Meskalin Fanzin

Page 1



YAZARLAR Toprak Şems Tezcan Yücel Yarımbatman Cüneyt Eşberk Batuhan Perker Bengi Nur Güvenç Sena Öksüz Didem Demirkan

ILETISIM ToprakSemsTezcan@Gmail.com MeskalinFanzin@Gmail.com Twitter.com/MeskalinF Facebook.com/MeskalinF

Eylül 2013


ÖNSÖZÜMSÜ

Meskalin Fanzin‟in ikinci sayısı amacından saparak çıkmamıştır.

Toprak Şems Tezcan


Hayallerim Nadasta Yatmak istiyorum uyanışlarınla, sabahları gözünü açamayışınla. Koynuna girmek, tam yataktan kalktığında ve susmak istiyorum konuşmalarında. Yağmak istiyorum üzerine ahmak ıslatan gibi, sen farketmeden. Islak toprak kokusu gibi sessizce, görünmez olmak istiyorum. Sen bile bilmeden koynuna girebilmek, kızlığının değilde insanlığının peşinde koşabilmek; hayallerinle sevişmek. Dudaklarını öldürmek istiyorum, son bir kez öperek. Ellerini yok etmek istiyorum, Avuçlarımın içine gömerek. Sevmiyorsan beni ya da sevemiyorsan, daha fazla uğraşma diyorum. Hayallerin senden daha güzel, sadece bunu bil istiyorum..

Toprak Şems Tezcan


Aklımda Sorular Devrik Dizili Kaç yama gizlenir sırf sen duymayasın diye üzerime giydirdiğim yalnızlığın astarına... kaç mektup sığar bir avuç içine cevapsızsa.. hayat kaç insanı geceden sıyrıltıp akıtır sabahın avuçlarına... kaç ölüm daha uğrayacaktır böyle zamansız.. yaşanmamış yıllarımıza hangi kefesine sığınıp gizleriz hatalarımızı... acaba ne ekersek onumu biçeriz rüyalarımızda... uyanmak kurtuluşmudur yoksa... acı veren dalgınlıklarda.. neden gözlerimiz yaşarırken kahrını yanaklarımız çeker ağlamaların... ve neden yanaklarımız kızarır utandığımızda... utanmak cezamıdır bağışlanmakmı huzurda... korkmak çaresizlikmidir ya da dokunmamak sana... söyle kalbimin derin sancısı ne dindirir seni sevgiden yana...

Yücel Yarımbatman


ELBET Hüngürlüğüm yaprak yaprak asılıyor kirpiklerime Kim bilir nerelere savrulur kurumuş gözyaşlarım… Bir rüzgâr daha esse dayanamam ağaçların sarılığımı yansıtmasına Kalbimi yıkayıp yeni bir sabahın mis kokulu aşkına uyandır beni Yüzünü yürüt bana doğru gözlerini koştur Bak ne kadar da çelimsiz güneş doğarken beşiğim Duvarda bindirilmiş yokluğun küçük bir tabut Kapıdan ne zaman çıkacak olsam bakmaktan kurtulamadığım Gurur bazen ölü bir yakınımız gibi… Bir anne, bir baba, bir kardeş, bir sevgili… Adına ne derseniz deyin Üstüne düzine düzine hatıralar serptiğimiz… Nemli bir çimene uzanıp ah o yaz gecelerimizi yâd ettiğim Göçebe elbetler de olmalı, orada bu kadar kaldığın yeter, hadi gel Ya da ben geleyim, bebeğinim, sütüne hasretim, al beni de Tanrım!

Cüneyt Eşberk


Sönmüş Kelimeleri Alevlendirmez Hiçbir Ateş

Dalgalarından tanıdığım bir huzursuzluk var orada. Tam orada, beyaz bir yelkenliye binip uzaklaştın ruhumun kıyılarından. Kurmayı beceremediğim cümleler, kirpiklerimde koca bir sağanak oluşturdular. Bırakıp gidemediğim geçmişim, unutmayı sürekli ertelediğim, boğazımı yırtan sinsi bir kelime gibiydin. Dur diyemedim. Ruhumu ve beynimi gittikçe çürüten bir zehir oluverdin. Kalbimin çıngırakları güzel bir melodi oluşturacak kadar güçlü değil. Ben de değildim. Kendimi en böbürlenerek ayakta tuttuğum bir mevsimde sana yenildim. Küllü gözlerin de hiç eskisi gibi değil. Eskide bıraktık artık her şeyi. Birlikte atladığımız uçurumlar da eskidi, birlikte attığımız kahkahalar da. Ben bile eskidim. Bana kendimi avutabileceğim bir güzel kelime bile söylemeden gittin. İnsanların yüzüne yapışmış bir bayram sevinci. Yani üç günlük, yani geçici. Etrafta anlamlandıramadığım bir çok şey oluyor belli ki. Dünya dönüyor, başım hep dönüyor. Takılıp düşüyorum kendi düşlerime duramadan. Durdurmalıydım zamanı, kirpiklerimiz birbirine düğümlü gitmeye çalıştığın tam da o an.


Biraz kar kokusu lazım bana. Gülümsememin ısıtabilmesi için içini tekrar, kış lazım. Güneşin olamam yoksa. Bu mevsimler bana hiç ait değil. Sen de değilsin, olsun. Elbet yerine koyabileceğim kediler de bulurum. Ne gözyaşlarımı gizleyebilecek bir makyaj, ne sesini hatırlamayacağım bir hafızam var şimdi elimde. Bomboş. Tıpkı sokakları gibi kalbinin. Geceleri rüyalarıma da gelirsin, benim kabuslarımı süslemek en şekilsiz mağlubiyetin. Bir hikaye de böyle bitti. Hiçbir dikişi tutturamadık, bilirsin. Ben ayaklarımda demirler, gitmeyi hiç düşünmedim; sense bu şehirden tam elli sekiz saat önce geçtin.

Bengi Nur Güvenç


Geç Değildi. Yine hayal kırıklıklarını ve akabinde ayaklarımın altına dolanan muz kabuklarını engelleyemediğim bir çarşambaydı sanırım. kareli baksırım ve ben, bekliyorduk. geceleri de, gündüzleri de, balkonun demir pervazına dayanarak bekledim. tekrarını bekledim oynat uğurcum‟dan, içimiz acıyarak „tarih‟ diyebildiğimiz yaşanmışlıkların. sen de zor yutkundun söylerken. bilirim, sen de bekledin pencerede, elinde patlamaya hazır bir şampanyayla ve çalmak için hazır olda bekleyen şarkılarımızla. bu bekleyiş acıttı canını. bekledim yalnızca. seni bıraktığım otobüs durağının önünde muz yedim, samsun 216 içen adamların aksine. gözlüklerim de vardı. o gün okşadığın siyam kedisini gördüm rüyamda. bayağıdır rüya görmeyen birine göre ince görmüşüm, değil mi? su içtim. o gece ay yusyuvarlaktı. senenin en uzun gecesi olacaktı bu. herkes hazırlıklıydı. soğuk olacaktı epey. beni bağlayan halat inceldi. dışarı çıktım. saçlarımdaki beyazlar gözükür hale geldiğinden düzeltmeye yeltenmemiştim bile. paltomu giydim. annem almış, gıcır ha, çok klas. rest çekmek hoşuma gitmişti. çocuk bakamazdım daha fazla. tüm her şeyi bırakıp gelmiştim oraya. oradaydım. durdum. kadıköy sustu. yemin ederim, sustu. sigara yaktım.


her yere baktım. barlar sokağına, bahariye‟ye ve kilisenin önüne. bir insan dahi konuşmuyordu. nereden geçsem sigarasına sarılmıştı herkes ve önündeki birayla boğazlıyordu hüznünü. neyse. muz yiyemedim. kadın, ilgimi çekmeyen bir sürü paçavrayla oturuyordu. gülüşü koyu siyahtı. yanında onu mutlu ediyor gibi gözüken, tıpkı ona benzeyen bir adamla oturuyordu. içeri girdim. paltomdan rüzgar düştü. yanına geldim. kolundan tuttum.
 kalk, gidelim dedim. pek oralı olmadı. beyaz saçlarım ve acıyan gözlerim tekrarladı. umursamadı, tekrar. ilgisi yanında silueti gibi duran adamaydı, besbelli. tekrar ettim. o ana kadar oralı olmayan sahte adam kaşlarının üzerinden bana baktı, siktirip gitmemi ister gibi. eve döndüm. neyse.

Batuhan Perker


Kalbime Vur Kelepçeyi Usta

Sırtımdan yakaladın beni, zorla diz çöktürdün bana. Üstümü arıyorsun; sen kalbimi ara, bütün suçlarım orada.. Tak kelepçeyi arkamdan eğ başımı sok insanlığın öldüğü arabaya Bir kuru ekmek at önüme, bir damla su. Bedenimi çürüt, öldür beni; ben yaşadıkça.. Kork benden ben sana güldükçe dahada çok kız bana Vur, vur kalpsizliğinin yettiği kadar copla beni kus nefretini yıllarca kapat beni duvarlar arasına Açlıktan nefesim koksun saçım sakalım karışsın birbirine gülüşüm iyice koysun sana ben sana anlatırım sen anlamasanda


Bir kuru ekmek at önüme, bir damla su. Bedenimi çürüt, öldür beni; ben yaşadıkça..

Sırtımdan yakaladın beni, zorla diz çöktürdün bana. Üstümü arıyorsun; sen kalbimi ara, bütün suçlarım orada.. Tak kelepçeyi arkamdan eğ başımı sok insanlığın öldüğü arabaya Bir kuru ekmek at önüme, bir damla su. Bedenimi çürüt, öldür beni; ben yaşadıkça..

Ulaş kalbime, sonra ver bana; iki tane ağırlaştırılmış müebbet ve sonu gelmeyecek yıllar..

Toprak Şems Tezcan




Vatan Yahut Sikiştre Klasik bir Cumartesi günü ve yine bir direniş. Ama bu sefer polis direniyor, bizim suskunluğumuza karşı. Bir şey yapmadığımız için kendileri sağa sola saldırmaya başladı. Ben kim miyim? Ben daha bu direnişin ölmemiş çocuğuyum. Ama dert değil, nasıl olsa birazdan ekmek almaya giderim.. Ekmek almaya gitmedim ama kendime bir hafta önce bir ekmek bulmuştum, hemde sarışın. Her şey /her ilişkinin başlangıcı gibi/ mükemmel gidiyordu. Taa ki gözaltılar bu denli artıncaya kadar. Içime bir şüphe düşmüştü ve ona /beni asla bırakmayacağı yalanını söylediği için/ eğer gözaltına alınırsam, beni beklemesini ve hemen kocaya kaçmamasını tembih ettim. Bunun üzerine /bir daha gitme o zaman!/ Gibisinden bir tepkiyle karşılaştım. “Hassiktir lan ordan amcık” diyemedim ya lâ, ama aklımdan geçirmiştim. O son kelimeyi tekrar bir gözden geçirdim ve kendi kendime “amcık ne lan amın küçüğü mü?” diye sordum. Sonra birden aklıma geldi, am üstünde göt siken bir eleman asla olmadım. Bu nedenle; Bana yar olmayan devr-i devranın, izzet-i ikramını sikeyim. Yansın direnişçilerin alayı, su veren tomanın hortumunu sikeyim. Ben deli miyim, çapulcular gibi, üç beş ağaç için yollara düşeyim? Verirse verir, vermezse:

Çare DEV-ÇÜK

Toprak Şems Tezcan


Kadın Agladı / Aşk Öldü / Adam Katil Kadın ağladı, aşk öldü; adam katil… Susmadı susacağı yerde, gökte konuşmadı susan; gülmedi çocuk açtı açıkta kaldı çocukluğu, perişandı eş dost ya da öyle tavırlara büründü; dayanamadı gözlerinde iki damla göründü… Ağladı kadın öldü aşk adam katil… bilseydim dedi; kafi değil artık baktı, bıktı(m),bakışlarında sustu, anla sustu… bağırdı olmadı yalvardı olmadı dizlerine kapandı ağladı mı ağlar gibi mi yaptı… Kadın ağladı aşk öldü adam katil… ışık loş tavan rutubet sisler içinde perde, bakımsız çağın yırtık sayfaları gibi yerde,sofrada yeşermiş kuru sıkı açlık anlamadı adam karınlar zorda; Kadın ağladı aşk öldü adam katil… konuştu hünkar alkışladı soytarı karınlar tokta; insaf etmedi kalpleri umursamadı çokta; şimdi kanıyor insanlık üç kırık fidan gibi Kadın ağladı, aşk öldü; adam katil…

Yücel Yarımbatman


HE? Saat sabah sekizi geçiyor. bu saatte ayakta olmam, “normal” yaşantının bir parçasını yaşıyormuşum gibi gelebilir. bu ışıkta benden beklenecek şey, ayaküstü kahvaltı edip televizyona bakmam olmalı. filtre kahvem hazır, televizyondaki ya da sabah kapımın önüne bırakılan gazetemdeki şeylerin ilgimi çekmesini bekliyor olmalıydım. ne yazık ki bekleneni yine veremedim. uyandığınız saatte de ayaktayım, uyuduğunuz saatte de. merhametin en derin parçasıyla bile empati yapılabilecek gibi değil. yerimde olmayı kimse istemez. aslında, kimse kimsenin yerinde olmayı istemez. insan formunun istem-dışı ilerleyen akışına göre, hayatın başlangıç evrelerinde kimi insanlarla tanışılır ve bu insanların bir kısmına ve sahip olduklarına imrenilir. kendininkinden daha iyi bir ev, araba, iş, okul, anlayış, espri yeteneği, konuşma kabiliyeti, para, yaşam biçimi, iyi ilişkiler, huzur, para ve benzeri şeyler. eğer kendinin asla göremeyeceği, ağır at gözlükleriyle doğmuşsa birisi, bu nesnelerin kendisinde olmasını istemeyi bırakamaz. o kadar ki, hayatının hiçbir noktasında hiçbir şey onun yüreğini sızlatamaz. bu evreye gelirken birkaç deste yıl geçirir ve sürekli yeni şeylere sahip olma arzusu güder. ikea salon takımı, mango‟dan pantolon, armani‟den ceket, gıcır bir hummer, mücevher, ekstradan birkaç odası olan büyük bir ev gibi, silik şeylere yani. insanları, isteklerinden ve çıkarlarından önce göremeyecek hale gelene dek sürer bu. dediğim gibi, istemdışı.


Bu saatte hala ayaktayım. maaş günü işe gitmem ve mutlu gözükmem gerekirken, herkesin reddettiği eşiğin bir adım gerisinde duruyorum. insanların alengirli cümlelerinde devam ettiğini iddia ettikleri, binalarla ve egzoz dumanlarıyla dolu „hayat‟ın birkaç adım ötesinde. bu iddialı bir söz gibi gelebilir. ancak, birden çok defa ölümle burun buruna geldiğinizde söyleyebilirsiniz bunu. bunun yanında takım elbise giymeyi sevmemenize rağmen, zamanın kravatı sizi boğarken düşersiniz, ölmenin bir kaçış mı, yoksa bir sonlanış mı olduğu dilemmasına.

Annemle konuşuyordum. babam için üzülmeye başladık ikimiz de. ve ben, baş başa kaldığımız vakitlerde hala ona yaşadıklarımı irdelemesi için alıntılar barındıran şakalar yapıyorum, gülüşüyoruz. bu vakitler nadir geliyor ve birkaç saniyelik kahkahaların arasına sıkışıp boğazımızdan geçiyor. kayboluyor. babam, hala gözlerimin altındaki morlukların böbreklerimle ilgili olabileceğini düşünüyor. ve şimdilerde, babasının ona gösterdiği sevgiyi bana göstermeye çalışıyor. saçlarım dökülmüş, tekrar çıkmış ve `beyazlamışken yapmaya çalışıyor bunu. beni umursamayı geç öğrendi. bir sürü ilaç getirdi eve. turuncu-beyaz kapsüllerin olduğu bir kutu, uzun iğneli çubuklar, ölçüm aleti ve şekersiz yiyecekler. bunlar sadece kısıtlı olan diyalogumuza eklenmiş birkaç yeni cümle demek. benim için daha da ötesinde, biraz üzüntü ve anlık gelen birkaç acaba.


Evet, hızlı sürüyorum. fakat bilirsiniz, hız limiti ve akabinde gelen polisler, sadece otobanda vardır. kendimde değilken, kendi elime bağlı ruhsatlı bir silahı buluyorum şakağımda. kanunlara uygun bir vaziyette siktir olup gitmeyi isterken. gitmek dediğim, sondan kaçamayan bir yılkı atı gibi nalları dikmek. yoksa, bildiğiniz en uzağa dahi gitseniz, gözlerinizin arkasında taşıyorsunuz olan biteni. birileriyle konuşmadıkça film şeridi gibi geçiyor gözünüzün önünden. böylesine sıcak bir günde, karın yağdığı o güne gitti gözlerim. bir kamyonetin arkasında, bacağımda yatan ölüsüyle, edirne‟ye doğru, onu gömmeye gittiğim güne. cami cenaze namazı kılmaya bile yanaşmamıştı. hatta yeşil mevta arabası bile tahsis etmemişti. bir kişi dışında, tanıdığım her insan okuluna ve sıkıcı öğretmenlerine uyanıp, günü kurtarmayı beklerken, bu vaziyetteydim. ağlamayı o gün bıraktım. gideceğimi bile bile yanlarında durduğum kadınlar bana kötü, acımasız olduğumu cümlelerle anlatırken bile ağlayamadım. kimseye “git diyememe huyumun tekrarlanmasının akabinde her biri benden gittiğini sanırken, ben onlara fark ettirmeden yürümeye başlamıştım. mutlulardı sondan birkaç gün önce. her şey en az bir cuma akşamı dizi seyretmek ve atıştırmak kadar yolunda sanırlardı. yakılacak fotoğrafların, yırtılacak mektupların ve tarihin çöp kutusuna atılacak şiirlerin yanı sıra, kısa bir zaman dilimine sıkışmış kurtulmak kandırmacasından sonra hissedilecek, soğuk bir nefes bırakmıştım enselerinde. bana bir şey olmadı. gözümü kaybedene kadar yediğim yumruklardan, kalbimi durdurmaya yönelik tekmelerden sonra, böyle şeyler canımı acıtamazdı. zamanın yok edeceği küçük sıyrıklardı bunlar. gelgelelim, kimse böyle olduğuna inanmıyor.


Alkole başladım. alkolü bıraktım. beyaza ve kredi kartına alıştım. yeşile ve sigara kırmaya. küçük yuvarlaklar yutmaya başladım. ilgimi çekmedi, bıraktım. çok para tuttum avucumda, sonra onları başka ceplere bıraktım. bekledim. kısa bir zaman içinde hepsini birer birer yaşadım, fakat hiç sarhoş olamadım. saat 09:08. ben daha başka bir şeyle uğraşıyorum. daha büyük bir şeyle. köşe başlarında serserilerin torbacılığını yapamayacağı bir şeyin. bir kimya harikasının. şu an tütüyor ağzımda. dişlerimi çürüttüğünü, beynimi pişirdiğini, gözlerime tuz döktüğünü ve tüm sinirlerimle bir şarkı çaldığını hissediyorum. fakat yine sarhoş değilim. Altı çökük bir yatağın üstünde oturup düşünüyorum. gün, penceremden gelip geçiyor. ben hiç haz almıyorum. ve size imrenmeyi iki sene önce bıraktım. uykunuza, güzelliğinize, sizi seven babalarınıza, yılbaşı akşamlarınıza ve mutlulukla kutlanan doğum günlerinize, ileride sahip olacağınız mesleğe, hepsine. Bu hikaye, dededen yadigar bir tüfeğin ikili namlusundan yavaşça sıyrıldı ve beni gördünüz. bu saatte, bir sahilde, bu silahı denizin arkasındaki uzağa doğrultmuş, duruyorum. ve, acı size göre sadece etle birlikte hissedilir kıvamda.

Batuhan Perker +90.


Hunharca ”Oku” İçinde yaşadığımız dünya yalanlarla dolu. Herkes ileriye dönük çabalarımızın geri dönüşlerini alırsak hayatımız boyunca mutlu olacağımızı söylüyor. Aslında bu inandığımız en büyük yalanlardan biri. Hayat boyu mutluluk diye bir şey yoktur. Kavramının yokluğundan söz etmiyorum, sadece hayat boyu mutluluk imkânsızdır. 5 yaşındayken annenizin size okuduğu masallarda yer alır sadece. Küçük beyinlerimize işlendiği için yıllar boyu inanmak isteriz buna. Mutluluk sadece anlik bir duygudur. Mesela, hediyenizi açarken, yeni aldığınız kitabın kokusunu içinize çekerken. Bunlar anlıktır. Daha büyük düşünelim. Üniversiteye girdiniz ve istediğiniz iş sonunda sizin oldu. Cidden bu olayların hayatınız boyunca sizi mutlu edeceğini mi düşünüyorsunuz? En iyi ihtimalle hayatınız boyunca para sağlar size, işte bu işinize yarayabilir ama kurtuluş olduğunu düşünüyorsan, çok yanılıyorsun. Materyalist dünyada yaşıyoruz mırıltılarını duyar gibiyim. Ve umutsuz bir romantik olarak, üzülerek söylüyorum ki, aşk ve sevgi de bir ömür boyu mutluluk sağlamıyor. Bir kadın olarak, bu dünyada erkeklerden daha mutsuz olduğumuzu düşünüyorum. Erkekler egolarını biraz daha arka plana atıp hayattaki amaçlarını sorgulama konusunda daha başarılıdırlar.E şimdi buraya nereden geldik derseniz, modern kadının içindeki canavarın yarattığı sahte, mutsuz dünyadan. Bu konu benim kafamı birkaç aydır kurcalıyor. Bu da Madame Bovary‟i okumamla beraber başladı. Onun arkasından benzer mesajları veren Therese Raquin ve Anna Karenina. İçinde bulundukları zaman


diliminin elindekiyle yetinmeyen modern kadın profili. Bir an mutlular, bir an mutsuzlar. Öncelikle hayatlarındaki kocalarından bulamadıkları aşk ve tutku eksikliğini kapatmaya çalışıyorlar ve tabii bu sırada materyalist dünyanın sunduklarını da ihmal etmiyorlar. Bunların ikisini de istedikleri ölçüde elde ettiklerinde hala mutlu olmadıklarını görüyorlar. Daha fazla. Her şeyden. Sadece daha fazlası. Elde olandan daha fazlası. Ancak ellerindekilerle mutlu olmayan insanlar gibi daha fazlasını elde etmek isterken ellerindekini tüketiyorlar. Hatta ellerindekini tüketmekle kalmıyorlar, kendi nefslerini de tüketiyorlar. Aptal ama cesaretli ve tutkulu kadınlar. Evet aptallar, çünkü kurtuluşun kafalarının içinde olduğunu bilmiyorlar. İşte o günden bugüne kadınlarda bir değişiklik yok. Zaman dilimleri farklı olabilir ancak kadınlarımız aynı. Örnek verdiğim bu kitap karakterlerini düşündüğünüzde gün içinde yüzüne baktığınız kadınlardan bir farkı yok. Yani size kendi kurtuluşunuzun nerede olduğunu söylemem için süslü kelimelere de ihtiyacım yok, cevabın kendisi zaten yeterince anlam dolu; Kitaplar.

Sena Öksüz


Gözyaşım Sana her sarıldığımı hayal ettiğimde istemsizce kollarımdan kayıp gittiğini görüyorum aramızdan geçiyor tüm insanlık ve ben sana gözyaşları içinde ellerimi uzatıyorum sense beni sevdiğini söyleyerek geri geri gidiyor ve gözlerimden ıslakça süzülüyorsun sonrasında ise kalbimde bir boşluk Artık ağladıktan sonra yüzümü yıkamıyorum bana kalan, seni hatırlatan tek şey onlar. Ne kadar acı olsada artık onlarıda seviyorum. Ne sesini duyabiliyorum ne de sana konuşabiliyorum artık seni hayal bile edemiyorum. Sesim ol, kör et beni; nefesim ol ve sen gittiğinde ben zaten çoktan ölmüş olayım. Seni seviyorum, her şeyinle ve her zaman. Seni gözyaşlarımda saklayıp, kalbime ağlamak istiyorum..

Toprak Şems Tezcan


Kutsal Kitap yer yüzüne bir kutsal kitap olarak inmek isterdim kiminin inandığı kiminin inanmadığı yıllar içinde bazı değişikliğe uğrasa da hep aynı kalan bir kutsal kitap beni sahiplenen ve ölümüne savunan bir peygamberim olsun isterdim sahiplenen bir peygamberim içimdekiler insanları etkilesin kimilerinin hayatını değiştirsin isterdim bazısı bana gönülden bağlıyken bazısı beni saçma bulup benden nefret etsin isterdim bazen ben bile varlığımla çelişeyim isterdim kutsal bir kitap olarak inmek isterdim bu yeryüzüne hep inanan birileri kalsın diye bu dünyada vazgeçenler olsa da benden gitmeyenler olsun isterdim, isterdim.

Didem Demirkan


Sümük Ve Aşk Hiç/ bir deliği kapatıp Sümküremedim seni Yere inişinde Çıkan şangırtıdan Mutlu olamadım Sen hep Yanlış zamanlarda düştün burnumdan Mesela güzel bir kızla Kurulabilmiş muhabbetin ortasında Su çek, su çek, suçek Hadi dene bir daha// /Unutmak bu kadar mı zor Burnum artık hep kanıyor Mübarek Niagara Su çek, su çek, suçek Dökülsün kanlar Ebru gibi dağılsın Lavabomun ortasında Sonra burnuma tıkadım Yine bir rulolanmış peçete /ile/ Unutulacaksın //Sinuzitim var İçime kanama daha fazla Hiç/ bir deliği kapatıp Sümküremedim seni Sanırım bu sefer Burnumu keseceğim..

Toprak Şems Tezcan



`


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.