Kaiken by Grangé

Page 1


Yağmur. Tüm zamanların en boktan Haziran ayı. Birkaç haftadan beri aynı gökyüzü, aynı yağmur, aynı soğuk hava, yani aynı nakarat. Ve daha kötüsü de hala gece. Başkomiser Oliver Passan, namlusuna mermi sürdükten sonra Px4 Storm SD'sini emniyet mandalı açık bir şekilde dizlerinin üztüne koydu. Sol eliyle yeniden direksiyonu kavradı. Sol eliyle yeniden direksiyonu kavradı, diğer eline iPhone'unu aldı. Dokunmatik ekranda GPS programı çalışıyor, alttan vuran ışıkla aydınlanan yüzü bir vampirin yüzünü andırıyordu. -Neredeyiz? diye homurdandı Fifi. Lanet olsun, burası neresi? Passan cevap vermedi. Arabanın farlarını söndürmüş, etrafı güçlükle görerek ağır ağır ilerliyordu. Borgesvari dairesel bir labirentte gibiydiler. Sayısız girişe, geçide, dolambaçlı yola açılan, gizemli bir merkezi koruyormuşçasına kendi etrafından dolanan bir Çin Seddi gibi, davetsiz misafirleri dışarı püskürtmeye hazır tuğla örülü, pembemsi sıvalı, eğri büğrü duvarlar. Labirent, SKB (Serbest Kentsel Bölge) olarak sınıflandırılan semtlerden biriydi. Stains'de, Le Clos-SaintLazare'daydılar. -Burada bulunma yetkimiz yok, diye mırıldandı Fifi. Seine-Saint-Denis Bölge Polisi öğrenirse... -Kapa çeneni! Passan dikkat çekmemek için koyu renkler giymesini istemişti. Ama sonuç otadaydı: Polisin üzerinde bir Hawaii gömlek ile kaykaycıların giydiği kırmızı bir şort vardı. Oliver onunla buluşmadan önce Fifi'nin neler yuttuğunu bilmemeyi tercih ediyordu. Votka, amfetamin, kokain... Kuşkusuz üçü birden. Direksiyonu bırakmadan arka koltuğa uzanıp kurşungeçirmez bir yelek aldı; kendi ceketinin altında da aynısından vardı. -Giy şunu. -Gerek yok. -Geçir şunu sırtına diyorum. Üstündeki bu gömlekle seni Gay Yürüyüşü'ne katılan şu homolardan biri sanacaklar. Fifi, namı diğer Philippe Deluc, söyleneni yaptı. Oliver çaktırmadan ona baktı. Oksijenle rengi açılmış dağınık saçlar, sivilce izleri, dudaklarının kenarında piercing'ler. Açık yakasından sol omzu ile kolunu kaplayan bir ejderha ağzı belli belirsiz saçiliyordu. Üç yıllık ortaklıktan sonra bile, böyle bir serserinin on sekiz ay boyunca Ulusal Polis Akademisi'nin kurallarına, motivasyon görüşmelerine, sağlık kontrollerine nasıl dayandığına hâlâ akıl erdiremiyordu... Ama sonuç ortadaydı. Geceler boyunca çalışarak tek bir satırı atlamadan telefon dökümlerini ayıklayabildiği gibi her iki elini de kullanarak elli metre uzaktaki bir hedefi 9 mm'liğiyle vurabilen bir polis. Hiç tereddüt etmeden en az beş kere silahını ateşlemiş otuzunda bir komiser. Bugüne kadar sahip olduğu en iyi yardımcı. -Bana adresi uzat. Fifi, ön panele yapıştırılmış Post-it'i aldı. -Sadi-Carnot Sokağı, 134 numara.


GPS'ye göre oldukça yaklaşmışlardı ama sürekli başka isimlerle karşılaşıyorlardı: Nelson-Mendela Sokağı, Meliére Meydanı, Pablo-Picasso Caddesi... Her on metrede bir üzerinden geçtikleri hız kesici tümsekler arabayı sarsıyordu. Sürekli yenilenen bu kasisler midesini bulandırmaya başlamıştı. Passan semt planının çıktısını alma fırsatı bulmuştu. Clos-Saint-Lazare Mahallesi Seine-Saint-Denis'nin en büyük yerleşim yerlerinden biriydi. Büyük bölümü ağaçlı bir parkın içinde yılan gibi kıvrılan bir dizi binadan oluşan bu sosyal konutlarda yaklaşık on bin kişi yaşıyordu. Bunların çevresinde dümdüz uzanan heybetli bloklar nöbet tutan muhafızları andırıyordu. -Lanet olsun, diye dişlerinin arasından fısıldadı Fifi, ıslığı andıran bir sesle. Yüz metre uzaklarındaki bir sundurmanın altında, bir grup Siyah, yerde yatan bir adamın üstüne çullanmıştı. Passan frene bastı, vitesi boşa aldı ve gruba doğru arabayı kaydırmayı başladı. Yerdeki adam saldırganların tekmelerinden yüzünün korumaya çalışıyordu. Darbeler yağmur gibi iniyor ve farklı, belkemedik açılardan adamı buluyordu. Saldırganlardan biri, yırtık kot pantolonlu ve kasketli olanı, ayağını adamın ağzına bastırdı ve adamın kırılmış dişlerini yutmasına neden oldu. -Pabuçlarımı yala, Yahudi ibnesi! Yala onları, pislik! (Siyahi adam basket ayakkabılarını adamın kanlı dişlerine biraz daha bastırdı.) YALA, GÖT VEREN! Fifi CZ-85'ini kavradı ve arabanın kapısını açtı. Passan onu durdurdu. -Yerinden kımıldama. Her şeyi berbat edeceksin. Bir bağırtı yükseldi. Kurban bir hamlede ayağa fırlamış, hızla basamakları tırmanmış ve bir binaya girmişti. Siyah derililer kahkayı bastı, ancak adamın peşine düşmediler. Passon vitesi bire taktı ve adamların yanından geçti. Fifi yavaşça kapısını kapattı. Yeniden hız kesici tümseklerin üzerinden geçmeye başladılar. Subaru, derinlerde seyreden bir denizaltıdan daha fazla gürültü çıkarmıyordu. Passan iPhone'una göz attı. -Sadi-Carnot Sokağı, diye mırıldandı. Burası... -Sen bir sokak görüyor musun? Sağda bir şantiyenin duvarlarının ardında gözden kaybolan bir yol vardı. Mahalle kentsel dönüşüm planının bir parçasıydı. Bir reklam panosunun üzerinde ciddi ciddi "Félins Parkı" yazıyordu. Dip tarafta, molozların ve inşaat malzemelerinin arasında binalar, boş araziler, kimsenin oturmadığı yapılar göze çarpıyordu. Banliyöde bu tarz yapılar depo olabileceği gibi, okul da olabilirdi. -128... 130... 132, diye Passan alçak sesle saydı. Orada. Gözleri bir blokun kapısına doğru çevrildi. Passan motoru durdurdu, iPhone'unu kapattı. Sadece yağmur damlalarının vurduğu kapkara ve yağlı su birikintileri ayırt ediliyordu. -Ne yapıyoruz? diye sordu Fifi. -Gidiyoruz. -Kararından emin misin? -Hiçbir şeyden emin değilim. Gidiyoruz, hepsi bu.


Bir kadın çığlığı duyuldu. Gözlerini kısarak çığlığın nereden geldiğinin anlamaya çalıştılar. Birileri geliyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlayan ve yürümemekte direnen yeniyetme bir kızı itekliyorlardı. Adamlardan biri kızı arkadan tekmeliyor, diğeri ise ensesine şaplak indirip duruyordu. Şantiye alanındaki bir karavana doğru ilerliyorlardı. Fifi yeniden arabasının kapısını açtı. Passan onu kolundan tuttu. -Bırak gitsinler. Buraya bunun için gelmedik. Anladın mı? Punk öfkeyle ona baktı: -Ama bunun için polis oldum, öyle değil mi? Oliver tereddüt etti. Bir çığlık daha duyuldu. -Lanet olsun! diyerek pes etti Passan. Elinde silahlarıyla, aynı anda Subaru'dan fırladılar. Park halindeki birkaç araba boyunca koştular, sonra heriflerin üzerine atıldılar. Hiçbir uyarıda bulunmamışlardı. Passan'ın kafa darbesiyle ilk adam bir kum yığınının üstüne devrildi. Fifi ikinci herife çelmeyi takıp yüzüstü yere yıktı, kelepçelerini çıkardı. Üçüncü adam, bir iblis gibi avaz avaz küfrederek kaçtı. Aynı anda korkudan titreyen bir karaltı halindeki dağınık saçlı kız ortadan kayboldu. İki polis birbirine baktı. Her şey çok kısa sürmüştü. Ortada ne kurban ne saldırı hiçbir şey yoktu. Duraksamadan yararlanan yerdeki herif Fifi'nin 9 mm'liğine uzandı ve ayaklarının üzerinde doğruldu. Bir el silah sesi duyuldu. Kelepçeler tangırdayarak bir yerlere fırladı. Herif gecenin karanlığından çoktan gözden kaybolmuştu bile. -Kahretsin! diye küfretti Passan. Gayriihtiyari hangara doğru göz attı, kapısı açılıyordu. Kel kafayı, bodur silüeti, soluk mavi ameliyat eldivenlerini fark etti. Bu anı o kadar çok hayal etmişti ki, şu anda kafasında her şey çok belirgin, sarih ve milimetrikti. 45'liğini doğrulttu ve bağırdı: -Kımıldama! Adam olduğu yerde kaldı. Yarı aralık kapının ağzında yağmurdan ıslanmış kel kafası parlıyordu. İçerisi yanıyordu. Çok geç kalmışlardı. Aynı anda kafasından bir şimşek çaktı. Arkasına döndü ve mahalleye doğru kaçmakta olan ırz düşmanını farketti. Fifi nişan aldı, parmağı tetikteydi. Passan onun kolunu tutup indirdi: -Ateş etmeyeceksin, değil mi? Tekrar arkasına döndü. Kel herif ters yöne doğru hızlı adımlarla sıvışıyordu. Siyah muşamba üstlüğü yağmurun altında uçuşuyordu. Başarısız olacaklardı. Passan göz ucuyla Fifi'ye baktı. Yeniden atış pozisyonunu almış, kaçmakta olan iki herife sırayla nişan alıyordu. -Bırak kuşu, kaçsın! diye bağırdı Passan. Guillard'ı yakala! Komiser şantiyeye yöneldi. Passan depoya doğru koştu. Baretta'sını kılıfına soktu, beceriksiz haeketlerle eldivenlerini giydi ve rayalara monte edilmiş kapıyı kaydırdı. Kendisini neyin beklediğini biliyordu.


Bu çok daha kötüydü. Motorlarla, zincirlerle, aletlerle, birbiriyle alakasız çeşitli parçalarla dolu yaklaşık yüz metrekare genişliğindeki atölyede, genç kadın yerden bir buçuk metre yükseklikteki bir tanka asılmıştı. Kolları ve bacakları ayrın bir şekilde kayışlarla bağlanmıştı. Adidas marka eşofman giymiş bir Mağribi'ydi. Pantolonu ve kilodu ayak bileklerine kadar indirilmiş, tişörtü yukarı sıvanmıştı. Karnı göğüs kemiğinden pubise kadar açılmış, bağırsakları yere kadar sarkıyordu. Tam önünde, alevli bir birikindi içinde bir fetüs yatıyordu. Her zamanki modus operandi. Birkaç saniye, birkaç yüzyıl gibi geçti. Passan artık yerinden kımıldayamıyordu. Etler boğucu duman içinde kızarıyordu. Bebek alevler içinde kavrulmuş gözleriyle ona bakar gibiydi. Sonunda manzaranın etkisinden kurtuldu ve lastiklerin, krank millerinin, egzoz borularının arasında gezinmeye başladı. Bir halı aldı ve söndürmek için yaptığı birkaç denemeden sonra küçük bedenin üstünü örttü. Ayarlanabilir bir merdiven buldu. Düğmesine basarak mekanizmayı çalıştırdı ve sımsıkı bağlanmış kadının hizasına kadar çıktı. Öldüğünü biliyordu. Yine de teyit etmek için iki parmağını boynuna bastırdı. iPhone'u çaldı. Ceplerini yokladı, az kalsın merdivenden düşüyordu. Fifi'nin nefes nefese sesi duyuldu: -Ne cehennemdesin? -Onu yakaladın mı? -Bir sürü terslik oldu. Herif kaçtı! -Sen neredesin? -Bilmiyorum! -Geliyorum. Passan yere atladı ve elinde silahıyla kapıya doğru yöneldi. Beton karma makinelerinin arasında ilerledi; tuğla, çimento torbası, çelik çubuk dolu zeminde sendeleyerek yürüdü. Hiçbir şey görmüyordu. Birkaç metre sonra boylu boyunca yere serildi. Ayağa kalktı ve kendisini neyin düşürdüğünü görmeye çalıştı: Ayağı bir alçı levhaya takılan Fifi'ye çapmıştı. -Düştüm, Passan... Düştüm... Oliver gülse mi ağlasa mı bilemiyordu. Ona yardım etmek için eğildi, ancak Fifi bağırdı: -Beni bırak! O göt vereni bul! -Herif nerede? -Duvarın orada! Passan arkasını döndü ve yüz metre ileride birkaç yüz metre boyunca uzanan penceresiz duvarı gördü. Oranın biraz uzağındaki devlet karayolunda ışıklar titreşiyordu. Elinde Baretta'sıyla koştu, bir yokuş buldu, tırmandı, bacağını duvarın üstünden aşırdı. Diğer tarafa yuvarlandı, hemen ayağa kalktı. Birkaç hektar genişliğindeki karanlık bir arazideydi. Uzaktan arabalar geçiyordu. Araba farklarının sayesinde, Patrick Guillard'ın silüeti karaltı halinde görülüyordu. Adam balçıklaşmış arazide sendeleyerek yürüyor, yola doğru güçlükle ilerliyordu.


Passan Baretta'sının namlusuna mermi sürdü. Çelik yeleğinin altında soluk soluğaydı. Ayakları çamura gömülüyordu. Ayaklarını vıcık vıcık yapışkan topraktan güçlükle kurtarıyordu. Yine de ilerlemeyi başarıyordu. Guillard yukarıdaki otoyola varmıştı. Passan adımlarını hızlandırdı. Herif tam güvenlik bariyerini aşıyordu ki Passan onu bacaklarından yakaladı ve yamaçtan aşağı doğru çekti. Katil otlara tutunmaya çalıştı. Passan onu boynundan yakaladı, sırt üstü çevirdi ve kafasını birkaç kez beton su kanalının kenarına vurdu. -Kahrolası ibne! Guillard onu itmeye çalıştı. Passon silahının kabzasıyla herife vurmaya başladı; parmaklarının, gözlerinin, sinirlerinin kanla ıslandığını hissediyordu. Birkaç metre yukarlarındaki yol, geçen arabalardan dolayı sarsılıyordu. Passan birden durdu. Gözleri yuvalarından fırlamış bir halde ayağa kalktı, tabancasını kılıfına soktu, herifi yola kadar sürükleyerek toprak rampayı tırmandı. Araba farları karanlığın içinde patlıyordu. Bir yük kamyonu son hızla yaklaşıyordu. Polis, bir tekme darbesiyle Guilard'ı tekerleklerin altına atmayı düşündü. Ayağıyla sırtına bastırarak herifi olduğu yerde tuttu. Tır sadece birkaç metre uzaktaydı. Gözleini kapattı. O, Kanun'du. O, Adalet'ti. O, Adaletin Kılıcı ve Uygulayıcısı'ydı. Kamyon katilin kafasını.....

Kördüğüm Hayaller http://kordugumhayaller.blogspot.com/


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.