellerden olduğu unutulmamalıdır.” 121. Ebu Zer radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, birtakım fakir insanlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: — Ya Rasulallah! Bütün sevapları zenginler alıyorlar. Çünkü onlar da bizim gibi namaz kılıyor, bizim gibi oruç tutuyorlar; fakat bunun yanı sıra mallarından fakir fukaraya sadaka veriyorlar, dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Allah size sadaka verme imkânı bahşetmedi mi sanıyorsunuz? İyi bilin ki, her ‘Subhânallah’ sadakadır. Her ‘Allahu ekber’ sadakadır. Her ‘Elhamdulillah’ sadakadır. Her ‘Lâ ilahe illallah’ sadakadır. İyiliği emretmek sadaka, kötülükten alıkoymak sadakadır. Hatta bir müminin eşiyle birlikte olması bile sadakadır.” buyurdu. — Ey Allah’ın Elçisi, cinsel arzusunu tatmin eden birine de mi bundan dolayı sevap var? dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Düşünün, bu arzusunu haram yoldan giderseydi günah olmayacak mıydı? O hâlde, helal yoldan gidermesinde de elbette sevap vardır.” buyurdu. 122. Yine Ebu Zer radıyallahu anh şöyle diyor:


1. ARİFLERİN YOLU

77

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana: “Din kardeşini güler yüzle karşılamak gibi basit zannedilen bir davranış bile olsa, hiçbir iyiliği küçük görme!” buyurdu. 123. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “İnsanın her bir eklemi için, üzerine güneşin doğduğu her gün bir sadaka borcu vardır. İki kişi arasında adaletle hükmetmen sadakadır. Bir kimseye bineğine binerken yardımcı olman veya yükünü bineğine yüklemen bir sadakadır. Güzel ve tatlı söz söylemen sadakadır. Namaz için camiye giderken attığın her adım bir sadakadır. Gelip geçenlere eziyet veren şeyleri yoldan kaldırman da sadakadır.” 124. Âişe radıyallahu anhâ’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Gerçek şu ki, her insanın vücudunda 360 eklem ve kemik bulunmaktadır. İnsan kendisine bahşedilen bu nimetlerin şükrünü eda etmelidir. Her kim günde 360 defa Allahu ekber, Elhamdulillah, Lâ ilahe illallah, Subhânallah, Estağfirullah diyerek dua eder, insanların yolu üzerindeki taş, diken veya kemik gibi eziyet verici şeyleri kaldırır, iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırsa, o gün kendisini cehennemden kurtarmış olarak akşama erişir.” 125. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Her kim beş vakit namazını kılmak ve Müslümanlar arasındaki ders, sohbet, yardımlaşma gibi sosyal faaliyetlere katılmak üzere sabah akşam camiye gider gelirse, her gidip gelişinde Allah ona cennette bir ikram, bir ziyafet hazırlatır.” 126. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Müslüman hanımlar! Hiç biriniz, bir koyunun ayak kemiği bile olsa, komşusunun verdiği hediyeyi veya kendisinin ona vereceği hediyeyi küçük görmesin. Komşular arasında hediyeleşme ihmal edilmemeli, az çok, büyük küçük demeden ikramda bulunulmalıdır. Verilen ikram da küçük görülmemeli, hele asla geri çevrilmemelidir.” 127. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:


78

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“İman, yetmiş –veya diğer bir rivayette altmış– küsur kısımdan ibarettir. İman bir ağaca benzetilirse, onun kalp ile tasdikten ibaret olan bir gövdesi ve güzel davranışlardan ibaret olan çok sayıda dalı, şubesi vardır. Bunların en yükseği “Allah’tan başka ilah yoktur.” sözünü söylemek, en aşağısı ise gelip geçenlere eziyet veren taş, diken, çöp gibi şeyleri yoldan kaldırmaktır. İman, müminin her türlü duygu, düşünce ve davranışlarına yön veren sınırsız enerji kaynağıdır. Öyle ki, iffet, edep ve utanma duygusu olan hayâ da imanın bir bölümüdür.” Demek ki, İslâm’da iman ile şu ya da bu şekilde alakası bulunmayan herhangi bir davranış yoktur. Dolayısıyla, din-dünya ikilemi gibi bir anlayış da kesinlikle mevcut değildir. 128. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Vaktiyle bir adam yolda giderken çok susadı. Bir kuyu buldu, içine indi ve suyunu içtikten sonra geri çıktı. Bir de ne görsün, bir köpek, dili bir karış dışarıda soluyor ve susuzluktan nemli toprağı yalayıp duruyor. Adam kendi kendine, “Bu köpek de tıpkı benim gibi susamış olmalı.” diyerek hemen kuyuya indi, ayakkabısını su ile doldurdu, sonra onu ağzıyla tutarak yukarıya çıktı ve köpeği suladı. Allah da onun yaptığı bu iyiliğin karşılığını vererek onu bağışladı. Bu kıssayı hayretle dinleyen sahâbîler: — Ey Allah’ın Elçisi! Hayvanlara yaptığımız iyiliklerden dolayı da bize sevap var mı? diye sordular. Peygamberimiz de: — Evet, her canlıdan dolayı sevap vardır, buyurdu. Buhârî’de yer alan bir başka rivayette, “Allah da onun yaptığı bu iyiliğin karşılığını vererek onu bağışladı ve cennetine koydu.” şeklinde geçmektedir. Buhârî ve Müslim’in diğer bir rivayetlerinde de şöyle denilmektedir: “Susuzluktan ölmek üzere olan bir köpek bir kuyunun etrafında dolanıp duruyordu. Derken İsrailoğulları’ndan ahlaksız bir kadın onu gördü. Hemen çizmesini çıkardı ve onunla köpeğe kuyudan su çekerek onu suladı. Allah da kadının bu iyiliğinin karşılığını vererek onu bağışladı. Yani bu güzel davranışı sayesinde ona tövbe edip tertemiz bir hayata yönelmeyi nasip etti.” 129. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve


1. ARİFLERİN YOLU

79

sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Müslümanları rahatsız eden yol üstündeki bir ağacı kesen bir kişiyi, cennet nimetleri içinde yüzerken gördüm.” Bir başka rivayette şöyle geçmektedir: “Adamın biri, yol üzerinde bir ağaç dalı gördü ve “Allah’a yemin ederim ki, bunu Müslümanları rahatsız etmemesi için buradan kaldıracağım.” dedi. Dediğini de yaptı. İşte bu yüzden adam, günahları bağışlanarak cennete konuldu.” Buhârî ve Müslim’de yer alan bir başka rivayette şöyle buyrulmaktadır: “Adamın biri yolda yürürken, yol üzerinde bir diken dalı buldu ve gelip geçene eziyet vermemesi için onu yoldan uzaklaştırdı. Allah da bu iyiliğinin karşılığını vererek onu bağışladı. Demek ki, ihlâs ve samimiyetle yapılan küçücük bir iyilik bile, insanın hayatının değişmesine, cehenneme dönük olan rotasının cennet yönüne çevrilmesine vesile olabilmektedir.” 130. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Bir kişi güzelce abdest alıp Cuma namazına gider ve hutbeyi ses çıkarmadan dinlerse, iki Cuma arasındaki ve fazladan üç günlük daha günahları bağışlanır. Kim hutbe okunurken çakıl taşlarıyla veya elindeki anahtarlık, tesbih gibi bir şeyle oynarsa, abesle iştigal etmiş ve hutbe dinleme sevabından mahrum kalmış olur.” 131. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Bir mümin abdest aldığı zaman, yüzünü yıkarken gözleriyle işlediği günahlar abdest suyunun son damlasıyla dökülür gider. Ellerini yıkarken de, elleriyle işlediği günahlar abdest suyunun son damlasıyla dökülür. Ayaklarını yıkadığında da, ayaklarıyla işlediği günahları abdest suyunun son damlaları ile akıp gider. Nihayet o mümin, işlemiş olduğu küçük günahlarından tamamen arınmış, temizlenmiş olur.” 132. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde, beş vakit namaz, iki Cuma namazı ve iki Ramazan orucu, aralarında işlenecek küçük günahların bağışlanmasını sağlar.”


80

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

133. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Size, Allah’ın günahları bağışlamasına ve dereceleri yükseltmesine vesile olan hayır yollarını göstereyim mi? diye sordu. Ashab-ı Kiram: — Evet ya Rasulallah! dediler. Peygamber de: — Bazen meşakkatli de olsa abdesti tam almak, her namazı cemaatle kılmaya gayret ederek camilere adımları çoğaltmak ve ibadet bilincini zihinde ve gönülde sürekli canlı tutarak namazdan sonra gelecek namazı beklemek. İşte bu sayılanlar, cephede nöbet beklemek kadar üstün ve değerli bir ibadetlerdir, buyurdu. 134. Ebu Musa el-Eş’arî radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Kimi gafil insanlar sabah ve ikindi namazlarını uyku, alışveriş, tembellik gibi sebeplerle geciktirir, bezen de hiç kılmazlar. Kim beş vakit namaza devam eder, özellikle de bu iki serinlik namazını aksatmadan kılarsa, büyük günah işlemediği takdirde, kesinlikle cennete girer.” 135. Yine Ebu Musa el-Eş’arî radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Bir kimse hastalanır veya yolculuğa çıkar da, alışkanlık hâline getirdiği nafile ve sünnet ibadetlerini yerine getiremezse, ona evinde ve sağlıklı iken yaptığı ibadetlerin sevabı yazılır.” 136. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Yapılan her güzel iş, sadakadır. Yani İslâm’ın güzel gördüğü, insana ve topluma faydalı olan her şey, sadaka hükmündedir.” 137. Yine Câbir bin Abdullah radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Müslüman bir kişi bir ağaç dikerse, o ağaçtan yenilen, çalınan ve herhangi bir şekilde eksiltilen her şey, onun için sadakadır.” Müslim’de yer alan diğer bir rivayet şöyledir: “Müslüman bir kişi bir ağaç diker de ondan insan, hayvan veya kuş yerse, bu yenen şeyler, kıyamet gününe kadar o Müslüman için sadaka olur.” Buhârî ve Müslim’in Enes bin Mâlik’ten naklettikleri bir başka rivayet şöyle-


1. ARİFLERİN YOLU

81

dir: “Müslüman bir kişi bir ağaç diker veya ekin eker de, ondan insan, hayvan veya herhangi bir varlık yerse, bu yenen şeyler o Müslüman için sadaka olur.” 138. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh anlatıyor: Selime Oğulları kabilesi, mescide birkaç kilometre uzaklıkta bulunan evlerini satıp Mescid-i Nebevî’nin yakınına taşınmak istediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem durumu haber alınca, onlara: — Duyduğuma göre, mescidin yakınına göç etmek istiyormuşsunuz, öyle mi? diye sordu. Onlar da: — Evet ya Rasulallah, bunu yapmayı ve sana komşu olmayı çok arzu ediyoruz, dediler. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Selime Oğulları! Bu düşüncenizi takdirle karşılıyorum. Ancak Medine’nin güvenliği bakımından, bu stratejik bölgeyi terk etmeniz uygun olmaz. Orada kalmaya devam ederseniz, bana komşu olmaktan çok daha büyük sevap kazanırsınız. Onun için yerinizde kalın ki, camiye gelirken atacağınız her adım, size sevap olarak yazılsın. Yerinizde kalın ki, atacağınız her adım size sevap olarak yazılsın, buyurdu. Bunun üzerine Selime Oğulları: — Öyleyse, biz de taşınmaktan vazgeçiyoruz, dediler. Müslim’in naklettiği bir başka rivayette, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, “Attığınız her adım karşılığında size bir derece vardır.” buyurmuştur. Buhârî de aynı anlamdaki bir hadisi Enes bin Malik’ten rivayet etmiştir. 139. Übey bin Kâb radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber zamanında bir adam vardı ki, mescide ondan daha uzakta oturan bir başkasını bilmiyorum. Buna rağmen o, cemaatle kılınan hiçbir namazı kaçırmazdı. Ona: — Bir merkep satın alsan da, hava karanlık veya sıcak olduğunda ona binsen daha iyi olmaz mı? dedim. Adam: — Doğrusu, camiye bir binekle gelmeyi veya evimin caminin hemen yanında olmasını arzu etmem. Çünkü ben, mescide her gelişimde ve evime her dönüşümde, adımlarımın bana sevap olarak yazılacağını ümit ediyorum, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de onu tasdik ederek: — Allah, bunların hepsini senin için toplayıp sevap olarak yazdı, buyurdu.


82

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Başka bir rivayette Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah’tan umduğun mükâfat, sana verilmiştir.” buyurdu. 140. Abdullah bin Amr bin el-Âs radıyallahu anhumâ’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Kişiye kolayca sevap kazandıran kırk çeşit iyilik vardır ki, bunların en üstünü, birisine sağması için ödünç bir keçi vermektir. Kim sevabını umarak ve mükâfatını Allah’ın vereceğine inanarak bu kırk iyilikten birini yaparsa, Allah onu bu sayede cennete koyar.” 141. Adiyy bin Hâtim radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Allah için vereceğiniz yarım hurmayla bile olsa, kendinizi cehennemden koruyun!” Buhârî ve Müslim’in yine Adiyy bin Hâtim’den naklettikleri bir başka rivayette, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hesap günü Rabb’iniz, sizin her birinizle arada bir tercüman, bir perde olmaksızın konuşacaktır. O zaman kişi sağına bakacak, ahirete gönderdiği iyiliklerden başka bir şey göremeyecek. Soluna bakacak, gönderdiği kötülüklerden başka bir şey göremeyecek. Önüne bakacak, karşısında cehennem ateşinden başka bir şey göremeyecek. Öyleyse, yarım hurmayla bile olsa kendinizi ateşten korumaya çalışın! Bunu da bulamayan, güzel ve tatlı sözlerle kendisini cehennemden korusun.” 142. Enes bin Mâlik radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Allah, bir şey yiyip içtikten sonra kendisine hamd eden kulundan muhakkak razı olur.” 143. Ebu Musa el–Eş’arî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, bir keresinde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Sadaka vermek her Müslüman’ın görevidir. Her Müslüman’ın verebileceği bir sadaka, yapabileceği bir iyilik mutlaka vardır, buyurdu. — Peki, ya sadaka verecek bir şey bulamazsa? dediler. — Çalışıp kazanır, böylece hem kendisine faydalı olur, hem de başkalarına sadaka verir, buyurdu. — Buna gücü yetmezse? dediler.


1. ARİFLERİN YOLU

83

— Darda kalana, ihtiyaç sahibine yardım eder, buyurdu. — Buna da gücü yetmezse? dediler. — İnsanlara iyiliği tavsiye eder, buyurdu. — Ya bunu da yapamazsa? dediler. — O zaman, hiç değilse kötülük yapmaktan uzak durur. Bu da onun için sadakadır, buyurdu.

14. BAB: ALLAH’IN EMİRLERİNE UYMADA ÖLÇÜLÜ OLMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Tâ, Hâ. Ey Peygamber! Hak ve hakikat karşısında inatla direten zalimlerin davranışlarından dolayı üzülme, iman etmiyorlar diye kendini heder etme! Unutma ki, biz sana bu Kur’ân’ı, sıkıntıya düşüp mutsuz olasın diye göndermedik. (Tâhâ, 20/1, 2) 2. Ramazan ayında hasta veya yolcu olanlar, diğer günlerde oruçlarını kaza etsinler. Unutmayın ki, Allah sizin için kolaylık diler, zorluk çekmenizi istemez. (Bakara, 2/185) Konu ile İlgili Hadisler: 144. Âişe radıyallahu anhâ’nın bildirdiğine göre, kendisi bir kadınla birlikte otururken, yanlarına Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem girdi. Kadın gittikten sonra, Peygamber: — Bu kadın kim? diye sordu. Âişe: — Bu filan hanımdır, dedikten sonra, onun ibadetlerine ne kadar düşkün olduğunu, ne kadar çok namaz kıldığını anlatmaya başladı. Kadının bu hâlini Peygamberin takdirle karşılayacağını zannediyordu. Fakat Peygamber: — Bırakın bunları! Allah sizden bunu istemiyor ki! Siz ancak gücünüzün yettiği kadarıyla sorumlusunuz. Farz ve nafile ibadetleri, benim size öğrettiğim şekilde ve kendinizi zorlamadan, aşırıya gitmeden yaparsanız, bu size fazlasıyla yeter. Allah’a yemin ederim ki, siz ibadetten bıkıp usanmadıkça, Allah sevap vermekten bıkıp usanmaz. Yani çok ibadet yapmanın bir sınırı, sonu yoktur. Zaten siz gece gündüz hiç durmadan ibadet etseniz bile, Allah’ın verdiği nimetlerin hakkını ödemiş ve O’na kulluk görevinizi tam olarak yerine getirmiş olamazsınız. Fakat az da olsa, benim sünnetime uygun şekilde ibadet ederseniz, kendinizi sıkıntıya sokmadan Allah’ın rızasını kazanır ve vadettiği nimetlere nail


84

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

olursunuz, buyurdu. Âişe radıyallahu anhâ diyor ki: “Peygamber’in en sevdiği ibadet, az da olsa devamlı olanıydı.” 145. Enes bin Malik radıyallahu anh diyor ki: Ali bin Ebî Talip, Abdullah bin Amr ve Osman bin Maz’un’dan oluşan üç kişilik bir grup, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in nafile ibadetlerini sormak üzere Peygamber hanımlarının evlerine geldiler. O sırada Peygamber evde bulunmuyordu. Ev halkı tarafından onlara Rasulullah’ın ibadet hayatıyla ilgili gereken bilgi verilince, Peygamber’in ibadetlerini azımsar gibi oldular ve: — Allah’ın Rasulü nerde, biz nerde? Onun geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmıştır. Bu yüzden çok fazla ibadet etmemesi tabii ki normaldir, dediler. İçlerinden biri: — Ama ben, sağ olduğum sürece, her gece hiç uyumadan sabaha kadar namaz kılacağım, dedi. Bir diğeri: — Ben de, hayatım boyunca hiç ara vermeden her gün oruç tutacağım, dedi. Üçüncüsü de: — Ben de ömrümün sonuna kadar hiç evlenmeyecek, kadınlara asla el sürmeyeceğim. Beni ibadetten meşgul edecek her şeyden; evlilikten, cinsel hazlardan, aileden, çoluk çocuktan, işten güçten uzak duracağım, dedi. Bir müddet sonra durumu öğrenen Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onların yanına geldi ve kendilerine şunları söyledi: — Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Bakın, Allah’a yemin ederim ki, sizin içinizde Allah’tan en çok korkan ve O’na en çok saygılı olan benim! Ama yine de ben, sizin söylediğiniz gibi ibadette aşırı gidip ruhbanlık hayatı yaşamam; bazı günler oruç tutar, bazı günler tutmam. Gecenin bir kısmında namaz kılar, geri kalan kısmında uyurum. Kadınlarla da evlenirim, çoluk çocuğa karışırım. Aile hayatının meşguliyet ve lezzeti, beni asla Allah’a kulluktan alıkoymaz. İşte benim sünnetim budur; kim benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir! Çünkü ben günahlarım bağışlandığı için değil, ümmetime örnek olmak için böyle aşırılıktan uzak, ölçülü bir ibadet hayatı yaşıyorum. Öyleyse, Peygamberden daha iyi Müslüman olacağız diye aşırı gitmenize gerek yok. Unutmayın ki, Allah’ın sizin üzerinizde hakkı olduğu gibi, bedeninizin, eşinizin, çocuklarınızın ve toplumun da hakkı vardır. En büyük sevabı kazanmak ve en takvada en öne geçmek mi istiyorsunuz? Öyleyse benim örnek ibadet hayatımı kendinize ölçü edinin. Bu ölçüyü aşan veya eksilten hiçbir ibadet şekli, ondan daha fazla sevap kazandırmaz. Benim sünnetime uyarak az ibadet eden mümin,


1. ARİFLERİN YOLU

85

sünnetimi aşarak gereğinden fazla ibadet edenden daha takvalı, daha hayırlıdır. 146. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Aşırı gidenler, helâk olmuşlardır.” buyurdu ve bu sözünü üç defa tekrarladı. Sözlerinde, işlerinde ve ibadetlerinde ölçüyü kaçıran, her konuda kılı kırk yararcasına aşırı titizlik gösteren, hep mükemmele ulaşmak isteyen kimseler, hiçbir zaman hedeflerine ulaşamazlar. Ağzını yayarak, kendini sanatlı konuşmaya zorlayarak, halkın anlayamayacağı kelimeler kullanarak lügat paralayan, insanı rahatsız edecek derecede aşırı nezaket ve kibarlık gösterisinde bulunan kimseler de böyledir. Oysa mümin, her işinde ölçülü ve dengelidir. Son derece doğal ve rahat davranır, hata yapmaktan da çekinmez. En iyiye, en güzele ulaşma duygusu onu aşırılığa sevk etmez. 147. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “İslâm dini, kolaylıktır. Kim sevabım çok olsun diye ibadette aşırı gidip dinle yarışmaya kalkarsa, din kesinlikle ona galebe çalar. İnsan Allah Teâlâ’ya O’nun emrettiği gibi değil de, lâyık olduğu şekilde ibadet edeceğim derse, bütün hayatını ibadetle geçirse bile yine de Allah’a hakkıyla kulluk etmiş olamaz. O halde, kendinizi zorlayıp aşırı gitmeyin, orta yolu tutun! Sizden istenen ibadetleri yaparak Rabb’inize yaklaşmaya çalışın ve daima Allah’ın lütuf ve rahmetinden ümitvar olun! Sünnet-i Seniyyede sizlere gösterildiği gibi, günün başlangıcını, sonunu ve gecenin bir bölümünü nafile ibadetlerle değerlendirin. Buhârî’nin bir başka rivayeti şöyledir: “Daima orta yolu tutun, size emrettiği ibadetleri yaparak Rabb’inize yaklaşmaya çalışın ve günün başlangıcını, sonunu ve gecenin bir bölümünü nafile ibadetlerle değerlendirin. Aman ha aşırıya gitmeyin; ölçülü ve dengeli olun ki, hedefinize ulaşasınız!” 148. Enes radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir gün mescide girdiğinde, iki direk arasına uzatılmış bir ip gözüne ilişti. Orada bulunanlara: — Bu ip de nedir? diye sordu. Sahâbîler: — Bu, hanımınız Zeynep binti Cahş’a ait bir iptir. O kadar çok namaz kılıyor ki, namazda ayakta durmaktan yorulunca ona tutunuyor, dediler. Bunun üzeri-


86

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

ne Peygamber: — Hemen o ipi çözün! Uykusuzluk ve yorgunluktan bitap düşüp ipe tutunacak derecede uzun uzun namaz kılmanızı, ibadet etmenizi uygun görmüyorum. Sizden biriniz dinç ve istekli olduğu sürece nafile namaz kılsın, yorgunluk ve gevşeklik hissettiği zaman da yatıp uyusun, buyurdu. 149. Âişe radıyallahu anhâ’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Sizden birinize nafile namaz kılarken uyku hâli bastırırsa, uykusunu alıncaya ve kendini zinde, canlı hissedinceye kadar yatıp uyusun. Sonra isterse namazına devam etsin. Çünkü uykulu iken namaz kılan kimse, Allah’tan bağışlanma dileyeceğim derken, farkında olmadan kendine beddua edebilir.” 150. Câbir bin Semure radıyallahu anhumâ şöyle diyor: “Ben namazlarımı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte kılardım. Onun namazı da, hutbesi de orta uzunlukta idi.” 151. Kendisi küçük yaşta iken Peygamber’i görmüş olan Vehb bin Abdullah radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Mekkeli Muhacirler ile Medineli Ensar arasında kardeşlik ilan ettiği zaman, Selmân ile Ebu Derdâ’yı da kardeş yapmıştı. Bir gün Selmân, Ebu Derdâ’yı ziyarete gitti. Fakat Ebu Derdâ henüz eve gelmemişti. Selmân, Ebu Derdâ’nın hanımı Ümmü Derdâ’yı eski elbiseler içinde pejmürde bir vaziyette görünce, ona: — Nedir bu hâlin? diye sordu. Ümmü Derdâ: — Kardeşin Ebu Derdâ’nın dünya malına ve zevklerine ihtiyacı kalmamış ki, dedi. Derken Ebu Derdâ eve geldi. Hazırlattığı yemeği Selmân’a ikram edip: — Sen ye, ben oruçluyum, dedi. Selmân da ona: — Sen yemedikçe ben de yemem! diye karşılık verdi. Bunun üzerine Ebu Derdâ, misafirini kırmamak için mecburen sofraya oturup yemeğini yedi. Gece olunca Ebu Derdâ, teheccüd namazı kılmak üzere erkenden kalktı. Selmân ona: — Henüz vakit çok erken, biraz daha uyu, dedi. Ebu Derdâ da yatıp uyudu. Bir müddet sonra tekrar kalkmaya davrandı. Selmân yine: — Uyu, dedi. Nihayet gecenin sonlarına doğru Selmân: — Şimdi kalkabilirsin, dedi ve kalkıp birlikte namaz kıldılar. Sonra Selmân,


1. ARİFLERİN YOLU

87

Ebu Derdâ’ya öğüt vererek: — Kardeşim, ibadetlerde aşırıya gidip dengeyi bozma! Unutma ki, Rabb’inin senin üzerinde hakkı olduğu gibi, bedeninin ve ailenin de senin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını vermelisin, dedi. Daha sonra Ebu Derdâ, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip olup bitenleri ona anlattı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Selmân doğru söylemiş, buyurdu. 152. Abdullah bin Amr bin Âs radıyallahu anhumâ diyor ki: Ben arkadaşlarımla konuşurken, “Allah’a yemin ederim ki, ömrümün sonuna kadar her gün oruç tutacağım, her gece sabaha kadar hiç uyumadan namaz kılacağım!” demiştim. Bu sözlerim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaşmış. Bunun üzerine, beni yanına çağırarak: — Bunları söyleyen sen misin? diye sordu. Ben de kendisine: — Anam babam sana feda olsun, evet ya Rasulallah, bunları ben söyledim, dedim. Peygamber: — Sen buna güç yetiremezsin. Onun için bazı günler oruç tut, bazı günler tutma. Gecenin bir kısmında uyu, bir kısmında da kalk ibadetini yap. Eksiksiz sevap kazanmak istiyorsan, her ay üç gün oruç tut. Çünkü her iyiliğe on kat mükâfat vardır. Böylece, senenin tamamını oruçlu geçirmiş gibi sevap kazanırsın, buyurdu. Ben ise: — Bundan daha fazlasını yapabilirim, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — O hâlde her üç günde bir gün oruç tut, iki gün tutma, buyurdu. Ben: — Bundan fazlasını da yapabilirim, deyince Allah’ın Rasulü: — Öyleyse bir gün oruç tut, bir gün tutma. Bu Davud aleyhisselâm’ın orucu olup, oruçların en uygunu –bir başka rivayette en faziletlisi– budur, buyurdu. Ben: — Ama ben bundan daha iyisini de yapabilirim, dedim. Peygamber: — Bundan daha iyisi, daha faziletlisi yoktur. Daha fazlası aşırılıktır ve sevaptan ziyade günah kazandırır, buyurdu. Abdullah sözlerine devamla diyor ki: Artık ihtiyarladım, eski gücümü kaybettim. Şimdi düşünüyorum da, Peygam-


88

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

ber sallallahu aleyhi ve sellem’in tavsiye etmiş olduğu ayda üç günlük orucu kabul etseymişim, bu benim için ailemden ve malımdan daha değerli bir şey olacakmış. Bir başka rivayette, Abdullah olayı şöyle anlatır: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana: — Duyduğuma göre her gün oruç tutuyor, her gece sabaha kadar namaz kılıyormuşsun, doğru mu? diye sordu. Ben de: — Evet, öyledir ya Rasulallah! dedim. Bunun üzerine: — Böyle yapma! Bazı günler oruç tut, bazı günler tutma. Gecenin bir kısmında uyu, bir kısmında kalk namazını kıl. Unutma ki, senin üzerinde vücudunun hakkı vardır, gözlerinin hakkı vardır, hanımının hakkı vardır, ziyaretçilerinin hakkı vardır. Sevabının eksiksiz olmasını istiyorsan, her ay üç gün oruç tutman sana yeter. Yaptığın her iyiliğe on kat sevap verildiğine göre, hiç ara vermeden her gün oruç tutmuş gibi sevap kazanırsın, buyurdu. Ben fazla ibadette ısrar ettikçe, sırtıma binen yük de ağırlaşıyordu: — Ya Rasulallah! Bundan daha fazlası için kendimi güçlü hissediyorum, dedim. Peygamber: — O hâlde, Allah’ın peygamberi Davud’un orucunu tut, daha da ileri gitme, buyurdu. Ben: — Davud’un orucu nasıldı? diye sorunca: — Günaşırı (iki günde bir) oruç tutarak senenin yarısını oruçlu geçirmektir, buyurdu. Abdullah yaşlandıktan sonra, “Keşke Peygamber’in sunduğu kolaylığı kabul etmiş olsaydım!” der dururdu. Bir başka rivayet şöyledir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana: — Duyduğuma göre her gün oruç tutuyor, her gece sabaha kadar Kur’an okuyormuşsun, doğru mu? diye sordu. Ben de: — Evet, ya Rasulallah! Bunu yapmaktan tek amacım, çok sevap kazanıp hayra nail olmaktır, dedim. Bunun üzerine Peygamber: — O zaman Allah’ın peygamberi Davud’un orucunu tut. Çünkü o, insanlar arasında ibadete en düşkün olan kimseydi. Kur’an’ı da en fazla ayda


1. ARİFLERİN YOLU

89

bir defa hatmet, buyurdu. Ben ise: — Ya Rasulallah! Benim bundan daha fazlasına gücüm yeter, dedim. Peygamber: — O hâlde, yirmi günde bir hatmet, buyurdu. Ben yine: — Ya Rasulallah! Bundan daha fazlasını yapabilirim, dedim. O: — Öyleyse on günde bir hatmet, buyurdu. Ben tekrar: — Bundan daha fazlasına da gücüm yeter ya Rasulallah, diye ısrar edince: — Şu hâlde, yedi günde bir hatim yap, bundan daha kısa süreye de düşürme, dedi. Ben fazla ibadette ısrar ettikçe, sırtıma binen yük de ağırlaşıyordu. Hâlbuki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana: — Sen bilemezsin, belki de ömrün uzun olur. Yaşın ilerleyip gücün azalınca, bu söz verdiğin ibadetleri yapmakta zorlanabilirsin, buyurmuştu. Şimdi gerçekten de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bana söylediği hâle geldim. İhtiyarlık belimi bükünce, keşke Peygamber’in teklif ettiği kolaylıkları kabul etseydim, demeye başladım. Bir rivayette: “Çoluk çocuğunun da senin üzerinde hakkı vardır.” denilmiştir. Bir diğer rivayet şöyledir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, “Yılın her gününü oruçlu geçiren, hiç oruç tutmamıştır. Hiç ara vermeden sürekli oruç tutan kimse, bu davranışıyla Allah’ın emrine karşı geldiğinden, tuttuğu orucun sevabını alamaz!” buyurdu ve bu sözünü üç defa tekrarladı. Bir diğer rivayette: “Allah katında en değerli oruç, Davud aleyhisselâm’ın orucudur. Allah katında en değerli namaz da, yine Davud aleyhisselâm’ın namazıdır. Davud gecenin yarısına kadar uyur, sonra kalkıp gecenin üçte biri kadar bir süre namaz kılardı. Sonra yatar ve altıda bir süre kadar tekrar uyurdu. Yani geceyi altı eşit parçaya bölerek ilk üç diliminde uyur, dördüncü ve beşinci dilimlerinde kalkıp namaz kılar, altıncı diliminde yine uyurdu. Örneğin, dokuz saatlik bir gecenin ilk dört buçuk saatinde uyur, sonra kalkıp üç saat namaz kılar, son bir buçuk saatinde tekrar yatıp sabah namazına kadar uyurdu. Bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Düşmanla karşılaştığında da geri dönüp kaçmazdı.”


90

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Başka bir rivayet de şu şekildedir: Abdullah diyor ki: Babam beni soylu bir kadınla evlendirmişti. Zaman zaman gelininin yanına uğrayıp ona beni sorarmış. O da demiş ki: — Oğlunuz Abdullah ne iyi erkektir; evine geldiğimden beri ne benimle yatağa girdi, ne de eteğimi kaldırıp bana baktı. Bu iş böyle devam edince, babam durumu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e anlatmış. Peygamber de: — Onu benimle görüştür, demiş. Bir müddet sonra Rasulullah ile karşılaştım. Bana: — Nasıl oruç tutuyorsun? diye sordu. Ben de: — Her gün, diye cevap verdim. Sonra: — Nasıl hatim yapıyorsun? diye sordu. Ben: — Her gece, dedim. Daha sonra Abdullah, olayın geri kalan kısmını yukarıdaki hadislerde geçtiği gibi anlattı. Rivayet edildiğine göre Abdullah, Kur’an’dan her gün okuması gereken yedide birlik bölümü, ezberini pekiştirmek üzere gündüz aile fertlerinden birine okurdu ki, gece namaz kılarken okuyup bitirmekte zorlanmasın. Biraz kuvvet toplamak istediğinde, bir kaç gün oruç tutmazdı. Sonra oruç tutmadığı günleri sayar, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e verdiği söze bağlı kalmak için, tutamadığı günler kadar orucu kaza ederdi. Bu kitabın müellifi imam Nevevî diyor ki: Bu rivayetlerin hepsi sahihtir. Büyük bir bölümü Buhârî ve Müslim’in sahihlerinde, bir kısmı da bunlardan birinde yer almaktadır. 153. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kâtiplerinden Hanzala bin Rebî‘ diyor ki: Bir gün yolda Ebu Bekir’le karşılaştım. Bana: — Nasılsın Hanzala? diye sordu. Ben: — Hanzala münafık oldu, dedim. Ebu Bekir: — Subhânallah, sen ne diyorsun? dedi. Ben de niçin münafık olduğumu açık-


1. ARİFLERİN YOLU

91

lamak üzere dedim ki: — Biz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurundayken, o bize cennet ve cehennemden bahsediyor. Biz de sanki onları gözlerimizle görüyormuş gibi oluyoruz. Fakat onun huzurundan ayrılıp eşlerimizle ve çoluk çocuğumuzla kaynaşmaya, işimizle gücümüzle uğraşmaya başlayınca, duyduklarımızın çoğunu unutuyoruz. Oysa Peygamber’in huzurunda ayrı, dışarıda ayrı bir kimlikle yaşamak ikiyüzlülük alametidir. Bunun üzerine Ebu Bekir radıyallahu anh, biraz da beni teskin etmek için: — Allah’a yemin ederim ki, biz de aynı durumla karşı karşıyayız, dedi. Sonra Ebu Bekir ile birlikte gidip Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna çıktık. Ben: — Ya Rasulallah! Hanzala münafık oldu, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Bu da ne demek? dedi. Ben: — Ya Rasulallah! Senin huzurundayken, sen bize cennet ve cehennemden bahsediyorsun. Biz de sanki onları gözlerimizle görüyormuş gibi oluyoruz. Fakat senin huzurundan ayrılıp eşlerimizle ve çoluk çocuğumuzla kaynaşmaya, işimizle gücümüzle uğraşmaya başlayınca, duyduklarımızın çoğunu unutuyoruz, dedim. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Zaten insanın fıtratına uygun olan da budur. Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, eğer siz benim yanımda bulunduğunuz hâl üzere kalmaya devam edip söylediklerimi her an hatırınızda tutabilseydiniz, melekler size açıkça görünerek oturduğunuz minderlerde ve yürüdüğünüz yollarda sizinle tokalaşırlardı. Yani her an zikir ve ibadet üzere olabilmek için insan değil, melek olmanız gerekirdi. Fakat ey Hanzala; bazen öyle, bazen böyle…” Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, “Bazen öyle, bazen böyle” sözünü üç defa tekrarladı. Müminin her an aynı ruh hâlini taşıması, aynı manevi hazzı duyması mümkün değildir. Hayatın akışı içinde, insan bazen duygu yüklü ve coşkulu, kimi zaman da sakin, dalgın ve unutkan olur. Bu olağan bir durumdur. Yeter ki, tamamen gaflete kapılıp Allah’ı ve ahireti unutmasın. Mümin Kur’an tilaveti, sohbet, zikir, tefekkür gibi faaliyetlerle gönlünü diri tutmaya gayret ederken, dünya ile ahiret işlerini birlikte götürmeye, ikisi arasındaki dengeyi ve ölçüyü korumaya çalışmalı-


92

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

dır.” 154. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir gün Mescitte insanlara konuşma yapıyordu. Oturacak yer olduğu halde, ayakta duran bir adam gördü ve onun kim olduğunu sordu. Ashab “O, Ebu İsrâîl’dir. Güneşte durmayı, oturmamayı, gölgelenmemeyi, konuşmamayı ve oruç tutmayı adamış.” dediler. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Ona söyleyin; konuşsun, gölgelensin ve otursun. Fakat orucunu tamamlasın. Çünkü konuşmamak, gölgelenmemek, oturmamak, herhangi bir meyveyi yememek gibi benim sünnetimde yer almayan hiçbir uygulama ibadet değildir ve insana hiçbir fayda sağlamaz, belki zararı dokunur.” buyurdu.

15. BAB: İBADETLERİ VE HAYIRLI İŞLERİ YAPMADA SÜREKLİLİK VE İSTİKRAR Konu ile İlgili Ayetler: 1. Müminlerin gönüllerinin Allah’ı anması ve indirdiği hakikat karşısında kalplerinin yumuşayıp saygıyla ürpermesi zamanı hâlâ gelmedi mi? İnananlar, zaman zaman puslanan, gaflete meyleden gönüllerini Kur’ân’la her an yeniden aydınlatıp canlı tutsunlar ki, daha önce kendilerine kitap verilen ve vahiyle tanışmalarının üzerinden uzun bir süre geçtiği için kalpleri gaflet perdesiyle kapanıp katılaşan ve bugün birçokları yoldan çıkmış olan Yahudi ve Hıristiyanların durumuna düşmesinler. (Hadîd, 57/16) 2. Sonra da Meryem oğlu İsa’yı gönderdik ve kendisine İncil’i verdik. Onu izleyenlerin kalplerine derin bir şefkat ve merhamet duygusu yerleştirdik. Sonraki Hıristiyanların icatları olan ve “nefsi öldürmek” adına bu dünyayı tamamen terk ederek hiç evlenmeden, dünyanın nimetlerinden faydalanmadan çilehanelerde inzivaya çekilme esasına dayanan ruhbanlığa gelince; biz onlara böyle bir şey emretmedik fakat onlar, güya Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla bunu uydurdular. Ne var ki, insan doğasına ters düşen bu sözde ibadete gereği gibi de uymadılar. Biz de içlerinden, gönderdiğimiz mesaja gerçek anlamda iman eden ve ona göre hayat programlarını çizen kimselere mükâfatlarını verdik. Fakat onların çoğu, Hz. İsa’nın getirdiği tevhit dinini özünden saptırarak yoldan çıkmışlardı. (Hadîd, 57/27) 3. Ey müminler! Başladığınız hayırlı işleri sonuna kadar devam ettirin. Bin bir zahmetle eğirip sıkıca sardığı iplik yumağını çözüp dağıtan yaşlı kadınlar gibi olmayın. (Nahl, 16/92)


1. ARİFLERİN YOLU

93

4. Ey hak yolunun yolcusu! Ölüm denilen kesin gerçek kapını çalıncaya dek, Rabb’ine kulluk ve ibadete devam et! (Hicr, 15/99) Konu ile İlgili Hadisler: Bu konuyla ilgili ilk hadis, yukarıda 144 numarayla geçen ve Âişe radıyallahu anhâ’nın rivayet ettiği “Peygamber’in en sevdiği ibadet, az da olsa devamlı olanıydı.” hadisidir. 155. Ömer bin Hattâb radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Bir kimse, geceleri okumayı alışkanlık hâline getirdiği Kur’ân cüzünün tamamını veya bir kısmını bir mazeret sebebiyle okuyamadan uyur da sonra onu sabah namazı ile öğle namazı arasında okursa, gece okumuş gibi sevap kazanır.” 156. Abdullah bin Amr radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle demiştir: “Ey Abdullah! Sen filan kimse gibi olma. Çünkü o, önceleri gece namazını kılıyordu, fakat artık kılmaz oldu.” 157. Âişe radıyallahu anhâ şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, herhangi bir hastalık veya başka bir sebepten dolayı gece namazını kılamadığı zaman, ertesi gün o namazı kaza etmek üzere, kuşluk vaktinde on iki rekât namaz kılardı. Bazılarının kuşluk namazı zannettiği namaz, işte bu namazdır.

16. BAB: SÜNNETİ KORUMAK PEYGAMBER’İN SÜNNETİNİ VE SÜNNETİN ORTAYA KOYDUĞU ADABI KORUMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey müminler! Peygamber gerek aranızda ganimetleri taksim ederken, gerekse Allah’ın diğer emir ve yasaklarını örnek hayatıyla ortaya koyarken size ne verirse onu gönülden benimseyerek alın; size neyi yasaklarsa, ondan da sakının! (Haşr, 59/7) 2. Peygamber size Rabb’inin mesajını aktarırken, asla kendi arzu ve hevesinden konuşmaz. Onun size okuduğu ayetler, kendisine Allah tarafından gönderilen vahiyden başka bir şey değildir. (Necm, 53/3, 4)


94

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

3. Ey Muhammed! Allah’ı sevdiğini iddia eden ve O’nun sevgisini kazanmak isteyen kimselere de ki: “Allah’ı gerçekten seviyorsanız, Allah’ın emirlerini size ileten bir elçi olarak bana ve bana indirilen Kur’ân’a uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. (Âl-i İmrân, 3/31) 4. Ey iman edenler! Sizin içinizden Allah’ı ve ahiret gününü arzulayan ve O’nu sürekli anıp yücelten kimseler için, Allah’ın Elçisi o sarsılmayan imanı, tertemiz ahlakı, fedakârlığı, cömertliği, cesareti, kararlılığı ve çalışkanlığı ile gerçekten size mükemmel bir örnektir. (Ahzâb, 33/21) 5. Hayır! İnanan bir insan, Allah’ın kanunlarına nasıl karşı gelebilir? Ey Muhammed! Rabb’ine yemin olsun ki, onlar aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda seni hakem tayin edip de, verdiğin hükme karşı içlerinde en ufak bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkları sürece, kesinlikle iman etmiş olmazlar. (Nisâ, 4/65) 6. Ey iman edenler! Allah’a kayıtsız şartsız itaat edin, O’nun buyruklarını size ileten bir elçi olarak, Peygamber’e de kayıtsız şartsız itaat edin; bir de, Kur’ân ve sünnete aykırı hüküm vermedikleri sürece, sizin gibi müminlerden olan ve bu iki kaynak tarafından yetki sahibi kılınan kimselere yani Müslüman ve âdil yöneticilere, İslâm âlimlerine, aile büyüklerine vs. itaat edin! Fakat onlara itaat, Allah’a ve Peygamber’e itaat gibi kayıtsız şartsız olmamalıdır. Şayet herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, -eğer Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız- o anlaşmazlık konusunu Allah’a ve Peygamber’e danışmalısınız. Yani, yöneteni yönetileniyle, âlimi cahiliyle, kadını erkeğiyle ey müminler! Sizi yöneten idarecilerle, size dininizi öğreten âlimlerle, ailenizin bir ferdiyle veya diğer insanlarla herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, çözüm için Allah’ın Kitabı’na yani Kur’ân’a ve sünnete başvurmalısınız. Bunu yapmak için de, -en azından ortaya konan delilleri anlayabilecek düzeyde- Kur’ân ve sünnet bilgisine sahip olmanız gerekmektedir. Eğer anlaşmazlığın çözümüyle ilgili Kur’ân ve sünnette açık bir hüküm bulamazsanız, bu iki kaynağın temel prensipleri çerçevesinde çözümler üretmelisiniz. İşte bu, sizin için en hayırlı ve sonuç itibariyle en güzel davranış şeklidir. (Nisâ, 4/59) 7. Kim Peygamber’e itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirecek olursa, üzülme, sen onların inkârından sorumlu değilsin. (Nisâ, 4/80)


1. ARİFLERİN YOLU

95

8. Hiç kuşku yok ki, sen ey şanlı elçi, insanlığı dosdoğru bir yola; göklerdeki ve yerdeki her şeyin yegâne sahibi olan Allah’ın yoluna çağırmaktasın! (Şûrâ, 42/52, 53) 9. Ey iman edenler! Peygamber’in size yaptığı çağrıyı, birbirinize yaptığınız sıradan çağrılarla bir tutmayın. Çünkü Peygamber’in çağrısına uymak ve onun bulunduğu meclisi izinsiz terk etmemek, imanın gereğidir. Nitekim Allah, birbirlerini siper ederek gizlice aranızdan sıvışıp giden o ikiyüzlüleri elbette bilmektedir ve onların cezalarını verecektir. Öyleyse, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bu dünyada bir belânın yahut ahirette can yakıcı bir azabın gelmesinden korksunlar! (Nûr, 24/63) 10. Ey Peygamber’in Ehl-i Beyti! Evlerinizde gece gündüz okunmakta olan Allah’ın ayetlerini ve bu ayetlerin canlı ve mükemmel bir örneği olan Peygamber’in hikmet dolu öğüt ve tavsiyelerini düşünün. Şüphesiz Allah, sonsuz lütuf ve merhamet sahibidir, her şeyden hakkıyla haberdardır. (Ahzâb, 33/34) Konu ile İlgili Hadisler: 158. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir konuşmasında: — Ey Müslümanlar! Hac size farz kılınmıştır, o hâlde haccediniz! buyurdu. Akra bin Hâbis adındaki bir sahabî: — Her sene mi, ya Rasulallah? diye sordu. Peygamberimiz cevap vermedi. O da sorusunu üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Peygamber: — Şayet “evet” desem, bu size farz olurdu ve buna da asla gücünüz yetmezdi, dedi (Müslim, Hac 412) ve ardından şunları söyledi: “Ben sizi kendi hâlinize bıraktığım sürece, siz de beni kendi hâlime bırakın. Allah bir konu hakkında herhangi bir açıklama yapmamışsa, onu unutmuş veya gözden kaçırmış olduğundan değil, bilakis, dinini kolaylaştırmak ve her mekânda, her çağda yaşayan müminlere geniş bir içtihat alanı bırakmak istediğinden, bazı konuları bilerek geçiştirmiştir. O hâlde, ben size herhangi bir konuda açık ve net olarak bir emir veya yasak getirmediğim sürece, o meseleyi kurcalayıp lüzumsuz sorular sormayın. Çünkü sizden önceki ümmetler, çok soru sormaları her soru ile daha da ağırlaşan sorumluluğu yerine getirmeyerek peygamberlerine karşı gelmeleri sebebiyle helâk olmuşlardı. Din âlimleri, kılı kırk yararcasına ortaya koydukları kurallarla, insanların yükümlülüklerini gereksiz yere ağırlaştırmışlardı. Öyle ki, dinî hükümler zamanla uzmanlarının bile içinden çıkamadığı karmaşık meseleler hâline gelmiş ve bu da, halkın ve yöneticilerin ilahi vahiyden büsbütün uzaklaşmasına sebep olmuştu. O hâlde, ben si-


96

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

ze herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan sakının; bir şeyi emrettiğimde de, onu gücünüz yettiği ölçüde yapmaya çalışın.” 159. İrbâz bin Sâriye radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir sabah namazından sonra bize kalpleri ürperten, gözleri yaşartan son derece veciz ve etkileyici bir vaaz verdi. Bunun üzerine biz, “Ey Allah’ın Elçisi! Bu bir veda konuşmasına benziyor, eğer aramızdan ayrılacaksan bize tavsiyede bulun.” dedik. Bunun üzerine, Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Size, Allah’a karşı sorumluluk bilincine sahip olmanızı, başınıza bir Habeşistanlı köle bile yönetici olarak atansa, İslâm’a aykırı hüküm vermediği sürece, onu dinleyip emrine itaat etmenizi tavsiye ediyorum. Benden sonra yaşayanlar, birçok karışıklık, kavga ve ihtilaf göreceklerdir. O zaman yapmanız gereken, benim sünnetime ve doğru yolu takip eden Raşid Halifelerimin sünnetine sarılmaktır. Bu ilkeler son derece hayati öneme sahiptir. Bunun için, onlara sadece ellerinizle değil, dişlerinizle sımsıkı tutunun! Kur’ân ve sünnette yeri olmayan, bu iki temele aykırı olarak ortaya çıkan her türlü inanç, ibadet ve uygulamadan, din adına uydurulan bütün hurafelerden ve bid’atlerden de şiddetle kaçının! Çünkü her bid’at, bir farzı veya sünneti ortadan kaldıran ve insanların yoldan çıkmasına sebep olan bir sapma, bir dalâlettir! Ve her dalâlet, insanı dosdoğru cehenneme sürükleyen bir felakettir. Bu bakımdan bid’atin iyisi kötüsü olmaz, her türü ve her şekli dalâlettir, dinden sapmadır. Gerçi insan hayatına giren her yeni uygulama bid’at değildir. Örneğin; asr-ı saadette olmayan minare, tesbih vb. alet ve edevatın kullanılması bid’at sayılmaz. Yine teravih namazını cemaatle ve 20 rekât olarak kılmak, Cuma namazı öncesinde yahut birinin vefat haberini bildirmek için selâ okumak gibi uygulamalar da bid’at kapsamına girmez. Zira bunların, dolaylı da olsa Sünnet’te aslı vardır. 160. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Cennete girmemekte ısrarla diretenler dışında, ümmetimin tamamı cennete girecektir, buyurdu. Bunun üzerine sahabîler: — Ey Allah’ın Elçisi! Kim cennete girmemekte direnir ki? diye sordular. Peygamber de: — Bana itaat edenler cennete girer; bana karşı gelenler ise, cennete girmemekte diretmiş olurlar, buyurdu. 161. Seleme bin Amr bin Ekvâ radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre,


1. ARİFLERİN YOLU

97

Büsr bin Râî adındaki bir adam, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında sol eliyle yemek yiyordu. Peygamber, ona: — Sağ elinle ye, buyurdu. Adam: — Yapamıyorum, dedi. Bunun üzerine, Peygamber: — O hâlde, yapamaz ol, dedi. Çünkü o, sırf kibrinden dolayı Peygamber’in tavsiyesini reddetmişti. Bu hadiseden sonra, o adam bir daha sağ elini ağzına götüremez oldu. Oysa o, münafıklardan biri de değildi. Zaten öyle olsaydı, Peygamber ona bu kadar sert tepki göstermez, diğer münafıkların yapmış olduğu küstahlıklarda olduğu gibi, cezası ahirete ertelenirdi. Aslında iyi bir Müslüman olan Büsr’ün, bir mümine asla yakışmayan bu tavrından dolayı ciddi bir şekilde uyarılması, hatta ibret verici bir cezayla terbiye edilmesi gerekiyordu. Tıpkı Tebük savaşına gitmeyen 80 küsur münafığın “affedilip” suçunu itiraf eden üç Müslüman’ın cezalandırılmasında (22. hadis) olduğu gibi, o da cezalandırıldı. 162. Numân bin Beşîr radıyallahu anhumâ’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Ya namaz kılarken saflarınızı düzeltirsiniz ya da Allah yüzlerinizi ayrı ayrı yönlere çevirir! Cemaatle namaz kılarken, tıpkı cephede düşman karşısında saf tutarcasına, “tuğlaları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi” (Saff 61/4) omuz omuza saf bağlayın. Safları son derece sık ve düzenli tutun. Aksi halde, namaz saflarındaki düzensizlik ve eğrilik, sizin bakış açınıza, ruh dünyanıza olduğu gibi yansır. Böylece ihtilafa düşer, birlik ve beraberliğinizi kaybederek siyâsî, askerî, ekonomik alanlarda başarısızlığa mahkûm olursunuz. Düşman karşısında çözülür, gücünüzü kaybedip parçalanırsınız. Çünkü namazda safların düzenli olmaması, müminlerin ortak hedef ve gayeye sahip olmadıklarının, fikren ve ruhen bölünüp parçalandıklarının, aralarında kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma duygularının zaafa uğradığının göstergesidir.” Müslim’in bir başka rivayeti şöyledir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem namaza durmadan önce, sanki ok kutusundaki okları düzeltir gibi saflarımızı düzeltirdi. Bizim buna iyice alıştığımızı görünceye kadar böyle yapmaya devam etti. Yine bir gün namaza çıkıp namaz kıldıracağı yerde durmuştu. Tam tekbir almak üzereyken, göğsü saf hizasından dışarı çıkmış bir adam gördü ve “Ey Allah’ın kulları! Ya saflarınızı düzeltirsiniz ya da Allah kalplerinize kin ve düşmanlık koyarak sizi ihtilâfa düşürüp yüzlerinizi ayrı ayrı yönlere çevirir!” buyurdu. 163. Ebu Musa el-Eş’arî radıyallahu anh şöyle demiştir:


98

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Medine’de bir ev, geceleyin ev halkı ile birlikte yanmıştı. Durum Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e haber verilince “Size birçok yararları olan bu ateş, aynı zamanda sizin düşmanınızdır. Dikkat edilmediği takdirde, çok büyük felaketlere yol açabilir. O halde, uyumadan önce onu mutlaka söndürün!” buyurdu. 164. Yine Ebu Musa radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Allah’ın benim vasıtamla göndermiş olduğu hidayet ve ilim, tıpkı yeryüzüne yağan sağanak yağmura benzer. Yağmur nasıl kurumuş toprağa yeniden hayat vererek orada bitkilerin yeşermesini, rengârenk çiçeklerin açmasını, tatlı meyvelerin yetişmesini sağlıyorsa, Allah’ın gönderdiği vahiy de ölü kalpleri öylece diriltir, inançlı ve ahlaklı bir toplumun yetişmesini sağlar. Ancak her toprak parçası, bu yağmurdan aynı oranda nasip almaz: Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır; yağmur suyunu emer ve bereketli çayırlar, otlar bitirir. Bir kısmı da çoraktır, suyu emmeyip üstünde tutar. Allah, burada biriken su ile insanları faydalandırır. İnsanlar hem o suyu içerler hem de onunla hayvanlarını sular ve ziraatlarını yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, sert ve eğimlidir. Ne suyu tutar, ne de ot bitirir. İşte bu misalde anlatılan birinci toprak örneği, Allah’ın dinini öğrenip benim aracılığımla gönderilen hidayet ve ilimden faydalanan, ikinci toprak örneği onu hem öğrenip hem de başkalarına öğreten ve üçüncü toprak örneği de Allah’ın benimle gönderdiği hidayete hiç ilgi göstermeyen, onu reddeden kimsenin örneğidir.” 165. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Benim ve sizin durumunuz, yakmış olduğu ateşe doğru uçuşan cırcır böceklerine ve kelebeklere engel olmaya, onları kurtarmaya çalışan adamın misaline benzer. Adam ateşe düşmesinler diye böcekleri oradan uzaklaştırmaya çalışır fakat ateşin parlaklığına aldanan böcekler, sonlarının ne olacağını hiç düşünmeden, ısrarla o ateşe doğru uçmak isterler. İşte sizden bazıları da dünyanın gelip geçici süsüne, göz kamaştıran sahte cazibesine aldanıp böyle bilinçsizce kendilerini ateşe atmak istiyorlar. Ben ateşe düşmeyesiniz diye sizi elbisenizden, kuşağınızdan tutup çekiyorum, siz ise elimden kurtulup ateşe girmeye çalışıyorsunuz. Ben size helal ve haramın sınırlarını öğretiyor,


1. ARİFLERİN YOLU

99

cehenneme götürecek davranışlar konusunda sizleri uyarıyorum. Buna rağmen siz arzu ve heveslerinize uyarak haramlara dalmak, sonu ateş ve hüsran olan işler yapmak istiyorsunuz.” 166. Yine Câbir radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zamanında çatal kaşık yoktu. Bu yüzden insanlar elleriyle yemek yiyorlardı. Peygamberimiz de sulu olmayan yemekleri sağ elinin baş, işaret ve orta parmaklarını kullanarak yerdi. Ancak yemekten önce, ellerin mutlaka yıkanmasını emrederdi. Yemekten sonra da parmakları yalamayı, yemek tabağını silmeyi tavsiye etti ve: “Bereketin yemeğin neresinde olduğunu bilemezsiniz. Öyleyse, parmaklarınıza yapışan yemek kırıntılarını çöpe atıp israf etmeyin. Tabağınıza da sadece yiyeceğiniz kadar yemek koyun ve içinde yemek artığı bırakmayın, iyice temizleyin.” buyurdu. Müslim’in bir başka rivayeti şöyledir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Birinizin lokması yere düşerse, hemen onu alsın ve üzerindekileri temizleyip yesin, onu şeytana bırakmasın. Parmaklarını yalamadıkça da elini mendille silmesin. Çünkü bereketin yemeğin hangi kısmında olduğunu bilemezsiniz.” Yine Müslim’de yer alan bir diğer rivayet şöyledir: Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Şeytan, sizin her işinizde yanı başınızda bulunur. Hatta yemek yerken bile sizden ayrılmaz. O halde, birinizin lokması düşerse, üzerindekileri temizleyip onu yesin. Temizlenmesi mümkün değilse, o zaman kedi, köpek, kuş gibi bir hayvana versin. Allah’ın ihsan ettiği nimetleri israf ederek, çöpe atarak şeytana bırakmasın.” 167. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bir gün bize nasihatte bulunmak üzere aramızda ayağa kalkıp şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Sizler hesap günü yalınayak, çıplak ve sünnetsiz bir hâlde, yani ilk yaratılış hâlinizle Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız. Tıpkı ayette buyrulduğu gibi: ‘Kâinatı ilkin yoktan var ettiğimiz gibi, onu elbette yeniden yaratacağız. Yerine getirmeyi taahhüt ettiğimiz bir sözdür bu. Biz elbette sözümüzde duracak, bunu mutlaka yapacağız.’ (21-Enbiya: 104). Haberiniz


100

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

olsun ki, Mahşer Günü insanlar arasında ilk elbise giydirilen kişi, Peygamberlerin önderi İbrahim aleyhisselâm olacaktır. Dikkat edin; o gün ümmetimden bir takım kimseler getirilip sol tarafa, cehennem tarafına konulacaklar. Ben de: — Ey Rabb’im, bunlar benim ashabımdır, diyeceğim. Bunun üzerine, bana: — Bunların senden sonra ne işler ortaya çıkardıklarını ve ne kötülükler yaptıklarını sen nereden bileceksin? denir. Ben de salih kulun, yani İsa aleyhisselâmın Mahşer Günü dediği gibi diyeceğim: — Ya Rab! Ben aralarında bulunduğum sürece, yaptıklarına bizzat şahit idim. Bu süre içinde olup bitenlere tanıklık edebilirim. Fakat Sen beni öldürüp aralarından alınca, artık onlar üzerinde tek gözetleyici sendin. Doğrusu Sen, her an her şeye şahitsin. Eğer onları cezalandıracaksan, şüphesiz onlar Senin affına muhtaç aciz kullarındır; ama onları bağışlarsan, doğrusu merhamet ve hikmetinle bunu yapmaya da kadirsin. Zira Sen, sonsuz kudret ve hikmet sahibisin (5-Mâide: 117–118). Bunun üzerine, bana: — Gerçekten onlardan bir kısmı, sen aralarından ayrıldığın andan itibaren gerisin geriye dinden dönüp inkârcılığa, cahiliye adetlerine yönelmeye devam ettiler, denilecek.” Nitekim Ebu Bekir radıyallahu anh’ın halifeliği zamanında, birçok bedevi kabile İslam’ın hükümlerini reddederek dinden dönmüş ve Müslümanlarla savaşmışlardır. 168. Abdullah bin Mugaffel radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sapan taşı atmayı yasakladı ve: “O ne avlanmaya, ne de düşman öldürmeye yarar. O sadece göz çıkarır ve diş kırar.” buyurdu. Müslim’de yer alan bir başka rivayet şöyledir: Abdullah bin Muğaffel’in yakınlarından biri sapanla taş atıyordu. Abdullah ona bunu yapmamasını söyleyerek şöyle dedi: — Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, canlı hedef gözeterek sapanla taş atmayı yasakladı ve “Çünkü bununla av avlanılmaz.” buyurdu. Daha sonra o adam yine sapanla taş atınca, Abdullah bin Muğaffel: — Ben sana Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bunu yasakladığını söylüyorum, sen ise hâlâ aynı şeyi yapmaya devam ediyorsun. Eğer bunu bir daha


1. ARİFLERİN YOLU

101

yapacak olursan, artık seninle asla konuşmayacağım! Aslında bir Müslüman’la üç günden fazla küs kalmak haramdır. Fakat tüm uyarılara rağmen Allah’ın ve Elçisi’nin emir ve yasaklarını dinlememekte ısrar eden kimselerle ilişkiyi kesmek ve tövbe edinceye dek onlarla konuşmamak caiz, hatta bazen gereklidir, dedi. 169. Âbis bin Rabîa şöyle diyor: Ben Ömer bin Hattâb’ın, İbrahim Peygamber tarafından tavafın başlangıç noktasını göstermek üzere Ka‘be’nin yan tarafına konulmuş olan siyah taşı yani Hacerü’l-Esved’i öptüğünü gördüm. Fakat Ömer, bir kısım cahiller bunu İslâm öncesi cahiliye döneminde olduğu gibi taşlara ve putlara ibadet zannederler diye korkmuştu. Çünkü insanlar putlara tapınma devrinden henüz yeni kurtulmuşlardı. Cahiliye devrinde, bir taşa veya puta dokunmanın, onlara saygı göstermenin ve onları öpmenin kişiyi Allah’a yaklaştıracağına, birtakım hastalıklarına şifa olacağına inanılırdı. Onun için Hz. Ömer, zihinlerde oluşabilecek şüpheleri bertaraf etmek amacıyla, o taşı öperken diyordu ki: “Ey taş! Ben senin yalnızca bir taş olduğunu, herhangi bir fayda veya zarar veremeyeceğini biliyorum. Seni öpüp selamlayışımın tek sebebi, Peygamber’in bize bunu bir ibadet olarak öğretmiş olmasıdır. Çünkü sebep ve hikmeti bilinip anlaşılmasa bile, Peygamber’in sünnetine tâbi olmak gerekir. Ben nasıl Allah emrettiği için Ka‘be’ye doğru yönelerek namaz kılıyorsam, Peygamber’in sünnetine uyarak da seni öpüp selamlıyorum. Eğer Peygamber’in seni öptüğünü görmeseydim, ben de öpmezdim!”

17. BAB: ALLAH’IN HÜKMÜNE İTAAT İLAHİ HÜKÜMLERE BOYUN EĞMENİN GEREKLİLİĞİ VE BU HÜKÜMLERE DAVET EDİLEN, İYİLİK YAPMA VE KÖTÜLÜKTEN UZAKLAŞMA TAVSİYESİNE MUHATAP OLAN KİŞİNİN NASIL KARŞILIK VERECEĞİ Konu ile İlgili Ayetler: 1. Hayır! İnanan bir insan Allah’ın kanunlarına nasıl karşı gelebilir? Ey Muhammed! Rabb’ine yemin olsun ki, onlar, aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda seni hakem tayin edip de, verdiğin hükme karşı içlerinde en ufak bir sıkıntı duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkları sürece, iman etmiş olamazlar! (Nisâ, 4/65) 2. Gerçek müminler, aralarında hükmetmesi için Allah’a ve dolayısıyla Elçisi’ne çağrıldıkları zaman, ancak “İşittik ve itaat ettik!” diye cevap verir ve derhal Allah’ın hükmüne boyum eğerler. İşte kurtuluşa erecek olanlar,


102

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

yalnızca bunlardır. (Nûr, 24/51) Konu ile İlgili Hadisler: 170. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. İçinizdeki kötü niyet, duygu ve düşünceleri açığa vursanız da gizleseniz de, Allah sizi ondan dolayı hesaba çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini cezalandırır. Hiç kuşku yok ki, Allah’ın her şeye gücü yeter.” mealindeki Bakara suresinin 284. ayeti nazil olunca, bu ayetin hükmünü yerine getirmek Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in arkadaşlarına çok ağır geldi. İlâhî hükümlere itaat konusunda son derece duyarlı ve dikkatli olan bu insanlar, gönüllerinden geçiveren her şeyden dolayı hesaba çekileceklerini, ellerinde olmayan bu gibi hususlardan da sakınmaları gerektiğini zannetmişlerdi. Bunun üzerine, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna geldiler ve dizlerinin üzerine çökerek: — Ey Allah’ın Elçisi! Bizler şu ana kadar namaz, cihad, oruç ve sadaka gibi gücümüzün yettiği ibadetlerle yükümlü tutulduk ve hepsini de gücümüz yettiğince yerine getirdik. Fakat şimdi sana, kalbimizden geçen şeylerden de hesaba çekileceğimizi haber veren bu ayet nazil oldu, işte buna güç yetiremeyiz, dediler. Bunun üzerine, Peygamberimiz: — Siz şimdi, sizden önce kendilerine kitap verilen Yahudi ve Hıristiyanların dediği gibi, “İşittik ve isyan ettik!” mi demek istiyorsunuz? Hayır, bilakis “İşittik ve itaat ettik! Bizi bağışla, ey Rabb’imiz! Dönüşümüz elbet sanadır!” deyin, buyurdu. Sahâbîler bu sözleri iyice öğrenip içlerine sindirince, yüce Allah şu ayeti gönderdi: “Peygamber, Rabb’inden kendisine gönderilen her şeye gönülden iman etmiştir, ona tâbi olan müminler de… Onların hepsi de Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inanırlar. Bütün peygamberlerin aynı kaynaktan geldiğini, aynı mesajı taşıdığını bilerek, “Biz onlar arasında hiçbir ayrım gözetmeyiz.” derler. En çetin ve dayanılmaz imtihanlarda, en ağır şartlarda bile: “Çağrını işittik ve tüm kalbimizle emrine boyun eğdik, fakat yine de lâyık olduğun itaati sana gösteremedik, bağışla bizi ey Rabb’imiz; dönüşümüz elbet Sanadır!” dediler (2-Bakara: 285).” Ashab bu ayetin gereğini yapıp onda emredilen teslimiyet tavrını ortaya koyunca, Allah, “İçinizdekileri açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi ondan do-


1. ARİFLERİN YOLU

103

layı hesaba çeker; sonra dilediğini bağışlar, dilediğini cezalandırır.” ayetini neshetti. Yani, aşırı hassasiyetlerinden dolayı Ashab’ın o ayetten anladıkları yanlış manayı izale etti ve ayette bildirilen sorumluluk sınırının doğru anlaşılmasını sağlayan şu ayeti indirdi: “Allah hiç kimseye, gücünün üstünde bir sorumluluk yüklemez. İnsanın kendi özgür iradesiyle, bilerek ve isteyerek yaptığı iyilikler kendi lehine, bilerek ve isteyerek işlediği kötülükler de kendi aleyhinedir. Hani siz Peygamber’in huzurunda şöyle dua etmiştiniz: “Ey Rabb’imiz, eğer unutur veya yanılır isek, istemeden, bilmeden işlediğimiz günahlardan dolayı bizi sorumlu tutma!” Allah da, “Evet, duanızı kabul ettim!” buyurdu. “Ey Rabb’imiz! Bizden önceki ümmetlere isyankârlıklarından dolayı yüklediğin gibi, bize de ağır görev ve yükümlülükler verme!” Allah yine, “Evet!” dedi. “Ey Rabb’imiz, güç yetiremeyeceğimiz sorumluluğu bize yükleme. İnsanın dayanma gücünü esasen aşmasa bile, bizim eksikliğimizden ve irademizin zayıflığından kaynaklanan sebeplerle başarmakta zorlanacağımız, altından kalkamayacağımız ağır sorumluluklarla, dehşet verici belâ ve imtihanlarla yüz yüze getirme bizi ya Rab! Günahlarımızı bağışla, bizi affet, bize merhamet eyle. Sensin bizim Mevla’mız, efendimiz, gerçek dostumuz. O hâlde, senin ayetlerini inkâr eden şu inkârcı topluma karşı Sen bize yardım et! (2-Bakara: 285)” Allah bu duaya da, “Evet, kabul ettim!” buyurdu. Böylece, “İçinizdekileri açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi ondan dolayı hesaba çeker; sonra dilediğini bağışlar, dilediğini cezalandırır.” ayetinin, “Elinizde olmadan aklınıza geliveren kötü düşüncelerinizi bağışlar, bilerek ve isteyerek kurduğunuz haince niyet ve düşüncelerinizi de –eğer cezayı gerektiriyorsa– cezalandırır. Çünkü Allah, hiç kimseye gücünün üstünde bir sorumluluk yüklemez.” şeklinde anlaşılması gerektiği ortaya çıktı.

18. BAB: BİD’AT VE HURAFELERDEN SAKINMAK BİDATLERDEN VE DİNDE ASLI OLMAYIP SONRADAN DİNE EKLENEN ŞEYLERDEN UZAK DURMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Hakikatin ötesinde, sapıklıktan başka ne var ki? Kur’ân ve sünnette ye-


104

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

ri olmayan, bu iki temele aykırı olarak ortaya çıkan her türlü inanç, ibadet ve uygulama, insanların yoldan çıkmasına sebep olan bir sapma, bir dalâlettir. (Yunus, 10/32) 2. Yeryüzünde yürüyen ve sürünen ne kadar hayvan, gökyüzünde kanat çırparak uçan ne kadar kuş varsa, hepsi sizin gibi ekolojik denge içinde yer alan birer topluluktur. Biz, evren kanunlarının yazılı olduğu o Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. (En’âm, 6/38) 3. Ey iman edenler! Allah’a kayıtsız şartsız itaat edin, O’nun buyruklarını size ileten bir elçi olarak Peygamber’e de kayıtsız şartsız itaat edin. Bir de, Kur’ân ve sünnete aykırı hüküm vermedikleri sürece, sizin gibi müminlerden olan ve bu iki kaynak tarafından yetki sahibi kılınan kimselere itaat edin. Fakat onlara itaat, Allah’a ve Peygamber’e itaat gibi kayıtsız şartsız olmamalıdır. Şayet herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, -eğer Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız- o anlaşmazlık konusunu Allah’a ve Peygamber’e danışmalısınız. Yani, yöneteni yönetileniyle, âlimi cahiliyle, kadını erkeğiyle ey müminler! Sizi yöneten idarecilerle, size dininizi öğreten âlimlerle, ailenizin bir ferdiyle veya diğer insanlarla herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, çözüm için Allah’ın Kitabı’na yani Kur’ân’a ve sünnete başvurmalısınız. Bunu yapmak için de, -en azından ortaya konan delilleri anlayabilecek düzeyde- Kur’ân ve sünnet bilgisine sahip olmanız gerekmektedir. Eğer anlaşmazlığın çözümüyle ilgili Kur’ân ve sünnette açık bir hüküm bulamazsanız, bu iki kaynağın temel prensipleri çerçevesinde çözümler üretmelisiniz. İşte bu, sizin için en hayırlı ve sonuç itibariyle en güzel davranış şeklidir. (Nisâ, 4/59) 4. İşte benim uymakla yükümlü olduğum ve tavsiye ettiğim dosdoğru yolum budur! Öyleyse bu yolu izleyin, batıl yollara yönelmeyin; aksi halde bunlar, sizi paramparça edip Allah’ın yolundan ayırırlar. (En’am, 6/153) 5. Ey Muhammed! Allah’ı sevdiğini iddia eden ve O’nun sevgisini kazanmak isteyen kimselere de ki: “Allah’ı gerçekten seviyorsanız, Allah’ın emirlerini size ileten bir Elçi olarak bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmrân, 3/31) Konu ile İlgili Hadisler: 171. Âişe radıyallahu anhâ’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:


1. ARİFLERİN YOLU

105

“Kim inanç, ibadet, muamelat gibi konularda, bizim dinimizde olmayan yeni bir şey uydurup dine katarsa, bu kesinlikle kabul edilemez. Sözde daha dindar olabilmek adına Kur’ân’da ve Peygamber’in sünnetinde bulunmayan birtakım ibadetler ortaya çıkaran kimse daha dindar değil, dine ilavelerde bulunan bir bid’atçidir. Kendisi ve yaptığı işi asla kabul edilemez. Bunun aksine, Kur’ân ve sünnettin öngördüğü ibadet ve amelleri yok sayan, noksanlaştıran veya değiştiren, böylece dini tahrif eden kişiler de bid’atçidir. Ancak zamanla ortaya çıkan ihtiyaçlar sebebiyle geliştirilen farklı uygulamalar, bir takım icat ve yenilikler, Kur’ân ve Sünnet ölçülerine aykırı olmadıkça, reddedilen bid’atler sınıfından sayılmaz.” Müslim’de yer alan bir diğer rivayet şöyledir: “Kim bizim üzerinde bulunduğumuz yola –yani Kur’ân ve sünnetin ortaya koyduğu prensiplere– aykırı bir iş yaparsa, bu kesinlikle kabul edilemez.” 172. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bize hutbe verirken gözleri ışıl ışıl parlar, sesi iyice yükselirdi. Tıpkı, “Düşman bu sabah veya akşam vakti üzerinize hücum edecek, kendinizi koruyun!” diye ordusunu uyaran bir kumandan edasıyla, son derece heyecanlı ve etkileyici konuşmalar yapardı. Yine bir gün bize hitap ederken, şehadet parmağı ile orta parmağını yan yana getirerek: “Benimle kıyametin arasının, şu iki parmağın arası kadar yakın olduğu bir zamanda ben peygamber olarak gönderildim!” dedi. Sonra da sözlerine şöyle devam etti: “Bundan sonra söyleyeceğim şudur: Sözlerin en güzeli Allah’ın Kitabı, yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. Müminler, her konuda Kur’ân’a ve sünnete danışmalı, bütün problemlerinin çözümünü bu iki kaynakta aramalıdırlar. İşlerin en kötüsü ise, sonradan ortaya çıkarılmış olan bid’atlerdir. Her bid’at, kişiyi doğru yoldan saptırıp cehenneme sürükleyen bir dalâlettir.” Sonra şöyle buyurdu: “Ben müminlere, kendi nefislerinden daha yakınım. Onlar beni nasıl kendi canlarından önde görüyorlarsa, ben de onların bütün dertlerini, ihtiyaçlarını gözetirim. Dolayısıyla, bir mümin ölürken mal bırakırsa, o mal kendi yakınlarına aittir. Fakat miras bırakacak herhangi bir malı olmadığı hâlde, geride borç veya yetimler bırakırsa, o borcu ödemek ve o yetimlere bakmak, İslâm devletinin başkanı ve müminlerin yöneticisi olarak –devletin gücü ve imkânları elverdiği ölçüde– benim görevimdir.”


106

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Yukarıda geçen ve İrbâz bin Sâriye radıyallahu anh tarafından rivayet edilen 159 no’lu hadis de bu konuyla ilgilidir.

19. BAB: İYİ VEYA KÖTÜ ÇIĞIR AÇANLAR Konu ile İlgili Ayetler: 1. Onlar, “Ey yüce Rabb’imiz!” diye yalvarırlar, “Bize, yüzümüzü güldürecek, gözümüzün aydınlığı olacak tertemiz eşler ve çocuklar bahşet ve bizi dürüst ve erdemlice yaşayan, çirkin davranışlardan sakınan kimseler için dünyada iyilik ve güzellikleri yayma konusunda örnek ve öncü kıl!” (Furkan, 25/74) 2. Biz onları, buyruklarımız doğrultusunda insanlığa doğru yolu gösteren birer önder yaptık ve onlara iyi işler yapmayı, namazı kılmayı ve zekâtı vermeyi emrettik. Çünkü onlar, hayat programlarını gönderdiğimiz hükümler doğrultusunda şekillendirerek, yalnızca Bize kulluk eden kimselerdi. (Enbiya, 21/73) Konu ile İlgili Hadisler: 173. Cerir bin Abdullah radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün erken vakitlerde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda bulunuyorduk. Derken tamamına yakını, belki de hepsi Mudar kabilesine mensup bir topluluk çıkageldi. Örtülerini ve abalarını delerek başlarından geçirip kendilerine elbise yapmış, kılıçlarını da boyunlarına asmışlardı. Fakirlikten yarı çıplak bir vaziyetteydiler. Onların bu içler acısı hâlini görünce, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yüzünün rengi değişti. Hemen odasına girdi, sonra çıkıp Bilâl’e ezan okumasını emretti. Bilâl ezan okudu, ardından kamet getirdi ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem cemaate namaz kıldırdı. Sonra bir konuşma yaparak şunları söyledi: “Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratan, sonra ondan eşini var eden ve bu ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yeryüzüne yayan Rabb’inize karşı gelmekten sakının!” “Evet, adına yeminler edip dileklerde bulunduğunuz Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ve aranızdaki akrabalık bağlarını koparmamaya büyük özen gösterin! Unutmayın ki, Allah hepinizi görüp gözetmektedir (Nisâ, 4/1).” Sonra da Haşr suresinin sonundaki şu ayeti okudu: “Ey iman edenler! Allah’ın emirlerine karşı duyarlı ve saygılı olun! Herkes kendini şimdiden hesaba çeksin ve yarınki ebedî hayat için ne hazırla-


1. ARİFLERİN YOLU

107

dığına baksın (Haşr, 59/18).” Sonra sözlerine devamla: “Her biriniz sahip olduğu altından, gümüşten, elbiseden ve bir ölçek bile olsa buğdayından, hurmasından Allah için şu fakirlere sadaka versin. Hatta bulamayan, yarım hurma bile olsa bir şeyler versin!” buyurdu. Bunun üzerine Medineli Müslümanlardan biri, ağırlığından dolayı kaldırmakta zorluk çektiği, hatta kaldıramadığı bir torba getirdi. Yiyeceklerle dolu bu torbayı Allah için verdiğini söyledi. Bunu gören ahali, birbiri peşine gelip sadaka vermeye başladı. Sonunda yiyecek ve giyecekten iki büyük yığın meydana geldiğini gördüm. Baktım ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yüzü gülüyor, altın gibi parlıyordu. Sonra Allah Rasulü şöyle buyurdu: “Kim İslam yolunda yaptığı güzel bir davranışla bir hayra öncülük ederek iyi bir çığır açarsa, ona hem bu iyiliğinin sevabı, hem de kendisinden sonra onu örnek alıp açtığı yolda yürüyenlerin sevabı –onların sevabından hiçbir şey eksilmeksizin– verilecektir. Her kim de İslam yolunda kötü bir işe öncülük ederek kötü bir çığır açarsa, ona da hem kendi kötülüğünün günahı, hem de kendisinden sonra onun açtığı yolda yürüyenlerin günahı – onların günahlarından hiçbir şey eksilmeksizin– verilecektir.” 174. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Haksız yere öldürülen her insanın ölümünde, Âdem’in Kâbil adındaki ilk oğlunun mutlaka bir günah payı vardır. Çünkü o, kardeşi Hâbil’i öldürerek adam öldürme çığırını ilk başlatan kişidir. Kâbil, kendisinden etkilenerek masum insanların kanını akıtan, böylece onun açtığı bu kötü çığırda yürüyen herkesin günahından bir pay alır ve bu, onların günahından hiçbir şey eksiltmez.”

20. BAB: HAYRA ÖNCÜLÜK ETMEK BİR İYİLİĞİN YAPILMASINA VESİLE OLMAK, İNSANLARI DOĞRU YOLA VEYA DALALETE ÇAĞIRMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey mümin! Sana Allah’ın ayetleri ulaştıktan sonra, artık hiç kimse ve hiçbir güç seni ondan alıkoymasın. Tam tersine; bıkıp usanmadan, ulaşabildiğin bütün insanları Rabb’ine kulluk ve ibadete çağır ve sakın O’ndan başka varlıkların egemenliğine boyun eğen o müşriklerden olma! (Kasas, 28/87) 2. İnsanları tatlı dille, hikmetle ve ibret verici güzel öğütlerle Rabb’inin yo-


108

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

luna çağır. Tartışmak gerektiğinde, kaba ve kırıcı davranmadan, gönül incitmeden, akıl ve sağduyularına seslenerek onlarla tatlı bir üslupla, en güzel şekilde tartış. (Nahl, 16/25) 3. Ey iman edenler! (…) Yeryüzünde zulüm ve haksızlığı ortadan kaldırmak üzere, kitleler hâlinde örgütlenerek zalimlere karşı ortak bir cephede birleşin. Ahlakî değerleri yeniden yücelterek iyilikleri yaygınlaştırma ve zulme karşı tek yumruk olarak kötülükleri engelleme konusunda birbirinizle yardımlaşın; günah işlemek ve düşmanlıkları körüklemek amacıyla yardımlaşmayın. (Maide, 5/2) 4. İçinizden insanlığı hayra çağıran, Kur'an’ın öngördüğü evrensel adalet ölçüleri çerçevesinde iyiliği emreden ve kötülükleri önlemeye çalışan yönetme ve yönlendirme yetkisine sahip organize bir topluluk bulunsun. İşte gerçek anlamda mutluluğa ve kurtuluşa erenler, bunlardır. (Âl-i İmran, 3/104) Konu ile İlgili Hadisler: 175. Bedir mücahitlerinden Ukbe bin Amr radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir iyiliğin yapılmasına öncülük eden, o işin yapılmasında oynadığı role göre, o iyiliği yapan kişinin aldığı gibi sevap alır.” 176. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim insanları iyiliğe, doğru yola çağırırsa, o kimseye, kendisine uyanların sevapları kadar sevap verilir. Ona uyanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmez. Her kim de insanları kötülüğe, eğri yola çağırırsa, ona da kendisini izleyenlerin günahları kadar günah verilir. Ona uyanların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.” 177. Sehl bin Sa’d es–Sâidî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Hayber savaşı sırasında şöyle buyurmuştur: — Yarın bu sancağı öyle bir kahramana teslim edeceğim ki, Allah onun eliyle Hayber kalesinin fethini nasip edecektir. O Allah’ı ve Elçisini sevmekte, Allah ve Elçisi de onu sevmektedir. Bunun üzerine sahabîler, sancağın içlerinden kime verileceğini konuşarak geceyi geçirdiler. Sabah olunca, hepsi sancağın kendisine verileceği ümidi ile Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna koştular. Rasulullah:


1. ARİFLERİN YOLU

109

— Ali bin Ebî Tâlib nerede? diye sordu. Sahâbîler: — Ya Rasulallah! O gözlerinden rahatsızdır, savaşamaz, dediler. Peygamber: — Ona birini gönderin, hemen buraya gelsin! buyurdu. Ali radıyallahu anh derhal oraya getirildi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onun gözlerini tükürüğü ile sıvazladı ve kendisine dua etti. Ali radıyallahu anh’ın gözleri iyileşiverdi, sanki hiç hastalanmamış gibi oldu. Sonra Peygamber sancağı ona verdi. Ali radıyallahu anh: — Ya Rasulallah! Bizim gibi mümin oluncaya kadar mı onlarla savaşacağım? diye sordu. Peygamber de buyurdu ki: — Onları hiç ürkütmeden, gayet sakin bir şekilde yanlarına var. Sonra onları İslam’a davet et ve uymaları gereken ilahi yükümlülükleri kendilerine bildir. Allah’a yemin ederim ki, senin vasıtanla Allah’ın bir tek kişiyi doğru yola iletmesi, senin için kırmızı develere –yani dünyanın en kıymetli nimetlerine– sahip olmaktan daha hayırlıdır. 178. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Eslem kabilesinden bir genç: — Ya Rasulallah! Ben savaşa katılmak istiyorum, fakat gerekli malzemelere sahip değilim, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Filan kişiye git. O harbe gitmek üzere hazırlanmıştı, fakat hastalandı, buyurdu. Delikanlı o adamın yanına gitti ve: — Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sana selam ediyor ve savaş için hazırladığın araç gereçlerini bana vermeni söylüyor, dedi. Bunun üzerine adam, hanımına seslenerek: — Hanım! Hazırladığım savaş malzemelerinin hepsini bu delikanlıya ver ve onlardan geriye hiçbir şey bırakma. Allah aşkına, onlardan hiçbir şey bırakma ki, bu sayede hayır ve bereketlere nail olalım, dedi.

21. BAB: İYİLİK VE TAKVADA YARDIMLAŞMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey iman edenler! (…) Ahlakî değerleri yeniden yücelterek iyilikleri yaygınlaştırma ve zulme karşı tek yumruk olarak kötülükleri engelleme konusunda birbirinizle yardımlaşın; günah işlemek ve düşmanlıkları körüklemek amacıyla yardımlaşmayın. (Maide, 5/2) 2. Akıp gitmekte olan zamana, asra andolsun ki, insanoğlu gerçekten zi-


110

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

yandadır! Ve insanlık tarihi buna şahittir. Ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, bu imana yaraşır güzel ve yararlı davranışlar ortaya koyan, birbirlerine hakkı hukuku, adaleti, doğruyu ve gerçeği öğütleyen ve zulme karşı verdikleri mücadelede birbirlerine güç ve cesaret vererek, bu yolda karşılaşacakları zorluk ve sıkıntılar karşısında ümitsizliğe kapılmadan, yılgınlığa düşmeden direnmeyi öğütleyenler müstesna. İşte yalnızca bunlardır, hüsrandan kurtulup –dünyada ve ahirette– kurtuluşa erecek olanlar. (Asr, 103/1–3) Konu ile İlgili Hadisler: 179. Zeyd bin Hâlid el–Cühenî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim bir mücahidin Allah yolunda savaşması için gerekli olan araç gereç ve diğer ihtiyaçlarını karşılarsa, cihada gitmiş gibi sevap kazanır. Kim Allah yolunda cihada çıkan bir mücahidin geride bıraktığı ailesine güzelce bakıp onların ihtiyaçlarını karşılarsa, o da cihada gitmiş gibi sevap kazanır.” 180. Ebu Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, o zamanlar henüz Müslüman olmayan Hüzeyl kabilesinin Lihyân Oğulları kolu üzerine bir ordu göndermeye karar verince: “Bir ailede bulunan her iki kişiden biri cihada gitsin. Geride kalanlar cihada gidenlerin ailelerinin geçimini temin edip ihtiyaçlarını karşıladıkları, çoluk çocuklarıyla ilgilenerek onlara yardımcı oldukları takdirde, kazanılacak sevap ikisi arasında ortaktır.” buyurdu. 181. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Medine yakınlarındaki Ravha denilen yerde bir deve kervanına rastladı. Onlara selam verdikten sonra: — Sizler kimlersiniz? dedi. Onlar: — Biz Müslümanlarız, ya sen kimsin? diye sordular. Peygamber efendimiz: — Ben Allah’ın Elçisiyim, dedi. Sonra kafileden bir kadın, kucağındaki küçük bir çocuğu Peygamberimize doğru kaldırarak: — Bu çocuğun haccı olur mu ya Rasulallah? diye sordu. Peygamber: — Evet, ayrıca onun haccına vesile olduğun için sana da sevap vardır, buyurdu. 182. Ebu Musa el–Eş’arî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Pey-


1. ARİFLERİN YOLU

111

gamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kendisine emanet edilen sadaka malını, gönül hoşluğu ile ve eksiksiz olarak, verilmesi istenen kimselere veren güvenilir Müslüman emanetçi, o sadakayı veren kişi gibi sevap kazanır.”

22. BAB: NASİHAT Konu ile İlgili Ayetler: 1. Müminler birbirlerine düşman olamazlar, onlar ancak kardeştirler. O hâlde, müminler arasında çıkabilecek anlaşmazlıklara seyirci kalmayın, tatlı dille öğüt verip uyararak din kardeşlerinizin arasını düzeltin. (Hucurat, 49/10) 2. Nuh aleyhisselâm kavmine seslenerek dedi ki: “Ben size kendi görüşlerimi, kuruntu ve saplantılarımı değil, doğrudan doğruya Rabb’imin mesajlarını iletiyor ve size güzelce öğüt veriyorum. (Âraf, 7/62) 3. Hud Peygamber dedi ki: “Ey halkım! Ben size Rabb’imin mesajlarını iletiyorum. Emin olun ki, ben size güzelce öğüt veren ve iyiliğiniz için çırpınan gerçek bir dost, güvenilir bir kimseyim.” (Âraf, 7/68) Konu ile İlgili Hadisler: 183. Temîm bin Evs ed–Dârî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Din, esas olarak ihlâs ve samimiyetten ibarettir. Dinin özü, her işinde, her sözünde dürüst ve samimi olabilmektir, buyurdu. Biz kendisine: — Kime karşı, ya Rasulallah? dedik. Peygamber Efendimiz: — Allah’a, Kitabına, Peygamber’ine, müminlerin yöneticilerine ve tüm Müslümanlara karşı dürüst ve samimi olmaktır. Yöneticiler başta olmak üzere bütün müminlere iyiliği, güzelliği tavsiye etmek ve bunları yalnızca Allah rızası için, O’nun kitabına ve Peygamberi’nin sünnetine uygun olarak yapmaktır, buyurdu. 184. Cerîr bin Abdullah radıyallahu anh şöyle diyor: Ben namazı güzelce kılmak, zekâtı vermek ve bütün Müslümanlara karşı dürüst ve samimi davranarak onlara daima nasihatte bulunmak üzere, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bağlılık sözü vererek biat ettim. 185. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


112

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Sizden biriniz kendisi için arzu ettiği dünya ve ahiret nimetlerini din kardeşi için de arzu etmedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”

23. BAB: İYİLİĞİ EMRETMEK, KÖTÜLÜKTEN SAKINDIRMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. İçinizden, insanlığı hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükleri önlemeye çalışan organize bir topluluk bulunsun. İşte gerçek anlamda mutluluğa ve kurtuluşa erenler, bunlardır. (Âl-i İmran, 3/104) 2. Siz, insanlığın kurtuluş ve mutluluğu için yeryüzü sahnesine çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Hayata doğrudan müdahale eden toplumsal bir güç olarak insanlara adaleti, doğruluğu, iyiliği emreder; zulme, haksızlığa, isyankârlığa, günaha, kötülüklere engel olursunuz. Çünkü siz Allah’a ve O’nun gönderdiği bütün kitaplara ve elçilere gerektiği gibi inanırsınız. (Âl-i İmran, 3/110) 3. Ey mümin! Hakikati görmekte zorluk çeken insanlara kaba ve sert davranma, sen af yolunu tut ve daima iyiliği emret, hakikati bildiği hâlde, inatla ona karşı koyan cahillere aldırış etme. Bu çağrıya kulak verecek tertemiz gönüllere ulaşıncaya dek, bıkıp usanmadan tebliğine devam et. (Âraf, 7/199) 4. Hangi çağda ve hangi toplumda olursa olsun, erkek ve kadın bütün müminler, birbirlerinin yardımcıları, koruyucuları ve velisidirler. Onlar iyilikleri emreder, kötülükleri engellemeye çalışırlar. Namazlarını kılar, zekâtlarını verirler. Allah’a ve Elçisine her konuda içtenlikle itaat ederler. Allah’ın rahmetiyle kuşatacağı kimseler, işte bunlardır. Hiç kuşkusuz Allah, sonsuz kudret ve hikmet sahibidir. (Tevbe, 9/71) 5. İsrail Oğulları arasından Allah’ın elçilerini inkâr edenler, Davud’un ve İsa’nın diliyle lânetlenmişlerdir! Çünkü bunlar, hem Allah’ın emirlerine karşı geliyor, hem de saldırganca davranıp azgınlık ediyorlardı. Onlar, içlerinden biri kötülük yapınca, onu bundan vazgeçirmeye çalışmazlardı. Kendileri ibadetlerini eksiksiz yapar, fakat bunu başkalarına tebliğ etmezlerdi. Kendileri kötülüklerden uzak durur, fakat yapanları engellemeye çalışmazlardı. Böylece kötülükler karşısında susmakla onu onaylamış ve işlenen suça iştirak etmiş olurlardı. Bu davranışları, gerçekten ne kadar çirkindi! (Maide, 5/78, 79) 6. De ki: “İşte size Rabb’inizden, hakikatin ta kendisi olan Kur'an geldi. Artık dileyen ona inansın, dileyen inkâr etsin. (Kehf, 18/29)


1. ARİFLERİN YOLU

113

7. O hâlde, ey İslam davetçisi! Sen, çağdaş Firavunları ürkütmeme adına veya kitlelerin anlayışına ters düşüyor gerekçesiyle bir kısım inanç ve ilkeleri örtbas etmeden, fakat nezaket ve hikmeti de elden bırakmadan ve bıkıp usanmadan, sana açıklaman emredilen hakikatleri korkusuzca haykır. (Hicr, 15/94) 8. Sizden önceki devirlerde yaşamış mümin bir toplum vardı. Bunlar, içlerinden biri kötülük yapınca onu uyarıp engellerlerdi. Fakat zamanla kötülükler artınca, yaptıkları öğüt ve uyarılar fayda vermemeye başladı. Bu yüzden içlerinden bir topluluk, kötülük yapanları engellemeye çalışanlara seslenerek, “Allah’ın zaten yeryüzünden silip helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azaba uğratacağı besbelli olan bir topluma hâlâ ne diye boşu boşuna öğüt verip duruyorsunuz? Belli ki, bu adamların sizi dinlemeye niyetleri yok, artık niçin onlara tebliğ edeceğiz diye çırpınıp duruyorsunuz?” demişti. Doğruları anlatmaya kararlılıkla devam edenler, onlara şöyle karşılık verdiler: “Biz, üzerimize düşeni yaptığımıza dair Rabb’inize karşı bir mazeret sunabilmek için onlara öğüt veriyoruz. Hem ne biliyorsunuz, bakarsınız öğüdümüzden etkilenirler de, dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek günah işlemekten vazgeçerler!” Derken oradaki zalimler, kendilerine yapılan öğüt ve uyarıları göz ardı edip unutunca, kötülükleri engellemeye çalışanları büyük azaptan kurtardık; zulmetmekte direnenleri ve onları uyarma görevini terk ederek bu zulme seyirci kalanları ise, işledikleri günahlardan dolayı şiddetli bir azap ile cezalandırdık. (Ârâf, 7/164, 165) Konu ile İlgili Hadisler: 186. Ebu Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizden her kim bir kötülük yapıldığını görürse, hemen müdahale edip onu eliyle değiştirsin. Aksi hâlde, o kötülüğe ortak olmuş sayılır. Eğer eliyle değiştirmeye gücü yetmezse veya fiili müdahale daha büyük bir kötülüğe sebep olacaksa, diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse, o zaman hiç olmazsa o kötülüğü benimsemesin, kalbiyle onu reddetsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir. Bunu da yapmıyor ve gördüğü günahlardan, kötülüklerden hiçbir rahatsızlık duymuyorsa, artık onda zerre kadar iman kalmamış demektir.” 187. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah’ın benden önce gönderdiği her peygamberin ümmeti içinde, onun sünnetine sarılan ve emrine uyan ihlâslı ve seçkin bir topluluk var-


114

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

dı. Fakat bu temiz neslin ardından, sözleri ile davranışları birbirine uymayan, kendilerine emredilen şeylerin tersini yapan kimseler geldi. Benim ümmetimde de böyle kimseler gelecektir. İşte onlara karşı eliyle mücadele eden mümindir, onlara karşı diliyle mücadele eden mümindir, onlara karşı kalbiyle öfke duyarak karşı koyan da mümindir. Bunu da yapmıyor ve haksızlığa karşı mücadele edenlerin safında yerini almadığı gibi, zalimlere karşı yüreğinde en ufak bir rahatsızlık, bir öfke duymuyorsa, onun kalbinde zerre kadar iman yoktur!” 188. Ubâde bin Sâmit radıyallahu anh diyor ki: Biz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e; Zorlukta ve kolaylıkta, sevinçli ve kederli anlarda, başkaları bize tercih edildiği zamanlarda bile başımızdaki meşru yöneticilerin emrini dinleyip itaat etmeye, Allah’ın Kitabına göre apaçık inkâr sayılan bir söz veya davranış ortaya koymadıkları ve namazı da terk etmedikleri sürece onlara karşı gelmeyeceğimize, Her nerede olursak olalım, daima doğruyu söyleyeceğimize ve Allah’ın emirleri söz konusu olduğunda, hiç kimsenin tehdit ve kınamasından korkmayacağımıza dair kendisine bağlılık sözü vererek biat ettik. 189. Numan bin Beşir radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah’ın çizdiği sınırlara riayet edenlerle bu sınırları çiğneyenlerin durumu, çektikleri kura sonucu bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt katına yerleşen insanların durumuna benzer: Alt kattakiler su almak istediklerinde, üst kattakilerin yanından geçmektedirler. Alt katta oturanlar, kendi aralarında: “Geminin bize ait olan alt kısmında bir delik açıp suyu oradan alalım, böylece üst katımızda oturanları rahatsız etmemiş oluruz.” derler. Şayet üstte oturanlar, alttakileri bu istekleriyle baş başa bırakır ve gemiyi delmelerine seyirci kalırlarsa, gemi su alır ve hep birlikte batıp helâk olurlar. Eğer onlara engel olurlarsa, hem kendileri kurtulur, hem de onları kurtarmış olurlar.” 190. Peygamber’in hanımı ve müminlerin annesi Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


1. ARİFLERİN YOLU

115

— Ey müminler! Benden sonra başınıza birtakım zalim yöneticiler tayin edilecektir. Onların bazı uygulamalarının İslam’a uygun, bazılarının da aykırı olduğunu göreceksiniz. Her kim onların İslam’a aykırı icraatlarını çirkin bulup reddederse, kendisini sorumluluktan kurtarmış ve selamete ermiş olur. Her kim de zulme rıza gösterir ve zalim yöneticilerin emirlerine uyarsa, Allah’a isyan etmiş ve kendisini ateşe atmış olur. Bunun üzerine sahâbîler: — Ya Rasulallah! Bu durumda, onlarla savaşacak mıyız? diye sordular. Peygamber Efendimiz de: — Aranızda namazı ikame ettikleri sürece, hayır! Onlar namaz, oruç, hac, zekât gibi temel İslami yükümlülükleri yerine getirdikleri ve bu prensiplerin toplumda egemen olmasını sağladıkları sürece, –birtakım yanlış işler yapsalar bile– onlara karşı hemen silahlı bir ayaklanmaya kalkışmayın. Onlara güzelce öğüt ve nasihatlerde bulunun. Dinlemezlerse, muhalefetin şiddetini artırın, ama bunu silahlı bir ayaklanmaya dönüştürmeyin. Ancak namaz ibadeti ile sembolleşen temel İslami yükümlülükleri de terk ederlerse, onlara karşı şiddetli bir mücadele başlatın. Hatta müminler arasında bir iç savaşa meydan vermemek şartıyla, gerekli imkân ve şartlar oluştuğunda onlarla savaşın, buyurdu. 191. Müminlerin annesi Zeynep binti Cahş radıyallahu anhâ’nın bildirdiğine göre, bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem korkudan titreyerek onun yanına girdi ve: — La ilahe illallah! Yaklaşan büyük fitnelerden dolayı vay Arab’ın hâline! Bugün Yecûc ve Mecûc denilen saldırgan, istilâcı ve sömürgeci toplumları dizginleyen setlerden şu kadar yer yıkılıp açıldı! Yani o toplumların yeryüzünde fitne çıkarma zamanı biraz daha yaklaştı.” buyurdu ve bunu söylerken, setlerden yıkılan parçanın büyüklüğünü göstermek üzere, başparmağı ile işaret parmağını birleştirerek halka yaptı. Bunun üzerine, ben: — Ey Allah’ın Elçisi! İçimizde iyi insanlar varken de helâk edilir miyiz? diye sordum. Peygamberimiz de: — Kötülük ve günahlar yaygınlaştığı ve iyi insanlar buna müdahale etmediği zaman, evet! Öyleyse, “Yalnızca zalimleri helak etmekle kalmayacak, bütün toplumu kasıp kavuracak bir fitneden kendinizi koruyun!” (8-Enfâl: 25) buyurdu. 192. Ebu Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Yollarda ve sokak kenarlarında oturmaktan sakının, buyurdu.


116

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Sahâbîler: — Ya Rasulallah! Buralarda oturmaya mecburuz, çünkü lüzumlu işlerimizi orada konuşuyoruz, dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: — Mutlaka yol kenarlarında oturmak zorundaysanız, o zaman yolun hakkını verin, buyurdu. — Yolun hakkı nedir, ya Rasulallah? diye sordular. Peygamberimiz: — Gözü haramdan korumak, gelip geçeni rahatsız etmemek, verilen selâmı almak ve iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmaktır, buyurdu. 193. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir adamın elinde altın bir yüzük gördü. Hemen onu çıkarıp attı ve: — Sizden biriniz ateşten bir kor parçasını alıp onu yüzük diye parmağına mı takıyor? buyurdu. Peygamber gittikten sonra o adama: — Yüzüğünü al da ondan başka bir şekilde faydalan, dediler. O da: — Hayır, Allah’a yemin ederim ki, Peygamber onu attıktan sonra ben artık onu asla almam, dedi. 194. Hasan-ı Basri’den rivayet edildiğine göre, Âiz bin Amr radıyallahu anh, Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’i şehit etmiş olan Basra valisi zalim Ubeydullah bin Ziyad’ın yanına girdi ve: — Ey oğul! Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, “Yöneticilerin en kötüsü, idaresi altındakilere sert ve kaba davrananlardır.” buyurduğunu işittim, sakın sen onlardan olma! dedi. Ubeydullah da ona: — Otur yerine! Çünkü sen, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in Ashabı’nın döküntü takımındansın, dedi. Bunun üzerine Âiz: — Onlar arasında döküntü takımından olan var mıydı ki? Döküntü takımından olanlar, onlardan sonrakiler arasından çıktı, diye cevap verdi. 195. Huzeyfe radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya siz iyiliği emredip kötülükten alıkoyarsınız, ya da Allah size yakında öyle bir bela gönderir ki, o zaman Allah’a yakarıp dua edersiniz, ama duanız kabul edilmez.”


1. ARİFLERİN YOLU

117

196. Ebu Said el–Hudrî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda yapılan mücadele ve cihadın en faziletlisi, zalim yöneticiler karşısında hakkı ve adaleti haykırmaktır.” 197. Târık bin Şihâb el–Becelî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bineğinin üzerinde ayağını üzengiye koymuş vaziyette iken, bir adam: — Ya Rasulallah! En üstün, en faziletli cihad hangisidir? diye sordu. Peygamber de: — Zalim yönetici karşısında söylenen hak sözdür, buyurdu. 198. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İsrail Oğulları arasında dinden sapma, ilk defa şöyle başladı: Bir adam günah işlemekte olan bir kimseyle karşılaşınca: “Ey falanca, Allah’tan kork ve bu yaptığından vazgeç! Çünkü bu sana helal değildir!” derdi. Fakat ertesi gün o adamla aynı işi yaparken tekrar karşılaşınca, onu yaptığı kötülükten engellemeye çalışmadığı gibi, onunla birlikte oturmaktan, yiyip içmekten çekinmezdi. Onlar böyle davranınca, Allah zalimlerin ve zulme seyirci kalanların kalplerini birbirine benzetti.” Peygamber bunları söyledikten sonra, şu ayetleri okudu: “İsrail Oğulları’ndan inkâr edenler, Davud ve İsa Peygamberlerin diliyle lânetlenmişlerdir. Çünkü onlar hem Allah’ın emirlerine karşı geliyor, hem de saldırganca davranıp azgınlık ediyorlardı. Bütün bunların da asıl sebebi şuydu: Onlar, içlerinden biri kötülük yapınca onu bundan vazgeçirmeye çalışmazlardı. Kendileri kötülüklerden uzak durur, fakat yapanları engellemeye çalışmazlardı. Böylece kötülükler karşısında susmakla onu onaylamış ve işlenen suça iştirak etmiş olurlardı. Bu davranışları, gerçekten ne kadar çirkindi! Onlardan çoğunun, ilahi vahiy ve ahiret gerçeğini inkâr eden kâfirlerle samimi bir ittifak ve dostluk içinde olduklarını görürsün. Bencillikleri, kendilerine ahiret hayatında ne kötü bir şey hazırladı: Allah onları gazaba uğrattı ve bu yüzden onlar, sonsuza dek azap çekecekler. Eğer onlar Allah’a, Elçisine ve ona indirilen ayetlere iman etmiş olsalar-


118

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

dı, kâfirleri dost edinmezlerdi. Ne var ki, onların çoğu yoldan sapmış kimselerdir (Mâide, 5/78–81).” Peygamber aleyhisselâm bu ayetleri okuduktan sonra, şöyle buyurdu: “Hayır; Allah’a yemin ederim ki, ya siz iyiliği emredip kötülükten alıkoyar, zalimin yakasına yapışıp zulmüne engel olur, onu hakka çevirir ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah kalplerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrail Oğulları’nı lânetlediği gibi, sizi de lânetler.” Hadisin yukarıdaki metni Ebu Davud’a aittir. Tirmizî’de yer alan ifade şöyledir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “İsrail Oğulları günahlara daldıklarında, âlimleri onları engellemeye çalıştıysa da, onlar bundan vazgeçmediler. Ama yine de o âlimler, onlarla birlikte oturmaya, beraberce yiyip içmeye devam ettiler. Allah da onların kalplerini birbirine benzetti. Sonra da Davud ve İsa Peygamberlerin diliyle onları lânetledi. Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyle idi.” Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yaslandığı yerden doğrularak: “Hayır; canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki, zalimleri tatlı dille, nasihatle uyarmak yetmez; siz onları zorla hakka boyun eğdirmedikçe, onlar asla zulüm ve haksızlıktan vazgeçmeyeceklerdir!” buyurdu. Bu hadisi Ebu Ubeyde, babası Abdullah bin Mesut’tan rivayet etmiştir. Oysa Tirmizi’nin beyanına göre, Ebu Ubeyde babasından hadis işitmemiştir. Bu inkıta sebebiyle hadis zayıftır. Ancak hadisin muhtevası, Kur’an’a ve sahih Sünnet’e uygundur. Bu hadis, farklı lafızlarla da rivayet edilmiştir. (Tahâvî, Müşkilu’l-Âsâr, 984-985)

199. Ebu Bekir Sıddık radıyallahu anh şöyle diyor: Ey insanlar! Görüyorum ki, sizler “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın! Sizler doğru yolda olduğunuz sürece, sapıklığa düşenler size zarar veremezler (Mâide, 5/105).” ayetini okuyorsunuz. Ve bu ayeti, “iyiliği emretme ve kötülüğü engelleme” görevinin gereksizliği konusunda delil olarak öne sürüyorsunuz. Oysa ayette “Siz kendi kabuğunuza çekilin, başkasıyla ilgilenmeyin!” demiyor. Orada kastedilen mana şudur: “Ey iman edenler! Siz zalimlerle uğraşayım derken, kendinizi, ailenizi ve toplumunuzu ihmal etmeyin. Öncelikle kendinizi düzeltmeye bakın. Siz “iyiliği emretme ve kötülüğü engelleme” görevi de dâhil, İs-


1. ARİFLERİN YOLU

119

lam’ın emirlerini uygulayarak doğru yolda yürüdüğünüz sürece, bu yoldan sapanlar size asla zarar veremeyecektir.” Nitekim ben, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim: “Gerçek şu ki, eğer insanlar zalimi görür de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah’ın onlara umumi bir bela göndermesi çok yakındır!”

24. BAB: İYİLİĞİ EMREDİP KÖTÜLÜKTEN SAKINDIRDIĞI HÂLDE SÖZÜ İLE DAVRANIŞI BİRBİRİNE AYKIRI OLAN KİMSENİN ÇEKECEĞİ ŞİDDETLİ CEZA Konu ile İlgili Ayetler: 1. Siz insanlara iyiliği öğütler de, kendinizi unutur musunuz? Oysa kitabı okuyup duruyorsunuz, hiç aklınızı kullanmaz mısınız? (Bakara, 2/44) 2. Ey iman edenler! Neden içinizden bazılarının sözleri ve davranışları birbirine uymuyor? Allah yolunda fedakârlık konusunda iddialı sözler sarf ettikten sonra, neden kararlılığınızı yitirip zaafa düşüyorsunuz? Niçin yerine getiremeyeceğiniz taahhütlerin altına giriyor, yapmadığınız ve yapamayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Oysa yapmadığınız şeyi söylemeniz, Allah nazarında gerçekten ağır bir suç, çok çirkin bir davranıştır. (Saf, 61/2, 3) 3. Şuayb aleyhisselâm, “Ey halkım!” dedi, “Bakın, eğer ben Rabb’im tarafından bana lütfedilen ve aklı başında her insanı kolayca ikna edecek apaçık bir delile dayanıyorsam ve Allah, kendi katından peygamberlik lütfederek bana güzel bir rızık bahşetmişse, bu durumda ne büyük bir hayırdan mahrum kaldığınızın ve ne büyük bir azaba müstahak olduğunuzun farkında mısınız? Bakın, benim amacım, şahsi bir çıkar elde etmek değildir. Ben, sizi engellemeye çalıştığım şeylere kendim konmak maksadıyla size karşı çıkıyor değilim. Siz çalmayın ben çalayım, siz aldatmayın ben aldatayım, halkın malını siz yemeyin ben yiyeyim, demiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar zulüm ve haksızlıklara bir son vererek toplumu ıslah etmek istiyorum. Fakat başarıya ulaşmam, ancak Allah’ın yardımı sayesinde olacaktır. Çünkü ben, yalnızca O’na dayanmışım ve tüm benliğimle, daima O’na yöneliyorum.” (Hud, 11/88) Konu ile İlgili Hadisler: 200. Üsâme bin Zeyd bin Hârise radıyallahu anhumâ şöyle diyor: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:


120

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Kıyamet günü bir adam getirilip cehennem ateşine atılır. Bağırsakları karnından dışarı fırlar ve onlarla birlikte değirmen taşını döndüren merkep gibi olduğu yerde dönmeye başlar. Cehennem halkı onun yanına toplanıp sorarlar: — Ey filân, nedir bu hâlin? Sen dünyadayken iyiliği emredip kötülükten alıkoymaz mıydın? O da: — Evet, başkalarına iyiliği emreder, fakat kendim onu yapmazdım. İnsanları kötülükten alıkoyar, fakat o kötülüğü kendim yapardım, diye cevap verir.”

25. BAB: EMANETE SADAKAT GÖSTERMEK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Allah size, emanet ve yetkileri o konuda güvenilir ve yetenekli olan ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, kim olursa olsun adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bakın, Allah size ne güzel öğüt veriyor. Hiç kuşkusuz, Allah her şeyi işitendir, bilendir. (Nisa, 4/58) 2. Allah’ın bahşettiği akıl, irade, vicdan, muhakeme gibi üstün yetenekleri kullanarak yeryüzünde O’nun adına, O’nun hükümlerini egemen kılma mücadelesi o kadar ağır, o kadar ciddî bir görevdir ki; Biz bu emaneti önce göklere, yere ve dağlara teklif ettik; fakat onlar bu büyük sorumluluğu göze alamadıklarından, onu yüklenmekten çekindiler. Böylece bu yükümlülüğü, küçücük cüssesine rağmen, Allah’ın kendisine bahşettiği müthiş yetenekler sayesinde göklere, yere ve dağlara hükmetme gücünü elinde bulunduran insanoğlu kabul etti. Düşünsenize; bunca nimetlerle donatıldığı hâlde, yüklendiği emanetin hakkını veremeyen insan ne kadar zalim, ne kadar cahildir! (Ahzab, 33/72) Konu ile İlgili Hadisler: 201. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edilince insanların güvenini kötüye kullanarak emanete hıyanet eder.” Bir başka rivayette şöyle bir ilave vardır: “Oruç tutsa, namaz kılsa ve Müslüman olduğunu iddia etse bile, bu çirkin vasıfları üzerinde taşıyan kişi münafık, yani ikiyüzlüdür. Bu ikiyüzlülük imanına sirayet etmiş ise, o kişi kâfirdir; fakat sadece davranışlarda ise, kalben mü-


1. ARİFLERİN YOLU

121

min olmakla birlikte, amel bakımından münafıktır.” 202. Huzeyfe bin el–Yemân radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bize gelecekte vuku bulacak iki olayı haber verdi. Bunlardan birinin gerçekleştiğini gördüm, diğerini de bekliyorum. Peygamber bize şunları söyledi: “Emanete sadakat duygusu, yaratılıştan insanların kalplerine kök salıp yerleşmiştir. Sonra Kur’an gönderildi. Böylece, insanlar Kur’an’dan ve onun pratik hayata uygulanmasında mükemmel bir örnek olan Sünnetten bu emanet duygusunu koruyup geliştirmeyi ve onu en güzel şekilde kullanmayı öğrendiler.” Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, emanet duygusunun nasıl ortadan kalkacağını bize anlatarak dedi ki: “İnsan, Kur’an’dan ve Sünnetten ilgisini keserek bir gaflet uykusuna dalar ve kalbinden emanet duygusu çekilip alınır. Ondan geriye, belli belirsiz bir iz kalır. Sonra bir kere daha gaflete dalar ve yine kalbinden emanet alınır. Ondan geriye de, insanın ayağına düşen ateş korunun meydana getirdiği kabarcığa benzer bir iz kalır. Onun şişkin, kabarık olduğunu görürsün, ama içi bomboştur.” Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bunu söylerken, anlattıklarını daha somut hâle getirmek için eline çakıl taşları alarak onu ayağının üzerinde yuvarladı. Sonra sözlerine şöyle devam etti: “Sonunda toplum o denli bozulur ki, insanlar alışveriş yaparken güvenebilecekleri bir tek kişi bile bulamaz hâle gelirler. O kadar ki, “Filan mahallede güvenilir bir adam varmış.” diye konuşulur. Değer ölçüleri o denli bozulur, ahlaki değerler o kadar yozlaşır ki, kalbinde hardal tanesi kadar iman olmayan biri hakkında, ‘Ne kadar cesur, ne kadar zarif, ne kadar akıllı adam!’ denir.” Huzeyfe diyor ki: Gerçek şu ki, bir zamanlar hanginizle alışveriş yapacağım diye düşünmezdim. Acaba bu adam beni kandırır mı diye hiç endişe etmezdim. Çünkü alışveriş yaptığım kişi Müslüman ise, imanı onu hakkımı vermeye yöneltirdi. Şayet Hıristiyan veya Yahudi ise, o zaman yaşadığı bölgenin Müslüman yöneticisi onu hakkımı vermeye zorlardı. Bugün ise, güvenebileceğim filan filan kişiler hariç, sizden hiç kimseyle alışveriş yapmıyorum. 203. Huzeyfe ve Ebu Hureyre radıyallahu anhumâ’dan ayrı ayrı rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah, Mahşer Günü bütün insanları bir araya toplar. O zaman mü-


122

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

minler ayağa kalkarlar ve cennet kendilerine yaklaştırılır. Ancak cennetin kapıları hemen açılmaz. Onlar da Âdem aleyhisselâm’a gelip: — Ey atamız! Cennet kapılarının bize açılması için dua et, derler. Âdem: — Sizi cennetten çıkaran, atanızın hatasından başka nedir ki? Hayır, ben umumi şefaate yetkili değilim. Siz en iyisi Allah’ın dostu olan oğlum İbrahim aleyhisselâm’a gidin, diye cevap verir. Onlar da İbrahim’e giderler. O da: — Ben şefaate yetkili değilim. Ben uzaktan uzağa Allah’ın dostu idim. Aramızda bir perde vardı. Siz iyisi mi, Allah’ın kendisiyle aracısız konuştuğu Musa aleyhisselâm’a gidin, der. Onlar da Musa’ya giderler. Musa onlara: — Ben şefaate yetkili değilim. Siz Allah’ın kelimesi ve ruhu olan İsa aleyhisselâm’a gidin, der. İsa’ya geldiklerinde: — Ben şefaate yetkili değilim, diye karşılık verir. Bunun üzerine, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e giderler. O da hemen ayağa kalkıp Allah’a dua eder ve kendisine şefaat için izin verilir. Böylece, cennetin kapıları açılır ve müminler sırat köprüsünden geçip cennete girmeye başlarlar. Derken, emanete sadakat ve akrabalık bağlarını gözetme sorumluluğu, canlı birer varlık suretinde gelir ve biri sırat köprüsünün sağında, değeri solunda durur. Sizin ilk kafileniz sıratı şimşek gibi geçer. Ebu Hureyre diyor ki: Bunun üzerine ben: — Anam babam sana feda olsun, şimşek gibi geçmek nasıl olur? diye sordum. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: — Şimşeğin nasıl göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir anda geçip gittiğini görmediniz mi? Sonrakiler de kimisi rüzgâr gibi, kimi kuş gibi, kimi de koşucular gibi geçerler. Onları yaptığı iyilikler böyle süratli geçirir. Sonra sizin Peygamberiniz sırat üzerinde durup şöyle dua eder: — Ey Rabb’im! Müminleri selâmete çıkar, esenliğe ulaştır! Fakat bir zaman sonra, kulların iyilikleri onları sırat köprüsünden geçiremez olur. Öyle ki, yürümeye gücü yetmeyip de sürünerek geçenler bile olur. Sıratın iki yanına asılmış olan ve kendilerine emredilen kişileri yakalamakla görevli çelik kancalar vardır. Oradan geçenlerin bir kısmı yaralı vaziyette kurtulur, bazıları da tepetaklak cehenneme yuvarlanır.” Ebu Hureyre hadisi rivayet ettikten sonra dedi ki: Ebu Hureyre’nin canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, cehennemin dibi, taş atımıyla yetmiş yıllık derin-


1. ARİFLERİN YOLU

123

liktedir. 204. Abdullah bin Zübeyr radıyallahu anhumâ anlatıyor: Hz. Ali ile Hz. Âişe arasında cereyan eden Cemel savaşı sırasında, bir ara savaş durunca, babam Zübeyr bin Avvam beni yanına çağırdı. Ben de hemen kalkıp yanına vardım. Bana dedi ki: — Oğlum! Bugün öldürülenler ya zalim, ya da mazlumdur. Ben bugün mazlum olarak öldürüleceğimi zannediyorum. En büyük endişelerimden biri, geride bırakacağım borçlarımdır. Bilmiyorum, borçlarımızı ödedikten sonra malımızdan geriye bir şey kalır mı? Oğlum! Ben ölünce malımı sat ve borçlarımı öde. Borçları ödedikten sonra malımdan kalan olursa, üçte birini fakir fukaraya verilmek üzere vasiyet ediyorum. Bu vasiyet ettiğim payın üçte birinin de, senin çocuklarına verilmesini istiyorum, dedi. Bu hadisi Abdullah’tan rivayet eden yeğeni Hişâm diyor ki: Abdullah’ın bazı çocukları, onun Hubeyb ve Abbâd gibi bazı kardeşleriyle aynı yaştaydılar. O gün Abdullah’ın dokuz oğlu ve dokuz kızı bulunuyordu. Abdullah sözlerine devamla diyor ki: Babam bana borcunu vasiyet edip duruyor ve: — Oğlum! Eğer borcumdan bir kısmını ödeyemeyecek olursan, Mevlâm’dan yardım iste, diyordu. Allah’a yemin ederim ki, ben ne demek istediğini önce anlayamadım ve: — Babacığım, Mevlân kimdir? dedim. O da: — Mevlâm Allah’tır! dedi. Allah’a yemin olsun ki, ne zaman onun borcunu ödemekte sıkıntıya düşsem: — Ey Zübeyr’in Mevlâsı, onun borcunu ödememe yardım et, diye dua ederdim. O da hiç umulmadık anda rızık kapıları açarak ödememde bana kolaylık gösterirdi. Abdullah sözlerine devamla diyor ki: Zübeyr öldürüldüğünde, geride ne altın, ne de gümüş bıraktı. Sadece, bir bölümü Gâbe’de bulunan araziler bırakmıştı. Bir de, on bir tanesi Medine’de, ikisi Basra’da, biri Kûfe’de ve biri de Mısır’da evler bıraktı. Babam aslında borçlanmayı sevmezdi. Onun borçlanmasının sebebi şuydu: Bazı kimseler ona malını getirip emanet olarak bırakmak isterdi. Babam ise:


124

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Hayır, emanet olmaz, fakat istiyorsan borç olarak bırak. Çünkü onun zayi olmasından ve böylece emanete hıyanet etmiş olmaktan korkarım, derdi. Babam Zübeyr, hayatı boyunca ne bir valilik, ne vergi memurluğu, ne de başka bir idari görevde bulunmuştu. Sadece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem veya Ebu Bekir, Ömer ve Osman ile birlikte savaşlara katılmıştı. Babamın borçlarını hesapladım, tam iki milyon iki yüz bin dinar olduğunu gördüm. Sonra Hakîm bin Hizâm ile karşılaştım. Hakîm bana: — Yeğenim, kardeşimin borcu ne kadar? diye sordu. Borcu gizledim ve: — Yüz bin dinar, dedim. Bunun üzerine Hâkim: — Allah’a yemin ederim ki, malınızın buna yeteceğini sanmam, dedi. Abdullah: — Peki, ya iki milyon iki yüz bine ne dersin? deyince, Hâkim: — Hele bu kadarına gücünüzün yeteceğini hiç sanmıyorum. Eğer borcu ödemekte sıkıntıya düşerseniz, benden mutlaka yardım isteyin, dedi. Bu hadisi Abdullah’tan rivayet eden yeğeni Hişâm diyor ki: Abdullah’ın babası Zübeyr, Gâbe’deki araziyi vaktiyle yüz yetmiş bin dinara satın almıştı. Abdullah da orayı bir milyon altı yüz bine sattı. Sonra insanların kalabalık olduğu bir ortamda kalkıp: — Kimin Zübeyr’den alacağı varsa, Gâbe’de bize gelsin, diye ilan etti. Bunun üzerine Zübeyr’den dört yüz bin dinar alacaklı olan Abdullah bin Cafer, Abdullah’a gelerek: — Dilerseniz, alacağımdan vazgeçip bağışlayayım, dedi. Abdullah: — Hayır, dedi. Bunun üzerine Abdullah bin Cafer: — Şayet borcunuzdan bir bölümünü ertelemek isterseniz, benim alacağımı geriye bırakabilirsiniz, dedi. Abdullah bin Zübeyr: — Hayır, bunu da istemiyoruz deyince, Abdullah bin Cafer: — O hâlde, bana araziden bir parça ayırın, dedi. Abdullah bin Zübeyr de: — Şuradan şuraya kadar olan arazi senin olsun, dedi. Abdullah, kalan araziden bir bölümünü daha sattı. Sonunda, babası Zübeyr’in bütün borçlarını ödeyip bitirdi. Araziden dört buçuk hisse de arttı. Sonra Ab-


1. ARİFLERİN YOLU

125

dullah, Muâviye’nin yanına gitti. Orada Amr bin Osman, Münzir bin Zübeyr ve İbn-i Zem’a da vardı. Muâviye, Abdullah bin Zübeyr’e: — Gâbe’ye ne kadar değer biçildi? diye sordu. Abdullah: — Her hisse için yüz bin dinar, dedi. Muâviye: — Bunlardan ne kadarı kaldı? dedi. Abdullah: — Dört buçuk hisse, dedi. Bunun üzerine Münzir bin Zübeyr: — Ben ondan bir hisseyi yüz bine alıyorum, dedi. Amr bin Osman: — Bir hisseyi de ben yüz bine alıyorum, dedi. İbn-i Zem’a: — Bir hisseyi de ben yüz bine alıyorum, dedi. Muâviye: — Şimdi geriye ne kadar kaldı? diye sordu. Abdullah bin Zübeyr: — Bir buçuk hisse, dedi. Muâviye: — Kalan bir buçuk hisseyi de ben yüz elli bine satın alıyorum, dedi. Daha sonra Abdullah bin Cafer, kendi hissesini Muâviye’ye altı yüz bine sattı. Abdullah bin Zübeyr, babasının borçlarını ödeyip bitirince, kardeşleri: — Artık mirasımızı aramızda taksim edebilirsin, dediler. Abdullah da: — Hayır, Allah’a yemin ederim ki, dört sene süreyle hac mevsiminde: — Kimin Zübeyr’den alacağı varsa bize gelsin, borcunu ödeyelim! diye ilan etmedikçe, babamın mirasını paylaştırmayacağım, dedi. Dört sene boyunca bu şekilde ilan etti. Dört sene geçince, mirası taksim etti ve babasının vasiyeti olan üçte birini ayırdı. Zübeyr’in dört karısı vardı. Onlardan her birine bir milyon iki yüz bin dinar düştü. Buna göre Zübeyr’in bütün malı, elli milyon iki yüz bin dinar tutmaktadır.

26. BAB: ZULMÜN HARAM OLUŞU ve HAKSIZ OLARAK ELDE EDİLEN BİR ŞEYİ SAHİBİNE GERİ VERMENİN GEREKLİLİĞİ Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey İslam davetçisi! İnsanları, yaklaşmakta olan güne, hesap gününe karşı uyar: O gün gelip çatınca, korkudan yürekler ağızlara dayanacak ve inkârcılar, sıkıntı ve zillet içinde acıyla yutkunup duracaklar. O zaman zalimler için ne sıcak bir dost bulunacak, ne de sözü dinlenir bir şefaatçi. (Mü-


126

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

min, 40/18) 2. Zulüm ve haksızlık yapanların, dünyada ve ahirette hiçbir yardımcısı yoktur. (Hac, 22/71) Konu ile İlgili Hadisler: 205. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Zulüm ve haksızlıktan sakının! Çünkü zulüm, kıyamet günü zalimin karşısına zifiri karanlıklar olarak çıkacaktır. Cimrilikten de uzak durun! Çünkü cimrilik, sizden önceki toplumları birbirlerinin kanlarını dökmeye, dokunulmaz haklarını çiğnemeye sevk ederek felakete sürüklemiştir.” 206. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü, her hak sahibine hakkı mutlaka verilecektir. Hatta boynuzsuz koyunun hakkı bile, onu süsüp yaralayan boynuzlu koyundan alınacaktır. İrade ve sorumluluk sahibi olmayan hayvanlara bile böyle adil davranılacaksa, her hareketinden sorumlu olan insana yapılacak muamelenin ne derece adil olacağını varın siz düşünün.” 207. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ şöyle diyor: Biz henüz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem aramızda iken Veda Haccı’ndan söz ediyor, ama onun ne olduğunu bilmiyorduk. Nihayet, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hac esnasında hutbeye çıktı ve Allah’a hamd ve senada bulunduktan sonra uzun uzadıya ahir zaman fitnesi olan Deccal’den bahsederek şunları söyledi: — Allah’ın gönderdiği her peygamber, ümmetini Deccal konusunda mutlaka uyarmıştır. Nuh ve ondan sonraki peygamberler de ümmetlerini bu konuda uyarmışlardır. Deccal, ahir zamanda ortaya çıkacak büyük fitnelerin ve bu fitneleri körükleyen inkârcı sistemlerin, liderlerin, toplumların ve küresel güç odaklarının genel adıdır. Şayet o sizin zamanınızda ortaya çıkarsa, onun durumu size gizli kalmayacaktır. Çünkü hepiniz, Rabb’inizin tek gözlü olmadığını gayet iyi bilirsiniz. Deccal’in ise sağ gözü kör olup, sanki salkımından dışarı fırlamış üzüm tanesi gibidir. Yani batıl inanç sahiplerinin ortaya koyduğu kurallar ve hayat tarzı çirkin, zararlı ve insan doğasına aykırıdır. Onun batıl olduğunu buradan anlarsınız. Allah’ın gönderdiği din ise insan fıtratına uygun, faydalı, güzel ve tertemizdir. Onun da hak din olduğunu bu özel-


1. ARİFLERİN YOLU

127

liklerinden anlarsınız. İyi dinleyin, Allah şu mübarek bayram gününüzde, şu kutsal hac ayınızda, şu emin şehrinizde size birbirinizin kanlarını ve mallarını nasıl haram kıldıysa, müminler arasında zulüm ve haksızlığı, kıyamet gününe kadar her yerde ve her zamanda aynı şekilde haram kılmıştır. Dinleyin, size bildirmem gereken ilahi yükümlülükleri tebliğ ettim, değil mi? Ashab–ı Kiram hep bir ağızdan: — Evet, tebliğ ettin, ey Allah’ın Elçisi! diye cevap verdiler. Peygamberimiz: — Allah’ım, şahit ol! dedi ve bu sözünü üç defa tekrarladı. Sonra da: — Bakın! Sakın benden sonra birbirinin boynunu vuran kâfirlerin hâline dönmeyin, yoksa size gerçekten yazık olur, buyurdu. 208. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim bir karışlık toprak parçasına haksız yere sahip olursa, Mahşer Günü o yerin yedi katı onun boynuna geçirilir ve o, bu hâliyle Rabb’inin huzuruna varır.” 209. Ebu Musa el–Eş’arî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Doğrusu Allah, tövbe edip hakka yönelmeleri için zalime birazcık mühlet verir. Fakat onu bir de yakaladı mı, artık kaçmasına asla fırsat vermez!” Sonra Peygamberimiz şu ayeti okudu: “Rabb’in, zulüm ve haksızlıkta direten bir ülkeyi azabıyla yakaladı mı, işte böyle yakalar. O’nun yakalaması, gerçekten çok acı ve çetindir.” (11Hud: 102). 210. Muaz bin Cebel radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, beni vali olarak Yemen’e gönderirken şu tavsiyelerde bulundu: “Sen Kitap Ehli bir topluma gidiyorsun. Allah’a, ahiret gününe, önceki Peygamberlere ve kitaplara inanan, fakat benim Peygamberliğimi reddeden Yahudi ve Hıristiyanlardan oluşan bir topluma yönetici olacaksın. Onları, öncelikle Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın Elçisi olduğuma şahitlik etmeye çağır. Şayet bu çağrına uyup sana itaat ederlerse, o zaman Allah’ın onlara günde beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Eğer buna da it-


128

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

aat ederlerse, Allah’ın onlara, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilmek üzere zekâtı farz kıldığını bildir. Buna da itaat edip uydukları takdirde, zekât alırken onların mallarının en gözde ve kıymetli olanlarını almaktan sakın. Mazlumun bedduasından da kork, çünkü onun duası ile Allah arasında perde yoktur.” 211. Abdurrahman bin Sa’d es–Sâidî radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ezd kabilesinden İbn-i Lütbiyye adındaki birini zekât toplamak üzere görevlendirmişti. İbn-i Lütbiyye görevini tamamlayıp Peygamber’in huzuruna gelince: — Şu mallar sizindir, şunlar da bana hediye edilenlerdir, dedi. Bunun üzerine, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem öfkeli bir hâlde minbere çıktı ve Allah’a hamd u senâdan sonra şöyle buyurdu: — “Dinleyin! Ben sizden birisini Allah’ın beni görevlendirdiği bir işe tayin ediyorum, o ise dönüp bana geliyor ve “Şunlar size ait olanlar, şunlar da bana hediye edilenler.” diyor. Eğer o kişi sözünde doğru ise, babasının veya anasının evinde otururken kendisine o hediyeler verilseydi ya! İyi bilin ki, devlet memurlarının işlerini yaparken aldıkları her şey –hediye adı altında bile olsa– rüşvettir ve kesinlikle haramdır. Allah’a yemin ederim ki, sizden biriniz böyle haksız olarak bir şey alırsa, Hesap Günü o aldığı şeyi sırtında yüklenmiş olarak Allah’ın huzuruna çıkar. Sakın birinizin, sırtında bağıran bir deve, böğüren inek yahut meleyen bir koyun yüklenmiş olarak Allah’ın huzuruna çıktığını görmeyeyim!” Sonra Peygamber koltuklarının altındaki beyaz teni görülecek kadar ellerini yukarıya kaldırdı ve üç defa: — Şahit ol Allah’ım, senin emirlerini tebliğ ettim, değil mi? dedi. 212. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim din kardeşine ırzı, namusu, malı veya başka bir hususla ilgili herhangi bir haksızlıkta bulunmuş ise, altının gümüşün olmadığı o büyük gün gelmeden önce, zulmettiği kişiye hakkını iade ederek ondan helallik istesin. Yoksa hesap gününde, yaptığı zulüm miktarınca, iyiliklerinin sevabından alınıp hak sahibine verilecektir. Eğer hiçbir iyiliği yoksa, zulüm yaptığı kişinin günahlarından alınıp onun sırtına yüklenecektir.” 213. Abdullah bin Amr bin Âs radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


1. ARİFLERİN YOLU

129

“Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların zarar görmediği, emin olduğu kimsedir. Gerçek Müslüman, insanlara daima güven teklin eder. İnsanlar onun ne küfür, hakaret, dedikodu, gıybet, iftira gibi diliyle; ne de dayak, cinayet, hırsızlık gibi eliyle bir kötülük yapmayacağını bilirler. Muhacir ise, zannedildiği gibi yalnızca bir yerden başka bir yere hicret eden kimse değil, asıl Allah’ın yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir.” 214. Yine Abdullah bin Amr bin Âs radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yolculuk eşyaları üzerinde bekçilik yapan Kirkire adında siyah bir adam vardı. Adam öldü. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “O adam cehennemdedir.” buyurdu. Sahâbîler, acaba neden cehennemdedir diye ona bakmaya gittiler ve adamın ev eşyaları arasında, ganimet malından çaldığı bir hırka buldular. 215. Ebu Bekre Nüfey bin Hâris radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, haram aylar konusunda İbrahim aleyhisselâm’ın dinine riayet eden câhiliye Arapları, yasak aylarda savaşmak istediklerinde, yasak ayı daha sonraki aylardan biriyle değiştirerek öne veya ileriye alıyor, böylece kutsal ayda savaşma günahını güya işlememiş oluyorlardı. Bu işe yıllarca böyle devam ederek ayların yerini kaybetmiş, yılları şaşırmışlardı. Veda haccı senesinde ise hac mevsimi Zilhicce ayına, yani tam olması gereken zamana denk gelmişti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hem bunu hatırlatmak hem de ayın bir başka aya tehirinin caiz olmadığını açıklamak üzere şöyle buyurdu: — Zaman ölçüleri, şimdi Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü şekline dönmüştür. Buna göre, bir yıl on iki aydır. Bunlardan dördü, savaşmanın haram olduğu aylardır: Üçü birbiri ardınca gelen Zilkade, Zilhicce ve Muharremdir. Biri de Mudar’ın Cemaziyelâhir ile Şaban arasındaki Receb’idir. Yani Cemaziyelâhir ile Şaban ayları arasında bulunan ve özellikle Mudar kabilesinin çok değer verdiği, saygı gösterdiği Receb ayıdır. Daha sonra Peygamber: — Bu içinde bulunduğumuz ay hangi aydır?” diye sordu. Biz de edep ve terbiyemiz gereği: — Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dedik. Bunun üzerine, Peygamber sustu. O kadar ki, o aya başka bir isim verecek sandık. Sonra: — Bu ay mübarek Zilhicce değil mi? dedi. Biz de:


130

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Evet, dedik. — Bu şehir hangi şehirdir? diye sordu. Biz yine: — Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dedik. Bunun üzerine, Peygamber bir süre sustu. Öyle ki, bu şehre başka bir isim vereceğini zannettik: — Burası emin belde, yani güvenli şehir Mekke değil mi? dedi. Biz de: — Evet, dedik. — Bu hangi gün? diye sordu. Biz: — Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dedik. Bir müddet sustu. Öyle ki, o güne başka bir isim vereceğini zannettik. — Bugün Zilhicce’nin onu, yani en önemli günlerden biri olan kurban günü değil mi? dedi. Biz de: — Evet, diye cevap verdik. Bunun üzerine, Allah Rasulü şöyle buyurdu: — İşte sizin kanlarınız, mallarınız, ırz ve namusunuz, şu mübarek günde, şu kutsal şehirde, şu haram ayda nasıl birbirinize haram ise, kıyamete kadar her zaman ve her yerde aynı şekilde haram kılınmıştır. Unutmayın ki, bir gün mutlaka Rabb’inize kavuşacaksınız ve O, yapıp ettiklerinizden sizi hesaba çekecektir. O hâlde, sakın benden sonra, birbirinizin boynunu vuran inkârcılara dönmeyin! Dikkat edin; burada bulunanlar, bulunmayanlara sözlerimi ulaştırsın. Umulur ki, sözlerimin tebliğ edildiği bazı kimseler, onu bizzat işitenlerin bir kısmından daha iyi kavrayıp öğrenirler.” Daha sonra Peygamberimiz: — Dikkat edin, tebliğ ettim, değil mi? diye sordu. Biz: — Evet, tebliğ ettin ya Rasulallah! diye cevap verdik. Bunun üzerine Peygamber ellerini açıp: — Allah’ım, sen şahit ol! dedi. 216. İyâs bin Sâlebe el–Hârisî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Her kim yalandan yemin ederek bir insanın, özellikle de bir Müslüman’ın hakkını elinden alırsa, Allah ona cehennemi vacip, cenneti de haram kılar, buyurdu. Bir adam: — O aldığı şey küçük ve değersiz bir şey olsa da mı, ya Rasulallah? diye sorunca, Peygamber:


1. ARİFLERİN YOLU

131

— Evet, haksızlık edip aldığı şey misvak ağacından bir çubuk bile olsa – Allah’ın affına nail olmadığı takdirde– cezası cehennemdir, buyurdu. 217. Adiyy bin Amîre radıyallahu anh rivayet ediyor: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim: — Mal tahsili için görevlendirdiğimiz bir kimse, bizden bir iğneyi veya ondan daha küçük bir şeyi gizlerse, emanete hıyanet etmiş olur ve Mahşer Günü o gizlediği şeyi ile Rabb’inin huzuruna gelir. Bunun üzerine Ensar’dan, yani Medineli Müslümanlardan siyah tenli bir adam –ki hâlâ gözlerimin önündedir– ayağa kalktı ve: — Ya Rasulallah, bana verdiğiniz görevi geri alın, dedi. Peygamberimiz: — Sana ne oldu? diye sordu. Adam: — Sizin söylediklerinizi işittim. Böyle tehlikeli bir yükü üzerime almak istemiyorum ya Rasulallah! dedi. Peygamber efendimiz: — O sözü yine söylüyorum: Mal tahsili için görevlendirdiğimiz bir kimse, o malın azını da çoğunu da bize getirsin. O maldan kendisine bizim tarafımızdan verileni alsın, verilmeyenden ise uzak dursun, buyurdu. 218. Ömer bin Hattab radıyallahu anh anlatıyor: Hayber savaşı sırasında, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Ashabı’ndan bir grup geldi ve Allah yolunda can veren mücahitleri yad ederek: — Falanca şehittir, falanca da şehittir, dediler. Sonra bir adamın yanından geçerken: — Bu da şehittir, dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: — Hayır! Çünkü ben onu, ganimetten çaldığı bir hırka içinde cehennemde gördüm. Şehadet, kişinin birçok günahına kefaret olsa da, devlet malına hıyaneti ve kul haklarını ortadan kaldırmaz, buyurdu. 219. Ebu Katâde radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir savaş öncesinde arkadaşları arasında ayağa kalkarak, onlara Allah yolunda cihadın ve Allah’a imanın en üstün, en değerli ameller olduğunu anlattı. Sahabîlerden biri ayağa kalktı ve: — Ya Rasulallah! Şimdi ben Allah yolunda şehit olursam, bu benim günahlarıma kefaret olur mu? diye sordu. Bunun üzerine Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem:


132

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Evet! Eğer sabrederek, mükâfatını yalnızca Allah’tan bekleyerek ve cepheden kaçmadan Allah yolunda öldürülürsen, bu senin bütün günahlarına kefaret olur, buyurdu. Bir süre sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, o adama: — Nasıl demiştin? diye sordu. Adam: — Eğer ben Allah yolunda öldürülürsem, bu benim günahlarıma kefaret olur mu? diye sormuştum, dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: — Evet, eğer sen sabrederek, mükâfatını sadece Allah’tan bekleyerek ve cepheden kaçmadan Allah yolunda öldürülürsen, bu senin bütün günahlarına kefaret olur. Ancak borçların bunun dışındadır. Bunu bana demin Cebrail söyledi, buyurdu. 220. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir gün arkadaşlarına: — Müflis (iflas etmiş kişi) kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. Sahabîler: — Bizim bildiğimize göre müflis, ticarette zarar ettiği için hiç parası ve malı olmayan kimsedir, dediler. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurdu: — Benim ümmetimin müflisi şu kimsedir: Mahşer günü Allah’ın huzuruna namaz, oruç, zekât gibi sevaplarla gelir. Cennetlik olacağını düşünerek sevinmektedir. Fakat şuna sövmüş, buna iftira etmiş, birinin malını yemiş, ötekinin kanını dökmüş, filanı dövmüş olduğu için, iyiliklerinin sevabı o zulmettiği kişilere dağıtılır. Eğer üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları tükenirse, bu sefer hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilir. Böylece, cennete girmeyi umut ederken, yüzüstü cehenneme atılır. İşte gerçek anlamda zarar ve ziyan, işte hakiki iflas budur. 221. Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bakın, ben de sizin gibi bir insanım. İçinizden geçen gizli düşünceleri bilemem. Sizler, aranızda çıkan anlaşmazlıklarda hüküm vermem için bana başvuruyorsunuz. Ben ise, o konuda vahiy gelmediği sürece –ki çoğu zaman gelmez– şahitlerin ifadesi, ortaya konan deliller ve yemin gibi esaslara dayanarak kararımı veririm. Ancak sizden biriniz haksız olduğu bir davada, delil getirmekte diğerinden daha inandırıcı olabilir. Ben de, duyduklarıma göre o kimsenin –haksız olduğu hâlde– lehinde hüküm verebilirim. Fakat bu, onu Allah katında sorumluluktan kurtarmaz. Dikkat edin, ben kimin lehine böyle


1. ARİFLERİN YOLU

133

hükmedip kardeşinin hakkını ona vermişsem, kendisine cehennem ateşinden bir parça ayırmışım demektir. Yarın cehennem ateşiyle yüz yüze gelmek istemiyorsanız, hâkimler ve müftüler sizin lehinize karar vermiş olsalar bile, kardeşinizin hakkını yemekten sakının!” 222. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Haram kan döküp haksız yere adam öldürmediği sürece, mümin dininden yana genişlik içindedir. Günahlarının bağışlanacağını, Rabb’inin lütuf ve keremiyle cennete gireceğini ümit edebilir. Haksız yere cana kıyan kimsenin ise, samimi olarak tövbe etmediği takdirde, Allah’ın rahmetinden ümit beklemeye hakkı yoktur.” 223. Hz. Hamza’nın hanımı Havle binti Sâmir radıyallahu anhumâ diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Bazı kimseler Allah’ın malını –yani İslam devletinin yetki ve imkânlarını veya kamuya ait mal, eşya ve araç gereçleri– haksız yere kullanıyorlar. Dikkat edin, Hesap Günü böyle kimselere cehennem azabı vardır!”

27. BAB: MÜSLÜMANLARIN DOKUNULMAZ HAKLARINA SAYGI GÖSTERME, ONLARA KARŞI ŞEFKATLİ, MERHAMETLİ OLMA GEREĞİ ve BU HAKLARIN NELER OLDUĞUNUN BEYANI Konu ile İlgili Ayetler: 1. Her kim Allah’ın saygıdeğer kıldığı şeyleri önemser ve O’nun çizdiği sınırlara uymakta dikkat ve özen gösterirse, şüphesiz bu, Rabb’inin katında onun için en hayırlısıdır. (Hac, 22/30) 2. Evet, her kim Allah’ın şiarlarına, O’nun dininin sembolleri olan kurban, namaz, ezan, Mushaf gibi ilahi sembollere yürekten saygı gösterirse, hiç kuşkusuz bu, kalplerdeki derin bilinç ve duyarlılıktan kaynaklanmaktadır. (Hac, 22/32) 3. Ey Peygamber ve Peygamber’in izinden yürüyen mümin! Bazı insanlara geçici olarak verdiğimiz dünya malına gözünü dikip de, lüks ve şatafatlı bir hayata tamah etme. Ve size karşı üstünlük taslıyorlar diye onlardan dolayı da üzülme. Sen, onların hor ve hakir gördüğü müminlere tam bir alçakgönüllülük ve şefkatle kol kanat ger. (Hicr, 15/88)


134

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

4. Her kim haksız yere cana kıymamış veya yeryüzünde yol kesme, eşkıyalık, ırza tecavüz gibi fesat çıkarmamış olan bir insanı öldürecek olursa, adeta bütün insanlığı öldürmüştür. Bir insanın canına kıyabilen kişi, binlerce ve hatta milyonlarca insanı katletmekten de çekinmez. Kim de bir hayat kurtarırsa, adeta bütün insanlığı kurtarmış kadar güzel bir iş yapmış ve bu derece sevap kazanmış olur. (Maide, 5/32) Konu ile İlgili Hadisler: 224. Ebu Musa el–Eş’arî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Müminin mümine karşı durumu, parçaları birbirine sımsıkı kenetlenmiş bir binanın tuğlaları arasındaki durum gibidir. İslam toplumu, tıpkı tuğlaları birbirine perçinlenip kenetlenmiş bir bina gibi birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olmalıdır. Eğer Müslümanlar birbirlerine sımsıkı kenetlenmez, birlik ve beraberlik içinde bulunmazlarsa, güçlerini ve etkinliklerini kaybederler. Tıpkı tuğlaları gevşeyip dağılan bir bina gibi, en ufak bir rüzgâr veya sarsıntıda yıkılır giderler.” Peygamberimiz bu sözü söylerken, iki elinin parmaklarını birbirine geçirerek kenetledi. 225. Yine Ebu Musa radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Yanında ok varken mescitlere veya çarşı pazara uğrayan kimse, Müslümanlardan birine zarar gelmemesi için okunun sivri ucunu eliyle tutsun. İnsanların toplu hâlde bulunduğu yerlere, silah ve benzeri öldürücü, yaralayıcı aletlerle yahut yırtıcı hayvanlarla gelmeyin. Mutlaka gelmeniz gerekiyorsa, başkalarına zarar vermemek, toplumun huzurunu bozmamak için emniyet tedbirinizi iyi alın.” 226. Numan bin Beşir radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Birbirlerini sevme, birbirlerine merhamet gösterme ve birbirlerini koruma hususunda müminler, tıpkı bir vücuda benzerler. Öyle ki, vücudun bir uzvu hastalandığında, diğer bütün uzuvlar uykusuzluk ve yüksek ateşte ona eşlik ederler. Bir insanın herhangi bir uzvundaki rahatsızlık nasıl bütün vücudun acı duymasına sebep oluyorsa, yeryüzünün herhangi bir yerindeki müminin acı ve ıstırabı da diğer müminleri rahatsız etmeli ve bütün müminler elbirliği ederek, o sıkıntının giderilmesi için gayret göstermelidirler.”


1. ARİFLERİN YOLU

135

227. Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ali radıyallahu anh’ın oğlu Hasan’ı öpmüştü. O sırada, bedevi kabile reislerinden biri olan Akra bin Hâbis de Peygamberimizin yanında bulunuyordu. Akra: — Benim on tane çocuğum var, ama onlardan hiç birini öpmedim, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona hayretle baktı ve: — Merhamet etmeyene merhamet edilmez, buyurdu. 228. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: Çölde yaşayan bedevilerden bir grup, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna geldiler. Peygamber’in torunlarıyla oynadığını, onları kucaklayıp öptüğünü görünce, bunu garipseyerek: — O da ne, siz çocuklarınızı öpüyor musunuz? diye sordular. Peygamberimiz: — Evet, buyurdu. Onlar: — Fakat biz, Allah’a yemin ederiz ki, çocuklarımızı asla öpmeyiz! dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: — Allah sizin kalplerinizden merhamet duygusunu çekip almışsa, ben ne yapabilirim ki, buyurdu. 229. Cerîr bin Abdullah radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İnsanlara merhamet etmeyene, Allah da merhamet etmez.” 230. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz insanlara namaz kıldırdığı zaman, namazı fazla uzatmasın, hafif tutsun. Çünkü cemaat içerisinde muhtemelen zayıf, hasta ve yaşlı kimseler vardır. Tek başınıza namaz kıldığınızda ise, dilediğiniz kadar uzatabilirsiniz.” 231. Âişe radıyallahu anhâ şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bazı ibadetleri yapmayı çok istediği hâlde, diğer müminler de bunu yapmaya kalkar da bu onlara farz kılınır veya zamanla halk arasında farz gibi algılanır endişesiyle, o ibadetleri yapmaktan vazgeçerdi.


136

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

232. Yine Âişe radıyallahu anhâ diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ashabı’na merhametinden dolayı, onların iftar ve sahur yapmadan peş peşe birkaç gün oruç tutmalarını yasakladı. Onlar: — Fakat sen bunu yapıyorsun, dediklerinde: — Ben sizin gibi değilim, Rabb’im beni yedirip içirir, buyurdu. 233. Ebu Katâde radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ben çoğu kere kıraati uzatmayı arzu ederek namaz kıldırmaya başlar, fakat arka saflardan bir çocuğun ağlamasını işitince, annesine sıkıntı vermemek için namazı kısa keserim.” Peygamberimiz zamanında kadınlar cuma ve bayram namazlarına katılırlardı. Beş vakit namazı da çoğunlukla camide cemaatle kılarlardı. Hatta bazı kadınlar cemaatle namazı kaçırmamak için kucaklarında çocuklarıyla, bebekleriyle camiye gelirlerdi ve hiçbir mümin onları bundan dolayı kınamazdı. 234. Cündüb bin Abdullah radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Beş vakit namazı, özellikle de sabah namazını cemaatle kılan bir mümin, bizzat Allah’ın koruma garantisi altındadır. Onun malına, canına ve namusuna kast eden, doğrudan Allah’a savaş açmış demektir. Sakın Allah, kendi himayesi altında bulunan bir şeyi ihlal ettiğiniz için sizden hak talebinde bulunmasın! Çünkü Allah, bu konuda hak talep ettiği kimseyi yakalayıp yüzüstü cehenneme atar. Gerçi sabah namazını kılmasa ve hatta ibadetlerini yerine getirmese bile, her müminin malı, canı ve namusu dokunulmaz olup koruma altındadır. İman etmeyenler dahi böyledir. Ancak kulluk görevini titizlikle yerine getiren bir mümine karşı işlenen suç, diğerlerine göre çok daha ağır bir cezayı gerektirir. Örneğin, sıradan bir insana küfretmek ile bir sahabiye küfretmek arasında çok büyük fark vardır. Bu hadisten şöyle bir mana da anlaşılabilir: Bir düşman topluluğa baskın yapacağınız zaman, şafak vakti girinceye kadar bekleyin. Orada sabah ezanının okunduğunu duyarsanız, sakın onlara saldırmayın. Çünkü sabah namazını kılan bir mümin, Allah’ın koruma garantisi altındadır. Onunla savaşan, bizzat Allah’a savaş açmış demektir. 235. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


1. ARİFLERİN YOLU

137

“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona haksızlık etmez, onu zor anında yalnız bırakmaz. Kim Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını karşılarsa, Allah da onun bir ihtiyacını karşılar. Kim bir Müslüman’ın bir sıkıntısını giderirse, Allah da onun Hesap Günü onun sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslüman’ın mutlaka açıklanması gerekmeyen bir ayıbını örterse, Allah da Hesap Günü onun bir ayıbını örter.” 236. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona ihanet etmez, ona yalan söylemez ve onu zor anında yalnız bırakmaz. Her Müslüman’ın namusu, malı ve kanı dokunulmaz olup, diğer bütün Müslümanlara haramdır. İşte gerçek kulluk bilinci, gerçek takva budur. Müslüman kardeşini küçük görmesi, kişiye günah olarak yeter!” 237. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ey müminler! Birbirinize haset etmeyin! Almayacağınız bir malın fiyatını, sırf müşteri kızıştırmak için artırmayın. Birbirinize kin ve nefret beslemeyin. Birbirinize darılıp yüz çevirmeyin. Bir başkasının pazarlığını bozarak kendi malınızı satmaya kalkmayın. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun! Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona haksızlık etmez, onu küçümsemez ve onu zor gününde yalnız bırakmaz.” Bu sözleri söyledikten sonra Peygamberimiz, kalbine işaret ederek üç defa, “İşte Allah’a karşı sorumluluk bilinci, yani takva buradadır!” buyurdu. Sonra sözlerine devamla dedi ki: “Müslüman kardeşini küçük görmesi, bir kimseye kötülük olarak yeter. Müslüman’ın kanı, malı ve ırzı diğer bütün Müslümanlara haramdır.” 238. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz, kendisi için arzu ettiği dünya ve ahiret nimetlerini din kardeşi için de arzu etmedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” 239. Yine Enes radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, cahiliye devrinden kalma bir Arap atasözünü bize hatırlatarak: — Zalim de olsa mazlum da olsa, kardeşine yardım etmelisin, buyurdu.


138

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Bir adam: — Ya Rasulallah! Mazlum iken kardeşime yardım edeyim de, zalim ise nasıl yardım edebilirim, söyler misiniz? diye sordu. Tam da bu soruyu bekleyen Peygamberimiz: — Onu zulümden alıkoyar, yapacağı haksızlığa engel olursun. İşte bu, ona yardım etmektir, buyurdu. Böylece Peygamber aleyhisselâm, herkes tarafından bilinen bir atasözünü İslam’a uygun bir tarzda yeniden yorumlayarak, zulme karşı koymanın önemini ilginç ve akılda kalıcı bir üslupla ifade etmiş oldu. 240. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Müslüman’ın Müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selâm verdiği zaman selâmını almak, hastalandığı zaman ziyaretine gitmek, vefat edince cenaze merasimine katılmak, düğün, sünnet, nişan gibi önemli bir merasime veya yemeğe davet ettiği zaman davetine icabet etmek, aksırdığı zaman “Yerhamukellah (Allah sana rahmet ve merhametini ihsan etsin.)” diye karşılık vermek. Aksıran kişi de, “Yehdîkumullahu ve yuslihu bâlekum” (Allah sizi hidayet üzere daim kılsın, ihlâs ve samimiyetinizi artırsın.) şeklinde karşılık vermelidir.” Müslim’de yer alan bir başka rivayet şöyledir: “Müslüman’ın Müslüman üzerindeki hakkı altıdır: Karşılaştığın zaman ona selâm ver, özellikle de düğün, nişan, sünnet gibi önemli bir merasime seni davet ederse davetine git, senden nasihat isterse ona nasihat ver, aksırıp “Elhamdülillah!” deyince “Yerhamukellah!” diye karşılık ver, hastalandığında onu ziyaret et, öldüğü zaman cenaze merasimine katıl ve onun için dua et.” 241. Berâ bin Âzib radıyallahu anhumâ şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bize yedi şeyi emretti, yedi şeyi de yasakladı: Bize hastayı ziyaret etmeyi, cenaze merasimine katılmayı, aksıran kişiye “Yerhamukellah!” diyerek hayır dilemeyi, yemine bağlılık göstermeyi veya yemin eden kişiye, yeminini yerine getirmesi için yardım etmeyi yahut yemin eden kimseyi tasdik etmeyi, zulme uğrayana yardım etmeyi, davet edenin çağrısına uymayı ve selâmı yaygınlaştırmayı emretti. Yüzük –veya altın yüzük– takmayı, gümüş kaptan su içmeyi, ipek minder kullanmayı, kassî, istebrak, dîbac denilen ipek karışımlı lüks ve gösterişli kumaşlardan ve halis ipekten yapılmış elbise giymeyi yasakladı. Müslim’in bir rivayetinde, “Bulduğu bir malı herkese ilân etmek” de emredi-


1. ARİFLERİN YOLU

139

len şeyler arasında sayılmıştır.

28. BAB: MÜSLÜMANLARIN HATA ve KUSURLARINI ÖRTMEK ve ZORUNLU OLMADIKÇA ORTAYA ÇIKARMAKTAN SAKINMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Müminler arasında ahlaksızlığın, çirkin davranışların, fuhşiyatın yayılmasını isteyenlere, hem bu dünyada, hem de ahirette can yakıcı bir azap vardır. (Nur, 24/19) Konu ile İlgili Hadisler: 242. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir kul, bu dünyada başka bir kulun ayıbını veya kusurunu örterse, Allah da Hesap Günü onun ayıbını örter.” Burada gizlenilmesi istenen ve Allah’ın da kıyamet günü örteceği hatalar, söylenilmesi hâlinde kimseye fayda vermeyecek türden hatalardır. Kul hakkını ilgilendiren yahut toplumda fesada yol açabilecek günahlara gelince, bunlar gizlenmemeli, bilakis derhal müdahale edilmeli ve gerekirse ilgili mercilere bildirilmelidir. 243. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İşlediği günahları övüne övüne anlatarak açığa vuranlar hariç, ümmetimin tamamı affedilmiştir. Bir kimsenin, geceleyin kötü bir iş yaptıktan sonra –Allah bu günahı örttüğü hâlde– sabahleyin kalkıp: — Ey falan, ben dün gece şöyle şöyle yaptım! demesi, günahını açığa vurmasıdır. Rabb’i geceleyin onun günahını örtüyor, o da ‘Allah’ın bildiğini kuldan mı saklayayım?’ gibi aptalca bir bahaneyle, sabahleyin bu örtüyü kaldırıp atıyor!” 244. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir cariye, yani kadın köle zina eder de zina yaptığı delillerle kesinleşirse, sahibi, yetkili makamların gözetiminde ona elli değnek vurarak cezasını uygulasın. Fakat suçunu başına kakmasın. Sonra ikinci kez zina ederse, yine cezalandırsın, ama yine suçunu yüzüne vurup onu kınamasın. Sonra


140

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

bu cariye üçüncü kez zina ederse, artık sahibi, kıldan bir ip gibi değersiz bir şey karşılığında bile olsa, –bu kusurunu da belirterek– onu satsın. Belki yeni sahibi onu güzelce eğiterek yola getirebilir.” 245. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna içki içmiş bir adam getirdiler. Peygamber Efendimiz: — Onu cezalandırın, dedi. Bunun üzerine, kimimiz eliyle, kimimiz ayakkabısıyla, kimimiz elbisesiyle ona vurmaya başladık. Ceza uygulandıktan sonra adam oradan ayrılırken, sahabîlerden bazıları ona kızarak: — Allah seni kahretsin, rezil etsin! diye beddua ettiler. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Böyle söyleyip de ona karşı şeytana yardımcı olmayın! Onun iyice rezil olması için beddua edeceğinize, doğru yola gelmesi için dua etmelisiniz, buyurdu. 246. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona haksızlık etmez, onu zor gününde yalnız bırakmaz. Kim Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim bir Müslüman’dan bir sıkıntıyı giderirse, Allah da onun Hesap Günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslüman’ın kusurunu örterse, Allah da Hesap Günü onun kusurunu örter.”

29. BAB: MÜSLÜMANLARIN İHTİYAÇLARINI KARŞILAMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey iman edenler! Allah’ın huzurunda rükûa eğilin, secdeye kapanın ve yalnızca Rabb’inize kulluk edin! Ve daima hayır hasenat işleyin, güzel ve yararlı davranışlar ortaya koyun ki, dünyada da ahirette de kurtuluşa eresiniz. (Hac, 22/77) Konu ile İlgili Hadisler: 247. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim bir müminin dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allah da onun


1. ARİFLERİN YOLU

141

Hesap Günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim darda kalan birine borcunu ödemede kolaylık gösterirse, Allah da ona dünya ve ahirette kolaylık gösterir. Kim bir Müslüman’ın kusurunu örterse, Allah da onun dünya ve ahiretteki kusurlarını örter. Mümin kul, din kardeşine yardım ettiği sürece, Allah da o kulun yardımcısıdır. Bir kimse ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah ona cennetin yolunu kolaylaştırır. Bir topluluk, Allah’ın adının anıldığı ilim ve sohbet evlerinden bir evde toplanıp Allah’ın kitabını okur ve onu aralarında müzakere eder, anlayıp kavramaya çalışırlarsa, Kur’an’ın nuru kalplerini aydınlatır ve üzerlerine ilahi bir güven duygusu, bir iç huzuru ve sekinet iner ve kendilerini ilahi rahmet kaplar. Ayrıca melekler onları çepeçevre kuşatırlar. Onlar Allah’ı andıkça, Allah da onları kendi yanındaki meleklerin arasında övgüyle anar. Şunu iyi bil ki, takva yarışında bir insanı yapıp ettikleri geride bırakıyorsa, malı mülkü, makamı, şöhreti ve soyu sopu onu asla öne geçiremez.”

30. BAB: ŞEFAAT Konu ile İlgili Ayetler: 1. Kim güzel ve yararlı bir işe aracılık ederse, o işten kazanılacak mükâfatta kendisine de bir pay vardır. Kim de kötü ve zararlı bir işe aracılık ederse, ondan doğacak zararlarda kendisine de bir sorumluluk payı vardır. (Nisa, 4/85) Konu ile İlgili Hadisler: 248. Ebu Musa el–Eş’arî radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber aleyhisselâm’a sıkıntı içinde bulunan biri geldiği zaman, yanındakilere dönerek: “Bu adama yardım ediniz. Yapamıyorsanız, onun sıkıntıdan kurtulması için aracılık ediniz ki, Allah’ın rızasını kazanıp sevaba nail olasınız ve böylece Allah, Peygamberi’nin diliyle dilediğini gerçekleştirsin. Yani benim bu teşvik edici sözlerim vesilesiyle, Allah bir ihtiyaç sahibini sıkıntıdan kurtarsın, buyururdu. 249. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ, Berîre ile kocası Muğîs arasında geçen olayı anlatırken, şunları söyledi: Berîre, Ensar’dan birinin cariyesiydi. Hz. Âişe, onu efendisinden satın alarak özgürlüğüne kavuşturdu. Berîre, cariye iken kendisi gibi bir köle olan Muğîs ile evliydi. Hürriyetine kavuşunca, artık Muğîs ile evli kalma mecburiyetinde olmadığını öğrendi ve ondan ayrıldı. Fakat Muğîs, Berîre’yi çok seviyordu. Onun kendisini terk etmesine dayanamadı. Medi-


142

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

ne sokaklarında ve Berîre’nin etrafında ağlayarak dolaşmaya başladı. Onun bu hâline acıyan Peygamber aleyhisselâm, Berîre’ye: — Keşke tekrar kocana dönsen, buyurdu. Berîre: — Ya Rasulallah! Böyle yapmamı bana emrediyor musunuz? Eğer bu bir emir ise, hoşlanmasam bile kocama geri dönerim, dedi. Peygamberimiz de: — Hayır, bu bir emir değil, tavsiyedir. Ben sadece hayırlı bir işe aracılık etmek istiyorum, buyurdu. Bunun üzerine Berîre: — O hâlde, beni mazur görün, ondan boşanmaya kesin kararlıyım. Çünkü ona karşı içimde en ufak bir yakınlık, bir sıcaklık hissetmiyorum, dedi.

31. BAB: İNSANLAR ARASINDA BARIŞ VE KARDEŞLİĞİ SAĞLAMA Konu ile İlgili Ayetler: 1. İkiyüzlülere gelince: Onların gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur. Fakat yoksullara verilecek bir sadakayı veya yapılması gereken başka bir iyiliği ya da insanlar arasında barış ve uzlaşmayı tavsiye eden kimselerin gizli toplantıları başka. Kim Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak amacıyla bu tür iyilikler yaparsa, yakında ona büyük bir ödül bahşedeceğiz. (Nisa, 4/114) 2. Eğer bir kadın, kocasının kötü tutum ve davranışından rahatsızlık duyar veya kendisine yeterince ilgi göstermediğinden şikâyetçi olursa, karı kocanın kendi aralarında anlaşarak karşılıklı fedakârlıklarla bir çözüme ulaşmalarında her ikisine de günah yoktur. Sulh daima hayırlıdır. Belli şartlarda anlaşıp barışmak, geçimsizliğe düşüp boşanmaktan daha iyidir. Unutmayın ki, kıskançlık ve bencillik insanın doğasında vardır. Ey müminler! Eşlerinize güzellikle davranır ve onların haklarını çiğnemekten kaçınırsanız, bunun mükâfatını mutlaka göreceksiniz. Unutmayın, Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. (Nisa, 4/128) 3. Ey müminler! Aranızdaki ilişkileri iyileştirip geliştirmeye, müminler arasında dostluk ve kardeşlik bağlarını güçlendirmeye çalışın ve gerçekten inanan kimseler iseniz, Allah’a ve Elçisine kayıtsız şartsız itaat edin. Yani toplumsal ve bireysel hayat programınızı Kur’an’a ve Kur’an’ın pratik hayata uygulanmasında mükemmel bir örnek olan Peygamber’in Sünnet’ine göre şekillendirin. (Enfal, 8/1) 4. İnananlar birbirlerine düşman olamazlar, onlar ancak kardeştirler. O


1. ARİFLERİN YOLU

143

hâlde, müminler arasında çıkabilecek anlaşmazlıklara seyirci kalmayın, din kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’tan gelen ilkeleri çiğnememe konusunda son derece titiz ve dikkatli davranın. Müminlerin birlik ve beraberliğini bozup İslam toplumunu zayıflatacak her çeşit olumsuz davranıştan sakının ki, O’nun tarafından şefkat ve merhamete lâyık olabilesiniz. (Hucurat, 49/10) Konu ile İlgili Hadisler: 250. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İnsanın her bir eklemi için, üzerine güneşin doğduğu her gün bir sadaka borcu vardır. İki kişi arasında adaletle hükmetmen sadakadır. Bir kimseye bineğine binerken yardımcı olman veya yükünü bineğine yüklemen bir sadakadır. Güzel ve tatlı söz söylemen sadakadır. Namaz için camiye giderken attığın her adım bir sadakadır. Gelip geçenlere eziyet veren şeyleri yoldan kaldırman da sadakadır.” 251. Ukbe bin Ebu Muayt gibi azılı bir İslam düşmanının kızı olduğu hâlde çok iyi bir Müslüman olan Ümmü Külsüm radıyallahu anhâ diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işitim: “İnsanların arasını bulmak amacıyla birinden diğerine hayırlı haber götüren ve taraflar arasında kin ve nefreti azaltacak olumlu ve güzel sözler söyleyen kimse, söyledikleri gerçek olmasa bile, yalancı sayılmaz.” Müslim’in rivayetinde şöyle bir ilave vardır: Ümmü Külsüm diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, şu üç husus haricinde, insanların yalan söylemesine izin verdiğini duymadım: Savaşta düşmanı aldatmak için, İki kişinin arasını bulmak amacıyla, Kocanın karısına, karının da kocasına aile düzenini korumak maksadıyla söylediği yalan. 252. Âişe radıyallahu anhâ şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bir gün kapısının önünde bağıra çağıra birbiriyle tartışan iki kişinin sesini duydu. Borçlu adam, alacaklıdan, alacağının bir kısmını bağışlamasını ve kendisine anlayışlı davranmasını istiyordu. Alacaklı olan ise: — Vallahi bunu yapmayacağım, diyordu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-


144

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

lem onların yanına çıktı ve: — Kimmiş o iyilik yapmayacağına dair yemin eden adam? diye sordu. O da: — Buradayım, ey Allah’ın Elçisi! Bir anlık öfkeye kapılıp arkadaşımın kalbini kırdım. Şimdi tövbe ediyor ve yeminimden vazgeçiyorum. O nasıl istiyorsa öyle olsun, dedi. Demek ki, insan birine yardım etmek, alacağını bağışlamak, hasta ziyaretinde bulunmak, sahip olduğu bir alet veya aracı ihtiyacı olan birine emanet vermek, birinin yuva kurmasına yahut iş sahibi olmasına aracılık etmek gibi herhangi bir hayrı yapmayacağına dair yemin etmemelidir. Kazara böyle bir yemin etmişse bile ‘Ne yapayım, yeminliyim, yeminimden dönersem günah olur.’ dememeli, derhal kefaretini verip yemini bozmalı ve hayırlı olanı yapmalıdır. 253. Sehl bin Sa’d es–Sâidî radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Medine’ye üç kilometre kadar uzaklıktaki Kuba kasabasında oturan Amr bin Avf Oğulları arasında bir kavga çıktığını duydu. Aralarını bulmak için bir grup sahâbî ile birlikte oraya gitti. Onları barıştırmak için bir müddet orada kaldı. Bu arada ikindi namazının vakti gelmişti. Bilal ezanı okudu ve Ebu Bekir radıyallahu anh’ın yanına gelerek: — Ya Ebu Bekir! Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem galiba gelemeyecek. Namaz vakti de girdi. Sen imam olup halka namaz kıldırır mısın? diye sordu. Hz. Ebu Bekir de: — Peki, nasıl istersen, dedi. Bunun üzerine Bilâl kamet getirdi. Ebu Bekir öne geçip tekbir aldı, Müslümanlar da ona uydular. Onlar namaz kılarlarken, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem çıkageldi ve ümmetin önderi olması hasebiyle, safların arasından geçip imamın hemen arkasındaki ilk safta namaza durdu. Bunun üzerine cemaat, Peygamber’in geldiğini Ebu Bekir’e haber vermek için el çırpmaya başladı. Ebu Bekir, namaz kılarken başını çevirip sağa sola bakmazdı. Cemaat uzun süre el çırpmaya devam edince, dönüp baktı ve yanı başında Peygamber’i görüverdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ona yerinde kalmasını işaret etti. Ebu Bekir, Peygamberimizin bu iltifatı karşısında ellerini kaldırarak Allah’a hamd etti ve geri geri gidip arkadaki saffa girdi. Bunun üzerine, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem öne geçerek namazı kıldırdı. Namaz bitince, cemaate dönerek şunları söyledi: — Ey insanlar! Namazda bir aksaklık meydana gelince neden el çırp-


1. ARİFLERİN YOLU

145

maya başladınız? Oysa el çırpmak kadınlara mahsustur. Namazda böyle bir durumla karşılaşan kimse, insanları uyarmak istiyorsa, yüksek sesle “Subhânallah!” desin. Onun bu sözünü duyanlar, mutlaka dönüp ona bakarlar.” Sonra Peygamberimiz Ebu Bekir’e dönerek: — Ya Ebu Bekir! Sana yerinde kal diye işaret ettiğim hâlde, niçin namazı kıldırmaya devam etmedin? diye sordu. Hz. Ebu Bekir: — Ebu Kuhâfe’nin oğluna, yani benim gibi aciz bir kula, Peygamber’in önüne geçip namaz kıldırmak yakışmazdı, diye cevap verdi.

32. BAB: ZAYIF, FAKİR ve ADI SANI ANILMAYAN MÜSLÜMANLARIN (ALLAH KATINDAKİ) DEĞERİ Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey Peygamber! Rab’lerinin hoşnutluğunu arzu ederek, sabah akşam O’na yalvaran yoksul, zayıf fakat gönülleri imanla dopdolu o fedakâr insanlarla birlikte candan sabret. Onların dertlerine, sevinçlerine ortak ol ve sakın dünya hayatının göz kamaştırıcı cazibesine kapılıp da, gözlerini onların üzerinden bir an olsun ayırma. Bencil arzularının kölesi olan, bu yüzden yüreğini Kur'an’da dile getirdiğimiz öğüt ve uyarılarımıza, yani Zikrimize karşı duyarsız kıldığımız ve işi gücü zulüm, haksızlık ve taşkınlık olan kimselere sakın itaat etme. Yoksul ve zayıf müminleri yanından uzaklaştırdığın takdirde sana iman edeceklerini söyleyen bu kendini beğenmiş kâfirlerin teklifine uymayı aklından bile geçirme. (Kehf, 18/28) Konu ile İlgili Hadisler: 254. Hz. Ömer’in üvey oğlu Hârise bin Vehb radıyallahu anh diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim: “İyi dinleyin, size cennet ehlinin kimler olduğunu bildireyim mi? Onlar zayıf ve son derece mütevazı kimselerdir. İnsanlar tarafından hor görülürler. Fakat “Vallahi bu iş böyle olacak!” diye yemin etseler, Allah onları yeminlerinde yalancı çıkarmaz. Size cehennemliklerin kimler olduğunu söyleyeyim mi? Onlar da katı kalpli, kaba, cimri ve kibirli kimselerdir.” 255. Sehl bin Sa’d es–Sâidî radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanından bir adam geçti.


146

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Peygamber, yanında oturan kimseye: — Şu adam hakkında ne dersin? diye sordu. O da: — Bu zat ileri gelen kişilerden biridir. Vallahi böyle bir adam bir kıza talip olsa evlendirilmeye, birine aracılık etse sözü dinlenmeye lâyıktır, diye cevap verdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir şey söylemedi. Sonra oradan biri daha geçti. Peygamber aleyhisselâm yine ona: — Peki, bu adam hakkında ne dersin?” diye sordu. Bu defa o: — Ya Rasulallah! Bu adam fakir Müslümanlardan biridir. Bir kıza talip olsa, istediği kız verilmez. Birine aracılık etse, ricası kabul edilmez. Konuşmaya kalksa, sözü dinlenmez, dedi. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Bu fakir adam, şunun gibi dünya dolusu adamdan daha hayırlıdır, buyurdu 256. Ebu Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ahiret âlemini temsilî bir üslupla anlatarak şöyle buyurmuştur: “Cennet ile cehennem, her biri kendisinin daha üstün olduğunu söyleyerek aralarında münakaşa ettiler. Cehennem: — Bende ceza gören zorbalar ve kibirli kimseler var, dedi. Cennet ise: — Bende de mükâfatı hak eden zayıf ve yoksul insanlar var, dedi. Bunun üzerine Allah, şu sözlerle aralarındaki çekişmeyi halletti: — Ey cennet! Sen benim rahmetimsin, dilediğime seninle merhamet ederim. Ey cehennem! Sen de benim azabımsın, dilediğime seninle azap ederim. Her ikiniz de gereklisiniz ve ikinizi de doldurmak bana aittir.” 257. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hesap günü dünyada büyük ve değerli diye bilinen gösterişli, şişman bir adam huzur–u ilahiye gelir ki, Allah katında onun sinek kanadı kadar bile değeri yoktur.” 258. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah zamanında, camiyi süpürüp temizleyen Ümmü Mihcen adındaki siyah bir kadın –veya siyah bir genç– vardı. Bir ara Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem o kadını –veya genci– göremeyince, nerede olduğunu sordu. Ashab:


1. ARİFLERİN YOLU

147

— O dün gece vefat etti. Biz de onu aceleyle defnettik ya Rasulallah, dediler. Hz. Peygamber: — Bana da haber verseydiniz ya! dedi. Sahâbîler, o kadını –veya genci– pek önemsememişlerdi. Sonra Peygamberimiz: — Bana onun mezarını gösterin, dedi. Peygamber’i o kadının mezarına götürdüler. Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem, onun cenaze namazını kıldı ve şöyle buyurdu: — Doğrusu şu kabirler, içinde yatanlar için zifiri karanlıktır. Onlar için ettiğim dualar ve kıldığım namaz sayesinde, ümit ederim Allah onların kabirlerini aydınlatacaktır.” 259. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet edilmiştir: “Saçı başı dağınık, eli yüzü toz toprak içinde, hor görülüp kapılardan kovulan öyle insanlar vardır ki, vallahi bu şöyle olacak diye yemin etseler, Allah onları yeminlerinde yalancı çıkarmaz.” 260. Üsâme bin Zeyd radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Miraca çıktığımda Rabb’im bana, cennet ve cehennemin kıyametten sonraki hâlini gösterdi. Cennetin kapısında durup baktığımda gördüm ki, oraya girenlerin çoğu yoksullardı. Zenginler ise, hesapları görülmek üzere bekletiliyorlardı. Ancak onlardan cehennemlik olanlar, çoktan cehenneme girmişlerdi. Sonra cehennemin kapısında durup baktım. Gördüm ki, oraya girenlerin de çoğu, Allah’ın bahşetmiş olduğu güzellik ve cazibelerini kötü yönde kullanan ve böylece şeytanın insanları yoldan çıkarmasına alet olan kadınlardı”. 261. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Üç kişiden başka beşikte konuşan olmamıştır. Bunlardan biri Meryem oğlu İsa, diğeri Cüreyc kıssasında adı geçen çocuktur. Üçüncüsü ise, bu kıssanın sonunda anlatılacaktır. Cüreyc, ibadete düşkün bir kimseydi. Kendine bir mabet yapıp orada ibadete kapandı. Bir gün annesi geldi ve: — Cüreyc! diye seslendi. Cüreyc içinden: — Ya Rab, bir yanda annem, bir yanda namazım. Anneme mi cevap versem,


148

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

yoksa namazıma devam mı etsem, dedi. Namazı bırakıp annesiyle ilgilenmesi gerekirken, o namazına devam etti. Annesi de kızgın bir hâlde dönüp gitti. Ertesi gün yine Cüreyc namaz kılarken annesi geldi ve: — Cüreyc! diye seslendi. Cüreyc yine kendi kendine: — Ya Rab, annem mi, yoksa namazım mı? diye söylendi. Sonra namazına devam etti. Üçüncü gün annesi yine Cüreyc namaz kılarken geldi ve: — Cüreyc! diye seslendi. Cüreyc yine içinden: — Ya Rab, annem mi, yoksa namazım mı? diye söylendi. Fakat yine namazına devam etti. Bunun üzerine annesi: — Allah’ım! Onu kötü kadınlarla yüz göz etmeden canını alma! diye beddua etti. Bir gün İsrail Oğulları, Cüreyc’in ibadete düşkünlüğü hakkında konuşuyorlardı. Güzelliği ile meşhur bir kötü kadın: — Eğer isterseniz, ben onu baştan çıkarabilirim, dedi. Sonra Cüreyc’in yanına gidip kendini onu arz etmek istedi. Fakat Cüreyc onun yüzüne bile bakmadı. Bunun üzerine kadın, Cüreyc’in kaldığı mabede sığınmış bir çobanın yanına geldi. Bu adamı baştan çıkararak ondan hâmile kaldı. Çocuğunu dünyaya getirince de, onun Cüreyc’ten olduğunu söyledi. Bunu duyan halk, Cüreyc’in yanına gelerek onu alaşağı ettiler ve mabedini yıkarak kendisini dövmeye başladılar. Cüreyc: — Niçin böyle yapıyorsunuz? diye sorunca: — Sen o kötü kadınla zina etmişsin ve o senin çocuğunu doğurmuş, dediler. Cüreyc: — Çocuk nerede? diye sordu. Çocuğu alıp getirdiler. Cüreyc: — Bırakın beni namaz kılayım, dedi. Namazını kıldıktan sonra çocuğun yanına geldi ve karnına dokunarak: — Söyle çocuk, senin baban kimdir?” diye sordu. Çocuk o anda dile gelerek: — Babam filan çobandır, diye cevap verdi. Bunu gören halk, Cüreyc’in ellerine kapanarak öpmeye, az önce yumrukladıkları vücudunu şefkatle okşamaya başladılar. Sonra da: — Sana altından bir mabet yapacağız, dediler. Cüreyc:


1. ARİFLERİN YOLU

149

— Hayır, eskiden olduğu gibi yine kerpiçten yapın, dedi. Onlar da ona kerpiçten bir mabet yaptılar. Beşikte konuşan üçüncü çocuğa gelince: Bir kadın bebeğini emzirirken, cins bir at üzerinde, iyi giyimli ve güzel görünümlü bir adam önlerinden geçti. Onu gören anne: — Allah’ım, benim oğlumu da böyle yap! diye dua etti. O sırada bebek emmeyi bıraktı ve adama bakarak: — Allah’ım, beni onun gibi yapma! dedi. Sonra yine emmeye devam etti. Ebu Hureyre diyor ki: Bebeğin emmesini bize anlatırken, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in işaret parmağını ağzına alıp emişi hâlâ gözümün önündedir. Allah Rasulü sözlerine şöyle devam etti: Sonra bebek ile annesinin önünden bir köle kadın geçti. İnsanlar: — Sen zina ettin, hırsızlık yaptın! diyerek onu dövüyorlardı. O ise: — Allah bana yeter, O ne güzel vekildir! diyordu. Bunu gören anne: — Allah’ım, çocuğumu onun gibi yapma! diye dua etti. Bebek tekrar memeyi bırakıp cariyeye baktı ve: — Allah’ım, beni onun gibi yap! dedi. Bunun üzerine, anne ile bebeği konuşmaya başladılar. Anne: — İyi giyinmiş, güzel görünümlü bir adam geçti. Ben de, “Allah’ım, benim oğlumu da böyle yap!” diye dua ettim. Sen ise “Allah’ım, beni onun gibi yapma!” dedin. O köle kadını “Zina ettin, hırsızlık yaptın!” diye döverek götürdüler. Ben de “Allah’ım, çocuğumu onun gibi yapma!” diye dua ettim. Sen ise “Allah’ım, beni onun gibi yap!” dedin. Niçin böyle yaptın? diye sordu. Bebek şöyle cevap verdi: — O adam son derece varlıklı ve güzel görünümlü olmasına rağmen, Allah’a başkaldıran zalim ve zorba bir kimseydi. Onun için “Allah’ım, beni onun gibi zalim biri yapma!” diye dua ettim. O zina ve hırsızlık ile suçlanan o cariye ise, aslında ne zina etmiş, ne de hırsızlık yapmıştı. Bunun için de, “Allah’ım, beni onun gibi masum ve günahsız yap!” diye dua ettim. Çünkü ben Allah’a isyan eden bir kral olmaktansa, O’na kulluk eden bir köle olmayı tercih ederim.”

33. BAB: YETİMLERİ, ZAYIF, KİMSESİZ ve GÖNLÜ KIRIK KİMSELERİ ŞEFKATLE KUCAKLAMAK, ONLARA MÜTEVAZI DAVRANIP KOL KANAT GERMEK


150

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey Peygamber ve Peygamber’in izinden yürüyen mümin! Bazı insanlara geçici olarak verdiğimiz dünya malına gözünü dikip de, lüks ve şatafatlı bir hayata tamah etme ve size karşı üstünlük taslıyorlar diye onlardan dolayı da üzülme. Sen, onların hor ve hakir gördüğü müminlere tam bir alçakgönüllülük ve şefkatle kol kanat ger. (Hicr, 15/88) 2. Ey Peygamber! Rab’lerinin hoşnutluğunu arzu ederek, sabah akşam O’na yalvaran yoksul, zayıf, fakat gönülleri imanla dopdolu o fedakâr insanlarla birlikte candan sabret. Onların dertlerine, sevinçlerine ortak ol ve sakın dünya hayatının göz kamaştırıcı cazibesine kapılıp da, gözlerini onların üzerinden bir an olsun ayırma. Bencil arzularının kölesi olan, bu yüzden yüreğini Kur'an’da dile getirdiğimiz öğüt ve uyarılarımıza, yani Zikrimize karşı duyarsız kıldığımız ve işi gücü zulüm, haksızlık ve taşkınlık olan kimselere sakın itaat etme. (Kehf, 18/28) 3. Ve ey yetim Peygamber, sakın yetimi incitme. Herhangi bir konuda senden yardım isteyeni de asla azarlama. Ona yardım elini uzat, eğer gücün yetmiyorsa, tatlı bir üslûpla özür dile, fakat hiçbir zaman onu kapından kovma. (Duha, 93/9, 10) 4. Ey insan! Görünüşte namazını kılan, ibadetlerini yerine getiren, fakat ahlaksız, kişiliksiz, saygısız ve merhametsiz tavırlarıyla cenneti, cehennemi ve hesabı yalanlayanın kim olduğunu bilir misin? İşte odur yetimi itip kakan, yoksulu doyurmaya gayret göstermeyen, insanları bu tür iyiliklere teşvik etmeyen. (Maun, 107/1–3) Konu ile İlgili Hadisler: 262. Sa’d bin Ebî Vakkâs radıyallahu anh diyor ki: Mekke’de, İslam’ın ilk yıllarında yaşadığım bir olayı anlatacağım. Bizler altı kişi olarak, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanındaydık. Altımız da fakir ve zayıf kimselerdik. Bizim varlığımızdan rahatsızlık duyan müşrikler, Peygamber aleyhisselâm’a gelerek: — Seni dinlememizi istiyorsan, şunları yanından uzaklaştır ki, pis kokularıyla ve bayağı davranışlarıyla bizi rahatsız etmesinler, dediler. Orada benden başka Abdullah bin Mesud, Hüzeyl kabilesinden bir adam, Bilal ve adlarını vermek istemediğim iki kişi daha vardı. Müşriklerin bu teklifi üzerine, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kalbinden, bizim kendisine gücenmeyeceğimizi bildiği için, o müşrikleri İslam’a


1. ARİFLERİN YOLU

151

ısındırmak amacıyla bizi oradan uzaklaştırma düşüncesi geçti. Bunun üzerine, Allah şu ayeti indirdi: “Rab’lerinin hoşnutluğunu kazanmak için sabah akşam O’na yalvaran o fakir, fakat tertemiz Müslümanları yanından kovma. Kendini beğenmiş inkârcılar bu müminleri yanından uzaklaştırmadın diye iman etmeyeceklerse, varsın iman etmesinler!” (6-Enâm, 52) 263. Hudeybiye’de, müşriklerle son nefesine kadar savaşacağına dair Peygamberimize bağlılık yemini ederek Rıdvan beyatına katılan sahâbilerden Âiz bin Amr el–Müzenî radıyallahu anh rivayet ediyor: Hudeybiye barış antlaşmasından sonra, müşrikler rahatça Medine’ye gelip gidebiliyorlardı. Bir gün Ebu Süfyân, aralarında Selmân-ı Fârisî, Suheyb-i Rûmî ve Bilâl-i Habeşî’nin de bulunduğu bir grup Müslüman’ın yanından geçiyordu. Vaktiyle Ebu Süfyân’dan ağır eziyet ve işkenceler gören bu Müslümanlar: — Allah’ın kılıçları, maalesef Allah düşmanından intikamını alamadı, dediler. Bu sözleriyle, Ebu Süfyân’ın Müslümanlar tarafından öldürülmüş olmasını temenni ettiklerini ifade ediyorlardı. Bunu duyan Ebu Bekir radıyallahu anh, Ebu Süfyân’ın kırılıp kalbinin iyice katılaşmasından korkarak: — Bu sözü Kureyş’in büyüğü ve efendisi olan birine mi söylüyorsunuz? dedi. Sonra Peygamber aleyhisselâm’ın yanına gelerek olup biteni ona anlattı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: — Ya Ebu Bekir! O Müslümanlara nasıl bunu söylersin? Belki de bu sözlerinle onları kırmışsındır. Eğer onları gücendirdiysen, Rabb’ini de gücendirdin demektir, buyurdu. Bunun üzerine, Ebu Bekir hemen o yoksul Müslümanların yanına gelerek: — Kardeşlerim, yoksa sizleri gücendirdim mi? diye sordu. Onlar: — Hayır, sana gücenmedik. Allah seni bağışlasın kardeş, dediler. 264. Sehl bin Sa’d radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem işaret parmağıyla orta parmağını –araları biraz açık kalacak şekilde– birleştirerek: — Ben ve yetimi koruyup gözeten kişi, cennette işte böyle yan yana olacağız, buyurdu. 265. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kendi akrabasına veya başkalarına ait bir yetimi koruyup gözeten


152

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

kimse ile ben, cennette şu iki parmağım gibi yan yana olacağız.” Hadisi rivayet eden Malik bin Enes, Peygamber aleyhisselâm’ın yaptığı gibi, işaret parmağıyla orta parmağını birleştirerek gösterdi. 266. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir iki hurma veya bir iki lokmayla kapıdan savuşturulan kimse yoksul değildir. Asıl yoksul, onurlu davranan ve muhtaç olduğu hâlde kimseye el avuç açmayan kimsedir.” Buhârî ve Müslim’deki diğer bir rivayette şöyle geçmektedir: “Kapı kapı dolaşarak bir iki lokma veya bir iki hurmayla savuşturulan kimse yoksul değildir. Asıl yoksul, kendisine yetecek malı bulunmayan, fakat muhtaç olduğu bilinmediği için kendisine sadaka verilmeyen ve hiç kimseden bir şey dilenmeyen kimsedir. İşte böyle fakirleri arayıp bulmalı, asıl onlara yardım elini uzatmalısınız. Kapı kapı dolaşan dilencilere vereceğiniz birkaç kuruşla, fakir fukaraya karşı sorumluluğunuzu yerine getirmiş olmazsınız. Nitekim Rabb’imiz buyuruyor ki: “Sadakalar, kendilerini Allah yoluna adayan fakirler içindir. Onlar, yeryüzünde gezip dolaşamazlar. İşin içyüzünü bilmeyenler, iffet ve hayâlarından dolayı onları zengin sanır. Sen onları simalarından tanırsın. Onlar yüzsüzlük edip insanlardan bir şey istemezler. (İşte böyle fakirlere) her ne iyilik yaparsanız, Allah hepsini bilmektedir (ve mutlaka karşılığını verecektir).” (2-Bakara: 273) Muhtaç olmadıkları hâlde dilencilik yapan, adeta dilenciliği meslek hâline getiren kimselere gelince, onlar böyle yüzsüzlük yaptıkları için, Hesap Günü suratlarında bir parça bile et kalmamış bir vaziyette Allah’ın huzuruna geleceklerdir.” 267. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Dul kadınların ve yoksulların işlerine yardım eden kimse, Allah yolunda savaşa gitmiş gibi sevap kazanır.” Ebu Hureyre diyor ki: Hatta zannedersem Peygamber şunu da söyledi: “O kimse, tıpkı geceleri durmadan namaz kılan, gündüzleri hiç ara vermeden oruç tutan kimse gibidir.” 268. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Yemek davetlerinin en kötüsü, yemek için gelen fakirlerin alınmadığı,


1. ARİFLERİN YOLU

153

fakat o yemeğe ihtiyacı olmayan zengin ve varlıklı kimselerin davet edildiği düğün yemekleridir. Her kim bir mazereti olmadığı hâlde, böyle düğün, nişan, sünnet gibi önemli bir davete icabet etmezse, Allah’a ve Elçisine karşı gelmiş olur. Çünkü müminler birbirlerinin acılarına ortak oldukları gibi, sevinçlerine de ortak olmalıdırlar. Ancak haram içeceklerin içildiği, insanların kadın erkek iç içe dans edip eğlendiği davetlere gidilmemelidir.” Ayrıca Buhârî ve Müslim’de, Ebu Hureyre’ye ait şöyle bir söz nakledilmektedir: “Zenginlerin davet edilip fakirlerin çağırılmadığı düğün yemeği, ne fena bir yemektir!” 269. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp güzelce terbiye ederse, Hesap Günü onunla ben şöyle yan yana olacağız.” buyurdu ve bu sözü söylerken, parmaklarını birbirine bitiştirdi. 270. Âişe radıyallahu anhâ şöyle diyor: Bir gün fakir bir kadın, yanında iki kız çocuğuyla birlikte yanıma gelerek benden karnını doyuracak bir şeyler istedi. Evde ise bir tek hurmadan başka bir şey yoktu. Onu çıkarıp kadına verdim. Kadın hurmayı ikiye bölüp çocuklarına paylaştırdı. Kendisi ondan bir lokma bile tatmadı. Sonra kalkıp gittiler. Bu sırada Peygamber aleyhisselâm çıkageldi. Ben olup biteni kendisine anlatınca, şöyle buyurdu: “Her kim böyle kız çocukları ile imtihan edilir de onlara iyi bakar ve onları terbiye edip güzelce yetiştirmek için elinden geleni yaparsa, bu çocuklar Mahşer Günü onu cehennem ateşinden koruyan bir siper olurlar.” 271. Yine Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: Bir gün kapıma, iki çocuğunu sırtına almış yoksul bir kadın geldi. Ona üç tane hurma verdim. Kadın çocuklarına birer tane hurma verdi. Sonuncu hurmayı da kendisi yemek için ağzına götürmüştü ki, çocukları onu da istediler. Kadıncağız yemek istediği bu hurmayı da bölüp çocuklarına paylaştırdı. Onun bu davranışına hayran kalmıştım. Sonra bunu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e anlattım. Peygamber: “Hiç şüphesiz Allah, bu şefkati sebebiyle o kadına cenneti vacip kılmış yahut –diğer bir rivayette– bu sayede onu cehennemden kurtarmıştır.” buyurdu.


154

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

272. Ebu Şüreyh Huveylid bin Amr el–Huzâî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Şahit ol Allah’ım! İki zayıf kimsenin, yetimin ve kadının hakkını yemekten ümmetimi şiddetle sakındırıyorum!” 273. Sa’d bin Ebî Vakkâs radıyallahu anh’ın oğlu Mus’ab diyor ki: Babam Sa’d, malıyla ve canıyla Allah yolunda cihad ettiği için, kendisini zayıf ve fakir müminlerden daha faziletli zannedermiş. Bunun üzerine, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Eğer Allah sizi savaşta düşmana karşı destekliyor ve size nimetlerini bahşediyorsa, bu ancak, aranızdaki zayıf ve güçsüz kimseler sayesindedir.” buyurmuş. 274. Ebu’d–Derdâ Uveymir radıyallahu anh şöyle diyor: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim: “Zayıf ve yardıma muhtaç kimseleri koruyup gözetin! Unutmayın ki, sizler ancak aranızdaki zayıf ve muhtaç kimseler sayesinde Allah’tan yardım görüyor, O’nun lütuf ve nimetlerine mazhar oluyorsunuz.”

34. BAB: KADINLARA İYİ DAVRANMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey iman edenler! (…) Hanımlarınıza güzel davranın. Onlara sevgi ve merhametle yaklaşın, tatlı dilli, güler yüzlü ve insaflı olun. Onlardan hoşlanmayacak olsanız bile, sırf bu yüzden yuvanızı yıkmayın. Bilemezsiniz, sizin hoşlanmadığınız bir şeyi, Allah pek çok hayra sebep kılmış olabilir. (Nisa, 4/19) 2. Gerçi birden fazla kadınla evlendiğiniz takdirde ne kadar isteseniz de, eşleriniz arasında her birine hak ettiği ilgi ve şefkati gösterme konusunda tam olarak adaleti sağlayamazsınız. O hâlde, birden fazla kadınla evliliğin omzunuza yükleyeceği sorumluluğun bilincinde olun! Eşleriniz arasında tam bir eşitlik sağlayamasanız bile, hiç değilse bütün ilginizi içlerinden birine yöneltip de, diğerini tamamen ihmal etmeyin. Unutmayın, eğer elinizden geldiğince yanlışlarınızı düzeltir ve günaha düşmekten titizlikle sakınıp korunursanız, bilin ki, Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. (Nisa, 4/129) Konu ile İlgili Hadisler:


1. ARİFLERİN YOLU

155

275. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Size, kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Gerçekten kadın, kaburga kemiğinden yaratılmış gibi narin ve kırılgandır. Kaburga kemiğinin en eğri yeri, üst tarafıdır. Aşağıdan yukarı doğru sıralanan kaburga kemiklerinin en eğri olanı, en üsttekidir. Aynen bunun gibi, kadının da zenginlik, soyluluk, güzellik, makam, bilgi… gibi özellikler bakımından en üst seviyede olanı; en nazlı, en kırılgan ve memnun edilmesi en zor olanıdır. Şayet o eğri kemiği zorla dümdüz yapmaya kalkarsan, kırarsın. Yaratılış gereği son derece duygusal, asabi, heyecanlı, hassas ve narin olan kadını bu özelliklerinden soyutlayarak istediğin şekle getirmek için kendisine baskı yapmaya kalkarsan, sana olan sevgisini kaybedersin. Ama büsbütün kendi hâline de bırakırsan, hep öyle eğri kalır. Öyleyse, kadınlar hakkındaki tavsiyemi tutunuz. Onları döverek, üzerlerinde baskı kurarak istediğiniz şekle getirmeye çalışmayın. Onlara karşı hiddet ve şiddet yerine, ülfet ve şefkat yolunu tutun.” Buhârî ile Müslim’deki diğer bir rivayete göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kadın, kaburga kemiği gibidir. Onu doğrultmaya kalkarsan, kırarsın. Eğer amacın onunla mutlu bir hayat yaşamaksa, bu hâliyle de onda huzur ve mutluluk bulabilirsin.” Müslim’deki bir başka rivayete göre ise, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Kadın, âdeta kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Her zaman seni memnun edecek şekilde davranmayabilir. Amacın onunla mutlu bir hayat yaşamaksa, bu hâliyle de onda huzur ve mutluluk bulabilirsin. Eğer onu zorla, baskıyla düzeltmeye kalkarsan, kırarsın. Kadının kırılması ise, boşanmasıdır.” 276. Abdullah bin Zem’a radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, kendisi bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i hutbe verirken dinlemiş. Abdullah diyor ki: Peygamberimiz hutbe esnasında, Salih aleyhisselâm’ın dişi devesinden ve onu öldüren adamdan bahsederek: “Onların en azgını ileri atıldı!” ayetini okudu ve bu ayeti, “Semud kavmi içinde nüfuz sahibi, son derece güçlü ve aynı zamanda zorba, şirret bir adam deveyi öldürmek için ileri fırladı.” sözleriyle açıkladı.


156

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Sonra kadınlardan söz etti. Onlara iyi davranılmasını tavsiye ederek şöyle buyurdu: “Duyuyorum ki, bazılarınız kalkıp köle döver gibi karısını dövüyor. Sonra da muhtemelen, o gece onunla aynı yatağa girecek. İnsan aynı gece beraber olacağı eşine nasıl el kaldırabilir? Veya onu böyle aşağılayıp incittikten sonra, onunla bir daha nasıl duygusal bir beraberlik içine girebilir? Nasıl hiçbir şey olmamış gibi onu şefkatle bağrına basabilir? Gerçi Allah, iffetsizce davranan ve nasihat, korkutma, yatağını ayırma gibi yollar denendikten sonra, hâlâ bu tür davranışlara devam eden bir kadının, aşırı olmamak kaydıyla dövülmesine izin vermiştir (4-Nisa: 34). Ancak bu, yuvanın yıkılmasını önlemek için son çare olarak öngörülmüş bir tedbirdir. Böyle olağan dışı bir durum söz konusu olmadığı sürece, birtakım hata ve kusurları olsa bile, kadınlarınıza el kaldırmayınız.” Sonra cemaatten birinin yellenmesinden dolayı gülüşmeler oldu. Peygamberimiz, yellenmeden ötürü güldükleri için onları uyararak: “İnsan bizzat kendisinin de yaptığı bir şeye niye güler ki? Yellenme gibi tabii bir olayı alay konusu yapmanız ve yellenen kimseyi utandırmanız doğru bir davranış değildir.” buyurdu. 277. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hiçbir mümin erkek, birtakım kusurlarından dolayı hanımını beğenmezlik etmesin. Şayet onun bir huyunu beğenmiyorsa, onda beğeneceği başka nice güzel huylar vardır. Hiçbir insan mükemmel yaratılmamıştır. Mükemmel olan sadece Allah’tır. Bu yüzden erkek, eşinin beğendiği yanlarını hesaba katmalı, iyi taraflarını görmeye çalışmalıdır. Meselâ şöyle düşünmelidir: “Karım biraz hırçın, fakat doğrusu dindar kadındır. O kadar güzel değil, ama namuslu kadındır. Benim istediğim kadar becerikli değil, fakat güzelliğine diyecek yoktur.” Kadın da kocası için aynı şeyleri düşünmelidir.” 278. Amr bin Ahvas el–Cüşemî radıyallahu anh anlatıyor: Veda Haccı’nda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hutbesini dinledim. Allah’a hamd ettikten sonra, insanlara birtakım öğütler vererek şöyle buyurdu: “Bakınız! Ben size, kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Zira onlar, sizin sorumluluğunuza teslim edilmiş birer emanettirler. Onlara karşı sert ve katı davranmaya hakkınız yoktur. Ancak kesin kanıtlarla ispatlanan bir ahlaksızlık yaparlarsa, o zaman başka. Eğer böyle bir şey yaparlarsa, önce Allah’ı ve ahiret gününü hatırlatarak onlara güzelce nasihat verin. Eğer vazgeçmezlere, sizi kaybettikleri takdirde neler hissedeceklerini onla-


1. ARİFLERİN YOLU

157

ra göstermek için bir süre ilginizi azaltarak onları yataklarında yalnız bırakın. Bu da fayda vermeyecek olursa, bir aile faciasını önlemek için son çare olarak, bir yerlerini incitmeyecek şekilde onları dövün. Eğer size itaat ederlerse, geçmişte olanları affedin, önceki kusurlarını bahane ederek onları incitmeye kalkmayın (Nisa, 4/34). Şunu bilin ki, sizin kadınlar üzerinde haklarınız olduğu gibi, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerindeki haklarınız, namusunuzu korumaları ve izin vermediğiniz kimseleri evinize almamalarıdır. Onların sizin üzerinizdeki hakları ise, giyim kuşam ve yeme içme konularında gücünüz nispetinde onlara iyi bakmanız ve ailenin geçimini güzelce sağlamanızdır.” 279. Muâviye bin Hayde radıyallahu anh şöyle diyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: — Ey Allah’ın Elçisi! Hanımlarımızın bizim üzerimizdeki hakları nelerdir? diye sordum. Rasulullah buyurdu ki: — Giyim kuşam ve yeme içme gibi ihtiyaçlarını karşılaman, ona el kaldırmaman, özellikle de yüzüne vurmaman, kendisine kötü söz söylememen ve onu yatağında yalnız bırakmak zorunda kalırsan, bu işi başkalarına sezdirmeden, sadece kendi evinde yapmandır.” 280. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Müminlerin iman bakımından en üstünü, huy ve ahlak bakımından en güzel olanıdır. En hayırlılarınız da, hanımlarına karşı en hayırlı olanlarınızdır.” 281. İyâs bin Abdullah bin Ebu Zübâb radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Hanımlarınızı dövmeyiniz, buyurmuştu. Aradan bir süre geçince, Ömer radıyallahu anh Peygamber aleyhisselâm’ın huzuruna geldi ve: — Ya Rasulallah! Kadınlar sizin bu sözünüzden cesaret alarak kocalarını dinlemez oldular, dedi. Peygamber de, kadınların belli şartlarda dövülmesine izin verdi. Bu sefer de birçok kadın Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımlarına gelerek kocalarını şikâyete başladılar. Bunun üzerine Peygamberimiz: — Birçok kadın, benim aileme gelerek kocalarını şikâyet ediyor. Şunu


158

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

iyi bilin ki, kadınlarını döven o kimseler, sizin hayırlılarınız değildir, buyurdu. 282. Abdullah bin Amr bin Âs radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Dünya hayatı, gelip geçici bir faydalanmadan ibarettir. Onun en hayırlı nimeti ise, dindar ve güzel ahlaklı kadındır.”

35. BAB: KOCANIN KARISI ÜZERİNDEKİ HAKLARI Konu ile İlgili Ayetler: 1. Erkekler, hanımlarını koruyup gözetmekle yükümlü olup, onlar üzerinde âmir ve yöneticidirler. Çünkü Allah, insanlardan bazılarını yaratılışça diğerlerinden daha üstün kılmıştır. Kadın, tabiatı gereği duygusal, yufka yürekli, zayıf ve narin olduğundan, aileyi yönetme ve onu dış tehlikelerden koruma görevi onun sırtına yüklenmemelidir. Daha güçlü, cesaretli ve dayanıklı olan erkek, bu görev için daha uygundur. Ayrıca erkekler, çalışıp para kazanmak ve mallarından harcama yaparak ailenin geçimini sağlamakla yükümlüdürler. Yükümlülük de aynı oranında yetki gerektirdiğinden, aile reisi erkek olmalıdır. O hâlde, iyi kadınlar, Allah’a gönülden boyun eğen, İslam’a aykırı bir istekte bulunmadıkları sürece kocalarına itaat eden ve Allah’ın koruduğu ve korunmasını emrettiği namuslarını, aile içi mahremiyet ve gizlilikleri koruyan kadınlardır. (Nisa, 4/34) Konu ile İlgili Hadisler: Daha önce geçen 278 numaralı hadis bu konuyla da ilgilidir. Diğer hadisler şunlardır: 283. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir erkek hanımını yatağına çağırır da hanımı hiçbir mazereti olmadığı hâlde onu reddeder ve erkek de ona dargın olarak gecelerse, melekler sabaha kadar o kadına lânet ederler. Şayet kadın kendisini eşiyle birlikte olmaya hazır hissetmiyorsa yahut bir sıkıntı, üzüntü sebebiyle ruhi bir gerginlik içinde bulunuyorsa, bunu kocasına söyleyerek ondan anlayış bekler. Böylece hem eşini üzmemiş, hem de günaha girmekten kurtulmuş olur.” Buhârî ile Müslim’de geçen bir diğer rivayet şöyledir: “Kadın, kocasının yatağını mazeretsiz olarak terk edip başka yerde gece-


1. ARİFLERİN YOLU

159

lerse, melekler sabaha kadar ona lânet ederler.” Bir başka rivayete göre de, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki, bir erkek karısını yatağa çağırır da kadın mazeretsiz olarak onu reddederse, kocası ondan memnun oluncaya kadar gökteki melekler o kadına lânet eder.” 284. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir kadın, kocası yanındayken onun izni olmadan nafile oruç tutamaz. Ayrıca, kocasının izni olmadan kadın olsun erkek olsun, hiç kimseyi evine alamaz.” 285. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Her biriniz birer yöneticisiniz ve her biriniz, yönetiminiz altındakilerden sorumlusunuz. Devlet görevlisi, emri altındakilerin yöneticisidir ve onlardan sorumludur. Erkek, ailesinin yöneticisidir ve onlardan sorumludur. Kadın da kocasının evinin ve çocuklarının yöneticisidir ve onlardan sorumludur. Kısacası, her biriniz birer yöneticisiniz ve her biriniz, yönetiminiz altındakilerden sorumlusunuz.” 286. Talk bin Ali radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Erkek hanımını bir ihtiyacı için çağırdığı zaman, kadın ocak başında bile olsa, kocasının birlikte olma isteğini geri çevirmesin, işini bırakıp kocasının yanına gelsin.” 287. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ailesine karşı görevini hakkıyla yerine getiren fedakâr bir kocanın hanımı üzerindeki hakkı o kadar büyüktür ki, insanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadının, kocasına secde etmesini emrederdim. Çünkü ailenin geçimini üstlenen koca, ailesini geçindirecek imkânı alın teri ve göz nuruyla kazanmakta, gerekirse onlar için hayatını dahi tehlikeye atmaktadır. Böylesi fedakâr kimseler, her türlü sevgi ve saygıya lâyıktırlar. Ama buna rağmen, onların dahi huzurunda eğilmek, secde etmek caiz değildir. Çünkü secde, yalnızca Allah’a yapılır.”


160

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

288. Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Herhangi bir kadın kocası kendisinden razı olduğu hâlde ölürse, erkeklerin bin bir zahmetle yaptığı birçok ibadeti bizzat yapmış gibi sevap kazanarak cennete girer.” Bu hadisin senet zincirinde yer alan Müsavir el-Humeyrî ve annesi meçhul (güvenilir olup olmadıkları bilinmeyen) ravilerdir. Bu sebeple hadis zayıftır. Ancak ihtiva ettiği mana sahihtir. 289. Muaz bin Cebel radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Dünyada kötü huylu bir kadın kocasına eziyet edip onu üzerse, o kimsenin hurilerden olan ve kendisini cennette bekleyen hanımı, o kadına: — Allah canını alsın, üzme onu! O senin yanında şimdilik misafirdir. Dünya hayatı çok kısa olduğu için, yakında senden ayrılıp bize kavuşacaktır, diye seslenir.” 290. Üsâme bin Zeyd radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Benden sonra erkekler için, şeytanın oyunlarına alet edilen kadınlardan daha tehlikeli bir fitne ve bozgunculuk unsuru bırakmadım. Çünkü şer odakları, her zaman kadının çekiciliğini kullanarak insanları ifsat etmeye çalışacaktır. Ayrıca çoğu kadın kocasına, “Sen ölür veya hapse girersen bize kim bakar?” diyerek onu Allah yolunda malı ve canı ile mücadeleden alıkoymaya çalışır. Fakat kocanın eşine ve çocuklarına duyduğu sevgi, onu inancına göre yaşamaktan alıkoymamalıdır.”

36. BAB: AİLENİN GEÇİMİNİ SAĞLAMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Annelerin yiyecek, giyecek, barınma, vs. ihtiyaçlarını uygun biçimde karşılamak, çocuğun babasına düşen bir görevdir. (Bakara, 2/233) 2. Zengin olan zenginliği oranında, imkânları sınırlı olan da Allah’ın kendisine verdiği ölçüde nafaka vermelidir. Çünkü Allah hiç kimseye, kendisine vermiş olduğu güç ve imkânların üstünde bir sorumluluk yüklemez. (Talak, 65/7) 3. Allah yolunda her ne harcarsanız, O size bunun karşılığını hem dünya-


1. ARİFLERİN YOLU

161

da, hem de ahirette kat kat fazlasıyla verecektir. O, rızık ve nimet verenlerin en hayırlısıdır. (Sebe, 34/49) Konu ile İlgili Hadisler: 291. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda cihad edilmesi için, köleyi hürriyetine kavuşturmak için, fakirlere sadaka olarak vermek için ve ailenin geçimini sağlamak için yaptığın harcamalar içerisinde sana en çok sevap kazandıracak olanı, – lüks ve israfa kaçmamak şartıyla– ailen için yaptığın harcamalardır.” 292. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tarafından özgürlüğüne kavuşturulan eski bir köle olan ve Ebu Abdullah –yahut Ebu Abdurrahman– künyesiyle tanınan Sevbân bin Bücdüd’den rivayet edildiğine göre, Allah’ın Elçisi aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Bir insanın yaptığı harcamaların en değerlisi, önce ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için yaptığı harcama, sonra Allah yolunda cihad için beslediği atına yaptığı harcama ve son olarak, Allah yolunda cihada çıkan arkadaşları için yaptığı harcamadır.” 293. Ümmü Seleme radıyallahu anhâ diyor ki: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: — Ya Rasulallah! Eski kocam Ebu Seleme’nin çocuklarına yardımda bulunsam sevap kazanır mıyım? Çünkü bu çocuklara bakmak aslında benim görevim değil. Ne var ki, onları başkasına muhtaç durumda bırakamam, bu yavrular benim öz çocuklarım. Bu sebeple kendilerine yardım ediyor ve geçimlerini sağlıyorum. Acaba kendi yetimlerime yaptığım bu yardımdan dolayı sevap kazanır mıyım? diye sordum. Peygamber de: — Evet, onlara yaptığın her harcamanın sevabını alırsın, buyurdu. 294. Sa’d bin Ebî Vakkâs radıyallahu anh’ın rivayet ettiği ve bu kitabın baş tarafındaki iyi niyet ve ihlâs bölümünde yedi numarayla takdim ettiğimiz uzunca bir hadiste, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Sa’d’a hitaben şöyle buyurmuştu: “Allah’ın sevgi ve hoşnutluğunu kazanmak amacıyla yaptığın her harcamanın, hatta eşinin ağzına koyduğun lokmaya varıncaya kadar, hepsinin mükâfatını mutlaka alacaksın.” 295. Bedir mücahitlerinden Ebu Mesud el–Bedrî radıyallahu anh’dan riva-


162

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

yet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Bir kimse Allah’ın sevgi ve hoşnutluğunu kazanmak amacıyla ailesinin geçimini sağlarsa, yaptığı her harcama ona sadaka sevabı kazandırmış olur.” 296. Abdullah bin Amr bin Âs radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Geçimini sağlamakla görevli olduğu kimseleri ihmal etmesi, kişiye günah olarak yeter.” Müslim’in Sahîh’inde yer alan bu manadaki bir hadise göre ise, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Emri altında bulunan işçi, memur, hizmetçi gibi kimselerin zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak nafakayı vermemesi, kişiye günah olarak yeter.” buyurmuştur. 297. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kulların sabaha eriştiği her gün, yeryüzüne iki melek iner ve onlardan biri: — Allah’ım, senin rızan için malını harcayanlara daha iyisini ver, diye dua eder. Diğeri de: — Allah’ım, cimrilik edenlerin malını yok et, diye beddua eder.” 298. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Üstteki el, alttaki elden hayırlıdır. Yani yardım eden güçlü ve zengin mümin, yardıma muhtaç olan zayıf ve fakir müminden daha faziletli, daha üstündür. Sen yardım etmeye, geçimini üstlendiğin kimselerden başla. Sadakanın en hayırlısı, ihtiyaç fazlası maldan verilendir. Kim insanlara el avuç açmaktan kaçınarak iffetli davranırsa, Allah onu saygıdeğer kılar. Kim kanaatkâr davranır ve açgözlülükten uzak durursa, Allah da onu başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır.”

37. BAB: SEVDİĞİ DEĞERLİ MALLARDAN (ALLAH İÇİN) HARCAMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Sevdiğiniz şeylerden bir kısmını Allah yolunda harcamadıkça, asla iyili-


1. ARİFLERİN YOLU

163

ğe ulaşamazsınız. Açgözlülük ve cimrilik hastalığından kurtulup da servetinizi, sağlığınızı, canınızı... Allah yolunda feda etmeye hazır olmadığınız sürece, O’nun hoşnutluğuna asla kavuşamaz, gerçek erdemliliğe ulaşamazsınız. Öyleyse az çok demeyin, Allah yolunda harcayın. Unutmayın ki, her ne harcarsanız, Allah hepsini bilir ve mükâfatını mutlaka verir. (Âl-i İmran, 3/92) 2. Ey iman edenler! Gerek sizin çalışıp üreterek kazandığınız, gerekse yerden sizin için çıkardığımız toprak ürünleri, maden, define ve petrol gibi nimetlerin temiz ve helal olanlarından bir kısmını Allah yolunda ihtiyaç sahiplerine harcayın. Size verilecek olsaydı, beğenmediğiniz için yüzünüzü buruşturmadan almayacağınız döküntü, bozuk, çürük ve değersiz malları sakın sadaka olarak vermeye kalkışmayın. (Bakara 2/276) Konu ile İlgili Hadisler: 299. Enes bin Malik radıyallahu anh anlatıyor: Medine’de Ensar arasında en fazla hurmalığı olan, üvey babam Ebu Talha idi. En sevdiği malı da Mescid–i Nebevî’nin hemen karşısında bulunan Beyruhâ adındaki hurma bahçesiydi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, zaman zaman bu bahçeye girer ve oradaki tatlı sudan içerdi. “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, gerçek iyilik ve erdemliliğe ulaşamazsınız.” ayeti nazil olunca, Ebu Talha Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem in huzuruna geldi ve: — Ya Rasulallah! Allah sana, “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, gerçek iyilik ve erdemliliğe ulaşamazsınız.” ayetini gönderdi. Benim en sevdiğim malım, Beyruhâ adlı bahçedir. Onu Allah rızası için sadaka olarak adıyorum. Rabb’imden, bunun benim için bir sevap ve ahiret azığı olmasını diliyorum. Ya Rasulallah, Beyruhâ’yı Allah’ın sana bildirdiği şekilde kullanabilirsin, dedi. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Bravo, tebrik ederim! İşte kazanç getiren ticaret budur. Dediklerini duydum, fakat bana kalırsa, onu akrabaların arasında paylaştır. Çünkü yardım etme konusunda akrabanın öncelik hakkı vardır, buyurdu. Ebu Talha: — Peki, öyle yapayım, ya Rasulallah! dedi ve bahçeyi amca oğulları ile diğer akrabaları arasında taksim etti. 300. Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle diyor: Hz. Ali’nin henüz beş altı yaşlarında olan oğlu Hasan radıyallahu anhumâ, sadaka olarak fakirlere verilmek üzere mescide bırakılan hurmalardan birini alıp


164

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

ağzına atmıştı. Bunu gören Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, torununun bir lokma dahi haram yemesine müsaade etmeyerek: — Tuh, tuh, at onu ağzından! Zekât ve sadaka almak Ehl-i Beyt’e haram kılındığı için bizim sadaka mallarından yemediğimizi bilmiyor musun? buyurdu. Bir başka rivayette, Peygamberimiz: “Biz Ehli Beyt’e sadakanın helal olmadığını bilmiyor musun?” buyurmuştur. 301. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in üvey oğlu Ömer bin Ebu Seleme radıyallahu anhumâ anlatıyor: Ben Peygamber aleyhisselâm’ın himayesinde yetişen bir çocuktum. Bir gün genişçe bir yemek tabağının etrafında oturmuş, hep birlikte yemek yiyorduk. Yemek yerken, elim yemek tabağının her tarafında dolaşırdı. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Çocuğum, yemeğe Allah’ın adıyla başla. Sağ elinle ve önünden ye.” buyurdu. Ben de bundan sonra, yemeğimi hep bu şekilde yedim. 302. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Her biriniz birer yöneticisiniz ve her biriniz yönetiminiz altındakilerden sorumlusunuz. Devlet görevlisi emri altındakilerin yöneticisidir ve onlardan sorumludur. Erkek, ailesinin yöneticisidir ve onlardan sorumludur. Kadın da kocasının evinin yöneticisidir ve ondan sorumludur. Hizmetkâr efendisinin malının yöneticisidir ve onlardan sorumludur. Netice itibariyle, her biriniz birer yöneticisiniz ve her biriniz yönetiminiz altındakilerden sorumlusunuz.” 303. Abdullah bin Amr bin Âs radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınız yedi yaşına geldiğinde, onlara namazı emredin. On yaşına geldikleri hâlde hâlâ kılmazlarsa, önce nasihat verin, bu fayda vermezse onları azarlayın. Yine de namaz kılmamakta ısrar ederlerse, o zaman, bir yerlerini incitmeyecek şekilde ve yüzlerine vurmadan onları hafifçe dövün. Böylece, namazı terk etmenin ciddi bir suç olduğunu iyice anlasınlar. Ayrıca, çocuklarınız aynı yatakta yatıyorlarsa, on yaşına geldikleri zaman –cinsiyetleri ne olursa olsun– yataklarını ayırın. Çünkü cinsiyet duygusu gelişmeye başlayan çocukların vücutlarının birbirine temas etmesi, onlarda bazı cinsî sapmalara yol açabilir.


1. ARİFLERİN YOLU

165

Maddi imkânsızlık sebebiyle her bir çocuğa ayrı yatak temin etme imkânı bulamazsanız, hiç değilse vücutlarının birbirine temas etmemesini sağlayın.” 304. Sebre bin Mâbed el–Cühenî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Çocuğa yedi yaşındayken namaz kılmayı öğretin. On yaşına geldiği hâlde hâlâ kılmazsa, onu hafifçe dövün.” Ebu Davud’da ifade şöyledir: “Çocuk yedi yaşına girince, ona namaz kılmasını emredin.”

39. BAB: KOMŞU HAKKI ve BU KONUYLA İLGİLİ TAVSİYELER Konu ile İlgili Ayetler: 1. Yalnızca Allah’a kulluk ve ibadet edin, hiçbir şeyi ve hiç kimseyi O’na denk ve ortak tutmayın. Ana babaya ve diğer yakın akrabaya, yetimlere ve yoksullara, gerek soy, gerek mesafe bakımından size yakın ve uzak komşulara, birlikte olduğunuz iş, yol veya hayat arkadaşınıza, yolda kalmış kimselere, emriniz altındaki köle, cariye, hizmetçi ve işçilere iyi davranın. (Nisa, 4/36) Konu ile İlgili Hadisler: 305. Abdullah bin Ömer ile Âişe radıyallahu anhumâ’dan ayrı ayrı rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Cebrail bana komşuya iyilik etmeyi o kadar çok tavsiye edip durdu ki, neredeyse bu konuda Allah’tan bir emir getirecek ve komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.” 306. Ebu Zer radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle buyurmuştur: “Ya Ebu Zer! Çorba veya sulu bir yemek pişirdiğin zaman, suyunu bol koy ve ondan biraz da komşularına dağıtarak onları da gözet.” Müslim’in Ebu Zer’den naklettiği bir diğer rivayet şöyledir: Dostum Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle vasiyet etti: “Çorba pişirdiğin zaman suyunu bol koy. Sonra da komşularını gözeterek, o çorbadan onlara da güzelce ver.”


166

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

307. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz, dedi. Sahâbîler: — Kim iman etmiş olmaz, ya Rasulallah? diye sordular. Peygamber: — Komşusu şerrinden emin olmayan kimse, buyurdu. Müslim’de yer alan bir başka rivayette Peygamberimiz: “Komşusu şerrinden emin olmayan kimse, cennete giremez.” buyurmuştur. 308. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Müslüman hanımlar! Hiç biriniz, bir koyunun ayak kemiği bile olsa, komşusun verdiği hediyeyi veya kendisinin ona vereceği hediyeyi küçük görmesin. Komşular arasında hediyeleşme ihmal edilmemeli, az çok, büyük küçük demeden ikramda bulunulmalıdır. Verilen ikram da küçük görülmemeli, hele asla geri çevrilmemelidir.” 309. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hiçbiriniz, duvarına ağaç çakmak veya kiriş koymak isteyen komşusuna engel olmasın. Bitişiğinizdeki komşunuz inşaat yaptırırken sizin duvarınızdan faydalanmak zorunda kalırsa, –evinize zarar vermemesi şartıyla– ona izin vermelisiniz.” Ebu Hureyre, hadisi rivayet ettikten sonra, oradakilere: “Neden bu sünneti yerine getirmekten çekiniyorsunuz? Vallahi sizin hoşunuza gitmese de, ben bu sorumluluğu omuzlarınıza yükleyeceğim!” dedi. 310. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden, komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden, misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe iman eden, ya güzel söz söylesin, ya da hiç değilse sussun.” 311. Ebu Şüreyh el–Huzâî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


1. ARİFLERİN YOLU

167

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden, komşusuna güzel davransın. Allah’a ve ahiret gününe iman eden, misafirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden, ya hayırlı söz söylesin, ya da hiç değilse sussun.” 312. Hz. Âişe radıyallahu anhâ diyor ki: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: — Ya Rasulallah! Benim iki komşum var, öncelikle hangisine hediye vermeliyim? diye sordum. Peygamber de: — Kapısı sana daha yakın olana, buyurdu. 313. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah katında arkadaşların en hayırlısı, arkadaşına faydalı olandır. Yine Allah katında komşuların en hayırlısı, komşusuna faydalı olandır.”

40. BAB: ANA BABAYA İYİLİK ve HISIM AKRABAYI KORUYUP GÖZETME Konu ile İlgili Ayetler: 1. Yalnızca Allah’a kulluk ve ibadet edin, hiçbir şeyi ve hiç kimseyi O’na denk ve ortak tutmayın. Ana babaya ve diğer yakın akrabaya, yetimlere ve yoksullara, gerek soy, gerek mesafe bakımından size yakın ve uzak komşulara, birlikte olduğunuz iş, yol veya hayat arkadaşınıza, yolda kalmış kimselere, emriniz altındaki köle, cariye, hizmetçi ve işçilere iyi davranın. (Nisa, 4/36) 2. Ey insanlar! Sizi ilkönce Âdem olarak bir tek candan yaratan, sonra onunla aynı özden, aynı unsurdan Havva adındaki eşini var eden ve böylece, bu ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yeryüzüne yayan Rabb’inize gönülden bağlanarak buyruklarına itaat edin, dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının. Öyleyse, “Allah aşkına! Allah’a yemin olsun! Allah şahittir ki!” diyerek adına yeminler edip dileklerde bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten sakının, emirlerine sımsıkı sarılarak kötülüklerden korunun ve aranızdaki akrabalık bağlarını koparmamaya büyük özen gösterin. Unutmayın ki üstünüzde, sizi sürekli gözetleyen bir Allah var. (Nisa, 4/1) 3-Hakiki müminler; akraba, komşu, yoksul, yetim ve yardıma muhtaç kimselere gereken ilgi ve yakınlığı göstererek Allah’ın geliştirilmesini emrettiği iliş-


168

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

kileri geliştirip canlandıran, Rab’lerine karşı yürekleri saygıyla titreyen ve Mahşer Günü kötü bir şekilde hesaba çekilmekten korkarak, o gün gelip çatmadan önce kendilerini hesaba çeken kimselerdir. (Râd, 13/21) 4-Biz insana, anne ve babasına daima iyi davranmasını öğütledik. Fakat onlar, kendilerine kayıtsız şartsız itaat edileceğine dair elinde hiçbir bilgi ve kanıt bulunmayan birtakım putları veya putlaştırılan insanları Bana eş ve ortak koşmanı sana emrederlerse, o zaman onlara itaat etme. Unutma ki, hepiniz hesap vermek üzere bir gün benim huzuruma geleceksiniz. İşte o zaman Ben, dünyadayken yapıp ettiğiniz her şeyi en ince ayrıntısıyla size bildireceğim. (Ankebut, 29/8) 5. Rabb’in, yalnızca kendisine kulluk etmenizi ve ana babanıza iyi davranmanızı emrediyor. Onlardan biri yahut her ikisi sana sığınır da senin yanında ihtiyarlık çağına erişirlerse, onlara karşı son derece saygılı ve sevecen davran. Değil kötü bir söz söylemek, onlara “öf!” bile deme. Hele onları sakın azarlama, tam tersine, onlara saygı ve sevgi dolu, gönül alıcı tatlı sözler söyle. Onlara en içten şefkat ve alçak gönüllülük duygularıyla kol kanat ger ve “Ey Rabb’im, onlar beni çocukluğumda nasıl büyütüp yetiştirdilerse, sen de onlara öylece merhamet et!” diye onlar için dua et. (İsra, 17/23, 24) Yaşlı annesini sırtına almış, kan ter içinde Kâbe’yi tavaf etmekte olan bir adam, orada Peygambere rastlayınca, “Ey Allah’ın elçisi! Ne dersiniz, şimdi annemin hakkını ödemiş oldum mu acaba?” diye sordu. Bunun üzerine Peygamber, “Hayır, daha seni karnında taşırken aldığı bir nefesin dahi hakkını ödeyebilmiş değilsin.” diye cevap verdi. (Ebu Bekir Bezzâr) 6. Biz insanoğluna, ana babasına güzelce itaat etmesini ve onlara her zaman iyi davranmasını emrettik. Fakat annenin yeri bambaşkadır. Çünkü annesi, nice sıkıntı ve meşakkatlere katlanarak onu dokuz ay boyunca karnında taşıdı. Bununla da kalmadı, tam iki yıl boyunca onu emzirdi ve gece gündüz demeden uykusunu, rahatını terk ederek onun bakımıyla ilgilendi. Öyleyse, ey insan; Bana ve ana babana şükret! Unutma ki, dönüşün Banadır. (Lokman, 31/14) Konu ile İlgili Hadisler: 314. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: — Ya Rasulullah! Allah’ın en sevdiği amel hangisidir? diye sordum.


1. ARİFLERİN YOLU

169

— Vaktinde kılınan namazdır, diye cevap verdi. — Sonra hangisi? dedim. — Ana babaya iyilik etmek, buyurdu. — Ondan sonra hangisi gelir? diye sordum. — Allah yolunda cihad etmek, buyurdu. Peygamber aleyhisselâm bu tür sorulara, soran kişinin seviyesini, artı ve eksilerini dikkate alarak farklı cevaplar verirdi. 315. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hiçbir çocuk, babasının hakkını ödeyemez. Şayet onu köle olarak bulur ve satın alıp özgürlüğüne kavuşturursa, ancak o zaman onun hakkını ödemiş olur.” 316. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden, misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe iman eden, akrabasını görüp gözetsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden, ya hayırlı söz söylesin, ya da hiç değilse sussun!” 317. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, akrabalar arasındaki sevgi ve saygı bağlarının ve akrabayı gözetmenin Allah katındaki önemini canlı bir misalle anlatarak şöyle buyurmuştur: “Allah varlıkları yaratma işini bitirince, akrabalık bağı canlı bir varlık gibi Allah’ın huzurunda durarak: — Bu makam, akrabalık bağını koparanlardan sana sığınma makamıdır. Onları sana şikâyet ediyor, şerlerinden sana sığınıyorum, ya Rab! dedi. Allah: — Pekâlâ, seni koruyup gözeteni gözetmemi, seninle ilgisini kesenden rahmetimi kesmemi istemez misin? diye sordu. Akrabalık bağı: — Evet, isterim ya Rab! dedi. Bunun üzerine Allah: — O hâlde, bu isteğin gerçekleşmiştir, buyurdu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bunları anlattıktan sonra: — İsterseniz, bu hakikati anlatan şu ayeti okuyun, buyurdu:


170

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Demek ey münafıklar, fırsatını bulup yönetimi ele geçirecek olsanız, yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve komşuluk, arkadaşlık, akrabalık bağlarını koparıp atacaksınız, öyle mi? İşte onlar, Allah’ın lânete uğratarak kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimselerdir.” (47-Muhammed: 22–23) Buhârî’de yer alan bir diğer rivayette, Cenab–ı Hak şöyle buyurmuştur: “Ey akrabalık bağı! Seni gözeteni gözetir, seninle ilgiyi kesenden de ilgiyi keserim.” 318. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: Bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: — İnsanlar arasında kendisine en iyi davranmam gereken kimdir? diye sordu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Annendir, buyurdu. — Ondan sonra kimdir? — Yine annen. — Ondan sonra? — Yine annen. — Daha sonra? — Baban, cevabını verdi. Müslim’de yer alan bir rivayete göre, o adam: — Ey Allah’ın Rasulü! Kendisine en iyi davranılması gereken insan kimdir? diye sordu. Peygamberimiz: — Önce annen, sonra annen, sonra yine annen, sonra baban, sonra da yakınlık derecesine göre diğer akrabaların, buyurdu. 319. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Anne babasına veya onlardan sadece birine yaşlılık günlerinde yetişip de onlara yaptığı iyilikler sayesinde cennete giremeyen kimseye yazıklar olsun, yazıklar olsun, yazıklar olsun!” 320. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: — Ya Rasulallah! Benim bazı akrabalarım var. Ben onları ziyaret ediyorum,


1. ARİFLERİN YOLU

171

fakat onlar bana gelmiyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülükle karşılık veriyorlar. Ben onlara anlayışlı davranıyorum, onlar ise bana sert ve kaba davranıyorlar, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz: — Eğer durum dediğin gibi ise, onların kötülüklerine iyilikle karşılık vermekle, kendilerine kızgın kül yedirmiş oluyorsun. Yani sana kötü davranan yakınların, bu asil davranışın karşısında ezilip mahcup olacaklardır. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar, sen onlara iyi davranmaya, akrabalık ilişkini devam ettirmeye çalış. Sen böyle davrandığın sürece, Allah’ın yardımı seninledir, buyurdu. 321. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim rızkının çoğalmasını ve ömrünün uzamasını istiyorsa, akrabasını kollayıp gözetsin.” 322. Yine Enes radıyallahu anh şöyle diyor: Medine’de Ensar arasında en fazla hurmalığı olan, üvey babam Ebu Talha idi. En sevdiği malı da Mescid–i Nebevî’nin hemen karşısında bulunan Beyruha adındaki hurma bahçesiydi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zaman zaman bu bahçeye girer ve oradaki tatlı sudan içerdi. “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, gerçek iyilik ve erdemliliğe ulaşamazsınız.” ayeti nazil olunca, Ebu Talha Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına geldi ve: — Ya Rasulallah! Allah sana, “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, gerçek iyilik ve erdemliliğe ulaşamazsınız.” ayetini gönderdi. Benim en sevdiğim malım, Beyruha adlı bahçedir. Onu Allah rızası için sadaka olarak adıyorum. Rabb’imden, bunun benim için bir sevap ve ahiret azığı olmasını dilerim. Ya Rasulallah! Beyruha’yı Allah’ın sana bildirdiği şekilde kullanabilirsin, dedi. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Bravo, tebrik ederim! İşte kazanç getiren ticaret budur. Dediklerini duydum, fakat bana kalırsa, onu akrabaların arasında paylaştır. Çünkü yardım etme konusunda akrabanın öncelik hakkı vardır, buyurdu. Ebu Talha: — Peki, öyle yapayım, ya Rasulallah, dedi ve bahçeyi amca oğulları ile diğer akrabaları arasında taksim etti. 323. Abdullah bin Amr bin Âs radıyallahu anhumâ diyor ki: Bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelerek:


172

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Mükâfatını yalnızca Allah’tan umarak, O’nun yolunda hicret ve cihad etmek üzere sana bağlılık yeminiyle biat etmek istiyorum, dedi. Peygamberimiz: — Annen ve babandan hayatta olan var mı? diye sordu. Adam: — Evet, her ikisi de hayatta, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Allah’tan sevap kazanmak istiyorsun, değil mi? diye sordu. Adam: — Evet, deyince: — Öyleyse, ana babanın yanına dön ve onlara hizmet et. Genel seferberlik ilan edilmediği ve eli silah tutan her mümin savaşa çağırılmadığı takdirde, muhtaç durumda olan anne babaya bakman, senin için Allah yolunda hicret ve cihad etmekten daha üstün bir ibadettir, buyurdu. Hadis bu şekliyle Müslim’den alınmıştır. Buhârî ile Müslim’in bir başka rivayeti ise şöyledir: Bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelerek, Allah yolunda cihad etmek için ondan izin istedi. Peygamberimiz: — Annen baban sağ mı? diye sordu. Adam: — Evet, deyince: — Öyleyse, ana babana hizmet etmeye çalışarak onlar için cihad et. Böylece, Allah yolunda cihad etmiş gibi sevap kazanırsın, buyurdu. 324. Yine Abdullah bin Amr bin Âs radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Akrabasının gösterdiği ilgiye aynıyla karşılık veren, gerçek anlamda akrabalığı gözetmiş sayılmaz. Asıl akrabalığı gözeten, kendisiyle ilgiyi kestikleri hâlde, akrabasıyla ilgilenmeye ve onlara iyilik yapmaya devam edendir.” 325. Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, akrabalar arasındaki sevgi ve saygı bağlarının ve akrabayı gözetmenin Allah katındaki önemini canlı ve akılda kalıcı bir misalle anlatarak şöyle buyurmuştur: “Akrabalık bağı, Allah’ın varlıklar üzerindeki kudret ve egemenliğinin sembolü olan Arşa tutunarak –yani Allah’ın kudret ve azametine sığınarak– şöyle dedi: Kim beni koruyup gözetirse, Allah da onu koruyup gözetsin. Kim benimle ilgiyi keserse, Allah da ondan rahmet ve ikramını kessin.”


1. ARİFLERİN YOLU

173

326. Peygamber’in hanımı ve müminlerin annesi Meymûne binti Hâris radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, kendisi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e haber vermeden bir câriye azat edip hürriyetine kavuşturmuştu. Meymûne, kendi nöbet gününde Resûl–i Ekrem yanına gelince: — Ya Rasulallah, bilmem farkında mısınız, cariyemi azat ettim, dedi. Peygamberimiz: — Gerçekten bunu yaptın mı? diye sorunca, Meymûne: — Evet, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz: — Azat edilmek için henüz yeterli olgunluğa erişmemiş olan o cariyeyi dayılarına hediye etseydin, daha çok sevap kazanırdın. Bir daha iyilik yapacağın zaman, öncelikle yardıma muhtaç akrabanı gözet, buyurdu. 327. Hz. Ebu Bekir’in kızı ve Hz. Âişe’nin kız kardeşi olan Esmâ radıyallahu anhâ anlatıyor: Peygamber zamanında, henüz bir putperest olan annem beni ziyarete gelmişti. Bu konuda Peygamber’in görüşünü almak için: — Ya Rasulallah! Annem beni özleyip ziyaretime gelmiş. Müslüman olmadığı hâlde ona ikramda bulunabilir miyim? diye sordum. Peygamber aleyhisselâm: — Evet, annene iyilik ve ikramda bulunabilirsin. Müslümanlara fiilen saldırıda bulunmadıkları sürece, kâfir bile olsalar akrabana gereken ilgi ve yakınlığı gösterebilir, kendilerine iyilik ve ikramda bulunabilirsin, buyurdu. 328. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’ın hanımı Zeynep es–Sekafiyye radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Ey kadınlar! Gerdanlık, kolye, bilezik gibi takı ve süs eşyalarınızdan bile olsa, Allah için yoksullara, muhtaçlara sadaka verin, buyurdu. Bunun üzerine, ben kocam Abdullah bin Mesud’un yanına giderek: — Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bize sadaka vermemizi emrediyor. Sen de eli dar bir adamsın. Ona git de bir soruver, vereceğim sadakayı sana versem olur mu? Olmazsa, başkasına vereyim, dedim. Abdullah: — Benim sormam yakışık almaz. Git kendin sor, dedi. Ben de gidip Peygamber’in kapısına varınca, Medineli bir kadının orada beklediğini gördüm. Meğer o da aynı meseleyi soracakmış. Peygamber’in heybetinden, biz kadınlar onun huzuruna girmeye çekinirdik. Derken Bilâl Peygamber’in yanından çıkıp yanımıza geldi. Ona:


174

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Peygamber’e git ve “Kapıda bekleyen iki kadın, kendi kocalarına ve evlerindeki yetimlere verecekleri sadakanın kabul olup olmadığını soruyorlar, de. Ama bizim kim olduğumuzu söyleme!” dedik. Bilal de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna girerek meseleyi ona anlatmış. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Kim onlar? diye sorunca, Bilal: — Medineli bir kadınla Zeynep, diye cevap vermiş. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: — Hangi Zeynep? diye sorunca, Bilal: — Abdullah bin Mesud’un hanımı, demiş. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Onlar böyle yapmakla, iki sevap birden kazanırlar. Biri yakınlarını görüp gözetme sevabı, diğeri de sadaka sevabı, buyurmuş. 329. Ebu Süfyân Sahr bin Harb Radıyallahu anh, Bizans Kralı Heraklius ile aralarında geçen uzun konuşmayı naklederken şöyle demiştir: Heraklius: — O Peygamber olduğunu iddia eden şahıs size neleri emrediyor? diye sordu. Ben de: — Bize, “Yalnızca Allah’a kulluk edin, O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Atalarınızın sözlerine körü körüne uymayın!” diyor. Ayrıca bize namaz kılmayı, söz ve davranışlarda doğru ve dürüst olmayı, iffetli yaşamayı ve akraba ile ilgilenmeyi emrediyor, dedim. 330. Ebu Zer radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Muhakkak siz yakında öyle bir yer fethedeceksiniz ki, orada para birimi olarak dirhem ve dinar yerine kırat kullanılmaktadır.” Diğer bir rivayete göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Siz, kıratın kullanıldığı Mısır’ı fethedeceksiniz. Size oranın halkına iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Çünkü onlarla sizin aranızda bir antlaşma ve akrabalık bağı vardır.” Bir başka rivayette ise, ifade şöyledir:


1. ARİFLERİN YOLU

175

“Mısır’ı fethettiğiniz zaman, oranın halkına iyi davranın. Zira onlarla sizin aranızda bir antlaşma ve akrabalık –diğer bir rivayete göre hısımlık– bağı vardır. İsmail Peygamber’in annesi Hacer de, oğlum İbrahim’in annesi Mariye de Mısırlıdır. Bu bakımdan, Mısır halkı ile aranızda hem baba tarafından akrabalık, hem de anne tarafından hısımlık bağı vardır.” 331. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Yakın akrabalarını uyar!” (26-Şuara: 214) ayeti nazil olunca, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Kureyş kabilesini yemeğe davet etti. Onlar da gelip toplandılar. Peygamber aleyhisselâm, yemekten sonra genel ifadelerle kabilelere, özel olarak da şahıslara hitap ederek şöyle dedi: “Ey Abdi Şems Oğulları! Ey Kâb bin Lüey Oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarmaya bakın! Ey Abdi Menaf Oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarmaya bakın! Ey Hâşim Oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarmaya bakın! Ey Abdulmuttalib Oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarmaya bakın! Ey kızım Fâtıma! Sen de kendini cehennemden kurtarmaya bak! Babam Peygamberdir diye bana güvenme. Çünkü eğer siz kendinizi cehennemden kurtaracak güzel işler yapmazsanız, ben sizi Allah’ın azabından kurtaramam. Şu kadar var ki, aramızdaki akrabalık bağı sebebiyle sizinle ilgimi kesmeyecek, akrabalık görevimi yerine getireceğim.” 332. Amr bin Âs radıyallahu anh diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i öyle gizli kapaklı değil, açıkça şunları söylerken işittim: “Benimle akrabalık bağı olan herhangi bir kabile veya sülale benim dostum değildir. Benim dostum, ancak Allah ve O’nun yolunda yürüyen salih müminlerdir. Bununla birlikte, bazı kabile ve kişilerle aramda akrabalık bağı bulunduğu için, onlara karşı akrabalık görevimi yerine getiririm. Çünkü akrabam olmaları sebebiyle, onların benim üzerimde hakları vardır.” 333. Ebu Eyyûb el–Ensârî radıyallahu anh anlatıyor: Bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: — Ya Rasulullah! Cehennemden uzaklaşmamı ve cennete girmemi sağlayacak güzel davranışın ne olduğunu bana bildir, dedi. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm: — Yalnızca Allah’a kulluk et; hiç kimseyi ve hiçbir şeyi O’na ortak koşma.


176

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Namazı güzelce kıl, zekâtı ver. Akrabanı da koruyup gözet. Bu dediklerimi yapar ve Allah’ın diğer emir ve yasaklarına da riayet edersen, muhakkak cennete girersin, buyurdu. 334. Selmân bin Âmir radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz orucunu açacağı zaman, hurma ile açsın. Çünkü hurma, bereketli ve besleyici bir meyvedir. Eğer hurma bulamazsa, su ile açsın. Çünkü su, doğallık, saflık ve temizliktir.” Peygamber aleyhisselâm sözlerine şöyle devam etti: “Fakire verilen sadaka, bir sevap olarak yazılır. Fakir akrabaya verilen sadaka ise, iki sevap olarak yazılır: Biri sadaka sevabı, öteki de akrabayı koruyup gözetme sevabı.” 335. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Ben çok sevdiğim bir kadınla evliydim. Fakat babam Hz. Ömer o kadını beğenmiyor, onu boşamamı söylüyordu. Bense boşamak istemiyordum. Bunun üzerine, babam Peygamber aleyhisselâm’a gelerek durumu ona anlatmış. Peygamber aleyhisselâm da bana: “O kadını boşa!” diye emretti. Demek ki Hz. Ömer, gelininde bağışlanması mümkün olmayan büyük bir hata görmüştü. Oğlu Abdullah ise, karısına âşık olduğu için eşinin bu kusurunu göremiyordu. Fakat bu gün bir müminin, babasının veya annesinin şikâyetlerine bakarak eşini boşaması doğru olmaz. Çünkü günümüzde İslam’ı yeterince bilmeyen anne ve babalar, Hz. Ömer’in ve diğer Sahabe’nin gösterdiği hassasiyeti gösteremiyor, en ufak bir kusurundan dolayı gelinlerine kızarak lüzumsuz yere yuvanın yıkılmasına sebep olabiliyorlar. Bu yüzden insan, anne ve babasının eşiyle ilgili şikâyetlerini salim bir kafayla değerlendirmeli, dindar ve aklı başında kimselerin de görüşlerinden yararlanarak bu konuda kararı bizzat kendisi vermelidir. 336. Ebu’d–Derdâ radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, bir adam onun yanına gelerek: — Benim çok sevdiğim bir eşim var. Fakat annem onu boşamamı söylüyor, ne yapayım? diye sordu. Ebü’d–Derdâ radıyallahu anh da ona şu cevabı verdi: — Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Anne ve baba, cennet kapılarının ortasıdır. Cennetin en yüksek makamı-


1. ARİFLERİN YOLU

177

na ulaşmak istiyorsan, –başka birinin hakkının çiğnenmesi söz konusu değilse– anne babanın sözünü dinle. En değerli kapıdan cennete girmeni sağlayacak kişileri üzme!” buyurduğunu işittim. Artık sen bilirsin, o kapıyı ister bırak, ister elinde tut. Eğer annen gerçekten telafi edilemeyecek bir büyük kusurundan dolayı hanımını boşamanı istiyorsa, sözünü dinle. Yok, Allah’ın razı olmayacağı bir boşamaya seni teşvik ediyorsa, o zaman eşine ve çocuklarına zulmetme. 337. Bera bin Âzib radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselâm: “Teyze, anne yerindedir. Yetim kalan bir çocuğun emanet edileceği kadın, öncelikle onun annesi, ablası, teyzesi gibi yakını olmalıdır.” buyurmuştur. Ayrıca, ileride, “Allah’ın rahmetini ümit etme” bölümünde tamamını zikredeceğimiz uzun bir hadiste Amr bin Abese diyor ki: Mekke’de peygamberliğin ilk günlerinde, Rasulullah aleyhisselâm’ın huzuruna vardım ve ona: — Sen kimsin? diye sordum. — Ben peygamberim, diye cevap verdi. — Peygamber ne demektir? dedim. — Yani beni Allah gönderdi, dedi. — Seni hangi görevle gönderdi? diye sordum. — Akrabayı koruyup gözetmek, putları kırıp şirk düzenini ortadan kaldırmak ve Allah’ın bir olduğunu ilan edip ona asla ortak koşulmaması gerektiğini anlatmakla görevlendirdi, dedi.

41. BAB: ANA BABAYA KARŞI GELMENİN ve AKRABAYLA İLGİYİ KESMENİN HARAM OLUŞU Konu ile İlgili Ayetler: 1. Demek ey münafıklar, fırsatını bulup yönetimi ele geçirecek olsanız, yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve akrabalık, komşuluk, arkadaşlık gibi değerleri hiçe sayarak akrabalık bağlarını koparıp atacaksınız, öyle mi? İşte onlar, Allah’ın rahmetinden uzaklaştırıp lânetleyerek kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimselerdir. (Muhammed, 47/22-23) 2. Yaratılışları itibarıyla, benliklerine nakşedilen doğal bir eğilim olarak Allah’a vermiş oldukları sözü hem de onu yeminleriyle pekiştirdikleri hâlde


178

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

bozan, insanın gerek Rabb’iyle, gerek içinde yaşadığı toplumla ve gerekse diğer varlıklarla kurması gereken sevgi ve şefkate dayalı ilişkileri baltalamak suretiyle Allah’ın geliştirilmesini emrettiği ilişkileri kesip atan ve yeryüzünde fesada, yozlaşmaya yol açarak bozgunculuk yapan kimselere gelince, onlara dünyada da, ahirette de lânet vardır ve yurdun kötüsü olan cehennem, onların sonu olacaktır. (Râd, 13/25) 3. Rabb’in, yalnızca kendisine kulluk etmenizi ve ana babanıza iyi davranmanızı emrediyor. Onlardan biri yahut her ikisi sana sığınır da senin yanında ihtiyarlık çağına erişirlerse, onlara karşı son derece saygılı ve sevecen davran. Değil kötü bir söz söylemek, onlara “öf!” bile deme. Hele onları sakın azarlama, tam tersine, onlara saygı ve sevgi dolu, gönül alıcı tatlı sözler söyle. Onlara en içten şefkat ve alçak gönüllülük duygularıyla kol kanat ger ve “Ey Rabb’im, onlar beni çocukluğumda nasıl büyütüp yetiştirdilerse, sen de onlara öylece merhamet et!” diye onlar için dua et. (İsra, 17/23, 24) Konu ile İlgili Hadisler: 338. Ebu Bekre Nüfey bin Hâris radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir konuşmasında, araka arkaya üç defa: — Size günahların en büyüklerini söyleyeyim mi? dedi. Biz: — Evet ya Rasulallah! dedik. Peygamberimiz de: — Allah’a ortak koşmak ve ana babaya karşı gelmek, buyurdu. Sonra yaslandığı yerden doğrularak oturdu ve: — İyi dinleyin, bir de yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmak, dedi. Bu sözü o kadar tekrarladı ki, daha fazla üzülmesini istemediğimiz için içimizden, “Keşke artık sussa!” diye temennide bulunduk. 339. Abdullah bin Amr bin Âs radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Büyük günahlar içinde en tehlikeli olanlar şunlardır: Allah’a ortak koşmak, ana babaya karşı gelmek, haksız yere adam öldürmek ve birinin hakkını çiğnemek için yalan yere yemin etmek.” 340. Yine Abdullah bin Amr radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Bir kimsenin kendi ana babasına sövmesi büyük günahlardandır, buyurdu. Ashab:


1. ARİFLERİN YOLU

179

— Ya Rasulallah! İnsan hiç kendi ana babasına söver mi? deyince: — Evet, tutar birinin annesine veya babasına söver, o da buna karşılık vererek onun annesine veya babasına söver. Netice o kişi, kendi ana babasına sövmüş olur, buyurdu. Buhârî’de yer alan başka bir rivayete göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — İnsanın kendi ana babasına lânet etmesi en büyük günahlardandır, buyurdu. Ashab: — Ya Rasulallah! İnsan kendi ana babasına nasıl lânet eder ki? deyince: — Birinin annesine veya babasına söver, o da buna karşılık onun annesine veya babasına söver. Böylece o, kendi ana babasına lânet etmiş olur, buyurdu. 341. Cübeyr bin Mut’im radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Akrabasıyla ilgisini kesen kimse, bunun cezasını çekmedikçe cennete giremez.” 342. Muğire bin Şube radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah size annelere karşı gelmeyi, verilmesi gereken şeyleri vermemeyi, hak edilmeyen şeyleri istemeyi ve kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyi haram kıldı. Dedikodu yapmayı, lüzumsuz yere çok soru sormayı –yahut hep başkalarından bir şeyler isteyerek insanlara yük olmayı– ve malı kötü yollarda harcayarak yahut har vurup harman savurarak telef etmeyi de mekruh kıldı.”

42. BAB: ANNE BABANIN DOSTLARINA, AKRABAYA, HAYAT ARKADAŞINA ve İKRAMA LÂYIK OLAN DİĞER İNSANLARA İYİLİK ve İKRAMDA BULUNMAK Konu ile İlgili Hadisler: 343. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İyiliklerin en güzeli, baba dostu ile dostluğu devam ettirmek ve onu koruyup gözetmektir.”


180

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Abdullah bin Dinar’dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Abdullah bin Ömer, bir gün Mekke yolunda bir bedevi ile karşılaştı. Bedeviye selâm verdikten sonra, kendi bindiği eşeği ve başındaki sarığı o kişiye hediye etti. Biz de Abdullah’a: — Allah iyiliğini versin, bu adam bir bedevi. Onlar aza da kanaat ederler, ona niçin bu kadar çok hediye verdin? deyince, bize şunları söyledi: — Bu bedevinin babası, babam Ömer bin Hattab’ın dostuydu. Ve ben, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “İyiliklerin en güzeli, kişinin baba dostu ile dostluğu devam ettirmesi ve onu koruyup gözetmesidir.” Abdullah bin Dinar’ın, Abdullah bin Ömer’den bir başka rivayeti de şöyledir: Abdullah bin Ömer, Mekke’ye gitmek üzere yola çıktığı zaman yanına, deveye binmekten usanınca üzerinde istirahat edebileceği bir merkep ve başına saracağı bir de sarık alırdı. Bir gün yine eşeğinin üzerinde dinlenirken, bir bedeviye rastladı. Ona: — Sen filan oğlu filan değil misin? diye sordu. Bedevi: — Evet, deyince, hemen eşeği ona vererek: — Buna bin, dedi. Sonra sarığını ona uzatarak: — Bunu da başına sar, dedi. Arkadaşlarından biri Abdullah’a: — Allah iyiliğini versin, üzerinde dinlendiğin eşek ile başına sardığın sarığı şu bedeviye boşuna verdin, deyince, Abdullah bin Ömer şunları söyledi: — Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, “İyiliklerin en değerlisi, insanın babası öldükten sonra, baba dostunun ailesi ile dostluğu devam ettirmesi ve onları koruyup gözetmesidir.” buyurduğunu işittim. İşte bu adamın babası, babam Ömer radıyallahu anh’ın dostuydu. 344. Ebu Useyd Malik bin Rabîa es–Sâidî radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün biz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda otururken, Seleme Oğulları kabilesinden bir adam çıkageldi ve: — Ya Rasulallah! Annem babam öldükten sonra, onlar için yapabileceğim bir iyilik var mıdır? diye sordu. Peygamber aleyhisselam şöyle buyurdu: — Evet, var. Onlar için dua edip günahlarının bağışlanmasını dilemek, adak ve vasiyetlerini yerine getirmek, onların akrabalarını koruyup gö-


1. ARİFLERİN YOLU

181

zetmek ve dostlarına ikramda bulunmak. Bunları yaptığın takdirde, ölümlerinden sonra dahi onlara sevap kazandırmış olursun. Senin dünyaya gelmene, büyüyüp yetişmene onlar vesile olduğu için, yaptığın her iyilikten sana nasıl sevap veriliyorsa, onlara da katkıları oranında pay verilir ve bu senin sevabından bir şey eksiltmez.” “Ya Rab! Hesabın görüleceği gün beni, ana babamı ve bütün müminleri bağışla.” (İbrahim, 14/41) Ölünün arkasından yapılacak ve ölüye fayda verecek başka ameller de olsaydı, Peygamberimiz onu da mutlaka bildirirdi. Çünkü “İhtiyaç anında beyanın geciktirilmesi caiz değildir.” Yani ümmet için hayırlı olan bir şeyi Peygamberimizin söylememesi, gizlemesi düşünülemez. 345. Âişe radıyallahu anhâ şöyle diyor: Ben Peygamber aleyhisselâm’ın hanımlarından hiçbirini, Hatice’yi kıskandığım kadar kıskanmadım. Hâlbuki ben onu görmüş bile değildim. Fakat Peygamber onu çok anıyordu. Bir koyun kesip etini parçaladığında, Hatice’nin dost ve yakını olan kadınlara da ondan mutlaka gönderirdi. Bazen dayanamayıp Peygamber’e: — Sanki dünyada Hatice’den başka kadın kalmadı! derdim. O da Hatice’nin özelliklerini sayarak: — O şöyle şöyleydi, üstelik Mariye’den doğan İbrahim dışındaki bütün çocuklarım ondan oldu, derdi. Buhârî’de yer alan bir başka rivayette, Hz. Âişe: “Peygamber aleyhisselâm ne zaman bir koyun kesecek olsa, mutlaka Hatice’nin arkadaşlarına da ondan yeteri kadar gönderirdi.” demiştir. Müslim’de geçen bir başka rivayete göre ise, Hz. Âişe şöyle demiştir: “Peygamber aleyhisselâm koyun kestiği zaman, ‘Ondan Hatice’nin arkadaşlarına da gönderin!’ derdi.” Buhârî ve Müslim’de geçen diğer bir rivayette, Hz. Âişe şöyle demiştir: “Hz. Hatice’nin kız kardeşi Hâle binti Huveylid, bir gün Peygamber’in huzuruna girmek için izin istemişti. Onun sesini işiten Peygamber, Hatice’nin sesini hatırlayarak duygulandı da: ‘Allah’ım, bu Huveylid kızı Hâle!’ dedi.” 346. Enes bin Malik radıyallahu anh şöyle diyor:


182

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Cerîr bin Abdullah el–Becelî radıyallahu anh ile bir yolculuğa çıkmıştım. Cerîr bin Abdullah, Yemen’de bulunan Becîle adlı kabilenin reisiydi. Peygamber aleyhisselâm’ın vefatından birkaç ay önce bir heyet ile Medine’ye gelip Müslüman olmuştu. Cesaret ve kahramanlığıyla ün salmış bir komutandı. Üstelik yaşça da benden büyüktü. Buna rağmen Cerîr, yolculuk esnasında sürekli bana hizmet ediyordu. Ona: — Böyle yapma, beni utandırıyorsun, deyince bana şunları söyledi: — Ben Ensar namıyla bilinen Medineli fedakâr Müslümanların Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e ne büyük hizmetlerde bulunduğunu görünce, kendi kendime, “Eğer Ensar’dan biriyle arkadaşlık edersem, mutlaka ben de ona hizmet edeceğim!” diye yemin etmiştim. Allah’ın dinine ve Peygamberi’ne hizmet edenler, her türlü hizmet ve hürmete lâyıktırlar. İşte bu yüzden ben de sana hizmet ediyorum.

43. BAB: PEYGAMBER ALEYHİSSELÂM’IN EHL-İ BEYTİNE SAYGI ve ONLARIN FAZİLETİNİN BEYANI Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ya Ehl-i Beyt! Ey Peygamber hanımları! Ey Fatıma, ey Ali, ey Hasan, ey Hüseyin! Allah sizi her türlü günah ve kirlerden arındırıp tertemiz kılmak istiyor. (Ahzab, 33/33) 2. Her kim Allah’ın şiarlarına, O’nun dininin sembolleri olan kurban, namaz, ezan, Mushaf gibi ilahi sembollere yürekten saygı gösterirse, hiç kuşkusuz bu, kalplerdeki derin bilinç ve duyarlılıktan kaynaklanmaktadır. (Hac, 22/32) Konu ile İlgili Hadisler: 347. Tâbiun neslinin büyüklerinden Yezîd bin Hayyân rivayet ediyor: Bir gün Husayn bin Sebre ve Amr bin Müslim ile beraber, Zeyd bin Erkam radıyallahu anh’ın evine gittik. Zeyd’in yanına oturduğumuzda, Husayn bin Sebre dedi ki: — Ya Zeyd! Sen pek çok lütfa nail olmuş bir kimsesin. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i gördün, onun sözlerini dinledin, onunla birlikte savaşlara katıldın ve arkasında namaz kıldın. Sen gerçekten de sayısız lütuf ve hayırlara nail oldun. Ya Zeyd, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den duyduklarını bize de anlatır mısın? Bunun üzerine Zeyd şunları söyledi: — Yeğenim! Vallahi yaşım epey ilerledi, aradan da çok zaman geçti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den duyup öğrendiklerimin bir kısmını unuttum.


1. ARİFLERİN YOLU

183

Şimdi size anlatacaklarımı tereddütsüz kabul edin, söz etmediğim hususlarda da beni zorlamayın. Sonra Zeyd, bize şu hadisi rivayet etti: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Mekke ile Medine arasında “Hum” denilen bir su kaynağının başında ayağa kalkarak bize bir konuşma yaptı. Allah’a hamd ve sena ettikten sonra, bize birtakım öğütler vererek uyarılarda bulundu. Sonra şunları söyledi: “Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki, ben de sizin gibi fâni bir insanım. Yakında Rabb’imin elçisi Azrail bana da gelecek ve ben O’nun davetine uyup aranızdan ayrılacağım. Ancak benden sonra sapmamanız için, size iki kıymetli emanet bırakıyorum: Biri, insanı doğru yola ileten bir rehber ve ışık kaynağı olan Allah’ın Kitabı Kur’an’dır. Ona var gücünüzle, sımsıkı sarılın! Kur’an’ı okuyup manasını anlamaya çalışın, üzerinde tefekkür edin ve hayatınızın her alanında onun hükümlerini uygulayın. Kur’an’ı anlamaya çalışırken de, onun en güzel tefsiri ve pratik hayata yansıması olan Sünnet’i kendinize temel ölçü edinin.” Peygamber aleyhisselâm Kur’an’a sarılma ve ona bağlanma konusunda gerekli tavsiyelerde bulunduktan sonra, sözlerine şöyle devam etti: “Size bıraktığım ikinci emanet de, benim ev halkım ve ailem başta olmak üzere, izimden yürüyen ve davama sahip çıkan takva sahibi âlimler, yani Ehli Beyt’imdir. Onların sözünü dinleyin, zalimlere karşı mücadelelerinde onları yalnız bırakmayın! Dikkat edin, Ehli Beyt’ime saygı ve itaat konusunda size Allah’ı hatırlatıyorum; Ehli Beyt’ime saygı ve itaat konusunda size Allah’ı hatırlatıyorum!” Husayn bin Sebre: — Ya Zeyd! Peygamber’in Ehli Beyt’i kimlerdir? Onun hanımları da Ehli Beyt’ten değil midir? diye sorunca, Zeyd: — Evet, Peygamber’in hanımları da Ehli Beyt’tendir. Fakat bugün itibariyle onun asıl Ehli Beyt’i, kendisinden sonra da zekât ve sadaka almaları haram olan kimselerdir, dedi. Husayn: — Zekât ve sadaka almaları haram olanlar kimlerdir? diye sordu. Zeyd: — Peygamber’in amca oğulları Ali, Akîl, Câfer, amcası Abbas ve bunların aileleridir, dedi. Husayn: — Bunların hepsine zekât ve sadaka almak haram mıdır? diye sorunca, Zeyd


184

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

bin Erkam: — Evet, cevabını verdi. Peygamber’in yakın akrabalarına ve soyundan gelenlere, zekât ve sadaka almak yasaklanmıştır. Onlara zekât yerine, devlet bütçesinden maaş verilir. Bir başka rivayete göre, Resûl–i Ekrem şöyle buyurmuştur: “Size iki değerli emanet bırakıyorum. Bunlardan biri Allah’ın Kitabıdır ki, o Allah’ın ipidir. Kim ona sımsıkı sarılırsa, doğru yolu bulur. Kim de onu terk ederse, doğru yoldan sapar.” 348. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ, Ebu Bekir Sıddık radıyallahu anh’ın şöyle dediğini rivayet ediyor: “Ehli Beyt’i hakkında Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e hürmet gösterin. Peygamber’in Ehli Beytini, yani ev halkı ve ailesi başta olmak üzere, onun izinden yürüyen ve davasına sahip çıkan takva sahibi âlimleri sevip sayarak, onların sözünü dinleyip zalimlere karşı mücadelelerinde kendilerini destekleyerek Peygamber’e olan sevgi ve saygınızı gösterin.”

44. BAB: ÂLİMLERE SAYGI ÂLİMLERE, BÜYÜKLERE VE FAZİLET SAHİBİ KİŞİLERE SAYGI GÖSTERMEK, ONLARI BAŞKALARINDAN ÖNDE TUTMAK, MECLİSLERDE ONLARA YER VERMEK VE ÜSTÜNLÜKLERİNİ BELİRTİP ONLARI TAKDİR ETMEK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ahiret azabının dehşetinden korkarak ve Rabb’inin rahmetini umarak gece vakitlerinde namaz için yatağını terk eden, bazen secde ederek, bazen kıyamda durarak O’na içtenlikle ibadet eden kimse, bu özelliklere sahip olmayan insanlarla bir olur mu? De ki: “Öyle ya, hiç bilenlerle bilmeyenler Allah katında eşit olabilir mi? Ancak akıl ve sağduyu sahipleri bu tavsiyelerden öğüt alırlar.” (Zümer, 39/9) Konu ile İlgili Hadisler: 349. Ebu Mesud Ukbe bin Amr el–Bedrî el–Ensârî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Cemaate, Kur’an’ı en doğru şekilde okuyan ve hükümlerini en iyi bilen kişi imamlık yapsın. Kur’an bilgisinde eşit iseler, sünneti en iyi bilenleri,


1. ARİFLERİN YOLU

185

sünnet bilgisinde de denk olurlarsa, önce hicret etmiş olanları, hicret etmekte de eşit iseler, en yaşlı olanları imamlık yapsın. Hiç kimse, bir başkasının yetkili olduğu bir yerde o kişi izin vermedikçe onun önüne geçip imamlık yapmaya kalkmasın. Ve hiç kimse, başkasının evinde, ev sahibinin izni olmadan onun özel yerine oturmasın.” Müslim’in bir rivayetinde, “en yaşlı olanları” yerine, “daha önce Müslüman olanları” ifadesi geçmektedir. Bir başka rivayette, “Cemaate, Allah’ın kitabını en iyi bilen ve onu en doğru okuyan kişi imam olsun. Eğer okuyuşları aynı ise, daha önce hicret edeni imam olsun. Eğer hicrette de eşit iseler, yaşça en büyükleri imam olsun.” şeklindedir. 350. Yine Ebu Mesud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, namaza başlayacağımız zaman eliyle omuzlarımıza dokunarak saflarımızı düzeltir ve şöyle buyururdu: “Safları sık ve düzgün tutun, eğri büğrü durmayın. Sonra kalpleriniz de eğrilir, birbirinize düşman olursunuz. Namazda benim hemen arkamda, bilgi ve tecrübe sahibi kimseler dursun. Onların arkasında da, geriye doğru sırayla, bilgi ve tecrübesi daha az olanlar saf tutsun.” 351. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Namazda benim hemen arkamda, bilgi ve tecrübe sahibi kimseler dursun. Onların arkasında da, geriye doğru sırayla, bilgi ve tecrübesi daha az olanlar sat tutsun. Peygamber aleyhisselâm, bu son cümleyi üç defa tekrarladı. Sonra sözlerine devamla, “Safları sık ve düzgün tutun, çarşı pazarlardaki gibi kargaşa ve düzensizlikten sakının.” buyurdu. 352. Sehl bin Ebu Hasme el–Ensârî radıyallahu anh anlatıyor: Abdullah bin Sehl ile Muhayyısa bin Mesud, Yahudilerle barış içinde olduğumuz günlerde Hayber’e gitmişlerdi. Sonra işlerini görmek için birbirlerinden ayrıldılar. Muhayyısa işini bitirip buluşma yerine geldiğinde, Abdullah bin Sehl’i boğazı kesilerek öldürülmüş bir hâlde buldu. Onu defnetti ve daha sonra Medine’ye döndü. Abdullah’ın kardeşi Abdurrahman bin Sehl durumu öğrenince, Muhayyısa ve onun kardeşi Huvayyısa ile birlikte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna çıktılar. İçlerinden yaşça en küçük olan Abdurrahman, hemen söze girip olayı anlatmaya başladı. Peygamber de:


186

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Sözü büyüğüne bırak, sözü büyüğüne bırak, buyurdu. Bunun üzerine Abdurrahman sustu ve olayı diğerleri anlattı. Peygamber onları dinledikten sonra: — Katil üzerinde hak iddia edebilmek için, Abdullah’ın Hayber halkı tarafından öldürüldüğüne yemin eder misiniz? buyurdu. Onlar yemin etmeyince, Peygamber maktulun diyetini devlet bütçesinden ödedi. 353. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Uhud savaşında şehit düşenleri, her mezara iki kişi konacak şekilde defnetmişti. Onları defnederken, “Bu ikisinden hangisi daha çok ayet biliyor?” diye sorar ve şehitlerden hangisi gösterilirse, onu kıble tarafına koyardı. 354. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Rüyamda dişlerimi misvakla temizlerken, biri diğerinden daha yaşlı iki kişi yanıma geldi. Ben de misvakı ikram olsun diye küçüğüne vermek istedim. Cebrail tarafından bana: — Onu büyük olana ver. Yaşça büyük olanlara, her konuda öncelik hakkı tanımalıdır, denildi. Ben de onu büyüğe verdim.” 355. Ebu Musa radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Saçı sakalı ağarmış Müslüman’a, tegannide aşırı gitmeyen ve Allah’ın kitabına göre yaşamaktan gafil olmayan Kur’an hafızına ve adaleti sağlayan yöneticiye saygı gösterip ikramda bulunmak, Allah’a duyulan saygı ve sevgiden kaynaklanır.” 356. Abdullah bin Amr radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Küçüklerimize merhamet etmeyen ve büyüklerimize saygı göstermeyen, bizden değildir. Yani bizim yolumuzu izleyen kâmil ve üstün ahlak sahibi Müslümanlardan değildir.” Hadisin son kısmı Ebu Davud’un rivayetinde, “Büyüklerin hakkını gözetmeyen” şeklindedir. 357. Kûfeli hadis ravilerinden Meymûn bin Ebu Şebîb rivayet ediyor: Bir gün Hz. Âişe’nin evine bir dilenci geldi. Aişe radıyallahu anhâ ona bir parça ekmek verdi. Sonra kılık kıyafeti düzgün bir başka adam geldi. Onu ise


1. ARİFLERİN YOLU

187

sofraya oturtarak kendisine yemek ikram etti. Bu farklı davranışının sebebi sorulunca, Âişe şöyle cevap verdi: Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, “İnsanlara seviyelerine göre muamele ediniz.” buyurdu. Ben de kapıma gelen bu iki insandan her birine, kendilerine uygun muamelede bulundum. İlk gelen dilenci, bir parça ekmekle savuşturulması gereken biriydi. Sonraki gelen ise, iffetinden dolayı insanlara el açıp dilenmeyen, dış görünüşüyle fakir birine benzemese de, aslında muhtaç ve ikrama lâyık bir kimseydi. Bu yüzden ona ikramda bulundum. Bu hadisi rivayet eden Ebu Davud, Meymûn bin Ebu Şebîb’in Hz. Âişe ile görüşmediğini söylemektedir. Senet zincirindeki bu kopukluk sebebiyle, bu hadis sahih değildir. Müslim, Sahîh adlı eserinin giriş bölümünde (I, 6) bu hadisi senetsiz olarak şöyle nakleder: Hz. Âişe radıyallahu anhâ’dan şöyle dediği rivayet edilir: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, insanlara seviyelerine göre davranmamızı bize tavsiye etti.” Öte yandan Hâkim Ebu Abdullah, Marifetu Ulûmi’l–Hadîs adlı eserinde bu hadisi nakletmiş ve sahih olduğunu söylemiştir. Oysa yukarıda Ebu Davud’un beyan ettiği gibi, Meymûn bin Ebu Şebîb Hz. Âişe ile görüşmemiştir. Senedindeki bu kopukluktan dolayı hadis zayıftır. Nitekim Müslim de bunu “Ve kad zukira” (anlatıldığına göre) lafzıyla rivayet ederek zayıflığına işarette bulunmuştur. Ancak doğru yorumlandığı takdirde, hadisin metninde İslam’ın genel prensiplerine aykırı bir husus bulunmamaktadır. 358. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bazı kabile reislerini İslam’a ısındırmak amacıyla onlara ganimet mallarından bol miktarda ikramlarda bulunurdu. Bu uygulama, Hz. Ömer radıyallahu anh’ın halifeliği dönemine kadar devam etti. Ömer, “Allah İslam’ı güçlendirdi, artık kimsenin dine ısındırılmasına ihtiyaç kalmadı!” diyerek kabile reislerine ikramları kesti. İşte bu kabile reislerinden biri olan Uyeyne bin Hısn Medine’ye geldi ve yeğeni Hurr bin Kays’a misafir oldu. Henüz genç bir delikanlı olan Hurr, Hz. Ömer’in danışma meclisi üyelerindendi. Genç olsun yaşlı olsun, Kur’an’ın mana ve hükümlerini iyi bilen herkes, Hz. Ömer’in danışma meclisinde yer alırdı. Uyeyne, yeğeni Hurr bin Kays’a: — Yeğenim, senin devlet başkanı yanında büyük itibarın var. Beni kendisiyle görüştürür müsün? dedi. Hurr da bu görüşme için Ömer’den izin aldı. Uyeyne


188

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Ömer’in yanına girince: — Ey Hattab oğlu, Allah’a yemin ederim ki, sen bize ikramda bulunmuyor, aramızda da adaletle hükmetmiyorsun! dedi. Hz. Ömer bu sözlere o kadar kızdı ki, kırbacını eline alıp Uyeyne’yi cezalandırmak istedi. Bunun üzerine Hurr: — Ey Müminlerin emiri! Allah, Peygamberi’ne, “Sen af yolunu tut; iyiliği emret, cahillere uyma.” (7-Arâf, 199) buyuruyor. Benim bu amcam da cahillerdendir, onu affet, dedi. Abdullah bin Abbas diyor ki: Allah’a yemin ederim ki, Hurr bu ayeti okur okumaz, Ömer olduğu yerde adeta donup kaldı, kendisine hatırlatılan ayetin hükmüne teslim oldu ve Uyeyne’yi cezalandırmaktan vazgeçti. Çünkü Ömer vakkâf (Allah’ın kitabına tam bir sadakatle bağlı bir kimse) idi. Bir iş yaparken kendisine Kur’an’dan bir ayet hatırlatılınca, adeta olduğu yerde donup kalır ve derhal ayetin hükmüne teslim olurdu. 359. Ebu Saîd Semüre bin Cündeb radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hayattayken, ben genç bir delikanlıydım. Bu yüzden, kendisinden duyduklarımı kolaylıkla ezberliyordum. Yani Kur’an ve Sünnetin hükümlerini bilmez değilim. Ne var ki, burada hazır bulunan yaşlı sahabilere duyduğum saygı, bildiklerimi söylemekten beni alıkoyuyor. 360. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir genç, yaşından dolayı bir ihtiyara saygı gösterirse, Cenab-ı Allah da muhakkak o gence, yaşlılığında kendisine hizmet edecek kimseler lütfeder.” Senet zincirinde yer alan Yezîd bin Beyân ve hocası Ebu’r-Rahhâl zayıf raviler olduğundan bu hadis zayıftır. Ancak hadisin manası İslam’ın genel ilkelerine uygundur.

45. BAB: FAZİLET SAHİPLERİYLE HEMHÂL OLMAK FAZİLET SAHİBİ KİMSELERİ ZİYARET ETMEK, ONLARLA OTURUP SOHBETLERİNDE BULUNMAK, ONLARA SEVGİ BESLEMEK, ONLARIN DA ZİYARETE GELMELERİNİ RİCA ETMEK, DUALARINI İSTEMEK ve (MÜMİNLERİN BİR ARAYA GELDİĞİ CAMİ, İLİM MECLİSİ GİBİ) GÜZEL YERLERİ ZİYARET ETMEK Konu ile İlgili Ayetler:


1. ARİFLERİN YOLU

189

1. Hani bir zamanlar Musa, yardımcısına: — Yıllarca yürümem gerekse bile, iki denizin birleştiği yere varıncaya dek durup dinlenmeden yoluma devam edeceğim, demişti. Uzun bir yolculuğun ardından, nihayet iki denizin birleştiği yere vardıklarında, yanlarında getirdikleri ve içinde balık olan sepeti bir kenara bırakarak, dinlenmek üzere bir kayanın gölgesine çekildiler. Bu arada, ikisi de balığı unutmuşlardı. Musa uykuya daldığı bir sırada balık, Yuşa’nın şaşkın bakışları altında sepetten çıkıp denize atlamış ve kendisine bir yol tutup gitmişti. Derken Musa uyandı. Yuşa, gördüğü bu ilginç olayı Musa’ya anlatmayı unutmuştu. Bu yüzden, buranın buluşma yeri olduğunu anlayamadan, kalkıp tekrar yola koyuldular. Oradan biraz uzaklaşınca, Musa yardımcısına: — Azığımızı getir de karnımızı doyuralım. Doğrusu bu yolculuk bizi epeyce yordu, dedi. Yardımcısı: — Tüh, gördün mü? dedi, kayanın yanında mola verdiğimiz sırada balığın kaçıp gittiğini sana söylemeyi unutmuşum. Bunu söylememi, herhalde bana şeytan unutturdu. Bir görseydin, balık nasıl da şaşılacak biçimde suya atlayıp denizde yolunu tutup gittiydi! Musa heyecanla: — Demek aradığımız yer orasıydı, dedi. Sonra izlerini takip ederek, gerisin geriye mola verdikleri yere döndüler. O kayanın yanı başında, peygamberler arasında seçkin bir yere sahip olan Hızır adındaki bir kulumuzla karşılaştılar ki, ona katımızdan engin bir lütuf ve rahmet bahşetmiş ve yine katımızdan, onu evrenin bilinmezliklerine ve ilahi kaderin sırlarına dair bazı Peygamberlerin bile sahip olmadığı özel bilgilerle donatmıştık. Musa ona: — Sana Allah tarafından öğretilen hikmet ve bilgiden bana da öğretip beni bir öğrencin olarak eğitmen için seninle gelebilir miyim? diye sordu. (Kehf, 18/60–66) 2. Ey Peygamber! Rab’lerinin hoşnutluğunu arzu ederek sabah akşam O’na dua eden o fedakâr müminlerle birlikte sen de sabret. Onların dertlerine, sevinçlerine ortak ol. Dünya hayatının göz kamaştırıcı cazibesine kapılıp da, gözlerini onların üzerinden bir an olsun ayırma. Bencil arzularının kölesi olan, bu yüzden yüreğini Kur'an’da dile getirdiğimiz öğüt ve uyarılarımıza, yani Zikrimize karşı duyarsız kıldığımız ve işi gücü zulüm, haksızlık ve taşkınlık olan kimselere sakın itaat etme. Yoksul ve zayıf müminleri yanından uzaklaştırdığın takdirde sana iman edeceklerini söyleyen bu kendini beğenmiş kâfirlerin teklifine uymayı aklından bile geçirme. (Kehf, 18/28) Konu ile İlgili Hadisler:


190

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

361. Enes bin Malik radıyallahu anh anlatıyor: Ebu Bekir radıyallahu anh, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra Ömer’e seslenerek: — Kalk, Ümmü Eymen radıyallahu anhâ’nın yanına gidelim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yaptığı gibi, biz de onu ziyaret edelim, dedi. Kalkıp gittiler. Yanına vardıklarında, Ümmü Eymen ağlamaya başladı. Onlar: — Niçin ağlıyorsun? Allah katındaki nimetlerin Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem için çok daha hayırlı olduğunu bilmiyor musun? dediler. Ümmü Eymen: — Ben onun için ağlamıyorum. Allah katındaki nimetlerin Peygamber aleyhisselâm için daha hayırlı olduğunu elbette biliyorum. Ben, gökten vahyin inişinin kesilmiş olmasına ağlıyorum, dedi. Ümmü Eymen’in bu sözleri Ebu Bekir ve Ömer’i de duygulandırdı, onunla birlikte onlar da ağlamaya başladılar. Aslen Habeşistanlı olan Ümmü Eymen, Peygamber aleyhisselâmın babası Abdullah’ın cariyesi idi. Peygamberimizin annesi Âmine vefat edince, Ümmü Eymen onu yetiştirip büyütmüş, kendisine annelik etmiştir. Peygamberimiz onun hakkında “Ümmü Eymen benim ikinci annemdir.” der, ona annesi gibi saygı gösterir ve sık sık ziyaretine giderdi. 362. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir zat, başka bir köyde bulunan din kardeşini ziyaret etmek için yola çıktı. Allah da, o adamı koruyup gözetlemesi için, geçeceği yol üzerinde bir melek görevlendirdi. Adam meleğin yanından geçerken, melek: — Ey Allah’ın kulu! Nereye gidiyorsun? diye sordu. Adam: — Şu ileriki şehirde bir din kardeşim var, onu ziyarete gidiyorum, cevabını verdi. Melek: — O adamdan elde etmek istediğin bir menfaatin mi var? dedi. Adam: — Hayır, ben onu yalnızca Allah rızası için seviyorum. Bu yüzden onu ziyarete gidiyorum, dedi. Bunun üzerine melek: — Ben, Allah tarafından sana gönderilen bir elçiyim. Allah beni, şu müjdeyi sana iletmem için gönderdi: “Sen onu Allah için nasıl seviyorsan, Allah da seni öylece seviyor!” diye karşılık verdi. 363. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan nakledildiğine göre, Peygamber


1. ARİFLERİN YOLU

191

sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim Allah rızası için bir hastanın hâlini hatırını sormaya gider veya din kardeşini ziyaret ederse, Allah tarafından görevlendirilen bir melek ona şöyle seslenir: Ne mutlu sana! Güzel bir yolculuk yaptın ve kendine cennette yüksek bir makam hazırladın.” 364. Ebu Musa el-Eş’arî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İyi arkadaş güzel koku satıcısına, kötü arkadaş ise körük çeken demirciye benzer: Güzel koku satan kişi, ya sana kokularından bir parça ikram eder, ya da sen ondan satın alırsın. Bunların hiç biri olmasa bile, onunla beraber olduğun sürece, en azından güzel kokusundan istifade edersin. Körük çeken kimseye gelince, ya ateşinin kıvılcımları üzerine sıçrayıp elbiseni yakar, ya da körüğünden çıkan kötü kokular seni rahatsız eder.” 365. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kadınlarla, genellikle şu dört özelliğinden dolayı evlenilir: Zenginliği, soyu, güzelliği ve dindarlığı için. Sen zenginlik, makam, asalet, güzellik gibi gelip geçici özellikleri asla birinci tercih sebebi olarak görme. Kendine hayat arkadaşı ararken dindar ve ahlaklı olanı seç ki, dünyada da ahirette de huzurlu ve mutlu olasın.” 366. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Cebrail aleyhisselâm’a, “Bizi neden daha sık ziyarete gelmiyorsun?” diye sordu. Bunun üzerine, şu ayet nazil oldu: “Biz melekler, ancak Rabb’inin emriyle ineriz. Çünkü bizim önümüzde, arkamızda ve bu ikisi arasında bulunan her şey O’nundur. Gerek bizim algılayış sınırlarımız içinde, gerek bilmediğimiz âlemlerde var olan her şeyin sahibi O’dur. O hâlde hiç endişe etme, senin Rabb’in hiçbir şeyi unutacak değildir.” (19-Meryem: 64) 367. Ebu Said el–Hudrî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Müminden başkasını kendine dost edinme. Kâfir ve münafıklarla sıkı fıkı olma, onlarla samimi ilişkiler içine girme. Sırlarını açabileceğin, dertlerini paylaşacağın kişi mutlaka Müslüman olsun. İkram amacıyla yedireceğin yemeğini de, Allah’ın emirlerine karşı saygılı olanlardan başkasına yedirme. Fakir ve


192

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

muhtaçlara yardım edeceğin zaman, öncelikle dürüst ve samimi müminleri tercih et.” 368. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kişi, dostunun dini üzeredir. Yani insan beğendiği kişilere benzeme ve onları taklit etme eğilimine sahip olduğundan, sürekli birlikte olduğu arkadaşının inancından, hayat tarzından, kültür ve alışkanlıklarından mutlaka etkilenir. O hâlde, kimleri dost edindiğinize dikkat edin!” 369. Ebu Musa el–Eş’arî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Kişi sevdiği ile beraberdir. Bu dünyada kimleri sever, kimlerin yaşantısına özenir ve kimleri alkışlayıp desteklersen, ahirette de onlarla birlikte olursun.” buyurmuştur Bir başka rivayet şöyledir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: — Ya Rasulallah! Bir topluluğu seven, fakat elinde olmayan sebeplerle onlara katılamayan yahut fazilet bakımından onların derecesine ulaşamayan kimse hakkında ne buyurursunuz? diye soruldu. Peygamberimiz de: — Kişi, sevdiği ile beraberdir, buyurdu. 370. Enes radıyallahu anh anlatıyor: Bir bedevi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: — Ya Rasulallah! Kıyamet ne zaman kopacak? diye sordu. Peygamber: — Kıyametin ne zaman kopacağını bilmek sana bir şey kazandırmaz. Sen asıl onun için ne hazırladın, onu söyle, buyurdu. — Allah ve Rasulü’nün sevgisini hazırladım. Benim en büyük sermayem, Allah’a ve Peygamberi’ne duymuş olduğum sevgi ve muhabbettir, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz: — O hâlde, sen sevdiklerinle berabersin, buyurdu. Bu rivayet Müslim’e aittir. Buhârî ve Müslim’de geçen diğer bir rivayette, bedevinin cevabı şöyledir: “Ben ahiret için fazlaca nafile oruç, namaz ve sadaka hazırladığımı söyleyemem, fakat Allah’ı ve Elçisini çok seviyorum!”


1. ARİFLERİN YOLU

193

371. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve: — Ey Allahın Elçisi! Bir topluluğu seven, fakat iyilik ve fazilet bakımından onların derecesine ulaşamayan kişi hakkında ne buyurursunuz? dedi. Peygamberimiz de: — Kişi, sevdiği ile beraberdir. Bir mümin, sevip saydığı, desteklediği ve birlikte olmaya çalıştığı İslam âlimlerinin, önderlerinin fazilet derecesine ulaşamasa bile, inşallah ahirette o kimselerle birlikte olacak, onlarla beraber cennete girecektir, cevabını verdi. 372. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İnsanlar, altın ve gümüş gibi değerli madenlere benzerler. Madenler ancak topraktan çıkarılıp güzelce işlendiği takdirde değerleri ortaya çıktığı gibi, insanın içinde yatan gizli güzellikler de, ancak İslami eğitim sürecinden geçmesiyle ortaya çıkar ve meyvelerini verir. Bununla birlikte, İslam öncesi dönemde hayırlı ve erdemli olanlar, İslam’ı kavradıkları ve ona bağlı kaldıkları takdirde, İslam döneminde de en hayırlı olanlardır. Ruhlar da bölük bölük ayrılmış ordulara benzer. Birbirini benimseyen, yani huy ve mizaç bakımından birbirlerine yakın olan ruhlar hemen kaynaşıverirler. Birbirini yadsıyan ruhlar ise, kolay kolay birbirlerine ısınamazlar.” 373. İbn-i Câbir adıyla da bilinen ve Peygamber zamanında 10–11 yaşlarında bir çocuk olan Üseyr bin Amr radıyallahu anh anlatıyor: Ömer bin Hattab radıyallahu anh halife iken, Yemen’den ne zaman kendisine destek bölükleri gelse: — İçinizde Üveys bin Âmir (Veysel Karani) diye biri var mı? diye sorardı. Nihayet Üveys’i buldu ve ona: — Sen Üveys bin Âmir misin? diye sordu. O da: — Evet, dedi. — Murad kabilesinin Karan kolundan mısın? — Evet. — Sende alaca hastalığı vardı, fakat hastalığın geçti, ancak bir dirhem büyüklüğünde bir yer kaldı, öyle mi? — Evet.


194

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Annen var mı? — Evet. — Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Üveys bin Âmir, size Yemenli destek bölükleri içinde gelecektir. Kendisi Murad kabilesinin Karan kolundandır. Alaca hastalığına tutulmuş, fakat iyileşmiştir. Ancak bir dirhem miktarı bir yerde o hastalık kalmıştır. Onun, çok iyi baktığı bir annesi vardır. Üveys şey için Allah’a dua etse, Allah onun duasını geri çevirmez. Ey Ömer, Üveys’in senin için Allah’tan bağışlanma dilemesini sağlayabilirsen, bunu yap!” buyurduğunu işittim. Şimdi benim için Allah’tan bağışlanma diler misin? Üveys, Ömer için Allah’a dua edip af diledi. Daha sonra Ömer: — Nereye gitmek istiyorsun? diye sordu. Üveys: — Kûfe’ye, dedi. Ömer: — Senin için Kûfe valisine bir mektup yazmamı ister misin? dedi. O da: — Hayır, fakir fukara arasında sade bir mümin olarak yaşamayı tercih ederim, diye cevap verdi. Ertesi yıl, Kûfe’nin ileri gelenlerinden biri hacca geldi. Ömer radıyallahu anh’la karşılaşınca, Ömer ona Üveys’i sordu. O da: — Ben buraya gelirken, o yıkık dökük bir evde, az bir yiyecekle geçiniyordu, dedi. Ömer de Peygamberimizin o hadisini anlattı: — Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Üveys bin Âmir, size Yemenli destek bölükleri içinde gelecektir. Kendisi Murad kabilesinin Karan kolundandır. Alaca hastalığına tutulmuş, fakat iyileşmiştir. Ancak bir dirhem miktarı bir yerde o hastalık kalmıştır. Onun, çok iyi baktığı bir annesi vardır. Üveys bir şey için Allah’a dua etse, Allah onun duasını geri çevirmez. Ey Ömer, Üveys’in senin için Allah’tan bağışlanma dilemesini sağlayabilirsen, bunu yap!” buyurduğunu işittim. O Kûfeli adam memleketine döner dönmez, Üveys’in yanına uğradı ve: — Benim için Allah’tan af diler misin? diye ricada bulundu. Üveys: — Sen mübarek bir yolculuktan daha yeni geldin. Asıl sen benim için dua et, diye karşılık verdi. Adam dua isteğinde ısrar edince, Üveys:


1. ARİFLERİN YOLU

195

— Yoksa sen Ömer’le mi karşılaştın? dedi. Adam: — Evet, dedi. Bunun üzerine Üveys, onun bağışlanması için Allah’a dua etti. Böylece, halk Üveys’in kim olduğunu anladı. Bunun üzerine Üveys, oraları terk edip başka yere gitti. Müslim’in yine Üseyr bin Câbir’den yaptığı bir diğer rivayete göre, Kûfelilerden bir heyet, Ömer’in yanına gelmişti. İçlerinden Üveys’in kabilesine mensup biri, Üveys ile alay ediyordu. Ömer: — İçinizde Karan kabilesinden biri var mı? diye sordu. Hemen o adam Ömer’in yanına geldi. Ömer radıyallahu anh ona dedi ki: — Gerçek şu ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, “Yemenden size Üveys adında bir adam gelecektir. Annesinden başka kimsesi olmayan bu adam, sadece annesine hizmet maksadıyla Yemen’den ayrılmıyordu. O, alaca hastalığına tutulmuştu. Allah’a dua etti de, dinar veya dirhem büyüklüğündeki bir yer dışında, Allah onu hastalığından kurtardı. Ona hanginiz rastlarsa, sizin için Allah’tan bağışlanma dilemesini istesin!” buyurdu. Yine Müslim’in bir başka rivayetinde, Ömer radıyallahu anh’ın şöyle dediği nakledilmiştir: Ben, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim: “Sahabe’den sonraki nesil olan tâbiîlerin en hayırlısı, Üveys adındaki kişidir. Onun çok iyi baktığı, yanından hiç ayrılmadığı bir annesi vardır. Sırf annesine hizmette kusur etmemek için Medine’ye gelememiş, Sahabe olma bahtiyarlığına nail olamamıştır. Kendisi alaca hastalığı geçirmiştir. Eğer ona rastlarsanız, sizin için Allah’tan bağışlanma dilemesini isteyiniz.” 374. Ömer bin Hattab radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den umre yapmak için izin istedim. Bana izin verdi ve: “Sevgili kardeşim, duanda bizi de unutma.” dedi. Ömer diyor ki: Peygamber aleyhisselâm bu sözüyle bana öyle büyük bir iltifatta bulundu ki, bütün dünya benim olsaydı bu kadar sevinmezdim. Başka bir rivayette Peygamberimiz, “Sevgili kardeşim, bizi de duana ortak et.” buyurmuştur. Senet zincirinde yer alan ve muhaddislerce zayıf kabul edilen Asım bin Ubeydullah bin Asım bin Ömer bin El-Hattab sebebiyle bu hadis zayıftır. Ancak hadisin


196

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

ihtiva ettiği mana sahihtir. 375. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, her hafta binekle veya yaya olarak Kuba Mescidi’ni ziyaret eder ve orada iki rekât namaz kılardı. Diğer bir rivayette, “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem her cumartesi binekle veya yaya olarak Kuba Mescidi’ne giderdi. Abdullah bin Ömer de Peygamberimizin sünnetine uyarak böyle yapardı.” denilmektedir.

46. BAB: ALLAH İÇİN SEVMEK ALLAH İÇİN SEVMENİN ve İNSANLARI BUNA TEŞVİK ETMENİN FAZİLETİ; KİŞİNİN SEVDİĞİ KİMSEYE SEVGİSİNİ SÖYLEMESİ ve SEVİLDİĞİNİ ÖĞRENEN KİŞİNİN NE SÖYLEYECEĞİ Konu ile İlgili Ayetler: 1. Muhammed Allah’ın Elçisidir. Onun yanında yer alan Müslümanlar ise, inkârcılara karşı son derece kararlı ve çetin, birbirlerine karşı ise alabildiğine şefkatli ve merhametlidirler. Onlar imanlarının sağlamlığı, prensiplerinin kesinliği, düşüncelerinin netliği sayesinde, kâfirlerin baskı ve dayatmaları karşısında çelik gibi sağlam dururlar. Onların, namazda eğilerek ve secdeye kapanarak Allah’ın lütuf ve rızası için yalvardıklarını görürsün. Secde izinden oluşan nişanları, yüzlerinde tevazu, şefkat, sevecenlik ışıltısı hâlinde parlamakta, ibadetin kazandırdığı güzellik, letafet ve aydınlık, bütün tavır ve davranışlarında görülmektedir. Bu, onların Tevrat’ta anlatılan nitelikleridir. İncil’deki nitelikleri ise şöyledir: Mümin, tıpkı filiz veren bir tohuma benzer ki, bu minicik filiz zamanla güçlenir, serpilir ve kökü üzerinde dimdik ayağa kalkar. Öyle ki, kendisini yetiştiren çiftçileri hayran bırakır. İşte Allah, her devirde böyle müminler yetiştirecektir ki, onlar sayesinde, mazlumlara zulmeden inkârcıları çileden çıkarsın ve zulmün saltanatını, onların eliyle alaşağı etsin. İşte bu yetişmekte olan taptaze filizler var ya, Allah onlar arasından Kur’an’a yürekten inanan ve bu imana yaraşır güzel ve yararlı davranışlar gösterenlere, kendi katından bir bağışlama ve muhteşem bir ödül vaad etmiştir. (Fetih, 48/29) 2. Vaktiyle Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan Medineli fedakâr Müslümanlar, kendi ülkelerine göç eden Mekkeli Muhacirleri canları gibi severler ve onlara fazladan verilen ganimetlerden do-


1. ARİFLERİN YOLU

197

layı içlerinde en ufak bir kıskançlık, bir burukluk duymazlar. Hatta kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, daha muhtaç durumda olan mümin kardeşlerini kendilerine tercih ederler. Unutmayın; her kim nefsinin bencillik, kıskançlık, cimrilik gibi ihtiraslarından korunursa, işte dünyada ve ahirette kurtuluşa erecek olanlar onlardır. (Haşr, 59/9) Konu ile İlgili Hadisler: 376. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kimde şu üç özellik varsa, o kişi imanın tadını tatmış demektir: Allah ve Rasulü’nü her şeyden ve herkesten fazla sevmek. Sevdiğini yalnızca Allah için sevmek. Sevmediğini de yine sadece Allah için sevmemek. Allah kendisini inkâr bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılıyormuş gibi çirkin ve tehlikeli görmek.” 377. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah, kendi rahmet gölgesinden başka hiçbir gölgeliğin bulunmadığı ve insanların müthiş bir sıcaklıkta kan ter içinde kalacağı mahşer gününde, şu yedi sınıf insanı arşının gölgesinde barındıracaktır: Âdil yönetici, Rabb’ine kulluk ederek tertemiz bir hayat içinde yetişip büyüyen genç, Gönlünde mescit sevgisi bulunan ve namazlarını mescitlerde cemaatle kılmaya özen gösteren Müslüman, Birbirlerini yalnızca Allah için seven, Allah için bir araya gelen ve yine Allah için ayrılan iki insan, Güzel ve çekici bir kadının gayrimeşru teklifine, ‘Ben Allah’tan korkarım, O’na asla ihanet etmem!’ diye karşılık veren iffetli adam, Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse, Yalnızken Allah’ı anıp gözyaşı döken kişi.” 378. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


198

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Mahşer Günü Allah: “Yalnızca benim rızam için birbirlerini sevenler nerede? Benim rahmet gölgemden başka hiçbir gölgeliğin bulunmadığı ve herkesin sıcaktan bunaldığı bugün, onları kendi rahmet gölgemde barındıracağım!” buyurur. 379. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de, gerçek anlamda iman etmiş olamazsınız. Birbirinizi sevmenizi sağlayacak güzel bir davranışı size bildireyim mi? Tanıdığınız ve tanımadığınız her mümine selâm vererek aranızda barışı, huzuru ve selâmı yayınız.” 380. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir zat, başka bir köyde bulunan din kardeşini ziyaret etmek için yola çıktı. Allah da o adamı koruyup gözetlemesi için, geçeceği yol üzerinde bir melek görevlendirdi. Adam meleğin yanından geçerken, melek: — Ey Allah’ın kulu! Nereye gidiyorsun? diye sordu. Adam: — Şu ileriki şehirde bir din kardeşim var, onu ziyarete gidiyorum, cevabını verdi. Melek: — O adamdan elde etmek istediğin bir menfaatin mi var? dedi. Adam: — Hayır, ben onu yalnızca Allah rızası için seviyorum. Bu yüzden onu ziyarete gidiyorum, dedi. Bunun üzerine melek: — Ben, Allah tarafından sana gönderilen bir elçiyim. Sana müjdeler olsun! Sen onu Allah için nasıl seviyorsan, Allah da seni öylece seviyor, diye karşılık verdi. 381. Berâ bin Âzib radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Ensar (Mekke’den gelen Müslümanlara kucak açan, onlara yardım eden Medineli Müslümanlar) hakkında şöyle buyurmuştur: “Ensar’ı ancak müminler sever ve onlara ancak münafıklar düşmanlık eder. Kim Ensar’ı severse, Allah da onu sever. Kim de müminlere yardımcı oldular diye onlara düşmanlık ederse, Allah da ona düşmanlık eder.” 382. Muaz bin Cebel radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:


1. ARİFLERİN YOLU

199

Allah celle celâluhu buyurdu ki: “Benim rızam için birbirlerini sevenlere, cennette peygamberlerin ve şehitlerin bile imreneceği yüce makamlar ve nurdan yapılmış yüksek koltuklar vardır.” 383. Tâbiûn neslinin büyük âlimlerinden olan ve Âiz bin Abdullah adıyla da tanınan Ebu İdris el–Havlânî rahimehullah anlatıyor: Bir gün Şam mescidine gitmiştim. Bir de baktım ki, güleç yüzlü bir delikanlı ve başına toplanmış bir grup insan var. Bunlar bir konuda görüş ayrılığına düştüler mi, hemen o delikanlıya soruyor ve söylediklerini kabul ediyorlardı. Bu gencin kim olduğunu sordum, “Muaz bin Cebel radıyallahu anh’tır.” dediler. Ertesi gün erkenden mescide koştum. Baktım ki, o genç benden evvel gelmiş namaz kılıyor. Namazını bitirinceye kadar bekledim. Sonra karşısına geçerek selâm verdim ve: — Allah’a yemin ederim ki, ben seni seviyorum, dedim. — Allah için mi seviyorsun? dedi. — Evet, Allah için, dedim. O yine: — Gerçekten Allah için mi seviyorsun? dedi. Ben de: — Evet, gerçekten Allah için seviyorum, dedim. Bunun üzerine, elbisemden tutarak beni kendisine doğru çekti ve şöyle dedi: — Kutlarım seni! Zira ben, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle derken dinledim: Allah celle celâluhu buyuruyor ki: “Yalnızca benim rızam için birbirini seven, benim rızam için bir araya gelen, benim rızam için birbirini ziyaret eden ve benim rızam için hayır yollarında gayret gösterenler, benim sevgimi hak etmişlerdir.” 384. Mikdâd (veya Mikdâm) bin Ma’dîkerib radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Din kardeşini seven kişi, müminler arasındaki dostluk ve kardeşlik bağlarının gelişip kuvvetlenmesi için, kendisini sevdiğini ona söylesin. Çünkü sevgi, paylaşıldıkça artar.” 385. Muaz bin Cebel radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onun elini tutarak şunları söyledi: “Ey Muaz! Allah’a yemin ederim ki, seni gerçekten seviyorum. Ey Muaz! Sana her namazın ardından şu duayı mutlaka okumanı tavsiye ediyorum:


200

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Allah’ım! Seni anmak, sana şükretmek ve sana güzelce kulluk etmekte bana yardım et.” 386. Enes bin Malik radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda bir sahabi bulunuyordu. Bir başka sahabi yanlarından geçti. Peygamber’in huzurundaki sahabi: — Ey Allah’ın Elçisi! Ben bu kişiyi gerçekten seviyorum, dedi. Peygamber aleyhisselâm: — Peki, sevdiğini ona söyledin mi? buyurdu. Sahabi: — Hayır, dedi. Peygamber: — Hemen git ve bunu ona söyle, buyurdu. O da derhal kalkıp o şahsın arkasından yetişti ve: — Ben seni Allah için seviyorum, dedi. O da: — Beni kendisi için sevdiğin Allah da seni sevsin, karşılığını verdi.

47. BAB: ALLAH’IN SEVGİSİNİ KAZANMAK KİŞİNİN ALLAH TARAFINDAN SEVİLDİĞİNİ GÖSTEREN AHLAKİ ÖZELLİKLER, BU ÖZELLİKLERİ HUY EDİNMEYİ TEŞVİK ETMEK ve ONLARA SAHİP OLMAK İÇİN GAYRET GÖSTERMEK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey Muhammed! Allah’ı sevdiğini iddia eden ve O’nun sevgisini kazanmak isteyen kimselere de ki: “Allah’ı gerçekten seviyorsanız, Allah’ın emirlerini size ileten bir elçi olarak bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah, pişmanlıkla tövbe edildiği takdirde, en büyük günahları bile bağışlayandır, merhamet edendir. (Âl-i İmran, 3/31) 2. Ey iman edenler! İçinizden her kim dininden dönecek olursa, Allah onları yok eder ve yerlerine öyle bir toplum getirir ki, hem Allah onları sever hem de onlar Allah’ı severler. İnananlara karşı alabildiğine merhametli ve alçakgönüllü, kâfirlere karşı da son derece şahsiyetli ve onurludurlar. Kur’an’ın öngördüğü adalet sistemini yeryüzünde hâkim kılmak için Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ederler. Bu yolda karşılarına çıkabilecek hiçbir engel onları durduramaz. Çünkü onlar hiç kimsenin kınamasından, tehdit ve işkencesinden korkmazlar. Yalnızca Rab’lerinin rızasını kazanmak


1. ARİFLERİN YOLU

201

amacıyla, emin ve kararlı adımlarla hedefe doğru yürürler. İşte bu Allah’ın lütfudur, onu dilediğine bahşeder. Ayrıca, ilahi lütfa nail olmak isteyen ve bu yolda gereken çabayı harcayan her kuluna –hangi ırka, hangi topluma, hangi cemaate mensup olursa olsun– rahmet kapılarını sonuna kadar açar. Öyleyse, güzel davranışlar göstererek O’nun lütfuna lâyık kullar olmaya çalışın. Unutmayın ki, Allah’ın lütuf ve merhameti sınırsızdır, O her şeyi bilendir. (Maide, 5/54) Konu ile İlgili Hadisler: 387. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: “Yüce Allah buyuruyor ki: “Kim benim kullarımdan, ihlâs ile bana kulluk ederek sevgimi kazanan bir dostuma düşmanlık yaparsa, ben de ona karşı harp ilân ederim. Benim sevgimi kazanmanın yolu şudur: Kulumu bana yaklaştıran şeylerin benim katımda en değerli olanı, kendisine farz kıldığım ibadetlerdir. Kulum bu farzlara ilâveten yaptığı nafile ibadetlerle bana o kadar yaklaşır ki, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de, âdeta onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Yani o kişi artık yaptığı her işi benim rızam için yapmaya ve bütün hayatında ilahî yardımın tecellilerini görmeye başlar. Benden bir şey isterse onu verir, bana sığınırsa onu mutlaka korurum. Ancak elbette bu, Allah’ın veli kulları diye nitelenen kimselerin hiç yanılmayacakları, bütün söz ve davranışlarının Allah tarafından onaylandığı anlamına gelmez.” 388. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Allah bir kulu sevdiği zaman, Cebrail’e: — Ben filanı seviyorum, sen de onu sev, diye emreder. Cebrail de o kulu sever, sonra gök halkı olan melekler topluluğuna: — Allah filanı seviyor; onu siz de sevin, diye seslenir. Göktekiler de onu severler. Sonra da yeryüzündekilerin gönlünde, o kimseye karşı bir sevgi uyanır. Nitekim Rabb’imiz buyuruyor ki: İman eden ve (bu imanın gereği olarak) güzel ve yararlı davranışlar ortaya koyanlara gelince, sonsuz merhamet sahibi (Allah, sevgisiyle onları ödüllendirmek, kendilerini şefkatli, merhametli ve sevecen insanlar hâline getirmek ve böy-


202

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

lece onların bütün varlıklar tarafından sevilip sayılmasını sağlamak üzere) onlar için bir sevgi yaratacaktır. (Meryem, 21/96). Yani Günahkâr, kibirli, ahlaksız insanlar hiçbir zaman kalpleri fethedemeyeceklerdir. Fakat insanları doğrulukla, samimiyetle ve örnek davranışlarıyla doğru yola çağıranlar, işin başında düşmanlık ve ilgisizlikle karşılaşsalar bile, sonunda halkın sevgisini kazanmayı başaracaklardır Müslim’in bir rivayetinde, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu kaydedilmektedir: Allah bir kulu sevdiği zaman, Cebrail’e: — Ben filanı seviyorum, sen de onu sev, diye emreder. Cebrail de onu sever ve gök halkına: — Allah filanı seviyor, onu siz de sevin, diye seslenir. Gök halkı da o kimseyi sever, sonra yeryüzündekilerin kalbinde o kimseye karşı bir sevgi uyanır. Allah bir kula gazap ettiği zaman da, Cebrail’e: — Ben filanı sevmiyorum, sen de onu sevme, diye emreder. Cebrail de onu sevmez. Sonra gök halkına: — Allah filan kişiyi sevmiyor, onu siz de sevmeyin, der. Göktekiler de o kimseyi sevmezler. Sonra da yeryüzündekilerin kalbine, o kimseye karşı bir kin ve nefret uyanır. 389. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ashaptan birini, küçük bir askerî birliğin başında komutan olarak göndermişti. Bu kişi, bölüğe her namaz kıldırışında, İhlâs suresini okuyarak kıraatini bitirirdi. Birinci ve ikinci rekâtın sonunda, zammı surenin ardından mutlaka bu sureyi de okurdu. Dönüşte, onun bu hâlini Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e anlattılar. Allah Rasulü: — Ona niçin böyle yaptığını sorun, buyurdu. Onlar da sordular. Adam: — Ben namazı kısa tutmak istediğim veya başka sure bilmediğim için böyle yapıyor değilim. İhlâs suresi Rahman olan Rabb’imin özelliklerini anlattığı için, onu okumayı çok seviyorum, dedi. Onun bu sözleri Peygamber’e nakledilince, Allah Rasulü, “Bu adam yeni ibadet şekilleri mi icat ediyor? Bu yaptığı sünnete aykırıdır ve bidattir. Söyleyin ona, bunu bir daha yapmasın.” demedi. Bilakis, Kur’an ve Sünnet’in özüne ve genel ilkelerine uygun olan bu davranışı överek: — Öyleyse, Allah’ın da onu sevdiğini kendisine müjdeleyin, buyurdu.


1. ARİFLERİN YOLU

203

48. BAB: İYİ KİMSELERE, ZAYIF, FAKİR ve DÜŞKÜN İNSANLARA EZİYETTEN SAKINDIRMA Konu ile İlgili Ayetler: 1. Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, işlemedikleri bir işten dolayı suç isnat edip eziyet edenler, gerçekten çirkin bir iftira atmış ve böylece, apaçık bir vebal yüklenmişlerdir. (Ahzab, 33/58) 2. Öyleyse, sakın yetimi incitme. Herhangi bir konuda senden yardım isteyeni de azarlama. Ona yardım elini uzat. Eğer gücün yetmiyorsa, tatlı bir üslûpla özür dile. Fakat hiçbir zaman onu kapından kovma. (Duha, 93/9, 10) Konu ile İlgili Hadisler: 390. Cündüb bin Abdullah radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Beş vakit namazı, özellikle de sabah namazını cemaatle kılan bir mümin, bizzat Allah’ın koruma garantisi altındadır. Onun malına, canına ve namusuna kast eden, doğrudan Allah’a savaş açmış demektir. Sakın Allah, kendi himayesi altında bulunan bir şeyi ihlal ettiğiniz için sizden hak talebinde bulunmasın! Çünkü Allah, bu konuda hak talep ettiği kimseyi yakalayıp yüzüstü cehenneme atar. Gerçi sabah namazını kılmasa ve hatta ibadetlerini yerine getirmese bile, her müminin malı, canı ve namusu dokunulmaz olup koruma altındadır. İman etmeyenler dahi böyledir. Ancak kulluk görevini titizlikle yerine getiren bir mümine karşı işlenen suç, diğerlerine göre çok daha ağır bir cezayı gerektirir. Örneğin, sıradan bir insana küfretmek ile bir sahabiye küfretmek arasında çok büyük fark vardır. Bu K o n u i l e İ l g i l i H a d i s l e r : çoktur. Daha önce 387 numarayla geçen “Kim benim sevdiğim bir kuluma düşmanlık yaparsa, ben de ona karşı harp ilân ederim.” anlamındaki Ebu Hureyre hadisi bunlardan biridir. Bir diğeri de, yetimle ilgilenme konusunda 263 numarayla geçen Sa’d bin Ebî Vakkâs’ın rivayet ettiği hadis ve o hadisteki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Ya Ebu Bekir! Eğer o fakirleri gücendirdiysen, bil ki Rabb’ini de gücendirdin.” sözüdür.

49. BAB: İNSANLARIN DIŞ GÖRÜNÜŞLERİNE GÖRE HAKLARINDA HÜKÜM VERMEK GİZLİ HÂLLERİNİ


204

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

ALLAH’A HAVALE ETMEK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Sizinle yaptıkları antlaşmaya ihanet eden kâfirlerle savaşıp onları ele geçirirseniz, şayet özgür iradeleriyle Müslümanlığı tercih ederek tövbe eder ve bu tövbenin göstergesi olan namazı kılar, zekâtı verirlerse, dış görünüşlerine göre hüküm vererek onları serbest bırakın. Kalplerinde gizledikleri niyetlerini de Allah’a bırakın. Onları, İslam’ı kabul etmeye zorlamayın (2-Bakara: 256). Bir zamanlar size en ağır işkenceleri yapmış olsalar bile, onlara karşı merhametli ve affedici olun. Unutmayın ki, Allah çok bağışlayıcı, çok şefkatlidir. (Tevbe, 9/5) Konu ile İlgili Hadisler: 391. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ben İslam’a karşı savaş açan insanlarla, ancak Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun Elçisi olduğuna şehadet edinceye, namazı kılıncaya ve zekâtı verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunu yaptıkları zaman, aramızdaki savaş bitmiş, kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Yani benim korumam altına girerek mal ve can güvenliğine kavuşmuş olurlar. Ancak İslam’a göre cezayı gerektiren cinayet, hırsızlık, gasp gibi başka bir suç işlerlerse, o zaman başka. Kelime-i şehadet getiren herkesi Müslüman kabul etmek durumundayım. Onların gizli niyetlerinin hesabı ise Allah’a aittir. İnsanların niyetlerini sorgulamak ve onları bundan dolayı yargılamak benim görevim değildir.” 392. Târık bin Eşyem radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bizimle savaşanlar arasından her kim ‘Lâ ilahe illallah Muhammedun Rasulullah’ der ve Allah’tan başka tapınılan her şeyi reddederse, onun malı ve kanı haram olur. Böyle birinin canını, malını ve ırzını korumak, Müslümanların görevidir. Biz onun niyetini sorgulamayız, açık beyanını esas alırız. İç dünyasının, gizli niyetinin hesabı ise Allah’a aittir.” 393. Mikdâd bin Esved (veya diğer adıyla Mikdâd bin Amr) radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: — Ya Rasulallah, şöyle bir mesele hakkında ne dersin? Ben kâfirlerden biriyle


1. ARİFLERİN YOLU

205

savaşta karşılaşıp onunla çarpışsam ve o kılıcıyla vurup benim bir kolumu koparsa, sonra da ben onu tam öldürmek üzereyken elimden kurtulmak için bir ağacın arkasına sığınıp “Ben Müslüman oldum!” dese, böyle dedikten sonra onu öldürebilir miyim? diye sordum. Peygamberimiz: — Hayır, onu öldüremezsin, buyurdu. Ben: — İyi ama ya Rasulallah, adam benim kolumu kesip kopardı, ondan sonra da büyük bir ihtimalle ölümden korktuğu için bu sözü söyledi, dedim. Bunun üzerine, Peygamberimiz: — Onu sakın öldürme! Çünkü bu sözü samimi olarak söyleyip söylemediğini asla bilemezsin. Şayet iman etmiş olduğu hâlde onu öldürürsen, o senin kendisini öldürmezden önceki durumunda olur. Yani Allah yolunda savaşan bir mücahit gibi şehit olur. Sen ise, onun bu sözü (kelime-i şehadeti) söylemeden önceki durumuna düşersin, buyurdu. 394. Üsâme bin Zeyd radıyallahu anhumâ anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bizi Cüheyne kabilesinin Huraka kolu üzerine savaşa göndermişti. Sabahleyin onlara, sularının başında iken ani bir baskın yaptık. Ben ve Medineli Müslümanlardan bir kişi, onlardan birine yetiştik. Diğerleri kaçtığı hâlde, o olduğu yerde duruyordu. Biz onun üzerine yürüyünce, adam “Lâ ilahe illallah!” dedi. Bunun üzerine, Medineli arkadaşım ona saldırmaktan vazgeçti. Fakat ben mızrağımı saplayarak onu öldürdüm. Biz Medine’ye dönünce, bu olayı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e anlattılar. Peygamber beni yanına çağırtarak: — Üsâme, sen o adamı “Lâ ilahe illallah” dedikten sonra mı öldürdün? buyurdu. Ben: — Ya Rasulallah! O bunu, sadece canını kurtarmak için söylemişti, dedim. Peygamber tekrar: — Demek sen, “Lâ ilahe illallah” dediği hâlde o adamı öldürdün, öyle mi? diye sordu. Bu sözü o kadar çok tekrarladı ki, ben içimden, “Keşke bu olaydan önce Müslüman olmamış olsaydım da, bugün tertemiz, günahsız bir şekilde İslam’a girseydim!” diye arzu ettim. Müslim’de yer alan bir diğer rivayet şöyledir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Adam “Lâ ilahe illallah” dedi ve sen de onu öldürdün, öyle mi?” diye sordu. Ben:


206

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Ya Rasulallah! O bu sözü, sadece silahtan korktuğu için söyledi, dedim. Peygamber de: — Sen onun kalbini mi yarıp baktın ki, bu sözü samimiyetle söyleyip söylemediğini bilesin?” buyurdu. Peygamberimiz bu sözü o kadar çok tekrarladı ki, ben bu olaydan önce İslam’ı tanımamış olmayı ve o gün tertemiz, günahsız bir şekilde İslam’a girmiş olmayı temenni ettim. 395. Cündeb bin Abdullah radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Müslümanlardan oluşan bir askerî birliği, müşriklerden bir kavme karşı savaşmaları için göndermişti. Nihayet Müslümanlar, müşriklerle karşı karşıya geldiler. Müşriklerden bir adam, Müslüman askerlerden hangisini gözüne kestirse, onu takip edip öldürüyordu. Müslümanlardan biri de bu adamın boş bulunduğu bir anı gözlüyor, onu tepelemek için fırsat kolluyordu. Biz bu Müslüman’ın Üsâme bin Zeyd olduğunu aramızda konuşuyorduk. Üsâme kılıcını çekip de tam adamı öldüreceği sırada, o aniden: — Lâ ilahe illallah! dedi. Fakat Üsâme onu yine de öldürdü. Derken, Peygamber’e zafer haberini ileten müjdeci geldi. Peygamberimiz, ona ordunun durumunu sordu. O da olup biteni kendisine haber verdi. “Lâ ilahe illallah” diyen o adamın durumunu ve Üsâme’nin ona ne yaptığını da anlattı. Bunun üzerine Peygamber Üsâme’yi çağırdı ve ona: — O adamı niçin öldürdün? diye sordu. Üsâme: — Ya Rasulallah! O adam Müslümanların canını yaktı, filanı ve filanı öldürdü, diyerek bir kaç şehidin adını saydı. Sonra sözlerine devamla: — Ben de onun üzerine yürüdüm. Fakat o kılıcı görünce, “Lâ ilahe illallah” dedi. Peygamber: — Müslüman olduğunu söylediği hâlde sen onu öldürdün, öyle mi? dedi. Ben: — Evet, dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz: — Peki, “Lâ ilahe illallah” sözü Mahşer Günü karşına geldiğinde ne yapacaksın? Allah’a bunun hesabını nasıl vereceksin? dedi. Üsâme: — Ya Rasulallah! Beni bağışlaması için Allah’a dua edin, dedi. Fakat Peygamber onu hiç duymuyormuş gibi, sürekli olarak: — Mahşer Günü “Lâ ilahe illallah” sözü karşına geldiğinde ne yapacaksın? Söyle, Mahşer Günü “Lâ ilahe illallah” sözü karşına geldiğinde ne yapacaksın? diyor, başka bir şey söylemiyordu.


1. ARİFLERİN YOLU

207

396. Ömer bin Hattab radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zamanında, Allah’tan gelen vahiy sayesinde insanlar gizli hâllerinden de sorumlu tutuluyorlardı. Fakat artık vahiy kesilmiştir. Bu yüzden artık biz insanları, yalnızca gördüğümüz davranışlarınıza göre değerlendiririz. Bize iyi davranışlar gösteren kimseyi güvenilir kimse bilir, ona yakınlık duyarız. O kişinin gizli hâllerini araştırmak, niyetini sorgulamak bize düşmez. Onun gizli işleriyle ilgili hesabını Allah görecektir. Bize karşı kötü davranışlar sergileyen bir kimseyi de güvenmez biri olarak kabul ederiz. Maksat ve niyetinin iyi olduğunu söylese bile, sözlerine inanmayız.

50. BAB: ALLAH KORKUSU Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey İsrail Oğulları, size bahşettiğim nimetleri hatırlayın. Siz Bana verdiğiniz sözü tutun ki, Ben de size verdiğim sözü tutayım. Size dünya ve ahirette mutluluk bahşetmemi istiyorsanız, gönderdiğim tüm elçilere iman edin. Bu dünyanın gelip geçici çıkar endişeleri sizi inkâra ve zulme sürüklemesin, zalimlerin tehditlerine de aldırmayın; başkasından değil, sadece Benden korkun. (Bakara, 2/40) 2. Elbette Rabb’inin zalimleri yakalayışı çok şiddetlidir. (Buruc, 85/12) 3. İşte Rabb’in, zulüm ve haksızlıkta direten bir ülkeyi cezalandırdı mı böyle cezalandırır. Unutmayın, O’nun azabı gerçekten can yakıcıdır, çok çetindir. Bu anlatılanlarda, ahiret azabından korkanlar için apaçık uyarılar ve ibret verici dersler vardır. O gün, bütün insanların bir araya toplanacağı bir gündür. O gün, yapıp ettikleriniz hakkında en âdil biçimde şahitliğin yapılacağı bir gündür. Ve o günün gelmesi, hiç de uzak değildir. Biz onu, ancak kıyamet denilen belirli ve sayılı bir süreye kadar erteliyoruz. O gün gelip çattığı zaman, Allah’ın izni olmadan hiç kimse konuşamayacak. Büyük mahkeme kurulacak ve herkese yaptığının karşılığı verilecek. Böylece insanlar iki gruba ayrılacak; kimileri bedbaht ve perişan, kimileri mutlu ve bahtiyar. Bedbaht olanlar, ateşte azap çekecekler. Orada, acı ve ıstıraptan, çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlayacaklar. Cehennemin alevleri arasında öyle bir iç çekip inleyecekler, öyle feci bir şekilde soluk alıp verecekler ki… (Hud, 11/102–106) 4. İnananlar, din kardeşleri olan müminleri bir tarafa bırakıp da, kâfirleri kendilerine samimî dost, koruyucu, yönetici, yandaş, müttefik, veli edinmesinler. Her kim bunu yapacak olursa, Allah ile bütün bağlarını koparmış olur. Ancak onlardan gelebilecek bir tehlikeye karşı korunmak amacıyla ve Müslümanlara zarar vermemek şartıyla zalimlerle iyi geçinip onlara dost görü-


208

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

nerek kötülüklerinden sakınabilirsiniz. Bununla birlikte, Allah asıl kendisinden korkmanızı size öğütlüyor. O hâlde, zalimlerin tehditlerinden korkmayın, asıl Allah’ın emirlerini çiğnemekten sakının. Unutmayın ki, eninde sonunda dönüş Allah’adır. (Âl-i İmran, 3/28) 5. O gün her günahkâr insan, kendi canının derdine düşecek. Öz kardeşini, kendisini yetiştirip büyüten annesini, babasını, bir ömür aynı yastığa baş koyduğu hayat arkadaşını ve hatta bir zamanlar üzerlerine titrediği, öpmeye bile kıyamadığı çocuklarını ve tüm yakınlarını, sevdiklerini bırakıp kaçacak. Çünkü o Gün, her birinin başından aşkın işi ve kendisine yetecek kadar derdi olacaktır. (Abese, 80/34–37) 6. Ey insanlar, Rabb’inizden gelen ilkeler doğrultusunda yaşayın, dürüst ve erdemlice davranışlar göstererek, kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakının. Çünkü kıyametin sarsıntısı gerçekten çok korkunçtur! O gün gelip çattığında, her emzikli kadın kucağında emzirmekte olduğu yavrusunu bırakıp kaçacak ve bütün hamileler, korku ve dehşetten çocuğunu düşürecek. Öyle ki, o an hâllerini görsen insanları sarhoş sanırsın, oysa sarhoş değildirler, ne var ki, Allah’ın azabı çok çetindir. (Hac, 22/1,2) 7. Rab’lerinin huzurunda hesaba çekilmekten korkup kötülüklerden sakınan kimselere iki cennet bahçesi verilecektir. (Rahman, 55/46) 8. Cennetteki müminler birbirlerine bakıp geçmişte yaşadıklarını hatırlayarak sohbete koyulacaklar: “Doğrusu biz.” diyecekler, “geçmişte en mutlu olduğumuz anlarda, çoluk çocuğumuz arasında yaşarken bile, Rabb’imizin azabından çok korkardık. Fakat şükürler olsun ki, Allah bize lütfetti de, alevleri insanın iliklerine işleyen o korkunç azaptan bizi korudu. Çünkü biz, dünyadayken yalnızca O’na kulluk eder ve sadece O’na yalvarırdık. Gerçekten Allah iyilik edendir, çok merhametlidir.” (Tur, 52/25–28) Konu ile İlgili Hadisler: 397. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh diyor ki: Her konuda doğru söz söyleyen ve doğruluğu bizzat Allah tarafından onaylanmış olan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bize şöyle haber verdi: “Sizden birinizin yaratılışının başlangıcı olan temel maddeler, annesinin karnında kırk gün içinde nutfe hâlinde derlenip toparlanır. Sonra ikinci bir kırk günlük süre içinde, rahim duvarına yapışan döllenmiş bir yumurtaya, yani alakaya dönüşür. Sonra bir o kadar süre içinde, birçok uzvu henüz ya-


1. ARİFLERİN YOLU

209

ratılmamış olan bir et parçasına dönüşür. Daha sonra Allah bir melek gönderir ve melek ona ruh üfler. Melek şu dört şeyi yazmakla görevlidir: Onun rızkını, ecelini, yapıp edeceklerini, iyi (cennetlik) mi yoksa kötü (cehennemlik) mü olacağını. Çünkü Allah bütün bunları henüz olmadan, ezeli ilmiyle bilmekte ve her şeyin ilminin kendi katında olduğunu göstermek üzere, meleğe yazmasını emretmektedir. Dolayısıyla, insan bunları melek yazdığı için yapmaz. Aksine, o kişi öyle yapacağı için melek onları yazar. Aksi hâlde, insanın irade sahibi olmasının bir anlamı olmaz, yaptıklarından sorumlu tutulamazdı. Her şeyin kader defterine yazılmasının sebebi, insana Allah’ın her şeyi bildiği, olup biten her şeyin O’nun kontrol ve gözetimi altında olduğu bilincini kazandırarak, imtihan hikmetince kendisine bahşedilen nimetlerle şımarıp gevşekliğe kapılmamasını, başına gelen musibetler karşısında da sarsılıp yılgınlığa düşmemesini sağlamaktır. Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki, bazen bir insan, cennetliklerin yaptığı işleri yapar ve kendisi ile cennet arasında sadece bir karış mesafe kalır, fakat anne karnında yazılan hüküm gerçekleşir de, cehennemliklerin yaptığı işleri yapar ve cehenneme girer. Yine bazen bir insan cehennemliklerin yaptığı işleri yapar ve kendisi ile cehennem arasında bir karış mesafe kalır; fakat anne karnında yazılan hüküm gerçekleşir ve o kişi cennetliklerin yaptığı işleri yapmaya devam eder de, neticede cennete girer. O yüzden, hiç kimse kendisini kesin cennetlik görüp de gururlanmasın, nasıl olsa kurtuldum deyip gevşekliğe kapılmasın. Ve hiç kimse, işlediği günahlar yüzünden Allah’ın rahmetinden ümidini kesmesin. Bir insanın her hâl ve hareketiyle cehenneme doğru yol aldığını görseniz bile, son nefesine kadar onun imana geleceğinden ümit kesmeyin. Son dakikaya, son saniyeye kadar bıkıp usanmadan onu hakka çağırmaya devam edin.” 398. Yine Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, cehennemin ne kadar büyük ve dehşet verici olduğunu anlatmak üzere şöyle buyurmuştur: “Hesap Günü, cehennem de mahşer meydanına getirilecektir. Onun yetmiş bin dizgini vardır ki, her bir dizgini yetmiş bin melek çekmektedir.” 399. Numan bin Beşir radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Mahşer Günü cehennemliklerin azabı en hafif olanı, ayaklarının altına birer kor konulan ve bunların etkisiyle beyni fokur fokur kaynayan kişidir. O adam cehennemlikler içinde en hafif azap gören kişi olduğu hâlde, hiç kimsenin kendisinden daha şiddetli azap görmediğini zanneder.”


210

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

400. Semure bin Cündeb radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Zalimler ve kâfirler cehenneme girdiği zaman, ateş onlardan kiminin topuklarına, kiminin dizlerine, kiminin beline, kiminin da köprücük kemiklerine kadar çıkacaktır.” 401. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Mahşer Gününün dehşetini anlatırken, şöyle buyurmuştur: “O gün insanlar, kabirlerinden kalkar ve yaptıklarının hesabını vermek üzere, âlemlerin Rabb’inin huzurunda dururlar. Zalimler, tepelerindeki yakıcı güneş, karşılarındaki cehennem ateşi ve hesaplarının zorluğu sebebiyle hissettikleri büyük sıkıntı ve bunalım içinde o derece terlerler ki, âdeta bir ter deryasının içinde kalırlar. Öyle ki, onlardan bazıları kulaklarının yarısına kadar ter içindedirler.” 402. Enes bin Malik radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bize, daha önce eşi benzerini duymadığım son derece etkileyici bir konuşma yaptı. Kıyametin, Hesap Gününün, cehennemim korkunç hâllerinden bahsettikten sonra şöyle buyurdu: “Eğer benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız, vallahi az güler, çok ağlardınız.” Bunun üzerine Peygamber’in Ashabı, yüzlerini kapatarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar. Müslim’de yer alan bir diğer rivayet şöyledir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e, Ashabı’ndan bazılarının, gaflete kapılıp dünya nimetlerine dalma, iyilik ve ibadetler konusunda gevşeklik gösterme gibi birtakım olumsuz hâller içine girdiklerine dair haber ulaştı. Bunun üzerine, hutbeye çıkıp şöyle bir konuşma yaptı: “Bakın, cennet de cehennem de gözlerimin önüne serilip bana açıkça gösterildi. Ben hayrın ve şerrin o günkü kadar büyüğünü asla görmedim. Eğer benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız, vallahi az güler, çok ağlardınız!” buyurdu. Peygamber’in Ashabı, bundan daha ağır, daha şiddetli bir gün yaşamamıştı. O kadar derinden sarsıldılar ki, başlarını örterek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar. 403. Mikdâd bin Esved veya diğer adıyla Mikdâd bin Amr radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


1. ARİFLERİN YOLU

211

“Ahiret âlemi için yaratılacak olan güneş, Mahşer Günü insanlara bir mil mesafe kalıncaya kadar yaklaştırılacaktır.” Hadisi Mikdâd’tan rivayet eden Süleym bin Âmir: Vallahi, Peygamber bu “mil” kelimesiyle, takriben bir buçuk kilometrelik uzunluk ölçüsü olan mili mi, yoksa göze sürme çekmek için kullanılan mili mi kastetti bilmiyorum. Mikdâd’a bunu sormayı da unuttum, demiştir. Mikdâd, hadisin geri kalan kısmını rivayet ederek şöyle dedi: Sonra Peygamberimiz: “İnsanlar, işledikleri kötü ameller ölçüsünce tere batarlar. Onlardan kimi topuklarına, kimi dizlerine, kimi bellerine kadar ter içinde kalır. Bazılarının da teri çenesine kadar çıkarak âdeta ağzına gem vurur.” buyurarak eliyle ağzına işaret etti. 404. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Mahşer Günü günahkâr insanlar o kadar çok terlerler ki, onlardan çıkan ter, yerin yetmiş arşın derinliğine kadar ulaşır. Terden oluşan bir deryanın içinde gibidirler. Öyle ki, ter onlardan bazılarının ta kulaklarına kadar çıkar, âdeta ağızlarına gem vurur.” 405. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikteydik. O sırada Peygamber, düşen bir şeyin gümbürtüsünü işitti. O korkunç sesi biz de duyduk. Peygamber aleyhisselâm: — Bu sesin ne olduğunu biliyor musunuz? diye sordu. Biz: — Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dedik. Bunun üzerine Peygamberimiz: — Bu, yetmiş sene önce cehenneme atılmış olan bir taştır. O, şimdiye kadar cehenneme yuvarlanıp gidiyordu, nihayet onun dibine ulaştı. İşte siz onun gümbürtüsünü işittiniz, buyurdu. 406. Adiyy bin Hâtim radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hesap Günü Rabb’iniz, sizin her birinizle arada bir tercüman, bir perde olmaksızın konuşacaktır. O zaman kişi sağına bakacak, ahirete gönderdiği iyiliklerden başka bir şey göremeyecek. Soluna bakacak, gönderdiği kötülüklerden başka bir şey göremeyecek. Önüne bakacak, karşısında cehennem ateşinden başka bir şey göremeyecek. Öyleyse, yarım hurmayla bile olsa, kendinizi ateşten korumaya çalışın! Bunu da bulamayan, güzel ve


212

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

tatlı sözlerle kendisini cehennemden korusun.” 407. Ebu Zer radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ben sizin bilmediklerinizi biliyor, görmediklerinizi görüyorum. Gök, Allah’ın heybet ve azametinden dehşete düşüp inledi ve inlemekte de haklı idi. Göklerde, meleklerin Allah için secdeye kapanmadığı dört parmaklık bile boş yer yoktur. Allah’a yemin ederim ki, eğer benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız az güler, çok ağlardınız. Dünyanın nimetlerinden tat alamaz hâle gelerek döşeklerinizde kadınlarınızla oynaşmaz, Allah’a yalvarıp feryat ederek evinizi barkınızı terk edip dağlara, bayırlara koşar ve orada secdeye kapanıp o hâlde ruhunuzu teslim ederdiniz.” 408. Nadle bin Ubeyd el–Eslemî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Mahşer Günü hiçbir kul, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu ve sıhhatini nerede ne amaçla yıprattığından sorguya çekilmedikçe, yerinden kıpırdayamayacaktır.” 409. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, “İşte o gün, yeryüzü haberlerini bir bir anlatacaktır.” (99-Zilzâl: 4) ayetini okudu. Sonra da: — Yerin haberlerinin ne olduğunu biliyor musunuz? diye sordu. Ashap: — Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz: — Onun haberleri, kadın erkek bütün insanların kendi üzerinde neler yaptığına şahitlik ederek, “Sen şu gün, şunu şunu yapmıştın.” demesidir. İşte yerin haberleri budur, buyurdu. Senet zincirinde yer alan ve muhaddislerce zayıf kabul edilen Yahya bin Ebî Süleyman sebebiyle bu hadis zayıftır. Ancak hadisin ihtiva ettiği mana sahihtir. 410. Ebu Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem konuşma yaparken: “Sura üfleyecek olan İsrafil aleyhisselâm boruyu ağzına dayamış, kendisine verilecek üfleyeme emrini beklerken, ben nasıl gamsız ve kedersiz yaşayabilir dünyanın gelip geçici nimetleriyle sevinebilirim?” dedi. Bu sözler, Peygamber’in Ashabı’nı korkutmuş, derinden sarsmıştı. Onların bu hâlini gören Allah Rasulü:


1. ARİFLERİN YOLU

213

“İşte bu imtihandan başarıyla çıkabilmek için, ‘Hasbunallahu ve ni’me’lvekîl (Allah bize yeter, O ne güzel koruyucu, ne güzel vekildir!)’ deyin.” buyurdu. 411. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Tehlikeden korkan yolcu, erkenden yola koyulur. Erken yola çıkan da, hedefine vaktinde ve güvenli şekilde ulaşır. Öyleyse, siz de imtihan amacıyla yaşadığınız bu dünya hayatının tehlikelerinden korunup başarılı bir şekilde ahiret hedefine ulaşmak istiyorsanız, bu yolda gereken tedbirleri almalı, her an uyanık ve dikkatli olmalısınız. Gerekirse, bu uğurda malınızı ve canınızı seve seve feda etmeye hazır olmalısınız. İyi bilin ki, Allah’ın satışa sunduğu nimet çok pahalıdır. İyi bilin ki, Allah’ın satışa sunduğu bu nimet, cennettir.” Nitekim yüce Rabb’imiz buyuruyor ki: “Allah müminlerden, canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır.” (9-Tevbe: 111) 412. Âişe radıyallahu anhâ diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Mahşer Günü insanlar yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak hesap meydanında toplanacaklar, dedi. Ben de: — Ey Allah’ın Elçisi! Kadınlar ve erkekler birlikte olunca, birbirlerine bakmazlar mı? diye sordum. Bunun üzerine Peygamberimiz: — Ya Âişe! Mahşer Günü insanların durumu öyle korkunç olacak ki, o an herkes kendi canının derdine düşecek ve bu dediğin şeyler hiç kimsenin aklına bile gelmeyecek, buyurdu. Bir başka rivayette, Peygamber: — Mahşer Günü insanların durumu öyle korkunç olacak ki, o anda hiç kimse bir başkasına dönüp bakamayacak bile, buyurdu.

51. BAB: ALLAH’IN RAHMETİNİ ÜMİT ETMEK Konu ile İlgili Ayetler: 1. De ki: “Bakın Rabb’imiz ne buyuruyor: “Ey kendilerine yazık eden günahkâr kullarım! Sakın Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Unutmayın ki, Allah –tövbe edildiği takdirde– bütün günahları bağışlar. Çünkü O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” (Zümer, 39/53)


214

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

2. O zalimleri, nankörlükleri yüzünden işte böyle cezalandırdık. Öyle ya, Biz nankörlük ve inkârda diretenlerden başkalarını cezalandırır mıyız? (Sebe, 34/17) 3. Musa ve kardeşi Harun, Firavunun karşısına çıkarak şöyle dediler: Bize Allah tarafından bildirildi ki, inkâr eden ve O’nun ayetlerinden yüz çeviren kimseler, ahirette korkunç bir azaba uğrayacaklar.” (Taha, 20/48) 4. Musa, ellerini açıp Allah’a şöyle yalvardı: “Ya Rab, bize hem bu dünyada hem de ahirette iyilikler ve güzellikler nasip eyle. Biz, affını ümit ederek yalnızca Sana yöneldik.” Buna karşılık Allah buyurdu ki: “Azabımla, kullar arasından dilediklerimi cezalandırırım. Rahmetime gelince, o her şeyi tamamen kuşatmıştır. Onu, dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek kötülüğün her çeşidinden korunanlara, zekâtını verenlere ve ayetlerime yürekten inananlara nasip edeceğim. (Âraf, 7/156) Konu ile İlgili Hadisler: 413. Ubâde bin Sâmit radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Her kim; Eşi ve ortağı olmayan bir tek Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna, İsa’nın da O’nun kulu ve elçisi olup, Allah tarafından Meryem’e “Ol” emriyle iletilmiş bir kelime ve diğer bütün insanlar gibi Allah tarafından yaratılmış olan bir can, bir ruh olduğuna, Cennet ve cehennemin hak olduğuna iman ederse, Allah o kimseyi, –iyilik ve ibadetlerinin derecesine göre– mutlaka cennete koyar.” Müslim’in bir başka rivayetinde, Peygamberimiz: “Her kim Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna iman eder ve bu imana yaraşır dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyar ise, Allah o kimseye cehennemi haram kılar.” buyurmuştur. 414. Ebu Zer radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: Allah celle celâluh buyuruyor ki


1. ARİFLERİN YOLU

215

“Kim bir iyilik yaparsa, ona yaptığı iyiliğin on katını, hatta daha da fazlasını veririm. Kim bir kötülük yaparsa, ona da ancak yaptığı kötülük kadar ceza verir yahut onu affederim. Kim bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Bana bir arşın yaklaşana, ben bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak giderim. Kulum yeryüzünü dolduracak kadar günahla huzuruma gelse, fakat bana hiçbir şeyi ortak koşmamış, benden başkasına kulluk ve itaat etmemiş olsa, ben de onu yeryüzü dolusu af ve mağfiretle karşılarım.” 415. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir bedevi geldi ve: — Ey Allah’ın Elçisi! Kişiyi cennete veya cehenneme götüren en önemli iki etken nedir? diye sordu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Kim Allah’a kulluk eder ve yalnızca O’nun hükümlerine boyun eğerek, hiç kimseyi ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmadan ölürse, cennete girer. Kim de Allah’tan başka kişileri, kurumları, ideolojileri, haram helal sınırlarını çizmeye, hayat programını belirlemeye yetkili otoriteler kabul eder ve böylece O’na şirk koşarak ölürse, cehenneme girer, buyurdu. 416. Enes bin Malik radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bir yolculuk esnasında terkisine aldığı Muaz bin Cebel’e: — Ey Muaz! diye seslendi. Muaz: — Buyur ey Allah’ın Rasulü, emrinizdeyim! diye cevap verdi. Peygamber, söyleyeceği şeye Muaz’ın dikkatini çekmek için, tekrar: — Ey Muaz! diye seslendi. Muaz yine: — Buyur ey Allah’ın Rasulü, emrinizdeyim! dedi. Peygamber üçüncü kez: — Ey Muaz! diye seslendi. Muaz yine: — Buyur ey Allah’ın Rasulü, emrinizdeyim! dedi. Bunun üzerine Peygamber: — Kim Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna içtenlikle şehadet ederse, Allah onu cehenneme haram kılar, buyurdu. Muaz: — Ya Rasulallah, bu müjdeyi müminlere haber vereyim de sevinsinler mi? diye sordu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:


216

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Hayır, çünkü o zaman onlardan bazıları sözlerim yanlış yorumlar ve buna güvenip hayırlı işler yapmakta gevşeklik gösterirler, buyurdu. Muaz, bu hadisi hayatı boyunca hiç kimseye anlatmadı. Ancak ölümüne yakın bir zamanda, İslami bir hakikati gizlemekten dolayı günaha girmemek için, onu ölüm döşeğinde iken haber vermiştir. 417. Ebu Hureyre yahut* Ebu Said el–Hudrî radıyallahu anhumâ şöyle demiştir: Tebük seferi sırasında sahâbîler, şiddetli açlıkla karşı karşıya kalınca: — Ya Rasulallah! İzin verseniz de, develerimizi kesip yesek ve iç yağı elde etsek, dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Peki, öyle yapın, buyurdu. Fakat Ömer radıyallahu anh gelerek: — Ey Allah’ın Rasulü! Eğer develeri kesmelerine izin verirsen, orduda binek hayvanı azalır. Fakat isterseniz, onlara ellerinde bulunan azıklarını getirmelerini emredin. Sonra da bereketlenmesi için Allah’a dua edin. Umulur ki, Allah bereket ihsan eder ve yiyeceklerimizi bollaştırır, dedi. Bunun üzerine, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Evet, öyle yapalım, buyurdu ve deriden bir yaygı getirip sermelerini, sonra da herkesin elinde kalan yiyecekleri getirip oraya koymasını emretti. Müslümanlardan kimi bir avuç darı, kimi bir avuç hurma, kimi de bir parça ekmek getirdi. Nihayet, yaygı üzerinde bir miktar yiyecek birikti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, onun bereketlenmesi için Allah’a dua etti. Sonra da: — Şimdi herkes kaplarına bu yiyecekten doldursun, buyurdu. Onlar da kaplarını getirip doldurmaya başladılar. Öyle ki, askerlerden hiçbirinin doldurulmadık bir tek kabı kalmadı. Sonra da, kalan yiyecekten doyuncaya kadar yediler. Yine de ondan bir miktar arttı. Bunun üzerine, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın Peygamberi olduğuma şehadet ederim. Bu iki iman esasına içtenlikle inanmış bir hâlde Allah’ın huzuruna gelen bir kimsenin cennetten mahrum kalması mümkün değildir, buyurdu. *Burada râvi, hadisin bu iki sahâbîden hangisinden rivayet edildiğinde tereddüt etmiştir. Sahâbîlerin hepsi de udûl (din konusunda yalan söylemeyen güvenilir kimseler) olduğundan, onlardan hangisinin hadisi rivayet ettiğine dair tereddüt hadisin sıhhatine zarar vermez.


1. ARİFLERİN YOLU

217

418. Bedir savaşı gazilerinden İtbân bin Malik radıyallahu anh anlatıyor: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zamanında, kendi kabilem olan Sâlim Oğulları’na imamlık yapıyordum. Benim evim ile onlar arasında bir dere yatağı vardı. Yağmur yağdığı zaman o dereyi geçip mescitlerine gitmek benim için çok zor oluyordu. Fakat camiye gitmemek münafıklık alameti sayıldığından, bunca zorluğa katlanıp gitmek zorunda kalıyordum. Farz namazları evimde kılabilmek için, Rasulullah’tan izin almak zorundaydım. Bu yüzden Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip: — Ya Rasulallah! Gözlerim artık iyi görmüyor. Yağmur yağdığı zaman, kabilemle benim aramdaki dere taşıyor ve onu geçmekte çok zorlanıyorum. Bunun için, evimi teşrif edip bir yerinde namaz kılsanız da, ben de sizin namaz kıldığınız yeri kendime namazgâh edinsem, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Olur, inşallah yarın gelirim, buyurdu. Ertesi sabah Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, yanında Ebu Bekir ile birlikte, kuşluk vakti güneşin yükseldiği bir zamanda evime geldi. İzin isteyip içeri girdiler. Peygamber daha oturmadan: — Evinin neresinde namaz kılmamı istersin? diye sordu. Namaz kılmasını istediğim yeri kendisine gösterdim. Peygamber de orada tekbir alıp namaza durdu. Biz de arkasında saf bağladık. İki rekât namaz kıldırdıktan sonra selâm verdi, biz de selâm verdik. Namazdan sonra, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i kendisi için hazırlanan hazireyi yemesi için alıkoyduk. Hazire, kıyılmış et ile undan yapılan bulamaç türü bir yemektir. Yemekten sonra, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bizde olduğunu duyan mahalle halkından bir grup daha yanımıza geldi. Böylece evde epeyce insan toplandı. İçlerinden biri: — Malik bin Duhşum nerede? Onu göremiyorum, dedi. Bir başkası: — O adam, Allah ve Rasulü’nü sevmeyen bir münafıktır, dedi. Oysa Malik bin Duhşum, Bedir savaşına katılmış samimi bir Müslüman idi. Ancak münafıkları kontrol edebilmek için, onlarla iyi geçinmesi gerekiyordu. Nitekim münafıkların inşa ettiği dırar mescidini yakması için Peygamber’in göndereceği ekipte o da yer alacaktı. Bu yüzden Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ona münafık diyen kişiye derhal müdahale ederek: — Böyle söyleme! Onun, sırf Allah’ın rızasını kazanmak için “Lâ ilahe illallah” dediğini bilmiyor musun? buyurdu. Bunun üzerine adam: — Allah ve Rasulü daha iyi bilir. Ancak biz, Allah’a yemin olsun ki, onun mü-


218

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

nafıkları sevdiğini ve hep onlarla sıkı fıkı olduğunu görüyoruz, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: — Allah, rızasını umarak “Lâ ilahe illallah” diyen kimseyi, bazı kusurları olsa bile cehenneme haram kılmıştır, buyurdu 419. Ömer bin Hattab radıyallahu anh anlatıyor: “Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir grup esir getirdiler. Bunlar, Huneyn savaşında İslam ordusu karşısında yenilgiye uğrayan Hevazin kabilesine ait esirlerdi. Esirler arasında bulunan bir kadın, kaybettiği çocuğuna bulmak için sağa sola koşuşuyor, yavrusuna duyduğu özlemden dolayı rastladığı her çocuğu kucaklıyor, göğsüne bastırıp emziriyordu. Sonunda kadın yavrusunu buldu ve gözyaşlarıyla onu sevip okşamaya başladı. Kadının her hareketini dikkatle izleyen ve gördüğü manzaradan son derece müteessir olan Peygamberimiz, bize onu işaret ederek: — Ne dersiniz, bu kadın çocuğunu hiç ateşe atar mı? diye sordu. Biz: — Hayır, vallahi atmaz, dedik. Bunun üzerine Peygamberimiz: — İşte kullarına karşı Allah, yavrusunu şefkatle kucaklayan şu kadından çok daha merhametlidir. Bir anne bütün yaramazlığına rağmen çocuğunu nasıl şefkat ve hoşgörü ile kucaklıyor ise, Allah da kullarına bir anneden çok daha ileri derecede şefkat ve merhametle muamele eder, buyurdu. 420. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Allah varlıkları yarattığı zaman, kudret ve egemenlik tahtının üzerinde bulunan ve kendi katındaki değişmez ilahi kanunları ihtiva eden bir kitaba, “Rahmetim gazabıma daima üstün gelir.” diye yazmıştır. Buhârî’de yer alan bir rivayette, “Rahmetim, gazabıma üstün gelmiştir.” şeklindedir. Bir başka rivayette ise, “Rahmetim, gazabımı geçmiştir.” ifadeleri yer almıştır. 421. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim: “Allah, rahmet ve merhametini yüz parçaya ayırmış ve doksan dokuz parçasını kendi katında tutmuş, yüzde birini de yeryüzüne indirmiştir. İşte bütün varlıklar, bir hayvanın, yavrusunun üzerine basmamak için ayağını kaldırmasına varıncaya kadar, bu bir parça rahmet sayesinde


1. ARİFLERİN YOLU

219

birbirlerine şefkat ve merhamet göstermektedirler.” Müslim’deki bir başka rivayet şöyledir: “Allah’ın yüz bölümden oluşan rahmeti vardır. Allah bunlardan birini insanlar, cinler, hayvanlar ve böcekler arasına indirmiştir. Bu sayede onlar birbirlerini sever ve birbirlerine acırlar. Yabani hayvan da, bu rahmet sayesinde yavrusuna şefkat gösterir. İşte Allah, o doksan dokuz parça rahmeti, Mahşer Günü kullarına merhamet etmek için katında tutmuştur.” Müslim’in Selmân–ı Fârisî’den naklettiği bir başka rivayette, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah’ın yüz parça rahmeti vardır. Bunlardan sadece biri sayesinde, bütün varlıklar birbirlerine merhamet ederler. Geri kalan doksan dokuzu ise, Mahşer Günü günahkârların affedilmesi için bekletilmektedir.” Yine Müslim’de yer alan bir başka rivayette, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Allah gökleri ve yeri yarattığı gün, her biri bütün kâinatı kuşatacak büyüklükte yüz adet rahmet yaratmış ve bunlardan sadece bir tanesini yeryüzüne indirmiştir. İşte anne yavrusuna, bu rahmet sayesinde şefkat gösterir. Yabani hayvanlar ve kuşlar, bu sayede birbirlerine merhamet ederler. Mahşer Günü gelince, Allah bu bir rahmetini doksan dokuza ekleyip tamamlayacak ve yüz rahmetinin tamamını birden o gün ortaya koyacaktır.” 422. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Rabb’inden kudsi bir hadis naklederek şöyle demiştir: Allah’a karşı görevlerini yapmaya çalışan mümin bir kul, bir an gaflete düşüp günah işler de, peşinden: — Allah’ım, günahımı bağışla, diye yalvarınca, Allah celle celâluh: — Kulum bir günah işledi, fakat günahını affedecek veya günahı sebebiyle kendisini cezalandıracak bir Rabb’i olduğunu unutmadı, der. Aynı kul tekrar günah işleyip peşinden: — Allah’ım, günahımı bağışla, diye yalvarınca, Allah celle celâluh yine: — Kulum bir günah işledi, fakat günahını affedecek veya günahı sebebiyle kendisini cezalandıracak bir Rabb’i olduğunu unutmadı, der. Sonra o


220

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

kul tekrar günah işleyip peşinden yine içtenlikle tövbe ederek: — Allah’ım, günahımı bağışla, diye yalvarınca, Allah celle celâluh bu sefer: — Kulum bir günah işledi, fakat günahını affedecek veya günahı sebebiyle kendisini cezalandıracak bir Rabb’i olduğunu unutmadı. O hâlde, ben de kulumu affettim, böyle yürekten tövbe ettiği sürece, dilediğini yapsın, buyurur. 423. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki, şayet siz hiç günah işlememiş ve dolayısıyla O’na tövbe ve istiğfar etmemiş olsaydınız, Allah sizi yok eder ve yerinize, günah işleyen ve daha sonra Allah’tan af dileyen bir toplum getirir de, rahmet ve mağfiret sıfatlarının tecelli etmesi için onları bağışlardı. Demek ki Allah, sizin melekler gibi hiç günah işlemeyen varlıklar olmanızı istemiyor. Aksine, gücü yettiğince kulluk görevini yapmaya çalışan, fakat günah işlediği zaman da ümitsizliğe kapılmayan, tövbe edip Rabb’ine yönelen kullar olmanızı istiyor.” 424. Ebu Eyyûb Halid bin Zeyd radıyallahu anh diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim: “Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah günah işleyen ve günahlarından tövbe ve istiğfar eden bir topluluk yaratır da, onları bağışlardı. O hâlde, ey insanlar! Ne kadar günahkâr olursanız olun, Allah’ın rahmetinden asla ümit esmeyin!” 425. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte oturuyorduk. Aramızda Ebu Bekir, Ömer ve bir kaç kişi daha vardı. Bir ara Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kalkıp yanımızdan ayrıldı. Dönmesi gecikince, bir şey mi oldu diye endişelendik. İlk endişelenen ben oldum. Hemen kalkıp onu aramaya başladım. Sonunda, Medineli bir Müslüman’a ait bir bahçe duvarına kadar geldim. (...) Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Şimdi git ve bu duvarın arkasında, Allah’tan başka ilah olmadığına gönülden inanarak şehadet getiren kime rastlarsan, ona cennetlik olduğunu müjdele!” 426. Abdullah bin Amr radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, İbrahim aleyhisselâm hakkındaki:


1. ARİFLERİN YOLU

221

“Ey Rabb’im! Gerçekten bu tapınılan nesneler, birçok insanın yoldan çıkmasına sebep oldu. Artık kim bana uyarsa, o bendendir. Kim de bana isyan ederse, hiç kuşkusuz sen çok bağışlayıcı, çok merhametlisin.” (14İbrahim: 36) ayeti ile İsa aleyhisselâm hakkındaki: “Ya Rab! Ümmetimden günahkâr olanlar var. Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin affına muhtaç aciz kullarındır. Ama onları bağışlarsan, doğrusu merhamet ve hikmetinle bunu yapmaya da kadirsin. Zira sen, sonsuz kudret ve hikmet sahibisin.” (5-Mâide: 118) ayeti okudu ve ellerini açıp yalvararak: — Allah’ım, ümmetimi koru, ümmetime merhamet et, dedi ve ağlamaya başladı. Bunun üzerine Allah: — Ey Cebrail! Gerçi Rabb’in daha iyi biliyor ya, Muhammed’e git ve niçin ağladığını ona sor, buyurdu. Cebrail gelip sordu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de –Allah bunu daha iyi bildiği hâlde– ümmeti için ağladığını söyledi. Allah da Cebrail’e şöyle buyurdu: — Ey Cebrail! Muhammed’e git ve ona tarafımızdan de ki: “Biz ümmetin konusunda seni razı edeceğiz, seni asla üzmeyeceğiz.” 427. Muaz bin Cebel radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün bir merkep üzerinde, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in terkisinde idim. Peygamber: — Ya Muaz! Allah’ın kullar üzerindeki, kulların da Allah üzerindeki hakkı nedir, bilir misin? buyurdu. Ben: — Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dedim. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Allah’ın kullar üzerindeki hakkı, onların sadece Allah’a kulluk etmeleri ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı ise, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayan kimselere azap etmemesidir, buyurdu. Ben hemen: — Ya Rasulallah, bunu insanlara müjdeleyeyim mi? dedim. — Hayır, bunu onlara müjdeleme. Çünkü o zaman, içlerinden bazıları buna güvenip hayırlı işler yapmakta gevşeklik gösterirler, buyurdu. 428. Berâ bin Âzib radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


222

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Müslüman kabirde sorguya çekildiği zaman, ‘Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Elçisi olduğuna şehadet ediyorum!’ der ve bu şehadetiyle birçok hayırlara nail olur. İşte bu hakikat, Allah’ın kitabında şöyle ifade edilmektedir: “Allah bu dosdoğru söz (kelime-i şehadet) sayesinde, iman edenleri hem dünya hayatında, hem de ahirette sağlam ve sabit tutar.” (14-İbrahim: 27) 429. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kâfir bir kimse iyilik yaptığı zaman, kendisine dünyada tattırılan nimetlerle bu iyiliğinin karşılığını almış olur. Mümine gelince, Allah onun asıl mükâfatını ahirete erteler. Fakat bu dünyada da, yaptığı iyiliklerden dolayı ona bu birtakım nimetler verir.” Bir başka rivayette, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Allah, hiçbir müminin yaptığı iyiliği karşılıksız bırakmaz. Ona hem bu dünyada, hem de ahirette mükâfatını verir. Kâfire gelince, Allah için yaptığı iyilikler karşılığında, ona dünya nimetlerinden tattırılır. Fakat ahirete vardığında, mükâfatını göreceği hiçbir iyiliği kalmamış olur.” 430. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Beş vakit namaz, sizden birinizin kapısının önünden akan ve her gün içinde beş defa yıkandığı büyük bir ırmağa benzer. Her gün beş kez bu ırmakta yıkanan bir insan nasıl her türlü kirden arınıp tertemiz olursa, günde beş vakit Rabb’inin huzurunda duran bir insan da namazın etkisiyle kötülüklerden uzaklaşıp iyiliklere yönelir ve İslam’a uygun bir hayat yaşar. Böylece, günahlarından arınarak iman ve ahlak bakımından tertemiz, pırıl pırıl bir mümin olur.” 431. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir Müslüman ölür de Allah’a ortak koşmayan kırk kişi onun cenaze namazını, kılarsa, onların o ölen kişi hakkındaki dualarını Allah mutlaka kabul eder. Yani bir beldede yaşayan fazilet ehli, doğruluk ve ihlâs sahibi Müslümanların, ölen birinin iyi bir mümin olduğuna şahitlik etmeleri ve bağışlanması için Allah’a dua etmeleri, o kişinin gerçekten ilahi lütuf ve rahmeti hak etmiş iyi bir Müslüman olduğunun işaretidir. Yine fazilet ehli müminlerin bir cenaze hakkında olumsuz şehadette bulunmaları, ondan rahatsızlık duymaları ve ona haklarını helal etmemeleri, o kişinin de azaba müstahak biri olduğunun alametidir. O hâlde, öldüğünüzde Müslümanların hakkınızda güzel şehadette bulunacak-


1. ARİFLERİN YOLU

223

ları tertemiz bir hayat yaşamaya çalışın. Böyle bir şehadet, hem sizin için kurtuluş işareti hem de geride bıraktıklarınız için teselli vesilesi olacaktır.” 432. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh anlatıyor: Deriden yapılmış bir çadır içinde, kırk kadar kişi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte bulunuyorduk. Peygamber bize: — Ey ümmeti Muhammed! Sizler diğer ümmetlere oranla, cennetliklerin dörtte biri olmak ister misiniz? diye sordu. Biz: — Evet, elbette isteriz! dedik. Peygamber: — Peki, cennetliklerin üçte biri olmak ister misiniz? diye sordu. Biz yine: — Evet, elbette isteriz! dedik. Bunun üzerine Peygamberimiz: — Muhammed’in canı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ben sizin cennetliklerin yarısı olacağınızı umuyorum. Çünkü cennete ancak, Allah’ın gönderdiği bütün kitaplara ve peygamberlere iman ederek Müslüman olan kimseler girebilecektir. Peygamberlerin bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr eden, onların getirdiği inanç sistemini tahrif edip değiştiren diğer ümmetlerin cennetteki sayıları da haliyle az olacaktır. Gerçi sizler şimdilik müşriklere nispetle dahi, siyah öküzün derisindeki beyaz bir kıl gibi yahut kırmızı öküzün derisindeki siyah bir kıl gibisiniz. Yani henüz sayıca onlardan çok azsınız. Fakat gün geçtikçe sayınız artacak ve nihayet ahir zamanda o kadar çoğalacaksınız ki, cennetteki müminlerin yarısını oluşturacak meblağa ulaşacaksınız, buyurdu. 433. Ebu Musa el–Eş’arî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Mahşer Günü Allah, her Müslüman’a bir putperest, Yahudi veya Hıristiyan verecek ve ‘Bu senin cehennemden kurtuluş fidyendir.’ buyuracaktır. Aslında onlar Müslümanların yerine azap çekmek için değil, kendi günahlarının cezasını çekmek üzere cehenneme gireceklerdir. Bu da, cehennemden azat edilen Müslümanlar için bir çeşit kurtuluş fidyesi olacaktır. Allah her insana, biri cennette diğeri cehennemde olmak üzere iki makamı takdir etmiştir. (İbn-i Mace, Zühd, 4341) İnsanlar yapıp ettiklerine göre bu iki yerden birine gidecek ve müminlerin cehennemdeki yeri kâfirlere, kâfirlerin cennetteki yeri müminlere kalacaktır.” Rasulullah aleyhisselâm buyuruyor ki: “Cennete girecek her insana, şayet dünyada iken kötü işler yapmış olsay-


224

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

dı, cehennemde azap çekeceği yer kendisine gösterilecektir. Bu, şükrünün artması içindir. Cehenneme girecek her insana da, şayet dünyada iken güzel işler yapmış olsaydı, cennette ulaşacağı makam kendisine gösterilecektir. Bu da, üzüntü ve pişmanlığının artması içindir.” (Buhari, Rikak, 152) Müslim’in Ebu Musa radıyallahu anh’dan naklettiği bir başka rivayette, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Mahşer Günü bazı Müslümanlar, dağlar kadar büyük günahlarla Allah’ın huzuruna gelecekler. Fakat yine de Allah, yaptıkları büyük iyilikler sayesinde onları affedecektir.” 434. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim: Mahşer Günü mümin, Rabb’inin lütuf ve keremine o kadar yakın olur ki, Allah onun birçok günahlarını örtüp affeder. Şöyle ki, önce günahlarını itiraf ettirmek üzere ona: — Şu günahını, şu günahını hatırlıyor musun? diye sorar. Mümin de: — Evet, hatırlıyorum ya Rab, der. Bunun üzerine Allah: — Ben senin işlediğin, ama hayâ ve edebinden dolayı başkalarına anlatmaktan çekindiğin o günahları dünyada örtüp gizlemiştim, işte bugün de onları affediyorum, buyurur. Böylece o kimseye, günahlarının yer almadığı, sadece iyiliklerinin kaydedildiği defter verilir. 435. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh anlatıyor: Ebu’l-Yusr adında bir sahabi, kendisinden hurma satın almak için evine gelen bir kadını zorla tutup öpmüştü. Sonra da yaptığına pişman olarak Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve gözlerinden yaşlar boşanarak durumu ona anlattı. Aslında Ebu’l-Yusr, Akabe biatlerine ve Bedir savaşına katılmış iyi bir Müslümandı. Fakat nasıl olduysa, bir an gaflete düşüp bu günahı işlemişti. Bunun üzerine Allah, “Gündüzün iki ucunda bulunan sabah, öğlen ve ikindi vakitlerinde ve gecenin gündüze yakın saatlerindeki akşam ve yatsı vakitlerinde namazı özenle ve dikkatle kılmaya devam et! Çünkü ibadet ve iyilikler, küçük günahları siler atar, insan ruhunu eğitip olgunlaştırarak kötülükleri ortadan kaldırır.” (11-Hud: 114) ayetini indirdi. Aslında bu ayet, bundan yıllar önce Mekke’de indirilmişti. Fakat Allah, o gün o meseleye çözüm olarak o ayeti okumasını Peygamberi’ne ilham etmişti. Bunun üzerine Ebu’l-Yusr: — Ey Allahın Rasulü! Ayette bildirilen bu af müjdesi yalnızca benim için mi geçerlidir? dedi. Peygamberimiz de:


1. ARİFLERİN YOLU

225

— Hayır! Bu müjde, senin durumunda olan, yani yaptığı kötülüğün hemen ardından samimi olarak tövbe eden bütün ümmetim içindir, buyurdu. 436. Enes bin Malik radıyallahu anh anlatıyor: Bir adam telâşla Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve: — Ey Allah’ın Rasulü! Ben cezayı gerektiren bir günah işledim, cezamı ver, dedi. Tam o sırada namaz vaktiydi. Adam, Peygamberle birlikte namazı kıldı. Namazdan sonra: — Ey Allah’ın Rasulü! Ben cezayı gerektiren günah işledim, cezamı ver! dedi. Aslında işlediği günah, öyle büyük günahlardan da değildi. Peygamber: — Sen demin bizimle birlikte namaz kıldın, değil mi? diye sordu. Adam: — Evet, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz: — Öyleyse, senin günahın affedilmiştir, buyurdu. 437. Yine Enes radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah, kulunun bir şey yedikten veya içtikten sonra kendisine hamd etmesinden muhakkak hoşnut olur.” 438. Ebu Musa radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah, gündüz günah işleyenin tövbesini kabul etmek için geceleyin, “Ey kulum, tövbe et ki, günahını bağışlayayım!” diyerek rahmet elini açar. Geceleyin günah işleyenin tövbesini kabul etmek için de, gündüz vakti elini açar. Yani kul ne kadar günahkâr olursa olsun, kaç defa günah işlerse işlesin, tövbe edip af dilediği takdirde, Allah onu her zaman bağışlamaya hazırdır. Güneş battığı yerden doğuncaya, yani kıyamete kadar bu böyle devam edip gider. O hâlde, insan günahlarından dolayı ümitsizliğe kapılmamalı, hiç vakit kaybetmeden Rabb’ine yönelerek günahlarının bağışlanması için af dilemelidir.” 439. Ebu Necîh Amr bin Abese es–Sülemî radıyallahu anh anlatıyor: Ben İslam öncesi cahiliye devrindeyken, insanların yanlış yolda olduklarını, putlara tapmakla kötü bir iş yaptıklarını düşünürdüm. Sonra Mekke’de, Muhammed adında birinin birtakım önemli haberler getirdiğini duydum. Derhal bineğime atlayıp onun yanına gittim. Fakat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, kavminin sert tutumundan dolayı davetini gizli yaptığını gördüm. Bunun üzerine, kimseye hissettirmeden gizlice Mekke’de kendisini buldum ve:


226

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Sen nesin? diye sordum. — Ben peygamberim, cevabını verdi. — Peygamber ne demektir? dedim. — Yani beni Allah gönderdi, dedi. — Hangi vazifeyle gönderdi? dedim. — Akrabayı görüp gözetme, putları kırma, Allah’ı bir olarak kabul edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmama vazifesiyle gönderdi, buyurdu. — Yanında, bu konuda sana yardımcı olacak kim var? dedim. — Biri hür, diğeri köle iki kişi, diye cevap verdi. O gün Peygamber’in yanında, mümin olarak sadece Ebu Bekir ve Bilâl radıyallahu anhumâ vardı. — Ben de sana tâbi olup yanında kalmak istiyorum, dedim. — Bugün buna gücün yetmez. Benim ve diğer Müslümanların ne hâlde olduğunu görmüyor musun? Sen şimdilik ailene dön. Benim açıkça ortaya çıktığımı duyduğun zaman da yanıma gel, buyurdu. Ben de ailemin yanına döndüm. Ben memleketimde iken, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye hicret etti. Gelip gidenlerden onun durumunu sorarak hakkında haber almaya çalışıyordum. Derken Medinelilerden bir kaç kişi yanıma geldi. Onlara: — Medine’ye gelen o zat ne yaptı? diye sordum. — Kavmi onu öldürmek istemiş, ama başaramamış. Şimdi Medineli halk sevgi seli hâlinde ona koşuyor, cevabını verdiler. Ben de derhal Medine’ye gelip Peygamber’in huzuruna çıktım ve: — Ey Allahın Rasulü, beni tanıdınız mı? diye sordum. — Evet, Mekke’de yanıma gelmiştin, buyurdu. Ben: — Ya Rasulallah! Allah’ın sana öğrettiği ve benim bilmediğim bir konuda, namaz konusunda bana bilgi verir misin? Hangi vakitlerde namaz kılınır, hangi vakitlerde kılınmaz? dedim. Peygamber: — Sabah namazını kıldıktan sonra, güneş doğup bir mızrak boyu yükselinceye kadar farz olsun, sünnet olsun, hiçbir namaz kılma. Çünkü güneş, şeytanın iki boynuzu arasından doğar ve kâfirler, bu esnada güneşe secde ederler. Yani güneş doğarken ve batarken, bazı putperestler ona secde ederler. Şeytanlar da bu esnada, tam o kâfirlerin önünde durarak onlarla alay ederler. Siz de o vakitlerde namaz kılarsanız, güneşe tapanlara benzemiş olursunuz.


1. ARİFLERİN YOLU

227

Ayrıca onlar, İslam’ın güneşe tapmayı yasaklamadığını zannedebilirler. Bu yüzden, güneş doğarken ve batarken farz olsun sünnet olsun hiçbir namaz kılma. Ancak o günkü sabah namazının farzına başladıktan sonra güneş doğmaya başlasa bile, o namazı tamamlamalısın. Güneş bir mızrak boyu yükseldikten sonra da, gölge en az seviyeye gelinceye, yani güneş tam tepe noktasına ulaşıncaya kadar nafile namaz kılabilirsin. Sakın namazı ihmal etme. Çünkü namaz, bizzat meleklerin hazır bulunarak şahitlik yaptığı bir ibadettir. Güneş tepe noktasına geldiği zaman, yine hiçbir namaz kılma. Çünkü o an, cehennemin kızdırıldığı andır. Yani hava müthiş derecede sıcak ve bunaltıcıdır. Sonra gölge batıdan doğuya doğru dönmeye başladığı zaman, öğle namazını kıl. Unutma ki, namaz bizzat meleklerin hazır bulunarak şahitlik yaptığı bir ibadettir. Öğle namazından sonra, her şeyin gölgesinin iki misli olduğu ikindi vaktine dek dilediğin kadar namaz kılabilirsin. İkindi namazını kıldıktan sonra, güneş batıncaya kadar yine namaz kılma. Çünkü güneş, şeytanın iki boynuzu arasından batar ve kâfirler, o esnada güneşe secde ederler. Onlara benzememek için, güneş batarken farz veya sünnet hiçbir namaz kılma. Ancak o günkü ikindi namazının farzına başladıktan sonra güneş batmaya başlasa bile, o namazı tamamlamalısın, buyurdu. Ben: — Ya Rasulallah! Bana abdest hakkında da bilgi verir misin? diye sordum. Peygamberimiz: — Sizden biriniz ne zaman abdest suyunu hazırlayıp ağzını çalkalar ve burnuna su verip temizlerse, ağzında ve genzinde bulunan bütün günahlar su damlalarıyla birlikte dökülüp gider. Sonra Allah’ın emrettiği gibi güzelce yüzünü yıkarsa, yüzünün günahları da su ile birlikte sakalının etrafından dökülüp gider. Sonra dirsekleriyle birlikte kollarını yıkarsa, kollarının günahları su ile beraber parmak uçlarından akıp gider. Sonra başını meshederse, başının günahları su ile birlikte saçlarının ucundan dökülüp gider. Sonra topuklarıyla beraber ayaklarını yıkarsa, ayaklarının günahları su ile beraber ayak parmaklarının ucundan akıp gider. Sonra da namaza durur, Allah’a hamd ve senâ eder, O’nu lâyık olduğu vasıflarla yüceltir ve her şeyden geçip tüm kalbiyle Allah’a yönelirse, bütün günahlarından arınır ve anasından doğduğu günkü gibi tertemiz olur, buyurdu. Amr bin Abese, bu hadisi Peygamber’in Ashabı’ndan Ebu Ümâme’ye haber verince, Ebu Ümâme: — Ey Amr! Abdest gibi küçük bir amelden dolayı kişiye verilen bu büyük mükâfat hakkındaki ne dediğini iyi düşün! Bu sözleri Peygamber’den duyduğuna emin misin? diyerek uyardı. Bunun üzerine Amr:


228

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Ya Ebu Ümâme! Yaşım ilerledi, kemiklerim zayıfladı, ecelim de iyice yaklaştı. Bu yaştan sonra, Allah ve Elçisi adına yalan söylemeye ne ihtiyacım var ki! Eğer ben bu hadisi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den sadece bir, iki, üç hatta yedi kere işitmiş olsaydım, kesinlikle rivayet etmezdim. Fakat ben bu hadisi, bundan da fazla duydum. Bu yüzden, hiç tereddüt etmeden onu rivayet ediyorum, diye cevap verdi. 440. Ebu Musa el–Eş’arî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah bir ümmete lütufta bulunmak isterse, onların peygamberini kendilerinden önce öldürür. Böylece onu, kendileri için ahirette öncü ve kılavuz yapar. Bu ümmetin bağışlanma ihtimali çok yüksektir. Bir ümmeti de helâk etmek isteyince, daha peygamberleri hayatta iken onlara azap eder ve onun gözü önünde onları mahveder. Böylece Allah, elçisini yalanlayıp emrine karşı gelmeleri yüzünden onları helâk ederek peygamberini teselli etmiş olur. Böyle bir ümmetin bağışlanması ise çok zordur.”

52. BAB: ALLAH’IN RAHMETİNİ ÜMİT ETMENİN FAZİLETİ Konu ile İlgili Ayetler: 1. Firavunun önde gelen adamlarından biri iken, sonradan Musa’ya iman eden bir adam, Firavun ve kurmaylarını hakka davet ederken şunları söyledi: “Ey kavmim! Ben bunları söylerken, zalimlerin şimşeklerini üzerime çektiğimin farkındayım. Fakat ne olursa olsun, gerçekleri haykırmaktan asla geri durmayacağım. Çünkü ben her işimi Allah’a havale ettim ve yalnızca O’na güvendim. Doğrusu Allah, kullarının her hâlini görmektedir.” İman eden adam bu sözleri söyledikten sonra müminlerin safına katılıp mücadelesine devam etti. Allah da onu Firavunun çirkin tuzaklarından korudu. Firavun ve adamlarına gelince, onlar da Kızıldeniz’de boğulduktan sonra, kabir hayatı denilen ruhlar âleminde korkunç bir azaba mahkûm edildiler. (Mümin, 40/44–45) Konu ile İlgili Hadisler: 441. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: “Allah celle celâluh buyuruyor ki: ‘Ben, kulumun beni düşündüğü gibiyim. Kulum günah işler veya haksızlık yaparsa, vicdanı onu rahatsız ederek yaptığı işin kötü olduğunu söyler. O da bu-


1. ARİFLERİN YOLU

229

na rağmen tövbe etmez, bile bile isyankârlıkta ısrar ederse, benim kendisini cezalandıracağımı hisseder. Ve Mahşer Günü, beni aynen beklediği gibi bulur. Fakat bana iman eder ve güzel davranışlar ortaya koyarsa, Mahşer Günü kendisine rahmet ve lütuf ile muamele edeceğimi umar. Ben de onun bu umudu asla boşa çıkarmam ve o gün ona aynen umduğu ve beklediği gibi muamele ederim. Mümin kulum beni her nerede anarsa, ben rahmet ve yardımımla daima onun yanındayım.’ Peygamberimiz sözlerine devamla buyurdu ki: Allah’a yemin ederim ki, kulunun tövbe etmesinden dolayı Allah’ın duyduğu sevinç, herhangi birinizin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden daha büyüktür. Nitekim Allah şöyle buyuruyor: “Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kulum bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak giderim.” Müslim’e ait olan bu metin, daha önceki bölümde, 414 numarayla kısmen geçmişti. Burada “Kulum beni her nerede anarsa” şeklinde geçen hadis, Buhârî ve Müslim’in başka rivayetlerinde “Her ne zaman anarsa” ifadesiyle geçmektedir ki, her iki rivayet de doğrudur. 442. Câbir bin Abdullah radıyallahu anhumâ şöyle diyor: Ben, vefatından üç gün önce Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim: “Sizden hiç biriniz, Allah hakkında güzel düşünceler beslemeksizin, O’na karşı güzel duygular ve beklentiler içinde olmaksızın ölmesin. Yaşadığınız sürece, Allah’ın affını ve merhametini dileyin. O’nun sınırsız rahmet ve keremiyle sizi affedip ebedî mutluluğa kavuşturacağından bir an olsun kuşkuya kapılmayın. Son nefesinize kadar, Rabb’inizin lütuf ve rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Ölüm anında güzel duygular ve beklentiler içinde olabilmek için de, hayatınızı güzel amellerle süsleyin. Çünkü hayatını zulüm, isyan ve haksızlıklar içinde geçirmiş olanlar, son demlerinde ilahi rahmet ve mağfiretten yana hiç de ümitli olamayacaklardır.” 443. Enes bin Malik radıyallahu anh, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediğini naklediyor: Allah celle celâluh buyuruyor ki: “Ey âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden affını umduğun sürece, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun, onların büyüklüğüne bak-


230

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

madan seni bağışlarım. Ey âdemoğlu! Günahların gökleri dolduracak kadar çok olsa da, benden bağışlanma dilersen, senin bütün günahlarını affederim. Ey âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla huzuruma gelsen, fakat bana hiçbir şeyi ortak koşmamış, benden başkasına kulluk ve itaat etmemiş olsan, ben de seni yeryüzü dolusu af ve mağfiretle karşılarım.”

53. BAB: KORKU İLE ÜMİT ARASINDA YAŞAMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. O zalimler, Allah’ın azabından nasıl emin olabiliyorlar? Oysa ancak hüsrana mahkûm olmuş bir toplum ilahi azabı ciddiye almaz, kendisini Allah’ın azabına karşı güvende hissedebilir. (Âraf, 7/99) 2. Yakup Peygamber dedi ki: “Oğullarım, şimdi tekrar Mısır’a gidin ve Yusuf ile kardeşi hakkında geniş bir araştırma yapın. Bu arada, sakın Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Gerçek şu ki, Allah’ın rahmetinden ancak inkârcı bir toplum ümit keser.” (Yusuf, 12/87) 3. O gün nice yüzler sevinçten ışıl ışıl parlayıp ağaracak, nice yüzler de utanç ve pişmanlıktan kapkara kesilecektir. Yüzleri kapkara kesilen o bedbaht ve mahvolmuş kimselere denilecek ki: “Demek iman ettikten sonra yeniden inkâra saplandınız, öyle mi? O hâlde, inkâr etmenize karşılık, korkunç azabı tadın bakalım!” (Âl-i İmran, 3/106) 4. Şüphesiz Rabb’in cezayı çabuk verendir. Dilerse, tüm günahkârları derhal yok edebilir. Ama O, aynı zamanda çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. (Âraf, 7/167) 5. O Gün iyiler, sonsuz cennet nimetleri içinde mutluluğu tadarken, kötüler cehennemde, ebedî azaba mahkûm olacaklar. (İnfitar, 82/13–14) 6. O gün kimin iyilik tartıları ağır basarsa, işte o cennette ebediyen mutlu bir hayat yaşayacak. Kimin de iyilik tartıları hafif gelirse, onun da anası, kucağına yaslanacağı yeri, varacağı ana vatanı, yatağı, Haviye denilen derin uçurum olacak. Alevler saçan bu uçurum, onu bir ana gibi sarıp kucaklayacak. Bilir misin, nedir o Haviye? O, zalimleri bekleyen kızgın bir ateştir. (Kâria, 101/6–11) Konu ile İlgili Hadisler:


1. ARİFLERİN YOLU

231

444. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Eğer müminler Allah’ın azabının ne kadar şiddetli olduğunu bilselerdi, hiç biri cennet ümidine kapılmazdı. Allah’ın azabı karşısında müminler bile cenneti ümit edemeyecek hâle geliyorlarsa, Allah’a başkaldıranlar, boş bir kuruntuya kapılıp da cenneti hayal etmesinler. Öte yandan, kâfirler de Allah’ın rahmetinin ne kadar geniş ve sınırsız olduğunu bilselerdi, asla O’nun cennetinden ümit kesmezlerdi. Allah’ın sınırsız rahmet ve merhameti karşısında kâfirler bile ümit besleyecek hâle geliyorlarsa, müminler asla ümitsizliğe kapılmamalıdırlar.” 445. Ebu Said el–Hudrî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Cenaze tabuta konulup da insanlar tarafından omuzlandığı zaman, eğer iyi bir kişi ise, kendisini bekleyen nimetlere bir an önce ulaşma isteğiyle, “Beni çabuk götürün, beni çabuk götürün!” der. Eğer kötü biri ise, başına gelecekleri anlayarak, “Eyvah, nereye götürüyorsunuz beni?” diye bir çığlık atar. Onun bu feryadını, insandan başka bütün varlıklar duyar. Eğer insan bu korkunç sesi duysaydı, düşüp bayılırdı.” 446. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Cennet size ayakkabınızın bağından daha yakındır. Cehennem de öyle. Cennet de cehennem de, âdeta insanın burnunun dibindedir. Atacağı adımlara, benimseyeceği hayat tarzına ve ortaya koyacağı davranışlara göre her ikisine de gitmek kolaydır. O hâlde, insan aynı derecede kendisine yakın olan cennet ve cehennemi devamlı hatırlamalı, hemen yanı başında duran cenneti kaçırmamak için ibadete, iyiliklere düşkünlük göstermelidir. Öte yandan, insan hiçbir zaman kendini kesin cennetlik görerek gevşekliğe kapılmamalı, cehennemlik diye gördüğü günahkârların tövbe edip hakka dönmesinden de asla ümit kesmemelidir.”

54. BAB: (ALLAH SEVGİSİ ve AHİRET ENDİŞESİNDEN DOLAYI) AĞLAMANIN FAZİLETİ Konu ile İlgili Ayetler: 1. O müminler ki, Allah’ın ayetlerini dinledikçe, O’na karşı saygı ve duyarlıkları zirveye ulaşır, gözyaşları içinde yüzüstü secdeye kapanmaktan kendilerini alamazlar. (İsra, 17/109)


232

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

2. Şimdi, ey inkârcılar! Siz kendi hâlinize değil de, sizi uyaran bu mübarek sözlere mi şaşıyorsunuz? İçler acısı hâlinize ağlamıyorsunuz da, uyarıları alaya alıp gülüyor musunuz? (Necm, 53/59, 60) Konu ile İlgili Hadisler: 447. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana bir gün: — Bana Kur’an oku, dedi. Ben: — Ey Allah’ın Rasulü, Kur’an sana indirilmişken, ben onu sana nasıl okuyayım? dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Ben Kur’an’ı başkalarından dinlemeyi severim, buyurdu. Bunun üzerine, ona Nisa suresini okumaya başladım. “Peki, Mahşer Günü her ümmetten bir peygamberi kendi ümmetine karşı şahit getirdiğimiz ve seni de ey Muhammed, bu ümmete şahit tuttuğumuz zaman onların hâli nice olur?” (4Nisa: 41) ayetine gelince: — Tamam, bu kadar yeter, buyurdu. Kendisine dönüp baktım, gözlerinden yaşlar akıyordu. 448. Enes bin Malik radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bizlere, daha önce eşi benzerini duymadığım son derece etkileyici bir konuşma yaptı. Kıyametin, hesap gününün, cehennemim korkunç hâllerinden bahsettikten sonra şöyle buyurdu: “Eğer benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız, vallahi az güler, çok ağlardınız. Dünyanın nimetlerinden tat alamaz hâle gelerek yataklarınızda kadınlarınızdan uzaklaşır, Allah’a yalvarıp feryat ederek evinizi barkınızı terk edip dağlara, bayırlara koşar ve oracıkta secdeye kapanıp ruhunuzu teslim ederdiniz.” Bunun üzerine Peygamber’in Ashabı, bu sözlerden o derece etkilenip sarsıldılar ki, yüzlerini kapatarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar. 449. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sağılan süt tekrar memesine dönmedikçe, Allah’a duyduğu saygı ve haşyetten dolayı gözyaşı döken kişi de cehenneme girmez. Allah yolunda savaşan mücahidin çıkardığı toz ile cehennem dumanı da asla bir araya gelmez.” 450. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber


1. ARİFLERİN YOLU

233

sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah, kendi rahmet gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı gün, şu yedi sınıf insanı arşının gölgesinde barındıracaktır: Âdil yönetici, Rabb’ine kulluk ederek tertemiz bir hayat içinde yetişip büyüyen genç, Gönlünde mescit sevgisi bulunan ve namazlarını mescitlerde cemaatle kılmaya özen gösteren Müslüman, Birbirlerini yalnızca Allah için seven, Allah için bir araya gelen ve yine Allah için ayrılan iki insan, Güzel ve çekici bir kadının gayrimeşru teklifine, “Ben Allah’tan korkarım, O’na asla ihanet etmem!” diye karşılık veren iffetli adam, Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse, Yalnızken Allah’ı anıp gözyaşı döken kişi.” 451. Abdullah bin Şıhhîr radıyallahu anh anlatıyor: Bir keresinde, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı göğsünden, kaynayan bir tencerenin fokurdaması gibi iniltili sesler geliyordu. 452. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Yahudi âlimlerinden biri iken İslam’ı kabul edip iyi bir Müslüman olan Übey bin Kâb radıyallahu anh’a: — Allah sana Beyyine suresini okumamı emretti, dedi. Übey bin Kâb: — Bizzat benim adımı açıkça söyledi mi? diye sordu. Peygamberimiz de: — Evet, dedi. Bunun üzerine Kâb, bu büyük iltifat karşısında duygulanarak ağlamaya başladı. 453. Yine Enes bin Malik radıyallahu anh anlatıyor: Ebu Bekir radıyallahu anh, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra Ömer’e seslenerek: — Kalk, Ümmü Eymen radıyallahu anhâ’nın yanına gidelim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yaptığı gibi, biz de onu ziyaret edelim, dedi. Kalkıp gittiler. Yanına vardıklarında, Ümmü Eymen ağlamaya başladı. Onlar:


234

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Niçin ağlıyorsun? Allah katındaki nimetlerin Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem için çok daha hayırlı olduğunu bilmiyor musun? dediler. Ümmü Eymen: — Ben onun için ağlamıyorum. Allah katındaki nimetlerin Peygamber aleyhisselâm için daha hayırlı olduğunu elbette biliyorum. Ben, gökten vahyin inişinin kesilmiş olmasına ağlıyorum, dedi. Ümmü Eymen’in bu sözleri Ebu Bekir ve Ömer’i de duygulandırdı, onunla birlikte onlar da ağlamaya başladılar. Aslen Habeşistanlı olan Ümmü Eymen, Peygamber aleyhisselâmın babası Abdullah’ın cariyesi idi. Peygamberimiz daha 4–5 yaşlarında iken annesi Âmine vefat edince, Ümmü Eymen onu yetiştirip büyütmüş, kendisine annelik etmiştir. Daha sonra Peygamber, onu cariyelikten azat ederek Zeyd bin Hârise ile evlendirmiştir. Peygamberimiz onun hakkında “Ümmü Eymen benim annemdir.” der, ona annesi gibi saygı gösterir ve sık sık ziyaretine giderdi. 454. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in vefat hastalığı ağırlaşınca, kendisine namazı kimin kıldıracağı soruldu. O da: — Ebu Bekir’e söyleyin, namazı kıldırsın, buyurdu. Namaz kıldırma görevinin, aynı zamanda İslam toplumunun siyasî önderliğini üstlenme anlamına geldiğini çok iyi bilen Âişe radıyallahu anhâ, babasını bu büyük sorumluluktan kurtarmak isteyerek: — Ebu Bekir yufka yüreklidir, Kur’an okurken kendisini tutamayıp ağlar. Başkasına emretseniz de namazı o kıldırsa, dedi. Bunun üzerine, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hiddetlenerek: — Söyleyin Ebu Bekir’e, namazı o kıldırsın, buyurdu. 455. Abdurrahman bin Avf radıyallahu anh’ın oğlu İbrahim’den rivayet edildiğine göre, bir gün Abdurrahman bin Avf oruçlu iken, önüne mükellef bir iftar yemeği getirdiler. Abdurrahman, sofrada bulunan çeşitli yiyecekleri görünce: Mus’ab bin Umeyr, Uhud savaşında şehit oldu. Mus’ab, bu rahat günlere kavuşamadı. Oysa o, benden daha hayırlı biriydi. Ama öldüğünde, üzerine kefen olarak örteceğimiz kaftanından başka bir şeyi yoktu. Onunla da başı örtülse ayakları, ayakları örtülse başı açıkta kalıyordu. Bu yüzden, ayaklarını otlarla örtmek zorunda kalmıştık. Derken, dünya nimetleri bütün güzelliğiyle önümüze konuldu. Acaba iyiliklerimizin karşılığı bize dünyada peşin olarak mı verildi diye endişe ediyorum, deyip ağlamaya başladı. Sonra da, iftar yemeğine elini


1. ARİFLERİN YOLU

235

bile sürmeden kalkıp gitti. 456. Ebu Ümâme el–Bâhilî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah katında, şu iki damladan ve şu iki izden daha kıymetli hiçbir şey yoktur: Allah’a saygı ve haşyetten dolayı akıtılan gözyaşı damlası ve Allah yolunda dökülen kan damlası. İki iz ise, Allah yolunda çarpışırken alınan yara izi ve Allah’ın emrettiği namaz, oruç, hac gibi farzlardan birini yerine getirirken kişinin vücudunda meydana gelen izdir.” 457. Bu konuyla ilgili daha pek çok hadis bulunmaktadır. Meselâ, “Peygamber Sünnetini ve Sünnetin Ortaya Koyduğu Adabı Koruma” bölümünde geçen ve İrbâz bin Sâriye radıyallahu anh tarafından rivayet edilen şu hadis bunlardandır: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir sabah namazından sonra bize kalpleri ürperten, gözleri yaşartan son derece veciz ve etkileyici bir vaaz verdi. Bunun üzerine biz: — Ey Allah’ın Elçisi! Bu bir veda konuşmasına benziyor. Eğer aramızdan ayrılacaksan, bize tavsiyede bulun, dedik. Bunun üzerine, şöyle buyurdu: — Size, Allah’a karşı sorumluluk bilincine sahip olmanızı, başınıza bir Habeşistanlı köle bile yönetici olarak atansa, İslam’a aykırı hüküm vermediği sürece, onu dinleyip emrine itaat etmenizi tavsiye ederim. Benden sonra yaşayanlar, birçok karışıklık, kavga ve ihtilaf göreceklerdir. O zaman yapmanız gereken, benim sünnetime ve doğru yolu takip eden Raşid Halifelerimin sünnetine sarılmaktır. Bu ilkelere sadece ellerinizle değil, dişlerinizle tutunun! Kur’an ve Sünnette yeri olmayan, bu iki temele aykırı olarak ortaya çıkan her türlü inanç, ibadet ve uygulamadan, din adına ortaya çıkarılan bütün hurafelerden ve bidatlerden de şiddetle kaçının. Çünkü her bidat, bir farzı veya sünneti ortadan kaldıran ve insanların yoldan çıkmasına sebep olan bir sapma, bir dalâlettir.

55. BAB: ZÜHD DÜNYA NİMETLERİNE TAMAH ETMEMENİN FAZİLETİ, ONA KARŞI DÜŞKÜNLÜK GÖSTERMEMEYE TEŞVİK ve FAKİRLİĞİN ÜSTÜNLÜĞÜ Konu ile İlgili Ayetler:


236

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

1. Bu dünya hayatının göz alıcı ve gönül çelici, fakat bir o kadar da gelip geçici oluşunun misali, aynen şuna benzer: Gökten bereket yüklü bir yağmur indiririz de, insanların ve hayvanların beslendikleri yeryüzü bitkileri onun sayesinde filizlenir, boy atar ve dal budak salıp birbirine girer. Nihayet yeryüzü rengârenk çiçeklerle, iştah kabartıcı tatlı meyvelerle süslenip bezenerek tüm görkem ve güzelliğiyle bir gelin gibi arzı endam ettiği ve sahiplerinin, orada yetki ve egemenlik sahibi olduklarını ve onu keyiflerine göre kullanabileceklerini sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz vakti oraya emrimiz –korkunç bir afet şeklinde– gelir ve o bağı bahçeyi, sanki daha dün orada değilmiş gibi kökünden biçip yok ederiz. İşte ey insan, dünyanın nimet ve zevkleri de gün gelecek böyle yok olup gidecektir. Bakın, düşünüp ibret alacak insanlar için, ayetlerimizi böyle açık ve net olarak ortaya koyuyoruz. (Yunus, 10/24) 2. Güzelliğiyle insanoğlunu cezbeden şu gelip geçici dünya hayatının gerçek yüzünü ortaya koymak için, şu çarpıcı örneği anlat onlara: Gökten yağmur yağdırırız da, yeryüzünün bitki örtüsü onun sayesinde yeşerip boy verir ve renk renk, çiçek çiçek birbirine karışır. Fakat bunca göz kamaştırıcı güzellikler çok geçmeden sararıp ufalanır ve sonunda, rüzgârların önünde savrulup giden çöp kırıntılarına dönüşür. İşte dünya nimetleri de aynen böyle yok olup gidecektir. O hâlde, yok olup gitmeye mahkûm olan şu evrende sınırlı bir güce sahip olan insanoğlu, bir Yüce Kudrete muhtaç: Allah, her şeye kadirdir. Gerçi mallarınız, servetiniz, eşiniz ve çocuklarınız, dünya hayatının süsleridir. Bunlara sahip olmayı, insanlar arasında üstünlük ölçüsü ve değer yargısı yapmamak ve helal sınırlarını aşmamak şartıyla mal mülk sahibi olabilir, evlenip çoluk çocuğa karışabilir, hayatın güzelliklerinden yeterince istifade edebilirsiniz. Fakat dünya ile ahiret arasında tercih yapma durumunda kaldığınızda elbette ahireti seçmelisiniz. Unutmayın ki, ürünleri sonsuza dek kalıcı olan güzel davranışlar, Rabb’inin katında hem mükâfat bakımından daha iyidir, hem de gönüllere huzur veren bir ümit kaynağı olarak daha tatmin edicidir. (Kefh, 18/45, 46) 3. İyi bilin ki, iman ve ahlaktan soyutlanmış bir dünya hayatı, ancak gelip geçici bir oyun, gaflete düşüren bir eğlence, aldatıcı bir süs, birbirinize karşı övünme sebebi ve daha çok servet ve övünülecek nesiller çoğaltma yarışından ibarettir. Onun vadettiği zevkler, tıpkı yağmurun yeşerttiği bitkilerin hâline benzer ki, onun sulayıp yetiştirdiği bitkiler çiftçilerin pek hoşuna gider, fakat bu göz alıcı bitkiler ve rengârenk çiçekler zamanla kurumaya yüz tutar. Bir de bakarsın ki tamamen sararıp solmuş ve sonunda çerçöp hâline gelmişler. İşte dünyanın lüks ve ihtişamı da böyle yok olup gidecektir. Ahi-


1. ARİFLERİN YOLU

237

rette ise, ya zalimleri bekleyen çetin bir azap vardır, ya da müminler için Allah’ın bağışlaması ve hoşnutluğu. Demek ki, ahireti kazanmak için yaşanmayan bir dünya hayatı, sonu felâketle biten aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir. (Hadid, 57/20) 4. Güzelliğiyle büyüleyen kadınlara, güçlü kuvvetli oğullara, yığın yığın altınlara, gümüşlere, soylu ve endamlı atlara, etinden, sütünden vs. faydalandığınız evcil hayvanlara ve bağlara, bahçelere, ekinliklere karşı aşırı düşkünlük, insanoğluna çekici kılınmıştır. Bütün bunlar, dünya hayatının gelip geçici nimetlerdir. İnsan hayatının ve neslinin devamı için verilen bu nimetlerden uygun biçimde yararlanabilirsiniz, fakat onlara tutkuyla bağlanıp ahireti unutmayın. Çünkü asıl ulaşılması gereken en güzel hedef, Allah katında sizleri bekleyen ebedî ahiret hayatıdır. (Âl-i İmran, 3/14) 5. Ey insanlar! Allah’ın yeniden dirilme vaadi gerçektir. Öyleyse, sakın şu dünya hayatının sahte cazibesi sizi aldatıp Allah’a kulluktan alıkoymasın! Hele hele o aldatıcı şeytan ve dostları, Allah’ın ayetlerini çarpıtarak veya Rabb’inizin şefkat ve merhametine güvendirerek sizi Allah ile aldatmasın. (Fatır, 35/5) 6. Daha çok mal, servet, makam, şöhret elde etme tutkusuna kapılarak dünyanın gelip geçici zevklerini çoğaltma yarışı ve bunlarla birbirinize karşı üstünlük taslama hastalığı, sizi öylesine derin bir gaflete düşürdü, insanî ve ahlakî değerlerden uzaklaştırarak o kadar oyaladı ki, ölüp mezarı boylayıncaya kadar bu gaflet uykusundan uyanamadınız. Dikkat edin, büyük bir yanılgı içindesiniz ve bunu yakında anlayacaksınız. Evet, yakında ne büyük bir aldanış içinde olduğunuzu anlayacaksınız. Ama o zaman iş işten geçmiş olacak. Bakın, şayet aklınızı kullanıp ilahi vahye kulak vererek gerçeği doğru kaynaktan ve kesin olarak bilmiş olsaydınız, zalimleri bekleyen cehennemi daha bu dünyada, akıl ve bilinç gözüyle görecek ve bu tavrınızdan vazgeçecektiniz. Fakat bugün görmezlikten gelseniz bile, onu Mahşer Gününde gözlerinizle apaçık göreceksiniz. Ve o Gün, size bahşedilen her nimetten sorguya çekileceksiniz. (Tekasür, 102/1–8) 7. Bu dünya hayatının zevk ve eğlenceleri, aldatıcı bir oyalanmadan ve gelip geçici eğlenceden başka bir şey değildir. Oysa özenip imrenmeye değer gerçek hayat, sadece ahiret yurdudur, bir bilselerdi! (Ankebut, 29/64) Konu ile İlgili Hadisler: 458. Amr bin Avf el–Ensârî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre,


238

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Ubeyde bin el–Cerrâh radıyallahu anh’ı vergi tahsili için Bahreyn’e göndermişti. Ebu Ubeyde, yanında çok miktarda değerli mal ile Bahreyn’den geldi. Ensar adıyla bilinen Medineli Müslümanlardan bir grup, Ebu Ubeyde’nin geldiğini duyunca, sabah namazını Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile kılmak üzere camiye geldiler. Daha önce namazı kendi mahallelerindeki camide kılarlardı. Peygamber Bahreyn’den gelecek mallardan kendilerine de pay vereceğini söylediği için, bu sefer Mescid-i Nebevi’ye gelmişlerdi. Hepsi de yardıma muhtaç kimselerdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem namazı bitirince, karşısına geçip beklediler. Allah’ın Rasulü onları bu hâlde görünce, gülümseyerek: — Zannedersem Ebu Ubeyde’nin Bahreyn’den bir şeyler getirdiğini duydunuz, dedi. Ensar: — Evet, ya Rasulallah! diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz: — Sevinin ve ileride sizi sevindirecek şeyler bekleyin. Allah’a yemin olsun ki, ben sizin için fakirlikten endişe etmiyorum. Ben asıl, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünya nimetlerinin sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden ve dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum, buyurdu. 459. Ebu Saîd el–Hudrî radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem minbere çıkmış, biz de onun etrafında oturmuştuk. Buyurdu ki: “Benden sonra, size dünya nimetlerinin, süs ve güzelliklerinin açılmasından ve bu nimetlerin size ahireti unutturmasından korkuyorum.” 460. Yine Ebu Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Dünya nimetleri gelip geçici olmasına rağmen, tatlı ve çekicidir. Allah onu sizin emrinize verecek ve bu nimetler karşısında nasıl davranacağınıza bakacaktır. O hâlde, dünyanın bu yalancı cazibesine kapılıp aldanmaktan sakının. Özellikle de, kadınların açılıp saçılarak bir fitne unsuru hâline getirilmesine karşı dikkatli olun! Çünkü şer odakları, her zaman kadının çekiciliğini kullanarak insanları ifsat etmeye çalışmıştır.” 461. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua etmiştir: “Allah’ım! Gerçek hayat, ebedî ahiret hayatıdır. Dünya hayatı ise, gelip ge-


1. ARİFLERİN YOLU

239

çici bir oyalanmadan ibarettir.” 462. Yine Enes radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Şu üç şey ölüyü kabre kadar takip eder: Ailesi, malı ve yapıp ettikleri. Çoluk çocuğu, dost ve akrabaları gerçek uğurlayıcılar olarak; malı mülkü, teçhiz, tekfin, defin gibi masrafları ve geride bıraktığı mirası hukukî olarak, ameli de sevap veya günah olarak onu takip eder. Bunlardan ikisi döner, biri kalır. Ailesi ve malı geri döner, yapıp ettikleri ise kendisiyle birlikte kabirde kalır. O hâlde, en sevdiğin yakınlarının bile seni bırakıp gittikleri anda sana kabirde eşlik edecek, yardımcı olacak vefakâr bir arkadaş istiyorsan, güzel davranışlarda bulun, ibadetlerini aksatma, her fırsatta iyilikler yapmaya bak.” 463. Yine Enes radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Cehennemliklerden olup da, dünyada en büyük nimetler içinde yaşayan biri Mahşer Günü getirilip cehenneme bir kerecik daldırılıp çıkarılır. Sonra da: — Ey âdemoğlu! Şimdi söyle bakalım, dünyada yaşadığın sürece hayırlı bir gün gördün mü, en küçük bir nimete kavuştun mu? diye sorulur. O da: — Hayır, vallahi görmedim ya Rab! Cehennem azabını tadınca, dünyanın bütün nimet ve zevklerini unutuverdim, der. Sonra cennetliklerden olup da, dünyada en büyük sıkıntıları çeken biri getirilip cennete bir kere daldırılır. Ona da: — Ey âdemoğlu! Sen dünyada herhangi bir yoksulluk gördün mü, hiç sıkıntı çektin mi? diye sorulur. O kişi de: — Hayır, vallahi hiçbir yoksulluk ve sıkıntı görmedim, zorluk ve darlık çekmedim ya Rab! Cennet nimetlerini tadınca, dünyanın bütün acı ve ıstıraplarını unutuverdim, der.” 464. Rasulullah’ın vefatı sırasında henüz çocuk denecek yaşta olan Müstevrid bin Şeddâd radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ahirete göre dünya hayatı, ancak sizden birinin parmağını denize daldırmasına benzer. Ahiret hayatı uçsuz bucaksız bir okyanus kadar, dünya hayatı ise bu okyanusa bir parmak batırıldığında o parmağa değen su kadardır. İnsan parmağıyla denizden ne kadarcık su aldığına bir baksın da, dünya ha-


240

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

yatının gelip geçici nimetlerinin, ahiretteki sonsuz nimetlere oranla ne kadar az, ne kadar değersiz olduğunu anlasın.” 465. Câbir radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir gün yanında Ashabıyla birlikte çarşıya uğramıştı. Küçük kulaklı bir oğlak ölüsüne rastladı. Onun kulağından tutarak: — Hanginiz bunu bir dirheme satın almak ister? diye sordu. Ashab: — Daha ucuza bile olsa almayız. Çünkü o hiçbir işimize yaramaz, dediler. Peygamberimiz: — Peki, size bedava verilse onu ister miydiniz? diye sordu. Onlar da: — Vallahi o diri bile olsa kulaksız olduğu için kusurludur, ölüsünü ne yapalım? diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamber: — Allah’a yemin olsun ki, işte şu oğlak leşi sizce ne kadar değersiz ise, dünya hayatı Allah’a göre ondan daha değersizdir, buyurdu. 466. Ebu Zer radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte, Medine’nin Harra bölgesinde yürüyordum. Yürürken, karşımıza Uhud dağı çıktı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Ya Ebu Zer, dedi. Ben: — Buyur ya Rasulallah! dedim. Peygamber: — Şu Uhud dağı kadar altınım olsa, bundan dolayı sevinmezdim. Borcumu ödemek için ayırdığım miktar dışında, ondan bir tek dinarın bile üç gün yanımda durmasına izin vermezdim. Elimde ne varsa, hepsini, “Şu sana, şu sana, şu da sana!” diyerek Allah’ın kullarına dağıtırdım. Peygamber bunu söylerken, önüne, sağına, soluna ve arkasına elleriyle bir şey veriyor gibi işaretler yaptı. Sonra yoluna devam ederek: — Dünyada mal ve serveti çok olanlar, ahirette sevapları az olanlardır. Ancak o maldan sağına, soluna ve ardına şöyle, şöyle ve şöyle dağıtanlar başka. Fakat onlar da ne kadar azdır, buyurdu. Sonra bana döndü ve: — Ben yanına gelinceye kadar yerinden ayrılma, diye tembihleyerek gecenin karanlığında yürüyüp gözden kayboldu. Sonra yüksekçe bir ses duydum. Birinin Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e saldırmış olmasından endişe ederek yanına gitmek istedim. Fakat “Ben yanına gelinceye kadar yerinden ayrılma!” sözünü hatırladım ve yerimden ayrılmadım. Nihayet Peygamber yanı-


1. ARİFLERİN YOLU

241

ma gelince, ona: — Bir ses işittim ve bu yüzden endişeye kapıldım, diyerek duyduğum sesten bahsettim. Peygamberimiz: — O sesi duydun mu? diye sordu. Ben: — Evet, diye cevap verdim. Peygamber de: — O gelen Cebrail idi. Bana, ‘Ümmetinden her kim Allah’a ortak koşmadan, O’ndan başkasına kulluk ve itaat etmeden ölürse, eninde sonunda cennete girer.’ dedi. Ben: — Ya Rasulallah! Zina etse de, hırsızlık yapsa da mı? dedim. Peygamber: — Evet, zina da etse, hırsızlık da yapsa da, cezasını çektikten sonra mutlaka cennete girer, buyurdu. 467. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Uhud dağı kadar altınım olsa, borcumu ödemek için ayırdığım miktar hariç, onu üç gün bile yanımda tutmak istemezdim.” 468. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Mal, servet, çoluk çocuk, sıhhat, güzellik, makam gibi dünya nimetleri bakımından sizden üstün seviyede olanlara değil, aşağı seviyede olanlara bakın. Bu bakış açısı, Allah’ın size bahşettiği nimetlerin kıymetini bilmeniz için en uygun olanıdır. Müslüman dünya nimetleri açısından daima kendinden aşağıda olanlara bakmalı, ibadet ve kullukta ise kendisinden önde olanlara bakıp onlara ulaşmaya çalışmalıdır.” Yukarıdaki metin Müslim’e aittir. Buhârî’nin rivayeti ise şöyledir: “Sizden biriniz mal ve yaratılış bakımından kendisinden üstün birini görürse, kendisinden aşağıda olanlara baksın. Böylece, kendi hâline hamd ve şükretme imkânına kavuşmuş olur. İnsan gelip geçici dünya metaına değil, kalıcı ve Allah katında değeri olan şeylere özenmelidir. Zengin olup zenginliğini Allah yolunda harcayan, ilim sahibi olup ilmini Allah yolunda kullanan takva ehli ve dindar kimselere özenmeli ve onlar gibi olmaya çalışmalıdır. Çünkü bunlar, Allah katında değerli olan ve kişiyi ebedî mutluluğa kavuşturan özelliklerdir.” 469. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


242

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Altına, gümüşe, paraya, pula, kadına, makama, şöhrete, eve, arabaya, yiyeceğe, lüks kumaş ve elbiseye kul olanlar, helâk olmuşlardır. Bu gibi dünyevi menfaat ve lezzetlere ulaşmayı hayatının biricik gayesi yaparak onları ilahlaştıran kimse, dünyada da ahirette de azabı hak etmiş demektir. Böyle menfaat düşkünü kimseler, kendilerine arzu ettikleri şeyler verildiğinde hoşnut olur, verilmediği zaman da isyan ederler.” 470. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Mescid-i Nebevî’nin arka kısmında, kalacak yeri yurdu ve ailesi olmayan sahâbîlerin barınması için üstü örtülü bir yer yaptırmıştı. Bu yere “Suffe”, burada kalıp ilimle meşgul olan sahabilere de “Ehl-i Suffe” veya “Ashab-ı Suffe” denirdi. Ben de onlardan biriydim. Suffe Ehli’nden yetmiş kişiyi gördüm ki, onlardan bir tek kişinin bile üzerinde bütün vücudunu örtecek altlı üstlü elbisesi yoktu. Üzerlerinde, ya belden aşağı giydikleri peştamala benzeyen bir izâr, ya da belden yukarı giyinip askısını boyunlarına bağladıkları fistana benzeyen bir kisâ vardı. Kiminin elbisesi baldırının yarısına, kimininki topuklarına varırdı. Oturup kalkarken avret yerleri görülmesin diye, elbiselerini elleriyle toplarlardı. 471. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Dünya müminin zindanı, kâfirin de cennetidir. Allah müminler için cennette öyle muhteşem nimetler hazırlamıştır ki, bu dünyanın en göz alıcı nimetleri bile, onun yanında bir zindan, bir cezaevi sayılır. Kâfirleri cehennemde bekleyen ceza ve azap da o derece büyüktür ki, bu dünyanın en sıkıntılı hayatı bile, onun yanında âdeta bir cennet sayılır.” 472. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, söyleyeceği sözlere dikkatimi çekmek için iki omzumu tuttu ve: “Ya Abdullah! Dünyaya ve dünya nimetlerine tutkuyla bağlanıp kalma. Şu gelip geçici hayatı, ebedî bir vatan gibi görme. Dünyada bir garip veya bir yolcu gibi ol. Bu dünya, ahiret yolculuğunda konakladığın bir menzil gibidir. Konakladığın yeri imar edeceğim derken, asıl ulaşman gereken hedefi ihmal etme. Yolculuk yapan biri konakladığı yere ne kadar değer verirse, sen de dünyaya ancak o kadar değer ver.” buyurdu. Abdullah bin Ömer derdi ki: “Ey Müslüman kardeşim! Akşama ulaştığında sabahı gözetme, sabaha kavuş-


1. ARİFLERİN YOLU

243

tuğunda da akşamı bekleme. Ardı arkası kesilmez arzulara kapılıp da, geleceğe dair boş hayallerle kendini avutma. O an ne yapman gerekiyorsa, onu yap. Unutma ki, ölüm meleğinin ne zaman kapını çalacağı belli değildir. Bunun için, sağlığın yerindeyken hastalığın için, hayatta iken de ölümün için hazırlık yap.” 473. Sehl bin Sa’d es–Sâidî radıyallahu anh anlatıyor: Bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve: — Ya Rasulallah! Bana öyle bir davranış öğret ki, onu yaptığım zaman hem Allah hem de insanlar beni sevsinler, dedi. Peygamberimiz de: — Dünya nimetlerine fazla rağbet etme ki, Allah seni sevsin. Başkalarının elinde bulunan şeylere tamah etme ki, insanlar da seni sevsin. Açlığını giderecek miktarda yiyecek, bedenini örtecek kadar giyecek, seni soğuktan ve sıcaktan koruyacak bir meskenle yetinirsen; dünya sevgisini Allah’ın sevgisinin üzerine çıkarmaz ve sahip olduğun her şeyi gerektiğinde Allah yolunda feda etmeye hazır olursan, Allah’ın sevgisini kazanırsın. Başkalarının elinde bulunan mala, mülke ve dünya varlıklarına göz dikmez, bunlara sahip olanlara karşı kin, haset ve kıskançlık hisleri beslemezsen insanların sevgisini kazanırsın, buyurdu. 474. Numan bin Beşir radıyallahu anhumâ anlatıyor: Ömer bin Hattab radıyallahu anh halife iken, Müslümanların elde ettikleri servet ve zenginlikten bahsederek şöyle dedi: “Oysa ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bütün gün açlık çektiği ve karnını doyurabileceği döküntü bir hurma bile bulamadığı günleri bilirim.” 475. Âişe radıyallahu anhâ diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem vefat ettiğinde, yemek dolabımda bulunan azıcık arpadan başka, evimizde bir canlının yiyebileceği hiçbir şey yoktu. Ben ondan uzun süre yedim. Sonra bitecek diye telaşlanıp onu ölçtüm de, Allah’a tevekkül ve teslimiyet ruhuna aykırı olan bu davranışımdan dolayı, arpa bereketini kaybetti ve kısa zaman içinde tükeniverdi. Bitiverecek endişesiyle evdeki yiyecek ve gıda maddelerini ikide bir ölçüp hesaplamak, onlardaki bereketi azaltır. Fakat azığın miktarını bilip ona göre hareket etmek ve hazırlıklı bulunmak amacıyla ölçüp tartmakta bir sakınca yoktur. Bilakis bu, bereketin artmasına vesile olur. Nitekim Peygamber aleyhisselâm, “Azığınızı ölçün ki, sizin için bereketlendirilsin (Buhârî, Buyû 52) buyurmuştur. Ayrıca Peygamberimizin, ailesine ait bir senelik gıda maddesini evinde bulundurduğu sahih rivayetlerde (Buhârî, Nafakât 2, Cihad 79, Humus 1) bildirilmiştir. 476. Müminlerin annesi Cüveyriye binti Hâris’in kardeşi Amr bin Hâris ra-


244

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

dıyallahu anhumâ şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem vefat ettiğinde, geride ne altın, ne gümüş, ne köle, ne cariye ve ne de başka bir şey bıraktı. Geride sadece, bindiği beyaz katırıyla silahını ve bir de, yolcular için vakfettiği Fedek adındaki araziyi bırakmıştı. Vefatı anında Peygamberimizin geride bıraktıkları, onun bu dünyada nasıl lüks ve gösterişten uzak, kanaatkâr bir hayat yaşadığını göstermektedir. 477. Habbâb bin Eret radıyallahu anh diyor ki: Bizler, Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Medine’ye hicret ettik. Böylece, Allah tarafından mükâfatı hak etmiş olduk. Kimilerimiz, kazandığı mükâfattan hiçbir şey tadamadan vefat edip gittiler. Onlardan biri de Mus’ab bin Umeyr radıyallahu anh’dır. O, Uhud savaşında şehit düşmüş ve geride, yalnızca kefen olarak üzerini örteceğimiz bir kaftan bırakmıştı. O kaftanla başını örttüğümüzde ayakları açılıyor, ayaklarını örttüğümüzde başı açıkta kalıyordu. Sonunda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem başını örtmemizi, ayaklarını da ızhır denen otlarla kapatmamızı emretti. Bizden bazıları da vardır ki, Allah yolunda yaptıkları iyiliklerin meyveleri iyice olgunlaştı, şimdi bolluk ve refah içinde yaşayarak o meyveleri devşiriyorlar. Acaba iyiliklerimizin karşılığı bize dünyada peşin olarak mı veriliyor diye çok endişe ediyorum. 478. Sehl bin Sa’d es–Sâidî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Eğer dünyanın Allah katında sivrisinek kanadı kadar değeri olsaydı, hiçbir kâfire dünyadan bir yudum su bile içirmezdi.” Nitekim Allah buyuruyor ki: Sonsuz ilahi nimetler yanında bu dünyanın süs ve güzellikleri o kadar değersizdir ki, eğer insanlar lüks ve refah içerisinde azgınlaşıp bir tek inkârcı toplum hâline gelecek olmasalardı, Rahmân’ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını, çıkacakları merdivenleri, odalarının kapılarını ve oturacakları koltukları hep gümüşten, altından yapardık. Fakat bütün bunlar, dünya hayatının basit ve gelip geçici zevklerinden ibarettir. Rabb’inin katındaki ahiret nimetleri ise, dürüst ve erdemli bir hayatı tercih ederek kötülüklerden sakınan kimseler için elbette çok daha değerlidir. (43-Zuhruf: 33–35) 479. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Şunu iyi bilin ki, dünya ve içindekiler Allah’ın rahmetinden uzaktır,


1. ARİFLERİN YOLU

245

değersizdir. Ancak Allah’ı anmak, O’nun sevgisini kazandıran güzel işler yapmak ve Allah’ın dinini öğrenen ve öğreten kişi olmak müstesnadır.” 480. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Aşırı derece mal mülk edinerek dünyaya dalmayınız.” 481. Abdullah bin Amr bin Âs radıyallahu anhumâ anlatıyor: Bir kulübemizi tamir ederken, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza uğradı ve: — Ne yapıyorsunuz? diye sordu. Biz: — Kulübe yıkılmak üzereydi de, onu tamir ediyoruz, dedik. Bunun üzerine: — Ecelin bundan daha çabuk geleceğini zannediyorum. O hâlde ölüm gelip çatmadan hayırlı işler yapmakta acele edin. Kısa bir süreliğine sizi barındıracak olan şu kulübeyi onarıp güzelleştirdiğiniz gibi, sonsuza dek içinde kalacağınız ahiret hayatınızı da güzelleştirmeye bakın, buyurdu. 482. Kâb bin Iyâz radıyallahu anh, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işitmiştir: “Gerçek şu ki, her ümmetin zor bir imtihanı vardır. Benim ümmetimin en ağır, en çetin imtihanı, dünya malı ve servetidir. Ben ümmetimin küfre girmesinden değil, dünya malına dalıp Allah’ı ve ahireti unutmasından korkuyorum.” 483. Osman bin Affân radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Aslında âdemoğlunun, şu zaruri ihtiyaçlarının dışında dünyadan bir hakkı yoktur: Başını sokacağı bir ev, bedenini örteceği elbise, yiyeceği ekmek ve içeceği su.” Bu hadisin senet zincirinde yer alan Hureys bin es-Sâib, İsrailiyyat kaynaklı bazı sözleri yanlışlıkla hadis diye rivayet eden bir ravidir. (el-Muntehab, İbn-i Kudame) Bu hadis de onlardandır. Nitekim Ahmed bin Hanbel, bu rivayeti Katade kanalıyla, “Kitap Ehli bir adamdan” rivayet etmiştir. Ancak doğru yorumlandığı takdirde, hadisin ihtiva ettiği mana sahihtir. 484. Abdullah bin Şihhîr radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelmiştim. Tekâsür suresini okuyordu. Sureyi okuyup bitirince şöyle buyurdu:


246

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Âdemoğlu ‘Malım, mülküm!’ deyip duruyor. Ey âdemoğlu! Senin yiyip tükettiğinden, giyip eskittiğinden yahut sadaka olarak verip ahirete gönderdiğinden başka ne malın var ki?” TEKÂSÜR SURESİ Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla! Ey dünya hayatının zevk ve sefahatine dalıp Rabb’ini ve O’nun mesajını unutan insan! 1. Daha çok mal, servet, makam, şöhret elde etme tutkusuna kapılarak dünyanın gelip geçici zevklerini çoğaltma yarışı ve bunlarla birbirinize karşı üstünlük taslama hastalığı sizi öylesine derin bir gaflete düşürdü, insanî ve ahlakî değerlerden uzaklaştırarak o kadar oyaladı ki, 2. Sonunda ölüp mezarı boylayıncaya kadar bu gaflet uykusundan uyanamadınız. 3. Dikkat edin, büyük bir yanılgı içindesiniz ve bunu yakında anlayacaksınız. 4. Evet, yakında ne büyük bir aldanış içinde olduğunuzu anlayacaksınız. Ama o zaman iş işten geçmiş olacak. 5. Yoo, eğer aklınızı kullanıp ilahi vahye kulak vererek gerçeği doğru kaynaktan ve kesin olarak bilmiş olsaydınız, 6. Zalimleri bekleyen cehennemi daha bu dünyada iman, akıl ve bilinç gözüyle görecek ve bu tavrınızdan vazgeçecektiniz. 7. Fakat bugün görmezlikten gelseniz bile, onu Mahşer gününde gözlerinizle apaçık göreceksiniz. 8. Ve o Gün, size bahşedilen her nimetten sorguya çekileceksiniz. 485. Abdullah bin Muğaffel radıyallahu anh anlatıyor: Bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: — Ya Rasulallah! Allah’a yemin ederim ki, seni çok seviyorum! dedi. Peygamber ona: — Söylediğin bu sözün sana ne büyük bir sorumluluk yüklediğini iyi düşün, buyurdu. Adam yine: — Allah’a yemin ederim ki, seni çok seviyorum ve bu sevginin gereği ne ise onu yerine getirmeye hazırım, dedi ve bu sözünü üç defa tekrarladı. Bunun üze-


1. ARİFLERİN YOLU

247

rine Peygamberimiz: — Eğer beni seviyorsan, o zaman fakirliğe karşı kendine bir zırh hazırla. Yani beni sevip küfre ve zulme karşı benim yanımda mücadele edeceksen, bu uğurda karşılaşacağın zorluklara şimdiden hazır olmalısın. Çelik gibi bir iradeyle sıkıntılara göğüs germeli, Allah’ın rızasını ve cenneti kazanmak için büyük fedakârlıklar göstermelisin. Dünyanın lüks ve şaşaasından uzak durmalı, son derece sade ve mütevazı bir hayata razı olmalısın. Çünkü beni seven birine fakirlik, dağlardan vadilere akan selin varacağı yere varmasından daha çabuk ulaşır, buyurdu. 486. Kâb bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Mal mülk ve makam sevdasına kapılmış bir adamın kendi dinine verdiği zarar, bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o sürüye verdiği zarardan daha büyüktür.” 487. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hasır üzerinde yatıp uyumuştu. Uyandığında, vücudunda hasırın izleri vardı. Biz bunu görünce: — Ya Rasulallah! Sizin için rahat ve yumuşak bir döşek temin etsek olmaz mı, dedik. Bunun üzerine Peygamberimiz: — Benim dünyanın lüks ve konforu ile ne işim olabilir ki? Ben bu dünyada, bir ağacın altında gölgelenen, sonra da kalkıp yoluna devam eden bir yolcu gibiyim, buyurdu. 488. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Fakir müminler, cennete zengin müminlerden beş yüz sene önce gireceklerdir.” 489. Abdullah bin Abbas ve İmrân bin Husayn radıyallahu anhum’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Cennete baktım, orada bulunanların çoğunluğunun fakirler olduğunu gördüm. Onlar kendilerinin ve ailelerinin rızkını meşru yoldan temin etmek için ellerinden gelen gayreti gösterir, fakat buna rağmen birtakım bela ve sıkıntılarla imtihan edildikleri zaman sabreder, haram yollara sapmazlardı. Azla yetinmek zorunda kalsalar bile, Rablerine asla isyan etmezlerdi. Cehenneme de baktım,


248

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

orada bulunanların çoğunluğunun, şeytanın oyunlarına gönüllü olarak alet olan kadınlar olduğunu gördüm. Çünkü şer odakları, her zaman kadının çekiciliğini kullanarak insanları ifsat etmeye çalışmıştır.” 490. Üsâme bin Zeyd radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Miraca çıktığımda Rabb’im bana, cennet ve cehennemin kıyametten sonraki hâlini gösterdi. Cennetin kapısında durup baktığımda gördüm ki, oraya girenlerin çoğu yoksullardı. Varlıklı kimseler ise, hesapları görülmek üzere bekletiliyorlardı. Ancak onlardan cehennemlik olanlar, çoktan cehenneme girmişlerdi.” 491. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Şairlerin söylediği sözlerin en doğrusu, ünlü cahiliye şairi Lebid’in şu sözüdür: Şunu iyi bil ki, Allah’tan başka her şey yok olmaya mahkûmdur.” Lebîd bin Rabia, İslam öncesi cahiliye döneminin en ünlü şairlerinden biriydi. Daha sonra Peygamberimizin huzuruna gelerek Müslüman olmuştur. Müslüman olduktan sonra, “Allah bana (sözlerin en güzeli olan) Kur’an’ı öğrettikten sonra, ben artık şiir söylemem.” demiştir.

56. BAB: SADE ve MÜTEVAZI YAŞAMAK AÇLIĞIN ve SADE YAŞAMANIN FAZİLETİ; YİYECEK, İÇECEK, GİYECEK ve NEFSİN HOŞLANDIĞI DİĞER ŞEYLERDE AZ İLE YETİNMENİN ve ŞEHEVÎ ARZULARI TERK ETMENİN ÜSTÜNLÜĞÜ Konu ile İlgili Ayetler: 1. Derken onların ardından öyle bir nesil geldi ki, Allah ile aralarındaki en sağlam bağ olan namaz kılma duyarlılığını kaybettiler. Bunun doğal sonucu olarak da arzu ve heveslerinin peşine takıldılar ve bu büyük Peygamberlerin mirasını hoyratça tahrip ederek ahlaksızlığın en aşağı derecesine düştüler. Fakat azgınlıklarının cezasını, yakında görecekler. Ancak yol yakınken hatasından dönüp tövbe eden, Allah’ın gönderdiği bütün kitaplara inanan ve bu imanın gereği olarak güzel ve yararlı davranışlar ortaya koyan kimseler başka. İşte onlar, en ufak bir haksızlığa uğratılmaksızın dosdoğru cennete gireceklerdir. (Meryem, 19/59, 60) 2. Karun, göz kamaştırıcı bir görkem ve gösteriş içinde soydaşlarının kar-


1. ARİFLERİN YOLU

249

şısına çıktı. Dünya hayatına düşkün olanlar ona imrenerek, “Ah, keşke Karun’a verilen şu servet ve nimetlerin bir benzeri bize de verilseydi. Doğrusu o, gerçekten de çok şanslı biri!” dediler. Fakat kendilerine sağlam bir iman ve derin bir ilim bahşedilmiş olan akıllı ve dirayetli kimseler bu şaşkınlara seslenerek, “Yazıklar olsun size!” dediler, “İman eden ve bu imana yaraşan güzel davranışlarda bulunanlar için Allah’ın vereceği ödül, dünyanın bütün zenginliklerinden daha iyidir. Ne var ki, fedakârlığın getireceği sıkıntılara sabredenlerden başkası buna erişemez.” (Kasas, 28/79, 80) 3. Mahşer Günü, size bahşedilen her nimetten sorguya çekileceksiniz. (Tekasür, 102/8) 4. Her kim yalnızca şu gelip geçici olan dünyanın zevk ve arzularını istiyorsa, bu dünyada dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadar nimeti peşin olarak hemen veririz. Öyle ki, hepsi çalışmasının karşılığını tam olarak alır. Fakat sonunda, ona cehennemi ebedî yurt yaparız. Alçaltılmış ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş bir hâlde oraya girer. (İsra, 17/18) Konu ile İlgili Hadisler: 492. Âişe radıyallahu anhâ diyor ki: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ailesi, onun vefat ettiği ana kadar iki gün peş peşe arpa ekmeğiyle karnını doyurmuş değildir. Müslim’de yer alan bir başka rivayet şöyledir: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ailesi, Medine’ye geldiği günden vefat ettiği ana kadar, üç gün arka arkaya buğday ekmeğiyle karnını doyurmamıştır. 493. Urve bin Zübeyr, Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet ediyor: Teyzem Âişe, geçmişte yaşadığı sıkıntılı günleri anlatırken, bana: — Ey kız kardeşimin oğlu! Allah’a yemin ederim ki, biz iki ayda peş peşe üç hilâl görürdük de, bu zaman zarfında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in evinde hiç ocak yanmazdı, dedi. Bunun üzerine ben: — Teyzeciğim, o hâlde ne yiyip içiyordunuz? dedim. Âişe: — İki esmer gıda, yani hurma ve su... Bir de, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Ensar’dan sağmal hayvanları bulunan komşuları vardı. Onlar bazen Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bu hayvanların sütlerinden gönderirlerdi, o da onu bize verirdi, dedi.


250

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

494. Ebu Saîd el–Makburî’nin rivayet ettiğine göre, bir gün Ebu Hureyre radıyallahu anh, önlerinde kızartılmış bir koyun bulunan bir topluluğa rastladı. Onu yemeğe davet ettiler, fakat Ebu Hureyre: — Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem arpa ekmeğine bile doymadan dünyadan göçüp gitti, ben nasıl böyle lüks yiyecekler yiyebilirim? diyerek yemeği reddetti. 495. Enes bin Malik radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem vefat edinceye kadar, masa veya sini üzerine kurulmuş bir sofrada yemek yemedi. Yine vefatına kadar, ince ve elenmiş undan yapılmış ekmek de yemedi. Buhârî’nin bir diğer rivayeti şöyledir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in gözleri, hiçbir zaman kızartılmış bir koyun görmedi. 496. Numân bin Beşîr radıyallahu anhumâ şöyle diyor: Ben Peygamberiniz sallallahu aleyhi ve sellem’in, karnını doyurabileceği döküntü bir hurma bile bulamadığını gördüm. 497. Sehl bin Sa’d radıyallahu anh, Peygamber’in sade ve mütevazı hayatını anlatırken: — Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Allah’ın kendisini peygamber olarak gönderdiği andan ruhunu kabzedeceği ana kadar elenmiş has un görmedi, dedi. Bunun üzerine, ona: — Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zamanında elek kullanmaz mıydınız? diye sordular. Sehl: — Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Allah’ın kendisini peygamber olarak gönderdiği andan ruhunu kabzedeceği ana kadar elek de görmedi, dedi. Onlar: — Peki, elenmemiş arpa ununu nasıl yiyordunuz? diye sordular. Sehl de: — Arpayı öğütüp savururduk. Uçan uçar, kalanını da ıslatıp hamur yapardık, dedi. 498. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir gün –veya bir gece– evinden dışarı çıkmıştı. Ebu Bekir ile Ömer radıyallahu anhumâ’nın da dışarıda olduklarını görünce, onlara:


1. ARİFLERİN YOLU

251

— Sizi bu saatte evinizden dışarı çıkaran nedir? diye sordu. Onlar: — Açlık, ya Rasulallah! dediler. O dönemde Müslümanlar, en sıkıntılı günlerini yaşıyorlardı. Peygamberimiz: — Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki, beni çıkaran sebep de aynıdır. O hâlde, kalkın gidelim, buyurdu. Onlar da kalkıp, Peygamberle birlikte Ensar’dan Ebu’l-Heysem Malik bin Teyyihân adındaki bir sahabinin evine gittiler. Ebu’l-Heysem, o sırada evinde değildi. Fakat hanımı Peygamber’i görünce derhal tanıdı ve: — Hoş geldiniz, buyurun, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Ebu’l-Heysem nerede? diye sordu. Kadın: — Bize tatlı su getirmek için gitmişti, dedi. O sırada Ebu’l-Heysem geldi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile iki arkadaşını görünce: — Elhamdülillah! Bugün ağırladığı misafirler bakımından, benden daha bahtiyar hiç kimse yoktur, dedi. Hemen gidip onlara, üzerinde koruk, olgun ve taze hurmalar bulunan bir salkım getirdi: — Buyurun yiyin, dedi. Sonra bir hayvan kesmek üzere bıçağı eline aldı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona: — Süt veren hayvanı kesme, dedi. Ebu’l-Heysem, onlar için bir koyun kesti. Onlar da koyunun etinden ve hurmadan yediler, tatlı sudan da içtiler. Hepsi yemeğe doyup suya kanınca, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Bekir ve Ömer’e: — Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Mahşer Günü bütün bu nimetlerden sorguya çekileceksiniz. Sizi evinizden açlık çıkardı, sonra daha evinize dönmeden bu nimetlere kavuştunuz, buyurdu. 499. Bazı kaynaklara göre muhadram (yani Peygamber zamanında yaşayıp Müslüman olduğu hâlde, Peygamber’i görme imkânı bulamayan kişi), bazılarına göre de sahabi olan Hâlid bin Umeyr el–Adevî radıyallahu anh anlatıyor: Basra valisi olan ve Sahabe-i Kiram’ın önde gelen simaları arasında yer alan Utbe bin Gazvân radıyallahu anh, bize bir konuşma yaptı. Allah’a hamd ve senada bulunduktan sonra, şunları söyledi: “Şüphesiz dünya, faniliğini ilan ederek arkasını dönmüş hızla gitmektedir. Ondan geriye, ancak su kabının dibindeki su artığı kadar bir miktar kalmıştır. Şüphesiz siz bu dünyadan ebedî bir yurda göçeceksiniz. Oraya, yanınızda güzel şeylerle gitmeye bakın. Çünkü bize anlatıldığına göre, cehennemin kenarından


252

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

atılan bir taş, yetmiş sene yol aldığı hâlde yine de onun dibine ulaşmayacaktır. Allah’a yemin ederim ki, cehennem mutlaka doldurulacaktır. Ne o, yoksa şaşırdınız mı? Yine bize anlatıldığına göre, cennet kapılarının iki kanadı arasında kırk senelik mesafe vardır. Buna rağmen, öyle bir gün gelecektir ki, cennet aşırı kalabalık yüzünden sıkışacaktır. Yani cennete o kadar çok sayıda insan girecektir. Ben, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte olan yedi kişinin yedincisi olduğum zamanı bilirim. O günlerde, ağaç yaprağından başka yiyeceğimiz yoktu. Öyle ki, dudaklarımız yara olurdu. Üzerimize örteceğimiz bir elbise bile bulmakta zorlanırdık. Ben giyecek bir örtü bulmuştum da, ikiye bölüp Sa’d bin Malik ile paylaşmıştık. Yarısını ben, diğer yarısını da o beline dolamıştı. Şimdi her birimiz, birer şehrin valisi olduk. Fakat bununla asla övünmüyorum. Ben, kendimi büyük ve önemli bir kişi olarak görüp de, Allah katında küçük ve değersiz olmaktan O’na sığınırım.” 500. Ebu Musa el–Eş’arî radıyallahu anh’ın oğlu Ebu Bürde şöyle diyor: Âişe radıyallahu anhâ’yı evinde ziyaret etmiştik. Bize, kaba kumaştan yapılmış bir gömlek ve peştamal çıkardı ve: — Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, işte bu eski ve keçeleşmiş elbiseler içinde vefat etti, dedi. 501. Sa’d bin Ebî Vakkâs radıyallahu anh anlatıyor: İslam tarihinde, Allah yolunda ok atan ilk Arap benim. Biz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte savaşa giderdik de, çölde yetişen sarmaşık ve dikenli çalı yapraklarından başka yiyeceğimiz olmazdı. Hatta bu yüzden, tıpkı koyunlar gibi sert, kuru bir şekilde def-i hacet yapardık. 502. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Muhammed ailesine, kendilerine yetecek kadar rızık ihsan eyle. Azdıran zenginliğin, isyana sürükleyen fakirliğin şerrinden beni ve ailemi koru ya Rab!” 503. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki, ben Peygamber zamanında o kadar fakirlik çekerdim ki, bazen açlıktan karnımı yere dayar, kimi zaman da karnıma taş bağlardım. Bir gün, yine aç bir hâlde insanların mescitten çıkıp gittikleri yol üzerine oturmuştum. Birinin beni fark edip karnımı doyurmasını bekliyordum. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem benim yanımdan geçti ve beni görünce gülümsedi. Kalbimden geçeni yüzümden anlamıştı.


1. ARİFLERİN YOLU

253

— Ebu Hureyre! diye seslendi. Ben: — Buyur ya Rasulallah! dedim. — Beni takip et, diyerek yoluna devam etti. Ben de peşinden yürüdüm. Peygamber evine girdi, ben de girmek için izin istedim. İzin verdi ve içeri girdim. Peygamber, bir kap içinde süt gördü ve: — Bu süt nereden geldi? diye sordu. — Filan adam veya filan kadın onu size hediye etti, dediler. Bunun üzerine Peygamber: — Ebu Hureyre! diye seslendi. Ben: — Buyur ya Rasulallah! dedim. — Suffe Ehli’ne git ve onları da buraya çağır, buyurdu. Ebu Hureyre diyor ki: Suffe Ehli, İslam misafirleri idiler. Sığınacak aileleri, malları ve dayanacak kimseleri yoktu. Peygamber’e bir sadaka geldiğinde, kendisi ondan hiçbir şey almadan tamamını onlara gönderirdi. Zaten sadaka, ona ve ailesine helal değildi. Bir hediye geldiğinde ise, kendisi ondan bir parça aldıktan sonra hediyeyi Suffe Ehli’ne göndererek onlarla paylaşırdı. Peygamber’in Suffe Ehli’ni davet etmesi pek hoşuma gitmedi. Kendi kendime, “Bu süt Suffe Ehli’nden kime yetecek ki! Oysa bana birazcık takat verecek o sütü içmeye, en çok benim ihtiyacım vardı. Şimdi onlar gelince, Peygamber sütü onlara vermemi emredecek ve belki de o sütten bana hiç kalmayacak.” dedim. Fakat Allah’ın ve Peygamber’in emrine itaat etmekten başka çare de yoktu. Neticede onlara gidip kendilerini davet ettim. Onlar da davete icabet ederek gelip içeri girmek için izin istediler. Kendilerine izin verildi ve onlar da evde yerlerini alıp oturdular. Peygamber: — Ebu Hureyre! diye seslendi. Ben: — Buyur ya Rasulallah! dedim. — Sütü al ve misafirlere ver, buyurdu. Ben de süt kabını alıp gezdirmeye başladım. Kabı alan kişi kanıncaya kadar süt içiyor, sonra geri veriyordu. Ben bir başkasına veriyordum, o da kanıncaya kadar içiyor, sonra geri veriyordu. En sonunda kabı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e verdim. Bütün misafirler süte kanmışlardı. Rasulullah kabı alıp elinde tuttu ve bana bakıp gülümseyerek: — Ebu Hureyre! diye seslendi. Ben:


254

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Buyur, ya Rasulallah! dedim. — Bir ben kaldım, bir de sen, buyurdu. Ben: — Doğru söylediniz, ya Rasulallah! dedim. — Sen de otur ve sütünü iç, buyurdu. Ben de oturup içtim. Sonra yine: — Otur ve iç, buyurdu. Yine oturup içtim. Peygamber durmadan: — İç, iç, diyordu. Sonunda ben: — Seni hak dinle gönderen Allah’a yemin olsun ki, artık içecek yerim kalmadı, dedim. — Şimdi onu bana ver, buyurdu. Kabı ona verdim. Allah’a hamd etti, besmele çekti ve kalan sütü de kendisi içti. 504. Muhammed bin Sîrîn’den nakledildiğine göre, Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle demiştir: Ben, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in minberi ile Âişe’nin odası arasında açlıktan bayılıp düştüğümü biliyorum. Gelip geçen beni sara hastası zannederek ayıltmak için ayağını boynumun üzerine koyardı. Oysa ben sara hastası filan değildim, açlıktan başka bir derdim yoktu. 505. Âişe radıyallahu anhâ diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, zırhı otuz ölçek arpa karşılığı Ebu Şahm adındaki bir Yahudi’nin yanında rehin iken vefat etmiştir. Peygamber aleyhisselâm, bu Yahudi’den borca otuz ölçek arpa almış, teminat olarak da zırhını ve kalkanını ona bırakmıştı. Onun vefatından sonra Hz. Ebu Bekir bu borcu ödemiş ve rehin olarak bırakılan zırh ve kalkanı alıp Hz. Ali’ye vermişti. 506. Enes bin Malik radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bir Yahudi’den borca aldığı arpa karşılığında zırhını ona rehin bırakmıştı. Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir arpa ekmeği ve erimiş içyağı götürmüştüm. Onun şöyle buyurduğunu işittim: “Muhammed ailesinin, yanlarında bir ölçek yiyecek bulunmadan sabahlayıp akşamladıkları olur.” O sırada Peygamber’in ailesi, dokuz haneden ibaretti. 507. Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle diyor:


1. ARİFLERİN YOLU

255

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Mescid-i Nebevî’nin arka kısmında, kalacak yeri yurdu ve ailesi olmayan sahâbîlerin barınması için üstü örtülü bir yer yaptırmıştı. Bu yere “Suffe”, burada kalıp ilimle meşgul olan sahabilere de “Ehl-i Suffe” veya “Ashab-ı Suffe” denirdi. Ben de onlardan biriydim. Suffe Ehli’nden yetmiş kişiyi gördüm ki, onlardan bir tek kişinin bile üzerinde bütün vücudunu örtecek altlı üstlü elbisesi yoktu. Üzerlerinde, ya belden aşağı giydikleri peştamala benzeyen bir izâr, ya da belden yukarı giyinip askısını boyunlarına bağladıkları fistana benzeyen bir kisâ vardı. Kiminin elbisesi baldırının yarısına, kimininki topuklarına varırdı. Oturup kalkarken avret yerleri görülmesin diye, elbiselerini elleriyle toplarlardı. 508. Âişe radıyallahu anhâ diyor ki: Peygamber aleyhisselâm, yaşadığı devrin her türlü imkânına sahip olmasına rağmen, son derece sade ve mütevazı bir hayat yaşadı. Kullandığı eşyaları, ümmetinin en fakirinin sahip olabileceği türden eşyalardı. Örneğin, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yatağının yüzü tabaklanmış deriden, içi de yumuşak hurma lifindendi. 509. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ anlatıyor: Biz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte otururken, Ensar’dan (Medineli Müslümanlardan) biri geldi ve kendisine selam verip geri döndü. O günlerde, Ensar’ın ileri gelenlerinden Sa’d bin Ubâde hastalanmıştı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Ey Ensar’ın kardeşi! Kardeşim Sa’d bin Ubâde nasıl? diye sordu. O da: — Hamdolsun iyidir, cevabını verdi. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — İçinizden kim onu ziyaret etmek ister? buyurarak ayağa kalktı. Biz de on, on beş kişi onunla birlikte kalktık. Biz o zamanlar, yokluk ve sıkıntı içindeydik. Ne ayağımızda ayakkabı ve mest, ne başımızda başlık, ne de üstümüzde gömlek vardı. Bu durumda, o çorak arazide yürüye yürüye Sa’d’ın yanına vardık. Sa’d’ın yakınları, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve yanındaki arkadaşlarının ona yaklaşması için kenara çekildiler (…). 510. İmrân bin Husayn radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizin nesil olarak en hayırlı olanınız, benim zamanımda yaşayanlarınızdır. Sonra zamanımda yaşayanlara yakın olanlar, sonra da onlara yakın olanlardır. En hayırlı nesil sahabe neslidir. Onlardan sonra tâbiun ve daha


256

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

sonra tebe-i tâbiun nesli gelir. Onlardan sonra ise bu ümmet zaman zaman hayırda geride kalarak, zaman zaman da yükselerek kıyamete kadar devam edecektir.” İmrân der ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, “Sonra onlara yakın olanlardır.” sözünü iki defa mı, yoksa üç defa mı söyledi, bilemiyorum. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sözlerine şöyle devam etti: “Sonra onların ardından öyle bir nesil gelir ki, bilmedikleri konularda yalan yere şahitlik yaparlar. Emanete hıyanet ederler, kendilerine asla güvenilmez. Adakta bulunurlar, fakat yerine getirmezler. Hayatı yeme içme ve eğlenmeden ibaret gören bu insanlar arasında, tıka basa yiyip içmeden dolayı şişmanlık yaygınlaşır.” 511. Ebu Ümâme radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ey âdemoğlu! İhtiyacından fazla olan malını sadaka olarak vermen senin için hayırdır. Vermeyip elinde tutman da senin için şerdir. Sana yetecek kadar mala sahip olmaktan dolayı Allah katında sorumlu tutulmazsın. Öyleyse, ihtiyacından fazlasını Allah yolunda infak et. Harcamaya, bakmakla yükümlü olduğun kimselerden ve yakın akrabalarından, komşularından başla.” 512. Ubeydullah bin Mihsan el–Ensârî el–Hatmî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz can ve mal güvenliği içinde, vücut sağlığına ve günlük azığı da sahip olarak sabaha kavuşursa, adeta bütün dünya kendisine bağışlanmış gibidir.” 513. Abdullah bin Amr bin Âs radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Müslüman olup da kendisine yetecek kadar rızkı bulunan ve Allah’ın verdiklerine kanaat eden kimse, gerçekten kurtulmuştur.” 514. Fadâle bin Ubeyd el–Ensârî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İslam hidayetiyle şereflenen ve yeterli bir geçime sahip olup da buna kanaat etmesini bilen kişiye ne mutlu!” 515. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bazen peş peşe bir kaç gün aç olarak


1. ARİFLERİN YOLU

257

gecelerdi. Bu zaman zarfında, ağzına tek lokma koymazdı. Ailesi de, çoğu zaman yiyecek akşam yemeği bulamazdı. Yedikleri ekmek de, genellikle arpa ekmeği idi. 516. Fadâle bin Ubeyd radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Müslümanlara namaz kıldırırken, onlardan bazıları açlığın verdiği takatsizlikten ayakta duramaz, düşüp bayılırdı. Bunlar Suffe halkı idi. Çölden gelen bedeviler, düşüp bayılan bu insanları görünce, onları sara hastası zannederlerdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem namazı bitirince, açlıktan bayılanların yanına gider ve onlara: “Allah katında sizi ne büyük nimetlerin beklediğini bilseydiniz, bundan daha yoksul ve muhtaç olmayı arzu ederdiniz.” buyururdu. 517. Mikdâd bin Mâdîkerib radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İnsanoğlu, midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır. Çünkü yeme içmeyi hayatın gayesi hâline getiren ve midesini tıka basa dolduran bir insan, bunun bedelini hem dünyada, hem de ahirette çok acı biçimde ödeyecektir. Oysa insana, kendini ayakta tutacak bir kaç lokma yeter. Şayet mutlaka çok yiyecekse, o zaman midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefes alıp vermeye ayırmalıdır.” 518. Ebu Ümâme İyâs bin Sâlebe el–Ensârî el–Hârisî radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında, dünyadan ve dünyanın güzelliklerinden gıpta ve sitayişle bahsedildi. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, onları uyarmak üzere buyurdu ki: “Siz Kur’an’da dile getirilen öğüt ve uyarıları işitmiyor musunuz? Allah’ın vaat ve tehditlerini duymuyor musunuz? İyi bilin ki, sade ve mütevazı yaşamak imandandır; sade ve mütevazı yaşamak imandandır.” 519. Câbir bin Abdullah radıyallahu anhumâ anlatıyor: Mekke müşrikleri, Medine’ye hicret eden Müslümanların geride bıraktıklara bütün mallara el koymuş ve bu mallardan elde ettikleri paralarla, Müslümanlara karşı hazırladıkları orduyu finanse etmek üzere kervanlar hazırlayıp göndermişlerdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ebu Ubeyde radıyallahu anh’ı başımıza kumandan tayin ederek, Kureyş’in kervanlarından birinin yolunu kesmek ve düşmanın ekonomik gücüne darbe vurmak üzere bizi gönderdi. Bize azık olarak da, sadece bir heybe dolusu hurma verdi. Çünkü verecek başka bir şey


258

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

bulamamıştı. Yolumuz uzun ve yiyeceğimiz az olduğundan, Ebu Ubeyde hurmaları bize tane tane veriyordu. Dinleyenlerden biri: — O hurmalarla nasıl yaşayabiliyordunuz? diye sordu. Câbir: — Onları çocuğun meme emmesi gibi emer, sonra üzerine su içerdik, o gün geceye kadar bize yeterdi. Sopalarımızla ağaç yapraklarını silker, sonra onları su ile ıslatıp yerdik, dedi. Sonra da sözlerine şöyle devam etti: Böylece, deniz sahili boyunca yürüdük. Derken sahil kenarında, karşımıza büyük kum tepesi gibi bir şey çıktı. Onun yanına kadar geldik, bir de baktık ki, amber denilen ve balinagillerden olup adabalığı olarak da bilinen 20–25 metre boyunda dev bir balık. Ebu Ubeyde: — Bu ölü bir hayvandır, yenilmez, dedi. Sonra fikrini değiştirerek: — Hayır, bizler Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in elçileriyiz ve Allah yolundayız. Siz de son derece zorda kalmış bulunuyorsunuz, o hâlde yiyin, dedi. Biz üç yüz kişi idik ve bir ay boyunca onun etinden yiyerek orada kaldık, hatta kilo bile aldık. Balığın göz çukurundan, testilerle yağ aldığımızı biliyorum. Ondan öküz büyüklüğünde parçalar kesiyorduk. Ebu Ubeyde bizden on üç kişiyi alıp, onun göz çukuruna oturttu. Kaburga kemiklerinden birini alıp dikti, sonra yanımızdaki en büyük deveyi semerledi ve bir mücahidi deveye bindirerek o kaburga kemiğinin altından geçirdi. Balığın etinden pastırma da yaptık. Medine’ye dönüce, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip olup bitenleri anlattık. Peygamber: — O, Allah’ın sizin için çıkardığı bir rızıktır. Onun etinden yanınızda bir miktar varsa bize de verin, buyurdu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e ondan bir parça gönderdik, o da bu etin helal olduğunu göstermek üzere ondan yedi. 520. Esmâ binti Yezîd radıyallahu anhâ şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in gömleğinin kolları, ancak bileğine kadar inerdi. O, giyim kuşamında israftan sakınır, lüks ve gösterişli elbiseler giymezdi. Bu hadisin senet zincirinde, hafızasının zayıflığı sebebiyle tenkit edilen Şehr bin Havşeb bulunmaktadır. (İbn-i Hacer, Takribu’t-Tehzib, 2830) Bu yüzden hadis zayıf kabul edilmiştir. Ancak ihtiva ettiği mana sahihtir. 521. Câbir bin Abdullah radıyallahu anhumâ anlatıyor: Hendek savaşı sırasında hendek kazarken, çok sert bir kayaya rastlamıştık. Sahâbîler Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek:


1. ARİFLERİN YOLU

259

— Ya Rasulallah! Hendek kazarken karşımıza çok sert bir kaya çıktı, dediler. Peygamber: — Bir inip bakayım, buyurdu. Sonra ayağa kalktı, açlıktan karnına taş bağlamıştı. Biz de üç gündür bir şey yememiştik. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hendeğe inip kazmayı eline aldı ve o kayaya öyle bir vurdu ki, kaya parçalanıp kum yığınına döndü. Ben: — Ya Rasulallah, eve gitmeme izin verir misiniz? dedim. O da bana izin verdi. Eve gidince, eşime: — Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i dayanılmayacak bir hâlde gördüm, evde yiyecek bir şeyler var mı? diye sordum. Eşim: — Biraz arpa ve bir de oğlak var, dedi. Ben oğlağı kestim, arpayı da öğüttüm. Eti tencereye koyduk. Ekmek pişmek üzere, tencere de taşlar üzerinde kaynamak üzere iken, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e geldim ve: — Ey Allah’ın Rasulü! Birazcık yemeğim var, bir iki kişiyle birlikte bize buyurmaz mısınız, dedim. Peygamberimiz: — Yemek ne kadar? diye sordu. Ben de olanı söyledim. Bunun üzerine: — Oo, hem çok, hem de güzel. Hanımına söyle, ben gelinceye kadar tencereyi ateşten indirmesin, ekmeği de fırından çıkarmasın, buyurdu. Sonra Ashabına: — Kalkın, gidiyoruz! dedi. Muhacirler ve Ensar, hep birlikte kalktılar. Ben telaşla eşimin yanına varıp: — Vay başımıza gelenler! Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yanında Muhacirler ve Ensar ile birlikte geliyor, dedim. Eşim: — Sana ne kadar yemeğimiz olduğunu sormadı mı? dedi. Ben: — Evet sordu, dedim. Derken, Peygamber ve arkadaşları çıkageldiler. Peygamberimiz, Ashabı’na: — Birbirinizi sıkıştırmadan, onar kişilik gruplar hâlinde içeri girin, buyurdu. Peygamber ekmeği koparıp üzerine et koyuyor, her defasında tencereyi ve fırını kapatıyor, hazırladığı yiyecekleri Ashabı’na uzatıyordu. Onların hepsi doyuncaya kadar, ekmeği koparıp üzerine et koymaya devam etti. Hatta bir miktar yiyecek de arttı. Peygamber aleyhisselâm, eşime dönerek: — Kalan yemeğin bir kısmını yiyin, bir kısmını da komşulara verin, çünkü açlık insanları perişan etti, buyurdu.


260

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Bir başka rivayette, Câbir olayı şöyle anlatır: Hendek kazılırken, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in açlık çektiğini gördüm. Hemen eşimin yanına varıp: — Evde yiyecek bir şey var mı? Çünkü ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in çok acıktığını gördüm, dedim. Eşim de, içinde bir miktar arpa olan bir heybe çıkardı. Besili bir de kuzumuz vardı. Ben kuzuyu kestim, eşim de arpayı öğüttü. İkimiz aynı anda işimizi bitirdik. Eti parçalayıp tencereye koydum. Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gitmek üzere evden ayrılırken, eşim bana: — Sakın gereğinden fazla kişi getirip de, beni Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve arkadaşlarının yanında mahcup etme, dedi. Ben de bu yüzden, Peygamber’e gizlice: — Ya Rasulallah! Küçük bir kuzumuz vardı, onu kestik. Bir ölçek kadar da arpa öğüttüm. Bir kaç kişi birlikte bize yemeğe buyurun, dedim. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yüksek sesle: — Ey Hendek ehli! Câbir bir ziyafet hazırlamış, haydi buyurun! diye bağırdı. Sonra bana dönerek: — Ben gelinceye kadar tencereyi ocaktan indirmeyin, hamuru da ekmek yapmayın, buyurdu. Hemen eve geldim. Sonra da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, arkasında bir kalabalıkla çıkageldi. Ben eşimin yanına varınca, bana: — Ah seni seni, dedi. Ben de: — Ne yapayım, senin söylediğini aynen yaptım, dedim. Eşim hamuru çıkardı. Peygamberimiz de bereketli olması için dua edip ona üfledi. Sonra tencerenin yanına gelip ona da bereket duası yapıp üfledi. Sonra da eşime: — Bir ekmekçi kadın çağır da, seninle birlikte ekmek yapsın. Yemeği de tencereden kepçe ile al ve onu ateşten indirme, buyurdu. Evime yemeğe gelenler, aşağı yukarı bin kişi idiler. Allah’a yemin ederim ki, hepsi ondan yiyip karınlarını doyurdular ve kalanı da bırakıp gittiler. Tenceremiz eksilmeden kaynıyor, azalmayan hamurumuzdan da iki hanım tarafından sürekli ekmek yapılıyordu. 522. Enes radıyallahu anh anlatıyor: Üvey babam Ebu Talha, annem Ümmü Süleym’e: — Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sesi kulağıma pek zayıf geldi.


1. ARİFLERİN YOLU

261

Kendisinin aç olduğunu biliyorum. Evde yiyecek bir şeyler var mı? dedi. Ümmü Süleym: — Evet var, diyerek birkaç arpa ekmeği çıkardı. Sonra ekmekleri bir başörtüsünün içine doladı. Başörtüsünü elbisemin altına yerleştirdi, uçlarını da belime bağlayıp beni Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gönderdi. Ekmekleri Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e götürdüm. Baktım, mescitte cemaatle birlikte oturuyordu. Hemen gelip yanlarına dikildim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Seni Ebu Talha mı gönderdi? diye sordu. — Evet, dedim. — Yemek için mi? dedi. — Evet, dedim. Bunun üzerine, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yanındakilere: — Haydi kalkın! buyurdu. Onlar da kalkıp bize doğru yürümeye başladılar. Ben de önlerinden koşup Ebu Talha’ya gelerek durumu ona anlattım. Bunun üzerine Ebu Talha, telâşla: — Ümmü Süleym! Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kalabalık bir cemaatle geldi, oysa bizde onları doyuracak kadar yemek yok, dedi. Ümmü Süleym: — Allah ve Rasulü daha iyi bilir. Böyle kalabalık ile geliyorsa, mutlaka bir bildiği vardır, dedi. Ebu Talha koşup Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i karşıladı. Peygamberimiz Ebu Talha ile birlikte içeri girdi. Sonra anneme seslenerek: — Ümmü Süleym! Yanında bizim için hazırladığın ne varsa getir, buyurdu. Annem de o ekmekleri getirdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ekmeklerin parçalara ayrılmasını söyledi. Ümmü Süleym de, yağ tulumunu sıkarak o ekmek parçaları üzerine yağ sürdü. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ekmeğin üzerine birtakım bereket duaları okudu. Sonra Ebu Talha’ya: — İçeri on kişi al, buyurdu. Ebu Talha on kişiyi içeri aldı. Onlar doyuncaya kadar yediler, sonra çıktılar. Peygamber: — On kişi daha al, buyurdu. Ebu Talha on kişiyi daha içeri aldı. Onlar da doyuncaya kadar yedikten sonra çıktılar. Peygamber: — On kişi daha al, buyurdu. Böylece, orada bulunan yetmiş veya seksen kişinin tamamı, onar kişilik gruplar hâlinde o yemekten yiyip karınlarını doyurdular.


262

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Bir başka rivayet şöyledir: İnsanlar hiç durmadan, onar kişilik gruplar hâlinde girip çıkıyorlardı. Nihayet, içeri girip karnını doyurmayan bir tek kişi bile kalmadı. Sonra Ebu Talha sofrayı topladığında bir de ne görsün, yemekler sanki hiç el değmemişçesine, olduğu gibi duruyordu. Bir diğer rivayet de şöyledir: İnsanlar, onar onar girip yemek yediler. Böylece, seksen kişinin hepsi yemeğini yemiş oldu. Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve ev sahipleri de yediler. Yine de bir miktar yemek arttı. Başka bir rivayet ise şöyledir: Onlardan, bütün komşulara yetecek kadar yemek arttı. Enes’ten nakledilen bir diğer rivayet de şöyledir: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelmiştim. Onu arkadaşları ile otururken buldum. Karnına bez bağlamıştı. Orda bulunanlardan bazılarına: — Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem karnına niçin bez bağladı ki? diye sordum. Onlar da: — Açlıktan, diye cevap verdiler. Bunun üzerine, annem Ümmü Süleym binti Milhân’ın eşi, yani üvey babam olan Ebu Talha’ya gittim ve: — Babacığım! Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in karnına bez bağladığını gördüm. Bunu niçin yaptığını Ashabı’na sorunca, açlıktan olduğunu söylediler, dedim. Bunun üzerine, Ebu Talha hemen annemin yanına gelerek: — Evde yiyecek bir şey var mı? diye sordu. Annem de: — Evet, bir parça ekmek ve bir kaç hurma var. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bize tek başına gelirse, kendisini doyurabiliriz. Ama onunla birlikte başkaları da gelirse, yemek onlara yetmez, dedi. Enes, hadisin geri kalanını yukarıdaki gibi anlattı.

57. BAB: KANAAT ve TOKGÖZLÜLÜK KANAATKÂR ve TOKGÖZLÜ OLMANIN, GEÇİMDE ORTA YOLU SEÇMENİN, ALLAH İÇİN HARCAMANIN FAZİLETİ ve ÇOK ZOR DURUMDA KALMADIKÇA DİLENMENİN ÇİRKİNLİĞİ


1. ARİFLERİN YOLU

263

Konu ile İlgili Ayetler: 1. Yeryüzünde yaşayan ne kadar canlı varsa, hepsinin rızkını veren Allah’tır. Küçücük bir serçenin yaşadığı yuvayı, minicik bir sineğin sığındığı deliği bilen ve ihtiyaç duydukları her şeyi onlara sağlayan, O’dur. Canlıları yedirip içiren, aldıkları besinleri kimyasal işlemlerden geçirerek vitamin ve proteinlere dönüştüren; ondan hücreler, dokular, kan vs. yaratan O’dur. Ayrıca O, her canlının yerleşip kaldığı ve emanet durduğu yeri bilir. Onların nerede barındığını, nereden gelip nereye gittiğini, nerede hareket edip nerede durduğunu bilir. Sizin hayat yolculuğunuzu; babanızın belinden anne rahmine, rahimden dünyaya, dünyadan kabre, kabirden mahşere, mahşerden cennet veya cehenneme varıncaya kadar geçirdiğiniz ve geçireceğiniz aşamaları bilir. İşte bütün bunlar, varlık yasalarının belirlendiği apaçık bir kitapta kayıtlıdır. (Hud, 11/6) 2. Zekât ve yardım paraları, öncelikle Allah yolunda düşmana karşı nöbet bekleyen yahut ilim tahsil eden, yani kendisini İslam yolunda hizmete adamış, bu yüzden de darlığa düşen ve geçimini kazanmak amacıyla yeryüzünde gezip dolaşacak gücü olmayan yoksullara verilmelidir. Yardıma hiç ihtiyaçları yokmuş gibi sadaka istemekten çekindikleri için, işin içyüzünü bilmeyenler onları zengin sanır. Onları, yüzlerine ve kıyafetlerine dikkatlice bakınca simalarından tanırsın, çünkü insanlara el açıp dilenmezler. İşte böyle muhtaç insanlara her ne iyilik yaparsanız, Allah hepsini bilmektedir. Dolayısıyla, mükâfatını da tam olarak verecektir. (Bakara, 2/273) 3. Onlar Allah yolunda bir harcama yaptıklarında, ne kendilerini ve ailelerini muhtaç duruma düşürecek şekilde her şeylerini harcayıp savurganca davranırlar, ne de mala mülke aşırı bir tutkuyla bağlanıp cimrilik ederler. Bu ikisi arasında orta bir yol tutarlar. (Furkan, 25/67) 4. Ben cinleri ve insanları, başka bir gaye için değil, ancak Beni Rab ve İlâh olarak tanımaları ve yalnızca Bana kulluk ve itaat etmeleri için yarattım. Bu kulluğun yararı Bana değil, bizzat kendilerine olacaktır. Öyle ya, ben diğer sözde ilahların kendilerine tapanlardan istediği gibi, onlardan ne bir rızık istiyorum, ne de beni beslemelerini. (Zariyat, 51/56, 57) Konu ile İlgili Hadisler: 523. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Zenginlik, mal çokluğu değildir. Asıl zenginlik, gönül zenginliğidir.


264

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Dünyaya aşırı bir tutkuyla bağlanan insan ne kadar zengin olursa olsun, sahip olduklarıyla asla yetinmez. Kazanç hırsıyla, başkalarının hakkını çiğnemekten çekinmez. Böyle birinin zenginliği ne kendisine, ne de topluma yarar sağlar. Kanaatkâr ve tok gözlü insan ise, Allah’ın verdiği nimetlere şükretmesini bilir. Toplumla ve kendi iç dünyasıyla barışıktır. Zenginlik onu şımartıp azgınlaştırmaz, fakirlik de isyana sürüklemez. Daha fazla kazanmak ve üretmek için çaba gösterse bile, asla haksızlığa, zulme tevessül etmez. Başkalarının kazancına göz dikmez, haset etmez. Sahip olduğu nimetleri, gerektiğinde başkalarıyla paylaşmaktan çekinmez. İnsana huzur ve mutluluk verecek olan gerçek zenginlik, işte budur.” 524. Abdullah bin Amr bin Âs radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Müslüman olup da, kendisine yetecek kadar rızkı bulunan ve Allah’ın verdiklerine kanaat eden kimse, gerçekten kurtulmuştur.” 525. Hakîm bin Hizâm radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den kendisine gelen zekât mallarından istedim, verdi. Bir daha istedim, yine verdi. Tekrar istedim, tekrar verdi. Sonra buyurdu ki: — Ey Hakîm! Şu dünya malı, gerçekten çekici ve tatlıdır. Kim onu ihtirasa kapılmadan, tok gözlülükle alırsa, o malda kendisine bereket verilir. Kim de onu açgözlülükle alırsa, o malda bir bereket olmaz. Böyle biri, yiyip yiyip de bir türlü doymayan aç gözlü kimse gibidir. Şunu hiçbir zaman unutma ki, veren el, alan elden daima daha hayırlıdır. Bunun üzerine ben: — Ey Allah’ın Rasulü! Seni hak din ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, yaşadığım sürece senden sonra hiç kimseden bir şey kabul etmeyeceğim, dedim. Hakîm, gerçekten de o günden sonra hiç kimseden bir şey almadı. Hatta Hz. Ebu Bekir halife iken, ganimet mallarından pay vermek için Hakîm’i çağırır, fakat Hakîm ondan hiçbir şey kabul etmezdi. Daha sonra Hz. Ömer halife olduğu zaman kendisini bir şeyler vermek için çağırdı, Hakîm ondan da bir şey kabul etmedi. Bunun üzerine Ömer: — Ey Müslümanlar! Siz şahit olun ki, ben Hakîm’e şu ganimetten Allah’ın ona ayırdığı payı veriyorum, fakat o almak istemiyor, dedi. Böylece Hakîm, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra, ölünceye kadar hiç kimseden bir şey kabul etmedi.


1. ARİFLERİN YOLU

265

526. Ebu Bürde’den rivayet edildiğine göre, Ebu Musa el–Eş’arî radıyallahu anh şöyle demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte bir savaşa çıkmıştık. Son derece kısıtlı imkânlara sahiptik. Öyle ki, altı kişi bir deveye nöbetleşe biniyorduk. Sıcak kumlar üzerinde yürümekten ayaklarımızın altı delinmişti. Benim de ayaklarım delinmiş ve tırnaklarım düşmüştü. Ayakkabılarımız parçalandığından, ayaklarımıza bez parçaları sarıyorduk. Bu yüzden o savaşa “Zâtürrikâ” (Yamalılar Savaşı) ismi verilmişti. Ebu Bürde diyor ki: Ebu Musa bunları söyledikten sonra, yaptığına pişman olarak, “Bunları ne diye anlatıyorum ki!” dedi. Sanırım, Allah yolunda yaptığı bir iyiliği ifşa etmeyi doğru bulmamıştı. 527. Amr bin Tağlib radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e birtakım ganimet malları –yahut esirler– getirilmişti. O da bunları kimine verip kimine vermemek suretiyle Müslümanlar arasında dağıtmıştı. Pay vermediği kişilerin söylendiklerini haber alınca, konuşma yapmak üzere cemaati topladı ve Allah’a hamd ve senâ ettikten sonra şöyle buyurdu: “Bakın, Allah’a yemin ederim ki, ben bilinçli olarak kimilerine bu mallardan veriyor, kimilerine vermiyorum. Aslında mal vermediğim kimseler, bence verdiklerimden daha sevgilidirler. Ama bazı kimselerin kalbinde, dünya malına karşı zaaf ve düşkünlük gördüğüm için kendilerine dünyalıktan veririm. Bazı kimselere de, Allah’ın kalplerinde yarattığı kanaat ve tokgözlülüğe güvenerek bir şey vermem. Amr bin Tağlib de bunlardan biridir.” Amr bin Tağlib der ki, “Vallahi Peygamber aleyhisselâm’ın benimle ilgili söylediği bu sözünü, dünyanın en kıymetli mallarına değişmem.” 528. Hakîm bin Hizâm radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Üstteki el, alttaki elden hayırlıdır. Yani yardım eden güçlü ve zengin mümin, yardım edilen zayıf ve fakir müminden daha faziletli, daha üstündür. Sen yardım etmeye, geçimini üstlendiğin kimselerden başla. Sadakanın en hayırlısı, ihtiyaç fazlası maldan verilendir. Kim insanlara el avuç açmaktan kaçınarak iffetli davranırsa, Allah onu saygıdeğer kılar. Kim kanaatkâr davranır açgözlülükten uzak durursa, Allah onu başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır.”


266

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

529. Muâviye bin Ebî Süfyân radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Benden dünya malı istemekte ısrar etmeyin. Allah’a yemin ederim ki, sizden biri benden bir şey ister de razı olmadığım hâlde benden bir şey alırsa, verdiğim malın asla bereketini görmez.” 530. Ebu Abdurrahman Avf bin Malik el–Eşcaî radıyallahu anh şöyle diyor: Biz bir gün yedi, sekiz veya dokuz kişi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanındaydık. Bize: — Allah’ın Elçisine biat etmez misiniz? buyurdu. Oysa daha az önce, emirlerine bağlı kalacağımıza dair söz vererek ona biat etmiştik. Bu yüzden: — Ya Rasulallah, sana demin biat ettik ya, dedik. O yine: — Allah’ın Elçisine bir kez daha biat etmez misiniz? buyurdu. O zaman biz de biat için ellerimizi uzatarak: — Ya Rasulallah, biz sana bağlı kalacağımıza dair söz vererek biat etmiştik, şimdi hangi konuda biat edeceğiz? dedik. — Allah’a kulluk edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacağınıza, beş vakit namazı aksatmadan kılacağınıza, Allah’ın bütün emirlerine itaat edeceğinize ve –burada dikkatimizi çekmek üzere sesini alçaltarak– kimseden bir şey istemeyeceğinize dair biat edeceksiniz, buyurdu. Avf bin Malik diyor ki: Allah’a yemin ederim, Peygamber’e biat eden o insanlardan öylelerini gördüm ki, bineğinin üzerindeyken kamçısı yere düşerdi de, kimseden onu kendisine vermesini istemezdi. Bineğinden iner ve kamçısını yerden kendisi alırdı. 531. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İhtiyacı olmadığı hâlde yüzsüzlük edip dilencilik yapan ve bu işi meslek hâline getiren kişi, böyle yüzsüzlük yaptığı için Mahşer Günü suratında bir parça et bile olmaksızın Allah’ın huzuruna çıkacaktır.” 532. Yine Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir gün minber üzerinde hutbe verir iken, sadaka vermenin ve başkalarına el açmayıp onurlu davranmanın faziletinden bahsederek şöyle buyurmuştur: “Üstteki el, alttaki elden hayırlıdır. Üstteki el sadaka veren, alttaki el ise


1. ARİFLERİN YOLU

267

o sadakayı alan eldir. Öyleyse sen alan el değil, veren el ol!” 533. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Malını çoğaltmak için dilenen kişi, gerçekte kendini cehennemde yakacak ateş koru dileniyor demektir. Artık kendisi bilir; ister az mala kanaat etsin, ister cehenneme girme pahasına malını çoğaltsın.” 534. Semure bin Cündeb radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İnsanın dilenmesi, kendi yüzünü tırmalayıp yaralaması demektir. Başkalarına el açıp dilenen insan, kimlik ve kişiliğinin zedelenmesine, izzet ve şerefinde kara lekelerin meydana gelmesine sebep olur. Ancak yöneticilerden hakkını istemek ya da zaruret sebebiyle dilenmek böyle değildir.” 535. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim muhtaç duruma düşer de hâlini Allah’a arz etmek yerine insanlara açarsa, ihtiyacı giderilmez. Fakat ihtiyacını Allah’a arz eden kişiye, Allah hiç ummadığı yerden kapılar açarak er geç rızkını verir ve onu sıkıntıdan kurtarır.” 536. Sevbân radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Kim bana hiç kimseden bir şey dilenmeyeceğine söz verir ki, ben de ona cenneti garanti edeyim? diye sordu. Bunun üzerine: — Ben söz veriyorum, dedim. Bu hadisi Sevbân’dan rivayet eden râvi diyor ki: Sevbân, ömrünün sonuna kadar verdiği söze bağlı kaldı. Hangi durumda olursa olsun, hiç kimseden bir şey istemezdi. Hatta bineğinin üzerinde iken kamçısı elinden düşse, kimseden yardım istemez, inip onu kendi alırdı. 537. Ebu Bişr Kabîsa bin el–Muhârik radıyallahu anh şöyle diyor: Üstlendiğim bir kefalet borcu yüzünden Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip kendisinden bir şeyler istemiştim. Bana: “Biraz bekle de, zekât malları gelsin. Ondan sana borcuna yetecek kadar verilmesini emrederiz.” dedi. Sonra şöyle buyurdu:


268

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Ey Kabîsa! Şu üç kişiden başkasına dilenmek helal olmaz: 1. Birine kefil olup borç altına giren kişi ki, borcunu ödeyinceye kadar dilenmesi helaldir. Fakat borcu biter bitmez, dilenmekten vazgeçmelidir. 2. Bütün mal varlığını yok eden büyük bir felâkete uğramış kişinin, ihtiyacını giderinceye kadar dilenmesi helaldir. 3. Kendisini tanıyanlardan aklı başında üç kişinin, “Bu adam fakir düştü.” diyecekleri kadar yoksulluğa düçar olan kişinin, geçimini temin edecek kadar dilenmesi helaldir. Ey Kabîsa! Bunların dışında dilenmek haramdır, dilenen kişi haram yemiş olur.” 538. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kapı kapı dolaşarak bir iki lokma veya bir iki hurmayla savuşturulan kimse yoksul değildir. Asıl yoksul, kendisine yetecek malı bulunmayan, fakat muhtaç olduğu bilinmediği için kendisine sadaka verilmeyen ve hiç kimseden bir şey dilenmeyen kimsedir. İşte böyle fakirleri arayıp bulmalı, asıl onlara yardım elini uzatmalısınız. Yoksa kapı kapı dolaşan dilencilere vereceğiniz birkaç kuruşla, fakir fukaraya karşı sorumluluğunuzu yerine getirmiş olmazsınız.”

58. BAB: MALA MÜLKE TAMAH ETMEDEN ve BAŞKASININ HAKKINA GÖZ DİKMEDEN YARDIM ve SADAKA ALMANIN CAİZ OLUŞU Konu ile İlgili Hadisler: 539. Ömer radıyallahu anh’dan rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bazen bana gazilik bahşişi verirdi. Ben kendisine: — Onu benden daha muhtaç birine verseniz, dedim. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Bunu al, ya Ömer! Göz dikmediğin ve istekli olmadığın hâlde sana böyle bir mal verilirse, onu alabilirsin. O malı alıp sahiplendikten sonra ister kendin yer, ister senden daha muhtaç gördüğün birine sadaka olarak verirsin. Fakat durum böyle değilse, yani bir mal sana verilmemişse, onun da peşine düşme, buyurdu.


1. ARİFLERİN YOLU

269

Bu hadisi Hz. Ömer’den nakleden torunu Sâlim diyor ki: Babam Abdullah hiç kimseden bir şey istemez, fakat kendisine verilen hediyeyi de geri çevirmezdi.

59. BAB: ELİNİN EMEĞİYLE GEÇİNMEYİ ve HİÇ KİMSEDEN BİR ŞEY DİLENMEYİP İFFETLİ YAŞAMAYI TEŞVİK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Cuma namazını kıldıktan sonra, yeryüzüne dağılarak Allah’ın lütfundan rızkınızı aramaya devam edin ve Allah’ı sürekli hatırlayıp gündeme getirerek anın ki, dünyada ve ahirette kurtuluşa erebilesiniz. (Cuma, 62/10) Konu ile İlgili Hadisler: 540. Zübeyr bin Avvam radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizden birinizin baltasını ve iplerini alıp dağa giderek sırtına yüklediği bir demet odunu getirip pazarda satması ve böylece Allah’ın onun kişilik ve onurunu koruması, insanlardan bir şeyler dilenmesinden –istediği verilse de verilmese de– daha hayırlıdır.” 541. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizden birinizin sırtına bir bağ odun yüklenip satması, herhangi bir kişiden dilenmesinden –o kişi ona istediğini verse de vermese de– daha hayırlıdır.” 542. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Davud aleyhisselâm çok büyük maddi imkânlara ve güçlü bir siyasi otoriteye sahip olmasına rağmen, demircilik yaparak geçimini temin eder, alın teri ve el emeğiyle kazandığından başka bir şey yemezdi.” 543. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “ Zekeriya aleyhisselâm marangozluk yapardı. Yani o da elinin emeğiyle geçinirdi.” 544. Mikdâm bin Mâdîkerib radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


270

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Hiçbir kimse, elinin emeğinden daha hayırlı bir rızık yememiştir. Allah’ın Peygamberi Davud aleyhisselâm da elinin emeğiyle geçinirdi.”

60. BAB: CÖMERT ve LÜTUFKÂR DAVRANMAK, ALLAH’A GÜVENEREK HAYIR YOLLARINDA HARCAMA YAPMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Servetinin eksileceğinden korkarak yoksullara yardım etmekten kaçınanlara de ki: “Hiç kuşkusuz Rabb’im, dilediğine sınırsız nimetler bahşeder, dilediğine de ölçülü ve idareli verir. Öyleyse, malınızı cömertçe harcamaktan korkmayın. Unutmayın ki, Allah yolunda her ne harcarsanız, O size bunun karşılığını hem dünyada, hem de ahirette kat kat fazlasıyla verecektir. Çünkü O, rızık ve nimet verenlerin en hayırlısıdır.” (Sebe, 34/39) 2. Ey inananlar! İyilik namına yaptığınız her harcama, aslında kendi faydanızadır. Çünkü siz, yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için harcama yapıyorsunuz. O hâlde, şu müjde ile sevinin: Yaptığınız bütün iyilikler, size tam olarak –hem de kat kat fazlasıyla– geri ödenecek ve kesinlikle haksızlığa uğratılmayacaksınız. (Bakara, 2/272) 3. Her ne iyilik yaparsanız, Allah hepsini bilmektedir ve mükâfatını da elbette verecektir. (Bakara, 2/273) Konu ile İlgili Hadisler: 545. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ancak şu iki grup insan gıpta edilmeye, imrenilmeye lâyıktır: Biri Allah’ın kendisine bahşettiği malı mülkü yine O’nun yolunda harcayan kimse, diğeri de Allah’ın kendisine verdiği ilim ve hikmet ile yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse.” 546. Yine Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir gün Ashabı’na: — Hanginize mirasçısının malı, kendi malından daha sevimlidir? Yani hangi biriniz malının mülkünün elinden alınıp miras bırakacağı kişilere verilmesini arzu eder? diye sordu. Onlar da: — Ey Allah’ın Rasulü! Elbette hepimize, kendi malımız daha sevimlidir. Her insan, doğal olarak malının kendisinde kalmasını ister, dediler. Bunun üzerine


1. ARİFLERİN YOLU

271

Peygamberimiz: — Kişinin Allah yolunda harcayarak ahirete gönderdiği kendisinin malı, harcamayıp geriye bıraktığı ise mirasçısının malıdır. Öyleyse, malınızın sizinle birlikte ahirete intikal edip size ebedî hayatı kazandırmasını istiyorsanız, ihtiyacınızdan fazlasını Allah yolunda harcayın, buyurdu. 547. Adiyy bin Hâtim radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah için vereceğiniz yarım hurmayla bile olsa, kendinizi cehennem ateşinden koruyun!” 548. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh anlatıyor: Allah’ın elçisi, insanların en cömerdi idi. Öyle ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den bir şey istendiğinde asla yok demezdi. Varsa ve vermesi mümkünse verir, verecek bir şeyi yoksa, güzel sözler söyleyerek isteyenin gönlünü alırdı. 549. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Kulların sabaha eriştiği her gün, yeryüzüne iki melek iner ve onlardan biri: — Allah’ım, senin rızan için malını harcayanlara daha iyisini ver, diye dua eder. Diğeri de: — Allah’ım, cimrilik edenlerin malını yok et, diye beddua eder.” 550. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: Allah celle celâluh buyurdu ki: “Ey âdemoğlu! İnfak et ki, sana da infak edilsin. Yani benim yolumda malını harca ki, ben de sana dünyada şeref ve zenginlik, ahirette cennet vereyim!” 551. Abdullah bin Amr bin Âs radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: — İslam’da kişiye sevap kazandıran en güzel davranış hangisidir? diye sordu. Peygamberimiz: — Muhtaçlara, kimsesizlere ve misafirlere yemek yedirmen ve tanıdık tanımadık herkese selâm vermendir, buyurdu. 552. Yine Abdullah bin Amr bin el-Âs radıyallahu anhumâ’dan rivayet edil-


272

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

diğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kişiye kolayca sevap kazandıran kırk çeşit iyilik vardır ki, bunların en üstünü, birisine sağması için ödünç bir keçi vermektir. Kim sevabını umarak ve mükâfatını yalnızca Allah’tan bekleyerek bu kırk iyilikten birini yaparsa, Allah bu sebeple onu cennete koyar.” 553. Ebu Ümâme radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ey âdemoğlu! İhtiyacından fazla olan malını sadaka olarak vermen senin iyiliğine, vermeyip elinde tutman da kötülüğünedir. Sana yetecek kadar mala sahip olmaktan dolayı Allah katında sorumlu tutulmazsın. Öyleyse, ihtiyacından fazlasını Allah yolunda infak et ve harcamaya, bakmakla yükümlü olduğun kimselerden ve yakın akrabalarından, komşularından başla. El açıp yardım dilenen değil, yardım eden kişi ol. Unutma ki, veren el, alan elden üstündür.” 554. Enes bin Malik radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem İslam’ın yayılması için, kendisinden dünya malı olarak ne istenirse mutlaka verirdi. Bir defasında, yanına gelen Safvan bin Ümeyye adındaki bir adama iki dağ arasını dolduran bir koyun sürüsü vermişti. Adam kabilesine dönünce: “Arkadaşlar, hemen Muhammed’e gidip Müslüman olun! Çünkü Muhammed, fakirlik ve ihtiyaç korkusu duymadan büyük ikram ve ihsanlarda bulunuyor.” demişti. Enes diyor ki: Peygamber aleyhisselâm’ın ikramda bulunduğu bazı insanlar, sırf dünyalık elde etmek için Müslüman olurlardı. Fakat İslam’ı tanıdıktan kısa bir süre sonra, Müslümanlık onların gözünde dünyadan ve dünya üzerindeki her şeyden daha değerli hâle gelirdi. 555. Ömer radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir gün aramızda ganimet malı dağıtıyordu. Ben: — Ey Allah’ın Rasulü! Kendilerine pay verdiğiniz şu insanlardan başkaları o mala daha lâyıktırlar, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Doğru söylüyorsun, ama kalplerinde dünya malına karşı zaaf ve düşkünlük olan bu insanlar, beni iki seçenekle karşı karşıya bıraktılar: Ya yüzsüzlük edip benden mal isteyecekler ve ben de o malı onlara vereceğim ya da iste-


1. ARİFLERİN YOLU

273

diklerini vermeyeceğim, bu defa da cimri olmadığım hâlde beni cimrilikle suçlayacaklar. Böylece, üç beş kuruş için gereksiz yere yakışıksız sözler söyleyerek günaha girecekler. Ben de bunu engellemek için, o maldan onlara vereceğim, buyurdu. 556. Cübeyr bin Mut’im radıyallahu anh anlatıyor: Huneyn savaşı dönüşü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte yürürken, bizimle birlikte düşmana karşı savaşmış olan bazı bedeviler, Peygamber’in yanına sokularak ganimet mallarından istediler. Hatta üzerine bindiği devesini ürküterek, onu dikenli bir ağaca doğru sıkıştırdılar. O sırada Peygamber’in cübbesi ağacın dallarına takıldı. Bunun üzerine, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem devesini durdurdu ve: “Cübbemi verin bana! Eğer şu gördüğünüz ağaçlar kadar hayvanım olsaydı, onların tamamını aranızda paylaştırırdım. O zaman benim cimri, yalancı ve korkak olmadığımı görürdünüz!” buyurdu. 557. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sadaka vermek malı eksiltmez. Kul başkalarının hatalarını bağışladıkça, Allah da onun izzet ve şerefini arttırır. Her kim Allah için alçak gönüllü davranırsa, Allah da onun derecesini yükseltir.” 558. Ebu Kebşe Amr bin Sa’d el–Enmârî radıyallahu anh, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işitmiştir: “Üç şey vardır ki, onların doğruluğuna yemin ederek size bir söz söyleyeceğim, onları iyi belleyin: 1. Sadaka vermekle kulun malı eksilmez. Sadaka veren kişiye Allah, hiç ummadığı yerden kapılar açarak rızkını bereketlendirir. Ayrıca ahiret gününde, verdiğinin kat kat fazlasıyla onu ödüllendirir. 2. Bir kul haksızlığa uğrar da intikam almaya gücü yettiği hâlde affedip sabrederse, Allah onun izzet ve şerefini arttırır. 3. Kul fakir ve düşkün olmadığı hâlde dilenmenin kapısını açarsa, Allah da ona fakirliğin kapısını açar. (Yahut buna benzer bir cümle söyledi.) Size bir söz daha söyleyeceğim, onu da iyi belleyin. Dünyada dört çeşit insan vardır: 1. Bir kul vardır ki, Allah ona hem mal hem ilim vermiştir. O, kendisine


274

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

bahşedilen nimetler konusunda Rabb’ine karşı sorumluluk sahibidir. Akrabalarını görüp gözetir. Malında, Allah için fakirlere, muhtaçlara verilmesi gereken bir hak olduğunu bilir. Bu kişi, en üst derecededir. 2. Bir kul da vardır ki, Allah ona ilim vermiş, fakat mal vermemiştir. Bu kişi samimi bir niyetle, “Eğer malım olsaydı, ben de falan kimse gibi yapardım, akrabama ve fakir fukaraya yardım ederdim.” der. O da iyi niyetinin karşılığını görür. Böylece, bu ikisinin sevabı birbirine denk olur. 3. Bir kul da vardır ki, Allah ona mal vermiş, ama ilim vermemiştir. O, cahilliği yüzünden malını gelişigüzel harcar. Allah’a karşı sorumluluğunu yerine getirmez. Akrabasını da görüp gözetmez. O malda, Allah’ın hakkı olduğunu idrak etmez. Bu kişi de en aşağı derecededir. 4. Bir kul daha vardır ki, Allah ona ne mal, ne de ilim vermiştir. O kişi, “Eğer malım olsaydı, ben de falan kimse gibi yapardım, fakir fukarayı gözetmez, haram helal demeden yer içerdim.” der. O da kötü niyetinin karşılığını görür. Böylece, bu son ikisinin günahı da birbirine denk olur.” 559. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber ve ailesi bir koyun kesmişlerdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Ondan geriye ne kaldı? diye sordu. Aişe: — Sadece bir kürek kemiği kaldı, gerisini dağıttık, cevabını verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz: — Demek ki, kürek kemiği hariç, hepsi ahirette bizim için duruyor, dedi. 560. Hz. Ebu Bekir’in kızı Esmâ radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Esmâ’ya: Allah için yapacağın iyilik ve ihsanları kısma, yoksa Allah da sana yapacağı ikramları kısar, demiştir. Bir başka rivayet şöyledir: “İhtiyacından fazlasını Allah yolunda harca, onu fakir fukaradan esirgeme. Yoksa Allah da senden nimetlerini esirger. Paranı yığıp saklama, yoksa Allah da senden lütuf ve ihsanını saklar.” 561. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurmuştur: “Cimri insanla cömert insanın ruh hâli, göğüsleri üzerine zırh giyinmiş iki kişinin durumuna benzer. Şöyle ki, cömert olan kişi Allah için harca-


1. ARİFLERİN YOLU

275

dıkça, üzerindeki zırh genişler ve ayak parmaklarını örtecek, hatta ayak izlerini silecek kadar uzar. Cömert adam, iyilik ve yardımseverlikten duyduğu huzurun, ta parmak uçlarına kadar bütün vücudunu kapladığını hisseder. Cömertlik sayesinde görünür ve görünmez ayıplarının örtülmüş olmasından dolayı son derece mutlu olur. Cimriye gelince, o bir şey vermek istediğinde, zırhın halkaları birbirine iyice geçerek onu sıkıştırmaya başlar. Zırhı genişletmek için ne kadar çalışsa da, bunu bir türlü başaramaz. Cimrilik duygularının baskısından kurtulup da iyilik yapamaz. Başkalarına yardım etmiş olmanın huzur ve rahatlığını gönlünde yaşayamaz.” 562. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Her kim helal kazancından bir hurma miktarı sadaka verirse –ki Allah helalden başkasını kabul etmez– Allah o sadakayı sağ eliyle (yani razı olarak, güzelce) kabul eder ve herhangi birinizin tayını büyütüp yetiştirdiği gibi, onu sahibi adına özenle büyütüp yetiştirir. Nihayet o küçücük hurma büyüklüğündeki sadaka, büyüye büyüye kocaman bir dağ kadar olur.” 563. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Adamın biri kırlarda yürürken, yağmur yüklü bir buluttan, “Ey bulut! Git filanın bahçesini sula!” diye bir ses işitti. Bunun üzerine bulut hareket ederek, suyunu kayalık bir yere boşalttı. Adam bir de baktı ki, derelerden biri o suyun tamamını alıp bir yere doğru götürüyor. Sonra suyu takip etmeye başladı. Nihayet, elindeki kürekle suyu oraya buraya çevirip bahçesini sulayan bir çiftçiyle karşılaştı. Ona: — Ey Allahın kulu, senin adın nedir? diye sordu. Çiftçi de, adamın buluttan işittiği ismi söyledi ve: — Adımı niçin sordunuz? dedi. O da: — Ben şu suyu yağdıran buluttan, senin ismin söylenerek, “Filanın bahçesini sula!” diye bir ses duymuştum da onun için soruyorum. Sen ne yapıyorsun ki, böyle büyük bir lütfa nail oluyorsun? dedi. Bahçe sahibi: — Madem sordun, söyleyeyim. Ben bu bahçeden elde ettiğim ürünü hesap ederim. Üçte birini fakir fukaraya sadaka olarak dağıtır, üçte birini çoluk çocuğumla yer, üçte birini de tohumluk olarak ayırırım, dedi.

61. BAB: CİMRİLİK VE AÇGÖZLÜLÜKTEN SAKINMAK


276

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Konu ile İlgili Ayetler: 1. Her kim de cimrilik eder, ahmakça gurura kapılarak kendisini her türlü ihtiyacın üstünde görür, böylece en güzel inanç, ahlak ve hukuk sistemin olan İslam dinini yalanlarsa, ona da zorluk ve sıkıntıya giden ve sonu cehennemle biten yolu kolaylaştıracağız. Ve nihayet bir mezar çukuruna yuvarlandığı zaman, o yığıp biriktirdiği malı mülkü kendisini gazabımızdan kurtaramayacak. (Leyl, 92/8–11) 2. Her kim kıskançlık, cimrilik, kibir gibi bencilce tutkulardan kendisini korursa, işte dünyada ve ahirette kurtuluşa erenler onlardır. (Teğabün, 64/16) Konu ile İlgili Hadisler: 564. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Zulüm ve haksızlıktan sakının! Çünkü zulüm, kıyamet günü zalimin karşısına zifiri karanlıklar olarak çıkacaktır. Cimrilikten de uzak durun! Çünkü cimrilik, sizden önceki toplumları birbirlerinin kanlarını dökmeye, dokunulmaz haklarını çiğnemeye sevk ederek felakete sürüklemiştir.”

62. BAB: BAŞKALARINI KENDİNE TERCİH ETMEK ve MUHTAÇLARA YARDIMDA BULUNMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Vaktiyle Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan Medineli fedakâr Müslümanlar, kendi ülkelerine göç eden Mekkeli Muhacirleri canları gibi severler ve onlara fazladan verilen ganimetlerden dolayı içlerinde en ufak bir kıskançlık, bir burukluk duymazlar. Hatta kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, daha muhtaç durumda olan mümin kardeşlerini kendilerine tercih ederler. Unutmayın, her kim nefsinin bencillik, kıskançlık, cimrilik gibi ihtiraslarından korunursa, işte dünyada ve ahirette kurtuluşa erecek olanlar onlardır. (Haşr, 59/9) 2. O fedakâr müminler, mala mülke karşı yüreklerinde sevgi duydukları hâlde, sırf Allah rızası için yoksulu, yetimi ve esiri doyurur, onlara maddî manevî her türlü yardım ve desteği sağlamak için çırpınırlar. Onlara: “Biz sizi yalnızca Allah rızası için doyuruyoruz, sizden herhangi bir karşılık, bir teşekkür beklemiyoruz. Çünkü biz, asık suratlı ve dehşet ve-


1. ARİFLERİN YOLU

277

rici Gün gelip çattığında, Rabb’imizin huzurunda hesaba çekilmekten korkuyoruz.” derler. Allah da, bu davranışlarına karşılık onları o korkunç Günün dehşetinden koruyacak ve yüzlerine aydınlık, yüreklerine sevinç verecektir. (İnsan/Dehr, 76/8–11) Konu ile İlgili Hadisler: 565. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: Yoksul ve kimsesiz bir adam, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: — Ya Rasulallah, açlıktan hâlsiz düştüm, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz, hanımlarından birine haber göndererek yiyecek bir şey göndermesini istedi. O da: — Seni hak dinle gönderen Allah’a yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok, dedi. Bu sefer Rasulullah, bir başka hanımından yiyecek bir şeyler istedi. O da aynı cevabı verdi. Sorduğu diğer hanımları da aynı cevapları verince, Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem Ashabı’na dönerek: — Bu gece bu şahsı kim misafir etmek ister? diye sordu. Ensar’dan biri: — Ben misafir ederim, ya Rasulallah, diyerek o yoksulu alıp evine götürdü. Eve varınca karısına: — Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in misafirini iyi ağırlayalım, dedi. Bir başka rivayete göre, o sahabi, hanımına: — Evde yiyecek bir şey var mı? diye sordu. Hanımı: — Hayır, çocuklarımın yiyeceğinden başka bir şey yok, dedi. O da: — Öyleyse çocukları bir şeylerle avut, sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misafirimiz içeri girince de kandili söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım, adamı utandırmayalım, dedi. Böylece sofraya oturdular. Misafir karnını doyurdu, onlar ise hiçbir şey yemeden aç yattılar. Ertesi sabah, o sahâbî Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gitti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onu görünce: — Allah, bu gece misafirinize yaptıklarınızdan razı olmuştur, buyurdu. 566. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


278

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Müslüman tokgözlü ve kanaatkârdır. Midesine düşkün olmadığı için, tıka basa yemek yemez. Sofrasında mutlaka fakirlere, muhtaçlara yer verir. Buna göre iki kişinin yiyeceği üç kişiye, üç kişinin yiyeceği de dört kişiye yeter.” Müslim’in Câbir bin Abdullah’tan rivayet ettiği bir hadise göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir kişinin yiyeceği iki kişiye, iki kişinin yiyeceği dört kişiye, dört kişinin yiyeceği ise sekiz kişiye yeter.” 567. Ebu Saîd el–Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile bir seferde bulunuyorduk. Derken, sefere katılan Müslümanlardan biri, devesine binmiş bir vaziyette yanımıza çıkageldi. Son derece aç ve bitkin görünen bu adam, yardım umuduyla sağa sola bakınmaya başladı. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yanında ihtiyacından fazla binek hayvanı olan, olmayana versin. Fazla azığı olan da, azığı olmayana versin.” buyurdu. Ayrıca, yolculukta lazım olan elbise, ayakkabı, su, kap kaçak, çadır, para gibi daha birçok mal çeşidi saydı. Öyle ki, biz içimizden hiç kimsenin, ihtiyacından fazla bir şey bulundurmaya hakkı olmadığını zannettik. 568. Sehl bin Sa’d radıyallahu anh anlatıyor: Bir kadın, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e dokunmuş bir elbise getirip verdi ve: — Bunu giyesiniz diye kendi ellerimle dokudum ya Rasulallah, dedi. Böyle bir elbiseye zaten ihtiyacı olan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onu aldı ve giyinip yanımıza geldi. Sahabîlerden biri, Peygamber’e: — Ne güzel bir elbiseymiş, onu bana verseniz de giysem, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve selem de: — Olur, diye cevap verdi. Orada biraz oturduktan sonra evine döndü ve elbiseyi katlayıp o adama gönderdi. Ashab–ı Kiram o sahâbîye: — Hiç de iyi yapmadın. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu elbiseye ihtiyacı olduğu için onu giymişti. Fakat sen, kendisinden bir şey isteyeni geri çevirmediğini bildiğin hâlde onu Peygamber’den istedin, dediler. Bunun üzerine, o kişi: — Vallahi ben o kumaşı giyinmek için değil, kendime kefen yapmak için istedim, dedi.


1. ARİFLERİN YOLU

279

Hadisin râvisi Sehl bin Sa’d diyor ki: O elbise, gerçekten de onun kefeni oldu. 569. Ebu Musa el–Eş’arî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Eş’arî kabilesi, seferde azıkları tükenmeye yüz tuttuğu veya Medine’de ailelerinin yiyeceği azaldığı zaman, hepsi yanlarında bulunan yiyeceği getirip bir sergiye dökerler. Sonra toplanan yiyeceği bir kapla aralarında eşit olarak paylaşırlar. İşte bu yüzden Eş’arîler bendendir, ben de onlardanım. Yani mükemmel bir yardımlaşma ve dayanışma örneği gösterdikleri için onları sever ve takdir ederim.”

63. BAB: AHİRET İŞLERİNE ÖNEM VERMEK, HAYIR ve BEREKETLERE VESİLE OLACAK İŞLERİ ÇOK YAPMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Gerçek mutluluğu yakalamak için gayret sarf edenler, cennet nimetlerini elde etmek için birbirleriyle yarışsınlar. (Mutaffifîn, 83/26) Konu ile İlgili Hadisler: 570. Sehl bin Sa’d radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e içecek bir şey getirildi. O da ondan içti. Sağ tarafında bir genç, sol tarafında ise yaşlı insanlar vardı. Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem, o gence dönerek: — Sağ tarafta bulunduğun için, aslında ikramda öncelik senin hakkındır. Ama izin verirsen, bunu yaşlılara verebilir miyim? diye sordu. Delikanlı, Peygamberimizin mübarek dudaklarının temas ettiği yerden ilk önce içmenin hayır ve bereketini arzu ederek: — Hayır, ya Rasulallah! Vallahi senden gelecek nasibimi hiç kimseye bağışlayamam, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de kabı o gence verdi. 571. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Eyyûb peygamber bir gün elbiselerini çıkarmış yıkanırken, Allah tarafından üzerine altın çekirgeler dökülmeye başladı. Eyyub da onları toplayıp elbisesine doldurdu. Bunun üzerine Allah, verdiği nimetler karşısında Eyyûb’un sevinç ve şükrünü ifade etmesine imkân hazırlamak üzere:


280

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Ya Eyyub! Ben sana, şu gördüklerine ihtiyaç duymayacak kadar lütuf ve ikramda bulunmadım mı? diye seslendi. Eyyûb da: — Evet, kudret ve şerefine yemin olsun ki, bana pek çok lütufta bulundun. Fakat ben, her zaman senden gelecek hayır ve bereketlere muhtacım. Senin yardım ve ikramına asla ihtiyacım yokmuş gibi davranamam, dedi.” Demek ki, şükrü eda edildiği takdirde, helal yoldan kazanıp zengin olmanın bir sakıncası yoktur.

64. BAB: ZENGİNLİĞİN FAZİLETİ MALI HELAL YOLLARLA KAZANIP ALLAH’IN EMRETTİĞİ YERLERE HARCAMAK SURETİYLE ZENGİNLİĞİN ŞÜKRÜNÜ YERİNE GETİREN ZENGİNİN FAZİLETİ Konu ile İlgili Ayetler: 1. Her kim Allah’ın kendisine bahşettiği nimetlerden bir kısmını O’nun rızası için yoksullara verir, kötülük ve günahlardan korunur ve gerek sözleri, gerek ortaya koyduğu hayat tarzıyla en güzel inanç, ahlak ve hukuk sistemi olan İslam dinini onaylarsa, ona huzur ve mutluluğa giden ve sonu cennetle biten yolu kolaylaştıracağız. (Leyl, 92/5–7) 2. Kötülük ve günahlardan titizlikle sakınan ve arınmak amacıyla malını harcayan kişi, o gün ateşten uzak tutulacaktır. Çünkü o, hiç kimseye ödenmesi gereken bir minnet borcu olmadığı hâlde, sadece Yüce Rabb’inin hoşnutluğunu kazanmak için malını, servetini harcamıştır. Kendisi de yakında Rabb’inin bağışlayacağı sonsuz nimetlerle hoşnut olacaktır. (Leyl, 92/17–21) 3. Sadakalarınızı, –gösteriş amacı gütmemek şartıyla– açıktan verirseniz, ne güzel! Fakat onu fakirlere gizlice vermeniz, sizin için daha iyidir. Çünkü bu, bazı günahlarınızın bağışlanmasını ve kalplerde sevgi, şefkat, kardeşlik gibi duyguların filizlenerek müminler arasında birlik, beraberlik ve dayanışma ruhunun canlanmasını, böylece, kötülüklerin, zulüm ve haksızlıkların silinip yok olmasını sağlar. Bunun için, sadakaları gizlice vermek daha güzeldir. Ancak zekât, –İslam devletinin topladığı resmî bir vergi olduğundan– açıktan verilmelidir. Böylece hem yanlış anlaşılmaların ve kötü zannın önüne geçilmiş, hem de insanlar zekât vermeye teşvik edilmiş olur. Unutmayın ki, Allah yaptığınız her şeyden haberdardır. (Bakara, 2/271) 4. Sevdiğiniz şeylerden bir kısmını Allah yolunda harcamadıkça, asla iyili-


1. ARİFLERİN YOLU

281

ğe ulaşamazsınız. Açgözlülük ve cimrilik hastalığından kurtulup da servetinizi, sağlığınızı, canınızı... Allah yolunda feda etmeye hazır olmadığınız sürece, O’nun hoşnutluğuna asla kavuşamaz, gerçek erdemliliğe ulaşamazsınız. Öyleyse az çok demeyin, Allah yolunda harcayın. Unutmayın ki, her ne harcarsanız, Allah hepsini bilir ve mükâfatını mutlaka verir. (Âl-i İmran, 3/92) Konu ile İlgili Hadisler: 572. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Zenginlik, makam, şöhret gibi dünyevi meziyetler imrenilmeye, özenilmeye lâyık değildir. İmrenilmeye, gıpta edilmeye lâyık olanlar, ancak şu iki kişidir: Biri, Allah’ın kendisine bahşettiği malı mülkü yine O’nun yolunda harcayan kimse; diğeri de, Allah’ın kendisine verdiği ilim ve hikmet ile yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse.” 573. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ancak şu iki kişi gıpta edilmeye değer: Biri Allah’ın kendisine bahşettiği Kur’an ilmi ile gece gündüz meşgul olan, onu okuyup anlamaya çalışan, manası üzerinde düşünen, başkalarına tebliğ eden ve onun hükümlerini hayata egemen kılmak için gayret gösteren kimse, diğeri de Allah’ın kendisine verdiği malı mülkü gece gündüz O’nun yolunda hizmet faaliyetlerine ve yoksullara harcayan kimse.” 574. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: Mekke’den Medine’ye hicret eden Müslümanların fakir olanları, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: — Zengin Müslümanlar, Allah’ın vadettiği en yüksek dereceleri ve ahiretteki sonsuz nimetleri alıp götürdüler, dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Bu da ne demek? diye sorunca, fakir Müslümanlar: — Onlar da bizim gibi namaz kılıyor, oruç tutuyorlar. Buna ilaveten, mallarından zekât ve sadaka veriyorlar, ama biz veremiyoruz. Onlar köle azat ediyorlar, ama biz edemiyoruz, dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onlara:


282

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Fazilet konusunda sizi geçenlere yetişmenizi, sizden sonra gelenleri de geçmenizi sağlayacak ve sizin yaptığınızı yapmadığı sürece, hiç kimsenin sizden daha üstün olamayacağı bir ibadeti size öğreteyim mi? diye sordu. Onlar da: — Evet, öğret ya Rasulallah! dediler. Bunun üzerine, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Her farz namazın ardından, otuz üçer defa subhânallah, elhamdulillah ve Allahu ekber deyin, buyurdu. Onlar da bunu yapmaya başladılar. Fakat birkaç gün sonra tekrar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: — Zengin kardeşlerimiz de bizim okuduğumuz bu zikirleri duyup aynını okumaya başlamışlar, dediler. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Servetini Allah yolunda harcayan ve ibadetlerinin yanı sıra benim öğrettiğim biçimde Allah’ı anan zengin ve güçlü Müslüman, Allah katında ulaşılabilecek en üstün makama sahiptir. Ne yapalım, artık bu Allah’ın bir lütfudur, Allah lütfunu dilediğine verir, buyurdu. Elhamdulillah: “Ey bütün iyiliklerin, güzelliklerin kaynağı olan Allah’ım! Her türlü övgüye, teşekküre lâyık olan sadece sensin. Bizlere bahşettiğin bunca nimetlerden dolayı sana sonsuz şükürler olsun, ya Rab!” Subhânallah: “Allah’ım, sen her türlü noksanlıktan, kusurdan uzaksın, yücesin! En mükemmel özellikler, en üstün vasıflar sana aittir. Her şeyi en iyi bilen, her konuda en güzel hükmü veren, sadece sensin.” Allahu ekber: “Allah’ım, sen en büyüksün, yüceler yücesisin! Gazabından korkulmaya, merhametine sığınılmaya, emirlerine itaat edilmeye lâyık yegâne güç, yegâne otorite sensin!”

65. BAB: ÖLÜMÜ HATIRLAMAK VE NEFSİN ARZULARINI DİZGİNLEMEK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Her canlı ölümü tadacak ve kazandığınız ödüller, size ancak Diriliş Gününde verilecektir. O hâlde, her kim ateşten kurtarılıp cennete konulursa, işte o, gerçek anlamda başarıyı elde etmiş ve kurtuluşa ermiş demektir. Yoksa şu dünya hayatı, cezp edici, fakat aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir. (Al-i İmran, 3/185) 2. Hiç kimse yarın ne kazanacağını ve başına neler geleceğini –mutlak ve


1. ARİFLERİN YOLU

283

kesin bir bilgiyle– bilemez; yine hiç kimse, ne zaman, nerede ve nasıl öleceğini –mutlak ve kesin bir bilgiyle– bilemez. Bütün bunları en mükemmel şekilde bilen ve her şeyden haberdar olan, yalnızca Allah’tır. (Lokman, 31/34) 3. Allah işledikleri kötülüklerden dolayı insanları anında helâk edecek olsaydı, yeryüzünde bir tek canlı bırakmazdı. Ne var ki, düşünüp tövbe etmeleri için, onlara vereceği cezayı kendisinin takdir ettiği belirli bir süreye kadar erteliyor. Fakat süreleri dolunca, artık son pişmanlık fayda vermez; yok oluşu ne bir an geciktirebilirler, ne de öne alabilirler.” (Nahl, 16/61) 4. Ey iman edenler! Malınız mülkünüz ve çoluk çocuğunuz, sizi Allah’ı anmaktan ve Allah yolunda mücadele etmekten alıkoymasın! Dikkat edin; her kim böyle davranacak olursa, dünyada da, ahirette de kaybedenlerden olacaktır. O hâlde, ölüm meleği ansızın kapınızı çalmadan ve son pişmanlıkla, “Ya Rab, ne olur bana biraz daha mühlet ver de, Senin yolunda her şeyimi harcayıp iyi bir insan olayım!” diyeceği an gelip çatmadan önce, size bahşettiğimiz nimetlerden bir kısmını hemen şimdi Allah yolunda harcayın. İyi bilin ki, ölüm vakti gelip çattığında, Allah hiçbir canı ertelemeyecektir. Hiç kuşkusuz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. (Münafikûn, 63/9–11) 5. Ahireti inkâr edenler, ne kadar lüks ve refah içinde yaşarlarsa yaşasınlar, eninde sonunda ölüm meleğiyle burun buruna gelecekler. Nihayet onlardan birine ölüm gelip çatınca: — Ya Rab! Ne olur bana bir fırsat daha ver de, beni hayata geri çevir ki, bugüne kadar hep ihmalkârlık ettiğim ve “Nasıl olsa yarın yaparım!” diye ertelediğim konularda, senin emrine uygun olarak iyilikler yapayım da hatalarımı telâfi edeyim! diye feryat edecek. Hayır, hayır! Onun bu söyledikleri, boş ve anlamsız sözlerden ibarettir! Çünkü ona yeterince süre verilmişti. O hâlde, insanlar bir daha asla dünyaya geri dönemeyecekler. Onlarla hayat arasında, yeniden diriltilecekleri güne kadar dünyaya dönmelerine izin vermeyen bir engel vardır. Nihayet, yeniden diriliş için sura üflenince, mezarlarından fırlayıp huzurumuza gelecekler. İşte o zaman, aralarındaki bütün soy sop bağlantıları kesilecek ve herkes kendi derdiyle meşgul olduğundan, hiçbiri diğerine bir şey soramayacak, kimsenin kimseye zerre kadar yardımı dokunmayacaktır. Böylece büyük mahkeme kurulacak ve bütün iyilikler, kötülükler bir bir ortaya dökülecektir. Kimin iyilikleri ağır basarsa, işte onlar kesinlikle kurtuluşa


284

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

ereceklerdir. Kimin iyilikleri hafif gelirse, onlar da kendilerine en büyük kötülüğü yapan ve sonsuza dek cehenneme mahkûm edilen kimseler olacaktır. Ve öyle amansız bir ateşe girecekler ki, alevler yüzlerini yalayıp kavuracak ve orada, dudakları parçalanıp döküldüğü için, sırıtan dişleriyle alevler arasında öylece somurtup kalacaklar. Ve Allah tarafından, ateşten daha acı bir azar işitecekler: — Ey zalimler! Bu azabı önceden haber veren uyarıcı ve yol gösterici ayetlerim size vaktiyle okunup ulaştırılmamış mıydı? Ve siz de onları küstahça yalanlayıp durmamış mıydınız? Bunun üzerine onlar, utanç ve pişmanlık içinde: — Ey Rabb’imiz! Biz azgınlığımızın, taşkınlığımızın kurbanı olduk, bu yüzden doğru yoldan saptık. Ey Rabb’imiz, lütfen çıkar bizi buradan! Sana söz veriyoruz, bir daha o kötülüklere dönersek, namerdiz! diyecekler. Bunun üzerine Allah: — Yıkılın karşımdan, bana boşuna yalvarıp durmayın! Çünkü vaktiyle, kullarım arasından bir grup inanmış insan, “Ey Rabb’imiz! Biz sana iman ettik, bizim günahlarımızı bağışla ve bize merhamet eyle. Hiç kuşkusuz sen, merhamet edenlerin en hayırlısısın!” diye yalvarırlardı, ama siz onlarla hep alay ederdiniz. Onlara yaptığınız baskı ve işkenceler yüzünden kalpleriniz katılaştı. Bu durum, sonunda size Beni anmayı büsbütün unutturdu. Öyle ki, onların bu gıpta edilecek durumuna gülüyor, onlarla dalga geçip duruyordunuz. Ama ben, vaktiyle hor ve hakir gördüğünüz bu insanları, sizin alay ve işkencelerinize sabırla göğüs gerdikleri için bugün ödüllendiriyorum. Onlar, ebedî kurtuluşa eren kimselerdir, diyecek. Sonra Allah, uğrunda kendisine isyan ettikleri dünya hayatının ne kadar değersiz olduğunu onlara göstermek üzere, cehennemdekilere soracak: — Söyleyin bakalım, sizce yeryüzünde kaç yıl kaldınız? Onlar da: — Olsa olsa bir gün, hatta bir günden de az. Fakat emin değiliz, bunu hesaplayabilecek olanlara sor ya Rab! Çünkü bizim aklımız başımızdan gitmiş durumda, diye cevap verecekler. Bunun üzerine Allah: — Doğrusu siz, yeryüzünde çok az bir süre kaldınız. Dünya hayatının ahirete oranla ne kadar değersiz olduğunu bir bilseydiniz! Bundan başka ne bekliyordunuz? Yoksa sizi hiçbir hikmet ve amaç gözetmeden, boş ve anlamsız bir oyun ve eğlence olsun diye yarattığımızı ve yaptıklarınızın hesabını vermek üzere, günün birinde huzurumuza çıkarılmayacağınızı mı sanıyordunuz? diyecek. (Müminûn, 23/99–115) 6. Müminlerin gönüllerinin Allah’ı anması ve indirdiği hakikat karşı-


1. ARİFLERİN YOLU

285

sında kalplerinin yumuşayıp saygıyla ürpermesi zamanı hâlâ gelmedi mi? İnananlar, zaman zaman puslanan, gaflete meyleden gönüllerini Kur’an’la her an yeniden aydınlatıp canlı tutsunlar ki, daha önce kendilerine kitap verilen ve vahiyle tanışmalarının üzerinden uzun bir süre geçtiği için kalpleri gaflet perdesiyle kapanıp katılaşan ve bugün birçokları yoldan çıkmış olan Yahudi ve Hıristiyanların durumuna düşmesinler. (Hadid, 57/16) Konu ile İlgili Hadisler: 575. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, söyleyeceği sözlere dikkatimi çekmek için iki omzumu tuttu ve: “Ya Abdullah! Dünyaya ve dünya nimetlerine tutkuyla bağlanıp kalma. Şu gelip geçici hayatı, ebedî bir vatan gibi görme. Dünyada bir garip veya bir yolcu gibi ol. Bu dünya, ahiret yolculuğunda konakladığın bir menzil gibidir. Konakladığın yeri imar edeceğim derken, asıl ulaşman gereken hedefi ihmal etme. Yolculuk yapan biri konakladığı yere ne kadar değer verirse, sen de dünyaya ancak o kadar değer ver.” buyurdu. Abdullah bin Ömer derdi ki: “Ey Müslüman kardeşim! Akşama ulaştığında sabahı gözetme, sabaha kavuştuğunda da akşamı bekleme. Ardı arkası kesilmez arzulara kapılıp da, geleceğe dair boş hayallerle kendini avutma. O an ne yapman gerekiyorsa, onu yap. Unutma ki, ölüm meleğinin ne zaman kapını çalacağı belli değildir. Bunun için, sağlığın yerindeyken hastalığın için, hayatta iken de ölümün için hazırlık yap.” 576. Yine Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Vasiyet edeceği malı olan bir Müslüman’ın, vasiyeti yanında yazılı olmaksızın iki gece geçirmesi doğru değildir.” Müslim’de yer alan bir diğer rivayette, “üç gece geçirmesi” şeklindedir. Bu hadisin ravisi olan Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sözünü duyduğum andan itibaren, yanımda vasiyetim olmaksızın bir gece bile geçirmedim. 577. Enes bin Malik radıyallahu anh diyor ki: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, elindeki değnekle yere birtakım çizgiler çizdi ve o çizgileri bize göstererek şöyle buyurdu:


286

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Dikdörtgenin içindeki bu kalın çizgi, insandır. Dikdörtgenin dışına taşan gri çizgi ise, onun bitmek bilmeyen istek ve arzularıdır. Dikdörtgenin içindeki şu kısa ok işareti şeklindeki çizgiler de, insanın başına gelecek bela ve musibetlerdir. Etrafını saran dörtgen şeklindeki çizgi ise, onun ecelidir. İnsan böyle geleceğe yönelik sınırsız hayaller içinde yaşayıp giderken bir de bakar ki, ölüm denilen en yakın çizgi karşısına çıkıvermiş.” 578. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bir gün yere bir dörtgen çizdi. Dörtgenin ortasına, onu bir kenarından keserek dışarı çıkan uzun bir çizgi çekti. Ortadaki bu çizginin iki yanından da, ona doğru uzanan birtakım küçük çizgiler çizdi. Sonra çizdiği şekli bize göstererek şöyle buyurdu: “Bu dikdörtgenin içindeki kalın çizgi, insandır. Şu dışındaki dikdörtgen ise, onu kuşatan ecelidir. İnsan asla bu çizginin dışına çıkamaz. Dörtgeni keserek dışarı çıkan gri renkli çizgi de, insanın sınırsız hayalleri, arzu ve hevesleridir. Ortadaki kalın çizgiye uzanan küçük çizgiler ise, insanın başına gelen bela ve musibetlerdir. İnsan bu belalardan birinden kurtulsa, öteki gelip onu yakalar; ondan kurtulsa, bir diğeri ona çarpar. Ve sonunda, arzu ve hayallerine ulaşamadan, ansızın eceli gelip onu yakalayıverir.” 579. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İnsanı hayır ve hasenattan alıkoyan şu yedi şey gelip çatmadan önce, hayırlı işler yapmakta acele edin. Yoksa siz haram helal sınırlarını unutturan fakirlikten, insanı azgınlığa sürükleyen zenginlikten, sağlığı bozan hastalıktan, bunaklaştıran ihtiyarlıktan, ansızın gelen ölümden, gelmesi beklenen şeylerin en kötüsü olan Deccal’den veya bütün bunlardan daha korkunç ve daha acı olan kıyametten başka bir şey mi bekliyorsunuz?” Hadis bu şekliyle, senet zincirinde bulunan Muhriz bin Harun sebebiyle zayıftır. (Ukaylî, Duafâ, 1822) Ancak hadisin manası doğru olup, benzer manayı ifade eden şahitleri (örneğin 88 numaralı hadis) mevcuttur. 580. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Pey-


1. ARİFLERİN YOLU

287

gamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Lezzetleri yok eden, zevkleri bıçak gibi kesen ve adına ölüm denilen gerçeği çokça hatırlayın! Çünkü ölüm düşüncesi, insanın dünyaya büsbütün bağlanıp ahireti unutmasına engel olur. Ölümü hatırlayan insan kötülüklerden uzaklaşarak hayırlı işlere koşar, gücünü ve servetini Allah’ın rızasına uygun şekilde harcar.” 581. Übey bin Kâb radıyallahu diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Ramazan aylarında, gecenin üçte biri geçince uyanıp kalkar ve çevresindekileri uyandırarak: — Ey insanlar, Allah’ı zikredin! Unutmayın ki, kıyamet için sura birinci kez üflendiğinde, yeri yerinden oynatan o korkunç sarsıntı gelip çatacak! Arkasından da, sura yeniden üflenecek ve ikinci bir sarsıntı kopacak. Ölüm de bütün şiddetiyle gelip çatacak; ölüm de bütün şiddetiyle gelip çatacak. Öyleyse neden hâlâ gaflet içinde oyalanıyor, vaktinizi boşa geçiriyorsunuz? Allah’ı çokça zikrederek bu korkunç günlere hazırlansanız ya, diyerek insanları uyarırdı. Bir gün ben kendisine: — Ya Rasulallah! Ben “Allahumme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed (Allah’ım! Peygamberimizi, onun Ehl-i Beyti’ni, Ashabı’nı ve bütün ümmetini dünyada ve ahirette selamete, kurtuluşa ilet!)” diye dua ederek size çokça salâvat–i şerîfe getiriyorum. Acaba kendim için yaptığım dualarımın ne kadarını size salâvat için ayırayım? diye sordum. Peygamberimiz: — Dilediğin kadarını, buyurdu. — Dualarımın dörtte birini salavât–i şerîfeye ayırsam uygun olur mu? diye sordum. — Dilediğin kadarını ayır. Ama daha fazla yaparsan senin için daha iyi olur, buyurdu. — Öyleyse duamın yarısını salavât–i şerîfeye ayırayım, dedim. — Dilediğin kadar yap. Ama daha fazlasını yaparsan senin için daha iyi olur, buyurdu. — Şu hâlde üçte ikisi yeter mi? diye sordum. — İstediğin kadar. Ama artırırsan senin için daha iyi olur, buyurdu. — Öyleyse, duaya ayırdığım zamanın hepsinde sana salavât–ı şerîfe getirsem nasıl olur? deyince:


288

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— İşte o zaman dünya ve ahirette sıkıntıların giderilir, arzuların gerçekleşir ve günahların bağışlanır, buyurdu. 582. Büreyde radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İslam’ın ilk yıllarında, kabirleri ziyaret etmenizi geçici olarak yasaklamıştım. Çünkü cahiliye devrinden kalma çirkin adetlerin izleri henüz tamamen silinememişti. Ama artık kabir ziyaretinde nasıl davranılması gerektiği konusunda İslami prensipler iyice benimsenip gönüllere yerleşmiş bulunuyor. Bundan böyle, bu prensiplere aykırı davranmamak şartıyla kabirleri ziyaret edebilirsiniz.” Başka bir rivayette, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İsteyen kabirleri ziyaret etsin. Çünkü kabir ziyareti bize ahireti hatırlatır, kalbimizi yumuşatır ve ölüm ötesi hayata hazırlanmamızı sağlar.” 583. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onun yanında kaldığı gecelerin sonuna doğru Bakî mezarlığına gider ve şöyle dua ederdi: “Selâm size, ey müminler diyarı! Rabb’iniz tarafından size vadedilen şeylerle nihayet karşılaştınız. Hayatta iken size anlatılan ölüm ve ahiretle ilgili gerçeği sonunda bizzat yaşadınız. Fakat asıl hesap henüz görülmedi. Şimdilik ileri bir tarihe ertelendiniz. Yarın kıyamet, diriliş, cennet gibi daha pek çok vaatlerin gerçekleştiğini göreceksiniz. İnşallah, biz de yakında aranıza katılacağız. Allah’ım, Bakîu’l–Ğarkad mezarlığında yatanları bağışla.”

66. BAB: KABİR ZİYARETİ KABİR ZİYARETİNİN (KADINLARA HELAL) ERKEKLERE MÜSTEHAP OLUŞU ve ZİYARETÇİNİN HANGİ DUAYI OKUYACAĞI Konu ile İlgili Hadisler: 584. Büreyde radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem arkadaşlarına, kabristana gittikleri zaman şöyle dua etmelerini öğretirdi: “Selâm size, ey bu diyarın Mümin ve Müslüman halkı! İnşallah yakında biz de aranıza katılacağız. Allah’ın bizi de sizi de bağışlamasını dilerim.” 585. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ rivayet ediyor:


1. ARİFLERİN YOLU

289

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Medine’de bazı kabirlere uğradı ve yüzünü onlara dönerek şöyle dedi: “Selâm size, ey kabir halkı! Allah bizi de, sizi de bağışlasın. Siz bizim öncümüzsünüz, biz de sizin peşinizden geleceğiz.” Bu hadisin başında geçen “yüzünü onlara dönerek” cümlesi, yalnızca Kâbûs bin Ebî Zabyân’ın rivayetinde geçmektedir. Oysa Kâbûs, muhaddislerce zayıf kabul edilmiştir. Dolayısıyla bu cümle hadiste yoktur. Hadisin geri kalan kısmı sahih olup, sağlam senetlerle rivayet edilmiştir.

67. BAB: ÖLÜMÜ TEMENNİ ETMEK BAŞA GELEN BİR SIKINTIDAN DOLAYI ÖLÜMÜ ARZU ETMENİN DOĞRU OLMADIĞI, ANCAK İNANCINI KAYBETME TEHLİKESİ BAŞ GÖSTERİNCE BÖYLE BİR ARZUNUN GÜNAH SAYILMADIĞI Konu ile İlgili Hadisler: 586. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hiçbiriniz ölümü arzu etmesin. Çünkü ölmeyi isteyen kimse eğer iyi biriyse, belki daha çok hayır ve iyilik yapacaktır. Şayet kötü biriyse, belki de tövbe edip Allah’ın rızasını kazanmaya çalışacaktır.” Müslim’in Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan bir başka rivayetine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hiçbiriniz ölümü arzu etmesin. Ölüm kendiliğinden gelmeden önce de, öleyim diye dua etmesin. Çünkü insan ölünce, amel defteri kapanır ve artık hiçbir iyilik yapamaz. Oysa müminin ömrünün uzaması, ancak onun iyiliklerinin çoğalmasına vesile olur.” 587. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hiçbiriniz, başına gelen bir beladan dolayı ölümü arzu etmesin. Mutlaka böyle yapmak zorunda kalırsa, o zaman ‘Allah’ım, benim için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat; hakkımda ölüm hayırlı olduğu zaman da beni öldür!’ diye dua etsin.” 588. Peygamber aleyhisselâm zamanında iman ettiği hâlde onu görme imkânı bulamayan kimselerden (muhadram) olan büyük hadis hafızı Kays bin Ebu Hâzim anlatıyor:


290

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Hastalığından dolayı kendisini ziyaret etmek için, Habbâb bin Eret radıyallahu anh’ın yanına gittik. Her tarafında yaralar çıkmış ve vücudunu tam yedi yerden ateşle dağlamıştı. Bize şunları söyledi: “Eski dostlarımız erkenden göçüp gittiler. Böylece dünya nimetleri, onların sevaplarından hiçbir şey eksiltmedi. Biz ise o kadar çok mala sahip olduk ki, koyacak yer bulamayıp toprağa gömdük. Şayet Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ölmek için dua etmeyi yasaklamasaydı, Allah’tan canımı almasını isterdim.” Kays diyor ki: Bir başka zaman Habbâb’ın yanına gittiğimizde duvar örüyordu. Dedi ki: “Müslüman, Allah için harcadığı her şeyden sevap kazanır. Ancak şu çamura verdiklerinden bir şey kazanamaz.”

68. BAB: HARAMLARDAN SAKINMAK ve ŞÜPHELİ ŞEYLERDEN UZAK DURMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Hani tertemiz bir hanım hakkında münafıkların uydurduğu iftira sözlerini dilinize dolamış, içyüzünü bilmediğiniz bir konuda ileri geri konuşup duruyordunuz. Bir iftiranın yayılmasına sebep olmak Allah katında büyük bir günah olduğu hâlde, siz bunu basit ve önemsiz görüyordunuz. (Nur, 24/15) 2. Şüphesiz Rabb’in, kullarının her hâlini her an gözetlemektedir. (Fecr, 89/14) Konu ile İlgili Hadisler: 589. Numân bin Beşîr radıyallahu anhumâ diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim: “Helal olan şeyler belli, haram olan şeyler bellidir. Bu ikisinin arasında da, birçoklarının helal mi haram mı olduğunu bilmediği şüpheli konular vardır. Her kim şüpheli konulardan sakınırsa, dinini ve iffetini sağlama almış olur. Şüpheli konulardan sakınmayanlar ise, zamanla harama dalıp giderler. Yani mekruhlara alışan ve onları önemsemeyen kimseler, her an kendilerini haramın içinde bulabilirler. Tıpkı sürüsünü başkasına ait bir bahçenin etrafında otlatan çoban gibi ki, sürünün her an bu bahçeye girme tehlikesi vardır.


1. ARİFLERİN YOLU

291

Dikkat edin! Her hükümdarın girilmesi yasak bir arazisi vardır. Unutmayın ki, Allah’ın yasak arazisi de haram kıldığı şeylerdir. Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda aklın, vicdanın, sağduyunun, niyet ve düşüncenin sembolü olan ve insanın davranışlarına yön veren küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur; eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İyi bilin ki, bu et parçası kalptir.” 590. Enes radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yolda bir hurma buldu ve: “Bu hurmanın zekât veya sadaka malından olması ihtimalinden korkmasaydım, onu yerdim.” buyurdu. Sonra da, onu yemesi için bir başkasına verdi. Çünkü Peygamberimize, zekât ve sadaka almak haram kılınmıştı. Şüpheli şeylerden titizlikle sakınan Allah Rasulü, bu yüzden o hurmayı yemekten kaçınmıştı. 591. Nevvâs bin Sem’ân radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İyilik, vicdanını rahatlatan, gönlüne huzur veren şeylerden ve güzel ahlaktan ibarettir. Günah ise, kalbini tırmalayıp duran ve başkalarının bilmesini istemediğin şeydir. Yaptığın iş gönlünde bir huzursuzluk doğuruyor, içini şüphe ve tedirginlik kemirip duruyorsa ve o işin başkaları tarafından duyulması seni rahatsız ediyorsa, o hareket mutlaka çirkindir, günahtır. Onun caiz olduğuna fetva da verseler, o işi yapmamalısın.” 592. Vâbisa bin Mâbed radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelmiştim. Bana: — İyiliğin ne olduğunu sormaya geldin, değil mi? dedi. — Evet, dedim. Buyurdu ki: — Neyin iyi, neyin kötü olduğunu Allah’ın kitabından ve benim Sünnet’imden öğreneceksin. Karar veremediğin şüpheli konularda ise, kalbine danış. İyilik, kalbini yatıştıran, gönlüne huzur veren şeydir. Günah ise içini tırmalayan, gönlünde şüphe ve tereddüt uyandıran şeydir; isterse insanlar onun günah olmadığına dair fetva versinler. 593. Ebu Sirvaa Ukbe bin Hâris radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, kendisi Ebu İhâb bin Azîz radıyallahu anh’ın Ğaniyye adındaki kızı ile evlenmişti. Bir süre sonra, zenci bir kadın çıkageldi ve: — Ben Ukbe’yi de, evlendiği kadını da emzirmiştim, dedi. Ukbe o kadına:


292

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Beni emzirdiğini bilmiyorum. Üstelik bunu bana daha önce hiç söylememiştin, dedi. Sonra da bineğine atlayıp Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e danışmak üzere Medine’ye gitti. Oraya varır varmaz meseleyi Peygamber aleyhisselâm’a açtı. Allah’ın Rasulü: — Madem böyle kardeş olduğunuz söyleniyor, o hâlde o kadınla nasıl evli kalabilirsin? buyurdu. Ukbe de derhal ondan ayrıldı ve kadın bir başkasıyla evlendi. Bu hadisi esas alan bazı âlimler, süt emzirdiğini iddia eden tek bir kadının şahitliği ile süt kardeşliğinin sabit olacağını söylemişlerdir. İmam Malik, Şafii, Ebu Hanife ve bir rivayete göre Ahmet bin Hanbel’in de içinde bulunduğu cumhuru ulemaya (âlimlerin çoğunluğuna) göre ise, bu hususta sadece süt emziren kadının şahitliği yeterli değildir. Zira (evlilik, boşanma, alışveriş, had cezaları gibi) ahkâm hususunda bir tek şahidin yeterli olmadığında ittifak edilmiştir. Tek kadının şahitliğinin yeterli görülmesi durumunda, kötü niyetli kimselere istedikleri evliliği sona erdirme imkânı verilmiş olacaktır. Yukarıdaki hadis, haramlık hükmü bildirmeyen, ancak şüpheli bir durumu gidermeye yönelik ihtiyati bir tavsiye olarak değerlendirilmiştir. Nitekim Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah bin Abbas, Muğire bin Şube gibi önde gelen sahabilerin, böyle bir iddia sebebiyle evliliği sona erdirmedikleri sahih rivayetlerde bildirilmiştir. 594. Peygamberimizin torunu Hasan bin Ali radıyallahu anhumâ diyor ki: Ben bizzat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den şu sözleri öğrendim: “Şana şüphe veren şeyleri bırak, şüphe vermeyene bak. Müminin gönlü haramdan irkilir ve tedirgin olur, helalden de sükûn ve huzur bulur. O hâlde, müftüler ve âlimler fetva verseler de, sen içine sinmeyen, gönlünün ısınmadığı işlerden uzak dur.” 595. Peygamberimizin hanımı Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: Babam Ebu Bekir es–Sıddık radıyallahu anh’ın elinden iş gelen bir kölesi vardı. Bu köle, kazancının belli bir kısmını Ebu Bekir’e verir, o da bundan yerdi. Yine bir gün köle yiyecek bir şeyler getirdi, Ebu Bekir de onu yemeğe başladı. Köle, Ebu Bekir’e: — Yediğin şeyin ne olduğunu biliyor musun? diye sordu. Ebu Bekir: — Söyle bakalım, neymiş? deyince, köle: — Falcılığı iyi bilmediğim hâlde, cahiliye devrinde birine falcılık yaparak adamı aldatmıştım. Bugün onunla karşılaştık ve adam, o yaptığım işe karşılık


1. ARİFLERİN YOLU

293

şu yediğin yiyecekleri bana verdi, dedi. Bunun üzerine, Ebu Bekir parmağını ağzına soktu ve bütün yediklerini kusup çıkardı. Çünkü bu yiyecekler, falcılık ve adam aldatma gibi İslam’ın yasakladığı iki büyük haram işlenerek kazanılmıştı. 596. Bir köle iken efendisi Abdullah bin Ömer tarafından özgürlüğüne kavuşturulan, daha sonra ilimde derinleşerek iyi bir muhaddis, büyük bir fakih olan ve Medine’nin en önde gelen âlimleri arasında yer alan Nâfi rivayet ediyor: Ömer bin Hattab radıyallahu anh’ın halifeliği döneminde, ardı ardına gelen fetihlerle İslam devletinin sınırları genişlemiş ve elde edilen ganimetlerle devlet hazinesi dolup taşmıştı. Bunun üzerine Hz. Ömer, İslamiyet’e olan hizmetlerini ön planda tutarak Müslümanlara maaş bağlamaya karar vermişti. Bunun için, ilk hicret eden sahâbîlere yıllık dörder bin, oğlu Abdullah’a da üç bin beş yüz dirhem maaş bağladı. Ömer’e: — Oğlun da ilk hicret edenlerden olduğu hâlde ona neden daha az verdin? diye sordular. Ömer de: — Oğlum on bir yaşındayken babasıyla birlikte hicret etti. Bu yüzden, yalnız başına hicret edenlerle bir tutulamaz, diye cevap verdi. İşte Hz. Ömer, devlet malını dağıtırken bu derece titiz davranıyor, adaletten zerre kadar ayrılmıyordu. 597. Atıyye bin Urve es–Sa’dî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir kul, günah olma ihtimalini düşünerek, yapılmasında sakınca görülmeyen birtakım şüpheli şeylerden de uzak durmadıkça, Allah katındaki en değerli kullar olan müttakîler derecesine ulaşamaz.” Hadisi rivayet eden Tirmizi, “Bu hadis hasen gariptir. Bunun başka bir kanaldan rivayet edildiğini bilmiyoruz” diyerek senet zincirinde yer alan Abdullah bin Yezîd ed-Dımışkî’nin zayıflığına işaret etmiştir. Dolayısıyla hadis sahih değildir. Ancak ihtiva ettiği mana sahihtir.

69. BAB: UZLETE ÇEKİLMEK İNSANLARIN FESADA UĞRADIĞI FİTNE ZAMANLARINDA VEYA İNANCINI KAYBETMEKTEN YAHUT HARAMA DÜŞMEKTEN ENDİŞE EDİLDİĞİ DURUMLARDA BİR KÖŞEYE ÇEKİLMENİN İYİ OLDUĞU Konu ile İlgili Ayetler: 1. De ki: “Ey insanlar! Hepiniz birden Allah’ın çağrısına koşun ve O’nun hima-


294

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

yesine sığının! Hiç kuşkusuz ben, size O’nun tarafından gönderilen ve ilahi azabı haber veren apaçık bir uyarıcıyım.” (Zariyat, 51/50) Konu ile İlgili Hadisler: 598. Sa’d bin Ebî Vakkâs radıyallahu anh diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Şüphesiz Allah, günahlardan titizlikle sakınan, gönlü zengin olan ve iyiliklerini, ibadetlerini ifşa etmekten kaçınan kulunu sever.” 599. Ebu Saîd el–Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: Bir sahâbî, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: — Ya Rasulallah, Allah katında en değerli insan kimdir? diye sordu. Peygamberimiz: — Canıyla ve malıyla Allah yolunda mücadele eden mümindir, diye cevap verdi. O sahâbî: — Sonra kimdir, Ya Rasulallah? diye sordu. Allah’ın Rasulü: — Fitne her yere yayıldığı ve ona karşı mücadele imkânı kalmadığı zaman, hiç olmazsa kendisini ve ailesini kurtarabilmek için dağ aralıklarından birine çekilip orada Rabb’ine ibadet eden kimsedir, buyurdu. Bir başka rivayete göre ise, Peygamberimiz bu son soruya: — Allah’a karşı gelmekten sakınan ve insanlara çok fazla faydası dokunmasa ve hatta birtakım kötü huylara sahip olsa bile, bir kenara çekilip kendi halinde yaşayan ve şerrini insanlardan uzak tutan kimsedir, şeklinde cevap vermiştir. 600. Yine Ebu Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Yakında öyle büyük fitneler ortaya çıkacak ki, Müslüman’ın en hayırlı malı, dinini fitnelerden korumak için dağ başlarında ve otlak yerlerde dolaştırdığı koyunları olacaktır. O zaman Müslümanlar evlerini barklarını terk etmek zorunda kalacak, dağ başlarında, ormanlarda gizlenerek zalim yönetimlere karşı mücadele edeceklerdir.” 601. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Allah’ın gönderdiği her peygamber, mutlaka koyun çobanlığı yap-


1. ARİFLERİN YOLU

295

mıştır, dedi. Bunun üzerine, Ashab-ı Kiram: — Sen de mi ya Rasulallah? diye sordular. Peygamberimiz de: — Evet, ben de gençliğimde, Mekkelilerin koyunlarını Karârît denilen yerde güderdim, buyurdu. 602. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İnsanlar arasında en hayırlı geçim yolunu tutanlardan biri, Allah yolunda savaşmak üzere atının dizginlerine yapışan kimsedir. O kimse, komutanın hücum emrini veya yardım isteyen birinin feryadını işitince, öldürmeyi ve ölmeyi göze alarak düşmanın bulunması muhtemel yerlere atının üzerinde uçarcasına saldırır, ölümün kol gezdiği yerlere korkusuzca dalar. İnsanlar arasında en hayırlı geçim yolunu tutanlardan bir diğeri de, bir tepenin başında veya bir vadinin içinde koyuncuklarının arasında hayatını sürdüren kimsedir ki, namazını güzelce kılar, zekâtını verir ve ölüm gelip çatıncaya kadar Rabb’ine kulluğa devam eder. İnsanlarla olan ilişkisi, yalnızca onlara iyilik yapmaktan ibarettir.”

70. BAB: İNSANLARLA BİR ARADA YAŞAMANIN DEĞERİ İNSANLARA İYİLİĞİ EMREDİP KÖTÜLÜKTEN ALIKOYABİLECEK, ONLARI İNCİTMEYECEK VE YAPACAKLARI FENALIĞA KATLANABİLECEK KİMSELERİN HALKLA İÇ İÇE YAŞAMASININ, CUMA NAMAZINA ve TOPLANTILARINA KATILMASININ, ONLARLA BERABER HAYIR MECLİSLERİNDE VE ZİKİR TOPLANTILARINDA BULUNMASININ, HASTALARINI ZİYARET EDİP CENAZELERİNE KATILMASININ, MUHTAÇLARINA YARDIM EDİP CAHİLLERİNE YOL GÖSTERMESİNİN VE DAHA BAŞKA İYİLİKLERDE BULUNMASININ FAZİLETİ Bu kitabın müellifi İmam Nevevî (rahimehullah) diyor ki: Şunu iyi bil ki, uzlete çekilerek yahut çilehanelere kapanarak insanlarla irtibatı kesmek, İslam’ın tavsiye ettiği bir yol değildir. Aksine, yukarıda ifade ettiğimiz şekilde insanlara karışıp onlarla beraber yaşamak, başta Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem olmak üzere bütün peygamberlerin salavâtullahi ve selâmuhu


296

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

aleyhim, Râşit Halifelerin, onlardan sonraki Sahabe ile Tâbiun’un, daha sonra gelen Müslüman âlimlerin ve fazilet sahibi kimselerin tuttuğu yoldur. Tâbiun neslinin ve onlardan sonra gelenlerin çoğu bu görüşü benimsemişlerdir. İmam Şafiî, Ahmet bin Hanbel ve fakihlerin büyük çoğunluğu da bu görüştedirler. Allah onların hepsinden razı olsun. Konu ile İlgili Ayetler: Ey müminler! Ahlakî değerleri yeniden yücelterek iyilikleri yaygınlaştırma ve zulme karşı tek yumruk olarak kötülükleri engelleme konusunda birbirinizle yardımlaşın. Allah yolunda mücadeleyi terk edip bir kenara çekildiğiniz takdirde, meydan kötülere kalır ve zulüm, sistemleşerek terör devletleri, mafyalar, çeteler ve uluslararası suç örgütleri hâlinde insanlığın başına bir kâbus gibi çöker. (Maide, 5/2) Bu konuda daha pek çok ayet vardır. Kitabımızın neredeyse tamamı bu konuyla ilgili olduğundan, birçok ayet ve hadisi tekrar etmemek maksadıyla bu ayet ile yetiniyoruz.

71. BAB: ALÇAKGÖNÜLLÜ DAVRANMAK ve MÜMİNLERE KOL KANAT GERMEK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey Peygamber! Seni izleyen müminlere, daima şefkat ve merhametle kol kanat ger. (Şuara, 26/215) 2. Ey iman edenler! İçinizden her kim dininden dönecek olursa, Allah onları yok eder ve yerlerine öyle bir toplum getirir ki, hem Allah onları sever hem de onlar Allah’ı severler. İnananlara karşı alabildiğine merhametli ve alçakgönüllü, kâfirlere karşı da son derece şahsiyetli ve onurludurlar. Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ederler. Bu yolda karşılarına çıkabilecek hiçbir engel onları durduramaz. Hiç kimsenin kınamasından, tehdit ve işkencesinden korkmazlar. (Maide, 5/54) 3. Ey insanlar! Gerçekten Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık ve birbirinizle tanışıp barış ve kardeşlik içinde zengin bir kültür oluşturarak iyilikte, güzellikte yarışmanız için sizi ırklara, boylara ayırdık. Hepiniz Âdem ve Havva adındaki bir anne babanın çocuklarısınız. Dolayısıyla, herhangi bir ırkın veya sınıfın diğerine üstünlüğü söz konusu olamaz. Gerçek şu ki, Allah katında en üstün, en değerli olanınız, takva bakımından en ileride olanınızdır. Irk, renk, zenginlik, güzellik, makam, şöhret, güç gibi özellikler, İslam’a göre asla üstünlük ölçüsü değildir. İlâhî değer ölçülerine göre en kıymetli, en saygıdeğer in-


1. ARİFLERİN YOLU

297

san, hangi ırka, sınıfa, coğrafyaya, cemaate... bağlı olursa olsun, ahlakî erdemler bakımından en önde olan insandır. Ey insanlar! İyi kötü, doğru yanlış, güzel çirkin, üstün aşağı gibi bütün değer ölçülerinizi Allah’ın kitabından almalısınız. Çünkü Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır. (Hucurat, 49/13) 4. Ey müminler! Kendinizi övüp temize çıkarmayın! Kimin dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek kötülüklerden sakındığını en iyi Allah bilir. (Necm, 53/32) 5. Cennet ile cehennem arasındaki surun yüksek burçlarında her yanı seyreden Âraf halkı, simalarından tanıdıkları bazı cehennemlik kişilere şöyle seslenecekler: “Gördünüz ya, ne o güvendiğiniz malınız, servetiniz, ordularınız ve topluluğunuz kurtarabildi sizi, ne de o anlamsız gurur ve kibriniz!” Sonra o inkârcılara, dünyadayken alay edip aşağıladıkları zayıf müminleri göstererek soracaklar: “Sizin bir zamanlar, kendileri hakkında ‘Allah lütuf ve rahmetini böyle yoksul ve çaresiz kimselere vermez!’ diye yemin ettiğiniz insanlar bunlar mı? Oysa onlara şimdi, “Girin cennete, artık sizin için ne korku vardır, ne de üzüntü!” denilecek. (Âraf, 46-49) Konu ile İlgili Hadisler: 603. İyâz bin Himâr radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah bana, ‘Birbirinize karşı öylesine alçakgönüllü ve iyiliksever olun ki, kimse kimseye karşı üstünlük taslamasın, kimse kimseye zulüm ve haksızlık yapmasın!’ diye vahyetti.” 604. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sadaka vermek malı eksiltmez. Sadaka veren kişiye Allah, hiç ummadığı yerden kapılar açarak rızkını bereketlendirir. Ayrıca ahiret gününde, verdiğinin kat kat fazlasıyla onu ödüllendirir. Kul başkalarının hatalarını bağışladıkça, Allah da onun izzet ve şerefini arttırır. Her kim Allah için alçakgönüllü davranırsa, Allah da onun derecesini yükseltir.” 605. Enes bin Malik radıyallahu anh, çocukların yanından geçerken onlara selâm verir ve “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de çocuklara böyle selâm verirdi.” derdi.


298

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

606. Yine Enes radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, hiçbir ayrım gözetmeden bütün insanlara şefkatle kucak açardı. Özellikle muhtaçların, kimsesizlerin dertleriyle yakından ilgilenir, onlara karşı son derece alçakgönüllü davranırdı. Öyle ki, Medine’de insanların pek değer vermedikleri beli bükülmüş, siyah derili köle kadınlardan herhangi biri, hiç çekinmeden Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in elinden tutar ve kendisine bir şey sormak veya bir işini yaptırmak üzere onu istediği yere kadar götürürdü. Peygamber de sabırla onu takip eder, onun derdine çare bulmadan geri dönmezdi. 607. Hem Cahiliye, hem de İslam devrine yetiştiği için muhadramûndan sayılan ve fıkıh, hadis, kıraat gibi ilimlerde tâbiun neslinin en önde gelen âlimlerinden biri olan Esved bin Yezîd en-Nehâî diyor ki: Bir gün Hz. Âişe’ye: — Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem evinde ne işle meşgul olurdu? diye sordular. Âişe: — Evinin ve ailesinin ihtiyaçlarıyla ilgilenirdi. Kendi elbiselerini temizler, koyunlarını sağar, yırtığını yamar, pabucunu tamir eder, odasını süpürür, devesini bağlayıp yemini verir, çarşı pazarda alışveriş yapar ve aldıklarını kendisi taşırdı. Hatta bazen yaptığımız işlerde bize de yardımcı olurdu. Namaz vakti gelince de, işini gücünü bırakıp namaza giderdi, diye cevap verdi. 608. Ebu Rifâa Temîm bin Üseyd radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hutbe okurken yanına vardım ve kendimi kastederek, “Ya Rasulallah! Dinini bilmeyen bir garip geldi, sorup öğrenmek istiyor.” dedim. Bunun üzerine, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana dönüp baktı ve derhal hutbeyi kesip yanıma geldi. Benim uygunsuz sayılabilecek bu davranışım karşısında, yüzünde en ufak bir kızgınlık belirtisi görmedim. Ona bir sandalye getirdiler. Üzerine oturdu ve Allah’ın kendisine öğrettiği şeylerden bana öğretmeye başladı. Sonra tekrar hutbesine dönerek konuşmasını tamamladı. İşte Rasulullah, insanlarla ilgilenme ve dini öğretme hususunda bu derece hassas ve titiz idi. 609. Enes radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zamanında çatal kaşık yoktu. Bu yüzden insanlar elleriyle yemek yiyorlardı. Peygamberimiz de sulu olmayan yemekleri, sağ elinin baş, işaret ve orta parmaklarını kullanarak yer, yemek yedikten sonra üç parmağını yalardı. Ancak yemekten önce, ellerin mutlaka yıkanmasını emrederdi. Düşen lokmalar hakkında da şöyle derdi:


1. ARİFLERİN YOLU

299

“Birinizin lokması yere düşerse, hemen onu alsın ve üzerindekileri temizleyip yesin. Temizlenmesi mümkün değilse, o zaman kedi, köpek, kuş gibi bir hayvana versin. Allah’ın ihsan ettiği nimetleri israf ederek, çöpe atarak onu şeytana bırakmasın.” Peygamberimiz, ayrıca tabağın iyice silinmesini tavsiye eder ve: “Bereketin yemeğin neresinde olduğunu bilemezsiniz. Öyleyse, parmaklarınıza yapışan yemek kırıntılarını çöpe atıp israf etmeyin. Tabağınıza da sadece yiyeceğiniz kadar yemek koyun ve içinde yemek artığı bırakmayın, iyice temizleyin.” buyururdu 610. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Allah’ın gönderdiği her peygamber, mutlaka koyun çobanlığı yapmıştır, dedi. Bunun üzerine, Peygamber’in arkadaşları: — Sen de mi, ya Rasulallah? diye sordular. Peygamberimiz de: — Evet, ben de gençliğimde, Mekkelilerin koyunlarını Karârît denilen yerde güderdim, buyurdu. 611. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İnsanların değer vermediği paça yemeğine de, çok değer verdikleri kürek eti yemeğine de davet edilsem, aralarında hiç ayrım yapmam, her ikisine de derhal giderim. Aynı şekilde, kesilen bir hayvanın küreği de, paçası da bana hediye edilse benim için değerlidir, hemen kabul ederim. Önemli olan hediyenin maddi değeri değil, hediye eden kişinin kardeşini düşünüp ona ikramda bulunma inceliğini göstermiş olmasıdır.” 612. Enes bin Malik radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in devesi Adbâ, hiçbir yarışta birinciliği başkasına kaptırmazdı. (Hadisi Enes’ten nakleden ravi diyor ki: “Veya Enes, ‘Diğer develer değil onu geçmek, yanına bile yaklaşamazlardı.’ demiştir.”) Fakat günün birinde, devesine binmiş bir bedevi geldi ve yarışta onu geçti. Bu durum Müslümanlara pek ağır geldi. Bunu fark eden Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, hem Müslümanlara teselli vermek, hem de bu vesileyle ilahî bir hakikati bildirmek üzere şöyle buyurdu: “Yeryüzünde sonsuza kadar hüküm sürecek hiçbir güç, hiçbir saltanat yoktur. Her kemalin bir zevali, her yükselişin bir düşüşü vardır. Çünkü dünyada yükse-


300

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

len bir şeyi alçaltmak, Allah’ın değişmez kanunudur.”

72. BAB: KİBİRLENMENİN ve BAŞKALARINA ÜSTÜNLÜK TASLAMANIN HARAM OLUŞU Konu ile İlgili Ayetler: 1. İşte ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklük taslamaktan ve bozgunculuk çıkarmaktan sakınan kimselere ebedî yurt kılacağız. Mutlu son, Allah’a karşı saygılı ve itaatkâr davranan kimselerin olacaktır. (Kasas, 28/83) 2. Ey insan! Sakın Allah’ın sana bahşettiği zenginlik, kuvvet, güzellik, zekâ gibi nimetlerle şımarıp da, yeryüzünde kibirli kibirli yürüme. Çünkü sen aslında o kadar aciz bir varlıksın ki, ne yerleri yırtıp parçalayabilirsin, ne de boyca dağlara erişebilirsin. (İsra, 17/37) 3. Sakın gurura kapılıp da insanları küçümseyerek onlardan yüzünü çevirme. Yeryüzünde çalımlı çalımlı da yürüme. Daima saygılı ve alçakgönüllü ol! Çünkü Allah, gurura kapılıp büyüklük taslayanları sevmez. (Lokman, 31/18) 4. Firavunun en büyük mali destekçisi olan Karun, İsrail Oğulları’ndan, yani Musa’nın kavmindendi. Fakat servetini Firavunun hizmetinde kullanarak halkına ihanet etti ve onlara karşı zalimce davrandı. Oysa Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, sadece anahtarlarını taşımak bile kalabalık ve güçlü bir topluluğa ağır gelirdi. Karun’un gittikçe yoldan çıktığını gören soydaşları ona, “Ey Karun! Sakın şımarıp kibre kapılma!” demişlerdi, “Çünkü Allah, kibirlenenleri sevmez. Allah’ın sana bahşettiği bu servet ve zenginlik ile ahiret yurdunu kazanmaya çalış, fakat dünyadan payına düşeni de unutma. Allah sana bunca nimetler vererek nasıl iyilikte bulunduysa, sen de fakirlere, muhtaçlara öyle iyilikte bulun ve sakın yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya kalkışma. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.” Arkadaşlarının bu öğütlerine karşılık Karun, “Bu servet bana, ancak sahip olduğum bilgi ve üstün yetenek sayesinde verilmiştir. O hâlde mal benim, mülk benim, dilediğim gibi harcarım!” diye karşılık verdi. Oysa bilmiyor muydu ki, o sahip olduğu bilgiyi, beceriyi kendisine bahşeden Allah, ondan önce çok daha büyük bir güce ve sayısal çoğunluğa sahip nice nesilleri böyle nankörce davrandıkları için helâk etmişti! Suçluların günahları o kadar açıktır ki, bu suç onlara sorulmaz bile.


1. ARİFLERİN YOLU

301

Derken Karun, göz kamaştırıcı bir görkem ve gösteriş içinde soydaşlarının karşısına çıktı. Dünya hayatına düşkün olanlar ona imrenerek, “Ah, keşke Karun’a verilen şu servet ve nimetlerin bir benzeri bize de verilseydi; doğrusu o, gerçekten çok şanslı biri!” dediler. Fakat kendilerine sağlam bir iman ve derin bir ilim bahşedilmiş olan akıllı ve dirayetli kimseler bu şaşkınlara seslenerek, “Yazıklar olsun size!” dediler, “İman eden ve bu imana yaraşan güzel davranışlarda bulunanlar için, Allah’ın vereceği ödül, dünyanın bütün zenginliklerinden daha iyidir! Ne var ki, fedakârlığın getireceği sıkıntılara sabredenlerden başkası buna erişemez.” Karun, bir süre daha lüks ve refah içinde hayat sürdü. Fakat sonunda, hem kendisini hem de o görkemli sarayını helâk edip yerin dibine geçirdik. Öyle ki, ne o güçlü kuvvetli orduları ve adamları onu Allah’a karşı koruyabildi, ne de kendi kendini bu acıklı sondan kurtarabildi. (Kasas, 28/76–81) Konu ile İlgili Hadisler: 613. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez, buyurdu. Bunun üzerine, sahâbîlerden biri: — İnsan elbise ve ayakkabısının güzel olmasını arzu eder ve bu güzelliklerle sevinç duyar. Bu duygu da kibirden sayılır mı, ya Rasulallah? diye sordu. Peygamberimiz: — Hayır. Giyilen güzel şeyler böbürlenmeye, gururlanmaya yol açmadığı sürece, onu giyen kişinin duyduğu sevinç kibir sayılmaz. Çünkü Allah güzeldir, güzeli sever. Kibir, hakka karşı büyüklenmek ve insanları küçümsemektir, buyurdu. 614. Seleme bin Ekvâ radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Büsr bin Râî adındaki bir adam, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında sol eliyle yemek yiyordu. Peygamber ona: — Sağ elinle ye, buyurdu. Adam: — Yapamıyorum, diye karşılık verince, Peygamber: — O hâlde, yapamaz ol, dedi. Çünkü o adam, sırf kibrinden dolayı Peygamber’in tavsiyesini reddetmişti. Bu hadiseden sonra, bir daha sağ elini ağzına götüremez oldu. Kendisini taş yağmuruna tutan inkârcılar hakkında bile “Allah’ım, onlar cahil insanlardır, onları affet!” diye yalvaran şefkat Peygamberi, o mümine


302

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

bu bedduayı lâyık görmüştü. Çünkü bir Müslüman birtakım hata ve kusurlar yapabilir, hatta işlenmesi yasak edilen günahları işleyebilirdi; fakat asla kibirli olamaz, hele Peygamber’ine karşı hiçbir şekilde kibirli davranamazdı. Bir kâfir veya münafık bunu yapsa belki cezası ahirete ertelenmek üzere affedilebilirdi, ama Peygamber’in terbiyesinde yetişen bir müminin, bu çirkin tavrından dolayı ciddi bir şekilde uyarılması, hatta ibret verici bir cezayla terbiye edilmesi gerekiyordu. Nitekim Tebük savaşına gitmeyen 80 küsur münafık “affedilmiş” ama suçunu itiraf eden üç samimi mümin cezalandırılmıştı (22. hadis). 615. Hz. Ömer’in üvey oğlu Hârise bin Vehb radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Size cehennemliklerin kimler olduğunu söyleyeyim mi? Onlar katı kalpli, kaba, cimri, kendini beğenmiş kibirli kimselerdir.” 616. Ebu Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ahiret âlemini temsili bir üslupla anlatarak şöyle buyurmuştur: “Cennet ile cehennem, her biri kendisinin daha üstün olduğunu söyleyerek aralarında münakaşa ettiler. Cehennem: — Bende ceza gören zorbalar ve kibirli kimseler var, dedi. Cennet ise: — Bende de mükâfatı hak eden zayıf ve yoksul insanlar var, dedi. Bunun üzerine Allah, şu sözlerle aralarındaki çekişmeyi halletti: — Ey cennet! Sen benim rahmetimsin, dilediğime seninle merhamet ederim. Ey cehennem! Sen de benim azabımsın, dilediğime seninle azap ederim. Her ikiniz de gereklisiniz ve ikinizi de doldurmak bana aittir.” 617. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kibirli kibirli elbisesini yerde sürüyerek yürüyen kimseye, Allah Mahşer Günü rahmet nazarıyla bakmayacaktır. Çünkü Allah, kendini beğenen, başkalarına çalım satan kimseleri sevmez. Ancak kibir ve gösteriş niyeti taşımaksızın bu tür uzun elbiseler giymekte bir sakınca yoktur.” Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: — Kibirli kibirli elbisesini yerde sürüyerek yürüyen kimseye, Allah Mahşer Günü rahmet nazarıyla bakmayacaktır. Ebu Bekir: — Ya Rasulallah! Benim elbisemin yan tarafı, çok dikkat etmediğim takdirde


1. ARİFLERİN YOLU

303

yere sarkıyor, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz: — Sen bunu büyüklenmek için yapmıyorsun ki, buyurdu. (Buhari, Libas, 2) 618. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Üç grup insan vardır ki, Mahşer Günü Allah ne onlarla konuşacak, ne kendilerini günahlarından arındırıp temize çıkaracak, ne de yüzlerine bakacaktır. Ayrıca onlar için can yakıcı bir azap vardır. Bu üç grup insan şunlardır: Yaşına başına bakmadan zina eden ihtiyar, güç ve saltanat sahibi olduğu hâlde yalan söyleyen hükümdar ve kibirlenecek bir şeye sahip olmamasına rağmen kibirlenen fakir.” 619. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: “Yüce Allah buyuruyor ki: ‘İzzet ve şeref benim gömleğim, büyüklük ve yücelik de hırkam sayılır. Yani her türlü üstün vasfın yalnızca bana aittir, benden başka hiç kimsenin üstünlük büyüklenmeye hakkı yoktur. Bu konularda benimle boy ölçüşmeye kalkan olursa, ona mutlaka cezasını veririm.” 620. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Vaktiyle kendini beğenmiş bir adam, en güzel elbiselerini giymiş, saçlarını taramış çalım satarak yürüyordu. Aniden Allah, onu yerin dibine geçiriverdi. İşte o adam, kıyamete kadar yerin dibinde debelenmeye devam edecektir.” 621. Seleme bin Ekvâ radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kibir, insanı felâkete sürükleyen büyük bir günahtır. Şöyle ki, insan kibirlene kibirlene, sonunda Allah tarafından zalimler grubuna kaydedilir ve böylece, zalimlere verilen ceza ona da verilir.”

73. BAB: GÜZEL AHLAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey Muhammed! Gerçekten sen, davetini reddeden o inatçı kâfirlerin de gayet iyi bildiği gibi, pek yüce bir ahlak üzeresin. (Kalem, 68/4)


304

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

2. O müminler ki, hem bolluk hem de darlık zamanında, servetlerinden bir kısmını Allah için harcarlar. Kızdıkları zaman öfkelerine hâkim olurlar ve kendilerine karşı kusurlu davranan insanları bağışlarlar. Allah da, iyilik eden böyle dürüst ve fedakâr kimseleri sever. (Âl-i İmran, 3/134) Konu ile İlgili Hadisler: 622. Enes bin Malik radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, insanların en güzel ahlaklısı idi. Onun peygamberliğinin en büyük alametlerinden biri de buydu. 623. Yine Enes radıyallahu anh şöyle diyor: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ellerinden daha yumuşak ne bir atlasa, ne de bir ipeğe dokunmuş değilim. Onun kokusundan daha hoş bir koku da koklamadım. Ben Peygamber aleyhisselâm’ın tam on yıl hizmetinde bulundum. Beni hiçbir zaman azarlamadı, bana bir defa bile “öf!” demedi. Yaptığım yanlış bir şeyden dolayı “Niye böyle yaptın?” demediği gibi, yapmadığım bir şey sebebiyle “Şöyle yapsan olmaz mıydı?” da demedi. 624. Sa’b bin Cessâme radıyallahu anh anlatıyor: Hac yolculuğunda bizim şehrimizin yakınlarından geçerken Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e, “Ya Rasulallah, bunu sizin için avladım!” diyerek kendisine bir yaban eşeği hediye ettim. Fakat Peygamber aleyhisselâm, onu kabul etmeyip bana geri verdi. İhramlıya av yasağı konusundaki hükmün ayrıntılarını henüz bilmiyordum. Yüzüme bakıp da üzüldüğümü görünce: “Hediyeni kabul etmeyişimin tek sebebi, ihrama girmiş olmamdır. Çünkü hac veya umre için ihrama giren kimsenin avlanması haram olduğu gibi, başkasının kendisi için avladığı av etinden yemesi de haramdır.” buyurdu. 625. Nevvâs bin Sem’ân radıyallahu anh rivayet ediyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e iyilik ve kötülüğün ne olduğunu sordum. Buyurdu ki: “İyilik, vicdanını rahatlatan, gönlüne huzur veren şeylerden ve güzel ahlaktan ibarettir. Günah ise, kalbini tırmalayıp duran ve başkalarının bilmesini istemediğin şeydir. Yaptığın iş gönlünde bir huzursuzluk doğuruyor, içini şüphe ve tedirginlik kemirip duruyorsa ve o işin başkaları tarafından duyulması seni rahatsız ediyorsa, o hareket mutlaka çirkindir, günahtır. Onun caiz olduğuna fetva da verseler, o işi yapmamalısın.” 626. Abdullah bin Amr bin Âs radıyallahu anhumâ diyor ki:


1. ARİFLERİN YOLU

305

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sözlerinde ve hareketlerinde hiçbir çirkinlik bulunmadığı gibi, kötü ve çirkin olan şeylere de asla yönelmezdi. Çarşıda pazarda bağırıp çağırmaz, kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Tam aksine kusurları bağışlar, hatta yüzünü çevirip hatayı görmezden gelirdi. Şöyle buyururdu: “Sizin en hayırlınız, ahlak ve huy bakımından en güzel olanınızdır.” 627. Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Mahşer Günü müminin terazisinde, güzel ahlaktan daha ağır bir şey bulunmaz. Doğrusu Allah, çirkin işler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseleri sevmez.” 628. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: — İnsanı cennete götürecek en güzel davranış hangisidir? diye soruldu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Allah’a saygı duyup O’nun emirlerini çiğnemekten sakınmak ve güzel ahlaklı olmaktır, buyurdu. — İnsanı cehenneme götürecek en kötü davranış nedir? diye sorulunca da: — Diline ve beline sahip olamamaktır, buyurdu. 629. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Müminlerin iman bakımından en üstünü, huy ve ahlak yönüyle en güzel olanıdır. İnsanlarla güzel geçinmek, onlara kendini sevdirmek, verdikleri sıkıntılara katlanmak, yaptıkları kötülüklere sabretmek, merhametli olmak, kibirlenmemek, şiddet göstermemek, öfkelenmemek, azarlamamak gibi özellikler, kişinin kâmil imana sahip olduğunun işaretleridir. En hayırlılarınız da, hanımlarına karşı en hayırlı olanlarınızdır.” 630. Âişe radıyallahu anhâ diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Sadece farz ibadetleri yerine getiren bir mümin, güzel ahlakı sayesinde, her gün oruç tutan ve her gece sabaha kadar namaz kılan kimsenin derecesine ulaşır.” 631. Ebu Ümâme el–Bâhilî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Pey-


306

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

gamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Haklı olsa bile çekişip didişmekten uzak duran kimseye cennetin kenarında bir köşk verileceğine, Şakadan bile olsa yalan söylemekten kaçınan kimseye cennetin ortasında bir köşk verileceğine, Ve temiz ahlaklı, iyi huylu olan kimseye de cennetin en yüksek yerinde bir köşk verileceğine bizzat ben kefilim.” 632. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İçinizde en çok sevdiğim ve Mahşer Günü bana en yakın olacak kimseler, temiz ahlaklı, iyi huylu olanlarınızdır. İçinizde en sevmediğim ve Mahşer Günü bana en uzak olacak kimseler de, güzel sohbet ediyor dedirtmek için yapmacık tavırlarla özene bezene konuşan, sözünü beğendirmek maksadıyla avurdunu şişire şişire laf eden ve bilgiçlik taslamak, üstünlüğünü ortaya koymak için lügat paralayan kimselerdir.” Ashab–ı Kiram: — Ya Rasulallah! Yapmacık tavırlarla özene bezene konuşan ve sözünü beğendirmek için avurdunu şişire şişire laf eden kimseleri anladık da, bilgiçlik taslamak, üstünlüğünü ortaya koymak için lügat paralayanlar (mütefeyhikûne) dediğiniz kimlerdir? diye sordular. Peygamberimiz: — Yani kibirlenen, büyüklük taslayan kimselerdir, cevabını verdi.

74. BAB: HİLM ve TEENNİ ŞEFKATLİ ve YUMUŞAK HUYLU OLMAK ve ACELE ETMEDEN, AKLISELİM İLE KARAR VERMEK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Onlar hem bolluk, hem de darlık zamanında, servetlerinden bir kısmını Allah için harcarlar; kızdıkları zaman öfkelerine hâkim olurlar ve kendilerine karşı kusurlu davranan insanları bağışlarlar. Allah da, iyilik eden dürüst ve fedakâr kullarını sever. (Âl-i İmran, 3/134) 2. Sen af yolunu tut ve daima iyiliği emret. Hakikati bildiği hâlde, inatla ona karşı koyan cahillere aldırış etme. Bu çağrıya kulak verecek tertemiz gönüllere ulaşıncaya dek, bıkıp usanmadan tebliğine devam et. (Âraf, 7/199)


1. ARİFLERİN YOLU

307

3. Her insan yaratılıştan bilir ki, iyilik ile kötülük asla bir olmaz. O hâlde, insanlara şefkat ve merhametle yaklaş, sana kötülük yapana iyilikle karşılık ver. Gönül incitmeden, rencide etmeden, tatlı dille ve yapıcı bir üslupla, yani en güzel şekilde kötülükleri bertaraf et. İşte o zaman, aranızda kin ve düşmanlık bulunan kişinin birdenbire sımsıcak bir dosta dönüştüğünü göreceksin. Fakat bu üstün meziyet, ancak zorluk ve sıkıntılar karşısında sabredenlere; ilim, hikmet, şefkat, merhamet gibi güzelliklerden büyük bir pay almış olanlara verilmiştir. (Fussilet, 41/34–35) 4. Her kim cahillerin sataşmalarına karşı sabreder ve onları bağışlarsa, ne mutlu ona! Çünkü bu, büyük bir azim ve kararlılıkla yapılmaya değer işlerdendir. (Şura, 42/43) Konu ile İlgili Hadisler: 633. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Abdulkays kabilesinden bir heyetin başında Medine’ye gelen Eşecc adındaki birine: “Sende Allah’ın sevdiği iki özellik var; hilm (yumuşak huylu, merhametli ve güler yüzlü olmak) ve teenni (sabırlı ve ihtiyatlı olmak, alelacele karar vermemek) buyurmuştur. 634. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah kullarına karşı son derece lütufkâr, sevecen ve şefkatlidir; onların da her konuda nazik, yumuşak huylu ve sevecen olmasını ister.” 635. Yine Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah kullarına karşı son derece lütufkâr, sevecen ve şefkatlidir; onların da nazik, yumuşak huylu ve sevecen olmasını ister. Sert, kırıcı ve kaba davrananlara ve başka türlü davrananlara vermediği dünya ve ahiret nimetlerini, kolaylık gösteren, nazik ve yumuşak davranan kimselere verir.” 636. Yine Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Nerede nezaket ve hoşgörü varsa, orada güzellik vardır. Nezaket ve hoşgörünün olmadığı yerde ise, ancak çirkinlik vardır.” 637. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:


308

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Yeni Müslüman olduğu için henüz İslam adabı konusunda bilgisi olmayan bir bedevi, mescidin içinde küçük abdestini bozmuştu. Sahâbîler hemen onu azarlamaya kalkıştılar. Bunun üzerine, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Adamı kendi hâline bırakın. Abdest bozduğu yere bir kova su dökün. O bunu bilmediği için yapıyor, ona kızmayın. Unutmayın ki, siz kolaylık göstermek için gönderildiniz, zorluk çıkarmak için değil.” buyurdu. Sonra o bedeviyi yanına çağırdı ve mescitlerin Allah’ı zikretmek, namaz kılmak ve Kur’an okumak için yapıldığını, bu mübarek yerlerde abdest bozmanın, oraları kirletmenin doğru olmadığını ona güzelce anlattı. 638. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” 639. Cerîr bin Abdullah radıyallahu anh diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediğini işittim: “Şefkat, hoşgörü, nezaket, yumuşak huyluluk ve sevecenlik anlamına gelen rıfktan mahrum kalan kişi, dünyada ve ahirette bütün hayırlardan mahrum kalmış demektir.” 640. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, çabucak sinirlenen, olur olmaz şeylere kızan bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: — Ya Rasulallah, bana tavsiyede bulun, dedi. Peygamber de ona: — Kızma, öfkene hâkim ol, buyurdu. Adam aynı isteği bir kaç kez tekrarladı. Peygamber de her defasında ısrarla: — Kızma, senin için en faziletli davranış budur, buyurdu. 641. Ebu Yâlâ Şeddâd bin Evs radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah, bütün varlıklara karşı iyi davranmayı emretmiştir. O hâlde, canlı bir varlığı öldürmeniz gerektiğinde bile, bu işi ona eziyet vermeyecek şekilde güzelce yapın, bir hayvanı boğazlayacağınız zaman onu güzelce boğazlayın. Bu işi yapacak olan kimse bıçağını iyice bilesin, hayvana acı çektirmesin.” 642. Âişe radıyallahu anhâ diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ne zaman iki seçenekten birini tercih


1. ARİFLERİN YOLU

309

etmek durumunda kalsa, günah olmadığı takdirde, mutlaka onların en kolay ve zahmetsiz olanını tercih ederdi. Fakat o iş günah ise, ondan da en uzak duran kişi kendisi olurdu. Allah’ın yasakları çiğnenmediği sürece, kendisine karşı yapılan herhangi bir kötü davranıştan dolayı şahsı adına hiç kimseyi cezalandırmazdı. Ancak Allah’ın yasaklarının çiğnenmesi söz konusu olunca, onu da kamu hukukunu gözeterek, Allah için cezalandırırdı. 643. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kimlerin cehenneme haram olduğunu –yahut cehennemin kimlere haram olduğunu– size söyleyeyim mi? İnsanlara kolaylık gösteren, onlarla iyi geçinen cana yakın, ağırbaşlı, güler yüzlü ve yumuşak huylu kimselere cehennem ateşi haramdır.”

75. BAB: HATALARI BAĞIŞLAMAK ve CAHİLLERLE BİR OLMAMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Sen af yolunu tut ve daima iyiliği emret. Hakikati bildiği hâlde, inatla ona karşı koyan cahillere aldırış etme. Bu çağrıya kulak verecek tertemiz gönüllere ulaşıncaya dek, bıkıp usanmadan tebliğine devam et. (Âraf, 7/199) 2. Ey İslam davetçisi! Allah’ın ayetleriyle henüz tanışmamış olan bu insanlara Kur’an’ı duyurmaya devam et! Onların kaba ve sert davranışlarına karşı, mümine yakışan bir edep ve olgunlukla cevap ver ve onlara güzellikle davran. (Hicr, 15/85) 3. Münafıkların Hz. Ayşe hakkında yürüttükleri iftira kampanyasına, ne yazık ki, birkaç Müslüman da –ahlakî zaafları nedeniyle– katılmış bulunuyordu. Üstelik bunlardan biri, Hz. Ebu Bekir’in akrabası olan ve onun yardımlarıyla geçimini sağlayan Mistah b. Üsase adında bir Müslümandı. Gerçi Mistah, cehaletinin kurbanı olarak işlediği bu günahtan dolayı içtenlikle tövbe etmiş, cezasını da çekmişti. Fakat Hz. Ebu Bekir, kızı hakkında böyle çirkin bir iftiraya destek veren bu adamın nankörce tutumu karşısında o kadar incinmişti ki, bundan böyle ona asla yardımda bulunmayacağına dair yemin etti. Bunun üzerine, böyle bir davranışın müminlere, hele Hz. Ebu Bekir gibi erdemli kimselere yakışmadığını bildiren aşağıdaki ayet nazil oldu: İçinizdeki erdemli ve varlıklı kimseler, kendilerine karşı nankörce davranmış olsalar bile, akrabalarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret etmiş olanlara yardım etmeme ve onlara bir daha hiçbir şey vermeme konusunda


310

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

yemin etmesinler. Bilakis, işledikleri günahtan dolayı tövbe eden bu insanlara karşı affedici ve bağışlayıcı olsunlar. Öyle ya, Allah’ın da sizi bağışlamasını istemez misiniz? Unutmayın ki, Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir ve sizin de böyle tövbekâr müminlere karşı merhametli olmanızı ister. (Nur, 24/22) 4. Onlar hem bolluk hem de darlık zamanında, servetlerinden bir kısmını Allah için harcarlar. Kızdıkları zaman öfkelerine hâkim olurlar ve kendilerine karşı kusurlu davranan insanları bağışlarlar. Allah da, güzel davrananları sever. (Âl-i İmran, 3/134) 5. Her kim cahillerin sataşmalarına karşı sabreder ve onları bağışlarsa, ne mutlu ona! Çünkü bu, büyük bir azim ve kararlılıkla yapılmaya değer işlerdendir. (Şura, 42/43) Konu ile İlgili Hadisler: 644. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Uhud Savaşı’nda büyük sıkıntılar yaşamıştı. Yetmiş Müslüman’ın şehit edildiği bu savaşta Peygamberimizin mübarek yüzü yaralanmış ve dişi kırılmıştı. Hz. Âişe, bu dehşetli günü hatırlatarak Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: — Ya Rasulallah! Uhud Savaşı’ndan daha zor bir gün yaşadın mı? diye sordu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi: — Evet, Taif halkından bundan daha büyük eziyetler gördüm. Bu kötülüklerin en fenası, Akabe günü bana yaptıklarıdır. O sene, vefakâr hayat arkadaşım, teselli kaynağım Hatice’yi ve hemen ardından, beni müşriklere karşı koruyan amcam Ebu Tâlib’i kaybetmiştim. Bu tarihten itibaren Mekkeli kâfirlerin Müslümanlara karşı hakaret ve azgınlıkları had safhaya ulaşmıştı. Mekke’de beni koruyacak kimse kalmayınca, Taif şehrine gidip İslamiyet’i onlara anlatmayı düşündüm. Evlatlığım Zeyd bin Hârise’yi de yanıma alarak Tâif’e gittim. On gün boyunca onlara İslamiyet’i anlattım. Arap yarımadasının en nüfuzlu adamı diye bildiğim Tâifli İbn-i Abdi Yâlîl’e sığınmak istedim, fakat o beni kabul etmedi. Tâifliler davetimi reddetmekle kalmadılar, beni taşlamaları için çocukları ve serserileri peşime taktılar. Onlar, Akabe denilen yere kadar beni taşa tuttular. Ben de geri dönerek, büyük bir üzüntü içinde Mekke’ye doğru yürümeye başladım. Karnu’s-Seâlib denilen yere varıncaya kadar kendime gelemedim. Orada başımı kaldırıp baktığımda, bir bulutun beni gölgelediğini gördüm. Dikkatlice bakınca, bulutun içinde Cebrail aleyhisselâm’ı fark ettim. Cebrail bana seslenerek: — Allah, kavminin sana ne cevap verdiğini ve seni korumayı nasıl red-


1. ARİFLERİN YOLU

311

dettiğini duymuş ve onlara dilediğini yapması için Dağlar Meleği’ni emrine göndermiştir, dedi. Dağlar Meleği bana seslenerek selâm verdi. Sonra da: — Ey Muhammed! Allah, kavminin sana neler söylediğini işitti. Ben Dağlar Meleği’yim. Emrini yerine getirmem için Allah beni sana gönderdi. Ne yapmamı istiyorsun? Dilersen, şu iki dağı onların başına geçireyim, dedi. Fakat ben: — Hayır, onlar bunu hak etmiş olsalar bile, bu şekilde cezalandırılmalarını istemem. Ben Cenab–ı Hak’tan, bunların soylarından yalnızca Allah’a kulluk edecek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak nesiller çıkaracağını ümit ediyorum, dedim. 645. Yine Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Allah yolunda savaş hâli dışında, herhangi bir kadın veya hizmetçi de dâhil, hiç kimseye eliyle veya bir başka şeyle vurmamıştır. Kendisine karşı yapılan herhangi bir kötü davranıştan dolayı da hiç kimseyi şahsı adına cezalandırmamıştır. Ancak Allah’ın yasakları çiğnenince, o yasağı çiğneyen kimseyi kamu hukukunu gözeterek, Allah için cezalandırırdı. 646. Enes bin Malik radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte yürüyordum. Üzerinde Necran kumaşından yapılmış, kenarları sert ve kalın bir hırka vardı. O sırada, cahil ve görgüsüz bir bedevi Peygamber aleyhisselâm’a yaklaşarak, sert bir hareketle hırkasını arkadan çekiverdi. Rasulullah’ın omzuna baktım, bedevinin sertçe çekmesinden dolayı yırtılan hırkanın kenarı, boynunda kıpkırmızı iz bırakmıştı. Bedevi, “Ya Muhammed! Elinde bulunan ve Allah’a ait olan mallardan bana da verilmesini emret!” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu kaba davranış karşısında en ufak bir kızgınlık göstermedi. Bilakis, bedeviye dönüp gülümsedi ve ona bir şeyler verilmesini emretti. 647. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, gönderildiği kavim tarafından dövülerek yüzü kanlar içinde bırakılan ve bir taraftan yüzündeki kanı silerken, bir taraftan da, “Halkımı affet Allah’ım, çünkü onlar doğruyu bilmiyorlar!” diyen bir peygamberi anlatırkenki hâli, hâlâ gözlerimin önündedir. 648. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


312

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Pehlivan dediğin, güreşte rakibini yenen kimse değildir. Asıl pehlivan, öfkelendiği zaman öfkesini yenen ve kendisine hâkim olan adamdır.”

76. BAB: EZİYET VE SIKINTILARA GÖĞÜS GERMEK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Onlar hem bolluk hem de darlık zamanında, servetlerinden bir kısmını Allah için harcarlar; kızdıkları zaman öfkelerine hâkim olurlar ve kendilerine karşı kusurlu davranan insanları bağışlarlar. Allah da, güzel davrananları sever. (Âl-i İmran, 3/134) 2. Her kim cahillerin sataşmalarına karşı sabreder ve onları bağışlarsa, ne mutlu ona! Çünkü bu, büyük bir azim ve kararlılıkla yapılmaya değer işlerdendir. (Şura, 42/43) Konu ile İlgili Hadisler: 649. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: — Ya Rasulallah! Benim bazı akrabalarım var. Ben onları ziyaret ediyorum, fakat onlar bana gelip gitmiyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar. Ben onlara anlayışlı davranıyorum, onlar ise bana sert ve kaba davranıyorlar, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz: — Eğer durum dediğin gibi ise, onların kötülüklerine iyilikle karşılık vermekle, kendilerine kızgın kül yedirmiş oluyorsun. Yani sana kötü davranan yakınların, bu asil davranışın karşısında ezilip mahcup olacaklardır. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar, sen onlara iyi davranmaya, akrabalık ilişkini devam ettirmeye çalış. Sen böyle davrandığın sürece, Allah’ın yardımı seninledir, buyurdu.

77. BAB: İSLAM’IN YASAKLARI ÇİĞNENDİĞİ ZAMAN ÖFKELENMEK ve ALLAH’IN DİNİNİ SAVUNMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Her kim Allah’ın saygıdeğer kıldığı şeyleri önemser ve O’nun çizdiği sınırlara uymakta dikkat ve özen gösterirse, şüphesiz bu, Rabb’inin katında kendisi için en hayırlısıdır. (Hac, 22/30) 2. Ey iman edenler! Siz Allah yolunda mücadele bayrağı açan öncü Müslümanlara yardım ederseniz, O da size yardım edecek ve her alanda gücünüzü artırarak ayaklarınızın yere sağlam basmasını sağlayacaktır. (Muham-


1. ARİFLERİN YOLU

313

med, 47/7) Konu ile İlgili Hadisler: 650. Ebu Mesud radıyallahu anh anlatıyor: Medine’nin dış mahallelerinde oturan bir adam, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: “Mahallemizin imamı olan filanca kişi (Muaz bin Cebel) bize namaz kıldırırken kıraati o kadar uzatıyor ki, bu yüzden bazen sabah namazına gelemiyorum!” dedi. Bunun üzerine, Rasulullah derhal insanları toplayıp onlara sert bir konuşma yaptı. Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i hiçbir konuşmasında o günkü kadar öfkeli görmemiştim. Namazı uzatan o kişinin adını anmaksızın, genele hitap ederek şöyle buyurdu: “Ey insanlar! İçinizde, ibadetleri zorlaştırarak insanları dinden nefret ettiren kimseler var. Sakın böyle yapmayın! Sizden her kim halka imamlık yapacak olursa, namazı kısa kıldırsın. Çünkü arkasındaki cemaatin içinde yaşlılar, çocuklar ve işi gücü olanlar bulunabilir. Namazı uzatıp sevap kazanacağım derken, o insanların hakkını çiğneyip günaha girebilir. İlle de namazda uzun uzun Kur’an okumak istiyorsa, bunu tek başına kılacağı nafile namazlarda yapsın.” 651. Âişe radıyallahu anhâ diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir gün bir seferden dönmüştü. Ben de o sıralar kapımın giriş kısmına, üzerinde canlı varlıklara ait resimler bulunan bir perde takmıştım. Peygamber aleyhisselâm o perdeyi görünce, hoşnutsuzluğundan dolayı yüzünün rengi değişti ve perdeyi çekip kopardı. Sonra da buyurdu ki: “Ya Âişe! Resim ve heykel, öteden beri putperestliğin en yaygın aracı olarak kullanılmıştır. Puta tapıcılıktan henüz kurtulmuş bir toplumda, putperestliği çağrıştıracak, cahiliye inançlarını hatırlatacak bu tür resimleri, o resme karşı insanlarda tazim uyandıracak tarzda teşhir etmek, putçuluk eğilimlerinin yeniden nüksetmesine sebep olabilir. Üstelik evin duvarına astığın bu resimler, ibadet sırasında insanı meşgul edip huşudan uzaklaştırır. Onun için, bu resimli örtüyü buradan kaldır ve istersen onları yastık ve minder olarak kullan. Puta tapıcılığı yeni bırakmış bu insanlarla eski düşünceleri arasındaki köprüyü ortadan kaldırmak ve bir daha böyle bir saplantıya geçit vermemek için, bu konuda çok dikkatli ve duyarlı olmalıyız. Putlara tapmak nasıl günahsa, puta tapıcılıkta kullanılan resim ve heykelleri yapmak ve onları sergilemek de aynı şekilde günahtır. Hele bu resim ve heykelleri yapanlar, kendilerini bir yaratıcı gibi görerek kibre kapılıyor-


314

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

larsa, vay onların hâline! Çünkü Mahşer Günü Allah’ın huzurunda en şiddetli azap görecek insanlar, yaratma konusuna Yaratanla adeta yarışa girmeye kalkışarak, Allah’ın yaratışını taklit etmeye çalışanlardır.” 652. Yine Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapan Fâtıma binti Esved adında soylu bir kadının durumu Kureyşlileri pek üzmüştü. Bunun üzerine: — Bu kadının cezalandırılmayıp fidye karşılığında serbest bırakılması için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile kim görüşebilir? diye kendi aralarında konuştular. Bazıları: — Buna, Peygamber aleyhisselâm’ın sevgili dostu Üsâme bin Zeyd’den başka kimse cesaret edemez, dediler. Üsâme de onları kıramayıp taleplerini iletmek üzere Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile konuştu. Bunun üzerine, Rasulullah Üsâme’ye kızdı ve: — Allah’ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için mi aracılık yapıyorsun? dedi. Daha sonra hutbeye çıktı ve bir konuşma yaparak şunları söyledi: — Bakın, sizden önceki milletlerin helak edilmesinin sebebi, içlerinden soylu ve itibarlı biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona ceza vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, değil Mahzumlu Fâtıma, Muhammed’in kızı Fâtıma dahi hırsızlık yapmış olsaydı, onun da elini keserdim. 653. Enes radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zamanında, mescitlerde bugünkü gibi halı veya kilim serili değildi. İnsanlar camide, kum ve toprak üzerinde ve ayakkabılarıyla namaz kılarlardı. Hatta mescidin üzeri hurma dallarıyla örtülü olduğu için, yağmurlu günlerde orada namaz kılanların alnı çamura bulanırdı. Bir de, içinde bulundukları ağır hayat şartları sebebiyle, o günkü insanların temizlik anlayışı farklıydı. Özellikle çölde yaşayan bedeviler, görgü kurallarını pek bilmezlerdi. Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, mescidin kıble duvarında bir tükürük gördü. Bu durum onu o kadar üzmüştü ki, üzüntüsü yüzünden okunuyordu. Hemen kalkıp, eline aldığı bir taş parçasıyla orayı kazıyıp temizledi. Sonra buyurdu ki: “Sizden biriniz namaza durduğu zaman, Rabb’inin huzuruna çıkıp O’na münacatta bulunur. O anda Rabb’i, bir anlamda kendisiyle kıble arasındadır. Öyleyse, hiçbiriniz namaz kılarken kıbleye karşı tükürmesin. Mutlaka tükürmek zorunda kalırsa, sol tarafına veya ayağının altına tükürsün. Namazdan sonra da onu iyice temizlesin.”


1. ARİFLERİN YOLU

315

Sonra cübbesinin bir ucunu tuttu, içine tükürüp kumaşı katladı ve “Ya da işte böyle yapsın. Varsa mendilini çıkarıp içine tükürsün, mendili yoksa, sonra temizlemek üzere elbisesinin bir kenarına silsin.” buyurdu.

78. BAB: İDARECİLERİN SORUMLULUKLARI YÖNETİCİLERİN EMRİ ALTINDAKİLERE ŞEFKATLİ DAVRANMALARI, GÜZELCE NASİHATTE BULUNMALARI; ONLARI ALDATMAKTAN, KENDİLERİNE KÖTÜ DAVRANMAKTAN, İŞLERİNİ ve İHTİYAÇLARINI İHMAL ETMEKTEN SAKINMALARI Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey Peygamber! Seni izleyen müminlere, daima şefkat ve merhametle kol kanat ger. (Şura, 26/215) 2. Hiç kuşkusuz Allah, insanlara karşı âdil davranmayı, alabildiğine merhametli, güler yüzlü, nazik ve lütufkâr davranarak daima iyilik yapmayı ve özellikle yakın akrabaya, komşulara, dost ve arkadaşlara cömertçe ikramda bulunmayı ve acılarını, mutluluklarını paylaşarak onlarla sürekli ve samimî bir diyalog içinde olmayı emrediyor. Buna karşılık zina, fuhuş, cinsel sapıklık, çıplaklık gibi yüz kızartıcı ve utanç verici davranışları, gerek Kur'an’ın, gerekse akıl ve sağduyunun asla onaylamayacağı görgüsüzlük, edepsizlik, terbiyesizlik türünden çirkinlikleri ve hukuka aykırı, onur kırıcı, saldırganca tutum ve davranışları yasaklıyor. Bakın, Allah size böyle güzelce öğütler veriyor ki, düşünüp ibret alasınız. (Nahl, 16/90) Konu ile İlgili Hadisler: 654. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Her biriniz birer yöneticisiniz ve her biriniz, yönetiminiz altındakilerden sorumlusunuz. Devlet görevlisi emri altındakilerin yöneticisidir ve onlardan sorumludur. Erkek, ailesinin yöneticisidir ve onlardan sorumludur. Kadın da kocasının evinin yöneticisidir ve onlardan sorumludur. Kısacası, her biriniz birer yöneticisiniz ve her biriniz, yönetiminiz altındakilerden sorumlusunuz.” 655. Ebu Ya’lâ Ma’kil bin Yesâr radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


316

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Allah’ın yöneticilik nasip ettiği bir kimse yönetimi altındakileri aldatmış bir hâlde ölürse, Allah ona cenneti haram kılar.” Bir başka rivayette: “Yönetici, yönettiği kimseleri koruyup gözetmezse, cennetin kokusunu bile alamaz.” şeklindedir. Müslim’de yer alan bir başka rivayet ise şöyledir: “Müslümanların idaresini üstlenip de onlar için çalışıp çabalamayan ve onlara karşı dürüst davranmayan bir yönetici, asla cennete giremez. Zalim idareciler ya cehennemde cezalarını çekerek, ya da mahşerde uzun süre sıkıntı içinde bekleyerek yaptıkları haksızlığın hesabını vereceklerdir. Zulüm ve haksızlık yapmayı helal görenler ise, ebedî cehenneme girecek ve cennetin kokusunu bile alamayacaklardır.” 656. Âişe radıyallahu anhâ diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, işte şu gördüğünüz odamda şöyle dua ettiğini işittim: “Allah’ım! Her kim ümmetimin yönetimini üstlenir de onlara karşı sert davranırsa, sen de onlara sert davran. Her kim ümmetimin yönetimini üstlenir de onlara yumuşak davranırsa, sen de onlara hem bu dünyada, hem de ahirette yumuşaklık göster.” 657. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İsrail Oğulları, peygamberler tarafından yönetilirdi. Bir peygamber vefat edince, yerine bir başka peygamber gelirdi. Fakat benden sonra peygamber gelmeyecek, çok sayıda halife gelecektir.” Bunun üzerine Ashap: — Ya Rasulallah! Bize bu konuda ne yapmamızı emredersin? Bu halifelerden hangisine itaat edelim? diye sordular. Peygamber aleyhisselâm da şöyle buyurdu: — İlkönce hangisine biat ettiyseniz, o biate sadık kalın. Meşru bir halife varken, halifelik iddiasında bulunan başka birinin ardına düşmeyin. Sizi yönetenler, genel anlamda İslam’ın hükümlerine bağlı kaldıkları ve Allah’a isyanı emretmedikleri sürece, siz zekât vermek, cihada katılmak gibi üzerinize düşen görevleri yerine getirmek suretiyle onlara haklarını verin. Mahrum bırakıldığınız hakkınızı da Allah’tan isteyin. Zira Allah, vermiş olduğu yöneticilik göre-


1. ARİFLERİN YOLU

317

vini hakkıyla yerine getirip getirmediklerini onlara muhakkak soracaktır. Dolayısıyla, her haksızlık gördüğünüzde hemen silaha sarılıp ayaklanmaya kalkmayın, sabır ve tahammül gösterin. Yöneticilerinizin size yaptıkları haksızlığı hukuki sınırlar çerçevesinde düzeltmeye çalışarak uyarı ve muhalefet görevinizi en güzel şekilde yerine getirin. Fakat bir iç savaşa sebep olacak tarzda yönetime baş kaldırarak, kargaşa çıkararak hak alma yoluna gitmeyin. Çünkü bu, mevcut durumdan çok daha büyük zararlara yol açabilir.” 658. Âiz bin Amr radıyallahu anh’dan rivayet ediliyor: Âiz, Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’i şehit etmiş olan Basra valisi zalim Ubeydullah bin Ziyâd’ın yanına girdi ve: — Ey oğul! Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, “Yöneticilerin en kötüsü, idaresi altındakilere sert ve kaba davrananlardır.” buyurduğunu işittim, sakın sen onlardan olma! dedi. 659. Ebu Meryem el–Ezdî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, kendisi Muâviye’ye şöyle demiştir: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Allah bir kimseyi Müslümanların başına idareci yapar da, o da halkın ihtiyaçları, sıkıntıları ve sorunlarıyla ilgilenmezse, Allah da Mahşer Günü onun ihtiyaçları, sıkıntıları ve sorunlarıyla ilgilenmez.” Bunun üzerine Muâviye, halkın ihtiyaçlarının tespit edilip sıkıntılarının giderilmesi için bir adam görevlendirdi.

79. BAB: ADİL YÖNETİCİ Konu ile İlgili Ayetler: 1. Hiç kuşkusuz Allah, adaletli olmayı emrediyor. (Nahl, 16/90) 2. Ey müminler! Her konuda hak ve adaleti gözetin. Hiç kuşkusuz Allah, adil davrananları sever. (Hucurat, 49/9) Konu ile İlgili Hadisler: 660. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah, kendi rahmet gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı gün, şu yedi sınıf insanı arşının gölgesinde barındıracaktır: Âdil yönetici,


318

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Rabb’ine kulluk ederek tertemiz bir hayat içinde yetişip büyüyen genç, Gönlünde mescit sevgisi bulunan ve namazlarını mescitlerde cemaatle kılmaya özen gösteren Müslüman, Birbirlerini yalnızca Allah için seven, Allah için bir araya gelen ve yine Allah için ayrılan iki insan, Güzel ve çekici bir kadının gayrimeşru teklifine, “Ben Allah’tan korkarım, O’na asla ihanet edemem!” diye karşılık veren iffetli adam, Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse, Yalnız başına Allah’ı anıp gözleri yaşla dolan kişi.” 661. Abdullah bin Amr radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Gerek verdiği hükümlerde, gerekse ailelerinin ve halkın yönetiminde adaleti gözeten yöneticiler, Mahşer Günü Allah’ın huzurunda nurdan koltuklar üzerinde oturacaklardır.” 662. Avf bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir konuşmasında şöyle buyurmuştur: — Yöneticilerinizin en hayırlısı, sizi seven ve sizin tarafınızdan sevilen, sizin için dua eden ve sizin duanızı alan kimselerdir. Yöneticilerinizin en kötüsü ise, sizden nefret eden ve sizin nefretinizi kazanan, size lânet eden ve lânetinizi alan kimselerdir. Bunun üzerine biz: — Ya Rasulallah! Bu durumda, onlara karşı elimizle ve dilimizle mücadele edelim mi? diye sorduk. Peygamber de: — Aranızda namazı ve İslam’ın temel ilkelerini ayakta tuttukları sürece hayır; aranızda namazı ayakta tuttukları sürece hayır! Onlar namaz, oruç, hac, zekât gibi temel İslami yükümlülükleri yerine getirdikleri ve bu prensiplerin toplumda egemen olmasını sağladıkları sürece, –birtakım yanlış işler yapsalar bile– onlara karşı gösterdiğiniz muhalefeti silahlı bir ayaklanmaya dönüştürmeyin. Ancak namazı da terk ederlerse, müminler arasında bir iç savaşa meydan vermemek şartıyla, gerekli imkân ve şartlar oluştuğunda onlarla savaşabilirsiniz, buyurdu. 663. İyâz bin Himâr radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, şöyle de-


1. ARİFLERİN YOLU

319

miştir: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i, şöyle buyururken dinledim: “Cennetlikler üç gruptur: 1. Adil ve başarılı devlet başkanı, 2. Yakınlarına ve bütün Müslümanlara karşı merhametli ve hoşgörülü olan kişi, 3. Ailesi muhtaç bir durumda olduğu hâlde, tok gözlü davranarak başkasına el avuç açmayan adam.”

80. BAB: YÖNETİCİLERE İTAAT GÜNAH OLMAYAN HUSUSLARDA YÖNETİCİLERE İTAATİN FARZ, GÜNAH SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA İSE HARAM OLDUĞU Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey iman edenler! Allah’a kayıtsız şartsız itaat edin, O’nun buyruklarını size ileten bir elçi olarak Peygambere de kayıtsız şartsız itaat edin. Bir de, Kur’an ve Sünnet’e aykırı hüküm vermedikleri sürece, sizin gibi müminlerden olan ve bu iki kaynak tarafından yetki sahibi kılınan kimselere, yani Müslüman ve adil yöneticilere, İslam âlimlerine, aile büyüklerine ve İslam’ın emretme yetkisi verdiği diğer insanlara itaat edin! Fakat onlara itaat, Allah’a ve Peygambere itaat gibi kayıtsız şartsız olmamalıdır: Şayet bu itaat etmeniz gereken insanlarla herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, —eğer Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız— o anlaşmazlık konusunu Allah’a ve Peygambere danışmalısınız. Sizi yöneten idarecilerle, size dininizi öğreten âlimlerle, ailenizin bir ferdiyle veya diğer insanlarla herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, çözüm için Allah’ın kitabına, yani Kur’an’a ve Peygamber’in Allah’tan aldığı diğer talimatlara, yani Sünnet’e başvurmalısınız. Bunu yapmak için de, —en azından ortaya konan delilleri anlayabilecek seviyede— Kur’an ve Sünnet bilgisine sahip olmanız gerekmektedir. Eğer anlaşmazlığın çözümüyle ilgili Kur’an ve Sünnet’te açık bir hüküm bulamazsanız, bu iki kaynağın temel prensipleri çerçevesinde çözümler üretmelisiniz. İşte bu, sizin için en hayırlı ve sonuç itibariyle en güzel davranış şeklidir. (Nisa, 4/59) Konu ile İlgili Hadisler: 664. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre,


320

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah’ın emirlerine aykırı bir şey emredilmediği sürece, Müslüman, hoşuna giden veya gitmeyen her konuda başındaki meşru yöneticilere itaat etmelidir. Allah’ın emirlerine aykırı bir şey emredildiği zaman ise, kimseyi dinleyip itaat etmez.” 665. Yine Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, sözünü dinleyip itaat etmek üzere kendisine bağlılık yemini vererek biat edeceğimiz zaman, bize: “Gücünüz yettiği kadar…” buyururdu. 666. Yine Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim: “Kim Müslümanların imamına sebepsiz yere itaatten uzaklaşırsa, Mahşer Günü Allah’ın huzuruna, kendisini mazur gösterebileceği hiçbir mazereti olmaksızın çıkar. Müslümanların imamına bağlılık sözü vermeden ölen kimse de, İslam öncesi Cahiliye inancı üzere ölen kimseler gibi günahkâr bir hâlde ölür.” Müslim’in bir başka rivayeti şöyledir: “İslam ümmetinin birlik ve beraberliğinden yüz çevirerek cemaatten ayrılmış ve İslami otoriteye bağlılık yemini vermemiş bir hâlde ölen kimse, İslam öncesi Cahiliye inancı üzere ölmüş gibi olur.” 667. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Başı kuru üzüm tanesine benzeyen beğenmediğiniz siyah bir köle bile olsa, İslam toplumunun seçtiği veya devlet başkanı tarafından üzerinize tayin edilen Müslüman ve adil yöneticilerin sözünü dinleyip emirlerine itaat ediniz.” 668. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ya Ebu Hureyre! Zorlukta da kolaylıkta da, hoşuna giden durumlarda da hoşlanmadığın durumlarda da, sen daha liyakatli olduğun hâlde hakkın çiğnenerek başkaları sana tercih edilmiş olsa bile, Müslüman ve adil yöneticilerin sözünü dinleyip emirlerine itaat etmelisin.”


1. ARİFLERİN YOLU

321

669. Abdullah bin Amr radıyallahu anhumâ anlatıyor: Bir sefer sırasında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile beraberdik. Uzun bir yürüyüşün ardından bir yerde konakladık. Kimimiz çadırını düzeltiyor, kimimiz ok atış talimleri yapıyor, kimimiz de otlayan hayvanlarının başında duruyordu. Derken Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in müezzini “Es-salâte câmiaten (Haydin, herkes namaza!)” diye seslendi. Biz de hemen Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında toplandık. Rasulullah ayağa kalkarak şu konuşmayı yaptı: “Benden önceki her Peygamber, ümmeti için en hayırlı olduğuna inandığı yolu onlara göstermek ve kötü olarak bildiği şeylere karşı da kendilerini uyarmakla görevliydi. İşte ben de sizleri aynı şekilde uyarıyorum: Bu ümmetin en huzurlu günleri, ilk devirlerinde olacaktır. Daha sonrakilerin başına çeşitli belâlar gelecek ve asla kabul edemeyeceğiniz kötü uygulamalar ortaya çıkacaktır. Peş peşe fitneler gelecek ve bir sonraki, öncekini unutturacaktır. Yine öyle fitne ve kargaşa çıkacaktır ki, onu gören mümin, ‘İşte beni mahvedecek fitne budur!’ diyecektir. Sonra ortalık bir ara sakinleşecek, fakat ardından yine öyle müthiş bir fitne kopacaktır ki, mümin, ‘Meğer asıl fitne buymuş!’ diyecektir.” “O hâlde, her kim cehennemden kurtulup cennete girmeyi arzu ediyorsa, son nefesine kadar Allah’a ve ahiret gününe imandan ayrılmasın. Kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa, başkalarına da öyle davransın. Her kim müminlerin önderine itaat yemini eder ve elini tutup ona samimiyetle bağlanırsa, gücü yettiğince ona itaat etsin. Eğer bir başkası önderlik iddiasıyla ortaya çıkarak meşru yönetime savaş açarsa, muhtemel bir iç savaşı engellemek için derhal onun boynunu vurun! Bu ceza, meşru hükümeti silah zoruyla devirip yönetime el koyma hevesinde olan kimseler için de caydırıcı olacaktır.” 670. Vâil bin Hucr radıyallahu anh anlatıyor: Seleme bin Yezîd el–Cu’fî, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: — Ya Rasulullah! Kendi haklarını bizden isteyen, fakat bize hakkımızı vermeyen zalim yöneticiler başımıza gelirse, onlara karşı nasıl davranmamızı bize tavsiye edersiniz? diye sordu. Peygamber aleyhisselâm, onun bu sorusuna cevap vermedi. Seleme aynı soruyu bir kez daha sorunca, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: — Yöneticileriniz genel anlamda İslam’ın hükümlerine bağlı kaldıkları ve Allah’a isyanı emretmedikleri sürece, onların sözünü dinleyip emirlerine itaat


322

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

edin. Çünkü onlar ancak kendi üzerlerine düşeni yapmaktan sorumlu, siz de ancak kendi üzerinize düşeni yapmaktan sorumlusunuz. Siz bir yönetilen olarak üzerinize düşen zekât vermek, cihada katılmak, kanun ve kurallara uymak gibi görevleri yerine getirin. Yöneticileriniz kendi üzerlerine düşeni yapmazlarsa, hukuki sınırlar çerçevesinde onları düzeltmeye çalışarak uyarı ve muhalefet görevinizi en güzel şekilde yerine getirin. Fakat bir iç savaşa sebep olacak tarzda yönetime baş kaldırarak, kargaşa çıkararak hak arama yoluna gitmeyin.” 671. Abdullah bin Mesud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ileride meydana gelecek toplumsal kargaşa ve siyasi sapmalara karşı ümmetini uyararak: — Hiç şüphesiz, benden sonra adam kayırmalar ve devlet idaresinde kabul edemeyeceğiniz bazı uygulamalar olacaktır, buyurdu. Ashab-ı Kiram: — Ey Allahın Elçisi! İçimizden o günleri görecek olanlara ne tavsiye edersiniz? diye sordular. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şunları söyledi: — Onlar genel anlamda İslam’ın hükümlerine bağlı kaldıkları sürece, siz zekât vermek, cihada katılmak gibi üzerinize düşen görevleri yerine getirin, mahrum bırakıldığınız hakkınızı da Allah’tan isteyin. Birtakım yanlış işler yapsalar bile, onlara karşı gösterdiğiniz muhalefeti silahlı bir ayaklanmaya dönüştürmeyin. Ancak eğer Allah’ın hükümlerini alenen çiğnerlerse, müminler arasında bir iç savaşa meydan vermemek şartıyla, gerekli imkân ve şartlar oluştuğunda onları yönetimden uzaklaştırmak için harekete geçebilirsiniz. 672. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş, bana karşı gelen de gerçekte Allah’a karşı gelmiş olur. Yine İslam’a göre hüküm veren adil ve Müslüman yöneticilere itaat eden bana itaat etmiş, onlara karşı gelen de bana karşı gelmiş olur. Netice olarak, meşru yöneticiye karşı gelen, Allah’a isyan etmiş olur.” 673. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Devlet yöneticisinden hoşa gitmeyen bir şey gören kimse, hemen silaha sarılıp isyan etmesin, sabretsin. Çünkü genel anlamda İslami hükümlere bağlı kalan devlet yönetimine itaatten bir karış ayrılan kişi, İslam öncesi cahiliye inancı üzere ölmüş gibi olur.” 674. Ebu Bekre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


1. ARİFLERİN YOLU

323

“Her kim İslam’a uygun bir şekilde hükmeden devlet yöneticilerini ufak tefek kusurlarından dolayı küçümsemeye kalkarsa, Allah da onu küçük düşürür.”

81. BAB: GÖREV VERİLMEDİKÇE veya MECBUR KALMADIKÇA İDARECİLİĞE İSTEKLİ OLMAMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. İşte ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklük taslamaktan ve bozgunculuk çıkarmaktan sakınan, hakkı olmayan bir şeye göz dikmeyen, yapamayacağı işlere talip olmayan kimselere ebedî yurt kılacağız. Mutlu son, Allah’a karşı saygılı ve itaatkâr davranan kimselerindir. (Kasas, 28/83) Konu ile İlgili Hadisler: 675. Abdurrahman bin Semure radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle demiştir: “Ya Abdurrahman! Sakın makam ve koltuk sevdasına kapılarak yöneticilik görevine talip olma! Unutma ki, bu görev sen istemediğin hâlde sana verilirse, hem Allah katından hem de insanlar tarafından yardım görüsün. Eğer sen istediğin için o görev sana verilirse, hiç kimseden yardım göremez, o görevle baş başa kalırsın. Ya Abdurrahman! Herhangi bir konuda yemin ettikten sonra başka bir davranışı daha hayırlı görürsen, hayırlı olanı yap ve yemininin kefaretini öde.” 676. Ebu Zer radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, kendisi Rasulullah’tan valilik, komutanlık gibi bir yöneticilik talebinde bulununca, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle buyurmuştur: “Ya Ebu Zer! Senin yöneticilik konusunda gerçekten zayıf ve yetersiz olduğunu görüyorum. Şunu bil ki, ben kendim için ne istiyorsam, senin için de onu istiyorum. Sana tavsiyem odur ki, iki kişiye bile olsa sakın yöneticilik yapma. Yetim malının idaresini de sakın üstlenme.” 677. Yine Ebu Zer radıyallahu anh diyor ki: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna geldim ve: — Ya Rasulallah! Bana yöneticilik görevi verir misiniz? dedim. Bunun üzerine Peygamber, eliyle omzuma vurarak şöyle buyurdu: — Ya Ebu Zer! Sen son derece mütevazı, takva sahibi, doğru bildiğini söyle-


324

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

mekten çekinmeyen açık yürekli ve samimi bir kimse olmakla beraber, yöneticilik konusunda zayıf bir adamsın. Zira uygunsuz davranışlar karşısında tahammül gösteremeyip çabucak parlayan, sabırsız, tez canlı bir mizaca sahipsin. İstediğin görev ise altından kalkılması zor bir ilahi emanettir. Gerçek şu ki, bu emaneti hak ederek alan ve ona karşı üzerine düşeni tam olarak yapanlar hariç, bu görev Mahşer Günü bir rezillik, bir pişmanlık sebebidir.” 678. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizler yöneticilik görevine getirilme konusunda aşırı istekli olacaksınız. Hâlbuki o elde etmek için yanıp tutuştuğunuz görev, Mahşer Günü o görevin hakkını yerine getiremeyenler için bir azap ve pişmanlık sebebi olacaktır.”

82. BAB: İDARECİLERİN YARDIMCI EDİNMELERİ DEVLET BAŞKANI, HÂKİM GİBİ YÖNETİCİLERİ İYİ YARDIMCILAR EDİNMEYE TEŞVİK ve KÖTÜ ARKADAŞLAR EDİNİP ONLARIN TAVSİYELERİNİ TUTMAKTAN SAKINDIRMA Konu ile İlgili Ayetler: 1. O gün, vaktiyle birbirlerini dünya menfaatleri için seven, şahsi çıkarları için arkadaşlık kuran bütün dostlar birbirlerine düşman olacaktır; ancak birbirlerini Allah için seven ve zulümden, haksızlıktan sakınmış olanlar hariç. (Zuhruf, 43/67) Konu ile İlgili Hadisler: 679. Ebu Saîd el–Hudrî ve Ebu Hureyre radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah’ın gönderdiği her peygamberin ve insanların başına yönetici yaptığı her halifenin, mutlaka yanlarından hiç ayrılmayan iki arkadaşı olmuştur: Biri ona iyiliği emreden ve bu konuda teşvikte bulunan arkadaş, diğeri de ona kötülüğü emreden ve bu konuda teşvikte bulunan arkadaş. O hâlde yöneticiler, kendilerini iyiliğe yöneltecek temiz ahlaklı ve işinin ehli yardımcılar seçmelidirler. Ayrıca, yapacakları işlere karar verirken Allah’ı asla hatırlarından çıkarmamalı, yalnızca O’na güvenip O’na dayanmalıdırlar. Unutmayın ki, günahtan korunabilenler, ancak Allah’ın korumuş olduğu kimselerdir.” 680. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


1. ARİFLERİN YOLU

325

“Allah hayra lâyık olan bir yönetici hakkında hayır dilediği zaman, ona unuttuğunu hatırlatan ve hatırladığını yapmaya yardım eden doğru sözlü bir yardımcı gönderir. Hayra lâyık olmayan bir yönetici hakkında kötülük dilediği zaman da, ona unuttuğunu hatırlatmayan, hatırladığını yapmaya yardım etmeyen kötü bir yardımcı gönderir. O hâlde, Allah’ın yardımına lâyık kimseler olun.”

83. BAB: DEVLET YÖNETİCİLİĞİ ve HÂKİMLİK GİBİ MEMURİYETLERE TALİP OLAN, BU MAKAMLARA AŞIRI DÜŞKÜNLÜK GÖSTEREN KİMSELERİ O GÖREVLERE TAYİN ETMEMEK Konu ile İlgili Hadisler: 681. Ebu Musa el–Eş’arî radıyallahu anh anlatıyor: Amcaoğullarımdan ikisiyle birlikte, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna girmiştim. Meğerse amaçları beni aracı kılarak Peygamber’den yöneticilik görevi istemekmiş. Bunu anladığımda artık iş işten geçmişti. Onlardan biri: — Ya Rasulallah! Allah’ın sizin idarenize verdiği görevlerden birine bizi yönetici tayin eder misiniz, dedi. Öteki amcaoğlum da buna benzer bir şey söyledi. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Vallahi biz bu görevi, onu isteyen –veya ona karşı aşırı istekli olan– hiç kimseye vermeyiz, buyurdu. Buna göre, liderlik hırsıyla yöneticilik görevine talip olanlara bu emanet teslim edilmemelidir. Zira devleti ve halkı yönetme konusunda aşırı istekli olanlar, genellikle sahip oldukları makamı kullanarak menfaat elde etme peşinde koşan, ele geçirdikleri koltuğu bir daha asla terk etmeye yanaşmayan, dünya zevklerine aşırı derecede düşkün, ihtiras sahibi kimselerdir. Bununla birlikte, kendisini ehil gören bir müminin, herhangi bir dünyevi menfaat gözetmeksizin bu tür görevlere talip olmasında bir sakınca yoktur. Böylece ehil olmayan kimselerin, İslam toplumu için hayati öneme sahip böyle önemli mevkileri işgal etmesinin önüne de geçilmiş olacaktır. Nitekim Yusuf Peygamber Mısır kralına, “Beni bu ülkenin hazineleri üzerinde görevlendir. Çünkü ben ülke kaynaklarını çok iyi korurum ve yönetim işlerini gayet iyi bilirim. (Yusuf, 12/55)” diyerek ondan devlet başkanlığı görevini talep etmiştir. Peygamberlerin bizim için örnek olmayacak davranışlarına özellikle dikkat çeken Kuran’ı Kerim, Yusuf Peygamberin bu davranışının yanlış olduğuna dair en ufak bir imada bulunmamıştır.


2. KİTAP: EDEP VE HAYÂ 84. BAB: HAYÂ HAYÂ (UTANMA DUYGUSU), HAYÂNIN FAZİLETİ ve BU DUYGUYA SAHİP OLMAYA TEŞVİK Konu ile İlgili Hadisler: 682. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ rivayet ediyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, fazlaca utangaç olan kardeşine hayâ konusunda öğüt vererek bu huyunu terk etmesi gerektiğini söyleyen Medineli bir Müslüman’ın yanından geçiyordu. Bu durumu görünce, o kişiye: “Onu kendi hâline bırak. Varsın utangaç ve iffetli olmaya devam etsin. Çünkü hayâ imandandır. Yani bu asil duygu, imandan kaynaklanan ve mümine yakışan üstün bir meziyettir.” buyurdu. 683. İmrân bin Husayn radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Utangaçlık, zannedildiği gibi insanı hayır ve güzelliklerden alıkoyan bir duygu değildir. Bilakis hayâ, kişiye ancak hayır kazandırır. İnsanın girişken olmasına, rızkını kazanmasına ve hakkını elde etmesine engel olan duygu utanma duygusu değildir. Bunun asıl sebebi onun pısırıklığı, çekingenliği, korkaklığı, beceriksizliğidir. Hayâ duygusuyla bu olumsuz özellikleri birbirine karıştırmamak gerekir.” Müslim’de yer alan diğer bir rivayete göre, Rasulullah şöyle buyurmuştur: “Hayânın hepsi hayırdır. Nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, utanma duygusu baştan sona hayır olup, her şekli ve her çeşidiyle güzeldir.” 684. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İman, yetmiş –veya bir diğer rivayete göre altmış– küsur kısımdan ibarettir. İman bir ağaca benzetilirse, onun kalp ile tasdikten ibaret olan bir gövdesi ve güzel davranışlardan ibaret olan çok sayıda dalları, şubeleri vardır. Bunların en yükseği ‘Lâ ilahe illallah’ sözünü söylemek, en aşağısı ise gelip geçenlere eziyet veren taş, diken, çöp gibi şeyleri yoldan kaldırmaktır. İffet, edep ve utanma duygusu olan hayâ da imanın bir bölümüdür. 685. Ebu Saîd el–Hudrî radıyallahu anh diyor ki:


2. EDEP ve HAYÂ

327

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, örtüsünün arkasında gizlenen bir genç kızdan daha utangaç ve daha iffetliydi. Öyle ki, hoşlanmadığı bir şey gördüğü zaman, bunu hafifçe kızaran yüzünden anlardık.

85. BAB: SIR SAKLAMA Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey iman enler! Verdiğiniz sözleri yerine getirin. Çünkü verilen sözler, Hesap Günü mutlaka sorulacaktır. (İsra, 17/34) Konu ile İlgili Hadisler: 686. Ebu Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Mahşer Günü Allah’ın huzurunda en aşağı derecede olacak insanlardan biri de, karısıyla birlikte olduktan sonra, bunu başkalarına anlatarak veya eşinin bir ayıbını açığa vurarak onun sırrını ifşa eden kimsedir.” 687. Ömer radıyallahu anh, kızı Hafsa dul kaldığında onu nasıl evlendirdiğini anlatırken şöyle demiştir: Osman bin Affân ile karşılaştım ve ona Hafsa’dan söz ederek: — İstersen kızım Hafsa’yı sana nikâhlayayım, dedim. Osman: — Hele bir düşüneyim, diye cevap verdi verdi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra yanıma gelerek: — Düşündüm de, şimdilik evlenmesem daha iyi olur, dedi. Daha sonra Ebu Bekir’e rastladım. Ona da: — İstersen kızım Hafsa’yı sana nikâhlayayım, dedim. O ise sustu, tek kelime bile söylemedi. Bu yüzden, ona Osman’a gücendiğimden daha fazla gücendim. Aradan birkaç gün geçtikten sonra, Hafsa’ya Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem talip oldu. Ben de kızımı ona nikâhladım. Daha sonra Ebu Bekir yanıma gelerek: — Hafsa’yla evlenmemi istediğinde sana cevap vermediğim için herhalde bana gücenmişsindir, dedi. Ben de: — Evet, diye cevap verdim. Bunun üzerine Ebu Bekir, şunları söyledi: — Bana bu konuyu açtığında sana bir cevap vermeyişimin tek sebebi, Peygamber’in Hafsa’dan sitayişle bahsetmesi ve onunla evliliği düşünüyor olması idi. O anda bunu sana söyleyemezdim. Çünkü Rasulullah’ın sırrını ifşa etmem


328

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

doğru olmazdı. Eğer Peygamber Hafsa ile evlenmekten vazgeçseydi, elbette onunla evlenirdim. 688. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımları, vefatına yakın bir zamanda onun yanı başında oturuyorlardı. O sırada Fâtıma, tıpkı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yürüyüşü gibi yürüyerek yanımıza geldi. Peygamber onu görünce, “Merhaba kızım, hoş geldin!” diyerek selamladı ve sağ veya sol yanına oturttu. Sonra Fâtıma’nın kulağına bir şeyler fısıldadı. Bunun üzerine, Fâtıma hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Rasulullah onun çok üzüldüğünü görünce, kulağına bir şey daha fısıldadı. Bu defa Fâtıma gülümsedi. Ben de içimden Fâtıma’ya: — Peygamber aleyhisselâm seni kendi hanımlarına tercih ederek sırrını emanet ediyor, sen ise bu büyük iltifattan dolayı sevinmen gerekirken ağlıyorsun, öyle mi? dedim. Sonra Rasulullah kalkıp gidince, ona: — Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem demin sana ne söyledi? diye sordum. Fâtıma: — Rasulullah’ın sırrını ifşa etmem doğru olmaz, dedi. Çok geçmeden Efendimiz aleyhisselâm Hakk’ın rahmetine kavuştu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem vefat edince: — Senin üzerindeki analık hakkım için, Rasulullah’ın sana verdiği o sırrı bana söylemeni istiyorum, dedim. Fâtıma da: — Şimdi artık söyleyebilirim. Peygamber ilk olarak, Cebrail’in Kur’an ayetlerini baştan sona okumak üzere her yıl bir defa geldiğini, fakat bu yıl aynı maksatla iki defa geldiğini söyledi ve “Bundan, ecelimin yaklaştığını anlıyorum. Vefat ettiğim zaman Allah’a karşı saygıda kusur etme ve sabırlı ol, ben senin için hayırlı bir öncüyüm. Rabb’imin huzurunda seni bekliyor olacağım.” buyurdu. Bunun üzerine, ben de gördüğün gibi ağladım. Benim çok üzüldüğümü görünce, bu defa, “Ey Fâtıma! Mümin hanımların –veya bu ümmetin hanımlarının– hanımefendisi olmak istemez misin? Sana bir de müjdem var: Ayrılığımız uzun sürmeyecek, ailemden bana ilk kavuşan sen olacaksın.” buyurdu. O zaman da, gördüğün gibi gülümsedim. 689. On yıl boyunca Peygamberimizin hizmetinde bulunan Enes bin Malik radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün ben çocuklarla oynarken, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yanıma gelip bize selâm verdi ve beni bir iş için bir yere gönderdi. Bu yüzden an-


2. EDEP ve HAYÂ

329

nemin yanına geç döndüm. Eve varınca annem: — Ne oldu, niye geciktin? diye sordu. — Rasulullah beni bir işe göndermişti de onun için geciktim, dedim. Annem: — Neymiş o iş? diye sorunca: — Bu bir sırdır anneciğim, onu sana dahi söyleyemem, dedim. Bunun üzerine Annem: — Aferin, Rasulullah’ın sırrını kimseye söyleme, dedi. Enes bu olayı anlattıktan sonra, kendisini dinleyen öğrencisi ve en yakın dostu Sâbit el–Bünânî’ye: — Ey Sâbit! Şayet bu sırrı birine söyleyecek olsaydım, vallahi sana söylerdim, dedi.

86. BAB: VERİLEN SÖZLERE BAĞLI KALMA ve VAATLERİ YERİNE GETİRME Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey iman enler! Verdiğiniz sözleri yerine getirin. Çünkü verilen sözler, Hesap Günü mutlaka sorulacaktır. (İsra, 17/34) 2. Allah adına söz verdiğiniz zaman, sözünüzü mutlaka yerine getirin. Karşınızdakine her türlü güvenceyi vererek pekiştirdiğiniz yeminlerinizi, – hem de sözünüzde duracağınıza dair Allah’ı kendinize şahit tutmuşken– bozmaya kalkmayın. Unutmayın ki, Allah yaptığınız her şeyi biliyor ve günün birinde hepsinin hesabını soracaktır. (Nahl, 16/91) 3. Ey iman edenler! Gerek Allah ile gerekse insanlarla yapmış olduğunuz bütün antlaşmaları titizlikle yerine getirin. (Maide, 5/1) 4. Ey iman edenler! Neden içinizden bazılarının sözleri ve davranışları birbirine uymuyor? Allah yolunda fedakârlık konusunda iddialı sözler sarf ettikten sonra, neden kararlılığınızı yitirip zaafa düşüyorsunuz? Niçin yerine getiremeyeceğiniz taahhütlerin altına giriyor, yapmadığınız ve yapamayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Oysa yapmadığınız şeyi söylemeniz, Allah nazarında gerçekten pek ağır bir suç, çok çirkin bir davranıştır. (Saff, 61/2, 3) Konu ile İlgili Hadisler: 690. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


330

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edilince insanların güvenini kötüye kullanarak emanete hıyanet eder.” Müslim’in bir rivayetinde şu ilâve vardır: “Oruç tutsa, namaz kılsa ve Müslüman olduğunu iddia etse bile, bu çirkin vasıfları üzerinde taşıyan kişi münafıktır. Bu ikiyüzlülük imanda ise, o kişi kâfirdir. Fakat sadece davranışlarda ise, kalben mümin olmakla birlikte, amel bakımından münafıktır.” 691. Abdullah bin Amr bin Âs radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kimde şu dört huy varsa, o kişi tam anlamıyla münafıktır. Eğer onda bu huylardan sadece biri varsa, o huyundan vazgeçinceye kadar, kendisinde münafıklık özelliklerinden biri var demektir. O dört huy şunlardır: 1. Kendisine bir şey emanet edilince ona hıyanet eder. 2. Konuşunca yalan söyler. 3. Söz verince sözünden cayar. 4. Birine karşı düşmanlık yapınca haddi aşıp haksızlık ederek aşırı gider.” 692. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh anlatıyor: Ben Peygamber zamanında fakir bir kimseydim. Bu yüzden Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana: — Eğer Bahreyn’den beklediğimiz zekât veya cizye malı gelirse, sana şu kadar, şu kadar ve şu kadar (yani tam üç avuç dolusu altın veya gümüş) vereceğim, demişti. Fakat Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat edinceye kadar Bahreyn’den mal gelmedi. Daha sonra Hz. Ebu Bekir’in halifeliği zamanında Bahreyn’den mal gelince, Ebu Bekir radıyallahu anh: — Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kime vaadi veya borcu varsa bize başvursun, diye ilân etti. Ben de onun huzuruna vararak: — Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana böyle böyle demişti, dedim. Bunun üzerine Ebu Bekir, elini ganimet malına daldırıp bir avuç altın veya gümüş aldı. Bunları sayınca takriben beş yüz tane olduğunu gördüm. O zaman Ebu Bekir bana: — Bunun iki mislini daha al, böylece Peygamber’in sana söz vermiş olduğu üç avuç altını eksiksiz ödemiş olalım, dedi.


2. EDEP ve HAYÂ

331

87. BAB: KİŞİNİN YAPMAKTA OLDUĞU HAYIRLI İŞLERE DEVAM ETMESİ Konu ile İlgili Ayetler: 1. İnsanın toplumsal ve bireysel hayatına yön veren ilahi yasalara göre, bir toplum kendi özündeki nitelikleri değiştirmediği sürece, Allah onların durumunu –ister iyilik ister kötülük yönünde olsun– değiştirmez. O hâlde kötülüğü tercih edenler, tercih ettikleri yönde değişime uğramaya mahkûmdurlar. Zira Allah bir toplumu cezalandırmaya karar verdi mi, hiçbir şey bunun önüne geçemez ve hiç kimse onları Allah’a karşı koruyamaz. (Râd, 13/11) 2. Ey müminler! Başladığınız hayırlı işleri sonuna kadar devam ettirin. Bin bir zahmetle eğirip sıkıca sardığı iplik yumağını çözüp dağıtan yaşlı ve bunamış kadınlar gibi olmayın. (Nahl, 16/92) 3. Müminlerin gönüllerinin Allah’ı anması ve indirdiği hakikat karşısında kalplerinin yumuşayıp saygıyla ürpermesi zamanı hâlâ gelmedi mi? İnananlar, zaman zaman puslanan, gaflete meyleden gönüllerini Kur'an’la her an yeniden aydınlatıp canlı tutsunlar ki, daha önce kendilerine kitap verilen ve vahiyle tanışmalarının üzerinden uzun bir süre geçtiği için kalpleri gaflet perdesiyle kapanıp katılaşan ve bugün birçokları yoldan çıkmış olan Yahudi ve Hıristiyanların durumuna düşmesinler. (Hadid, 57/16) 4. Sonra da, Meryem oğlu İsa’yı göndererek kendisine İncil’i verdik. Onu izleyenlerin kalplerine derin bir şefkat ve merhamet duygusu yerleştirdik. Sonraki Hıristiyanların icatları olan ve “nefsi öldürmek” adına bu dünyayı tamamen terk ederek hiç evlenmeden, dünyanın nimetlerinden faydalanmadan çilehanelerde inzivaya çekilme esasına dayanan ruhbanlığa gelince, Biz onlara böyle bir şey emretmedik. Ama onlar, güya Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla bunu uydurdular. Ne var ki, insan doğasına ters düşen bu sözde ibadete gereği gibi de uymadılar. Biz de içlerinden, gönderdiğimiz mesaja gerçek anlamda iman eden ve ona göre hayat programlarını çizen kimselere mükâfatlarını verdik. Fakat onların çoğu, Hz. İsa’nın getirdiği tevhit dinini özünden saptırarak yoldan çıkmışlardı. (Hadid, 57/27) Konu ile İlgili Hadisler: 693. Abdullah bin Amr radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kendisine şöyle demiştir: “Ya Abdullah! Sen filan kimse gibi olma. Çünkü o önceleri gece namazına devam ediyordu, fakat sonradan bunu bıraktı.”


332

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

88. BAB: İNSANLARA KARŞI GÜLER YÜZLÜ VE TATLI DİLLİ OLMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey Peygamber! Müminlere tam bir alçakgönüllülük ve şefkatle kol kanat ger. (Hicr, 15/88) 2. Ey Peygamber! Allah’ın sana bahşettiği o engin şefkat ve rahmeti sayesindedir ki, Uhud’da hata yapan olan arkadaşlarına son derece nazik ve yumuşak davrandın. Azarlanmayı hak ettikleri durumlarda bile, kusurlarını yüzlerine vurup onları rencide etmedin. Eğer onlara karşı kaba ve katı yürekli olsaydın, seni terk ederek etrafından dağılıp gitmişlerdi. Bu ise, hem senin için, hem de onlar için en büyük felâket olurdu. Öyleyse, onları bağışla ve affedilmeleri için Allah’a yalvar. Yönetimle ilgili olup da, hakkında kesin bir hüküm indirilmemiş olan her konuda onlara danış ve karar verirken, onların görüşlerini de dikkate al. İstişareler sonucunda belli bir yönde karar verdiğin zaman da, Allah’a güven ve bu kararını taviz vermeden uygula. Çünkü Allah, üzerine düşeni eksiksiz yapan, fakat sonucun elde edilmesi konusunda yalnızca O’na güvenen, O’na dayanan kimseleri, yani tevekkül edenleri sever. (Al-i İmran, 3/159) Konu ile İlgili Hadisler: 694. Adiyy bin Hâtim radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah için vereceğiniz yarım hurmayla bile olsa, kendinizi cehennemden korumaya bakın! Bunu da bulamayan, güzel ve tatlı sözlerle kendisini ateşten korusun.” 695. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Güzel söz sadakadır. İnsanların birbiriyle kaynaşmasını sağlayan tatlı bir söze, bir gülümsemeye varıncaya kadar, insanlara dünya veya ahirette fayda verecek her davranış Allah katında değerlidir.” 696. Ebu Zer radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Din kardeşini güler yüzle karşılamak gibi önemsiz zannedilen bir davranış bile olsa, hiçbir iyiliği küçük görme. Küçücük bir ikram, tatlı bir söz, hatta bir gülümseme bile olsa, karşına çıkan hiçbir iyilik fırsatını kaçırma.” buyurmuştur.


2. EDEP ve HAYÂ

333

89. BAB: AÇIK ve ANLAŞILIR ŞEKİLDE KONUŞMAK ve ANLAŞILMASI İÇİN GEREKTİĞİNDE SÖZÜ TEKRARLAMAK Konu ile İlgili Hadisler: 697. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem önemli bir konuşma yaptığı zaman, sözünün iyi anlaşılması için bazı cümlelerini üçer defa tekrarlardı. Bir topluluğun yanına varıp onları selâmlayacağı zaman da –şayet kalabalık fazla olur da sesini herkese duyuramadığını düşünürse– üç defa selâm verirdi. 698. Âişe radıyallahu anhâ şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in konuşması, herkesin anlayacağı şekilde açık seçikti. O bugün bazılarının yaptığı gibi dolambaçlı ifadelerle, uzun uzun cümlelerle ağdalı ve tekellüflü konuşmalar yapmazdı. Meramını en kısa yoldan, en sade şekliyle ve adeta kelimeleri sayılacak şekilde kısa ve öz olarak ifade ederdi.

90. BAB: ÂLİMİN KONUŞMA YAPARKEN HALKI SUSTURMASI BİR KİMSENİN, YANINDAKİNİN HARAM OLMAYAN SÖZLERİNE KULAK VERMESİ; BİR ÂLİM ve VAİZİN KONUŞMA YAPACAĞI KİŞİLERİ SUSTURMASI Konu ile İlgili Hadisler: 699. Cerîr bin Abdullah radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Veda Haccı’nda konuşma yapacağı zaman bana: “İnsanları sustur da dinlesinler.” dedi. Bize uzun uzun öğütler verdikten sonra: “Sakın benden sonra birbirinin boynunu vuran kâfirlere dönmeyin!” buyurdu.

91. BAB: ÖĞÜT VERİRKEN ÖLÇÜLÜ OLMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. İnsanları tatlı dille, hikmetle ve ibret verici güzel öğütlerle Rabb’inin yoluna çağır. Tartışmak gerektiğinde, kaba ve kırıcı davranmadan, gönül incitme-


334

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

den, akıl ve sağduyularına seslenerek onlarla tatlı bir üslupla, en güzel şekilde tartış. Bütün bunlara rağmen yine de inat edip yüz çevirirlerse, üzülme. Unutma ki, Rabb’in, kimlerin kendi yolundan saptığını çok iyi bilmektedir ve kimlerin doğru yolu izlediğini de en iyi bilen O’dur. (Nahl, 16/125) Konu ile İlgili Hadisler: 700. Peygamber aleyhisselâm zamanında yaşadığı hâlde onu görme bahtiyarlığına erişememiş kimselerden (muhadram) olan ve Kûfe’nin en büyük âlimleri arasında yer alan Ebu Vâil Şakîk bin Seleme diyor ki: Abdullah bin Mesud radıyallahu anh, bize her Perşembe günü vaaz ederdi. İçimizden biri ona: — Ya Ebu Abdurrahman! Keşke bize her gün böyle konuşma yapsan, dedi. Abdullah de ona: — Beni sizlere her gün ders vermekten alıkoyan şey, sizleri usandırmak istemeyişimdir. Ben sizlere vaaz vermek için sizin hâlinize uygun vakitleri gözetiyorum. Bu yüzden, sadece haftada bir kere sizlere ders yapıyorum. Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de bizlere usanç gelmesinden endişe ettiği için, bizim durumumuza uygun zamanları gözetirdi, dedi. 701. Ammar bin Yasir radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Cuma ve bayram namazlarında cemaate imamlık yapan kişinin namazı uzun kıldırıp hutbeyi kısa kesmesi, İslam’ı iyi bildiğinin alametidir. Şu hâlde, imamlık yaptığınız zaman namazı hutbeye göre biraz uzun kıldırın, hutbeyi de kısa kesin. Hazır cemaati yakalamışken onlara bilgi ve şuur kazandıracak uzun konuşmalar yapalım demeyin. O zaman insanları bıktırıp iyice uzaklaştırmış olursunuz. Onlara gerçekten bilgi ve şuur kazandırmak istiyorsanız, kalıplaşmış cümlelerle dolu olan ve dinleyenleri uyuklatan sıkıcı hutbeler yerine, özen ve dikkatle hazırladığınız ve güncel konuları içeren hutbeler verin. Söyleyeceğiniz sözleri iyi seçerek cemaatle göz temasını kaybetmeden ve beden dilini kullanmaya özen göstererek kısa, özlü ve etkileyici bir konuşma yapın. Unutmayın ki, yerinde söylenen güzel söz sihir gibidir, insanı âdeta büyüler.” 702. Muâviye bin Hakem es–Sülemî radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasında namaz kılıyorduk. O sırada, cemaatten biri hapşırdı. Ben hemen, “Yerhamukellah (Allah sana rahmet ve afiyet versin!)” diye karşılık verdim. Bunun üzerine, cemaat kötü bir şey yapmışım gibi bana ters ters bakmaya başladı. Ben de onlara:


2. EDEP ve HAYÂ

335

— Vay başıma gelenler! Ne oluyor size, neden bana öyle bakıyorsunuz? dedim. Bu defa onlar, beni uyarmak için ellerini dizlerine vurmaya başladılar. Beni susturmaya çalıştıklarını görünce kızdım, ama bir şey söylemedim. Peygamber aleyhisselâm namazı bitirince beni yanına çağırdı. Anam babam ona feda olsun, ben ne ondan önce, ne de ondan sonra kendisinden daha iyi bir öğretici görmedim. Vallahi beni ne azarladı, ne dövdü, ne de kötü bir söz söyledi. Buyurdu ki: — Namaz esnasında dünya kelâmı konuşmak doğru değildir. Çünkü namaz; tesbih, tekbir gibi zikirlerden ve Kur’an okumaktan ibarettir, dedi veya buna benzer bir şey söyledi. Ben de: — Ya Rasulallah! Ben daha yeni Müslüman oldum. Allah celle celâluh İslam dinini gönderdiği hâlde, içimizde hâlâ kâhinlere giden ve onlara fal baktıran bilinçsiz Müslümanlar var, dedim. Bana: — Sen kâhinlere gitme, gidenleri de uyar. Çünkü kâhinlerin, medyumların, falcıların sözlerine inanan kişi İslam’ı inkâr etmiş olur, buyurdu. Ben tekrar: — Aramızda uğursuzluğa inanan ve bir takım nesne ve olaylarda uğur ya da uğursuzluk gören kimseler de var, deyince: — Bu, onların gönüllerinde hissettikleri boş ve anlamsız bir kuruntudan ibarettir. Aman dikkat et, bu gibi hurafeler ve batıl inançlar, onları hak dinden çevirmesin, buyurdu. 703. İrbâz bin Sâriye radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir sabah namazından sonra bize kalpleri ürperten, gözleri yaşartan son derece veciz ve etkileyici bir vaaz verdi. Bunun üzerine biz: — Ey Allah’ın Elçisi! Bu bir veda konuşmasına benziyor. Eğer aramızdan ayrılacaksan bize tavsiyede bulun, dedik. Bunun üzerine, şöyle buyurdu: — Size, Allah’a karşı sorumluluk bilincine sahip olmanızı, başınıza bir Habeşistanlı köle bile yönetici olarak atansa, İslam’a aykırı hüküm vermediği sürece onu dinleyip emrine itaat etmenizi tavsiye ederim. Benden sonra yaşayanlar, birçok karışıklık, kavga ve ihtilaf göreceklerdir. O zaman yapmanız gereken, benim sünnetime ve doğru yolu takip eden Raşid Halifelerimin sünnetine sarılmaktır. Bu ilkelere sadece ellerinizle değil, dişlerinizle tutunun! Kur’an ve sünnette yeri olmayan, bu iki temele aykırı olarak ortaya çıkan her türlü inanç, ibadet ve uygulamadan, din adına ortaya çıkarılan bütün hurafelerden ve bidatlerden de şiddetle kaçının. Çünkü her bidat, bir


336

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

farzı veya sünneti ortadan kaldıran ve insanların yoldan çıkmasına sebep olan bir sapma, bir dalâlettir.

92. BAB: VAKAR VE AĞIRBAŞLILIK Konu ile İlgili Ayetler: 1. O Rahmanın kulları ki, yeryüzünde kibir ve gösterişten uzak, son derece ağırbaşlı, saygılı ve alçakgönüllü olarak yürürler. Cahiller kendilerine sataştığı zaman, onurlu ve efendi bir tavırla karşılık vererek, “Selâm sizlere! Biz cahillerle bir olmayız!” derler. (Furkan, 25/63) Konu ile İlgili Hadisler: 704. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: Peygamber aleyhisselâm’ın yüzünden tebessüm hiç eksik olmazdı. Hatta çok hoşlandığı bir davranış karşısında azı dişleri görünecek kadar tebessüm ettiği de olurdu. Ayrıca etrafındakilere şaka yapmaktan hoşlanır, kendisiyle şakalaşan ashabının bu davranışlarını hoş görürdü. Bütün bunlarla birlikte, şakasına ve gülmesine varıncaya kadar, her hareketinde ölçülü davranırdı. Öyle ki, ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, küçük dili görünecek şekilde kahkahayla güldüğünü hiç görmedim. O sadece tebessüm ederdi.

93. BAB: NAMAZA, İLİM MECLİSİNE ve BENZERİ İBADETLERE AĞIRBAŞLI VE VAKUR BİR ŞEKİLDE GİTMEK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Her kim Allah’ın şiarlarına, O’nun dininin sembolleri olan kurban, namaz, cami, ezan, Mushaf gibi ilahi sembollere yürekten saygı gösterirse, hiç kuşkusuz bu, kalplerdeki derin bilinç ve duyarlılıktan kaynaklanmaktadır. (Hacc, 22/32) Konu ile İlgili Hadisler: 705. Ebu Hureyre radıyallahu anh diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Namaz için kamete başlanmış olsa bile, namaza koşarak değil, ağırbaşlı bir şekilde yürüyerek gelin. Yetişebildiğiniz kadarını imamla birlikte kılın, yetişemediğiniz rekâtları da kendiniz tamamlayın.” Müslim’in bir rivayetinde şöyle bir ilâve vardır:


2. EDEP ve HAYÂ

337

“Herhangi biriniz namaza yöneldiği andan itibaren, artık namazda sayılır. O hâlde, kılınmakta olan rekâta yetişeceğim diye koşup da sevabınızı eksiltmeyin.” 706. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, kendisi Veda Haccı’nda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte, Arefe günü Arafat’tan Müzdelife’ye dönüyordu. Peygamber aleyhisselâm, arkadan gelenlerin bir an önce Müzdelife’ye varma endişesiyle itişip kakıştıklarını, develerini kamçıladıklarını ve develerin böğürdüğünü duyunca, bunu yapanları uyarmak için onlara kamçısıyla işaret ederek şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Sakin ve ağırbaşlı olun! Çünkü böyle acelecilik yapmakla sevap kazanılmaz. Bir ibadeti yerine getirmek için acele ettiğinizi biliyorum. Ama böyle bağırıp çağırarak, hayvanları kamçılayıp canlarını yakarak hayır ve sevap kazanamazsınız. Hayırlı işleri yaparken itidali, ağırbaşlılığı ve sükûneti elden bırakmayın.”

94. BAB: MİSAFİR AĞIRLAMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. İbrahim’in o değerli misafirleriyle ilgili ibret verici öyküsü sana anlatılmadı mı? Hani insan suretinde melekler, selâm vererek onun huzuruna girmişlerdi, o da “Selâm size, sanırım buralarda yabancısınız!” demişti. Sonra İbrahim, misafirlere aç olup olmadıklarını bile sormadan, usulca ailesinin yanına gidip közde kızartılmış besili bir buzağı getirdi. Yemeği misafirlerin önüne koyarak, “Buyurun, yemez misiniz?” dedi. (Zariyat, 51/24–27) 2. Şehre gelen yabancıların Lut aleyhisselâm’ın evinde misafir olduğunu haber alan kavmi, sapık arzularının kamçılamasıyla, âdeta kudurmuş bir hâlde koşarak Lut’un kapısına dayandılar. Zaten öteden beri böyle çirkinlikler yapmayı âdet hâline getirmişlerdi. Lut, “Ey kavmim!” dedi, “İşte kızlarım; onlarla evlenip meşru ve doğal yollarla arzularınızı tatmin etmeniz, sizin için erkeklere yönelmekten çok daha temizdir. Öyleyse Allah’tan korkun da, misafirlerime tacizde bulunarak beni rezil etmeyin! İçinizde aklı başında bir adam yok mu sizin?” (Hud, 11/78) Konu ile İlgili Hadisler: 707. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden, misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe iman eden, akrabasına ve komşusuna güzel davran-


338

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

sın. Allah’a ve ahiret gününe iman eden, hayırlı söz söylesin; ya da bunu beceremiyorsa, hiç değilse sussun.” 708. Ebu Şureyh Huveylid bin Amr el–Huzâî radıyallahu anh’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: — Allah’a ve ahiret gününe iman eden, misafirine hak ettiği hediyesini versin. Bunun üzerine Ashab–ı Kiram: — Ya Rasulallah! Misafirin hediyesi nedir? diye sordular. Peygamber aleyhisselâm: — Onu en az bir gün ve bir gece ağırlamaktır. Misafirlik hakkı en fazla üç gündür. Bundan fazlası ise, ağırlayan için sadakadır, buyurdu. Müslim’de yer alan bir başka rivayette, Rasulullah aleyhisselâm: — Bir Müslüman’a, din kardeşinin yanında onu günaha sokacak kadar misafir olarak kalması helal değildir, buyurdu. Ashab–ı Kiram: — Ya Rasulallah! İnsan din kardeşini nasıl günaha sokar ki? diye sorunca, Peygamberimiz: — Misafirini ağırlayacak bir şeyi bulunmayan kimsenin yanında oturup kalmakla, buyurdu.

95. BAB: HAYIRLI İŞLERİ MÜJDELEMEK VE TEBRİKTE BULUNMAK Konu ile İlgili Ayetler: 1. Allah’ın hükümlerini hiçe sayan insan ve cin şeytanlarına, yani tağutlara kulluk etmekten kaçınan ve tüm benliğiyle Allah’a yönelerek, yalnızca O’na kul köle olan müminlere gelince, onlar için ebedî mutluluk ve kurtuluş müjdesi vardır. Öyleyse, müjdele o fedakâr kullarımı! Onlar, karşılarındaki kişinin sözünü saygıyla dinler ve söylenen sözlerin, ortaya konan iddiaların en güzeline uyarlar. Sözlerin en güzeli olan Kur’an’ı işittikleri zaman, inat ve ön yargı ile onu inkâr etmezler. İşte Allah’ın doğru yola ilettiği kimseler bunlardır. Akıl ve sağduyu sahibi olanlar da yalnızca bunlardır. (Zümer, 39/17–18) 2. Rab’leri onlara rahmetini, hoşnutluğunu ve içinde kendileri için ölümsüz nimetler bulunan cennet bahçelerini müjdeliyor. (Tevbe, 9/21)


2. EDEP ve HAYÂ

339

3. “Rabb’imiz, Allah’tır!” diyen ve sonra da dosdoğru bir hayat yaşayan kimselere öbek öbek rahmet melekleri inecek ve onlara şu ilahi müjdeyi ilham edecektir: “Korkmayın, üzülmeyin; size Allah tarafından söz verilen cennet müjdesiyle sevinin!” (Fussilet, 41/30) 4. Biz de İbrahim’e, İsmail adında çok şefkatli ve yumuşak huylu bir çocuğunun olacağını müjdeledik. (Sâffât, 37/101) 5. Hani melekler arasından seçip gönderdiğimiz elçilerimiz, İbrahim’e eşi Sâre’nin bir İshak adında bir çocuk dünyaya getireceğine dair müjdeyi vermek üzere insan suretinde gelerek, “Selâm sana, ey İbrahim!” demişlerdi. (Hud, 11/69) 6. O sırada İbrahim’in hanımı Sâre, bir kenarda ayakta bekliyordu. Korkulacak bir şey olmadığını anlayınca, sevincinden gülümsemeye başladı. Sonra ona, İshak adında bir çocuk dünyaya getireceğini ve İshak’ın ardından, Yakub isminde bir torun sahibi olacağını müjdeledik. (Hud, 11/71) 7. Zekeriya mabette namaza durduğu bir sırada, melekler ona: “Ey Zekeriya! Allah sana şu ihtiyarlık çağında, Yahya adında tertemiz bir çocuğunun olacağını müjdeliyor, diye seslendiler. (Âl-i İmran, 3/39) 8. Hani melekler, “Ey Meryem!” demişlerdi, “Allah kendi katından göndereceği son derece enteresan bir kelimeyle, yani “Ol!” emriyle rahminde yaratacağı bir çocukla seni müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir.” (Âl-i İmran, 3/45) Konu ile İlgili Hadisler: 709. Abdullah bin Ebî Evfâ radıyallahu anhumâ diyor ki: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah yolunda göstermiş olduğu büyük fedakârlıklardan dolayı Hz. Hatice’yi, cennette bulunan ve içinde hiçbir gürültünün duyulmayacağı, hiçbir yorgunluğun hissedilmeyeceği inciden bir köşkle müjdeledi. Bu müjdeyi bizzat Cebrail, Allah’ın emriyle Peygamber aleyhisselâm’a bildirmişti. Zira Hz. Hatice, herkesin inkâr ettiği bir zamanda Peygamberimize inanmış, ona güç ve teselli vermiş, malını mülkünü bu dava uğrunda harcamaktan çekinmemişti. 710. Ebu Musa el–Eş’arî radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün evimde abdest alıp dışarı çıktım ve kendi kendime: — Bugün inşallah Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den hiç ayrılmayacağım, bütün günümü onunla geçireceğim, dedim. Sonra mescide gidip oradaki-


340

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

lere Peygamber aleyhisselâm’ın nerede olduğunu sordum. Onlar da: — Şu tarafa doğru gitti, dediler. Peygamber’in gittiği yeri sora sora, nihayet Medine’nin üç km kadar uzağındaki Eris Kuyusu’nun bulunduğu bahçede olduğunu öğrendim. Peygamber Kuba mescidine giderken, bu bahçede durup biraz dinlerdi. Ben de içeri girip bahçe kapısının yanına oturdum. Peygamber aleyhisselâm helâya gitti, sonra da abdest aldı. Ben de kalkıp yanına vardım. Baktım ki, Eris Kuyusu’nun ağzında bulunan bilezik şeklindeki taşın ortasına oturmuş, baldırlarını açarak ayaklarını kuyuya sarkıtmış. Kendisine selâm verdim, sonra da geri dönüp kapının yanına oturdum. Kendi kendime: — Bugün Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kapıcısı olacağım, dedim. O sırada Ebu Bekir radıyallahu anh gelerek kapıyı çaldı. — Kim o? diye sordum. — Ebu Bekir, dedi. — Biraz bekle, dedim. Sonra Peygamber aleyhisselâm’ın yanına varıp: — Ya Rasulallah! Ebu Bekir geldi, yanınıza girmek için izin istiyor, dedim. — Ona izin ver ve kendisini cennetle müjdele, buyurdu. Ben de geri dönüp Ebu Bekir’e: — İçeri gir, Rasulullah seni cennetle müjdeliyor, dedim. Ebu Bekir Allah’a hamd ettikten sonra içeri girdi ve Peygamber aleyhisselâm’ın sağ tarafına geçip onun yanına, bilezik taşının üzerine oturdu ve tıpkı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem gibi baldırlarını açarak ayaklarını kuyuya sarkıttı. Ben de geri dönüp tekrar yerime oturdum. Ben evden çıkarken kardeşim abdest alıyordu. Bana arkamdan yetişecekti. Kendi kendime: — Eğer Allah celle celâluh onun hayrını dilerse, kendisini buraya getirir, dedim. O sırada, birinin kapıyı ittiğini gördüm. — Kim o? diye sordum. — Ömer bin Hattab! dedi. — Biraz bekle, dedikten sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına giderek selâm verdim ve: — Ömer geldi, yanınıza girmek için izin istiyor, dedim. — Ona izin ver ve onu da cennetle müjdele, buyurdu. Ben de Ömer’in yanına dönerek:


2. EDEP ve HAYÂ

341

— Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem içeri girmene izin verdi ve seni cennetle müjdeledi, dedim. Ömer de Allah’a hamd ederek içeri girdi. Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sol tarafına geçerek kuyu ağzındaki bilezik taşının üzerine oturdu ve ayaklarını kuyuya sarkıttı. Ben de dönüp kapının yanına oturdum. Yine kardeşimi düşünerek, kendi kendime: — Eğer Allah celle celâluh onun hayrını dilerse, kendisini buraya getirir, dedim. Bu sırada biri gelip kapıyı itti. — Kim o? diye sordum. — Osman bin Affân, dedi. — Biraz bekle, diyerek Peygamber aleyhisselâm’ın yanına gittim ve onun geldiğini haber verdim. — Ona da izin ver ve ileride başına gelecek belâları da haber vererek onu cennetle müjdele, buyurdu. Ben de geri döndüm ve: — İçeri gir, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem başına gelecek belâlarla birlikte seni cennetle müjdeliyor, dedim. Osman da Allah’a hamd ettikten sonra içeri girdi. Kuyu ağzındaki bilezik taşının üzerinde oturacak yer kalmadığını görünce, onların karşısına, taşın öteki tarafına oturdu. Said bin Müseyyeb diyor ki: “Ben dört arkadaşın bu oturuş şeklini, onların kabirlerinin durumuna yordum. Nitekim şimdi Ebu Bekr’in kabri Peygamber’in kabrinin sağ tarafında, Ömer’in kabri de sol tarafında bulunmaktadır. Osman’ın kabri ise onlardan uzakta, Bakî kabristanındadır.” Buhârî’de yer alan bir rivayette, Ebu Musa şu cümleyi de eklemiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, bana kapıyı beklememi emretti.” Aynı rivayette, şu ilave de vardır: “Osman müjdeyi duyunca Allah’a hamd etti, sonra da ‘Bela ve musibetlerden Allah’a sığınırım.’ dedi.” 711. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhumâ’nın da içinde bulunduğu bir grup insanla, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in etrafında oturuyorduk. Bir ara Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem aramızdan kalkıp gitti. Geri dönmesi gecikince, başına kötü bir iş gelmesinden korkarak yerimizden kalktık. İlk endişelenen kişi ben oldum. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i araya araya, Medineli Müslümanlardan Neccar Oğulları’na ait bir bahçeye geldim. Bir


342

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

giriş kapısı bulabilir miyim diye bahçenin etrafını dolandım, fakat bir şey bulamadım. Bahçenin dışındaki bir kuyudan içeriye su veren küçük bir ark gördüm ve oradan büzülerek Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına girdim. Peygamberimiz: — Ebu Hureyre, sen misin? diye sordu. — Evet, ya Rasulallah! dedim. — Hayırdır, n’oldu? dedi. Ben de: — Aramızda otururken kalkıp gittin; geri dönmediğini görünce, sana bir kötülük yapılmasından endişelendik. İlk endişe duyan da ben oldum. Kalkıp bu bahçeye geldim ve tilki gibi kıvrılarak içeri girdim. Diğerleri de arkadan geliyorlar, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem beni yanına çağırarak ayakkabılarını çıkarıp verdi ve: — Şu ayakkabılarımı al ve geri dön. Bu duvarın arkasında, gönülden inanarak “Lâ ilahe illallah” diyen kime rastlarsan, kendisini cennetle müjdele, buyurdu. Hadisin geri kalan kısmında Ebu Hureyre şöyle devam ediyor: Ben de ayakkabıları alıp çıktım. İlk rastladığım kişi Ömer oldu. Bana: — Ebu Hureyre, bu elindeki ayakkabılar da nedir? diye sordu. Ben de: — Bunlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ayakkabılarıdır. Bunları bana verdi ve “Gönülden inanarak ‘Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur’ diyen kime rastlarsan onu cennetle müjdele!” diye emretti, dedim. Bunun üzerine, Ömer eliyle göğsüme öyle bir vurdu ki, arka üstü yere düşüverdim. Bana: — Geri dön, Ebu Hureyre! dedi. Ben de hemen Rasulullah’ın yanına döndüm. Neredeyse ağlayacaktım. Meğer Ömer beni takip etmiş. Baktım ki, arkamdan geliyor. Rasulullah bana dönerek: — Ne oldu sana, Ebu Hureyre? diye sordu. Ben de: — Yolda Ömer’e rastladım. Benimle gönderdiğin müjdeyi kendisine söyleyince göğsüme öyle bir vurdu ki, sırt üstü yere düştüm. Sonra bana geri dönmemi söyledi, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona dönerek: — Ömer, niçin böyle yaptın? diye sordu. O da: — Anam babam sana feda olsun, ya Rasulallah! Sen, kalbi yüzde yüz inanmış olarak “Allah’tan başka hiç bir ilah yoktur” diye şehadet getiren kime rastlarsa onu cennetle müjdelesin diye Ebu Hureyre’yi ayakkabılarınla gönderdin mi? diye


2. EDEP ve HAYÂ

343

sordu. Peygamber de: — Evet, buyurdu. Bunun üzerine, Ömer: — Aman yapma! Çünkü korkarım ki insanlar (sözünüzü yanlış yorumlarlar da) bu müjdeye güvenip tembelliğe kapılırlar. Bırak ibadete devam etsinler, dedi. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: — Pekâlâ, bırak onları, buyurdu. 712. Tâbiun neslinin hadis imamlarından Abdurrahman bin Şümâse anlatıyor: Amr bin Âs radıyallahu anh ölüm döşeğindeyken yanına gittik. Amr yüzünü duvara dönerek uzun uzun ağlamaya başladı. Bunun üzerine oğlu: — Babacığım! Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sana şu müjdeyi, şu müjdeyi vermedi mi? Bunca müjdelere nail olmuşken, neden ağlıyorsun? dedi. Bunun üzerine, Amr bin Âs yüzünü bize dönerek dedi ki: — Bizim ahiret yolculuğu için hazırladığımız en değerli azık, “Lâ ilahe illallah Muhammedun Rasulullah” sözüdür. İşte bu söz, bizim en büyük ümit kaynağımızdır. Benim hayatımda üç önemli evre vardır: Bir zamanlar azılı bir İslam düşmanıydım ve yeryüzünde Rasulullah’a benden daha çok kin besleyen hiç kimse yoktu. Bir yolunu bulup onu öldürmek, benim en çok arzu ettiğim şeydi. Şayet bu hâldeyken ölseydim, mutlaka cehennemlik olurdum. Nihayet Allah celle celâluh gönlüme İslam sevgisini koyunca, Peygamber aleyhisselâm’a geldim ve: — Ey Allah’ın Rasulü, uzat elini, sana bağlılık yemini vererek biat edeyim! dedim. O elini uzatınca, ben elimi geri çektim. Bunun üzerine Peygamber: — Ne oldu Amr? diye sordu. — Bir şart koşmak istiyorum, dedim. — Neyi şart koşacaksın? buyurdu. — Bağışlanmamı, dedim. — İslam’ın, Müslüman olmadan önce işlenen bütün günahları yok ettiğini; hicretin, kendinden önceki günahları ortadan kaldırdığını ve haccın, o güne kadar işlenen günahları silip süpürdüğünü bilmiyor musun?” buyurdu. Artık benim gözümde, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den daha sevimli ve ondan değerli hiç kimse yoktu. Öyle ki, kendisine duyduğum saygıdan dola-


344

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

yı yüzüne doya doya bakamazdım. Benden onu anlatmam istenseydi, yüzüne dikkatlice bakamadığım için onu tarif edemezdim. Şayet bu hâldeyken ölseydim, cennetlik olmayı umabilirdim. Sonra Peygamber aleyhisselâm vefat eti. Hz. Ebu Bekir ve Ömer’in hilafetinin ardından, Müslümanlar arasında fitneler ortaya çıktı. Krallık sevdasına kapılan Muâviye, ümmetin halife seçtiği Hz. Ali’ye isyan etti. Ben de Muâviye’nin yanında yer alarak Hz. Ali’ye karşı savaştım. Muâviye’ye dünyasını kazandırdım, ama kendi ahiretimi berbat ettim. Dünya sevgisine yenik düşerek öyle kirli işlere karıştık ki, bu konuda hâlim nice olacak, bilemiyorum. Öldüğüm zaman arkamdan ne ağıtlar okunsun, ne de tütsüler yakılsın. Beni gömeceğiniz zaman, üzerime toprağı azar azar atın. Sonra bir deve kesip etini parçalayacak kadar bir süre mezarımın başında bekleyin ki, sizin varlığınızla yeni hayatıma alışayım ve Rabb’imin elçilerine nasıl cevap vereceğimi düşüneyim.

96. BAB: VEDALAŞMA YOLCULUĞA ÇIKARKEN ARKADAŞIYLA VEDALAŞMA, ONA TAVSİYEDE BULUNUP DUA ETME ve ONDAN DUA İSTEME Konu ile İlgili Ayetler: 1. İşte hem İbrahim, hem de torunu Yakup, bunu oğullarına şöyle vasiyet etmişlerdi: “Oğullarım; Allah size şu dupduru ve insanın doğasıyla birebir örtüşen mükemmel inanç sistemini bahşetti, öyleyse, ancak O’na yürekten boyun eğen bir Müslüman olarak can verin! Son nefesinize kadar Allah’a boyun eğin, hiçbir zaman O’na teslimiyetten ayrılmayın!” Şimdi ey Yahudiler, Hz. Yakub’un, ölüm döşeğinde iken size Yahudi olmanızı tavsiye ettiğini nasıl söyleyebilirsiniz? Yoksa siz, Yakub’a ölüm gelip çattığında orada mıydınız? Hani Yakup, oğullarına: “Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? Ben ölünce, bu dini terk etmeyeceksiniz, değil mi?” diye sorunca, onlar: “Elbette hak dinden ayrılmayacağız! Bizler, senin ilahına, ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek İlaha, yani Allah’a kulluk edecek ve yalnızca O’na boyun eğeceğiz!” demişlerdi. (Bakara, 2/132, 133) Konu ile İlgili Hadisler:


2. EDEP ve HAYÂ

345

713. Zeyd bin Erkam radıyallahu anh diyor ki: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ayağa kalkıp bize bir konuşma yaptı. Allah’a hamd u sena ettikten sonra bize birtakım öğütler verdi, uyarılarda bulundu. Sonra şunları söyledi: “Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki, ben de ancak sizin gibi fani bir insanım. Yakında Rabb’imin elçisi Azrail bana da gelecek ve ben O’nun davetine uyup aranızdan ayrılacağım. Ancak benden sonra sapmamanız için, size iki kıymetli emanet bırakıyorum: Biri, insanı doğru yola ileten bir rehber ve ışık kaynağı olan Allah’ın Kitabı Kur’an’dır. Ona var gücünüzle, sımsıkı sarılın! Kur’an’ı okuyup manasını anlamaya çalışın, üzerinde tefekkür edin ve hayatınızın her alanında onun hükümlerini uygulayın. Kur’an’ı anlamaya çalışırken de, onun en güzel tefsiri ve pratik hayata yansıması olan Sünnet’i kendinize temel ölçü edinin.” Peygamber aleyhisselâm Kur’an’a sarılma ve ona bağlanma konusunda gerekli tavsiyelerde bulunduktan sonra, sözlerine şöyle devam etti: “Size bıraktığım ikinci emanet de, benim ev halkım ve ailem başta olmak üzere, izimden yürüyen ve davama sahip çıkan takva sahibi âlimler, yani Ehli Beyt’imdir. Onların sözünü dinleyin, zalimlere karşı mücadelelerinde onları yalnız bırakmayın! Dikkat edin; Ehli Beyt’ime saygı ve itaat konusunda size Allah’ı hatırlatıyorum; Ehli Beyt’ime saygı ve itaat konusunda size Allah’ı hatırlatıyorum!” 714. Malik bin Huveyris radıyallahu anh anlatıyor: Biz aynı yaşlarda bir grup genç olarak, İslam’ı öğrenmek üzere Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelmiş ve yirmi gün boyunca yanında kalmıştık. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem son derece merhametli, şefkat dolu bir kimseydi. Bizim yakınlarımızı özlediğimizi anlayınca, geride ailemizden kimleri bıraktığımızı sordu. Biz de kendisine durumu anlattık. O zaman buyurdu ki: “Artık ailenizin yanına dönün ve onların yanında kalarak kendilerini İslami konularda bilgilendirin. Onlara yapmakla yükümlü oldukları şeyleri emredin ve burada öğrendiğiniz gibi şu namazı şu vakitte, şu namazı şu vakitte kılın. Namaz vakti geldiğinde içinizden biri ezan okusun, en yaşlınız da size imamlık yapsın.” Buhârî, bir rivayetinde şunu ilâve etmiştir: “Ve benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz, siz de namazı öylece kılın.”


346

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

715. Ömer bin Hattab radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den umre yapmak için izin istedim. Bana izin verdi ve: “Sevgili kardeşim, duanda bizi de unutma!” dedi. Ömer diyor ki: Peygamber aleyhisselâm bu sözüyle bana öyle büyük bir iltifatta bulundu ki, bütün dünya benim olsaydı bu kadar sevinmezdim. Başka bir rivayette Peygamberimiz, “Sevgili kardeşim, bizi de duana ortak et!” buyurmuştur. Senet zincirinde yer alan ve muhaddislerce zayıf kabul edilen Asım bin Ubeydullah el-Adevî sebebiyle bu hadis zayıftır. Ancak hadisin ihtiva ettiği mana sahihtir. 716. Rivayet edildiğine göre, Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ, yolculuğa çıkmak isteyen arkadaşlarına: — Yaklaş yanıma, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bizimle vedalaştığı gibi seninle vedalaşayım, der ve şöyle dua ederdi: — Dinini, emanetini ve amellerinizin neticesini Allah’a havale ediyorum. Yani dinini dosdoğru bir şekilde yaşaman, Rabb’imin bahşettiği servet, sıhhat, ömür, evlat gibi nimetleri O’nun istediği yönde kullanarak sana tevdi edilen emaneti güzelce ifa etmen ve son nefesine kadar imandan ve hayırlı amellerden ayrılmayıp ahirette mutlu sona kavuşman hususunda seni Allah’a emanet ediyorum. 717. Abdullah bin Yezîd el–Hatmî radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, sefere gönderdiği ordusuyla vedalaşırken şöyle derdi: “Dininizi, emanetinizi ve amellerinizin neticesini Allah’a havale ediyorum. Yani dininizi dosdoğru bir şekilde yaşamanız, Allah yolunda kahramanca cihad ederek size tevdi edilen bu büyük emaneti hakkıyla ifa etmeniz ve amellerinizi hayırla neticelendirerek ahirette mutlu sona nail olmanız hususunda sizi Allah’a emanet ediyorum.” 718. Enes bin Malik radıyallahu anh anlatıyor: Bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: — Ya Rasulallah! Uzun bir yolculuğa çıkıyorum; benim için dua ederek yol azığı hazırlar mısınız? dedi. Peygamber de:


2. EDEP ve HAYÂ

347

— Allah, azıkların en hayırlısı olan ve İslam’ı en güzel şekilde yaşayarak her türlü kötülükten sakınma anlamına gelen takvayı sana azık yapsın, buyurdu. Adam: — Biraz daha dua eder misiniz? dedi. Peygamber: — Allah günahlarını bağışlasın, buyurdu. O yine: — Biraz daha dua eder misiniz? deyince: — Her nerede olursan ol, Allah sana hayır kapılarını açsın, buyurdu.

97. BAB: İSTİHARE VE İSTİŞARE (DANIŞMA) Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey Peygamber! Allah’ın sana bahşettiği o engin şefkat ve rahmeti sayesindedir ki, Uhud’da hata yapan olan arkadaşlarına son derece nazik ve yumuşak davrandın. Azarlanmayı hak ettikleri durumlarda bile, kusurlarını yüzlerine vurup onları rencide etmedin. Eğer onlara karşı kaba ve katı yürekli olsaydın, seni terk ederek etrafından dağılıp gitmişlerdi. Bu ise, hem senin için, hem de onlar için en büyük felâket olurdu. Öyleyse, onları bağışla ve affedilmeleri için Allah’a yalvar. Yönetimle ilgili olup da, hakkında kesin bir hüküm indirilmemiş olan her konuda onlara danış ve karar verirken, onların görüşlerini de dikkate al. İstişareler sonucunda belli bir yönde karar verdiğin zaman da Allah’a güven ve bu kararını taviz vermeden uygula! Çünkü Allah, üzerine düşeni eksiksiz yapan, fakat sonucun elde edilmesi konusunda yalnızca O’na güvenen, O’na dayanan kimseleri, yani tevekkül edenleri sever. (Al-i İmran, 3/159) 38-Müminler, Rab’lerinin iman çağrısına kulak veren, namazı dosdoğru kılan, işlerini aralarında danışarak karara bağlayan ve kendilerine bahşettiğimiz nimetlerden bir kısmını Allah için yoksullara harcayan kimselerdir. (Şura, 42/38) Konu ile İlgili Hadisler: 719. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bize, tıpkı Kur’an’dan bir sure öğretir gibi, yapıp yapmamakta karar veremediğimiz her önemli iş için okumamız gereken istihâre duasını öğreterek şöyle buyururdu: “Sizden biriniz önemli bir iş yapmaya niyet eder de, o işin hayır olup olmadığı konusunda tereddüde düşer ise, o konuda gerekli araştırmayı yapsın ve bilgi


348

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

sahibi olan kişilere danışarak en doğru kararı vermeye çalışsın. İstişare ve araştırma neticesinde yine de bir karara varamazsa, o zaman şöyle istihare yapsın: Farz namazlardan ayrı olarak, namaz kılmanın haram veya mekruh olmadığı herhangi bir vakitte iki rekât namaz kılsın. Namazında istediği sureleri okuyabilir. Daha sonra da gönlünü Rabb’ine açıp en doğru kararı kendisine ilham etmesi için yalvararak şöyle dua etsin: “Allah’ım! Sonsuz ilminle bana hayır yollarını göstermeni ve sınırsız kudretinle bana güç vermeni senden diliyor, o büyük lütuf ve kereminden niyaz ediyorum. Senin her şeye gücün yeter, benim ise yetmez; sen her şeyi bilirsin, ben ise bilemem. Doğrusu sen, her türlü gizlilikleri en mükemmel şekilde bilensin. Allah’ım! Eğer benim bu yapmayı düşündüğüm işim, senin ezeli ilmine göre dinim, hayatım ve öte dünyadaki akıbetim –yahut şimdiki ve sonraki hayatım– için hayırlı ise, o işi yapmayı bana nasip et, onu benim için kolaylaştır ve bereketli kıl. Şayet senin ezeli ilmine göre bu iş benim dinim, hayatım ve öte dünyadaki akıbetim –yahut şimdiki ve sonraki hayatım– için hayırsız ise, onu benden, beni de ondan uzaklaştır. Hayır ve bereket her nerede ise, onu bana nasip eyle, sonra da gönlümü bu sonuca razı kıl.” Câbir dedi ki: Duada geçen “Bu yapmayı düşündüğüm işim” ifadesi yerine, yapmak istediği işi söyler. Örneğin, “Allah’ım! Senin ezeli ilmine göre Konya’ya yerleşmem dinim, hayatım ve öte dünyadaki akıbetim için hayırlı ise, o işi yapmayı bana nasip et, onu benim için kolaylaştır ve bereketli kıl. Şayet senin ezeli ilmine göre bu iş benim dinim, hayatım ve öte dünyadaki akıbetim için hayırsız ise, onu benden, beni de ondan uzaklaştır.” İstihare neticesinde, içinde bir rahatlık ve hafiflik hisseder, gönlünde o işle ilgili iyi duygular oluşursa, onun hayırlı bir iş olduğuna kanaat getirir. Bunların haricinde, istihareden sonra yatıp uyuma, rüyada görülecek renge göre yapacağı işin hayır veya şer olduğuna karar verme, büyük zatlara istihare yaptırma gibi sonradan ortaya çıkan uygulamalar hakkında herhangi bir sahih hadis yoktur.

98. BAB: GİDİP GELİRKEN AYRI YOLLARI KULLANMAK BAYRAM NAMAZI, HASTA ZİYARETİ, HAC, CİHAD, CENAZE NAMAZI GİBİ YERLERE, FAZLA SEVAP KAZANMAK MAKSADIYLA BİR YOLDAN GİDİP BAŞKA BİR YOLDAN DÖNMEK


2. EDEP ve HAYÂ

349

Konu ile İlgili Hadisler: 720. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bayram namazlarını Medine’nin dışında geniş bir alanda kıldırırdı. Ayrıca, bayram günlerinde namaza giderken ve dönerken, bir emniyet tedbiri olarak ve yaptığı ibadette daha çok sevap kazanmak için farklı yolları kullanırdı. 721. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine’den çıkarken Şecere yolundan çıkar, Muarres yolundan dönerdi. Mekke’ye de Seniyyetü’l–Ulyâ’dan girer, Seniyyetü’s–Süflâ’dan çıkardı.

99. BAB: GÜZEL ve OLUMLU İŞLERDE SAĞDAN, DİĞERLERİNDE SOLDAN BAŞLAMAK ABDEST, GUSÜL ve TEYEMMÜM ALMA, ELBİSE, AYAKKABI, MEST ve PANTOLON GİYME, MESCİDE GİRME, DİŞ FIRÇALAMA, SÜRME ÇEKME, TIRNAK KESME, BIYIKLARI KISALTMA, KOLTUK ALTINI TEMİZLEME, BAŞI TIRAŞ ETME, NAMAZDAN ÇIKMA, YİYİP İÇME, TOKALAŞMA, HACER-İ ESVEDİ SELÂMLAMA, TUVALETTEN ÇIKMA, BİR ŞEY ALIP VERME GİBİ GÜZEL İŞLERİ YAPARKEN SAĞDAN BAŞLAMANIN; BURUN SİLME, TÜKÜRME, TUVALETE GİRME, MESCİTTEN ÇIKMA, MEST, AYAKKABI, PANTOLON VE ELBİSE ÇIKARMA, TAHARET YAPMA ve BENZERİ İŞLERDE SOLDAN BAŞLAMANIN MÜSTEHAP OLUŞU Konu ile İlgili Ayetler: 1. Kitabı sağından verilen dürüst ve erdemli kişi, “Yaşasın!” diye sevinçle haykıracak, “Gelin bakın arkadaşlar, şu kitabımı okuyun!” (Hâkka, 69/19) 2. Sağda olan iyi insanlar var ya, ne mutlu o iyi insanlara! Solda yer alan kötü insanlar gelince, vay hâline o kötü insanların! (Vakıa, 56/8, 9) Konu ile İlgili Hadisler: 722. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem her işine sağdan başlamayı severdi. Mesela temizlenirken, taranırken, ayakkabısını ve elbisesini giyerken hep sa-


350

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

ğından başlardı. 723. Yine Âişe radıyallahu anhâ diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sağ elini temizlik ve yemekte, sol elini de tuvalet ve benzeri pislik bulaşabilecek yerlerde kullanırdı. 724. Ümmü Atiyye radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kızı Zeynep radıyallahu anhâ vefat etmişti. Peygamber aleyhisselâm, kızını yıkayan Ümmü Atiyye’ye ve ona yardım eden diğer kadınlara şöyle dedi: “Onu yıkamaya, sağ tarafından ve abdest uzuvlarından başlayın.” 725. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Biriniz ayakkabısını giyerken sağından, çıkarırken de solundan başlasın. Böylece sağ ayak, ilk önce giyilen ve en son çıkarılan ayak olsun.” 726. Peygamberimizin hanımı ve Hz. Ömer’in kızı Hafsa radıyallahu anhumâ diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yerken, içerken, giyinirken, taranırken, kısacası, nezahet ve temizlik ifade eden her işi yaparken sağ elini, bunun dışındaki işlerde –mümkün olduğu ölçüde– sol elini kullanırdı. 727. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Elbise giyerken ve abdest alırken, sağınızdan başlayın. Ceket, gömlek, yelek gibi şeyleri giyerken önce sağ koldan; pantolon, şalvar, pijama gibi şeyleri giyerken de önce sağ ayaktan başlayarak giyin. Abdest alırken de, el ve ayaklarınızı yıkamaya sağdan başlayın. Böylece hem sağlık ve temizlik kurallarına uymuş olursunuz, hem de hayatı bütün cepheleriyle kuşatan cihanşümul bir dinin mensubu olarak, yaptığınız her işi belli bir amaç doğrultusunda ve ilahi prensipler çerçevesinde yapma bilinci kazanırsınız.” 728. Enes bin Malik radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hac esnasında Müzdelife’den Mina’ya gelince, hemen şeytan taşlama yerine giderek taşları attı. Sonra Mina’daki konaklama yerine gidip kurbanını kesti. Daha sonra, saçlarını kesmek için gelen berbere önce başının sağ tarafını, sonra sol tarafını göstererek, “Buralardan kes.” buyurdu. Kesilen saçlarını da, onları alıp hatıra olarak saklamak isteyen insanlara dağıttı.


2. EDEP ve HAYÂ

351

Diğer bir rivayet şöyledir: Peygamber aleyhisselâm şeytan taşladıktan ve kurbanını kestikten sonra tıraş olmak istedi. Önce başının sağ yanını berbere döndü; o da sağ tarafı tıraş etti. Peygamber Ebu Talha’yı çağırarak kesilen saçlarını ona verdi. Sonra başının sol tarafını berbere dönerek: “Tıraş et!” buyurdu. Berber de tıraş etti. Peygamber kesilen saçları yine Ebu Talha’ya verdi ve: “Bunu insanlara dağıt!” buyurdu.


3. KİTAP: YEME İÇME ADABI 100. BAB: YEMEĞE BAŞLARKEN BESMELE ÇEKMEK, SONUNDA ELHAMDULİLLAH DEMEK Konu ile İlgili Hadisler: 729. Peygamberimizin üvey oğlu Ömer bin Ebu Seleme radıyallahu anhumâ anlatıyor: Bir gün Peygamber aleyhisselâm ve bir grup sahabi, genişçe bir yemek tabağının etrafında oturmuş birlikte yemek yiyorduk. Ben yemek yerken, elim yemek tabağının her tarafında dolaşırdı. Bunun üzerine, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana: “Çocuğum, yemeğe Allah’ın adıyla başla! Sağ elinle ve önünden ye!” buyurdu. Ben de o günden sonra yemeğimi hep bu şekilde yedim. 730. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştu: “Herhangi biriniz bir şey yiyeceği zaman.”Bismillah!” diyerek Allah’ın adını ansın. Eğer yemeğe başlarken besmele çekmeyi unutursa, hatırladığı anda, “Bismillahi alâ evvelihi ve âhirih!” yahut “Bismillahi evvelehu ve âhirah! (Başında da, sonunda da Allah’ın adıyla!) desin.” 731. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kişi evine girerken ve yemek yerken besmele çekip Allah’ı anarsa, şeytan adamlarına, “Burada ne geceleyebilir ne de yemek yiyebilirsiniz!” der. Eğer o kimse eve girerken Allah’ı anmazsa, şeytan adamlarına, “İşte geceyi geçirecek bir yer buldunuz!” der. O kişi yemek yerken de Allah’ı anmazsa, şeytan adamlarına, “Hem barınacak yer, hem de yiyecek yemek buldunuz!” der ve orada kalıp adamın yemeğine ortak olurlar.” 732. Huzeyfe bin el-Yemân radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte yemek yiyeceğimiz zaman, kendisi yemeğe başlamadan biz elimizi yemeğe uzatmazdık. Yine bir gün onunla birlikte yemek yiyecektik. Derken bir câriye (kadın köle), sanki biri onu arkasından itiyormuş gibi sofraya geldi. Besmele çekmeden elini yemeğe uzattı; fakat Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem elini tutup onu engelledi. Daha sonra bir bedevi (çölde, çadırda yaşayan göçebe Arap) geldi; o da arkasından itili-


3. YEME İÇME ADABI

353

yormuş gibiydi. O da besmele çekmeden elini yemeğe uzattı; fakat Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onun da elini tuttu ve şöyle buyurdu: “Şeytanlara, evinden içeri besmelesiz giren, sofrasına besmelesiz oturan kimselerin hem evlerinden, hem de yemeklerinden faydalanma izni verilmiştir. Bu yüzden şeytan, yemeğe başlanırken besmele çekilmemesini sağlayarak, o yemeği kendisine helal kılmak ister. İşte bu yemeğe de katılmak için şu cariyeyi getirdi. Cariye besmelesiz yemeğe başlayacak, böylece şeytan da yemeğimize ortak olacaktı. Fakat ben cariyenin elini tutup onu engelledim. Sonra aynı amaçla bu bedeviyi alıp getirdi, onun da elini tuttum. Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, şeytanın eli, onların eliyle birlikte avucumun içindeydi.” Sonra Peygamber aleyhisselâm besmele çekip yemeğe başladı. Ardından o cariye ile bedevi, sonra da hepimiz besmele çekerek yemeğe başladık. 733. Ümeyye bin Mahşî radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem otururken, birisi yanında yemek yiyordu. Adam son lokmaya kadar besmele çekmedi. Son lokmayı ağzına götürürken “Bismillahi evvelehû ve âhirehû” (Başında da, sonunda da Allah’ın adıyla!) dedi. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem gülerek şöyle buyurdu: “Şeytan, baştan beri onunla birlikte yemek yiyordu; fakat adam besmele çekince, bütün yediklerini kustu.” Bu hadisin senet zincirinde yer alan el-Müsennâ bin Abdurrahman el-Huzâî, meçhul (tanınmayan) bir ravidir. (İbn-i Hacer, Takrîbu’t-Tehzîb: 6472; el-Mizzî, Tehzîbu’l-Kemal: 5774; Zehebî, el-Kâşif: 5281) Bu sebeple hadis zayıf kabul edilmiştir. Fakat bilindiği gibi, fezâil hususunda zayıf hadislerle amel edilebilir. Ancak ahkâm ile ilgili konularda, haram helal sınırlarını belirlemede zayıf hadisler delil olma vasfına haiz değildirler. 734. Âişe radıyallahu anhâ şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ashabı’ndan altı kişiyle birlikte yemek yiyordu. Bu sırada bir bedevi geldi ve yemeği iki lokmada bitiriverdi. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Eğer o bedevi besmele çekseydi, yemek hepimize yeterdi.” 735. Ebu Ümâme radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselâm yemek yedikten sonra sofrasını kaldırırken şöyle dua ederdi:


354

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Ey Rabb’imiz! Bütün güzellikleri, iyilikleri içinde barındıran, her türlü lütuf ve bereketin kaynağı olan, hiçbir zaman yeterli görülüp terk edilemeyen ve daima kendisine ihtiyaç duyulan sayısız hamd ile sana hamd ederiz.” 736. Muaz bin Enes radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir kimse yemek yedikten sonra, ‘Bana bu yemeği yediren, bu güzel yiyecekleri meydana getirebilecek güç ve kudrete sahip olmadığım hâlde onu bana rızık olarak bahşeden Allah’a hamd olsun!’ derse, o güne kadar işlediği küçük günahları bağışlanır.”

101. BAB: YEMEKTE KUSUR ARAMAMAK, ONU (YEMESE BİLE) GÜZEL OLDUĞUNU SÖYLEMEK (GEREKTİĞİ) Konu ile İlgili Hadisler: 737. Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle dedi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, hiçbir zaman yemekte kusur aramazdı. İştahı varsa yer, canı çekmiyorsa yemezdi. Ama hiçbir zaman, “Bu yemek iyi pişmemiş, güzel olmamış” gibi sözler söylemezdi. Eğer bir yiyecekten hoşlanmıyorsa, yemeği takdim edenleri kırmamak için bunu söylediği de olurdu. Nitekim hanımı Meymûne kendisine kızarmış keler (iri kertenkele) ikram edince, bu yiyeceğe alışkın olmadığı için elinde olmadan tiksindiğini söyleyerek özür beyan etmiş ve onu Halid bin Velid’e ikram etmiştir. (Buhari, Et'ime 10, 14, Müslim, Sayd, 43, 44) 738. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber aleyhisselâm ev halkından, ekmeğin yanında yiyeceği bir katık istedi. Onlar da: — Evde sirkeden başka katık yok, dediler. Peygamber onu getirmelerini söyledi. Sonra da: — Sirke ne güzel katıktır, sirke ne güzel katıktır, diyerek ekmeğini sirkeye bana bana yemeye başladı.

102. BAB: ORUÇLUYKEN DAVETE GİDEN KİŞİ YEMEK YEMEDİĞİ TAKDİRDE EV SAHİBİNE NE SÖYLEYECEĞİ Konu ile İlgili Hadisler:


3. YEME İÇME ADABI

355

739. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Biriniz düğün, nişan, sünnet gibi önemli bir yemeğe davet edildiği zaman, oruçlu olsa da olmasa da davete gitsin. Şayet oruçluysa ve tuttuğu oruç kaza veya kefaret cinsinden farz bir oruç ise, durumu izah ederek yemeğe katılmasın. Yemek sahibine hayırlı ve mübarek olsun diyerek ona dua etsin. Eğer oruçlu değilse, yemeği yesin. Oruçlu ise ve tuttuğu oruç sünnet veya nafile cinsinden bir oruç ise, orucunu bozsun ve ikram edilen yemeği yesin.”

103. BAB: DAVETE GİDEN KİMSENİN YANINA BİRİ TAKILIRSA, DAVET SAHİBİNE NE DİYECEĞİ Konu ile İlgili Hadisler: 740. Ebu Mesud el–Bedrî radıyallahu anh anlatıyor: Sahabe’den biri Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem için yemek hazırlamış ve onu dört kişiyle birlikte davet etmişti. Fakat sonradan, yolda karşılaştıkları bir kişi daha onlara katıldı. Kapıya geldiklerinde, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ev sahibine: — Bu arkadaşımız da bize katılmak istedi. İstersen girmesine izin verirsin, istemezsen geri dönüp gitsin, dedi. Ev sahibi de: — Elbette ona izin veriyorum ya Rasulallah! diye cevap verdi.

104. BAB: YEMEĞİ KENDİ ÖNÜNDEN YEMEK ve SOFRA ADABINA UYMAYAN KİMSELERİ UYARMAK Konu ile İlgili Hadisler: 741. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in üvey oğlu Ömer bin Ebu Seleme radıyallahu anhumâ anlatıyor: Ben Peygamber aleyhisselâm’ın himayesinde yetişen bir çocuktum. Bir gün genişçe bir yemek tabağının etrafında oturmuş hep birlikte yemek yiyorduk. Yemek yerken, elim yemek tabağının her tarafında dolaşırdı. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Çocuğum, yemeğe Allah’ın adıyla başla; sağ elinle ve önünden ye!” buyurdu. 742. Seleme bin Amr bin Ekvâ radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Büsr bin Râî adındaki bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanın-


356

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

da sol eliyle yemek yiyordu. Peygamber ona: — Sağ elinle ye, buyurdu. Adam: — Yapamıyorum, diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber: — O hâlde, yapamaz ol, dedi. Çünkü o, sırf kibrinden dolayı Peygamber’in tavsiyesini reddetmişti. İslam düşmanlarına bile mecbur kalmadıkça beddua etmeyen rahmet Peygamberi, aşırı derecede kibirli olması ve Peygamberin ikazına önem vermemesi sebebiyle ona bu sözü söyledi. Bu hadiseden sonra, o adam bir daha sağ elini ağzına götüremez oldu.

105. BAB: HURMA ve BENZERİ (BİRER BİRER YENECEK) MEYVELERİ SOFRADAKİLERİN İZNİ OLMADAN İKİŞER İKİŞER YEMEMEK Konu ile İlgili Hadisler: 743. Tâbiun neslinden olan ve Kûfe’nin önde gelen hadis âlimleri arasında yer alan Cebele bin Sühaym diyor ki: Abdullah bin Zübeyr ile birlikte Emevî zulmüne karşı savaşırken, bir yıl boyunca bütün Hicaz’ı etkileyen bir kıtlık yaşamıştık. O zaman ben Medine’de bulunuyordum. Abdullah bin Zübeyr, bize erzak olarak az miktarda hurma göndermişti. Biz o hurmaları yerken, Abdullah bin Ömer yanımıza uğrar ve: “Birkaç arkadaş aynı kaptan yerken, hurmaları ikişer ikişer yemeyin. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bize bu durumda hurmayı çifter çifter yemeyi yasakladı.” derdi. Sonra da sözlerine, “Ancak zannedersem, arkadaşı izin verirse o zaman çifter çifter yiyebilir.” diye devam ederdi. Muâviye’nin Hicrî 60 yılında vefatından sonra, yerine oğlu Yezid tahta geçmişti. Kılıç zoruyla Müslümanların başına getirilen Yezid’in emirliğini kabul etmeyen Abdullah bin Zübeyr, Hz. Hüseyin ile birlikte Mekke’ye geldi. Aynı yıl Hz. Hüseyin, Yezid’in zulmüne karşı kendisinden yardım isteyen Kûfelilerin davetine icabet ederek Kûfe’ye gitti. Fakat Yezid’in askerleri tarafından Kerbelâ’da şehit edildi. Abdullah bin Zübeyr bu acı haberi işitince, Hicrî 64 yılında Yezid’in adamlarını Hicaz’dan çıkararak halifeliğini ilân etti. Kısa zamanda, Mekke ve Medine halkı onun hilafetini kabul etti. Fakat iki yıl sonra Yezid’in adamları Medine’yi ele geçirip şehri günlerce talan ettiler. Mekke’yi de kuşattılarsa da, tam bu sırada Yezid’in ölümüyle, taraftarları Suriye’ye döndüler. Daha sonra, Emevî saltanatının egemen olduğu Mısır ve Suriye hariç, İslam devletinin diğer bölgeleri olan Hicaz, Yemen, İran, Irak ve Horasan halkı Abdullah bin Zübeyr’in halifeliğini kabul etti.


3. YEME İÇME ADABI

357

Böylece Abdullah bin Zübeyr, dokuz yıl Mekke’de halifelik makamında bulundu. Fakat o sıralar Emevîlerin başına geçen Abdülmelik bin Mervan, Irak’a asker sevk ederek Abdullah bin Zübeyr’in kardeşi Mus’ab’ı öldürttü. Sonra da Haccac-ı Zalim adıyla anılan meşhur Haccac bin Yusuf komutasında güçlü ve kalabalık bir orduyu Mekke üzerine gönderdi. Haccac, Hicrî 72 yılında Mekke’yi kuşatıp mancınıklarla Kâbe’yi taşa tuttu. Altı aydan fazla süren kuşatmanın ardından, Abdullah ve arkadaşları şehit edildi.

106. BAB: YEMEK YİYİP DE DOYMAYAN KİMSENİN NE SÖYLEYECEĞİ VE NASIL DAVRANACAĞI Konu ile İlgili Hadisler: 744. Uhud savaşında Hz. Hamza’yı şehit eden, fakat daha sonra tövbe ederek çok iyi bir Müslüman olan Vahşî bin Harb diyor ki: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Ashabı: — Ya Rasulallah! Yeterli miktarda yemek yiyoruz, fakat yine de doymuyoruz, dediler. Peygamber de onlara: — Herhalde ayrı ayrı yiyorsunuz, deyince: — Evet, öyle yapıyoruz, dediler. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Öyleyse, yemeği bütün aile fertleri birlikte yiyin ve yemeğe başlarken besmele çekerek Allah’ın adını anın, böylece yemeğiniz bereketlensin, buyurdu.

107. BAB: YEMEK TABAĞININ ORTASINDAN DEĞİL, KENARINDAN YENİLMESİ GEREKTİĞİ Konu ile İlgili Hadisler: 745. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bereket, yemeğin ortasındadır. Yani yemeğin en iyi yeri, genellikle yemek kabının ortasında ve üstünde bulunan kısımlardır. Buradan yiyenler sadece kendi çıkarlarını gözetmiş, bencil ve görgüsüz tavırlarıyla hem başkalarını rahatsız etmiş, hem de yemeğin bereketini gidermiş olurlar. Öyleyse, toplu hâlde bir kaptan yemek yerken tabağın ortasından değil, kenarından başlayarak yiyin.” 746. Abdullah bin Büsr radıyallahu anh anlatıyor:


358

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, dört kişinin ancak taşıyabildiği Ğarrâ (parlak, ışıltılı) adında bir yemek kabı vardı. Kuşluk vakti girip insanlar kuşluk namazını kıldıktan sonra, içinde tirit (et suyuna ekmek doğranarak yapılan yemek) bulunan bu kap getirildi. Ashab–ı Kiram da etrafına toplandı. Kalabalık artınca, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem gelenlere yer açmak için toparlanarak dizlerinin üzerine oturdu. Bunu gören bir bedevi, Rasulullah’ın sade ve mütevazı hayatını bilmediği için, onun böyle sıradan insanlar gibi iki dizinin üzerinde oturmasını yadırgayarak: — Bu nasıl oturuş ya Rasulullah? diye sordu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: — Allah celle celâluh beni kendini beğenmiş inatçı bir zorba değil, şerefli ve mütevazı bir kul olarak yarattı, buyurdu. Sonra sözlerine şöyle devam etti: “Yemek kabının üstünden ve ortasından değil, kenarlarından yiyin ki, yemeğiniz bereketli olsun.”

108. BAB: BİR YERE DAYANARAK YEMEK YEMENİN MEKRUH OLDUĞU Konu ile İlgili Hadisler: 747. Ebu Cuhayfe Vehb bin Abdullah radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ben krallar gibi minderlerin üzerine uzanarak, yastıklara dayanarak yemek yemem.” 748. Enes bin Malik radıyallahu anh şöyle demiştir: Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i, dizlerini dikerek oturmuş vaziyette hurma yerken gördüm. Gerçi Peygamberimiz namazda ve mescitte böyle oturmayı yasaklamıştı, fakat namaz dışında bunda bir sakınca görmezdi.

109. BAB: SOFRA VE YEMEK ADABI ÜÇ PARMAKLA YEMEK YEMENİN, YEMEKTEN SONRA PARMAKLARI YALAYIP YEMEK KABINI SIYIRMANIN, DÜŞEN LOKMAYI ALIP TEMİZLEDİKTEN SONRA YEMENİN, YEMEK KABINI SIYIRDIKTAN SONRA SİLMENİN SÜNNETE UYGUN OLDUĞU, YEMEK KABINI SIYIRMADAN ÖNCE SİLMENİN İSE SÜNNETE UYMADIĞI Konu ile İlgili Hadisler:


3. YEME İÇME ADABI

359

749. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zamanında çatal kaşık yoktu. Bu yüzden insanlar elleriyle yemek yerlerdi. Peygamberimiz de sulu olmayan yemekleri sağ elinin baş, işaret ve orta parmaklarını kullanarak yerdi. Ancak yemekten önce, ellerin mutlaka yıkanmasını emrederdi. Yemekten sonra da tabakta ve parmaklarda kalan artığı israf etmemeyi tavsiye ederek şöyle buyurdu: “Biriniz yemek yediği zaman, parmağını yalamadıkça silmesin.” 750. Kâb bin Malik radıyallahu anh şöyle diyor: “Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in üç parmağıyla yemek yediğini, yemekten sonra da parmaklarını yaladığını gördüm.” 751. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yemekten sonra parmakları ve tabağı yalayıp silmeyi emrederek şöyle buyurmuştur: “Çünkü yemeğinizin neresinde bereket bulunduğunu bilemezsiniz. Bereket, tabağın kenarında kalan son lokmada veya parmağınıza yapışmış bir ekmek kırıntısında olabilir. Öyleyse, bunları çöpe atıp israf etmeyin. Tabağınıza da sadece yiyeceğiniz kadar yemek koyun ve içinde yemek artığı bırakmayın, iyice temizleyin.” 752. Yine Câbir radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Birinizin lokması yere düşerse, hemen onu alsın ve üzerindekileri temizleyip yesin, onu şeytana bırakmasın. Parmaklarını yalamadıkça da elini mendille silmesin. Çünkü bereketin yemeğin hangi kısmında olduğunu bilemezsiniz.” 753. Yine Câbir radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Şeytan, sizin her işinizde yanı başınızda bulunur. Hatta yemek yerken bile sizden ayrılmaz. O hâlde, birinizin lokması düşerse, üzerindekileri temizleyip onu yesin. Temizlenmesi mümkün değilse, o zaman kedi, köpek, kuş gibi bir hayvana versin. Allah’ın ihsan ettiği nimetleri israf ederek, çöpe atarak şeytana bırakmasın. Yemeğini bitirince de parmaklarını yalasın. Çünkü yemeğinin neresinde bereket bulunduğunu bilemezsiniz.” 754. Enes bin Malik radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yemek yedikten sonra, üç parmağını


360

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

yalar ve şöyle buyururdu: “Birinizin lokması yere düşerse, hemen onu alsın ve üzerindekileri temizleyip yesin, onu şeytana bırakmasın.” Ayrıca Peygamber aleyhisselâm, bize tabağı iyice silip sıyırmamızı emreder ve: “Çünkü yemeğin neresinde bereket olduğunu bilemezsiniz.” derdi. 755. Medine’nin önde gelen fakihlerinden Saîd bin Hâris, Câbir bin Abdullah’a: — Ateşte pişen bir şey yiyince abdest almak gerekir mi? diye sordu. O da: — Hayır, gerekmez. Zaten biz Peygamber aleyhisselâm zamanında maddi sıkıntılar içinde olduğumuzdan, ateşte pişen yemeği pek nadir görürdük. Onu bulduğumuz zaman da, yemekten sonra ellerimizi silecek peçete veya mendilimiz olmadığından ve içecek suyu bile zor bulduğumuzdan, parmaklarımızı avuçlarımıza, bileklerimize ve ayaklarımıza silerek temizlerdik. Ateşte pişen şeyleri yedikten sonra da, abdest tazelemeden namaz kılardık, diye cevap verdi.

110. BAB: BİRLİKTE YEMEK YEMENİN BEREKETİ Konu ile İlgili Hadisler: 756. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Müslüman tokgözlü ve kanaatkârdır. Midesine düşkün olmadığı için, tıka basa yemek yemez. Sofrasında mutlaka fakirlere, muhtaçlara da yer verir. Çünkü iki kişinin yiyeceği üç kişiye, üç kişinin yiyeceği de dört kişiye yeter.” 757. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Bir kişinin yiyeceği iki kişiye, iki kişinin yiyeceği dört kişiye, dört kişinin yiyeceği de sekiz kişiye yeter.”

111. BAB: İÇECEKLERLE İLGİLİ ADAP KABIN İÇİNE SOLUMADAN ÜÇ DEFA NEFES ALARAK İÇMENİN VE İLK İÇENDEN İTİBAREN KABI SAĞ TARAFTA OTURANLARA SIRAYLA VERMENİN MÜSTEHAP OLDUĞU Konu ile İlgili Hadisler:


3. YEME İÇME ADABI

361

758. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem içecekleri bir dikişte içip bitirmez, yavaş yavaş ve üç nefeste içerdi. 759. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir şey içerken, devenin içtiği gibi bir nefeste içmeyin. Bir nefeste rahatça bitirilebileceğiniz içeceği bir defada içebilirsiniz. Fakat bundan daha fazla miktarda ise, o zaman iki veya üç nefeste için. İçmeden önce besmele çekin, içtikten sonra da “Elhamdulillah” diyerek Allah’a hamd edin. Bu hadisin senet zincirinde yer alan Yezid bin Sinan el-Cezerî (Ebu Ferve erRahâvî) zayıf bir ravidir. Rivayette bulunduğu hocası ise meçhuldür. Bu yüzden hadis, Tirmizi’nin de belirttiği gibi hasen garip, yani zayıftır. Ancak faziletler konusunda zayıf hadislerle amel etmek caizdir. 760. Ebu Katâde radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bir şey içerken kabın içine solumayı yasaklamıştır. 761. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e, içine su katılmış süt getirildi. O sırada Peygamber aleyhisselâm’ın sağında bir bedevi, solunda da Ebu Bekir radıyallahu anh oturuyordu. Sütten içtikten sonra onu bedeviye vererek: “Herkes içtikten sonra sağındakine uzatsın.” buyurdu. 762. Sehl bin Sa’d radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e içecek bir şey getirildi. O da ondan içti. Sağ tarafında bir genç, sol tarafında da yaşlı insanlar vardı. Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem o gence dönerek: — Sağ tarafta bulunduğun için, aslında ikramda öncelik senin hakkındır. Ama izin verirsen, bunu yaşlılara verebilir miyim? diye sordu. Delikanlı, Peygamberimizin mübarek dudaklarının temas ettiği yerden ilk önce içmenin hayır ve bereketini arzu ederek: — Hayır, ya Rasulallah! Vallahi senden gelecek nasibimi hiç kimseye bağışlayamam, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de kabı o gence verdi.

112. BAB: SU TULUMUNUN AĞZINDAN SU İÇİLMEMESİ


362

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

SU TULUMU GİBİ KAPLARIN AĞZINDAN SU İÇMENİN UYGUN OLMADIĞI, ANCAK BUNUN HARAM DEĞİL MEKRUH OLDUĞU Konu ile İlgili Hadisler: 763. Ebu Saîd el-Hudrî radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ağzını tuluma dayamak suretiyle su tulumlarından su içilmesini yasakladı. 764. Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, önemli bir mazeret olmadıkça, su tulumu yahut kırbanın ağzından su içmeyi yasakladı. Zira devamlı olarak tulumun ağzından su içilmesi, tulumun kokmasına sebep olur. Bu şekilde su içilirken suyun dökülme ihtimali de yüksektir. Bu tür kaplara ağzını dayayarak su içen kimsenin, kabın içine soluması veya ağzındaki yemek artıklarının suya karışması da mümkündür. Ayrıca ağzı iyice kapalı olmayan böyle su kaplarının içine zehirli bir böcek veya insan sağlığına zararlı bir başka şey girmiş olabilir. Nitekim Peygamberimizin bunu yasaklamasından sonra bir adam geceleyin su tulumuna ağzını dayayıp içmek istemiş, bu sırada tulumdan bir yılan çıkmıştı. (İbn-i Mace, Eşribe, 19) Böyle bir tehlikeye meydan vermemek için, su tulumu, kırba, testi gibi kaplardaki suyu küçük bardaklara dökerek içmek daha uygundur. Bununla birlikte, bardak bulunmaması durumunda, yukarıda sayılan mahzurlardan emin olunduğu takdirde, su tulumlarının ağzından su içmekte bir sakınca yoktur. Nitekim: 765. Hassân bin Sâbit’in kız kardeşi olup, Ümmü Sâbit künyesiyle de anılan Kebşe binti Sâbit radıyallahu anhumâ, zaruri durumlarda ayakta ve su tulumunun ağzından su içmenin haram olmadığını ifade etmek üzere diyor ki: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem evime geldi ve duvarda asılı duran kırbanın ağzından, ayakta su içti. Ben de hemen kalkıp hatıra olarak saklamak üzere kırbanın ağzını kestim.

113. BAB: İÇİLECEK ŞEYLERE SOLUMANIN DOĞRU OLMADIĞI Konu ile İlgili Hadisler: 766. Ebu Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem içilecek şeylerin içine solumayı ve üflemeyi yasaklamıştı. Bunun üzerine bir adam:


3. YEME İÇME ADABI

363

— Kabın içinde çerçöp görürsem ne yapayım? Onları temizlemek için kaba üfleyebilir miyim? diye sordu. Peygamber: — Hayır, kaba üflemek yerine çerçöp olan kısmı dök, buyurdu. Bu defa adam: — Bir nefeste suya kanmıyorum, bu yüzden içerken nefes almam gerekiyor, dedi. Peygamber de: — O zaman iki veya üç nefeste iç, fakat nefes verirken su kabını ağzından çek, buyurdu. 767. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ’nın rivayetine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir şey içerken kabın içine solumayı veya kaba üflemeyi yasaklamıştır.

114. BAB: AYAKTA SU İÇMEK AYAKTA SU İÇMENİN CAİZ, ANCAK OTURARAK İÇMENİN DAHA UYGUN OLDUĞU Konu ile İlgili Hadisler: 768. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e zemzem verdim. O da onu ayakta içti. 769. Nezzâl bin Sebre radıyallahu anh diyor ki: Ali radıyallahu anh, Kûfe mescidinin ana kapısı olan Bâbu’r–Rahbe’ye geldi ve orada abdest aldıktan sonra ayakta su içti. Bazı kimselerin bunu yadırgadığını görünce: “İçinizden bazılarının, ayakta su içmeyi haram veya mekruh zannettiklerini biliyorum. Oysa ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, benim içtiğimi gördüğünüz gibi ayakta su içtiğini gördüm. Dolayısıyla, her ne kadar oturarak su içmek daha uygun ise de, ayakta su içmekte de hiçbir sakınca yoktur. İşte bunu size göstermek için, herkesin önünde ayakta su içtim.” dedi. 770. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ şöyle demiştir: “Biz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zamanında, yürürken ekmek, meyve, et gibi yiyecekler yer, ayakta iken de su içerdik. Hiç kimse de bu davranışımızdan dolayı bizi yadırgamazdı.” 771. Abdullah bin Amr radıyallahu anhumâ şöyle demiştir:


364

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, ayaktayken de otururken de su içtiğini gördüm.” 772. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayetin edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bir kimsenin ayakta su içmeyi alışkanlık hâline getirmesini yasaklamıştır. Bu hadisi Enes’ten nakleden Katâde diyor ki: Biz Enes’e: — Peki, ayakta yemek nasıldır? diye sorduk. Enes: — Bu daha kötü –veya daha çirkin– bir davranıştır, dedi. Müslim’de yer alan bir diğer rivayet şöyledir: “Peygamber aleyhisselâm, ayakta su içmeyi alışkanlık hâline getirmekten Ashabı’nı men etti.” 773. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hiçbiriniz, ayakta su içmeyi alışkanlık hâline getirmesin.” Ebu Hureyre diyor ki: “O hâlde, bana kalırsa unutarak ayakta su içen içtiğini geri kussun.” Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Âişe, Abdullah bin Ömer, Sad bin Ebî Vakkâs ve Abdullah bin Zübeyr gibi ashabın ileri gelenlerinin (Muvatta, Sıfatü’n-Nebî, 13-16) ayakta su içtikleri ve bunda bir sakınca görmedikleri sahih rivayetlerle nakledilmiştir. Bundan dolayı âlimlerin büyük çoğunluğu, ayakta su içmenin haram değil tenzihen mekruh olduğunu söylemişlerdir. Hatta bazı âlimler, oturarak su içmek daha güzel olsa da, ayakta su içmenin de hiçbir şekilde sünnete aykırı olmadığı görüşündedirler.

115. BAB: TOPLULUĞA SU DAĞITAN KİŞİNİN EN SON İÇMESİNİN MÜSTEHAP OLUŞU Konu ile İlgili Hadisler: 774. Ebu Katâde’den rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İnsanlara su ve benzeri meşrubat ikram eden, en son kendisi içer.” İnsanlara yiyecek ve içecek ikramında bulunan kimse, dağıtımı bitirdikten sonra en son kendisi yiyip içmelidir. İdareci konumunda olanlar da halkın ihtiyaçlarını kendi çıkarlarından önde tutmalı, umumun istifadesine sunulan kaynaklar-


3. YEME İÇME ADABI

365

dan en son kendileri ve aileleri istifade etmelidirler.

116. BAB: KULLANILMASI CAİZ OLAN ve OLMAYAN SU KAPLARI ALTIN VE GÜMÜŞ OLMAYAN BÜTÜN TEMİZ KAPLARDAN VE BARDAK VEYA ELİNİ KULLANMADAN NEHİRDEN AĞZIYLA SU İÇMENİN CAİZ; ALTIN VE GÜMÜŞ KAPLARDAN YEMEK YEMENİN, ONLARI TEMİZLİK VE BAŞKA İŞLERDE KULLANMANIN HARAM OLDUĞU Konu ile İlgili Hadisler: 775. Enes bin Malik radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün ikindi vaktine doğru, Peygamber aleyhisselâm’ın yanında bulunuyorduk. Derken namaz vakti geldi. İnsanlar abdest alacak su aradılar, fakat bulamadılar. Evi yakın olanlar evlerine gitti, diğerleri de camide bekledi. Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e, taştan yapılmış bir kap getirdiler. Kabın içinde, ancak birkaç kişinin abdest almasına yetecek kadar su vardı. Öyle ki, Peygamber’in eli kabın içine zor sığıyordu. Rasulullah elini suyun içine daldırınca, parmakları arasından sular kaynamaya başladı. Böylece o kaptan, orada bulunanların hepsi abdest aldı. Enes’e: — Orada kaç kişi vardınız? diye sorulunca, Enes: — Seksen kişiden fazlaydık, dedi. Buhârî ve Müslim’de yer alan diğer bir rivayet şöyledir: Enes diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir su kabı istedi. İçinde az miktarda su bulunan genişçe, fakat derin olmayan bir kap getirdiler. Rasulullah parmaklarını suya daldırdı. Ben de onun parmaklarının arasından suyun kaynayışını seyretmeye başladım. O sudan, tahminime göre yetmiş seksen kişi abdest aldı. 776. Abdullah bin Zeyd radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir gün bizi ziyarete gelmişti. Kendisine bakır bir kap içinde su getirdik, o da ondan abdest aldı. 777. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh anlatıyor:


366

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bir arkadaşıyla birlikte Ensar’dan (Medineli Müslümanlardan) birinin yanına uğradı. Kendisine ne ikram edeceğini soran ev sahibine: “Geceleyin kırbada bekletilerek durulmuş ve serinletilmiş suyun varsa getir, yoksa eğilip kuyudan içeriz.” dedi. Demek ki, bardak bulunmadığı zaman, bir kaynaktan veya çeşmeden eğilip su içmekte bir sakınca yoktur. 778. Huzeyfe bin Yemân radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, halis ipek ve atlas kumaştan elbise giymeyi, altın ve gümüş kaplarla su içmeyi bize yasaklayarak şöyle buyurdu: “Bunlar dünyada kâfirlerin, ahirette ise siz müminlerindir.” İpek elbise giymenin ve altın takı takmanın haramlığı, sadece erkekler için söz konusudur. Altın ve gümüş kaplardan yiyip içmek ise, kadın erkek bütün müminlere haramdır. 779. Peygamber’in hanımı Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Gümüş bardak veya kaplarla bir şey içen kimse, karnına ancak cehennem ateşi doldurmuş olur.” Müslim’in bir rivayetinde: “Gümüş ve altın kaplardan yiyip içen kimse…” şeklinde gelmiştir. Yine Müslim’de yer alan bir diğer rivayette: “Altın veya gümüş kaplarla bir şey içen kimse, ancak karnına cehennem ateşi doldurmuş olur.” şeklindedir.


4. KİTAP: GİYİM KUŞAM ADABI 117. BAB: YASAKLANAN VE TAVSİYE EDİLEN RENKLER VE KUMAŞLAR BEYAZ RENK ELBİSE GİYMENİN MÜSTEHAP OLDUĞU; KIRMIZI, YEŞİL, SARI, SİYAH RENKTE OLAN ve İPEK DIŞINDAKİ PAMUK, KETEN, KIL, YÜN ve BENZERİ MADDELERDEN YAPILAN ELBİSELERİN GİYİLMESİNDE BİR SAKINCA OLMADIĞI Konu ile İlgili Ayetler: 1. Ey Âdemoğulları! Size, hem mahrem yerlerinizi örtecek ve hem de güzel görünmenizi sağlayacak giysiler üretebilmeniz için gereken bilgi, yetenek ve hammaddeyi bahşettik. Öyleyse, küfür ve zulüm sistemlerinin en belirgin alâmeti ve temel dayanağı olan, toplumda her türlü fuhşiyatın, sapık ilişkilerin ve cinsel sömürünün yaygınlaşmasına yol açan çıplaklık kültüründen uzak durun. Namus, iffet ve ahlak gibi yüce değerleri pekiştirerek toplumsal çözülmenin ve yozlaşmanın önüne geçen, ayrıca sizi sıcaktan ve soğuktan koruyan ve daha zarif, daha güzel görünmenizi sağlayan elbiseler giyin. Fakat dış görünüşünüzü güzelleştirirken, kalp ve ruh güzelliğini ihmal etmeyin. Zira en güzel elbise, kötülüklerden titizlikle kaçınarak dürüst ve erdemli bir insan olmak anlamına gelen takva elbisesidir. İşte bunlar Allah’ın ayetlerindendir, o hâlde, bu mesajı insanlara ulaştırın ki, düşünüp öğüt alsınlar. (Âraf, 7/26) 2. Allah, yarattığı dağ, tepe, ağaç gibi varlıklardan sizin için gölgelikler meydana getirdi, dağlarda yolculuk esnasında sığınabileceğiniz barınaklar oluşturdu. Ayrıca, sizi sıcağa ve soğuğa karşı koruyacak elbiseler, savaşta düşman saldırısından koruyacak zırhlar yapma imkân ve kudretini bağışladı. İşte Allah, size böyle mükemmel nimetler bahşediyor ki, O’na yürekten boyun eğerek teslim olup barış ve esenliğe ulaşasınız. (Nahl, 16/81) Konu ile İlgili Hadisler: 780. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Beyaz renk elbiseler giyiniz. Çünkü beyaz elbise, en güzel elbiselerdendir. Ölülerinizi de beyaz kefene sarınız.”


368

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

781. Semure bin Cündeb radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Beyaz renk elbise giyiniz. Çünkü beyaz daha temiz ve daha güzel görünümlüdür. Ölülerinizi de beyaz kefen içinde defnediniz.” 782. Berâ bin Âzib radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem orta boylu idi. Bir defasında onu kırmızı bir elbise içinde gördüm. Rasulullah aleyhisselâm o kadar güzel bir simaya sahipti ki, ben hayatımda ondan daha güzel birini görmedim. 783. Vehb bin Abdullah radıyallahu anh anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i Mekke’de Ebtah denilen yerde, deriden yapılmış kırmızı çadırının içinde gördüm. Bilâl, elinde Peygamber’in abdest aldığı su kabı ile çadırdan çıktı. Ashaptan kimi o sudan vücuduna sürüyor, kimi avuçlayıp arkadaşına götürüyordu. Derken Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, üzerinde kırmızı bir elbise ile dışarı çıktı. Ayak bileğinin ışıltısı, hâlâ gözlerimin önündedir. Sonra abdest aldı, Bilâl de ezan okumaya başladı. Onun, “Hayye ale’s–salâh!” ve “Hayye ale’l–felâh!” derken yüzünü sağa sola çevirişini dikkatle izlemeye başladım. Sonra Peygamber’in önüne sütre olarak ucu sivri demirli bir asa dikildi. Peygamberimiz de öne geçip namaz kıldırmaya başladı. Sütrenin önünden köpek ve eşek geçmesine rağmen, hiç kimse bunların geçmesine engel olmaya çalışmıyordu. 784. Ebu Rimse Rifâa et–Temîmî radıyallahu anh diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i, üzerinde alt ve üst olmak üzere iki yeşil elbise ile gördüm. 785. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh şöyle diyor: Mekke fethedildiği gün, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şehrin girişinde miğferini çıkarmış ve başında siyah bir sarıkla Mekke’ye girmişti. 786. Ebu Saîd Amr bin Hureys radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i, başında siyah bir sarık, sarığın iki ucunu omuzları arasına salıvermiş bir hâlde hâlâ görür gibiyim. Müslim’in bir başka rivayeti şöyledir: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, başında siyah bir sarıkla halka hutbe okudu. 787. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:


4. GİYİM KUŞAM ADABI

369

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, pamuklu ve beyaz renkli üç parça ince bez ile kefenlendi. Bu üç parça arasında, gömlek ve sarık yoktu. 788. Yine Âişe radıyallahu anhâ diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bir sabah, üzerinde siyah kıldan dokunmuş desenli bir elbise olduğu hâlde evden dışarı çıktı. 789. Muğire bin Şube radıyallahu anh anlatıyor: Bir gece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile yolculukta idim. Bana: — Yanında su var mı? dedi. Ben: — Evet, diye cevap verdim. Bunun üzerine, devesinden indi ve tuvalet ihtiyacını gidermek üzere yürüyerek gecenin karanlığında gözden kayboldu. Kısa bir zaman sonra geldi. Ben tulumdan eline su döktüm, o da ellerini ve yüzünü yıkadı. Üzerinde, Suriyeli Hristiyan Arapların giydiği türden yünden bir cübbe vardı. Gayrimüslimler tarafından imal edilmiş olan bu cübbenin yenleri oldukça dar olduğundan, Peygamber aleyhisselâm kollarını yeninden çıkaramadı. Bunun üzerine, kollarını cübbenin altından çıkararak yıkadı ve başını meshetti. Ben Peygamber’in ayağındaki mestleri çıkarmak için elimi uzatınca: — Mestleri bırak, çünkü ben onları temiz (abdestli) iken giymiştim, dedi ve ayaklarını yıkamayıp, sadece mestlerinin üzerini meshetti. Bir başka rivayette, “Üzerinde Suriye yapımı, yenleri dar bir cübbe vardı.” şeklindedir. Başka bir rivayette ise, bu olayın Tebük Seferi sırasında meydana geldiği ifade edilmiştir. Rasulullah aleyhisselâm, o dönemde henüz Hristiyan olan Şam (takriben bugünkü Suriye) ahalisinin imal edip kullandığı bir cübbeyi giymekte herhangi bir sakınca görmemiştir. Buradan anlaşılıyor ki, “Kim bir topluma benzemeye çalışırsa, o da onlardandır (Ebu Davud, libas 4031)" hadisindeki benzeme, o toplumda revaçta olan veya onların imal ettiği kıyafet veya aksesuarı kullanmak demek değildir. Rasulullah bu sözüyle daha çok, müminin kendi değerlerinden uzaklaşarak inanç, örf, ahlak, karakter bakımından kâfir toplumlara özenmesini kastetmiştir. Bunu yapan biri gerçekten de özendiği, kendileri gibi olmak için çırpındığı o inkârcı toplumun bir parçası olmuş demektir. Buna göre, kâfirlere ait herhangi bir kıyafeti giymek yasak değildir. Ancak batıl bir dini veya ideolojiyi açıkça sembolize eden kıyafet ve aksesuarları kullanmak ve kendi kimliğini kaybedip kâfirlerin inancına, hayat tarzına özenmek yasaklanmıştır.


370

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

118. BAB: GÖMLEK GİYMENİN MÜSTEHAP OLUŞU Konu ile İlgili Hadisler: 790. Rasulullah’ın hanımı Ümmü Seleme radıyallahu anhâ diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in en sevdiği ve en çok giydiği elbise, tevazu ve sadeliğe uygun, hafif ve rahat bir giyecek olan gömlek idi.

119. BAB: GİYSİLERİN UZUNLUK VE KISALIĞI GÖMLEĞİN YENİNİN, ELBİSENİN VE SARIĞIN UCUNUN NE KADAR UZATILACAĞI, BUNLARDAN HERHANGİ BİRİNİN KİBİR VE BÜYÜKLÜK TASLAMAK İÇİN UZATILMASININ HARAM, BÖYLE BİR GAYE OLMADAN UZATILDIĞI TAKDİRDE MEKRUH OLUŞU Konu ile İlgili Hadisler: 791. Önde gelen sahabî hanımlardan Esmâ binti Yezîd radıyallahu anhâ şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in gömleğinin kolları, ancak bileğine kadar inerdi. Cübbesinin kolları ise, parmak uçlarına kadar uzanırdı. Peygamber aleyhisselâm giyim kuşamında israftan sakınır, lüks ve gösterişli elbiseler giymezdi. Bu hadisin senet zincirinde, hafızasının zayıflığı sebebiyle tenkit edilen Şehr bin Havşeb bulunmaktadır. (İbn-i Hacer, Takribu’t-Tehzib, 2830) Bu yüzden hadis zayıf kabul edilmiştir. Ancak ihtiva ettiği mana sahihtir. 792. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: — Allah, kibirlenip büyüklük taslayarak elbisesinin eteğini yahut pantolonunun paçalarını yerde sürüyen kimseye Mahşer Günü rahmet nazarıyla bakmayacaktır, buyurdu. Bunun üzerine Ebu Bekir: — Ya Rasulallah! Dikkat etmediğim zaman, benim de elbisemin eteği yerde sürünüyor. Elbisemin eteğini kısaltmam gerekir mi? dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: — Hayır, çünkü sen bunu büyüklük taslamak için yapmıyorsun ki, buyurdu. 793. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


4. GİYİM KUŞAM ADABI

371

“Kibirli kibirli elbisesini yerde sürüyerek yürüyen kimseye, Allah Mahşer Günü rahmet nazarıyla bakmayacaktır. Çünkü Allah, kendini beğenen, başkalarına çalım satan kimseleri sevmez. Ancak kibir düşüncesi olmaksızın uzun elbise giymekte bir sakınca yoktur.” 794. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir kimse insanlara karşı büyüklük taslama ve kendini beğenme duygusuyla elbisesinin eteklerini yerde sürünecek derecede uzatıyorsa, onun giydiği elbisenin topuklardan aşağı uzanan kısmı ateştedir.” 795. Ebu Zer radıyallahu anh anlatıyor: Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Üç sınıf insan vardır ki, Mahşer Günü Allah onlarla konuşmayacak, yüzlerine rahmet nazarıyla bakmayacak ve onları günahlarından arındırmayacaktır. İşte onlar için, can yakıcı bir azap vardır (Âl-i İmrân; 77), buyurdu ve bu sözünü üç defa tekrarladı. Ben: — Yazık onlara, umdukların bulamadılar, hüsrana uğradılar! Bunlar kimlerdir ya Rasulallah? dedim. Peygamber aleyhisselâm da: — Elbisesini kibirle yerlerde sürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve yalan yere yemin ederek malını satmaya çalışan kimsedir, buyurdu. Müslim’in bir başka rivayetinde, “Kaftanını yerde sürüyen…” ifadesi yer almaktadır. 796. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İslam’ın, ucu yerlerde sürünecek şekilde uzatılmasını yasakladığı giyecekler; kaftan, palto, fistan, gömlek ve sarıktır. Kim bu gibi giyecekleri büyüklük taslayarak yerde sürürse, Allah celle celâluh Mahşer Günü onun yüzüne bile bakmaz.” 797. Ebu Cüreyy Câbir bin Süleym radıyallahu anh anlatıyor: Kabileme ait bir heyetle birlikte Medine’ye gelmiştim. Üzerimde, etekleri ayaklarımın altına kadar uzanan gösterişli bir elbise vardı. Orada, insanların kendisine danıştıkları ve fikrine değer verdikleri bir zat gördüm. Onun her söylediğini derhal yerine getiriyorlardı. — Bu zat kimdir? diye sordum.


372

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Allah’ın Elçisidir, dediler. Ben hemen onun huzuruna giderek iki defa: — Aleykesselâm, ya Rasulullah (Selâm sana, ey Allah’ın Elçisi!) dedim. Peygamber: — “Aleykesselâm” deme, çünkü bu, cahiliye devrinde ölülere verilen selâm şeklidir. Bunun yerine, “Esselâmu aleyke” (Selâm sana olsun!) de, buyurdu. — Sen gerçekten Allah’ın Elçisi misin? diye sordum. Peygamber: — Evet! Ben, sana bir sıkıntı isabet ettiğinde kendisine dua edince senden o sıkıntıyı gideren, kıtlığa uğradığın zaman kendisine yalvarınca sana bereketli ürünler bahşeden, çölde veya dağ başında deveni kaybettiğinde kendisine dua edince deveni sana geri getiren O Allah’ın Peygamberi’yim, buyurdu. Bunun üzerine, ben: — Bana tavsiyede bulunur musunuz? dedim. Peygamber: — Hiç kimseye sövme ve çirkin söz de söyleme, buyurdu. Ben de ondan sonra ne hür ne köle, ne deve ne de koyun, hiç kimseye ve hiçbir şeye sövmedim. Sonra Peygamber, tavsiyelerine şöyle devam etti: — Kardeşinle güler yüzle konuşmak da dâhil, hiçbir iyiliği küçük görme. Unutma ki, din kardeşine tebessüm etmen de bir iyiliktir. Bir de, elbisenin eteklerini dizkapağının bir karış aşağısına kadar kaldır. Bundan çekiniyorsan, en fazla aşık kemiğine (ayak bileğinin dış tarafındaki çıkıntılı kemiğe) kadar insin. Fakat sakın elbiseni yerlerde sürüyecek kadar uzatma, çünkü bu kibirden ve kendini beğenmişlikten ileri gelir. Allah da kibirlenip kendini beğenenleri sevmez. Eğer bir kimse sana söver veya seninle ilgili bildiği bir şey sebebiyle seni ayıplarsa, sen o kişi hakkında bildiğin şeyler sebebiyle onu ayıplama. Çünkü onun bu davranışının vebali, yalnızca kendisine aittir ve büyük mahkemede, bunun hesabını verecektir. Eğer ona aynı şekilde karşılık verirsen, sen de onun durumuna düşmüş olursun. 798. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: Bir adam, elbisesinin eteğini yerde sürüyerek namaz kılıyordu. Adam namazını bitirince, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona: — Git abdest al, buyurdu. O da gidip abdest aldı, sonra geldi. Peygamber ona tekrar: — Git yeniden abdest al, dedi. Adam tekrar abdest aldı. Bunun üzerine, orada


4. GİYİM KUŞAM ADABI

373

bulunanlardan biri: — Ya Rasulallah! Niçin ona abdest almasını emrettiniz, üstelik sebebini de açıklamadınız? diye sordu. Peygamber de: — Çünkü o, kibirli insanların yaptığı gibi elbisesini yerde sürüyerek namaz kılıyordu. Hâlbuki Allah, bu şekilde namaz kılanların namazını kâmil bir ibadet olarak kabul etmez. Ben de günahına kefaret olarak, ona abdest almasını söyledim. Çünkü abdest, birçok günahların affedilmesini sağlar. Onu rencide etmemek için de, hatasını açıkça söylemedim, kendisinin bunun farkına varıp durumunu düzeltmesini istedim. Ama siz sorunca açıklamak durumda kaldım, buyurdu. Bu hadisin senet zincirinde yer alan Ebu Cafer el-Medenî, meçhul (bilinmeyen) bir ravidir. Bu yüzden hadis zayıftır. 799. Şam ravilerinden olup güvenirliği konusunda hadis ulemasının ihtilaf ettiği Kays bin Bişr et–Tağlibî rivayet ediyor: Ebu’d–Derdâ radıyallahu anh’ın yakın arkadaşı olan babam Bişr bin Kays et–Tağlibî, bana şunları anlattı: Şam’da, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Ashabından Sehl bin Hanzaliyye adında biri vardı. Bu zat, yalnız başına dolaşan ve insanlarla pek az görüşen biriydi. Sürekli namaz kılardı. Namazdan ayrılıp ailesinin yanına giderken de, tekbir ve tesbih gibi zikirlerle meşgul olurdu. Bir gün biz Ebu’d– Derdâ’nın yanında otururken, yanımıza uğradı. Ebu’d–Derdâ ona: — Bize fayda sağlayacak, sana da vaktini zayi edip zararı vermeyecek bir söz söyle, dedi. O da şunları söyledi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, düşman topraklarına bir askeri birlik göndermişti. Bir süre sonra, birliğe katılanlar seferden döndüler. Onların içinden bir asker gelip Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bulunduğu meclise oturdu ve yanındaki adama şöyle dedi: — Düşmanla karşılaştığımız zaman bizi bir görseydin. Filân kimse düşmana kahramanca saldırdı ve “Ben Gıfarlı delikanlıyım, al sana!” diye bağırarak mızrağını ona sapladı. Sen onun bu sözünü nasıl buluyorsun? Arkadaşı da: — Bana sorarsan, o adamın bütün sevabı boşa gitmiştir, diye cevap verdi. Bu sözü işiten bir başkası: — Ben bunda bir sakınca görmüyorum, dedi. Bunun üzerine, aralarında tartışmaya başladılar. Sonunda, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem konuşulanları duydu ve:


374

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Subhânallah! Bu kişinin sevap kazanmasında ve övülmesinde bir sakınca yoktur, buyurdu. Kays diyor ki: Ben Ebu’d–Derdâ’nın bu habere sevindiğini ve başını kaldırıp o zata: — Sen bunu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bizzat kendin işittin mi? diye sorduğunu gördüm. O da: — Evet, bizzat işittim, dedi. Ebu’d–Derdâ ona aynı soruyu tekrar edip duruyordu. Hatta ben kendi kendime, “Böyle sormaya devam ederse, dermanı kesilecek ve dizlerinin üzerine çöküp kalacak.” diyordum. Sehl bin Hanzaliyye, başka bir gün yine yanımıza uğramıştı. Ebu’d–Derdâ yine: — Bize fayda sağlayacak, sana da zararı dokunmayacak bir söz söyle, dedi. O da şu hadisi rivayet etti: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bize: “Allah yolunda cihad için at yetiştirip ona güzelce bakan kimse, sadaka vermek için elini açıp da bir daha hiç kapatmayan kişi gibidir.” buyurdu. Bu zat, başka bir gün yine bize uğramıştı. Ebu’d–Derdâ yine ona: — Bize fayda sağlayacak, sana da zararı dokunmayacak bir söz söyle, dedi. Bu sefer Sehl bin Hanzaliyye, şu hadisi rivayet etti: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir gün: “Hureym el–Useydî ne iyi adamdır! Ama keşke o çenesinin altına kadar varan uzun favorileri ve yerde sürünen elbisesi olmasaydı.” buyurdu. Peygamber’in bu sözü Hureym’e ulaşınca, hemen eline bir ustura alıp favorilerini kulak memesi hizasından kesti. Elbisesinin eteğini de dizkapağının bir karış aşağısına kadar kısalttı. Sehl bin Hanzaliyye, başka bir gün yine bize uğramıştı. Ebu’d–Derdâ yine ona: — Bize fayda sağlayacak, sana da zararı olmayacak bir söz söyle, dedi. O da şu hadisi rivayet etti: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den işittim, buyurdu ki: “Sizler zaman zaman kardeşlerinizi ziyarete gidiyorsunuz. Onun için, binek hayvanlarınıza iyi bakın, üstünüze başınıza da çekidüzen verin.


4. GİYİM KUŞAM ADABI

375

Öyle ki, insanlar arasında, yüzdeki ben gibi güzellik ve temizliğiyle dikkat çeken, parmakla gösterilen kimseler olun. Çünkü Allah çirkin davranışı sevmediği gibi, çirkin görünüşü de sevmez. O hâlde, önemli olan kalp temizliğidir diyerek düzensiz, bakımsız, pejmürde bir hâlde dolaşmayın. Lüks ve israfa kaçmamak şartıyla, saçınızın sakalınızın, giyim kuşamınızın ve dış görünüşünüzün tertipli, güzel olmasına dikkat edin.” Bu hadisin senet zincirinde yer alan Kays bin Bişr’in babası Bişr et-Tağlibî, meçhul (bilinmeyen) bir ravidir. Bu yüzden hadis zayıf kabul edilmiştir. Ancak bilindiği gibi, fezail hususunda zayıf hadislerle amel etmek caizdir. 800. Ebu Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Müslüman erkek, elbisesini en fazla dizkapaklarının bir karış aşağısına kadar uzatır. Bundan çekiniyorsa, aşık kemiklerine kadar uzatmasında da bir sakınca yoktur. Ancak aşık kemiğinden aşağıda olan kısım, ateştedir. Çünkü Mahşer Günü Allah, büyüklük taslayarak elbisesinin eteğini yerde sürüyen kimseye rahmet ve lütuf nazarıyla bakmaz. Ancak kibir ve gösteriş niyeti taşımaksızın bu tür uzun elbiseler giymekte bir sakınca yoktur.” 801. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ anlatıyor: Bir gün elbisemin etekleri yerde sürünür bir hâlde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna uğramıştım. Peygamberimiz: — Abdullah, elbisenin eteklerini yukarıya kaldır, buyurdu. Ben de hemen kaldırdım. Sonra: — Biraz daha kaldır, dedi. Ben biraz daha kaldırdım. O günden beridir, elbisemin Peygamber’in izin verdiğinden daha aşağı sarkmamasına dikkat ederim. Dinleyenlerden biri: — Peki, elbiseni nereye kadar kaldırmıştın? diye sordu. Abdullah bin Ömer: — Dizkapağımdan bir karış aşağısına kadar, diye cevap verdi. 802. Yine Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: — Büyüklük taslayarak elbisesinin eteğini yerde sürüyen kimseye, Allah Mahşer Günü rahmet nazarıyla bakmaz. Onun için, erkekler elbiselerini, dizkapağından en fazla bir karış aşağıya kadar uzatsınlar, buyurdu. Bunun üzerine, Peygamberimizin hanımı Ümmü Seleme: — Peki, kadınlar eteklerini nasıl yapacaklar? diye sordu. Peygamberimiz:


376

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Onlar, eteklerini erkeklere göre bir karış daha aşağı uzatırlar, buyurdu. Ümmü Seleme: — O takdirde ayakları açıkta kalır, dedi. Bunun üzerine Rasulullah: — Öyleyse, ayaklarının üzerini örtecek, fakat uçları yerde sürünmeyecek şekilde, bir kol boyu fazla uzatırlar, daha fazla değil, buyurdu.

120. BAB: TEVAZU SEBEBİYLE LÜKS ELBİSE GİYMEKTEN KAÇINMANIN MÜSTEHAP OLUŞU Konu ile İlgili Hadisler: 803. Muaz bin Enes radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Her kim gücü yettiği hâlde alçakgönüllü davranarak lüks ve pahalı elbiseler giymekten vazgeçerse, Mahşer Günü Allah, onu insanların gözü önünde huzuruna çağırır ve iman ehlinin giyeceği elbiselerden dilediğini giymekte serbest bırakır.”

121. BAB: ORTA HALLİ GİYİNMEK BİR İHTİYAÇ VEYA VE MEŞRU BİR MAKSAT OLMADIKÇA, ALAY EDİLECEK DERECEDE BASİT ELBİSE GİYİLMEMESİ Konu ile İlgili Hadisler: 804. Abdullah bin Amr radıyallahu anhumâ şöyle demiştir: “Muhakkak Allah, verdiği nimetin eserini kulunun üzerinde görmekten hoşlanır. Kulunun pejmürde, düzensiz, bakımsız olmasını hoş görmez. Lüks, gösteriş ve israfa kaçmamak şartıyla, onun giyim kuşamının, dış görünüşünün tertipli ve güzel olmasını ister. Ayrıca Allah, kuluna bahşetmiş olduğu zenginlik, ilim, zekâ, güç, makam gibi nimetlerin eseri ve belirtisi olan hamdın, şükrün söz ve davranışlarla ifade edilmesini ister. Kısacası, kuluna verdiği nimetlerin, onun dış görünüşünde tertip, güzellik ve zarafet olarak; kişilik ve davranışlarında ise hamd, şükür, itaat ve ibadet olarak yansımasını ister.”

122. BAB: İPEK ELBİSE GİYMEK İPEK ELBİSE GİYMENİN ve İPEĞİ YATAK, YASTIK, MİNDER ve MEFRUŞAT OLARAK KULLANMANIN ERKEKLERE HARAM, KADINLARA HELAL OLDUĞU


4. GİYİM KUŞAM ADABI

377

Konu ile İlgili Hadisler: 805. Ömer bin Hattab radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ey mümin erkekler! İnsanların birbirlerine karşı üstünlük taslamalarına sebep olan, büyük bir israfa yol açarak hem fertlerin hem de toplumların servet ve zenginliklerini yok edip bitiren, farklı toplum kesitleri arasında yersiz bir ayrımcılığa ve düşmanlığa sebep olan lüks tüketim alışkanlığından uzak durun. Bunun en belirgin örneği ve sembolü olarak da, ipek elbise ve benzeri aşırı lüks ve pahalı elbiseler giymeyin. Çünkü ipeği dünyada giyen, ahirette giyemez. Yani bu yasağa uymayan kişi, olgun ve ideal bir mümin değildir.” Kol saati, ayakkabı, otomobil, takı, yiyecek ve benzeri her türlü eşyada lüks ve israfa yönelmek bu yasak kapsamındadır. Bu konuda yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey Âdemoğulları! Yiyin için, fakat aşırı lükse kaçarak israf etmeyin! Unutmayın ki, Allah israf edenleri sevmez.” (Araf, 7/31) bununla birlikte, yaratılış itibariyle süs ve gösterişe düşkün olan kadınlara bu konuda biraz daha tolerans gösterilmiş ve aşırı gitmemek kaydıyla altın ve mücevherat takılar takınmalarına, ipek ve benzeri lüks elbiseler giymelerine izin verilmiştir. 806. Yine Ömer bin Hattab radıyallahu anh diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim: “İpek elbiseyi, ancak ahiretten nasibi olmayanlar giyer.” 807. Enes bin Malik radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Dünyada ipek giyen, ahirette giyemez.” 808. Ali radıyallahu anh şöyle diyor: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i gözlerimle gördüm; sağ eline ipeği, sol eline de altını aldı ve: “İşte bu ikisi, ümmetimin erkeklerine yasaktır. Hastalık, savaş, yolculuk gibi bir zaruret hâli olmadıkça, mümin erkekler saf ipekten yahut karışımında ipek oranı daha fazla olan kumaşlardan yapılmış elbise giymesinler, altın takı ve eşya kullanmasınlar.” buyurdu. 809. Ebu Musa el–Eş’arî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İpek elbise giymek ve altın süs eşyası takınmak ümmetimin erkeklerine


378

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

haram, kadınlarına ise helal kılınmıştır.” 810. Huzeyfe bin Yemân radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, altın ve gümüş kaplardan yiyip içmemizi, ipek ve atlas elbise giymemizi ve bu tür lüks ve pahalı kumaşlardan minder, döşek, yastık yaparak üzerinde oturmamızı bize yasakladı.

123. BAB: UYUZ (ve BENZERİ CİLT) HASTALIĞINA YAKALANMIŞ KİMSELERİN İPEKLİ GİYMESİNDE BİR SAKINCA OLMADIĞI Konu ile İlgili Hadisler: 811. Enes bin Malik radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, yakalandıkları uyuz hastalığı sebebiyle Zübeyr bin Avvâm ve Abdurrahman bin Avf radıyallahu anhumâ’ya ipek elbise giyme izni verdi.

124. BAB: KAPLAN (ve BENZERİ YIRTICI HAYVANLARIN) DERİSİNİ (YATAK, YAYGI, HALI GİBİ) MEFRUŞAT OLARAK KULLANMANIN VE EĞERLERİN ÜZERİNE KOYMANIN YASAK OLDUĞU Konu ile İlgili Hadisler: 812. Muâviye radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Saf ipekten veya kaplan ve benzeri yırtıcı hayvanların derisinden yapılmış eyerlere binmeyin.” 813. Ebu’l–Melîh’in, babası Üsâme bin Umeyr radıyallahu anh’dan rivayet ettiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yırtıcı hayvanların derilerini çanta, ayakkabı, cüzdan vs. olarak kullanmayı yasaklamıştır. Tirmizî’nin bir rivayetinde, “Peygamber aleyhisselâm, yırtıcı hayvan derilerinden yorgan, döşek, yatak ve bunlar dışında herhangi bir eşya yapılmasını yasakladı, denilir.

125. BAB: YENİ BİR ELBİSE, AYAKKABI VE BENZERİ BİR ŞEY GİYİNCE NASIL DUA EDİLECEĞİ


4. GİYİM KUŞAM ADABI

379

Konu ile İlgili Hadisler: 814. Ebu Saîd el–Hudrî radıyallahu anh şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yeni bir elbise giydiği zaman, giydiği şeyin adını –sarık, gömlek, cübbe gibi– söyleyerek şöyle dua ederdi: “Allahumme leke’l–hamdu ente kesevtenîhi, es’eluke hayrahu ve hayra mâ sunia lehu, ve eûzu bike min şerrihi ve şerri mâ sunia leh.” “Allah’ım, sana hamd olsun. Bu elbiseyi bana giydiren sensin. Senden onun getireceği bereketleri ve iyi amaçlarla kullanmayı bana nasip etmeni diliyorum. Onun zararlarından ve kötü amaçlarla kullanılmasının şerrinden de sana sığınıyorum.”

126. BAB: ELBİSE GİYERKEN SAĞDAN BAŞLAMANIN MÜSTEHAP OLUŞU Bu Konu ile İlgili Hadisler (99 bölüm 721-727) hadislerde geçmişti.


5. KİTAP: UYKU ve MECLİS ADABI 127. BAB: UYUMA, YASLANIP UZANMA, OTURMA, MECLİS ve RÜYA ADABI Konu ile İlgili Hadisler: 815. Berâ bin Âzib radıyallahu anhumâ anlatıyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yatağına uzandığında, sağ tarafı üzerine yatar ve şöyle dua ederdi: “Allahumme eslemtu nefsî ileyke, ve veccehtu vechî ileyke, ve fevvadtu emrî ileyke, ve elce’tu zahrî ileyke, rağbeten ve rahbeten ileyke, lâ melcee ve lâ mencê minke illâ ileyke. Âmentu bi kitâbikellezî enzelte ve nebiyyikel-lezî erselt.” “Allah’ım! Tüm ruhumla, tüm benliğimle sana boyun eğdim. Yüzümü ve gönlümü sana çevirdim. İşlerimi sana havale ettim, her işimde yalnızca sana güvendim. Rızanı isteyerek, azabından korkarak sırtımı hep sana dayadım ve sana sığındım. Sana karşı yine senden başka bir sığınak, bir dayanak yoktur. Senin gazabına karşı, yine senin merhametine sığınmaktan başka bir çare, başka bir kurtuluş kapısı yoktur. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin Peygambere iman ettim.” 816. Berâ bin Âzib radıyallahu anhumâ diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu: “Yatağına gireceğin zaman güzelce abdest al, sonra sağ tarafına uzanarak bu duayı oku ve bu sözler, yatmadan önceki en son sözlerin olsun.” 817. Âişe radıyallahu anhâ diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, gecenin son üçte birinde kalkar ve kıratını, rükû ve secdesini alabildiğine uzatarak on bir rekât namaz kılardı. İki rekâtta bir selam verir ve son bir rekâtı vitir namazı olarak kılardı. Ondan sonra bazen yatıp uyur, bazen uyumazdı. Tan yeri ağarınca da sabah namazının sünneti olarak hafifçe iki rekât namaz kılar, sonra müezzin gelip namaz vaktinin geldiğini haber verinceye kadar sağ tarafına uzanıp dinlenirdi. 818. Huzeyfe radıyallahu anh rivayet ediyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem geceleyin yatağına girdiği zaman sağ elini yanağının altına koyar ve:


5. UYKU ve MECLİS ADABI

381

“Allahumme, bismike emûtu ve ahyâ.” (Allah’ım, senin isminle ölür, senin isminle dirilirim. Yani ölümün kardeşi olan uykuya dalmam da, bir çeşit diriliş olan uyanmam da senin adınla, senin iznin ve onayın iledir.) diye dua ederdi. Uykudan uyandığı zaman da, “Elhamdu lillâhil-lezî ahyânâ min ba’di mâ emâtenâ ve ileyhin-nuşûr.” (Bizi öldürdükten sonra yeniden hayata döndüren Allah’a hamdolsun. Dönüş, yalnızca O’nadır.) derdi. 819. Suffe Ashabı’ndan Tıhfe el–Gıfârî radıyallahu anhumâ anlatıyor: Bir ara camide yüzüstü uzanıp yatmıştım. Baktım ki, bir adam beni ayağıyla dürtüyor ve: “Bu, Allah’ın sevmediği bir yatış şeklidir.” diyor. Bir de ne göreyim, meğer o kişi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem değil miymiş? 820. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Her kim bir yere oturur da orada Allah’ın adını anmazsa, Allah’a karşı görevinde eksiklik yapmış olur. Her kim bir yere uzanır da orada Allah’ın adını anmazsa, yine O’na karşı görevinde eksiklik yapmış olur.”

128. BAB: YATMA VE OTURMA ADABI SIRT ÜSTÜ YATMANIN, AVRET MAHALLİNİN AÇILMA TEHLİKESİ BULUNMADIĞI TAKDİRDE AYAK AYAK ÜSTÜNE ATMANIN, BAĞDAŞ KURARAK ve BİR ŞEYE BÜRÜNEREK OTURMANIN CAİZ OLUŞU Konu ile İlgili Hadisler: 821. Abdullah bin Zeyd radıyallahu anh diyor ki: “Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i, mescitte bir ayağını diğerinin üzerine atmış bir hâlde sırt üstü yatarken gördüm. Demek ki, avret mahallinin açılma tehlikesi yoksa, sırtüstü uzanıp ayak ayak üstüne atmanın bir sakıncası yoktur.” 822. Câbir bin Semure radıyallahu anhumâ diyor ki: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldıktan sonra, güneş doğup ortalık iyice aydınlanıncaya kadar yerinde bağdaş kurarak otururdu. Bu süre zarfında ashabıyla sohbet eder, onların rüyalarını dinler, sorularına cevap verirdi. Bazen Ashab-ı Kiram, cahiliye döneminde yaptıkları gülünç ve akıl almaz şeyleri hatırlayıp gülerler, kendisi de onlara tebessüm ederdi.” 823. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ diyor ki: “Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i, Kâbe’nin avlusunda dizlerini


382

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

kolları arasına alarak şöyle oturduğunu gördüm.” Daha sonra Abdullah, oturduğu yerde dizlerini yukarıya dikip uyluklarını karnına yasladı ve kollarıyla da dizlerini tutarak Peygamber aleyhisselâm’ın oturuş şeklini tarif etti. 824. Kayle binti Mahreme radıyallahu anhâ anlatıyor: Kavmimin gönderdiği bir heyetle birlikte, Müslüman olmak üzere Medine’ye gelmiştim. Medine’de, tahtına kurulmuş şaşaalı bir hükümdarla karşılaşacağımı sanıyordum. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i dizlerini karnına dayamış, ellerini koltuklarının altına koyup oturmuş vaziyette gördüm. Kendisini böyle huşu içinde oturur görünce, korkudan irkildim. Nihayet o “Sakin ol, gönlünü rahat tut!” deyince, Allah kalbimdeki korku ve ürpertiyi giderdi. 825. Şerîd bin Süveyd radıyallahu anh diyor ki: Bir gün sol elimi arkaya atıp avucumu yere dayamış bir hâlde otururken, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yanıma geldi ve: “Allah’ın gazabına uğramış kimseler gibi mi oturuyorsun? Bu oturuş, kendilerini herkesten üstün gören, insanlara karşı büyüklük taslayan zorbaların, tiranların oturuş biçimidir. ” buyurdu.

129. BAB: MECLİSTE OTURMA ADABI Konu ile İlgili Hadisler: 826. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hiç biriniz, bir kimseyi oturduğu yerden kaldırıp da onun yerine kendisi oturmasın. Bunun yerine, safları sıklaştırarak yer açıp birbirinize yer verin.” Abdullah bin Ömer, bir kimse kendisine yer vermek için oturduğu yerden kalkınca, onun yerine oturmazdı. 827. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz abdest tazelemek, biriyle konuşmak gibi herhangi bir ihtiyaç sebebiyle oturduğu yerden kalkar ve sonra tekrar dönüp gelirse, oraya oturmaya başkalarından daha lâyıktır. Böyle bir ihtiyaç sebebiyle kalkıp giden birinin yerine izinsiz oturmayın. Oturduysanız bile, sahibinin geldiğini görünce hemen kalkıp onun eski yerine oturmasına izin verin.”


5. UYKU ve MECLİS ADABI

383

828. Câbir bin Semure radıyallahu anhumâ diyor ki: Bizler Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna vardığımız zaman, meclise her gelen, halkanın en sonundaki boş yere otururdu. Arada boşluklar bırakarak gelişigüzel oturmazlardı. Ayrıca zaruri bir durum olmadığı sürece, mevki, makam ve yaşı ne olursa olsun, sonradan gelen hiç kimse safları atlayıp ön tarafa geçmeye çalışmazdı. 829. Selmân el–Fârisî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir kimse cuma günü boy abdestini alır, elinden geldiği kadar temizlenip güzel kokular süründükten sonra çıkıp camiye gelir, safları yarıp insanları rahatsız etmeden, oturan iki kişinin arasına girmeden camiye gelip kılabildiği kadar nafile namaz kılar ve imam hutbe okurken susup onu dinlerse, o cuma ile öteki cuma arasındaki küçük günahları bağışlanır.” 830. Abdullah bin Amr radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İki kişiyi ayırıp aralarına oturmak, –kendileri buna müsaade etmedikleri takdirde– hiç kimseye helal değildir.” Ebu Davud’un bir rivayetinde şöyle gelmiştir: “İzinleri olmadıkça, iki kişinin arasına oturulmaz.” 831. Huzeyfe bin Yemân radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, zaruri bir durum yokken meclis halkasının ortasına oturan kimseye lânet etmiştir. Tirmizî’nin Ebu Miclez’den rivayetine göre, bir adam gelip halkanın ortasına oturmuştu. Bunun üzerine Huzeyfe: “Halkanın ortasına oturan kimse, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in lisanıyla lânetlenmiştir!” veya “Allah bu kimseyi, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in lisanıyla lânetlemiştir!” dedi. Yahya bin Maîn ve diğer hadis otoritelerinin beyanına göre, bu hadisi Huzeyfe’den rivayet eden Ebu Miclez (Lâhik bin Humeyd), aslında ondan hadis işitmemiştir. Bu inkıta sebebiyle hadis zayıftır. Ancak doğru yorumlandığı takdirde, hadisin ihtiva ettiği mana sahihtir. 832. Ebu Saîd el–Hudrî radıyallahu anh şöyle diyor: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:


384

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

“Meclislerin en hayırlısı, en geniş ve en rahat olanıdır. En güzel toplantı ve sohbet yerleri, hiç kimsenin bir başkasına rahatsızlık vermediği, insanların birbirlerini görebilecekleri şekilde oturup huzur içinde sohbet edebilecekleri geniş ve ferah mekânlardır.” 833. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim bir mecliste oturur ve orada birtakım lüzumsuz lâkırdılarda bulunursa, o meclisten kalkmadan önce, “Subhâneke’l-llahumme ve bihamdik. Eşhedu en lâ ilahe illâ ent. Estağfiruke ve etûbu ileyk (Allah’ım, sen her türlü eksik sıfatlardan uzaksın, yücesin. Seni daima böyle tenzih eder ve sana hamd ederim. Şehadet ederim ki, senden başka ilah yoktur. Affına sığınarak sana yönelir, senden bağışlanma dilerim).” diye dua ettiği takdirde, o mecliste işlediği kusurları mutlaka bağışlanır.” 834. Ebu Berze radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir meclisten kalkmak istediğinde, son söz olarak şöyle dua ederdi: “Subhâneke’l-llahumme ve bihamdik. Eşhedu en lâ ilahe illâ ent. Estağfiruke ve etûbu ileyk. (Allah’ım, sen her türlü eksik sıfatlardan uzaksın, yücesin. Seni daima böyle tenzih eder ve sana hamd ederim. Şehadet ederim ki, senden başka ilah yoktur. Affına sığınarak sana yönelir ve senden bağışlanma dilerim.)” Rasulullah, bir gün yine böyle dua etmişti. Bunun üzerine bir adam: — Ya Rasulullah! Görüyorum ki, daha önce hiç okumadığınız bir duayı okuyorsunuz, dedi. Peygamber aleyhisselâm da: — Bu dua, mecliste işlenen hata ve kusurlar için kefarettir, buyurdu. 835. Abdullah bin Ömer radıyallahu anhumâ şöyle diyor: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, şu duayı yapmadan bir meclisten kalktığı çok nadirdir: “Allah’ım! Bize, günahlarla aramıza engel olacak kadar Allah korkusu ve duyarlılık nasip eyle. Bize, bizleri cennetine ulaştıracak sağlam bir kulluk ve itaat bilinci ver. Bize, dünyanın bela ve musibetlerine karşı dayanma gücü verecek güçlü bir iman bahşet. Allah’ım! Bizi yaşattığın sürece, kulaklarımızdan, gözlerimizden, kuvvetimizden faydalanmamızı sağla ve ölümümüze kadar da onları bizden alma. Bize zulmedenlerden inti-


5. UYKU ve MECLİS ADABI

385

kamımızı sen al. Bize düşmanlık edenlere karşı sen bize yardım eyle. Bizi dinimiz konusunda bela ve musibetlere uğratma. Dünyayı en büyük gayemiz ve ilmimizin sonu kılma. Bize acımayanları üzerimize musallat etme!” 836. Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Herhangi bir topluluk, oturdukları yerden Allah’ı anmadan kalkarlarsa, eşek leşinin yanından kalkmış vahşi, yırtıcı hayvanlar gibi çirkin bir davranış göstermiş, sevap ve bereketten mahrum kalmış olurlar ve o meclis, onlar için bir pişmanlık ve üzüntü sebebi olur.” 837. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Herhangi bir topluluk bir yerde oturur da orada Allah’ı anmaz, salât ve selâm getirerek Peygamberleri için dua etmezlerse, muhakkak ciddi bir kusur işlemiş olurlar. Allah dilerse onları cezalandırır, dilerse affeder.” 838. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Her kim bir yere oturur da orada Allah’ın adını anmazsa, Allah’a karşı görevinde eksiklik yapmış olur. Her kim bir yere uzanır da orada Allah’ın adını anmazsa, yine O’na karşı görevinde eksiklik yapmış olur.”

130. BAB: RÜYA ve RÜYA İLE İLGİLİ KONULAR Konu ile İlgili Ayetler: 1. Gece ve gündüz vakti uykuya dalmanız ve Allah’ın lütuf ve nimetlerini araştırıp bulabileceğiniz imkân ve yeteneklere sahip olmanız da O’nun sonsuz kudret ve merhametinin delillerindendir. Hiç kuşkusuz bunda, hakikatin sesine kulak veren insanlar için nice ibretler vardır. (Rum, 30/23) Konu ile İlgili Hadisler: 839. Ebu Hureyre radıyallahu anh diyor ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in: — Benim vefatımla birlikte, Peygamberlik ve vahiy sona erecektir. Peygamberlikten bu ümmete, sadece mübeşşirat (müjdeci ve uyarıcı haberler) kalacaktır, buyurduğunu işittim. Bunun üzerine Ashab-ı Kiram: — Mübeşşirat nedir, ya Rasulullah? diye sorunca, Peygamber:


386

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

— Sadık ve doğru rüyadır, buyurdu. Allah, bu tür rüyalarla bazen insanoğluna gelecekle ilgili –puslu da olsa– birtakım haberler vererek her şeyi bilen bir yaratıcının varlığını hissettirir, bazen onu müjdeleyip imanını güçlendirir, bazen de tehlikelere karşı uyarır. Bununla birlikte, salih rüyalar zannî bilgiden öteye geçmez. Vahiy gibi açık, net ve kesin değildir. Sadık rüya gören kişi, gördükleri ortaya çıkıncaya dek onun gerçek olduğundan asla emin olamaz. Bu yüzden rüya, yalnızca onu gören kişiyi bağlar ve açık naslarla desteklenmeyen salih rüya ile amel edilmez. Rüya üç kısımdır: Birincisi salih rüya olup Allah’tan bir müjdedir. İkincisi şeytanın verdiği korku veya hüzündür. Üçüncüsü de kişinin kendi kendine konuştuğu şeylerdir. 840. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Zaman (kıyamet) yaklaşınca, müminin hemen hemen hiçbir rüyası yalan çıkmaz. Çünkü müminin rüyası, Peygamberliğin kırk altı parçasından biridir.” Rasulullah’ın 23 yıl süren peygamberliği, sadık rüyalarla başlamıştı. Peygamber’in rüyasında gördüğü her şey aynen ortaya çıkardı. Bu hâl tam altı ay boyunca devam etmişti. İşte bu altı aylık süre, toplam peygamberlik süresinin kırk altıda birine denk gelmektedir. Başka bir rivayet şöyledir: “Sizden hanginiz en doğru sözlü ise, onun rüyası da en doğrudur.” 841. Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Beni bu dünyada rüyasında gören, ahirette de uyanıkken görecektir.” veya bir başka rivayette, “Beni rüyasında gören, tıpkı beni uyanıkken görmüş gibidir. Gördükleri ve duydukları doğrudur. Çünkü şeytan, benim kılığıma giremez.” Eğer şeytana, Peygamberlerin kılığına girip onların ağzıyla konuşarak insanları yoldan çıkarma yetkisi verilseydi, o zaman hak ile batıl tamamen birbirine karışır, insanların gerçeği öğrenme imkânı ellerinden alınmış olurdu. Bu yüzden şeytan, ne rüyada, ne de rüya dışında Peygamber’in suretine giremez. Ancak şeytanın rüyada göründüğü suretin Peygamber’e ait olup olmadığını kesin olarak anlayabilmek için, İbn-i Sirin’in de (Buhari, Ta’bir, 10) dediği gibi, Peygamber’i hayattayken görmüş olmak gerekir. Yalnızca şemail kitaplarında anlatılan özel-


5. UYKU ve MECLİS ADABI

387

liklerden yola çıkarak, rüyada görülen suretin Rasulullah’a mı, yoksa ona benzeyen bir başkasına mı ait olduğunu tespit etmek mümkün değildir. Şeytanın Peygamber suretine girememesi başka şey, Peygamber ve hatta ilah olduğunu iddia etmesi başka bir şeydir. Nitekim bir kişi rüyasında Peygamber’i ona lâyık olmayan bir surette görse yahut rüyasında gördüğü şey kendisinin –hâşâ – Allah olduğunu iddia etse, bu gördüğü, şeytandan başkası değildir. 842. Ebu Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz hoşuna giden güzel bir rüya görürse, bilsin ki o rüya Allah’tandır. Bundan dolayı Allah’a hamd etsin ve o rüyayı başkalarına anlatsın.” Bir başka rivayet şöyledir: “O rüyayı, sadece sevdiği ve Allah katında da sevilen iyi kimselere anlatsın. Çünkü kötü niyetli kimseler, görülen rüyayı kötüye yorarak ona huzursuzluk verebilirler. Hoşlanmadığı bir rüya görürse, o da şeytandandır. Onun şerrinden Allah’a sığınsın ve böyle rüyaları hiç kimseye anlatmasın. O takdirde o rüya, kendisine zarar vermez. Gördüğü kötü rüyaları başkalarına anlattığı zaman, hem bu kötü sahneler zihninde iyice yer eder, hem yapılan kötü yorumlarla insanlar lüzumsuz yere tedirgin olurlar.” 843. Ebu Katâde radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Salih rüya –bir rivayete göre güzel rüya– Allah’tandır. Kötü rüya da şeytandandır. Kim hoşuna gitmeyen bir rüya görürse, sol tarafına üç defa “tüh, tüh!” diyerek üflesin ve şeytandan Allah’a sığınsın. O takdirde o rüya, kendisine zarar vermez.” 844. Câbir bin Abdullah radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz hoşlanmadığı bir rüya görürse, sol tarafına üç defa “tüh, tüh!” diyerek tükürsün, şeytanın şerrinden üç defa Allah’a sığınsın ve yattığı tarafı değiştirip öbür yanına dönsün.” 845. Ebu’l–Eska’ Vâsile bin el–Eska’ radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Yalanların en büyüğü; • Kişinin kendi babasından başkasına nesep iddiasında bulunması, yani


388

KISA AÇIKLAMALI RİYÂZU’S-SÂLİHÎN

öz babasını inkâr ederek başka birinin oğlu olduğunu iddia etmesi, • Görmediği bir rüyayı gördüğünü söylemesi, • Her ne sebeple olursa olsun, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in söylemediği bir sözü ona nispet etmesidir.”


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.