MERDÜMGİRİZ
#dilemma bi’ müddet!
Sayl: 6 / Ağustos-Eylül 2018
fanzin
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/2
Emekçiler; /İbrahim Tekpınar /Kalemdâr /Meçhul Şair /mfk /Eylül Begüm Albayrak /Oğuzhan Kayacan /Siyahsever /dikinepanços /Yunus Emre Suci /Samowski Stramedsky /Servan Erdinç /Efdokuz /Dilara Kaymak /Lagustane Sweatshit /Mustafa Erkal Bize ulaşmak isterseniz: merdumgirizfanzin@gmail.com twitter.com/merdumgirizfnzn instagram.com/merdumgirizfnzn issuu.com/merdumgirizfanzin
* Kelimeler… Kimlerin bütün bu kelimeler? Hiçbir zaman bize ait kelimelerle konuşamadık. Şahsına ait kelimeler çiğneyeni de görmüş değiliz. Nadirdirler. Bir yerlerde onlar. Üretenler. Hârikulade iğrençlikteki bir tüketim atmosferinin çemberinde yaşıyoruz. Kim miyiz biz? Biraz önce siz fark etmeden yanınızdan geçen insanlar. Yanınızdan geçerken gözlemliyoruz sizi ister istemez. Sizler yemeklerinizi yerken; acayip havalı ortamlarda oturmuş, orada bulunmaktan dolayı bayağı bir rûhâni kokuya, gereksiz kıvrımlara bürünmüşken. Ya da önemli olanı, esas olanı, gerçek olanı unutmak için yaptığınız onca “olmadan da olan, olmazsa olmazlar”ı yaparken. Uçların tadına baktık, kendi dalgamızda kaybettik, fakat bir şekilde sizleri seyre koyulduk. Yeraltında olan biz “Merdümgirizler” değiliz. Siz kendinizi fazla yukarıda sanmaktasınız. Fakat ne sizsiz var olabiliyoruz ne de sizinle. Belki de bunların hiçbiri... “Siz” diyerek kendimizi anlatıyoruz. Bir telaş, bir umursamazlık ve bütün zıtlıkların kaosunda size ya da kendimize sesleniyoruz: Dilemma bi’ müddet! Saygılarla…
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/3
KÂHYA Işıksız puslu gecedeyiz kâhya Uzanmış düşünüyoruz yarını Yarın ne gelir dersin kâhya Hayalini kurduğumuz mutluluk gelir mi? Bulutlar umut olup yağıyor Düşünüyoruz yarını kâhya Yaşayamadığımız bugünün hatrına Ve özlüyoruz dünü Yaşayamadığımız hayatın hatrına
/mfk
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/4
*** Akşam vaktiydi. Sokak lambalarının o cılız ve buruk sarı rengi, bahçedeki su birikintilerinden yansıyordu. Mevsim sonbahardı ve bu güz, hiç yağmadığı kadar yağmur yağıyordu. Geceye doğru nihayet dinen yağmurun ardından, kadın, dışarıya doğru adım attı. İki katlı, sakin bir bahçe evinde ömrü geçiyordu. Bir iki adım attıktan sonra girişteki merdivenlere çöktü. Gece ilerledikçe acıyı; gittikçe derine saplanan bir bıçak gibi, iliklerine kadar hissediyordu. Dizlerini hafifçe kendine doğru çekti, dirseklerini dizlerine dayamıştı. Ağırlıktan neredeyse yere düşmek üzere olan kafasını, özenle avuçlarının arasına yerleştirdi. Her şey bulanıktı: olmuşlar, olanlar, olacaklar... Gözleri bile bulanıktı, gözyaşları görmesini hiç istemiyor gibi, onu engelliyorlardı. Titreyen parmakları arasına bir sigara sıkıştırdı, elleri durmuyordu. Sigarayı zar zor yaktı. Bir nefes çektikten sonra, yüzünü aya doğru çevirdi. Dayanmak zorundaydı, zorunlulukların altında eziliyordu. Hem ne anlamı vardı ki dayanmanın, onca şeyin ne anlamı vardı? Hayatını; bir pamuk ipliğiyle bağladığı insanın, daha bu sabah, bu merdivenlerden ölü bedenini çıkarmışlardı. Bir an irkildi. Bu merdivenlerde oturmamalıydı belki de. Huzursuz oldu. Yere kadar uzanan hırkasını çekiştirerek topladı, ayağa kalktı. Arka bahçeye doğru yavaşça yürümeye başladı. Ayakta zar zor duruyordu. Gözüne ilerdeki ahşap salıncağı kestirdi, güçlükle ilerleyip kendini salıncağa bıraktı. Ayaklarının yere bastığından emin oluncaya dek bekledi. Kafasını kaldırıp uzaklara daldı. Hatıralar bir bir gözünün önündeydi. Hiçbirini tamamen hatırlayamıyordu. Her şey allak bullaktı. İlk tanıştıkları günü hatırlamaya çalıştı. Yapamadı. Aradan 23 yıl geçmişti. İç çekti. Bu koskocaman evde, kendi başına ne yapacaktı. Duramazdı, uçurumun kenarında gibiydi. Katlanamazdı bu acıya. Sırt üstü bir şekilde toprağa uzandı. Ve dizeler döküldü dudaklarından: “Gidersen kim sular fesleğenleri/ Kuşlar nereye sığınır akşam olunca” Akşam olmuştu ve kuşlar kendilerini o akasya ağaçlarının dallarına bir bir astılar.
/Eylül Begüm Albayrak
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/5
YA GEL YA GİT Gitme kal bu şehirde Islansın gökyüzünün milletleri Birleşin ellerimiz yeryüzünün bağrında Tek hece düşsün dilimize Gece de Bütün sesler sussun o an Çarpışsın kalplerimiz Huzur bulsun ruh denilen varlık Ve harflerimiz aynı dilde kendine gelsin Ne olur öyle bakma bana Ben özleme matuf Yokluğa meftun Güneş kararır hasretinle Hiçliğin gelir sarar koynumun yaralarını Oysa var olmamız gerekirken Şimdi neden ayrı-gayrıyız Bak lügatler bile biz Dimağlar bile bizim için keşfedilmiş Tüm icatlar bizim için yapılmış Şu an yanımda olmayışın Anımın katrana sevdalanması Ciğerlerimin kokunla uslanması gerekirken Karbona aşık Boşuna mı söylediklerim Yazdıklarım boşuna mı Her şey boş mu Yoksa bomboş mu Ne olur izin ver tutayım ellerinden Sarayım narin bedenini Aslında kendi yaralarımı sarmak istiyorum Çok yara aldım Çok yarım kaldım Çok dediysem aslında hiç Çünkü meçhul şairin dediği gibi Çok kadar azım, az kadar çokum şimdi O yüzden benim yaralarımı, yarlarımı sarmayacaksan dokunma
/Meçhul Şair
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/6
DİKİŞ MAKİNESİ Kadın paramparça olmuş hayatını düşünmemek için öfkesini dikiş makinesi başında; kullanılmayan fazla parçaları birleştirerek çıkarıyor. Metalik dikişlerde rengârenk çiçekler eziliyor, kumaş parçası; zevkten yoksun garip bir parçaya dönüşüyor. Üstünde çok az mutlu kahvaltılar yapılan, bolca keşkeli albümlerin incelendiği şu salon masasının üstüne göre tam. Masanın üzerindeki kırmızı kadife örtü kışlık, yeşil metal kurmalı saat hala yedi buçuğa ayarlı. Albüm keşkelerle dolu. Ev; duvarlarında boyaların yer yer kalktığı üç oda bir salon, yalnızlıkla doldurulmaya gayret ediliyor. Duvarda boya, kaybolan hayat arkadaşın geri dönmesi ihtimaline karşı öylece bırakılmış. Doğum sancılarıyla ve sevinçleriyle ortak olduğu çocuklarını unutan bunak bir anne gibi ev. Kadının yüzünde hüzün alfabesinden kırış kırış çizgiler. Alnında sabırdan ve nurdan bir yazgı. Karnında kuyu. Dilindeki cümleleri bir bir salıyor. Önce evin içinde ki çiçeğe anlatıyor derdini, -İnsan toprağından bu kadar uzaklaşabilir mi? Tima söyle, sen bile buradan bir santim uzağa gidemiyorsun hem toprağına ölülerini ektiği bir memleketi bırakabilir misin? -Bırakamazsın ama insanlar bırakabiliyor. Yeryüzünün tarlasına ekilen en zehirli bitki insandır Tima. Sesi evin içinde yankılanınca, yüzüne çarpan yalnızlığın verdiği hisle tekrar makinenin başına geçti. Tüm çıplaklara bu makineyle elbise dikecek kadar yalnızdı. Cümlelerini içindeki dilek ağacına bağlar gibi bağlayıp dilek tutuyordu.
/İbrahim Tekpınar
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/7
İKİ KALEM Bir hüzün varsa da baharda, aldırma Tüm bu hüzünler son dem aslında Baharın ilk veya son oluşu kandırmasın seni Hayatın tüm döngüsü bahar gibi bir bakışta Bu döngünün içinde savrulup gidiyorum Her savruluşumda biraz daha kayboluyorum Ve gözümü her açtığımda sende buluyorum kendimi Sende buldukça bendimi yeşeriyor gönlümün her çiçeği Sen umursamaz, ben ise meftun Baharımı görmemek için çevirsen de yüzünü Çiçekler seni gördüğüne memnun
/Siyahsever
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/8
METRUK NOTLAR -1mütebessim avare ganyan bayiinden boşluğun sokaklarına yürüdüm. bu kez hep beraber kaybetmiştik. genelde bir uzlaşı halinde olamazdık atlar konusunda, hele benim oynadığım attan itina ile kaçarlardı. “sen iddaacısın çömez reis, burada otuz beş yılın birikimi duruyor. ben atın gözünden yarışın sonunu bilirim.” derdi faik abi. kendisi de neredeyse benim kadar kıdemli bir kaybeden olsa da sözlerinin bir kısmında haklıydı. ben ondan beterdim, daha çok banko maçların iddaacısıydım. fakat bayiye gide gele oluşan dostlukların doğurduğu muhabbetler beni atlarda daha büyük zevk olduğuna inandırmıştı. “atları beklemezsin girdiğinde bahsi verir, çıkarken paranı alırsın.” diyerek gözümü boyadı sakallı bir müdavim. ona takıldım birkaç hafta. herif sürekli tutturuyordu ama sonra buradakilerle kavga etmiş yine bahis mevzularından. alt sokaktaki bayiye atmış kapağı. kazanmaya devam etmek istiyordum, ben de oraya geçmeliydim. lakin geçsem evimin de bulunduğu şimdiki sokakta kendilerine ihanet etmişim gözüyle bakacaktı bayidaşlarım. ben de parayı bıraktım ve göğsümü kabartarak onuru seçtim. her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu atlar konusunda. en çok kaybeden ikinci kişi de olsa bahis işinde de hiyerarşik bir yapı bulunduğundan en kıdemlimiz faik abi bahsini açıkladıktan sonra onun seçimini onaylamaktan başka çare kalmıyordu. faik abi henüz konuşmaya başlamamışken herkes kolonu verip kuponu almaya bakardı. gel zaman git zaman ulaştığım noktada burada ömür çürüten herkesten daha çok zarara girdim. bu lanetli bayide bir gün tutturan diğer gün kaybediyordu. bense tanrı vergisi bir yetenekle daima kaybedenin kuponuna basıyordum. bayiden çıktığımda kendi kendime “bırak bu bukowski hastalığını. ne san francisco’dasın ne de los angeles’ta. yaşadığın şehirde hipodrom bile yok, ısparta’nın isimsiz ganyan bayiilerinin birinde çürütülmüş bir ömür ne senin ne de tanrının hoşuna gider.” diye nasihat ettim ve lark diye bıraktım bu alışkanlığı. sonra yürüdüm sokağın sonundaki türkülü çay ocağına. cüzdanım hariç ceplerimdeki her şeyi köşedeki boş masaya attım. sınırsız pasaj bulunan caddeye çıktım. hiçbir zaman
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/9 ilk seferde ulaşamadığım sahafı aradım. yine ilk seferde ulaşamadım. döndüm durdum birbirine benzeyen sokaklarda. sonunda buldum sahafı. “abi” dedim, “az çözülmüş bulmaca kitabı var mı sende?”. her zamanki gibi bilmiyordu. çoğu kitaba ulaşamayacağınız bir düzeni vardı sahafın. yığın yığın koyduğu sararmış kitapların ardında kim bilir ne hazineler yatıyordu. geçen senelerden birinde richard brautigan’ın talihsiz kadın’ını bulmuştum yığının arasında gezinirken. eski basım bir yabancı’sını buldum camus’nün. meursault gibi dolaştım bir süre. ama o dönem araplar kente henüz iltica etmediği için ve kentte sahil bulunmadığı için etkisini çabuk yitirdi bu kitap. sahaftaki ihtiyarın kitaplar umurunda değil gibiydi. o daha çok gazete okuyup yetkili ağızları takip etmeyi tercih ediyordu. bulmaca kitabını buldum. buldum bulmasına ama kutucuklardaki soru soran kelimeler osmanlı’dan kalmış gibiydi. “olsun.” dedim. türkülü çay ocağında da doğum yılları vahdettin devrine kadar giden bilgin müdavimler vardı. ömrümün kalan kısmından birazını da onlara bulmacalardaki anlamadığım soruları sorarak çürütürdüm. zira ömrü yiyip bitirmenin birçok yolu yordamı olduğu söylenir. esasında bulmaca kitabını almayıp çay ocağındaki bulmacaları da çözebilirdim de sabahtan orada bitmek gerekirdi bunun için. çünkü orada benim gibi eli boş insan çoktu ve bütün gazetelerin bulmacalarını sudokusundan kakurosuna sekmeden çözerlerdi. çıktım sahaftan, yürümeye başladım. güneş kenti çevreleyen dağlardan birinin ardında geceyi geçirmeye hazırlanıyordu. beklentim de bekleyenim de yoktu. parmak izlerimin olduğu tozlu bulmaca kitabına baktım. bu sokakların huzurlu ikliminde mütebessim bir avareydim hala... dilime metin ışık dolanmıştı. kimse için bir ehemmiyetim yoktu ve bundan sonra da olmayacaktı...
/Oğuzhan Kayacan
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/10
kimi öpsem, yitirir anneliğini ve en kısasında bile bir koşunun, kendi gölgeme yeniliyorum… en uzununda zamana.. çocukluğumdan düşüp ihtiyarlığıma büyüyorum.. kendini yenilemeyen bir tonunda siyahın, grilere soluyorum.. kusuyorum bütün tonlarını renklerin, bir gri kalıyorum gölgeme yenilmişliğin öğlen güneşi altında nefes nefese.. nikotin taşıyor soluğumdan.. dişlerimde tütün sarılığı -ki kimi öpsem, yitirir anneliğinidüşlerimi boyuyorum tütün rengine.. düşlerimi tütüne sarıp da çekiyorum.. nikotin doluyor düşlerime, bir şiiri uyanıyorum düşercesine, irkilerek.. irkilerek uyanıyorum çocukluğumdan, kır’lar yağmış saçlarıma… bıyıklarımda tütüne sinmiş kederler, “ki bütün kederlere bir çocuk yüzünde tutuldum ben… bütün kederleri bir çocuk gülüşünde unuttum..”
/Yunus Emre Suci
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/11
Gecenin içindeyken yaşarsın en yoğun duyguları. Fikirler cereyan eder, düşünceler uçuşur gecenin koynunda. Kulağında tek nefes, kalbinde tek ritim çalar gece boyu. Gecenin en dibinde bulursun hayatını. Gece verir anlamını ömrüne. Zamanla aşina olursun tüm hislere. Arkanda bıraktıkların, önündeyken göremediklerin, yanındayken duyamadıkların çıkar karşına gecede. Sevmezsin, istemezsin geceyi. ''Yine düştü mahzun karanlık, geliyor dokunmaya.'' Gece verir ilaçlarını. Şifa olur serin sular gibi. Gece olunca başlar durgun deniz yoğrulmaya. Rüzgârın yarattığı hışımla dalgalanan denize bırakırsın kendini. Kaybolursun, boğulursun, çıkar kurtulursun geceden. Kabul etmezsin tüm bu karanlığı. Gece hâkim olur yaşamına. Ciğerlerine dolan o en yoğun nefesin, damarlarında durmaksızın akan kanın, gözlerinin önünden gitmeyen donuk ruhunun altında bırakırsın geceyi. Ararsın, bulamazsın, bilmezsin ki cevabın saklıdır en derinde. Işığı yoklarsın, aydınlığı denersin, ulaşamazsın. Ansızın parlarsın, yıldızlarla dolu samanyolu gelir gözünün önüne uçsuz bucaksız gökyüzünde, sen aklını o en parlak yıldızdan alamazsın. Uyuşur dudakların karanlığı çiğnemekten. Aradığın o aydınlığı yıldızda umut edersin. Umudun gecede saklıdır. Bilirsin, gece parlatır yıldızları.
/Efdokuz
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/12
Ah mine'l-Aşk Gün doğup da kızıl toprak kuruyorsa Senin yüzünden Ve kirli ay çıkıp da çakallar uluyorsa O da senin yüzünden İbrahimce kırılıyorsa putlar Senin yüzünden Ve sönüyorsa ansızın ateşler O da senin yüzünden Develer çölü acımadan eziyorsa Senin yüzünden Ve her fiske kum aynı âhı çekiyorsa O da senin yüzünden Gökten ateşler yağıyorsa gönlüme Senin yüzünden Ve tsunamiler oluyorsa gönlümde O da senin yüzünden Sana seni evrenle anlatmaya çalışıyorsam Senin yüzünden Ve lanet olsun kapitalizme dercesine seviyorsam seni O da senin yüzünden
/Kalemdâr
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/13 ***
'Hâlâ hissedebiliyorum, uykuya dalış sancılarım hala beynimde. Niye para veriyorum lan ben o zaman buna?' Kendi projesinden gün geçtikçe uzaklaştığının farkındaydı. Anlaştığı sentetik madde tedarikçisi (torbacı diye kestirip atmayın aq), belirli bir süre sonunda onun hisleri alınmış, basit diyaloglar dışında yaşamın içindeki hiç bir şeyi anlamayan, uzun süre uyuyabilen makineleşmiş bir et yığını haline gelebileceğinin sözünü verdi. Yeni 'yaşamsızlığına' hazırlanırken eskiden keyif aldığı rakı masasını kurdu. Dediklerini dikkate aldığı tek şey olan odanın köşesindeki Kızıl Işık'a döndü. Ya dedi unutursam. Kızıl Işık güldü. Unutulup hatırlanacak kimsesi yoktu. Rakı masalarının dertsiz adamı bile tribe sokacak havasından etkilenmişti. Masadaki şişe dış dünyadaki zaman dilimine göre hızlı, bu evin zaman dilimine göre yavaşça boşaldı. Şişenin bittiğini fark ettiğinde masadan kalktı, eskiden bulduğu 2-3 saatlik sarhoşluğu bile yaşayamıyordu artık. Kızıl Işık'a sarhoş, aciz halini gösterebilmek için kendini deri koltuğa attı. Kızıl Işık tekrar güldü. Onun için değildi. Biraz sonra alevlendireceği, kulağının arkasında hazır bekleyen elemanı görmüştü. Kızıl Işık'ın birasını bulunduğu köşeye, diğer dokunulmamış bira bardaklarının yanına koydu.
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/14 Kulak arkasında bekleyen elemanı alevlendirdi. Tavana yarı öksürük haliyle büyük bir duman kütlesi yolladı. Uzattı Kızıla. O da aldığı nefesten sonra ışığında hafif bir git gel yaşadı. Ama kızıllığı tüm mal varlığı olan 2 dönüm arazisini eşkıya diye nitelendirdiğimiz adamlardan savunurken kafası koparılan John Crıspo'nun akan kanı kadar büyüleyici bir tona bürünmüştü. Kızıl Işık'ın " Bu eleman adamı filozof yapar." lafına içten bir kahkaha patlattı. Odada duran Spinoza portresini görünce bunu saygısızlık görüp kesti sesini. Camı açıp gökyüzüne baktı, saatin kaç olduğunu tahmin edemeden yerine oturdu. "Son biraya daha kaç bira var ?" dedi Kızıl'a. Kızıl güldü ve aniden gitti. "Aah soktuğumun Kızıl'ı, kim bilir yine hangi fahişenin yatak odasına kaçtın." Rutin şehir elektriği kesintilerinden biri bu gün de klasik uykusuz sancıları başlatmıştı. Ve adam fark etmişti ki onun Tanrısı köşede duran, altyapı yetersizliğinden her akşam saat 11.50 de kesilen elektrikle kaybolup giden Kızıl Işıktı.
#kontrollühalüsinasyonlar
/dikinepanços
#varsayımsal
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/15
*** Gecenin en ıssız yerinde Çürümüş bedenim Solmuş ruhum Dünyanın yükü Dünyanın bitmiş pili Dünyanın bana hiç göstermediği yüzü Yetersiz bakiye fikirlerimin altında ezilen düşlerim Bitmek bilmeyen uğraşlarım Hiç benim olmamış bonibonlar Hiç içilmemiş çaylar ve hiç gezilmemiş topraklar Ayağımı sokamadığım tüm sular Öpemediğim yanaklar Dünyanın yüzü Bana hiç göstermediği yüzü Uzun saçları Bakımsız tırnakları Gelmeyen gemiler Dönmeyen insanlar Sözünü tutamayanlar
/Dilara Kaymak
Ölümden korkanlar Ölmek için dua edenler Dayak yiyen kadınlar Hiç doymayan adamlar Hiç gülmeyen çocuklar Hiçliklere bir hiçlik daha katan bedenim Gecenin en ıssız yerinde çürümekte Paramparça ruhum Ezilen düşlerim Her gece kazdığım boş mezar Tüm gün doldurmanın hayalini kurduğum o mezar Yalanlar Dolanlar Filmler Kediler Ağlayanlar Mutlu gibi davrananlar Diğer tüm şeyler Ayağıma dünyayı bağlayın Ve Atın beni denizlere Zira ben yapamıyorum
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/16
Özleyenlerin Şiiri Akşamı kucaklayan iki damla gözyaşım Vurur kendini âhı dinmeyen saatlere Ömründe hiç yakamoz görmemiş gibi Öldürülmüşler vakitsiz bozkırlarda umutlarım O güzel dudakların şimdi hangi akşama Nasıl efsunlu kızıl bir buluttur bilmem Dolunca şarkıların ela gözleri Yüzün alıp götürür beni turuncu kentlere Aşkımızın hatıralarını elinde tutan sokaklar Aklımı saçlarına öptürür tan yerlerinde Gökyüzü dolu hayallerim küser hayata Ben yine özleminle hüznün gözbebeği Sonbahar yağmurları yürürken benimle Yıllar çılgın, aylar deli, günler cehennem Anlarım ki; köşe başları ve cam kenarları Ben ağlayayım diye benim için yaratılmış
/Servan Erdinç
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/17
Sıra Dışı Sıradan Notlar -227-BİR"Siktir git, siktir git defol buradan!" Bir yandan Nuit'yin hatıralarını sağa sola fırlatıyor, bir yandan da küfürler savuruyordum. Küfürlerin eşyalara mı yoksa ona mı olduğu meçhuldü. Benim evimdeydim, yok... onun evindeydim, her neyse... Ben bütün bu saçmalıklarla uğraşırken- saçmalıktan başka bir şey olamaz- Nuit ortalarda yoktu. Birkaç gün küfürler ve savurmalarla geçtikten sonra Nuit'yin nerede olduğunu merak ettim. Yoktu. Eve dönmüyordu. Beraber takıldığımız her yere gidip baktım, iki evde de- onunki ve benimki- sırayla birkaç gece geçirdim. Yok, gelmiyor, gelemeyecek, gelmemeli, gelmesi gerekiyor mu?, Gelebilir mi?.. Birkaç hafta sonra, kendi evimdeyken kapı çaldı. Büyük bir heyecan ve garip garip duygular ve ben kapıya yöneldik: Polis. " B..buyrun memur bey?" dedim. "Samowski Stramedsky mi?" "Evet n'olmuştu?" "Komşunuzdan şikâyet aldık beyefendi, sürekli bağırıp bir isime küfürler savuruyormuşsunuz. Üstelik yalnızken yapıyormuşsunuz bunu, sorun nedir?"
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/18
"Mem.. memur bey, kız arkadaşım vardı, terk etti beni... galiba yani...biraz canım sıkkın işte... şey.. dikkat edicem ama...çevreye rahatsızlık konusunda.. yalnız.. birşey sormak istiyorum" "Evet?" "Kimin şikayet ettiğini merak ettim, söylemenizde bi sakıca var mı?" "Bilmiyorum görmedim, telefondan adres verdi sadece. Sağırmışımcasına bağırarak hem de, yeterli mi?" "Evet, neyse sağ olun.. iyi günler" "Eyvallah, sana da." "Amına kodumun Henry'si, karşı komşum. Orospu çocuğunun kulakları duymuyor zaten, benim sesimi nasıl duydu bilmiyorum. İbnenin televizyonu hep son ses, ben onu şikâyet ediyor muyum, göte bak!" Söyleniyordum yine. Lakin bu sefer konu Nuit değildi. Kapıyı kapatıp odaya geldim: Yok! Günlerdir o duvardan öbür duvara çarptığım Nuit'ye ait eşyalar yok! Bir anlık duraksamadan sonra koşarak duşa girdim. Polisin kapıyı çaldığı andan odaya döndüğüm ana kadar Nuit'yi düşünmemiştim. Şimdiyse- her zaman olduğu gibi- aklımdaydı ve çıkmıyordu. Duştan çıkıp odaya döndüm. Eşyaları fırlattığım yerlerdeydi...
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/19 -İKİ"225,226,227!" Madem Nuit gelmiyordu-227.gün... 227 gündür yok- iki evle ilgilenmenin de alemi yok diye düşündüm. Nuit'yin evi benimkinden hoştu ve kirası da hatırı sayılır miktarda ucuzdu. Oraya taşınmaya karar verdim. Eşyalarımı topladım. Evden ayrılırken balkonda oturan Henry'yi gördüm. İşitme cihazı vardı kulağında. İki gün sürdü taşınmam... Beraberken, yani Nuit ve ben diye bir şey varken onun evinin kirasını da ben öderdim, parayı bana verirdi. alt katta oturan ev sahibesine bırakmamı isterdi. Kendi evimin kirasını ödüyor gibi davranmamı, onunla -Nuit'yle- ilgili bir şey söylemememi, o sahibe- sorarsa da cevap vermememi tembihlerdi. Kadınlar işte.. Asla hazzetmezler birbirlerinden. Farkındadırlar çünkü birbirlerine ne yapabileceklerinin, zekidirler... Neyse konumuz bu değil. Taşındıktan birkaç gün sonra ev sahibesine uğradım. Nuit'yin artık burada olmadığını, kirayı aynı fiyatta tutmak istediğimi iletmek üzere geldiğimi söyledim. "Nuit kim?" diye sordu. Samimi olmaya çalışan bir tebessümle " Kiracınız olan kadını tanımıyor musunuz? Nuit Ednâowski" "Evladım, sen tek başına yaşamıyor musun yukarda" "Yoo, Nuit'yindi bu ev, kiradaydı yani, sizin kiracınız." "Ben Nuit'yi falan tanımıyorum." dedi başından savmak isteyen bir tavırla. "Kira sözleşmesini görebilir miyim?" dedim ben de ciddileşerek. İçeri girdi, birkaç dakika homurdanarak sözleşmeyi aradı ve kapıya geri geldi.
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/20
"Al işte! 6 yıl önce sen tutmuşsun evi, söyledik sana o kadar. Al kendin de gör, rahatladın mı? Bak Nuit falan yazmıyor hiçbir yerde..." Uzun süre söylendi, kiracısının ben olduğumu söyledi binlerce kez, en sonunda da deli olduğumu söyleyerek çarptı kapıyı yüzüme. Sendeleyerek üst kattaki evime çıktım, içeri girdim. Evde sadece taşındığım yerden getirdiğim eşyalar vardı. Şoka giremeyecek kadar şoktaydım, yine duşa koştum. Aklımda "Nuit Ednâowski" ve kira sözleşmesinin her satırındaki harfler dönüp duruyordu. Duştan çıkıp odaya yöneldim. Ona ait hiçbir eşya yoktu, kendi eşyalarımı kolilerden çıkararak eve yerleştirmeye başladım. -ÜÇ"Bir zamanlar bir buçuk kişilik suntaya, şimdiyse iki fincan soğuk kahveye sığdırdım seni. Hoşça kal!" Ertesi gün uyandım. Nuit falan yoktu artık aklımda, hiçbir yerimde yoktu. Kahvaltıyı ettikten sonra balkona çıkıp sigara yaktım. Tezgahtaki boş kahve kutusu yere düştü. Dönüp bakmadım bile, sadece dudaksal bir refleksle "Nuit'dir" dedim, sonra güldüm kendime...Düşünmüştüm yine Nuit'yi, aklıma girmişti tekrar. Dış kapıya bir anahtar girdi, çevirip açtı kapıyı. Ayak sesleri birinin bana doğru geldiğini işaret ediyordu. Arkamı dönmeden, kendimin bile zor duyduğu bir fısıltıyla, kendi kendime "Başlıyoruz" dedim. "Anlamadım, neye başlıyoruz?" dedi: Nuit Ednâowski...
/Samowski Stramedsky
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/21 Chat Salis Posteri Ayağıma basamak oldu harikaydı babanın kulübesi. Geyiklerin yiyebileceği otlardan, Çizmelerime dökülen tohumlar bir uyuşukluk verdi ayağıma Yepyeni bir ahlaksızlık ayağıma, babanın kulübesinin duvarlarına da. Bulduğu işe sevinmişmiş, Ayaklar hayatımdan çalınmışken mi? Yavruları yenir diye dişi geyik vurmayan avcı sözleşmesi parşömeni cüzdanımda. Yine diyorum ki beş iyi imparator da soysuzdu. Şeker üretimi tip iki diyabet artışı, kullandığın enerjinin dumanı hepsine değer yok etmek. Ayağın maskülenlik kokuyor, çorapların botların atletin dediydi. Tröstleşmiş, ilkel hisler olduğunu biliyorum sanmış. Sen yine zengin mineralli sulardan iç, n’olur n’olmaz hamile kalırsan. Aynı şekilde savunmasız da kalırsan Tanya Saviçeva’nın günlüklerindeki gibi, Ayağımda bir köprü kurmuş çift kişilik, babanın eski kulübesinde Çayı ısıtıp ısıtıp içmeler falan, mikro dalgada tekrar olmaz. Aklımı dramatik mi sunsam misafir evreninde. Fark etmedin diye söylüyorum asıl sen kamuflesin, konuşurken titreşip. Kalpazanın şehri inşa etmesi inanılmaz bir mimari sahtekarlık değil mi? Spor araba çal, gezelim ayaklarım ağrıyor.
/Lagustane Sweatshit
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/22 Ben Bu Kente Nerden Geldim Ben bu kente nerden girdim? Dört yanı zifiri karanlık Sevgisi yarım kalmışların bankları Az ötede oturmuşlar Sessiz Sakin Bir o kadar da sitemkâr… Ben bu kente nerden geldim? Kelebekler bir günlük ömürlerini bile yaşayamaz. Salıncak demirleri pas tutmuş parklar Ağaçsız bağlar ve bahçeler Hepsi kuru Susuz Bir o kadar da solgun… Ben bu kenti nerden bileyim? İnsanlar bir telaş bir telaş Tanıdık yüzler hiç yok Hepsi de yabancı Ne dostlar kalmış ne arkadaşlar Meyhaneler çok sessiz İçki içsem bir dert İçmesem içime dert.
/Mustafa Erkal
MERDÜMGİRİZ/AĞUSTOS-EYLÜL/23
Dil-dârdan Bîzâr Kanıksadım bu hicrânı Humret-i şafağa sülûk eder iken semâ. Caysam da yârin hayâlinden Bakarım hâlâ resmine, hüznü bî-hemal. Doymam aşkından canşikâr âb-endâmın ve rûhun, Benim gönlüm ziyâdan alîl o dilefrûz, bundandır firâr. Kanıksadım bu cihânı Humret-i şafağa sülûk eder iken hayat. Caysam da âlem-i âhiret fikrinden, Hani âkibet ya hu, hani uhrevî azab? Dert yolunda vallahi bîzâr oldum ben.
/Oğuzhan Kayacan
MERDÜMGİRİZ Johnny Cash Hurt
Bazen iki ayrı kişiliğe sahip olduğumu düşünüyorum. Johnny iyi olan, Cash ise kavgacı ve hırçın… Bu ikisi arasındaki savaş sayesinde kendimi buluyorum.