İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlıkta Tarih Teori Eleştiri Yüksek Lisans Bölümü
Bahar 2014 Dönemi
ARCH 514 – Theories of Modern Architecture II dersinde tutulan notlar ve okunan metinler hakkında yazılan yazıların derlemesidir.
Mesut Öztürk 113823006 Eylül 2014 İstanbul
1
İçindekiler Savaş sonrası yaşanan gelişmeler
3
Film: Playtime – Jacques Tati
8
Richard Buckminster Fuller
14
Archigram
19
Cedric Price
23
High-Tech
23
Makale: The Battle Of High Tech: Great Buildings With Great Faults - Charles Jencks
30
Uluslararası Situationistler
35
Le Corbusier ve Brütalizm
40
Alison ve Peter Smihson (Yeni-brütalizm)
41
Team X
49
Makale: İki Brütalizm – Günkut Akın
55
Karşılaştırma: House of the Future ve Patio and Pavilion
63
New York Beşlisi
65
Makale: Introduction to Five Architects – Colin Rowe
73
Robert Venturi
75
Kitap: Mimarlıkta Karmaşıklık ve Çelişki - Robert Venturi
84
Postmodern mimarlık
88
Aldo Rossi
95
Venturi ve Rossi
107
2
Leon Krier
107
Kitap: Şehrin Mimarisi – Aldo Rossi Makale: Aldo Rossi: The Idea of Architecture and the Modena Cemetery – Rafael Moneo Makale: Mimari Stiller: Kent Mimarlığı – Tansel Korkmaz Makale: Aldo Rossi’de Akıl ve Hafıza – İhsan Bilgin, Mehmet Karaören
109
Colin Rowe
114
Makale: an Introduction to the Information Age – Manuel Castells
127
Postmodernism and Consumer Society - Frederic Jameson
132
Makale: Building Dwelling Thinking – Martin Heidegger
133
Eleştirel Bölgeselcilik
138
Makale: Towards a Critical Regionalism: Six Points for an Architecture of Resistance – Kenneth Frampton Makale: Bölgeselcilik – Tansel Korkmaz
140
Peter Zumthor
146
Yapısöküm
151
Makale: Point de folie – Maintenat l’architecture – Jacques Derrida
155
Fold ve parametrik tasarım
162
Makale: Skin and Bones. Folded Forms from Leibniz to Lynn – Anthony Vidler
169
Makale: The Generic City – Rem Koolhaas
173
3
Ders: 07 03 14 Savaş sonrasında yaşanan gelişmeler
İkinci dünya savaşından
sonraki ‘altın yıllar’
döneminde ABD dünyanın süper gücü olmaya başladı. Amerikan kültürü tüm dünyaya yayıldı. (TV dizileri, McDonalds vs.) Üretim patlamasının yaşanması tam istihdamın gerçekleşmesini sağladı. Bu üretimin dörtte üçü gelişmiş
ülkelerde
yapılıyordu.
Refah
devleti
uygulamalarının yükselmesiyle yaşam endişesi silindi. Soğuk savaş sürse de Doğu ile Batı arasındaki sınırlar belliydi
ve
soğuk
savaş
aslında
devletlerin
iktidar
kurmasının aracıydı. Yoksullarla zenginler arasındaki gelir farkı 60’lardan itibaren açılmaya başladıysa da Avrupa’daki refah
devletlerinde
arasındaki
gelişmişlik
çok farkı
hissedilmiyordu. giderilmeye
Bölgeler
çalışılıyordu.
Ecevit’in köy-kent projesi de bu aynı amaçla geliştirildi. Altın yıllar 70’lerde sona erdi.
4
Suburbanization
Bu dönemde kentlerde suburbanization başladı: Avrupa’da periferiye işçi blokları yapılırken ABD’de bahçeli evler inşa edildi. Bu bölgelerde kamusal alanlar oluşmadı.
Tren
istasyonlarının
yerini
havalimanları
aldı.
Fordist üretim sistemi turizm, fast food, üniversiteler gibi hayatın her alanına sirayet etti. Plastik günlük hayata girdi. Tüketimin artmasıyla reklam sektörü yükseldi. Reklam hayatı ve sanatı etkiledi.
McDonalds
5
Teknolojideki gelişmeler hizmet sektörünü etkiledi. Taşınabilir, kullan-at, sökülüp yapılabilir ürünler ortaya çıktı.
Doğum
kontrol
hapının
keşfi
kadının
özgürleşmesine ve çekirdek aile yapısının dağılmaya başlamasına neden oldu. Tek başına yaşayan insanların sayısında artış oldu. Gençler evi daha erken terk etmeye başladı. Bu gelişmelerin sonunda planlama stratejileri değişti. Homoseksüellik tanındı. 60’lardan itibaren Batı’da muhafazakarlık kırılmaya başladı. Bireyin özgürleşmesiyle gençlik kültürü oluştu. Gençlik dönemi bu dönemden itibaren
hayatın
zirvesi
olarak
görülmeye
başlandı.
Kapitalizmin hedef kitlesi de gençler oldu. Başkaldırı hareketleri başladı. 68 Hareketleri gençlerin bireysel özgürlük isteğinin sonucuydu. Yeni bir politik düzen istiyorlardı. Gelecekte değil ‘hemen şimdi’ özgürlük talep ediyorlardı.
Talepler
arasında
seks
ve
uyuşturucu
özgürlüğü de vardı. Bu hareketler sırasında gençler kişisel arzularını özgürce dışavuruyorlardı. Bu süreç bireyin toplum karşısında zafer kazanmasını sağladı. Avrupa’nın
6
ütopyası da budur. Bireyin kutsallığının kurulmasının bedeli
toplumsal
bağların
çözülmesi,
yalnızlık
ve
yabancılaşma problemleri oldu.
Hippi gençler
Yüksek kültür - alt kültür tartışmasının sonucunda popüler kültür değer kazandı.
Savaştan sonra bilime ve teknolojiye olan sonsuz güvenin yıkılmasıyla pozitivizm çöktü.
Paradigmanın
yıkılmasının yarattığı krizle birlikte varoluşçu düşünce yükseldi.
7
Bu dönemde mimarlıkta iki önemli gelişme oldu. Bernard Rudolfsky’nin Architecture without Architects (1964) kitabıyla birlikte vernaküler popüler olurken diğer yanda Yeni-brütalizm ve Archigram hareketleri ortaya çıktı. İki
yolun
ortak
noktası
modernist
mimarlığı
eleştirmeleriydi.
Modernizm dünyaya yayılmak istemesine rağmen hep kahramanlarıyla var olmuştur. durumu
eleştirip
Archigram,
Yeni
anonimliği Brütalizm,
Yeni-brütalizm bu
savunur. New
York
High Beşlisi
Tech, gibi
hareketlerin hepsi modernizmi eleştirmesine rağmen hiçbiri modernizmin ötesine geçmeyi önermediler. 66’dan sonraki postmodern görüşler yeni bir alternatif sundu. Revizyon
hareketleri
modernizmin
içinden
ütopyayı
çektiler. Bu sürecin sonunda sıradan olan kahramansal (heroic) olana karşı zafer kazandı. Bu süreçte tüketim toplumu, reklam ve Pop art’ın etkileri önemli oldu.
Okuma önerileri: Kısa 20.Yüzyıl – Eric Hobsbawm Architecture without Architects – Bernard Rudolfsky
8
film Playtime - Jacques Tati
Playtime
Film düşündüğümüz
baştan
hastane
olduğunu
ama
sonradan
havalimanı
olduğunu anladığımız steril bir mekanda başlar. Herhangi
bir
modernizmin
yer
olabilecek
anonimliğinin
mekanlar
ürünleridir.
Bu
anonimliğin içinde üretilmiş bir mekan hastane de olabilir, kamu binası da, havalimanı da. Hepsi
de
modern
insanın
yabancılaşma
duygusunu perçinler. Tati, filmi modernliğin yarattığı bu yabancılaşmayı karikatürize ederek eleştirilmek
üzerine
kurmuştur.
binmek için
muntazam
bir
sıra
Otobüse oluşturan
9
insanlar, otoparkta sonu görünmeyen bir örnek otomobiller ve trafiğin tek düze akışı modern hayatın bir makine gibi işlediğini ortaya koyar. İnsanlar o kadar birbirinin aynısıdır ki, “Bay Hulot!” diye seslenilen kişiler bir türlü Bay Hulot çıkmaz. Havalimanına inen Amerikalı kafile
otobüsle
şehir
merkezine
giderken,
geldiklerini ancak asfalttaki Paris yazısıyla anlayabiliriz.
Paris’te
karşılaşılan
manzara
herhangi bir şehirde olabilecek birbirinin aynısı cam
gökdelenlerdir.
olması
modern
Filmin
kentin
sette
çekilmiş
monotonluğu
ve
ıssızlığının abartılarak verilmesini sağlamıştır. Gerçekte filmdekine benzer bir modern kent kurulmuş olsa bile, insanlar onu kullanarak ve eskiterek kendilerine ait kılabilirlerdi. Oysa filmdeki tüm mekanlar son derece steril, yeni ve parlaktır.
Şehirde
binalar,
insanlar
ve
otomobillerden başka hiçbir şey yok. Çölü andıran bu manzaraya bakan turist kafilesinin hayranlık dolu konuşmaları da hissettiğimiz yabancılaşmanın etkisini artırmaktadır.
10
Playtime
Bu çölde insanın yaşamını sürdürmesi de kolay değildir. Bir işini halletmek üzere büyük bir ofis binasına gelen Bay Hulot, her tarafı
camla
çevrili
bir
lobide
ne
kadar
süreceğini bilmeden birilerini beklemeye başlar. Bina içinde haberleşmek için çok karmaşık bir makine kullanılmaktadır ve bunu sıradan bir insanın kullanabilmesi imkansızdır. Makine ve bina insan üzerinde sanki bir tahakküm kurar ve Bay Hulot durduğu yerde ezilir. Tuhaf modernist koltukta bir türlü rahat edemez. En sonunda çağrılır ama bir başka makine olan asansöre mağlup olarak muhatap olacağı kişiyi bina içinde kaybeder. Hulot, labirenti andıran bina içinde adamı ararken biz de modernliğin bir başka yabancılaştıran mekanı olan ofisi
11
tanırız. Her yer o kadar aynıdır ki aradığı kişiyi uzaktan görse de ona bir türlü ulaşamaz. Bu sırada turist kafilesi de turizm acentasının ofisine ulaşmıştır. Ofisin içinde dünyanın farklı şehirlerinin afişleri vardır ve hepsinde de aynı modern gökdelenin fotoğrafı kullanılmıştır. Aynı binadan sokağın karşısında da vardır ve onun fotoğrafını çeken turistlerden biri içeri girerken bir an için cam kapının yansımasından Eyfel Kulesi’ni görür. Şöyle bir geri dönüp baksa da çok oyalanmadan içeri girer. Daha sonraki sahnelerde cam kapıdan Sacre Coeur ve Zafer Takı’nı da gösterir Tati.
Playtime
Kaybettiği
adamı
yeniden
bulmaya
çalışan Bay Hulot kendini bir eşya fuarında
12
bulur. Fuarda gereksiz işlevleri olan modern nesneler insanlara birer ihtiyaçmış gibi sunulur. Bir sonraki sahnede bir arkadaşının evine konuk olurken
görürüz
Bay
penceresiyle
içerisinin
görülebildiği
bir
evdir
Hulot’u.
Devasa
sokaktan
tamamen
burası.
Dışarıdan
bakıldığında üst üste, yan yana kutularda farklı yaşamları aynı anda görürüz. Yine tekinsizlik hissi veren, bir sayıdan ibaret olma durumudur bu. Le Corbusier’in dediği gibi ev içinde yaşanan
bir
makine
olmuştur.
Tabi
Le
Corbusier’in şiirsel dokunuşu eksik olduğu için çok
daha
mekanik
ve
yabancılaştırıcı
bir
mekandır. Bay Hulot elektronik kapıdan dışarı çıkmayı beceremeyerek yine makineye yenik düşer. Filmin en uzun sahnesi olan yemek bölümü
restoranın
inşaatıyla
başlar.
Lüks
restoran, akşam müşteriler gelinceye kadar bitirilmeye çalışılmaktadır ancak birçok aksilik yaşanmaktadır ve sonunda sadece müşterilerin görebileceği
kısmı
bitirilerek
yetiştirilir.
Modernlikle birlikte imge bütünden kopmuştur, dolayısıyla her şey görüldüğü sürece gerçektir. Yaşam seyirlik hale gelmiştir. Bay Hulot’nun
13
misafir olduğu evde sırf o evde olduğu için farklı davranmıştır ev sahipleri. Restoranda da mutfağın bitirilmemiş olması önemli değildir. Müşteriler gelirken mimar bir yandan yerinde çözümler
üretmeye
devam
etmektedir.
Bu
sırada bazı detayların aksadığı görülür. Lüks bir ortam yaratılırken aslında ne kadar da sahte olduğu görülür. Restorandaki varlıklı kişiler auranın
içinde
olduklarına
inanırlar
ancak
arkasında gayet sıradan bir modern inşaat süreci vardır. Yaratılan atmosferin sahteliği yıkılan tavanla ayyuka çıkar. Ancak insanlar hiçbir şey olmamış gibi eğlenmeye devam ederler. Hatta kapitalist Amerikalı bu durumu da fırsata dönüştürmenin bir yolunu bulur.
Playtime
14
Son sahnede açık bir metaforla modern şehirdeki
yaşam
lunaparka
benzetilir.
Biz
modern insana düşen de birer bilet alıp atlıkarıncaya binmektir.
Ders: 14 03 14 Archigram ve High-Tech’in ilk öncülü olan Crystal Palace (1851) ile birlikte Açık Mekan kavramı ortaya çıkmış,
kompozisyon-bütünlük
önemini
kaybetmiş,
modüler bir mimarlık anlayışı (architecture of growth and change) ortaya çıkmıştı. Geçici bir yapı olması da devrimciydi. Crystal Palace’ı mümkün kılan seri üretim ve standartlaşmanın yayılmasıyla şantiye bir montaj sahasına dönüşmeye başladı. Yapı bir endüstri nesnesi haline geldi.
Richard Buckminister Fuller
Teknolojiyi daha ekonomik hale getirmeye ve daha çok kişinin kullanımına açmayı önerdi.
4D Towers (1928) eskizleri yoksullar için ucuza üretilen modüler konutlar öneriyordu.
15
4D Towers
Fuller’ın 1929’da tasarladığı Dymaxion House 1946’da yeniden gözden geçirildikten sonra konut krizine çare olması amacıyla kamuoyuna tanıtıldı. Dymaxion obje gibi tasarlanmış yerden bağımsız bir mimarlık öneriyordu. Evi ve hatta hayatı da fazlalıklarından arındırarak minimum eforla maksimum verimlilik elde edilmek isteniyordu. Böylelikle inşaat gibi seri üretim mantığına en çok direnen alan da seri üretime uygun hale geliyordu. Bu projenin en devrimci yanı ise yersizliğdir. Bu noktada sorulması gereken soru; bir yere/yuvaya ait olmanın Heidegger’in dediği gibi varoluşumuzun bir parçası olduğu mudur
16
yoksa Derrida’nın dediği gibi yuvanın da toplumsal olarak inşa edilmiş bir şey olduğu ve dolayısıyla yersizliğin özgürleşmek anlamına mı geldiğidir.
Dymaxion House
Fuller, Dymaxion Map adını verdiği dünya haritası çizimiyle iki boyutlu harita çiziminden doğan distorsiyonu en aza indirmeyi amaçladı.
17
Dymaxion Map
1949’da tasarladığı Autonomous Living Unit ile Fuller hem doğanın içinde yaşayıp hem de güvenli olmayı önerdi.
Expo 67 ABD Pavyonu
18
Expo 67 Birleşik Devletler Pavyonu ile güvenli bir kabuğun altında kontrollü bir dünya yaratmayı amaçladı. Modernizmin
kontrollü
mekanını
hatırlatan
projede
yaşamın belirsizliklerine imkan tanınmıyordu. Buradaki güven ihtiyacında 60’ların soğuk savaş atmosferinin etkisi vardır. Fuller’ın New York’a önerdiği ve Frampton’ın eleştirdiği koruyucu kubbe önerisinde de aynı güvenlik ihtiyacının etkisi vardır.
New York’a kubbe önerisi
19
Archigram
Plug-In City
Archigram’da etkisi olan kavramlar popüler kültür, kitle iletişimi, günlük hayat, sıradanlık, özgürlük, kimlik, spontanlık, sahicilik olarak sıralanabilir. Architecture ve telegram kelimlerinin birleşimiyle elde edilen Archigram bir çizgi roman dergisidir. Çizgi roman retoriksiz, direkt mesaj veren diliyle reklamı andırır. Romanların çetrefilli hikayelerine karşın çizgi roman çok nettir. Seri üretimi büyük kitlelere ulaştırmak isteyen reklamın dili de böyledir. Dergi bu yolla mesajını halka doğrudan, telegram mesajı gibi net olarak ulaştırmayı amaçlıyordu. Gittikçe
sofistike
olan
mimarlık
kuramını
anlayabileceği bir seviyede anlatmak istiyorlardı.
herkesin
20
Peter Cook, Plug-In City (1964) çizimlerinde kentle nomadik yaşamı bir araya getirmeye çalıştı. Tasarımda ihtiyaca göre birbirine eklenen birimler ile kamusal alan anlamı değiştirilerek ele alındı. Walking City (1964) de benzer şekilde nomadik bir kent tahayyülüne dayanır.
Seaside Bubbles
Seaside Bubbles’ta (1966) devrimci bir sunum dili kullanılmıştır. Fotomontaj, renkler ve çizgi roman dili mimarlık sunumu için oldukça yenilikçiydi. Bu tasarım ile
21
fotoğrafın yaratıcı bir teknik olarak kullanılabileceğini gösterdiler.
Instant City
Zeplin’den yola çıkılarak tasarlanan Instant City (1968) ile insanın her ihtiyacının karşılanacağı uçan şehirler önerdiler. Ancak Frampton bir insanın burada yaşamaya nasıl ikna olacağını sorarak eleştirmiştir.
Archigram’ın esnek mekan kurgusu ve sunum dili oldukça yenilikçidir. Modernizmin reçete haline gelmiş ilkelerini
modernizmin
içinden
çıkmadan
eleştirdiler.
Aranan çözümün teknolojide olduğunu düşünüyorlardı.
22
Cedric Price
Price yararcı aklın insanının yerine zevk almak, tadını çıkarmak üzerinden dünyayla ilişki kuran insanı koymayı önerdi.
Fun Palace
Fun Palace (1961) projesiyle tiyatronun anlamını değiştirmek isterken mekanı da yeniden düşündü. Geniş bir çerçeve strüktür yaparak içine her şeyi alabilecek bir boşluk tasarladı. Çerçeveye asılan mekanlar ihtiyaca göre değişiyordu. Modern hayatın aynılaştırıcılığı karşısında insanı özgürleştiren bir mekan amaçlanıyordu. Fun Palace,
23
yenilikçi mekan kurgusuyla tiyatronun geleneksel terbiye edici unsurunun, oyuncunun otoritesinin kırılmasını vaat ediyordu. Bu proje benzer bir esnekliği (flexibilty) vaat eden Pompidou Center’ın öncülüdür.
High-Tech
Pompidou Center
Renzo Piano ve Richard Rogers’ın kazandığı Pompidou
Center’ın
(1977)
yarışma
programında
demokratik bir kültür merkezi isteniyordu. Gerçekleşen projede Fun Palace gibi mekanik ve strüktürel elemanların kurduğu çerçevenin içinde total mekan anlayışına uygun
24
bir boşluk bırakıldı. Ancak bu mekan beklendiği kadar esnek ve geçirgen olmadı. Açıkta bırakılan metal strüktür binanın ifadesini kuran asıl unsur olarak düşünüldü. Dev bir makineyi andıran bina bu özelliğiyle fütürist tasarımları hatırlatmaktadır.
Lloyds Binası
Richard Rogers’ın tasarladığı Lloyds binasında (1986) yüksek teknoloji şirketin gücünün göstergesi olarak kullanıldı.
Bina
sürekli
şantiye
halindeymiş
gibi
görünmekte ve özel tasarlanmış her bir elemanı kendini göstererek şovun bir parçası olmaktadır.
25
Weber, Brand & Partners’ın Aachen Üniversitesi Tıp Fakültesi (1984) tasarımında hastane binası anlamsız bir şekilde dev bir enerji istasyonuna ya da fabrikaya benzemektedir. Price’ın yenilik arayışının sonucu olan teknoloji artık bir statüko haline gelmiştir.
Aachen Üniversitesi Hastanesi
Norman Foster, Willis Faber & Dumas Binasında (1975) Fuller’ın New York kubbesindekine benzer güvenli bir kabuğun altında kontrollü bir dünya yaratmıştır.
26
Willis Faber & Dumas Binası
Foster’ın tasarımı Sainsbury Centre for Visual Arts’ta (1978) Fun Palace etkisi görülür.
Sainsbury Centre
27
High-Tech binalar verimli diye pazarlanır ancak o kadar da ekonomik değildir ve teknoloji, şirketlerin prestijinin gösterisi için kullanılır. High-Tech binaların ışık, havalandırma sorunları vardır ve arızalanan makineler devamlı bakım gerektirir.
Jean Nouvel’in Arap Enstitüsü (198) ile Norman Foster’ın City Hall (2002), Reichstag’ın rekonstrüksiyonu (1993), British Museum’un çatı örtüsü (2000), Swiss Re Binası (2004), Millenium Köprüsü (000), Millau Viyadüğü (2004) yapıları diğer High-Tech örnekleridir.
70’lerden sonra High-Tech bir stil haline geldi. High-Tech mimarlığın üç bileşeni olan ekonomi, verimlilik ve estetikten geriye sadece estetik kaldı. Eleştiri olarak ortaya çıkan her şey kapitalizm için fırsata dönüşmesi burada da tekrarlandı. Kapitalizm kendisine yöneltilen eleştirileri kullanıp imge haline getirdikten sonra yeni şeyler talep etmeye devam ediyor. Okuma önerileri: The Birth of Tragedy – F. Nietzsche Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı – J. Jacobs
28
London City Hall
Swiss Re
29
Reichstag
Milenyum K旦p端r端s端
30
makale The Battle Of High Tech: Great Buildings With Great Faults - Charles Jencks Jencks, High Tech mimarlığının aldığı övgü ve yergilerin arasındaki uçuruma dikkat çekerek bu mimarlığın illa çok iyi ya da çok kötü
olması
gerekmediğini,
üzerine
söz
söylerken “evet/ama” kalıbını kullanmayı önerir: “Evet, malzeme ve strüktürün ifadesi olmada dürüstler ama çok pahalılar” gibi. High-Tech de her
olgu
söylenerek mimarlıktan
gibi
toplumun
savunulur
yararına ama
beklentileri
olduğu
insanların
aynı
şekilde
olmayabilir. Verimlilik vurgusunun arkasına gizlenen estetik kaygıyla üretilen High-Tech, toplumun
mimarlıktan
örtüşmemektedir.
Hem
yaşamamız,
makinelere
yaşamamız
gerektiği
Muhtemelen binalardan istemezdik.
makine
çağında
benzeyen
binalarda
anlamına
hiçbirimiz oluşan
beklentileriyle
bir
da
tamamı şehirde
gelmez.
High-Tech yaşamak
31
Hong Kong Bank
Jencks’e göre High-Tech’in altı temel özelliği vardır: 1. İç-dış. Servis elemanları ve strüktür bir heykel ya da süsleme gibi binanın ifadesini kurar. Bu elemanların yerleşimini görselliğin
değil
fonksiyonelliğin
belirlediği
kabul edilir. Ancak böyle binalar inşa etmek çok
32
pahalıdır ve teknoloji yaşamı domine eder hale gelir.
2.
Sürecin
bitmeyen
kutsanması.
şantiyeler
sağlayabileceklerinden
Binalar
gibi fazla
hiç
görünerek
teknoloji
vaat
ederler. Ancak bu binalar ne göründükleri gibi uzun vadede verimlidirler, ne de makineler öngörüldüğü
gibi
kusursuz
işleyebilir.
3.
Şeffaflık, katmanlar ve hareket. Bu üç estetik unsur
genellikle
renklendirme.
elde
edilir.
Mühendislikte
4.
Aydınlık, elemanları
fonksiyonlarına uygun olarak renklendirmek hayati önemdedir ancak High-Tech binalarda renklendirme keyfi olarak yapılmaktadır. 5. Hafif ve ince strüktür. Böyle strüktürler kütleyi parçaladıkları
için
pozitif
mekanlar
tanımlamazlar. 6. Bilimsel kültüre duyulan iyimser güven. High-Tech binalar, fütürist bir yaklaşımla gelecekte olacak bilimsel ve teknik ilerlemelere iyimser bir güven duyar. Ancak böyle bir yaklaşımı ev, okul gibi geleneksel yapı tiplerine uyarlamak zordur.
33
Arap Enstitüsü
Şehirlerin tarihi bölgelerine High-Tech binalar
yapılacağı
zaman
yeni
bir
estetik
anlayışı söz konusu olur. Geçmişin binalarından oluşan bir arka planda, geleneksel mimarlığın elemanlarının Tech’in
gri
inceltilip,
soyutlandığı
estetiğinin,
içinde
High-
bulunduğu
bağlamla bir harmoni oluşturacağı düşünülür. Örneğin Jean Nouvel’in Arap Enstitüsünde geleneksel Arap motifleri post modern bir yorumla cephede kullanılmıştır. Jencks, Japon gri estetiğiyle batının High-Tech’i arasında bir ayrıma gider. Ona göre, Toyo Ito ve Itsuko Hasegawa’nın
binalarında
metal
estetiği
34
batıdaki örneklerinden farklı olarak şiirsel bir sessizlik içindedir. Geleneksel perspektifin yeni malzemelerle uygulanması geçmişle geleceğin, kültürle
makinenin,
doğayla
teknolojinin,
gelenekselle modernin uyumlu bir birlikteliğini sunar. Batı’daki benzer arayışlar ise genellikle kitsch’le sonuçlanmıştır. Norman Foster’ın Hongkong Bank binası ve Richard Rogers’ın Lloyds Bank binasıyla görünür kılınan savaş aslında ideolojiktir. Yazar bu noktada iki binanın olumlu ve olumsuz yanlarını tartarak bir tartışma yürütür. Bunu yaparken Lloyds ile katedral arasında kurulan benzerlik,
gesamtkunstwerk
takıntısı,
gri
estetik uğruna betonarme binanın metal gibi gözükmesi ve çalışanların genellikle binadan memnun olmaması kayda değerdir. Lloyds’ta olduğu gibi Hongkong Bank binasında da asıl önemsenen unsur büyük bir şirketin sembol bina
yaratma
isteğidir.
Hongkong
Bank’ın
“dünyanın en pahalı binası” olması da bu sembolizmin
bir
parçasıdır.
High-Tech’in,
verimlilik, dürüstlük, şeffaflık gibi argümanları, aşırı
maliyet,
bakım/işletme
ışık/havalandırma
sorunları
yetersizlikleri
ve gibi
35
problemleri örtmeye yetmemektedir. Verimliliği ile pazarlanan binalar yüksek inşaat ve işletim maliyetlerine
paralel
olarak
ciddi
kaynak
kullanımına da ihtiyaç duyar. Şeffaflık ilkesi uygulamada
birçok
kullanıcı
tarafından
istenmeyen sonuçlara yol açmıştır. Ancak HighTech yeni bir estetik de kurmuştur. Sorun, bu estetiği
meşrulaştırmak
kullanılan
ilkelerin
geçerli olmamasıdır.
Ders: 21 07 14 Uluslararası Situationistler
Siyaset kuramcıları ve avangart sanatçılardan oluşan bir grup olan ve Dada hareketi ile Marx’ın kapitalizm eleştirisinden etkilenen Situationistler en çok yabancılaşma ve meta fetişizmi kavramları üzerinde durmuşlardır. Dadacılar sanatın galerilere hapsolması ve meta haline gelmesini eleştirmişti. Meta fetişizmi, çekilen manevi dünyanın, kaybolan anlamın yerini nesnelerle doldurma isteğidir. Walter Benjamin, vitrinin sıradan nesneleri arzu nesnesi haline getirdiğini söylemiştir. Nesnelerin sergilenmesinin değişmesi üretici - tüketici
36
ilişkisini de değiştirmiştir. Nesnelere sahip olma arzusu için ihtiyaç tek belirleyici olmaktan çıkmıştır. 50’lerdeki üretim patlamasının yol açtığı altın yıllarda tüketim artmasıyla oluşan tüketim toplumunda insanın nesne ve tanrıyla olan ilişkileri değişmiştir.
Guy Debord, hep belirli bir alanda var olan gösteri sektörünün toplumun tamamına yayıldığını söylemiştir. Gösteri, toplumun var oluş şekli, kültürü ve günlük hayatını en iyi tanımlayan şey haline geldi. 80’lerden sonra mimarlık da gösterinin bir parçası oldu. Örneğin marka şehir kavramı kentleri turist gözüne yönelik bir sahne haline getirdi. Bir başka örnek olarak Türkiye’de 1982’de kurulan
Kültür
ve
Turizm
Bakanlığı’nın
isminden
anlaşılabileceği gibi kültür, turizme katkı sağladığı kadar değerli görülmekteydi.
Situationistler meta tüketimine ve vekil (proxy) aracılığıyla olan ifadeler yerine sahici arzulara göre yaşanan
deneyimlerin
bireysel
ifadesini
savunurlar.
Örneğin bugünkü sosyal medya profilleri kişinin vekilidir.
37
Bu profillerin görünür olması, yaşamaktan bizzat zevk almaktan daha önemli hale gelmiştir.
Unitary
Urbanism
eleştirisinde
Situationistler
sanatın, tekniğin ve günlük hayatın birbirinden kopuşunu problematize ettiler. Etik, estetik ve bilim parçalanmasını yeniden bütün olarak inşa etmek istiyorlardı. Bu bağlamda şehirlerin fonksiyonel zonlamasını yararcı aklın ürünü olarak değerlendirip eleştirdiler. Fonksiyon ile oyun arasındaki sınırı ortadan kaldırmak istiyorlardı. Hayattaki her şeyi ‘neye yarar’a indirgemektense “a utopia based on flaneurlike existence’ı mümkün kılmayı amaçladılar. John Huizinga’nın Homo Ludens kitabı da aynı iddiadadır: Yararcı akla göre yaşamak insanı hayata yabancılıştırır. Oysa sahici arzulara göre zevk alarak yaşamak insana yaşadığını hatırlatır. Situationistlere göre insanın şehirle kurması
gereken
faktörlerin
ilişki;
kendini
yönlendirmesine
tahmin
bırakarak
edilemeyen
şehri
devamlı
keşfetme halini sürdürmektir.
Situationistler Psychogeography kavramı ile şehri kullanım/fonksiyondan
bağımsız
olarak
deneyim
38
üzerinden okumayı önerdiler. Bu deneyim şehirde akıntıya kapılmak (drift), amaçsız ve oyunbaz olmak (playfulness) anlamına gelmektedir.
Situationistlere göre varoluşsal ihtiyaçlara ulaşmak için her tür statükodan özgürleşmek gerekmektedir. Bunun
için
başta
orta
sınıf
hayatının
paketlenmiş
yaşamlardan özgürleşmek gerekir. Tatminsizliği giderdikçe başka tatminsizlikler doğuran hayatın yerine bu döngüden bağımsız bir yaşayışı mümkün kılmayı önerdiler.
New Babylon
Constant Nieuwenhuys tarafından tasarlanan New Babylon (1959-74) bir anti-kapitalist kent ütopyasıdır. Bu şehirde zorunluluk yoktur. Hayat boş vakit üzerine kurulmuştur. Herkesin yaratıcılığını ortaya çıkarabildiği özgür bir ortam vardır. Yerden bağımsız, köksüz olan şehir,
39
var olan şehrin üzerine yerleşen bir labirenttir. Nomadik olması Archigram’ı andırsa da Archigram bu ütopyaya göre fazla yararcı kalır. Marx’ın boş zaman tanımına dayanan flanör gibi yaşanan bir hayat önerilir. Kaosu düzene sokmak anlamına gelen mimarlığın bu ehlileştirici özelliğinden kurtulmak istenir. Tasarımda estetik kaygı güdülmemiştir. Düzen verilmiş bir tasarım yerine yığıntı imgesi vardır. Bu yüzden bağlayıcı değildir, insanın içinde kendini bırakabilmesi mümkündür. New Babylon on dokuzuncu yüzyıl ütopyaları gibi şehri yıkıp onun zaaflarını çözmeye çalışmıyor, mevcut şehrin içinde özgürleşme ihtimalini arıyordu. Bu ütopyanın anti-kapitalist söyleminin yanında Archigram orta sınıf kültürünün içindeki naif bir ironi olarak kalmaktadır.
Okuma önerileri: Gösteri Toplumu – Guy Debord Akıl Tutulması – Max Horkheimer Homo Ludens – Johan Huizinga Yabancı - Sartre
40
Ders: 25 03 14 Cedric Price, Archigram ve Situationistler sisteme itiraz etmişlerdi çünkü kişisel özgürlüklerin önünde engel istemiyorlardı. Dönemin ruhunda da bu vardır. 68 hareketindeki
gençler
on
dokuzuncu
yüzyıl
Paris
Komünü’nden farklı olarak hemen o anda özgürlük istiyorlardı.
Le Corbusier ve Brütalizm
La Tourette
Le Corbusier’in ideal villalar dönemindeki yapıları zihnimizi
görsellik
üzerinden
uyarırken
Brütalist
dönemindeki yapıları dokunsal olarak uyarmaktadır. Le Corbusier Brütalist döneminde makine estetiğini doğayla
41
uzlaştırmaya
çalışmıştı.
Bu
dönemde
malzeme,
prensiplerden daha çok önem kazanmıştır. Önceden doğadan kopuş vurgulanırken, bu dönemde doğanın parçası olma gayreti vardır. Bu geçişte pozitivizme olan inancın yıkılması da etkilidir. Böylece gövde, zihnin yerine öne çıkmıştır. Le Corbusier mükemmel olan yerine kusurları göstermeye başlar. Kalıp izlerini de bu amaçla gizlemez. İdeal villalar döneminde zihnin soyut altın oranına uygun tasarım yapmaya çalışırken Brütalist binalarında
insan
gövdesine
uygun
tasarımları
amaçlamıştır.
Alison ve Peter Smihson (Yeni-brütalizm)
Özgürlük ve sahicilik Yeni-brütalizm’in temel kavramlarıdır. Sartre ve varoluşçuluğun da etkisi vardır. Refah devletinin dayattığı normlara karşı çıkan özgürlükçü 68 ruhunun da etkisi olmuştur. Heidegger, Camus ve Sartre’ın felsefelerinin ortak noktası hayatın bize dayattığı toplumsal
roller
ile
varoluşumuzu
unutturduğudur.
Örneğin mimarlıkta gesamtkunstwerk anlayışı son kertede
42
hayatı tasarlamaya varır. Bundan özgürleşmek gerekir. Yeni-brütalizm over-designing ve over-planning’e karşıdır.
Sartre’a göre varoluş özden önce gelir. İnsan hayatını kendi özüne uygun olarak yaşamaz, yaşayışı içerisinde kendi varoluşunu kurar. Bu yüzden mutlak bir özün
peşinden
koşmaktansa
hayatın
spontanlığıyla
varoluşun farkına varmak gerekir. Zihinle kavranan ideal formların içini doldurmaktansa var olanı kutlamak gerekir. Temas, görsellikten daha önemlidir. Hep ilerideki hedefi düşünerek yaşayan biri anın gerçekliğini kavrayamaz. Varoluşçuluk,
yaşanan
anı
hissederek
varoluşunu
gerçekleştirmeye çalışmaktır. Bunun için empoze edilen rollerden kopmak gerekir.
Yeni-brütalizm sıradan olana önem verir. Modern mimarlığın kahramansal havasına karşıdır. Günlük hayatın içindeki şiirselliği bulmaya çalışır. 68 ruhunda da bu vardır. Mies van der Rohe’nin Seagram binasıyla Smithsonlar’ın gökdelenini karşılaştırmak gerekirse, ilkinin sahip olduğu auraya karşın diğeri banaldir. Kütlesi, oranları, şehirle kurduğu ilişki kötüdür.
43
Duchamp sıradan objelerin bağlamını değiştirip sanat eseri olarak sunarak yararcı akılla yaşayan insanın günlük hayatta fark etmediği şiirselliği ortaya çıkarır. Sanat sayesinde hiçbir tasarlanmış çevrede bulunamayacak canlılık günlük hayatın içinde olabilir. Yeni-brütalizm de benzer şekilde kahramansal olana karşı sıradan ve banal olana değer verir. Gelecek değil, şimdiki zaman önemlidir. Aynı şekilde Dubuffet banal olan şeyleri resminin konusu yapmış, Nigel Henderson günlük hayat fotoğraflarında yaşamın sahiciliğini ortaya çıkarmış, Jane Jacobs Amerikan şehirlerinin günlük hayatının şiirselliğini övmüştür.
Hunston Secondary School
44
Hunston Secondary School’da (1954) Mies’in İllinois Enstitüsü etkisi görülse de Mies’teki kolon-duvar ilişkisi üzerine geliştirilen sofistikasyonlar burada yoktur. Smithsonlar
retorik
ve
sofistikasyona
yer
vermez.
Malzemenin ve elemanların kendisi olmasına izin verirler. Kaplama veya başka bir şey gibi gözükme arayışı yoktur. Önemli olan sıradanın estetiğini ortaya çıkarmaktır. Bu yüzden havalandırma gibi esas işi yapan elemanlar gizlenmez.
Golden Lane Housing Project
45
Golden Lane Housing Projesinde (1952) sokağı binaya almayı önerdiler.
Economist Binası
46
Economist Binasını (1959-64) tasarlamadan önce çalışanlara detaylı araştırmalar yaparak, onların yaşamına uygun bir bina yapmayı denediler.
Sugden Evi
Robin Hood Gardens
47
Trellic Kulesi
Smithsonlar’ın Sugden Evi (1955-6) Robin Hood Gardens (1966-72), the Upper Lawn Pavyonu (1959-62), Ernö
Goldfinger’ın
Trellic
Kulesi
(1972)
ile
Turgut
Cansever’in Karatepe Kazıevi diğer önemli Yeni-brütalizm örnekleridir.
Smithsonlar’ın 1956’da Daily Mail Sergisi için yaptıkları Geleceğin Evi projesinde pop art etkisi görülür. Retoriksiz olması nedeniyle pop-architecture olarak da adlandırılmıştır.
48
Pop art’a örnek olarak Richard Hamilton’un kolajlarına
baktığımızda
Sartre’ın
kast
ettiğinin
bu
olmadığı anlaşılmaktadır. Sartre, hayatın unutturduğu sahiciliğin farkına varmanın, kendini bulmanın yolunu aramıştır. Pop art ise kendini bu hayata tamamen teslim etmektir.
Geleceğin Evi
Smithsonlar’ın 1956’da This is Tomorrow sergisi için yaptıkları Patio and Pavilion Sartre’ın varoluşçuluğuna daha yakın bir duruş sergiler. Proje azaltılmış olana vurgu yaparak ne kadar az şeyle yaşanabileceğini hatırlatır.
49
Bulunmuş objelerin estetiği ortaya konmuştur. Yapı kendini ortaya çıkarmadığında, gösterişli olmadığında hayatın kendisi bir değer olarak ortaya çıkabilir. Toplumsal yüklerden ne kadar arınılırsa o kadar sahici bir hayat yaşanacaktır.
Patio and Pavilion
Team X
CIAM’ı eleştirmek için 1933’te bir araya gelen Team X, fonksiyonel şehre alternatif olarak kompakt şehri önermiştir. Team X üyelerine göre iş ve konut bölgeleri ayrıldığında şehrin bir yarısı hep boş kalmakta, ulaşım için
50
zaman kaybedilmekte ve altyapı iki farklı yere inşa edilerek kaynaklar israf edilmektedir.
The Doorn Manifesto (1954) ile önerdikleri gibi sıfırdan ideal kent hayal etmek yerine Yunan adaları gibi var olan dokuları incelediler. Sıfırdan tasarlamadan önce iyi oldukları belli olan kentleri öğrenmeye çalıştılar.
Unite d’Habitation (1952) Team X için ilham verici oldu.
Habitat Marocain
Andre Studer ve Jean Hentsch’in Habitat Marocain (1954) projesinde insanlara kendi yaşayışlarını binaya yansıtabilme imkanı tanıdılar. Tati ve Situationistler de aynı
51
dönemde tasarımcıların yaşayanlara zevk empoze etmesini eleştirmekteydi.
Frankfurt Römerberg
Candilis, Josic ve Woods Frankfurt Römerberg için Le Corbusier’in Venedik Hastanesi projesi gibi doku haline gelen bir bina tasarladılar (1953). Tasarımı bir matrikse göre yaparak binayı arazi haline getirmeye çalıştılar. Böylece
bina
amaçladılar.
-
arazi
ikilemini
ortadan
kaldırmayı
52
Team X üyelerinden Aldo van Eyck, modern mimarlığın hep değişeni anlamaya çalıştığını ama asıl değişmeyen şeyi bulmak gerektiğini söyleyerek Sartre’a benzer bir sahicilik arayışına girmiştir.
Amsterdam Orphanage
Aldo van Eyck, Amsterdam Orphanage (1959) projesinde cephe patternlerini çoğaltarak bir labirent elde etti.
53
Berlin Haupstadt
Team X üyelerinin yaptığı diğer önemli binalar şunlardır: Smithsonlar - l’Habitat’ı (1954), Smithsonlar Berlin Hauptsadt (1958) yarışma projesi, Lynn ve Smith Park Hill (1961) Denys Lasdun - Keeling House (1955) Van den Broek and Bakema - Tel Aviv şehir merkezi (1963), Candilis, Josic ve Woods - ATBAT-Afrique (1953), Candilis, Josic ve Woods - Berlin Free University (1973), Candilis Centre Artisanal de Sèvres (1962)
Berlin Free University
54
Park Hill
Keeling House
55
ATBAT Afrique
makale İki Brütalizm – Günkut Akın Günkut mimarlığın alıntılayarak
Akın,
Taffuri’nin
modern
krizine
işaret
ettiği
başlar
metne.
Kriz,
sözünü İdeolojik
temellerle ortaya konan modern mimarlığın kapitalizm
gerçekliğiyle
yüzleşmesi
sonucu
ortaya çıkan ikilemle oluşur. Bu ikilemin farklı yollarından
giden
iki
mimarlık
anlayışının
Brütalizm’i nasıl yorumladığı incelenir. Modern mimarlık, bir ütopya kurma iradesiyle ortaya konmuştu. Bu alan içinde
56
üretim yapmak, düşünsel bir zemin üzerinde tasarlamak
anlamına
geliyordu.
Sonradan
ilkeleri kemikleşerek düşünsel boyutu göz ardı edilmeye başlandıysa da modern mimarlığı var eden
şey
devrimci
ruhuydu.
Kapitalizmin
dinamikleriyle bu ruhun bir araya gelmesi krize yol açtı. Alison ve Peter Smithson ile Le Corbusier’in brütalizmleri arasındaki fark, bu krizle nasıl başa çıktıklarını ortaya koyar. Alison ve Peter Smithson’a göre retorik, yani düşünsel alt yapı artık terk edilmesi gereken bir şeydir. Mimarlık artık salt pratik içinde var olmalıdır. Mimarlık ürünü, tasarlayan özneden, gizden bağımsız ve anonim olmalıdır. Onlara göre Mies’in yapılarında ‘giz’ vardır, bu yüzden
kişiseldir
ve
anonim
olamaz.
Kapitalizmin korktuğu da bu gizdir. Çünkü o kontrol edilmez özneler değil, üzerinde işlem yapabileceği varlıklar ister. Smithson’lar bu talebe karşı direnmeyi gereksiz, mimarlığı var eden
değerleri
savunmayı
anlamsız
bulmuşlardır. Le Corbusier ise Smithson’ların Mies’te onaylamadıkları özellikleri yüceltmesiyle diğer
57
yoldan gitmeyi seçmiştir. Le Corbusier’in pürist ve brütalist dönemleri arasında ciddi bir kırılma olsa
da
onun
mimarlığında
şiirsel
boyut
başından beri vardı. Le Corbusier, baştaki ütopyasının kapitalizmin gerçekliği tarafından alt edildiğini gördükten sonra mimarlığının politik eksenini değiştirdi. Daha genç bir mimarken
estetik
duyarlığa
sahip
öznenin
ancak ekonomik sistemin bir parçası olma koşuluyla var olabileceğini görmüş ve buna tepki duymuştu. Ancak düzeni değiştirecek gücünün olmadığının da farkına varmıştı. Bu noktada Günkut Akın’a göre o “görevi erkekçe kabul
etmiştir”.
Sistemin
içinde
olumluyla
olumsuz birbirinden ayrılamayacağına göre, onu olduğu gibi sineye çekerek mimarlığın şiirselliğini bu bağlamda sürdürmeye çalışmak gerekir. 1950 sonrasındaki değişimi ise baştan kabul
ettği
yeni
dünyaya
olan
inancının
kaybetmesiyle gerçekleşir. Şiiri kurtarmanın mimarlığı kurtarmak demek olduğunu, bunu da kapitalizmin elinde oyuncak olan ütopyalarla değil inşa edilen şiirsellikle gerçekleşebileceğini düşünmüş olabilir.
58
Görüldüğü gibi iki Brütalizm arasındaki temel fark ideolojik düzlemdir. Bu fark ortaya konan
ürünlerde
Smithson’ların
de
kendini
Hunstanton
gösterir.
Okulu
ve
Le
Corbusier’nin Unite d’Habitation’u arasındaki tek ortaklık konstrüksiyon ve malzemenin açık ve
okunaklı
oluşudur.
Modern
mimarlığın
baştan beri savunduğu ve tekrar talep edilen bu özellik iki Brütalizm’in tek ortak noktasıdır. Zaten
bu
farklıdır.
kelimeyi Le
amaçlanmış anlatırken,
kullanım
Corbusier’ye bir
göre
kabalığa
Smithsonlar
biçimleri
Brütalizm
sahip
bu
de
betonu
terimi
kendi
mimarlıklarının genel adı olarak kullanmıştır. Brüt beton, kütleselliği öne çıkarır, yapıya anıtsallık katar ki bu kendini aklın soyut dünyasında konumlandırmak isteyen modern mimarlığın özellikle kaçındığı bir anlayıştır. Belirli
ilkeler
doğrultusunda
üretim
yapan
modern mimarlıktan özellikle 1950’lerden sonra göze çarpan yapılar talep edilmeye başlanır ve mimarlık
salt
pratiğe,
biçim
arayışına
indirgenir. Böylece modern mimarlığın baştan beri
bastırdığı
biçim
sorunu
su
yüzüne
çıkmıştır. Brütalizm bu noktada mimarlığın ideolojisinin
ömrünün
uzamasına
yardımcı
59
olmuştur. Biçimin nesnel ilkeler doğrultusunda belirlenmesine inanan mimarlar, artan biçim talebine yanıt vermek için Brütalist ilkelere sarılmıştır. Biçim için gerekçe uydurma arayışı aslında postmodernizmin başlangıcıdır. Smithson’lar
Hunstanton
Lisesi’ni
tasarlarken, fark edilecek bir bina yapmayı amaçladılar. Bunu yaparken de yukarıdaki bahsettiğimiz bağlamda modernist ilkelere bağlı kaldılar. Ancak bunun sonucunda ortaya çıkan şey
modern
mimarlığın
kendisi
değil
parodisidir. Çünkü ilkelere indirgenemeyecek avangart
estetiği
hiçe
dönemde
ortaya
çıkan
saymışlardır. mimarlık
Bu
ruhunu
kaybetmiş, anlamından sıyrılmış, içi boşalmış modernizmdir. Bu noktada Akın’ın Mies’ten alıntıladığı söz yerli yerine oturur: “Mimarlık döneme bağlıdır, ne yaptığımızı bilmeden içinde üretim yaptığımız büyük biçimdir. Onun ne olduğu bütünüyle anlaşıldığında dönem biter ve yeni bir şey başlar.” Olan da budur, Yeni, yaşamını tüketmiştir. Smithsonlar Brütalizm’in baştan modern hareketin devamı olduğunu düşünse de sonradan bunun yeni bir dönem olduğunu kabul etmişlerdir. Bu doğrultuda yeni
60
ortaya çıkan Pop art’ı severek benimsemişler, yüksek
kültür
küçümsemeye
ve
modernlik
ideallerini
başlamışlardır.
Brütalizm’i
sadece mimarlık anlayışı değil bir davranış biçimi olarak gördüler. Brüt beton, duyguların geri çevrilmesidir, iletişim kurmamaya karar vermektir,
yıkımın
şiddetini
onaylamaktır.
Smithson’ların kuşağını anlamak için II. Dünya Savaşı’ndan sonraki “Öfkeli on yıl” dönemi önemlidir.
Refah
devleti
uygulamaları
ve
gençlerin duyduğu kapana kısılmışlık mevcut olanın
toptan
yadsınmasına
yol
açmıştır.
Modernlikle kaybedilen tarihin farkına varılması öfkeye
neden
olmuştur.
Bunun
sonucunda
mimarlıkta Bölgeselcilik ve Townscape gibi anlayışlar popüler olmuştur. Katı olan her şeyin buharlaştığı bu ortam Pop art’ın yayılmasını tetiklemiştir. Sıradan tüketim nesneleri veya sadece imgeleri fetişleşmiştir. Smithsonlar da nesneye bütün kapıları açarken özneyi de onun eline
teslim
etmişlerdir.
Bunu
yaparken
sermayeye koşulsuzca boyun eğmeyi sorun etmemişlerdir.
Modernizmin
ve
Pop
art’ın
amacı öznelliği ve özneyi yadsımak olsa da ikisinin
de
sonuçları
kapitalizmin
çıkarına
olmuştur. Örneğin, Smithsonlar’ın tasarladığı
61
Geleceğin Evi tüketim nesneleriyle tıka basa doldurulmuş bir Pop art nesnesi olarak yaşamı olduğu gibi onaylamaktadır. İçi bol bir tema üzerinden mimarlık yapmak aynı
zamanda
postmodernizmin de habercisidir. Smithsonlar’ın Golden Lane adlı sosyal konut yarışması için hazırladıkları proje yerden yükseltilmiş
sokaklarıyla
Hilberseimer’in
ürkütücü projesini hatırlatır. Şehri işlevlere göre
net
bir
şekilde
bölümlere
ayırmayı
düşünen Smithson’lara göre her şey kapitalist işleyişe
göre
Corbusier
feda
şehri
şekillendirmenin
edilmelidir. fordist
aslında
Ancak
mantığa kapitalizmi
Le göre de
tehlikeye sokacağını söyler. 1953’teki CIAM’da bu tür kent planları eleştirilmiş, aidiyet ve kimlik konuları gündeme gelmiştir.
değil
Smithsonlar’ın
brütalizmi
davranışlarda
açığa
ürünlerde
çıkıyordu.
Le
Corbusier’de ise ürünlerin kendisi brüttür. Klasikçi idealin kusursuzluk arayışına karşı betonarmenin dokusu ortaya konur. Ahşabın budağı, taşın damarı gibi betonun da kalıp izleri vardır. Böylece malzeme onuruna kavuşur.
62
Modern mimarlığın bilinçli olarak yadsıdığı tektonikliği Le Corbusier geri çağırmıştır. Bu modern ideolojiye yapılan çok ciddi bir itirazdır. Le Corbusier baştan beri sermaye – mimarlık
ilişkisinin
farkındaydı.
Büyük
sermayenin talep ettiği mimarlıklarda mimara yaşam alanı kalmıyordu. Brütalist döneminde Le Corbusier’in seçtiği yol olanaksızda ısrar etmek oldu. Sistemi değiştiremezdi ama kendisi artık sistemin şartları dışında hareket edecekti. Le Corbusier’in Akdenizli modernizm anlayışındaki şiirsellik ve ütopya arayışı Bauhaus’un pozitivist modernizminin anonimliğinden ayrılır. Pozitivist modernlik öznelere sadece nesneler temin ederken Le Corbusier duygulara hitap etmeyi, coşkuyu serbest bırakmayı amaçlamıştır. Le Corbusier
doğadaki bir
manzarada ya da
Partenon’da benzer hazlar bulabilir ve bunu mimarlıkla da üretebileceğine inanır. Brütalist döneminin diğer modern mimarlıklardan ve kendi erken döneminden ayıran şey dolaysız olarak duygulara öncelik vermesidir. Salt akılla yetinmeyen, dokunmayı da işin içine katan bu anlayış yeni bir özne-nesne ilişkisi tanımlar. Parlaklıkla malül olan belleksiz modernliğin
63
yerine betonun pürtüklerini sunar insana. Taşın pürtüklerini hisseden insan kendi ruhundaki pürtükleri
de
anlayabilir.
Modernleşmeyi
kapitalist işleyişin gerçekleşmesini sağlamak olarak
gören
Smithsonlar
varlıkları
nesneleştirirken Le Corbusier öznelerin kendi varlığına dönmesini talep etmiştir.
karsilastirma House of the Future ve Patio and Pavilion Smithsonlar retoriği reddetme iddiasını House of Future ve Patio ile iki farklı anlamda ortaya koymuştur. House of Future’da ifadesini bulan anlayış Pop art’ı andırır. Geleceğin evi, eleştirellikten uzak, içinde bulunulan süreci ve onun varacağı geleceği kutlayan bir yaklaşımla tasavvur edilir. Fiziksel mekan ve mobilyalarda radikal değişiklikler öngörülürken, toplumsal roller aynen devam etmektedir. Formlardaki değişimin
neden
o
şekilde
olduğunu
da
öğrenemeyiz, anlaşılan sırf tasarımcının keyfine göre, o günkünden farklı bir dünya olsun diye öyle yapılmıştır.
Bu anlayış Smithsonlar’ın
kahramansal mimarlığa karşı sıradanı koyma
64
düşünceleriyle çelişir.
Sıradan ya da banal
olanın nasıl eleştirel olabileceğini daha iyi anlamak için Patio’ya bakmak gerekir. Patio, House of Future’un aksine bir tasarımcının imzasını taşıma iddiasında değildir. Buluntu objelerin
bir
sıradan bir
araya yapı
getirilmesiyle
gibidir.
yapılmış
‘Ürün’lerle değil
‘buluntu’larla yapılmış olması sıradanın, banalin değerini ortaya koyar. Alıştığımız hayatlarda değersiz
olarak
nitelendirdiğimiz
objelerin
estetiğini öne çıkarak yarattığımız dünyanın ne kadar kırılgan olduğunu gösterir. Ne kadar az şeyle
mutlu
olabileceğimizi
hatırlatır.
Bu
durum, House of Future’ın aksine, Sartre’ın varoluşçuluğuna olacağını varoluşumuzu
yakındır.
belirlemek kendi
‘Öz’ümüzün nasıl bu
dünyadaki
irademizle
nasıl
kuracağımıza bağlıdır. Bunu gerçekleştirirken toplumsal rollerden, empoze edilen değerlerden arınıp sahici olan yaşamı fark etmek önemlidir. Dolayısıyla yaşadığını anlamak için sahici olanı hissetmek, geleceği değil şimdiyi yaşamaya çalışmak gerekir. Zihinle kavranan ideal formlar yerine var olanı kutlamak önemlidir. Bu açıdan bakınca Patio’da dokunma duyusuna hitap eden ahşap ve işlenmemiş taşın yanı sıra günlük
65
hayatın buluntu objelerinin olması anlamlıdır. Oysa House of Future’da ideal steril yüzeyler vardır.
Zaten
geleceğe
yönelik
bir
ev
tasarlamak da şimdiyi geleceğe feda etmek demektir.
DERS: 28 3 14 New York Beşlisi
Avrupa’ya göre daha köksüz olan Amerika’da modern hareketler, anlamından sıyrılarak stil haline gelmişti.
Peter
Eisenman,
Michael
Graves,
Charles
Gwathmey, John Hejduk ve Richard Meier’den oluşan New York Beşlisi krize giren modern mimarlığa yeni bir hareket alanı açmaya çalıştılar.
New York Five sergisine tanıtım yazısı da yazan Colin Rowe’un makaleleri New York Beşlisi’ni etkiledi. Rowe, Mathematics of Ideal Villa (1947) makalesinde modern hareketlerin aslında tarihin tamamen reddi olmadığını
savunmuştur.
Chicago
Frame
(1956)
makalesinde aynı frame’i kullanarak tüm Amerika’nın inşa
66
edildiğini ancak Wright dışında bunun potansiyellerini araştıran olmadığına dikkat çekmiştir. Transparency (1963) makalesinde modern mimarlığın en önemli form ve estetik katkılarından birinin şeffaflık olduğunu, ancak bununla kastedilenin
Bauhaus’un
yaptığının
olmadığını
savunmuştur. Rowe’a göre Wright’ın, Le Corbusier’nin ya da Raumplan’ın şeffaflığı katmanlı oluşundan dolayı daha zengin imkanlar sunmaktadır. New York Beşlisi’nin bir başka öncülü ise Le Corbusier’in ideal villalarıdır.
Peter Eisenman modern mimarlıkla fonskiyonun formu belirlemesini eleştirmiştir. Güzel nesneler yaratmaya çalışmak suç mu olmalı diye sorarak modern mimarlığın estetik - ahlak ilişkisini sorgulamıştır. Buna göre mimarlık anlayışında
formu
fonksiyondan
bağımsızlaştırmıştır.
Ancak bu ifade formun tamamen keyfe dayalı hale geldiği anlamına gelmez. Eisenman’a göre formun kendi iç disiplini vardır ve bu fonksiyondan bağımsızdır. Formu belirlemek için mimarlığın anlam boyutundan kurtulup formun kendi sentaksı üzerine düşünmek gerekir.
67
Smith Evi
Richard Meier’ın yaptığı Smith Evi’nde (1967) kullanılan ‘döndürme’ (rotation) New York Beşlisi’nin kullandığı yöntemlerden biridir. Elemanları döndürerek ya da
döndürülmüş
gridler
üzerinde
tasarım
yaparak
mekanlarda zenginlik yaratmayı denemişlerdir.
Meier’in Douglas Evi’nde (1973) katmanlı bir şeffaflık vardır.
68
Douglas Evi
Charles Gwathmey’in Gwathmey Rezidansı’nda (1967) temel geometrik şekiller döndürülerek birbirine eklenmiştir. Form tamamen kendi iç mantığına göre şekillenmiştir.
John
Hejduk’un
Diamond
Serisi’nde
(1966)
Mondrian etkisi vardır ama bu Schröder Evi’nde olanın tersine sadece formalist bir etkidir. Grid döndürülerek kullanılmıştır.
69
Gwathmey Rezidansı
Diamond Serisi
Hejduk, One Half Ev Projesi’nde (1966) üç temel şekilden
ev
düşünmüştür.
tasarlarken
formun
senktaksı
üzerine
70
One Half Ev Projesi
Eisenman, Ev II’yi (1970) iki gridi çakıştırıp formlarla oynayarak tasarlamıştır. Çizimlerde plan, kesit, görünüş birbirinden ayırt edilemez çünkü formun kendi iç mantığı daha önemlidir. Evleri numarayla adlandırması da mimarlığı anlam yükünden kurtarma arayışının sonucudur.
Graves - Hanselmann
Evi (1967), Graves
-
Snyderman Evi (1972), Meier - the Atheneum (1979) New York Beşlisi’nin diğer projeleridir.
71
Ev II
Hanselmann Evi
Synderman Evi
72
The Atheneum
Frampton, New York Beşlisi’nin yaptığı villaların burjuva evleri olduğunu söyleyerek eleştirmiştir. Bu evler o kadar büyüktür ki, ev mi yoksa kamusal mekan mı diye bile fark edilememektedir. Dolayısıyla içinde bulunduğu toplumu olumlamaktadır. Le Corbusier’deki ütopyacılık burada yoktur. Buna karşın Rowe, formun üzerinde durarak formun tarihten bağımsız olduğunu (Le Corbusier - Palladio örneği) söyleyerek New York Beşlisi’ne destek olmuştur. Bunların formalist olduğunu söyleyenlere karşılık modern mimarlığın da formalist olduğunu söylemiştir.
73
Frampton ise modern mimarlığın daha çok ütopyacı, deneysel yanını öne çıkarmıştır.
Colin Rowe 1972’de MoMA’da düzenlenen New York
Five
sergisi
için
giriş
yazısı
kaleme
aldı.
Modernistlerden gelecek eleştirileri düşünerek savunmacı bir argümantasyon kullandı.
makale Introduction to Five Architects – Colin Rowe Modern mimarlığın ütopyası mimarlıkta olduğu kadar sosyal ve kültürel düzende de devrim yaratma iddiasındaydı. Avrupa tarihi ve geleneği içinde sosyalizme yakın, devrimci bir niteliği olan modern mimarlık Amerika’ya ihraç edildikten sonra anlamı değişerek dünyaya yayıldı. devrimin
Tam
kurumsallaşıp
başarılı
olması
yaygınlaştığı,
beklenen
anda,
tamamen başarısız oldu. İlk baştaki kuramsal alt yapısı unutuldu, ütopya özelliğini kaybetti. Amerika
için
sadece
yeni
bir
stil
olarak
algılandı. Modern mimarlığın kurucu unsuru olan, fiziksel biçimin ahlaki ve rasyonel ilkelerin
74
sonucu
olarak
belirlenmesi
özelliğinin
içi
boşaldı.
Ütopyaya bağlı modernistler için bu
açık bir başarısızlık olarak görülmesine rağmen diğer
kamptaki
mimarlar
için
modern
mimarlığın dünyada kabul edilen stil olması yeterli bir başarıydı. Olumlu veya olumsuz, modern mimarlık ciddi bir dönüşüm geçirdi, mevcut sisteme eleştiri olarak ortaya çıkan hareketler kapitalizmin yararına olacak şekilde ehlileşti. Sergideki projeler bu sürecin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Projeler 30’ların sosyal
ve
mimari
ortamında
anlamsız
olabilirlerdi ama mimarlığın teorisiyle pratiği arasında zorunlu bağlantının kalmadığı bir dönemde
anlamlıdırlar.
kurumsallaşıp
Modern
yaygınlaştığı
anda
mimarlık içerik
ve
formun sanıldığı kadar berrak biçimde bir araya gelemeyeceği görüldü. Form, rasyonel ya da ahlaki ilkelerin sonucu olarak ortaya çıkmak zorunda değildir. Formun sırf kendisinden kaynaklanan bir iç rasyonalitesi olabilir ve bunu araştırıp
yenilikler
üretmek
mümkündür.
Buradaki beş mimar, farklı özelliklerine rağmen tek
bir
devrimciliği
noktada
birleşirler:
mitine itibar
mimarlığın
etmeden binanın
fiziksel biçimini ahlaki ilkelerden bağımsız
75
olarak ele alırlar. Aldo van Eyck’in soruları önemlidir: Mimarlık, sadece fonksiyonel ya da teknolojik
verilerin
Binalardan
sonucu
ütopyaların
beklenmeli
midir?
mu
olmalıdır?
ifadesi
Mimar
olması
sadece
çağının
şartlarının bir kurbanı mıdır, yoksa özgür iradesini kullanabilir mi? Popüler, anlaşılır ve derin bir mimarlık mümkün müdür?
Ders: 04 04 14 Robert Venturi
Daha
önce
mimarlığa
getirilen
eleştiriler
modernizmin dışına çıkamamıştı ancak 60’lardan sonra Robert Venturi ve Aldo Rossi’nin eleştirileri modern mimarlığın
düşünme
kalıplarının
ötesine
geçilmesini
sağlamıştır.
Venturi modern mimarlığın iç - dış ilişkisini eleştirmiştir. Bauhaus’un yaptığı gibi dış’ın tamamen iç’in sonucu olmasının indirgemeci bir yaklaşım olduğunu, iç ve dışın farklı artikülasyonlar gerektirdiğini savunmuştur. Althusser’a göre tüm felsefe tarihini materyalizm ve
76
idealizmin çatışması üzerinden okunabilir. Venturi’nin yaptığı da modernizmin idealistliğinden uzaklaşmaktır. Durumu anlayıp, tavizler ve uzlaşmalarla var olanın içinden bir hayat enerjisi çıkarmaya çalışmıştır. Tüketim toplumunu olduğu gibi kabul edip, bu gerçekliğin içinde umut aramaktadır. Bu yaklaşımda son kertede kabul ediş vardır.
Venturi’nin yapıtlarında öğrencisi olduğu Kahn’ın etkileri
görülür.
Kahn’dan
öğrendiklerini
uygularken
üzerine eklemeler yapmıştır. Kahn’da mistik, kültürler üstü bir ideal arayışı varken Venturi’de yoktur. Venturi sıradan insanın
hayatıyla
uzlaşmak
istemektedir.
İtalyan
piazzalarını değil Amerika’nın televizyon izlenen oturma odalarını kahramanca
önemsemektedir. ve
eliltist
tavrına
Modern olan
mimarlığın eleştirisi
akla
Smithsonlar’ı getirse de Smithsonlar’ın eleştirisi modern mimarlığın ötesine geçmemişti. Venturi’ye göre anlam kurmak için, iletişim kurmak için geçmişi dışlamamak gerekir. Sıradan insanla iletişim kurmak, empoze etmemek önemlidir. İletişimi mümkün kılmak için bağlamı anlamak gerekir. İdeal insan için ideal tasarım yapmak anlamsızdır.
77
Modernin
idealist
tavrı
insanla
mimarlığın
iletişim
kurmasını engellemiştir.
Ne kadar kötü de olsa olan şeyi kabullenip mimarlığı onun içinden yapmayı söylemek olumlayıcı bir tavırdır.
Frampton’a
göre
öyle
bir
mimarlık
zaten
kendiliğinden yapılmaktadır. Mimarlığın var oluş nedeni eleştirel olmasıdır. Venturi mimarlığın kapitalizmle savaşını kaybettiğini, geriye sadece ironi kaldığını söyler. Onun popülizmi de bir ironidir çünkü sanatçının ironden başka şansı kalmamıştır.
Venturi “less is a bore” sözüyle modern mimarlığın sadeleşmesinin indirgemeci olduğunu ifade ederek onun yerine daha karmaşık bir bütünlüğü savunur. Ona göre Mies’in
yaptığı,
sorunların
bir
kısmını
görmezden
gelmektir. Çelişki ve belirsizlikleri içermeye çalışmak gerekir. Modernizmin “ya o ya bu” tavrı yerine “hem o hem bu” anlayışını yerleştirmek gerektiğini savunur. Sıradanı içeren bir mimarlıkta sadece ehil gözlerin algılayabileceği inceltilmiş unsurlar da olabilir. Eğlenceyi
78
içeren
postmodern
mimarlık,
modernin
fazla
ciddi
olduğunu düşünmektedir.
“Main street is almost right.” Venturi’nin bir diğer dikkat çekici cümlesidir. Caddelerin kamusallığı her tür çeşitliliği
içermektedir.
Sokağa
düzen
getirmeye
çalışmaktansa onu anlamaya çalışmayı önerir Venturi.
Venturi’nin
yaptığı
eleştiriler
önemlidir.
Modernizme bağlı kalmaya devam edecekler bile bu eleştirileri görmezden gelememiştir. Ancak modernizmde olduğu gibi postmodernizm de kalıplaştığı zaman baştaki anlamını kaybetmiştir. Ana akımı anlamaya çalışmak ile popülizme teslim olmak aynı şey değildir.
Vanna Venturi Evi
79
Vanna Venturi Evi (1964) ilk bakışta sıradan bir banliyö evine benzese de dikkat edildiğinde tasarlanmış, inceltilmiş
detaylar
göze
çarpar.
Hem
mimarların
anlayabileceği bir zenginliğe sahiptir hem de sıradan insanlara yabancı gelmez. Taşıyıcı olmayan kemer ve hiçbir yere çıkmayan merdiven dikkat çekicidir.
Guild House
Sıradan bir bina gibi gözüken Guild House’ta (1963) yazı ve anten ikon gibi kullanılmıştır.
Institute for Scientific Information (1979) binasında cephedeki karolar binanın ifadesini kuran elemanlar olarak düşünülmüştür.
80
Institute for Scientific Information
National Collegiate Football Hall of Fame (1968) binası bir reklam panosu gibi düşünülmüştür. Burada yatırım mimarlığa değil, sokaktaki insanla iletişim kurmak için reklam panosuna yapılmıştır.
National Collegiate Football Hall of Fame
81
Venturi’nin Signs of Life Sergisi (1974) için hazırladığı işlerde reklamı mimarlığa dahil etme çabası vardır.
Böylece
flulaştırmıştır.
reklam
ve
sanat
arasındaki
çizgiyi
Bu işlerin hazırlık evresinde Venturi ve
öğrencileri banliyö evlerindeki sıradan Amerikalıların günlük hayatlarında nasıl yaşadıklarını araştırmışlardır.
Signs of Life
“Mimar yarattığı sürece seçer” diyen Venturi bu bağlamda 1977’deki Eklektik Ev çizimlerini yapmıştır.
82
Eklektik Ev
Trubek ve Wislocki Evleri (1971), Vail’deki ev (1977), Stony Creek’teki ev (1984) Robert Venturi’nin diğer projeleridir.
Trubek ve Wislocki Evleri
83
Vail’de ev
Stony Creek’te ev
84
kitap Mimarlıkta Karmaşıklık ve Çelişki - Robert Venturi “Dışlayarak kurulan kolay bir bütünlükten çok, içererek
ulaşılabilen
zor
bütünlük
amaç
edinilmelidir. ‘More is not less’.” Robert Venturi Anlaşılması Güç Bir Mimarlıktan Yana Nazik bir Bildiri
Altmışlı yıllar, geçerliliğini yitirmeye başlayan modern mimarlığı kurtarmaya girişen Yeni-brütalizm ve High-Tech gibi yeni ama yeterince kökten olmayan çıkışların da çare olmadığını
gösteren
iki
büyük
modernizm
eleştirisine sahne oldu. Bu iki radikal çıkışı yapanlar kendi memleketlerinin öğrettikleriyle modern
kahramanların
yeni
dünya
kurma
heyecanlarının nasıl yetersiz kaldığını gösterdi. İtalyan şehirlerinden ‘kalıcılığı’ öğrenen Aldo Rossi ve Amerikan şehirlerinden ‘karmaşıklık ve çelişkiyi’ öğrenen Robert Venturi. İki mimarın açtığı yeni bakış açıları modern mimarlık düşüncesinin temellerini hedef aldı.
85
Robert Venturi modern mimarlığın saf, minimal ve çelişkilerden arınmış olma çabasının aslında
indirgemeci
ve
dışlayıcı
bir
tavır
olduğuna işaret eder. Azaltarak çoğaltmanın gerçek bir çoğalma değil, yavanlığa yol açan bir eksilme olduğunu söyler. Metni verdiği bolca örnekle zenginleştirirken çokanlamlılığa yol açan
belirsizliklerin,
çelişkilerin
ve
karmaşıklıkların mimarlığı da zenginleştirdiğini gösterir.
Çoklu
çelişkili
bir
okumaları
bütünlüğü
mümkün
kurmak,
kılan
modern
mimarlık düşüncesinin çelişkisiz bütünlüğünü sağlamaktan daha kapsayıcı ve daha zordur. Modern mimarlığın dışlayıcı “ya o ya bu” anlayışının dolayısıyla
yerine içerici
çelişkiler olan
“hem
barındıran o
hem
bu”
anlayışını yerleştirmek gerektiğini söyler. Kitapta modern mimarlığın iç-dış ilişkisi hakkındaki
değişmez
fikirleri
sorgulanır.
Venturi’ye göre tasarımı “içeriden dışarıya” yapmak ya da binayı fonksiyon şemasına göre tasarlamak indirgemeci bir tavırdır ve yavanlığa yol açar. Oysa iç ve dış farklı artikülasyonlar gerektirir, iç ve dış arasında kurulacak çelişki
86
anlamı zenginleştirerek mimarlığı tek seferde algılanıp biten mekanlar yapmaktan öteye taşır. Çabuk
tüketilen
açık
ve
anlaşılır
bir
mimarlıktansa, iç içe geçen katmanların, iç ve dış arasındaki çelişkinin, planda, hacimde veya cephedeki karmaşıklıkların her seferinde farklı okumalara neden olması bir zenginlik yaratır. İdeal insanlar için ideal binalar yapan Modern mimarlığın kapsayıcı ya da içerici olmak gibi bir güdüsü yoktu. Aydınlanmacı despota benzetebileceğimiz kahraman mimarın kurduğu estetik sıradan insanla iletişim kurmak değil, ona fikrini benimsetmek istemekeydi. En önemli eleştirilerden biri bu noktada gelir. Venturi, dinlemeden öğretmeyi değil dinleyerek diyalog
kurmayı
önerir.
Mimarla
toplum
arasında açılan makası kapatmak için yapılan bir girişimdir bu. Zaten Amerikan şehirlerine baktığımızda
mimarın
gözlerini
daha
fazla
kapayarak ütopyasında inatçı olması saflık olacaktır. Modernist ütopyadan epey farklı şekillenen ve enformel dinamiklere fazlasıyla yaslanan mimarlık ve şehir karşısında bildiğini okuyan modern mimar, giderek kendi kendine söylenen aksi bir ihtiyara dönüşür. Mimarın
87
mimarlığa yeni alanlar açmak için olan biteni anlamaya çalışmak için gayret göstermesinden başka çıkışı yoktur. Travma yaratan keskin bir kopuş
yerine,
geçmişi
içeren,
çevresinden
öğrenen, iletişim kuran bir mimarlığı mümkün kılmak gerektiğini söyler Venturi. Venturi’nin mimarlıktan beklediği çoklu okumaları
mümkün
kılma
durumu
metnin
kendisi için de geçerlidir. Modern mimarlığa getirilen eleştiriler çok değerli olmakla birlikte Venturi’nin
buradan
hareketle
izlediği
yol
kimilerine doğru gelmeyebilir. Bir sonraki kitabı Las
Vegas’tan
Öğrenmek’le
daha
çok
somutlaştırdığı ‘iletişim kurmak’ fikri bıçak sırtında gezinir. Mimarlığı anlayan ve anlaşılır bir alan kılarken popülizme savrulmak işten bile değildir.
Mimarlığın
çıktığında
varoluş
eleştirel
sebebine
ters
olmaktan düşmeye
başladığı söylenebilir. Ama Venturi’nin metninin zenginliği
tam
da
buradadır:
Popülizme
savrulan da eleştirelliğini koruyan da aynı metni referans alabilir. Benim için modern mimarlığın ütopyacı ‘enayiliğine’ düşmeden ama doğrudan var olan düzeni onaylayıcı da olmadan bir çıkış aramaya devam etmek önemli görünüyor.
88
Ders: 10 04 14 Postmodern mimarlık
1950’lerdeki altın yıllarda kentleşme hızlanmıştı. Göç ve kentsel dönüşüm olgusuyla beraber merkezin yeniden inşası ve suburbanization gündeme gelmişti. Bu süreçte uslu, manipüle edilebilir yeni bir orta sınıf inşa edildi. Yeni evler, beyaz eşyalar ile kapitalizm kendine yeni alanlar açtı. Venturi, Hobsbawm ve Harvey’in eleştirel olduğu orta sınıf hayatından bir şeyler öğrenmeyi denedi. Bu amaçla öğrencileriyle Vegas’ı incelediler. Kimseyi dışlamayan, her şeyi içeren bir anlayış geliştirmeye çalıştılar.
Öğretmek
yerine
anlamaya
çalıştılar.
Öğrencileriyle banliyölerdeki orta sınıfların hayatlarındaki eklektik, kitsch öğeleri analiz edip, sergilediler. Kitsch, yeniliğin risklerini içermediği, herkesin anlayabileceği mesajları doğrudan verdiği için Venturi’nin anlayışına uygun düşüyordu. Böylece modern mimarlığın en büyük eksiği
olan
dışlayıcılığı
ve
sıradan
insanla
ilişki
kurmamasını aşmaya çalıştılar. Venturi kapitalizmin geldiği aşamada sanatçının gücünün kısıtlı olduğunu ve sadece ironiyle ayakta kalabileceğini düşünmekteydi ancak bugün
89
bu yaklaşımın geldiği noktada ironi de ortadan kalkmış geriye sadece popülizm kalmıştır.
Las Vegas
Venturi
manifestosunda
çoklu
okumaların
zenginlik olduğunu söylemiştir. Manifestonun kendisinde de
yazarın
mutlak
otoritesi
yerine
okuyucunun
düşünmesini mümkün kılar. İnsana yaşadığını hissettiren şeyler aslında ritm, tekrar, norm, prensip değil de karmaşıklık, çelişki ve risk gibi kavramlardır. Karmaşadan vazgeçip konformizme teslim olan insan aslında yaşamın kendisinden de vazgeçer. Modernizm insanları düzene sokmayı istiyordu. Buna karşın Ruskin, Nietzsche ve Heidegger gibi Venturi de bu düzen isteğine karşı hayatın
90
belirsizliğini, sürprizleri mümkün kılınmasını gerektiği savunmuştur.
butik
Diğer bir postmodern mimar olan Hans Hollein’ın Viyana’da tasarladığı mağazada (1966) ‘nedensiz’ formlar vardır. Malzeme ve formun neden o şekilde kullanıldığını açıklayacak nedenler yoktur. Postmodernizmin en önemli öğesi nedensizliğidir. Her şey olur.
Hollein’ın Viyana’daki butik (1966), Schullin I (1974), seyahat bürosu (1978), Schullin II (1982), Haas Haus (1990) gibi binalarında kitsch’i de içeren keyfi tasarımlar vardır.
91
Schullin I
Seyahat b端rosu
92
Schullin II
Haas Haus
93
Charles Moore’ın New Orleans’ta yaptığı Piazza d’Italia’da (1980) İtalya’yı çağrıştıran kitsch elemanlar vardır.
Piazza d’Italia
Michael
Graves’in
Portland
Binası
(1980)
postmodern ironinin bir örneğidir.
Portland Binası
94
James
Stirling’in
Stuttgart’ta
yaptığı
Staatsgalerie’de (1982) nedensiz kolajların yanı sıra kente olumlu müdahaleler vardır.
Staatsgalerie
Okuma önerisi: Classical Architecture: The Poetics of Order - Alexander Tzonis, Liane Lefaivre
95
Ders: 11 04 14 Aldo Rossi Aldo Rossi Şehrin Mimarisi kitabını 1966’da yazdı. O dönem mimarlık gündeminde Yeni-brütalizm ve New York Beşlisi vardı. Refah devleti uygulamalarının etkisiyle kentler büyümekteydi. İtalya’da şehirlerin nasıl büyüyeceği sorunsalı tartışılırken Rossi, hız, değişim beklentisine tepki olarak bu kitabı yazdı. Mimarlığı kalıcılıkla ilişkilendirdi.
Hannah Arendt, Human Condition kitabında inşa eylemini yaparken insanın ölümlülüğüne karşı dünyada ölümsüz bir eser bırakma isteği olduğunu, bu yüzden estetik motivasyonla hareket ettiğini anlatmıştır. Rossi de şehirlerin estetik motivasyonla inşa edilmesi gerektiğini söyleyerek plancıları eleştirmiştir. Modern plancılar şehri sadece coğrafi olarak okumaktaydı (synchronic) ama Rossi’ye göre kentlerin tarihi olarak da (diachronic) okunması gerekiyordu. Şehirlere kalıcılık ilkesiyle bakmak gerekmektedir. Çünkü şehri kuran anıtlarıdır. Modernistler değişime odaklandığı için anıtları görmezden gelmişlerdir ama kentlerin asıl itici gücü bunlardır. Kalıcı anıtlar
96
emlak/ekonomi
değerleriyle
anlaşılamaz.
Mimarlığı
otonom bir alan olarak düşünmemiz gerekir.
Rossi’ye göre şehir insan yapımıdır (artifact). Estetik motivasyonu olan inşai süreçlerle elde edilmiştir. Rossi, şehri anlamayı plancıların tekelinden kurtarmaya çalışarak mimarlığın şehirle ilişkisini yeniden tanımlamıştır. Şehir kalıcılığıyla mimarlığı etkiler ama mimarlık da inşa ederek şehri kurar ve değiştirir. Bu hiç bitmeyen bir süreçtir. Mimari yapıt ve şehir hem belirleyen hem de belirlenendir. Mimarlığın öznesi kolektif bellektir. İnsanlık tekinsiz dünyayı yaşanır, düzenli bir yer haline getirmek üzere ortak belleği aracılığıyla inşa eder. Her kentin bir varoluş nedeni vardır, mimarlık kolektif bir eylem olarak bunu ortaya çıkarır. Bu anlamda yaratıcı özneden kopar. Rossi sıfırdan başlayan yaratıcılığa, tabula rasa tasarıma karşıdır. Tasarıma odaklanan modern mimarlığa karşılık Rossi, analizin önemini ortaya koymuştur. Modernistlerin tarihi bir kopuş, sıfır noktası olarak görmesine rağmen Rossi tarihi bir süreklilik olarak okuyordu. Bu anlamda on dokuzuncu yüzyıldaki Fransız rasyonalistlere yakındır. Buradaki rasyonalizm, modernizmin rasyonalizminden
97
farklıdır. Otorite bilim değil tarihtir. Bu yüzden Rossi’nin mimarlığı Yeni-rasyonalizm olarak anılır. Rossi’ye göre mimarlığı sürdürebilir ve kalıcı kılan tarihtir. Anıtların fiziksel olarak kalıcılığı ile bunların bellekteki izlerinin kalıcılığı iki farklı kalıcılığa işaret eder. Modern insanın nostalji takıntısı patolojik kalıcılığa yol açar. Anıtlar ve sokakları korumak önemlidir ama her bir konutu korumak şehrin dinamizmini öldürür. Müzeler de aynı şekilde tarihi yabancılaştırır.
Jung’un arketip kavramını andıran Rossi’nin ‘tip’ kavramı gerçekleşen binadan hem daha çok hem daha azını ifade eder. Tipten birçok imge türetilebilir ama bunların hiçbiri o tipi tüketemez. Tip bir şema değil, özdür. Rossi şehre ilerlemeci vizyonla değil, zamandışı bir dünya olarak bakar. Bellek de tip kavramı da zamandışına işaret eder.
Okuma önerileri: Human Condition – Hannah Arendt Kamusal İnsanın Çöküşü – Richard Sensett
98
Ders: 18 04 14 Rossi’nin ‘analojik mimarlık’ kavramının referansı Jung’tur: “Mantıki düşünce dille ifade edilir, analojik düşünceler
hayal
edilir
ancak
sessizdir.”
Analojik
düşünceler rüya ya da meditasyon gibidir. İfade edilemez, çağrışım
üzerinden
çalışır.
Rossi
analojik
mimarlığı
anlatmak için Canaletto’nun Venedik resmini kullanmıştır. Canaletto’nun resmindeki Venedik’te hiç inşa edilmemiş binalar, görenlere Venedik’i duyumsatır. Analojik mimarlık da benzer şekilde gerçekle hayal gücü arasında gidip gelir.
Canaletto
99
Her tip, yerle kurduğu biricik ilişki sonucunda benzersiz bir sanat eseri yaratır. Bu diyalektik bir ilişkidir. Kenti inşai süreçler olarak gören Rossi kentin morfolojisini inceler.
Rossi modern mimarlığın ütopik, kahramansal anlayışının yerine disiplinin sınırlarını belirleyip onun içinde kalmayı önerir. Ancak böyle olduğunda mevcut sisteme direnilebilecektir. Bu anlayış Venturi’nin ironisi gibi kabullenmeyi içermez. Kapitalizmin tüketim toplumu içinde mimarlığı koymak istediği yere kentin kalıcılığına dayanarak direnmeyi savunur. Kapitalizmin değişiminin, hızının karşısına tarih, kalıcılık, toplumsal bellek ve sürekliliği koyar. Bu hem kapitalizme hem modern mimarlığa bir cevaptır.
Rossi Trieste’de öğrenci yurdu (1974) için yaptığı eskizlerde tarihten bildiğimiz bina elemanlarının farklı kombinasyonlarını mimarlığa
getirdiği
denemiştir. önemli
Rossi’nin
eleştirilerden
modern biri
‘naif
fonksiyonalizm’dir. Binaların fonksiyonlarının zaman içinde değiştiğini, esas kalıcı olanın estetik olduğunu savunur.
100
Kolektif bir özne tarafından estetik motivasyonla inşa edilen binalar kalıcıdır.
Trieste’de öğrenci yurdu
Ronchi’de villa
101
Ronchi’de yaptığı villa (1960) Loos’un Venedik’teki villasını
andırır.
Rossi,
Loos’un
sessiz
cephesinden
etkilenmiştir. Taffuri, kapitalist düzende yapılacak tek şeyin sessiz kalmak olduğunu söyleyerek Loos ve Rossi’yi örneklemiştir. Aldo Rossi inşa ettiği binalarında genellikle kolektif tipin hafızalardaki o başlangıç anını yakalamayı çalışmıştır. Bunun sonucunda zaman dışı, dramatik, sürreel binalar inşa etmiştir. Binalarında disiplinin özerkliğine vurgu yapan fonksiyondan bağımsız güçlü formlar elde etmiştir. Örneğin Venedik Bienali için hazırladığı yüzen Teatro
del
Mondo’da
(1980)
Venediklilerin
kolektif
belleğinde yer alan yüzen sahneyi kullanmıştır. Analojik bir tasarım yaparak Venedik’e ait gibi duran ama Venedik’te olmayan bir form elde etmiştir. Zamandışı ve insanın hafızasında olan bir imgedir bu.
Teatro del Mondo
102
Casabella dergisinde editörlük de yapan Aldo Rossi’nin işlerinden bazıları şunlardır: Theater Paganini ve Piazza della Pilotta (1964), City Hall Square (1965), San Sabba’da okul (1969), Gallaratese 2 (1973), F. de Amicis İlkokulu (1970), San Cataldo Mezarlığı (1984), Muggio City Hall (1972), Fagnano’da ilkokul (1976), Borgo Ticino’da pavyon (1973), Centro Direzionale (1988), Roma Interrota (1977), Citta Analoga (1976), Little Scientific Theatre (1978),
Broni’de
ortaokul
(1983),
Çaydanlık
(1980),
Südliche’de apartman (1981)
Gallaretese 2
103
Modena Mezarlığı
Fagnano’da okul
104
Borgo Ticino’da pavyon
Centro Direzionale
San Sabba’da okul
105
Roma Interrotta
Cita Analoga
106
Çaydanlık
Südliche’de apartman
107
Venturi ve Rossi
Venturi ve Rossi’nin sloganları benzer olsa da kavramlara verdiği anlamlar faklıdır. Venturi şimdiki şehirle barışık olmayı Rossi ise kolektif bellekteki şehre dönmeyi savunur. Rossi, Venturi gibi kabullenici değildir. Tarih kavramı Venturi için imgeler deposu anlamına gelirken Rossi’de kolektif bellek demektir. Mimarlık disiplini Venturi’ye göre gereğinden fazla değer atfedilmemesi gereken var olan düzene uygun bir meslek iken Rossi disiplini sisteme daha eleştirel bir konuma yerleştirir. Ortak noktaları ikisinin de anti-heroic ve anti-ütopik olmasıdır.
Leon Krier
Aldo Rossi gibi bir Yeni-rasyonalist olan Krier, modernizmin eleştirmiştir.
uydurulmuş Çizdiği
formları
ve
popülizmi
tablolarla farklı fonksiyonlardaki
binaların aynı forma sahip olduğunu gösterip bu keyfiliği sorgulamıştır. Modern şehirlerin fonksiyonel zonlamasını eleştirerek
şehirlerde
karma
kullanımı
savunmuştur.
Tessenow’a benzer şekilde sınırlı şehirler önermiştir.
108
Geleneksel
Avrupa
şehirlerinin
rekonstrüksiyonunu
yapmayı önermiştir. Bu öneriye göre yeni kamusal binaları geleneksel tipolojide inşa edilmeliydi. 80’lerde prensin yardımıyla Poundbury’de bir şehir inşa eden Krier Avrupalılar’a kendi
geleneksel
şehirlerini
hatırlatmak
istiyordu. Krier’de Rossi’deki gibi bir başlangıç arayışı yerine sadece imgenin çeşitlenmesi vardır.
Poundbury
109
Kitap/makaleler Şehrin Mimarisi – Aldo Rossi Aldo Rossi: The Idea of Architecture and the Modena Cemetery – Rafael Moneo Mimari Stiller: Kent Mimarlığı – Tansel Korkmaz Aldo Rossi’de Akıl ve Hafıza – İhsan Bilgin, Mehmet Karaören Aldo
Rossi,
Modern
Mimarlığın
fonksiyonalizme yaslı ütopyacı söyleminin artık işlemediğinin görüldüğü bir dönemde mimarlığa önemli bir açılım getirdi. On dokuzuncu yüzyılın teknik imkanlarının ve modernliğin getirdiği nedensizliğe tepki olarak mimarlığı fonksiyonla ilişkilendirerek nedenli kılmak isteyen Modern Mimarlık,
bunu,
içinde
bulunduğu
büyük
değişimler çağının kaygan zemininde mümkün kılmak için ütopyacı ve devrimci bir niteliğe bürünerek yaptı. Ancak böylesine sofistike bir mimarlığı icra etmek sadece ustalar tarafından
110
başarılabildi.
Bu
durumun
sürdürülebilir
olmadığı modern mimarlık dünyaya yayılarak devrimi başardığında anlaşıldı. Başarılı olduğu sanılırken
biçime
indirgenip
içi
boşalarak,
tepkili olduğu nedensizliğe mahkum olmaya başladığı
anlaşıldı.
60’lara
gelindiğinde
Archigram, Yeni-brütalizm ya da High-tech gibi revizyon
çabalarının
da
yetersiz
kaldığı
görüldüğünde yeni bir paradigma kurmaktan başka çare kalmamıştı. Bu sırada kapitalizmin şehir ve mimarlık üzerinde ağırlığı da artmaya başlıyordu.
Venturi,
mimarlığın
dünyayı
değiştirecek
gücünün
olmadığını,
sisteme
entegre olmaktan başka çarenin olmadığını işaret ederken Rossi de mimarlığın ütopyacı naifliğinin farkındaydı. Ama o teslim olmaktan başka bir yol olduğunu gösterdi. Şehir ve mimarlığı, modern mimarlığın fonksiyonalist ve tabula rasa tasarım algısından farklı
bir
yaklaşımla
değerlendirmeyi
öneriyordu Rossi. Kent ve mimarlığın sadece fonksiyonla tasarımıyla
ve
mimar
öznesinin
analiz-
yaklaşımıyla
anlaşılacak
olgular
değil, kolektif belleğe bağlı insan yaratıları olduğunun altını çizerek mimarlık ve kent
111
arasındaki diyalektik ilişkiyi işaret etti. Rossi’ye göre kent, mimarlığı beslerken, mimarlık aynı zamanda doğrudan kenti yaratmaktadır. Baştan, inşa eyleminin insanın dünyada temel var olma ve kendini gerçekleştirme biçimi olduğunu unutmamak gerekir. İnsanlar mimarlık yoluyla tarih
içinde
kentleri
yaratır.
Bu
yaratım
doğrudan kolektif belleğin ürünüdür. Burada özne modern mimarlıkta olduğu gibi mimar değil, kolektif bellektir. Mimarlık, şehrin var olma nedenini somutlaştıran biricik disiplindir ve otonomdur. Rossi burada disipline, naif ütopyacılığa düşmeden çok önemli bir pozisyon atfeder.
Mimarlık
sisteme
karşı
eleştirel
olabilecek gücünü bu otonomluğundan alır. Yukarıda bahsedildiği gibi kapitalizmin etkisinin şehirlerde hissedilmeye başlamasının sonuçları hız ve değişim isteğiydi. Rossi’nin kalıcılık çağrısı bu noktada anlamlıdır. Şehir – mimarlık arasındaki karşılıklı ilişki anıtların, izlerin ve bölgelerin (konut bölgesi vs.) kalıcılığı yoluyla olur. Yüzyıllar boyu değişmeden duran anıtlar, kolektif
belleğin
birer
parçası
olurlar
ve
mimarlık kendine böyle yapıtlardan dayanak bulur. Kalıcı yerler –kalıcılığı patolojik bir hale ulaşmadığı
sürece-
değişime
engel
olmaz,
112
aksine şehre dinamizm veren bu anıtlarla değişen şehrin ilişkisidir. Anıtlar kalıcılığını formunun
gücüne
borçludur,
modern
mimarlığın yücelttiği fonksiyonun etkisi yoktur. Kolektif
bellek
de
kalıcılığın
bir
başka
mekanıdır. Kolektif bellek, kentin insanlarının bilinçdışında yer alan zaman içinde oluşmuş ortak arketipsel tortulardır, doğrudan temsil edilemez ve görselleştirilemezler. Mimarlık bu arketipleri somutlaştırarak şehri inşa eder. Rossi’nin mimarlığı kolektif bellekte gizli olan tipleri bulmak üzere çıkılan bir yolculuktur. Bilinçdışındaki tipler doğrusal bir hattın en flu ucuysa, inşa edilmiş somut binaların morfolojisi fazlasıyla net diğer ucudur. Rossi, fluya doğru yola çıkarak soyut geometrik şekillerin bitip mimarlığın başladığı noktaya kadar geri gider. Tabi burası sisli bir yer olduğu için tek bir nokta yoktur,
her
yolculuktan
başka
morfolojiler
doğar. Dolayısıyla yeniliğe her zaman imkan vardır. Zaten her tek yaratının bulunduğu yerle kurduğu ilişki onu biricik kılacaktır. Rossi’nin analojik süreç diye tanımladığı şey tam da budur: Formdan önce gelen ve formu mümkün kılan, kolektif bellekte yer alan müphem ve sonsuz tip kavramını rasyonel olarak aramak.
113
Aydınlanmacı
Rasyonalistlerin
tarihe
başvurması gibi Rossi de bir otorite olarak kolektif belleğin tiplerine başvurduğu için Yenirasyonalist olarak anılır. Rossi’yi Aydınlanma’ya yaklaştıran diğer bir yanı da mimarlığı otonom bir disiplin ve düşüncelerin ifade aracı olarak görmesidir. Mimarlık, fonksiyonun belirlediği değil de yukarıda anlatılan analojik ve rasyonel süreç
doğrultusunda
kendisiyle
başlayıp,
kendisiyle biten otonom bir disiplin olarak tanımlandığında, Venturi’nin baktığı yerin ya da nedensizliğin
yol
açtığı
‘everything
goes’
anlayışının aksine disipline eleştirel bir konum atfedebiliriz.
Sisteme
teslim
olmak
yerine
sistem dışı, zamansız, arketipsel bir konumda ısrar etmek ancak Rossi’nin yapılarında görülen şiirsel bir duruşla mümkün görünmektedir. Modena
mezarlığındaki
Gallaretese’deki
de
zamansızlık
Chiricovari
ya
da
gölgelerin
yarattığı drama, kaybedilen anlama karşı – mimarlıkta olduğu kadar hayatta da- elden bir şey gelmediğinin farkında olup yine de teslim olmadan dik ve soğuk bir hüzünle durup düşünmemize yol açmaktadır.
114
Ders: 25 04 14 Colin Rowe
Colin Rowe Mathematics of the Ideal Villa (1947) kitabında Palladio ve Le Corbusier’nin form üretirken benzer mantıkla hareket ettiğini göstermiştir. Modern mimarlığı tarihin reddi ya da tabula rasa olarak gören anlayışı eleştirmiştir. Rowe’a göre her iyi binanın öncülleri vardır. Mimarlık bu yolla öğrenilen bir disiplindir. Pevsner ve Giedion’a göre modern mimarlık çağın ruhunun yansımasıydı ve on dokuzuncu yüzyıl böyle olmadığı için modernin karşıtı olarak karanlıktı. Buna karşın Rowe sürekliliği ve öncülleri vurgulamıştır. Bu modern mimarlık tarihinin yeni bir okumasıdır. Karl Popper de benzer şekilde yenilik olması için geleneğin gerekliliğine dikkat çekmiştir. Rowe’un bu okumasından önce mimarlıkta yenilik geleneğin reddi olarak görülüyordu. Rowe ile birlikte yeniliğin geleneğin içinden çıkacağı düşünülmeye başlandı. Anlam, tarihle birlikte kurulur, sıfırdan başlayan bir durumun derinliğinin olması mümkün değildir. Le Corbusier, Rohe ve Wright ustaların yanında geleneği çok iyi bilerek yetişmişlerdir.
115
Rowe
bu
eleştirileriyle
1950’lerde
modern
mimarlığın sorgulanmasını sağlayan zemini hazırladı. Modernin ilk defa formalist, estetik okumasını yaptı. Bu yaklaşım olmasaydı New York Beşlisi de mümkün olmazdı.
Dünyanın her alanda kutuplaştığı bir dönemde mimarlıkta da formalist olanlar ortodoks görüştekilerden ayrıldı. Rowe, formel otonomiyi savunmaktadır. Ona göre formun
kendi
iç
mantığı
vardır
ve
fonksiyonla
gerekçelendirilmesine gerek yoktur. Rowe’un modern eleştirisi, Popper’ın Açık Toplum ve Düşmanları kitabından etkilenmiştir. Popper’ın ütopyaların farklılığa tahammülü olmadığına dair eleştirisi üzerine Rowe da modern mimarlığın içerici değil dışlayıcı olduğuna dikkat çekmiştir. Venturi de aynı görüştedir ama Rowe’un referansları çok daha sofistikedir. Rowe pop kültürü ve kistch’i övmez. Zaten Venturi’ye göre de Rowe elitisttir.
Collage City (1978) Rowe’un politik, ahlaki, estetik sorgulamalarının en olgunlaşmış halidir. Levi Strauss ve Isaiah Berlin etkisi vardır. İdeal durumlar ve hazır setler
116
yerine heterojenlik ve ad-hoc tasarımı önerir. Mimarlığı brikolaj ile bilim arasında konumlandırır. Brikolaj için spontanlığın önemine dikkat çeker. Özgürlük ve adaleti bir arada bulunduran toplumların kolaj yaptığını söyler. Tilki ve kirpi zihin ayrımı önemlidir. Tilki zihinler içerici mimarlık için gereklidir. Collage City, geleneği ve yeniliği içererek “both and” için bir strateji sunar. Naif ve dışlayıcı ütopyalar yerine şiirsel ütopyaları savunur. Modernizmin en çok zarar verdiği şey olarak kente işaret eden Rowe, bu yüzden savaştan sonra bir çok ütopyanın ortaya çıktığını hatırlatır. Geleneksel kentte boşlukların binaların arasına oyulmuş gibi olduğunu ancak modern şehrin binalarının zemin yüzeyine bırakılmış gibi olduğuna dikkat çeker. Versay Sarayı’nın kirpi planına karşılık Hadrian’ın villasının ad-hoc tasarımının tesadüfiliğe, sürprizlere izin veren kendiliğindenliğini över. Tilki zihinle yapılmış bu kolaj hayatın canlılığını içermektedir ancak Versay’da böyle bir canlılığa yer yoktur.
Transparency (1963) makalesinde derinliği olan katmanlı şeffaflığın zenginlik yaratacağını savunur. Kübist resimlerin çok katmanlılığından etkilenmiştir. Bauhaus’ın
117
tek seferde tüketilen şeffaflığına karşın, her bakışta farklı okumalara izin veren çakışan katmanlardan oluşan bir şeffaflığı savunur. Ona göre müphemlik bir zaaf değil zenginliktir. Venturi de aynı görüştedir. Collage City ile Complexity and Contradiction in Architecture’ın ortak noktaları, içerici ve çoğulcu olmalarıdır.
Rowe alternatif bir modern mimarlık okuması yapmıştır ama önerileri daha sonra öğrencileri tarafından bağlamsalcılık
olarak
reçeteye
indirgendiğinde
sofistikasyonunu kaybetmiştir. Bağlamsalcılık genelekensel bağlamla çağdaş formların kolajı olarak yorumlanıp yayılmıştır.
Okuma önerileri: Architectural Principles in the Age of Humanism – R. Wittkower Açık Toplum ve Düşmanları – Karl Popper
118
makale Collage City – Colin Rowe ve Fred Koetter Rowe ve Koetter, modern mimarlığa yapılan eleştirileri iki karşıt kategori içinde inceler: Archigram gibi ileriye yönelenler ver Townscape gibi geçmişe yönelenler.
Superstudio
Superstudio’nun hazırladığı imgelerde ideal yaşam olarak görülen nomadik hayat Kartezyen gridin içindedir. Mutlu varoluş ve özgürlük buna bağlıdır. Özgürlük getirdiği iddia edilen modern mekan kavrayışı, yerin mekânsal ve psikolojik özelliklerini yok eder. Rowe,
119
nostaljik ve kehanetsel olarak adlandırdığı ütopyaların belirtir.
ikisinin
Gotik
sahneleri’yken sahneleri’ni
dışlayıcı
katedraller modern
oluşturur.
muhafazakar, olarak
de
şehrin
mimari Geçmişi
kehaneti
değerlendirme
olduğunu ‘hafıza ‘kehanet savunanları
savunanları
radikal
eğilimindeyizdir
ama
insan hem hem radikal hem muhafazakardır, hepimiz geçmişte yaşayarak geleceği umut ederiz. Kehanet olmadan umut, hafıza olmadan iletişim mümkün değildir. Rowe ve Koetter’ın modern mimarlığı eleştirdiği nokta, kehanette bulunurken hafızayı dışlamasıdır. Rowe
ve
Koetter,
Popper’in
anti
ütopyacı söylemine atıfta bulunurken tefekkür için ütopya ile sosyal değişimin aracı olarak ütopyanın aynı şey olmadığına işaret ederler. Ütopyalar
genellikle
düzenlenmesi
toplumsal
yaşamın
bilimsel
ilkelere
için
başvurduğunu iddia eder ki Popper de bu yaklaşımın
doğru
olmadığını
savunur.
Bu
söylemden bilim ve gelenek arasında karşıtlık olduğu çıkarılabilir. Gelenek, iletişimi sağladığı için
topluma
yarattığı
gibi,
gereklidir, eleştiriye
sosyal ve
uzun
strüktürü vadede
120
değişime de açıktır. Bilimi ‘fact’lerin toplamı değil hipotezlerin eleştirilmesi olarak düşünmek gerekir. Bilimle topluma yön veren ütopyalar, mevcut düzendeki somut kötülerle uğraşmadan soyut
bir
ideal
düzen
yaratırlar.
Kendini
geleceğin ‘blueprint’i olarak tanıtan ütopyalar radikal
değişim
zamanlarında
tehlikeli
olabilirler, özellikle de pratiğe geçebildiği kent planlama alanında. Rowe ve Koetter, reçete anlamında ütopyayı eleştirirken hak verdiği Popper’i metafor olarak ütopyayı yoksaydığı için eleştirir. Beyaz Saray’ın 1969’daki geleceği öngörmeyi
planlayan
bildirisi
Popper’in
eleştirdiği toplum mühendisliğinin bir örneğidir. Bunun gibi politik ütopyalar büyük değişim uğruna küçük değişimleri dışlar, istisnaları yok sayar. 20. yüzyılın genel motivasyonu budur, modern mimarlığın davranış biçimi de bu düşünceye yoktur,
yakındır.
Ütopyalarda
seçenek
olmayı
seçemezsiniz,
modern
iyi
mimarlık da böyledir. Versay Sarayı ve Villa Adriana iki benzer mutlak
güç
için
yapılmalarına
rağmen
arkalarındaki niyet tamamen farklıdır. Versay Sarayı, kehanetsel şehir görüşünün yansıması
121
olarak, belirsizliğe, düzensizliğe yer vermez, tek bir
fikri
vardır
ve
onu
uygular.
Sarayın
bahçeleri, ortaçağ Paris’inin kaotik sokaklarının eleştirisidir. Villa Adriana’da tek bir hakim fikir yoktur, zaman içinde farklı biçimlerde yapılmış, birbirine ve topografyaya göre konumlanan yapılardan oluşmuştur. Rowe ve Koetter nu noktada
Isiah
benzetmesini
Berlin’in alıntılar:
tilki
ve
Kirpi
kirpi
düşünceli
insanların tek bir fikri vardır, hep o fikrin doğrultusunda
hareket
değerlendirme
kriteri
ederler, tektir.
şeyleri
Tilki
gibi
düşünenler zihninde çelişkileri de barındırırlar, bir şeyi düşünürken tersini de hesaba katarlar. Bu değerlendirmeye göre Versay kirpi zihnin ürünüdür, Villa Adriana ise tilki. Villa Adriana Roma’nın minyatürü gibidir: Tasarlanmış ve tasarlanmamış elemanlar ad-hoc olarak bir araya gelmiştir, bir kolajdır. Versay ise modern mimarlığın ilerlemecidir,
köklerini
oluşturacak
biçimde
bilimsel toplumu öngörür
rasyonel düzen mitine itimat eder.
ve
122
Versay ve Adrian Villası
Mimarlar iki savaş arası dönemdeki krizde insanlık için inşa etmek üzere dünyayı tabula rasa yukarıda
olarak gördüler. Bu yaklaşım
bahsettiğimiz
ütopyacı,
topyekün
tasarımı doğurdu. Mimar, bilimsel gerçeklere dayandığı iddiasıyla on sekizinci yüzyıl doğa felsefecisi gibi davrandı. Bu tespitleri yapan Rowe ve Koetter, bilime alternatif olarak brikolaj kavramını, bilimsel düşünceye alternatif olarak savage mind’ı önerirler. Doğa yasalarının
123
doğrultusunda mimarlık
matematiksel
yapan
malzemeye
mühendisin
göre
spontane
hesaplamalarla yerine
eldeki
tasarım
yapan
brikolör’ü koyarlar. Brikolör baştan belirlenmiş bir projeyi uygulamaz, elde olanları, kendi birikimi doğrultusunda yorumlayıp yeni bir şey ortaya koyan bir operatördür. Brikolör gibi planlanacak
şehir
düşünmektir. planlaması
kültürcüdür,
Modernizmin ise
tilki
bilimsel
ilerlemeci
ve
gibi şehir
topyekün
tasarımıyla Beyaz Saray örneğindeki bilimsel politika
anlayışından
farksızdır.
Topyekün
tasarım topyekün kontrolü sağlar. Bu durumun yol açacağı politik güç kabul edilebilir bir şey değildir. Şehirleri planlarken bilimin yanı sıra brikolaja
başvurmak
gerekir.
Brikolaj
mantalitesiyle oluşmuş İmparatorluk Roma’sı ile Barok Roma’nın bir arada varoluşu sosyal mühendislik ya da topyekün tasarıma altertanif bir planlama sunar. Villa Adriana da tek başına ideal
tiplerin
gelmesiyle
ad-hoc
oluşur.
tasarımla
Rowe
ve
bir
araya
Koetter
bize
sarsılmaz bir güzel ve doğru idealinin, değişmez ve
bütün
bilinçsizce
gelecek bir
araya
tasavvurunun gelen
yerine
birimlerin
ve
124
çatışmaların
birbirini
tamamlama
ihtimalini
önerir. Modern
mimarlık
geleneği,
içinde
bulunduğu pragmatik çağın ruhuna uyacak biçimde
sanattan
pek
hoşlanmazdı
ama
modernist sanatın bazı kanalları mimarlığa yeni bir açılım getirebilir. Picasso, kolaj eserleri Boğa Başı ve Caning Sandalyesi ile alt kültür ürünü olan objeleri, bağlamlarını değiştirerek birer yüksük kültür öğesi yapmıştır. Böylece baştan olumsuz çağrışımları olan kolaj kavramı birden değerlenir. Le Corbusier de bilindik elemanların
bağlamını
değiştirerek
yepyeni
etkiler yaratmıştır, dolayısıyla kolaj yapmıştır. Fütüristlerin
zaman
kavrayışı
Picasso’nunkinden farklıdır. Fütüristler zamanı sürekli ilerleyen bir süreç olarak algılarlarken Picasso, sanatı bilinmeyen bir ideale doğru ilerleyen bir evrim olarak görmez. O, şimdi için resmeder ve eserlerinin hep şimdiki gibi geçerli kalmasını umut eder. Bize iki argüman da gereklidir.
Kolaj,
ütopya
ya
da
geleneğin
yarattığı sorunlarla baş edebilmek için uygun olan
yoldur.
Açık
şehir
ve
açık
toplumu
yaratmak için Popper’in tezine uymalı; ideal
125
toplum
uğruna
politik
ütopyalardan
sakınmalıyız ama şiirsel anlamda ütopyanın gerekliliğini unutmadan. Kolaj bu noktada bir dengeleme unsuru olmalıdır. Böylece kolaj şehir,
modern
mimarlığın
şehrinden
daha
içerici, misafirperver ve açık olacaktır. Kolajın gücü ironisindedir. Kullandığı öğelere tamamen inanmayabilir ama Rowe ve Koetter’a göre ütopyanın imkansızlığını bilmemiz, değişime olan inancımızı ortadan kaldırmaz.
Boğa Başı
126
Ders: 29 04 14 Rowe’un New York Five sergisi için yazdığı (1972) metin iyi bir modern mimarlık eleştirisidir. Yaygınlaştığı anda anlamını kaybeden modern mimarlığı başarılı gören görüşe de başarısız gören görüşe de yer verir. Yazı baştan sonra tek bir fikri empoze etmek yerine karşıt fikirleri eleştirerek yaratıcı bir okumaya imkan verir. Modern mimarlık hakkında sorduğu sorular önemlidir: Mimarlık fonksiyonel ve teknolojik girdilerin sonucu mu olmalıdır, öyle olması mümkün müdür? Mimarlık ütopya kurmak zorunda
mıdır?
Mimar
sadece
zamanın
ruhunun
uygulayıcısı mıdır, özgür iradeye göre hareket edebilir mi? Mimarlık eleştirel bir disiplin olarak icra edilebilir mi?
Deneysellik ve düzen arasındaki ilişkiye dikkat çeker Rowe. Sürekli deney yapmak ne kadar mümkün olabilir? Anlam kurmak için düzen gerekir. Modern mimarlık
hem
zeitgeist’tan
hem
de
deneysellikten
bahsettiğinde paradoksa düşer. Rowe modern mimarlığın bu gibi çelişkilerini ortaya koyarak New York Beşlisi’ne gelecek olası eleştirilere karşı savunma yapar. Rowe da
127
Venturi de mimarlıktaki inceliği küçük ve zekice oyunlarda görürler, büyük yenilikler beklemezler.
New
York
okunabileceği
gibi
Beşlisi post
modernizm modern
içinden
olarak
da
değerlendirilebilir. Zaten modern - post modern arasında keskin bir kopuş yoktur. Post modern, moderni eleştirerek onu sırtında taşır.
makale An Introduction to the Information Age – Manuel Castells Castells, 20. yüzyılın son yirmi yılında yaşadığımız önemli değişikliklerin yol açtığı yeni bir çağa ve yeni bir toplum yapısına işaret eder. Bilgi Çağı (Information Age) ve Ağ Toplumu (Network Society) olarak adlandırdığı fenomenlerin
arasında
zorunlu
bir
bağ
olmayabileceğini ama Bilgi Çağı olmadan Ağ Toplumunun mümkün olmayacağını belirtir.
128
Yaşanan
büyük
değişimlerden
en
önemlileri; soğuk savaşın bitişi, ulus devletin çökmesine
rağmen
milliyetçiliğin
ve
radikalizmin yükselişi, küreselleşme, terörizmin yükselişi,
ekolojik
duyarlılığın
hareketin
güçlenmesi,
bilgi
ve
feminist
teknolojilerinin
yaygınlaşması, refah devletinin yerini neoliberal ve muhafazakar politikaların alması olarak sıralanabilir. Ağ Toplumu’nu mümkün kılan ve birbirinden bağımsız gelişen üç ana unsur ise şunlardır: 70’lerdeki bilgi teknolojileri devrimi, 80’lerde
kapitalizmin
yapılandırması sosyal
ve
hareketler.
kendini
yeniden
60’lardan
beri
yükselen
Metinde
bu
unsurlar
sonucunda ortaya çıkan Ağ Toplumu’nun dokuz özelliği anlatılır: 1.
Bilgi
Ekonomisi.
Sanayi
toplumunun ekonomik sistemi artık değişti. Üretime dayalı iş dünyasının yerine yönetim ve iletişim alanları büyüdü. Bunun sonucunda şehirlerde üretimden bağımsız iş alanları ortaya çıktı. 2.
Küresel
Ekonomi.
Ekonomi
küreselleşti ama bu tüm dünyanın ekonomisinin
129
geliştiği anlamına gelmemektedir. İki kutuplu ve üçüncü dünyalı, Atlantik merkezli ekonomi yerini Pasifik merkezli birinci ve dördüncü dünyaların aldığı bir ekonomik sisteme bıraktı. Ulusal
devletlerin
değil
küresel
şehirlerin
arasında yeni bir ağ oluşurken bu ağın dışında kalan yerler, dördüncü dünya denen çok yoksul bölgelere dönüştü. Dünya nüfusunun büyük bölümü bu dünyaya sıkışırken sermaye belli şehirler arasında kaldı. 3. esnek
Ağ
kapitalizme
Girişimi. dayalı
İletişime olarak
dayalı
çokuluslu
şirketler ortaya çıktı. Toplam sermayenin büyük bölümü
bu
şirketlerin
elinde
toplanmaya
başladı. Büyük küresel ağa eklemlenen her farklı yere özgü yerel ağlar kuruldu. Geleneksel düzenli iş sistemi değişti, tek seferlik esnek anlaşmalar yapılmaya başlandı. 4.
İş
ve
İstihdamın
dönüşümü:
Esnek İşçiler. Kısa süreli sözleşmelerle yapılan işler düzenli işe göre daha maliyetsiz olmaya başlayınca esnek çalışma yöntemleri ortaya çıktı. Bunun sonucunda sendikalar gücünü kaybetti, niteliksiz işçiler daha çaresiz kaldılar.
130
Devamlı işsiz olan, kısıtlı zamanlar için iş bulan sabit bir kitle oluştu. 5. Esnek
Sosyal Kutuplaşma ve Dışlama.
çalışmanın
gündeme
gelmesiyle
iş
bireyselleşti. Bireysel yetenekler, eğitim gibi özellikler
çalışanların
değerini
belirleyen
unsurlar olarak önem kazandı. Nitelikli ve niteliksiz işçiler arasındaki makasın açılmasıyla gelir dağılımında uçurum oluştu. Sınıf atlama imkanı olmayan alt tabakada psikolojik krizler, uyuşturucu ve suç yaygınlaştı. Bu eşitsizlik sosyal barışı tehdit etmeye başladı. 6.
Gerçek Sanallık Kültürü. Yeni
medya sisteminin ve iletişim teknolojilerinin sonucu olarak dünya üzerindeki tek tek bireyler arasındaki etkileşim güçlendi. Bu bireylerin sanal kimlikleri gerçekliğin kendisi olmaya başladı. 7.
Siyaset.
Medya
siyaseti
şekillendiren en önemli mecra oldu. Siyasi figürler medyada oldukları kadar var olmaya başladılar. Medyada önemli olan en indirgenmiş ve etkili mesajı vermek olduğu için politikacılar
131
karizmatik liderler oldukları sürece güçlü kabul edilir oldular. İmgeler ve skandallar siyaset alanında etkili olurken medyada yer almayanlar marjinal siyaset
kabul
edilmeye
yozlaştı,
temsili
başlandı.
Böylece
demokrasinin
içi
boşaldı. 8.
Zamansız zaman. Bilgi Çağı’yla
birlikte zaman ve mekan kavramları da dönüştü. Sanayi devrimi döngüsel zamanı saat (çizgisel) zamanına çevirmişti, Ağ Toplumu’yla birlikte zamansız zaman kavramı ortaya çıktı. Zaman artık kronolojik olarak değil senkronik olarak var olmaya başladı. Buna göre önceden insanlar hayatlarını
belirli
çalışma
saatlerine
göre
düzenlerken artık böyle kısıtlamalar geçersiz kaldı. 9.
Akışkan
Mekan.
Zaman
gibi
mekan kavramı da daha esnek bir varoluşa evrildi. Elektronik bağların güçlenmesiyle iş görmek için aynı fiziksel mekanda
olmak
zorunluluğu ortadan kalktı. Değişen teknolojik paradigmanın sonucu olarak ortaya çıkan yeni mekan kavrayışı fiziksel mekanın da anlamının değişimine yol açtı. Değişen mekan anlayışı ve
132
iletişim ağları, yeni sosyal hareketleri mümkün kıldı. Sonuç olarak, Ağ
Toplumu değişen
kapitalizmin yeni formları ve ağlarına paralel olarak ortaya çıkan dinamik, esnek, aralarında güçlü iletişim ağları bulunan bireylerden oluşan yeni bir fenomendir. Sınırların kaybolduğu, ulus devletlerin küresel
yerini
çokuluslu
şehirlerin
aldığı
bir
şirketlerin
ve
dünyada
Ağ
Toplumu’nu oluşturan bireyselleşmiş işçiler, gittikçe
güçlenen
kapitalizmin
karşısında
feminizm ve ekolojinin yükselmesinde olduğu gibi
güçlü
sosyal
barındırmaktalar.
hareket Bunun
potansiyellerini
çok
önemli
bir
örneğini geçtiğimiz yıl İstanbul’da yaşadık.
Ders: 09 05 14 Postmodernism and Consumer Society - Frederic Jameson
Parodinin esere bir saygısı vardır ama pastiş ölü maskelerle konuşmak gibidir. Postmodernizmde tarih kapitalizmin
kullanabileceği
imgeler
deposu
haline
133
gelmiştir. Klasik, kendi döneminde doğal bir dildi ama tek seferde tüketilen keyfi cepheler yaratmak için pastiş olarak kullanılmaktadır ve bu yüzden içeriği boşalmıştır. Dil anlamını
kaybettiğinde
her
uyarıcı,
imge
olarak
kullanılabilir. Bu durumda anlam kurmak çok zor olur. Postmodernizm popülizm, nedensizlik ve eğlencedir. Tarihselci cepheler tarihin kendisine yabancılaşmaya yol açar.
makale Building Dwelling Thinking - Martin Heidegger Heidegger’e göre inşa etmek, yeryüzüne fırlatılan
insanın
bu
travmanın
üstesinden
gelmek için yaptığı varoluşsal bir eylemdir. Bu bağlamda inşa etmek, iskan etmek ve düşünmek aynı şeydir. Varoluşunu anlamlandırmak isteyen insan bunun için düşünür ve inşa ederek bir yerin sakini olur. Heidegger,
insanın
dilin
değil
dilin
insanın efendisi olduğunu hatırlatarak iskan etmek sözcüğünün kökenini araştırır. Vardığı
134
sonuç
şudur:
“Biz
insanların
yeryüzünde
varolma tarzı, sakin olma(barınma)dır. Bir insan olmak
demek
yeryüzünde
ölümlü
olarak
varolmak demektir.” İnsanoğlu iskan etmek için inşa eder. İnşa etmek, bina dikmeyi de, toprağı kültürleştirmeyi etmek
iskan
de
içerir.
etmektir
Dolayısıyla
ve
iskan
inşa
etmek,
ölümlülerin yeryüzünde barınma tarzıdır. İskan etmek olarak inşa etme, binalar dikmek için inşa etmeyi mümkün kılar. Heidegger bu noktada neden iskan ettiğimizi anlamak için yeniden dile başvurarak iskan etmenin huzursükun içinde olmak, serbest ve tehlikeden mahfuz olmak, esirgenmiş olmak anlamına geldiğini gösterir. İskan etmek ölümlülerin yeryüzünde var olması anlamına gelir. İnsandan bahsettiğimizde yeryüzünün üzerinde, göğün esirgeyiciliğinde,
tanrısal
varlıkların
gözetiminde ve ölümlülerin arasında var olmayı düşünürüz. Bu dörtlü aslında birdir, birinden söz ettiğimizde diğerlerini de içermiş oluruz. Ölümlüler bu dörtlü içinde var olurlar. İskan eden insanın esirgediği, koruma altına aldığı şey bu dörtlüdür. Başta söz ettiğimiz gibi korumak demek serbest bırakmak, kendisi gibi olmasını sağlamak demektir. İnsanlar iskan
135
ederek
yeryüzünü
korurlar,
ona
boyun
eğdirmezler; göğü gök olarak kabul ederek korurlar;
tanrısal
bekleyerek
varlıkları
korurlar,
umut
kendi
asli
ederek,
varlıklarını
korurlar, ölümün farkında olarak daha iyi bir ölüm beklerler. Bu dörtlüye özü içerisinde göz kulak
olmak
için
gerçekleştirmek
iskan
için
ederler.
‘şeylere’
Bunu
muhtacızdır.
İskan etmek bir şeylerle kalmaktır, topladığımız şeyleri muhafaza etmemizi sağlar. “Şeylerle kalma,
dörtlü
herhangi
bir
içerisinde zamanda
dörtlü
basit
kalmanın
birlik
içinde
başarıldığı yegane yoldur. İskan etme dörtlüyü, dörtlünün özünü şeylerle buluşturarak korur... İskan etme dörtlüyü şeylerle muhafaza ettiği kadarıyla inşa etmedir.” “İnşa
etme
hangi
bakımdan
iskan
etmeye aittir?” Heidegger, köprü örneğiyle cevaplar kendi sorduğu soruyu. Bir köprü inşa edildiğinde
sadece
kıyıları
birleştirmekle
kalmaz, onları ayırır da: Sıradan ve eşdeğer yerler olan karşılıklı kıyılar artık iki farklı mahal olmuş olur. Aynı zamanda arkasında uzanan toprak
parçalarını
akarsuya
kavuşturarak
ölümlülere yol bahşeder. Bunu yaparken göğün
136
havasına ve kararsız doğasına da hazırlıklıdır. Aşıp geçen bir geçit olarak tanrısal bir huzur da sağlayan köprü kendisinde, kendi tarzınca yeri, göğü, tanrısallığı ve ölümlülüğü toplar. Köprü, dörtlüye iskan alanı sağlayan bir ‘şey’dir. Fakat ancak kendisi mahal olan şey bir iskan yeri için alan açabilir. Köprü sonsuz kıyı boyunca bir yere yapıldığı için o yer bir mahal olur. Mahal, köprü vasıtasıyla var olarak dörtlüyü bir araya getirir
ve
mekanlara
geçit
verir.
Mekanı
kavramak için yine dile başvururuz. “Mekan, özü itibariyle kendisi için yer açılmış olan, sınırları içerisine bırakılmış olandır. Kendisi için yer açılan şey her zaman bir mahal sayesinde, bir başka deyişle, köprü türünden bir şeyle bahşedilir ve dolayısıyla bir araya getirilir, yani toplanır. Bu yüzden mekanlar asli varlıklarını mekandan değil, mahallerden alırlar. ... Köprü bir mahaldir. Böyle bir şey olmakla o, yer ve göğün, tanrısal ve ölümlü varlıkların kabul edildiği bir mekana imkan tanır. Köprünün geçit verdiği
mekan,
köprünün
yanında
ya
da
uzağında değişik derecede birçok yerde ihtiva eder.”
Ancak
mekanı
her
yeri
eşdeğer
matematik bir kavram olarak ele aldığımızda “mekanlar”
ihtiva
etmez.
Bu
kavrayışta
137
mahaller, ya da köprü, bulamayız. Bugün mahaller, bina türünden yapılardır ve bu yapılar her gün içinden geçtiğimiz mekanları yaratır. “Mekan insan için ... ne harici bir obje, ne de içsel bir tecrübedir.” İnsan dediğimizde şeyler arasında, dörtlü içinde kalmayı zaten zikrederiz, dolayısıyla
insanı
mekandan
bağımsız
düşünemeyiz. “Mekanlar insanın sakin olmasına bırakılmalarıyla
açılır.
Ölümlülerin
var
olduklarını söylemek sakin olmakla onların, şeylerin ve mahallerin arasında ikamet etmeleri sayesinde
mekanlar
sürdürdüklerini
arasında
söylemektir.”
İnsan
kalmayı kendi
kendine düşündüğünde bile mekanda şeyler arasında varolduğunu bir an için de olsa unutamaz. “İnsan ve mekan arasındaki ilişki ... iskan etmeden başka bir şey değildir.” Köprü örneğinde olduğu gibi mahal, dörtlüyü hem kabul
eder
hem
onu
kurar.
İnşa
etmek,
dörtlünün birliğini toplayan mahaller meydana getirir. “Binalar dörtlüye göz kulak olur. Onlar dörtlüyü kendilerince koruyan şeylerdir. ... Bu dörtlü koruma iskan etmenin basit özüdür.” Yunanların Tehne sözcüğünü bir şeyin içinde olanı görünür kılma, açığa çıkarma
138
anlamında kullanırlar. Bina inşa etmek de dörtlüyü açığa çıkarmaktır. İnşa etmenin özü de iskan etmektir. Ancak inşa etmek ve iskan edebilmek için düşünmek gereklidir. Mimar ve mühendislerin
diktiği
her
bina
dörtlüyü
toplayarak iskan etmeyi mümkün kılmayabilir. İnsanlar
geçmişte
geleneksel
yöntemlerle
yapılan bir dağ kulübesinde iskan edebiliyordu. Ancak iskan etmenin sıkıntısı insanın her seferinde bunu yeniden öğrenmek zorunda oluşudur ve modern hayatın yurtsuzluğunda bu kabiliyet unutulmuş gibidir. Ölümlüler, iskan etmeden hareketle inşa ettiklerinde ve iskan etme
uğruna
düşündüklerinde
iskan
etme
sıkıntısını aşmayı başarabilirler.
Ders: 16 05 14 Eleştirel Bölgeselcilik
Kenneth Frampton, mimarlığın sürekli yenilik peşinde koşmak yerine dirençli olmayı nasıl mümkün kılacağını altı madde ile anlatır. Daha önce benzer bir direniş
stratejisini
uygarlığın
Aldo
aynılaştırıcı
Rossi
savunmuştu.
yıkıcılığına
karşı
Küresel
Frampton’ın
139
önerdiği
strateji
yere
özgü
olan
değerlerin
potansiyellerinin açığa çıkarılmaya çalışılmasıdır. Bölgesel eleştirelciliğin vernakülerden farkı vernakülerin öz bilinci olmaması ama Bölgesel Eleştirelci mimarlığın kendi hakkında düşünebilme yetisidir. Rus formalist şairlerin estrangement yöntemiyle kelimelerin kendi yazılışlarından estetik üretmesi gibi Eleştirel Bölgeselcilik de bilinen elemanlarının bağlamını değiştirerek eleştirel bir mimarlığı mümkün
kılmayı amaçlar. Ancak erleştirel olmayan
bölgeselcilik tekrardan öteye gidemez.
Okuma önerleri: Thinking Architecture – Peter Zumthor Atmosphere – Peter Zumthor
140
makaleler Towards a Critical Regionalism: Six Points for an Architecture of Resistance – Kenneth Frampton Bölgeselcilik – Tansel Korkmaz Paul
Ricoeur’un
işaret
ettiği
gibi
aydınlanma aklının ürünü olan modern homojen uygarlık (civilization) kavramı ile belli yer ve toplumlara ait olan kültür çatışma içindedir. Birçok toplum bir yandan modern aklın sonucu olan homojenleştirici uygarlığa dahil olup öte yandan
kendi
köklerini
muhafaza
etmeye
çalışmanın sıkıntısını yaşamaktadır. Uygarlık kavramı,
geleneksel
parçalanmasıyla dünya
dünyanın
ortaya
görüşünü
çıkan
yansıtır.
hakikatinin modernliğin
Aydınlanma
ile
düşüncenin laikleşmesi yüzyıllardır insanlığın içinde yaşadığı anlamlı bütünü parçalayarak büyük bir özgürleşmeye yol açmış ve bu durum coşkuyla
karşılanmıştı.
Ancak
bunun
karşılığında ‘bilmeye cesaret ederek’ kendi sorumluluğunu
eline
alan
özgür
bireyin
141
yeryüzünde huzur içinde nasıl var olabileceği bir sorun olarak ortaya çıktı. Modernlik, tabula rasa
olarak
kopararak
gördüğü sadece
dünyayı akla
dönüştürebileceğini
geçmişinden
uygun
olarak
varsayıyordu.
Bu
düşünceyle icra edilen mimarlık pratiğinin yarattığı mekânlar parçalanan hakikati daha da belirgin
kılarak
yabancılaşmaya
yol
açtı.
Endüstrileşme sürecinin ileriki aşamalarında kapitalizmin güçlenmesiyle mimarlık modern aklın uygarlığını dünyanın her yerine aynı şekilde yayan bir araç haline geldi. Birkaç on yıl öncesine
kadar
kültür
ve
uygarlığın
diyalektiğinden beslenerek şekillenen şehirler artık sadece evrensel uygarlığın bir örnek mimarlık ‘ürün’lerine mecbur kaldı. Bu durum insanları
giderek
daha
çok
anlamsızlığa
the
Avant-Garde.
mahkum etti. Rise Toplum
ve
and Fall
of
mimarlıktaki
modernleşmenin
sonucu olarak Avangart akımlar ortaya çıktı ve genellikle
modernliğin
ilerlemeci
ve
özgürleştirici oluşundan hem beslendiler hem de ona destek oldular. Örneğin Neoklasisizm aydınlanmanın propaganda aracı olarak işlev
142
gördü. Kategorik olarak modernliğin yol açtığı yabancılaşmaya ve işlevselciliğe karşı olan Gotik canlandırmacılığı ve Arts and Crafts hareketleri
de
modernleşmenin
hızını
kesemediler. Art Nouveau, Fütürizm, Pürizm, Neoplastisizm ve Konstrüktivizm gibi diğer tüm radikal
Avangart
hareketler
modernleşme
sürecini yürekten desteklediler. Savaş sonrası ekonomik ve sosyal ortamın sonucu olarak avangart hareketler son bulurken, evrensel uygarlık
artık
modernleşmenin
sağladığı
özgürleştiricilikten de uzaklaştı. Aydınlanmanın akıl dışı her şeyi dışlamasıyla sadece bir eğlence
türü
olarak
algılanmaya
başlanan
sanat, kapitalizmin etkisinin artmasıyla diğer her
şey
gibi
metalaştı.
Amerikan
postmodernizmi hem avantgart hareketlerin hem de kültürün eleştirelliğinin sonu oldu. Bundan
böyle
modernleşme
özgürleştirici
özelliğini kaybederek tüketim kültürünün baskı unsuru haline geldi. Critical Regionalism and World Culture. Bugün
mimarlık
ancak
‘arriere-garde’
bir
pozisyonda kalırsa eleştirel bir pratik olabilir. Bu duruş ne aydınlanmacı ilerlemeci mite itimat
143
etmektir
ne
de
dekorasyonlarını
geçmişin
nostaljik
uygulamaktır.
Eleştirel
Bölgeseliclik, muhafazakar popülizm ya da duygusal bölgeselcilik demek değildir. A. Tzonis ve L. Lefaivre’nin tanımına göre bireysel ve yerel arkitektonik özellikleri evrensel ve soyut olanlara
tercih
Bölgeselcilik’in özelliklerin uygarlığın
etmektir.
stratejisi,
öne
Eleştirel
belli
yere
çıkarılmasıyla
etkilerini
azaltmak
ait
evrensel üzerinedir.
Frampton, yerle otantik bir diyaloğa girerek, ondan
hem
öğrenip
değiştirerek,
hem
evrensel
yabancılaştırıcı
onun
bağlamını
uygarlığın
dayattığı
çevreye
karşı
eleştirel
bir
pozisyonda durmayı önerir. Ancak böyle bir kültürel strateji, tüketim toplumuna adapte olmuş anlamsız
ve
olumlayıcı
(affirmative)
mimarlığa direnç sağlayabilir. Bölgeye, yere dönmek muhafazakarlığı değil özgürlüğü, yeni fikirlerin ortaya çıkışını mümkün kılar. Antik Yunan’ın ‘poiesis’ kavramında olduğu gibi yerin sakladığını,
görünmeyen
hakikati
görünür
kılmak esastır. Bunun için modern, sıfırdan yaratan yaratıcı birey değil, yerle diyaloğa girebilen bilge bir kişi olmak gerekir.
144
The Resistance of the Place-form. İkinci savaştan
sonra
Rotterdam
örneğinde
de
görüldüğü gibi şehir planlama krize girmiştir. Şehir
planlama
düzenlemeye
arsayı
fonksiyonlara
indirgenmiştir.
göre
Heidegger,
Building Dwelling Thinking makalesinde bu anlayışa karşı bir duruş sergileyerek evrensel yersizliğe dikkat çeker. Kelimelerin etimolojisini incelediğinde yerin sınırlarla belirlendiğinin altını çizer. İnsan sınırları belirleyip bir yeri kendine ait bir mekan haline getirdiği zaman o yerin potansiyellerini açığa çıkarır ve kendi varoluşunu
anlamlandırabilir.
Eleştirel
bir
pozisyon alabilmek için yerin esirgeyiciliğine sığınmak gereklidir. Yerin politik ve direniş potansiyellerini ancak eleştirel bir mimarlık açığa çıkartabilir. Culture Versus Nature: Topography, Context, Climate, Light and Tectonic Form. Modernlik mimarlığı araziyi düzleyip tabula rasa bir zemine rasyonel tasarımları uygulamak olarak anladı ama bunun sonucunda yersiz yerler elde edildi. Eleştirel Bölgeselcilik’e göre yere kulak vermek gerekir. Yerin tarihini, zaman içinde geçirdiği değişimleri dışlamamak
145
gerekir.
Mimar,
tasarlamak
ve
hakikatini
ortaya
bireysel
imza
atmak
yaratıcılıkla yerine,
çıkarmasına
yere
müsaade
etmelidir. Yerin kültürü, topografyası, bağlamı, iklimi, ışığı ve tektonik formu binayı belirler. Bunlara dokunamayan mimarlık, sahne dekoru yapmaktan ve dolayısıyla tüketim toplumunu pekiştirmekten öteye gidemez. The Visual Versus the Tactile. Yerden kaynaklanan formun dokunsal (tactile) oluşu, onun
evrensel
teknolojiye
karşı
direnç
potansiyelini içinde barındırmasını sağlar. Işığın yoğunluğu,
gölgelerin
oyunu,
malzemenin
dokusu, yerin kokusu ve mekanın verdiği his dokunsaldır
ve
ancak
deneyimlenerek
anlaşılabilir. Eleştirel Bölgeselcilik perspektifle sakatlanmış görsel algımızı alt üst etmek ister. Perspektif çevreyle kurduğumuz ilişkiyi diğer duyuları dışlayıp, rasyonalize edilmiş teknik bir görselliğe indirgeyerek kısıtlar. Bunun sonucu olarak mimarlık da sahneler üreten bir pratik haline gelerek
kolayca
tüketim
toplumunu
geliştiren medya endüstrisinin parçası olur. Ancak yerin hakikatini açığa çıkarmak için tektonik ve dokunsal bir mimarlığı savunan
146
Eleştirel
Bölgeselcilik
modernleşmenin
yıkıcı
ile
küresel
etkilerine
direnmek
mümkün olabilir.
Ders: 28 05 14 Peter Zumthor
Yıldız mimarlık (Starchitecture) görünürlük üzerine kuruludur.
Binalar,
tasarlanmaktadır. görülmektedir.
nasıl Mimarlık
Mimarın
görüneceği moda
görünüşü
düşünülerek tasarımı
de
yıldız
gibi mimar
kimliğinin bir parçası olarak düşünülmektedir. Zumthor, yıldız mimar olmak istemez. Her işi kabul etmez, konuşmacı olarak çağrıldığı her yere gitmez, İsviçre’de bir köyde bulunan dört kişilik ofisini büyütmeyi reddeder. Mimarlığı bilinçli olarak bir business haline getirmez.
Zumthor,
işlerinde
Heidegger’in
dediği
gibi
mimarlığın yerin potansiyellerini ortaya çıkarmasına izin verir. Yer ve mimarlık birbirine ait olur, ikisi de birbirini var eder. Loos’a göre modern dönemde kaybolan yerin ve
147
mimarlığın büyülü birlikteliğini yeniden elde etmek imkansızdır. Zumthor’un işlerinde bu anlamda umut vardır.
Zumthor’a göre mimarlığın işaret, temsil olması çok indirgeyicidir. Mimarlık dili stile indirgenmemelidir. Binalarında ideal bir şeyin temsili değil, var olan durumu sürdürme çabası vardır. Zumthor’un yapılarının çizimle anlaşılması zordur, deneyimlenmesi gerekir. Yapılarının bazıları şunlardır:
Stüdyo
Stüdyo (1986), Chur’daki arkeolojik alan için yaptığı yapı (1986), Saint Benedict Şapeli (1989), Chur Yaşlılar evi (1993), Truog Evi (1994), Therme Vals (1996),
148
Kunsthaus (1997), Spittelhof Estate (1996), Swiss Box (2000), Brother Klaus Field Şapeli (2007)
Chur’daki arkeolojik alan
Saint Benedict Şapeli
149
Kunsthaus
Swiss Box
Brother Klaus Field Ĺžapeli
150
Chur Yaşlılar Evi
Truog Evi
Therme Vals
Okuma önerileri: Pritzker ödül konuşması – P. Zumthor What is called thinking – M. Heidegger Peter Zumthor – İhsan Bilgin
151
Ders: 04 06 14 Yapısöküm
1988’de MoMA’da açılan ve Peter Eisenman, Frank Gehry, Zaha Hadid, Coop Himmelblau, Rem Koolhaas, Daniel Libeskind ve Bernard Tschumi’nin eserlerinin sergilendiği
Deconstructivist
Architecture
sergisi
ile
Derrida’nın yapısöküm kavramının mimarlığa uyarlanması stile indirgenip içi boşalmıştır.
Yapısöküm esasında
yapmaktan çok okuma anlamayla ilgili bir süreci tarif eder.
Edebiyat eleştirisi profesörü olan Jacques Derida, Batı medeniyeti oluşturan temel eserleri ele alıp ilk bakışta farkına varılmayan kurguları ortaya çıkarır. Temsil edenle temsil edilen arasındaki ilişkiyi sorgular. Derrida'ya göre bütün özler, hakikatler tarihsel olarak kurulmuştur. Derrida anlamların toplumsal olarak nasıl inşa edilmiş olduklarını anlayabilmek
için
onları
yapısöküme
uğratmamız
gerektiğini savunur.
Derrida floating signifier denen, duruma göre farklı anlamları temsil eden kavramların yarattığı zenginliğe
152
dikkat çeker. Mimarlıkta da benzer şekilde belirsizlikler zenginlik
yaratır.
Derrida
dildeki
her
kavramın
bir
başkasının referansıyla anlaşılabileceğini, sıfır noktasına hiçbir
zaman
ulaşamayacağımızı
söyler
(deffering).
Derrida’nın metinlerinde de sabit bir nokta yoktur, sürekli düşünmeye ve farklı okumalar yapmaya teşvik eder.
Derrida’ya göre felsefe mimarlık metaforuyla kurulur. Düşüncenin kendisinin mimarlık gibi hiyerarşik bir sistemi vardır. O mimarlığı yapısöküme uğratıp anlamayı savunur. Yapısöküm yok etmek için değil, var olan şeylerin yapısını anlamak için yapılır.
Maintenat
l’architecture
makalesinde
Derrida
mimarlığın temel özelliklerine meydan okur. Heidegger’in Building Dwelling Thinking makalesine cevap olarak ‘yuva’ kavramının aslında esas olmadığını, onun da toplumsal olarak inşa edilmiş olduğunu savunur. Bu yüzden modern insanın yersizliğini bir yoksunluk değil özgürleşme olarak değerlendirir. Derrida mimarlığın temsil - içerik ilişkisini problematize ederek, mimarlığın neden disiplin dışından gelen bir anlamı temsil etmek zorunda olduğu sorusunu
153
sorar. La Villette’de yapılan böyle bir bağımsızlaşma denemesidir.
Benzer
şekilde
Eisenman
Venedik’teki
projesinde Le Corbusier’nin Venedik Hastanesi gridini kullanırken binaları gridden bağımsız yerleştirerek gridin tasarımı belirlemedeki egemenliğini kırmaya çalışmıştır. Adorno da biçimin kendi yasası olduğunu savunmuştu. Rossi’yle başlayan otonomluk sorunsalı, Rowe, Eisenman ve Tschumi ile derinleşmiştir. Tschumi, La Villette ile park kavramının tarih içinde yüklendiği anlamı yapısöküme uğratmayı denemiştir.
Folie
154
Parkın anlamı tarih içinde şehir içindeki doğa, kaçış alanı, cennet kurgusu olarak kurulmuştur. Park, insanı masumiyetinden
koparan
medeniyetin
karşısında
masumiyeti sağlayan şey olarak düşünülmektedir. La Villette’te park bir aktivite alanı olarak düşünülerek bu anlam
değiştirilir.
Yapı
parçalanıp
araziye
yayılarak
mimarlığın bina - arazi ikilemine de meydan okunur. Arazi üzerine yerleştirilen grid sistemi soyut ve mükemmelliği çağrıştırırken doğanın kendisi somuttur ve mükemmel değildir, sürprizlere açıktır. Gridin çakışma noktalarına konan folie’ler (saçmalık, delilik) gridin mantığı çağrıştıran anlamını bozar. Her biri dokuza dokuz metrelik küplerin farklı şekilde bozulmuş hali olan folie’lerin arasında bir seri, düzen mantığı da yoktur. Dahası hangi fonksiyona sahip olacakları da belirlenmemiştir. Bu yaklaşım mimarlığı fonksiyon yükünden özgürleştirmektedir. Projede grid sisteminin yanı sıra hareketler ve düzlemler sistemi de olmasına rağmen bu üç sistemin nasıl bir araya geleceğini belirleyen bir sistem yoktur. Tscuhmi böylece hem sistemi koyarken hem de onun altını oymaktadır. Bu özelliğiyle La Villette daha sonraki mimari müdahelelere de açıktır. Son kertede Tschumi’nin yapmak istediği mimarlığın içerik -
155
temsil ilişkisini sorunsallaştırarak sürprizlere ve tesadüflere açık bir mimarlığı mümkün kılmaktır.
makale Point de folie – Maintenat l’architecture – Jacques Derrida Derrida, mimarlığı, Fransızca’daki tam çevrilemeyen maintenant (dilimizdeki en yakın kelime Şimdi olsa gerek) kavramıyla birlikte ele alır. Derrida maintenant’ı, anın kutlanması, ya da mimarlığın güncel durumu olarak düşünmez. Modernist bir sinyal ya da postmodernizmin kutsanması da değildir. Tarihte olan her şeyin bir tarihsel dönemle bağdaştırılması ilerleme ideolojisiyle
alakalı
bir
yaklaşımdır.
Oysa
maintenant, tarihin art ardalığında yer almak istemez, çünkü o moda ya da çağ değildir. Ancak tarihe tamamen yabancı da değildir, kurduğu ilişki farklıdır. Geçmişimizi
mimarlık
üzerinden
algılarız, bizi inşa eden şey mimarlıktır, ama
156
aynı zamanda onun yaratıcısıyızdır da. Bizim için maintenant (şimdi) olan şey mimari olaydır. Tschumi’nin
Villette
Parkı
için
yaptığı
iş,
olayları mümkün kılan mimarlık değil, olay olarak
mimaridir.
Peki,
olayın
mimarlığı
mümkün müdür, mimarinin şimdi’si? Bize olan şey, olay, mimarlığın, arkitektoniğin anlamıyla ilgilidir.
Olan
olaylarla
birlikte
anlamın
kendisinin anlamına ne olur? Delilik[la folie] bu noktada değer kazanır. Folie’nin kendinde bir anlamı yoktur. Tschumi Villette Parkı’nda folie adını verdiği hacimleri mimari olarak uygular. Noktalar,
çizgiler
ve
düzlemlerin
farklı
kombinasyonlarla bir araya geldiği büyük gridin kesişim noktalarındaki folie’ler programatik yapı bozumunun ortak paydasını oluşturur. Ortak payda anlamı yabancılaştırır, ayrıştırır. Deliliği içeren mimariyle mimarinin semantiği parçalanır. Bu delilik, iş-çalışma noksanlığı demek değil, işe makyaj, operasyon yapmaktır. Folieler, mimarlığa anlam veren her şeye operasyon
yapar.
En
başta
mimarlığın
semantiğini yapısöküme uğratır. Bunun için mimarlığın mimarlığına (nasıl inşa edildiğine) bakmak gerek.
157
La Villette’in üç sistemi
Derrida mimarlığın kendisinin toplumsal olarak inşa edildiğini iddia eder. Heidegger, iskan
etmek
başından
beri
üzere
mimarlık
varoluşumuzun
yapmayı bir
en
parçası
olduğunu iddia ediyordu. Bunu böyle kabul etmek, Derrida’ya göre mimarlığın tarihselliğini
158
unutmuş olmaktan ileri gelir. Derrida, tarih boyunca mimarlığın dört değişmez özelliği olduğunu, bunların tek bir ortak sonuca işaret ettiğini söyler: Mimarlık hep kendi alanından kaynaklanmayan bir anlamın, telosun temsil edilme aracı olmuştur. Mimarlık dışı kavramlar mimarlığın sentaksıyla kurulur. Dört kuraldan ilki;
mimarlığın
Heidegger,
önce
anlamı, iskan
iskan
etmedir.
etmenin
geldiğini,
dolayısıyla daha iyi mimarlık yapmak için iskan etme üzerine düşünmemiz gerektiğini söyler. Derrida’ya göre bu yapısöküm değildir, mesken tutmayı dünyaya fırlatılmışlığın temel aracı olarak
algılamanın
nasıl
yapıldığını,
inşa
edildiğini bulup kendimizi özgürleştirmemiz gerekir. İkinci özellik; mimarlığın hiyerarşi ve merkeziliği cisimleştirme, dolayısıyla iktidarın gücünü pekiştirme aracı olmasıdır. Üçüncüsü; mimarlığın teleolojinin aracı olması, dolayısıyla disiplin dışı kavramların hizmetine girmesidir. Son özellik; mimarlık hep güzel sanatlara bağlı olmuştur. Güzellik, uyum, bütünlük, harmoni gibi güzel sanatlara dayanan kriterler mimari eleştirinin de temeli olmuştur. Ancak neyin sanat olduğuna iktidardakiler karar verir ve mimarlık da sanat gibi, disiplin dışı kavramların
159
hakikatini kendi diliyle cisimleştirmek zorunda kalır. Mimarlık metafiziği insanların gözünde, imgeleminde “Arkitektoniğin
somutlaştırır. değişmez
Derrida
noktaları
Batı
kültürünü de düzenler... Mimarlığın üstüne gitmeyen yapısöküm eksik kalır. Üstüne gitme onu
yıkmak
için
değil,
onun
hakkında
düşünmek, anlayacak kadar ondan ayrışmak için.” diyerek mimarlığa neden bu kadar önem verdiğini ifade eder. Ona göre Villette Parkı projesi Tschumi’ye ve dolayısıyla Derrida’ya Folie’leri inşa etmek için fırsat sağlamıştır. Folie’ler anlamı, güçlü arkitektoniği yerinden eder, sorunsallaştırır, onların yapısını parçalar. Mimarlığın anlamına savaş açar. Bütünlük, estetik aura, hiyerarşi kalmaz, mimari yazımın sıfır
noktasına
ulaşılır.
Ama
bunlar
işe
yaramayan, insan dışı, soyut, anlamsız hacimler de değildir. Mimarlığı yeniden tanımlamak üzere
parçalamak
ve
bundan
bir
enerji
çıkarmak amaçlanır. Mimari normlar yabancı ve geçicidir, Folie’ler mimarlığın en temeline, ne olduğuna dönüş çabasıdır. Bunun için en indirginemez
işaret
maintenant
kavramı
160
olacaktır.
Folie’lerin
yıkıp
geçen,
anarşik,
nihilistik bir varoluşu olmadığını ya da yeni bir düzen
icat
etmediğini
hatırlatmak
gerek.
Folie’ler mimarlığa dıştan gelen dayatmaları kabul etmez. Fonksiyona, ekonomiye ya da estetiğe göre yapılmayı reddeder. Dayatılan normlara, çeviri ve dönüşüm baskısına karşı mimarlığın
özüne
ve
kendisine
dönülerek
yeniden kurulması önerilir. Temsili olmayan, otonom bir varoluş aranır. Bunun için mimarlığı olaylarla ve maintenant kavramıyla birlikte düşünmek gerekimektedir. Folie’ler deneyimler dizisi sunarak olayları sorgulamamızı sağlar. Yeni deneyleri mümkün kılan noktalı grid şansa, dönüşüme fırsat verir. Folie’ler asemantiğin deliliğini mümkün kılarak ortak anlama karşı çıkar, yapısöker. Yapısöken bir mimarlık nasıl mümkün
olabilir,
yapısökümün
dili
hangi
stratejilerle nasıl kurulur? Semantiğin analiz edilmesi, disiplinin ve ideolojinin eleştirilmesi gerekir. Ancak yapısöküm, yeniden ‘yapmazsa’ güçsüz kalacaktır. Folie’lerden oluşan grid, farklı aktiviteler için mekanlar üretir. Bu grid bir bütünlük sağlamaz, sadece geçip giden bir dokudur. Mimar bu dokuyu dokuyan, ağı ören kişidir. Dokuma her yönde sonsuza gider, her
161
anlama gelir, anlamdan ötedir. Noktalardan oluşan
sonsuz
grid,
durağan
olmaya,
tanımlanmaya izin vermez. Boşluklar, yarıklar içerir: Folie noktaları, saçılanı tekrar toplar. Folie
noktaları
kuralı
sağlayan
kromozom
hücreleridir. Tschumi’nin sözlüğünde güçlü kelimeler vardır. Trans, dis ve de’lerle başlayan kelimeler: transfer, Ancak
deconstruction,
sadece
‘dis’lerden
çıkabilir?
Yenilik
mimarlıkla
inşa
Çözüşmüş
dissociation nasıl
gereklidir. etmek
mekanı
işin
bir
gibi. enerji
Çözülmeyi zor
yanıdır.
Folie’lerin
kırmızı
noktalarıyla yeniden kurmak gerekir. ‘Dis’ler mimarlık dışı değildir, maintenant mimarlığının kendisidir,
deliliği
yapısökmeyle
bir
araya
getirir. Kırmızı noktalar bütünlüğü olmayan fragmanlardır. Grid, kendine referans veren otonom yapısıyla enerjinin açığa çıkmasına izin verir.
Anlam
ve
etkileşimlerin
takipsiz
serilerinden oluşur, her tür aktiviteyi bir araya getirerek yapısöker. Gridin her bir noktası hem gridin
devamlılığını
böler
hem
de
diğer
noktalarla ilişki kurar: İlişki kurmayan bir ilişki. Hegel’in aufhebung kavramı ya da diyalektik
162
burada yoktur. Nokta mekanı reddeder, kendini yanlışlayan bir çizgi yaratır. Çizgi noktanın hakikatidir, yüzey çizginin hakikatidir, zaman mekanın
hakikatidir,
maintenant
noktanın
hakikatidir: Maintenant diyalektiğin kesintiye uğramasıdır. Kırmızı
noktalar
mekanı
çözülmeye
uğratır. Öteki’lere yer açar. Bu mimarlığın teorisi, politikası, etiği ya da anlatısı değildir. Tschumi, deliliğin mimarisiyle hepsine yer verir. Maintenant,
anlamın
kıyısındaki
çizgidedir:
temsilden önce ve onun ötesindedir. Kırmızı küpler program ve olay stratejileri için olduğu kadar gelmekte olan mimarlığa da dair atılmış zarlardır. Risk içerir ama şans da tanır.
Ders: 06 06 14 Fold ve parametrik tasarım
Mimarlar Deleuze’ün fold kavramını form üretme aracına indirgemişlerdir ama fold aslında daha çok süreçle ilgilidir. Deleuze, Fold: Leibniz and the Baroque kitabında
163
Leibniz’e referans vererek fold kavramını barok ev metaforuyla anlatır.
Barok ev
Beyin
önceden
bilgilerin
çekmecelere
depo
edildiği ve gerektiğinde çıkarılıp kullanılan bir yer olarak düşünülüyordu. Leibniz beyni sabit değil, esnek ve hareketli bir yer olarak tanımlayarak bu görüşe meydan okumuştur. Ona göre beynin içindeki sürekli hareketli olan kıvrımlar algılar yoluyla gelen bilgilere göre sürekli şekil değiştirmektedir. Bu iddia, son yıllarda nörobilim alanında yapılan çalışmalarla da ispatlandı. Artık yaşadığımız her olayda hafızamızın yeniden organize olduğunu biliyoruz. Dünyayı algılama biçimimiz esnek ve plastiktir.
164
Kıvrımlı yüzeyler karmaşık topografyaya daha kolay, kopmadan, kırılmadan uyum sağlar. Örneğin kumaşın vücudu kolayca kaplaması... Mimarlıkta eğrilerin izini geriye doğru sürdüğümüzde akla hemen Gaudi gelir. Gaudi doğada hiç dik açının olmadığını onun yerine paraboller ve hiperbollerden oluştuğunu söylemiştir. Sanat tarihini bir süreklilik olarak okuyan Wölflinn’e göre eğrili ve açılı formlar sanat tarihi içinde sürekli birbirini takip etmektedir. Modernizmin dik açılı formlarının ardından ikinci dünya savaşı sonrasında eğrili formlar, akıcılık önem kazanmıştır. Bunda savaş teknolojisi ürünü olan plastiğin günlük hayata girmesi de etkili olmuştur. Bu dönemde kalıp ve döküm sistemleriyle üç boyutlu mobilya tasarımı gelişmiştir. Çağın ruhunun bir parçası haline gelen akıcılık; fizik, mimarlık, sinema gibi hayatın her alanında önem kazanmıştır.
Eisenman Musée des Arts et Civilisations (1999) projesinde arazi ve bina süreklilik içindedir. Geçişkenlik yaratmak ve cazip bir form elde etmek için eğriler kullanılmıştır.
Eisenman
Frankfurt
için
yaptığı
165
Rebstockpark planında (1992) eğrili bir grid kullanmıştır. Eisenman bu planıyla, on dokuzuncu yüzyıl başında avlulu bloklar, daha sonra sıra evler ve yirminci yüzyılda toplu konutlar ile değişen bina - artık alan ilişkisini ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Eisenman Tokyo’da tasarladığı kuleyi şöyle anlatır: “Şehir çok akıcı ve hareketlidir ama bina yapıldığında sabitlenir. Bu binayla şehrin akıcılığının devam ettirilmesi amaçlandı.”
Musée des Arts et Civilisations
166
Rebstockpark
Eisenman Emory Üniversitesi’nin Center for Arts binası tasarımında parametrik tasarımı kullandı. Parametrik tasarımın mimarlığa girmesiyle uygulama çizimlerinin anlamı
değişti.
Çok
emek
harcamadan
önceden
tasarlanması neredeyse imkansız formları elde etme imkanı doğdu.
Bahram
Shirdel’in
Nara
Convention
Hall
tasarımında mimar sadece hangi verilerin kullanılacağını belirlemiştir. Form, bilgisayar yazılımının hesaplaması
167
sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu süreçte mimarın rolü yaratıcı özne değil, bir ebe gibidir.
Emory Üniversitesi Center for Arts
Shoei Yoh’un tasarladığı Perfectura Gymasium’da taşıyıcı strüktür hiç fazlalık olmayacak şekilde detaylı olarak hesaplanarak inşa edildi. Bu anlayışın sorunu yüklerin spesifik bir işleve göre hesaplanmış olması ve binanın işlev değiştirmeye imkan sağlamamasıdır.
Frank Gehry IAC Binasının (2007) strüktürünü geleneksel yöntemlerle inşa edip, kaplama elemanları için parametrik tasarıma başvurmuştur.
168
IAC Binası
Peter Cook’un tasarladığı Kunsthaus (2003) binası ‘blobitecture’ denen türdedir.
Kunsthaus
169
Eisenman’ın
Deleuze
okumasından
hareketle
geliştirdiği mimari anlayışında objeyi bitmiş haliyle değil, süreciyle birlikte düşünmek önemlidir. Formlarda kesikler yerine yumuşak geçişler vardır. Değişim, süreklilik ve çeşitlilik
önemlidir.
Gelişen
teknolojinin
sağladığı
özelleştirilmiş seri üretim (customized mass production) yapabilme imkanını kullanmıştır. Böylece büyük maliyet farkı olmaksızın formlarda çeşitlilik elde edilebilmektedir.
makale Skin and Bones. Folded Forms from Leibniz to Lynn – Anthony Vidler The House of Folds Leibniz’ın ortaya koyduğu ve Deleuze’ün yorumladığı Fold hem maddesel hem metafizik bir
kavram
olarak
mimarlar
tarafından
benimsendi. Wölfflin’in çizdiği çerçeveye göre sanat tarihinde açılı ve kıvrımlı formlar birbirini takip etmektedir. Bu bağlamda Barok mekan ve düşünce
1990’lardakiyle
Rönesans’tan
sonra
Barok’un
benzerdir. gelmesi
gibi
Klasik’i andıran dik açılı modernizmden sonra kıvrımlı formlar çağın ruhunu yansıtır olmuştur.
170
Leibniz’in Fold kavramını Barok ev çizimi ile anlatır: Beş açıklığı bulunan zemin kat beş duyu ve maddesel bedeni temsil ederken üst katta karanlık mental oda ya ruhun evi vardır, buradaki kıvrımlar duyulardan gelen kıvrımlar ile sürekli hareket ederler. Bu metafor Locke’un camera obscura metaforunun tam tersidir. Locke’a göre beyin küçük bir delikten elde ettiği imgeleri depolar ve zamanı gelince kullanır. Beyin pasif ve durağandır. Leibniz’e göre beyin Fold’lardan oluşur, kıvrımlar sürekli hareket eder, aktif ve plastiktir. Aldığı verilere göre depoladıklarını sürekli yeniden üretir. Fold, form üretmek için çok elverişlidir. Sonsuz yapısıyla aynı anda farklı seviye ve kategorilere
uyum
sağlayabilir.
Mekan
ve
zamanda olduğu gibi düşünce ve metafizikte de folded yapılar farklı ortamlara kolay uyum sağlarlar. Leibniz ve Deleuze’ın iç-dış ilişkisi bağlamında vardır.
fold
Deleuze’ün
yorumlarında fold
kavramı
farklılıklar kelimenin
gerçek anlamıyla malzemenin fold edilmesini de içerirken Leibniz’e göre fold kesinlikle çadır gibi ya da blob gibi mekânsal ürünlerle replika
171
edilemez. Fold sürekli bir hareketi gerektirir. İnsanın iç mekanında bulunur, kalın ve doludur, hem içeren hem içeriktir, hem dolu hem boştur. Animistic Architecture Animistik
mimarlığın
oluşumunda
sürrealist sanatçılar Matta ve Dali ile hayvan psikolojisi üzerine çalışmalarıyla Callois ve Lacan’ın katkıları önemlidir. Matematik, biyoloji ve mimarlığı bir araya getirme fikrini geliştiren sanatçılar
Marcel
çabalarıyla
Jean
ve
mimarlar
Man
Ray’ın
biyomimarlığı
benimsediler. Marcel Jean’e göre şehirlerimizi bir yanda insan anatomisine benzer sistemle öte yandan
matematiksel
Matematiğin
objeler
eliptik
gibi
kurarız.
formülleriyle
çevre
koşullarına en iyi uyum sağlayan binaları inşa etmek
mümkündür.
Kıvrımlı
yüzeyler,
biyomorfik ve matematik formlarla öklidyen olmayan bir şehir yaratılabilir. Ray’ın katkıları ile Jean’ın sürrealist alegoriler biyomimarlık için
manifesto
gibiydi.
Dijital
modelleme
tekniklerinin de yardımıyla mekansal kuram ve biyotektonik arasında birleşme sağlandı.
172
Greg Lynn bu birleşmeye Deleuze’ün fold okumasını da ekledi. Lynn, indirgemeci bulduğu
gridin
yerine
matematik/topolojik informe’yi
deneylerle
yaratmaya
morfologların
ucu
açık
architectural
çalıştı.
Biyologların,
çalışmalarını
incelediği
çalışmalarından sonra proto-geometrik, kesin olmayan, blob gibi, bükülebilir, ağdalı formları benimsedi. Canlıların evrimine benzer şekilde bilgisayar yazılımlarının yardımıyla mimarlıkta yeni formların üretilmesini sağlamaya çalıştı. Mimarlığa evrim potansiyeli sağlayarak onun anıtsallığını bitirmek değilse de formel doğasını değiştirmeyi önerdi. Matematiksel formüllerle üretilecek
formlar
yaratıcı
özneyi
ortadan
kaldıracaktı. Form, kendini üretecekti, mimara sadece doğru verileri sağlama işi düşecekti. Lynn’in ürettiği blob mekanlarda iç mekan, dıştaki derinin dikte ettiği şekilde biçimlenir, strüktür de derinin ihtiyacına göre belirlenir. Lynn’e göre insanlar mağaralarda olduğu gibi buralara sığacak ve yerleşeceklerdir, zaten çağımızdaki insana en uygun mekanlar böyle olmalıdır.
Böyle
mekanlarda
insanlar
mekandan tamamen yalıtılır. Bu noktada
dış
173
Deleuze’ün Barok ve Fold kavramları üzerinden iç-dış ilişkisi yorumları önemlidir. Barok mekanlarda iç ve dış birbirine bağımlı değildir,
iç
mekan
otonomdur;
iç,
dışsız
varolabilir. Fold hem ayrıran hem birleştiren bir araçtır.
Lynn’in
Deleuze’den
hareketle
yaptıkları mimarlığa birçok açılım sağlamıştır ama bu durum Deleuze ve Leibniz’i yanlış anlamak
olarak
okunabilir.
Deleuze
ve
Leibniz’ın Barok evini mimarlık kuramı olarak almak demek onu aynen inşa etmek demek değildir. Ancak bu kavramların şehir ölçeğinde kullanılması
yararlı
olabilir.
Şehir
sürekli
hareket halinde ve büyümeye devam ederken onun çok yönlülüğünü, dinamizmini içermek için folded mekanlar yaratılabilir.
makale The Generic City – Rem Koolhaas Koolhaas
bugünün
küresel,
türdeş,
kimliksiz, tarihsiz şehrinin adını koyuyor: Genel (Generic) Şehir. Bu şehr(ler)i yermek üzere kullanılan sıfatları tersine çevirip yüceltmek için kullanıyor. Kimliğin dezavantajları ile hiçliğin
174
avantajlarını tartarak kimlik sıyrıldığında geriye ne kalacağını soruyor ve cevabını veriyor: (büyük harfle) Genel. Tarih içinde oluşan kimliklerin taşıyıcısı ve temsilcisi mimarlıktır. Koolhaas’a göre Genel Şehir tarih ve kimliklerden özgürleşmeyi sağlar. O küresel özgürleşme hareketini kutlar çünkü güçlü kimlikleri hapishane gibi görür, böyle yerler genişlemeye, yeniliğe, yoruma, çelişkiye kapalıdır. Turistlerin arzu ettiği kimliklerde ısrar
edildikçe
karikatürlerine daha
fazla
şehirler dönüşürler;
Parisiyen
olma
giderek
kendi
Paris’in
sadece
hakkı
vardır,
değişemez. Kimlik bir merkez miti yaratır ve periferi
ancak
bu
hayali
merkeze
göre
biçimlenebilir. Oysa asıl potansiyel tarihsiz periferidedir.
İşte
Genel
Şehir,
kendini
merkezin otoritesine göre meşrulaştırmaktan kurtulmuştur, kimliğin dar ceketini giymez, tarihsizdir.
Bugüne
göre
düzenlenmiştir,
herkese açıktır, her yerinde eşit heyecan verici, eşit sıkıcıdır. Her pazartesi yeni bir kimlik üretir.
175
Genel varolur,
şehir
geç
dünyanın
modernleşen
her
yerinde
ülkeler
bunu
kutlarken, tarihine önem veren şehirler bundan utanç duyabilir. Genel Şehir’deki sıradan ve rastlantısal anların kurduğu estetik, Klasik şehirlerin estetiğinden çok farklıdır. Geleneksel şehirlerin ‘kötü’lerini kabul ederek onun ana karakterini tersine çevirir. Kent düzlemi ihtiyaç duyulan
harekete
cevap
verecek
şekilde
düzenlenir. Otoyollar giderek daha çok yer kaplar. Yeni kamusal mekanlar olarak bulvarla, meydanla yarışan otoyollar ölçüsüzdür, kimi zaman
tüm
şehri
içerirken
kimi
zaman
bomboştur. Bu şehir fraktaldır, bir disketten şehrin bütününü inşa edebilirsiniz. Genel
Şehrin
temel
özelliği
olan
anonimliği en iyi havalimanları yansıtır. Aynı anda hem çok yerel hem çok küreseldir. Genel Şehir de havalimanları gibi hareket halinde olan multi-ırksal
ve
multi-kültürel
insanlardan
oluşur. Hem ilkel hem de geleceğe özgü öğeleri bir arada bulundurur. Bu şehirde yeşil alanlar cennet
kalıntısı
parçalarının
gibi
zenginliği
algılanmakta, şehrin
doğa
yokluklarını
gideren alanlar olarak görülmektedir. Cadde
176
eski şehirde kalmıştır, Genel Şehir’de, yatayda yayılımın yerini dikeyde yükselme alır. Yan yana ama birbirine ilgisiz gökdelenler ideal durumu yansıtır: İzole edilmiş yoğunluk. Bu yolla konut ihtiyacı da sorun olmaktan çıkar. Şehir tabula rasa üzerine inşa edilir; boşluğa yapılır, doluysa da olanı dümdüz edip yerine yapılır. Çoktan seçmeli hayat yüceltilir, şehir bir koro gibi işler. Keyfi bir gen havuzuna benzer, arada sırada şahane sonuçlar verme ihtimali vardır. Genel Şehrin estetiği için en uygun tanım serbest stildir; yollar, binalar ve doğa esnek ilişkilerle farklı kombinasyonlarla bir araya gelirken şehir kendi
icatlarının
tadını
çıkarır:
köprüler,
tüneller, otoyollar... Yeni küçük şehirler yaş halkaları gibi Genel Şehrin çeperine eklemlenir. Bu noktada planlama artık ölmüştür. Artık planlama yapılmadığı için değil, planlamanın fark yaratmaya gücü yetmeyeceği için. Bu şehir tahmin
edilemezdir,
çoktan
seçmeli
hayat
çizgisel neden-sonuç ilişkisini bitirmiştir, hangi yerin
ne
zaman
zenginleşeceği/çürüyeceği
önceden kestirilemez. Şehir sadece işler. Bu şehir artık surlarla çevrili bir kentten çok açık bir
ormana
benzer.
Altyapı
sadece
anlık
177
ihtiyaçlara cevap vermek için yapılmaz, stratejik bir silahtır, öngörülere dayanır. Genel
Şehir
diktatörlüğe
direnir.
Sosyoloji için bir karatahtadır, herhangi bir hipotez ispatlanabilir ya da yanlışlanabilir. Tek bir
yorumla
oluşmuş
açıklanmaya
yapıları
direnir.
gevşetir.
İçerdiği
Önceden sonsuz
olasılıklarla her teze karşıdır. Genel Şehir’de tarih yoksunluğu bir endişe kaynağıdır, turistler de tarihsel olanı, otantik olanı görmek ister. İhtiyaca cevap olarak bütün tarih belli başlı mekanlarda yoğunlaştırılır, dünyanın her yerinde benzeri olan
replika
ürünlerle
otantik
yanılsaması
verilir. Kimlik birtakım ikonlara indirgenir: Şehrin
otantik
özelliği
sembolleştirilerek
menülerde, reklam panolarında yer alır. Şiddetli kimlik isteğiyle şehir kendi karikatürüne ve dünyanın her yerindeki şehir karikatürlerine benzeyerek aslında daha çok anlamsızlaşır ve kimliksizleşir. Genel Şehir de tüm şehirler gibi tarih içinde yavaş yavaş konsolide olarak gelişmiştir
ama
onun
farkı
artık
bundan
kopması, progresif olarak unutmasıdır. Eskize
178
benzer,
hiçbir
zaman
detaylandırılmaz.
Katmanları yoktur, eli boş bir deha, buluntusu olmayan bir arkeolog gibidir. Ofisler hala vardır ama yakın zamanda herkes evden çalışır olacaktır. Kalıcı olan mekanlar alışveriş merkezleri ve otellerdir. Genel Şehrin esas konaklama alanı olan oteller giderek daha çok işlevi bünyesine alır. Genel Şehir
hem
ilginç
hem
de
sıkıcı
binaları
barındırır. Koolhaas ikisinin de kökünü Mies van der Rohe’ye dayandırır ve ekler: Bu şehir bize
ilginç
Mies’in
(Friedrichstadt)
gerçek
Mies’i yanlış çıkardığını gösterdi. Kimsenin bilmediği tasarlanan edilerek
on
binlerce
binalar şehirleri
mimar
inanılmaz
tarafından
hızlarla
oluşturmaktadır.
inşa
Şehrin
yoğun görüntüsüne aldanmamak gerekir, şehir aslında dolu cephelerin ardındaki atriumlardan meydana gelmektedir. Seçmenin stili postmoderndir ve öyle kalacaktır. Postmodernizm, mimarlık tarihinin sofistike
okumasına
dayanan
bir
doktrin
değildir ama bir metottur. Mimarlık disiplininin Genel Şehir’in gelişimine uyum sağlayacak
179
şekilde
mutasyona
Postmodernizme
uğramasıdır.
yapılacak
her
itiraz
anti
demokratik olacaktır. Genel Şehirde sonsuz çeşitlilik tekrarın
normalleşir, sıradışı
umulmadık
olması
bile
biçimde
mümkündür.
Oradaki insanlar hep iyi iklimde yaşar, daha güzeldir, işleri için daha az endişelenirler. Dert ettikleri tek şey kötü havadır. Bildiğimiz şehir artık bitti, salonu terk edebilirsiniz.
180
Kaynaklar
Akın, G. (2005, Ekim). İki Brütalizm Betonart, 8, 48-71. Bilgin, İ. Ve Karaören, M. (1992, Ocak). Aldo Rossi’de Akıl ve Hafıza. Defter, 18. Castells, M. (1997). an Introduction to the Information Age. City: analysis of urban trends, culture, theory, policy, action, 7, 6-16. Derrida, J. (1986, Yaz). Point de Folie—maintenant l’architecture (Çev. K. Linker) AA Files, 12, 65–75. Frampton, K. (2002). Towards a Critical Regionalism: Six Points for an Architecture of Resistance. Foster (Ed.), The Anti-aesthetic: Essays on Postmodern Culture (ss. 16-30). New York: New Press. Heidegger, M. (1971). Building Dwelling Thinking. Poetry, Language, Thought (A. Hofstadter Çev.). New York: Harper Colophon Books Jencks, C. (1988, Kasım/Aralık). The battle of high-tech: great buildings with great faults. Architectural Design, 58, 18-39. Koolhaas, R. (1995) The Generic City. S, M, L, XL (ss. 1238-1267). New York: Monacelli Korkmaz, T. (2001, Mart). Mimari Stiller: Bölgeselcilik. XXI, 7, 128135.
181
Korkmaz, T. (2001, Eylül) Mimari Stiller: Kent Mimarisi. XXI, 10, 140-145. Moneo, R. (1998). Aldo Rossi: The Idea of Architecture and the Modena Cemetery (A. Giral Çev.). Hays (Ed.), Oppositions Reader: Selected Essays 1973-1984 (ss. 105-134). New York: Princeton Architectural Press Rossi, A. (2006). Şehrin Mimarisi (N. Gürbilek Çev.) İstanbul: Kanat Rowe, C. (2000). Introduction to Five Architects. Hays (Ed.), Architecture Theory Since 1968 (ss. 72-83). Cambridge: MIT Press. Tati, J. (Yönetmen). (1967). Playtime [Film]. Fransa: Bernard Maurice. Venturi, R. (2005). Mimarlıkta Karmaşıklık ve Çelişki (S. Merzi – Özaloğlu Çev.) Ankara: Matsa Vidler, A. (2000). Skin and Bones. Folded Forms from Leibniz to Lynn. Warped space : art, architecture, and anxiety in modern culture (ss. 219-233) Cambridge: MIT Press