Play by Kylie Scott

Page 1


Bir sorun vardı. Kapıdan içeri girdiğim anda hissetmiştim bunu. Bir elimle ışığı açtım, diğeriyle de cüzdanımı kanepeye fırlattım. Loş ışıkla aydınlatılmış koridorun ardından gözümde patlayan ışık kör ediciydi. Gözlerimin önünde küçük ışıklar çaktı. Işıklar söndüğünde de gördüğüm tek şey boşluklardan ibaretti… daha bu sabah, yerlerinde eşyaların olduğu boşluklardan. Kanepe mesela. Cüzdanım yere çarptı ve içindeki her şey dışarı fırladı; pedler, bozukluklar, makyaj malzemeleri. Bir deodorant yuvarlanıp odanın köşesine gitti. Hem televizyon, hem de televizyonun durduğu dolap ortadan kaybolduğu için boşalan köşeye. Bit pazarından aldığım eski moda masa ve iskemleler yerli yerinde duruyordu, dolup taşan kitaplığım da öyle. Ama odanın büyük kısmı çırılçıplak kalmıştı. “Skye?” Cevap yok. “Ne oluyor yahu?” Aptalca bir soruydu bu, odada neler olup bittiği apaçık ortadaydı. Karşımda, ev arkadaşımın kapısı ardına kadar açıktı. İçeride karanlıktan ve toz yumaklarından başka bir şey yoktu. İnkar etmenin faydası yoktu. Skye beni satmıştı. İki aylık kiranın, yemek masraflarının ve faturaların ağırlığı üstüme çökerken omuzlarım düştü. Boğazım bile sımsıkı kapanmıştı. Bir dostun seni satarsa böyle oluyordu demek ki. Zar zor nefes alabiliyordum. “Anne, kadife paltonu ödünç alabilir miyim? Söz veriyorum, ben…” Yan komşum Lauren içeri daldı (kapıyı çalmak gibi bir huyu yoktu). Ve tıpkı benim gibi, olduğu yerde donakaldı. “Kanepen nerede?” Derin bir nefes alıp yavaşça bıraktım. İşe yaramadı. “Skye aldı galiba.” “Skye gitti mi?” Ağzımı açtım, ama söyleyecek ne vardı ki?” “O gitti ve sen onun gittiğini bilmiyor muydun?” Lauren başını eğdi ve uzun, koyu saçlarını sağa sola salladı. O saçlarını hep kıskanırdım. Benimkiler kızıl-sarıydı ve ince telliydi. Uzunluğu omuzlarımı aştığı anda, kafamı yağ dolu bir kovaya batırmışım gibi öylece sarkarlardı. O yüzden saçlarımı çenemi geçecek kadar uzatmazdım. Saçlarım önemli değildi. Kira parası bulmak önemliydi. Yiyecek yemek bulmak önemliydi. Saç stilleri? O kadar değil. Gözlerim yanıyordu, yaşadığım ihanet canımı fena yakmıştı. Skye ve ben yıllardır dosttuk. Ona güvenirdim. Çocuklara laf atar, sırlarımızı paylaşır, birbirimizin omzunda ağlardık. Mantıklı gelmiyordu bu.


Ama öyleydi. Maalesef öyle. “Hayır.” Sesim garip geliyordu bana. yutkunup boğazımı temizledim. “Hayır, gittiğini bilmiyordum.” “Garip. Siz ikiniz hep iyi anlaşırdınız.” “Evet.” “Niye öylece basıp gitsin ki?” “Bana borcu vardı,” diye itiraf ettim, cüzdanımdan düşenleri toplamak için diz çöküp eğildim. Tanrı’ya dua etmek için değil. Ondan umudu keseli çok olmuştu. Lauren nefesini tuttu. “Şaka yapıyorsun. Orospuya bak!” “Tatlım, gecikiyoruz.” Diğer yan komşum Nate kapı eşiğini olduğu gibi dolduruyordu, gözlerinde sabırsız bir ifade vardı. Uzun boylu, yapılı, havalı bir adamdı. Normalde Lauren’den erkek arkadaşını kıskanırdım. Ama o anda Nate’in görkemi benim için bir şey ifade etmiyordu. Boku yemiştim. Nate etrafına bakınarak “Ne oluyor?” diye sordu. “Selam, Anne.” “Selam, Nate.” “Eşyaların nerede?” Lauren ellerini havaya savurdu. “Skype almış!” “Hayır,” diye düzelttim onu. “Skype kendi eşyalarını aldı. Ama yanında benim paramı aldı.” Sesi hoşnutsuz bir ifadeyle bir oktav kadar düşen Nate “Ne kadar?” diye sordu. “Yeteri kadar,” dedim. “İşini kaybettiğinden beri onun masraflarını karşılıyordum.” “Kahretsin,” diye mırıldandı Nate. “Evet.” Cidden, evet. Cüzdanımı yerden kaldırıp açtım. Altmış beş dolar ve tek bir çeyreklik. Kendimi nasıl bu kadar salmıştım ben? Kitapçıdan aldığım maaş çekim gitmişti ve kredi kartımın limiti tükenmişti. Lizzy geçen hafta ders kitaplarını alabilmek için yardım istemişti ve onu geri çevirmeme imkan yoktu. Kız kardeşimi üniversitede okutmak önce geliyordu benim için. Bu sabah Skye’a konuşmamız gerektiğini söyledim. Tüm gün boyunca kendimi bombok hissettim, midem bulanıyordu. Çünkü işin doğrusu, ona ailesinden veya yeni, havalı erkek arkadaşından bana bir şekilde geri ödeme yapabilmesi için yardım istemesi gerektiğini söyleyecektim. O iş ararken ikimizin de bu evde barınmasını ve yiyecek bir şeyler bulabilmesini daha fazla sağlayamıyordum artık. O yüzden onlardan birine kalacak bir yer bulma konusunda da danışması gerekecekti. Evet, onu sokağa atıyordum. Suçluluk hissi bir taş gibi mideme oturmuştu.


İronik, gerçekten. Onun beni mahvettiği için pişman olma ihtimali ne kadardı? Pek yoktu. El çantamın içindekileri toplamayı tamamladım ve fermuarını çektim. “Ah, evet, Lauren, palto dolabımda. En azından, öyle olduğunu umut ediyorum. Keyfine bak.” Kiraya sekiz gün vardı. Belki bir mucize yaratabilirdim. Banka hesabı olan, paradan anlayan yirmi üç yaşındaki kızlar vardı mutlaka. En azından, birinin kalacak bir yere ihtiyacı vardı herhalde? Bundan evvel gayet iyi gidiyordum aslında. Ama kız kardeşimle benim, mali istikrardan daha çok ihtiyaç duyduğumuz şeyler vardı her zaman. Kitaplar, giysiler, şehirde felekten bir gece, hayatı yaşamaya değer kılan tüm o küçük sürprizler. Yeterince fedakarlık yapmıştık. Ve şimdi buradaydım, sıfırı tüketmiştim, tükenmiştim. Önceliklerimi daha iyi belirlemem gerekiyordu galiba. Öngörüm yere batsın. En kötüsü şu olurdu, yeterince sinsi olabilirsem muhtemelen Lizzy’nin yatakhanesinde, yerde yatabilirdim. Tanrı biliyor ya, annem parasızdı. Ondan yardım isteyemezdim. Büyük halamın incilerini satsam belki daha küçük, kendi başıma üstlenebileceğimden daha ufak bir evin depozitosunu karşılayabilirdim belki. Bu işi bir şekilde halledecektim. Öyle yapacaktım tabii. Bozuk şeyleri tamir etmek benim ustalık alanımdı. Ve bir daha Skye’ı görürsem onu gebertecektim. Eşiğe yaslanan Nate “Ne yapacaksın?” diye sordu. Ayağa kalktım, siyah pantolonumun dizlerini silkeledim. “Bir çaresine bakacağım.” Nate bana bir bakış attı, ben de mümkün olduğu kadar sakin bir tavırla o bakışı iade ettim. Ağzından çıkacak bir sonraki lafta acıma olmasa iyi olurdu. Günüm yeterince berbat geçmişti zaten. Müthiş bir azimle ona gülümsedim. “Ee, siz nereye?” Lauren odamdan “David ve Ev’de parti var,” diye seslendi. “Bizimle gelmelisin.” Nate’ın kız kardeşi ve Lauren’ın eski ev arkadaşı olan Ev birkaç ay önce rock müzik tanrısı ve Stage Dive grubunun gitaristi David Ferris’le evlenmişti. Uzun hikaye. Doğruyu söylemek gerekirse olayı hala çözmeye çalışıyordum. Eskiden Lizzy’le aynı okula giden ve Ruby’s Café’de müthiş kahveler yapan şirin, sarışın kızdı o. Sonrasında apartmanımız paparazzilerle dolup taşar olmuştu. Skye sokak kapısının önünde röportajlar veriyordu—bir şey bildiğinden değil. Ben arka kapıdan giriyordum eve. Ev’le olan ilişkim çoğunlukla, onun burada yaşadığı zamanlarda merdivenlerde karşılaşırken merhabalaşmaktan ve her sabah işe giderken Ruby’s Café’ye uğrayıp koca bir bardak dolusu kahve almamdan ibaretti. Birbirimize karşı sıcaktık, ama tam olarak arkadaş olduğumuzu söyleyemezdim. Lauren’in giysilerimi ödünç alma eğilimini bildiğim için, onu çok daha iyi tanıyordum. “Gelsin, değil mi, Nate?” Nate homurdanarak olumlu bir cevap verdi. Ya buydu, ya da canı sıkkındı. Ne dediğini pek anlayamıyordum.


“Sorun yok,” diye mırıldandım. Kanepenin ve dolabın dayandığı duvarların dibinde çöpler birikmişti, Skye’nin geride bıraktığı ıvır zıvır kümeleriydi bunlar. “Okuyacak yeni bir kitabım var, ama biraz temizlik yapsam daha iyi olur. Uzun zamandır mobilyaların altının tozunu almıyorduk. En azından, zamanı geldiğinde buradan taşındığımda götürecek pek bir eşyam olmayacak.” “Gel bizimle.” “Lauren, davet edilmedim,” dedim. “Çoğu zaman biz de davet edilmiyoruz,” dedi Nate. “Bize bayılıyorlar! Tabii ki orada olmamızı isterler.” Lauren odamdan çıktı ve erkek arkadaşına pis pis baktı. Siyah, eski ceketim ona benden çok daha fazla yakışıyordu, onun için Lauren’e gizliden gizliye kin beslememeye karar vermiştim. Bunun için cennete gitmezsem başka hiçbir şey beni oraya gönderemezdi. Belki de gitmeden önce bir veda hediyesi olarak verirdim ona. “Hadi, Anne,” dedi bana. “Ev sorun etmez.” “Gidiyor muyuz?” Nate sabırsızlıkla araba anahtarlarını şangırdattı. Rock yıldızlarıyla takılmak, çok yakında sokağa atılacağını öğrendikten sonra yapılabilecek en uygun şey sayılmazdı. Belki iyi günümde olduğum zaman oraya şöyle bir uğrayıp merhaba diyebilirdim. Ama o gün bugün değildi. Kendimi yorgun, yenik hissediyordum. On altı yaşına bastığımdan beri kendimi çoğunlukla böyle hissettiğim için, pek de etkili bir bahane değildi bu. Ama Lauren’in bunu bilmesi gerekmiyordu. “Sağ olun millet,” dedim. “Ama eve daha yeni geldim.” “Eee, tatlım, evin şu anda boku yemiş durumda,” dedi Lauren, bir bakışta toz kümelerini ve dekor eksikliğini zihnine kaydetmiş gibiydi. “Hem, Cuma gecesindeyiz. Cuma gecesi kim evde oturur ki? İş kıyafetlerini mi giyeceksin, kot pantolon mu? Ben olsam kot giyerdim.” “Lauren…” “Hayır.” “Ama—” “Hayır.” Lauren omuzlarımdan tutup gözlerimin içine baktı. “Bir dostun seni sattı. Bunun beni ne kadar öfkelendirdiğini sana anlatamam. Bizimle geliyorsun. İstersen gece boyunca bir köşeye girip saklan. Ama burada tek başına oturup kafanı o kaltağa takmayacaksın. Ondan hiçbir zaman hoşlanmadığımı biliyorsun.” Kulağa çok aptalca geliyordu bu, ama biliyordum. Bilmiştim veya. Her neyse. “Söylemedim mi sana, Nate?” Nate omuz silkip anahtarlarını biraz daha şangırdattı. “Git. Hazırlan.” Lauren beni yatak odama doğru itti.


Şu anki durumumda, bu David Ferris’le tanışmak için tek fırsatım olabilirdi. Ev hala arada bir buraya uğruyordu ama David Ferris’i hiç görmemiştim, olur da onunla karşılaşırım diye arada bir merdivenlerde “takılmama” rağmen. Stage Dive grubunun dört üyesi arasındaki favorim değildi. O onur davulcu Mal Ericson’a aitti. Birkaç yıl önce ona fena vurulmuştum. Ama yine de… meşhur David Ferris. Grubun tek bir üyesiyle tanışma şansını kaçırmamak için bile gitmem gerekiyordu. Birkaç yıl önce o gruba karşı küçük bir hayranlık geliştirmiştim. Onlar kaslı rock tanrıları oldukları için değil. Hayır, tamamen müzikal açıdan bakıyordum olaya. “Tamam, bana on dakika izin ver.” Kendimi zengin ve ünlülerle tanışmak için fiziksel olmasa da mental olarak hazırlayabileceğim minimum zaman dilimi buydu. Neyse ki umursama faktörüm şu aralar “siktir et” seviyesinin son derece yakınlarında dolaşıyordu. Bu gece Mr. Ferris’le tanışmak için en iyi fırsat olacaktı. Kontrolümü kaybetmeyip şaşkın bir yer israfı olmama ihtimalim bile vardı. “Beş dakika,” dedi Nate. “Maç başlayacak.” “Biraz gevşer misin?” diye sordu Lauren. “Hayır.” Adam çatlar gibi bir ses çıkardı ve Lauren kıkırdadı. Geriye dönüp bakmadım. Bilmek istemiyordum. Duvarlar son derece inceydi, o yüzden Lauren ve Nate’ın geceleyin seviştiklerinde neler yaptıkları pek de sır sayılmazdı. Neyse ki gün içinde çoğunlukla işte oluyordum. O saatler bir gizemdi benim için, ve o gizemi çözmeyi kafama takmazdım. Öff, tamam. Bazen takardım, çünkü bir süredir kendimden başka kimse bana zevk vermiyordu. Ve görünüşe göre, tedavi edilmesi gereken bir röntgencilik eğilimim vardı. Gece boyunca çiftlerin birbirlerine sürtünmelerini izlemek istiyor muydum gerçekten? Reece’i arayabilirdim, ama bana bu gece biriyle buluşacağını söylemişti. Reece çıkacak kız bulma sorunu yaşamazdı. Reece, erkek-fahişe eğilimleri dışında mükemmel biriydi. Hafif tabirle, sevgisini etrafa yaymaya bayılan biriydi. Portland’ın yaşı on sekiz ve kırk sekiz arasında değişen heteroseksüel kadın nüfusunun büyük kısmıyla tanışıklığı varmış gibi görünüyordu. Benim dışımda herkesle, yani. Bunu sorun etmiyordum. Sadece dost olmamızda hiçbir sorun yoktu. Ama bazen, bir gün müthiş bir çift olacağımıza gerçekten inanıyordum. Reece’in etrafında çok rahat hissediyordum kendimi. O kadar çok ortak noktamız vardı ki, ilişkimiz daha ciddiye binebilirdi. Bu arada beklemeyi, kendi işime bakmayı sorun etmiyordum. Gerçi şu anda yaptığım hiçbir şey veya hiç kimse yoktu, ama demek istediğimi anlamışsınızdır. Reece ben Skye hakkında mızmızlanırken beni dinlerdi. Muhtemelen buluşmasını da iptal ederdi, buraya gelirdi ve ben surat asıp otururken bana eşlik ederdi. Ama kesinlikle “sana söylemiştim” de derdi bana. Skye’ın masraflarını karşıladığımı öğrendiğinde mutlu olmamıştı. Onu beni kullanmakla suçlamıştı. Bu konuda yüzde 110 haklı olduğu çıkmıştı ortaya. Ama yaram kurcalanıp oynanamayacak kadar tazeydi. O yüzden… Reece yok. Lizzy muhtemelen, tıpkı Reece’in yapacağı gibi canıma okurdu zaten. İkisi de bu “Skye’ı kurtar” planından hoşlanmamışlardı. Kararımı verdim, partiye gidecektim ve dünyam bombok olmadan önce eğlenecektim. Mükemmel. Yapabilirdim bunu.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.