“Kitty Morgan, bana ciddi olmadığını söyle!” Naneli buzlu çay bardağımı, çatlatmaya yetecek kadar sert bir şekilde masaya bıraktım. Annem, Venedik kristali takımını mahvettiğimi öğrenince pek mutlu olmayacaktı.
“Son derece ciddiyim,” dedi Kitty, bir zafer kazanmış edasıyla pis pis sırıtarak. Kalp şeklindeki yüzü ve kafasına özenle tutturduğu tokalarından fırlayan, bir türlü ehlileştiremediği o gür, sarı bukleleriyle Kitty’ye öfkelenmek oldukça zordu. Ama bu konuda geri adım atacak değildim.
“Bay Gelfman evli bir adam,” dedim tasvip etmeyen bir ses tonuyla.
“James,” dedi Kitty, adamın ilk adını dramatik bir şekilde uzatarak, “son derece mutsuz. Karısının sık sık ortadan kaybolup haftalarca geri gelmediğini biliyor muydun? Ona nereye gittiğini dahi söylemiyor. Kedilerine bile ondan daha çok önem veriyor.”
Bir iç çektim ve annemlerin arka bahçesindeki kocaman ceviz ağacına asılı olan ahşap salıncak banka yaslandım. Kitty, tıpkı ilkokulda olduğumuz zamanlardaki gibi hemen yanımda oturuyordu. Başımı kaldırıp tepemizdeki ağaca baktım. Hafif sarıya çalan yaprakları, sonbaharın yaklaşmakta olduğunu gösteriyordu. Bir şeyler neden değişmek zorunda ki? Kitty ile birer öğrenci olduğumuz ve eve kol kola gelip, kitaplarımızı mutfak masasına bırakır bırakmaz hızla salıncağa koşturarak, yemek vaktine kadar birbirimize sırlarımızı anlattığımız o günler daha dün gibiydi. Şimdiyse, yirmi bir yaşında birer yetişkin kadın olarak ikimizin de tahmin edemediği bir şeylerin eşiğindeydik işte.
“Kitty,” diyerek ondan yana döndüm. “Anlamıyor musun?”
“Neyi anlamıyor muyum?”
Kitty, pembe fırfırlı elbisesi ve akşamüzerinin nemli havası yüzünden her zamankinden çok asileşen azılı bukleleriyle, bir gül yaprağını andırıyordu. Onu Bay Gelfman’dan veya âşık olmaya niyetlendiği herhangi bir adamdan korumak istiyordum. Çünkü hiçbiri en iyi arkadaşıma layık olamazdı; özellikle de evli olanlar.
Boğazımı temizledim. Bay Gelfman’ın namını bilmiyor mu, diye geçirdim içimden. Lakeside’ın en havalı öğretmeni olduğu lisede, ona kendini göstermek için taklalar atan kız sürüsünü muhakkak hatırlıyor olmalıydı. Bay Gelfman, Elizabeth Barrett Browning’in ‘Nasıl Severim Seni’ adlı şiirini okurken, İngiliz Edebiyatı dersindeki her kız onunla göz teması kurabilmeyi umardı. Bana göre tüm bunlar, kızlara özgü bir eğlenceydi. Peki ya Kitty, beş yıl önce Kathleen Mansfield’ın başına gelen olayı unutmuş muydu? Utangaç, koca memeli ve son derece ahmak bir kız olan Kathleen de Bay
Gelfman’ın büyüsüne kapılanlardan biriydi. Öğle tatillerinde öğretmenler odasının etrafında dolanıp durur, okuldan sonra da Bay Gelfman’ı beklerdi. Herkes onları merak edip dururdu, özellikle de kız arkadaşlarımızdan biri Kathleen’i bir akşam Bay Gelfman ile parkta gördükten sonra. Ardından Kathleen birdenbire okula gelmez olmuştu. Ağabeyi, onun...
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
“Sen, benim için…?” Tam olarak ne soracağımı düşünmek için bir süre durakladım.
“Benim için tutku hissediyor musun?”“Tutku mu?” diye sordu Gerard, kahkahasını bastırarak. “Seni komik şey. Tabii ki hissediyorum.”
Bana biraz daha sıkı sarıldı.Ama bu cevap beni tatmin etmemişti. “Gerçekten tutku hissediyor musun?”
Gerard durdu ve ellerimi nazikçe çenesine doğru çekti. “Sana olan aşkımdan şüphe etmiyorsun, değil mi? Anne, seni dünyadaki her şeyden, her şeyden çok sevdiğimi şimdiye dek anlamış olmalısın.”
Başımı olumlu anlamda sallayarak gözlerimi kapadım. Birkaç dakika sonra müzik durdu ve bir yenisi çalmaya başladı. Bu seferki daha yavaştı. Gerard’a biraz daha sokuldum. Ona o kadar yakındım ki kalp atışlarını hissedebiliyordum. Onun da benimkini hissedebildiğine emindim. Kendimizi klarnetin büyüleyici melodisine kaptırmışken, attığımız her adımda aramızda bir tutku olduğuna emin oluyordum. Elbette tutkuluyduk. Gerard bana sırılsıklam âşıktı, ben de ona. Bu tür şüpheler ne kadar da saçmaydı. Tüm bunları aklıma soktuğu için Kitty’yi suçluyordum. Kitty.
Ona bir göz atarak Max ile mutsuz bir şekilde dans edişini izledim. Tam da o sırada, dans pistinde Bay Gelfman beliriverdi. Doğruca Kitty’ye doğru yürüdü ve Max’e bir şeyler söyledikten sonra Kitty’yi kollarına aldı. Max ise mahzun bir şekilde hızla dans pistinden uzaklaştı.
“Kitty’nin James Gelfman ile ne işi var?” diye sordu Gerard, kaşlarını çatarak.
“Bu hiç hoşuma gitmiyor,” dedim, Bay Gelfman’ın, Kitty’yi dans pistinde oyuncak bir bebek gibi döndürüşünü seyrederken.
Elleri, Kitty’nin belinden çok aşağıdaydı ve onu oldukça sıkı tutuyordu. O an zavallı Kathleen’i düşünerek irkildim.
“Gidelim haydi,” dedim Gerard’a.
“Bu kadar erken mi?” diye sordu.
“Ama daha yemek bile yemedik.”
“Maxine, buzluğa birkaç sandviç bırakmıştı,” diye cevapladım.
“Canım daha fazla dans etmek istemiyor.”
“Kitty yüzünden mi?” diye sordu.
Başımı sallayarak onu onayladım. Artık hiçbir şeyin Kitty’yi durduramayacağını biliyordum. Her şeyi son derece netleştirmişti. Fakat en iyi arkadaşımın kalbini ve onurunu, ona layık olmayan bir adama ona layık olmayan evli bir adama- verişini seyredersem, kahrolacaktım. Gelgelelim, hikâyenin daha fazlası da vardı. Kalbim çoktan farkında olsa da aklımın bir türlü kabullenmediği bir şeydi bu: Kitty’yi kıskanıyordum. Onun hissettiklerini hissetmek istiyordum. Ve korkarım, hiçbir zaman hissedemeyecektim...