Sayı:3
Bahar/2013
MileStone
Marmara Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Kulübü Yayınıdır
Sosyal Medya Hakkında Emre Altuğ ile Sıcak Bir Sohbet Marka Nasıl Yönetilir?
Pratik Tatlı Tarifleri
Erasmus Deneyimi www.mies.net
- 1 -
www.mies.net
Sahibi Marmara Industrial Engineering Society Genel Yayın Yönetmeni Cantekin Çelik Yayın Koordinatörü Mehmet Akif Özsoy Yazı Ekibi Cantekin Çelik Oğuzhan Kalfa Anıl Yolcular Hasibe İmamoğlu Şeyma Gültekin Ceren Gülpınar Burcu Civelek Kadir Köylü Neslihan Aydın Büşra Binici Ecem Koçkara Tasarım Ekibi Harun Kurt Cantekin Çelik Düzenleyici Ekip Oğuzhan Kalfa Şeyma Gültekin Hasibe İmamoğlu Ceren Gülpınar
Yardımlarından dolayı Marmara Üniversitesi Teknik Bilimler MYO Ar. Gör. Lütfi Özdemir’e www.mies.net - 3 teşekkürlerimizi sunarız...
Başkandan... Merhabalar MieS Ailesi, 4. yılımı geçirdiğim bu kulüpte ‘’MileStone’’ için yazıyor olmak heyecan verici. Fakülteye geldiğimde, her mühendisin kendi laboratuvarına geçip işini yaptığını görünce “Bizim laboratuvarımız yok mu ?’’ diye üzülmedim desem yalan olur. Fazla zaman geçmedi ki anladım. Bizim laboratuvarımız MieS. Şöyle bir tanımda bulunuyorlar bizim mesleğimiz için. “Sistem ve süreçlerde insan faktörünü en çok gözeten mühendislik dalıdır…’’. Yani; her ne iş yaparsanız yapın; insanlarla iletişim kurmak, insanları anlamak, insanlara kendinizi anlatmak durumundasınız. Bu yetiyi kazanabileceğiniz en güzel kurum, bu kulüptür. Öğrenci yaşamı ile iş hayatının buluştuğu bu kulüpte derslerde öğrendiğiniz teorik bilgilerin yanında, iş hayatında daha çok öneme sahip olacağına inandığım “ilişki yönetimi’’ becerilerini kazanıyor olacaksınız. Net bir şekilde gözlemleniyor ki; her yıl yeni gelen arkadaşlarımızın bu konulardaki bilinçleri artıyor ve bu kulüpte aktif rol almayı hedefliyorlar. Bu, MieS’in geleceği adına mutluluk verici. MieS günden güne, yıldan yıla gelişmekte. Yaptığı işler, organizasyonlar, etkinlikler, çalışmalar, duyurduğu sesler, üyelerine sağladığı olanaklar bunun en büyük kanıtı. Kulübün gözbebeklerinden biri denecek dergimiz MileStone da ayrı bir örnek. Şu an 3. sayısını okuduğunuz bu derginin, daha da gelişerek ve basım frekansı arttırılarak ilerleyeceğine eminim. Gün gelecek MileStone’nun 100. sayısı kutlanıyor olacak. Şimdi biraz bu güzel dergi için teşekkür edelim. Tek amacı, siz okurlara eğleneceğiniz, hoş vakit geçireceğiniz, farkındalığınızı arttıracağınız ve bilgi dağarcığınızı genişleteceğiniz bir dergi sunmak olan Dergi Komitesi Lideri Cantekin Çelik’e, tüm süreç boyunca derginin her bir noktasına inmeye çalışan İletişimden Sorumlu Başkan Yardımcısı Akif Özsoy’a, tasarım-düzenleme sürecinde elinden geleni ardına koymayan Bilgi Yönetimi Komitesi Lideri Harun Kurt’a, Dergi Komitesi’nin sıcacık ve güzide her bir üyesine, kalemini eksik etmeyen her bir yazara, desteğini ve tavsiyelerini esirgemeyen tüm İdari Kurul üyelerine; can-ı gönülden bir teşekkürü borç bilirim. Hazır böyle bir mecra yakalamışken; aileme, Mersin’e, dostlara, bende iz bırakanlara ve eski başkanlarıma sevgilerimi sunarım. Derginin her bir sayfasında güzel vakit geçirmenizi dilerim. 4. sayıda görüşmek üzere…
- 4 -
www.mies.net
Marmara Industrial Engineering Society Yönetim Kurulu Başkanı Can YANPAR
Emeklerimizin Karşılığı…
Marmara Industrial Engineering Society Dergi Komitesi Lideri Cantekin ÇELİK
Bu sürecin içinde olanlar bilir, emeğin ne demek olduğunu ve emeğin karşılığını almanın verdiği hazı. Uzun süren çalışma döneminin ardından biz de emeklerimizin karşılığını alacağımız anı heyecanla bekliyoruz. Komite üyelerimle birlikte sıfırdan çıktığımız bu yolda; araştırıp, daha çok okuyup; daha iyiyi elde etmeye çalıştık. Yeri geldi hiçbirimiz çözüm yolu bulamazken, bazen de hiç beklemediğimiz fikirler ve içeriklerle zenginleştirdik dergimizi. Yaşadığımız bu olayların hepsi aslında bizi geleceğe hazırlayan; riskin, süreç yönetiminin, birlikte çalışmanın ne anlama geldiğini yaşayarak öğrenmemizi sağlayan kulüp sayesinde oluyor. Bir büyüğüm “Kulüp projelerinde yer alan adam şirket içinde yürüyüşünden belli olur.” demişti. Bu cümleden sonra doğru yerde olduğumu anladım. Şimdi emeklerimizin karşılığını almak için son birkaç noktayı koyuyor ve dergimizi hazır hale getiriyorum. Bu vesile ile başta üyelerim olmak üzere, dergiyi hazırlamamda çok büyük yardımları olan Halid Kurt’a, gerek E-Bülten gerekse dergi tasarımında yardımcı olan Harun Kurt’a, yazılarıyla dergimizi renklendiren Emine İpekci, Burcu Döner, Hazal Tüfekçi, Özge Öztoprak, Özge Akman’a ve röportajlarımızda bizi yalnız bırakmayan Ezgi Özdurak ile Dilan Adıgüzel’e teşekkürü bir borç bilirim.
www.mies.net
- 5 -
KULÜPTEN Biraz da...
MieS(Marmara Industrial Engineering Society) olarak her sene düzenli olarak gerçekleştirdiği-
miz etkinliklerimizden biraz bahsetmek istedik. Bu vesile ile etkinliklerimizde bizimle birlikte olan tüm büyüklerimize, bizlerle paylaştıkları bilgi ve tecrübeleri için çok teşekkür ederiz.
ENDÜSTRİ MÜHENDİSLİĞİ GÜNLERİ’12 (EMG)
2
002’den bu yana düzenlediğimiz Endüstri Mühendisliği Günleri; başta Mühendislik Fakültesi olmak üzere tüm üniversite öğrencilerinin çalışabileceği sektör ve departmanları endüstri mühendislerinden dinleyerek, kendilerine bir vizyon belirlemelerine katkıda bulunan bir MieS organizasyonudur. Geleneksel EMG organizasyonumuzda, genç öğrenci arkadaşlarımızı, iş dünyasında farklı sektör ve departmanlarda kariyer yapmış üst düzey Endüstri mühendisleriyle buluşturmayı ve iş dünyası-üniversite işbirliği çerçevesinde öğrencilerin kendi geleceklerini şimdiden görebilmelerine katkıda bulunmayı amaçladık. Birbirinden değerli konuşmacılarımız Endüstri Mühendisi olmanın kariyerlerine ve sosyal yaşamlarına kazandırdıkları, bulunulan sektörde başarılı bir kariyer için gereken nite-
- 6 -
likler, sektörlerin avantaj ve dezavantajları gibi konular üzerinde durdular. Konuşmacılarımız ile endüstri mühendisi adayları arasında interaktif bir şekilde bilgi paylaşımı sağlayarak sıcak bir ortam oluşturmaya çalıştık ve böylece katılımcı arkadaşlarımıza kafalarındaki sorulara yanıt bulma fırsatı sunmuş olduk. Bu yıl 11-12-13-14 Aralık tarihlerinde 12.’sini gerçekleştirdiğimiz EMG’de bilişimden telekomünikasyona , otomotivden lojistiğe, sağlıktan gıdaya birçok sektörü ele aldık ve ardından endüstri mühendisliğinin duayeniyle söyleşi, profesyonel eğitim ve case çalışmaları gibi dolu dolu 4 günlük bir programla katılımcılarımızın sektörleri özümsemesini sağlamaya çalıştık. Bu değerli konuşmacılarımız ve konuşmalarından kısaca bahsetmek gerekirse;
www.mies.net
Doğan MERSİN - Coca-Cola’da Avrasya ve Afrika Grubu İş Sistemleri Müdürü Coca-Cola’daki iş yaşamından ve global bir şirket olmanın avantajlarından bahsetti. Pelin İÇİL - Bayer Healthcare’de Ürün Müdürü Özellikle kadın sağlığı ve ürünleri konusunda katılımcılarımızı bilinçlendirerek, bu konuda Türkiye’den çarpıcı örnekler ve veriler sundu. Ufuk APAYDIN - Roche’da Stratejik Planlama ve İş Geliştirme Direktörü Yabancı dilin iş yaşamındaki öneminden, ilaç sektöründe yer edinmenin genel koşullarından bahsetti. Sağlık sektörünün geleceği ve işleyişi hakkında doyurucu bilgiler sundu. Berk ÇAĞDAŞ - Doğuş Otomotiv’de CFO İşe alımlarda sosyal olmanın, gündemi takip etmenin gerekliliğini vurguladı. CFO olma sürecindeki adımlarından bahsederek mutlak gelişim için anahtar kelimelerini paylaştı. Haktan YAŞAR KILIÇ - Türk Telekom’da Genel Müdür Yardımcısı Katılımcı arkadaşlarımıza kendi hayatından kısa hikayelerle adım adım Telekom sektörüne giriş sürecinden bahsetti. Her bireyin SWOT analizi yaparak kendi beceri ve yeteneklerini fark etmesi gerektiği üzerinde durdu. Selda KORKMAZ BOSTANCIOĞLU - Vodafone’da Yetenek Yönetimi Başkanı Global bir firma olan Vodafone’daki çalışmaları, sektörün gidişatı ve yaptıkları inovasyonlardan bahsetti. Ardından Vodafone Discover Genç Yetenek Programlar’ı hakkında kısa bir sunum yaparak, muhteşem ödüllü çekilişleriyle oturumumuzu sonlandırdı.
Evin TAŞ - Cisco Systems’da Cisco Ağ Akademisi Müdürü Cisco’nun sertifika programlarından bahsetti. Her yıl gelişmekte olan IT sektörünün uzman kişi yoksunluğuna değindi. Mert AKSU - Anadolu Grup’da İnsan Kaynakları Müdürü İşe alım süreçlerini ele aldı, okul-iş-staj konularının üzerinde durdu. Timuçin BAYRAKTAR - TCV Ltd.’de Genel Müdür Yerli otobüs üretimine başlangıç süreçlerinden, karşılaştıkları zorluklardan bahsetti, otobüs-otomobil üretiminin farklı koşullarına değindi. Mehmet Sait BAYKARA - Borusan Lojistik’te İstanbul Avrupa Satış ve Müşteri Hizmetleri Müdürü Lojistik sektöründeki hız-zamanlama önemini vurguladı, endüstri mühendisi olarak bu sektörde çalışma alanlarından bahsetti. Necla ÖZTÜRK - FMC Türkiye’de Pazarlama Müdürü Sağlık alanını tercih ederken bilinçli olmanın gerekliliğini vurguladı, yurtdışı staj ya da çalışmanın büyük getirilerinden bahsetti. Her yıl değişen ve gelişen içeriğimizle, siz katılımcılarımıza yepyeni ufuklar açmayı hedeflemekte , çizdiğiniz kariyer yolunda sizlere yardımcı olmaya devam etmekteyiz. Çok daha faydalı, gelişen, kendini yenileyen ve katılımcılarımıza değer katan birçok EMG organizasyonumuzda daha sizlerle birlikte olmak dileğiyle.
www.mies.net
Özge Akman Endüstri Mühendisliği Günleri Proje Lideri
- 7 -
Marmara Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü öğrencileri tarafından 2000 yılında kurulan Marmara Industrial Engineering Society (MieS); gerek Mühendislik Fakültesi, gerekse tüm üniversitemiz için önemli bir yapılanma olduğunu daha ilk faaliyetlerinden itibaren hissettirmiştir. Kulübümüz bölüm destekli bir öğrenci kulübüdür. MieS, yeni dönemde üniversitemizde açılan ilk öğrenci kulüpleri arasında olmasının yanı sıra, hem sistem hem de çalışma metodu olarak kendisinden sonra hayata geçen diğer kulüpler için de bir model teşkil etmiştir. MieS, bu yolda 2000 yılından itibaren sık, sürekli, nitelikli, planlı ve hedefli faaliyetler ortaya koymuştur.
ÜYESİ OLDUĞUMUZ
MieS’i diğer birçok kulüpten ayıran özellik de MieS çalışmalarının sahip olduğu bu niteliklerdir. Organize ettiğiimiz tüm etkinlik ve projelerin ardından gerek iş dünyasından, gerek üniversitemizden ve gerekse organizasyonlarımıza gelen katılımcılarımızdan aldığımız iyi niyetli ve olumlu geri bildirimler bizi fazlasıyla memnun etmiş ve gelecek dönemler için motivasyonumuzu artırmıştır. Bu bağlamda büyük bir takım olarak görevimizi yerine getirmeye ve kulübümüzü daha üst noktalara ulaştırabilmek için çalışmaya devam etmekteyiz. leri Endüstri Mühendisliği Gün ) (KG leri Kariyer Gün
TOPLULUKLAR
Teknik Geziler (Fabrika
ve şirket gezileri) im
isel gelişim, kariyer ve biliş
Eğitim ve Seminerler (Kiş
lulukları Birliği Endüstri Mühendisliği Top (EMT) hendisliği Öğrencileri Mü Türkiye Endüstri Buluşması (TEMÖB) Platformu İstanbul Öğrenci Kulüpleri (Platform-İstanbul) disliği Öğrenci İstanbul Endüstri Mühen M) Toplulukları Birliği (İSTE
- 8 -
(EMG)
eğitimleri) Marmara Üniversitesi Mü
hendislik Fakültesi Mezun
B) Öğrenci Buluşması (MÖ mezunlarımızı da mız oda lüp Tavanarası Sohbetleri (Ku nizasyon) ağırladığımız haftalık orga -Öğrenci eşleştirilmesi ve Mentorluk Projesi (Mezun kariyer koçluğu)
sı Yerel Elemesi EMT Vaka Analizi Yarışma i Yerel Çalışmaları EMT Lise Sunumu Projeler ım Platformu (GirDAP) Girişimcilik Dünyasına Atıl
www.mies.net
İNSAN KAYNAKLARI FAALİYETLERİNE
YÖN VERENLER ZİRVESİ’13
O
rganizasyonumuz, diğer kariyer günleri organizasyonlarından farklılaşarak kısa sürede geniş bir kitleye hitap etmeyi başarmıştır. Amacımız; sektörün devleri ile öğrencileri bir araya getirerek, öğrencilere konuşmacılarımızın tecrübelerini ve kariyer yolculuklarını dinleme fırsatı vermek ve öğrencilerin kendilerini bekleyen kariyer alternatifleri hakkında bilgi almalarını sağlamaktır. Adının aksine sadece insan kaynakları departmanına yönelik değil, firmalardaki en temel departmanlardan birisi olan insan kaynakları departmanını baz alarak farklı departmanlardan katılımcılara da yer vererek daha çok katılımcıya ulaşmak hedeflenmiştir. Bu yıl 12-13-14-15 Mart 2012 tarihlerinde Marmara Üniversitesi Göztepe Kampüsü Dr. İbrahim Üzümcü Kültür Merkezi’nde ve Haydarpaşa Kampüsünde 4. sünü gerçekleştireceğiz.
yöneticilerinin başarı hikayelerini dinleyeceğiz. Sektörün önde gelen firmalarından ve de farklı farklı departmanlarından ağırladığımız üst düzey yöneticilerle hem şirketlerin kültür ve işleyişlerini tanıdığımız hem de öğrencilerin kendilerine katabilecekleri değerler hakkında bilgi edinmelerini sağlayacağız. Sadece kurumsal anlamda değil hayatta da başarı getirecek çeşitli yöntem ve taktikleri öğrendiğimiz kişisel gelişim seminerimiz de olacak. Öğrencilerin soru-görüşlerini ifade etmelerini ve de stajiş olanakları hakkında bilgi edinmelerini sağlayan çeşitli firma standlarımız olacaktır. “Engelsiz Kariyer’’ başlığı altında engelleri aşıp başarıyı yakalamış insanların başarı hikayelerini dinleyeceğiz. Böylece İKFYVZ’13’ü dopdolu geçireceğiz. Bu yıl herkesi 12-13-14-15 Mart’ta Marmara Üniversitesi Göztepe Kampüsüne bekliyoruz!!!
Bu yılki organizasyonumuzda; “Başarı Hikayeleri“ başlığı altında şirketlerin üst düzey www.mies.net
Özge Öztoprak Kariyer Günleri Komitesi Lideri
- 9 -
MEZUN ÖĞRENCİ BULUŞMASI’13 (MÖB)
M
armara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi mezunları, geleceğin mühendisleriyle bir arada… Bu buluşma her sene bir öncekinden çok daha iddialı bir organizasyonla Marmara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Mezunları ve öğrencilerini bir araya getiren ve Mayıs ayında 12.sini düzenleyeceğimiz köklü bir buluşmadır. Dönem arkadaşlarının tekrar bir araya gelmesine de vesile olan
organizasyonumuz biz öğrenciler için, mezunlarımızın deneyimlerinden yola çıkarak kariyerlerini belirlemelerinde pusula görevi görüyor. MieS olarak hedefimiz; Mühendislik Fakültesinin marka değerini arttırmak, M.Ü Mühendislik Fakültesi mezunlarının ve öğrencilerinin, her sene daha da büyüyen bir aile olmasını sağlamaktır. Bu ideallerimizle tüm mezunlarımızı ve öğrencilerimizi Mayıs ayında Mezun Öğrenci Buluşması’na katılarak, bu amacımıza ortak olmaya çağırıyoruz.
MENTORLUK PROJESİ
2
007 yılından bu yana süregelen Mentorluk Projemiz, mezun öğrenci iletişimini güçlendirmek adına kulüp üyelerimizle kulübümüze dışarıdan destek vermek isteyen bölümümüz mezunlarını bire bir eşleştirdiğimiz ve belirli bir yol haritası doğrultusunda buluşmaların gerçekleştirilmesi hedefiyle ortaya çıkmıştır. Mentorluk projesindeki amacımız; mezunlarımızın öğrencilik ve iş yaşamındaki tecrübelerini, tavsiye ve bilgi birikimlerini öğrencilerle paylaşmalarını sağlamaktır. 5 yıldır aktif olarak devam eden Mentorluk Projesinden aldığımız geri bildirimler doğrultusunda süreci sürekli olarak geliştirmekte ve izlemekteyiz. 2012-2013 öğretim yılı Mentorluk Projesi kapsamında 100’den fazla öğrenci ve mezunumuzu eşleştirerek geçtiğimiz yıllarda ortaya konan vizyon doğrultusunda projemizi bir adım daha öne çıkarmış bulunmaktayız.
- 10 -
www.mies.net
Burcu Döner Mezunlarla İletişim Komitesi Lideri
GİRİŞİMCİLİK DÜNYASINA ATILIM PLATFORMU’13 (GirDAP)
Girişimcilik Dünyasına Atılım Platformu (GirDAP) olarak bu yıl 3 Mayıs günü gerçekleştireceğimiz organizasyonumuzla her yıl yaptıklarımızı biraz daha farklılaştırarak, fikri olup da cesareti olmayanlara yol gösterici olmayı hedefliyoruz. Etkinliğimizi oturumlara ayırarak girişimci adaylarına, girişimciliğe her açıdan bakma fırsatı sağlıyoruz. Emre Yurdanur (mackolik.com kurucusu) Kaan Dönmez (morhipo.com kurucusu) Didem Güney Alsoy ( bonnyfood.com kurucu ortağı) Mehmet Fatih Kaçır (Choc’nette kurucu ortağı) Halit Dumankaya (Dumankaya İnşaat) Nadir Güllü (Karaköy Güllüoğlu) geçen seneki konuşmacılarımızdan sadece birkaçı olmakla birlikte, bu yıl girişimciler için çalışmalarımız ekip olarak son hız devam etmektedir. Bu yıl 3 Mayıs günü; Girişimcilik ve İnovasyon İnternet Girişimciliği Genç Girişimciler Yatırımcı Gözünden Girişimci Sosyal Girişimcilik ve Sektörün Devleri oturumlarında sizlerle buluşup, dolu dolu ve herkes için verimli, eğlenceli bir gün geçirmeyi diliyoruz. Biz, GirDAP ailesi ve alanında en başarılı markalarının kurucularıyla 3 Mayıs gününe hazır olacağız. Siz GirDAP’a kapılmaya hazır mısınız?
Hazal Tüfekçi Girişimcilik Dünyasına Atılım Platformu Proje Lideri www.mies.net
- 11 -
Alanlarında Uzman Mezunlarımızla Yaptığımız Pek Keyifli
RÖPORTAJLAR
Şu anda oturduğumuz sıralardan yıllar önce mezun olmuş ve alanlarında çok iyi yerlere gelmiş mezunlarımızla yaptığımız röportajlarda; okul yıllarında yaptıkları, bize yol gösterecek yaşanmışlıklarının yanı sıra iş hayatları boyunca elde ettikleri iyi ve kötü tecrübeleri de bizlerle paylaştılar. Bu vesileyle bu güzel bölümü hazırlamamızda bizlere yardım eden tüm mezunlarımıza yürekten teşekkür ediyoruz.
H
er sene 6 bin civarında EM mezun oluyor. Bizi onlardan öne çıkaracak şeyler nelerdir? Henüz öğrenciyken geç kalmadan neler yapılmalıdır? Her yıl 6000 Endüstri Mühendisi diyoruz, fakat buna ek olarak İşletme Mühendislerini de düşünürsek sayı daha da artıyor, ki aynı işleri yapıyoruz aslında. EM için bir tabir vardır “ne deve ne de kuş”. Bizler tam olarak ne mühendis ne de işletmeci gibi bir krefigasyona tabi tutulmuyoruz. Bu yüzden EM’lerin daha mezun olmadan kendilerine artı katacak bazı
- 12 -
alanlarda aksiyon almaları gerekiyor. Bunların neler olabileceğine kendi deneyimlerimden çıkarak örnek vermek istiyorum çünkü her sektörün mutlaka ihtiyaçları birbirinden farklı. Otomotiv sektörü açısından baktığımızda; mühendislik gerektiren bir sektör olduğu için daha okul yıllarındayken özellikle üretim ile ilgili olan derslere dikkat edilmesi gerekiyor. Satış veya planlama tarafında çalışacaklar için Operation Research dersine önem vermelerini tavsiye ederim çünkü sürekli bir şeylerin analiz edilmesi gerekiyor bunları da bazı gözlem ve analizlerle desteklemek gerekiyor. Ben bir Alman şirkewww.mies.net
tinde çalışıyorum ama hiçbir zaman Almancanın eksikliğini yaşamadım, çünkü İngilizceyi iyi biliyorum ve konuşuyorum. Fakat İngilizceniz iyi olmadığı takdirde işler yürümüyor. İngilizce için ise çok okudum, film izledim. Çok okumanın bir başka faydası ise kişisel gelişime katkı sağlaması. Kişisel gelişim kitaplarında kullanılan İngilizce, genel olarak iş hayatında kendimizi pazarlarken kullandığımız İngilizceye paralel. Böyle şeyleri İngilizce okumanızı tavsiye ediyorum, çünkü Türkçeye çevirilince daha yavan oluyor ve karşılığı tam olarak bulunamıyor. Bunların dışında dil kurslarının “business group”
adlı bir sistemleri var. Bu konuşmaya dayalı kurslarda farklı sektörlerden insanlarla bir araya gelip diyalog kuruyorsunuz. Ben böyle bir kursa katıldım ve çok etkili sonuçlar aldım. Bir de kişisel gelişim dersleri var ki bir insanı etkilememiz, onu tanıdığımız ilk otuz saniye içinde gerçekleşiyor. Bu otuz saniye içinde okulda öğrendiğimiz her şeyi anlatamayız, hayat ya da iş tecrübelerinden bahsetmeyiz. Mesela bu kurslar sayesinde beden dili kullanımı ve insanları nasıl etkileyeceğimiz hakkında taktikler öğreniyoruz. İş hayatında bunlarla çok karşılaşıyoruz. Mesela mezun geliyor fakat daha mail yazmayı bilmeden. Bu gibi konularda grup çalışmalarının çok önemi oluyor. Siz çeşitli kulüplerde görev alanlar, grup çalışmalarıyla bir nebze de olsa iş hayatına adım atmış oluyorsunuz aslında, gerek mentorluk projesi, gerek sponsorluk araştırmaları sayesinde konuşmayı öğreniyorsunuz. Birlikte çalışmayı öğrenmek iş hayatında çok işinize yarayacak. Aranızdan bazıları öne çıkıp lider oluyor, başkan oluyor; bunların hepsi iş hayatının simülasyonu niteliğinde aslında Özellikle EM arkadaşların kulüpte çalışmalarını tavsiye ediyorum. Okulda öğrendiğimiz en önemli şeylerden biri de; analiz yeteneği, algoritma mantığı. Birinci sınıfta Java dersi bize çok saçma gelirdi, “Kod mu yazacağız?” derdik. Hayır, aslında biz algoritma yeteneği kazanmışız o ders sayesinde ve bu sayede kendimizi insanlara karşı daha rahat ifade eder olmuşuz. Bir sunum yazarken, böyle olursa şöyle yaparız, şöyle yaparsak bu olur, şu maddeyi de ekleyelim bu fikri kırmış oluruz derken kendimizi gerçek anlamda ifade edip, karşı taraf için hazırlamış oluruz. Sunum demişken, her sunum ve proje de bizim için çok önemli. Pazarlamacı kendi tarafına çekmeye çalışırken, üretimci farklı bir fikir atıyor. İnsan kaynakları ça-
lışanı daha farklı bakıyor. Burada kişilerin algoritmik mantıkla hareket etmesi kişilere liderlik açısından katkı sağlıyor. İş hayatında benimsediğiniz ve bizlere tavsiye etmek istediğiniz olmazsa olmaz teknikler var mı? Her iş için ilk kural “Selfmarketing(kendini pazarlama)”. Ancak kendinizi iyi pazarlarsanız istediğiniz yerlere gelebilirsiniz. Bir diğeri her zaman sakinliği korumak, mutlu ve pozitif olmak. Bunun dışında bir diğer olmazsa olmaz; çok çok çalışmak. Falanca az çalışıyor diye bir durum yok, gerekirse eve iş getiriyoruz, iş seyahatleri oluyor, bazen de mesai… Ne kadar vaktimiz olmasa da sosyal olmak da çok önemli. Bunlar için vakti kendimiz yaratabiliriz tabi. Mesela tenis mi oynayacaksın, iş arkadaşınla oyna ya da kitap mı okuyacaksın ekonomi, psikoloji, kişisel gelişim kitabı oku ki bir şekilde sana katkısı olsun. Çok yakın zamanda “Tanrı Daima Tebdil-i Kıyafet Gezer” adlı bir kitap okudum. Sabah 8 akşam 8 çalışan, kendine hiçbir şey katmayıp, ezik çalışan bir adamın bir anda işindeki yükselişini adım adım anlatıyor. Herkese tavsiye ederim bu vesileyle. Kendi kişiliğimize en uygun işi seçebilmek için; sizce sektör bazlı mı yoksa departman bazlı mı düşünürsek daha sağlıklı olur? Departman ya da sektör seçiminde nelere dikkat etmeliyiz ve nasıl karar verebiliriz? Sizin bu sektörü seçmenizin nedeni ne? En beğendiğim sorunuz bu. Departman bazlı düşünmek daha iyidir. Bir analitik düşünür hesap kitap işlerine bakar, diğeri daha fırlamadır satışçı olmaya yakındır. Birisi hem fırlama www.mies.net
hem kişisel ilişkilerde başarılıdır pazarlamacı olur, yani mantıki olarak seçilmesi gereken yok departman bazlı olandır. Benim gibi bazılarının da çocukluk hayalleri vardır, ben lise yıllarımdan beri hep Mercedes’te çalışmak istemişimdir. Farklı bir iş başvurusunda da bulunamadım zaten. Öğrenciyken, sponsorluk işi olduğunda ilk Mercedes’i zorladım, Mercedes sponsorluğunda en büyük pijama partilerinden birini düzenledik. 3 ve 4. sınıflarda part-time iş için zorladım. Şimdi ise burada çalışmaya devam ediyorum. Aslında benimki biraz aileden gelen bir şey, ailemde otomotiv sektöründe çalışanlar var. Belki başka bir sektörde çalışırdım fakat bu kadar mutlu olamazdım. Özellikle burada ticari araçlar kısmını seviyorum, bu şirkette başka bir yerde çalışsam belki bu kadar mutlu olamazdım. Yani benim seçimim sektör bazlı oldu. Bir gün buradan ayrılsam yine sektör bazlı devam ederim. Ama esas mantıklı olan departman bazlı ilerlemek. Biz genellike öğrencilik yıllarımızda şöyle yaklaşıyoruz; “Ben üretim stajı yapmak istiyorum, bu yüzden üretim stajı yapacağım” gibi. Benim tavsiyem ne istediğinizin yanında ne istemediğinizi de görmek için o hiç istemediğiniz yerlerde de staj yapmanız. Çünkü böylelikle nereye uygun olduğumuzu gördüğümüz gibi, nereye uygun olmadığımızı da görmüş oluruz. Ben yıllarca üretimde çalışacağım dedim, Mercedes’in mülakatlarına geldiğimde seni İK’cı yapalım dediler, reddettim. Daha sonra
- 13 -
seni satışçı yapalım, senin gibi aktif birine bizim pazarlama alanında ihtiyacımız var, bir dene gör dediler. Ne istediğinin yanında ne istemediğini de gör dediler belki mutlu olursun dediler, ve ben orada mutlu oldum. Kıyaslama yapabiliyordum, çünkü 8 ay kadar Bosch’ta üretimde çalışmıştım. Ve burada satışta aldığım hazzı başka hiçbir yerde alamadım. Asla yapamam dediğim işi 2.5 sene yaptım. Satıştan sonra iletişime geçmek istedim ve 2.5 senedir de buradayım.
Gelecekte şu an çalıştığınız sektörü seçecekler için önerdiğiniz eğitimler veya sertifika programları var mı?
Otomotiv sektöründe Alman firma fazla Almanca öğrenilebilir bence, fakat üretimde çalışmak için kesinlikle Almanca şart. Çünkü bütün raporlar Almanca. Ben bir pazarlamacı olarak “Lütfen İngilizce gönderebilir misiniz?” diyorum, ama üretimdeki biri bunu yapamaz. Bunun dışında otomotiv sektöründe çalışacak olanlar kesinlikle otomotiv alanında bir staj yapmalılar. Otomotiv sektörü iş alımlarında tepeden inme, uzaydan gelme kişiler tercih edilmiyor genelde. Mesela Mercedes’in Staj Geliştirme Programı (PEP) var. O kadar güzel bir program ki, part-time çalışma sonucu işe yerleştirme %65 ve geri kalan %35’lik kısım genelde yüksek lisans yapacağım deyip gidenler ya da başka bir iş teklifi aldım diyenler. Otomotiv sektörü hardcore mühendislik gerektirir, belki bu sektörün size uygun olmadığını göreceksiniz staj sayesinde.
Dil eğitimi veya bilgisayar/teknik bilgi için okullar, kurslar yoluyla kendimizi geliştirebiliriz. Fakat bir EM’nin aynı zamanda sosyal kişiliğinin olması ve insanlarla iletişiminin güçlü olma-
- 14 -
sı da çok önemlidir. Bunun için neler yapılabilir ve gerçekten de iş dünyasında bu özelliğin etkisi görülüyor mu? Bir kere sosyal sorumluluk bu konuda çok önemli. Bir sosyal kuruluşta gönüllü olarak çalışmanızı tavsiye ediyorum. Bu da size karşılıksız bir şeyler yapmanın önemini öğretecektir. Aynı zamanda vicdani yönünüzü de besler. Kendinize karşı saygınızı arttıran aktivitelerdendir bunlar. Bunun dışında şu anda çok vaktiniz var, lütfen sosyalleşin. Kitap okuyun, film izleyin, çeşitli spor kulüplerine üye olun ve kişisel hobiler edinin kendinize. İnsanlar gündemi sosyal hayatl a -
rında konuştuklarında sizin de sohbete bir yerden dahil olmanızı sağlayacak bazı özellikleriniz olsun. Ama yine de en önemlisi Sivil Toplum Kuruluşları.
Okul döneminde yaptığınız projelerin iş hayatınıza bir katkısı oldu mu? Veya yine okul döneminden ‘keşke’ dediğiniz bir aktivite var mı?
Bitirme tezim Mercedes-Benz’de uygulamaya geçti ve hala yürürlükte olan bir proje. Yedek parça bölümünde her gün kullanılan karton kutuların yerine katlanabilir ve çok kullanımlı plastik kolilerin getirilmesi konusu. O zamanlar şirkete yılda 119.000 Euro kazanç sağlatmıştı. Çok büyük bir gururumdur. Bu böwww.mies.net
lümde yani pazarlama ve iletişimde çalışmama etken olan daha önce okul zamanında Mercedes ile ortak olarak yapılan pijama partisi temalı organizasyon var, organizasyon kabiliyetimden dolayı şu an bu bölümde çok rahat çalışıyorum. Biliyorum çünkü bir organizasyon esnasında nerelerde arıza sıkıntı yaşayabilirler, katılımcılar neleri talep eder bunları çok iyi biliyorum. Kulubün etkisi çok fazla yani bu konuda. Bir de keşke yapsaydım dediğim; ERASMUS. Erasmus insana çok farklı bir vizyon kazandırıyor, yani bu yurtdışında yaşam veya okumak daha iyi demek değil kesinlikle. Ben sadece bunun etkisini birebir kardeşimde gördüm. Ben Erasmus’a gidemedim çünkü kendimi o zamanlar çok iş hayatına kaptırmıştım, para kazanmanın tadına öyle varmıştım ki Erasmus aklıma bile gelmemişti. Erasmus’a giden arkadaşlarım olmuştu şey demiştim ya okulu uzatıyor bir kere benim bir an önce mezun olup iş hayatına girmem lazım diyordum. Ama kardeşim gittikten sonra onda gözlemlediğim değişiklik, gidip gelen arkadaşlarımda gözlemlediğim değişiklik, bir kere yurt dışı deneyimi insanın kendine olan özgüvenini yerine getiriyor ve 3 yaş büyümüş olarak geliyorsunuz. Diliniz acayip gelişiyor orada her seviyeden ve her şiveden İngilizce konuşan insanlar oluyor. Çinliyle de orada konuşuyorsun, Amerika’dan İngiltere’den gelen biriyle de. Hem çok iyi, hem çok kötü İngilizce yani. Aksanın gelişiyor, anlaman gelişiyor, o yönden çok faydalı yani. Bol bol staj tavsiye ediyorum, kesinlikle zorunlu sürecin içerisinde kalmayın, her dönemde staj yapmaya çalışın. Sadece büyük işletmeleri hedeflemeyin, ben kalıp atölyesinde bile staj yaptım. Deneyim deneyimdir.
H
er sene 6 bin civarında EM mezun oluyor. Bizi onlardan öne çıkaracak şeyler nelerdir? Henüz öğrenciyken geç kalmadan neler yapılmalıdır? Öne çıkmak konusunu EM ile sınırlamamak gerekiyor. Aslına bakarsanız mezun olup gerçekten EM yapan arkadaşlarım çok çok az. Başka bir deyişle rakipler aslında 6 binden çok çok fazla. Belki tamamı çok klasik gelecek ama bence öğrenciyken yapılması gereken küçük ve önemli bir liste var. İlk başta, değişim programları. Maalesef ben zamanlama konusunda biraz şanssızdım. Okuduğum sırada Marmara Üniversitesi’nin anlaşması olmadığı için ben değişim programına başvuru yapamadım fakat daha sonra çevremdeki arkadaşlarımdan, uzun seyahatlerdeki tecrübelerimden ve son olarak yurtdışında çalışırken bu programların değerini daha da çok anladım diyebilirim. Bu programlar, vizyonu inanılmaz geliştiriyor. Bazıları tarafından masraflı, okulu uzatan, gereksiz gibi görülen bu programlar bence mükemmel bir bileşim sunuyor. Öncelikle birey olmayı öğreniyorsunuz; o 6 ay içinde bildiğiniz her şeyi unutup sıfırdan yabancı bir ülkede hayat kuruyorsunuz ve ayaklarınızın üstüne basıyorsunuz. Bu kendi ülkenizde şehir değiştirerek yapabileceğiniz bir deneyim asla değil. Aileniz, samimi arkadaşlarınız arkada kalıyor ve tamamen yabancı bir kültüre ayak uyduruyorsunuz. İletişim yetenekleriniz gelişiyor. Seyahat, özgürlük, yabancı olmanın verdiği rahatlık ve bir dolu arkadaş… Kendinizi gittiğiniz okuldan mezun olmuş ve orada bir şirkette çalışıyor bile bulabilirsiniz. Bunun yanında dil pratiğini de zaten ister istemez yapıyorsunuz, çok kısa bir çekinme periyodu ardından her şey
zaten kendiliğinden oluyor. İkinci olarak yapılması gereken; eğer kariyer özelinde konuşursak, bana kalırsa olabildiği kadar iş dünyasıyla network kurmak gerekiyor. Network kurmayı kişileri LinkedIn’den eklemekle karıştırmamak gerekiyor. Bence kulüp ortamları iş dünyası ile link kurabileceğiniz, üniversitenin verdiği yoğun teorinin etkisinden kurtulup gözünüzü açmayı öğrenebileceğiniz yegane yerlerden biri. Bir çatı altında, resmi bir statüyle istediğiniz kişiyi çağırabilir -ki kurumsal hayata atıldığınızda insanların ne kadar zevkle paylaşmaya gitmek istediğini göreceksiniz- istediğiniz konuyu 1. ağızdan öğrenebilir, bağlantılarınızı kullanarak kurumların/ şirketlerin düzenlediği çeşitli konferans ve eğitimleri takip edebilirsiniz. Öte yandan kulüpte kurulan arkadaşlıklar da, çok farklı şeyleri paylaştığınız için sınıf arkadaşlarınızdan çok daha değerli olabilir. İleride bu arkadaşlıklar iş değiştirirken çok faydalı oluyor. Bununla bağdaştıracağım bir diğer tavsiye de; olabildiğince çeşitli çevrelerden arkadaş ve ortam edinmek. Çünkü ileride sadece sizin çok benzerinizin olduğu bir kurumsal hayat başlangıcı yapabilirsiniz, bu da üniversiteden sonra yaşanan ufak bir travmaya neden olabilir. Bir anda tatillerinizi ve özgürlüğünüzü kaybettiğiniz yılda, sadece 14 gün izniniz olan bir ortamla yüzleşeceğinizi unutmamanız gerekir. Yapacağınız www.mies.net
iyi bir çevre yıl içinde daha mutlu olmanızı, işe etkisi olarak da daha motive çalışmanızı sağlayabilir. Benim de üniversitede olduğu gibi herkesin aklında olan bazı sorularım vardı, biraz da bunlara değinmek istiyorum; stajlar. Bence kesinlikle okulun limiti kadar yapılmalı. 1. sınıfın yarıyılı dahil tüm yazları staj yaparak geçirdim ve gerçekten bunlar sadece özgeçmişimde birer satır olarak yer aldılar. Maalesef Türkiye’deki iş hayatı kültüründe stajyer olarak çok fazla şey öğreneceğinizi söylemek zor. Bana kalırsa stajlardan en önemlisi, 3. sınıfta yapılan staj. Sebebi de bu staj sonrasında 4. sınıfta part-time çalışma şansı yakalayıp ilk iş arama safhasını sorunsuz şekilde halletmenizi sağlayabilecek olması. Profesyonel şekilde 3. sınıf yaz stajyeri seçimi yapan büyük şirketlerin başvurularına özen göstermek gerekli, tabi eğer ilk hedefiniz bir işe girmekse. Bu hedefi de ayrıca düşünmek gerekebilir, özellikle yurtdışında üniversite sonrası iş arama oranı oldukça düşük. Benim gördüğüm yeni mezunların genelde backpacker olarak çok cüzi bir bütçeyle seyahat etmeye çalışması, bazılarının non-profit organizasyonlarda gönüllü olarak çalışması. Bunların her birinin ayrı bir tecrübe olduğu ve iş hayatında basamak atladıkça yapılmasının zor oldukları da unutulmamalı.
İş hayatında benimsediğiniz ve bizlere tavsiye etmek istediğiniz
- 15 -
olmazsa olmaz teknikler var mı? İş hayatına atıldığınızda en büyük probleminiz bence junior damgası yemek olacak. İlk işe başladığınız şirketin en küçükleri olduğunuz için, eğer siz de buna davranışlarınızla izin veriyorsanız, o damgayı yiyiyorsunuz maalesef. Bu da size ileriki aşamalarda zam, terfi vs. çeşitli zorluklar yaratabiliyor. Bunun için nerede evet nerede hayır demeyi bilmek, statükocu olmamak ve gözü açık olmak gerekiyor. Maalesef bu olay, bu şekilde yazılarak öğrenebilecek bir konu da değil, kısa sürede atlatmanız temennim. Bana kalırsa bir diğer klasik konu da; iş hayatının ilk yıllarında haddinden ciddi olarak fazla çalışmak. Yöneticinin gözüne girmek için kendinizi parçalamak, ancak sizin sosyal hayatınızdan ve gençliğinizin en güzel zamanlarından çalar. Gereğinden fazlası, örneğin her gün 7-8 e kadar mesailere kalmak, her işi üzerinize almak, çizgileri kaybetmek bana kalırsa büyük hatalar. Yıllar sonra acıyla fark edilen bir gerçek var ki iş hayatında işler ilk 3-5 senede biraz kıdemle, yaşla yürüyor, yani 1-2 senede çok çok zıplama yapamayacağınızı sindirmek ve biraz kendi paranızı kazanmanın tadını çıkarmak, seyahat etmek ve sosyalleşip çevre yapmak gerekiyor. Soruya biraz tersten başladım aslında, “Neler yapmalıyız?” a gelirsek de; işinizle, şirketinizle ve sektörünüzle ilgili genel rakamlara hakim olmanızı ve bunlara hakim olduğunuzu göstermenizi tavsiye edebilirim. Bu, sizin işinizi ne derece sahiplendiğiniz ve ona ne kadar hakim olduğunuzu gösteren önemli bir artı. Diğer sorularda üstünde durduğum gibi sosyalleşmek, şirket içi çevre kurmak çok önemli. Basit bir kahve sohbeti yaptığınız farklı bir departmandan tanıdığınıza işiniz düştüğünde bir kahvenin ne kadar işinizi ko-
- 16 -
laylaştırdığını görebilirsiniz. Bence iş yaptığınız her kişiyle işin dışında da bir sohbet ve ilişi kurmaya çalışmanız size çok çok büyük avantaj sağlayabilir. Yöneticiyle ilişki de, sizin kaderinizi belirleyen kişi olduğu için çok çok önemli. Kişilerle ne kadar samimi olur ve onları ne kadar gözlemlerseniz hangi zamanda ve nasıl iletişim kurabileceğinizi de o şekilde kavrayabilirsiniz. Örneğin; iş, izin, zam, terfi veya yöneticinizin onayı gerekecek herhangi bir şey için zaman seçimini ve iletişim metodunu bu şekilde seçebilirsiniz. Örneğin sabah uykusuz, huysuz ve 100 tane maili okuyacak olan bir yöneticiye apar topar bir şeyler söylemek ile öğleden sonra işe geri başlamadan gazetelere göz atan bir yöneticiye “Ya şu da vardı” diye sormak çok farklı cevapları beraberinde getirecektir. Özetle iş hayatında aldığınız pozisyon, çevrenizin niteliği, iletişim dili, ve zamanlama çok önemli vasıflar. Bazen kişilerin belirli biri işi sizden çok daha kötü bildiğini ancak oyunu çok iyi oynadığı için iyi yerlerde olduğunu göreceksiniz.
Kendi kişiliğimize en uygun işi seçebilmek için; sizce sektör bazlı mı yoksa departman bazlı mı düşünürsek daha sağlıklı olur? Departman ya da sektör seçiminde nelere dikkat etmeliyiz ve nasıl karar verebiliriz? Sizin bu sektörü seçmenizin nedeni ne? Açık söylemek gerekirse mezun olanlardan kabaca yalnızca %10’u kendi tercihleri doğrultusundaki işleri yapmaktalar. Olay bir müddet sonra “İş buldum, adı güzel, parası iyi, yeri güzel, bir başlayayım da sonra bakarız”a dönüyor genellikle. Olaya Türkiye’deki realite ile yaklaşırsak, bence ‘Nerede çalışmamalıyım?’ ı bilmekle başlamak daha doğru olabilir. Örneğin ben stajlarım sırasında www.mies.net
kesinlikle bir fabrikada çalışamayacağımı anladım ve bir daha asla fabrika ile ilgili bir işe ilgi duymadım. Bunun gibi bir elemeden sonra bu defa da Türkiye’deki star businesslara bakmak gerekli. Stabil ve her zaman iyi olan yüzlerce mezunun ilgi gösterdiği ve seçilmeniz mucize olan şirket ve sektörler (FMCG, Bankacılık v.s.) haricinde, bana kalırsa biraz daha geniş perspektifle küçük ama büyüyen pazarlarda oynayan, Türkiye’de küçük ama yurtdışında büyük şirketlere oynamak doğru ata oynamak olabilir. Ben ilk işim olan Turkcell’e, 3. sınıf sonrası yaptığım stajın ardından 4. sınıfı da part-time devam ederek, mezuniyetle birlikte, resmi olarak başladım. Açık söylemek gerekirse telekom dünyasıyla 3. sınıf stajına kadar cep telefonu tarifemin en ucuzunu seçmek haricinde hiçbir deneyimim yoktu. Ancak, teknolojiyi çok yakından takip ediyordum diyebilirim, mezun olduğum zamanda ilgi alanlarıma göre çalışabileceğim en iyi yerlerden birisi de orasıydı. Daha önce belirttiğim gibi ben de klasik olarak 1-2 FMCG şirketiyle ve bankayla da paralel işe alım sürecinde oldum, ancak tercihim piyasadaki değeri, insan profilinin kalitesi, bir sonraki kariyer adımı için pazardaki marka değeri, lokasyonu ve çalışma şartları nedeniyle Turkcell oldu. Seçimlerde nelere dikkat edeceğimizi özetlersek; önce çalışılabilecek alanları kafada daraltmak, geleceği parlak ve size hareket kabiliyeti sağlayabilecek şirket ve sektörleri takip etmek, 3. sınıf stajını bu modele göre 2. adımı da planlayarak seçmeye çalışmak, çalışan profilini az çok değerlendirmek -yanınızdaki nasılsa siz de dışarıdan onun kadar değerlisiniz- ve mantıklı bir teklife göre ilk yerinizi tayin etmek gerek. Bu arada ilk işin üstünüze yapışacağını da asla düşünmemeniz gerekli, sadece o yerin size göre olmadığının
erken farkına varıp 2 seneyi aşmadan networklarınızı devreye sokarak bir sonraki adımı planlamanız yeterli.
Gelecekte şu an çalıştığınız sektörü seçecekler için önerdiğiniz eğitimler veya sertifika programları var mı?
İşe alım aşamasında eğer çok spesifik bir işe girmeyecekseniz -ki EM mezunu olarak spesifik işler çok dar bir pasta bizim için- bana kalırsa gereksiz sertifika masraflarından ve zaman kaybından kaçınmalısınız. Bence üniversitede en iyi eğitim; iletişim yeteneklerinizi geliştirmek ki bu da tamamen sosyalleşmenizle alakalı. Klasik bir deyişle, eğer şirketteki üst yönetimden herhangi birisiyle asansörde ortalama 1 dakika onu sıkmadan muhabbet edebilecek kadar ‘entelektüel’ anlamda doluysanız, bundan değerli bir sertifika yok.
Dil eğitimi veya bilgisayar/teknik bilgi için okullar, kurslar yoluyla kendimizi geliştirebiliriz. Fakat bir EM’nin aynı zamanda sosyal kişiliğinin olması ve insanlarla iletişiminin güçlü olması da çok önemlidir. Bunun için neler yapılabilir?
Bu soruya önceki sorularda kısmen cevap verdim ancak özel olarak vurgulamak gerekirse, iş dünyasında size adım atmanızı sağlayacak şeyler istekli çalışmalarınızdaki başarının yanında -aslında daha da büyük bir oranda- insan ilişkileri. Bunun geliştirilmesi konusunda tabi bir reçete yok, ancak iletişiminizin ve paylaşımlarınızın sıradandan ziyade ‘nitelikli’ olması için yapacağınız şeyler elbette var. Günlük ulusal ve uluslararası politikadan, ekonomik göstergelerden, dünyayı etkileyen trendlerden fikir sahibi olmak, büyük artılar. Bunun yanında sizi diğerlerinden sosyal anlamda farklı kılacak ve gerçekten iyi yapmayı bildiğiniz bazı şeyler, hiç ummadığınız anda sizi bir iş yemeğinin odağı haline getirebilir ve daha önce hiç konuşma
şansı bulamadığınız bir yönetici ile sizi bir anda buluşturabilir. Kurumsal hayat maalesef yıldan yıla insanları aynı şekle sokmayı beceriyor, siz kendi hobileriniz ve çevrenizle günlük rutin dışına ne kadar çıkabilirseniz, iş-sosyal hayat dengesini ne kadar başarılı kurabilirseniz o derecede motive ve o derecede parlak bir çalışan haline gelebiliyor, insanların konuşmaktan, çalışmaktan zevk duyduğu bir kişi haline gelebiliyorsunuz.
Yurtdışında çalışıyor olmanın Türkiye’de çalışmaktan farkı neler?
Ben yaklaşık 10 aydır yurtdışındayım, ancak Türkiye’deyken yurtdışında çalışmanın nasıl olabileceği konusunda fikir sahibi olacak kadar 20’ye yakın iş seyahatinde bulundum. Yurtdışında çalışma tecrübesi, bence kurumsal kariyer düşünen kişiler için, yüksekleri hedefleyenler için olmazsa olmaz bir deneyim. Benim gidiş amacım bundan ziyade hayat deneyimi ile ilgiliydi. Önce çalışmaktan başlarsak, yurtdışına Türkiye üzerinden bir firma ile gidiyorsanız zaten muhtemelen expatların çalıştığı bir bölüme veya şehre adım atıyorsunuz demektir. En başta çalıştığınız kişiler artık sizin için gerçek bir iş arkadaşı ve diğer ülkelerdeki networkler oluveriyor. Kalıplaşmış iş yapış şeklinizden kurtulup diğer milletlerin tarzlarını görüyor, iyi kötü yanlarını yorumlayıp kendi iş yapış şeklinizi değiştirebiliyorsunuz. Örneğin bir an için elimizde bir kanıt olmasa da Türkiye’deki insanların gen yapısındaki, hayat tarzlarındaki ortaklıkların iş yapış şekillerindeki benzerliklere neden olduğunu düşünün. İşte yurtdışında çalışmak; sizin için yeni bir gen havuzu, birçok yaşam tarzı ve birçok farklı iş yapış şekli oluveriyor. Yavaş yavaş bakış açılarının farkını anlamaya başlıyorsunuz. Örnek vermek gerekirse, küçük resimde, “guwww.mies.net
rur kaynağımız” olan, Avrupalıların bozuk paranın üstünü tam vermeyi hesaplayamadığını düşünürken, genel davranış biçimlerini ve kültürü idrak ettiğinizde, aslında bizim ne kadar küçük hesapları düşünüp büyük resmi göremediğinizi de görmüş oluyorsunuz. Hayat tarzı olarak da geçirdiğiniz her gün ayrı bir gözlem, karşılaştığınız her durum ve zorluk sizin için paha biçilmez bir deneyim oluyor. İşin, para kazanmak için sadece bir araç olduğunu, gereksiz hırslarınızdan kurtulduğunuzu, düzenin ve sistemin tadını çıkarmak istediğinizi fark ediyor ve maalesef ülkemizi, hem de kendi ellerimizle, bazen ne hallere getirdiğimizi uzaktan daha iyi görüyorsunuz. Bir örnekle özetleyecek olursam yurtdışı deneyimi, sanki yanınızda bulunan diğer insanların yanında etrafa dürbün kullanarak bakmak gibi, eğer giderseniz etrafta ne var daha iyi görürsünüz. Yürüyeceğiniz yolu da daha iyi seçer ve almış olduğunuz onca yolu da ne kadar doğru veya yanlış gittiğinizi görebilirsiniz.
Okul döneminde yaptığınız projelerin iş hayatınıza bir katkısı oldu mu?
Bana kalırsa üniversitede alınan eğitim sizin sadece yorumlama yeteneğinizi geliştirmeye yarar. Bu zaten akademik kariyer haricinde kabul edilebilir bir gerçek. Fikir sahibi olmak, olayları iyi yorumlayabilmek ve güncel bilgiye ulaşmak, üniversite eğitiminden alınabilecek maksimum nokta. Aslında gerisi; sizin kendinizi, o üzerinizde kimsenin baskı kurmadığı 4-5 senede nasıl geliştirdiğinizle alakalı. Okulda keşke yapsaydım dediğim aktivite; değişim programına katılmak ve bütün yazlarımı staj ile dolduracağıma interrail yapmak olurdu. Ya da belki turistik bir yerde o iş hayatının ilk senelerinde benim daha hızlı olmamı sağlayacak İngilizce pratik yapacağım bir iş deneyimi olabilirdi.
- 17 -
İş hayatına atılan ilk adım;
STAJ
Staj deyince içi ürperenlerden misiniz? Hele bir de yaz zamanı denizle güneşle kumla kaynaşmak ve yataktan öğle vakti kalkıp tembellik yapmak varken neden staj yapalım mı diyorsunuz? İşte size bazı nedenler: Üniversite eğitiminizin son yarısına gelmişsek ve iş bulmanın çok da kolay olmadığı bir ülkede yaşıyorsak, staj yapmanın artıları olduğunu kabul edelim. Biliyoruz ki iş ilanlarında “26 yaşını aşmamış, tecrübeli” gibi sıfatlar koşul olarak önümüze konuluyor.Hem genç hem tecrübeli aradıkları ortada, peki bu nasıl mümkün oluyor? İşte staj en önemli kilit noktalardan biri: Tecrübeli kişilerden işin iç yüzünü hepimiz dinlemişizdir ama yine de iş hayatının gerçekte nasıl bir şey olduğunu tam olarak anlayabilmemiz mümkün değil. İşte bu sebeple, çalışmayı düşündüğümüz alanlarda iyi bir staj yaparsak durumu daha iyi değerlendirebilir hale gelebiliriz. Staj yaparak baş koyacağımız yolun bize uygun olup olmadığını daha iyi anlarız. Örneğin üretim alanında çalışmak benim hayalim sonra bir üretim stajı yapıyo-
- 18 -
rum bakıyorum ki asla üretimde yapamam. Bu durumları profesyonel iş hayatına atılmadan önce anlayıp ona göre önlem almak için staj yapmak çok mantıklı. Çünkü iş hayatı profesyonellik gerektirir; bu anlamda staj yapmak neyi ne sebeple yaptığımızı bilmemizi sağlar. Stajyerlik deneyimimiz süresince, okulda öğretilen bilgilerin pratik deneyimle birleştiği zaman ne kadar farklı anlamlar taşıdığını da görmüş olacağız. İş hayatında neler önemli, iş dünyasında başarılı olmak için neler gerekiyor, bizden neler bekleniyor, bunları okulda öğrenmemiz olanaksız. Sadece deneyerek tüm bunları bilebilir ve iş hayatına donanımlı ve hazırlıklı şekilde girebiliriz. Ama gel gör ki staj yapmak için iyi bir firma bulmak öylece olacak bir iş değil. Önceden hazırlıklı olmak, çalışmalara başlamak lazım.
www.mies.net
Siz zahmet etmeyin diye de biz bir çoğunu araştırdık. İşte size bazı firmaların staj ilanları:
ETİ GIDA: Eti yaz dönemi zorunlu stajları her yıl 15 Şubat-01 Nisan’da web üzerinden yapılır. Nisan-Mayıs ayında başvurular değerlendirilip yaz dönemi staj planları hazırlanır. Mayıs ayı ortasında başvurusu kabul edilen adaylara gerekli evraklar e-mail yoluyla gönderilir.
GSK: Nisan-Mayıs aylarında gerçekleşen üniversite aktiviteleri boyunca www.kariyer.net aracılığıyla stajyer başvuruları toplanır. Mayıs ayının son iki haftasında uygun olan adaylar belirlenip aranır.
PINAR: Başvurular 01 Ocak-15 Nisan tarihleri arasında pinarsutinsankaynaklari@pinar.com.tr ’ye CV gönderilerek yapılır. 15 Nisan-30 Mayıs süresince başvurular değerlendirilir. Firma staj zorunluluğu aramaktadır.
ALARKO: Alarko Şirketler Topluluğu Holding Merkezi (Ortaköy) İnsan Kaynakları departmanı veya Diğer Alarko Şirketlerinin İK departmanlarına başvurarak bizzat “Staj Başvuru Formu” doldurarak gerçekleştirilir. Staj Başvuruları, 30 Nisan tarihine kadar haftaiçi 8:30-12:00 ve 13:00-17:30 saatleri arasında gerçekleştirilebilir.
BSH: Yaz dönemi staj başvuruları Nisan-Mayıs ayları arasında www.bsh.com.tr/kariyer üzerinden alınır.
ECZACIBAŞI: Staj koşullarını ve kontenjan hakkında bilgileri her yıl ilkbahar döneminde web üzerinden duyuran şirket www.eczacibasi.com adresinden başvuruları topluyor.
MERCEDES: Başvurular 02 Ocak-02 Nisan tarihlerinde web üzerinden yapılır. Başvuruda bulunan adaylara 1 ay içerisinde geri dönüş yapılır.
THY TEKNİK: 2013 yaz dönemi staj başvuruları 01 Mart-31 Mart tarihleri arasında www.thyteknik.com adresinden duyurulacaktır.
www.mies.net
- 19 -
isteniyor. Bunun yanı sıra kişisel gelişime açık, işe karşı ilgili, öğrendiklerini uygulama becerisine sahip öğrenciler tercih ediliyor. Başvurular departmanların taleplerine göre değerlendirildikten sonra özgeçmiş üzerinden yapılan ön elemede olumlu bulunanlarla birebir ya da grup mülakatları halinde gerçekleşiyor. ARÇELİK: Koç grubu bünyesinde bulunan Arçelik A.Ş her yıl staj başvurularını Mart ayı içerisinde web üzerinden yapılmaktadır. Adaylara kabul edilip edilmediği bilgisi e-mail yoluyla bildirilir. Ön seçim kriterleri: -Başarı düzeyi -Stajyer kontenjanı -Öğrenim görülen bölümün şirket iş süreçleri ile ilgisi olması
NESTLE: Yaz stajı başvurularını Şubat-Mart döneminde, www.nestlekariyer.com.tr üzerindeki ilan üzerinden kabul ediyor.
FİNANSBANK: Bankacılık sektörü ile ilgili bilgi sahibi olmak isteyen ve bankacılığı yaşayarak görmek isteyen öğrencilere staj imkanı sunan şirket stajyer başvurularını her yıl Nisan ayında www.finansbank.com.tr adresinden iş ilanları ve başvuru bölümünden alıyor. HENKEL: Nisan ayı ortasında stajyer alım sürecini başlatacak olan şirket, mayıs sonunda da tüm yerleştirmeleri tamamlayacak. Firmanın yaz stajı süresi üç ayla sınırlı. Stajyerleri vaka çalışmalarıyla belirliyor. Kendini ifade etme becerisi, yüksek enerji seviyesi, İngilizce bilgisinin iyi derecede olması aranan özellikler arasında…
DOĞUŞ OTOMOTİV: Staj programı kapsamında Mart, Temmuz ve Kasım aylarında stajyer alıyor. Başvuru ve değerlendirme süreci ise Şubat, Haziran, Ekimde gerçekleşiyor. Stajyerler en az bir ay, en fazla ise beş ay staj yapabiliyor. Zorunlu yapılan stajların yanında adaylara iki ay gönüllü ve beş ay proje bazlı staj yapma imkanı da tanınıyor. Adaylardan üniversitede okumaları, MS Office uygulamalarına hakim olmaları ve iyi düzeyde İngilizce bilgisi
- 20 -
SAMSUNG: Yaz stajı için en geç mayısın üçüncü haftasına kadar başvuru alıyor. Ancak tüm yıl boyunca dönemsel staj için başvurular da aktif durumda. En az bir aylık staj süresi bulunuyor. Adayların İngilizce bilmeleri ve ofis programlarını etkin olarak kullanabilmeleri de global şirket ortamında yapacakları stajdan azami faydayı sağlayabilmeleri adına önemli kriterler olarak görülüyor.
TURKCELL: Turkcell’in üniversite üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencilerine yönelik PAF staj programı bulunuyor. Program kapsamında geçen yıl 175 öğrenci temmuz ayında staja başlamış. Başarılı olanlar yarı zamanlı pozisyonlarda çalışma imkanı yakalamış. Turkcell, bu yıl da Nisan ayı içinde süreç duyurusunu yapacak. Temmuz -Ağustos ve Ağustos-Eylül olmak üzere iki aylık dönemlerle stajyer alacak.
www.mies.net
CV
İyi Bir Staj Deneyimi İçin; İyi Bir
Hazırlamak
S
taj başvurusu yaptığımızda, ilgili kişiler bizim hakkımızdaki ilk yorumlarını ve fikirlerini CV’miz doğrultusunda oluşturuyorlar. Ve CV’yi ellerine aldıktan sonra yaklaşık 20 saniye içinde dikkatlerini çekerse eğer, daha ayrıntılı bir şekilde incelemeye başlıyorlar. Yani gerek staj görüşmesi gerekse iş görüşmesinde mülakat kısmına geçebilmek için CV büyük bir ön adımdır. Bizim için bu denli önemli olan CV nedir ve ne şekilde oluşturulursa dikkat çekeriz bundan bahsetmek gerekirse; CV (Özgeçmiş) dilimize Latince “Curriculum Vitae” baş harfleri olan CV’den gelmiştir. Staj ve iş bulma süreci boyunca bizim hakkımızdaki en kısa, fakat en etkili bilgileri içinde barındıran CV’yi hazırlamaya başlamadan önce; hedefinizi belirlemeli ve bu hedefe yönelik olarak hazırlamalıyız. Özgeçmişimizi genel olarak bilgi, beceri ve başarılarınızı yansıtmak üzere hazırlayabiliriz. Tek ve standart bir özgeçmiş yerine, başvurulan işin özelliklerine göre şekillendirilmiş özgeçmişler hazırlamak bizim için daha faydalı olacaktır. CV oluştururken içinde yer alması gereken bilgilere biraz daha değinmek gerekirse; kişisel bilgiler, olmazsa olmazdır. Bu bölümde; isim, soyisim, adres, telefon, e-mail, doğum tarihi, ehliyet kullanımı gibi bilgilere yer verebiliriz. Temel bilgilere yer verildikten sonra kısaca kariyer hedefinden bahsedilerek ilgili kişilerin dikkatinin çekilmesi sağlanabilir. Daha sonra geçmiş deneyimler ve okuduğumuz bölüme yer verebiliriz. Ne kadar çok iş deneyimimiz varsa, CV’miz o kadar ilgi çeker diyebiliriz. En son iş deneyimimizden başlayarak tüm iş deneyimlerimizi, söz konusu işlerdeki sorumluluk ve başarıları belirterek yazacağımız alandır. Burada önemli olan tarihler arasında tutarsızlık olmaması, sorumlulukların öz olarak
yansıtılabilmesidir. Bu bölümden sonra konuyla ilgili becerilerimize yer verebiliriz. İş yaşamınızda önemli olabileceğini düşündüğünüz teknik ve teknik olmayan bilgi ve becerilerinizi içerir. Bilgisayar ve yabancı dil bilgisi, teknik bilgi ve beceriler burada yer alabilecek bilgilerdir. İlgi alanları, ödüller, gönüllü faaliyetler, yayınlanmış eserler gibi bilgiler başvurulan iş ya da kariyer hedefleri açısından önem taşıyorsa bahsedilmelidir. Son olarak size referans olabilecek, iş hayatında belirli yerlere gelmiş kişiler varsa onların kişisel bilgilerine yer verin. Referans olarak belirtilecek kişilerin daha önce birlikte çalışılmış kişiler olması tercih edilmelidir. Aynı zamanda, referans olarak belirtilen bu kişilerin önceden izinlerinin alınmış olması da oldukça önemlidir. CV yazarken dikkat etmemiz gereken bazı önemli noktalar vardır. Bunlardan bahsetmek gerekirse; olumlu olun, kendinize güveniniz tam olursa kendinizi daha rahat ispat edersiniz. Başvurduğunuz pozisyon ya da kariyer hedefinizle ilgili olmayan özelliklerinizden bahsetmeyin. İlgi alanlarınız, gönüllü çalışmalarınız gibi faaliyetlerinize başvurduğunuz işle çok alakalı olmadıkça yer vermeyin. CV’nizin kendi içinde tutarlı olmasına çok dikkat edin. Önemli başarılarınızın üstünde durun. Eğer genel akademik not ortalamanız(GANO) 3.0’ın üzerindeyse mutlaka belirtiniz. İş hayatına yeni atılacak ya da staj yapacak olan kişiler için CV uzunluğunun 1 sayfa olması en uygunudur. Bir diğer önemli nokta, yazım kuralları ve noktalama işaretlerine dikkat edin. İfade bozuklukları, dilbilgisi hataları, yazım ve noktalama işareti hataları, CV’niz ne kadar iyi olursa olsun sizin “dikkatsiz” ve “özensiz” bir kişi olduğunuza işaret eder. Kullandığınız dil anlaşılır ve yalın olsun. CV hazırlarken bunlara dikkat edip, biraz da görselliğe önem verirseniz bir adım önde olacaksınız. Her şeyin başlangıcı iyi bir CV’dir.
www.mies.net
- 21 -
GÜNÜMÜZDE
T
üketicilerin markalara olan yaklaşımı yaşadığımız dijital çağda internetle beraber kapsamlı değişikliğe uğramıştır. Pazarlama ekonomisi gelişirken, geleneksel pazarlama stratejilerinin bir bölümü kullanılamaz hale gelmiştir. Pazarlama yöneticileri için pazarlamaya eski düzen yaklaşım sürdürülebilir olmaktan uzaklaşmıştır. Tüketiciler halen net bir marka söylemi ve sunumu beklemektedir. Öte yandan tüketiciyi etkileyen noktalar ve bu noktalarla tüketicinin kurduğu iletişim büyük ölçüde değişmiştir. Geçmiş yıllarda, pazarlama yöneticileri bütçelerinin büyük bir kısmını markanın bilinirliği yönünde ve satışın olduğu noktada harcarken, günümüzde bu noktaların sayısı ve dinamiği değişmiştir. Bu sebeple, pazarlama yöneticilerinin tüketicinin zamanlarını nerede geçirdiğini iyi algılayıp, strateji ve bütçelerini buna göre ayarlamaları gerekmektedir. Uzun yıllardır kabul görmüş yaklaşım, tüketiciyi etki-
- 22 -
OLMAK leyen noktaları ünlü huni metaforuyla açıklamaktaydı. Bu metafora göre tüketiciler huninin geniş kısmında başlayarak, önce birçok markayı değerlendirmekte, sonra seçenekleri eleyerek, huninin dar tarafından tek bir seçimle çıkmaktaydı. Pazarlama yöneticileri, iyi tanımlanmış huninin belli noktalarında medyaya para ödeyerek ‘push’ pazarlama stratejisini gütmekte ve marka bilinirliği yaratarak tüketicileri satın almaya teşvik etmekteydi. Günümüzdeyse bu metafor, tüketicinin markayla girdiği güncel etkileşimi kapsamakta yetersiz kalmaktadır. Court ve arkadaşlarının yayınladığı kapsamlı bir araştırma (McKinsey Quarterly dergisi, Haziran 2009), yaklaşık 20 bin tüketicinin satın alma karar aşamasını modelleyerek günümüz tüketicisinin seçenekleri daha az eleyerek sonuca ulaştığını ortaya koymuştur. Bu araştırmanın sonuçlarına göre dijital çağda tüketicinin eleme sürecinde dört aşama mevcuttur: dikkate al, değerlendir, satın al ve haz al/tavsiye et/bağlan.
www.mies.net
Tüketicinin eleme sürecindeki değişim çok radikal gözükmese de pazarlama yöneticileri açısından anlamı iki yönden büyüktür:
•Dikkate al: Süreç tüketicinin aklında bir takım markaların oluşmasıyla başlar. Bu durum huni modelinde çok sayıda markayken, günümüzde medya baskısıyla oluşan pazarlanan marka sayısındaki kirlilik sebebiyle tüketici tarafından dikkate alınan marka sayısı azalmıştır. •Değerlendir: Tüketiciler bilgisine değer verdiği tanıdıklarından, satıcılarından, markadan ve markanın rakiplerinden bilgi toplayarak belli markaları elerken, belli markaları seçerler. Sürecin bu aşamasında, tüketicilerin kararlarını verirken pazarlama yöneticilerinin ‘push’ etmesi yerine tüketicilerin kendilerine ulaşması ve diğer bilgi kaynakları daha etkin olabilir. •Satın al: Birçok tüketici satın alma aşamasını mağazaya gelinceye kadar ötelemektedir. Bu aşamada ise tüketiciler başka bir yöne rahatlıkla kaydırılabilir. Bu sebeple, markanın konumu, ambalajı, fiyatı ve satış etkileşimi çok büyük önem taşımaktadır. •Haz al/Tavsiye et/Bağlan: Satın aldıktan sonra tüketici markayla etkileşime geçtikçe ve yeni online noktalar sayesinde, daha kapsamlı bir ilişki oluşur. Örneğin, Court ve arkadaşlarının çalışmasına göre cilt bakım ürünü kullanan tüketicilerin %60’ı, ürünü kullandıktan sonra online araştırma yapmaktadırlar. Bu sebeple, tüketiciler bir markadan memnun kaldıklarında, markayı tavsiye ederek, markanın potansiyelini canlı tutarken diğer tüketicilerin değerlendirme aşamalarında da dolaylı rol oynayacaklardır. Eğer tüketici markadan memnun kalmazsa, onla bağlarını kesebilir ve daha da kötüsü diğer tüketicilerin değerlendirme aşamasında olumsuz etkisi olabilir. Diğer yandan, tüketicinin markayla ilişkisi kuvvetlendiği sürece haz al/tavsiye et/bağlan döngüsüne girer ve dikkate al ve değerlendir aşamalarını tamamen atlar.
•Öncelikle artık pazarlama yöneticilerinin bütçelerinin büyük bölümünü medyada (ör. televizyon, radyo, online, v.b.) harcamak yerine tüketiciyi eleme sürecini etkin hedeflemesi gerçeği ortaya çıkmıştır. Buna sebep, medyaya harcanan bütçenin dikkate al ve satın al aşamalarını hedeflemesidir. Öte yandan, birçok tüketici değerlendir ve haz al/tavsiye et/bağlan aşamalarında daha çok etki altında kalırlar. Örneğin, online yaklaşımda çarpıcı banner reklamlar, arama motorlarında alınan hitler, vurucu viral videolar bir ürünü dikkate aldırabilir, ancak ürün zayıf değerlendirmeler aldıysa ve daha kötüsü online tartışılmadıysa, değerlendirme sürecini geçmesi mümkün değildir. •Diğer yöndense, pazarlama bütçeleri genelde güncel olmayan stratejilerin ihtiyaçlarına cevap vermeye yöneliktir. Huni metaforunun etkin olduğu dönemde, iletişim tek yönlüydü. Daha açık bir ifadeyle, tüketiciyle her etkileşimin belli bir medya ücreti vardı. Bu sebeple, şirketlerin pazarlama bütçeleri genelde para ödenen medyaya ayrılmıştır. Bu yaklaşım artık güncelliğini yitirmiştir. Pazarlama yöneticileri günümüzde belli medya kanallarına sahip olmayı (ör. markanın kontrolündeki websiteleri gibi) ve belli medya kanallarını elde etmeyi (ör. marka-sever tüketiciler tarafından oluşturulan topluluklar, forumlar, websiteleri v.b.) göz önünde bulundurmalıdırlar. Bu gelişmelere bağlı olarak artık pazarlama bütçelerinin belli bir kısmı bu karmaşık yeni kanalları yönetmeye ve takip etmeye ayrılmalıdır.
www.mies.net
- 23 -
Tüketicinin eleme sürecine yaklaşımdaki plan şirketin ürünleri, hedef segmentleri, kampanya stratejisi ve medya miksine göre değişiklik gösterebilir. Öte yandan, plan doğru uygulandığı sürece, tüketicilerin marka algısı sosyal medyadaki tartışmalardan, mağazadaki alışveriş deneyimine kadar şirket ve satıcıyla çoklu etkileşimi kapsayacaktır. Örneğin, Apple karışıklığı tamamen ortadan kaldırarak, ürün açıklamalarını basitleştirmiş, birçok açıklayıcı videoyu websitelerine eklemiştir. Bu sayede sürecin önemli noktalarında devamlılık, bütünlük ve duyarlılık sağlamıştır. Benzer şekilde, Nike devamlı ‘Just Do It’ mottosunu sadece değişik medya kanallarında tekrarlamak yerine, tüketicilerini bu mottoya göre yaşamaları konusunda motive etmeyi tercih etmiştir. Bu bağlamda, Nike+ serisini lanse etmiş ve bu serideki cihazlar sayesinde tüketicinin sportif aktivitelerini kaydetme olanağını sağlamış ve ayrıca uluslararası yarışmalara sponsor olmuş ve kişiye özel sportif çalışma programları geliştirmiştir. Bu örneklerden çıkarılacak ders, tüketicilerin markayla olan etkileşiminin satın almayla başlamadığı ve bitmediğidir. Bu şirketler, pazarlama yaklaşımlarını ürün kategorisine, marka pozisyonuna ve kanal ilişkilerine göre belirlemektedir. Tüketicinin eleme süreci merkezli stratejiler geliştirme ve uygulama kapsamında pazarlama yöneticilerinin yeni roller üstlenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, özellikle üç rol öne çıkmaktadır: •Koordine edici: Süreçteki birçok önemli nokta şirketin sahip olduğu medya kanallarıdır (ör. şirket web sitesi, ürün ambalajı, müşteri hizmetleri ve satış fonksiyonları). Bu fonksiyonlar da genelde şirkette pazarlama dışında bölümler tarafından yönetilir. Günümüzdeyse bu potansi-
- 24 -
yel kanalların, pazarlama yöneticisi tarafından koordinesi önem kazanmıştır. •Yayıncı: Pazarlama yöneticileri son yıllarda yayıncı rolünü de üstlenmiştir. Örneğin, ürünün pazarlaması, satışı ve servisi için video geliştirme, sosyal medyada sunulan promosyonların hazırlanması, akıllı telefon ve tablet bilgisayar aplikasyonları ve karar destek araçları (araba seçerken, araba markalarının sıklıkla kullandığı online ‘hayalindeki arabanı dizayn et’ aracı gibi) gibi birçok yayınlanan malzemenin içindeki bilgiler ve dizayn bütünlüğü çok önemlidir ve günümüzde koordinasyonunun pazarlama yöneticileri tarafından sağlanması daha da büyük bir gereklilik haline gelmiştir. •Pazar bilgi lideri: Tüketicinin eleme sürecindeki birçok nokta artık dijital hale gelmiştir. Bu sebeple, günümüzde pazarlama datasının pazarlamanın kontrolünde olması önem kazanmıştır. Pazarlama yöneticisi son yıllarda tüketici bilgisini organizasyon içinde ilgili fonksiyonlara yayan ve koordine eden ‘lider’ konuma gelmiştir. Bu sayede şirketin ilgili aksiyonlara almasını da kontrol ve takip edebilir. Dijital çağda pazarlama yöneticilerinin adaptasyonu şirket için büyük önem taşımaktadır. Karar aşamasında tüketicinin marka hakkında görüşü her zaman kıymetli olmuştur. Öte yandan, günümüzde bilgiye ulaşım kolaylığı, hız ve dijital noktalarla etkileşim marka deneyimine özel dikkat edilmesi gerekliliğini beraberinde getirmektedir. Bu noktada günümüz pazarlama yöneticileri için liderlik rolünü üstlenerek, marka deneyimini şirketin merkez stratejisi haline getirme fırsatı ortaya çıkmıştır.
www.mies.net
Bilge Öncül Baştu Stratejik Planlama ve İş Geliştirme Yöneticisi
SOSYAL MEDYA KULLANIMI İnternet hayatımızı sararken bir kavram daha hayatımıza girdi: Sosyal Medya. Şu an hayatımızın her noktasında internet, her noktasında sosyal medya var ve hemen hemen her şey bir tık uzaklıkta… Günümüzün en popüler kavramlarından biri olan sosyal medya, herkesin diline takılmış gidiyor. Eskiden bildiğimiz bir medya vardı. Bu medyada sadece televizyon, radyo, gazete ve dergiler vardı. O medya alanlarının ürettiklerini bizler tüketirdik. Sosyal medya ise, bence internetin tam kendisidir. Facebook, Twitter, LinkedIn, bloglar, sözlükler vs. sayesinde birçok kişi üretebilip paylaşabiliyor ve internet kullanan herkes bu üretilene katılabiliyor. Artık üretenler de, tüketenler de bizleriz.
B
u yazımı; gün geçtikçe etkisi daha çok hissedilen dijital mecranın kişisel prestij yönetimi ve konumlandırma açısından nasıl kullanılacağına dair örneklere ayırdım. Faydalanacağınızı umuyorum. Yazımı bu konuya ayırmama sebep olan hikayeyi de kısaca paylaşayım. Geçtiğimiz günlerde global bir insan kaynakları danışmanlık firmasının genç danışmanlarından biri tarafından arandım. Sonrasında LinkedIn’den profiline baktım, 24 yaşındaydı, yani bir Y kuşağıydı! Uluslararası bir ilaç firmasına bir yönetici aradıklarını belirtti. Arayan genç arkadaşın daha önce Google kullanıp kullanmadığını bilmiyorum ama, beni telefonla aramadan önce kullanmadığından eminim. Ellerinde bulunan son özgeçmişimden görebildiği kadarıyla… İlaç firmasında çalışmaktaymışım. Hala orada olup olmadığımı sorarak sohbete başladı. Kibarca, oradan ayrılalı 4 sene olduğunu, sonrasında bir başka şirkette çalıştığımı, bir süredir de kendi girişimimle ilgilendiğimi belirttim. Benden özgeçmişimi göndermemi rica etti. Ben de; uzun
bir süredir özgeçmiş yazmadığımı, ama LinkedIn profilimi anlık olarak güncellediğimi ifade ettim. Şunu çok açıkça söylemeden geçmeyeyim, günümüzde yetenek avcılığı yaptığını söyleyen bir danışmanlık firmasının yetkilisinin bırakın LinkedIn’i, Google’ı bile kullanamadığını görmek beni şaşırttı. Çünkü aslında, benim o an itibariyle ne ile meşgul olduğumu öğrenmesi için yapması gereken tek şey adımı Google’a yazmasıydı. Dijital alandan kastettiğim, elbette web ortamı. Bunu, kayıtlı olduğumuz tüm sosyal iletişim ağlarının (LinkedIn, Twitter, Facebook, vb.) bileşimine ek olarak hakkımızda yayınlanan tüm bilgilerin (yazı, fotoğraf, video) toplamı olarak tanımlayabilirim. Bağlantıda olduğumuz kişilerin bizi nasıl algıladığı, aslında tamamen çizdiğimiz dijital profil ile ilgili. Bana kalırsa, kendimizi anında, hızlı ve neredeyse limitsiz bir şekilde ifade edebildiğimiz alan olan sosyal ağlardaki kabulümüz için en kritik şey; “seviyeli samimiyet”. Şüphesiz samimiyetin de seviyeleri var. Çocukluk arkadaşınızla konuşurken bunun seviyesi farklı, okuldaki
www.mies.net
- 25 -
hocanızla konuşurken farklı. Hatta okuldaki hocanızla “okulda” konuşurken farklı, halı sahada maç yaparken farklı, bir restoranda akşam yemeği yerken farklı. Dolayısıyla dijital mecrada önce “mekan farkındalığından” bahsedelim. Türkiye’de en çok kullanılan üç sosyal ağın üzerinden giderek, kısa bir öz değerlendirme yapma şansı bulabileceğimizi düşünüyorum. Bu üç ağ ve Türkiye’deki yaklaşık kullanıcı sayıları şöyle: Facebook: 32 Milyon Twitter: 7,2 Milyon (5,3 Milyon aktif) LinkedIn: 1,1 Milyon Bu üç sosyal ağı birbirinden ayıran teknik özellikleri olsa da, temel olarak kişilerin kendilerini konumlandırmak için kullandıkları belli yöntemler var. Unutulmaması gereken şeyse; her davranışın her mekanda hoş karşılanmaması, ya da kabul görmemesi gibi, sosyal ağlarda da bunun geçerli olduğu. Sosyal hayatta, bir topluluk içinde dikkat ettiğimiz basit kurallar aslında dijital ortamda da geçerli. Bunları yapmamakta fayda var: Hesapları (ortamları ve durumları) birbirine bağlamayın. Her sosyal ağın kendine göre alışkanlıkları, jargonu
- 26 -
ve kriterleri var. Nasıl ki semt pazarındaki pazarcıyla farklı, lüks bir mağazadaki satış görevlisi ile farklı, 3 yaşındaki bir çocukla farklı bir tonda konuşuyorsak, aynısı sosyal ağlar için de geçerli. Twitter’da @abcde kişisiyle yaptığınız sohbet, Facebook’taki arkadaşlarınızı hiç ilgilendirmeyecektir. Twitter’da bir sohbete dahil olmak, veya bir konu başlığı açmak için kullanılan hashtag (etiket) # işareti, Facebook’ta kullanılan bir yöntem değil örneğin. Gevezeliği abartmayın. Sürekli kendinden bahsederek monolog yapanlar pek hoş karşılanmıyorlar. Elbette, burası kendimizi ifade ettiğimiz bir mecra, ama dozunu iyi ayarlamak lazım. Politika, dini mevzular, seks konularına dikkat. Elbette bu üç kavram da hayatımızın birer parçası ama son derece özel konular. Bunun tercihi size kalmış ama, bu konularda bir paylaşımda bulunacaksanız, bağlantıda olduğunuz tüm kişileri dikkate almakta fayda var. Bunları da yapmakta fayda var: Açıkça destekleyin, takdir edin. Sosyal medyada hiç tanımadığınız birinin güzel bir paylaşımına denk gelebilirsiniz, ya da LinkedIn gibi görece resmi bir sosyal ağdaki bağlantınız, terfi etmiş olabilir. Beğendiğinizi, sevindiğinizi, takdir ettiğinizi gösteren davranışlar konusunda rahat olun, kasmayın. Hiç kimse, terfi ettiği için kendi-
www.mies.net
sini tebrik eden biri hakkında negatif düşünmez. Sosyal medyanın tüm kurgusu takdir edilme ve beğenilme hissini besleme üzerine kurulmuştur, unutmayın. Facebook’taki, LinkedIn’deki veya (bunu benden duymuş olun) çok yakında Twitter’daki “Like” (Beğen) butonunun tıklama konusunda cimri davranmayın. Kimse aylık olarak kaç paylaşımı beğendiğiniz konusunda çetele tutmuyor ve sizi yargılamıyor, rahat olun. İş ilişkilerinde astları olduğu kadar üstleri de takdir etmenin, beğeni ifade etmenin ne kadar önemli olduğunu aklınızdan çıkartmayın. Yağ çekmeyin, ama beğeninizi ifade etmekten de geri durmayın. Hangi konu veya alanda hatırlanmak istiyorsanız, o konudan bahsedin. İlgi alanınız, kişilerin sizden hizmet almak istediği, kısaca satmak (gerçek satış, veya bir fikre ikna etmek) istediğiniz konu ne ise, o konudan bahsedin. Gelecek vaad eden bir şefseniz, size özel veya dünyanın iyi şeflerinin tariflerini paylaşabilirsiniz. Psikolog iseniz, bu konudaki uzmanlığınızı duyurmak için sosyal medya doğru yer. Eğer dijital işlerde usta biriyseniz, bağlantıda olduğunuz kişilere faydası dokunacak bilgileri onlarla paylaşabilir, lazım olduğunda size sorabilecekleri ortamlar yaratabilirsiniz. Hızlı yanıt verin, doğru yanıt verin ve “bilmiyorum” demekten çekinmeyin. Sosyal medyada hız, kazandırır. Size direkt mesaj atmış olan, ya da bir paylaşımınıza yorum yapan, soru soran birine mutlaka cevap verin. Sorulan bir soruya uydurma bir cevap vermektense, “bilmiyorum” demek daha iyi. İyi de olsa, kötü de olsa, ona onun farkında olduğunuzu ifade edin. Hiçbir şey mi söylemeyeceksiniz, aklınızda olsun, bu işaret pek çok sözün yerine geçiyor :) .
İçerik kraldır. Doğru, kraldır. Hele uzmanlaşmış olduğunuz konuda sizin kadar bilgili nadir insan varsa, işte ortam sizin ortamınız. Yazın! Evet, yazın ve paylaşın. Blog açmak en güzeli ama onunla uğraşamam diyorsanız, bu işin en basit yolunu söyleyeyim. Yazacağınız her neyse, bir Word dosyasına yazın. Bunu PDF olarak kaydedin. slideshare.net adresine gidin ve birkaç dakikalık bilgi girişiyle kaydolun. Bu dosyanızı slideshare hesabınıza yükleyin ve mutlaka Google aramalarında görüntülenebilmek için etiketleyin (tagleyin). İşte, benzersiz içeriğiniz hazır. Bu dosyanın linkini, aktif olduğunu tüm sosyal medya kanallarında paylaşmak bir yana, konu ile ilgileneceğini düşündüğünüz kişilere direkt olarak da gönderin. Önerim, bunu düzenli olarak yapacaksanız, basit bir antetli kağıt formatı hazırlayıp, her seferinde aynısını kullanmanız olacaktır. Dili kusursuz kullanın. SMS icat olduğundan beri pek çok sözcüğü kısaltarak kullanıyoruz, hatta gülümsediğimizi, üzüldüğümüzü, şaşırdığımızı belirten işaretlere bile çok alıştık. Hele ki Twitter çıktı, bütün derdinizi 140 karakterle anlatın dendi, işler biraz daha karıştı. Elbette sözcük kısaltmaları artık hayatımızın bir parçası. Yine de özellikle eğer karakter sayısı sınırlaması yoksa, hele de bir yazı yazıp paylaşacaksanız, Türkçe’yi kusursuz kullanın. Yabancı dilde bir paylaşımınız olacaksa da aynısı geçerli tabi.
www.mies.net
Sertac Doganay, M.D. Founder & General Coordinator at Social Touch Founder & editor-in-chief at Tek Doz Dijital
- 27 -
ERASMUS Öğrencilere Sunulan Büyük Fırsat:
Dünyada ki bir çok üniversite, öğrencilerine çeşitli imkanlar ve farklı bakış açıları sunmak amacıyla Erasmus Öğrenci Değişim Programına dahil olmak ister. Program kapsamında yükseköğretim kurumları, birbirleri ile ortak projeler üretip kısa süreli öğrenci ve personel değişimi yapabilir. Bu program sayesinde geçireceğiniz Erasmus dönemi, üniversite yıllarınızda yaşamak isteyebileceğiniz en keyifli dönemlerin başında gelir.
E
rasmus nedir diye Google’da araştırmak yerine, bu soruyu Erasmus deneyimini yaşayan birine sorarsanız; alacağınız cevaplar emin olun sizi bunun hayalini kurmaya yetecek kadar heyecanlandıracaktır. Çünkü Erasmus size bir başka ülkeyi görme; gideceğiniz ülkenin dilini, kültürünü, eğitim sistemini öğrenme, farklı ülkelerden arkadaş edinme gibi birçok fırsat sağlayacaktır. Bu programdan yararlanabilmek için, öncelikle okulunuzda gerekli olan başvuru koşullarını öğrenmeniz gerekir. Gerekli koşulları yerine getirirken gideceğiniz okulu ve dönemi önceden belirlemenizde fayda vardır. Çünkü Erasmus Programı dahilinde gideceğiniz okulda alacağınız dersler, kendi okulunuzdaki dersler ile eşleşmek zorundadır. İşte belki de Erasmus’un, öğrencilerin
- 28 -
gözünü korkutan en önemli yanı budur. “Derslerimi eşleştiremeyip okulumu uzatacak mıyım?” endişesi çoğu öğrencide yer alır; fakat önceden planlayarak ve detaylı araştırarak dersleri eşleştirebilmek ve okulu uzatmamak elbet mümkündür. Övgüyle bahsettiğim bu programdan yararlanmayı ben de çok istedim. Üç yıl boyunda içerisinde aktif olarak yer aldığım kulüp faaliyetleri sonrası, Erasmus deneyimini de yaşayarak mezun olmayı diledim ve bu dileğimin gerçekleşmesi için de çaba gösterdim. Okuldaki son senem olması sebebiyle benim için en önemli konu, bitirme tezi dersimi Erasmus için gideceğim okuldan alıp alamayacağımdı. Bu dersi alabileceğim okulları araştırıp tercihimi bu doğrultuda gerçekleştirdim. Şimdi; dördüncü sınıfın ilk dönemini Roma’ da, Tor Vergata Üniversitesinde okuyorum.
www.mies.net
YABANCI DİL Birçoğumuz, üniversite dönemini ailemizden uzak bir şehirde geçiriyoruz. Bu yüzden farklı bir şehre adapte olabilmenin zorluklarını kolaylıkla tahmin edebiliyoruz. Hele ki adapte olmamız gereken bu şehir; dilimizi bilmeyen insanlardan oluşuyorsa, endişe ve korkuların oranı biraz daha artıyor. Benim de Roma’ya gelmeden önce, heyecanımın yanı sıra endişelerim ve korkularım vardı. Endişelerimin olmasının sebepleri arasında, İtalyanca bilmiyor olmam yer alıyordu. İngilizcenin dünya üzerinde 1.8 milyar insan tarafından konuşulduğunu düşünürsek; İngilizce biliyor olmak, bu korkuyu biraz olsun hafifletiyordu. Ama küçüklüğümüzden beri almış olduğumuz İngilizce eğitiminin, pratik eksikliğinden dolayı konuşma düzeyinde, Türkiye’de yeterli olduğunu düşünmüyorum. Bu pratik eksikliğinden dolayı birçoğumuz yabancı dil konusunda kendimize güvenemiyoruz. Ama buraya geldikten sonra kendinizi ifade edebiliyor olmak, arkadaşlar edinebilmek, sorunlarınızı halledebildiğinizi görmek, bu konuda güveninizin artmasına emin olun yardımcı olacaktır. Yabancı dil konusunda en verimli pratik yurtdışında yapılacağı için, Erasmus bu konuda da gerçekten faydalı bir programdır. Tor Vergata Üniversitesinde diğer birçok üniversite de olduğu gibi, Erasmus öğrencileri için İtalyanca kursu veriliyor. Dilin pratiğini, bizzat kaldığınız ülkedeki insanlarla yapabilme fırsatı bulmak gerçekten ayrıca keyif veriyor. KALACAK YER Erasmus programına dahil olmuş çoğu üniversitenin, öğrencilere kalacak yer konusunda yardımcı olmak için gö-
revlendirdiği kişiler var. Birçok üniversitenin de kendine ait yurdu var. Yer bulmanıza yardımcı olacak bu kişiler, bazen yoğunluklarından dolayı size çok fazla yardımcı olamayabiliyor. Bu yüzden her duruma önceden hazırlıklı olmanızı öneririm. Tor Vergata Üniversitesinde ise bu sorumlu kişi yoğunluğundan dolayı kimi zaman, Erasmus öğrencilerine pek yardımcı olamayabiliyor. Üniversitenin yurdu ise normal bir evin odasını kiralamaktan çok ucuz olmamakla beraber, Roma merkezinden çok uzakta bulunuyor. Bu yüzden ben, merkezde bulunan bir evin odasını kiralamayı tercih ettim. Bu süreç benim için çok kolay olmadı diyebilirim. Gazeteden ve internet sitelerinden kendi bulduğum evlere bakmak zorunda kaldım ve gazete ilanından bulduğum bir evin odasını kiraladım. İtalya’da diğer birçok yabancı ülkede olduğu gibi, evin tek bir odasını kiralayabiliyorsunuz. Tek kişilik oda fiyatları, İtalya’ ya giden Erasmus öğrencileri için verilen hibe miktarı ile neredeyse aynı. DERSLER Erasmus döneminizde, ev bulma sürecinin sonunda sizi yoğun bir ders kayıt dönemi bekliyor. Erasmusa gitmeden önce derslerinizi seçerken, gideceğiniz okuldan kimse, dersler konusunda sizi yeteri kadar bilgilendirmeyebiliyor. Dersleri; sadece size gönderilmiş olan bir ders kılavuzundan, internetten veya geçmiş senelerde aynı okula gitmiş olan arkadaşlarınızdan öğrendikleriniz doğrultusunda seçmek zorunda kalabiliyorsunuz. Bu durum ders kaydı sırasında gergin olmanıza sebep olabilir. O yüzden önerim; ders kaydı öncesi, ders seçimi konusunda detaylı bir çalışma ve araştırma yapmanızdır. Tor Vergata Üniversitesinde eğitim dili İtalyancadır ve İngilizce
www.mies.net
- 29 -
işlenen derslerin sayısı kısıtlıdır. Eğer İtalyanca işlenen derslerden seçmek zorunda kalırsanız, sizinle İngilizce ders notları paylaşacak ve sınavı İngilizce yapabilecek olan hocaları araştırmanız faydalı olacaktır. Bölümüm olan Endüstri Mühendisliği, Tor Vergata Üniversitesinde Yönetim Mühendisliği adı altında yer alıyor, Mühendislik Fakültesi öğrencisi olmamıza rağmen; Ekonomi Fakültesi Business Administration Management Master sınıfının dersleri, kendi okulumuzdaki dönem dersleri ile daha çok benzerlik gösterebiliyor. Fakat Tor Vergata Üniversitesinde, kendi fakülteniz dışında başka bir fakülteden ders seçimi konusuna pek sıcak bakılmıyor. Başka fakülteden ders seçebilmek için çok fazla çaba harcamak zorunda kalabilirsiniz; ama çabanızın sonunda olumlu sonuçlar da alabileceğinizi unutmayın. İTALYA
İtalya’ nın en güzel şehirlerinden biri olan Roma’ ya hayran kalmamak mümkün değil. Şehri Erasmus öğrencileri için, rehber eşliğinde düzenlenen turlar ile tanımaya başlayabiliyorsunuz. Her bir turun ardından, Roma’ nın büyüsüne tekrar kapılmamak elde değil. Şehrin her yanı tarih kokarken, yapıların son derece gösterişli olması sizi ayrıca etkileyebiliyor. Görülmesi gereken önemli ve bilinen yerleri gezdikten sonra; gezmekten daha çok keyif alacağınızı düşündüğüm sokaklarını dolaşmanız, Roma’ yı daha iyi hissetmenizi sağlayacaktır. Böylece kendinizi Woody Allen’ın “To Rome with Love” filmine, konuk oyuncu olmuş gibi hissetmeniz söz konusu olabilir. Roma’ da yaşamak güzel olduğu kadar pahalıdır. Bu yüzden şehri bu konuda da iyi tanımanız gerekebilir. Mesela; suyu, turistlik alanlardaki satıcılardan 2 Euro’ ya, metrodaki içecek otomatlarından 1 Euro’ya, marketlerden 50 Cent’e alabileceğiniz gibi, şişenizi yanınızda bulundurup sokaklarda sürekli karşınıza çıkan çeşmelerden de doldurabilirsiniz. Ayrıca Roma’daki satıcılar, ülkemizdeki
- 30 -
www.mies.net
satıcıları hatırlatmıyor değil doğrusu. Bu yüzden İtalyanca öğrenmeye başladığınızda ilk ihtiyaç duyacağınız kelimeler, turist olduğunuzu belli etmemek adına fiyatı sorabileceğiniz cümleler olabilir. Her ne kadar Roma’ya doyulmasa da, fırsat buldukça İtalya’nın diğer şehirlerini de görmenizi öneririm. Diğer şehirlere gitmek için tren fiyatları çoğu zaman pahalı olabiliyor. Biz; İtalya içinde diğer şehirleri gezebilmek için, gideceğimiz dönemde daha ekonomik bir yol olan araba kiralamayı tercih ettik. Ehliyetiniz varsa, burada araba kiralamak çok kolay ve fiyat olarak da çok uygun. Fakat araba kiralamanın zorlukları da var: Otopark sorunu, otoban ücretlerinin yüksek olması ve şehir içinde çok fazla kırmızı ışığa yakalanılması aklıma gelenlerden bazıları. Gideceğiniz şehirlerde geceliği 15-50 Euro arasında değişen ekonomik hosteller bulabilirsiniz. Venedik ve Floransa, İtalya’ da görülmesi gereken diğer şehirlerden en bilinenleridir; ama eğer böyle bir tur yapabilme fırsatı elde ederseniz, rotanızı güzelce planlayıp bu şehirlerin dışında da birçok şehri kolaylıkla gezebilirsiniz. Özellikle kart postal gibi resimler çekebileceğiniz Cinque Terre’ ye gitmenizi öneririm. Beş şirin kasabadan oluşan bu bölge, aynı zamanda UNESCO’nun Dünya Mirası Alanı listesindedir. Erasmus’un getirdiği fırsatlardan bir diğeri de, bulunduğunuz ülkenin dışındaki diğer ülkeleri de rahatlıkla ve ucuz yollarla gezebilecek olmanızdır. 5-50 Euro arasında değişen ekonomik fiyatlarda bilet bulabilme imkanınız olabilecektir. Erasmus dönemi hakkında konuşulacak çok fazla konu var. Böylesine renkli geçen, bitmesini hiç istemeyeceğiniz bu dönemin faydalarını, yaşayarak daha yakından görebilirsiniz. Kısacası Erasmus; öğrencilere sunulan bu büyük fırsat, öğrencilik yıllarınıza ayrı bir keyif katacak, kazandırdığı deneyimler ile farklı bir bakış açısına sahip olmanızı sağlayacak ve unutamayacağınız keyifli bir anınız olarak hayatınızda yer alacaktır.
Deniz Kılıçdere MieS Eski Yönetim Kurulu Başkanı
INTERFLY
Ucuza Avrupa’yı Gezmenin Yolu:
Interfly, ülkemizde giderek hareketlenen yeni bir turizm akımı ya da son zamanlarda kulağımızın alıştığı başka bir şekliyle turizm inovasyonu olarak adlandırabileceğimiz bir kavram veya en genel hali ile “Interrail’ın uçaklı versiyonu...”
G
enelde gençlerin liseden mezun olduktan sonra üniversitede tatmak istedikleri bir interrail deneyimi vardır, ben de bunlardan biriydim lise ve sınav stresinin ardından arkadaşlarımla interrail yapmaya karar vermiştik fakat sonrasında birkaç aksilik nedeniyle ben ve diğer bir arkadaşım bu planı gerçekleştiremedik. Arkadaşlarımız interrail’a gidip geldiler ve onlardan tatili dinlemeye başladık fakat dinledikçe daha da ilginç gelmeye başladı anıları, örneğin; kalacak yer bulamadıkları için sokakta yatmışlar ve etraftan onları rahatsız
edenler olmuş, gittikleri ülkelerde tren saatleri nedeniyle ulaşımlarında aksamalar olmuş ve uzun süren tren yolculukları nedeniyle ciddi zaman kaybetmişler... Bunları dinledikten sonra aklımıza ‘acaba?’ sorusu gelse de “Bir şey olmaz abi, interrail sonuçta.’’ dedik. Zaman ilerledikçe biz plan yapmaya başladık derken bir gün okulda spor salonunda gerçekleşen bir eğitim gününde ‘Interfly’ tabelasını gördüm biraz konuştum sonra arkadaşıma anlattım ve internetten aramaya başladık en sonunda gidip konuşmaya karar verdik ve bir süre sonra kararımızı değiştirip interfly yapmaya karar verdik. Çünkü 7 ülke 12
www.mies.net
- 31 -
şehir gezecektik ve total ücret; konaklamalar ve uçuşlar dahil interrail’dan ucuza geliyordu ve bu şehirlerden biri trenle gidemeyeceğimiz bir ada olan İbiza idi. İtiraf etmeliyim ki daha ucuza gelmesi, konaklayacağımız yerlerin hazır olması, uçak ile ulaşım sağlayarak zaman kaybetmeyecek olmamızın yanı sıra İbiza’da bizi heyecanlandıran etkenlerdendi. Biz de rezervasyonumuzu yaptırdık ve tatile gittik. Tatile gittik demek şuan kolay geliyor ama toz pembe geçmedi tatilimiz tabi ki Avrupa’da maceralar başladı mesela ilk etapta aklıma gelen; ikinci gün Milano’da bir arkadaşımızın cüzdanının çalınması, birkaç defa kaybolmamız, uçağa son anda yetişmemiz, 3 kişi gidip bir arkadaşımız erken veda edince 2 kişi dönmemiz, havayolu şirketlerinin 10 kg bavul hakkı sınırını aşmamak için verdiğimiz çabalar, bu tarz enteresan olaylar yaşanmadı diyemem ama bunlar da deneyimler olarak yansıdı bize. Bunların dışında büyük bir aksilik yaşamadık. Avrupa içinde en uzun uçuşumuz iki saat sürdü, sokakta yatmak zorunda kalmadık, konakladığımız hosteller ve oteller çok başarılıydı özellikle eğer bir gün Berlin’e gidecek olursanız Pangea People’ı tavsiye ederim; güzel, temiz, şehrin merkezinde ve fiyat çok uygun. Görmek istediğimiz yerleri gitmeden önce belirlemiştik, onun dışında Interfly’ın bizde önerdiği yerler ve bir el rehberi vardı, onlardan da gezmeye çalıştık. Louvre, La
- 32 -
Sagrada Familia, Notre Dame, Madame Tussauds, Antoni Gaudi’nin Evleri, Musao de Cera, Eyfel Kulesi, Pisa Kulesi, Charles Köprüsü, Prag Kalesi, Champs-elysees, Kolezyum, İspanyol Merdivenleri, Fontana di Trevi, Santiago Barnabeu bunlardan sadece bazıları. Gerçekten harika bir tecrübeydi, farklı ülkeler ve şehirlerde bulunmuş olmak, o kültürü halkın arasına karışarak birkaç gün de olsa yaşamak, o bölgelere özgü yiyecekleri tatmak (örneğin İspanya için; Paella, Tapas, Gazpacho), sizin gibi dünyanın birçok yerinden gelen gençlerle tanışmak veya aynı odayı paylaşmak gerçekten çok güzeldi. Şimdi de bu güzel tecrübeleri ve daha fazlasını kendi okulumda başka insanlarla paylaşmak, Interfly yapmış biri olarak onların da bu deneyimleri yaşamalarını sağlamak için Marmara Üniversitesi’nin Campus Manager’ı olarak görev alıyorum. Interflyeurope daha çok gençlere yönelik bir şirket yapısına sahip ki Sensation White, Tomorrowland, Balaton, Cream Fields, Ultra Music gibi müzik festivallerine yaptıkları özel turlar ve sömestr turları bunu kanıtlar nitelikte. Interfly ile ilgili daha fazla bilgi edinmek için interflyeurope.com sitesini ziyaret edebilirsiniz.
www.mies.net
Ali Mert Bayık Interfly Marmara University Campus Manager
DIZIKOLIK Türk insanı her zaman sevmiştir dizi izlemeyi, dergimizdeki bu kısım ise gerçek dizi severlerin daha çok hoşuna gidecektir. Biz de sizler için biraz daha arkada kalan ama izleyicilerinin kalbinde taht kurmuş dizilerden , birkaç nacizene tavsiyede bulunacağız;
F
riends, 1994-2004 yılları arasında, on sezonu da kesintisiz bir şekilde Amerikan NBC kanalında yayınlanmıştır. Yayınlandığı dönemin en popüler, en çok konuşulan dizilerinden biri olan Friends, 6 yakın arkadaşın, üçü erkek üçü kadın olmak üzere, başından geçen çoğu komik, azı hüzünlü olayları anlatmaktadır. Dünya genelinde artık efsane olarak adlandırılan bu dizi 63 kez Emmy ödüllerine (dizi severler ne kadar prestijli bir ödül olduğunu bilir) aday gösterilmekle beraber sayılamayacak kadar çok ödül kazanmıştır. Dizi, Rachel Green’in (Jennifer Aniston) düğününden kaçıp rastgele girdiği bir barda eskiden çok yakın arkadaş olduğu Monica (Courteney Cox) ile karşılaşmasıyla başlar. Monica’nın abisi olan Ross’un (David Schwimmer) ise Rachel’a karşı eskiden kalma bir hayranlığı vardır. Ross’un duygusal bakımdan çok da sağlıklı düşünemediği bir zamanda -hamile olan karısı eş cinsel çıkınca boşanmak zorunda kalmıştır- Rachel’ı karşısında
- 34 -
görünce ona olan aşkı yeniden alevlenmiştir. Bu üçlünün yanında Ross’un üniversiteden beri arkadaşlığını sürdürdüğü Chandler Bing (Matthew Perry) gerek esprileriyle gerekse ezik tavırlarıyla diziye ayrı bir tat katmaktadır. Chandler’ın ev arkadaşı olarak izlediğimiz Joey (Matt LeBlanc) ise yaptığı çapkınlıklarla grubun bu kategoride başını çekmektedir. Bunun yanında sahip olduğu saf ve temiz kalbiyle öne çıkan bu karakter, izleyicilerin kalbinde ayrı bir yer kazanmaktadır. Dizinin son başrol oyuncusu olan ve geçmişi hep bir gizem konusu olarak kalan Phoebe Buffay (Lisa Kudrow) ise sergilediği garip tavırlarla ve düşünce tarzıyla hep bir farklılık yaratmıştır. Bu diziyle ilgili bilinmesi gereken en büyük şeylerden biri de, bu altı kişiden her biri diziye gerçek hayatlarından da bir şeyler katarak mükemmel bir oyunculuk ortaya koymuş olduklarıdır. Günümüzdeki bir çok diziye de ilham kaynağı olan bu dizi on sezon kadar uzun bir süre ekranda kalmasına rağmen hiç çizgisinden şaşmamıştır ve izleyicilerinde bitmesinden kaynaklanan buruk bir gülümsemeyle yayın hayatını sonlandırmıştır.
www.mies.net
ONCE UPON A TIME
Dizi, Kötü Kraliçe Regina’nin Rumplestiltskin’den yardım alarak yaptığı bir lanet sonucu birçok masal kahramanının kim olduklarını bilmeden yaşadığı ve mutlu sonların olmadığı Storybrooke kasabasında geçmektedir. Kasabadakilerin tek umudu, daha lanet ona ulaşmadan gerçek dünyaya gönderilen Pamuk Prenses ve Yakışıklı Prens’in kızı olan Emma Swan’dır. Emma laneti kırabilecek tek kişidir ancak 28 yaşına kadar bundan hiç haberi yoktur ta ki 18 yaşındayken dünyaya getirip evlatlık olarak verdiği 10 yaşındaki oğlu Henry gelip kapısını çalana kadar. Henry okuduğu masal kitabıyla gerçekler arasındaki bağlantıyı kurmuştur ve Emma’yı kasabaya gelip laneti kaldırması için ikna etmeye çalışır. Ancak Emma, bunların sadece küçük bir çocuğun hayal gücünün ürünü olduğunu düşünüp Henry’i evine götürür. Kasabaya gittiğinde Henry’nin kasabanın belediye başkanı olan Regina’ya evlatlık verilmiş olduğunu görür. Emma Henry’nin durumundan endişelendiği için bir süre kasabada kalmaya başlar. Emma’nın verdiği bu karar sonucu kasabada birçok şey değişmeye başlar. Dizi; her bölümünde bir masal kahramanının eski hayatını konu almaktadır. Kahramanların önceki hayatlarındaki olayların, ana karakterlerle ve lanetin sonuçlarıyla nasıl bir bağlantısı olduğunu görüyoruz. Kahramanların bu zamanda yaşayan halleri ise benzer olaylar yaşıyor ancak mutlu sonlara kavuşamamaktadırlar. Emma’nın yapması gerekense laneti bozup kasabaya yeniden mutlu sonları getirmektir.
DEXTER
Dexter ilk olarak ShowTime kanalında 1 Ekim 2006 yılında gösterime başlamıştır. Jeff Lindsay’in “Darkly Dreaming Dexter” adlı romanından uyarlanmıştır. Sadece 1. sezonu bu kitaba göre yapılmış daha sonra da bağımsız olarak devam etmiştir. Dizi, Dexter Morgan(Michael C. Hall) adlı kişinin merkezinde olduğu bir yapımdır. Dexter gündüzleri adli tıpta çalışan, işlenilen cinayetlerdeki kan sıçramalarından cinayetin nasıl işlendiğini tahmin edebilen başarılı bir kan analistiyken, geceleri ise bir seri katile dönüşmektedir. Daha henüz bebekken annesinin 3 seri katil tarafından vahşice katledilmesi ve onun kanının üzerinde saatlerce yardım beklemesi sonucu küçüklüğünden beri içinde bir öldürme dürtüsüyle yaşamaktadır. Bunu ilk Dexter’ın üvey babası olan Harry Morgan(James Remar) fark eder ve Dexter’ı eğitmeye başlar. İlk olarak içindeki dürtüleri hayvanlara, daha sonra da kötülük yapıp yaşamayı hak etmeyen insanlara yönlendirir. Ona kendine hakim olmasını öğretir ve bazı kurallar koyarak Dexter’ın da deyimiyle karanlık yolcusunu -içindeki öldürme hissine verdiği isim- dizginlemesini sağlar. Dexter zamanla profesyonel bir katil olur ve saklanmayı çok iyi öğrenir. Hatta babası öldükten sonra sırrını bilen kimse kalmaz buna polis memuru olan Dexter’ın üvey kardeşi Debra Morgan(Jennifer Carpenter) da dahildir. Dexter duyguları olmadığına inandığından normal insanlardan hep uzak yaşamaya çalışır ama onu seven ancak başından çok kötü bir evlilik geçmiş olan Rita Bennett(Julie Benz) ile beraberdir. Dexter; Rita ve onun iki çocuğuyla sürdürdüğü aile yaşantısıyla dışarıdan tamamen normal gözükürken iç dünyası hiç de normal olmadığını her saniye vurgulamaktadır. Dexter gerek kurgu gerekse oyunculuk olarak farkını ortaya koyan bir yapımdır. İzlediğinizde sessiz sakin görünen bir adamın, nasıl bu kadar soğukkanlılıkla cinayet işlediğine şaşıracak, belki de ona hak vereceksiniz. 7. sezonuyla Yvonne Strahovski hayranlarını da kendine bağlayan Dexter hala ilk bölümdeki heyecanını ve gizemini koruduğunu ispatlamıştır.
www.mies.net
- 35 -
Sadıktır İstanbul... Hani bilirsin sen de, Aşklar onun için köle, aşıklar onun için kul. Bırakır mı yarı yolda diye düşünme, sadıktır sevgiye İstanbul. Bazen güler geçer ya derdine, yanar mı yanar için derinden, Bazen de senden çok düşünür seni, anlarsın inceden. Ağlar seninle birlikte, Söner belki içinin ateşi diye. Aldığın tek bir nefese hapset tozu dumana katan kazançlarını, kayıplarını... Sonra bak salacaktan eşsiz güzellik Kızkulesine. Hafiflemedi mi hiç içindeki buruk acı? Al o zaman karşına Galata’yı, Emirgan’ı, Topkapı’yı. Ver sırtını Anadolu’ya,yaslan şöyle bir Beykoz’a, Sonra da başla başından geçenleri anlatmaya... Dinler seni Sultanahmet, Süleymaniye İçtenlikle sev, bağlan yeter ki bu şehre Vefalıdır. Unutmaz kimseyi İstanbul geçse de yıllar Bu şehirde yaşayan, elbet çare bulur, kapansa da ona bütün yollar Kalp temiz, gönül deniz ise korkmaz insanoğlu içindeki ferden Düşman nedir bilmez İstanbul, durabilirsen uzak Kinden, öfkeden, nefretten...
Ceren Gülpınar
- 36 -
www.mies.net
Şehir... Onca yolun var, benimkini bulamadım. İçinde kaybolurken sesimi hiç duyuramadım. İzin ver kendimi sana anlatmama, Caddelerinde, Kız Kulesinde, boğazında… Anlatılmaz gerçeğimle orta yerde düşlerim, Birçok yabancı, görmeden seni düşledi. Korkma, gelmeyiz üstüne sen uyurken, Sağır ve dilsizsin ama hissedersin bizi her dem. İnan ki durduramam zamanı, elimde değil. Bilirsin yoksa yaşlanmana razı olamazdım. Bilindik bir gerçeği itiraf etmenin yeriyse, Sen İstanbulsun zamana karşı dokunulmazsın.
Anıl Yolcular
www.mies.net
- 37 -
EMRE ALTUĞ Sıcak bir ortamda karşıladı bizleri Emre Altuğ, oyununu sergilediği Moda Oyun Atölyesi adlı mekanda. Bu kadar yoğun geçen bir hayatı olmasına rağmen bizleri kırmayıp teklifimizi kabul etti. Bu vesileyle bu güzel sohbet için kendisine bir kez daha teşekkür ederiz. Uzun ve başarılı bir müzik hayatınız var, ben en başından başlamak istiyorum. 1999 yılında “İbret-i Alem” adlı ilk albümünüzü çıkarmıştınız. Ve daha ilk klip şarkınızla büyük bir çıkış yakaladınız, şarkı kendini sevdirdi. Biz o zamanlar çok küçüktük ama şahsen hala dinlerim İbret-i Alemi. Şarkının ve albümün sihri neydi sizce? Bunun formülünü bilsem her yaptığım albümde bunu uygulamaya çalışırım :). Özel bir formül yok, kaldı ki ben İbret-i Alem’i satmak için yapmıştım. Albüme girecek şarkılardan biri değildi. Çevremdekiler “Bu şarkıyı albüme koy” dedikleri için koydum. Sevdiğim bir şarkıydı ama kafamdan başkalarını geçirerek yaptığım bir şarkıydı. Albümün ikinci parçası albüme adını veren “Sıcak” adlı şarkıydı. Şarkı adeta yaza damgasını vurmuş ve müzik listelerinde yaz boyunca zirvede kalmıştı. Bu başarının anahtar sebebi ne sizce? İddialı klip mi, mevsimin kavurucu sıcakları mı yoksa tam bir yaz şarkısı olması mı?
- 38 -
İki sebebi vardı, ilk olarak “Gidecek Yerim mi Var?”ın kışa damgasını vurmasından sonra, yaza damgasını vuracak bir şarkı arandığı için “Sıcak” yaza damgasını vurdu. Millet “Yazlık şarkı var mıymış burada?” derken onuncu şarkıyı keşfetti. Ben o şarkıyı da hit olacak diye yapmamıştım açıkçası, ama dinleyici seçiyor şarkıyı. Bu yüzden ben sınırlama yapılmasına da karşıyımdır. Eğer kafanızda şarkılarınızın ne şekilde tutacağı yönünde planlar yaparsanız belli bir sıralama yaparsınız, fakat ben hiçbir zaman sıralama yapmaktan yana olmadım yapamadım da zaten. İlk çıktığım zamanlar kaset diye bir şey vardı, siz hatırlamazsınız belki onu :), o zamanlar sıralamamı iki taraf da eşit süreli dolacak şekilde yapardım. Bence sıralama sadece bunun için yapılmalı. Ben şarkılarımı yaparken hepsini aynı duyguyla yapıyorum zaten. Tabi bazen şarkılara “bu daha büyük bir kesime hitap ediyor” deriz yaparken. Bu şarkılarda genelde çıkış parçası, hit şarkı oluyor. Ben bunu Sezen Aksu’dan öğrendim. Binlerce şarkı yapmıştır kendisi, hiçbirini hit olacak düşüncesiyle yapmamıştır ama.
www.mies.net
Birçoğu hit olsa da. Bütün albümlerinizden kısa kısa bahsetme niyetindeyim çünkü hepsi birbirinden değerli ve birinden bahsetmesem haksızlık ediyormuş gibi hissedeceğim. Hemen bir yıl sonra “Dudak dudağa” adlı albümünüzü çıkardınız. Neredeyse hiç ara vermediniz. Bu sizin için zor ve yorucu olmadı mı? İlk albümle ikinci albüm arasında çok ara vermiştim zaten, çok yorucu olmadı açıkçası. Çünkü benim albüm dönemim hızlı geçer, ilk önce kafamda neler yapacağımı, neler anlatacağımı biriktiririm. Toplamda iki ayda bitiririm albümü, sözüyle, bestesiyle her şeyiyle. Uzarsa aranje bölümü uzar, zaten o da aranjörden kaynaklanan bir durum. Yoksa ben kafamda belirlediysem, notlarımı aldıysam çok uzun sürmez. Sıcak olsun isterim ben, şarkı eskimemeli, duygu eskimemeli. Bu albümde yeni bir enerji, 90’ları geride bırakıp 2000’lere tam adapte olmuş bir müthiş bir hava var. Bunu bu albümden itibaren Mustafa Ceceli ile çalışmanıza bağlayabilir miyiz? Ayrıca bizzat şahsınızla alakalı önemli bir müzikal zihniyet değişimi yaşanmış mıydı bu değişimi sağlayan? Mustafa Ceceli ile çalışmaya başlamam bu albümde oldu, ama esas Mustafa Ceceli’ nin damga vurduğu albüm “Kişiye Özel” albümüdür. Yanlış hatırlamıyorsam “Dudak Dudağa”da iki şarkısı vardı. Genel olarak İskender Paydaş ile çalışmıştım. Kişiye Özel albümünde Mustafa ile baya benim evime kapanmıştık bir katı da stüdyo yapmıştık. Orada yerdik yemeğimizi bile. Ben “Sıcak” ve “Dudak Dudağa”nın yapı olarak benzediğini düşünüyorum. Albümdeki “Aşk-ı Kıyamet” adlı parçaya harika bir klip çekilmişti, Bu anlamlı ve derin şarkıya gerçekten yakışır bir klip olmuştu bunu belirtmek istedim. İnsanlar özellikle slow şarkılarda şarkıyı dinlerken bir yandan kendi kafalarında bir hayale, bir yere koyarlar şarkıyı. Bu tarz başarılı klipler bu hayal ve duyguları bir ortak noktaya-görüntüye taşıyor diyebilir miyiz? Tabi ki, zaten ne kadar başarılı olduğu da onunla alakalı. “Gidecek Yerim mi Var”ın da klibiyle örtüşmesi bence şarkının başarısını arttırdı. O dönem klipte kullanılan teknikler hiç yapılmamıştı mesela. Aşk-ı Kıyamet’te yapılansa üzerine çok düşündüğümüz bir dönemde Ömer Faruk Sorak’ın gelip “Bu Aşk-ı Kıyamet’i Sean Penn’ in 9/11 filmi ile izledin mi beraber dedi. Hiç öyle psikopatça bir şey yapmak gelmemişti tabi ki aklıma. Yaptığını ve çok yakıştığını dile getirmişti daha sonra. Bu filmi tekrar çekmek istiyorum ben dedi, bu şarkının klibi olarak. Ben de başına gelebilecek belaları göğüslüyorsa çekebileceğini söyledim. Sonuçta onun klibi,
Emre Altuğ’un şarkısının klibi sadece. “Valla benim hiç umurumda olmaz, sadece aynı durumu ve duyguyu ben nasıl yansıtacağım merak ediyorum”, dedi. Çok fazla da eleştiriler oldu, fakat klip ödül bile aldı. O kadar pozitif biri ki Ömer Faruk, hiçbir kötü söze kulak asmadı ve sahneye çıkıp “Sean Penn’e, Emre Altuğ’a ve Erol Günaydın’a çok teşekkür ederim” dedi. Biz her şeyi bilerek ve isteyerek yaptık yani. Şuna katılıyorum ki, insanın boğazını düğüm düğüm yapan; bazen iştah kaçıracak kadar içine hapseden bir duygu mevcut klipte. 2007 yılında 4. Albümünüz olan “Kişiye Özel” piyasaya çıktı. Özellikle ilk klip parçası “Kapış kapış” ile yine kendini yenileyen, güne uyum sağlayan bir Emre Altuğ çıktı karşımıza. Birçok sanatçı kendini belli yıllara ait hisseder ve yıllar geçtikten sonra başarı ve iddiasını kaybeder. Sizin bu konudaki başarınızın formülü nedir? Galiba kendiliğinden oldu, tabi müziği takip eden insanlar olduğumuz için gönlümüzde, kafamızda yeni şeyler oluşuyor. Gidip de ben çocukluğumdaki şarkının soundunu hayal edemem. Oluşturacağım müzikler ise dinlerken, çalışırken ortaya çıkan şeyler oluyor. Kimle çalışıyorsam o da fikir koyuyor tabi. Bu albümde Mustafa ile beraber müzik kalitesi bakımından 2000’li yıllara uyum sağladık, fakat sound bakımından biraz daha geriye gittik biz aslında 90’lara. Ben hiçbir zaman dans müziği yapmadım, öyle gümbür gümbür müziğe sıcak bakmadım. Mustafa son derece müzisyen bir adamdır, fakat bıraksanız son derece kaliteli remixler de yapar. Biz Mustafa ile çok güzel müzik ürettik. Albüm böyle üretilmelidir dedim hep. O yüzden bu albüm benim için çok ayrıdır. Daha önce yaptığım bütün şarkıları ona yakışacak aranjörle buluşturdum, fakat burada farklı bir şey yaptık. Mesela gelirdi Mustafa, “Aklımda çok güzel bir şey var.” derdi. “Bırak onu, not al. Esas ben güzel bir şey buldum”, derdim. Nakarat bulmuştum mesela o gün. “Sen bunun kaydını al. Senin bulduğun şey üzerine de, sen nasıl bir yere götürürsen o şarkıyı altyapı olarak, ben de seni duyarak şarkının ana planını oluşturayım.” Biz hep birbiriyle örtüşen şeyler yaptık bu bağlamda, birbirimize müdahale ettik ve hep birbirimizi tamamladık. Bu arada en yabancı şarkı Kapış Kapış’tır. Son anda bir şarkı çıkartmamız albümden, Şehrazat’ın bunu duyması, benim ona gitmem, Kapış Kapış’ı almam ve Volga Tamöz’ün aranje etmesi, çıkarttığım şarkıyken birinci şarkı olarak girmesi… Şimdi bunlar tesadüf değil de ne! :). 2011’de çıkan “Zil” adlı albümünüzde söz ve müziği Soner Sarıkabadayı’ya ait olan Zil ve Çifte Kavrulmuş’u çok sevdik, yorumunuza çok oturmuş.
www.mies.net
- 39 -
Bundan sonrasında da Soner Sarıkabadayı ile çalışmayı düşünüyor musunuz? Zil, Çifte Kavrulmuş kadar başarılı olmadı. Genel olarak son albümümü kurtaran şarkı ise Tek Aşkım’dı. Arkasından “Adını Söylerdim” çok daha etkili oldu. “Çifte Kavrulmuş” ve “Sev Diyemem” single olarak çok başarılı şarkılardı. Bu albüm biraz toplama bir albüm oldu ama. Yani kişiye özel gibi kapanıp da yaptığım bir albüm olmadı. Fena bir albüm olmadı ama ben üretim yapacaksam “Kişiye Özel” gibi olmasını isterim. Zaten adını da öyle koymamın sebebi de butik, kişiye özel bir albüm olduğundan. Son olarak “Resimdeki Gözyaşı”adlı efsane parçaya cover yaptınız. Kesinlikle cesaret isteyen bir iş olmalı. Süreç nasıl gelişti, sizden yeni coverlar da beklemeli miyiz? Bunlar da tesadüf olan şeyler aslında. Bu Son Olsun’ dan çok etkilenerek bestecisi Mehmet Soyarslan’dan istedim. Beraber çalışmışlığımız da var zaten. Mehmet Soyarslan’ın yapığı iki tane şarkı var. Biri Bu Son Olsun diğeri de Resimdeki Gözyaşları. Cem Karaca’nın da çok yakın arkadaşıydı zamanında. “Bu Son Olsun” u son albüme koymak için aradım ve o sırada konuşma “Resimdeki Gözyaşları”na geldi, fakat Cem Karaca tarafından iki, Teoman tarafından da bir kere coverlandı şarkı. Ben de dedim ki madem öyle sen şu şarkının da muafakiyetini bana ver de, bu albüme koymam ama stüdyoya girdiğim bir ara, canım sıkılırken okurum ben bunu. Eğer içime sinerse de çıkarırım dedim. Sonra bir ara Onur Koç diye bir arkadaşım var müzisyen. Onunla çalışırken güzel bir hale geldi. Hiçbir şekilde basmadan dinleyiciye sunduk. Bunun dışında herhangi bir cover yapmayı düşünmüyorum şu sıralar. Müziğe gönül vermeye ne zaman karar verdiniz, sizi buna iten özel bir etken var mıydı? Her şeyden önce abimin müzisyen olması beni etkilemiştir. Ama hiç destek olmamıştır o zamanlar. Çünkü yaş farkımız biraz fazla. Yani arkadaş olmamızın mümkün olmadığı dönemler. Ama tabi bi rol model olarak abim her zaman vardı. Sonra gitar çalan bir iki tane de yakın arkadaşım olunca da 15 yaşımdan itibaren bu işin içine girdim. 16 yaşında da çalmaya başladım, aynı zamanda tiyatro bölümüne de girdim. İkisi birden başladı ve hayatım hep öyle gitti ondan sonra. Hem oyunculuk hem müzik konusunda kendinizi bu kadar geliştirmeniz zor olmadı mı? Nelerden taviz vermeniz gerekti? İkisine birlikte başlayınca zor olmuyor. Belki birinden birine haksızlık yaptığım dönemler olmuştur ama kendi içimde biraz bencilce bir duyguyla son derece ikisini
- 40 -
de yaşayarak bu zamanlara geldim yani. Zaman zaman onları üzmüş olsam da en azından kendimi üzmedim. Sanat hayatına bugün atılıyor olsanız, kesinlikle yapmazdım veya mutlaka yapardım dediğiniz şeyler var mı? Sanat yapmazdım, bugün atılsam çünkü geç kalmış olurdum. :). Ama bugün 16 yaşımda olsaydım yine aynı şeyi yapardım tabi, bugüne kadar yaptığım herhangi bir şeyden pişmanlık duymadım yani. Sürecin içinde yaptığım hatalar vardır ama o hatalar bir sonrasında beni doğruya sürükler. Orada da hata yaparsam bir sonraki doğru olur ve bu şekilde gider, gitti de. Böyle de olsun zaten. En başından doğruyu bilirsek, peygamber oluruz değil mi? :). Dolayısıyla insanoğlu hatalarıyla da daha zevkli hale getirebilir hayatını. “Hayatımın dönüm noktası” diyebileceğiniz bir zaman oldu mu hayatınızda? Çok var. Bir tane değildir o çoktur yani, bizim gibi insanların hayatı biraz hareketli olduğu için. Rutin yaşayanlardan daha değişken bir hayat yaşadığımız için, dönüm noktalarımız çok oluyor. Onun için bu kadar yorucudur zaten bu hayat. Benim 10 yılda yaşadığım şey aslında 25 yıllık bir süreci kapsar belki de. Köpek yaşı gibi düşünün. Sürekli hareket halindedirler, nabızları çok hızlıdır, bir insan onun kadar koşamaz. O yüzden öyle derler ya köpek bir yılda yedi sene yaşlanır diye. Biz de gerek stresiyle, gerek coşkusuyla bu hayatı yaşadığımız için durum böyle aslında. Gelelim bugüne, başarılı bir sanat hayatınızın yanında mutlu bir aile hayatınız var. Bu iş yoğunluğunuzda ailenizle dilediğiniz gibi zaman geçirebiliyor musunuz? Günlük hayatınız nasıl gidiyor? Genellikle, benim çalıştığım ve ürettiğim zamanların aile yaşantıma artısı çok büyüktür. Ne zaman ki üretmiyorum, canım sıkılıyor o zaman aile yaşantıma da ters etki ediyor. Yorulduğum zaman herkes çok mutludur. Mesela bazen “öff sabaha kadar prova var” derim. Aslında bu benim için bir mutluluk kaynağı. Mutlu olmak için yapıyorum ben bu işi sadece, sürekli para kazanmıyorum ki yaptığım işlerde çok para kaybetmişliğim vardır yani. Belki daha önce soruldu ama eşiniz ya da çocuklarınız Kuzey veya Uzay için yazdığınız şarkınız var mı? Var tabi ki, ama çocuklar üzerine yazdığım bir şeyi yayınlamadım daha onu söyleyebilirim. Sadece Bu Son Olsun’ u söylerken Kuzey canlanmıştı kafamda, çok güzel bir duyguydu. Ona ithafen koydum yani bu şarkıyı albüme. Bunun dışında Çağla ile dokuz senelik bir beraberliğimiz var dolayısıyla ona da yaptığım şarkılar var. Kişiye Özel şarkılar…
www.mies.net
Oyunculuğunuzdan bahsetmeden edemeyeceğim. Birçok başarılı dizi ve filmde ayrıca birçok tiyatro oyununda yer aldınız. Asla unutamadım veya bana en çok keyif veren projeydi diyebileceğiniz özel bir yapım var mı? Hepsi benim için özel açıkçası, hepsinden çok güzel şeyler öğrendim. İçinde bulunduğum her proje bir şey öğretmiştir bana, politik bir cevap gibi gelir ama öyledir. Çünkü okuldan sonra özellikle okulun bazen ne kadar yanlış bazen de ne kadar doğru şeyler öğrettiğini gösterir. Ama hep ummadığınız noktalardır. Profesyonel olma dönemi ise okuldan sonrası ile piştiğiniz zaman arasında geçen doğruların yanlış, yanlışların da doğru çıktığı zamandır. En amatör dönemlerim bile çok şey öğretmiştir. Bugün tanıdığınız birçok tiyatrocuyla birlikte kışın çalışıp, yazın da gezip tiyatro oynuyorduk, para kazanıyorduk. Bütün çivileri biz çakıyorduk. Bu bana çok şey öğretti mesela. O kadar değişik şeyler yaşadık ki, ben sahnede sinir krizi geçirip ağladığımızı hatırlıyorum. Oyunun yarısından diğer yarısına atladığımız anlar falan oluyordu, bunlar hep tecrübedir. En büyük kâbuslarımdandır; biri kendimi tekrar lisede bulmam, diğeri de sahnede replik unutmam. Geçen gün unuttum mesela repliğimi. Bunlar olabilecek şeyler yani. En son televizyonda “Elde Var Hayat” adlı dizide yer aldınız, yakın tarihte yeni bir proje beklemeli miyiz sizden televizyon ya da sinemada? Beklemelisiniz, bekleyin ki beni de strese sokun. Her zaman projelere gebeyiz. Ne oyunculuğu bırakacağım, ne müzisyenliği ne de şarkıcılığı. Dolayısıyla daima beklemelisiniz. Testosteron benim en yeni projem. Al-
büm devam ettiğim fakat oyundan dolayı ara verdiğim bir diğer projem. Testosteron hayata geçtiği için, artık daha rahatım albüme odaklanabileceğim. Bir sürü dizi senaryosu geliyor, okuyoruz. Her an bir tanesi pıtırcık gibi parlayabilir. Ölene kadar bekleyin yani, ancak kurtulursunuz :). Tiyatroda ise şu aralar oynadığınız “Testosteron” adlı muazzam bir kadroya sahip oyununuz var. Kısaca bahsetmek ister misiniz henüz oyunu izlemeyenler ve duymamış olanlar için? Çok güzel bir oyun. Andrzej Saramonowicz isimli Polonyalı bir yazar tarafından yazılmış. Çok etkileyici bir text, hızlı ve gerçekten performans isteyen bir text. Bizden evvel oynayan çok usta yedi oyuncu var. Bizden önce bambaşka bir yorumla çok başarılı olmuşlar zaten. Biz de bambaşka bir kadroyla bambaşka bir yorum getirmeye çalıştık. Teknik bir meseleden dolayı yönetmenin buradan ayrılmasından dolayı, yepyeni bir kadroyla yeni bir yönetmenle oyun tekrar sahneleniyor şu an. Her şey yine tesadüften ibaret aslında. Biraz birbirini çağıran ama tesadüfi şeyler. Ben uzun zamandır tiyatro yapmıyordum. Bir buçuk ay gibi bir süre içinde çıkarttık oyunu. Hayata geçirmek bir texti biraz zor, aslında bu yüzden biraz da gerginim. Ama bu benim işim. Geçende bir arkadaşımla konuşuyorum. Tiyatro yapmaya karar verdim dedim, biraz durdu şöyle. Alo dedim, iyi zaten nasıl yapılacağını biliyorsun beni bunun için mi aradın dedi. Hayır salak! Başka bir şey söyleyeceğim de havadis olarak vereyim dedim :). Hakikaten öyleymiş bir şeyin eğitimini aldıysanız unutulmuyor hele arada bir de müzikaldi falan derken sıcak da tutarsanız zor olmuyormuş bunu anladım.
www.mies.net
- 41 -
BİR DİLEK, BİR MUTLULUK, BİR UMUT Her Birimizin Bir Hayali Vardır, Bizi Yaşama Bağlayan, Bizi Mutlu Eden...
DÜNYA’DA NASIL DOĞDU? 1980 yılında ABD’de lösemi hastalığından ölmek üzere olan 7 yaşındaki bir erkek çocuğu bir dilekte bulundu. Onun en büyük dileği büyüyüp polis olmaktı. Bunu öğrenen annesi, birkaç arkadaşı ve Polis Departmanı bu dileği yerine getirebilmek için işe koyuldular. Çocuk için bedenine uygun üniforma, kask ve bir mini polis motosikleti temin edilip, kendisi için hazırlanan özel testi geçtikten sonra polis rozetine de hak kazandı.
Bundan iki gün sonra ölen küçük çocuğa, ABD’de ilk defa bir sivile, resmi cenaze töreni düzenlenmiş ve bu dileğin gerçekleşmesinde rol alan polislerden ikisi tarafindan dilek gerçekleştiren bir vakfin temelleri atılmıştır. Bugün bu vakıf dünyadaki en büyük dilek gerçekleştirme kuruluşudur ve 35 ülkede faaliyet gösteren şubeleri ile uluslararası ölçekte etkinliklerini yürütmektedir.
TÜRKİYE’DE NASIL DOĞDU?
Bir Dilek Tut Derneği Türkiye’de 2000 yılında kuruldu. 2000 yılından bu yana yaklaşık 1880 dilek gerçekleştiren dernek, 2009 yılından itibaren Make-A-Wish Uluslararası Vakfı’nın Türkiye temsilcisi olmuştur.
VİZYON •Türkiye’nin dört bir yerinde yaşayan ve hayati tehlike
taşıyan bir hastalığı olan çocukların “dileklerini” gerçekleştirmek. •Çocuklara ve ailelerine unutamayacakları bir an yaşatmak ile umut, mutluluk ve neşe katmak. •Özel durumu olan her çocuğun en çok istediği şeyi gerçekleştirmek •Dilekleri gerçeğe dönüştürmek •Sihirli ve mutlu anılar yaratmak •Çok hasta bir çocuğun yaşamında önemli bir fark yaratmak •Tüm dünya çocuklarının, Türkiye’ye yönelik isteklerini gerçekleştirmeye yardımcı olmak. Bir Dilek Tut (Make-A-Wish) Türkiye hayati tehlike taşıyan bir hastalıkla mücadele eden 3 ila 18 yaş arası çocukların kalplerinde yaşattıkları dilekleri gerçekleştirmektedir. Dileğinin gerçeğe dönüştüğünü görmek bir çocuk için unutulmaz bir deneyimdir; özellikle de hasta olan bir çocuk için. Anne-babalar için ise, özel bir anı yaratmanın zamanıdır, belleklerde hep yer edecek bir anı.
- 42 -
Hayalimi Paylaş Projesi: 2005 yılından bu yana orta ve yüksek öğrenim kurumlarıyla ortaklaşa yapılan bir sosyal sorumluluk projesidir. Günümüzde “gönüllülük”, “sosyal sorumluluk”, “sosyal bilinç” gibi kavramlar büyük önem taşımaktadır. Hayalimi Paylaş Projesi aracılığıyla gençler, kendi toplumlarına katkıda bulunmaktadır. Öğrenciler, okul yönetimlerinin ve Hayalimi Paylaş Proje ekibinin danışmanlığında kendi okullarında yaptıkları projeler ile bir dileğin gerçekleşmesine katılmaktadırlar. Böylece hasta olan çocukların hayallerini gerçekleştirmektedirler.
Neden hayalleri paylaşıyorlar? •Lise ve üniversite çağındaki gençlere sosyal sorumluluk bilincini aşılamak, •Bu gençlerdeki yardımlaşma duygusunun gelişimine katkıda bulunmak, •Gençlerin yaratıcı ve girişimci yanlarını canlı tutabilecekleri fırsatlar sunmak, •Başka bir çocuğun hayalini gerçekleştirerek gençlerin özgüvenlerinin gelişmesini sağlamak, •Projede görev alan gençlerin önlerine bir hedef koyup projeler yaratarak, bu projeleri hayata geçirebilmelerini sağlamak, •Hayati tehlike taşıyan bir hastalığı olan çocukların yaşama daha sıkı tutunmalarını sağlamak.
www.mies.net
Hayallerini nasıl paylaşıyorlar? •Projeyi birlikte yürüteceğimiz okulların belirlenmesi, •Belirlenen okullardaki bütün öğrencilere Bir Dilek Tut Derneği’ni ve Hayalimi Paylaş Projesi’ni tanıtan sunumun yapılması, •Okullarda birlikte çalışacak proje ekibinin oluşturulması, •Dilek çocuğunun hayalini gerçekleştirmek amacıyla okullarda gerçekleştirilecek olan etkinliğin belirlenmesi, •Belirlenen etkinliğin organizasyonu ve gerçekleştirilmesi, •Dilek çocuğunun belirlenmesi, okullardaki proje ekibine
bildirilmesi ve dilek alımının gerçekleştirilmesi, •Alınan dileğin tecrübeli gönüllüler ve okullardaki proje ekipleriyle hazırlanması, •Bütün hazırlıkları tamamlanan dileğin gerçekleştirilmesi, •Paylaşılan hayalin dilek çocuğuyla beraber okula sunulması. “Bir çocuğun hayal dünyasında yaşattığı o en imkansız görüneni gerçeğe dönüştürebilirseniz, işte o zaman sihir yapabildiğinizin farkına varabilirsiniz!”
Dilek çocuğumuz Duru Başak’ın en büyük hayali; Disneyland’e gitmekti. Gezi boyunca bol bol fotoğraf çektirerek mutluluğunu gönüllülerimizle paylaşan Duru Başak’ın mutluluğu, gözlerinden okunuyordu.
Gizem’in en büyük dileği prenses olmaktı. Bir Dilek Tut ve Sabancı Üniversitesi öğrencilerinin birlikte yürüttüğü “Hayalimi Paylaş Projesi” çerçevesinde Gizem’in bu dileğini gerçekleştirmek üzere çalışan SÜ öğrencileri, birbirinden güzel sürprizler hazırladılar. Dilek
gerçekleştirme günü bir rüya gibi geçti. Gizem’e önce çok sevdiği pembe renk bir prenses elbisesi giydirildi. Daha sonra kuaföre gidilerek saçları özel olarak yaptırıldı, tacı takıldı. Buradan kız kulesine götürülen prenses Gizem, burada çok güzel bir yemek yedi. Yemek-
ten sonra ise bir de sürpriz ile karşılaştı, Barbie bebek şeklinde bir pasta hazırlanmıştı. Pastasını kesmeye kıyamayan prensesimiz güzel hediyelere boğuldu. Bebeklerine de çok sevinen Gizem günün en güzel prensesi oldu.
Oğuzhan Kalfa Dergi Komitesi Üyesi
DILEK yazıp 5282 ye mesaj atarak 5TL bağışta bulunabilirsiniz... DİLEK HATTI: 0212 259 83 83 www.mies.net
- 43 -
SEMEN ÖNER Biliyoruz ki öğrenciler için yemek yapmak büyük bir sıkıntıdır. Hele ki tatlı yapmak başlı başına çok zor bir iştir. Biz de bu düşünceden yola çıkarak girişimci kimliği ile de tanıdığımız Pasta Şefi Semen Öner ile keyifli bir röportaj hazırladık ve biz öğrenciler için birkaç kolay tatlı tarifi aldık. Öncelikle Semen Hanım kimdir diye başlayalım... Zor bir soru; karışık ve uzun. Mesleki açıdan baktığımda İngilizce öğretmeniyim ve eğitim danışmanıyım. Aynı zamanda da pasta şefiyim. Bu üçünün bir araya gelmesiyle ise herkesin kafasında karışık bir resim oluşuyor doğal olarak. Ama ben bundan çok mutluyum.. Bu beni garip bir şekilde rahatlatan bir şey. Çünkü hepsi çok farklı disiplinler… İngilizce öğretmenliği ve eğitim danışmanlığı arasında çok fark yok ama, aşçılık oldukça farklı... Bu da ayrı bir dinamik oluşturuyor, insanın aklı daha farklı çalışıyor ve bu beni çok mutlu kılıyor. İşte esasen Semen Öner bu. Sektöre bakıldığında girişimci olarak duruyorsunuz. Ne şekilde bu sektöre adım atma gereği hissettiniz? Yani eğitim ve danışmanlık alanına? Bu açıkçası biraz hayatın yönlendirmesi ile oldu. Ben TetraPak’ta eğitim ve promosyon koordinatörü olarak işe başladım. Oradaki eğitimin amacı TetraPak’ı insanlara tanıtmak, müşterilerimize bizim ürünlerimizle ilgili eğitim vermekti. Kişiyi geliştirmekten ziyade, bilgi verme eğitimleriydi. Daha sonra ise orada eğitmenlik yapmaya başladım. Yıllarca orada çalıştım ve edindiğim tecrübeler
- 44 -
beni bu noktaya taşıdı. Onlardan da çok şey öğrendim, ama kendi yeteneğimin de farkındalığı vardı tabi ki, bu sayede doğru zamanda doğru yerde.. Sonrasında ise, kendi şirketimi kurdum. Bunun sebebi, bağımsız olarak çalışma isteğimden kaynaklandı. Normalde çok kolay anlaşabilen biri değilim. Gündelik hayatta anlaşabilirim ama uzun vadeli plan ve programlarda günümüz şartlarında maalesef bu pek kolay olmuyor. Her insanın olduğu gibi, benim de bazı kurallarım var. Ve bu kurallara uyabilecek insanları gerçekten bulmak çok kolay olmuyor. Bu işin birinci tarafı.. İkinci tarafı ise; ben bu işe başladığımda bu işi yapan kimse yoktu. Yaşayarak öğrenme eğitimi başlığı olmadığı gibi, outdoor eğitim denirdi o zaman bu eğitimlere.. Yapılan tek şey ise; hazine avı, orientiring, hazine arama ve paintball du. Başka hiçbir şey yoktu. Ben o zamanlar insanlara bir şey öğretmenin yolu onları ikna etmektir diye düşünüyordum. Yetişkin eğitiminde her zaman bu böyledir, önce ikna olmalıdırlar hep. O eğitimlerin o zaman olmaması, beni kendi şirketimi kurmaya teşvik etti. Tabi, verdiğim eğitimlerde gördüğüm ve yaşadığım tecrübelerin de çok büyük payı var. O yüzden bu yola çıktık. Biraz uzun anlattım ama aynen böyle oldu.
www.mies.net
İsterseniz biraz da eğitimlerinizden bahsedelim... Sadece danışmanlık odaklı değil eğitim odaklı da bakıyorsunuz. Ne tür eğitimler veriyorsunuz? Bilgi eğitimlerinden ziyade insanın kişiliğini keşfetmeye yönelik eğitimlerin daha faydalı olduğunu düşünüyorum. Bilgi eğitimleri ve teknik eğitimler de mutlaka çok önemli ama kendi karakterinle ilgili oturmuşluk sağlayabilmek veya olmak istediğin yere göre kendini yetiştirebilmek daha önemli. Sonrasındakiler ise bir şekilde ediniliyor. Mesela iyi bir pazarlamacı olmak istiyorsanız, ilk önce pazarlamacı karakterine sahip olup, sonra da onun üzerine teknik bilgileri öğrenirsin. Bu yüzden de genellikle eğitimlerimiz, kişinin kendi kişilik ve yeteneklerini fark edebilecekleri aktivitelerden oluşuyor. Bir de yaratıcılık eğitimlerimiz var. Bunlar daha şekli şemali belli olan ve bir sistem öğreten eğitimlerdir. Biz pek bir şey öğretmeyiz. Biz eğitimlerimizde insana ve dolayısıyla ekibe ayna tutarız. Daha ziyade olayları göstererek onlardan sonuç çıkarılması amaçlanıyor sanırım değil mi? Aynen öyle, bu daha açıklayıcı olur. Hiç unutmayacağım bir örnek vereyim size. Mesela; bizim domino adlı bir oyunumuz var. Birgün, oyun esnasında bir takım kendince taşları diziyor. Dizdikleri yerde taşlar devriliyor. Diziyorlar diziyorlar fakat taşlar yine devriliyor. Devrilmesinin tek sebebi ise, yerdeki halıda bombe olması. Diyorum ki; ‘Dizdiğiniz taşları oradan alın ve birazcık sağa dizin.’ Üst üste 5 defa devirdiler çünkü yerini değiştirmediler. Şimdi bu kişi burdan ne öğrenmiş olur? Eğer öğrenmeye niyetiniz yoksa hiçbir şey öğrenemezsiniz. Eğer öğrenmeye niyetiniz varsa; inat etmenin kendisine kaybettirdiğini öğrenmiş olur. Çünkü baktığımızda ortada bir hata var. O, hatayı düzeltmeye çalışıyor, düzeltemiyor, ona değişiklik yapma yetkisi verildiği halde değişiklik yapmayı tercih etmiyor ve bütün grubu bu hatadan dolayı muzdarip kılıyor. Olay bu. Aynı şey iş hayatına baktığımızda da -hangi sektörde çalıştığınız hiç önemli değil- geçerli; bu birey aynı şeyi ekibine yapıyor. Kendi inadından dolayı ekibinin işi bir türlü bitmiyor. Vaktini ve zamanını boşa geçiriyor, sinirleniyor; işte biz ona bunu gösterebiliyoruz. Fakat kendini tanıyan bir insan; ‘Arkadaşlar, ben inatçı adamın tekiyim. Bu olayı ekipten başka birisi yönlendirsin. Bana kalırsa, ben bu işi çözmeden bırakmayacağım ve bundan zarar görebiliriz’ diyebilmeli. Durumsal liderlik gösterebilmek, kendini yetiştirmek anlamında bu tür şeylerin ben çok önemli oldu-
ğunu düşünüyorum. Bana göre kendini bilmek kadar iyi bir irfan yoktur. Kendini tanırsan daha mutlu yaşayabilirsin. Dünyada var olma sebebimiz bence mutlu olmaktır. Mutlu değilsem ne diye geldim? Örneğin, mesela ben kendimi çok iyi tanıyorum. Benimle ters konuşan insanlarla asla geçinemiyorum. Bunu arkadaşlarıma da söylüyorum, sağolsun onlar da çok yetenekli ve akıllı insanlar oldukları için bana olumsuz bir şey söyleyecekleri zaman cümlelerini çok iyi seçerek geliyorlar. İş arkadaşlarım, “Bizim şu işi yapmamız için şöyle şöyle yapmamız gerek” diye çözümüyle beraber geldiklerinde benim onlara yardımcı olmam daha kolay oluyor, aramızda sinerji oluşuyor.. Ama bana gelip, “ Yapamıyoruz” denildiğinde olmuyor, olacağı varsa bile... Ben bunu bir irfan olarak görüyorum ve o yüzden de bu tür eğitimler yapmaya gayret ediyorum. İnsanlara vermeye çalıştığım şey hep bu. Bir ayna tut, kendini iyi tanı, boşu boşuna şikayet etme, boşu boşuna hayal kurma. Olabileceğin şey belli, olamayacağın şey belli. Biraz da dilin öneminden bahseder misiniz? Tavsiyem maksimum dil. Çok inandığım bir laf vardır: “Bir dil bir insan, iki dil iki insan”. O dili adam gibi öğrenirsen, o dilin kültürünü de öğrenirsin. O adamların nasıl yaşadığını öğrenirsin. Mesela İngiltere’de neden pub(bar) kültürü vardır biliyor musunuz? Zamanında İngiltere’de sudan veba bulaştığı için insanlar su içemiyor ve böyle yerlerde su yerine bira içiyorlar. Sen dili düzgünce öğrenirsen, bunu çok iyi bilirsin. Sen dili hakkıyla öğrenirsen, kendine çok güzel bilgiler katarsın. Benim tavsiyem minumum bir lisan, sizin için ise 3 lisan. Önerdiğim lisanlar; Fransızca, Çince, Japonca veya Almanca olabilir. Tabi İngilizcesiz bir hiçsiniz. Şimdi öğrenin, ileride çok zor olacak. Pasta şefliğinizden bahsedersek… Çok güzel pastalar yapıyorum, çikolatayı çok seviyorum. Günüm nasıl geçer derseniz; haftada 3-4 gün üretim kısmında çalışıyorum. Sabah 8 gibi başlıyoruz ve kendimi kaybedip akşamı ediyorum orada, çünkü çok seviyorum. Sevdiğiniz işi yapıyorsanız, saati düşünmüyorsunuz. İş olmuyor çünkü o sizin için. Başınıza bone takıp müzik dinlerken pasta yapıyorsunuz, bir yandan da o pastayı nasıl bir ortamda yiyeceklerini düşünüyorsunuz mesela… Görünce ne yapacak, sevinecek mi? Benim yaptığım pastalarda küçük küçük biblolar yapılıyor ve her birini çok büyük heyecanla yapıyorum. Günüm heyecanlı ve bir şeyler yaratarak geçiyor, bu yüzden de pasta yaparken çok zevk alıyorum.
www.mies.net
- 45 -
Kolay Tatlı Tarifleri
Aztek Çikolatası Kolay Tiramisu
Mozaik Pasta
Gerekli Malzemeler;
Gerekli Malzemeler;
Gerekli Malzemeler;
700ml süt 250ml su ½ k. kırmızı biber 300 gr bitter çikolata 3 yemek kaşığı bal Yapılışı;
24 adet kedi dili bisküvisi 2 paket cream ole 500 gr süt 1 paket labne peyniri 5 yemek kaşığı nescafe 1 su bardağı ılık su 2 yemek kaşığı kakao
300 gram badem 1 su bardağı tereyağı Yarım su bardağı ceviz 1 adet portakal 50 gram kakao Çeyrek su bardağı süt 1 adet yumurta 1 su bardağı esmer şeker
-Bir tencerede sütü ve suyu biberle birlikte kaynatın, sonra biberi alın; damla çikolatayı ekleyip iyice eriyene kadar karıştırın. -Ateşten alıp balı ekleyin ve çikolatayı köpürene kadar çırpın. Çok sıcak servis edin.
Yapılışı; -Cream ole’yi süt ile mikser yardımıyla çırpınız. -Üzerine labne peynirlerini ekleyip hızlıca çırpınız. -Ilık su ile nescafeyi karıştırınız. -Bisküvileri nescafeli karışım ile ıslatıp servis tabağına sırasıyla bir kat bisküviler bir kat muhallebi olacak şekilde diziniz. -Üzerine kakao serpip servis yapınız.
Yapılışı; -Tereyağı ve şekeri tencereye alınız. Üstüne yumurtayı kırınız. Kakaoyu ve sütü de ekleyip karıştırınız. Çok kısık ateşte 3 dakika karıştırarak pişiriniz. -Bademlerin yarısını rondoda iyicene eziniz. Karışımı ocaktan alıp ezdiğiniz bademlerin üstüne dökünüz. Geri kalan bademleri, cevizi ve portakalın kabuğunu ilave ediniz ve karıştırınız. Plastik kaplara koyunuz ve dolapta soğutunuz. Semen Öner
- 46 -
www.mies.net
Bizce Bunları
Bilmiyorsunuz...
İnsanların aslında 4 burun deliği vardır. Şu ana kadar yaşamış en büyük canlı bir mantardır. Mavi bir balinanın yutabileceği en büyük şey, bir greyfurt büyüklüğündedir. Bir piliç kafası olmadan 2 yıl yaşabilir. Şu ana kadar ölmüş insanların yarısını Dişi sivrisinek öldürmüştür.(Yaklaşık 45 Milyar İnsan) Dünya’da yaşamış en büyük kurbağa 1 metre uzunluğunda ve dilsizdir. Maddenin aslında 15 hali vardır. Kırkayakların aslında 96 ayağı vardır. Büyük gözlü kör kurt örümceğinin hiç gözü yoktur. En çok insan öldüren Afrika memelisi hipopotamdır. 18 yy.’ da denizcileri en çok kıymık öldürmüştür. Roma yanarken Neron yazlık evindeydi. Yıldırım çarpmasıyla ölme ihtimali asteroidin çarpıp ölme ihtimalinden daha düşüktür. İlk bilgisayar virüsü aslında gerçek bir güvedir. Kanarya adalarının ismi köpeklerden gelir. Dünya üzerindeki en uzun hayvan 60m uzunluğunda bantlı bir solucandır. İlk evcil hayvan bir geyiktir. Charlie Chaplin ‘Kim En Çok Charlie Chaplin’e Benzer?’ yarışmasına katılmış ve 3. olmuştur. Hindistan’da hava o kadar kirlidir ki orda 1 gün nefes almak 1 paket sigara içmeye eş değerdir. İnsanın gözü 576 megapikseldir. Aslında deniz kabuğunu kulağımıza götürdü-
ğümüzde deniz sesi gelmez. Bu ses kulağımızdaki damarlarda akan kanın sesidir. Karınca 1000km yükseklikten düşse bile yürümeye devam eder. Gangnam Sytle şarkısıyla PSY sadece telif haklarından 8.2 milyon $ kazanmıştır. Harry Potter’ın yazarı olan J.K. Rowling kitabı sayesinde saniyede 8 $ kazanmıştır. Kurbağalar kusamadıklarından midelerini dilleriyle çıkarıp elleriyle temizleyip tekrar yutarlar. Burnunuzdan nefes alırken konuşamazsınız. İlk gözyaşı sağ gözünüzden geliyorsa mutluluktan, sol gözünüzden geliyorsa üzüntüden ağlıyorsunuz demektir. Almanya’da bir hayvanat bahçesinde dünyanın en tehlikeli hayvanı diye bir bölüm vardır ve içeri girdiğinizde karşınıza ayna çıkar. Lambanızın üzerine parfüm veya vanilya sürerseniz yaktığınızda etraf bu kokularla kokmaya başlar. Günün ortalama 45 dk’sında insanlar bir şey bekler.Bunu ortalama ömre vurduğumuz zaman ömrümüzün 3 yılı beklediğimiz ortaya çıkar. ABD’de kasırgalar ev, araba, para ne varsa götürdüğünden kasırgalara kadınların adı verilir. Bangladeş’te 15 yaşından büyükseniz kopya çektiğiniz için hapse atılabilirsiniz. Poşet çay Çin’de bir çay satıcısının promosyon amacıyla çaylarını ipek torbalara koymasıyla ortaya çıkmıştır.
www.mies.net
- 47 -