“Benimle gel,” diye emretti Briec. İri kahverengi gözler ona yavaşça, bir şaşkınlıkla baktı. Ardından genç kadın kendi kendine, “Kutsal tanrılar, ağaçlar kendi başlarına hareket etmeye başlamış,” diye söylendi. “Affedersin?” “Yok bir şey. Sadece senin oldukça korkunç boyutundan söz ediyordum.” Briec insan bedenine bir bakış attı. Tıpkı çoğu insanınki gibi bedenini ufak, neredeyse çelimsiz buluyordu aslında. Ve kadının büsbütün minik olduğunu düşünüyordu. Kafasını iki yana sallarken bununla daha sonra ilgilenmeye karar verdi. “Benimle gel.” Briec gülümsedi. “Sana sahip olmayı arzuluyorum.” Nasıl arzulamazdı ki? Genç kadın güzeldi. Alsandair’li olduğu açıktı. Tatlı esmer teni atalarının da sıcak çöl güneşlerinin altında yaşadığını söylüyordu. Gerçi saçları uzun yaşamında görmüş olduğu birkaç çöl insanınkinden daha koyuydu. Siyaha yakın bir renge sahip saçları yumuşak, ipeksi bir bukle karmaşası halinde sırtına iniyor ve harikulade olduğunu düşündüğü poposuna değecek şekilde salınıyordu. “Bu tek kelimeyle cezp edici. Fakat kocamın bunu onaylamayacağından neredeyse eminim.” Genç kadın onun etrafından dolanmaya yeltendi, ama adam onun tam önüne dikildi. “Kocan mı?” “Evet. Kocam.” “Peşinden gelen gerzek mi? Onun hizmetlin olduğunu düşünmüştüm.” Genç kadın homurdandı, sonra hızla bakışlarını yere indirdi. Ağzını küçük eliyle örterek birkaç saniye için sessiz kaldı. Sonunda ona tekrar odaklandı, ama Briec genç kadının gözlerindeki kahkahayı görebiliyordu. “Evet. O adam. Ama o benim kocam. Hizmetlim değil. Gerçi bazı günler…” Briec eşine söylediği hakareti genç kadının üzerine alınmasını bekledi. Ama o bunu yapmadı. Güzel. Bu Briec’e umut verdi. “Bundan daha iyisini hak ediyorsun. Beni hak ediyorsun. Bu yüzden benimle gel.” Genç kadının yüzünde yavaşça belirmekte olan gülümsemenin yerini koca bir sırıtış aldığında Briec zayıf insan dizlerinin onu taşıyamayacağını düşündü. Daha önce hiç bu kadar güzel bir şey görmemişti. “Vay be. Şu aşırı büyük bedeninde epey kibir barındırıyorsun. Söylesene, kafan kapılardan nasıl sığıyor?” “Sana şu kemirgenden fazlasını sunabileceğimi bildiğim için mi kibirliyim? Bu kibir mi, yoksa dürüstlük mü oluyor?” Genç kadın başını iki yana salladı. “Kimsin sen?” “Benimle gel ve bunu keşfet.” “Hayır. Hayır. Bugün garip bir şövalyenin peşinden gitmeyeceğim. Gene de teklifin için teşekkür ederim.”
Talaith kendi kendine, “Bu günü günlüğüme yazmam gerekecek,” diye mırıldanarak adamın etrafından yürüdü. Briec onun gitmesine izin verebilirdi. Onun dışında tüm insan kadınlar için öyle yapardı. Ama genç kadını kesinlikle büyüleyici buluyordu. Belki başta ona hizmet etmeyi reddeden fırıncıya çıkışma tarzı yüzündendi. Tüm çarşı boyunca benzer bir davranışla karşılaşmıştı. Hepsi ondan korkuyor gibiydi, ama Briec sebebinden emin değildi. Sihir bu genç kadını çevreliyordu, ama bu kullanılmayan bir sihirdi. Adeta cansızdı. Sıradan bir insan köylünün asla ayırt edemeyeceği veya göremeyeceği bir şeydi. Bunun yanı sıra genç kadın Briec’in kız kardeşi veya güce sahip diğer kadınlar gibi işaretlenmemişti. Bu güzel yüzü bozan hiçbir şey yoktu. Böyle olunca, Briec neden herkesin ondan nefret eder göründüğü hakkında bir fikir yürütemiyordu. “Bekle.” Talaith durdu ve ona döndü. “Evet?” “Burada güvende değilsin.” “Bak, bu yeni bir yaklaşım.” “Şaka yapmıyorum. Bunu görmüyor musun?” Etrafta onları izleyen satıcılara göz gezdirdi. “Seni hor görüyorlar. Senden korkuyorlar.” Briec böyle bir korkuyu tanıyordu. Bunu bir kasabanın tepesinden uçtuğu veya bölgesine fazla yakın bir taburu saptadığı her defasında görüyordu. Dürüst olmak gerekirse, bu korkuyu seviyordu. Talaith’in gülümsemesi soldu ve az önce üzerine sıkıca dolamış olduğu yıpranmış pelerinine asıldı. Bu çirkin giysilerden daha iyilerini hak ediyordu. Bu bedeni örtmek için en kaliteli ipekleri ve yünleri hak ediyordu. “Bunu zaten bilmediğimi mi sanıyorsun? Bana yeni ve şok edici bir şey söylediğini mi sanıyorsun?” “O halde neden kalıyorsun?” Briec genç kadının gözlerinde derin bir bıkkınlık, korku ile birlikte gördü onu. “Çünkü başka seçeneğim yok.” “Her zaman bir seçeneğin vardır.” “Muhtemelen senin gibi şövalyelerin vardır. Fakat ben o kadar şanslı değilim.” Kocası dediği kişi yerel handan dışarı çıktı ve ikisine de kızgınlıkla baktı. Talaith’e, “Haydi,” diye havladı. Talaith, “Tamam,” diye karşılık verdi. Briec’e baktı ve gülümsedi. “Sohbetimizden keyif aldım, şövalye. Şey yapabilen biriyle konuşmak hoştu…” “Anlamlı ve tamamlanmış cümleler kurabilen biriyle mi?” Talaith’in o sırıtışı geri geldi ve Briec’in kalbi bir an için sahiden atmadı. “Hayır, nihayet kibri ancak tanrılarınkine rakip olabilecek biriyle tanışmak hoştu. Şimdi, izninle.” Hafifçe eğildi ve nazikçe fısıldadı. “Hizmetlim bekliyor.”
Briec’e göz kırptı ve uzaklaştı. Ve Briec tam o anda genç kadın kime bağlanmış olursa olsun, ona sahip olacağını biliyordu, en azından ondan bıkana dek.
Talaith yemeği kocasının önüne yerleştirdi ve uzaklaşmak için döndü. Ama adam bileğine yapıştı ve onu kucağına çekti. Talaith ona karşı koymadı. Karşı koymaması gerektiğini biliyordu. Adamın dudakları boynuna değdiğinde, Talaith kendini tiksintisini saklamaya zorladı. Dikkatini dağıtacak başka şeyler düşünmeye karar verdi ve aklına, anında garip menekşe rengi gözler geldi. Silik, küçük kuzey köylerinde bu boyutta adamlar olduğunu bilmiyordu. On altı yıl burada yaşamıştı ve görünüşe göre ondan uzun olan her erkek bir asker veya bir şato muhafızı olmak üzere köyden ayrılmıştı. Geride kalanlar ne çok uzun, ne de çok yakışıklıydı. Ah, ama o şövalye… Tanrılar adına, kesinlikle olağanüstüydü. Tepeden tırnağa o pahalı siyah pelerinle örtülmüştü. Talaith’in tüm görebildiği o menekşe rengi güzel gözler ve o yüzdü. Kutsal tanrılar, o yüz! Fazlasıyla kibirliydi de. Ama bu Talaith’i eğlendirmişti. Çoğunlukla, her gün bu kibirle yaşamak zorunda olmadığındandı. Öyle olsaydı, şövalyeyi uykusunda öldürebilirdi, ondan hevesini aldıktan sonra elbette. Gene de, onunla hiç konuşmamış olması gerekirdi. Yabancılar bu küçük köye fazla uğramazlardı ve son üç yılda bu durum gittikçe kötüleşmişti. Hatta ana seyahat yollarından biri çok yakında, bir günlük yürüme mesafesinden az olmasına rağmen bir zamanlar sıklıkla uğrayan tüccar ve yolcular artık gelmez olmuştu. Köydekiler son zamanlarda yabancılardan gelen altının kesilmesinden dolayı Talaith’i suçlamaya başlamışlardı. Tabii, artık her şey için onu suçluyorlardı. Bir inek ölmüş, onun suçu. Bir çocuk beyin hummasına yakalanmış, onun suçu. Köylü kadınlardan biri bileğini burkmuş… Görünüşe göre her şey Talaith’in suçuydu. Vay canına, böyle korkunç güçleri olduğunu hiç tahmin etmezdi. Evet, köy halkının ona karşı kibarlıktan yoksun davranışları, Talaith’i bilinmeyen bir yerden gelen şövalyeyle konuşmaya itmişti, ama bu bir riskti. Şövalye ne onu koruma ihtiyacı hissedecek ne de evlilik bağına saygı duyacaktı. Yine de, Talaith kendine engel olamamıştı. Şövalye oldukça komikti, onu güldürmüştü. Ve tanrılar biliyordu ya, Talaith pek sık gülmezdi. Talaith onu tekrar göreceğinden şüpheliydi, ama şövalye ona tutunacak güzel bir anı olacaktı. Sonunda, kocası kızgın bir homurtuyla onu itti. “Lanet orospu, bana ne yaptın?” Talaith duyduğu rahatsızlıkla iç geçirmemek için kendini zorladı. Bu diyalog on yıl önce bezdirici olmuştu, şimdi adeta katlanılmazdı. “Neden bahsettiğini bilmiyorum, kocam.”
Adam ayağa kalktı, bu sırada iskemleyi devirdi. “Yalancı orospu! Bana büyü ya da öyle bir şey yaptın! Sana yaklaştım ve…” Dişlerini gıcırdattı ve kasıklarına bir bakış attı. “Anlamıyorum, kocam.” Alaycılığını zor bastırdı. Zar zor. “Yatakta nasıl bir aygır olduğunu anlayacak kadar şanslı olan kadınlardan duyduğum kadarıyla, açıkçası benden sıkılmış olduğunu tahmin ediyorum.” Bir an sonra kocası yanındaydı, eli kalkmıştı. Talaith kocasının istediği gibi geri çekilmedi. Adamın asla devamını getirmeyeceğini biliyordu. Genç kadına yalnız bir kez vurmuştu ve bunu tekrar yapmaması gerektiğini hemen öğrenmişti. Elbette, o olaydan sonra Talaith’e şeytani bir varlık gözüyle bakmıştı. Tıpkı şu anda baktığı gibi. Risk almak istemeyerek yemek masasını devirdi ve hiddetle gecenin içine doğru yürüdü. Yarın, özür mırıldanmaları ile geri dönecek ve bir veya iki ay sonra her şey baştan başlayacaktı. On altı yıl boyunca Talaith’in hayatı böyle geçmişti ve farklı bir şey olmazsa böyle geçmeye devam edecekti. İç çekerek masayı düzeltti. Dağınıklığı topladı ve içinde kocasının yemeğine koyduğu otlar bulunmayan kendi akşam yemeğinden biraz yedi. Günün kirini vücudundan arındırdıktan sonra kalçasına bağlı bıçağı kontrol edip beyaz geceliğini giydi ve sonunda yatağa yattı. Uykuya dalarken menekşe rengi gözlü ve zincir zırhlı kibirli adamı düşündü.