Yazmak, şizofreninin sosyal açıdan kabul edilmiş şeklidir. Edgar Lawrence Doctorow
YAZARLAR Toprak Şems Tezcan Cüneyt Eşberk Batuhan Perker Bengi Nur Güvenç Sena Öksüz Didem Demirkan Ibrahim Ababey Ertan Korkuç
Iletisim Facebook.com/MeskalinF ToprakSemsTezcan@Gmail.com MeskalinFanzin@Gmail.com Twitter.com/MeskalinF
Şubat 2014
ÖN SÖZÜMSÜ Merak etmeyin gün yine doğudan doğdu ve sanırım bu gidişlede batıdan batacak, telaşa gerek yok değil mi? Yok. Pislik içindeki inimiz, güzel duygularla temizlenmeyi bekliyor. Bazılarının nefreti bazılarının sevgisinden daha iyi gelebilir, tam bu noktada; bunu bilmekte önemli. Bazen farkında olmamanın farkında olmamak, en büyük farkındalıklardan biridir. Çünkü, hiç. Muz kabularının döşenmiş olduğu, yer yer tanrının gözyaşlarının ıslattığı bu zorlu yol, yaşam olsa gerek. Basmamaya çalışırsan, düşersin. Basmaya çalışırsan, salaklık edersin. Basmayı ögrenip umursamadan yürürsen, yaşamayı bilirsin. Ruhunun öteki parçasını bulursan, birbirinizin önündeki engelleri temizlersiniz ve ulaşırsınız. Ve belki tanrının gözyaşlarını dindirirsiniz. Merak edin, gün batıdan doğmadı ve yine batıdan batacak. Telaşa gerek var.
Toprak Şems Tezcan
Yağmur Damlası Kalbimle yanyana koşuyorum sana doğru sana ne kadar yakınlasırsam okadar görünmez oluyorum. Tükendikçe koşmayı bırakıp, yürüyorum. Hiçbir şey olmamış gibi yanından yürüyüp geçiyorum. Peki kalbimde benim gibi sadece yürüyüp geçebilir mi? Bu sadık kalp benim gibi değil, soğuğun en radikal noktasında benim içimde senin soğukluğunla donarak ölümsüzlüğü buluyor. O benim gibi değil, ben yanından geçmeye çalıştıkça daha çok soğuyorum, soğudukça donuyorum. Ben dondukça, kalbim daha da ölümsüzleşiyor. Göz yaşlarımla ısıtıp buzlarını eritiyorum; sonsuzluğa ağlayarak, kalbim ve ben yine senin yanına buharlaşıyoruz. Birbirine yakın düşen yağmur damlaları gibiyiz ama biliyorum asfaltta patlamadan beynimiz kavuşamayız biz..
Toprak Şems Tezcan
Sarıldıkmı Anadolu'yduk Sevme beni, gelme bana böylece daha katlanılmaz bir hale bürünsün hayat içime çektiğim ağır ağır acıtan tütün oluveriyorsun saçların geliyor aklıma, kokladığım boylu boyunca Ey en uğrak toprak, yenilir yutulur cinsten değilsin sarıldık mı Anadolu'yduk, gittin mi İstanbul tenhalığı yatakta: ne üstümdeydin ne altımda. Yanımdaydın, anı defterimi defalarca karıştıran bir fukarayım Ki gülüşünü hatırlayayım diye her defasında... Gelme bana, sevme beni sokaklarında tedirgin edici kederli geceler bulmuşum bir dilim ekmeği ıslatıp kuşları ellerimle doyurmuşum Sonbahar arifesinde düşürüldüm hep daima gencecik! Ecel insanlaşmış: çok kahredici hemde, hemde çok nicedir sevme hakkımı kullanamayacağım, bekleme. Ah ihtiyarlaşmış gökyüzü pek ağlamaklı ardımdan
Cüneyt Eşberk
ikişehir bir insan, diner mi acılarım parçalarımı ellerim kanayarak toplasam? Tutunamadığım bir şehrin raylarından geçen trenleri izliyorum. Her şey olağan, her şey bir koşuşturmaca. Adını bile bilmediğim sokaklara izin veriyorum, canımı acıtmaları için. Başka bir şehrin sokaklarında bıraktığım çocukluğum, hala o kaldırımda bekliyor. Sanki gelecekmiş gibi, sanki hiç olmamış gibi onca şey. Çocuk aklı işte, unuturum geçer sanıyor. Oysa zamandan başka bir şey geçmiyor. Anılara, acılara, mutluluklara her gün başka bir yabancının eli değerek artıyor. Değerler azalıyor ve hiçbir şey geçmiyor. Kırık bir çocukluk, en zoru. Ne yaparsan toparlanamıyor. Kalbine silikonla yapışmış bir acı bu. Ne sökülüyor ne unutturuyor. Ruhundaki çiçeklere verecek su bulamadığında insan kuruyor. Başka bir deniz, başka bir yağmur, başka bir şehir yetmiyor. Acı hiç geçmiyor ve artarak kalbini hep sıkıştırıyor.
Bengi Nur Güvenç
Üç Nokta Kadınım demek geçiyor içimden, sessizliğine ağlamak. Ölsen diyorum, ah bir ölsen, mezar taşlarında arasam seni, bulsam sonra. Gözyaşlarımı karıştırsam kutsal toprağına. Çiçekler bıraksam, yabani otları temizlesem sonra, yanına uzansam toprağına sarılsam, ama ben sarılsam sadece. Kalbim bilinmezliği küf kokan, nefesinde çırpınmasa mesela. Ölümüne ağlasam, tanrıya yakarsam cennette o şimdi diye su serpsem kalbime, ama olmasa mesela. Ölmek istesem ardından, cennette sonsuza dek mutlu oldular diye, iğrenç bir masala inanıp. Şehrin gamzelerine gömseler seni, dudağının hemen kıyısına. Seni görmek için, bütün şehri güldürsem mesela… Kırmızı pabuçlarım olsa, kocaman bir burunla, şehri toplasam meydanda. Kahkahalardan ağıtlar yaktırsam sana.
Eski tanrılara inansam mesela. Hadese küfürler savursam. Fotoğrafın olsa elimde, bütün şehre sorsam onu tanıyormusunuz diye. Unutturmasam mesela kimseye, herkese anlatsam. Deli desinler mesela bana, hor görüp dövseler, acısalar sonra üç beş kuruş sıkıştırsalar, nasırlı kalbime. Ama ben rahat rahat dolaşsam şehrinde. Senin yerine de şişirsem ciğerlerimi, yeni çıkan filmlere iki bilet alsam mesela, sonra sana anlatsam beraber gülsek. Ben iki kere gülsem… Sen öl sevgili. Sen öl… ben ağlasam acılarınla, yaşarım ben bir bedende iki kişilik aşkla. Sen öl sevgili. Sen öl… Bağışlamasın melekler beni nasılsa satır başlarında bir gün bende asarım kendimi.
Ertan Korkuç
Badum Tıtıs Dum Dum Tıs Tıs acıklı bir davul ritmi geçiyor kulaklarımdan, ister istemez bacaklarımı sallıyorum. Ellerimi dizlerime vuruyorum, sana vuramadığım kadar sert. Durmadan düşünüyorum, şu an bile. Tırnağından daha küçük aklından bin kelime geçiyorsa biri ben olmalıydım diye ah ediyor, vah ediyorum sevgilim inanmayacaksın ama ben de korkuyorum korkuyorum çünkü içeride uyurken annem ve kardeşim, beni boğmanı istemiyorum özür dilerim, bildiğimiz bir şubatın ortasında ellerimin üstünde titreyerek ellerin ve ölmeye dünden razı bir cumhuriyet askeri gibi her zamankinden daha tuzlu denizler üretmeye hazırken gözlerin bana bırakma derken, sen fark etmeden sana kendimi bıraktırdığım için Bastığın her kaldırım taşında bana bahşettiğin bulutlardan düşüyor, dudaklarından öpüyorum sevgilim
Batuhan Perker
Yazmaya başladım. Işıkları kapattım. Odamın karanlığında sol tarafımda bulunan ayna ile üç dakika arayla yirmi ikinci göz göze gelişimizi gerçekleştiriyoruz. Beynimi kemirmeye devam eden; Tanrı ve biraz müzik. Düşünmeye devam edip, hâkikatın tadına varmak istediğim gecelerden birindeyiz. Hiç bir şey olduğumu düşünüyorum. Hiç bir şey olduğumuzu ve hiç bir zamanda birilerinin her şeyi olamayacağımızı. Sokaklarda koşup, sokakları toz içinde bırakacağız, bir kaç esnaftan küfür yiyeceğiz. Belki bir küçük taşa basıp yere yıkılıvereceğiz. Bir el arayacağız, gelip bizi kaldıracak, yaralanan dizimize yara bandı yapıştıracak. Olduğunu varsayarak koşacağız. Hakikate doğru... Hakikat hiç bir zaman karanlık olmaz. Biz hep koşacağız. Aydınlığa, ışığa doğru. Yazmayı bıraktım.
Ibrahim Ababey
Aşk’a Aşık Hisler, hissettiklerimiz, duygularımız. Bazen bu gibi kelimelerle sınırlandıramayacağınız kadar güçlü. Isimlendirelemeyecek kadar. Kalbinizdeki kişinin gözlerinin içine baktığınız o an. Bakmaya dahi kıyamadığınız. Sabitlenemeyen bakışlar. Tek bir bakışıyla duygularınızı çökertebilir. Bu bakışlar duygularınızı tavan da yapabilir. Bu bakışlar size ne yapabileceğini daha bilmiyor. Ah bir bilse.. güçlü şeyler hissetmeniz için karşındakine aşk gerekmiyor. Sevgi, hoşlanma, beğenme. Yine kavramlar, yine etiketleme çabaları, yine isimlendirme. Bir kaba sığdırma çabaları. Duygular. Hayır duygular, buna uyamaz. İsimlendirmeye çalıştığınız şey, kalbinizden geçenlerle aynı değildir. Ağzınızdan dökülenler nasıl olabilir aynı? Bu kadar iyi açıklanabilen duygular gerçek midir? Bir bakıştır hissettiklerinizi doğrulayan, bir el işareti, bir mimiktir. Kelimeler güçlü olsa da aldatıcıdır bir o kadar. Sizi ve karşınızdakini. Kelimelerle sınırlandırmayın duygularınızı. Hayal edin karşınızda oturduğunu O’nun. Gözlerini indirdiğini kirpiklerini takip ettiğinizi. Ellerini gözlerinin kenarına götürüp hafifçe kaşıyor, lanet telefonundan çekiyor parmaklarını. Birkaç cümle kurup sizi ve kendisini güldürüyor. Güzel dudakları kenara çekilerek düzgün dişlerini ortaya çıkartıyor. Ah o dudakların dudaklarınıza
değmesini istiyorsunuz. O ellerin bacaklarınızda hareket etmesini, gözlerinin hep aşıkane tavırlarla bakmasını istiyorsunuz. O hala söylediği şeylere tepki bekliyor siz kafanızın içindeki fantazideyken. Hayır sevmiyorsunuz onu. Siz kimseyi sevemezsiniz. Siz kimseyi kendinizden daha fazla sevmeyecek bencil insan. Aşka aşıksınız. Aşkın düşüncesine. Bu düşünce sizi o kadar kör ediyor ki somutunu göremiyorsunuz. Hem aşık olmak ne kadar zor olsa gerek ki? bir bakış, bir kelime, bir temas. Yetmez mi? Yetse keşke. Keşke. Keşke. Aşka özlem, aşık olmaya özlem, sevdiceğe aşık olmaya özlem. Bilmediğiniz o diyara özlem bu aslında. Bu yazı kafa karışıklığıdır, bu yazı hızla akan düşüncelerdir, bu yazı tecrübeyle sabittir, bu yazı yaşanmışlıktır. Hayattır.
Sena Öksüz
Biliyorum, sana giden yollar kapalÄą Ăœstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni..
Yanlış, daha baştan yanlış bir şiirdi bu, biliyorum ve belki ömrümüzün yakın geçmişi bu kadar dogruydu ancak, kimbilir. Kalbim unut bu şiiri..
“Anne, gözlerinde göreceksin beni.” I.// yirmibir, şubat. Giderek soğuyordu hava. Bu, çocuklar için aileleriyle bir kitabı tartışmak için iyi bir fırsattı. Işık yapsın diye açık duran televizyonda eski yapım vasat bir aksiyon filmi oynuyordu. Idare parasını alamadığı için kaloriferi kesmişti. Evet, bu bir kız çocuğu için, ölü bir adamı kitap sanıp, aşık olmak için kaçırılmaz bir fırsattı. Pencerenin hemen önünde, yazları sidik kokan yaşlı bir ıhlamur ağacı vardı. Gün, güzel bir geceye dönüşmüştü. Fakat sokakta ve sokağın adamlarının lügatında “güzel” yoktu. ya kötü, ya da en kötü. Oturuyorlardı. Içeri girdim. Yüzüme baktılar. Bir yıl daha, dedim. Bir yıl sonra görmeyeceksiniz, kuvvetle muhtemel ismimi duymadıkça hatırlamayacaksınız beni. Güldüler, alaycı. Kafalarını tekrar gömdüler önlerinde duranlara. Altı sigara vardı. Geri sayımın henüz başladığı bu gecenin ucunu yakalamak istedim. Elimdekiler belliydi. Az kalmış saddam, rasyonalize edilmiş filmler ve soğuk yastık. Hepsi imkansız gözüktü. Düşünmeye ve idrak etmeye üşenirken, çıkmazın bu denli içine düşmek yorucu geliyordu. Patlayasıca kafatasımın içindeki iki dişli çark yavaşladı, yavaşladı, yavaşladı. Gözlerim sürekli kapanmaya başladı. Onca şeyi düşünmeye çalışırken, yenildim.
Gözlerimin karasında yatan düşte, sözü edilen eski diyarlardan bir gezgine rastladım. iki ince bacak ve bir kara delik, dedi. Güldüm.
II.// yirmiiki, şubat. Alarmı kapattım. Yüzümü yıkadım, ki bu süreç her zamankinden daha ağır işledi. Saçlarımı düzeltmeye gitmedi ellerim. Aynadaki çatlakların arasından gözbebeklerime baktım uzunca. Çıktım. Aynı yöne yürüdüğüm insanlar, birkaç saat sonra olacakları ihtiva ediyorlardı. Epey telaş yüklülerdi, kaygısız görünüyorlardı. Yedi günlük zaman diliminin beşinde meskun bu saatte uyanarak uyuşuyorlardı. Meskun mahalden çıkıp belediyenin şaşalı dükkanlarla dolu caddelerinde konuşlanarak iş yerlerine en yakın yerden geçen otobüsü beklediler, yine. Duman yavaşça ilerledi. Gün aydın oldu. kartlar sereserpe, masanın üstünde uzanmıştı. Bu vaziyette elinden tuttuğum kadın ise, sabahın yedisi olmasına rağmen taşıyordu boş mutsuzluğunu. Oturdum. Mahmur garson ne istediğimi sormaya yanaşmadı bile, hemen getirdi. Kafamı kaldırmadım. Biraz bekledi önümde. Başka bir arzunuz var mı, diye sordu. Yüzüne baktım. Bugün benim doğum günüm, diyebildim. Şaşırmış gibi yaptı, yüzü güldü.
Fakat samimiyetin bir yerlerden çıkagelmesini beklemiyordum. Teşekkür ettim. Tabaktaki peyniri ufaladım. Çayın yanındaki şekeri masanın uzak köşesine koydum. Etrafı gözledim. Bunu yapmayı severim. Herkesin boğulduğu bu yerde, daha az boğulan birilerini aramak hoşuma gider. Duvardaki çorak renk, oturan herkesin başını eğmişti. bir kadına ilişti gözüm. Güzel görünümlüydü. Beyaz tenli, omzuna kadar kumral saçlı, az makyajlı ve ciddi giyimliydi. Tedirgindi epey. Sıkça değiştiriyordu baktığı yerleri. Bozuk bir ritimle vuruyordu parmaklarını masaya. Garsona siparişini tekrar etti, yaban mersinli çay. Garson buyur etti. Görür görmez sakarin istedi. Garson onuda getirdi. Peynirleri ufaladım. Tabağa dokunmamıştım. Çaya da. Tuvalete gittim. Hızla çıktım. Paltom soğuğu geçiriyordu artık. Bir işe yaramıyordu. Peygamber sinekleri gibi hızla geçip giden arabalara baktım. Gittim. Kesik bir baş gördüm. Gömülü, göz kapakları çukurlu, memnunsuz kaşları, alçak gönüllü gülümsemesi ve kanıksamış ifadesi vardı. Yaşlı gezgine göre yüce heykeltıraş, mukaddi gönlünü esirgememiş toprağa gömülmüş bu yüzden. Inanmış. Benim yüzümdü bu. Hissettim içimde ölen sevgiyi. Güzel bir kadın sesi duydum. ellerime baktım ve sıkılı yumruğum yırtıldı.
Ah, rabbim. Herkesi kitap zanneden ahmak kız çocuğunun muhtemelen çok sevdiği yazar köpeklerden biri çıkmıştı ve şeffaf akıllara kazınası o sözünde masumiyeti kimseye layık görmemişti. Velhasıl birileri kapıları kapatmıştı ve karanlığın sırtında asılı kalmıştım. Her şey bitti.
Batuhan Perker
Çekik Gözlü Zenci, Kamasutra Yapamayan Solucan; Nemfoman Tanrı Ve Nikotinsiz Sigara.. Tanrı gidici görünüyor, dilinde yine kullarının sözleri. Gözyaşlarıyla (müslümanlığa çekemediği eski kullarını) sellere boğup kıyamet günü kulaklarına şunları fısıldıyor “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdûhü ve resûlü” böylelikle Ingiltere adacığı eski ilahları tarafından Manş denizinin 120 metre dibine gömülmüş oluyor. Sanırım Tanrı nemfomaniye yakalandı. Doyumsuz bir din isteği duyuyor, adeta aşkı beden beden arayan günümüz amlıları gibi. Önce bir yahudi sevdi, sıkılarak terk etti. Herifi yalnızlığın paslı kollarına itelemesi yetmiyormuş gibi birde yakmakla tekdit etti. Sonra ikinci baharında bir hristiyan buldu kendine, oda sarmadı. En son bir müslüman sevdi, o bendim. Sonsuz mutluluğa ulaşmam için bana 5 şart verdi, her şey oldukça güzeldi. Putperestçe seviyordum yine kendi yarattığım Tanrımı. Benden 5 vakit namaz istedi, ben uyanık olduğum her zaman ona ibadet ettim. Benden sadece onu sevdiğimi söylememi istedi, ben ona şehadet ettim. Her zaman onun birliğine inandım ve asla şirk koşmadım, onu aldatmadım. Zekatlarımı parayla ölçülemeyecek olan sevgimle verdim.
Sevgilim; yine bir Tanrı ölüyor kollarımda, gözün kapalı bana koşabilir misin? // Kendimi gözleri kapalı ağlayan bir örümcek gibi hissediyorum, sekiz kolumla (bacağımla) “hayatım’a” zar zor tutunuyorum. / Sanırım Mikail’i çok sinirlendirdik, bugün çok sert esiyor rüzgar. Daha fazla tutunamayacağım sanırım sana, tüm zorbalığıyla koparmak istiyor beni senden, diren aşkım diren.. Sevgilim; yine bir Tanrı ölüyor kollarımda, beni kalbin olmadanda sevebilir misin? Söyle bana sevgilim, ağzından saçmadan kelimeleri yüzüme, üzerime kusmadan nefretini; sevgini sinirlendiğinde /adını siktiğim/ yavuz sultan selim köprüsünden atmadan devam ettirebilir misin? Tanrı öldü sevgilim, şimdi seni sevebilirim. Sonunda başbaşa kalabildik, asıl şimdi korkusuzca en baştan sevebilir misin beni? Tanrı kollarımda öldü sevgilim, Bir budist gibi sev beni kâfi. Seni ben öldürdüm sevgilim, Bir sufi gibi dön bana kâfi..
Toprak Şems Tezcan
Uzay Boşluğunda Sürünüyorum bazen canın o kadar yanıyor ki bir daha hiç üzülmeyeceğini sanıyorsun bazen canın o kadar yanıyor ki bundan sonra ki her şeye göğüs gerebileceğini sanıyorsun, yapamıyorsun her darbede biraz daha yere yaklaşıyorsun her düşüşünde ağzını yere vurmanın zonklaması sana en acısı geliyor kanın tuzlu tadının en kötü tat olduğunu sanıyorsun, sonradan kaburgalarına bir tekme iniyor önce bir sıcaklık sonra yavaş yavaş dağılan bir acı kavruluyorsun ,yediğin tekmeyle biraz daha dibe gömülüyorsun bakıyorsun ki toprağın tadı kandan daha kötüymüş daha diyorsun daha kötüsü ne olabilir ki yakandan tutup yukarı çekiyor seni hareket etmek biraz daha yakıyor canını acıdan bayılacak gibi hissediyorsun bir an önce bitmesi için yalvarıyorsun tanrıya seni duymuyor eğer diyorsun şimdi ölmezsem bana neden yardım etmediğini düşüneceğim ama şimdi senin emanetini koruma vakti bütün bunların yanı sıra iki koca el seni kavramış sarsıyor seni sevmediğini haykırıyor yüzünde olanlar tükürük mü yoksa deli gibi akan kan mı karar veremiyorsun
sonra bir boşluk uzay boşluğunda sürünmek gibi dünya zamanına göre sadece bir iki saniye ama uzaya göre yıllar sürüyor o iki elin seni bıraktığında toprakla tekrar buluşman uzun sürüyor hangi zaman diliminde canın daha çok yandı bilemiyorsun hala uslanmamış biçimde tanrıdan sana yardım etmesi için beklentilisin ama o hala yok saatler geçiyor hala düşüyorsun aylar, yıllar geçiyor ve nihayet diptesin toprakla nihayi buluşma sonra bulanma başlıyor şekiller anlamını yitiriyor saat icat edilmemiş sanki ve hala en yüce şey güneşmişcesine gözlerinde hakimiyet kuruyor şimdi her yer ışıldıyor ışık o kadar çok ki her yeri bembeyaz yapıyor sonsuz bir ışık acın azalıyor gibi hissizlik uyuşukluk tekrar gözünü açtığında güneşin yerini florasan almış etrafta öten cihazlar etrafında koşuşturan beyaz silüetler acı kaldığı yerden devam ediyor uzaktan sevdiğin insanların sesi geliyor çok uzaktan çok derinden
babacan bir ses ne yaparsan yap uykuya bırakma kendini seni yenmesine izin verme diyor ama o kadar tatlı ki uyku biliyorsun uyursan acın tamamen dinecek sevdiklerinin sesleri daha derinleşiyor şimdi babacan ses soruyor hatırlıyor musun olanları yeni suluboya yapılan resmin üstüne dökülen su gibi zihnin bakmaya çalıştıkça renkler ve şekiller karışıyor düzeltmek istedikçe daha berbatlaşıyor uyku bastırıyor biraz biraz ve biraz daha babacan ses de derinleşiyor hayır diyor galiba neden ve kime olduğunu bilmeksizin kendini teslim ediyorsun uykunun sinsi kollarına sonrası uzay gökyüzündeki bulutların arasına değil uzaydaki yıldızların içine bazende tam bir boşluğa gidiyorsun ama buraların iyi bir yanı var artık hiç acı yok.
Didem Demirkan
Bir Tanrı, üçeyrek melek. Ay doğuyor, Bir denizatı gibi kendi meleğimi doğuruyorum /Doğum ne kadarda sancılıymış doğduğum yere geri dönemedim meleğim doğuyor, döneceğim.. Bazı şeylerin Tanrısıyım, ay doğuyor gece bile karanlık değil artık sonu geldi –bağzı- şeylerin annesi sonradan doğan yetim bir kalbe sahibim/ benim valim, kaymakamım, Çin ordum ve Nazi disiplinim. Ay doğuyor, bir denizatı gibi kendi meleğimi doğuruyorum //Her annenin yaptığı gibi, meleğimi özenle doğuruyorum. Tek fark, meleğimi yalnızlıkla dolu hayatın kollarına değil; kendi kollarıma kalbimden doğuruyorum..
Ben bazen çağresizliklerinde Tanrısıyım, /Bu sayede çağresizliklerin çağre yarattığı bu dünyada bugüne kadar hayatta kalabildim. Tanrı bitkin, melek yorgun bir denizatında ruh bulup, birbirlerini -çağreliceaşka / aşkla doğuruyorlar. Ay doğdu, denizatı doğum esnasında ben meleğin içinde can buldukça b/Aşkalaşıma uğradı.. //Tanrı başladı artık Tanrılığını yapmaya adalet dağıtıyor, iyi kötü diye ayırarak. Denizatlarının kişnemediği dünyada tezatlıkların Tanrısınında sezdiği gibi onun sonu, her şeyin baslangıcı oldu.. /Başlamak bitirmektir, bitirmek ise başlatmak bu nedenle hiç başlamadık ve hiç bitirmedik hiç başlamayacak ve hiç bitmeyeceğiz.// Tanrı ile melek /sadece/ denizatlarının kişnemesi sayesinde birbirlerini fark etti. denizatlarının kişnediği, yeni bir dünya: Bir Tanrı ve üçeyrek melek..
Toprak Şems Tezcan