Mimarlar Derneği 1927
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR
Öğrenci Metin Yarışmaları 5 - 6 2013 - 2015
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5- 6
Yayımlayan: Mimarlar Derneği 1927 Cinnah Caddesi 19 /3-4 Çankaya -Ankara Yayına Hazırlayan: Burcu Köken - Arif Şentek Grafik Tasarım, Kapak ve Baskıya Hazırlık : M. Gürbüz Fehim - Leda Ajans Baskı : Aydan Yayıncılık Sanayi ve Ticaret A.Ş. Alınteri Bulvarı 364. Sokak No: 4 Os8m - Ankara ISBN: 978-605-88585-5-8
III
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
İÇİNDEKİLER SUNUŞ
vii
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR – 5 MİMARLIK ÖĞRENCİLERİ YAZI YARIŞMASI – 2013 UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER YARIŞMA ŞARTNAMESİ
1
ÖDÜLLER
7
YARIŞMA SONUÇLARI
İşgal Topoğrafyası ve Doğala Geri Dönüş Alican İnal
Toplumsal Uzlaşı ve Kent Deniz Hancıoğlu
Strateji, Mekân ve Çatışma ya da “incelikli kiracılık sanatı” Hüseyin Furkan Balcı Özgürlük Yolu Onur Karadeniz TEŞVİK ÖDÜLLERİ
Kent Sahnesinde Kentli ve Mekânın Keşfi Ali Sakal Morfogene8k Rekons8tüsyon Azat Yalçın
Savunulan Mekân/Kazanılan Mekân Çiğdem Çoban Toplumlar Nasıl Anımsar? Eda Yeyman
Dayatma ve Kabullenme Elif Gizem Akıllı
5
9 15 22 29 36 37 44 52 58 64
IV
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Eşikte Olma Hali… Esra Yılmaz
Sermayeye Dayalı Düzende ‘Yer’in Metalaştırılması ve Rant Endişeleri Tarafından Tüketilmesi Hamza Utku Karakaya
Taksim’deki Son Tören Mete Keskin
BUF/Freezone: Özgürleştirici ve Ayrıştırıcı Olarak Sınır-Mekân Ömer Faruk Tekin
Türkiye’de İdeoloji Kavramı Bağlamında Kentsel Mekân Üretimi ve Alternatif Karşı Duruşlar: Gezi Forumları Tuba Özkan YAYINLANMAYA DEĞER BULUNANLAR
Soyut Kavramlardan Yaşayan Mekânlara Aslı Uzunkaya Yeni Kozmos Aslıhan Kazancı
İlericilik ve Ça9şma Besimi Okur
Kamusallık Çatışmasının Zemini Olarak Kamusal Alan Egemen Kızılcan
Düş ve Oluş Elif Gözde Öztoprak
Yer / Mekân ve Hissizlik Halinde Sınırlar Emre Gökdel
Ev, Ken8n Bir Minyatürüdür Esma Şen - İsra Hatipoğlu
Mekân ve Sahiplenme Sorunsalı Ezgi Tezcan - Ece Özbek
Uzlaşma/Çatışma Zemini Olarak Mekân/Yer Gökhan Okumuş
Uzlaşma/Çatışma Zemini Olarak Mekân/Yer Gülbahar Bozkurt
72 78 84 88 94 107 109 116 120 125 131 136 143 149 156 165
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
Şehrin Salonu Olarak Kamusal Açık Alanlar Hazel Coşkun Karşı Çıkmak Gerekiyordu Işıl Çakmak
Toplumsal Temsiliyet M. Ammar Tok Yükleniyor… Melike Atıcı
Devlet Dilinin Retoriğine Karşı Lacancı Bakışla Mekânın Siyasal Potansiyeli Merve Çay
Mimarlıkta Eleştir[il]en Kriz Nazlı Ece Ünsal
Kamuya Hitap Et-mek-1, İşgal Evleri Nesil Suyaran
Mekânsallaşma Üzerine Nursen Gümüşsoy
Kentsel Dövüşüm Ömer Yeşildal
Kentler İnşa Edilir, Zamanla Beslenir Özgün Yücetürk Fikrin Özgürleş8ği “Yer” Pınar Demirel Etli
Kaldırım Taşından Kent Ölçeğine Doğru Uzlaşma Mekânları Ruken Karakuş Yer / Mekân Tartışmalarında İkna Selahattin Doğa Gülhan - Güzin Öztok
Kamusal Alanda Varoluş: Haziran Direnişi Sena Kayasü - Doruk Alpsar Algılayan Toplum Yaşayan Mekân Sultan Elif Yılmaz
Mimarlık Ne Kazandı, Ne Kaybetti? Tuğba Cerav
170 175 180 184 190 195 201 207 210 219 224 229 234 238 243 249
V
VI
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Kentinizi Nasıl Arzu Ederdiniz? Tuğçe Şahin
Değişen Kent Mekânı Algısı: Uzlaşı ve Ça9şma Zeminleri Üzerinden Derecelenmiş Mekân Kurguları Ulufer Çelik Gezi Parkında Karşılaşmaların İzini Sürmek Zeynep Dündar
256 264 268
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR 6 ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ METİN YARIŞMASI - 2015 MODERN GÜZELDİR YARIŞMA ŞARTNAMESİ
277
ÖDÜLLER
282
SONUÇLAR
Kumdan Kaleler Fırat Kaya
‘Güzel’ Bir Görüntüdür İsmail Kocataş
‘Güzel’ Bir Mimarlık İzlenimi Tuğba Özer
TEŞVİK ÖDÜLLERİ
Modernizmin Maviye Çalan Duyuların Çengeline Takılması Felek Yılmaz
Modern Güzeldir Çünküİşte Güzin Öztok
Hamamdan Sinemaya Deneyimin Ölümü Oktay Orhun
281
283 289 294 300 301 307 311
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
VII
Mimarlar Derneği 1927’nin Metin Yarışmaları, 2013 ve 2015 Dönemleri Mimarlar Derneği 1927’nin 2009 yılında başlattığı öğrenciler arası yazı yarışmasının amacı, mimarlık öğrencilerini güncel literatürü izleyerek görüşlerini yazılı olarak anlatmaya özendirmek ve genç meslek adayları arasında eleştirel düşüncenin gelişimine katkıda bulunmaktır. “Mimarlıkta Eleştirel Okumalar” ana başlığı altında düzenlenen yarışmalar farklı temalarla düzenli olarak gerçekleşti. 2015 yılında altıncısı tamamlanan yarışmanın temaları, Derneğin ikişer yıllık yönetim dönemlerinin çalışma programlarıyla ve dönemin kültürel ikliminde öne çıkan düşüncelerle de ilişkilenerek çeşitlenmekte.
Her cildinde ikişer yarışma döneminin derlendiği kitapların bu üçüncü cildi, 2013 ve 2015 (sonuçlanışları 2014 ve 2016) yarışmalarını kapsıyor. Her iki yarışmanın da öncekilerden bir farkı, katılımın mimarlık öğrencileriyle sınırlı tutulmayıp tüm üniversite öğrencilerine açılmış olmasıdır. Bu değişiklik ilk olarak 2013 yarışmasının hazırlığı sırasında, Türkiye’nin gündemini değiştiren Gezi direnişi nedeniyle ortaya çıkmıştır. Yarışma temasının “Uzlaşma/Çatışma Zemini Olarak Mekân/Yer” olarak belirlenişi, farklı alanlarda eğitim gören gençleri mekân ve yerin toplumsallığı üzerine düşündürmeye yönelikti. 2015 yarışması ise, Derneğin modern mimarlık mirasının korunmasına ve bu yönde farkındalık geliştirmeye odaklanan gündemleriyle ilişkili olarak, “Modern Güzeldir” başlığıyla açıldı. Bu konu da yine, farklı disipliner çerçevelerle irdelenmek için elverişli bir zemin olarak görüldü.
2013 ve 2015 yarışmalarınınbir diğer farkı, önceki yarışmalarda konunun kavramsal altyapısını destekleyecek yardımcı okumalar belirlenirken, son iki yarışmada hedef grubun heterojenliği ile konuların esnekliği göz önüne alınarak, bu yönteme başvurulmamış olmasıdır. Esin kaynağını Gezi direnişinden alan ilk denemede katılımcıların ‘kitabi’ aktarmalar yerine, özgün yorumlara ve anlatım biçimlerine yönelmeleri beklendi. Son yarışmada ise mimari modernizmin kavramsal dağarcığını sanat, estetik, kültürel çalışmalar gibi alanların yöntem ve kuramlarıyla genişletme beklentisiyle, sabit bir okuma listesinden kaçınıldı.
Yarışma formatındaki bu iki değişikliğin yanı sıra, Derneğin 2012-14 yönetim dönemi sırasında oluşturulan “Yarışmalar ve Ödül Komitesi” ile, yeni bir denemeye daha girişildi. İlk dört dönemde Derneğin gelenekselleşmiş metin ve fotoğraf yarışmalarının temaları, ilgili Değerlendirme Kurulu tarafından belirlenmekte idi. Bu dönemde ise açılacak yarışmalar (yeni oluşturulmaya çalışılan bir tasarım yarışmasıyla birlikte), Komite tarafın-
VIII
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
dan bir bütün olarak ele alınıp, önerilen çerçeve temalar, geliştirilmek üzere Değerlendirme Kurullarına götürüldü.(*) 2013 yarışmalarının ana çerçevesi olan Gezi direnişi, fotoğraf yarışmasına “İşgalin Mimarisi” başlığıyla aktarılırken, 2015’in metin ve fotoğraf yarışmaları aynı başlık altında açıldı.
“Uzlaşma/Çatışma Zemini Olarak Mekân/Yer” teması, özellikle kentsel mekânı ve kentteki yerleri meta olarak gören kesimlerle buna itiraz edenlerin çatışma ve uzlaşma zeminlerini irdelemeye olanak tanıdı. Bir okuma listesi verilmemiş olmasına rağmen metinlerin ağırlıklı olarak belirli kaynaklara yönelmiş olması, değerlendirmede seçici olmak yerine, ödül ve yayın paletinin geniş tutulmasına yol açtı. Yarışmaya gönderilmiş olan 47 metin içinden 4 eşdeğer ödül ve 10 teşvik ödülü belirlenip, değerlendirme dışı bırakılan 4 metin dışındaki yazıların da bütünüyle yayınlanmasına karar verildi.
“Modern Güzeldir” başlığıyla açılan yarışmada ana tema, Otto Wagner’in kışkırtıcı bir sözünden hareketle gelişti: “Modern olan her şey güzel olmayabilir; ancak günümüzde duyularımız bize gerçekten güzel olanın sadece modern olabileceğini söyler.” Yarışma, güzel ile modern arasındaki gerilimli ilişkiyi savunmanın ya da sorgulamanın kavramsal çerçevelerini aramaya yönelikti. Yarışmaya 14 üniversiteden 17 yazı gönderilmiş olup, sadece 3 eşdeğer ödül ile 3 teşvik ödülünün sahibi olan metinlerin yayınlanmasına karar verildi. Metinlerin değerlendirilmesinde ana ölçütler, konuyla doğrudan ilişkilenmenin yanı sıra, özgünlük ve anlatım yetkinliği olmuştur. Yarışmanın farklı disiplinlerden öğrencilere açık olması, Mimarlar Derneği 1927’nin mimarlık kültürünü yaygınlaştırma hedefli programları bakımından anlamlıdır. Öte yandan, yarışmanın mimarlık ortamı dışında henüz yaygınlaşamadığı gözleniyor. Bundan sonraki ödül dönemleri, yarışmanın hedef kitlesi ile yardımcı okumalar konusunda eğilimlerin netleşmesini bekliyor.
İki yarışma sürecinin de paylaşılan bir coşku ve uyum içinde gerçekleşmesinde payı olan, başta Komite arkadaşlarım Semra Uygur, Serpil Özaloğlu, Kadri Atabaş ve Adnan Aksu olmak üzere, her iki dönemin Değerlendirme Kurulu üyelerine (2013: Ali Cengizkan, Adnan Aksu, Serpil Özaloğlu, İlhan Kesmez, Figen Kıvılcım; 2015: Aykut Köksal, Lale Özgenel, Umut Şumnu, Mert Ayaroğlu ve Neris Parlak) teşekkürlerimi sunuyorum.
Aydan Balamir
Mayıs 2016
Mimarlar Derneği 1927 Yönetim Kurulu Başkanı (2012-2014)
(*) Derneğin 2014-16 yönetim döneminde de sürdürülen bu modelde, Komite içinde bir Yönetim Kurulu üyesi ve Değerlendirme Kurulu içinde de bir Komite üyesi bulundurularak, eşgüdüm sağlandı. 2013 ve 2015 Komite üyeleri: Semra Uygur, Serpil Özaloğlu, Kadri Atabaş, Aydan Balamir (YK üyesi, 2013), Adnan Aksu (YK üyesi, 2015).
Mimarlıkta Eleştirel Okumalar 5
UZLAŞMA/ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN/YER
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
1
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR – 5 MİMARLIK ÖĞRENCİLERİ YAZI YARIŞMASI – 2013 YARIŞMA ŞARTNAMESİ
UZLAŞMA/ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN/YER 1. AMAÇ
Mimarlar Derneği 1927 tarafından 5 yıl önce başlatılan “Mimarlıkta Eleştirel Okumalar–Metin Yarışması”nın amacı; mimarlık öğrencilerini, güncel mimarlık konularına ilişkin kitap, makale vb. çalışmaları izlemeye ve bunları değerlendirerek kendi özgün görüşlerini yazılı olarak anlatmaya özendirmek ve bu doğrultudaki çalışmaları ödüllendirmektir. Eleştirel okuma, yerleşik bir kültürün oluşması, mimarlık düşün ve uygulamasının “özgürleştirici” bir nitelik edinebilmesinin ön-koşuludur. Bu nedenle, mimarlığın kuramsal çatkıları, ezber bozan okumalar, aykırı yaklaşımlar ve duruşlarla sınanmalı; eleştirel okumanın araç ve yöntemleriyle yeniden ve ısrarla tartışmaya açılmalıdır.
Mimarlar Derneği 1927, betimlediğimiz türden eleştirel okumaların yaygınlaşmasına katkıda bulunmakta; mimarlığın salt yaratıcı olmanın ötesinde, özgürleştirici bir nitelik de edinmesi gerektiğine işaret ederek, günümüz mimarlığının geleceğin mimarlığına nasıl bir altyapı hazırladığının izini, genç araştırmacılar aracılığıyla sürmektedir.
Bu yıl yarışma, konunun içeriği de göz önüne alınarak, tüm üniversite öğrencilerinin katılımına açılmıştır. Ödüllendirilen ve yayına değer bulunan yazılar bir kitapta derlenerek yayınlanacaktır. Yarışmanın konusu: “Uzlaşma/Çatışma Zemini Olarak Mekan/Yer” teması olarak belirlenmiştir. 2. KONU ÜZERİNE
Mimarlık, mekan oluşturmak, mekanı anlamak ve dönüştürmek etrafında gerçekleşiyor. Mekan tanımının çeşitlenmesiyle, neyin mimari olduğuna dair tarifler de genişliyor. Mekan üzerine tartışmalar, özellikle toplumsal hareketlerin canlılık
2
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
kazandığı 70’lerden bu yana zenginleşti ve sadece mimarlığın değil, sosyal bilimlerin de merkezine oturdu. Bir başka deyişle, ‘mekan’ ve ‘yer’ kavramları, yeni sosyoekonomik okumalar için temel oluşturdu.
Haziran 2013’ten bu yana, ‘Gezi Parkı Direnişi’yle İstanbul’da başlayan, sonra diğer şehirlere yayılan, temel olarak sanal mekan ve fiziksel mekanın birlikte örgütlenmesiyle yürüyen çatışmalar ve uzlaşmalar silsilesine tanık olmaktayız. Belki de onyıllardır ilk defa, Abbasağa Parkı’nda ya da benzeri yerlerde, amfitiyatro tipolojisinde yapılmış bir mekan, tasarlanış amacına uygun olarak kullanıldı. ‘Mekan’ın bizim varlığımızın ve geleceğimizin bir parçası olduğu hatırlandı; ‘yer’in hem düşünsel, hem de gündelik yaşantı ve deneyimlerimizin bir uzantısı olduğu yeniden öğrenildi. Tartışmanın hem nesnesi hem de zemini olarak, özellikle kentsel ‘mekan’ın ve kentte ‘yer’lerin, herkese ait kavram ve olgular çerçevesinde tartışılması gündemi belirledi. Sosyal ve ekonomik olduğu kadar mekansal da olan bu dönüşümü anlamak ve anlamlandırmak bu yılki yarışmanın konusunu oluşturuyor. 3. KOŞULLAR:
• Bu yarışmaya, Türkiye ve yurt dışında eğitim veren üniversitelerin, lisans ve yüksek lisans öğrencileriyle bu okullardan son bir yıl içinde mezun olanlar katılabilir.
• Yazı dili Türkçedir. Yarışmaya katılan yazılar daha önce yayımlanmamış olmalıdır.
• Katılımcılar, yarışmaya tek metinle katılabilir.
• Birden fazla yazar ortak bir metinle yarışmaya katılabilir.
• Ödüllendirilen çalışmaların yayın hakkı Mimarlar Derneği 1927’ye aittir.
• Teslim edilen yazıların tamamı, kimliği kapatılmış olarak Derneğin www.md1927.org.tr adresli web sitesinde ilgi duyanların okumasına sunulup açık bir tartışma ortamı yaratılacaktır.
• Dernek yönetiminde görevlilerin, Değerlendirme Kurulu üyeleri ve yarışma ile ilgili görevleri bulunanların birinci derece yakınları yarışmaya katılamazlar. 4. SUNUM ŞEKLİ:
Yarışmaya gönderilecek yazılar 1000–1500 kelime aralığında olmalı, bilgisayar ortamında hazırlanmalıdır. Dipnotlar ve kaynakça bu sınırın dışındadır. Dileyenler yazılarına görsel malzeme ekleyebilirler.
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
3
Esin kaynağını Gezi Direnişi’nden alan “Uzlaşma/Çatışma Zemini Olarak Mekan/Yer” temasının içeriğe uygun tartışılabilmesi için, yeni ifade biçimleri arayışı desteklenmektedir.
Yazılarda, TMMOB Mimarlar Odası’nın yayınlamakta olduğu Mimarlık Dergisi’nin atıf verme kurallarına uyulması beklenilmektedir. Bu atıf verme şeklinin detaylarına şu bağlantıdan ulaşılabilir: http://www.mimarlikdergisi.com/index.cfm?sayfa=kosul 5. YAZILARIN GÖNDERİLMESİ:
Katılımcılar yazılarını, e-posta yoluyla Derneğin info@md1927.org.tr adresine gönderecekleri iletiye dosya olarak ekleyeceklerdir.. İleti başlığında konu bölümüne “Mimarlıkta Eleştirel Okumalar: 5” yazılacak, ayrıca iletide katılımcı: 1- Şartnamede belirtilen yarışma koşullarını aynen kabul ettiğini,
2- Adı ve soyadını,
3- Okul, bölüm ve sınıfı ile öğrenci numarasını,
4- Eğer son bir yıl içinde mezun olmuşsa mezuniyet tarihini, 5- Adres ve iletişim bilgilerini yazacak,
6- Öğrenci olduğuna ilişkin ilgili fakülte veya bölümden alınmış belge kopyasını iletiye ekleyecektir. Kimlik bilgileri raportör tarafından dosyalanarak saklanacak, metinler Değerlendirme Kurulu üyelerine, yazarının kimliği kapatılmış olarak dağıtılacaktır. 6. YARIŞMA TAKVİMİ:
Yarışmanın ilanı
: 31 Aralık 2013 Salı
Son yazı gönderme tarihi ve saati
: 25 Mart 2014 Salı, saat 24.00
Son soru sorma tarihi
Yarışma sonuçlarının açıklanması
: 21 Ocak 2014 Salı
: 22 Nisan 2014 Salı
4
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
7. DEĞERLENDİRME KURULU ÜYELERİ:
Değerlendirme Kurulu:
Adnan Aksu Ali Cengizkan
Figen Kıvılcım Çorakbaş İlhan Kesmez Serpil Özaloğlu
Değerlendirme Kurulu üyelerinden çalışmaya katılamayacak durumda olanların yerine yeni bir üye, Dernek Yönetim Kurulu tarafından atanacaktır.
8. ÖDÜLLER:
Yarışmanın toplam ödülü olan 3.500 (üçbinbeşyüz) TL, başarılı bulunan katılımcılara, Değerlendirme Kurulunun uygun göreceği tutarlarda dağıtılacaktır. 9. YARIŞMADAN ÇIKARMA:
Aşağıda belirtilen hususlara uymayan çalışmalar, jüri kararı ile tutanağa geçirilmek koşuluyla yarışmadan çıkartılır. • İçinde metnin sahibini tanıtan işaret bulunan yazılar,
• Şartnamede uyulması zorunlu olduğu belirtilen koşullara uymayan yazılar,
• Daha önce yayınlanmış yazılar,
• Kaynağı belirtilmeksizin alıntı kullanılmış olan yazılar. 10. İLETİŞİM:
Adres
Telefon Faks
: Mimarlar Derneği 1927 – Cinnah 19/3-4 Çankaya-Ankara
: (312) 495 06 64-65 : (312) 495 06 66
info@md1927.org.tr www.md1927.org.tr
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
5
YARIŞMA SONUÇLARI Değerlendi̇rme Kurulu Raporu
“Uzlaşma/Çatışma Zemini Olarak Mekan/ Yer” Mimarlıkta Eleştirel Okumalar – 5 Üniversite Öğrencileri Metin Yarışması – 2013 Değerlendirme Kurulu 03 Mayıs 2014 tarihinde toplanmıştır.
Yarışmaya 47 yazı gönderilmiştir. Bir metin (46 no.lu) yarışma koşullarına uygun olmadığı, üç metin (06, 10, 19 no.lu) de yeterli bulunmadığı için değerlendirme dışı bırakılmıştır. Gönderilen yazılar arasında yapılan değerlendirme sonucu:
a) 2, 9, 24, 35 sıra numaralı metinlerin eşdeğer olarak para ile ödüllendirilmesine ve yazarlarına 875’er TL ödenmesine karar verilmiş;
b) Ayrıca 1, 5, 8, 11, 13, 17, 22, 29, 33, 42 sıra numaralı metinler teşvik ödülüne değer bulunmuştur. c) Ödül ve teşvik ödülleri dahil geri kalanların yayınlanmasına karar verilmiştir.
Değerlendirme Kurulu Üyeleri:
Adnan Aksu, Ali Cengizkan, Figen Kıvılcım, İlhan Kesmez, Serpil Özaloğlu
Para Ödülü Kazananlar
Kod No 02 09 24 35
Adı Soyadı Alican İnal Deniz Hancıoğlu Hüseyin Furkan Balcı Onur Karadeniz
TEŞVİK ÖDÜLÜ KAZANANLAR
Kod No 01 05 08 11 13 17 22
Adı Soyadı Ali Sakal Azat Yalçın Çiğdem Çoban Eda Yeyman Elif Gizem Akıllı Esra Yılmaz Hamza Utku Karakaya
Okulu İTÜ İTÜ İTÜ İTÜ
LİSANS LİSANS YL LİSANS
Okulu İTÜ YTÜ İTÜ İTÜ DEÜ YTÜ ODTÜ
YL YL YL YL LİSANS YL YL
6
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
29 33 42
Mete Keskin Ömer Faruk Tekin Tuba Özkan
Yayınlanmaya Değer Bulunanlar
Kod No 03 04 07 12 14 15 16 18 20 21 23 25 26 27 28 30 31 32 34 36 37 38 39 40 41 43 44 45 47
Adı Soyadı Aslı Uzunkaya Aslıhan Kazancı Besimi Okur Egemen Kızılcan Elif Gözde Öztoprak Emre Gökdel Esma Şenİsra Hatipoğlu Ezgi Tezcan-Ece Özbek Gökhan Okumuş Gülbahar Bozkurt Hazel Coşkun Işıl Çakmak M.Ammar Tok Melike Atıcı Merve Çay Nazlı Ece Ünsal Nesil Suyaran Nursen Gümüşsoy Ömer Yeşildal Özgün Yücetürk Pınar Demirel Etli Ruken Karakuş S. Doğa GülhanGüzin Öztok Sena KayasüDoruk Alpsar Sultan Elif Yilmaz Tugba Cerav Tuğçe Şahin Ulufer Çelik Zeynep Dündar
Bilgi Üniversitesi İTÜ İTÜ
Okulu YTÜ Bilkent Üniversitesi Çukurova Üniversitesi ODTÜ İTÜ İTÜ Yıldız Teknik Üniversitesi
YL YL YL
YL LİSANS YL YL Mezun Şubat 2014 LİSANS
Yıldız Teknik Üniversitesi LİSANS Uludağ Üniversitesi LİSANS Anadolu Üniversitesi YL Bilkent Üniversitesi LİSANS İstanbul Kültür Üniversitesi LİSANS Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü YL İTÜ Mezun Mart 2014 Bilgi Üniversitesi İTÜ YL İTÜ LİSANS İTÜ YL AİBÜ LİSANS İTÜ YL Anadolu Üni̇versi̇tesi̇ Mezun Temmuz 2013 İTÜ LİSANS Boğaziçi Üniversitesi Bilkent Üniversitesi
YL LİSANS
HÜ Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü İTÜ İstanbul Bilgi Üniversitesi İTÜ
LİSANS LİSANS YL LİSANS YL
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
7
ÖDÜLLER
Alican İnal Deniz Hancıoğlu Hüseyin Furkan Balcı Onur Karadeniz
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
9
İşgal Topoğrafyası ve Doğala Geri Dönüş Alican İnal
İstanbul Teknik Üniversitesi, Lisans
Çevrebilim, ekosistemin katmanlar halinde oluşan bir biyo-arkeolojik tümül yapı olduğunu söylemektedir. Abiyotik faktörlerin etkisi ve biyotik varlıkların faaliyetleri ile sonsuz bir evrimsel devingenlik içerisinde olan ekosistem, yeni durumlar karşısında yeni katmanlar oluşturarak bu devingenliği sağlamaktadır. Söz konusu yeni durumlar, dışarıdan eklemlenen yeni bir oluş ya da sistem dahilindeki mevcut yapılarda ortaya çıkacak yeni bir değişim gibi formatlarda oluşabilir. Her iki durumda da, ekosistem kısa ve uzun vadelerde çeşitli uyum sağlama süreçleri geçirerek evrimsel bir adaptasyon ortaya koyar. Mevcut durumunun üzerine örüntülenen ya da iç boşlukları dolduran bu yeni adaptasyon artık ekosistemin kendisi olmuştur. Yeni oluşlara/değişimlere tepki verecek, adapte olup bir yeni katman daha kurgulayacak çekirdek, bu yeni ekosistem olacaktır.
Bu sürecin sözlü deneyi, ekosistemin küçük bir park kesiti olarak düşlenmesi ile yapılabilir. Bu park kesitinde yaklaşık 100.000 canlı türü yaşamakta, 20 farklı mineral ve 10 farklı gaz grubu yer almaktadır. İç dengesi kurulu durumda olan bu sisteme, dışarıdan olağandışı bir müdahale gerçekleşir. Bu müdahaleyi, hemen yakındaki bir kaynakta oluşan ani değişim sonucu ortaya çıkan gaz formundaki toluen olarak hayal edelim. Gaz formundaki toluenin mevcutta ekosistem atmosferinde gaz yoğunluklarını değiştireceği aşikardır. Toprak örtüsünü kaplayan taşkesen, kırmızı köklü tilki kuyruğu ve süpürge otları, mevcut atmosferin gaz dengesine uyum göstermiş ve türemişlerdir. Bu yeni değişime kırmızı köklü tilki kuyruğu otları adapte olamaz ve kurur. Taşkesen ve süpürge otları ise hava ile temas yüzeylerini küçülterek daha kısa boylu olarak türemeye devam ederler. ÖDÜL, Alican İnal
10
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Gaz formundaki toluene karşı emicilik dürtüsüne sahip frenk/oda sarmaşığı ise, toprak hacmi içerisinde pasif/uyku konumunda tohumlara sahip bir bitki türüdür. Gaz oranlarındaki bu yeni değişim ile, kısa bir süre sonra topraktan türemeye başlarlar. Öncül fazda mevcut bitkilerin boşluklarını doldurup bitki derişimini artırdıktan sonra, final fazında, kısa boylu mevcut bitkilerin üzerinde bir üst katman olarak, yeni bir örüntü oluştururlar. Farklı yoğunluklar göstermeleri sebebiyle ise bir nevi yeni bir topoğrafya tanımlarlar. Çevresel bir değişime otonom tepkiler veren ekosistemin özgül adaptasyonu sonucu oluşmuş, farklı bitki türlerinin farklı aktörler olarak aktif ya da pasif roller aldığı bu yeni topoğrafya, “işgal topoğrafyası”dır.
İşgal Topoğrafyası ve Kent Ekosistemi
Basit bir ekosistem deneyiminden yola çıkılarak yapılacak genel bir önerme ile denilebilir ki; Çevresel faktörlerin ekosistem içerisindeki yaşamı doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemesi, ekosistem bileşenlerinin değişme, evrilme ve adapte olma güdüsünü tetikler. Her kentsel örüntünün de işleyiş şematiği açısından ele alındığında bir ekosistem tanımlaması gerçeği farkedildiğinde ise, söz konusu işgal topoğrafyasının oluşum hikayesi, kentleri ve kentlileri baz alacak bir format ile yeniden uyarlanabilir.
ÖDÜL, Alican İnal
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
11
Kent, tıpkı bir çevre ekosisteminde olduğu gibi, bir çok bileşenin kolektif bir zihin olarak varolduğu yapılardır. Doğal kaynaklar ve bu doğal kaynaklara dayalı yaşamlar kurgulayan kullanıcılar vardır. Bu kullanıcıların kendi içlerinde kompleks ilişkileri, bu ilişkilerden ise meydana gelen topluluk oluşumları vardır. Bu oluşumların daha farklı oluşumlar ile olan ilişkilerinde de çeşitli mekânsal ve sosyal katmanlaşmalar ortaya çıkmaktadır. Avcı/toplayıcı dönemlerde mekânsal katmanlaşmanın mağara sahiplilikleri, sosyal katmanlaşmanın ise kabileleşme ve kolektif güdüler ile toplumsal görevler belirleme formlarında ortaya konduğu bilinmektedir. Bu katmanlaşmalar günümüze çok daha kompleksleşmiş fakat temelde hiçbir farklılığa uğramamış şekilde gelebilmiştir. Kent kullanıcıları halen mülkiyetin hüküm sürdüğü bir mekânsal katmanlaşma içerisindedir ve sosyal ilişkiler ise çeşitli bir araya geliş hiyerarşileri ile sürmektedir. (Bu hiyerarşi iki bireyin bir araya gelişi olan aile ile başlayıp, oradan komünitelere büyür. Komünitelerin birlikteliğinden hemşehirli olmak, hemşehirlilerin birlikteliğinden de aynı ülke vatandaşı olmak ve aynı coğrafya insanı olmak kavramlarına büyür.) Fakat temelde incelediğimizde, Robert Musil’in Niteliksiz Adam‘da da dediği gibi, insanın nerede olduğu sorusuna aşırı ağırlık vermesi, otlakların sınırlarına dikkat etmek zorunda olduğu göçebe kabileler zamanından kalmadır. Kentin ve kentlinin kabaca ele alınan evrimleşme ve adaptasyon süreci göstermektedir ki, kentin mekânsal ve sosyal katmanlaşmasının organik süreçler ile ortaya çıkması “doğal” olandır. Kentin farklılaşmasının, oluşlara karşı verdiği adapte olma tepkisinin, kentlilerinin güdüleri ile ortaya koyduğu katkılar ve tasarılar neticesinde şekilleneceği durumu, bu “doğal” olma halinin yorumlanma şekli olmalıdır. Nitekim insan, çevresini her daim şahsen tasarlamıştır. İhtiyaçları baz alan çözümlere yönelmek, tehlike ve risk durumlarında mekânsal önlemlerini yaratıcı yaklaşımlar ile almak, korunma ve barınma amaçları ile günümüzde “mimari” olarak adlandırdığımız üretimler gerçekleştirmek ve evrimin ilk safhalarından bu yana kolektif olma güdüsüne sahip olmaktan gelen sosyal etkileşim ihtiyaçlarına yönelik günümüzde “kamusal alan” olarak adlandırdığımız mekânlar oluşturmuşlardır. Tüm bu şahsi insan üretimleri, anlık oluşların ve buluşların birikmesi ve bunların binlerce yıllık bir kolektif bilinç/birikim oluşturması sonucu günümüze kadar gelmiştir. Böylece bu üretimler, herhangi bir uzmanlık alanından bağımsız olarak, güdüsel ve sezgisel şekilde ortaya çıkarılabilir “şey”ler olarak ele alınabilmektedir.
ÖDÜL, Alican İnal
12
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Güdüsel Şahsi Üretim ve Kamusal Alanlar
Binlerce yıllık bir kolektif birikim ile, herhangi bir birey tarafından güdüsel olarak üretilebilir alanların çoğalması ile bireylerin ortak yaşam alanlarındaki etkileşimlerinin artışı birbirlerine paralel olarak gerçekleşmekte, bu yeni durum ise “kamusal alan” kavramının kullanıcı bireyler tarafından kolektif bilinçler ile sıfırdan ya da yeniden üretilmesi durumunu ortaya çıkarmaktadır. Şahsi üretimler, bireysel alanlarda sürebilmekteyken, nüfus birikmelerinin oluştuğu yerlerde ise, kamusal kolektif üretimler sürebilmektedir. Bu güdüsel üretimler, kendi kendine yeterli olabilen bireylerin varlığı ile mümkündür. Global ölçekte gelişen ve geliştirilen çeşitli mekanizmalar ise bu güdülerin bir kısmını işlevsizleştiren, bir kısmını ise diğer bireylerden daha üst seviyelerde geliştiren yeni sistemler önermiştir. Böylece her birey belirli konularda vasıflı, bir çok konuda ise vasıfsız konuma çekilmek durumda kalmıştır. Herkes birbirine zoraki bir muhtaçlık bağı ile bağlanmıştır. Bir zamanların kendi kendine yeterli, binyılların birikimi ile bir çok şeyi yapabilecek vasıftaki bireyi, bir nevi bir unutma sürecine mahkum bırakılmıştır.
Bu durum kamusal alanın kolektif bilinçler ile oluşmasının da sonu olmuştur. Bireylerin kullanıcı konumunda olduğu bu kamusal alanlar hakkında fikirleri gitgide azalmış, yerine, bir takım tekil zihinlerin üstel bir güç grubu oluşturarak söz konusu kamusal alanlar hakkında belirleyici rol oynaması gelmiştir. Kenti ekosistem olarak düşleyecek olursak, söz konusu üstel güç grubunun kente müdahaleleri de ekosisteme karışan gaz formundaki toluen olarak düşlenebilir. Bir bakıma, bu üstel güç grubunun müdahaleleri, binlerce yıllık dev bir adaptasyon süreci olarak düşünülebillecek olan birikimler vesilesi ile oluşmuş kent ekosistemi içerisinde bir takım tepkimelere sebep olacaktır. Bu dış etki, tüm kent topoğrafyasında yeni bir katman oluşturacaktır. Filizlenen yeni oluşların kent içi sosyal boşlukları doldurması, ardından da tüm yüzeyde yeni bir topoğrafya oluşturması söz konusu olacaktır. Böylece üstel güç grubu tüm bu senaryo içerisinde yalnızca ekosisteme karışan bir gazdan ibaret kalacakken, kamusal alanı ve üstel ölçekte de tüm kenti yeni bir düzen ve bakış açısı ile kapsayacak, bir nevi işgal edecek bir topoğrafya, yeni filizlenen bu taze oluşların kazanımı olacaktır.
ÖDÜL, Alican İnal
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
13
Bir Kamusal Mekanizma: Gezi Parkı
Ekosistem, kent, toluen, üstel güç grubu, frenk/oda sarmaşığı, kamusal alan ve işgal kavramlarının tamamının izdüşümleri güncel kapitalist süreçler ile yönetilen yaşam alanlarının tamamına yakınında görülebilmektedir. Ülkemizde ise, modern Cumhuriyet dönemi de dahil olmak üzere, özel ve kamusal alan üretimleri söz konusu uzmanlaşma kavramı üzerine kurgulanmıştır. Kullanıcının dahil olduğu tasarım ve üretim süreçleri, yerelden genele uzanan yaklaşımlar, durumcu [sitüasyonist] yaklaşımlar ile anlık/spontane oluşların desteklenmesi ya da deneyime dayalı mekân üretimi gibi kavramlar ve süreçler çoğunlukla politika ve ekonomi kardeşliğinin saf dışında tuttuğu yaklaşımlar olmuştur.
Söz konusu global ve merkeziyetçi güç unsurlarının beklenmedik ve merkezsiz ses çıkarışlar ile çeşitli bölgelerde ve çeşitli alanlarda ipleri kolektif bilinçlere bırakmak zorunda kalması, yeni bir düzen ihtimalini ortaya çıkarmıştır. Çeşitli görüşlerce “Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandırılan bu durum, aslında bireylerin bir yandan kişisel alanlarını tanımlı tutarken, bir yandan da kolektif bir bilinç oluşturarak kamusal alan tanımı yapması anlamına geliyordu. Resmin tümüne bakıldığında, “Yeni Dünya Düzeni” olarak tanımlanan bu durumun, aslında ilkel çağ insanlarının doğallığına bir dönüş tanımladığını görebiliriz. Bir nevi bahsi geçen ekosistem içerisindeki Frenk/Oda Sarmaşığı, kolektif bilinç ile güç unsurları karşısında yeni bir kent topoğrafyası, işgal topoğrafyası kurgulayan bireyleri tanımlamaktadır.
1 Haziran 2011’de söz konusu üstel güç grubu tarafından İstanbul Taksim Meydanı’na tasarlandığı duyurulan yeni proje ilan edilmiştir. Böylece İstanbul ekosistemine gaz formundaki toluen salınmıştır. 31 Mayıs 2013 akşamına kadarki süreç, uzun ve sessiz bir adaptasyona işaret etmiş, ilk frenk/oda sarmaşıkları bu tarihte filizlenmeye başlamıştır. Taksim Gezi Parkı’nda kurulan, hem mekânsal hem de sosyal anlamda yeni bir katmanlaşma öngören komün alanı ise, bu adaptasyonun ve adaptasyon sonrası oluşan işgal topoğrafyasının mikro ölçekli bir örneği olmuştur. Kamusal alanın, içgüdüsel birikimlerin kullanılması ile “yeniden” kurgulanması ve herhangi bir uzman bireyin izi olmaksızın, gereksinimler çerçevesinde inşası söz konusu olmuştur. İlkel insanın erdemi hakim bilinç olmuştur. “Doğala Dönüş” kavramı ise tam da bu noktada “Yeni Dünya Düzeni”ni alt etmiştir.
ÖDÜL, Alican İnal
14
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
“Yeni” olarak tanımlanan, aslında “kadim” olandır. Bir “yeniden öğrenme” sonucu birey kişisel ve kamusal alanlarını yeniden tanımlayabilmiştir. Söz konusu oluşlar, henüz herhangi bir okuma, yorumlama ya da söylem geliştirmenin oldukça erken olduğu filizlenme ve yeni bir topoğrafya oluşturma süreçleridir. Bir kazanıma, başarıya ya da mükemmelliğe işaret etmekten çok, özünde kadim ve “doğal” olan bir “yeni”ye erişme ihtimaline atıfta bulunur.
ÖDÜL, Alican İnal
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
15
Toplumsal Uzlaşı ve Kent Deniz Hancıoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi, Lisans
Toplumu yaşadığı mekân tanımlar. Toplum ve mekân birbirini; kaynaklar, gereksinimler ve etkinlikler ile şekillendirir ve besler. Sürekli değişen toplumsal, sosyal, ekonomik gereksinimleri insanı mekâna bağımlı kılarken, içinde yaşadığı toplumun bilgi, teknoloji ve kültürel birikim ve gelişimi de ürettiği mekâna yansır. İşte kent bu etkileşiminden doğar. Aristoteles, kentin doğuşunu Politika’da synoikismos – farklı ekonomik çıkarları olan aile ve kabilelerin, yerli ve yabancıların bir araya gelerek yerleşmesi kavramıyla açıklar (Crawford, 1983)1.
Toplumun kaçınılmaz olarak yüzleşmek zorunda kalacağı çelişme ve çatışma süreçlerine kentin çözümü, toplumsal katman ve sınıfları yoğunluğu içinde bir arada tutarak uzlaşma zemini sunmaktır. Kent barındırdığı çeşitlilik, karmaşa ve enerji ile sürekli bir ayrışma-birleşme ve çatışma-uzlaşma merkezidir.
Yunan ‘polis’i toplumsal çelişki ve çatışmalara ‘devlet’ ile çözüm sunar. Politeia, vatandaş hakları ile devlet biçimini neredeyse eş anlamlı kılan bir politik düşünce terimidir. Roma ise bu soyut kavramı Res Publica (republic) olarak somutlaştırarak demokrasi, devlet, kamu ve refah anlamlarını yüklemiştir. Romalı için kent ve kentin kamusal zenginlikleri hem toplumsal refahı hem devletin gücünü, hem de toplumsal barışı simgeler.
1
Crawford M. H., 1983, Archaic and Classical Greece: A selection of ancient sources in translation, Cambridge: Cambridge University Press.
ÖDÜL, Deniz Hancıoğlu
16
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Richard Sennett’in belirttiği gibi, Aristoteles’in önerdiği demokrasi; çelişen çıkar sahiplerinin karşılaşması, birbirlerinin “farkına varması”, çatışması ve uzlaşmasıyla varılan toplumsal barıştır. Atina’da bu pratik farklı mimarileri üzerinden kentliyi farklı biçimlerde yüzleşme ve odaklanmaya yönlendiren iki mekânda yürür: Kent meydanı ve tiyatro.
Kent meydanı yurttaşın kişisel kaygılarını bir kenara bırakıp çevresiyle ilişki kurduğu ve kentteki diğer insanların sorunlarını fark ettiği yerdir. Farklı köşelerinde ticaretin, sosyal etkinliklerin ve hatta yargılamaların aynı anda yürütüldüğü meydan çevresindeki stoa’lar ile tariflenmiştir. Stoa, kamusal ve özel arasında hem bir sınır, hem bir geçiş sağlar. Stoaʼda yurttaş meydan kalabalığının dışındayken bile onu hisseder ve izler. Demokrasiyi mümkün kılan da kişinin sadece kendisiyle değil, hatta daha fazla başkalarının durumlarıyla ilgilenmesidir.
Tiyatronun mimarisi ise meydanın çeşitliliğinin ve dışa dönüklüğünün tersine sahne ve oturma düzeni aracılığıyla odaklanmayı getirir. Burada toplanan kalabalık üstü açık tiyatro formu nedeniyle yüzüne daima ışık vuran konuşmacının dile getirdiği kent sorunlarını dinlerken, bireyin dikkati konuşmacının jestleri yanında görüş alanındaki diğer dinleyicilerin tepkilerindedir. Işık olduğu sürece devam eden oturum disiplin ve duyarlılıkla yürütülür (Sennett, 1998, s.15-17)2.
Boleteryon, Priene (M.Ö. 4-2 yy.)
Sennett’e göre, Yunan devlet geleneğinin Roma ile dünyaya yayılması bir süre sonra kaçınılmaz olarak otoriterleşmeyi ve merkezileşmeyi getirmiş ve yönetim erki yurttaştan imparatora geçmiştir. Roma’nın girdiği bu kriz nedeniyle Romalılar için kamusal yaşam eski katılımcı coşkusunu kaybederek formel bir yükümlülük olmaya başlamış, kamusal yaşam cansızlaşırken Romalı, duygu enerjisini boşaltacak yeni bir odak arayışına girerek; adım 2
Sennett R., 1998, The Spaces of Democracy, New York: Goetzcraft Printers.
ÖDÜL, Deniz Hancıoğlu
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
17
adım Hristiyanlık’ın egemenliği altına giren Yakındoğu’nun dinsel topluluklarına yönelmiştir (1996, s. 16-19)3. Yurttaşlığın çağdaş tanımını bulduğu modern toplum ise ancak 17. yüzyıldan sonra katılmcı demokrasi ve akılcı münazara olgularını deneyimlemeye başlamıştır. Yine de Habermas’a göre “Ancak parlamenter sistemle kurumsallaşabilen demokratik özgürleşme tükenen ekonomik kaynaklara rağmen 19. ve 20. yüzyılların sosyal yaşantısı yüzünden tam olarak gerçekleşememiştir.” Habermas’ın erken yazıları toplumun kamu küresini reddi ile demokratik yurttaşlığın uğradığı erozyona yoğunlaşır. Demokrasi teorisini merkezine alan bu problematik demokratik katılımın niteliği ve miktarının değerlendirilmesi konusunda kriterler sunar4 (Morrow, Torres, 2002, s. 77). “Kamu küresi problematiğini Nancy Fraser şöyle özetler:
Kamu küresi, modern toplumlarda politik katılımın konuşma aracılığıyla sağlandığı bir tiyatro tarifler. Burada yurttaşlarca ortak işler üzerine münazaralar yapılır. Habermasʼa göre bu arena devletten ve ulusal ekonomiden bağımsız, devlet üzerine ilkelerin oluşturulup paylaşıldığı bir alandır. (1994, s. 82-83)”5
Devlet
Toplum
Habermas Kamu Küresi
Habermas kamu küresi
Devlet
Toplum
Demokratik toplum
Devlet
Toplum
Otoriter toplum
Kamusal yaşamın reddi bireyin kendi kapalı iç evrenine dönerek kendisi için biricik benliğin üzerine titremesini ve kendisini tanımayı dünyayı tanımak için bir araç olmaktan çıkarıp yegane amaç olarak algılamasını getirmiştir. Sennett, insanın psişik yapısı 3
Sennett R. (1996), Kamusal İnsanın Çöküşü, çev. S. Durak, A. Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. (1992 basımından çevrilmiştir).
5
Fraser N. (1994), Feminist Contentions: A Philosophical Exchange. New York: Routledge.
4
Torres C.A., Morrow R.A., 2002, Reading Freire and Habermas: Critical Pedagogy And Transformative Social Change. Amsterdam, Teachers Collage Press.
ÖDÜL, Deniz Hancıoğlu
18
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
güçlendikçe duygularını hissedip ifade edebilmesinin de o derece zorlaştığını savunur. İnsanlar kendi içlerine ne kadar gömülürlerse kamusal yaşama da o denli formel bir yükümlülük olarak yaklaşırlar. Devletle ilişkiler teslimiyetçi ve kanıksayıcı bir hal alır. Bir taraftan da kişisel olmayan toplumsal sorunlar kişisel duygularla çözülmeye çalışılır (Sennett, 1996, s. 16-19)6.
Sennett’e göre, insanın psikolojik ve etik gelişimi ancak başkalarıyla etkileşim sonucu gerçekleşecektir. Psikolojik yönden sürekli bir yıkım ve yapım döngüsüyle, etik yönden ise dışarıdaki bireylerle yaşayacağı acı verici ve rahatsız edici etkileşimlerin kendisine kazandıracağı alçakgönüllülük ile. Bu yüzden insanlar diğerlerine, kentlere ve meydanlara muhtaçtır. (Sennett, 1998, s.22)7 Kentler her ne kadar binalardan yani iç mekânlardan oluşsa da kent yaşamı bina dışlarında, boşluklarda ve sokaklarda algılanmakta, hissedilebilmektedir. Çünkü ancak buralarda çok sayıda ve tanımadığımız insanlarla bir arada olduğumuzu hissederiz. Kanımızca bu duygu kenti kent yapar, binalar değil. Binalar sadece insanların yoğunlaşmasını sağlayarak buna katkıda bulunur. (Yürekli, 2010. s.1920)8
Modern toplum kimliği din, ırk, sınıf ve cinsiyet farklılıklarıyla açıklar. Ancak Sennett’e göre, Aristotales’ in farklılık tanımı daha değişiktir; o farklılığı birbiriyle uyuşmayan uğraşılar, ilgi ve çıkarlar, çelişkiler olarak görür. Aristotales’in umudu kişinin kendisine yabancı ve karmaşık bir çevreye adım attığında düşmanlığını bir kenara bırakıp, o çevreyi çelişen fikirlerin ve farklı çıkarların barışçıl olarak tartışıĺabildiği bir ortama dönüştürmek için çalışmasıdır.
Hellenistik ‘polis’ten günümüze toplum büyük değişimlerle evrilmiştir. Hellenistik toplumun köle ve kadınları kendisinden ayırmasının etkileri kent ve mimarlığa yansımışsa da modern toplumun ayrışmalarının izleri kent üzerinde daha çarpıcıdır. Bu ayrışmanın bir nedeni modern kent planlamasının “New Urbanism” akımıyla kent hayatının günlük sorunlarını dışarıda tutmak için uzun yıllar yaptığı “ışıldayan beyaz mahalleler”dir. Kent dışı
6 7 8
Sennett R., 1996, a.g.e. Sennett R., 1998, a.g.e.
Yürekli F., 2010, Mimarlık Mimarlığımız. İstanbul, YEM Yayın
ÖDÜL, Deniz Hancıoğlu
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
19
yayılmaya bir çözüm olarak ortaya çıkan bu mahalleler etnisite, ırk, sınıf ya da cinsel tercih bakımınından hiçbir farklılığa yuva sunmaz. Amerikan banliyösünde başlayan homojen “gated community”, Ortaçağ kaleleri gibi demokrasiyi de dışarıda bırakır. (Sennett, 1998, s. 20-25)9
Kentte ayrışmaya neden olan bir diğer uygulama ise çeşitliliğin önüne rasyonel, homojen bölgeleme (zoning) ile geçmeye çalışmaktır. Karışık kullanımın çirkin göründüğü, trafik sıkışıklığına yol açtığı, tahribata davetiye çıkardığı görüşüne Jane Jackobs; “ Şehirdeki farklı kullanımların girift bir şekilde iç içe geçmesi kaos yaratmaz. Aksine çok karmaşık ve gelişmiş bir düzene işaret eder” sözleriyle karşı çıkar (Jacobs 2011, s. 243)10. Sennett, Jackobs’un düşüncesini; “Kültür, kişi ve sosyal çevrenin net imgelerini talep eder. Kimlik kaygısı ve netlik uğruna demokrasi feda edilir – Aristoteles’in kavrayışındaki toplumun kendi kişisel kaygılarını bir yana bırakıp diyaloglar, münazaralar ve paylaşılmış özgürleşme anları ile bireye toplum nosyonunu aşılayan demokrasi” ifadesiyle destekler. (Sennett, 1998, s. 25)11 Modern kent Hellenistik polis’ten barındırdığı toplumun nitelikleri yanında kentin numerik değerleri bakımından da ayrılır. Polis ile karşılaştırıldığında modern metropol, kat kat büyük, kalabalık ve karmaşıktır. Jackobs, Warren Weaver’in bilimsel gelişmenin üç evresini [(1) basit problemlerle uğraşma becerisi, (2) örgütsüz karmaşıklık problemleriyle uğraşma becerisi ve (3) örgütlü karmaşıklık problemleriyle uğraşma becerisi] hakkında yazdıklarını şöyle özetler:
“Basit problemlerin barındırdığı iki faktör – iki değişken – davranış bakımından birbiriyle doğrudan bağıntılıdır ve bilimin saldırmayı öğrendiği ilk sorunlar bu türden problemlerdir. Bu, klasik dinamiğin bilardo masasında ilerleyen tek bir topun hareketini tahlil ve tahmin etmekteki başarısıyla örneklenebilir. Örgütsüz karmaşıklık problemleriyle masaya on-onbeş top gelir ve artık işlerin kontrolden çıkmaya başladığı gözlenir; ortada teorik bir güçlük olduğundan değil, sadece çok fazla değişken varken özgül ayrıntılara inmek çok büyük emek gerektiğinden. Deney, üze-
9
Sennett R., 1998, a.g.e.
10 Jacobs J., 2011, Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı, çev. B. Doğan, İstanbul, Metis Yayınevi (orj. 1993) 11 Sennett R. (1998), a.g.e.
ÖDÜL, Deniz Hancıoğlu
20
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
rinde milyonlarca top olan dev bir bilardo masasına aktarıldığındaysa şaşırtıcı olarak problemin kolaylaştığı görülür. İstatistik burada devreye girer ve bir banda saniyede ortalama kaç top vurmaktadır? Bir top başka bir topla çarpışmadan ortalama ne kadar ilerlemektedir? gibi sorular yanıtlanabilmeye başlar.”
Weaver’in incelemesinin üçüncü adımında ele aldığı problem örgütlü karmaşıklık problemlerini açıklar ve bu bakış açısı modern kent bilimi ve sosyoloji düşüncelerine açılan bir kapıdır. Çünkü, kent ve elemanları, nitelikleri ve aralarında kurdukları ilişkiler açısından örgütlü bir karmaşık bütün oluşturur (Jacobs, 2011, s. 440-442)12.
Jackobs, modern kentin bu büyük ve kalabalık karmaşık yapısı içinde demokratik kenti sağlayan iki ana elemanı tarifler: bunlardan ilki kaldırım ve sokaklardır. Sokak, bu karmaşık ilişkiler ağını birbirine bağlarken kaldırım yardımıyla çeşitliliğin oluşmasını sağlar. Kaldırım, her bina ile kurduğu hemzemin ilişkiler ile asayiş ve temas sağlar, mahalle parkı ve muhitler arasındaki bağlantıları güçlendirerek kamu küresi nin üstüne kurulduğu sosyal altyapıyı oluşturmakta yardımcı olur. Demokratik kentin kullandığı diğer olguyu ise Jackobs, çeşitlilik sağlayıcılar olarak adlandırır. Çeşitlik sağlayıcılar farklı zaman dilimleri, işlevler ve mekânlar aracılığıyla kentin gün boyu artan ve azalan yoğunlukta, değişik kullanıcılar aracılığıyla ama sürekli yaşamasını mümkün kılar (Jacobs, 2011, s.165-241, 2011)13.
Çağımızda, demokrasi umudu bütün dünyaya yayılmış ancak, insanların özlemini duyduğu demokrasinin doğası değişmiştir. Yunan tiyatrosunda yüzünden hiç eksilmeyen ışıkla dikkat odağı konumundaki politikacıyı dinlemek ve anlattıklarına odaklanmak kaçınılmaz iken, televizyon stüdyosunda yayın makyajı ve dekoru ile, sergilemek ve paylaşmaktan çok, saklamak ve sakınmayı amaçlayan politikacıdan kanal değiştirerek kaçmak mümkün olmaktadır. İnternetin yeni demokrasi ortamı olduğu iddiasına karşılık sosyologlar bu mecrada da kullanıcının hoşlanmadığı yüzleşmeden hızla kaçabilmesine, etkileşimden sıkıldığı an sıyrılmasına, konuya odaklanmaktansa gerçeklikler üzerinde surf yapmasına dikkat çekerler (Sennett ,1998, s. 27)14. 12 Jacobs J. a.g.e.
13 Jacobs J. a.g.e.
14 Sennett R. 1998, a.g.e.
ÖDÜL, Deniz Hancıoğlu
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
21
Sennett’in önerdiği psikolojik ve etik yönden gelişmiş insan ve topluma ulaşmanın yolu, yeniden insan insana iletişim ve etkileşimden geçecektir. İlginçtir ki yine alabildiğine zonlanmış ve ayrıştırılmış bir kentin insansızlaştırılmaya çalışılan bir meydanında alevlenen Haziran 2013 direnişinde insanların hissettiği baş döndürücü duygudaşlığın, umudun ve güvenin nedeni de bu olsa gerektir. Aynı dönemde kentin parklarında toplanan forumlarda amfitiyatroların uzun zaman sonra ilk kez gerçek amaçlarına, Yunan kentindeki tarihsel işlevlerine uygun şekilde, disiplin ve duyarlılıkla kullanılması rastlantı mıdır?
ÖDÜL, Deniz Hancıoğlu
22
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Strateji, Mekân ve Çatışma ya da “incelikli kiracılık sanatı” 1 Hüseyin Furkan Balcı
İstanbul Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans
“… Daha sonra Yönetim Merkezi yeniden düzenlendiğinde ise, sözcük duvardan su, sabun ve bezlerle silindi, ama orada kaldı; söylenmişti; bir anlamı vardı” 2 “Özneleştiremeyen bir dispozitif yönetim dispozitifi olarak işlevini yerine getiremeyecek, kaba kuvvete dönüşecektir.” 3 1.
Foucault’nun terminolojisinde önemli bir yer tutan “dispozitif” kavramına Agamben’in araştırması üzerinden bakmak, kentteki uçlardan stratejik olanını kavramamıza yardımcı olacaktır.
“1977ʼda verdiği bir röportajda, Foucault bir tanıma yaklaşır. [ dispozitif ] adı altında araştırdığım, her şeyden önce, söylemler, kurumlar, mimari yapılar, tüzel kararlar,
1 Michel DeCertau’nun, okurun metin üzerindeki pozisyonunu belirtirken kullandığı tanımlama.
2 Leguin, Ursula K., 2013, Mülksüzler, (çev.) Levent Mollamustafaoğlu, Metis Yayınları, İstanbul, s. 257. 3 Agamben, Giorgio, 2012, Dispozitif Nedir?, (çev.) Ekin Dedeoğlu, Monokl, İstanbul, s. 36.
ÖDÜL, Hüseyin Furkan Balcı
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
23
yasalar, idari önlemler, bilimsel önermeler; felsefe, ahlâk, insan severlik düsturları gibi son derece heterojen unsurları içeren bir bütündür. Yani hem sözel unsurları var dispozitifin, hem söz dışı. Dispozitif bu unsurlar arasında örülen bir ağdır... Dispozitif ifadesinden ne mi anlıyorum? Belirli anlarda acil bir duruma tepki vermek gibi temel bir işlevin biçimlendirdiği oluşum diyelim. Yani dispozitifin önemi temelde stratejik olmasından gelir.” 4
Bu bağlamda dispozitifler, stratejinin durumlara göre hareket edebilmesini sağlayan unsurlardır. Bu noktada, mimarlığın söylem içindeki yerine dikkat çekmekte fayda görüyorum.
Agamben; kavramın kökünü araştırırken, önce Foucault’nun hocası Jean Hyppolite’i, sonra Hegel’i ziyaret eder. Hegel’de “doğal din” ve “pozitif din” ikili bir halde bulunur. “Doğal din” insan ve tanrı arasındaki aracısız bir inanışa işaret ederken, “pozitif din” bireye dayatılan belirli inanışlar ve bu inanışlara dair pratikler bütünüdür. 5
Peki dispozitif kavramı, kendine Hristiyan teolojisinde nasıl yer bulmuştur? Agamben’e göre, Eski Yunanca’daki, “evin bilfiil idaresi” ya da daha geniş haliyle “işletme (management)” anlamına gelen oikonomia terimi, teslis (baba, oğul, kutsal ruh) inancıyla ilgili tartışmalarda kendine yer bulur. Yani, yeryüzünün idaresi (ekonomisi) yaratıcıdan ayrılmış ve İsa’ya teslim edilmiştir. Yunanca “oikonomia” terimi de, Latinceye çevrilirken “dispozito” halini alır. Yani ontolojik bir durumun yeryüzünde, iyiye ve doğruya sevk edilmesini üstlenen yapılar dispozitiflerdir. İnsanlaştıran, dispozitiftir.
“Varlıkta temeli olmayan saf bir yönetme eylemi xʼte ya da x yoluyla mı gerçekleşiyor? İşte o x dispozitiftir. Bu yüzden dispozitifler her zaman bir özneleşme süreci gerektirirler. Çünkü kendi öznelerini yaratmaları şarttır.” 6
Bu bağlamda, stratejik olan, bir özne üretim aracıdır. Mimarlık, yapısal çevreyi organize eden disiplin olarak, bu düzeneğin yegâne parçalarından biridir. 4 a.g.e. s.14.
5 a.g.e. s.18. 6 a.g.e. s.27.
ÖDÜL, Hüseyin Furkan Balcı
24
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Tasarımın özne inşa etmeye dair bir girişim olduğunu göz önünde bulundurursak, daha sonra tartışmak üzere şu soruyu sormakta fayda görüyorum: Yarışmanın konusunda belirtilen, Abbasağa Parkındaki amfitiyatro tipolojisi, kendine gerçekten “anarşist” forum katılımcıları mı inşa etmek niyetindeydi? 2.
Çatışmanın diğer ucu, “hegemonik gücün” karşı tarafında ise, “taktikler”7 tüm “dalaverecilik”leriyle beklemektedir.
Agamben, dilin bile bir dispozitif olarak ele alınabileceğini söylerken 8, DeCertau bunun o kadar da önemli olmadığını iddia eder. Çünkü zayıf olan, tarihin başından beri kaçak avlanmakta, incelikli bir kiracılık oyunu çevirmektedir.
“Eylemin iki mantığı, (biri stratejik mantık, diğeri de taktiksel mantık), dili kullanmanın iki farklı biçiminden ortaya çıkar. Dil uzamında da, (tıpkı oyun uzamında olduğu gibi) toplum, öncelikle eyleme geçmenin biçimsel kurallarını ve bu kuralları farklılaştıran bir işleyiş biçimini açınsar.” 9
De’Certau’ya göre, “Strateji, aidiyettir. Aidiyet, mekânın zamana karşı zaferidir.” 10
Uzman ve düşünür arasındaki değişen ilişki, önemli bir sorunu beraberinde taşımaktadır. Uzman, parçalanmış ve kendi yapay dilini yaratmış bir alanda oyun oynarken, düşünürler, farklı farklı uzmanlık alanlarını koordine edebilecek bir alanda dolaşırlar. Uzmanların sayısı, düşünürlere oranla artık iyice fazladır.
“Ancak uzman, bir bilim adamı olarak eyleme geçtiğine inandıkça ya da başkalarını buna inandırdıkça toplumsal yer ile teknik söylemi birbirine karıştırır. Birini öteki yerine kullanır. Bu bir yanılmacadır. Uzman, temsil ettiği düzeni tanımaz, bilmez. Artık ne dediğini de bilmemektedir.” 11
7
DeCertau, Michel, 2008, Gündelik Hayatın Keşfi I, (çev.) Lale Arslan Özcan, Dost Kitabevi Yayınları.
9
Michel DeCertau, a.g.e., s. 56
8
10
11
Giorgio Agamben, a.g.e., s. 30 a.g.e. s.54
a.g.e. s.75
ÖDÜL, Hüseyin Furkan Balcı
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
25
Bu noktada, Lefebvre’in de, mekân dediğinde farklı farklı şeyler kast eden farklı disiplinlere değindiğini eklemek gerek. Ona göre, kartezyen bakışın, felsefenin, edebiyatın farklı farklı ve gündelik hayatla bir türlü örtüşemeyen mekân tanımlarından kurtulup, üniter bir mekân tanımı yapılmalıdır.12 Buna göre, mimarlık, bir meslek pratiği olarak söz ürettiğinde, kendini nerede konumlandırır? Stratejik bir eleman olan mimarın kavradığı mekân, gündelik hayatla ne kadar örtüşebilir?
“Tüketiciler, belirsiz izlekler çizerler, bunlar görünüşte bir anlam ifade etmezler, çünkü yer aldıkları prefabrike, yazılı, kurulu uzamla uyumlu, tutarlı değillerdir. Bunlar sistemin örgütleyici tekniklerinin çekidüzen verdiği bir mekânda, öngörülemeyen tümellerdir. Malzeme olarak, edinilmiş dillerin söz dağarcıklarını (televizyonun, gazetenin, ya da kent düzeneklerinin) kullansalar da, önceden yazılmış, belirlenmiş söz dizimlerinin çerçeveleri içinde kalsalar da (saatlerin zamansal biçimleri, mekânların paradigmatik düzenlemeleri) bu “geçitler” içine işledikleri sistemler içinde ayrışık kalırlar. Bu sistemler içinde kendi çıkarlarına göre yollarını çizerler ve farklı erkler ortaya koyarlar.” 13
Mekânın içinde hareket eden kullanıcıların çizdikleri belirsiz izlekler; mimarın kuruculuğunun ve tahayyüllerinin mi sonucudur? Yoksa zayıfın dalavereciliğinin mi? 3.
Bir uzlaşmadan bahsedebilmek için, özneleştirme işleminin tamamlanmış olması gerekir. Oysa toplumsal hayatta tek bir özneleşme sürecinden bahsedemiyoruz. Öyleyse, sürekli olarak özneleştirmeye çalışan bir hegemonik gücün altında, çatışmanın baki olacağı açıktır. Çatışma süreci, kendisine dayatılan hiçbir şeyi olduğu gibi kabul etmeyen, onun düzeninin içinde, çatlaklarından türeyen taktiksel cevaplarla devam edecektir.
12
13
Lefebvre, Henry, 1990, Production of Space, (ing. çev.) Donald Nicholson Smith, Basil Blackwell Ltd. Michel DeCertau, a.g.e. s. 110.
ÖDÜL, Hüseyin Furkan Balcı
26
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
4.
Mimarlığın, (bir meslek, bir uzmanlık alanı olarak) kefenin strateji tarafına düştüğü aşikâr. Bu noktadan, Abbasağa Parkı hakkında sorduğum soruya geri dönersek, kamusal alanın, plancılar veya mimarlar tarafından her zaman steril bir çerçevenin içinde örgütlendiğini söyleyebiliriz. “Park ve bahçelerin kent tarihine eşlik edişi, bir anlamda onu sahnelerinden biri olarak görmesi, iktidarların kente dair ütopyalarının gerçekleşmesi yolunda araçsallaştırılmalarının bir sonucudur. Tıpkı meydanlar gibi, onların tanımladığı kamusal boşluklar da her türlü doludan, farklı ölçekteki, hatta anıtsal, yapılardan daha etkilidir belki de.” 14
Abbasağa Parkı hijyenik bir mekân tarifidir, özneleştirir. Farklı topluluklar tarafından, taktiksel inceliklere yer belirtmesi, onun bir anıyla ilgilidir ve zamana bağlıdır.
“Maçka Parkı forumuysa, kendine bir yer bulmakta günlerce zorlandı. Yarım daire oturma düzeni bir türlü gerçekleştirilemediği için yer değiştirildi. Önce dairesel formdaki havuzun etrafındaki basamaklar denendi ama orada da havuzun arka planı olan duvar sesin yayılmasını engelledi. Son olarak yüksek bir alandan aşağıya doğru hitap ediliyor Maçka Parkında.” 15
Aynı zamanlarda, Maçka Parkında gerçekleşen süreç, taktiksel olanın mekânla ilişkisini daha iyi gözler önüne sermektedir. İstediği sonucu elde etmek için, mekânın farklı fragmanlarını, farklı amaçlar için kullanacaktır. 5.
Söylemi kentin diğer fragmanlarına yayalım.
Tüketimin fetişleştirildiği, toplumsal cinsiyetin kodlandığı; hayatın çok katmanlılığından, sürprizinden korkup kendilerine steril sınırlar çizen alışveriş merkezleri, gökdelenler bir ta14
15
Dostoğlu, Ali Derya, 2013, “Kentsel Ütopya Olarak Parklar ve Gezi Örneği”, Gezi Parkı Mimarsızlığı, hazırlayan: Hülya Ertaş, XXI Dergisi, Temmuz/Ağustos, sf. 45
Taptık, Ali, “Kumsal Forumların mı Altında?”, Gezi Parkı Mimarsızlığı, hazırlayan: Hülya Ertaş, XXI Dergisi, Temmuz/Ağustos 2013 sf. 40
ÖDÜL, Hüseyin Furkan Balcı
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
27
rafta duruyor. Buralar dispozitiflerin başarıyla yönetim düzeneğine soktukları insanların mecraları.
Çatışmanın en şiddetli halindeyse, mekânın strateji tarafından kastedilmiş tariflerinin yeni anlamlar kazandığını söyleyebiliriz. Yüzeyler tuvale dönüşür, kaldırım örgüleri parçalara ayrışır, başka bir düzene, barikatlara dönüşür. Parklar, stratejik kararların belirttiği anlamlarından uzaklaşırlar. Lefebvre’in değişim isteyen bir topluluğun kendi sosyal mekânını üretmesi zorunluluğuna uyarak, sosyal mekânı gerçekten yeniden örgütlerler. Park, ekonomik ilişkilerin eskisi gibi yürümediği salt haline geri döner. İşgal evleri türer. 6.
Peki, bu çatışma hali nereye doğru gitmekte?
“İşte gerçek özneler ve kimlikler (işçi hareketi, burjuvazi) varsayan politikanın sönüşü ve oikonomiaʼnın yani kendi suretini tekrar üretmekten başka bir hedef gütmeyen katıksız bir yönetim faaliyetinin zaferi de bundan ötürü… Sırayla iktidarın idaresine soyunan sağın da solun da içinden doğdukları siyasi bağlamla pek bir alakaları yok. Sadece aynı yönetimsel düzeneğin iki kutbunun adıdırlar. Kutuplardan biri vurdumduymaz bir tavırla öznelikten çıkarmayı hedefliyor, diğeri ise bunu ikiyüzlüce “iyi vatandaş” başlığıyla demokrasi kisvesine büründürmeye uğraşıyor. … Sanayi sonrası demokrasilerin zararsız yurttaşları, kendisine her söyleneni canla başla yapanları; en gündelik hareketlerinin, yani sağlığını kaçış kadar uğraşı imkânlarını, beslenmesi kadar arzularını ilgilendiren hareketlerinin en ufak ayrıntısına kadar dispozitifler tarafından kumanda edilip denetlenmesine göz yumanları, bu yurttaşı - tam da belki bu yüzden- potansiyel terörist saymaları yalnızca görünürde bir paradokstur.” 16
Öznenin dispozitifle nasıl hesaplaşacağına dair bir çıkarımda bulunmak zor. Direnişin en sıcak günlerinde dahi, demokrasi söylemlerinin bireylerin çatışma halindeki eylemlerini bir kalıba soktuklarını söyleyebiliriz. Parçacıllaşma (farklı ideolojik grupların ayrışması, etiketlenme gibi süreçler) sonrasında, eyleme dair pratiklerin, gerek iktidar tarafından – 16
Giorgio Agamben, a.g.e., s. 41.
ÖDÜL, Hüseyin Furkan Balcı
28
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
tepkinizi sandıkta gösterin-, gerekse bizzat direnişçiler tarafından –sen gelme ulan ayı-17 sınırlarının keskin bir biçimde çizilmesi de, yeni bir dispozitifin varlığına işaret ediyor. Yine de, sosyal medyanın kültürel bombardımanıyla inşa edilmiş bir dilin içinden türeyen, kentin incelikli çocuklarının yeni söz dağarcığı mekâna dair karşılaşmaların eskisi gibi olmayacağının işaretçisi gibi.
17
Direnişin ilk günlerinde ortaya çıkan bir slogan, “holiganlık” yapanların direnişe katılmamasını telkin ediyor.
ÖDÜL, Hüseyin Furkan Balcı
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
29
Özgürlük Yolu Onur Karadeniz
İstanbul Teknik Üniversitesi, Lisans
İnsanın kendi saf varlığı her zaman bir mekân ve bir zaman aralığı tarifler. Çünkü her insan kendi kişisel tinini kendinde barındırır ve bu özel tin de bedene ait spesifik bir zaman ve mekân tarifler. Bu ikisi arasında liminal bir aralıkta var olan insan tam da bu aralıkta iyi ve kötü anılarını oluşturmaya başlar. Bedenin bu özelliği ‘yer’i ‘mekân’a dönüştürür.
Tarih boyunca zihin arketipsel kalıtımı ile gelişir. Zihnin aşırı gelişmesiyle zihin liminal bir aralıkta durduğunu kavramaya başlar ve diğer zihinle arasındaki hiyerarşiyi kaldırmak için Doktor Faust1 örneğini kabul eder. Artık onun için ruhun takas edilmesi şart haline gelmiştir. Bunu gerçekleştirmek adına makineler (bilgisayar, telefon, radyo...) tasarlamaya başlar ve bu makineler kendilerine özel ‘mekân’lar yaratırlar. İnsan bu yaratılan ve tariflenmeyen ucu açık sonsuz evrene ‘Sanal Dünya’ adını verir. Bu dünya ‘Fiziksel Dünya’ ile paralel bir konumda kendini yerleştirir. Geleceğin ve geçmişin tanımsız olduğunu bilen zihin, sanal dünya aracılığı ile geleceği kontrol etmek için geçmişi hakimiyet altına almak ister. Böylece insanlar ‘Sanal Dünya’ya Facebook, Twitter vs. aracılığıyla erişirler ve anıları ile düşüncelerini (zihinlerini) buraya akıtırlar. Böylece geçmiş zamanda gerçekleştirdiğimiz anı takaslarıyla ruh kendini yeniler ve kendisine yepyeni bir gelecek yaratır. 1
“Simyacı, maddede değişimler elde edebilmek için kendi ruhunu değişmez ve altın gibi saf kılmaya çalışan kişidir; ama bir de Doktor Faust örneği var, o simyacılık kuralını altüst eder, ruhu değiş tokuş edilebilecek bir nesneye dönüştürür ve böylece doğanın bozulmadan kalacağını, artık altını aramaya gerek kalmayacağını, çünkü bütün elementlerin ayni derecede değerli, dünyanın altın, altının ise dünya olacağını umar.” Bkz. Calvino, Italo, 2007, Kesişen Yazgılar Şatosu, (çev.) Semin Sayıt, Yapi Kredi Yayınları, İstanbul.
ÖDÜL, Onur Karadeniz
30
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
İnsan kendi yarattığı ‘Sanal Dünya’ ile ‘Tanrı’ edimi olan ‘Fiziksel Dünya’ya başkaldırır. Bu başkaldırma ‘Sanal Dünya’yı algılama aracımız olan imge2 ile meydana gelir.
Bu çatışma paralel evrenlerin iç içe geçmesi sonucu bir patlamaya dönüşebilir. Bu bağlamda ‘Sanal Dünya’ ile ‘Fiziksel Dünya’nın üst üste binmesi sonucu patlak veren ‘Gezi Parkı Direnişi’ üzerine bir inceleme:
Gerilim – Kırılma – Patlama – Uyanma – Farkındalık – Diyalog Sahne 1 | Gerilim
İstanbul tamamen gerilim üzerine kurulu bir şehir. Bu gerilim günün her saatinde, bütün mekânlarda varlığını öyle ya da böyle korumakta. Gerilim bazı durumlarda güzel bir şeydir ancak kentliye zarar vermediği müddetçe. Fakat gözlenmektedir ki bu gerilim sadece fiziksel dokuda değil sosyal dokuda da mevcuttur. Bu yüzden çok tehlikelidir. “Bedensel yakınlık ve mekân darlığı zihinsel mesafeyi daha da görünür kılar.” 3
Peki bu gerilimi yaratan nedir ve kimdir?
Gerilim farklı ideolojilerin ve bu ideolojilerin yansıdığı mekânların savaşından doğar. Tek bir ‘yer’ vardır, iki farklı görüş. Biri diğerinin başına tencere vurarak kendi ideolojisini kabul ettirme peşindedir. Her iki tarafın da silahı; ‘mekân’dır.
Her iki görüş kendi yöntemleriyle toplumsal istikrarsızlığı ve kişisel yetersizliği yok etmek ister. Her zaman için geride ya da dışarıda bırakılan bir kesim olur. Birey tek başına var olamaz. Her zaman ve her yerde bir grubu temsil eder. ‘Biri’ ‘diğerini’ mason olarak suçlarken, ‘diğeri’ ‘birini’ mason olarak suçlar. Buradan sadece bir sonuç çıkar; ikisi de aslında aynı kişidir. 2 3
“Bir imge, yeniden yaratılmış ya da yeniden üretilmiş görünümdür. İmge ilk kez ortaya çıktığı yerden ve zamandan –birkaç dakika ya da birkaç yüzyıl için- kopmuş ve saklanmış bir görünüm ya da görünümler düzenidir. Her imgede bir görme biçimi yatar.” Bkz. Berger, John, 2013, Görme Biçimleri, (çev.) Yurdanur Salman, Metis Yayınları, İstanbul, s.10.
Georg, Simmel, 2013, “Metropol ve Zihinsel Hayat”, Metropol Yeşili: Teorik ve Fotografik Mikrogözlemler, (ed.) Uğur Tanyeli, Bülent Erkmen, (çev.) Tuncay Birkan, Akın Nalça Kitapları, İstanbul, s.90.
ÖDÜL, Onur Karadeniz
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
31
Dışarıda bırakılanın bir cemaate mensup hissetme ihtiyacı yüzünden kentte farklı cemaatler ve gruplar oluşmaya başlar. Bölünmeler ve kavgalar başlar. Toplum kaosa sürüklenir. Sahne 2 | Kırılma
Gerilimin sonunda bir kırılma meydana gelir. Artık farklı gruplar farklı meydanlarda kendini görünür kılmaya başlar. Bunun en büyük destekçisi sözde demokrasiyi savunanlardır. Demokrasi ancak ‘bir’ grubun elindedir ve ona sahip olan diğer grubu yönetir. ‘Diğeri’ ‘birinin’ yavaş yavaş bütün haklarını ele geçirmek ister, çünkü ‘diğeri’ azla yetinendir. Ancak iş insan haklarına gelince bıçak kemiğe dayanır ve kırılma ile oluşan yarıkta patlama meydana gelir. “Bir insanın özgür olabilmesi için başkaları tarafından görülmesi gerekir. Başkaları tarafından görülebilmesi için de bir mekân gerekir.” (Hannah Arendt) 4
Sahne 3 | Patlama
“Küresel Kent” 5 artık tehlike altındadır. İnsanlar bulunduğu ‘yer’lere anlam yüklemeye hazırdır. Bunun için her gün kullandıkları sözde kamusal alanlar olan plaza ve AVM’leri değil, parkları, meydanları ve sokakları kullanacaklardır. Bu ‘yer’leri evleri olarak benimserler. Patlama ancak ‘yer’in sahiplenilmesi sonucu ‘mekân’a dönüşmesi ile gerçekleşebilir. Onbinlerce insan birbiriyle buluşarak omuz omuza vermek için aynı ‘yer’e yürürler. Büyü burada başlar. Beden mekânda mutasyona uğrar. O artık pasiflikten aktifliğe geçmiştir ve anlamıştır ki yalnız değildir. Evet kabul etmelidir ki marjinaldir ama ancak böyle ‘yeni’yi müjdeleyebilir. 4
5
6
“Bir çağ ölürken, yenisinin henüz doğmadığı bir zamanda yaşıyoruz...” 6
Aktarma yapan Erdemci, Fulya, 2013, Ekim, “Barbar Kent”, XXI, 123,33.
Sassen, Saskia, 2012, Nisan, “Küresel Kentin Sahibi Kim?”, XXI, 108,25.
“Bir çağ ölürken, yenisinin henüz doğmadığı bir zamanda yaşıyoruz...Yeni bir şeyler yapmaya çağrılıyoruz, ayak basılmamış bir toprakla yüzleşmeye, kimsenin gidip de bize yol göstermek için dönmediği bir ormana dalmaya çağrılıyoruz. Bu, varoluşçuların hiçliğin kaygısı dedikleri şey. Geleceğe doğru yaşamak bilinmeyene sıçramak demektir; bu da, halihazırda emsali olmayan ve pek az kişinin kavradığı dereceden bir cesareti gerektirir.” Bkz. May, Rollo, 2010, Yaratma Cesareti, (çev.) Alper Oysal, Metis Yayınları, İstanbul, ss. 39-40.
ÖDÜL, Onur Karadeniz
32
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Sahne 4 | Uyanma + Farkındalık
Patlama bireyi uyandırır. Sadece kendisini düşünmemeye başlar. Olayları büyük çerçevede analiz etmeye eğilim gösterir. Bu, bireyde farkındalığa yol açar.
Monolog I: Araftan Kurtuluş
Kendimizi nerede ve nasıl konumlandırıyoruz? Kavramlara neden yeni anlamlar yükleyerek varlığımızı anlamlandırma çabası içindeyiz. Biz ne Batılıyız, ne de Doğuluyuz. Bunu kabul et. Tam da bu iki kutup arasında salınan bir boşluğun içindeyiz. Mekânı ‘boşluk’ olarak nitelendiriyorum çünkü şu ana kadar bu boşluğu tariflemek için hiç kimse ortaya çıkmadı. Tanpınar işte tam da böyle bir boşlukta bulunduğumuz için bizimle dalga geçer7.
Peki bu boşluğu doldurup bu iki kutup arasında köprü, engel ya da bir tampon bölge olmaktan nasıl çıkarız? Bu iki kutbu varlığımızla nasıl eritiriz?
Tarihimize ve sosyal alışkanlıklarımıza dönerek. Bedensel dilimizde yatan kültürel kodları tarifleyerek ve yeniden yaşatarak. Kültürel kodlarımızın temeli nedir ve nasıl tariflenir?
Kültürel kodlarımızı anlamak için aslında çok da uzak olmadığımızı zannettiğimiz ama epey uzak olduğumuz, terkedilmiş olan kırsal yerleşmelerimize bakmamız gereklidir. Çünkü buralar az da olsa modern yaşamın değmediği noktalardır. Yaşadığımız kentler Batılı kentler, sorun işte tam da burada ortaya çıkıyor. Organik olarak gelişmiş bir kent tanımımız hâlâ yok. İmece usulü yaşamak bizim bir hayat biçimimiz. İstanbul’u bu gerilimden çıkartıp bedenleri aynı mekânda bir amaç doğrultusunda toplamak ancak yeni bir kent tahayyüllü içerisinde var olabilir. Bunun için de geleceğe değil, geçmişe bakarak geleceği kurgulamamız gereklidir. Zehir ile panzehir aynı yerde aranmalıdır. Köyün homojenize olan yapısını ancak kent meydanını kültürel kodlarımıza göre yeniden tarifleyerek var edebiliriz ve bu homojen yapıyı kentte heterojen yapıya dönüştürebiliriz. 7
Tanpınar, Ahmet. H., 2005, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Dergah Yayınları, İstanbul.
ÖDÜL, Onur Karadeniz
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
33
Sanal ve fiziksel dünyaların birleşiminden oluşan bir imece kültürü kendini nerede ve nasıl konumlandırır?
Artık kabul etmeliyiz ki sanal dünya fiziksel dünyaya baskın bir duruma geçmeye başladı. Ancak bu sanal dünyanın fiziksel dünyayı tehdit ettiği anlamına gelmez. Kent hayatındaki imece bu iki dünyayı birleştirerek var olur ve böylece Batılının interaktif park adını verdiği mekânların üst noktasında kendini konumlandırır. Aynı Gezi Parkı gibi... Sosyal ilişkiler ağında süreklilik sağlanarak mekânda süreklilik sağlanır.
Monolog II: Zaman ve Mekân Bağlamında İstanbul Üzerine Birkaç Tespit
0.0 Mitik görsel imgelerden kurtulmamız gereklidir. Zehrin panzehiri de yine aynı kaynakta aranmalıdır. Yani mimarlık yoluyla aranan totaliter güç yine mimarlık ile kırılabilir...
0.1 Bütün iktidarlar kendilerini görsel bir tahayyülle var edip görünürlük kazanabilirler. Peki bu görsellik ortadan kalkarsa nasıl bir mimarlık bizi beklemektedir? 0.2 Bir şehir temizlenerek manevi bütünlüğü sağlanamaz. Gettolar, bedenlerin tecrit edilmesi yoluyla ortaya çıkarlar ve bu tecrit sonrası merkezden uzaklaşan “kirli”8 bedenler merkezi güçlendirmekten öte gerilimi had safhaya çıkartırlar.
0.3 Menderes döneminde olduğu gibi “saydam” bir özgürlük alanı ve ulaşımla şehrin farklı noktalarını birbirine bağlama düşüncesi çağdışıdır ve kent merkezinde hissizliğe ve duygusuzluğa yol açar. Bu yolla kent daha rahat yönetilmek istenmiştir ancak unutulmamalıdır ki yıkım aynı zamanda bir inşadır. 0.4 Modern bireysel imge kent merkezinde yalnızlığa ve pasifliğe yol açar.
0.5 Mekânda eğer bir beden başka bir beden üzerinde üstünlük sağlamaya çalışıyorsa, bu bedenin çatlaklarından direniş anları ortaya çıkar. 0.6 Tarih boyunca evrimleşerek günümüze gelen beden; huzursuz bedendir.
8
Richard, Sennet, 2011, Ten ve Taş, (çev.) Tuncay Birkan, Metis Yayınları, İstanbul, s. 204.
ÖDÜL, Onur Karadeniz
34
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
0.7 Haz ve bedensel pasiflik bizi kendi içimize döndürür.
0.8 ‘Yer’, insan bedeni (tinin zaman ve mekân arasında bulunma özelliği) ile doldurulduğunda ‘mekân’a dönüşür. 0.9 Beden hiçbir şekilde kendini boş bir mekânda sergileyemez. Gerçek kamusal bir mekân hiç bir zaman bir ideoloji tarafından tariflenemez.
1.0 Değişim bireyde başlar ve mekân üzerinden tariflenir. Değişen beden mekânı değiştirir ve en son olarak da var olan düzeni... 1.1 Gerçekten çok kültürlü nasıl olunabilir? Çok kültürlü toplumlar aslında çok homojenize toplumlardır. Her bireye belli bir mekân tariflenir. Mahalleler gettolara dönüşür. Mahalle kavramını yıkarsak da bireysel yalnızlık ve pasifize olan beden ortaya çıkar. Tam da bu ikisi arasında konumlanan bir mekân nasıl ve nerede meydana gelir?
1.2 Yer’i silerseniz, acıyı da silerseniz9 ama aynı zamanda kendi varlığınızı da silmiş olursunuz.
1.3 Duyarlılık farkındalıkla meydana gelir. Uykudan uyanmamız için bedenimiz ve kendi benliğimizin kusursuz olmadığını kabul edip ilerlemeye ihtiyacımız var. Bütünlük arzusundan kurtulan beden varlığını bozguna uğramış hisseder. Boşluğa düşen bedenin tam da bu noktada diğer bedene olan saygısı artar ve ‘diğer’ine karşı duyarsızlıktan çıkıp empati yoluna girilebilir.
1.4 Mekânı sahiplenerek kusursuz olmadığını anlayan beden diğeriyle iletişime geçer. Bunun sonucunda diyalog ortaya çıkar.
1.5 Çağımız artık anarşi çağıdır. Belli bir gruba bağlı olmadan fikirlerini özgürce temsil etmekten kaçınmayan bireylerin çağıdır. Artık kendi benliğini belli bir düzenin varlığıyla aramayan bedenlerin çağıdır. Dünyadaki bütün insanların edimleri absürttür. Kusurluluğumuzu duyarsızlığımızla örtme çağı hiç değildir, tam tersine kusursuzluğumuzu başka insanlara empati beslememize yarayan bir araç haline dönüştürme çağıdır.
9
Richard, Sennet,, a.g.e,, s. 338.
ÖDÜL, Onur Karadeniz
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
35
Sahne 4 | Silkinme + Diyalog
Yaşanılan bu patlama bir çok şeyi tersine çevirir. Biri artık diğeriyle iletişime geçmeye başlamıştır. İki kutup olarak kendini konumlandıran kişiler aralarında kalan boş zemini doldurmaya başlar, çünkü köprü görevi gören medya fiziksel ortamda karşılaşan bedenlere hükmedemez. Ve perde kapanır...
Talep edilen tek şey kendi benliğinin olmasıydı.
Büyük patlama ve silkinmenin ardından doğan yeni dünyada sahiplenme ve sahiplenilme yoktu. Bireysel özgürlüklerden başka hiçbir şey...
Kızgınlık, haksızlığa uğramışlık hissi, koşulsuz yaşama isteği… Bu keskin ve güçlü duygular ekonomiyi hep uzakta tutacaktı…
ÖDÜL, Onur Karadeniz
36
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
TEŞVİK ÖDÜLLERİ
Ali Sakal Azat Yalçın Çiğdem Çoban Eda Yeyman Elif Gizem Akıllı Esra Yılmaz Hamza Utku Karakaya Mete Keskin Ömer Faruk Tekin Tuba Özkan
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
37
Kent Sahnesinde Kentli ve Mekânın Keşfi Ali Sakal
İstanbul Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans
'Onlar, kör oldukları için kentsel metni okuyamayabilirler fakat onu tekrar yazarak, değiştirip, biçimlendirme kabiliyetine sahiptirler. Onların aktivitelerini anlama çabası gerçeği görülür kılar... ' (De Certeau, 1984). Mekân, mekânı anlamak, kurgulamak, tasarlamak... Sadece mimarın ya da mimarlığın değil, yüzyıllardır bir çok bilim ve sanat dalının, bilim insanı ve sanatçının uğraş konusu olmuştur. Mekânı tanımlamak için gerekli görülen bu multidisipliner çabalar, bize mekânın fiziksel bir oluşumdan daha fazlası olduğunu söyler. Gelişimin, dönüşümün bir hayli hızlı ve büyük olduğu günümüz metropollerinde ise zaten üzerinde tartışmaların sürdüğü mekân kavramının kent ile birlikte aynı derecede ve hızda dönüşmesini de kaçınılmaz kılmıştır. Mekânı günümüz kent zemininde tanımlamak artık çok daha zor olmuştur.
Mekân tanımını fiziksel yapısından öteye taşıyarak sosyal ifadesine vurgu yapan Lefebvre (1974)'e göre mekân toplumsal bir üründür ve her toplum mekânı farklı üretim biçimleri ile üretmiştir, üretmeye devam etmektedir. Lefebvre bu üretim biçimlerini tariflemek için kurgulanan bir mekân trialektiğinden bahseder: Yaşanılan, tasarlanan ve anlamlandırılan mekân1. 1
Yaşanılan mekân, gündelik yaşam pratikleri denilen gün içindeki rutin insan faaliyetlerine ev sahipliği yapan mekânlardır. Kısaca toplumun mekânının üretimidir. Tasarlanan ya da soyut
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Ali Sakal
38
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Bununla beraber kentteki mekâna ise Lefebvre'in yaptığı gibi insan ile ilişkilendirilip bakıldığında, onun aynı zamanda belirli bir mücadelenin alanı, mücadele konusunun da ta kendisi olduğu görülebilir. Bu mücadele sürecinde kentli pek sık karşılaşmadığımız türden üretimler ve dönüşümler ile kentsel mekânı tahmin edilenin dışında biçimlendirme ve kullanma yeteneğine sahiptir. Oysa ki kentsel mekânın gündelik hayatta temsil ettiği ya da tasarlandığı düzeyde kullanılmaması, mekânsal pratikte kendini gösterememesi, Lefebvre ve Harvey' in 'Eskiden bildiğimiz, hayal ettiğimiz şehrin yeniden inşası mümkün olmazcasına, hızla yok olmakta' sonucuna ister istemez katılmamıza neden oluyor idi. Fakat Harvey (2012)'in önerdiği gibi temsilleri, karşı duruşu, kent hakkını ortaya koymak için şehri gönlünce şekillendirebilme, kentteki metni okuyamasan da yazma kabiliyetinin farkına varabilme, kentteki mekân kurgusunun ve biçiminin değişmesinde büyük roller oynamaya başladı. Böylelikle kentli yok olmakta olan şehirleri yeniden inşa edebileceğini gördü ve kentteki mekânı tekrar yetiştirmek için can suyu katmayı başarmış oldu diyebiliriz. Kenti içinden geldiği gibi değiştirip dönüştürebilme hakkı ve yetisine sahip olmak... Bu cümlenin ne anlama geldiği aslında ona kimin, nasıl anlam verdiği ile ilgilidir. Bir müteahhitin de bu hakkı kendinde görmesi gayet doğaldır, bir evsizin de. Fakat Marx' ın Kapital' de bahsettiği gibi hak üstünlüğünün her zaman güçlüde olması, bize bir evsizin kent üzerinde hiçbir zaman bir talepte bulunamayacağı yargısına alıştırmıştır. Bu durumda kentte mekânın ve mekânı tasarlayanların güçlünün hakimiyeti altına girdiğini, farkına varmadan çoktan kabul etmişizdir.
Kentteki mekânsal egemenliğin belirli tekellerde kaybolmaya başlaması ile, kent sahnesinde sergilenen oyunda, kentli insan, o sahneye bakan koltuğunda oturmaya devam etmekte ve sadece seyretmektedir. Oyunun içinde yer verilmemesinden öte; güç sahibi kişilerce kurgulanan mekânın aslında kentli kişiye, kullanıcıya ait olduğu, nasıl kullanacağı farkındalığı bile oluşturulamamıştır. İnsanlar, yaşadıkları yapılar, sokaklar, parklar ve kentlerin kullanımında söz sahibi olmak isterler. Uzaktaki profesyonellerce yönetilen ve kararlar verilen mekân üzerinde sadece tüketici ve izleyici olmaktan daha fazlasını talep
mekânda mekânın temsil ettikleri öne çıkar. Herkes tarafından bilinmeyen ifadeleri, jargonu içeren mekânların bütünüdür. Buradaki mekân üretimi mimar, plancı gibi belirli uzmanların kendi uzmanlık dalları çerçevesinde ürettikleri mekânlardan bahsedilmektedir. Anlamlandırılan mekân (temsilin mekânı) ise hakim olanı kıran, mekânsal pratiklerin mekânıdır. Mekânın anlattıklarının yerine, anlatılmak istenilenin mekâna uyarlanmış halidir.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Ali Sakal
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
39
etmek haklarıdır. Uzay mekiğinde hızla ilerleyen sadece bir dizi yolcudan farklı olarak, rota üzerinde değişiklik yapabileceklerini, yardımcı pilotluğa aday olduklarını savunmaları gayet doğaldır. Fakat bu süreçte kullanıcı açısından önemli olan nokta 'farkındalık' tır. Mekânı nasıl kullanmaları gerektiğini, deneyimledikleri takdirde ortaya çıkacak sonuçları bilmeleri gerekir. Ayrıca farkındalığa kardeş bir kelime olarak 'katılım' ön plana çıkar. Çünkü farkındalık olmadan yapılan katılım çevresinden habersiz olmayı ve çirkinliği ortaya çıkarır iken, katılımsız farkındalık ise hayal kırıklığı ve yabancılaşma ile son bulur (Sommer, 1972). Gezi Parkı Direnişi’nde de kentli bilincinin oluşması, kent hakkı olgusunun da benimsenmesi ile kamusal mekânın ve yaşadığı kentte yanı başındaki yerin kendine ait olduğunun farkındalığı -ben bana ait olanı kullanmasını çok daha iyi bilirim, onu nasıl kullanacağımın farkındayım dercesine- kentli kullanıcı üzerinde kendini gösterir. 'Farkındalık' ile birlikte çalışan 'katılım' sayesinde Lefebvre'in bahsettiği soyut mekânın temsil ettiği değerler dönüşüp, değişmeye başlamıştır. Gündelik kentli hareketleri ile harmanlanan mekân ayrıca ifade etmeye çalıştığı sosyo-politik değerler ile de mimari olanın ötesine geçmiştir. Kentteki mekân içinde farklı temsilleri olan farklı mekânlar üretilmiştir (mekân içinde mekân). Doğrudan yaşanan gündelik yaşam karmaşık ve yeniden kodlamalarla, baskın soyutlamalara direnen ve onların örtük eleştirisini de içeren mekânlar kendini göstermeye başlamıştır.
Kentteki kullanıcı tarafından şimdiye kadar benimsenen ya da benimsenemeyen kentsel mekân ani bir devrim ile bu sefer kentlinin hakimiyeti altına girmiş, onun ifade etmeye çalıştığını temsil eden, taktik2 içeren yeniden üretimlere dönüşmüştür. Zayıf olan kendi sanatını icra ederek asıl istediğini ifade edebilecek zemini mekân üzerinde hazırlar. Onu kurcalayarak, bazen onunla oynayarak kendine bu sistem içerisinde yer edinir ve oynadığı çevreyi kendine mal eder. Bu durum bir mekâna ait kimlik ve iktidar tanımlamalarına, stratejielerine3 karşı tercüme edilemeyen bir eylem olarak karşımıza çıkar (Tan, 2008). Bir yandan karşı duruşu temsil eden mekân (mekânın temsili), aynı zamanda karşı durulan ile anlaşmayı sağlayacak olandır. Bu alışılmamış durum sürecinde mekân çok daha 2
3
'Taktik' Certeau (1984)' nun tanımı ile gündelik yaşam pratikleri dahilinde kamusal mekânda kullanıcının müdahaleleri, hakim söylemin, iktidarın düzenleme ve disiplinine karşı koyma ya da bu disiplinli düzenleme içindeki boşlukları keşfedip içlerine sızmak. 'Strateji' daha çok iktidarın kurum ve yapıları tarafından tanımlanan, somut davranışlar ile kentsel çevreyi düzenlenleme ve kendinin yapma yolu.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Ali Sakal
40
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
farklı mekânlara evrilir, mekân içinde daha başka akılcı mekânlar, kullanımlar mantarlar gibi bitiverir.
Gezi Parkında kentte hak arama, yerin, mekânın ve onun potansiyellerinin farkında olma, katılım ve taktikler ile bir araya gelen ifadeler sayesinde kentteki mekân oldukça düşündürücü bir hal almıştır. Bununla beraber gücünü bulunduğu mekânın dinamiklerinden alan, o mekânın sunabildiği olanaklar (malzeme, iş gücü, işçilik...) ile beden bulmuş, estetik kaygılardan öte daha farklı temsilleri taşıyan olmuşlardır. Burada kurulan yaşamlar kentte mekânın daha farklı nasıl yeniden üretilebileceğinin birer kanıtıdır.
Gezi Parkı, kentte yaşam mekânı kesitleri (fotoğraflar: Herkes İçin Mimarlık, http://occupygeziarchitecture.tumblr.com/)
Gezi'de serbest kürsü (fotoğraf/çizim:Herkes İçin Mimarlık, http://occupygeziarchitecture.tumblr.com/)
Kentte mekân ve yerin farkına varmak ne demek en güzel şekilde örneklendiren olmuştur Gezi Parkı Direnişi. Bu süreçte, “en azından Gezi Parkı diye bir yer varmış, bunu öğrendik, kentteki mekânlardan parkın park, sokağın sokak, meydanın meydan olarak kalmasını istemek ile şehrin konuşması ne demek onu keşfettik” diyordu birçok insan.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Ali Sakal
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
41
Park, park olarak kalması ve öyle kullanılması içindi, fakat bunu talep sürecinde park ile beraber kentteki birçok kamusal alan alışılmış işlevlerinin ötesine çıkarıldı. Özne ve nesne (mekân-kullanıcı) birlikteliği artık çok farklı tanımlanıyordu. Park içinde kurulan kütüphaneler, bostanlar, bahçeler, yiyecek içecek dağıtan otellerin restoranlarından alışkın olduğumuz uzun masalar... Apartman pencereleri eczane görevi görüyor, camiler birer hastane olmuş, sokaklardaki duvarlar ise sanal mekândaki fikirlerin somutlaşmış bedenleriydi.
Gezi kütüphane (fotoğraflar: yazar
açık eczane
çocuk oyun alanı
Fiziksel mekânı bu denli değiştiren ve dönüştüren bireylerin taktikleri ve bir araya gelmesi yani katılımı, sanal mekânın biraraya getirme özelliğinin önemi bu noktada devreye girmiş oluyordu. Öte yandan, sanal mekân, sadece insanları bir araya getiren, katalizör olan araç değil, kendi içinde de fiziksel mekândaki oluşumların, yaratıcılık ve ifade biçimlerinin elle tutulamayan halini gayet iyi yansıtmıştır. Sanal ve reel müttefikliği ile tanık olduğumuz üretimler bir dijital ekrandaydı, bir kamusal mekânda. Kırmızı elbiseli kadın kimi zaman internette direniş günlüğü tutan bir bloğun logosu, kimi zamanda Gezi Parkı hatırası arka fonu idi.
Kırmızı elbiseli kadın karikatürü
Gezi Parkı hatırası (fotoğraf:http://www.beyazgazete.com/)
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Ali Sakal
42
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Burada, birçok alanda bahsedebileceğimiz dönüşümler ve üretimler bizlere kentteki kamusal mekânda ayrıca yer alan hem grafik uygulamalarının, hem mekânsal ve malzeme kullanımların, hem de performatif sanatların ifade biçimlerinin nasıl estetik kaygılar dışında ve mimarsız bir devrime dönüştüğünü öğretmiştir. Yeni bir dil ve alfabe ile kentte mekân kavramının yeniden yapılandırıldığını göstermiştir.
Kentte yaşıyor olma farkındalığı ile kentlilik bilincinin oturuyor olması, kentte talep edilenler arasına kentsel mekân hakkını da dahil etmektedir. Tschumi’nin (1994) değindiği gibi tüm kamusal mekânlarıyla kent, içinden akan olayların ve yaşamların bıraktığı görünür-görünmez izlerle yeniden 'bizim' dir (Aysev'in aktarımıyla, 2013). Yaşadığı yer için söz sahibi olma, pasif bir seyirciden öte kamusal mekânda gönlünce oyun sahneleme isteği ve kentli kullanıcının, stratejilere karşı oluşturduğu taktikler dahilinde dönüştürdüğü mekânlar. Herbiri sadece belirli kişilerin anlayabileceği soyut olanı anlatmaktan öte, herkesin anlayabileceği bir ifadenin temsili konumundadır. Gezi Direnişi sürecinde de mekânın bu şekilde yeniden üretildiği, kentte mekânın sadece pasif, orada duran fiziksel bir öğe olmadığı, yaratıcılığın ve taktikler olarak adlandırdığımız üretimlerin yokluklar ve baskılar altında olageldiği bence bir gerçektir. Ürettiğimiz mekânlar, üretilen mekân ile de biçimlendirdiğimiz kentler, daha sonra da bizleri biçimlendirmeye başlayacaktır. Yarattığımız izler, bizi tekrar izleyecektir.
Kaynakça
Aysev, E., 2013, “Gezi Parkı Mimar(sız)lığı: Gezi Parkından Kent, Mimarlık ve Tasarım Bağlamında Neler Öğrendik?”, XXI Dergisi, Mimarlık Tasarım Mekân sayı: 121, s. 38.
Certeau, M., 1984, The Practice of Everyday Life, University of California Press, London.
Harvey, D., 2012, Rebel Cities From The Right To the City To The Urban Revolution, Londra.
Herkes İçin Mimarlık (Architecture for All), Tüm çizimler ve fotoğraflar: Ayşe Selin Gürel, Beyza Derbentoğulları, Burçak Sönmez, Ceren Kılıç, Ceren Sözer, Erdem Tüzün, Erdem Üngür, Emre Gündoğdu, H. Cenk Dereli, Hayrettin Günç, Kerem Özcan, Merve Gül Özokçu, Yasemin Sünbül, Yelta Köm.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Ali Sakal
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
43
Lefebvre, H., 1974, The Production of Space, Blackwell Publishing, Paris.
Sommer, R., 1972, Design Awareness, Rinehart Press, San Francisco. Tan, P., 2008, “Mikro Ölçekte Kentsel Mekân: Mimarinin Ötesine Geçmek”, Arradamento, s. 59-62. Tschumi, B., 1994, Event-Cities, MIT Press, Cambridge. http://occupygeziarchitecture.tumblr.com/, 22.03.2014.
http://www.beyazgazete.com/haber/2013/6/9/abd-de-gezi-parki-protestosu-1836302.html, 22.03.2014. http://herkesicinmimarlik.org/, 22.03.2014.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Ali Sakal
44
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Morfogenetik Rekonstitüsyon Azat Yalçın
Yıldız Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans
İnsanı insan yapan nedir? Dünya tarihinin 400 binde birinde şekillendirdiğimiz yuvamızı, diğer canlıların yuvasından ayıran anlayış ve çizgiler nelerdir? Savaş sonrası şehirlerin aciliyetle yeniden inşa edilmesi, sağlıklı ortamların tesis edilmesi, koşulların iyileştirilmesi sürecinde işlerin hızlı yürümesi amacıyla ölçüler ve kriterler belirlemeye çalıştık. İnsanın standart beden ölçülerini, şehirlerin tekrarlayan biçimlerini, doğanın belli etkilerini inceledik ve kararlar aldık. Aldığımız kararların, çizdiğimiz detayların her yerde uygulanabileceğine inandık. Öncesinde de içgüdülerimiz ve tapındığımız aklımız, ilahi kesinliği aramaya bizi zaten itiyordu. ''Mimarlık Üzerine 10 Kitap'', böyle bir durumun eski uygarlıklarda kaleme alınmış haliydi. Modernizm de ilahi fikirlerle doğup gelişmiş, kalıcı olanın peşinden koşmaya devam etmiştir. Ancak geldiğimiz noktada, evlerimizin penceresinden kapısına, meydanlarımızın taşlarından aydınlatmasına, parklarımızın ağaçlarından havuzlarına kadar herşeye yabancı gibiyiz. Makine tornasından çıkmış sandalyemizde otururken, robotların parçalarını birleştirdiği bilgisayarlarımıza bakarken, canımızı düşünen cansız mankenlerin test sürüşünde tuttuğu direksiyonu kavrarken hep aynı hissi yaşıyoruz: Fabrikasyon bir sistemin parçası olmak ve aidiyet duygusunu yaşayamamak...
Modernizmin köklerinin masum olduğuna inandığımızdan; insan refahı için geliştirilmiş standartlarını koruyarak, bazı yöresel çizgilerimizi veya üsluplarımızı da katarak, kendimize ait olan modernist projeyi ortaya koymak istedik. Nitekim modernlik tanımı bile insanlık için kutsaldı: İlerlemek, gelişmek. Modern olmayanın ilerleyemeyeceği konusunda hemfikirdik. Öyleyse modernizmin hedefleri kutsanmalıydı ve geliştirilmeliydi. İsmini post-
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Azat Yalçın
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
45
modern olarak belirlediğimiz yeni sürecin tek şartı, modernizmin köklerinden bize ait olanı yaratabilmekti. Bu süreçte çoğu zaman, modern yapılarda geçmişimize sinyal gönderen çizgileri gördük. Bazı zamanlar ise, fabrikasyon çizginin dışına çıkmış biçimlerle, heykelsi yapılarla katı olanı kırdığımıza inandık. Başarılı olduğumuz noktalar vardı elbette ama, uzun yıllardır evlerimize ve şehirlerimize hâlâ ısınamamış olduğumuz da ayrı bir gerçek.
Modernizmi tetikleyen kalıcı ve refah olanı arama içgüdüsü, duyularımızla tarif edebildiğimiz pozitif bilimlerden güç almaktaydı. Görebildiğimiz, duyabildiğimiz, koklayabildiğimiz, tadabildiğimiz ve hissedebildiğimiz her şeyin geliştirilebileceğine inanmaktı bu. Ancak ya duyularımızla algılayamayacağımız konular? Bu duyumsayamadığımız şeyler, evlerimizin ve şehirlerimizin yapısını etkileyemez miydi? Elbette etkilerdi ve etkiledi de. Kiliselerimizin girişindeki gotik gül penceresinin, cennetin kapısına açılan mihraplarımızın belli hislerin odağında evrildiği ve bu hislerin etkisinde güçlülüğünü kazandığı söylenebilir. Ancak belli olan, hiçbirimizin bu hisleri ölçemeyeceği ve etkisinin tüm insanlık için aynı olduğu standartlaşmış biçimi yaratamayacağıdır. Farklı coğrafya, gelenek, kültür ve alışkanlıkların odağında detaylanan, birbirini tekrarlayan, duyularımızla farkedebildiğimiz belirli sınırlarda kalabilen biçimlerin standartlaşmış halidir mirasımız. Victor Hugo, tam da bu noktada mimari mirasın bir dil olduğundan bahsetmiştir. Tuğlası, kiremiti, frizleri, gülbezekleri, tonoz ve kemerlerinin harf olduğu, birleşimlerinin cümle, toplamının söylem olduğu mimari mirasımız. Etimolojik olarak doğaya verdiğimiz mücadeleyi de, iktidarı şekillendiren kültleri de barındıran söylemden bahsediyoruz. Özellikle sivil mimarinin, sadece ihtiyacı ve doğayla uyumu tesis edebilmek için geliştirdiği söylemi önemsiyoruz. Nitekim bu önemsemenin odağında, insan yuvasını şekillendiren içgüdüsel parametreleri arıyoruz. Yuvayı insanlaştıran özgün çizgileri bulmayı amaçlıyoruz.
Dini ve kamusal yapılarda, güç aktörlerinin barınaklarında da insanlığa gönderme yapan çizgiler mevcut. Ancak söylemin bütününe odaklandığımızda, mesaj barındırma ve sembolizmin ifadeleri ağır basmakta. Marksist bakış açısı, böyle bir söylemin insan özerkliğinden kopuk olduğu, zamanın akışında güç odaklarının temsiliyetini ve toplum mühendisliğini resmettiği eleştirisini getirmiştir. Bugün bile gelenekçi kodların sürdürülmesi meselesi, gücün devamlılığına ve devletin bekasına yorumlanmaktadır. Ancak bu kodların varlığı ile geçmişle bağ kurulabileceği, mimaride ''toplumsal söylem'' detayının da TEŞVİK ÖDÜLÜ, Azat Yalçın
46
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
önemsenmesi gerektiği belirtilmekte. Bu bağlamda mimari dili ikiye ayırmış oluyoruz: İnsanın söylemi, toplumun söylemi.
Öyleyse toplumun söylemi nedir? Toplumun bir söylemi olabilmesi için mutabakat, sözleşme, bir arada yaşabilme dinamikleri ve yapısı incelenmelidir. Toplumun söylemi olan ürünleri; Doğuda ''kamusal mekânlar'' ve Batıda ''public space'' olarak ele aldığımızda, dilbilimsel açıdan iki farklı durumla karşılaşmaktayız. Dilimize Göktürkçeden evrimleşerek girmiş ''kamu'' kelimesi ''herkes'' anlamına gelmektedir. K harfinin, h harfinden evrimleşerek türediği ve ''hem; ham'' kökünden geldiği dikkate alınırsa, toplulukları veya cemiyetleri değil, bütünlüğü belirttiği anlaşılmaktadır. ''Public'' kelimesinin etimolojik kökeni ise belirli bir bölgeyi; alanı işaret etmektedir. Latince ''pubic'' yani ''kasık'' anlamındaki kelimenin öneki ''pub-'' ile ''licere'' yani ''serbestlik'' anlamındaki kelimenin soneki ''-lic'' birleşiminden ''public'' kelimesinin oluşumunu görüyoruz. Zamanla latince ''poplicus'' yani popülasyon anlamındaki kelimenin etkisinde bulunduğu da dikkate alınırsa bölgelemenin varlığı detaylarıyla anlaşılacaktır. Buna ek olarak, Batı kültüründe kelimenin evrimsel gelişiminde toplum vücut bütünlüğünde kasıkları (bedenin alt kısmını), bedenin kontrolünde ise bir başın-yönetimin olduğunu detaylarda okuyabiliyoruz. Ancak Doğu kültüründe, teolojik ifadelerin etkisi ve geleneksel kodların sürekliliği ihtimalleriyle, yönetici sınıf ve yaşayanların topyekün bir bedeni temsil ettiği, belli sınıfsal farklılık veya cemiyet vurgusunun olmadığı çok net anlaşılıyor. Bu durumda şöyle bir sonuca varılabilir: Kamu kelimesiyle parçaların bütünü oluşturduğu, public kelimesiyle de bütünün parçalardan oluştuğu anlaşılabilir.
Bu coğrafyada parçaların bütünü oluşturduğu bir kültürden söz ediyoruz. Bu tanım, parçaların önemsizliğini değil, harmonik bir uyum içerisinde bütünlüğü oluşturmasına işaret ediyor. Tam da bu noktada, parçaların biraraya geldiği şehri anımsamak gerek. Hatta İstanbul gibi birçok parçanın, kültürün biraraya geldiği şehirler için bu oldukça önemli. Tarihi boyunca sınırları içinde ''İstanbullular Derneği'' kurulamamış, Türkiye'nin birçok ilinden göç edip gelenlerin dernekleştiği ve hatta mahalle bazında kültürlerin buluştuğu kozmopolit bir şehirden bahsediyoruz. Bu noktada parçaları birleştiren mekânların önemi öne çıkıyor. Bu mekânların dilbilimsel olarak hem bir ''kamu'' değeri anlaşılıyor, hem de parçaları birleştiren ''çimento'' özelliği bulunuyor. Öyleyse sadece kamu iradesini aramak değil, aynı zamanda o bölgenin insanlarını anlamaya yönelik yaklaşımları da benimsemeliyiz. Daha önemlisi, kamu kelimesinin etimolojik yapısı gereği, kamu adına alacağımız kararlarda
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Azat Yalçın
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
47
yönetici sınıfın emrivakiliğinin izlerini bulundurmadan, ''herkes-topyekün'' mutabakatının çizgilerini yakalamalıyız.
''Çizgileri yakalamak'' söylemi rastgele kullanılmamıştır. Söylem, tarihsel özgünlüğe ve yapıların morfogenetik kodlarının arayışına, yasal ifadelerin hermenötik (öz anlamsal) okumalarıyla uzlaşma zeminine, küresel gelişmelerle uyum sağlamaya odaklanmaktadır. Bu söylemi geliştirirken herkesi katabilmek; çoğulculuk politikalarından uzaklaşabilmeyi ve herbir bireyi anlayabilmeyi gerektirir. Sosyal devlet anlayışı ve amir hüküm insan hakları, çoğunluğun yararını aramaktan öte, bireyin hak mağduriyetlerini de dikkate almayı öngörür. Bireyin mağdur olmasının, kentsel adalet açısından sorun oluşturacağı ve eşitsizlik hislerinin toplumsal çimentoda esneme veya zedelenme yaratabileceği hatırlanmalıdır. Aynı zamanda bu durumların, bireyler üzerinden mekânlara yansıyabileceği, mekânda amaçlananların gerçekleşemeyebileceği öngörülmelidir. Bireyin mağdur olmayacağı, mekânla kurduğu ilişkilerin okumalarının bulunacağı çizgileri yakalamak meselesi oldukça mühim. Zira bireyin mekânla kurduğu ilişkilerin tarihsel uzamları ve sürekliliği, gömülü olan bilgiyi ve özgün ifadeleri bizlere sunabilir. Bu bireyin hayatında anlamlandırdığı tek bir detayın çizgilerimizde yerini almasında miras niteliği bulunduğunu kavramalıyız. En başında cevaplarını aradığımız soruları hatırlayalım: İnsanı insan yapan nedir, mekânlarımızda insana ait içgüdüsel çizgiler nelerdir? Bu sorular, mimari özgün dili tarihsel süreklilikte aramaya yönlendiriyor. Kamusal bir mekânda insan ve bağ kurduğu tasarım veya canlı-cansız varlıklar... Örneğin bir noktada peyzaj tasarımı öneriyorsunuz ve önerinizde cılız gördüğünüz bir ceviz ağacını kaldırmayı planlıyorsunuz. Dalları kurumuş, rüzgarla beraber eğilmiş, gövdesinde yaralanmalar bulunan bir ceviz ağacı. İnşaat esnasında tam ağacı kaldırırken vatandaş itiraz ediyor ve ağacı babasının diktiğini, anısı olduğunu söylüyor, hatta ceviz ağacı kesmenin günah olduğundan bahsediyor. An itibariyle miras niteliğinde kavramlarla karşılaşıyorsunuz: Biyolojik devamlılık, toprakla kurulan aidiyet ilişkisi ve aile, teolojik öğretiler... Oldukça basit ve önemsiz görülen bir detayın, tasarımınızda üst ölçek ifadeler harici insan ölçeğine inebilen çizgileri oluşturabildiğini kavrayabiliyorsunuz. Örneği kamusal mekândan daha özel mekâna, içmimari bir detaya taşıyalım: Çocuk odasının kapısı. Kentsel dönüşüm kapsamında yıkılacak mimari özgünlüğü bulunmayan betonarme apartmanda, insan içgüdüsünün özgün çizgilerini arıyoruz. Ziyaret ettiğimiz binadaki çocuk odalarının kapılarında posterler, çıkartmalar, yazılar, kalem ucuyla çizilen şekiller; özellikle tekrar eden TEŞVİK ÖDÜLÜ, Azat Yalçın
48
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
biçimler, belki de bir sokak oyununda kazanılmış ifade biçimleridir. Bu kapılarda bir ''temsiliyet'' meselesinin olduğu aşikar. Kentsel dönüşüm kapsamında böyle bir ''rölöve'' mantığının mimariye kazandırabileceklerini, o mahallede ve hatta o apartmanda çocuk kapısına vereceği ''yeni çizgiyi'' görmezden mi gelmeliyiz? Cumbalı sivil mimarlık yapısında, pencere sövesinin tarihsel süreçte evrimleşen çizgilerini okumaya çalışmamız ile bu vakada örneklediğimiz anlayışın paralellik gösterdiğini anlamalıyız. Bahsettiğimiz miras niteliğinin morfogenetik uzamlarını yakalayabilme meselesi budur.
Tüm bunların toplamında ödevimiz nedir?
Şehir plancısının veya mimarın mesleğini icrasında dört önemli paradigma olduğunu söylemek mümkün: •
• • •
Pozitif bilimler ışığında, sabit ve düzenli olanı deneysel ve gözlemsel olarak keşfetme, değişmez ve evrensel olanı yakalayabilme hedefli pozitivizm;
Mekân organizasyonunun şekillenmesinde belli özelliklere haiz olanların etkinliğini anlama, güç aktörlerini ve çizgilerini tespit etme, arındırılmış ''saf'' mimariyi yakalamaya çalışan realizm; Mekânın süreklilik arzeden organizasyonlarını ve sistemin devamlılığını sağlayan parametreleri anlamaya çalışan, toplumsal mutabakatların varlığına inanarak bütünü muhafaza etmeyle gelişmenin yakalanacağına inanan yapısalcılık;
Yapının güç aktörlerinden arındırılmış özgün ve insana yararlı organizasyonlarını yakalamaya çalışan, çağın sorunlarını değerlendirerek gelişimi sürdürülebilirlik çizgisine oturtma arzusunda olan, insan ve çevresi ölçeğine kadar inerek mutabakat sınırlarını genişleten anlayış ile eleştirel yaklaşım.
Dört temel paradigmanın da doğru olduğu yönler bulunuyor. Eleştirel bakış açısının dört paradigmadan ayrılan yönü, katılımcı yaklaşımla derinlemesine durumu irdelemesi ve detaylarıyla okumalar yapabilmesidir. Bu bağlamda eleştirel yaklaşım, Kant etiğinin ''mümkün olan en doğru ödevin inşası'' meselesinde kazanımları artırabilir.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Azat Yalçın
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
49
Tarihi Yarımada, Çemberlitaş Meydanı Okumaları
Resim.1- Forum Constantine Tasviri: Bizans Dönemi meydanlarının, ''public'' kelimesinin etimolojik kökleriyle bağlantısı önemlidir. Dini veya siyasi egemenliğin gücünü gösteren yapının alana tahakkümü net okunuyor. Halk bu noktada ''baş'' altında yer alan ''kasık'' ve belli bir amaç ile bu alanlarda ''toplanma'' eylemini gerçekleştirendir. Revaklarla çevrelenmiş ''kuşatma'' bu toplanmanın ''çerçevesini'' oluşturuyor.
Resim.2- Çemberlitaş Meydanı Osmanlı Dönemi Tasviri: Kamusal mekânın sınırları süreç içinde çevresine inşa edilen binalarla oluşmuş. Bu bağlamda ''belli'' bir biçimsel sınırın varlığından sözedemiyoruz. Dini tutumun yansıması gereği, kızıl elma tutan Constantine heykeli gibi ikonik biçimler sütunun üzerinden temizlenmiş. Ancak sütunun kendisi ve bazı Grekçe yazılar varlığını sürdürebilmiş. Bu durumun sürdürülebilirliğini Tarihi Yarımada'nın tüm sütunlarında gözlemleyebiliyoruz. İnsanların biraraya geldiği mekânların, bu coğrafyada bulunan tarihsel okumaları, bu sütunun ve yazılarının varlığını sürdürülebilmiş olmasını açıklayabilir. Göbeklitepe'de bulunan T biçimindeki dini ritüel amaçlı yazılı ve ikonlu dikmeler, Doğu coğrafyasının kamu mekânı kodlarının bir parçası olabilir. Ayrıca kamu mekânının ''herkes'' için bir ''toplantı'' alanına dönüşmüş olduğunu resimden okuyabiliyoruz. Kökensel kodu sembolize eden ''ikonun'' etrafına kümelenmiş birimlerin, kapılarını açtığında bu alanda bir araya gelmesi meselesini tartışabiliriz (birey/aile hiyerarşileri ve yarı kamusal mekânların entegrasyonunda Osmanlı Dönemi kamu mekânı meydanlar).
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Azat Yalçın
50
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Resim.3- Yıl 2014 Çemberlitaş Meydanı: Sayısız katmanın buluştuğu ve evrimsel değişimin okunabildiği bir mekân. İmar planı düzenlemeleri ile mekânın sınırları yapılarla çizilmiş. Bu noktada, revaklar ile yapılan çerçevelemenin, yakın dönem yapılarla da inşa edilebildiğine (dershane, sinema binası) ve alanın sınırlarının daha da genişletildiğine tanık oluyoruz. Bu ifadenin Batı coğrafyası meydanlarının kökensel kodlarının yansıması olarak değerlendirmesi mümkündür. Zamanın getirdiği teknolojik gereksinimlerin, an itibariyle mekânı en çok etkileyen faktörler olduğu net anlaşılıyor. Tramvay, taşıt yolu, otopark, çitlerle çevrili yeşil alan, turist otobüs güzergahı ve otobüs bekleme alanı ''sınırlı'' mekânı insanlar açısından ''kullanışsız'' duruma sürüklüyor. Nihayetinde bu mekân, artık bir ''toplanma'' veya ''toplantı'' vasıflarından ziyade, kısa süreli ''geçiş'' kimliğini edinmiş durumdadır. Mekânın kökensel kodlarının morfogenetik uzamları okunarak rekonstitüsyonel tasarım ''çizgileri'' belirlenmeli ve bu metodun gereği olarak ''yaşayanlarının'' tasarım içinde ifadelerine yer verilebilmelidir.
Eleştirel bakış açısı, modernizmin fabrikasyon üretimini frenleyerek, özgün mimari dilin ortaya çıkarılmasında yeni bir yol haritasının geliştirilmesine yardımcı olabilir. Genetik bilimiyle uğraşanlar, DNA sarmalının rekonstrüksiyonunda birkaç adet kodun yeterli olduğunu bilirler. Genetiğin bu alanıyla analoji yaparsak; pencere sövesinin ortaya çıkışı ve insana yararlı sürdürülebilir çizgilerinin tarihsel kodlarının anlaşılmasıyla özgün mimari çizginin yakalanması, modernizmin seri üretim kaygısı ihmal edilerek insan refahına ilişkin temel tutumlarının anlaşılması, ayrıca modernizm süreci içinde fabrikasyon üretimin özgün coğrafi çözümlerinin de dikkate alınması ve o coğrafyanın insanlarının yeni pencereye kaTEŞVİK ÖDÜLÜ, Azat Yalçın
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
51
zandırdıklarının analizi ile 2014 yılında özgün mimari DNA kodlarının yakalanması, geleceğe ışık tutacak kültürel çizgilerin belirlenmesi temel meseledir. Altını çizmek gerekirse, analiz ettiğimiz bu sürecin takibinde, mekânın sadece tek bir detayıyla sarmalın tamamını inşa etmekten, pencere sövesinin veya kamusal mekânda bulunan bir heykelin tek bir parçasından bütünü hakkında fikir sahibi olabilmek ve hatta bu kodlamanın uzamlarını aradığımız morfogenetik rekonstitüsyonel bakış açısıyla ''bugünün'' özgün mimari çizgilerini yakalayabilmekten bahsediyoruz. Bu anlayış ''replika'' değildir; mekânın insana özgü ve özgün mimari dilinin anlaşılması ve yaşatılması, ayrıca kültürel sürdürülebilirlik ve yeniden doğayla kurulacak dengenin inşasıdır. Tüm bunların bağlamında, tek bir insanın mekâna kattığı ve mekânda kendini bulduğu detayların tarihsel-politik-ekonomikgeleneksel-ilişkisel kodlarının anlaşılabilmesi, bugünün ve geleceğin tasarım anlayışının hedefi olduğu artık anlaşılmalıdır.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Azat Yalçın
52
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Savunulan Mekân/Kazanılan Mekân Çiğdem Çoban
İstanbul Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans
Son yıllarda giderek artan AVM’lere karşı kamusal bir parkı sahiplenmek, kullanabilmek istiyorduk... Bir başka yapay ortamın daha oluşmasına izin vermeden, engel olmaya çalışıyorduk kamusal yeşil alanın gaspına. Aslında bir yandan da nefes almak isteyen, belli sınırlar ile çevresi kuşatılan, sorgulama yetisi unutturulan toplumun dili oluyorduk…Tam da böyle bir süreçte, mekânın toplumsal dönüşüm yaratabildiği bir kentsel değerin bel kemiğindeki bir mücadele olduk, büyüdükçe korku saldık ama sadece kent hakkını arayanlardık… Bu ifadeler Gezi Parkı’nda kentsel mekânını savunan, o değeri kaybetme korkusuyla ilk kez bu derece sahiplenen bir gençliğe ait, bu gençliği görmezden gelen, büyük müdahalelerle eritmeye çalışan bir hegemonyanın karşısında duran isyan hareketine ait…
Özellikle son yıllarda sosyal ve toplumsal boyutları düşünülmeden neoliberal bir anlayışla üretilen kentsel dönüşüm planlamaları, bu planlamaların gerçekleşmesiyle ortaya çıkan “neoliberal yaşam tarzları”1 ve merkeziyetçi bir devlet işleyişinin kentsel mekân üzerinde toplumdan bağımsız kararlar alması yoğun bir şekilde gündeme gelmektedir. Gezi Parkı ise, bu kentsel mekân planlamalarına dahil edilmeyen bireyin kent hakkını elde etme ça1
“Her bireyin diğer bireylerle ilişkilerinde şirket gibi davrandığı yaşam tarzıdır. Bu yaşam tarzının oluşması sandığımızdan daha uzun bir zamana yayılıyor. Ve altını çizmek gerekir: Bu yaşam tarzı toplumun kendiliğinden ürettiği bir şey değildir. Kurumların dönüşmeye başlamasıyla yaşam tarzları da bu yönde dönüşmüştür. Burada söz konusu olan özelleştirme değil, devlet kurumlarının birer şirket gibi davranmaya başlamasıdır.” (Laval, 2012)
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Çiğdem Çoban
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
53
basına ve buna yönelik korumaya aldığı alanda kendi kentini yaratmasına sahne olmuştur.
Gezi Parkı sürecindeki toplumsal oluşumun mekânsal boyutu, kentsel mekânın kullanımı üzerine oldukça güçlü ve öğretici örnekler ortaya çıkararak mekânın eylem ve özne ile ilişkisini kuvvetlendirdi. Kentsel mekânın yeni bir düzen anlayışı ile yeniden üretilmesi, kendisi için belirlenen programın ötesinde kullanımlar yaratması ve aynı zamanda politik bir güç simgesi haline gelmesi, toplumun kamusal mekânın varlığını fark etmesini sağladı. Mekânı toplum tarafından bu denli önemli hale getiren etkenlerin neler olduğu sorgulandığında ve güç savaşına, siyasal bir çatışma alanına ev sahipliği yapan kentsel mekânın hikayesi analiz edildiğinde ise, mekânın üretim, deneyimlenme ve dönüşüm süreçleri öne çıkıyor. Mekân nasıl üretiliyor, neler yaşıyor, nasıl dönüşüyor, dönüştürülüyor ve en önemlisi mekân esas anlamını nasıl kazanıyor soruları ortaya çıkıyor. İşleve dayalı mekân tanımları ya da içeriklerle üretilen kamusal/özel mekân anlamını yitiriyor ve mekân kendisini kullanan öznesiyle başka bir boyutta yeniden doğuyor. Mekânın fizikselliğinden öte, belirli bir kullanıcının ya da hiç beklenmedik birey ve grupların mekân içindeki eylem ve devinimden etkilenen, yenilenebilen, dönüşebilen işlevin antitetiği olarak ortaya çıkan olaylarla evrilen özellikleri, mekânı üreten tasarımcıyı bu oluşumların odağı yapmaktadır. Tschumi, mekânı eylem, devinim ve olay olmak üzere üç temel etmen üzerinden tanımladığı mimari anlayışta, olayı programın mekânsal koşullarıyla birlikte bir dizi başka koşulla birleşerek aniden oluşan, yapıyı kuşatan etkinliklerin çarpıştığı özel bir an olarak nitelendirmektedir (Kolatan, 2000). Mekânın fonksiyonundan bağımsız bu özel an, mekânın sınırlarını yok edebildiği gibi, ona yeni anlamlar katarak yeni sınırlar ya da özgürlükler getirebilmektedir.
Özellikle kentsel mekânın statik olmayan yapısı göz önüne alındığında, belli hegemonyalarla üretilmeye çalışılan hayal mekân ile kamusal değeri olan, kamu yararı ve toplumsal adalet arayışı içinde gelişen gerçek mekân arasındaki çatışmalar ön plana çıkmaktadır. Lefebvre’in odaklandığı gündelik yaşam pratiklerini yabancılaştıran, belli kalıplarla metalaştıran hegemonik yaklaşımlar, rant anlamında kullanılmamış ve dolayısıyla yatırımın önemli bir parçası haline gelmiş kentsel mekânları, kentin pazarlama ve markalaşma aracı olarak görmektedir. Tasarımcıyı bu kapsamda, paradoksta bırakan sadece önceden tanımlayamadığı olay örgüsünün dışında, aklın üretimi olan işlev, kurgu ve kavTEŞVİK ÖDÜLÜ, Çiğdem Çoban
54
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
ramsal fikirlerin göz ardı edilmesi ya da başka faktörlerle anlamını yitirmesi olmaktadır. Bu başka faktörler toplumun yaşam tarzını yönlendiren, planlayan ve bu yolla gücünü kanıtlayan siyasi çıkarlardır.
Yaşanacak olana ilişkin belirsizlik bu baskı altındaki kurguyla birlikte büyük uzlaşmazlıklar ve kent için, derin ve uzun süreli zafiyetler meydana getirebilmektedir. Oysa ki, kentsel mekân, mekânsal deneyimi somutlaştırmaya çalışan tasarımcının birçok felsefi ve tarihsel veriyi kullanmasıyla elde edilmektedir. Daha da önemlisi toplumun siyasi ve sosyal dönüşümünün ayrılmaz bir parçası niteliğindedir. Harvey, toplumun ne tür bir kent istediği sorusunun temelinde toplumun doğa ile ilişki, özgür yaşam biçimleri, teknolojiler ve güzel duyu değerleri arzulaması ile yakından ilgili olduğunu belirtirken, tüm bu arayışlarının kentsel mekânı şekillendirmesi gerekliliğini vurgulamaktadır (Harvey, 2013). Çünkü, kentsel mekânın yaratımında insan eyleminin şekillendirici etkisi yok edildiğinde, çizilen sınırlar zorlanmaya, kırılmasa da eğilip bükülmeye, dayatılan dışında başka kullanım biçimlerini ortaya çıkarmaktadır. Bu süreçte, dayatılana direnme halindeki “insan” ve “insan grupları” mekânın düzenini değiştirmekte ve mekân üzerinden önü alınamaz bir deneyim ile başka tanımlar yaratmaktadır. Gezi Parkı, bu türden bir tanımlamayı geçici ve iyi yönde, revir, kütüphane, yeme-içme birimleri, çadır alanları, tartışma podyumları, sahne ve toplanma bölgeleri ile kent içinde yeni bir kent yaratarak en çarpıcı biçimde ortaya koymuştur. Hatta Gezi Parkı’nın da ötesinde apartman girişlerinin direnişçilerin tedavi oldukları ya da saklandıkları mekânlar haline gelmesi, camilerin ve otellerin revir, Gezi Parkı olayları sonrasında parkların forum olarak kullanılması mekânın kullanıcının etkisinde yeni işlevler kazandığı bir ortam yaratmıştır. Bu bağlamda, insanın mekânla etkileşimi, mekânı algısı ve yorumlaması o kadar güçlüdür ki, birey mekânın dönüşümünde gerçek kimliğinden bağımsız toplumsal bir mücadelenin parçası haline gelir. Tam da böyle bir direniş hikayesinde, mekân pasif bir kullanım alanı yaratmaktan çok birey ve grupların kendini belli bir amaçla yeniden ürettiği aktif bir zemin yaratmaktadır.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Çiğdem Çoban
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
Gezi Parkı Krokisi (Ertaş, 2013).
55
1 Revir/yeme/içme, 2 Yeme/içme, 3 Mutfak, 4 Revir, 5 Yeme/içme 6 Koordinasyon/yeme/içme 7 Eczane/yeme/içme/giysi 8 Yeme/içme, 9 Doktor/eczane 10 Yeme/içme, 11 Yeme/içme/giysi 12 Koordinasyon/basınla ilişki 13 Yeme/içme/sağlık, 14 Kütüphane
Kentsel mekânın bireye toplanma, sosyalleşme, diğer bireylerle iletişime geçebilme, kenti nefes alabileceği bir boşluktan izleyebilme fırsatlarını vermesi, küreselleşme ile internet üzerinden gelişen sosyalleşmeye rağmen yok olmamıştır. Bireyin sosyal çevre anlayışının sanal bir medyaya taşınması, gerçek bir kentsel mekândaki paylaşımları desteklemesi mümkün gözükmez iken, Gezi Parkı bu bağlamda sanal medyanın fiilen mücadeleyi yaratan ve ivmelendiren niteliği ile ayrışmış ve hatta gerçek toplumsal ilişkilerin önemini vurgulamıştır. Birey, gerçek hayatta ulaşamadığı demokratik düzeni ve düşünce özgürlüğünü sosyal medyada en üst düzeyde gerçekleştirebilmiştir. Üstelik sosyal medyanın insanları yalnızlaştıran etkisi Gezi Parkı sürecinde bireyin kendisiyle aynı düşünceyi paylaşan insanlarla platformlar, etkinlikler ve gruplar kurması ile tam tersi bir durum kazanmış olup bireyi sosyalleştirmiş ve bir birliktelik ortamına yönlendirmiştir. Bu kolektif ortam Lefebvre’in “ideolojik bir kitle kültürü tarafından cesaretlendirilmiş bir kaçış alanı” (Lefebvre, 1998) olarak gördüğü gündelik hayatın medyatik etkilerle baştan çıkarılmış ve koşullandırılmış yapısına bir karşı koyma içermektedir.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Çiğdem Çoban
56
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Kentin belli göstergeler üzerinden algılandığı gündelik yaşamda, kentsel mekân siyasi gücün kendini ifade amaçlı kullandığı maddi bir zemin olmuştur. Bir kentin büyümesine, gelişmesine karşı gelmek olarak algılanan park işlevini savunma ve toplumun park mekânını kendi kaygılarıyla üretme çabası, neoliberal anlayışın tam karşıtı bir konumda yer alıp tamamen zıt bir mekân üretim biçimi yaratmıştır. Çünkü neoliberal anlayış ne pahasına olursa olsun büyümeyi sağlamak için Lefebvre’in söylemindeki gibi “mekânı işgal etme ve yeni bir mekân üretme” (Gottdiener, 2001) araçlarını kullanırken, toplumsal mekân üretiminde ise, tasarlanmış mekânın potansiyelini kullanma, mekânın varlığını sürdürme ve bir parçası olma çabası mevcuttur. Bütün bu mekânın tasarımlanma, var olma, dönüştürülme, dönüştürülmeye karşı direnme ve tekrar üretilme, anlamlanma ya da anlamını kaybetme süreçleri canlı bir mekanizmanın tepkileri ve kendini yenilemesi gibidir. Odak noktası onu planlayan, organize eden, belli amaç ve öğretilerle tanımlayan tasarımcı iken, zaman içinde mekânı kullanan birey ve topluma doğru evrilmeye başlar, evrilirken bazen kaybeder, kötüye kullanılır, araç olur ve parçalanır, bazen ise yeniden birleştirilir ve yeni kullanımlar kazanır. Tasarımcının tahayyül ettiği ve hayata geçirebildiği mekân, sadece kendini değiştirmekle kalmaz, daha iyi bir yaşam için direnen toplumu da değiştirir, bireyin yaşam tarzını da değiştirir. İşte bu noktada kentsel mekân, merkeziyetçi politikanın belirlediği, sınırlandırdığı ve belli kalıplara hapsettiği bir yaşam tarzı sunuyor ise, kent ile toplum arasındaki bir zincir daha kırılmış demektir. Ve bu yok edilen bağların, kırılan zincirlerin toplum üzerindeki hasarları oldukça derin ve geri dönüşümü hem mekânsal hem de toplumsal olarak zordur.
Kaynakça
Başaran, Ezgi, 2012, “Felsefeci Pierre Dardot ve Sosyoloji Profesörü Christian Laval ile Neoliberalizm Sohbeti”, Kasım, Alındığı tarih: http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ezgi_basaran/neoliberal_hukumet_vatandasina_santaj_yapar-1107505. Ertaş, Hülya, 2013, “Gezi Parkı Krokisi”, XXI Dergisi, 121. Sayı, sf: 26.
Gottdiener, Mark, 2001 “Mekân Kuramı Üzerine Tartışma: Kentsel Praksise Doğru”, Praksis, Sayı: 2, sf: 248-269.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Çiğdem Çoban
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
57
Harvey, David, 2013, “David Harvey ile Röportaj: Kentsel Mekân Mücadeleleri Neden Önemlidir?”, Alındığı site: http://www.sendika.org/2013/11/david-harvey-ile-roportajkentsel-mekân-mucadeleleri-neden-onemlidir/, Kasım.
Kolatan, Şulan, 2000, “Tschumi ile Konuşma”, Alındığı site: http://www.boyutpedia.com/default~ID~913~aID~7840~link~tschumi_ile_konusma.html.
Lefebvre, Henri, 1998, Modern Dünyada Gündelik Hayat, çev: Işın Gürbüz, Metis Yayınları, İstanbul.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Çiğdem Çoban
58
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Toplumlar Nasıl Anımsar? Eda Yeyman
İstanbul Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans
“Bireysel bellek gibi kalıcı ve sabit olmayan toplumsal hafıza, her zaman için yeniden kurmalara tabidir. Toplumsal, sosyal bir olgu olarak toplumsal hafızayı etkileyen ʻhatırlama kültürüʼ toplumsal hafızayı biçimlendirir ve yönlendirir. Hatırlamak ve hatırlatmak biçiminde ortaya çıkan hatırlama kültürü, duygudaşlığa dayalı ulusun prototipini ortaya koyar. Yani topluluğa ruhunu veren bellekle ilgilidir. Topluluğun ruhu ise, nelerin unutulmaması gerektiği sorusuna cevap verir. Cevap, grubun öz imgesini ve kimliğini belirleyecektir” (Huyssen,1999)[1].
Mekân, her zaman boşluğun fiziksel bir yapı kullanılarak oluştuğu ve deneyimlendiği bir yer değildir. ”Mekân toplumsal olarak üretilir. Birey, toplumsal mekânda ʻfarklı bir şeyiʼ olanaklı kılmak ister. Bu ʻfarklı şeyʼin bilinçli bir plandan doğmuş olması şart değildir; insanların salt yapıp ettikleri, hissettikleri, duyumsadıkları ve gündelik yaşamlarındaki anlam arayışının parçası olarak ifade ettikleri şeylerden doğar” (Lefebvre, 1991)[2]. Böyle bir tahayyülle, kişi mekânı deneyimlerken kendi özgün algısını oluşturmak ister. Çıkarları doğrultusunda verili mekânı yeniden şekillendirmek, mekânı dönüştürmek ister. Mekân, dönüşebildiği ölçüde kullanıcısıyla monologtan öte bir diyalog kurar. Mekânın toplumla kurduğu dinamik ilişki kentsel hayatın geçtiği kamusal mekânlarda daha görünür haldedir. “Kamusal mekânı da kamusal kılan zaten budur. Orada bize buyrulmayanı, dıştan dayatılmayanı, otoritenin belirlemediğini yapma imkânı vardır veya olmalıdır. Kamusal mekân konusunu tüm veçheleriyle geniş bir kapsamda ele almak, onu toplumsal, ekonomik ve siyasi bağlamlarından koparmamak gerekmektedir” (Uğur Tanyeli, 2011)[3]. TEŞVİK ÖDÜLÜ, Eda Yeyman
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
59
Kamusal mekân, durağan olmayan ilişkiler tarafından sürekli olarak üretilirken bir yandan da bir şeyleri gösterme ve anlamlandırma, oturduğu bağlamının toplumsal pratiklerine dair ipucu verme görevi üstlenir. “Kentin yapım süreci, yeniden tanımladığı iktidar ilişkileri, toplumsal bünye ve diğer ilişki biçimleri ile örüntülü ve temel bir ʻhükmetme haliʼ olarak değil, ʻçok biçimli bir hükmetme ilişkileri üretimiʼ olarak ele alınır” Foucault (2003)[4].
Mekân bir ilişkiler bütünü olarak görülür. Otorite, kentli üzerinde hakimiyet kurma telaşı içinde çok tarifli mekânlar üretir. Kullanıcı, bu tarife müdahale etmek ve mekânı kendi kentsel pratiklerine uydurmak ister. Kullanıcı ve otorite arasındaki gerilim ve kopukluk kamusal alanlarda daha baskındır. Gerilim sayesinde, mekân yeniden oluşur, tamamen devletin ürettiği şekilde çalışır durumda olmaktan çıkar. Kullanıcı sürekli olarak mekâna müdahale eder, kendine yer açar. Bu şekilde aslında mekân iki kere üretilmiş olur; otorite tarafından belirlenen şekliyle fiziksel olarak inşa edilirken ve kullanıcısı tarafından deneyimlenirken. Deneyim, otoriteyle sürtüşmenin maksimum halini gösterir, mekânın esneme/dönüşme sınırını belirler, mekânın nasıl değişebileceğine dair alternatifler üretir. Kullanıcı (birey) tarafından müdahale edilmiş ve değişmiş mekân artık hakim pratikler karşısında direnişleri ve ortaya çıkan bireysel ve kolektif ihlal biçimlerini kapsamaktadır. Aslında birey, toplumsal senaryolara alternatif kodlar eklemek suretiyle kendi bireysel deneyimini oluşturmanın yanı sıra, bu deneyimle ortaya çıkması muhtemel kolektif yaşam alanlarını da gösterir. Mekân, bireysel ve kolektif olarak anlamlandırılma aralığında yer’e dönüşür. “Nesnel değeriyle ortaya koyulan ʻmekânʼ olgusunun karşısında ʻyerʼ olgusu daha öznel bir gerçekliğin altını çizer; yer sessiz, sakin, suskun mekânın dillenmesidir” (De Certeu, 2009)[5]. Mekân bireysel kodlar üretebilirse yer haline gelir.
Birey, tekil öyküsel örüntülerle yerʼi kendine göre anlamlandırırken, toplumsal kodlardan ve yerin toplumsal olarak ifade ettiğinden kopuk bir anlam üretmiş değildir. Sadece mekânın ürettiği çoklu anlam katmanlarından kendine uygun olanı seçmiş, kendi deneyimine uyarlamıştır. Öyleyse mekânın anlamlanarak yere dönüşmesinde mekânın toplumsal bellekteki yeri kritiktir.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Eda Yeyman
60
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
“Kentsel mekânın üzerinde uçuşan, asılı duran, yoğun bir sise benzer bu türetilmiş anlamlar coğrafyası kentsel işgal kurgusunu üçlü bir simgesel mekanizmaya bağlar: Düş (ilkel olan), bellek (hatırlanan, anılan) ve efsane (inanılabilir olan)” De Certeu (2009)[5].
Yani mekânın üretilmesi/deneyimlenmesi bellekten ayrı düşünülemez, çünkü bellek, mekânın muğlak haliyle sunduğu farklı netlikler arasından seçim yapabilmeyi ve mekânı anlamlandırabilmeyi sağlar. Kullanıcı, mekânla her karşılaştığında mekâna dair oluşturduğu kurgusal bellek ve özgün algısıyla mekânın yeni anlamlarını keşfeder ve ona yeni anlamlar yükler. “Bellek, her ne kadar kimi zaman bireysel bir hatırlamaya referans verse de, her zaman sosyal kodlara göre oluşur. Bellek, toplum tarafından üretilen kolektif bir oluşumdur. Halbwachsʼın toplumsal hafıza kavramlaştırmasına göre, algılar ne kadar kişisel olursa olsun, anılar toplumsal değerler dâhilinde hatırlanabilmektedir” (1992)[6]. Kişi, toplumsal unsurlardan çıkardığı detaylarla bireysel hafızasını oluşturmaktadır. Toplumsal değerler, kamusal alanlarda belirlenir, bu alanlarda toplumsal hafıza oluşur. Bu yüzden geçmiş, bugün ve gelecek arasında kurulan ilişki için kamusal alanlar bağlayıcı noktalardır. Dolayısıyla, bu alanlar kentler için kimlik kurucu noktalar olmanın ötesinde, toplumun kolektif belleğini ve kentlilik bilincini yansıtırlar. Gezi Parkı’nın önemi de buradan gelir. Toplumsal bir örgütlenmenin sonucu olarak Gezi Parkı’nın mekânsal deneyimi değişmiş, kent kimliğinde önceden hiç ifade etmediği yeni bir anlam ifade etmeye başlamıştır. Bu değişim, toplumun kolektif belleğinde ve toplumun sürekliliğinde nasıl bir rol oynar? Kamusal alan aslında daha önce bahsedilen şekilde sürekli dönüşür ve değişir. Mekânla bireysel çatışmalar, daha sonra uzlaşmaya ve sonra yeniden şekillenen koşullara göre tekrar çatışmaya dönüşür. Bu süreç, sıralı, alışılageldik ve monotondur ve o yere dair belleği oluşturur. Ancak Gezi’deki durum bambaşkadır. Peki böylesine radikal bir değişim, kolektif bellekte nasıl bir kopukluğa sebep olur? Daha da ötesi, bu kopukluk mekânın uzlaşma-çatışma döngüsüne (sürecine) nasıl etki eder? Mekânın tekrar anlamlanması ve sürekliliğini koruması nasıl mümkün olacak, yeniden anlamlandığında neler değişecektir? Aslında Gezi bu anlamda dönüşümünü tamamlamamış, kent kimliğindeki yeni edindiği yer, henüz anlamlar karmaşasından çıkamamıştır. Çünkü olaylar sakinleşse de Gezi’deki uzlaşma ve çatışma hâlâ bitmemiş, içinden çıkılmamış, daha da önemlisi Gezi’yle hesaplaşma henüz gerçekleşmemiştir. Hesaplaşma olana dek de, geçmişle kurulan ilişki TEŞVİK ÖDÜLÜ, Eda Yeyman
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
61
taraflı olur. Kişi mekâna dair birçok değeri, anıyı karmaşık bir biçimde bir arada tanımlar. Belleğin çok katmanlı yapısı içindeki katmanların kendine özgü bir ilişki zinciri olduğunu ve önemli olanın bu zincirlerin sürekliliği içinde dönüşümünü gözlemek olduğunu farkedemez. Bireysel anlam kopuklukları kolektif belleğin sürekliliğini de zedeler. “Kentlerin dönüşüm dönemleri o kentlerde kalıcı izler bırakır. Katmanların iyi korunması, bu izlerin takibine ve kentsel mekânın, kentin belleğini nasıl şekillendirildiğinin anlaşılmasına olanak sağlar” (Bilsel, 2004) [6]. Bu yüzden bu tür radikal değişimlerin yarattığı kopukluktan sonra, hesaplaşma gerçekleştiğinde mekânın tekrar nasıl ele alınacağı, geçmişiyle nasıl birleşeceği ve sürekliliğini koruyacağı kritiktir.
Zaman faktörü işin içine girdiğinde ise, Gezi artık bambaşka bir boyuttadır; artık ne mekânʼı ne de yerʼi ifade eder, artık uzamʼdır. “Uzam, bir sözcük dile geldiğinde neyse odur; yani bir şeyin gerçekleştirilmesi esnasında oluşan belirsizlikte kavranan, pek çok sözleşmeyi ortaya koyan bir terime dönüşen, bir mevcudiyetin ya da bir zamanın eylemi olarak ortaya konulan ve birbiri ardına gelişen komşulukların neden olduğu dönüşümlerle değişen sözcük ne ise odur. Yerden farklı olarak, uzam belli bir ʻözlüğünʼ ne tek yönlülüğünü ne de durağanlığını taşır. Uzam, hareketliliklerin kesişim noktasıdır. Kısacası uzam uygulanan bir yerdir. Dolayısıyla anlatılar, sürekli olarak, yerleri uzamlara ya da uzamları yerlere dönüştüren bir iş gerçekleştirirler” (De Certeu, 2009)[5].
Gezi’nin bireylerle kurduğu taraflı ilişkisi, kopukluğu ve bitmemişliği, aslında üzerinden çok az zaman geçtiği için çok normal bir durumdur. Önemli olan zaman içinde Gezi tekrar ele alınırken ve Gezi olayları yeniden yazılırken kolektif hafızada nasıl yer edineceği, bireysel anıların ne kadar dönüşerek bu kolektiflikte yer bulacağıdır. Çünkü, Halbwachs’ın da ortaya koyduğu gibi, “kolektif hafızada, geçmişin nesnel bir şekilde muhafazası değil, toplumun yeniden inşa ettiği şekilde canlanması söz konusudur”[7]. Bu yüzden yeniden inşa zamanındaki toplumsal değerler, hatırlama kültürüne etki edebilir, değerlendirme kriterleri değişebilir ya da ‘yeniden inşa’ otorite tarafından manipüle edilebilir. “Bodemannʼa göre, kolektif hafızada, geçmişin bir seyirci topluluğunun önünde sergilenen temsili söz konusudur. Bu nedenle kolektif hafıza, sabit ve değişmez değildir; aksine bir mücadele alanı olarak toplumsal süreçlere bağlıdır. Kolektif hafıza, geçmişe dair hatıraların toplamını değil; geçmişle ilişkinin belirlenmesini ya da yeniden belirlenmesini ifade ettiğine göre, hatırlama da, her zaman belli amaçlar için harekete geçirilen bir süreç olma özelliğine sahiptir”[7]. Yani nasıl ki mekânı oluşturan otorite, mekân deneyimini TEŞVİK ÖDÜLÜ, Eda Yeyman
62
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
tarifliyor ve kullanıcı bu tarife göre mekâna müdahale edebiliyorsa, bunun tersi de mümkündür; otorite, geçmişin yeniden sunumuna müdahale edebilir, bireyin ve toplumun deneyimini farklı sunabilir. Belleğe bir stratejiler bütünü olarak yaklaşıp, tek bir anlatıyı (kendi anlatısını) meşrulaştırmaya, bu anlatıyı hakim tarihsel anlatıya çevirmeye ve kolektif hafıza olarak belirlemeye çalışabilir. Bu durumda aslında Gezi olaylarındaki uzlaşma ve çatışmanın sadece mekânsal boyutundan çıktığını, ancak bu sürecin Gezi’nin yeniden ele alınmasına ve geçmiş olana dek devam edeceğini söyleyebiliriz. Kopukluktan yararlanan otoritenin, tüm toplumsal süreçleri ve olayları Gezi’ye bağlayarak Gezi’ye dair gerçeğinden farklı bir hatırlama kültürü oluşturması olasıdır. Nora’nın dediği gibi, “hafıza içerikten çok bir çerçevedir; her zaman elde bulunan bir koz, bir stratejiler bütünü, varlığından çok kullanılma biçimiyle değer taşıyan bir olgudur. Kısacası kollektif hatırlama her zaman siyasî nitelik taşır”[7]. Bu yüzden fark edilmesi gereken, olaylardan zamansal olarak yeterince uzaklaşmadan, bitmemiş bir olaya dair bir yargıya varma ve anlam bütünlüğüne ulaşmanın çok da mümkün olmadığı, Gezi’ye bakarak bir mekân dönüşümüne ve sosyal örgütlenmeye dair bir formülizasyonun yapılamayacağıdır. Çünkü Gezi, tarih yazılırken, yeniden yüzleşeceğimiz ve hâlâ içinde olduğumuz uzlaşmaların, çatışmaların devam ettiği, bireysel bellekten henüz çıkamamış, devam eden bir süreç olarak karşımızdadır. Tekrar ele alınana kadar Gezi, geçmiş izleri üzerinden türeyen her bir hikaye için, onu deneyimleyenin özgün bir anlam üretmesine ve kendi gerçekliğinden sapmaya çok imkânlı duruyor, bu yüzden ‘şimdiden’ Gezi’yi mekân olarak çözümlemek çok da gerçekçi bir yaklaşım olmuyor.
Kaynakça
[1] Çeviker, L., 2009. Şiddet ve Toplumsal Hafıza, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Anabilim Dalı, Ankara, s.33-35. [2] Lefebvre H., 1991. Production of Space, Backwell, USA, s. 90.
[3] Tanyeli, U., 2011. Rüya, İnşa, İtiraz-Mimari Eleştiri Metinleri, Boyut Yayınları,İstanbul, s. 365-368
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Eda Yeyman
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
63
[4] Foucault, M., 2003. “İktidar ve Bilgi”, İktidarın Gözü, (çev. I. Ergüden), Ayrıntı Yayınları, İstanbul. [5] De Certeau, M., 2009. Gündelik Hayatın Keşfi 2, Dost Yayınları, Ankara, s. 55, 227230.
[6] Çaylak, I., 2012. Şiddet ve Toplumsal Hafıza, Yüksek Lisans Tezi, Tasarım+ Kuram, sayı 13, s. 34-37
[7] Sancar, M. (2006) “Geçmişle Yüzleşme: Bir Adalet ve Özgürleşme Sorunu”, Birikim, sayı 211
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Eda Yeyman
64
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Dayatma ve Kabullenme Elif Gizem Akıllı
Dokuz Eylül Üniversitesi, Lisans
ʻʻOyuncu kalenin nerede olduğunu bilmekten ziyade yaşayarak anlar. Zihin oyun sahasında ikamet etmez, ʻbilenʼ bir beden sahada ikamet ederʼʼ. 1 Çağımızda en çok yapılan eylemlerden birisi de bireylerin aradıkları hisleri nesnelerde bulma çabası, hayali durumları somutlaştırmalarıdır. Bu eylemler beden mekanizmasına o kadar çok nüfus etmişlerdir ki; bireyler de yaşamı bu şekilde kabullenmişlerdir... Meraksızlık, sorgulamamak, ne istediğini bilmeden yaşamak. Belli ideolojileri benimsemek. Ve sadece yaşamak... Düşünmemek, yorulmamak... Peki bu durum yaşamak mıdır?
Günlük yaşamda bireylerin duyuları belli seviyeler arasındadır. Günlük rutin devam eder; insanlarla konuşulur, belli mekânlar kullanılır, belli yollardan yürünür. Aşırı his durumlarında (sevinç, ağlama, heyecanlanma) duyu mekanizması değişir. Bu değişim bireyler arası iletişimi etkiler. Mekânların daha farklı kullanılması veya başka mekânlar kullanılmasını sağlar: Sinirli olma durumunda eşyaları kırmak, odayı dağıtmak. Sevinçleyken yatakta zıplamak... Korkunca masanın altına saklanmak... 1
Richard Lang, 1982, ‘The dwelling door: Towards a phenomenology of transition’, David Seamon ve Robert Mugeraurer, Dwelling, Place & Environment içinde, Columbia University Press , New York, s. 202.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Elif Gizem Akıllı
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
2
“Foucault, çevrenin insan davranışlarını belirlediğini savunmamaktadır. Rabinow ve Wrightʼın derginin bu sayısındaki söyleşinin önsözünde... belirttikleri gibi, Foucault için mekân güç ve bilgiyle ilgili söylemlerin gerçek güç ilişkilerine dönüştüğü yerdir”. 4
65
3
Foucault 18. yüzyıldan itibaren iktidarın mekânlar aracılıyla gücünü göstermeye başladığını düşünüyor. Gücü simgeleyen yapılarla halk üzerindeki egemenlikte baskınlığını koruyor. Görme duyusunu önemseyen ve sadece görsel iletişime olanak sağlayan mekânlar yapılıyor. Bireyler bu mekânları kullanmıyorlar ya da nasıl kullanacaklarını bilmiyorlar. Görsel zenginliğin yeterli olacağı düşünülüyor. İlk karşılaşma da görsellik önemlidir. Fakat gündelik yaşam pratiklerinde daha başka duyular devreye giriyor. Başka mekânlara ihtiyaç duyuluyor. Birey olarak değil de toplum olarak da yoğun duygu durumları yaşanabiliyor. Bu zamanlarda davranışlar değişiyor ve farklı mekân arayışları oluyor. Geçmişi çok fazla olan, günümüzde neden yapıldığını hâlâ anlayamadığımız mekânlar kullanılır oluyor.
2
Michelle Henninger, 2012 http://michellehenninger.blogspot.com.tr/2012_04_01_archive.html
4
Paul Rabinow, 1984 “Michel Foucault ile söyleşi: Mekân, Bilgi ve Erk”, çev. Mehmet Adam, Mimarlık, sayı 206, s. 12
3
Punch, or the London Charivari, Vol. 105, 1893
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Elif Gizem Akıllı
66
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Bu mekânlar neden kullanıldı?
İstanbul, 2013 Kamusal mekânların kullanılması, mekânlarla yapılan ilk deneyim .
5
6
Siena, 2012 Piazza del Campo günün her saatinde insanları kendine çeker.
Meydanlar, amfitiyatrolar, parkların kullanımı son bir yılda artmış ve bir çok mekân ilk defa kullanılmıştır. Çok farklı kitleleri bir arada görmek, bireyler arasında ortak fikirlerin oluşması toplumu şaşırtmıştır. Mekânları kullanabilir kılan neden temel hislerdir. Her insanın doğuştan benimsediği ve yaşamında yer verdiği kavramlardır; paylaşım, birliktelik, desteklemek, yardımlaşmak. Bu kavramların yaşanabildiği mekânlar yüzyıllardır yapılmaktadır. Günlük yaşamda ise artık başka kavramlar öncelikli oluyor ve bu mekânların kullanımı azalıyor. Yaşam koşulları insanları sindiriyor.
Bilgisayarların, telefonların kullanım amaçları giderek artmaktadır. Birey ve teknoloji arasındaki bağımlılık güçleniyor. Bireyler tüm duyularını doğrudan yaşamak yerine, ara elemanlar aracılığıyla yaşamayı tercih ediyorlar. Konuşmalar, tartışmalar, paylaşımlar yaşanıyor. Taraflar oluşuyor, fikirler üretiliyor. İnsanlar temel hislerini yaşamaya devam ediyorlar; mekânlar arasına ara elemanlar eklense de, doğrudan iletişim olmasa da. Sokak kavramının yok olduğu, kamusal alanların görsellikten öteye gidemediği yaşamda insanlar teknolojiye bağlı oluyorlar. Sanal dünyada istedikleri yaşamı yaşamaya çalışı5 6
Abbasağa Parkı, İstanbul, 2013 http://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_mv=a&aid=31694
Piazza del Campo, Siena, 2012. Fotoğraf yazar tarafından çekilmiştir
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Elif Gizem Akıllı
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
67
yorlar. Sanal mekânların oluşması kaçınılmaz bir durumdur. Kentlerdeki yaşam mekânları azaldıkça insanlar sanal mekânlara yöneliyorlar.
Kavramlar ve Dönemler
İnsanların yaşadıkları, hayat kavramlarını nasıl algılayacaklarını belirler. Geçmiş yeni ile karşılaşmada etkilidir. Yeni hep kıyaslanır, önyargılar oluşturulur. Uzlaşma sözcüğü farklı yaşamlar süren iki birey için farklı anlamlarda algılanır. X : Benzer görüşteki insanların aralarındaki pürüzleri yok etmesi, daha bütüncül olmak. Y : Başkası için bir durumdan taviz vermek. Durumu kabullenmek.
İnsanlar farklı algılıyor fakat farklı davranmıyorlar. İnsanlar hep aynı davranıyorlar. Farklılık düşünce olarak beğenilse de eyleme dönüşemiyor. Aslında çok göreceli bir kavram; aranıyor ama istenmiyor. Zaman ilerliyor, yaşantı da insanlar da değişiyor. Farklılaşmak gerekiyor. Farklı düşünmek, tasarlamak, yaşamak gerekiyor. Dönemin mekânı diye nitelendirilen mekânlar yapılmamalı. Devasa güç, görsellik şöleni için değil, insan için mekânlar tasarlanmalı. Temel duyular ile yaşantının kesiştiği mekânlar yapılmalı. Yapılan mekânların yüzyıllarca kalması gerekmiyor. Eklemelere, dönüşümlere açık mekânlar yapılmalı. Kullanıcılar değiştiği için mekânlarda da değişim yapılması, olması gereken bir durumdur. Kamusal alanlar halkındır. Bu alanların süslemelerden arınması gerekiyor. Bir mekânın kamusal olması için sadece görsellik yeterli midir?
Aitlik
Kentlerdeki kamusal mekânların kullanım yoğunluğu bölgelere göre değişiklik gösteriyor. Yeni yapılan veya yeniden düzenlenen mekânların bireyler tarafından tercih edilme oranı çok az miktarda. Belli bir geçmişe sahip, manevi olarak değeri olan mekânların kullanım oranı ise daha fazla oluyor. Kullanım oranının fazla olmasının nedeni nelerdir?
Bireylerin belleklerinde bu mekânların önemi vardır. Geçmişteki yaşanmışlıklar, birikimler, alışkanlıklar mekân ile birey arasındaki bağlılığın temel unsurlarıdır. Bu mekânlarda çok TEŞVİK ÖDÜLÜ, Elif Gizem Akıllı
68
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
yeni olma, konforluluk yoktur. Paylaşım, birlik olma, dayanışma gibi kavramların yaşandığı mekânlardır.
Kent düzenlemelerinde belli kalıplaşmış mekânlar her yere yapılmaktadır. Uygulanan yer köy de olabiliyor ya da bir şehrin merkezi de olabiliyor. Oysa her bölgenin ihtiyacı farklıdır. İhtiyaçlar aynı olsa bile uygulama biçimi farklılık göstermelidir. Farklılık gösterilmediğinde yapılan mekâna kullanıcılar uyum sağlayamıyor.
Köyler üzerine inceleme
Modernleşme hevesi kentlerde olduğu kadar köylerde de etkisini sürdürüyor. Yollar değişiyor, kaldırımlar ekleniyor, meydanlar yapılıyor. Meydanlara havuzlar, banklar, çocuk parkları ekleniyor. Peki ne kadar kullanılıyor? İnsanlar bu alanları kullanmak istiyorlar mı? Köyde yaşayan insanların yapılan yenilikleri kullanmadığı gözlemleniyor. Yenileme istiyorlar ama isteme sebepleri görsellikte sınırlı kalıyor. Köylere çocuklar için parklar yapılıyor. Kentlerdeki düzen olduğu gibi köylerde de uygulanıyor. Köyde yaşayan çocuklar ise parkları kullanmıyorlar, çünkü onlar zaten kendi oyun alanlarını oluşturmuşlar. Eski eşyalar, ağaç dalları ile kendi mekânlarını yaratıyorlar. Bu iki farklı mekân birleşemiyor. Bir kişi yeni mekânlar yapıyor, diğer bir kişi ise alışmış olduğu mekân kurgusunu sürdürüyor. Yan yana ama birbirlerine yabancı mekânlar çoğalıyor.
Nebiler Köyü, 2013, Köylerdeki boş parklar 7
8
7
Nea Smyrni, 2013, Park yerine, duvarlarla oynamak
Nebiler Köyü, İzmir, 2013. Fotoğraf yazar tarafından çekilmiştir.
Nea Smyrni, Yunanistan, 2013. Fotoğraf yazar tarafından çekilmiştir.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Elif Gizem Akıllı
8
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
69
Sahil bölgeleri için inceleme
Sahil bölgelerinde yapılan düzenlemelerin büyük bir çoğunluğu ikamet edenler için değil, tatile gelen insanlar içindir. Bu mekânlar yaz mevsimi düşünülerek yapılır. Yaz aylarında belli bir kitle bu mekânlara gelir. Kışın ise kullanıcı oranı azalır. Bölgeye yerleşmiş insanlar yaz veya kış mevsimlerinde ‘yaz mekânlarını’ nı kullanmayı tercih etmezler. Ama bu mekânlar yaşayanları mutlu eder, çünkü ‘dışarıdan güzel gözüküyor’ diye düşünürler.
Ildırı, 2013 Yaz aylarında çok kullanılan mekânların, kış aylarındaki durumu
9
Sirk / festival alanlarının incelenmesi
9
10
10
Bu alanlarda sürekli bir değişim yaşanmaktadır. Mekânların biçimlenmesi, kullanıcı özellikleri, kullanım süresi farklılık gösterir. Kamusal / yarıkamusal olan bu alanlara çok sayıda kullanıcı gelir, uzun süre bu mekânlarda kalır. Sirk / festival alanlarının kalıcılık gibi amaçları yoktur. Belli bir süre için tasarlanırlar. Kitlelerin isteğine göre süre uzayabilir veya kısalabilir. Benzer beklentileri olan, paylaşımcı, kalabalığı tercih eden insanlar bu mekânlara gelirler. Kısa süreli mekân değişimi birey psikolojisini olumlu yönde etkiler.
Ildırı, İzmir, 2013. Fotoğraf yazar tarafından çekilmiştir.
Setting Up Circus Tent-Circus Knie, Lawrence Migdale, İngiltere, 1976 http://www.geh.org/ne/str085/htmlsrc4/m197700190001_ful.html
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Elif Gizem Akıllı
70
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Sirk yapım süreci
Mimarlar bir mekân tasarlarken büyük oranda ‘kalıcılık’ kavramını düşünüyor. Yüzyıllarca o mekânın kalmasını düşünmek veya görselliğin önemsenmesi ile başka mekânlar ortaya çıkıyor. Bireyler ve mekânlar arasında yabancılaşma oluyor. Mekânların yer ile kurduğu ilişki birey-mekân ilişkisini de belirler. Bu ilişkiye zaman dahil edildiğinde ise aitlik kavramı değişir. Alışkanlık başlar. “Mimaride de bir nesne vardır, yapı. O bir mimar tarafından tasarımlandığında, sanal varoluşa kavuşur. İnşa edilince maddi varoluşa kavuşur. Fakat mimarinin mevcut olduğu anlamına gelmez. Yazılmış ama hiç konuşulmadan çekmecede bekleyen bir konuşma gibidir. Yapı, -yalnızca tek bir an için değil- uzun bir estetik ve entelektüel görsel çalışmadan sonra onaylandıysa ve kullanıcı yapının tamamına kendisini yakın ve evde gibi duyumsuyorsa, bir yapıdır. “Peki, mimarinin mevcudiyetinin koşulları nelerdir?’’11
Mekân kavramı tartışmalar, üstünlük kurma çabaları arasında anlamını yitiriyor. Günümüzde söylem ile inşa arasında ilişki kurmak imkânsızlaştı. Mekânlar başka amaçlar için yapılır oldular. İnsan-mekân arasında etkileşim oluşturmayan mekânlar silsilesi oluştu. Artık insanlar günlük yaşamda; kamusal mekânlar yerine sanal mekânları tercih ediyorlar.
“Zaman ve mekân düşünce kategorileri olarak; aynı şekilde herhangi bir maddesellikten yoksun saf fiziksel varlıklar olarak tasarlanabilirler. Bu tasarımları kabul etmek zaman ve mekânın şekillendirilemez olduğunu kabul etmektir. Nesnelerin dış biçimine somut müdahale olmadan şekil verilemez. Bu diğer yönden, şeylerin zaman ve mekânda varlığını tasarlayamazsınız ama onları zaman ve mekâna sahip varlıklar olarak tasarlamalısınız demektir. Bir şey mekânda basitçe var olmaz ama mekânı kendi içinden geliştirir; bir şey zaman içinde var olmaz, zamanı cisimleştirir.’’ 12
11
12
Eduard Fuehr, 2005, Mimarlığın Mevcudiyeti, çev. Dr. Enver Orman, Zaman-mekân, İstanbul, s. 42. a.g.e, s. 44.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Elif Gizem Akıllı
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
71
Kaynakça
Pallasmaa, Juhani, 2011, Tenin Gözleri, çev. Aziz Ufuk Kılıç, Yapı-Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul. Berger, John, 2011, Görme Biçimleri, Metis Yayınları, İstanbul.
Foucault, Michel, 1987, Söylemin Düzeni, çev. Turhan Ilgaz, Hil Yayınları, İstanbul.
Calvino, Italo, 2008, Klasikler Niçin Okunmalı?, çev. Kemal Atakay, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. Fuehr, Eduard, 2005, Mimarlığın Mevcudiyeti, http://www.tu-cottbus.de/theoriederarchitektur/Lehrstuhl/deu/fuehr/Fuehr_MimarliginMevcudiyeti.pdf.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Elif Gizem Akıllı
72
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Eşikte Olma Hali… Esra Yılmaz
İstanbul Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans
Mekân salt mimari unsurları değil, bundan çok daha karmaşık, bir bütünlüğü; felsefi, sosyolojik, tarihsel, psikolojik, coğrafik, sosyo-ekonomik ve hatta metafizik gibi derinlikli konuları kapsar, soyut ve somutu birlikte barındırır, herhangi bir yer olduğu kadar hiçbir yerde olmayabilir. Mekânın fizikselliği kimi zaman abartılır; tasarımcı mekânı kendine ait hisseder, ona hükmetmeye çalışır. Bir yer temsili üzerinden ele alınan mekân, tasarlanan mekândır, fakat salt fiziksel ele alındığında üzülesi bir durum oluşturmaktadır. Yaşamın kutsal gücü ve yaşayanların ilahi özgürlüğü nerededir? Mekânı salt fiziki olana atfetmek, mekânı küçümsemek olmaz mı? Mekân algısı yaratan, eylemler ve anlamlar bütünü değil midir?
Mekânların anlamları, kendi fiziksel kurguları ve etkinliklere dayansa da tam olarak onlara değil, insanın amaç ve deneyimlerine bağlıdır.¹ Lefebvre’in mekânı ise çok daha kararlı ve anlamlıdır; mekânda üç kurucu ya da biçimlendirici anı -tasarlanan\fiziksel, algılanan\zihinsel ve yaşanan\toplumsal- aracılığıyla diyalektik olarak üretilir.² Tasarlanan, algılanan ve yaşanan mekânı; mekânsal pratik, mekân temsilleri ve temsil mekânları olarak bağlayarak; bireysel ve toplumsal her durumda eyleyici ve yapıcı şekle büründürür. Artık mekân yalnız görünen değil çok daha fazlasıdır, içinde her türlülüğü barındırır; ruhun top1.
2.
Relph, 1976, Mekân ve Mekânsızlık, ss. 47. Bu kitap, fenomenoloji ile psikolojik ve deneyimlenen mekân algısı üzerine odaklanan ilk çalışmalardan biriydi. Lefebvre, H., 1996, ss. 33
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Esra Yılmaz
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
73
lumsalla kucaklaşması, tüm algıların algılayanlarla olan soyut anlaşmasıdır. Anlaşılması gereken holistik olan bu mekânın yine holistik olarak ele alınması gerekliliğidir. Anlaşılır olma durumu bütüncül görebilmekle sağlanır; böylece oluşturulan mekânı anlamak ve anlamlandırmak çok daha kolay olacaktır. Foucault, çevrenin insan davranışlarını belirlediğini savunurken, mekân parçalarının güç ilişkilerinde oynadığı rolü gösterir ve yönetimin aşırılaşmasının yönetimi olanaksızlaştırdığından bahseder, gücün herhangi bir tatbikatında mekânın önemini kanıtlamaya çalışır. Bir röportajında, geçmişte ya da şimdi kurtuluşun veya direnmenin gücü olan herhangi bir özel mimari proje bulabiliyor musunuz sorusuna şöyle yanıt verir: “Bana bir şeyin kurtuluş düzenine, diğerinin baskı düzenine ait olduğunu söylemek olanaklı görünmüyor… Özgürlük bir pratiktir. Her zaman bazı baskıları değiştirmeyi, gevşetmeyi ya da kaldırmayı amaçlayan projeler olabilirse de hiçbirinin varlığı, özgürlüğün projenin kendisi ile sağlanabileceğinin güvencesi olamaz… Özgürlüğün güvencesi özgürlüktür… Eğer birisi özgürlüğün etkin bir biçimde kullanıldığı bir yer bulacak olursa- ve belki öyle yerler vardır- bunun nesnelerin düzenlenmesi ile değil de, özgürlüğün kullanılması ile sağlandığını görecektir.”3
Düşüncenin özgürleştirici niyetinin mekâna yansımasıyla bugünlerde çokça karşılaşıyoruz. Algılanan, sanılan, tasarlanan, fiziksel ya da sanal mekân, artık mekâna yansıyan bir arada olmanın özgürlüğüdür. Dışımızdaki mekân şeyleri yansıtırken, varlığı içimizde ve her yerde olan ruhsal mekân bu dış mekânı sıkı sıkı sarar, bir eyleyicilik oluşturur. Mekân eylemi çağırır, eylem ise mekânı özgürleştirir. Bu sayede mekânda özgürlüğü kullanmış ve mekânı özgür kılmış oluruz. Foucault “mimarın özgürleştirici niyetleri ile halkın özgürlüklerini kullanmaktaki reel pratikleri çakıştığında olumlu etkiler yaratılabilir ve yaratılmaktadır” 4 derken yine birlikten bahseder; beraber düşünebilme gücünün özgürleştirici tarafını vurgular. Bütüncül mekân mutlak iyiyi, saf olanın iyisini getirirken, iç ve dış mekân ayrımına maruz kalınır. Kelimeler bizimle oynar ve kimi zaman anlamları istenilenden çok daha farklı, belki 3. 4.
Foucault’nun bu söyleşisinin tamamını ve 20. yüzyılın önemli düşünürlerinin mimarlık ile ilgili düşüncelerini okumak için bkz. Leach, Neil, 2002, (der.) Rethinking Architecture, London: Routledge. Röportaj: Michel Foucault- Paul Rabinow.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Esra Yılmaz
74
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
de ürkütücü yerlere çekilebilir. Dışarı ve içeri bir gel git diyalektiği oluştururken bu diyalektiğin apaçık geometrisi, onu eğretileme alanlarına taşır taşımaz tıkanıp kalmamıza neden olur.5 Jean Hyppolite, dışarının ve içerinin bir ilk söylencesinden söz ederken; dışarının ve içerinin oluşum söylencesi bu iki terimin bozulması üstüne oturur ve bu iki terimin taşıdığı biçimsel karşıtlıkla ortaya çıkan şeyin, daha ötede bozulmaya ve çatışmaya dönüştüğünü ifade eder.6 Mekân daha varlıkla buluşmadan bölünmüş hissettirilir, dahası bunu yapan salt kelimedir, daha başında kendi kendini çatışmaya götürür.
Bireyler bir nesne, bir yer ya da şey için dil bilgisindeki iyelik zamirlerini -benim, senin, onun, bizim, sizin, onların- çokça kullanır olmaya başladığında, tam da bu noktada çatışma ortaya çıkar. Bahsedilen bir kentsel mekân ise bu zamirlerin kullanımı hiç de anlaşılabilir değildir. Kentsel mekân kamusal olana aittir, biz ya da siz ayrımı gözetilemez. Kelimeler; anlatım daha farkında olmadan kendi istediğini algıya dayatır ve çatışmaları doğurur. Berisi ve ötesi içerinin ve dışarının diyalektiğini derinden derine yineler… Burada olan ile orada olanın diyalektiği, mutlaklık düzeyine yükseltilir. Bu zavallı yer belirteçlerine, tam bir denetleme altında tutulamayan varlıksal belirleme güçleri yüklenir.7 Mekânı anlamlandırabilmenin tek yolu bütünü görebilmektir. Bazı şeyler için bazı şeyleri bölmek hiçbir fayda sağlamayacağı gibi mutlak kötülüğü getirir. Richard Sennett: “Hariç tutma, aynılık ve nostaljiye dayanan yer oluşturma, sosyal olarak zehirleyici ve fiziksel olarak yararsızdır” 8 der ve yer oluşturmada daha fazla çeşitlilik, yoğunluk ve kişisel olmayan insan ilişkileri arar.
Egemenlik sınırının, içeridekiler ile dışarıdakiler arasındaki ayrım ile insanların gruplar oluşturduğu ve birbirlerini tanımladığı öne sürülerek, sakinlerinin davranışlarını belirleyen ve şekillendiren ayrılmış sosyal çevrenin gelişimi için sıklıkla esas oluşturduğu iddia edilir.9 Tanımlamadaki “ayrılmış sosyal çevre” her şeyi ele vermektedir. Sosyal olanla ayrılmış olan nasıl birlikte hareket edebilir ki? Sosyallik birlikteliği gerektirmez mi? Elbette kimsenin değildir hata (?), iyelik zamirlerinindir belki de… Mekânı sahiplenmek, yerin ruhunu algılayıp kavrayabilmekle ilintilidir. Özellikle sembolik mekânların algıdaki yeri çok 5.
6.
7.
8.
9.
Bachelard,G., 1994, ss. 225 a.g.e., ss. 226
a.g.e., ss. 226
Sennett,1995, ss.15
Knox and Pinch, 2000, ss. 8-9
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Esra Yılmaz
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
75
daha güçlü ve ben merkezciliğe açıktır, ancak birlikteliğin çok daha kuvvetli olduğu aşikardır. Sembolik bir mekân ve farklılıkların kesişme alanı olarak İstanbul, Gezi Parkı ben merkezciliği yıkmış, bütünle uzlaşmıştır. Öyle ki zamanla çatışanında mekânda yürüdüğü görülür ve mekânın bütüncüllüğü yine kendini gösterir, çünkü unutulmaması gereken; yürümek de bir eylemdir!
Mekân elbette onu üreten politik ve ekonomik süreçlerden bağımsız değildir ve fakat sosyal ilişkileri oluşturan kentsel günlük yaşam pratikleri sayesinde algısal ve toplumsal boyutuna kavuşur. Tasarımcı mekânı bütünsel olarak, yaşamsal ve algısal tüm yönleriyle ele aldığında mekân huzura kavuşacaktır. Ancak böyle bir mekânda uzlaşımdan söz edilebilir, edilebilmelidir. Bir bütüncül yaşam için İstanbul’da, Gezi Parkı ile başlayan süreçte yaşanılanlardan öğrenilen o ki; uzlaşmazların uzlaştığı, çözümsüz görülenlerin çözümlenebildiği bir mekân olabilir, oldurulabilir. Çok yönlü düşünebilme tam da bu noktada devreye girerek anlamlandıramadıklarımızı anlamlı kılmaktadır.
“Gezi” için ne Prost Planında,10 ne öncesinde ne de sonrasında bu durum öngörülmemişti, ancak kamusalın ev sahipleri bunu gerçekleştirdi. Jacobs, insanları caddelerde toplamanın hareket ve canlılık getirdiğinden söz ederek: “Biz hayali bir şekilde, onu şehrin sanat formu olarak adlandırabiliriz ve bireysel dansçılar ve grupların mucizevî bir biçimde birbirlerini tamamlayan ve bir düzen yaratan ayrı bölümleri olan karmakarışık bir dansa benzetebiliriz”11 demektedir. Bulunma, yürüme, katılma, kalabalıkta var olma deneyimi ve eylemenin çeşitliliği ile başlayan süreçte “Gezi”, yaşama gücüne kavuşmuş, dönüşüme uğramıştır. Bu dönüşüm, mekânın salt fizikselliğini değil, tüm boyutlarıyla bütününü etkilemiş ve “Gezi”yi bir bütüncül mekâna, bir kamusal eşiğe dönüştürmüştür. Artık “Gezi” benim olma, senin olma hali değil, bir “eşikte olma halidir”. Eşik; farklılıkların kesişme mekânıdır, hep var olan iç ile dışı bağlayan bir ara mekân oluşturur, birleştiricidir. Herhangi bir yere teğettir, içinde ya da dışında olmayan ancak bütünü saran bir haldir. Eşik, insanlık tarihi boyunca geniş anlamda dünya ve evrenin ilk girişi olarak algılanmıştır. Bu anlatımla dünya ile evreni ayıran bir sınır olarak düşünülebilir; ancak evrenin dünyayı da kapsadığı unutulmamalıdır. Bu bağlamda Gezi’nin de evrenselliğe kucak açması oldukça mümkündür. 10. Prost Planı: Henry Prost’un hazırlamış olduğu İstanbul’un ilk nazım imar planı. 11. Jacobs ,1961.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Esra Yılmaz
76
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
İç ile dış arasındaki ilişki eşikte en uç seviyeye ulaşır. İç ve dış, açık ve kapalılık olabileceği gibi izlenen ile izleyici veyahut uzlaşan ile çatışan arasındaki durumu da anlatır. Eşik çağrışım yapar, bir maceranın başlangıcına yönelik bir metafor olarak kullanılabilir, çevre ile olan ilişkisinin üzerinde de kontrol sahibidir. “Kapı”ya atfedilen rolünde de eşik, iç ile dışı bağlar ve bir çok uygarlıkta kutsal kabul edilir. Bachelard: “Kapının içinde küçük bir eşik tanrısının gizlendiğini neden duyumsamayalım? Eşiğe kutsallık kazandırmak için ille de çok uzak bir geçmişe mi dönmemiz gerekir?”12 diye sorgular ve yine Porphurios “her eşik kutsal bir nesnedir”13 diyerek eşiğe iltifatlarını bildirir. Farkındalığın kucaklanabildiği her mekân kendi eşiği olma halindedir; Kızılay da bir eşiktir, Konak meydanı da… Gezi parkı, artık tüm eşik olma halindeki mekânları kapsayıp, bütününü anlatmaktadır. “Her yer Taksim…” diyen kamusalın ev sahibinin mekânla kurduğu bu bağ, mekânın eşik olma halini kendiliğinden açıklamıyor mu? Gezi parkı insanları da artık bir eşiktir, eşikte olma halindedir. Artık gün eşikte olma günüdür; tüm eşik insanları ile birlikte olma, güçlenen mekânlar ve yeşeren fidanlar ile eşik mekânlarında buluşma günüdür… Ezop14‘un Güneş’in Rüzgâr masalında olduğu gibi…;
“Rüzgar ve Güneş kimin daha güçlü olduğunu tartışıyorlarmış. Rüzgar; ben daha güçlü olduğumu kanıtlayacağım. Şu karşıdaki paltolu yaşlı adamı görüyor musun? Paltosunu senden daha hızlı çıkaracağıma bahse girerim demiş. Güneş bir bulutun arkasına çekilmiş ve rüzgar kasırga şiddetinde esmeye başlamış. O kuvvetle estikçe ihtiyar adam paltosuna daha sıkı sarılıyormuş. Sonunda rüzgar pes edip durmuş. Güneş bulutların arkasından çıkıp yaşlı adama nazikçe gülümsemiş. Çok geçmeden adam alnındaki teri silip paltosunu çıkarmış. Sonra, rüzgara dönmüş ʻnazik ve dostça davranışın, şiddet ve güç gösterisinden daha etkili olduğunuʼ söylemiş…”
İstanbul… Ah Şehr-i İstanbul! Bugünlerde nerelerdesin, kimlerlesin, kimsin? Hangi masalın neresindesin? Biraz savrulan, biraz burkulan, kolayca anlaşılabilir olmayan; ancak inançla güneşi bekleyen…/misin?… 12. Bachelard,G., 1994, ss. 236 13. a.g.e., ss. 236
14. Çocuk masalları yazarı Ezop a.g.y. günlük yaşama da yermeler yapar.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Esra Yılmaz
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
77
Kaynakça
Lefebvre, Henry, 1996, The Production of Space, (çev.) Nicholson-Smith, Blackwell, Oxford, ss. 33-41. Relph, Edward, 1976, Place and Placessness, Pion Ltd., London, ss. 47.
Röportaj: Michel Foucault- Paul Rabinow, Michel Foucault ile Söyleşi: Mekân, Bilgi, Erk, 1984, Mimarlık Dergisi 84/7-8, (çev.) Mehmet Adam, ss.12-17.
Bachelard, Gaston, 1994, The Poetics of Space, (çev.) Aykut Derman, Kesit Yayıncılık, İstanbul, ss. 225-236.
Madanipour, Ali, 1996 Design of Urban Space: An Inquiry into a Socio-Spatial Process, John Wing & Sons.
Jacobs, Jane, 2011, The Death and Life of Great American Cities, (çev.) Bülent Doğan, Metis Yayınları, İstanbul. Knox, Paul, Pinch Steven, 2000, Urban Social Geography: An introduction, Routledge, London.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Esra Yılmaz
78
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Sermayeye Dayalı Düzende ‘Yer’in Metalaştırılması ve Rant Endişeleri Tarafından Tüketilmesi Hamza Utku Karakaya
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans
Yer kavramı, farklı disiplinler arasındaki yaygın kullanımı ve kapsamlı niteliği dolayısıyla “metinler arası”1 bir kavram olarak tanımlanabilir. Aslına bakılırsa, yer kavramının bu geniş çaptaki kullanım niteliği, çeşitli görüşlerin kesiştiği ve çatıştığı, kent yaşamının gerçekleştiği noktada konumlanmasından kaynaklanır. Yer, günlük hayatın kendisine ev sahipliği yaparak, çeşitli disiplinler arasındaki araştırma, tartışma ve çatışmaların gerçekleştirilebileceği faydalı ve üretken bir platform oluşturur. Bir başka ifadeyle, farklı bilim dalları kendi söylemlerini, onları yer kavramı ile ilişkilendirerek söz konusu platform üzerinden ilan edebilir veya destekleyebilirler. Farklı alanlardaki bu denli yaygın kullanımından dolayı, yer kavramı üzerine her biri konunun farklı kısımlarına odaklanan çeşitli düşünceler ve yorumlar mevcuttur. Bu bağlamda, disiplinler yer üzerine yorumlarını, “yer oluşum süreçlerini”2 kendi söylemleri doğrultusunda irdeleyerek veya kendi söylemlerini “yer kuramı – yer olgusu”3 ile ilişkilendirerek gerçekleştirirler. 1
Julia Kristeva, 1986, “Word, Dialogue and Novel”, The Kristeva Reader, New York, Columbia University Press, ss. 34-35.
3
C. Norberg Schulz, 1980, “The Phenomenon of Place”, Genius Loci: Towards a Phenomenology of Architecture, New York: Rizzoli, s. 6.
2
David Harvey, 1996, “From Space to Place and Back Again”, Justice, Nature and The Geography of Difference, Blackwell Publishers, s. 294.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Hamza Utku Karakaya
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
79
Yer üzerine çeşitli teoriler üreten David Harvey, kapitalist düzeni büyümeye ve teknolojik değişime odaklı, dolayısıyla krize eğilimli olarak tanımlar. Kapitalizmin krizle başa çıkabilmesinin coğrafik genişleme ile mümkün olduğunu belirtir. Bu süreçte bir yöntem, sermayenin belli noktalarda birikmesi durumunu engellemek ve olası riskleri azaltmak için yeni yerlerin planlanması ve sermayenin bu bölgelere aktarılmasıdır. Bir diğer yöntem ise sermayenin dağılımını sağlamak için mevcut yerlerin dönüştürülmesi ve yeniden yapılandırılması üzerine kurulmuştur. Sonuç olarak mekânsal bir dönüşümün yanı sıra sosyal ve ekonomik bir dönüşüm süreci söz konusudur. Bu süreç her seferinde farklı yer/mekân ağlarını örgütleyerek yeni sosyal ilişki biçimlerini beraberinde getirir. Bunun yanında, insan yoğunluğunun ve dolayısıyla iş gücünün kent içerisindeki dağılımını da etkiler. Kent içerisindeki hızlı dönüşümler ve yeni yerlerin inşa edilmesi sonucunda kentte yeni odak noktaları oluşur. Bu durum mevcut yerlerin kent hayatındaki statü ve popülerliklerini kaybetmelerini tetikler ve kaçınılmaz olarak bir rekabet ortamını da beraberinde getirir.4
Yerel yönetimler ve sermaye sahipleri söz konusu rekabet ortamı içinde kendilerine ait olan yerlerin statüsünü ve dolayısıyla değerini yükseltmek için bu rekabete dahil olurlar. Bir başka deyişle, sermayeye dayalı düzenin güç odaklı söylem ve müdahaleleri çoğunlukla kent içerisindeki yerler üzerinde söz sahibi olma ve onlar üzerinden getirim elde etme endişesine odaklanır. Bu noktada, kente ait yerler, yönetimlerin ve sermaye sahiplerinin üzerlerinden politik ve ekonomik çıkarlar üretmeyi amaçladığı zeminlerdir.5 Söz konusu sermaye ve güç elde etme endişeleri doğrultusunda yer kavramı kendini bir metalaşma sürecinin içinde bulur.
Yönetimleri ve sermaye sahiplerini de kapsayan güç odakları söz konusu kâr elde etme ve rant üretme endişeleri doğrultusunda, gözlerini kent içindeki kamusal mekânlara dikerek onları kendi amaçlarına hizmet edecek tüketim zeminlerine dönüştürmeyi hedefler. Bu bağlamda kent merkezinde kamusal nitelikleriyle var olan yeşil alanlar ve kent parkları sermayeye dayalı sistemin değer üretme aracı haline gelmektedir. Bazı durumlarda kent içerisindeki parkların yeniden canlandırılması için adımlar atılmasına rağmen rant endişesi ile park içerisindeki yapılı alanların artırılması ve yeşil dokunun zarar görmesi bu yerlerin kimliklerini kaybetmelerine neden olmaktadır. Bu zedelenmeler zamanla kentin kısıtlı olan kamusal mekânlarını tüketerek çöküntü merkezine dönüşmelerine sebep olur. 4 5
a.g.e, Harvey, ss. 294-296.
Henri Lefebvre, 1992, Social Production of Space, Oxford and Cambridge: Wiley-Blackwell.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Hamza Utku Karakaya
80
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Günümüz sisteminde “alınıp satılan bir değer olan mimarlık”, disiplinin öngörüleri çerçevesinde toplum için nitelikli projeler üretmekten ziyade, bir pazar değeri üretme endişesiyle şekil almaktadır. Dolayısıyla, sermaye ve değer elde etme üzerine kurulu tüketim toplumunda yer ve mekân, kullanım ve işlevsellik değerinin yanı sıra kimlik değeri ile de ön plana çıkar.6 Bu noktada ‘yer’, sermaye sahibi olanın üzerinden değer kazandığı bir yatırım ve kimlik aracı haline bürünür. Neticede bir mimarlık ve kent ürünü olan ‘yer’ birçok arka plan özelliğinden arınmış olarak ve her şeyden çok tüketim değerinin altı çizilerek karşımıza gelir. Hatta kent içindeki yerlerin verimli olarak pazarlanması adına, popüler sermaye yatırım markaları aracılığı ile reklam ve tanıtımlarının yapılması, mimari niteliklerinin önüne geçer. Bu durum sermaye sahiplerinin projelerini küresel markalarla özdeşleştirerek, değerlerini artırmayı hedefledikleri kâr odaklı yatırımları teşvik eder. Sonuç olarak, bu metalaşma süreci ‘yer’ kavramını rant endişeleri tarafından tüketilen, yeni yerlerin inşası veya mevcut olanların dönüşümü üzerinden küresel sermaye yatırımlarının yayılması ve büyümesi için hizmet eden bir araç haline getirir. Gelinen noktada ‘yer’ üzerinden kâr elde edilen bir tüketim zeminidir.
Kent hayatında yerin üretimi ve tüketimi konularını anlamak için, bir toplumun üretim ve sahiplenme biçimlerini ifade eden “üretim şekli”7 kavramına değinmek faydalı olacaktır. Lefebvre’in tanımına göre mekân/yer, maddesel olmanın ötesinde sosyal bir kurgunun ürünüdür ve üretimin sosyal ilişkileri bağlamında ele alınmalıdır.8 Sermayeci düzende artık değer alınıp satılabilen malların üretimi üzerinden oluşur. ‘Yer’ bu düzen içerisinde evrilerek, mülkiyet sisteminin sermaye ilişkileri doğrultusunda artık değer üreten bir pozisyona gelmiştir. Gelinen noktada yer, artık değeri üretiminin ve pazarlamasının gerçekleşmesi için gerekli olan zemini oluştururken, kendisi de artık değer oluşturmak amacıyla alınıpsatılabilen bir tüketim nesnesine dönüşmektedir.9 Yer kavramının bu denli ekonomik gücü, mülkiyet sistemi içerisindeki artık değer olan rantı üretebilme potansiyelinden kaynaklanır. 6
Celal Abdi Güzer, 2009, “Kültürel Çatışma ve Süreklilik Alanı Olarak Mimarlık Eleştirisi”, Mimarlık 348, Mimarlar Odası Adına Yayın Komitesi.
8
Güven Arif Sargın, 2012, “Mekânın Soy Kütüğü Üzerine Denemeler”, Ankara Kent Atlası, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, s. ix.
7
9
Alejandrina Catalano and Doreen Massey, 1978, Capital and Land: Landownership by Capital in Great Britain, Edward Arnold Publishers, ss. 23-24. Henri Lefebvre, 2003, Urban Revolution, University of Minnesota Press, ss. 153-155.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Hamza Utku Karakaya
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
81
Günümüz sermaye hareketleri çerçevesinde mimarlık, mülkiyet ve sermaye piyasalarının güncel taleplerini karşılamayı hedefleyen bir büyüme endüstrisi haline gelmiştir.10 Mimarlık kâr amacı güden sermaye odakları için, tüketicinin o yere sahip olma arzusunu tetiklemek ve kullanıcının beğenisini şekillendirerek popüler olanı yaratmak fikirlerini hayata geçirebilecekleri bir markadır. Sermaye ve güç endişeleri baskınlığında, mimarlık ve dolayısıyla ‘yer’ tüketim kavramı etrafında şekillenir. Günümüzdeki mimari üretimin çoğunlukla insanın tüketim arzusunu tetiklemek üzerine kurulması, reklam ve pazarlama meselelerini bu işin kaçınılmaz parçaları olarak yerler arası rekabetin aktörleri haline getirir.
Sermaye akışının baskınlığında kapitalist sistem daima alternatif yerlerin üretimi için bir arayış içerisindedir. Bu durum var olan yerlerin rekabet ortamı içerisinde kısa sürede tüketilmesine sebep olur. Sistem yeni yerler yaratırken onların meşrulaştırmasını da yapmak adına, refah, soyluluk ve lükslük kavramlarını vurgulayarak tanıtım ve reklamlar yapar. Bu süreçte, reklam tüketicinin istek ve beğenilerini şekillendirmek için kullanılan ana araçtır. Kevin Ervin Kelley, günümüz mimarlığını “algıların tasarlanması” şeklinde yeniden tanımlar. Bu noktada tüketici profilini belirlemek ve onların isteklerine erişmek için, algıları tasarlamak esastır. Tüketicileri etkileyen ana parametreler ürünün niteliği, sunulma biçimi, ortam ve çevresi olmasına rağmen kilit nokta bu parametrelerin tüketici tarafından nasıl algılandığıdır.11 Algıların tasarlanmasında imaj stratejik açıdan güçlü bir araç olarak karşımıza çıkar ve mimarlık imaj üretimi aracılığı ile algıların tasarlanması etrafında şekillenir. Gelinen noktada asıl endişe kentli için bir yaşam tarzı tasarlanması ve imajlar aracılığı ile tanıtımının yapılarak tüketim arzusunun ön plana çıkarılmasıdır. Başka bir ifadeyle, sermayenin her farklı yatırımında mimarlığın algıların tasarlanması adına kullanılması aracılığıyla, kentliye sahte kimlikler sunulmaktadır. Sermaye akışı ve yatırım endişelerinin baskınlığında, son yıllarda yüksek gelir gruplarına yönelik tasarlanan ve kimlik yaratma endişesine odaklanan projelerin sayısında artış söz konusudur. Bu doğrultuda, çoğunluğu taklit ve tarihsel referansların yanlış yorumlanması 10 11
Kenneth Frampton, “The Work of Architecture in the Age of Commodification”, Commodification and Spectacle in Architecture, University of Minnesota Press, Minneapolis and London, ss. x-xi.
Kevin Ervin Kelley, “Architecture for Sale(s): An Unabashed Apologia”, Commodification and Spectacle in Architecture, University of Minnesota Press, Minneapolis and London, ss. 53-54.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Hamza Utku Karakaya
82
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
üzerine kurulu olan sözde konsept projeler sahte bir ‘yer’ kavramı anlayışını da beraberinde getirmektedir. Fakat bu şekilde ‘yer’ tasarlamak ve üretmek ‘yer’ kavramının tanımına ve doğasına tamamen aykırıdır. Edward Relph’in tanımına göre yer herhangi bir soyutlama veya konsept değil aksine yaşanan dünyanın deneyimlenen, tecrübe edilen olgularının bir ürünüdür ve bu nedenle gerçekleşen aktiviteler, gerçek objeler ve anlamlarla yüklüdür.12 Bu nedenle tarihi bir yerin özelliklerini alıp yeni bir yere yüklemeye çalışmak zaman ve mekân deneyimlerinin yoksunluğundan ötürü o yerin atmosferini sağlayamayacaktır. Aldo Rossi’nin söylemlerine dayanarak söylersek; ‘yer’ kendi zaman ve mekân deneyimleri, fiziksel ve biçimsel nitelikleri, eski ve güncel olayları ve kendi hafızası tarafından şekillenen bir birikimin bütünsel neticesidir.13 Yer kavramının birikim üzerine kurulu olan niteliklerinin görmezden gelinmesi ve bu birikim süreciyle oluşan yerin özünün yok sayılması, yerin ruhunu kaybetmesine ve yerlerin aynılaşmasına neden olarak, “yersizlik” kavramını beraberinde getirir. ‘Yer’ nitelikli bir birikim sürecinin sonuç ürünüdür ve bütünseldir. Dolayısıyla, kendi doğasının somut özelliklerini yitirmeden, kendisini oluşturan parçalardan herhangi birine indirgenemez, ayrıştırılamaz.14
Kaynakça
Catalano, Alejandrina & Massey, Doreen, 1978, Capital and Land: Landownership by Capital in Great Britain, Edward Arnold Publishers, ss. 23-24.
Frampton, Kenneth, “The Work of Architecture in the Age of Commodification”, Commodification and Spectacle in Architecture, University of Minnesota Press, Minneapolis and London, ss. x-xi.
Güzer, Celal Abdi, 2009, “Kültürel Çatışma ve Süreklilik Alanı Olarak Mimarlık Eleştirisi”, Mimarlık 348, Mimarlar Odası Adına Yayın Komitesi.
12
Edward Relph, 1976, “Prospects for Places: from place and placelessness”, The Urban Design Reader, London and New York, Routledge, ss. 5-6.
14
a.g.e, Schulz, ss. 7-8.
13
Aldo Rossi, 1984, “The Locus”, The Architecture of The City, Cambridge, Massachusetts, The MIT Press, s. 107.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Hamza Utku Karakaya
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
83
Harvey, David, 1996, “From Space to Place and Back Again”, Justice, Nature and The Geography of Difference, Blackwell Publishers, ss. 294-296.
Kelley, Kevin Ervin, “Architecture for Sale(s): An Unabashed Apologia”, Commodification and Spectacle in Architecture, University of Minnesota Press, Minneapolis and London, ss. 53-54. Kristeva, Julia, 1986, “Word, Dialogue and Novel”, The Kristeva Reader, New York, Columbia University Press, ss. 34-35. Lefebvre, Henri, 1992, Social Production of Space, Oxford and Cambridge: WileyBlackwell. Lefebvre, Henri, 2003, Urban Revolution, University of Minnesota Press, ss. 153-155.
Rossi, Aldo, 1984, “The Locus”, The Architecture of The City, Cambridge, Massachusetts, The MIT Press, s. 107.
Relph, Edward, 1976, “Prospects for Places: from place and placelessness”, The Urban Design Reader, London and New York, Routledge, ss. 5-6. Sargın, Güven Arif, 2012, “Mekânın Soy Kütüğü Üzerine Denemeler”, Ankara Kent Atlası, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, s. ix.
Schulz, C. Norberg, 1980, “The Phenomenon of Place”, Genius Loci: Towards a Phenomenology of Architecture, New York: Rizzoli, s. 8.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Hamza Utku Karakaya
84
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Taksim’deki Son Tören Mete Keskin
Bilgi Üniversitesi, Yüksek Lisans
Çağımızdan çok uzakta gibi algılansa da, barok kent inşa etme biçimi birçok meydan ve kentsel alana kimliğini vermiş ve etkilemiştir. Modernizmle çok yan yana gelmeseler de, barok ve modernizm kent planlamasında iç içe geçmiştir. Bu iç içe geçmişliğin bariz olarak ortaya çıktığı en önemli an, iktidar mekanizmalarının kente dokunduğu ya da kenti sıfırdan kurduğu durumdur. Bilinçsiz bir şekilde söylendiği su götürmez olsa da başbakanın AKM yerine barok bir opera önermesi tuhaf bir rastlantıdır.
Taksim, Cumhuriyet’in modern kent planı hamlesi olarak inşa edilse de, iyi okunduğunda yeni iktidarın kentsel, törensel alanını kurduğu Türkiye’nin nadir barok kent parçalarından biridir. 19. yüzyılın tarihi aksı (İstiklal Caddesi) ve Cumhuriyet İstanbul’unun şekilleneceği Cumhuriyet Bulvarı’nın ortasında bir meydan, bir çekim noktası, bir tören alanı.
Başka bir açıdan bakıldığında Taksim, Haydar Karabey’in tanımladığı gibi de rahatça okunabilir: “ Bugün hâlâ Pera olarak tanımlayabileceğimiz Karaköy - Galata - Beyoğlu ve Taksim üçgeni kadim İstanbul’dan, sur içinden çok daha yoğun, daha karmaşık, daha çok katmanlı, daha çok kültürlü, daha çok işlevli bir alandır.”1 Her açıdan palimpsest bir kentsel mekân Taksim.
1
Karabey, Haydar, 2013, Taksimʼde Tarihsellik ve Mekân, Boyut Yayıncılık, İstanbul, ss. 86-92.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Mete Keskin
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
85
İşte tam da bu noktada Taksim Meydanı geçmişin (İstiklal Caddesi) ve geleceğin (Cumhuriyet Bulvarı) ortasında olduğu gibi, bu iki tanımın tam ortasında fikirsel bir çatışma çıkmaktadır. Bu çatışma öyledir ki hem bugün anladığımız Taksim’i oluşturmuş hem de yaklaşık yüz yıl önce inşa edilen Taksim’i yok etmiştir. Ne yazık ki Orhan Pamuk’un tariflediği gibi bir uzlaşma olmamıştır. “Birçoklarının sandığı gibi eski yeniye dönüştürülemeyecek bir şey değildi: İnsan gelip geçici heyecanlara kapılmayacak kadar sakin ruhlu ve becerikli olursa, eskiyi biraz kıvırıp bükerek yeniye çevirebilir, birçoklarının yeni baştan yapmaya çalıştığı şeyi, küçük ama zeki uzlaşmalarla zamana uydurulan eskinin içinden çıkarabilirdi.” 2
İşte bu düşünsel mücadele halinin vücut bulmuş şekli Gezi Parkı olaylarıdır. İktidarların kentleri yıktığı ve yarattığı, bu kent yaratımıyla birlikte toplumu şekillendirmeye çalıştığı çağların sonunun geldiğinin, iktidarın toplumsal ilişkiler içerisindeki tekillikleri olan insanların karşısında mutlaka tükeneceğinin bir habercisidir. Bu olayları anlaşılması ve tariflenebilmesi, gelecek adına bir çok sorunun cevabını içinde barındırmaktadır. Sorulardan biri de çalışma alanımız olan mimarlık ve plancılık disiplinlerinin, yeni ve bir anda ortaya çıkan (yaklaşık 20 yıllık bir süreç) bu toplumsal hareket ve bu hareketin çok önemli bir parçası olan sanal mekân kavramlarıyla nasıl çarpışacağıdır. Peki nedir Gezi’de olan? Bunu tarifleyebilmek oldukça zor olmakla birlikte, sorunun cevabını iktidar ve birey ilişkileri içinde aramak gerekmektedir.
“Biyo-politik deyince, nüfus olarak ortaya çıkan canlılar topluluğuna özgü fenomenlerin (sağlık, sağlık koruma, doğum, uzun yaşam, ırklar) hükümet uygulamalarının karşısına çıkardığı sorunların nasıl akılsallaştırılmaya çalışıldığını (XVIII. yüzyıldan başlayarak) anlıyorum.”3
Foucault’un bu söylemini biraz açarsak, her bireyin kendine özgü durumları dışarıdan gelen çerçeveyi kabul etmede eleştirel bir bakışa neden olacağından ve öznelerin ortak uzay ve zaman anlayışını, yersiz ve zamansız kılacağından ötürü iktidar için kontrol edilemez olur. Bu tekilsellikler hayali bir doğru kavramı üzerinden evrensel sayılan bir duruma 2
3
Pamuk, Orhan, 2013, Cevdet Bey ve Oğulları, YKY Yayıncılık, İstanbul, ss. 234.
Foucault, Michel, 1995, 1970-1982 Ders Özetleri, çev. S. Hilav, YKY Yayınları, İstanbul, ss. 109.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Mete Keskin
86
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
indirgenir ve kutsanırsa, iktidar için toplum çok daha kolay kontrol edilebilir ve disipline edilebilir bir hal alır. Bu durum hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Bu tekilselliklerden birini kabul edip, diğerlerini yok sayma durumu iktidar için ötekileştirilenleri insan gibi görmeme durumu oluşturur ve bu sebeple iktidar bu insanların bedeni üzerinde hak talep eder ya da kolayca şiddete başvurabilir.
İktidar bu kapsamda Gezi olaylarında karşısına çıkan, namaz kılanları insan zinciriyle koruyan LGBT üyeleri fotoğrafını anlamak istememektedir. Bu yüzdendir ki iktidar Gezi Parkı eylemcilerini tanımlayacak bir söz bulamamış, çapulcudan ayyaşa, marjinalden ateiste birçok kavram kullanmıştır. Bunun tek amacı eylemcileri tek bir kampta toplayarak, karşılarına başka bir kamp çıkarma çabası olsa da bu çırpınış biçaredir. Çünkü Gezi yapısı gereği bu paradigmanın bugün veya yarın mutlaka yıkılacağının kanıtıdır. Agamben, Gelmekte Olan Ortaklık kitabında bunu şöyle açıklıyor:
“Gelmekte olan siyasetin yeni gerçeği, bu siyasetin artık devletin denetimi ya da ele geçirilmesi için bir mücadele olmayacağı ancak devlet ve devlet olmayan (insanlık) arasında bir mücadele olacağıdır, herhangi tekiller ve devlet organizasyonu arasında üstesinden gelinemeyecek bir ayrışma olacaktır.” 4
Bununla birlikte eylemcilerin kendilerini tanımlama biçimleri de bu durumu ispatlar niteliktedir: “Biz, Halkız”. Aslında bu tam da bir toplumun içinde herhangi olmakla eş anlamlı bir tariftir. Gezi Parkı direnişi bu açıdan Agamben’in de tarfilediği biçimde Tienanmen olaylarına benzetilebilir.
“Herhangi saf tekilliğin figürüdür. Bizzat kendi kendisine aidiyetten, kendisinin dilde-olmasından yararlanmak isteyen ve bu yüzden her türlü kimlik ve her türlü aidiyet koşulunu reddeden herhangi tekillik devletin baş düşmanıdır. Bu tekilliklerin ortak(lık)-ta-olmalarını gösterecekleri barışçıl gösterilerin ortaya çıktığı her yer bir Tienanmen olacaktır ve er ya da geç tanklar görünecektir.” 5
Yazının başlarında belirttiğim ve çok da anlaşılmadığını düşündüğüm yargıyı bir kez daha tekrarlamak daha açıklayıcı olabilir. Tüm bu tekilselliklerin çok görüldüğü ve çeşitlendiği, kozmopolit yapısıyla bir palimpseste benzeyen Taksim’i Taksim yapan bu özelliğidir. Fakat 4
5
Agamben, Giorgio, 2012, Gelmekte Olan Ortaklık, çev. B. Parlak, MONOKL Yayınları, ss. 110. a.g.e., ss. 112
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Mete Keskin
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
87
her yönüyle (Gezi Parkı, Anıt, AKM) törensel bir iktidar alanı olarak tasarlanan Taksim’i de bu tekilselliklerin ortaklığı yok etmiştir ve Gezi Direnişi Taksim’deki son törendir. Diğerlerinden oldukça farklı bu törenin en önemli simgesi ise AKM’nin olaylar sırasında cephesinin görünümüdür.
Çok daha uzun bir tartışmanın konusu olmakla birlikte düşünülmesi gereken önemli ve bir o kadar da hayati olan konu, iktidar ile (sadece siyasi iktidar değil) sürekli organik bir ilişki içinde olan mimarlık ve plancılık disiplinlerinin bu yeni toplumsal düzen karşısında nereye evrilecekleridir. Toplumsal yapının geleceğinin nasıl şekilleneceğinin tartışıldığı yer olan kamusal alanın, geniş çaplı bir uzlaşma olmadan tasarlanamayacağı ve salt mimarlık ya da plancılık disiplininin kontrolünde olamayacağı açıkça görülmektedir.
Kaynakça
Karabey, Haydar, 2013, Taksimʼde Tarihsellik ve Mekân, Boyut Yayıncılık, İstanbul
Foucault, Michel, 1995, 1970-1982 Ders Özetleri, çev. S. Hilav, YKY Yayınları, İstanbul Agamben, Giorgio, 2012, Gelmekte Olan Ortaklık, çev. B. Parlak, MONOKL Yayınları Bilgin, İhsan, 2014, “Tepeden Tırnağa Taksim”, Serbestiyet, www.serbesiyet.com/yazarlar/ihsan-bilgin/tepeden-tirnaga-taksim-131717.
Foucault, Michel, 2000, Deliliğin Tarihi, çev. M. Ali Kılıçbay, İmge Yayınları.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Mete Keskin
88
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
BUF/Freezone: Özgürleştirici ve Ayrıştırıcı Olarak Sınır-Mekân Ömer Faruk Tekin
İstanbul Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans
ÖZET
Sınırlar ve sınır-mekânlar devletlerin kullandıkları birer politika aracı olarak ele alındıklarında ortaya çıkardıkları sonuç gerek jeopolitik gerekse sosyopolitik alanda derin etkili olmaktadır. Kimi zaman uzlaşma, kimi zaman da çatışma mekânlarına dönüşen/dönüştürülen sınırlar bir yandan yerin tanımını ve aidiyetini değiştirirken ve yeniden tanımlarken, bir yandan da bu sınırları ya da sınır-mekânları deneyimleyen insan/beden üzerinde kimlik değiştirme operasyonu yaparlar ve bunun sonucunda yeni kavramlar, tartışmalar ve tanımlar üretirler. Bu operasyonları ve üretimleri ise salt kendi varlığı üzerinden yapmayıp, mimarlığı da aracı kılarak yaparlar. ***
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Ömer Faruk Tekin
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
89
Kontrast, dilimizde karşıtlık olarak anlamını bulsa da, kelime aslında bize derine inildiğinde karşıtlıktan daha fazlasını vadeder. Bir şeyleri daha net ayırabilme/görebilme imkânı sağlarken aynı zamanda, iki zıt/çelişkili şeyi bir arada bulundurmasıyla mukayeseye ve daha da önemlisi şeylerin kendilerini belirgin bir biçimde okutmasını olanaklı kılar. Kontrast kavramlar ise kendilerini var edebilecekleri nesnelerini ararlar.
Uzlaşma ve çatışma kavramları da kontrast ilişkilerini mekân üzerinden ayrı ayrı ya da eş anlı olarak tartışmaya açarlar. Sınırlar, uzlaşma ve çatışmanın kendilerini yoğun olarak var ettikleri, tartışmaya açtıkları mekânlar olarak karşımıza çıkarlar. Sınırlar fiziksel olarak bir ayırım oluşturduğu gibi, insanların sosyo-politik konumlarında da ayrıştırma yaparlar. Bazen bu ayrım öyle olur ki, Yugoslavya örneğindeki gibi bir devletten parçalanan ülkeler, aynı dili konuşsa da bir çizgiyle belirlenen bölge dışına çıkamazlar ya da çıktıkları zaman kimlikleri değişir.
Sınırlar, yüklendikleri bu ayrıştırma görevini kavramsal olarak tartıştıradursun, pratik hayatta mekân üzerinden tartışmaya açarak dolaylı yoldan mimarlığı kullanırlar. Mimarlık burada bir disiplin olmaktan çıkıp ‘politik bir silah’1 olarak kullanılır. Tafuri de benzer biçimde mimarlığın politik olma görevini üstlendiğinden ve mimarın bu durumdaki pozisyonundan bahseder2. Kitabında savaş sırasında ya da savaş sonrasında izlenen politikada, sınırların –kimi zaman bir tel örgü iken kimi zaman da bir bölge olarak- uzlaştırıcı, çatıştırıcı ya da hem uzlaştırıcı hem çatıştırıcı birer araç olarak kullanımı son yüzyılda sıkça karşılaştığımız bir durumdur. İsrail-Filistin sınırında, İsrail tarafından toprağı gasp ederek ve toprağa aidiyet iddia ederek inşa edilen yerleşmeler mimarlığın nasıl politik bir araç olarak kullanılabileceğini gösterirler. Bu yerleşimlerin – ki işgal demek daha doğru olacaktır- uluslararası hukuka uygun olmadığı halde devam etmesi, mimarlığın politik gücünün bir göstergesidir.
İsrail ve Filistin arasında çatışma –henüz uzlaşma yok- zemini yer, kendini mimarlığa ihtiyaç duyarak ve yerleşmeler üzerinden tanımlarken, Kıbrıs’ta bulunan ara bölge kendi varlığı üzerinden uzlaşma ve çatışma ortamı sağlar. Kıbrıs’ta yaşayan Rum ve Türklerin çatışmaları üzerine ve 1974 Kıbrıs Harekâtı’ndan sonra Birleşmiş Milletler tarafından sı1 2
http://we-make-money-not-art.com/archives/2013/01/weaponized-architecture.php
Tafuri, Manfredo, 1976, Architecture and Utopia Design Capitalist Development, The MIT Press, New York, ss.12.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Ömer Faruk Tekin
90
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
nırları belirlenen, BM askerlerinin güvenliğini sağladığı ve koruduğu, Yeşil Hat olarak da bilinen bu bölge fiziksel ve düşünsel olarak bir uzlaşı ortamı sağlar. Duvarlar, tel örgüler ya da kontrollü geçişlerle fiziksel iken, var olmasının çağrıştırdıklarıyla da düşünseldir. Ancak bu uzlaşıyı çok katmanlı bir sınır-bölge ile mümkün kılar. Kontrollü geçişler dışında bölgeye girişlerin yasak olduğu, kontrollü geçişlerde kendine hak tanınanların dışında karşılıklı geçişlerin yasak olduğu, geçişlerdeki ara bölgeye izin belgeleriyle girilebildiği düşünüldüğünde sınırın katmanları açımlanabilir. Peki, böylesi bir uzlaşı mekânı aynı zamanda nasıl bir çatışma mekânı olur? Sınır olmanın çatıştırma ve ayrıştırma gerekliliklerini yerine getirmenin dışında nasıl bir çatışma mekânına dönüşür?
İki tarafın uzlaşma zemini olan ara bölgede bedenimleyken bu durum söz konusu değildir. Ara bölge, çatışma mekânına dönüşme politikasını bedenim üzerinden üretir. Kontrollü geçişler dışında ara bölgeye girmem, girilebilecek yerler olduğu halde, beni bir anda tehlikeli, şüpheli yapar ve bedenim aracılığıyla kimliğimi değiştirir. Öyle ki, beni vurmayı bile yasal kılacak bir eylemdir belirlenen sınırı bir adım geçmem (Resim 1). Ya da belirlenen bir çizgiden öteye kontrol mekanizmasına uğramadan geçmem beni kaçak yapar ve tek bir adım iki kesim arasında diplomatik ve politik bir trafiğe yol açar. Resim 2’de görülen fotoğraf, ara bölgede, Lokmacı/Ledra kontrol kapısının Rum kesiminin başladığı yerde çekilmiş ve çeken kişiye o noktadan öteye geçmemesi gerektiği söylenmiştir. Böyle bir
Resim 1: Türk kesiminden ara bölge askeri sınır
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Ömer Faruk Tekin
Resim 2: Lokmacı kapısından Rum tarafı
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
91
durumda insanda kural, sınır ihlali yaparak arkasına bakmadan koşma isteği ortaya çıkar. Sınır mekânın/çizgisinin bu denli içinde/üstünde olmak, insanı doğasıyla ve kurallarıyla bir çelişkiye iter ve devamlı o geçme ‘deneme’sini telkin eder.
Bir makalelerinde Pohl ve Reyes, sınırların kimlik değiştirme politikasına dikkat çekerler ve hızlı bir biçimde değişen sınırlar ile hayatımıza giren göçmen, tartışmalı bölge, vatansız gibi kavramların üzerinde dururlar3. Bu tür yeni kavramlara bakıldığında, siyaset ve uluslararası ilişkilerde de yeni tartışmalara gebe bırakırlar. İsrail-Mısır arasında kalan bölgedeki göçmenlerin ne Mısır ne de İsrail tarafından kabul edilmemesi4 –sınırlar gereği-, göçmenlerin statüsünü değiştirmiş, arada kalmış, bir nevi vatansız olmuşlardır (Resim 3).
Resim 3: Mısırʼdan İsrailʼe geçmeye çalışan Afrikalı mülteciler
İsrail’in komşularıyla yaşadığı sınır sorunlarının ürettiği yeni kavramlar tartışıladursun, tekrar Kıbrıs ara bölgeye döndüğümüzde, 2011’de Rum ve Türk kesiminden aktivistlerin, bölünmüşlüğe karşı birleşme, tek Kıbrıs olma amacıyla Lokmacı Kapısı’nda başlattıkları 3 4
Pohl, Ethel Barana & Reyes, Cezar, 2013, “Post-Political Attitudes on Immigration, Utopias and The Space Between Us”, The Funambulist Paper Volume 1, (ed) Leopold Lambert, Punctumbooks, New York, ss.19. http://www.theguardian.com/world/2012/sep/05/eritrean-refugees-at-israeli-egyptian-border
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Ömer Faruk Tekin
92
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
“Occupy Bufferzone5” (Resim 4) eylemi ve 6 ay sonra Kıbrıs polis kuvvetleriyle dağılması da kimlik değiştirme politikası bakımından önem taşır. Burada önemli olan, polis kuvvetlerinin uyuşturucuyla [anti-drug] ve terörle mücadele [anti-terrorist department] ekipleri olması ve işgalcilerin –bu işgalin yasal olup olmaması değildir tartışılan- kimliklerinin, anti-terörist ekiplerinin gelmesini gerektirecek kadar değişmesi ve bunu bir mekânın ve mekânın gerektirdiği bir eylemin üretmesidir.
Resim 3: Mısırʼdan İsrailʼe geçmeye çalışan Afrikalı mülteciler
Sınırların doğası gereği, bu tür kimlik veya sosyopolitik konum değişimlerinin olasılığı ve normal bir durum gibi algılanması, Avrupa Birliği ülkelerinin sınırlarına baktığımızda buna karşıt bir söylem oluşturmaktadır. 1985 yılında imzalanan Schengen anlaşmasıyla –diğer Avrupa ülkelerinin anlaşmaya dahiliyeti halen devam etmekte-, bu anlaşmayı imzalayan ülkeler arası sınırlarda pasaport ve polis kontrolleri artık kalkmıştır. Sınırlar varlıkları dışında bir anlam taşımamaktadırlar ve varlıkları da anlamsızlaşmıştır. Buradan sınırların bir kontrol mekanizmasına ihtiyaç duydukları çıkarımı yapılabilir ki bu da bizi tartışmanın 5 http://www.occupybufferzone.info/
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Ömer Faruk Tekin
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
93
en başına döndürür ve sınırların –dolayısıyla mimarlığın, hatta bazen doğrudan mimarlığın- nasıl politik bir araç olarak kullanılabileceğini sorgulatır. Burada şöyle bir itiraz yapılabilir ki bu, konuyu bambaşka yerlere kaydırır. AB ülkelerinin kendi aralarında imzaladıkları anlaşma ile sınırların zaten yok sayılması ve farklı ülkelerden insanların, ülke kimliklerinin yanında bir üst kimlikte toplanmaları ve o kimlik üzerinden değerlendirilmeleri, bir mekân olarak sınırın içinde tartışılacağı bir mecra bırakmamaktadır. Buradan erk, kimlik, birlik, hegemonya gibi kavramlarla konu toparlanamaz bir biçimde dağılabilir.
Kendini uzlaşma ve çatışma gibi kontrast kavramlar üzerinden anlamsal ve fiziksel olarak inşa eden sınır, kontrol mekanizmalarıyla politikanın birer aracı haline dönüşür –sınırların bu karşı konulamaz kullanılabilirliği salt sınırın varlığıyla onu düşünmemize izin vermez, sınır sürekli bir erkin kullanımındadır- ve barındırdığı anlamları yeniden üretir. Bu yeniden üretilen anlamlar bir yandan mekânı dönüştürürken, bir yandan da mekânda bulunan insana kendisinin kabul etmeyeceği bir kimlik dayatır.
Kaynakça
Yazarın kendisi (fotoğraflayan), Türk kesiminden ara bölge askeri sınırı (fotoğraf), 2013 Yazarın kendisi (fotoğraflayan), Lokmacı kapısından Rum tarafı (fotoğraf), 2013
Mısırʼdan İsrailʼe geçmeye çalışan Afrikalı mülteciler (fotoğraf), 25 Mart 2014 tarihinde http://www.theguardian.com/world/2012/sep/05/eritrean-refugees-at-israeli-egyptianborder sitesinden alındı Occupy Bufferzone eylemi sırasında BM askerleri (fotoğraf), 25 Mart 2014 tarihinde http://www.epanenosi.com/wp-content/uploads/2011/11/bufferzone-41.jpg sitesinden alındı
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Ömer Faruk Tekin
94
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Türkiye’de İdeoloji Kavramı Bağlamında Kentsel Mekân Üretimi ve Alternatif Karşı Duruşlar: Gezi Forumları Tuba Özkan
İstanbul Teknik Üniversitesi, Lisans
İdeoloji kavramı, Tracy tarafından ilk kullanıldığında, fikirler-idealar bilimi (a science of ideas) diye tanımlanan genel bir kavram olarak ortaya atılmıştır. Napolyon’un kavramı politik bir arenada, negatif bir söylem içerisinde kullanmasıyla, kavram ilk olumsuz anlamını kazanmıştır (Thompson,1990). Bugün ise, üzerine daha çok politik anlamlar yüklenen ideoloji kavramı, ilk anlamından oldukça uzaklaşmış, uç noktalardaki fikirleri işaret eden, karşı duruşu imleyen bir kavram olarak günlük dilin bir parçası olmuştur.
Günümüzde Batı kökenli ideolojilerin bir tür krize girdiğinden, toplumlar üzerindeki etki kapasitelerini yitirdiğinden bahsedebiliriz. Geleneksel ideoloji algısında katı varsayımları işaret eten ussallık, ilericilik, laiklik vs. gibi kavramlara, çeşitliliklerden ve farklardan söz ettiğimiz çok-kültürlü bir dünyada şüphe ile yaklaşılmaktadır (Schwarzmantel, 2008). Zizek (2012), yaşadığımız çağda ideolojilerin varlığını sorgularken, kavramın bir-iki yüzyıl öncesinde çok başka şekillerde algılandığına değinmektedir. Artık ideolojiler zihinlerimizde katı kutuplarda değil, daha ziyade bir ‘aralık’ta (in medias res1) konumlanmaktadır. Kes1
In medias res: -in the midst of things- the situation is an extension of previous events and will be developed in later action (URL 1)
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Tuba Özkan
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
95
kin duruşlar sergilememe, arada olma hali; ideolojilerin, olumsuz izler bırakması beklenen her türlü olayın (savaşın, şiddetin vs.) meşrulaşmasına yardım eden bir iktidar aracına dönüşmesine sebep olmuştur. İdeolojilerin de-polarize edilmesi, yıkıma uğratılmasıyla her türlü olayın meşruiyet kazanabildiği bu noktada ‘fikirsel bir aldatma/aldanma’ halinden söz edilebilir.
Tıpkı tüm gezegenlerin etraflarında kendi yörüngelerini oluşturarak birbirleriyle denge içinde var olması gibi, ideolojiler de kendi yörüngelerini oluştururlar ve bütüncül bir denge kurarlar. Bu yörüngesel alanlara ideoloji alanları diyebiliriz. İdeoloji alanlarının merkezinde daha öncesinde ortaya çıkmış, zaman içinde kısmen katılaşmış çekirdek ‘idea’lar bulunur. Bireyler bulundukları yörünge(ler)in idealarına yakın veya uzak durmak kaydıyla, bu yörüngelerde konumlanır (Şekil 1). Her ideoloji alanındaki bireylerin toplamı, toplumun belli gruplarını/topluluklarını oluşturur. Aslında her bireyin kaçınılmaz olarak bu ideolojiler evreninde konumlandığı bir nokta vardır denilebilir. Yani verdiğimiz her kişisel kararın az veya çok ideolojik olduğu savunulabilir. İktidar ise tıpkı her bireyin-grubun durduğu gibi
Şekil 1, İdeoloji alanları grafiği, Yazar (2014)
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Tuba Özkan
96
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
belli fikirlere daha yakın durmaktadır. İktidarın hakim olduğu ideolojik alan, sahip olunan propaganda araçları yardımıyla, görünmez bir çekim gücü oluşturur ve bireyleri kendine çeker. Bu araçlar çoğunlukla iktidarın söylemini ön plana çıkarmasını sağlayan, meşrulaştıran; maddi güç, medya gücü ve bu araçların da yardımıyla ayrımcı söylem özgürlüğü olabilir. İktidarın sahip olduğu diğer bir önemli güç ise tüm diğer güç faktörlerinden destek alarak kazandığı “yapma” gücüdür. İktidarın ideolojik söylemi üzerinden kurgulanan, bu söylemi yansıtma kaygısını taşıyan, her türlü kamusal mekân-bina üretimi, bu yapma gücünün ürünüdür.
Türkiye’de Cumhuriyet sonrası dönemde kentsel-kamusal mekân üretimine hızlı bir bakış atılırsa, sözde kamu yararına devlet eliyle yapılan mimari ve kentsel ölçekli üretimlerin kayda değer bir kısmının mevcut iktidar(lar)ın ideolojik bakış açılarından beslendiği söylenebilir. Dönemsel olarak değişiklik gösteren iktidari yaklaşımlar, bireylerin gündelik hayatlarında önemli yer kaplayan kamusal mekânlara yansıtılmış, bu mekânlar ve mimari yapılar bir tür ideolojik gösterge olarak kullanılmıştır (Şekil 2).
Şekil 2, Türkiyeʼde ekonomik politikalar/ hakim ideolojiler/ mimarlık üretimi ilişkisinin tarihsel sürecini gösteren grafik, Yazar (2014)
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Tuba Özkan
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
97
Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk ilkeleri ve milliyetçilik kavramının farklı yorumları ile ortaya çıkan milli mimarlık akımları ve bu bağlamda üretilmiş, yarışmaya açılmış yapılar2 (Şekil 3) … 60’larda çok partili döneme geçiş ile değişen ekonomik politikalar ve Batılılaşma (Westernization) kavramının Amerikanlaşma (Americanization) kavramı ile yer değiştirmesi; bunun sonucu olarak mimarlık üretimini etkiyen Amerikan Rasyonalizmi… 70’lerde uç noktalara ulaşan gecekondulaşma problemi ve kentlerin çehrelerini ele geçiren “müteahhit modernizmi” (Balamir, 2003) ... 80’ler sonrası dönemde özellikle İstanbul ve diğer gelişen kentler için öne sürülen Metropolleşme söylemi ve bu söylem etkisiyle gerçekleştirilen ‘çılgın’ yıkımlar ve büyük ölçekli projeler… (Sönmez, 2007)
Kentlerimizin ve mimarlığımızın bu bir paragrafa sığmakta zorlanan hikayesi her hükümet döneminde benzer bir tutumla yazılmış, dönemin ideolojik eğilimleri ve ekonomik politikaları ile şekillenmiştir. Bugün de devlet hegemonyası altında verilen kentsel ve mimari kararlarda, neo-liberal ekonomik politikaların ve hakim ideolojinin etkisi, çok daha agresif boyutlarda gözlemlenebilmektedir (Şekil 4). Demokratik ortamlarda, toplumdaki çeşitli aktörlerin kent yaşamı ile ilgili alınan önemli kararlara katılması beklenirken; mevcut iktidar, karar süreçlerinde, toplumun kendi ideoloji alanı yörüngesinde bulunmayan geniş bir kısmını, hatta kimi zaman bulunanları da, saf dışı bırakmaktadır. Tarihsel süreç incelendiğinde, ideoloji ve mimarlığın arasındaki bu güçlü ilişki; iktidar tarafından yürütülen kentsel politikalar, kentlinin gündelik hayatına dokunmaya ve bir şekilde zarar vermeye başladığı zamanlarda bir takım karşı duruş hareketlerini de tetikleyen itkiyi oluşturmuştur.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, henüz büyük bir savaştan çıkmış ve yoğun bir kültürel dönüşüm baskısının altına girmiş olan toplum, kentsel meselelerle ilgili bir karşı duruş sergileyecek olgunlukta değildir. Muhalif duruş sergilense dahi hükümet tarafından sert bir şekilde baskılanmaktadır. Çok partili döneme geçişle birlikte, bir takım karşıt sözler dile gel(ebil)meye başlamıştır. Dönemin akademisyenleri ve aydın olarak nitelendirilen karakterleri tarafından yayınlanan Forum Dergisi, Demokrat Parti politikalarına karşı muhalif bir söylem üretmek maksadıyla, demokratik bir platform oluşturmayı amaçlamıştır.
2
Daha kapsamlı bilgi için kaynak; bkz. “Turkey : Modern Architectures in History” (Sibel Bozdoğan ve Esra Akcan)
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Tuba Özkan
98
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Şekil 3. 1. Milli Mimarlık akımının örneklerinden Ankara Palas, Osmanlı Canlandırmacılığının öncü mimarlarından Vedat Bey ve Kemalettin Bey tarafından tasarlanmıştır (1924-1927), (URL2).
Şekil 4, Çamlıca Camii Mimari Proje Yarışmasıʼnda birincilik ödülü kazanan ve uygulamasına geçilmiş olan proje (2013), (URL3).
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Tuba Özkan
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
99
Ana söylemi “Forum; Fikir Meydanıdır!” olan yayın, bu söylemiyle Gezi olayları sonrası ortaya çıkan Gezi Forumları’nı akla getirmektedir. Lakin onaltı yıllık yayın hayatında; siyaset, politika, ekonomi ve hatta sanat gibi birçok konuya değinmiş olmasının yanında, kent ve mimarlık sorunlarının hiçbir zaman tartışmaların ana eksenini oluşturamamış olması noktasında Gezi Forumları’ndan farklılaşmaktadır.(Şekil 5)
Şekil 5, Forum Dergisi kapağı, “Forum, fikir meydanıdır” (1963) (URL4).
70’lerde büyük kentlerde artan nüfus sorunu ve gecekondulaşmanın had safhaya ulaşması, bambaşka bir karşı duruşu doğuran motivasyonun oluşmasına sebep olmuş ve bu karşı duruş fiziksel eyleme dökülerek güçlü bir direniş gösterisini doğurmuştur. İstanbul’un çeperinde bir gecekondu mahallesi olarak ortaya çıkmış olan göçmen-köylü nüfus yoğunluklu 1 Mayıs Mahallesi, alışık olunmayan bir şekilde örgütlenmiş, kendi kendine yeten bir yerleşim birimi oluşturmuştur (Aslan, 2013). Mahalle yönetimini üstlenmek üzere yine mahalle halkının kendisi tarafından bir halk komitesi kurulmuştur. Devletten hiçbir resmi altyapı desteği almadan, kendi imkânlarıyla ve tüm mahallelinin katılımıyla varlığını korumuştur. 2 Eylül 1977 günü, polis tarafından yerleşim alanına gecekonduların yıkımı için bir operasyon düzenlenmiştir. Mahalle sakinleri yine hiç umulmadık bir şekilde kadın, erkek, çocuk farkı gözetmeksizin tüm halkın katılımıyla bu yıkımlara çok güçlü bir direnç göstermiştir. Olaylar sonucunda 12 mahalleli polis tarafından açılan silahlı saldırıda haTEŞVİK ÖDÜLÜ, Tuba Özkan
100
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
yatını kaybetmiş ve bu şekilde polis mahalledeki birçok evi yıkmayı başarmıştır. Ancak mahalle halkı yıkılan evleri kolektif bir şekilde tekrar inşa etmiştir. 80 darbesi ile yasal varlığı tanınan mahalle, bugün tüm bu direniş mücadelesinden bir iz taşımasa da, toplum tarafından kent hakkına dair geliştirilmiş bir direnç gösterisi olarak önem arz etmektedir. (Şekil 6,7,8)
80’ler sonrası dönem, ekonomik olarak dışa açılmaya çalışan hükümetin fütursuz ‘yaptım oldumcu’ tavrı ile kenti şekillendirdiği bir dönem olarak nitelendirilebilir. Bu dönemde, globalleşme hedefi kapsamında, rant odaklı bir çok yeni yapının inşa edilmesinin yanında mevcut kamu yapıları da kamunun elinden alınarak özelleştirilmeye çalışılmıştır. Taşkışla Otel’i projesi bu uygulamalardan biri olarak gündeme gelmiştir. Taşkışla Binası tarihi boyunca kışla, hastane, hapishane gibi birçok farklı işlev için kullanılmış, İstanbul’un merkezinde bulunan, bugün hâlâ İTÜ Mimarlık Fakültesi olarak mevcudiyetini sürdüren tarihi bir yapıdır. 1984 yılında, okul olarak kullanılmakta iken yapının otele dönüştürülmesi öngörüsüyle arazi özel bir firmaya satılmıştır (Şekil 9). Bu satışa, okulun öğrencilerinden, öğretim üyelerinden ve Mimarlar Odası’ndan güçlü tepkiler verilmiştir ve 1986 yılında dersler henüz devam ederken başlanan inşaat çalışmalarına tepki olarak hocalar ve öğrenciler okul binasını hiçbir şekilde terk etmeme kararı almışlar ve direnişlerini uzun süre sürdürmüşlerdir. İki senelik fiili ve hukuki direniş sürecinin sonunda, proje mahkeme kararıyla durdurulmuştur. Bu örnek de kazanılmış bir hak savaşı olarak önem arz etmektedir. Tüm bu karşı duruş hareketleri çeşitli sesleri içinde barındırarak değil, noktasal bir müdahaleye karşı oluşturulmuş anlık-tekil bir karşı duruş olması yönüyle, Gezi sürecinden farklılaşmaktadır.
Diğer direnç örneklerinin motivasyonlarına benzer şekilde, hükümetin politikaları Gezi olaylarının alt yapısını oluşturmuştur. Bir binanın, iktidar tarafından belli bir ideolojiyi yansıtma kaygısı ile tek aktörlü, antidemokratik bir şekilde ideolojik bir gösterge olarak yeniden canlandırılma savaşı, Taksim yayalaştırma projesi kapsamında yürütülen Topçu Kışlası’nın şu an Gezi Parkı’nın bulunduğu alanda yeniden inşası projesi, Gezi olaylarını tetikleyen temel sebeptir. Değindiğimiz diğer direniş örneklerinden farklı olarak Gezi olayları, Türkiye tarihinde hiç görülmemiş bir şekilde, kentli olma hakkını arayan birçok insanın katıldığı, çok-sesli, çok ideolojili, farklı grupların bir arada direndiği bir karşı duruş hareketine dönüşmüştür. Olaylar sürecinde ortaya çıkan ve uzun bir süre Türkiye’nin birçok şehrinde, kentsel-kamusal mekânlarda gerçekleşmeye devam eden Gezi Forumları bu sürecin en önemli kazanımlarından biri olmuştur.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Tuba Özkan
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
101
Şekil 6, 1 Mayıs Mahallesi (1977) (URL5).
Şekil 7, 1 Mayıs Mahallesiʼnde bir halk komitesi toplantısı (1977) (URL5).
Şekil 8, 1 Mayıs Mahallesi yıkılması (1977) (URL5).
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Tuba Özkan
102
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Şekil 9, Taşkışla Otel Projesi ile ilgili bir gazete haberi (1985) (URL6)
Harvey’e göre (2006), kamusal alan politik tartışmaların ve katılımın vuku bulduğu demokratik bir arenadır. Habermas (1974) ise kamusal alanı, toplum ve devlet arasındaki ilişkiye aracı olan, herhangi bir konudaki düşüncelerini özgürce ifade etme garantisi ile kentlilerin kamusal bir beden gibi davranabildikleri alan olarak tanımlar. En genel tanımıyla kamusal alan; toplumun her bireyi tarafından ulaşılabilir olan, herkese açık olan tüm alanlardır. (Neal, 2010)
Forumlar, kamusal alan kavramı ile bağlantılı olarak iki eksende önem arz etmektedir. Bu forumların kamusal alan sıfatı atfedilen (ama Türkiye’de forumlara kadar kayda değer bir kamusallık doğuramamış olan) –yeşil alanlarda, parklarda- gerçekleştiriliyor olma hali, herkesin kullanımına açık kamusal mekânların kent içindeki varlığının potansiyellerini gözler önüne sermiş, kentin parklarında kamusal alan kavramı tanımının yeniden üretilmesine ön ayak olmuştur (Şekil 10) Daha da önemlisi kamusal mekâna dair kararlar verilirken tartışma-konuşma kıtlığı çektiğimiz bir dönemde, toplumun bir kısmının dahi olsa daha önce hiç gerçekleşmemiş bir şekilde, kentle ve kamusal alanla ilgili konuları çıkarsız ve tarafsızca tartışmaya açması, kentlerimizin geleceği bağlamında umut vadedici görünmektedir. (Şekil 11,12) TEŞVİK ÖDÜLÜ, Tuba Özkan
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
103
Şekil 10, Gezi/Direniş forumları haritası, Emre Özdemir (2014).
Şekil 11, Abbasağa Parkʼı Gezi Forumu (2013) (URL7).
Şekil 12, Gezi Forumlarından görüntüler; izleyiciler konuşmacı ile aynı fikirde olduklarında sessiz alkışlarla tepki verirken, aynı fikirde olmadıklarında ikinci şekildeki gibi tepkilerini göstermektedirler (2013) (URL8,9).
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Tuba Özkan
104
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Forumları daha iyi kavrayabilmek, farklı forumlarda neler konuşulduğuna dair ipuçları toplamak adına katılımcılarla görüşmeler yapılmıştır. Özellikle polis şiddetine yoğun bir şekilde maruz kalınmış kentlerdeki forumlar, herkesin başından geçenleri paylaştığı bir dayanışma ortamı olarak oluşmuştur. “Gezi olayları sırasındaki ölümler”, “polisin uyguladığı orantısız güç” ve “sonrasında izlenecek politikalar” tartışmaların ana eksenini oluşturmuştur.
Katılımcılardan biri, aktif protestolar bittikten sonra tartışılan konuların yön değiştirdiğini, bir süre sonra insanların “kentsel problemler”, “kentsel dönüşüm, çözüm süreçleri”, “3. Köprü ve 2. Havalimanı projelerin sebep olabileceği potansiyel ekolojik ve sosyolojik zararlar” gibi gündemdeki projeler ile ilgili görüşlerini dışa vurmaya başladıklarını aktarmıştır. Farklı forumlar için de bulgular benzerlik göstermektedir. Kentsel politikalar ve kent hakkı”, “kamusal alanların sayısının nasıl arttırılabileceği”, “sosyal hakların nasıl geri kazanılabileceği” gibi çok farklı konulara değinilmiş ve aktif katılımlı bir tartışma ortamı oluşmuştur. Kısaca ‘Gezi Forumları’ katılımcılara, insanların hangi ideoloji alanına dahil oldukları önemli olmaksızın “bir araya geldikleri, seslerini duyurabildikleri ve mahalle ölçeğinden / kentsel ölçeğe her türlü problemlerini tartışabildikleri minör bir demokrasi deneyimi” yaşatmıştır.
Katılımcılara, “Gezi Forumları ideolojik bir hareket olarak değerlendirilebilir mi?” sorusu yöneltildiğinde, katılımcıların kafalarında ideoloji kavramı ile ilgili oldukça olumsuz bir tanım olduğu gözlenmiştir. Kavram ile ilgili negatif algıya sahip çoğu katılımcı, bu forumların “kesinlikle ideolojik bir hareket olmadığını, sadece demokratik katılımın ön planda olduğu platformlar” olduğunu savunmuşlardır. İdeoloji kavramını, politik-negatif ‘karşı’ anlamlarından sıyırarak tekrar a-priori anlamında ele alırsak; aslında bu forumlar da farklı fikirlerin tartışmaya açıldığı ve en uygun ‘idea’ların arayışında olunan ortamlar olarak, katıksız ideolojik hareketler olarak kabul edilebilir. Gezi Forumları, hem kamusal alan deneyiminin yeniden üretildiği hem de ideoloji kavramının tanımlarının yıkıma uğratıldığı “o yer”i kurgulamayı başarmış, tüm direniş örneklerinin arasında sivrilen tekil ama üretken bir örnek oluşturmayı başarmıştır.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Tuba Özkan
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
105
Kaynakça
Neal, Z. P. ve Orum, A. M. (ed.) 2010, Common Ground: Readings and Reflections on Public Space, Routledge.
Habermas, J. 1974, The Public Sphere: An Encyclopedia Article, New German Critique, No. 3. Autumn.
Harvey, D. 2006, The Political Economy of Public Space, Routledge, 17-35. Thompson, J. B. 1990, Ideology and Modern Culture, Polity Press. Schwarzmantel, J. 2008, Ideology and Politics, Sage Publications.
Slavoj Zizek S. (ed.) 2012, Mapping Ideology, London, Verso, 1-34.
Bozdoğan, S. ve Akcan E. 2012, Turkey : Modern Architectures in History, London, Reaktion Books.
Balamir, A. 2003, “Mimarlık ve Kimlik Temrinleri- II: Türkiye’de Modern Yapı Kültürünün Bir Profili, Mimarlık Dergisi, s. 314. Sözmez, F. U. 2007, Seksenler Istanbulʼu Kentsel Söylemini Popüler Yazılı Medya Üzerinden Okumak, ITÜ.
Aslan, Ş. 2013, 1 Mayıs Mahallesi, İletişim Yayınları.
Sayar, Y. 2004, “Türkiye’de Mimari Proje Yarışmaları 1930-2000: Bir Değerlendirme”, Mimarlık Dergisi, s. 321 . URL1: http://www.britannica.com/EBchecked/topic/284369/in-medias-res URL2: http://wowturkey.com/tr312/k_Gokhan_AsGul_Ankara_Palas.jpg
URL3:http://2.bp.blogspot.com/4pLGvhaIPUE/ULx1_LDbPqI/AAAAAAAABws/6F5WrQqI 4zI/s1600/Camlica_Camii.jpg
URL4:http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Dosya:Forum_dergisi_kapa%C4%9F%C4 %B1.jpg&filetimestamp=20130426102931& URL5:http://www.youtube.com/watch?v=7kjd_blCUw0
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Tuba Özkan
106
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
URL6:http://www.arkitera.com/haber/index/detay/kazanilan-bir-kent-mucadelesi— taskisla/15926 URL7:http://everywheretaksim.net/wp-content/gallery/abbasaga-besiktas-forum /20130625_2316.jpg
URL8:http://researchturkey.org/wp/wordpress/wpcontent/uploads/2013/10/abbasaga_forumunda_sessiz_alkislar_h2013.jpg URL9:http://everywheretaksim.net/wp-content/gallery/abbasaga-besiktas-forum/ 20130625_2261.jpg.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Tuba Özkan
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
107
YAYINLANMAYA DEĞER BULUNANLAR
Aslı Uzunkaya Aslıhan Kazancı Besimi Okur Egemen Kızılcan Elif Gözde Öztoprak Emre Gökdel Esma Şen - İsra Hatipoğlu Ezgi Tezcan - Ece Özbek Gökhan Okumuş Gülbahar Bozkurt Hazel Coşkun Işıl Çakmak M. Ammar Tok Melike Atıcı Merve Çay Nazlı Ece Ünsal Nesil Suyaran Nursen Gümüşsoy Ömer Yeşildal Özgün Yücetürk Pınar Demirel Etli Ruken Karakuş Selahattin Doğa Gülhan - Güzin Öztok Sena Kayasü - Doruk Alpsar Sultan Elif Yılmaz Tuğba Cerav Tuğçe Şahin Ulufer Çelik Zeynep Dündar
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
109
Soyut Kavramlardan Yaşayan Mekânlara Aslı Uzunkaya
Yıldız Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans
“Mimarlık salt görsel ayartma nesneleri yaratmaz, anlamlara aracı olur ve onları yansıtır. Herhangi bir binanın nihai anlamı mimarlığın ötesindedir; bilincimizi dünyaya ve kendilik ve varlık duygumuza geri yönlendirir.” 1 Mekân ve insan arasında varolan etkileşim, karşılıklı beslenmelerini sağlarken, her ikisinin de tanımı, oluşumu ve kullanımı üzerinde büyük rol oynar. Mekân, salt fiziksel durumlardan değil, insan varlığından, birçok düzlemdeki sosyal etkileşimlerden ve toplumsal ilişkilerden de etkilenir. En önemli odağının insan oluşu sebebiyle, yaşanan her toplumsal değişime uyum çabası içinde evrilir ve dönüşür. Bu dönüşüm serüveni, sosyal yapıyla bağlantılı bir “kendiliğinden” oluş içerisinde ve ancak uzun vadede farkedilen bir çerçevede gerçekleştiği kadar, kenti olumsuz etkileyen tepeden inme ve anlık kararları da içerebilir. Geçtiğimiz Mayıs ayında İstanbul’da başlayan ve tüm ülkeyi etkileyen Gezi Direnişi’yle birlikte, toplumsal yapıdan bağımsız biçimde dayatılan ani değişime verilen bir tepki olarak, mekân kendiliğinden ve mimarsız mimarlık yolu ile dönüşüme uğradı. Gezi Direnişi bu bağlamda mekân tanımı, oluşumu ve kullanımı üzerindeki değişimlere bir arka plan oluşturdu. 1
Pallasmaa, Juhani, (2005). The Eyes of the Skin: Architecture and the Senses, 2nd Edition, John Wiley & Sons Limited, ; Çeviren: Kılıç, A. U., (2011). Tenin Gözleri: Mimarlık ve Duyular, 1. Baskı, YEM Yayın, İstanbul, ss. 14.
YAYIN, Aslı Uzunkaya
110
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Mekânın Tanımı / Tanımsız Mekân
Mimarlık literatürüne girişinden beri sürekli değişim / dönüşüm içinde olan mekân kavramının tanımı değişse de “mimarlık” ile arasında varoluşsal bir ilişki olduğu her daim benimsenir. Bu bağlamda mimarlığın değerli faaliyetleri çerçeveleyip, sınır ve anıt oluşturma eylemi olarak görüldüğü genel kanının aksine Deleuze ve Guattari, her türlü sabitlik yerine akışkanlığı ve yaratıcılığı tercih ederek yaşamın anıtsal olmayan yönlerini destekler2. Toplumsal mücadelenin yanında yaratıcılığı da simgeleyen Gezi Direnişi de benzer şekilde akışkanlığı destekler nitelikte, mekânın kentli kavrayışı açısından farklılaşmasına sebep olan bir oluşumdur. Bu farklılaşma, yeni bir tür akım, üslup ya da yaklaşım içeren mekân yaratımını değil, anıtsal olmayan ve tamamen mimarsız mimarlığı kapsar. Gezi Direnişi’yle birlikte kentliler mekâna dair algılarını faklılaştırırken, bir yandan da mekânı mimarsız mimarlık yoluyla dönüştürdü, yeni işlevler yükleyerek kamusal alanın kullanımını geliştirdi. Gezi Parkı özelinde, günlük ihtiyaçlara cevap verebilen “geçici kullanım alanları” oluşturuldu. Park ve Taksim Meydanı’nın birbirinin uzantısı haline gelmesiyle aslında olması gereken kesintisiz aks kendiliğinden ortaya çıktı. Özel kullanıma sahip alanlar dahi acil durumlarda kamusal alan olma misyonu edinirken, birçok kamusal alan toplumsal ilişkileri güçlendiren aktivitelerle canlandı. Sanal mekân bile, fiziksel bir canlılıktan öte toplumsal birliktelik ve duygulanım yarattığı için kendine bu direnişte önemli yer edinebildi.
“Varolmayı” başaramayan kamusal alanların, herkese “ait” oluşunun hatırlanması sonucu yaşanan benimsenmeyle beraber gelen gerçek “kamusallaşma”, mekânsal özelliklerden ziyade orada yaşayanlar / yaşananlar sayesinde oldu. Benimseme ve aidiyet yoluyla mekânsallaşma, Bachelard’ın3 ilk evrenimiz ve dünya köşemiz olduğunu söylediği “ev” kavramsallaşmasıyla özdeşleşir. Ev özelinde içinde yaşanmış bir yer, geometrik mekândan üstündür. İnsanlara barınak oluşturarak fiziksel koşullara karşı direniş gösterir. Bu durumda, anı ve toplumsal bellek oluşumuna sebebiyet verir ve benimsenerek geçen zaman içinde hatırlanır. 2
Ballantyne, Andrew, (2007). Thinkers for Architects / Deleuze & Guattari for Architects, 1. Edition, Routledge, Londra; Çeviren: Öğdül, R., (2012). Mimarlar İçin Düşünürler / Mimarlar İçin Deleuze ve Guattari, 1. Baskı, Yem Yayın, İstanbul, ss. 101.
3 Bachelard, Gaston, (1958). La Poetique de Lʼespace, Presses Universitaires de France, Paris; Çeviren: Jolas, M., (1994). The Poetics of Space, Beacon Press, Boston, ss. 4-48.
YAYIN, Aslı Uzunkaya
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
111
Yapının ve kentsel alanın kullanımı, mekân olma niteliğinin yanında ona bir gerçeklik kazandırır. Mekânlar, farklı zamanlarda farklı kişiler tarafından kullanıldığında meydana gelen etkileşimler birbirinden bağımsızdır. Deleuze ve Guattari’ye göre yapı (mekân) bir makinedir4 ve kişinin onunla karşılaşması anında deneyime bağlı olarak değişen duygulanım üretir. Deleuze ve Guattari, deneyimle farklılaşan mekânı anlamak için, bir ormancının yaşamak üzere inşa ettiği kulübe ile Fransa kraliçesi Marie Antoinette’in kendisi için inşa ettirdiği yapay köydeki bir kulübeyi karşılaştırarak inceler. Ormancı-kulübe makinesi bir yaşam alanı ve bir mekân olmasına rağmen, Marie Antoinette-kulübe makinesi hiçbir zaman gerçek bir mekân olamaz, sadece belirli zamanlarda ziyaret edilecek bir dekordur5. Öyleyse, Gezi Direnişi’nin ortaya çıkış noktası olan ve ihya edilmesi planlanan Topçu Kışlası da tıpkı Marie Antoinette-kulübe makinesi gibi gerçekten mekân olamayacak ve özellikle zamansızlığı sebebiyle Topçu Kışlası makinesi olarak gerçek bir deneyim üretemeyecektir. Bu durumda, kentli tarafından direniş esnasında oluşturulan tüm mekânlar Topçu Kışlası’ndan daha gerçektir ve mekân olarak tanımlanabilir.
Mekânın Oluşumu ve Toplumsal Olaylara Arka Plan Oluşu
Auge’ye göre bugünün dünyasında lieu (place) ve non-lieu (non-place) olmak üzere iki tür mekân bulunur. Tanyeli, “mekân” ve “yok-mekân” sözcükleriyle aktardığı bu mekânsallaşmaların aslında mimari gelişmelerle değil, onun dışındaki toplumsal olaylardan etkilenerek ortaya çıktığını söyler6. 21. yüzyılda tüm yaşantıya damgasını vuran “tüketim” olgusu da mekânsallaşma üzerinde zorunlu bir etkiye sahiptir. Küresel dünyada kamusal alanların çoğu asıl işleviyle kullanılamazken, tüketim odaklı, zoraki güvenlik içeren korunaklı yerler kamusal alan olarak kentliye sunulmaktadır. Zukin’e7 göre ortak amaçlara yönelik kullanımları sebebiyle kamusal alan izleniminde olan bu yerleri sorgulamadan 4 5
6
7
“Makine” fikri Deleuze ve Guattari tarafından Samuel Butler’ın Makineler Kitabı (The Book of Machines)” adlı metni dolayısıyla keşfedilmiştir. Butler’a göre makinelerin kendilerine ait yaşamları vardır ve organik olmamaları durumu bunu değiştiremez (Ballantyne, 2012, ss. 24) Ballantyne, 2012, ss. 44-46.
Tanyeli, Uğur, (2004). “Kitle Turizmi ve 'Yok-Mekân' Mimarlığı”, Arredamento Mimarlık, 171:7477. Zukin, Sharon, (1999). The Cultures of Cities, 5. Edition, Blackwell Publishers, Cornwall, ss. 45-46.
YAYIN, Aslı Uzunkaya
112
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
kabul etmek, aslında ayrıştırıcı ve özelleşmiş bir kamusal alan kültürünü kabul etmek anlamına gelir. Bu kabulle, kent merkezindeki hem açık hem de kamusal alanlardan birinin daha “özelleşmesine” tepki olarak doğan Gezi Direnişi’nin ardından parkın, direnişin başlıca mekânı olarak daha güçlü bir şekilde kamusal alana evrilmesi, sosyal olayların mekân oluşumunu nasıl etkilediğini gözler önüne serer.
Lefebvre’e8 göre sosyal olaylar mekânsal varoluş için gereklidir ve bu oluşuma katılmadıkları sürece mekân tamamen soyuttur. Amaç, soyut ve fiziksel olan bileşenleri “sosyal mekân” üzerinden birleştirmektir. Mekân yansız ve edilgin bir geometri değildir; üretilir ve yeniden üretilir, bu nedenle tıpkı Gezi Direnişi’nde olduğu gibi mücadele alanını temsil eder.
Kullanım Üzerinden İnsan / Yer / Mekân İlişkisi
“Mekân” kavramı ile mekânın soyut ve sosyal ilişkilerden yoksun olduğuna dair eleştiriler sonucu ortaya çıkan “yer” kavramı girift bir ilişkiye sahipken, aralarındaki ayrım temel olarak insan varlığına dayanır. Mekân ölçülebilir ve içi boş bir kavram olarak anılırken, yer deneyim sonucunda anı oluşumuna sebebiyet verir. Nalbantoğlu’na9 göre, mekân “modern zamanlar”a özgü soyut bir kategori / kavramdır. Aristoteles de dahil olmak üzere modern öncesi hiçbir dönemde boş ve soyut bir mekân düşüncesi yoktur.
Bilgin10 mekân ve yer arası ayrımı destekler biçimde mekânı iki şekilde tanımlar. Fizikselmatematiksel mekânı homojen, anlamdan bağımsız Öklid mekânı olarak tariflerken bilgiye bağlar. Mekâna diğer yaklaşımın ise fenomenolojiden11 kaynaklandığını söyleyerek yaşantıyla ilişkilendirir. Fenomenolojik yaklaşımın başlıca savunucusu Heidegger’in ‘yerʼ ve 8
9
Lefebvre, Henri, (1991). "From the Production of Space”, Cambridge; Derleyen: Hays, M. K., (2000). Architecture Theory since 1968, MIT Press, Cambridge, ss. 175-188.
Nalbantoğlu, Hasan Ünal, (2008). “Nedir Mekân Dedikleri?”, III. Disiplinlerarası Mimarlık-Felsefe Toplantısı: Zaman-Mekân, Mekân-Zaman, 18-19 Kasım 2005, İstanbul, 88-105.
10 Bilgin, Nuri, (1990). “Fiziksel Mekândan Insanî ya da İnsanlı Mekâna”, Mimarlık Dergisi, 241:6265.
11 Fenomenoloji, Orhan Hançerlioğlu tarafından Felsefe Sözlüğü’nde “nesnenin bilgisine ancak özneden varılabileceği savını gerçekleştirdiği ileri sürülen yöntem” olarak tanımlanır. Hançerlioğlu, 2012, ss. 288.
YAYIN, Aslı Uzunkaya
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
113
‘zamanʼa ‘mekânʼdan daha fazla öncelik tanımak suretiyle kurduğu ilişki, nesne ile şey12 arasında kurduğuna benzer. Soyut ve gündelik hayattaki deneyimden kopuk olduğu öne sürülen nesne mekân ile, şey ise yerle ilişkilendirilir13. Bu durum, Gezi Direnişi’yle özdeşleştirildiğinde, öncesinde yaşayan bir yer / mekân olmaktan ziyade, birer geçiş noktası niteliği taşıyan mekân-nesnelerin, insan deneyimiyle buluşunca ‘yer’e dönüşerek, yaşayan birer ‘şeyʼ haline geldikleri şeklinde yorumlanabilir.
Son Yerine: Oluş Durumu
Yeri benimsemek her ne kadar mekânları yaşanır kılsa da, kimlik ve aidiyetle ilişkilendirildiği için belirli noktalarda eleştirilir. Leach’e14 göre birinin kendini bir yere ait hissetmesi ve kök salması, kök salmayanın dışlanması halini alabileceği için ayrıştırıcı ve tehlikeli bir yaklaşım olarak görülür. Örneğin göçebeler15 yerleşik kavramına uygun olmamaları nedeniyle, öteki olarak görülür ve dışlanırlar. Beraberinde dışlanmayı getiren aidiyet, ayrışmaya yol açtığı düşüncesiyle, özellikle milliyetçiliğe ve ayrımcılığa zemin hazırladığı için tehlikeli bulunur. Bu durumda, toplumsal mücadelenin “ev”i olarak kentsel mekân / yerin herkese ait olduğu unutulmamalıdır.
En büyük güç ve direnç kaynağı insan olan mekân, zaman içinde toplumsal ilişkiler ve insana dair tüm değişimler karşısında sabit kalamaz, sürekli bir dönüşüm ve oluş içindedir. Bu noktada, Deleuze’un oluş16 ile ilgili düşünceleri doğrultusunda, durağan / donmuş mi12 ‘Şey’ Heidegger’in deneyimle keşfedilen yaşamsal araç gereçler için kullandığı tanımlamadır. Binaları da inşa edilmiş şeyler (built things) olarak tarifler. Heidegger bir şeyin insan varlığının parçası olduğunu söyleyerek, bilimselliğe nazaran deneyimi ön plana çıkartır (Sharr, 2013, ss.24-31.). Şey (Das Ding) bir yandan da Heidegger’in 1950’de Bavyera Güzel Sanatlar Akademisi’nde verilen ders metninin ismidir.
13 Sharr, Adam, (2007), Thinkers for Architects / Heidegger for Architects, 1. Edition, Routledge, Londra; Çeviren: Atmaca, V., (2013). Mimarlar İçin Düşünürler / Mimarlar İçin Heidegger, 1. Baskı, Yem Yayın, İstanbul, ss. 22-66.
14 Leach, Neil, (2001). “The Dark Side of The Domus”; Derleyen: Ballantyne, A., (2001). What is Architecture, Routledge, Londra, ss. 88-100.
15 Göçebe kavramı burada bir yeri bırakıp diğerine yerleşmeyi değil, sürekli olarak sabit bir şekilde hareket halindeki yer değiştirmeyi içerir.
16 Oluş kavramını Ali Akay, Toplum ve Bilim Dergisi-Gilles Deleuze Özel Sayısı’ndaki "Yersiz Yurdsuzlaşma Üzerine" adlı makalesinde “her türlü töze ait olan sabit yerleşik kavramların içini yarma; içinden, ortasından bir yerden bir köksap oluşturmayı içeren bir eylem” olarak tanımlar (Akay, 1996, ss. 15-18).
YAYIN, Aslı Uzunkaya
114
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
marlık ve kent ile değil, hareket, değişim ve oluş içerisinde olan ile bağlamsal bir ilişki kurmak gerekliği ön plana çıkar. Ancak fiziksel olguların yanında zamanı, insanı ve toplumsal yapılanmayı odak alan esnek yaklaşımlarla toplumun ihtiyacına uygun mekânlar üretilebilir ve en önemlisi mekânların süreklilik içinde yaşaması sağlanabilir.
Kaynakça
Akay, A., 1996, “Yersiz Yurdsuzlaşma Üzerine”, Toplum ve Bilim Dergisi, Gilles Deleuze Özel Sayısı 5:15-18. Bachelard, G., 1958, La Poetique de Lʼespace, Presses Universitaires de France, Paris; Çeviren: Jolas, M., 1994. The Poetics of Space, Beacon Press, Boston.
Ballantyne, A., 2007, Thinkers for Architects / Deleuze & Guattari for Architects, 1. Edition, Routledge, Londra; Çeviren: Öğdül, R., 2012, Mimarlar İçin Düşünürler / Mimarlar İçin Deleuze ve Guattari, 1. Baskı, Yem Yayın, İstanbul. Bilgin, N., (1990). “Fiziksel Mekândan Insanî ya da İnsanlı Mekâna”, Mimarlık Dergisi, 241:62-65. Hançerlioğlu, O., 2012, Felsefe Sözlüğü, 20. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul.
Leach, N., 2001, “The Dark Side of The Domus”; Derleyen: Ballantyne, A., (2001). What is Architecture, Routledge, Londra.
Lefebvre, H., 1991, “From the Production of Space”, Cambridge; Derleyen: Hays, M. K., 2000. Architecture Theory since 1968, MIT Press, Cambridge. Nalbantoğlu, H.Ü., (2008). “Nedir Mekân Dedikleri?”, III. Disiplinlerarası Mimarlık-Felsefe Toplantısı: Zaman-Mekân, Mekân-Zaman, 18-19 Kasım 2005, İstanbul, 88-105.
Pallasmaa, J., (2005). The Eyes of the Skin: Architecture and the Senses, 2nd Edition, John Wiley&Sons Limited, ; Çeviren: Kılıç, A. U., (2011). Tenin Gözleri: Mimarlık ve Duyular, 1. Baskı, YEM Yayın, İstanbul.
YAYIN, Aslı Uzunkaya
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
115
Sharr, A., (2007), Thinkers for Architects / Heidegger for Architects, 1. Edition, Routledge, Londra; Çeviren: Atmaca, V., (2013). Mimarlar İçin Düşünürler / Mimarlar İçin Heidegger, 1. Baskı, Yem Yayın, İstanbul.
Tanyeli, U., (2004). “Kitle Turizmi ve ‘Yok-Mekân’ Mimarlığı”, Arredamento Mimarlık, 171:74-77.
YAYIN, Aslı Uzunkaya
116
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Yeni Kozmos Aslıhan Kazancı
Bilkent Üniversitesi, Lisans
Savaşıyorum, mekân belli. Tanımladım, Tanımlıyorum, Tanımlanacak?
Ben yokken mekân “var” olabilir mi? Ben düşünmediğimde “yok” mudur o zaman? Ben düşünmediğimde yoksa eğer “yok” olması da o’nun o andaki varoluşu değil midir? Düşünme haliyle birlikte değişken ve tanımlama dürtüsünü de taşıyan ben olduğumda, mekânı ben yaratırım o halde. Şekillenmişliği olsa da benim düşüm belirler onu, benimle. Tek değişken salt ben olabilir miyim ve ben bir taş, politikacı, ağaç, mermi, park da olabilirim? Durduğum, geçtiğim, olduğum, değiştiğim/değiştirdiğim, yansıdığım uzam bensiz başkadır, yoksam da yokluğumu tanımlar. O halde mekânla eş zamanlı varım ya da yokum.
Duruyorum; bir şeye karşı, bir şey için, bir şeye rağmen. Benim şu anda burada durmam burayı başka kılıyor. Dokudum, şekillendirdim, kendi ulaşabilirliğimde boşluğuna dokundum farklı açılarda ve uyum da vardı içinde hiyerarşiden uzak, mutlak hiyerarşiye rağmen. Silüetimiz değişti, çünkü artık ben yalnızca ben değildim ve süregelen de bensiz olan değildi. Biz karıştık ve artık karışmamış gibi olmayacaktı. Geçiyorum, benimle şekillenmeye başlayan mekâna başka değişkenler katıldı. Kontrastımız? Onlar olmasa bizim kimliğimiz bu denli etkileyici belirmezdi. Mekân? Dalaş kom-
YAYIN, Aslıhan Kazancı
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
117
pozisyonunun temeli mekândı. Sebep, temel, sonuç olan arabulucu olabilir miydi kendi saf duruşuyla? Uyuşmazlığın tüm parametreleri ona bağlıyken uzlaştırabilir miydi? Veya uzlaşmanın tüm parametreleri ona bağlıyken uyuşmazlığı taşıyabilir miydi? Yeniden şekillenecekti. Çünkü zıt kutuplar aynı anda çarpışıyordu, mekân bu formülle açıklanabilir miydi? Aslında doğası da buydu. Değil miydi? Big Bang! Tekillik, yoğunluk, sıkışma, patlama, füzyon, oluşum, kargaşa, düzen, evrim, sonsuzluk.
Eğer şu anda, burada ve düşümüzde tanımladığımız bir uzam varsa bu şekilde vardı. Her şey. Şey. O halde makro-mikro ilişkisinde süregelen bu müthiş karmaşanın düzeni, formülü her “şey”i açıklardı. Çatışma uzlaşacak ve uzlaşma çatışacaktı.
Oluyorum, artık aritmetik çoğalmıyor enerjimiz mekânda ama logaritmik. Ses gibi, müzik gibi. Birlikte “oluyoruz” çünkü bu bestenin notalarıyız ve mekân enstrüman ve aslında bir diğeri olmadan uzay boşluğunda o kadar da anlamlı değiliz. Ya da bu birliktelikte olduğu kadar anlamlı olamazdık. İşlevsiz bir enstrüman ve hiç aynı ruhla bir araya gelmemiş sesler, işlevsiz bir mekân ve hiç aynı ruhla bir araya gelmemiş kullanıcılar. Hiçbirimiz bu kadar işlevlenmemiştik. Evren doğum.
Değişiyorum, değişiyoruz. Artık yer belli, zaman belli, boyut? Ayna düzlemi kadar iki, derinliği kadar üçüncü boyutta her şey. Ayna kadar gerçek, değişken. Kötü de var, kötü yok değil hem de saf kötü, kimi zaman ayna kadar da hileci. Artık bükülüyorum. Ayna mekân, ayna benim, ayna uzlaşma ve eş zamanlı çatışma. Karşı karşıyayken, paralelken sonsuz görüntü. Sonsuzluk.
Işık. Tanımlayan, vurgulayan, gölgeleyen, renk yaratan, kırılan ve yansıyan. Ayna ise ışığın neredeyse tamamını yansıtan. Şahit, özne ve temel nesne. Ayna; düz, küresel ve parabolik. Mekân; yaşayan, efsun ve odak.
Düz ayna. Mekân var. Tanık oluyor, şekilleniyor, asıl işlevine servis ediyor, işgal ediliyor ve sahipleniliyor. Her şey net. Cismin sanal görüntüsü; kendisi nasılsa o. Fiziksel ve manevi tüm gerçekliği hem sahneleniyor aynı zamanda yaşıyor. Aynaya bir adım yaklaştığında sanal da bir adım yaklaşıyor. Yaşanılanların bütününe şahit oluyor, fakat kaydedemez. Ama onu izleyen tüm gözlere yansıttı bir kere. Yansıyanlar bellekte. Mekân yansıtıcı, izler taşıyor elbette fakat efsunu daha ziyade bellekteki “o an”ı yeniden canlandırabilmesi. O zamana döndürürcesine. YAYIN, Aslıhan Kazancı
118
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Tanımladım, Tanımlıyorum, Tanımlanacak?
Mekân oluşumuyla, tasarlayıcısının zihninden çıkıp form bulmasıyla belleklerde çözünür. Çözünmüş mekân bellekte, binlerce farklı perspektifteki; duyguda, algıda, an’da, filtrede, çerçevede türevlenir. Düz aynaya, kronolojik olarak mekân yansıtılsa neler yansır? Önce tasarlayanın nöronlarındaki biçimler, olasılıklar, hayal edilen etkileşimler, oluşacak olana yüklenilen anlamlar. Sonra; yerinde biçimlenmesi, gelişmesi, oluşurken çevresinde oluşturmaya başladığı algı, anlamlanması, belleğe ilk defa sızması. Daha sonra; deneyimlenmesi, alışılması, anı biriktirmesi, artık farkında olmaksızın kullanılması hatta belki işlevinden uzaklaşıp kendini sürdürmesi. Ve sonra; bir ihtimal, bir mucize anında olduğu yerde yeniden belirmesi. O zaman yeniden beliriverenler zamanında olası ütopyalar için mi tasarlanmışlardır yoksa zaten kullanıcıların içgüdüsel kullanma biçimi ve bu şekilde kullanması mı baştan beri ütopyadır? Aynaya son yansıyan; en başta yansıyan, geri dönüş. An’ın kolektif yaşanmasının yarattığı içgüdüsel yönelimler ve primitif, saf, öz olanın yeniden deneyimlenmesi. Bu öz hem o kadar normal hem o kadar mucizevi. Bu mucize bellekte bir defa oluştu ve var oluşuyla bunu zihinlerde hep canlandıracak. Saflığın farkındalığına ilk ve yeniden varış, yüzeye düşen ilk damlaydı ve bilinen fizik kurallarına uygun davranarak sonsuza kadar dalgalar oluşturacaktı. Düz ayna; yansımayı keşfetmek kadar saf ve heyecanlı, yansımayı yaratmak kadar güçlü ve büyüleyici.
Küresel ayna. Çukur veya tümsek. Gerçekle oynama ve aynı zamanda bambaşka görüler açma yetisinde. Formundan dolayı; ışığı her noktasında farklı doğrultuda yansıtıyor. Mekân aynı zamanda küresel de bir ayna. Süregelen tepkisizliği, alışılmışlık içinde süren senaryoyu biriktirip ansızın odakta yansıtabilme ve bu yeni senaryo içinde eş zamanlı olarak temel, merkez olabilmekte. Yerine göre tümsek yerine göre çukur, yakınlaşma veya uzaklaşmayla görüntüyü her noktada yeniden biçimlendirerek farklı bir deneyim sunuyor. Kullanıcının bu hem çok rasyonel hem hayalsi deneyimi yeniden keşfetme ve bununla oynama arzusu adaptasyon yaratıyor. Düz ayna zaman zaman bükülüyor ve değişiyor, tıpkı zaman gibi, tıpkı zamanın bükülmesi gibi. Ve tıpkı mekân gibi, yeni yaklaşımlara da adapte olabilen, aynı zamanda kullanıcının adapte olmasıyla yeniden şekillenen. Küresel ayna, bükülen mekân, hem kendi tipolojisinde hem de güncel, anlık, beklenmedik aktiviteleri kendi içinde yeniden taşıyabilene bürünen.
YAYIN, Aslıhan Kazancı
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
119
Parabolik ayna. Şekliyle enerjiyi yakalayıp tek bir noktaya odaklayan veya enerjiyi odak noktasından dışarı dağıtan. Sihir. Temel üzerinde tanımlı üç boyut ve zaman. Hep beraber parabolikleşebilir, parabol formunu istediğinde değiştirebilir, enerjiyi hem oluşturup hem istediği yere odaklayabilir. Ayna, sihir, mekân. Mekân artık mucize çünkü öngörülebilen ve adapte olduğu her şeyi taşıdıktan sonra artık eş zamanlı farklı noktalara büküldü. Mekân artık vizyon. Görülenden, algılanandan öte düş temeli. Bu düşü oluşturan, düşle oluşan, belki de düşü yine gerçekleştirecek olan. Tüm enerjiyi bir şekilde odaklayıp, kolektif bir görüşe dönüştüren bir simyacı. İşte Big Bang, uzlaşma ve çatışmanın öznesi olup yepyeni bir evren oluşturan. Tanımladım, Tanımlıyorum, Tanımlanacak?
Bir düşünce, düş, görüş yaratmak. Tüm varoluşu ya da yok oluşu anlamlandırmak. Bu algıya ulaşmak. Bu algıya bir “mekân” ile ulaşmak, araç olarak mekân her zaman şart değil ama Gezi bağlamında bu böyle. Hem mekânın hem kullanıcının eş zamanlı oluşuyla, değişimiyle evrilen; uzlaşma ve çatışmanın konusuyken bu çarpışmadan kendi içinden sonsuza bir vizyon yaratan mucizeye dönüşmesi. Uzlaşma ve çatışma kadar karşılıklı kutupların bir araya gelmesiyle birlikte acı, nefret, umut, heyecan, inanç, isyan gibi birbirinin türevi olan ya da olmayan bir çok duyumu taşıması. Sonuç olarak bunca parametreyle birlikte kolektif bir mucize ve vizyon yaratması. Belki bugün için değil ama gelecek için ortak bir görüş, yeni bir beklenti. Gezi: Yeni kozmos.
YAYIN, Aslıhan Kazancı
120
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
İlericilik ve Çatışma Besimi Okur
Çukurova Üniversitesi, Lisans
İnsanlar temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kolektif ilişkilerde bulunmak zorundadır. Bu ilişkiler yardımlaşma temeli üzerinden başlar; sahip çıkma, aidiyet gibi duyguları doğurur. Aidiyet ve sahip çıkma ise ortak özellikler gibi bir kriter dizgesi ortaya koyarak bir kimlik meydana getirir. Bu kimlikler grup, koloni, devlet gibi yapılanmalar şeklinde var olur. Özgün kültürel değerleriyle bir etkileşim gerçekleştiren bu topluluklar zamansallık ve mekânsallık kavramları içerisinde örgütlenir. Zamansallık, kültürel etkileşimlerin tarihsel sürecini yansıtırken, mekânsallık bütün aktivitelerin gerçekleştiği (alanı değil) tanımlı alanı ifade eder. Bilhassa söz konusu mekân tanımlı olmak zorundadır. Bu tanımı çevreyi kültürlerin dış sınırları da oluşturabilir, özgün kimliğin belirlediği sınırlar da oluşturabilir. Özgün kimliğin mekânı; inanç geleneği, giyim şekli, yemek kültürü gibi öğelerle tanımlanırdı. Ancak bugün mekân tanımını ‘ortak kimlik’te tutmayı dar ve sıkıntılı buluyorum. Çünkü gelişen teknolojiler ile ulaşım ve haberleşme, dolayısıyla etkileşim hiçbir zorluk yaşanmadan gerçekleşme imkânına kavuşmuştur. İnternet, uçak gibi yenilikler bu hızı kat be kat arttırmıştır. Bundan ötürü ilkel gelenekten var olmuş, savaş gibi badireler atlatarak belirlenmiş sınırlar; bugün etkileşim ve hızlı ulaşımlarla var olduğu özgün kimliğini, başka kültürlerden gelen etki ve göçlerle deformasyona maruz bırakmıştır. Gerek kapital hedeflerle, gerek kültürel etkileşimlerle kendisini gösteren küreselleşme kavramı, kültürel deformasyonun temel sebebidir. Bu gerçeklik, sınırların netliğini bulanıklaştırır. Çünkü bir coğrafyanın sınırlarını belirleyen ortak mimariden, sanat ve estetik anlayışından, aile yapısından vb. bahsedilemez. Bir alanda (artık tanımlı diyemiyorum) Müslüman geleneği sürerken, hemen yanı başında, sınır tanımaksızın Hristiyan geleneği kendini gösterebilir, YAYIN, Besimi Okur
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
121
içiçe girebilir, hatta karşılıklı kültür alışverişi gerçekleşebilir. Bu durum ekonomik sistemlerin ve kent olgusunun var olmasıyla, yaşanılması zorunlu mekânlar halini alır.
1923 Cumhuriyet Devrimi ile kültürel ivme kazanan bir topluluğun, aynı ivmeyi yakalayamayan topluluklarla aynı ülke sınırları içerisinde yaşaması buna bir örnektir. Bir ülke sınırından bahsediliyor olması, onun ‘ortak özellikler’ kimliğinden oluştuğu anlamına gelmemektedir. Öyle ki 1923’ten 1950’ye kadar aynı mekân olarak kabul ettiğim Türkiye’de ‘ortak özellik’ kültürel kimliği oluşturulmak istense de bu açık ara fark 1950’de kendini net olarak ortaya koymuştur. Çünkü çok partili sisteme geçildi, ekonomi dolayısıyla sanayi aktiviteleri arttı. Kırsaldan kente göçler başladı. Bir anda aynı bina üzerinde iki farklı kat dairesi arasında büyük kültürel farklar gözlemlendi. Bu farklılık 2014 Türkiyesi’ne kadar çatışma olarak devam etti. Çünkü bir mekân için belirlenmiş ‘ortak özellikler’ sınırı sürdürülmeye çalışıldı. Düşünce pratiğini geldiği gelenekten devam ettiren, konjonktüre göre değişemeyen ve yenilemeyen fikir sistemleri geliştirilemedi.
Tarihsel birikimde Aristo’nun “Daha iyi bir yaşam sürmek için toplanılan yer” tanımına, Marver “Duvarla çevrili insan yerleşimleri” diyerek fiziki bir şekil vermeye çalışmıştı. Evet, daha iyi bir yaşam sürmek için toplanılan yerdi mekân ve kentler ancak bu toplanılmayla bitmiyordu.
Artık mekânın benzer özellikler taşıyarak oluşturduğu coğrafya ile tanımlanamadığını söylemeliyiz. Artık mekân benzer özellikleri taşımayan insanların etkileşimidir ve bunun bir çatışma doğurması kaçınılmazdır; ancak bu kötü bir sonuç değil, aksine ilerleme sayılmalıdır. Çünkü çatışma, yani tartışma eskimiş fikirlerin yenileriyle değiştirilmesi olanağıdır. Önemli olan bu ilerlemenin uygarca yapılmasını sağlamaktır. Kimi zaman siyasi erkler veya konuyla alakalı uzman sayılan meslekler çatışmayı önlemek amacıyla, insanı tek tipleştiren, prototip nitelikte insanlar yetiştiren mekânlar önermektedir. Burada sağlanmak istenen çatışmayı önlemektir, ancak metot yanlıştır. Çünkü çatışmayı önlemenin yolu çatışmayı çıkaran sebebi ortadan kaldırmak değil, çatışmayı önleyici mekanizmalar yaratmaktır: Uzlaşımsal bilinci. Bugün bambaşka renk ve yeteneklerle doğan insanlar, bir çoklu konut kültüründe yaşamsal sınırlar çizmek zorundadır. Çünkü 20 cm, iki tuğla kalınlığında çizgilerle yaşam alanlarımızı böldüğümüz bir alanda gerçekleştireceğimiz özgürlük, ne kadar özgürlük sayılabilir? Sayılamaz. “Hayır, ben özgürce bunu yapacağım” dediğinizde; “hayır yapamazYAYIN, Besimi Okur
122
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
sın, ben rahatsız oluyorum” diyecektir komşunuz ve bir çatışma başlayacaktır. Yemek kokuları, gürültüler, karşı kapıya sürekli gelip giden misafirler, bize göre yabancı insanlar aynı zaman da sizin kapınıza gelmiş, sizin evinizde gürültü yapmış sayılacaktır. Yerleşmenin olmadığı yani serbest yaşamın daha rahat yaşanabildiği coğrafyadan göçle gelen ve bu esnada çektiği sıkıntıları arabeskte bulan komşunuz, sizin kendi evinizde dinlediğiniz klasik müziği bastıracak, rahatsız edecektir. Sizin seçmediğiniz, ama komşularınızın seçtiği iktidar ve uygulamaları yakın çevrenize uyarken, sizin yaşam şeklinize asla uymayacak ve yine çatışmalar kaçınılmaz olacaktır. Ya belirli kuralları benimseyecek ve tek tipleşeceksiniz ya da bilinç düzeyince uzlaşım sağlayacaksınız.
Bugün uzmanlık alanlarına, branşlarına ve özelleşmiş fonksiyonlara ayrışmış bir dünyada yaşıyoruz. Her şeyin en iyisini, en profesyonel şekliyle yapabilme çağındayız. Bu çağın gereği olarak yapılan uğraşın konusuna göre bir yerleşim olmaktadır. Dolayısıyla ortak özellik ‘iş alanı’dır. Ancak insanın fikirsel yaşamı, dünya görüşü ve estetik keyfi yaşamının büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır. Çevre ve insan bağlamında ele alırsak insanların mutlu birlikteliği için aynı işi yapmaları asla yeterli değildir, ama aynı işi yapanların aynı mekânda yaşaması zorunludur. Zorunlu birlikteliklerde bir çatışma olması en olağan beklentidir. Bu noktada uzlaşım, çözümü bulunması gereken bir metottur, zorunludur. Çatışma mekânda ise çözüm de mekânda aranmalıdır.
Bugün Türkiye’nin ülke ölçeğindeki mekânsal organizasyonu içerisinde yer alan çok farklı bakış açıları vardır. Bu bakış açıları farklı kültürel geleneklerin sonucudur. Kültürel gelenekler farklı yaşam biçimlerinin sürdürülmesi demektir. Özgürlük de burada devreye girer. Her kültür aynı mekânda yaşamak zorunda olduğundan, özgürlük kavramını nesnel değil öznel yaptığımızdan dolayı çatışma kaçınılmaz olmaktadır. Örneğin yakın zamanda sosyal medyanın erişime kapatılması, o fikri benimsemeyen, ama aynı mekânı paylaşan ve o mekânın belirlenmiş kurallarına uymak zorunda olan insanları olumsuz etkiler. Özgürlük konusunda kısıtlandığını düşünen bu grupların, bu noktada bir karşı çıkış sergilemesi olağandır. Bu karşı çıkış, mekânı paylaşan kullanıcıların veya bireylerin kuralları ortak belirleme yöntemiyle veya herhangi bir yöntemle uzlaşıma gidebilir; ancak gidilmiyorsa bir çatışma doğar. Bu çatışmalar sözlü tartışmalar, münazara ve forumlar şeklinde olacağı gibi fiziksel şiddette içerebilir. Bu türlerin hepsini gözlemleyebildiğimiz bir diğer olay da Taksim Meydanı düzenlemelerine gösterilen hassasiyettir. Pratik yaşam geleneğinde meydanı olmayan bir Osmanlı ile toplum cinsiyetini ortadan kaldırmayı ve toplumsal etkile-
YAYIN, Besimi Okur
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
123
şimi hedefleyen Cumhuriyet’in meydana yaklaşımı 1920’lerden 2013’e kadar defalarca kez yapılan düzeltmelerle kendini gösterir. Bu meydanda yapılan her düzeltme, uzlaşıma varmayan her etki, bir çatışma ile sonlanmıştır. Çünkü meydanın, yani mekânın bireyleri kendisini oraya ait hissetmektedir ve bu mekâna yapılacak her değişiklikte söz sahibi olmak istemektedir. Bu normaldir; çünkü o mekân da anıları, yaşanmışlıkları ve hatta hayalleri ve hedefleri olmaktadır. Bu bağlamda o mekâna yapılan her değişiklik aslında o kişinin veya kişilerin hayallerinde ve anılarında yapılan izinsiz müdahalelerdir. 21. yüzyıl dünyasında mekânlarımızı oluşturan kültürel etmenler budur, aktiviteleri şunlar olacaktır gibi bir sınırlama getiremediğimizden farklılıklar her zaman olacaktır. Çünkü zamansallık, insanlara geçmişten birikimler getirir ve geleceğe taşımasını ister. Her insanın geçmişten geleceğe taşımak istediği, belki sorumluluk duyduğu bu birikim mekânsal ortam da bir farklılık oluşturur ve uzlaşıma varamayan her durum çatışmaya dönüşür.
Bir mabet referans aldığı dinin kurallarıyla tanımlanır, bir meydan toplumsal kurallarıyla. Toplumsal kurallar zamansallık içerir, dolayısıyla mekânsal bir düzlemde çatışma doğurur; ama bir mabet zamansallık içermez. Kuralları zaman boyutuna aldırmadan kesin ve doğru sayılır. Yani çatışma beklenmez. Yazımın başlarında belirttiğimi hatırlatıyorum. Çatışmanın olmadığı yerde ilerleme sayamıyorum. Dolayısıyla ilerlemenin yani zamansallığı olmayan bir olgunun mekânsal düzlemini tarif edemiyorum. Tarifi olmayan bir düzlemin mekân tanımı da yoktur. Mekân bilinçli olmak zorundadır, çatışmalıdır, uzlaşmalıdır böylece ilerlemelidir. “Mabet bir ibadet mekânı değil midir?” derseniz, “ibadetin mekânı olur mu?” diye devam ederim. Öyleyse böyle bir yer mekân olabilmesi için rutin ibadet eylemlerinden başka farklılıklar taşıyan eylemleri içermelidir. Osmanlı geleneğinde külliye, imarethane gibi toplumsal etkileşimlere sahip olması bunun bir örneğidir. Kütüphanede kitap okunabiliyor olması, kütüphanenin kitap okuma mekânı ile tariflenmesine olanak vermez, vermemelidir. Çünkü kitabı her yerde okuyabiliriz, dolayısıyla her yer kitap okuma mekânı olarak işlevlendi diye her yere öyle bir mekân tarifi yapılmaz. Kütüphane olabilmesi için bilinçli etkileşime, çatışmaya, uzlaşmaya sahip olması gerekir. Bu, karşıt görüşlü bir kişinin, zıt bir kitabı okuması sırasında gerçekleşebilir. Yazar ile okuyucu arasında kitap sonuna dek bir çatışma gerçekleşir. Okuyucu tezini kütüphanedeki başka kitaplarla devam ettirmek ister; ancak eline karşıt görüşlü kitaplar çıkabilir, böylece çatışma diğer kitaplar yani yazarlar arasında devam eder. Kitap veya kitaplar sonunda uzlaşıma varılır. Öyleyse kütüphane bir mekândır, ilerleyicidir. Öyleyse mabette bir vaiz dinleniyor, soru YAYIN, Besimi Okur
124
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
soruluyor veya kitaplar okunuyor ve bilinçli bir birikim aktarımı yapılıyorsa bir mekân niteliği kazanır.
Sonuç olarak mekânın tanımlı olması tasarım boyutunun yanında etkileşiminin ne kadar bilinçli gerçekleştiği ile ilgilidir. Kent üzerinden ele alırsak; tarımın değil ticaretin yapılması, nüfusunun belirli bir sayının üzerinde olması, kültürel, sanatsal etkinliklerin merkezi olması o yerin kent olması için yeterli sayılmıştır. Ama bugün yetersizdir çünkü yüzeyseldir, gelenekseldir. Yeni mekân ise modern olmak zorundadır. Modernse, gelenekseli ileri taşımak zorundadır. Ticari deneyimi büyükleri izleyerek ve tekrar ederek başarabilir veya elit tabakanın ikinci, üçüncü nesli sığ olup kültürel faaliyetleri devam ettirebilir; ama bilinçli etkileşim olmadığı sürece o bölge bir mekân yaratmaz, bir kent oluşturmaz. Nasıl ki bir şehir ismi olan Medine, adını medeniyetten alıyorsa, kentler de sınırlarını etkileşimin bilincinden almalıdır. Meydanı tanımsızlaştıran bir müdahale yapılıyorsa, kent ölçeğinde başka bir alan meydan olarak tanımlanmalıdır. Bir yerde göç etkileşimi ve ihtiyacı varsa konut yapılmalıdır. Konut yapılıyorsa sosyal mekânlar tanımlanmalıdır. Sosyal mekânlar varsa doğa ile etkileşim sağlanmalıdır. Doğa söz konusu ise saygın yaklaşılmalıdır gibi hem bireyler arası, hem birey-dış dünya arası etkileşimler bilinçli gerçekleşmelidir.
Kaynakça
Hasan Kuruyazıcı, 1998, “Cumhuriyet’in İstanbul’daki Simgesi: Taksim Cumhuriyet Meydanı”, 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul.
YAYIN, Besimi Okur
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
125
Kamusallık Çatışmasının Zemini Olarak Kamusal Alan Egemen Kızılcan
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans
Tarih boyunca, kamusal mekân gerek parklarda rekreasyonun, gerek sokaklarda toplumsal ifadenin ve gerek meydanlarda demokrasinin birleştirici zemini olarak davranmıştır. Bu zeminin ana işlevi, toplumda farklı alt toplulukların çeşitli kamusallık ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bu ihtiyaçlar kamusal alanın ve kent hayatının karakterindeki en önemli girdidir ve kamusal alan bu ihtiyaçlar çerçevesinde şekillenir.
Bu ihtiyaçlar bir yerden öbürüne gitmekten, daha karmaşık olan sosyal ilişkilere kadar bir yelpazede tanımlanabilir. Şehir ve dokusu kalabalıklaşıp yoğunlaştıkça kent içindeki alt toplulukların çeşitlenmesinden dolayı bu ilişkiler daha karmaşık bir hal alır. Bu durumda herkese ait olan bu mekânlar etkileştirme ve karşılaştırma gibi işlevlerini kemikleştirir.
Sokaklar, meydanlar, istasyonlar ve toplu taşıma araçlarıyla tanımlanan ulaşımsal mekânlar, kentin yoğunlaşmasıyla büyüyen kent içi mesafeler yüzünden yalnızlaşan kent insanının buluşma noktasıdır. Benjamin Barber, kent mekânının bu bağlamdaki yerini anlatmak için ‘Ya Dünya Belediye Başkanları Tarafından Yönetilseydi?’ başlıklı yazısında bu mekânların, yoğun ve doğadan arındırılmış metropol dokusuna bir tezat oluşturmasına karşın kent halkının özlem duyduğu doğal ve özgür alanı sunması ve kent halkının 1
Bu metin çerçevesinde kamusal mekân, hem meydan, sokak gibi kentsel hem de sosyal medyalar gibi sanal mekânları kapsamaktadır. Bu bağlamda kamusal mekân, kamusal alanın kurucu unsuru olarak işlenmektedir.
YAYIN, Egemen Kızılcan
126
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
yalnızlığına çare olduğunu yazmıştır ve kent alanının doğasının kamusallık olduğundan bahsetmiştir:
“İnsanlar [kente] yalnız kalmak için değil beraber olmak için geliyorlar; iletişim kurmak için, takas etmek için, ticaret yapmak için, yenilik yapmak için, yardımlaşmak için.” 2
Barber, kent doğasındaki kamusallık ihtiyaçlarını tariflemektedir. Kamusal alanın ana işlevi bu bağlamda tariflenen özgürlükleri sağlamasıdır; kalabalığı, karşılaşmayı, yaratıcılığı ve çeşitliliği yücelten mekânlar olmalıdır.
Şehir merkezi yoğun göçün getirdiği özel alan talebini kamusal alanların tüketilmesiyle bile karşılayamamıştır. Başka bir deyişle, şehir merkezi medenilik kisvesi altında gizlice özelleştirilmesine ve metalaştırılmasına rağmen yeni nüfusu barındıramamıştır. Bunun sonucu olarak kamusal alan zamanla şehir merkezinden çekilmiştir. Yeni bir manipülatif ve geleneksel kamusal alana düşmanca ve zararlı bir tavır hem kent merkezinde hem de çeperde görünebiliyor. Şehir merkezinin yetersizliğinin önayak olmasıyla ve yeni kentleşmelere dayalı politikalar aracılığıyla, yeni beliren alış veriş merkezlerini, bu merkezlerin etrafında yükselen özel konut bloklarını ve şirket yapılarını şehir çeperlerinde planlanmıştır. Dahası, bu bölgelerde oluşan gelişme düzeni şehir merkezini çöküntü alanına dönüştürmüştür. Yani, kent merkezindeki kentin tarihiyle beraber gelişen ve şekillenen, işlevleri toplum tarafından üstlendirilen merkezi kamusal alanlar öncelikle özelleştirmelerle, sonrasında özelleştirmeler yüzünden oluşan yetersizlikle çöküntü alanına dönüşmüştür.
İlaveten, MOBESE gibi kontrol ve izleme sistemlerinin kurulumuyla kamusal alanda kendiliğinden olan bütün etkileşimler bu sistemlerin dayatmalarıyla planlı ve izlenen hareketlere dönüştürmüştür. Bütün bu olgular göz önünde bulundurulduğunda kamusal alanın kamusallık ihtiyaçlarını karşılaması güçleşmiştir, dolayısıyla barışçıl kamusal alan güvenilirliğini yitirmiştir.
Çeperlerde belirlen yeni yapılaşmanın, özellikle kamusal alanlar nazarında ortaya çıkardığı bir başka sorun da bu yeni yapıların / yapılaşmaların kendilerine ait ‘özel kamusal alanlar’ barındırmasıdır. Kapısında özel güvenlik bulunan ve barındırlığı metalarla kendi 2
Barber, Benjamin, 2014, “What If The World Was Ruled By Mayors?”, Architectural Review, Broader View, http://www.architectural-review.com/view/broader-view/what-if-the-world-wasruled-by-mayors/8657955.article?blocktitle=Broader-View&contentID=4213
YAYIN, Egemen Kızılcan
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
127
‘tüketici kitlesini’ belirleyen bu yapıların kamuya ne kadar açık olduğu tartışmalı olmasıyla beraber alış veriş merkezleri bu çeper yapılaşmalarının merkez kamusal alanı olarak işlev görür. Ayrıca, siteleşmiş, arazisi içinde otonom işlevlenen ve kente kapalı yüksek konut bloğu topluluklarının zemini olan ‘özel-kamusal alanlar’ da bu durumun tezahürüdür. Burada Habermas’ın bahsettiği ‘burjuva kamusallığı’ izlenmektedir.3
Önceden bahsedilen bütün bu sorunlar sebebiyle güvenilirliğini kaybeden şehir merkezindeki kamusal alandan vazgeçilmiştir. Bununla beraber, medeniyet kisvesiyle tanımlanan parçalama ve uzaklaştırma bazlı planlama anlayışı ve hızla kalabalıklaşan kent merkezinden uzaklaşma isteği, mekân / yer aracılığıyla, toplumda belli kesimlerin uzlaşmasını kolaylaştırmıştır. Benzer sosyal, politik, kültürel ve ekonomik görüşlü topluluklar burjuva kamusallığı çerçevesinde bütünleşim kendi özel-kamusal alanlarında barınmaya başlamıştır. Bu bağlamda, hem uzayan mesafelerle hem de sosyo - ekonomik olarak ayrışan ‘kentciklerin’ sahte merkeziliği, asıl merkez kamusal alanındaki sınıfsız etkileşimi zamanla azaltmış ve yok olma sınırına getirmiştir. Bu bağlamda kent merkezindeki aslında herkese ait olan mekânlar burjuva kamusallığını reddeden ya da burjuva kamusallığından dışlanan ama halen karşılaşma ve etkileşme kaygısına sahip olan alt topluluklara kalmıştır.
Yine bu bağlamda, kent içerisinde gözlenen bu bölünmeler etkileşimin, takasın ve paylaşımın azalmasıyla beraber toplumda karşılaşmama ve uzlaşmama isteği doğurmuştur. Kentin yeni dokusu uzlaşmama isteğini beslediği gibi, kentin dokusu da artık bu uzlaşmama isteğiyle şekillenmektedir. Bu bölgelerin sakinleri atomize kent dokusu içerisinde kendi ideolojik temellerinin sarsılmasını engelleyecek şekilde kümelenmişlerdir. Yani önceden de bahsedilen ‘özel-kamusal’ alanlarında barınmayı tercih etmişlerdir. Bu mekânlarda ne çatışmaya ne de uzlaşmaya gerek vardır çünkü karşılaşmanın ve iletişimin çeşitliliği kontrollüdür. Toplumda görünen uzlaşmama isteğinin temelinde bu düşünce yatar. Bu alanlar ‘şehircikler’ olarak kendi otonom mekânlarını üretir. Hatta, gerçekte hareketli bir kamusal alan olan toplu taşıma araçları yerine özel araç kullanımını tercih etmek, aynı uzlaşmama ve karşılaşmama isteğinin bir tezahürüdür.
3
Jürgen Habermas, 1989, The Structural Transformation of the Public Sphere: Inquiry into a Category of Bourgeois Society, Cambridge Mass.: Polity Press 2007
YAYIN, Egemen Kızılcan
128
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Dolayısıyla, temeli hem burjuva kamusallığında, hem de ideolojik söylevlerde yatan dışlamacı ve ötekileştirici bir düşünce yapısının ayrıştırdığı topluluklar paylaşma ve etkileşim gibi sosyal kamusallık ihtiyaçlarını karşılayamamıştır. Bu durum, Mert Anıl Eren’in bahsettiği, Haziran 2013’ten beri Türkiye’de beliren ve Gezi Direnişi olarak adlandırılan toplumsal harekette gözlemlenebildiği gibi, bu ayrıştırılmış toplulukların kimlik mücadelesine dönüşmüştür.4 Kamusal alanın krizi kamusal mekânda çatışmaya yol açmıştır. Kamusal alan, toplumun özgür iletişimsel yapısıyla özdeşleştiği için demokrasinin ve iletişimin, yani uzlaşmanın zeminidir. Kendini özgürlükle özdeşleştirmiş ve farklı yaşam tarzlarına izin verecek şekilde esnek bir mekânın doğasına siyasal ve politik sebeplerle müdahale edilmesi hem toplumsal, hem de mekânsal bir kriz doğurmuştur.
Eren’in bahsettiği kimlik mücadelesi sadece toplulukların kimlik mücadelesi değildir. Bu aynı zamanda kimliğini önceden bahsedilen sebeplerle kaybeden kamusal mekânın da kimlik mücadelesidir. Güvenilirliğini, dolayısıyla iletişim zemini olan işlevini ve toplumsal kimliğini yitiren kamusal alan kent dokusundaki yerini koruyabilmek için toplumsal mücadeleye dahil olmalıdır. Çünkü bu mücadele verilmediği durumda kamusal alanın sonundan söz etmek mümkündür ve kamusal alan etkileşimin ve uzlaşmanın mekânı olarak işlevini sürdüremeyecektir.5
Bu kimlik mücadelesi, atomize olmuş şehirdeki / toplumdaki mekânsal / sosyal yapının yeni bir kamusallık çerçevesinde dönüştürülebilmesi adına Gezi Direnişi’ndeki gibi gerçek bir çatışmaya dönüşmüştür. Kent mekânı, karşı karşıya gelmenin ve çatışmanın zemini olarak geçici de olsa özgürleşip işlev kazanmıştır. Kamusal alan anlamını ve işlevini yitirdiği için barındırdığı mücadele isteğiyle kendiliğinden çatışmanın zemini olmuştur ve toplulukların kimlik mücadelesi herkese ait mekânlarda yer bulmuştur. Gerçekte, bu durum David Harvey ‘Asi Şehirler’de sözünü ettiği kapitalizme karşı şehri yeniden sahiplenebilmek için gereken çatışmadır.6 Medeniyet kisvesiyle süslenmiş kapital politikalara karşı çı4
Eren, Mert Anıl, 2014, “Gezi Direnişinden İktidar ve Kent İlişkisine Bakmak”, Nüve, http://nuve.biz/2014/01/26/gezi-direnisinden-iktidar-ve-kent-iliskisine-bakmak/.
6
Harvey, David, 2013, “Asi Şehirler: Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru”, Antikapitalist Mücadele İçin Şehri Yeniden Sahiplenmek, Metis Yayınları, çev: Ayşe Deniz Temiz
5
Slessor, Catherine, 2014, “Architectural Review’s Latest Issue: “Is This The End of Public Space?””, ArchDaily, http://www.archdaily.com/486724/architectural-review-s-latest-issue-isthis-the-end-of-public-space/.
YAYIN, Egemen Kızılcan
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
129
kabilmenin ve mekânsal / sosyal kimliği geri kazanabilmenin tek yolu Harvey’in anlattığı ‘asilik’ten geçer.
Bahsedilen asilik, Harvey’in altını çizdiği gibi bir kamusallık sorununun tezahürüdür. Hem Gezi Direnişi’nde, hem de yakın zamanda dünyada çeşitli yerlerde ve biçimlerde (örnek olarak Mısır’da ve Ukrayna’da) patlak veren diğer benzer hareketler, toplumda halihazırdaki uzlaşmanın yıkıldığını gösterir. Harvey’e göre yeni bir kamusallık için bu çatışma gereklidir.
Bu çatışma ve getirdiği özgürlük yine hem topluma hem mekâna özgüdür. Mekân, Gezi Direnişi’ndeki hareketlerle önceden bulunduğu kontrol edilen ama güvenilir olmayan halinden arındırılıp özgürleştirilmiştir. Dahası mekân, her ne kadar bu bağlamda çatışma zemini olarak işlev görse de uzlaşma olabilmesi için çatışmanın gerekliliği bir gerçektir. Bu çatışmayla politik ve ideolojik baskılardan özgürleşen mekân yeniden kamusallık ihtiyaçlarını tatmin edebilecek bir zemine dönüşmüştür. O halde, kamusal alanın işlevini yerine getirebilirliği hem sosyal hem de mekânsal özgürlüğe bağlıdır. Bu mekânların verimi kamusallık ihtiyaçlarını ne kadar giderebildiklerine bağlıdır. Kimlik müdadelesine dönüşen kamusallık ihtiyacı kent mekânını sahiplenme hareketini doğurmuştur. Bu çatışmanın birincil kent mekânlarında, yani Kızılay veya Taksim gibi ana meydanlarda yada Gezi Parkı ve Kuğulu Park gibi parklarda yürütülmesi toplumda daha çok ortak değer ifade eden kent meydanlarının kimlik çatışmasında daha önde bir yer tuttuğunu gösterir.
Aynı düşünce kendini mahalle ölçeğinde de tekrarlamıştır. Araba bağımlısı hale getirilmiş kent rutini ve bu yüzden yalnızca ulaşım ve park yeri olarak işlevlendirilen sokaklar, yeniden kimlik edinebilmek için mahalle sakinlerini kendi mekânlarını sahiplenmeye çekti. Bu, önceden de atfedildiği gibi, Barber’ın bahsettiği şehirde beraber olma arzusunun bir tezahürüdür.
Terkedilmiş kent mekânı tüm bu olgular sonucunda demokratik kimliğini geri kazanabilmek için bir çatışma zemini olmuştur. Özetlemek gerekirse; özelleştirmeler ve burjuva kamusallığı gibi tüketici kentsel politikalarla ve yapılaşmalarla kimliksizleştirilen, dahası, sonu gelen kent mekânı, Gezi Direnişi’nin doğurduğu toplumsal hareketle hem kendi kimliğinin hem de toplumun sosyo-ekonomik kimliğinin sahiplenilmesinin zemini olmuştur. Bu zemin YAYIN, Egemen Kızılcan
130
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
hem mücadelenin, hem de karşı karşıya gelmenin doğası sebebiyle bir çatışma zemini olarak yeni kimliğine kavuşmuştur. Kamusal alan varlığının devamını sağlayabilmek için önce bu çatışamının zemini olarak, devamında ise çatışma sonrası uzlaşmanın zemini olarak işlevini şekillendirmelidir.
YAYIN, Egemen Kızılcan
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
131
Düş ve Oluş
Elif Gözde Öztoprak
İstanbul Teknik Üniversitesi, Lisans
Uzlaşım/Çatışma Zemini olarak Mekân/Yer
Lefebvre’e göre “mekânın üretilmesi kapitalist üretim tarzının kendi varoluşunu sürdürebilme, kendisi için daha geniş mekân yaratma yoludur. Kapitalizm, mekândan artı değer yaratmak için yararlanır, mekân düzenlemeleri de üretimi artırmak ve üretim ilişkilerini yeniden üretmek için yapılır” (1998)[1]. Son yıllarda küreselleşmenin hızlanması, mesafeler arası uzaklıkların yakınlaşması, enformasyon teknolojilerinin gelişimi sonucu mekân üzerinden gerçekleştirilen politikalar o kadar çoğaldı ki, kente olan etkileri fazlasıyla görünür olmaya başladı. Bireylerin gündelik pratiklerine yapılan müdahalelerle pasifize edilme çabalarına rağmen toplumun sessizliği sonunda bozuldu; mekânlara, bedenlere yapılan saldırılara karşı ‘çığlık’ atıldı. “… İnsan daima çok yönlü bir bağımlılık içinde yaşıyor, ama kendini özgür sanıyor, zincirin baskısını uzun bir alışkanlık sonucu artık hissetmiyorsa? Yalnızca yeni zincirlerden rahatsız olur ancak: ʻİstenç özgürlüğüʼ de yeni zincirleri hissetmemekten başka bir şey değildir aslında.” (Nietszche, 2014)[2].
İktidar bocaladı, toplum uyandı. İktidarın mekânlara, bedenlere, zamana olan saldırısı gözlere batmaya başladı. Kamusal mekân üzerinden gerçekleşmiş-gerçekleşen- gerçekleşmeye devam eden en belirgin çatışma süreci olan Gezi Direnişi sırasında ve sonrasında bireyler önceden farkında olmadıkları zincirleri hisseder, özgürlük yanılsamalarını YAYIN, Elif Gözde Öztoprak
132
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
kendilerine ait mekânlarda dahi sorgular oldular. Foucault’ya göre, kamusal mekân, düzenleyen, disipline edenle, yaşayan ve kendiliğinden olanın çatışma alanıdır. Bu devinim sayesinde kamusal mekân var olur[3]. Gezi Parkı’nın ve belki tüm kamusal mekânların tekrar doğması kamusal mekânın bu özelliği sayesinde olmuştur. Gezi Parkı’nın direniş öncesi kullanımını hatırlamak mekân-iktidar çatışma süreçlerini anlayabilmemiz için önemlidir. Parkın o kadar da kullanılmıyor olması sürekli olarak devam eden mekân-iktidar çatışmalarında belki de iktidarın hakimiyeti kazanmaya yakın olduğunu bize anlatabilir. Foucault için mekân bir iktidarın alanı veya kabı olarak kısıtlayan bazen ise oluş süreçlerini özgürleştiren bir alandır. Direniş öncesi iktidarın kısıtladığı ancak direniş sırasında mekânın özgürleştiren bir alan olduğunu deneyimleme fırsatımız oldu.
Mekân dönemimin sosyal, kültürel, psikolojik, tarihsel kavramların etkisiyle içerdiği anlam ve biçimi ile bir bütündür. Mekân boşluğa ait bir ortamı tarif eder, yaşanmışlıklar ise mekânı ‘yer’e dönüştürür. Zamanın katkısı ile mekân anlamlara sahip olur. Merlau Ponty mekânı dünyanın bir parçası olarak bedenin/bireyin deneyimi olarak nitelendirir[4]. Mekân algılardan, yaşantıdan ve deneyimlerden ayırt edilemez. Mekânın anlamı, sadece fiziksel mekânı değil, imgesel mekânı, öznelerin duygusal ve düşünsel yani sezgisel kavrayışlarını da içerir. “Algılanan nesne ve algılayan özne arasındaki yansıtmacı ilişkide ortaya çıkan ʻyaşantıʼ, içimizdeki ve çevremizdeki yaşam enerjisi ile sürekli oluş halinde kendini gösteren, yaşanan bir gerçekliktir. Bu nedenle, mekân ve zaman içinde olagiden ve süregiden bir ʻözʼü içeren dinamik bir yapıya sahiptir”(Aydınlı, 2000)[5]. Mekânın özü, içinde ve aracılığıyla üretilen maddi mekânsal pratikler, göstergeler, anlamlar, kodlar, bilgiler üzerinden mekânın gösterimleri ve gösterim mekânları, zihinselliklerle bir bütündür. Mekânın kodlarını, gündelik yaşam içerisinden izlemek, okumak ve yorumlamak mümkün olur. Lefebvre’e göre mekân toplumsal bir üretimdir, her toplumsal biçimleniş kendi mekânını ve mekânsal pratiğini yansıtır ve tarihi içerir[6]. Gezi Parkı, direniş öncesi, sırası ve sonrasında hep farklı anlamlar kazandı. Birçok algı, deneyim ve yaşanmışlıkların üstüste gelmesiyle bir bütün olarak Gezi Parkı ‘yer’i tariflenebilir.
Kapitalizm ticaret ve sanayi alanlarından kişisel, ailevi, dini ve toplumsal ilişkilerin gündelik yaşamına yayıldı. Kapitalizm sadece bir ekonomik sistem olarak değil, aynı zamanda toplum gerçekliği olarak bulunmaya başlaması, toplum ve birey karakterlerine etki etmiş, sosyal ilişkilerin değişikliğe uğramasına sebep olmuştur. Kapitalizm mekânı parçalayıp satışa koymakla kalmaz, onu artı-değer üretimine sokar, bilgi ve karar merkezlerine tabi
YAYIN, Elif Gözde Öztoprak
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
133
olan üretimin yeniden örgütlenmesini hedefler. Stratejileri kullanıcıyı ezer, katılımcı sıradan bir sakin haline gelir (Harvey, 2010)[7]. Toplumsal iktidarlar içiçe geçmiş kaynaklarını; para, mekân, zamanı denetler ve diğer toplumsal iktidarlarla sıkı sıkıya bir ilişki içindedirler. Kâr anlayışı ile mekân ve zaman üzerinde hakimiyet sağlanır, toplumsal pratikler,biçimler ve anlamlar tanımlanır, bu da gene toplumsal iktidarın korunmasını sürekli kılar. En çok kâr için en etkin mekânsal organizasyon gereklidir, bu nedenle de parasal hedefler kimi zaman mekân ve zamanı tekrar değiştirir, dönüştürür. Mekânsal engellerle karşılaşıldığında ise birtakım teknolojiler sayesinde bu engeller ortadan kaldırılır. Gezi Parkı yeri uzlaşma/çatışma sürecinde, kamuya ait bir mekâna dahi iktidarın artı-değer üretmek için mekânlara, bireylere saldırdığına şahit olduk. Birtakım teknolojiler de iktidarın hakimiyeti önündeki engelleri kaldırmak amacıyla topluma karşı kullanıldı.
Kapitalizm mekânı güç ilişkilerini kurma amacıyla tekrar tekrar bozar ve tekrar tekrar mekâna anlamlar katar. Gücün şekillendirdiği çatışma alanları, sınıflar arasında meydana gelir. Beden iktidar savaşının en somut zeminidir. Baskı, disiplin altına alma ve cezalandırmalar bireylere mekân üzerinden uygulanır. Foucault’ya göre mekân içindeki bedenin iki olasılığı mevcuttur; ya otoriteye boyun eğmek ya da başka alanları baskıcı olan özgül direniş ve özgürlük mekânlarını (heterotopia) mücadeleyle yaratmak zorundadır[8]. De Certau ise mekânın ‘özgürleşebilir’ olduğundan, toplumsal pratiklerin baskıcı denetimler altında sınırlanmaktansa mekânlar yarattığından bahseder. Ona göre yürüme bir ifade mekânı tanımlar. Adımlar, hareketler, kesişmeler mekânsallaşır ve kenti yaratırlar. Deyişler, simgeler, boşluklar, imalar kentin yapısını oluşturur. Düzenin şiddeti grup ve bireyleri disiplin altına almış olsa da, taktik ve geçici yaratıcılıklarla kent deneyimleri öznel hal alır[9]. Gezi Direnişleri’nde bir yanda baskı, sınırlanmalar, güç ilişkileri mevcutken bir yandan yeni toplumsal ilişki biçimlerini üreten yeni mekân yaratımları gerçekleşti; park kütüphanesi, revir, amfi v.b.
Devlet ve toplum arasındaki belirsiz ayrımı ve ilişkiyi simgeleyen kamusal alan totaliter rejimlerde değil demokratik rejimlerde mevcuttur. Nancy Fraser, özel ve kamusal alan arasındaki sınırların zorunlu olarak geçirgen olduğunu savunur ve bu müzakereciler arasındaki bir uzlaşıdan doğar (1992)[10]. Kamusal alan; devleti, ekonomik alanı, sivil toplumu birbirine bağlayan bir aracılık mekânıdır, genel çıkarın tanımlanması için bireylerin katılımına olanak sağlar. Habermas’a göre politik kamusal alan, “... Bir sistem oluşturmaz, bazı içsel sınırları kabul eder ama dışarısı karşısında açık, geçirgen ve hareketli YAYIN, Elif Gözde Öztoprak
134
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
görüşler tarafından karakterize edilir”(1997)[11]. Bu geçirgen sınırlarla önemli olan güç elde etmek değil, talepte bulunabilmektir. Kamusal alan, çatışmalı bir alandır; toplumu simgeler, politik iradelere alan sağlar, idealleri değil gerçekleri yansıtır. Gezi Parkı’nın da müzakerecilerin arasındaki uzlaşıdan yeniden doğduğunu deneyimledik.
Küreselleşmenin mekân üzerinde akışkanlığı ve hareketliliği; “zaman-mekân sıkışması” (Harvey)[12], “mekân kesişmeleri” (Appadurai,1990) [13], “zaman-mekân ayrışması” (Giddens,1990)[14] olarak nitelendirilmektedir. Son yılların zaman-mekân sıkışmaları bizim her zaman etrafımızda gerçekleşmekte olan gerçeklikleri görmemizi, mücadele etmemizi engelledi. Bunun tersi olarak kimliklere ya da şeylere sıkı sıkıya bağlanma arzuları ise kişileri, grupları kapitalizmin üzerinde yaşam bulabileceği zemin parçası haline getirdi. Küresel mekânlar birbirine benzedi, sosyo-kültürel dinamikler görünmez hale geldi. Her ne kadar küreselleşme birtakım çok yönlü, çok kuvvetli iktidar ağlarını içeriyor olsa da Gezi Parkı direnişinin dünyaya yayılması ile iktidarlara savaş açıldı, iktidarlar dünyada birçok farklı yerde sorgulanır oldu. İktidar-mekân çatışmalarının iktidarların etki ettiği diğer coğrafyalarda da sorgulanması, anlam ve çözüm çoğalması için önem teşkil etmektedir. Enformasyonlara bağlılık gitgide deneyimle olan ilişkimizi köreltmiştir. Enformasyondaki teknik değişim yurttaşa, etrafında hızla olup bitmekte olan ve hemen her yerde tümüyle canlı olarak izlenmesi mümkün olan şeyleri bilme olanağı sunarak en gözü pek düşleri gerçekleştirme izni verdi (Dacheux, 2008)[15]. Körelmiş deneyimler, baskılar, beden ve mekân üzerindeki politikalar sonrasında hatırlanır oldu. İktidarın oyuncağı televizyon işe yaramasa da enformasyon teknolojileri en gözü pek düşleri gerçekleştirmemize olanak sağladı.
Kaynakça [1]
[2] [3]
Lefebvre, H., 1998, “From the production of Space” in Architecture Theory since 1968, editor: M.K. Hays, The MIT Press, Cambridge, Mass., “Mekânın Üretilmesi’ nden” Mimarist 3/2002, s. 25-33. Nietszche, F., 2014, “Gezgin ve Gölgesi”, İnsanca Pek İnsanca-2, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, s.11 Foucault, M.,1997 İktidarın Gözü, Ayrıntı Yayınları, İstanbul
YAYIN, Elif Gözde Öztoprak
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
[4] [5] [6]
135
Langer, M. M., 1989, Merlau Ponty’s Phenomenology of Perception, Macmillan, s.39
Aydınlı, S., 2002, “Epistemolojik Açıdan Mekân Yorumu”, Mimarlık ve Felsefe, Yapı Yayın, s.40-51
Lefebvre, H., 1996, The Production of Space, Çeviren: Nicholson-Smith, Blackwell
[7] Harvey, D., 2010, Postmodernliğin Durumu, Çeviren: Sungur Savran, Metis Yayınları
[8] Foucault, M., “Power/Knowledge”, New York, Alıntı: Harvey, D., Postmodernliğin Durumu, s. 241-242
[9] De Certau, M., 1984, The practice of everyday life, Berkeley, Calif, (Alıntılayan Harvey, D., Postmodernliğin Durumu, s. 241-242(
[10] Fraser,N., 1992, “Rethinking The Public Sphere”, Calhoun, G., Habermas and the Public Sphere, Cambridge Mass., MIT Press, Alıntılayan Dacheux, E., Kamusal Alan, s.17)
[11] Habermas, J., 197) LʼEspace public. Paris, Payot, Alıntılayan Dacheux, E., Kamusal Alan, s. 17) [12] Harvey, D.,1989, The Condition of Postmodernity. Blackwell, Oxford
[13] Appadurai, A., 1990 “Disjuncture and Difference in the Global Cultural Economy”, M. Featherstone (ed.) Global Culture içinde.
[14] Giddens, A., 1990, The Consequences of Modernity. Stanford University Press, Stanford, C.A [15] Wolton,D., 2008, “Medyatik Kamusal Alan Çelişkileri”, Dacheux,E. (ed), Kamusal Alan içinde, s. 31
YAYIN, Elif Gözde Öztoprak
136
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Yer / Mekân ve Hissizlik Halinde Sınırlar Emre Gökdel
İstanbul Teknik Üniversitesi, Mezun (Şubat 2014)
ʻʼManzara, kendini benim içimdeymişçesine düşünür; ben onun bilinciyimdir.ʼʼ Paul Cézanne1 İnsanın gündelik hayattaki hareketlerinin ve sonuçlarının farkında olmaması bir çeşit ‘’hissizlik’’ olarak adlandırılabiliyorsa bu, şaşılacak bir sonuç değildir. Benzer bir durum, antik çağlardan günümüze gittikçe kuvvetlenerek gelen görme duyusunun ‘’yüceltilmesi’’nin, diğer duyularımızın ve zihinlerimizin üzerinde yarattığı baskının sonucunda oluşan ‘’kısmi hissizlik’’te kendini gösterir. Ancak Cezanne’ın ulaşmış olduğu bilinç seviyesine ulaşılabilirse bu, mekânın tamamı ile verimli bir şekilde deneyimlenmesi demek olur. ‘’Yer’’in kendi bilincimize katılması ve bizimle birlikte hareket ederek ‘’mekân’’laşması ise zihin içi uyarılmalarla sağlanır. Uyarılmalar ise sürekli bir şekilde devam eden çatışmalar ve uzlaşmaların yardımı ile olur; çatışma ve uzlaşmalar aralarındaki sınırlar ve bu sınırların tanımladığı yeni bilinç eşikleriyle de mekân deneyimi farklılaşır. The Practice of Everyday Life kitabında de Certeau, ‘’yer’’ kavramını sabit dizilimlerle, düzenle ve bunlar arasındaki ilişkilerle açıklarken, ‘’mekân’’ kavramını açıklamak için zaman 1
Ponty, Maurice Merleau, 1992, ‘’Cézanne’s Doubt’’, Sense and Non-sense, (çev.) Patricia A. Dreyfus, Herbert L. Dreyfus, Northwestern University Press, s.17.
YAYIN, Emre Gökdel
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
137
değişkenleri ve vektörlerden bahseder. Son olarak da bu genel açıklama bölümünü ‘’Mekân, yerin deneyim kazandırılmış halidir.’’ diyerek özetler.2 İnsan, bu deneyimi duyularıyla algılayarak ve bu algılananları zihinsel bir süreçten geçirerek edinir. Bu süreçte zihin sürekli olarak uyarılır, bir yandan da uyaranın ve uyarılmanın parametrelerini sorgular. Böylelikle ‘’yer’’in ‘’mekân’’laşmasının kapasitesi sonsuzdur, çıkarımı yapılabilir. Buna neden olan ise ‘’merak’’tır. Heidegger’e göre merak, görüşün bünyesinin temeli olan görme eğiliminin bir uzantısıdır ve çevrenin özgün bir şekilde algılanmasına olanak verir. Ancak görme eğilimi ‘’gündelik’’e özgü olmakla beraber, ‘’merak’’ı sınırlandırmaz.3 Çünkü zihindeki sorgulamalar görme dışındaki uyaranlarla da devam edebilir. Bu sorgulamaların sonsuz olması, doğru ve yanlışın birden çok olmasını, dolayısıyla ‘’çatışma’’ ve ‘’uzlaşma’’ların da sonsuz olmasını sağlar.
‘’Çatışma’’ ve ‘’uzlaşma’’nın her ikisinde de, karşı taraftakiler birbirlerini anlarlar ve bu sayede çatışabilir/uzlaşabilirler. Ancak anlamadan sonra varılan sonuç, nötr olmakla beraber, saf bir gerçekliktir bu durumda. ‘’Çatışma’’ların ve dolayısıyla ‘’uzlaşma’’ların varlığını sağlayan da, anlanan üzerinden yapılan sorgulamaların vardığı nokta/noktalardır; başka bir deyişle ‘’yorumlama’’dır. Heidegger, ‘’anlama’’yı ‘’yorumlama’’nın gelişmiş hali olarak tanımlar. ‘’Yorumlama’’nın, anlananın onaylanması değil, anlamaya yansıtılan olasılıkların oluşumu olduğunu belirtir.4 Buna göre ‘’yer’’ bünyesel olarak daha çok ‘’anlama’’ya, ‘’mekân’’ ise ‘’yorumlama’’ya yakın bir kavramdır.
Başka bir çatışma alanı da duyularımızın üretimlerinin değil, kendileri arasındaki çatışmadır. Juhani Pallasmaa’nın da belirttiği gibi; gözün baskınlığı, Batı uygarlıklarında, buna paralel artan bir ego farkındalığı ve verimsizleşen dünya-benlik bağları ile yıllar içinde artmıştır. Diğer duyularımız bizi dünyaya yakınlaştırırken, görme, bizi dünyadan koparıcı bir rol oynar.5 Burada dünyaya yakınlaşma ve dünyadan uzaklaşma, ‘’yer’’in yorumlanarak, deneyim kazandırılarak ‘’mekân’’lara dönüşebilmesini tanımlayan süreçle doğrudan ilişkilidir. Çevremiz ile ne kadar derin bir deneyimsel ilişkimiz varsa, dünyaya o kadar yakı2
3
4
5
de Certau, Michel, 2011, ‘’Spatial Stories’’, The Practice of Everyday Life, (çev.) Steven F. Rendall, University of California Press, s.117.
Heidegger, Martin, 1996, ‘’Being-in as Such’’, Being and Time, (ed.) Dennis J. Schmidt, (çev.) Joan Stambaugh, State University of New York Press, ss.159-160.
Heidegger, 1996, s.139.
Pallasmaa, Juhani, 2005, ‘’Oral versus Visual Space’’, The Eyes of The Skin, Wiley, s.25.
YAYIN, Emre Gökdel
138
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
nızdır. Gözün baskınlığının giderek artması, mekân algılama başta olmak üzere, diğer duyularımıza olan ihtiyacın azaldığı yanılgısını yaratır; böylece artık görüyorsak biliyoruzdur. Kültürel oluşların her noktasında üstünlük sağlama amacı güden ‘’baskın göz’’ün, empati, sevgi ve varoluşsal bağlarımızın kapasitelerini kısıtladığını belirtmiştir Pallasmaa.6 Çünkü varoluşsal ve kültürel aktivitelerin temeli deneyimdir. Bu deneyim, bir çeşit göz aldanmasına maruz bırakılıp, minimumuyla yetinilecek şekilde bünyeye dahil oluyorsa, deneyimin sonuçları ve yaşama katılan bölümü de indirgenmiş olur. Hall’un, The Hidden Dimension kitabında yazdığına göre; Batı insanı, geç bir döneme kadar kendilerini mekânın ‘’içinde’’ görememiştir.7 Bunun geçmişteki sorumluları içinden en belirginlerinden biri ise Rönesans ile gelen statik perspektif anlayışı ve bununla gelen algıdır. Hall’un belirttiği gibi lineer perspektif anlayışı, mekânı ve bakışı sabitleyip, üç boyutlu mekâna iki boyutluymuş gibi yaklaşmaya iterek, onu sadece optik bir deneyime indirgiyor.8 Ancak bu durumun kısmen benzeri olan günümüzdeki devamı, resim ile değil, her yerde karşımıza çıkan teknolojiyle kendini gösterir. Pallasmaa bu konuda, teknolojinin bedenlerimiz ve duyularımızla olan ilişkisinin artmasının, görmenin üstünlüğünü destekleyici bir etki yarattığını söylemiştir.9 Sürekli olarak maruz bırakıldığımız; odaklanma, anlama ve yorumlama mekanizmamızı güçsüz kılıp, büyülemeye ve hissizleştirmeye iten teknoloji ve beraberinde getirdiği hız; her nasılsa görme duyumuzu aynı anda hem öncelikli sıraya getiriyor, hem de yüzeyselleştirip, değerini ve verimini azaltabiliyor. Bu konuda LeFebvre’in kamusal alana dair söylediklerine bakılacak olursa; insanların kamusal alanla, toplumun mekânıyla ilişkilerinin bir resme ya da şova bakıyormuş gibi olmadığını biliriz. Basit bir görüntü ya da gösterinin sunabileceği deneyimden daha fazla kazanımları olur; ki bu da her insanın bir rolünün olması ve kendisini mekânda aktif katılımcılar olarak konumlandırmasıyla sağlanır.10 Günümüzde bu rollere, oluşumlarına ve işleyişlerine göz atılırsa, özgünlüğün oldukça az olduğu yönünde bir çıkarım yapılabilir. Çünkü bu rolleri deneyimlerimizle geliştirip, topluma katmak yerine, halihazırdaki rolleri kullanmaya teşvik ediliyo6
Pallasmaa, Juhani, 2005, ‘’The Narcissistic and Nihilistic Eye’’, The Eyes of The Skin, Wiley, 2005, s. 22.
8
Hall, 1990, s. 86.
7
9
Hall, Edward T., 1990, ‘’Art as a Clue to Perception’’, The Hidden Dimension, Anchor Books, s. 84. Pallasmaa, Juhani, 2005, ‘’A New Vision and Sensory Balance’’, The Eyes of The Skin, Wiley, 2005, s. 36.
10 Lefebvre, Henri, 1991, The Production of Space, (çev.) Donald N. Smith, Blackwell, s. 294.
YAYIN, Emre Gökdel
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
139
ruzdur. Burada bizi sadece anlamaya ve yorumlamamaya iten; daha doğrusu anlayarak, varlığı ve tekliği önceden belirlenen bir doğru şeklinde yorumlamaya iten bir yapı söz konusudur.
Mekân içi aktörlere ve rollere sinema üzerinden bir örnek verecek olursak Alfred Hitchcock’un Psycho’suna bakılabilir. Filmin en bilinen sahnelerinden biri olan duş sahnesinde, ana karakter olduğunu düşündüğümüz kadın duş alıyordur ve bu sırada içeri kimliğini bilmediğimiz bir karakter girerek, perdeyi açtıktan sonra kadını bıçaklamaya başlar; kadın ölür. Katilin kimliğinin belirsizliği, ana karakter olduğu düşündürülen kişinin ölmesi ve sahnenin filmin gidişatına göre beklenmediği bir bölümde yer alması, aslında kişiyi sorgulamaya ve yorumlamaya itebilecek faktörlerdir. Ancak burada her ne kadar sorgulatma ve yorumlatma çabası olsa da, film bize eninde sonunda ‘’doğru’’ olanın hangi yorum olduğunu söyleyecektir. Dayatılan bu gerçeklik, ardı ardına gelen karelerin hızıyla zaten sorguluyormuşuz ve merak ediyormuşuz gibi hissettirilen sahnelerin sonunda bir ‘’anlama’’ etkisi yaratır. Dolayısıyla ‘’anlama’’dan sonra yapılan öznel yorumlamaların, deneyim kazandırması ve algıyı zenginleştirmesi gerekirken, bu yorumlama süreci tek bir gerçeklikle özdeşleştirilebilecek bir ‘’anlama’’ noktasında biter. Bu da yorumlamanın doğasına terstir. Çünkü aslında şüpheli karaltının perdenin arkasında belirmesiyle başlayan sorgulamaların (çatışmaların), sürekli olarak dışarı salınan ve salındıkça kendini yenileyen bir enerjinin tanımladığı sisteme benzer bir döngüye sahip olması gerekirken, sahnenin sonunda olayların netliğe kavuşturulması buna engel olur. Bu yüzden bu çatışmalar ve uzlaşmaların arasındaki ‘’sınır’’, geçirgenlik özelliği gösteremez; özgür bırakmaz, şartlar ve odaklar. Oysaki normalde çatışmalar ve uzlaşmaların yer aldığı sonsuz doğru ve yanlış alanında, ‘’sınır’’lar yine bunlar tarafından tanımlanıp, esnetilebilirler. İşte görsel, bu esnekliği azaltarak bizi rasyonelliğe iter.
YAYIN, Emre Gökdel
140
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Resim: Psycho, Duş Sahnesi11
Psycho filminden yola çıkarak yapılabilecek bir başka yorum ise Douglas Gordon’ın 24 Hour Psycho12 işi üzerinden yapılabilir. Burada Gordon’ın yaptığı, orijinali 109 dakika süren filmi, 24 saate yayarak; saniyede 24 kare yerine 2 kare gösterecek şekilde düzenleyip, sessiz bir şekilde izlettirmektir. Gordon, kendisiyle yapılan bir röportajda işinden bahsederken; “eğer istenen, bir şeyin içindeki gerçekliği bulmak ise, onun parçalar halinde ele alınması gerekir” demiştir.13 Ki bu tutumu, 24 Hour Psycho işinde de görülebilir; orijinalinde hızlıca geçen kareleri yavaşlatıp, parçalar halinde, anlama ve yorumlamaya daha fazla zaman tanıyacak şekilde düzenleyerek, izleyeni, filmin yönettiği kurgunun gerçekliğinden soyutlamayı başarır. Çünkü filmin tamamının izlenebilme olasılığı, abartılarak uzatılan süresi yüzünden imkânsız olur; böylece izleyici elindekilerle – ki filmi önceden görenlerin akıllarında kalan 11 Psycho, Alfred Hitchcock, Paramount Pictures, 1960, Film. 12 Gordon, Douglas.1993, 24 Hour Psycho.
13 Gordon, Douglas, Meet The Artist: Douglas Gordon Part 1 of 2 söyleşi videosundan alınmıştır. (Son Erişim: 24.03.2014): http://www.youtube.com/watch?v=DXY99WS-Byo.
YAYIN, Emre Gökdel
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
141
kısmı olur bu- yetinmek zorunda kalır. Böylece ister istemez, hafızanın öznel yönlendirmesi, ya da yeni olarak sunulan parçalanmış deneyimle, öznel bir değerlendirme, bir yorumlama yapmak zorunda bırakılır. Böylelikle kendi gerçekliğimiz ve deneyimlerimiz üstünden yapılan yorumlamalarımız özgür kılınmış olur. Çünkü sorgulanmaya izin vermeyen, baskın görsel, duyular ve zihinsel çatışmalar üzerindeki egemenliğini kaybetmiştir. Bu çeşit bir deneyimden sonra, yorumlama çatışmalarımızın geçici uzlaşma noktası olan ‘’sınır’’ımız bugünün ‘’hissizlik’’ perdesini kaldırmaya başlar. Böylece edinilen deneyim, bu ve bundan sonraki yorumlarımızı da etkileyecektir.
Çatışma ve uzlaşmalar arasındaki ‘’sınır’’, hissizliğin etkisinden arınırken ‘’farkındalık’’ kazanılır. Ancak farkındalık, ‘’sınır’’ın doğası gereği, bir bütün halinde gelmez. Sınır, Heidegger’in tanımına göre bir şeyin varlığının bittiği değil, başladığı yerdir.14 Eğer bu tanım üzerinden çatışma ve uzlaşmaların ‘’sınır’’ına bakılırsa, bütüncül değil, parçacıl yapıda bir sınırlar ağından bahsetmek gerekir ve birden çok uzlaşma noktası olduğu için, bu noktaların her biri kendi sınırını tanımlar. Yukarıda bahsedildiği gibi görselin baskınlığının azalıp, diğer duyularla çevrenin ve olayların algılanmasına olanak verildiğinde, etkileri kısmi bir farkındalıkla sonuçlanır. Sınırlar ağında meydana gelen bu değişim, ilgili başka sınırların yapısı üzerinde de etkili olabilir ve böylelikle sınırlar ağında yayılımı eşit gerçekleşmeyen bir deformasyon olmuş olur. Mekânın ve içindeki hayatın da ‘’anlama’’ değil de, ‘’yorumlama’’ ile ilişkili olduğunun anlaşılabilmesine olanak veren bu deformasyonlar, insana farklı bakış açılarıyla çevresindeki ilişkileri gözlemleme olanağı verir. Hall’un da belirttiği üzere, kendimizi bir açıklama bulmak zorundaymış gibi hissetmeyi bırakırsak ve insanı sürekli olarak genişleyen ve daralan alanların çevrelediğini düşünürsek, insana tamamen farklı bir açıdan bakmış oluruz. Bu sayede insan davranışı, karakterlerimiz ve öğrenilmiş durumsal karakterlerimiz hakkında bilgi sahibi olabiliriz.15 Burada arandığı belirtilen ‘’açıklama’’, anlama ve yer ile bağdaştırılabilir ve elde edilmek istenilen nötr bir düzlemdir. Eğer bu sınırlar ağındaki deformasyonlar olmadan, çevre ve insanların sabit ve değişmez olduğu şeklinde bir algı yanılması yaşanıyorsa, deformasyonlar sonucu algılamada görülecektir ki; çevre de, insan da, hem kendi içinde değişir, hem de etkileşim içinde olmalarından ötürü birbirlerini değiştirirler. Böylelikle insanlar, kendilerini mekânın ‘’içinde’’ 14 Heidegger, Martin, 1971, ‘’Building, Dwelling, Thinking ‘’, Poetry, Language, Thought, (çev.) Albert Hoftstadter, New York: Harper, s.152.
15 Hall, Edward T., 1990, ‘’Distances in Man’’, The Hidden Dimension, Anchor Books, s. 115.
YAYIN, Emre Gökdel
142
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
ve mekânı da kendilerinin bir parçası, uzantısı olarak görebilmeye başlarlar. Sonrasında insan; mekânı ve insanı; mekân üzerinden başka mekânları ve insan üzerinden başka insanları; mekânlar üzerinden insanları ve insanlar üzerinden mekânları yorumlar hale gelebilir.
Cézanne’ın bilinci, mekânın bilinci; mekânın bilinci, Cézanne’ların bilinci… Mekân içi aktörlerin ‘’anlama’’ takıntılarından kurtulup, ‘’yorumlama’’ların sonsuz çatışma ve uzlaşma durumlarına kendilerini bırakmaları söz konusu olduğunda, ancak o zaman insanların görmenin egemenliğinden kurtulmaları ve Cézanne’ın deforme olmuş sınırlarıyla çevreyi algılamalarından söz edilebilir.
Kaynakça
Maurice Merleau-Ponty, 1992, ‘’Cézanne’s Doubt’’, Sense and Non-sense, (çev.) Patricia A. Dreyfus, Herbert L. Dreyfus, Northwestern University Press, s.17. Michel de Certeau, 2011, ‘’Spatial Stories’’, The Practice of Everyday Life, (çev.) Steven F. Rendall, University of California Press, s.117.
Martin Heidegger, 1996, ‘’Being-in as Such’’, Being and Time, (ed.) Dennis J. Schmidt, (çev.) Joan Stambaugh, State University of New York Press, ss. 139-160. Juhani Pallasmaa, 2005, The Eyes of The Skin, Wiley, ss.22-36.
Edward T. Hall., 1990, The Hidden Dimension, Anchor Books, ss. 84-115.
Henri Lefebvre, 1991, The Production of Space, (çev.) Donald N. Smith, Blackwell, s. 294.
Douglas Gordon, 24 Hour Psycho. 1993.
Douglas Gordon, Meet The Artist: Douglas Gordon Part 1 of 2 söyleşi videosundan alınmıştır. (Son Erişim: 24.03.2014): http://www.youtube.com/watch?v=DXY99WS-Byo. Martin Heidegger, 1971, ‘’Building, Dwelling, Thinking ‘’, Poetry, Language, Thought, (çev.) Albert Hoftstadter, New York: Harper, s.152.
YAYIN, Emre Gökdel
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
143
Ev, Kentin Bir Minyatürüdür Esma Şen - İsra Hatipoğlu
Yıldız Teknik Üniversitesi, Lisans
“Yer deneyimlerle inşa edilen anlamın merkezidir.” -Yi Fu Tuan, Place: An Experiential Perspective.
Pratikte insanların neyin yerine yer, neyin yerine mekân kelimesini kullandıklarını ayırt etmek neredeyse imkânsızdır. Fakat şu bir gerçektir ki, mekân ve yer kelimeleri tüm benzerlikleri ve birlikte kullanımlarına rağmen farklı anlamlara atıf yapar. Mimarlık ve kentsel araştırmalar yazınının temelinde her mekânın bir yer olmadığı, yerin mekândan çok daha farklı katmanlar ve çoğul anlamlar barındırdığı kabulü yatar ( Gürkaş, 2010: 2).
Mekân ve yerin ayrışması noktasında; mekânın harita üzerinden salt, iki boyutlu yapısıyla algılandığını, toplumsal ve tarihsel birikiminin göz ardı edildiğini söylemek mümkündür (Gürkaş, 2010; 2). Öte yandan yer, insanların bir mekâna anlam yüklemeleri, bir şekilde onunla ilişki kurmaları ve ona temas etmeleri sonucunda oluşur (Cresswell, 2004). Dolayısıyla yer, mekân ve toplumun iç içe geçmiş katlı yapısıdır. Bu yapı içerisinde yer, insan varlığı ve deneyimi için bir kök salma biçimini temsil eder, eyleme dayalı bilgilerle anlam kazanır (Relph, 1976).
Mekân ve yer algımız, meseleye nereden baktığımıza, çevremizi analiz ederken hangi ölçeği kullandığımıza bağlı olarak da değişir. Ülke ölçeğinde ele aldığımızda Türkiye, 36° YAYIN, Esma Şen - İsra Hatipoğlu
144
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
ve 42° kuzey enlemleri ile 26° ve 45° doğu boylamları arasında kalan ve kabaca bir dikdörtgeni andıran 783,562 km² lik bir alana işaret eder. Yer olarak ise, 99 yıl önce onu savunmak için binlerce gencin canını verdiği vatan toprağıdır. Kentsel ölçekte, nüfusa kayıtlı olduğumuz kentin tüm geometrik özellikleri mekân algımızı besler. O kenti; konum, ulaşım bağlantıları, nüfus büyüklüğü ve fiziksel coğrafyası gibi bir dizi objektif ve ölçülebilen özellikler ile diğer kentlerden kolayca ayırabiliriz. Ama aynı kent, bizim memleketimizdir de aynı zamanda. Doğup büyüdüğümüz, anılarımızla bizim olan yerdir. Benzer bir sorgulamayı detay ölçekte devam ettirirsek yer, karşılığını yuva kelimesinde bulur. Ev ise mekânı ifade eder. Çünkü evi yuva yapan fizik mekânda (evde) yaşanılan deneyimlerdir. Herhangi olan mekân artık tanıdık, deneyimlenmiş, anlamlı yere dönüşür. (Gürkaş, 2010: 12). Öyle ki, kendi evimizin tuvaleti bile çok anlamlıdır.
Ev-yuva örneğini daha ayrıntılı olarak ele alırsak, evin farklı birimlerinin her birey için farklı anlamlar ifade ettiğini gözlemleyebiliriz. Örneğin; kendi yatak odamız kardeşimiz için bir mekân, bizim için ise yer tanımlar. Fakat evin içinde evin diğer üyeleriyle vakit geçirdiğimiz, ortak kullandığımız birimler tüm bireyler için yeri ifade eder. Çünkü bireyler burada uzlaşır ve çatışırlar. Evde, bu tanıma denk gelen, uzlaşılan ve çatışılan birim genellikle mutfak veya salondur. Bu noktada, evi yuva yapan deneyimlerin aslında birer uzlaşma ve çatışma zemininde gerçekleştiği söylenebilir.
Yuvadaki uzlaşma ve çatışma süreci de aileden aileye göre farklılık gösterir. Demokratik ve katılımcı bir ailede kararlar, aile bireylerinin farklılıkları gözetilerek ortak bir paydada alınır ve tüm aile bireyleri için azami bir memnuniyet sağlanmaya çalışılır. Buluşulan zemin
YAYIN, Esma Şen - İsra Hatipoğlu
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
145
tüm aile bireylerinin kesiştikleri, kendilerini eşit şekilde ifade etme imkânı bulduğu bir platformdur. Babanın otoriter ve baskın bir rol oynadığı bir ailede ise kararlar tek bir merkezden (baba tarafından) verilir. Bu aile tipinde ne ortak bir paydadan, ne de gerçek bir mutluluktan söz edilebilir.
Ve artık sokağa çıkma zamanı !
Şimdi evimizden çıkıp kentsel labirenti çözmeye başlayalım. Büyük puzzle'ın bir parçası olan yuvanın öznelliğinden sıyrılıp, puzzle'ın tamamını oluşturan kentteki genel dokuya akalım. Dürbünümüzü kentteki dokuda toplumun etkileşim alanlarına odaklarsak, ideal bir kentte Habermas'ın tanımıyla “bireylerin ancak ve ancak toplumsal çevrelerinde herhangi bir sınırlama olmaksızın -diğer bir değişle kendi düşüncelerini özgürce açıklayıp yayınlama hakkı ve özerk grup örgütlenmeleri kurma hakkının garantisi altında- hemen herkesi ilgilendiren sorunlar hakkında birbirleriyle etkileşimde bulunabildikleri” alanlar objektifimize takılır (Habermas, 2012). Habermas bu alanları kamusal alan olarak tanımlar ve toplumun bu alanlar aracılığıyla gereksinimlerini devlete ilettiğini söyler. Toplumun devlete ilettiği bu gereksinimler; devlet tarafından kimi zaman dikkate alınırken, kimi zaman önemsenmez. Genellikle demokratik, katılımcı devletlerde toplumun ihtiyaçları dikkate alınır, fakat otoriter devletlerde bu istekler çoğu zaman göz ardı edilir. İstekleri göz ardı edilen toplum, uzlaşının sağlanması için kentte hakkını1 aramaya başlar. Bu süreç uzlaşma ve çatışma zemininde gerçekleşir. Söz konusu taleplerin arabuluculuğunu yapması gereken kamusal alan, şiddete dayalı çatışmalarda kendini gösterebilen çıkar çatışmalarının ve rekabetin alanı haline gelir (Habermas, 2012). Burada önemli olan; uzlaşma ve çatışmanın toplumun isteklerini, gereksinimlerini söylediği, söz sahibi olduğu kamusal alanda gerçekleşmesidir. Buna ilişkin olarak yaşanılan deneyimler alanın yer olarak benimseneceğinin işaretidir. Bu olaylar silsilesinden sonra kentsel mekân2, kentsel bir yere3 dönüşecektir. 1
2
3
Kent hakkı olarak bahsedilen kavrama Lefebvre’in tanımladığı şekilde “ fiziki olarak kent mekânına, kentsel hizmetlere ve toplumsal zenginliği kullanmaya, erişmeye ve sahiplenmeye yönelik hak” anlamında değinilmiştir.
Kentsel mekân kavramına yüklenen anlam “iki boyutlu fizik mekâna dayalı, boş bir sistem” olarak ifade edilmiştir. Kentsel yer olarak ifade edilen kavramdan; anlamlar taşıyan ve deneyimsel bir karakteri olan deneyimlenmiş tanıdık kentsel mekân anlaşılmalıdır.
YAYIN, Esma Şen - İsra Hatipoğlu
146
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Anlatılanların Kentsel Alanda Somut Örneği: Gezi Parkı Olayları...
Uzlaşma/çatışma zemininde mekân ve yer kavramlarını eleştirel bir çerçevede düşünmek için özellikle Gezi deneyimi önemli fırsatlar sunmaktadır. Taksim Gezi Parkı olaylarını, mekân, toplum ve yönetim gibi ana eksenlerde düşünmemiz gerekirken bu kavramların birbirinin içine geçmiş, birbirini etkileyen ve diğer olgulardan etkilenen kavramlar olduğunu da unutmamak gerekir. Habermas'ın toplumun ortak yararını belirlemeye ve gerçekleştirmeye yönelik düşünce, söylem ve eylemlerin üretildiği ve geliştirildiği ortak toplumsal etkinlik alanı söylemi bize Taksim meydanının yapısını işaret eder. Bu özellikteki alanları; toplum kendine ait alanlar olarak benimserken, siyasi erkler kente imza atmak için bir araç olarak görür. Bu kavşak noktasında toplumun istek ve gereksinimlerinin göz ardı edilmesi durumu toplum ile siyasi erkleri karşı karşıya getirir. Gezi Parkı'nda tam da böyle olmuştur. Bu alan üzerinde çelişen çıkarlar söz konusudur. Siyasal erkin Gezi Parkı'nı toplumsal boyutundan uzak iki boyutlu fiziksel bir mekân olarak görmesi ile toplumun bu alanı yaşanmışlık ve deneyimlere bağlı olarak sahiplenmesi; Gezi Parkı sahnesinde “çatışma” eylemi olarak kendini göstermiştir. Karşı karşıya gelen çıkarlar ile meydana gelen “çatışmanın”; alandaki yer algısını güçlendirdiğini söyleyebiliriz. Öyle ki, Semra Aydınlı da mekânı yere dönüştüren dinamikleri karşıt kavramlar arasında oluşan gerilim ile açıklar (Aydınlı, 2003). Bu bağlamda Gezi Parkı algısının, burada yaşanan deneyimlerle "güçlü bir yer" anlayışına dönüşüm süreci söz konusudur.
Sözünü ettiğimiz Taksim Gezi Parkı' nın “güçlü bir yer” algısına dönüşüm sürecinde bir iletişim aracı olarak sanal mekânın etkisi yadsınamaz derecede fazladır. Toplumun bu kanal yoluyla örgütlenmesi -ortak fikir ve düşünceler ekseninde uzlaşması- fizik mekân üzerinde yaşanan deneyimlerin arka planındaki sanal mekânın bir vasıta görevi gördüğünü kanıtlar. Buradaki önemli noktalardan biri de olayların uzlaşmaya bağlı bir çatışma olarak kendini göstermesidir. Asıl değinilmek istenen, uzlaşmanın lokomotifi olarak sanal mekânın görülmesidir.
Gezi Parkı deneyiminde dönüşüm sürecini etkileyen daha pek çok unsur saymak mümkündür. Fakat unutulmaması gereken bir nokta vardır ki o da Taksim Gezi Parkı'nın tarihsel süreç içindeki kimliğidir. Tarih boyunca Taksim Meydanı toplumun istek ve ge-
YAYIN, Esma Şen - İsra Hatipoğlu
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
147
reksinimlerini devlete iletmesinde bir araç olarak kullanılmıştır. Bir amaç4 olarak başlayan Gezi Parkı olaylarının araca5 dönüşmesi ve ölçeğini büyütmesi sürecinde Taksim Meydanı'nın bu kimliği önemli derecede etkili olmuştur.
Bitirirken …
Evde karşılaştığımız olaylarla, kentte de karşılaşmamız rastlantı olmasa gerek. Ele alınan ev örneğinden kente çıkarımlar yapmak elbette mümkündür. Evin salonu ve mutfağı, kentin kamusal alanıdır. Evdeki baba tiplemesi kentte siyasal erki işaret ederken, anne ve çocuklar topluma gönderme yapar. Ve işte görüldüğü gibi… Ev, kentin bir minyatürüdür.
Kaynakça
Aydınlı, S., 2003, “Mimarlığı Anlama, Kaynağa Ulaşma ve Özü Yakalama”. TOL Dergisi, 54-60. Cresswell, T., 2004, Place: A Short Introduction. USA: Blackwell Pub.
Çavuşoğlu, E; Strutz, J., 2011, “Kent Hakkı Önemli”. Eğitim Bilim Toplum Dergisi , 7-14. Güney, Z., 2007, Kamusal Alan Nedir? Kamusal Mekân Nedir? http://www.arkitera.com/h21487-kamusal-alan-nedir-kamusal-mekân-nedir.html (14.02.2010) adresinden alındı.
Gürkaş, E. T., 2010, "Yer" Üzerine Bir Okuma Denemesi: Samatya'da Yer Kurma Pratikleri, Doktora Tezi. İstanbul: YTÜ Yayınları. Habermas, J., 2012, Kamusal Alan: Ansiklopedik Bir Makale. Birikim Dergisi, 62-66.
4
Amaç olarak kastedilen; deneyimlere araç olması gereken kamusal alanın, Gezi Parkı örneğinde parkın kendisini savunmak üzere yaşanan deyimler olduğu, parkın olayların öznesi olduğu ifade edilmeye çalışılmıştır. 5 Araç kavramına yüklenen anlam, parkın tasarlanış amacına uygun olarak kullanımını, yani deneyimlerin yaşanmasında, toplumun istek ve gereksinimlerini devlete iletmesinde aracı rolü üstlendiğini ifade etmektedir
YAYIN, Esma Şen - İsra Hatipoğlu
148
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Relph, E., 1976, Place and Placelessness. London: Pion.
Tuan, Y. F., 1975, “Place: An Experiential Perspective”. Geographical Rewiew.
................, 1977, Space and Place: The Perspective of Experience. Minneapolis: University of Minnesota Press.
YAYIN, Esma Şen - İsra Hatipoğlu
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
149
Mekân ve Sahiplenme Sorunsalı Ezgi Tezcan - Ece Özbek
Yıldız Teknik Üniversitesi, Lisans
Bu çalışmada mekânın oluşum ve dönüşümünde mimari iktidarın ve toplumsal hareketlerin etkisi araştırılmıştır. Bu amaç doğrultusunda mimari iktidar kavramı sorgulanmış, mimarlığın mekân tasarlama yetisi ile iktidar sahipliği arasındaki ilişki açıklanmıştır. Dünyaca tanınan ve gözde bir modern mimarlık örneği olan Centre Georges Pompidou ile iktidar, mimarlık ve toplum arasında oluşan bağ incelenmiştir. Bunun yanı sıra mekân ve toplum arasında gerçekleşen etkileşim üzerinde durulmuş ve toplumsal hareketlerin mekânlar üzerindeki etkisi sorgulanmış, mekânın kullanıcıları olan toplumların tarihi süreç içinde yaşadıkları değişimlerin içinde yaşadıkları mekânları dönüştürme yetisi 1960’ların ortasında ortaya çıkan Provo hareketi incelenerek ortaya konmuştur. Provo, 65-67 yılları arasında, anarşizm ve dadaizm etkisiyle, Hollanda’da, dönemin gençlerinin öncülüğü ile yapılan bir oluşumdur. Kapitalizme, hiyerarşiye, otoriteye tamamen karşı bir oluşumdur. Buna ek olarak Lizbon, Portekiz’de çekilmiş duvar yazıları fotoğrafları üzerinden toplumun kamusal alanların niteliğini dönüştürme, ona yeni görevler yükleme kabiliyeti incelenmiştir.
Mimarlık dünyasında en çok işitilen, en çok vurgulanan nokta mimarlığın insanlar için ve insanlarla yapıldığıdır. Bir mekânı kullanıcıları olmadan düşünmenin ne kadar sağlıklı olduğu tartışılır. “Mekân insanla vardır.”1 İnsanlığın kendisi kadar eski olan mekânın başlıca işlevi insanın en temel ihtiyacı olan barınmaya cevap vermek, doğada güvenlikli bir alan oluşturmaktır. Ancak ilk insandan günümüz toplumuna ve yaşam koşullarına gelene kadar 1
Taşçıoğlu, Melike, 2013, “Mekânın Özü: Mekânın İçerdikleri, Benliği ve Kimliği”, Bir Görsel İletişim Platformu Olarak Mekân, YEM Yayın, İstanbul, ss. 45.
YAYIN, Ezgi Tezcan - Ece Özbek
150
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
tarihi süreç içinde mekân da hem anlam hem işlev bakımından çeşitlenmiş, değişmiş ve dönüşmüştür. “Mekân zamanla çatı olmaktan çok daha öteye giderek insanları ayıran, birleştiren, insan etkinliklerini organize eden, insanın düşünce ve duygularını pekiştiren ya da değiştirebilen ve onu denetim altına alabilen bir yapı haline gelmiştir.”2 Sosyal, düşünebilen, sorgulayabilen bir varlık olarak insan içinde bulunduğu ortamı, mekânı kendini ifade etmek için bir araç olarak da kullanmaya başlamış ve bununla beraber mekân da insanın kimliği ile ilişkilenir hale gelmiştir. Mekânlar yalnızca elle tutulur gözle görülür olan bir ortam değil, aynı zamanda sosyal olgulara, kimliğe, mesaja sahip bir alan haline gelmiştir. Tam da bu noktada mekânın üzerinde hakim olan gücü sorgulamakta fayda var. Mekânın sahip olduğu biçim, kimlik veya mesajı ona yükleyen güç, mimarın ya da başka bir iktidar sahibinin midir yoksa mekânın asıl kullanıcılarının yani toplumların mıdır?
Mimari tasarım sürecinde mimarın doğruları, tarzı, görüşü tasarladığı mekâna da yansır ve bir anlamda mimarın doğruları mekânın kullanıcılarını da yönlendirici etkiye sahip olur. Tadao Ando şöyle der: “İnanıyorum ki, mimarlık ufak da olsa insanların yaşam tarzını şekillendirebilir.”3 Buna dayanarak denilebilir ki mimarın tasarlama yetisinin ardında insanları yönlendirme amacı da saklıdır. Mimar mekâna dair fiziksel ögeleri tasarlarken bir yandan da mekândaki yaşantıya dair senaryolar kurgular. “Mimarlık çok özel bir işlevsel sanattır; boşluğu sınırlandırarak içinde yaşamamızı sağlar, yaşamımızı çerçeve içine alır… Mimar bir tür teatral yapımcıdır, yaşamımıza ilişkin sahne ve dekorları tasarlar.” 4
Özellikle kamusal mekânların oluşturulmasında iktidar sahiplerinin söz sahibi olması kuvvetle muhtemeldir. Mimarlık tarihi de gözler önüne sermektedir ki siyaset, toplumlar üzerindeki egemenliğini ifade etmek için mimarlığı araç olarak kullanmış, anıtlarını inşa ettirmiştir. “Yapılı çevrenin toplumsal iktidar mücadelesinden muaf olmadığı ve mimarlığın tarihi boyunca egemen politik iktidarların kendi erklerinin sembolik yansımalarının inşaatı yolunda sefil aparatlar olarak işlev gördüğünü itiraf etmekle yola çıkmak gerekir.”5 Bir 2
Taşçığolu, 2013, ss. 29.
4
Rasmussen, Steen Eiler, 1974, Experiencing Architecture, The MIT Press, Cambridge, ss. 9
3
5
Ando, Tadao, http://www.brainyquote.com/quotes/quotes/t/tadaoando362002.html
Kodalak, Gökhan, 2013, “ Gezi ve Yeni Çevre Tahayyüleri”, Direnişi Düşünmek 2013 Taksim Gezi Olayları, Monokl, İstanbul, ss. 126
YAYIN, Ezgi Tezcan - Ece Özbek
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
151
başka ifadesiyle mimarlık, insanların ve toplumların önüne serilmiş ve onu yönlendirme kabiliyetine de sahip bir semboldür. “Ne mekân varsayıldığı gibi nötr bir alandır, ne de mimarlık varsayıldığı kadar masum bir aparattır”6.
İktidar, mimarlık ve kamusal mekân üçlemesinin hayat bulan en bilindik örneği de Paris’te yer alan Centre National D’Art Et De Culture Georges-Pompidou. İnşası 1977 yılında tamamlanan, Renzo Piano ve Richard Rogers imzalı kültür merkezi dönemin cumhurbaşkanı olan Georges Pompidou’nun isteği ile açılan bir mimari yarışma sonucu ortaya çıkmıştır. Dünyaca ünlü bu mimarlık örneğinde görünen odur ki iktidar gücünü göstermek adına bir sembole ihtiyaç duymuş ve mimarın kapısını çalmıştır. Mimar ise kendi kimliğine ve görüşüne bağlı bir kamusal alan senaryosu tasarlamış ve uygulamıştır. Buradan sonra devreye girecek aktör ise kullanıcıdır. Kamunun bu iktidarlık mücadelesinde kendine yer bulma arzusu söz konusudur. Parisliler de tam da bunu yapmışlar ve mimari ürün ve onun üreticileri ile bir çeşit ‘çatışma ve uzlaşma’ yoluna gitmişlerdir. Tamamlanışının ardından geçen yaklaşık 30 yıl sonra bugün dahi Parisliler bu yapının çirkinliğinden yakınır haldedirler ama bir başka yandan ise yapının hemen önünde kurgulanan kamusal alanın da halinden mutlu kullanıcılarıdırlar. Bir diğer yandan da içinde yer aldığı, bir zamanların varoş bölgesi Beaubourg’ un tarihsel değerini gün yüzüne çıkarmıştır. Bütün bunlar gösterir ki toplum ve mimari ürün arasında kentin sahip olduğu prestij ve silüet kavramları nedeniyle bir çatışma ama aynı zamanda ürünün kente yaptığı katkıların getirdiği bir uzlaşı da hakimdir.
6
Kodalak, 2013, ss. 127
Fotoğraf 1
YAYIN, Ezgi Tezcan - Ece Özbek
152
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Bütün bunlara ek olarak toplumların kendi mekânlarını oluşturma ve var olan mekânları dönüştürme yetisi de sorgulanmalıdır. Gelişen ve değişen hayat standartları, tarihsel süreçte bireyin ve/veya toplumun mekâna dair algısını, mekândan beklentisini kapsamlı olarak etkilemiş ve değiştirmiştir. Başlangıçta sadece barınma ihtiyacını karşılamaya yönelik gerçekleştirilen mekân üretimi, değişen düzen ile beraber bu tanımı değiştirmiş, bir anlamda çeşitlendirmiştir. Son dönemlerde göze çarpan önemli bir ifadesi ise mekânın iletişim amacıyla kullanılmasıdır. “Mekân, aynı zamanda bir şeyleri gösterir, anlamlandırır ve hatta konuşur da. Ancak, yerleştiği daha geniş kentsel bağlamın toplumsal ve mekânsal pratikleri üzerine bir şey söylemez; eşitsiz gelişim ve iktidar, mekânın gösterdiklerinin arkasına gizlenmiştir.”7 Toplumlar, geçirdikleri tarihsel süreç içerisinde, dönem dönem ihtiyaç ve ideolojik konumları nedeniyle, kendilerini çeşitli yöntemlerle ifade etmeye çalışmışlardır. Toplumlar arasında ve/veya toplumlar içerisindeki alt topluluklar arasında ‘çatışma ve uzlaşma’ yı getiren ideolojik, kültürel farklılıklar vardır. Salt birey olarak bile kendimizi ifade etmeye başladığımız nokta, fikirlerimizi ve deneyimlerimizi, benzer ya da karşıt görüşe aktarmaya başladığımız noktadır.
Fotoğraf 2 7
Fotoğraf 3
Arslan Avar, Adile, 2009, “Lefebvre’in Üçlü –Algılanan, Tasarlanan,Yaşanan Mekân- Diyalektiği”, Dosya: Mimarlık ve Mekân Algısı, TMMOB Mimarlar Odası, Ankara, ss. 9.
YAYIN, Ezgi Tezcan - Ece Özbek
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
153
Lizbon, Portekiz’de çekilmiş bu fotoğraflardan, bireylerin kamusal mekân olan sokakları kendilerini ifade etmek için kullandıklarında, soyut bir mekân ürettiklerini yorumlayabiliriz. Soyut mekân sözüyle kastedilen, fiziksel sınırları netlikle çizilemese de bireyin mekânı kendini ifade etme aracı haline getirerek kendinden bir parçayı oraya yansıtmasıyla oluşmuş, kimliğe ve mesaja sahip alandır. Bu fotoğraflarda görülen alanların ortak paydaları, bu üretimi gerçekleştirenlerin amacının iletişim, aracının da kamusal alanlar olmasıdır. Bu iletişim aracının (kamusal alan), toplum (kamusal alanın kullanıcıları) üzerindeki etkisi Haziran 2013’te Gezi Olayları sürecinde de gözlemlenmiştir. Mekânlar üzerindeki değişimler ve dönüşümler, yaşanan tarihsel süreçten etkilenmektedir. Portekiz’in ortaçağlarda dünya ekonomisinin kalbi oluşu ve Amerika kıtasının keşfinde önemli yer tutması ve ticari anlamda (ki toplumların ideolojik yapılarını büyük ölçüde etkiler) kendilerini ‘Dünya’nın Merkezi’ olarak tanımlayışları... Ve sonrasında belki de öncü oldukları denilebilecek kapitalist sistemde en başta çöken ekonomileri ve değişen toplumsal yapıları bu tarihsel sürecin iyi bir örneği olabilir.
“Değişim emek süreçlerinde ortaya çıkan toplumsal ilişkileri, eylemleri ve sömürüyü bütünüyle kavramayı neredeyse imkânsız kılar.”8 Resimler bir arada yorumlanacak olursa, sahip olunan toplumsal değerlerin süreç içerisindeki etkileşimleri ifade edilmiştir. Birinci resimde toplumun kültüründen, coğrafyasından kaynaklı bir kamusal alan kullanımı ifade edilmiştir. Toplumdaki bireylerin kent içinde, kente ait bir mekânda, kendilerini ifade etme amaçlı kullanımları söz konusudur. Eskiden beri var olan ve oluşturulan (sokak-kamusal alandaki) soyut alan, yine içinde yer aldığı mekân üzerinden toplumdaki farklı bireylere ifade edilmeye ve iletişime geçmeye çalışılmıştır. İkinci resimde ise şikayetçi olunan bir durumun, alıcılara aktarılması söz konusudur.
Öyleyse bir mekânı mekân yapan somut olarak dört duvar bir çatı örtüsü müdür? Yoksa aktarılmak istenen toplumsal değerlerin aktarılması için oluşturulan soyut dört duvar da mekânı oluşturur mu? “Mekânın tözü denildiğinde mekânın varlığını sürdürebilmesi için ona temel oluşturan ve onun varlığını destekleyen yapı iskeleti (strüktür) tanımlanmaya çalışılmıştır.”9 Mekânı sadece strüktürü ile tanımlamak yetersiz kalacaktır. “Mekân somut
8
9
Arslan Avar, 2009, ss. 8. Taşçıoğlu, 2013, ss. 28.
YAYIN, Ezgi Tezcan - Ece Özbek
154
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
olduğu kadar soyut olguları da barındıran duygu ve deneyimlere çatı oluşturan bir kurumdur.”10
Tarihsel süreç içinde toplumsal hareketlerin mekâna etkisini açıklayabilme konusunda Provo Hareketi örnek gösterilebilir. Adı, akademik bir yazıda arıza çıkaran gençliğin ‘provo’ olarak tanımlanmasından alan ‘direniş’ oluşumunun asıl amacı, gençlere anarşiyi öğretme ve yeniden canlandırmaktır. Denedikleri çeşitli ve absürt yöntemlerle bu amaçları doğrultusunda çalışmışlardır. Provo bir dergi oluşumudur. Ve bu oluşum, fikrini insanlara iletmeye çalışmış ve bunu kendi bünyesinde oluşturduğu iş bölümleriyle yapmıştır. Okur– yazar tayfasıyla şiddet kullanmadan, absürt komediyle polisi provoke eden kesime kadar çeşitli yöntemler kullanmışlardır. Kullandıkları her yöntem toplumdaki uyanışı sağlamayı amaçladığı için kamusal alanlar direniş noktaları olmuştur. Kimi zaman bildiri dağıtırken, kimi zaman boş beyaz kağıtlar dağıtarak kendilerini ifade etmeye çalışmışlardır. Haziran 2013’deki Gezi Direnişi olaylarında da, insanların şiddet kullanmadan, kara mizahla, kamusal alanlarda kendilerini ifade etmeye çalıştıklarına şahit olduk. Aslında toplumumuz, karşıtlığın şiddet olmadığını kavramaya başladı. Mahallelerdeki forum ortamları ve sokakları kullanılarak, var olan fiziksel bir mekâna yeni değerler yüklenmiştir. Provo’nun yaptığı en çarpıcı hareket ise, terkedilmiş mekânları düzenleyip ücretsiz klinik, eğitim merkezleri açmaları ve evsizlere yer bulmaya çalışmışlarıdır. Bu hareketle, artık kullanılmayan özel mekânları kamu yararına açarak, fiziksel tanımı var olan bu alanlara yeni ve faydacı bir değer yüklemişlerdir. Mekâna yüklenen iletişim aracı olma potansiyelinin bir ihtiyaçtan doğduğu söylenebilir. Bunun ihtiyacıysa; kamusal alanları ifadenin daha hızlı ve hizmet ettiği noktada yayılmasından doğmuş olabileceği gibi bireyin sisteme olan güvensizliği, eleştirisi ve iletişimhaber alma platformlarının (basın-yayın) tarafsız ve yeterli olamayışından da doğmuş olabilir. “Kamusal mekânın üretiminin, bu mekâna ve kamusal hizmetlere erişimin ne yoldan, kim tarafından ve kimin çıkarları doğrultusunda denetleneceğine dair bir mücadele her zaman süregider.”11
10 Taşçıoğlu, 2013, ss. 32.
11 Harvey, David, 2013, Asi Şehirler, Metis Yayınları, İstanbul, ss. 125.
YAYIN, Ezgi Tezcan - Ece Özbek
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
155
Kaynakça
Taşçıoğlu, Melike, 2013, “Mekânın Özü: Mekânın İçerdikleri, Benliği ve Kimliği”, Bir Görsel İletişim Platformu Olarak Mekân, YEM Yayın, İstanbul.
Rasmussen, Steen Eiler, 1974, Experiencing Architecture, The MIT Press, Cambridge.
Kodalak, Gökhan, 2013, “ Gezi ve Yeni Çevre Tahayyüleri”, Direnişi Düşünmek 2013 Taksim Gezi Olayları, Monokl, İstanbul. Arslan Avar, Adile, 2009, “Lefebvre’in Üçlü –Algılanan, Tasarlanan,Yaşanan Mekân- Diyalektiği”, Dosya: Mimarlık ve Mekân Algısı, TMMOB Mimarlar Odası, Ankara. Harvey, David, 2013, Asi Şehirler, Metis Yayınları, İstanbul.
http://www.tate.org.uk/download/file/fid/7266.
http://www.brainyquote.com/quotes/quotes/t/tadaoando362002.html. Görsel Kaynaklar:
Fotoğraf 1: http://www.rudi.net/system/files/images/p19_1_large.jpg Fotoğraf 2-3: Yazar tarafından Ağustos, 2013’ te çekilmiştir.
YAYIN, Ezgi Tezcan - Ece Özbek
156
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
“Uzlaşma/Çatışma Zemini Olarak Mekân/Yer” Gökhan Okumuş
Uludağ Üniversitesi, Lisans
Bu çalışma mekân odaklı güç mücadelesini, iktidar-halk dinamikleri, kapitalizm, kamusal mekân hayali, kentsel dönüşüm ve hayatımıza kattıkları üzerinden irdeleyecektir. Sokaklardan kapalı duvarlar içine, sitelere dönüşen, hapsedilen sözde kamusal alanlar, kentsel dönüşüm adı altında mekânın ruhunu ve oradaki yaşamı önemsemeksizin çalınan ve sürülen hayatlar, farkında olmadan yaşadığımız mekânın bizden başka sahiplerinin de olduğunu gösteriyor. Her zaman o mekânda hak talep eden ve kendi istekleri doğrultusunda değiştirmek isteyen bir güç söz konusu.
Öncelikle bunun için konu ile ilgili önemli bulduğum uzlaşma kavramını irdeleyerek başlamak istiyorum. Uzlaşma, bağımsız ve objektif üçüncü bir kişinin, uyuşmazlığın taraflarına, olayın özelliklerine göre şekillenecek çeşitli çözüm önerileri sunarak; onların bu çözüm önerilerini müzakere etmesini ve sunulan çözüm önerilerinden birisinde anlaşmalarını hedefleyen bir “alternatif uyuşmazlık çözümü” yöntemidir. Peki mekân için önceliği nedir uzlaşmanın? Tabii ki çatışmayı doğuruyor olması.Tasarlanan mekâna göre “insan” odaklı bir tasarım anlayışına ve hayat görüşüne sahip ya da sahip olamayan güç varsa, tabii ki mekân ve mimarlığa da bu gücün yansımasını görmek şaşırtıcı olmayacak.Bu gücün ilk ve en güçlü belirtilerini kentsel mekânlarda ve kamusal olarak tariflediğimiz her gruptan, her bölgeden, her görüşten insanın içinde kendini bulabileceği ve ifade edebileceği adaletli mekânlar olma özelliği taşıyan alanlarda görüyoruz. Bu konunun en yakın YAYIN, Gökhan Okumuş
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
157
örneği ülkemizde yaşanan Gezi Parkı ve yayalaştırma adı altında yapılan müdahaleler. Aslında bunu son damla olarak nitelendirmek doğru olacaktır. Yapılan ve yapılmakta olan ‘’kentsel dönüşüm projeleri’’ adı altındaki sürgün ve yıkımlar. Bölge halkının projeye dahil olması bir yana, fikri dahi alınmadan üretilen ve ‘siz burada yaşayacaksınız’ cümlesi ile sonlandırılan sözüm ona dönüşüm projeleri. Bu tür anlayışların ve yaşama dair birçok konuda yapılan müdahalelerin sonuç ürünü Gezi Parkı.
Sosyal olayların komplolarla açıklanması yaygın ve popülaritesi yüksek bir yöntem olduğu için Türkiye’de de sadece olaylar değil tüm tarihi vakalar komplolarla açıklanır hale gelebiliyor sıklıkla. Bu açıklamalar başarıyla günü kurtarmakla birlikte zihinlerde oluşan sorulara cevap vermekte ve geleceğe ışık tutmakta yetersiz kalır. Nitekim kentsel mekân ile sermaye ilişkileri ve kent hakkı ile yeni toplumların oluşması, sadece yerel değil küresel bir sistemin işlerliği hakkında fikir edinmeyi kolay hale getiriyor. Kent hakkı üzerindeki siyasi ve ekonomik gücün, kent halkının karar verme süreçlerini yok etme eğilimi çeşitli dünya kentlerinde olduğu gibi Türkiye’de de kaçınılmaz bir gerçek durumda. Olayların başlangıç aşamasında, toplumun yaygınca kullanım alanı olan mekânların sermaye sahiplerine devredilmesi algısı, sözü edilen yeni sınıfın kentselliğe ilişkin tepkisiyle karşılaşmış, sonrasında ise gücün ve iktidarın baskısıyla karşılaşıp direnerek kimlik ve karakter tanımlamaya yönelik bir tutum ağırlık kazanmıştır. Toplumsal olaylarda bireylerin yaşam tarzı ve kimlikleriyle sosyal mücadele içine girdikleri değerlendirildiğinde çatışma bu kaynaktan doğar ve büyümeye devam ederek engellenemez bir hal alır. Bu çatışma ortamı mekânsızlığı beraberinde getirecek ve direnen yapının ve oluşumun kendi mekânlarını oluşturmasını sağlayacaktır ki öyle de oldu. Bu beklenilecek bir sonuçtu.
Taksim ve Gezi Parkı projelerinden önce de süregelen bazı meydan projelerinde ortaya çıkan tek bir fikir vardı: Yayalaştırma ve geniş alanlar. Şöyle bir mimarlık tarihi ve kentsel planlama ölçeğinde araştırma yaptığımızda birçok örnek görebiliyoruz bu konuyla ilgili. Haussmann’ın Paris’i ilk akla gelenlerden. Bu örnekle ilgili kısa bir araştırma yaptığımızda rastlayabileceğimiz önemli kavramlardan biri de ‘militarist kent planlaması’. Olumlu yanlarını inkar etmememiz gerekse de bu kentsel düzenin altında yatan altyapısal fikir oldukça can sıkıcı: İktidarın ve gücün istediği doğrultuda insanların toplanmasını sağlamak, istenmeyen grupların birlikteliğine kolay müdahale edilebilecek alanlar yaratmak ve bunları düşünerek kentsel mekân üretmek. YAYIN, Gökhan Okumuş
158
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Gezi ve Taksim için üretilen projeye de yayalaştırma kavramı üzerinden bakacak olursak, neye göre, kime göre ve hangi ölçekte gibi soruları sormak gerekiyor. Meydanlar tabii ki yayalaştırılsın, halkın ve insanların zaman geçirebileceği farklı düzenlemeler getirilsin, ancak tarihteki önemini ve kent için değerini bilerek ve göz önünde bulundurarak. Yayalaştırma adı altında geniş, anlamsız, ölçeksiz, ezici meydanlar ve kentle, meydanla hiçbir ilişkisi olmayan yapılar önerilmesin. Az modern yapı yapalım, yok Selçuklu mimarisi mi olsun, şeklinde tartışmalara girilmeden alanın yaşayanıyla, orada ulaşım sağlayacak, oturacak, dinlenecek, eğitim alacak insanıyla konuşarak projeler üretelim. Bu anlatılanlar uzlaşma fikri üzerine tabii ki. Bu gücün sevmediği ve politika üzerinden yürütülen mücadelenin kazanç elde edemiyorsa önemsemeyeceği bir konu.
Amaç, taraf olmak ya da diğerini dışlamak ise tabii ki her unsur gibi mimarlık ve mekân da çatışmanın orta yerinde kalacaktır. Gezi Parkı eylemleri sonrası insanların burada yapılacaklarla ilgili ‘bizim de bir fikrimiz var’, ‘biz de burada yaşıyoruz’ demesi ne kadar doğruysa güç merkezinin bu konuyu bir çatışma unsuru olarak görüp mekânsal bir sorun olarak algılamaması da o kadar yanlıştı. Halbuki insanlar bunun çözümünü de o süreçte kendileri verdiler. Eylem sırasında oluşturdukları açık kütüphaneler, gaz bombalarından yaptıkları kentsel mekânlar ve herkesin yan yana özgürce bağırıp fikrini söyleyebildiği gerçek bir kamusal alan. İşte kamusal mekân hayali de buradan geliyor. Gücün ve iktidarların yapamadığını aslında halk kendi içinde yapabiliyor ve uzlaşabiliyor. Acaba güç mekanizması bunu yapamıyor mu yoksa yapmak mı istemiyor? Uzlaşmacı ve birlikte olmak yerine çatışmak işlerine mi geliyor? Mekân / yer tarifi üzerinden çatışmak kullanıcı ile olabilir mi? Benim oturacağım, okuyacağım, dinleneceğim yer hakkında benim bir cümlemi dahi önemsemeyen ve kendine karşı çatışma sebebi ve unsuru görebilen bir zihniyet mekân tanımını nasıl yapıyor? Yüzlerce soru akılda kalan. Oysa gerçek mekân tanımı ve mimarlık oradaki gencinden yaşlısına halkın kendi kendine yarattığı mekânlar; siyasi fikirlerin, taraftarlıkların, farklı hayat görüşü ve grupların kendi içinde beraber olabildiği, uzlaşabildiği mekân tanımları ve kullanımları.
YAYIN, Gökhan Okumuş
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
159
Şekil 1 Taksim Meydanı Piyano Resitali (kaynak: www.demokrathaber.net)
Oldukça uzak olduğumuz bir kavram kamusal sanat. Herkesin buluştuğu ve fikirlerini ortaya koyabildiği mekânda, gerçek kamusal alanda, neler yapılabildiğini görme fırsatımız oldu bu olaylar sırasında. Uzlaşarak nasıl yaratıcı mekânlar üretilebileceğini, uzlaşmanın altyapısında herkesin adaletli bir şekilde mekânda var olabileceğini ve onda kendinden bir şeyler bulabileceğini görmüş olduk ki mekânsal tanım bağlamında mimarlığın da uğraştığı en büyük tasarım problemi bu değil miydi? Mekânın yerelliği ve mekâna ait olma duygusu... Tasarım sürecinde ve mekânın kullanımında uzlaşmanın ne kadar önemli bir rol üstlendiğini görüyorduk ki bu mimarlık pratiği için de oldukça önemli bir ders niteliğindeydi. Burada eylemler esin kaynağı alınarak yaratılan ve uzlaşmanın doğurduğu alanları bazı fotoğraflarla görelim istiyorum. Bu fotoğraflar mimarlık ve kentsel bağlam için değerli birer hazine. Mekânların ancak ve ancak yaşamıyla birlikte var olduğu ve var olabileceği gerçeğinin yansıması. İnsansız bir mekânın olmadığı ve olamayacağını yüzümüze çarpan gerçek kareler.
YAYIN, Gökhan Okumuş
160
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Şekil 2 Gezi Park, Biber Gazı Kapsülleri Saksı Olursa (kaynak: www.onedio.com)
Şekil 3 Gezi Park Şehitleri Anıtı (kaynak: Radikal Gazetesi)
YAYIN, Gökhan Okumuş
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
161
Evet bazen anıtsal mekânlar gerekmez acıları duyabilmek ve hissedebilmek için. Bir toprak ve ağaç gölgesinde, çiçekler arasında yapılan anıtlar da topluma mesaj verirken aynı acıyı tüm kentsel bağlamda hissettirebilir insanlara. Uzlaşmanın mekânı oluverir küçük bir ağaç gölgesi ve toprak parçası...
Şekil 4 Gezi Bostanı (kaynak: www.onedio.com)
Üretim; sen kimsin, kimcisin, nerelisin, nerdesin diye sormadan aynı toprak üstünde ve beraber yaşayarak, çatışmadan mekânlar üreterek birlikte var olmak duygusu...
Şekil 5 Gezi Park Kütüphanesi (kaynak: www.onedio.com)
YAYIN, Gökhan Okumuş
162
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Şekil 6 Gezi eylemleri sırasında herkesin katılımıyla gerçekleşen sanatsal etkinlikler (kaynak: www.onedio.com)
Şekil 7 Gezi Parkı İhtiyaç Duvarı (kaynak: www.onedio.com)
Haziran 2013’ten bu yana Gezi Park’ında başlayan ve tüm Türkiye’ye yayılan sanal mekân ve fiziksel mekânın birlikte örgütlenmesiyle sayısını günden güne arttıran ve devam eden uzlaşmalar ve çatışmalar bütününü takip etmekteyiz.
YAYIN, Gökhan Okumuş
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
163
Bu olaylar gün geçtikçe birçok konuda esin kaynağı oluşturdu bizlere. Mekânın ve kentin bizim varlığımızın ve geleceğimizin bir parçası olduğu hatırlanırken mekânın bizle, bizim mekânla var olabileceğimiz, insansız bir mekânın betondan öteye gidemeyeceği anlaşıldı. Mekânın ve kavramsal bağlamda mimarlığın hem düşünsel, hem de gündelik yaşantı ve deneyimlerimizin bir uzantısı olduğu yeniden öğrenildi. Tartışmanın ve çatışmanın hem öznesi hem de nesnesinin insan olduğunun ve ancak uzlaşarak yani karşılıklı, farklı görüşlerin bir arada harmanlanmasıyla farklı boyutlara taşınabileceğinin farkına varıldı. Kentsel mekânın ve kentin herkese ait kavramlar ve alanlar olduğu ortaya apaçık bir biçimde çıktı. İnsansız bir kent olgusunun olamayacağının yanı sıra eylemlerin, çatışma ve tartışma ortamının devam ettiği bu mekânların da esnek bir kentsel planlama modeli için bir laboratuvar olduğu gerçeği gözden kaçırılmamalı ve önemsenmeli. Fiziksel mekâna insan erişiminin ön plana çıktığı olaylar sırasında bu laboratuvar ortamının da mekânsal tarifleri ve mimarlığı derinden etkilediği gerçeği yadsınamaz. Çatışmaya ve tartışmaya dair mekânsal izlerin varlığı daha sonra mekân tariflerini ve anlamlarını oluşturdu ki bu da mimarlığın, kentsel tasarımın altyapısını oluşturmaktaydı. Sonuç olarak olayları, esin kaynağı olarak, altyapısından sürecine ve sonuçlarına kadar irdelersek birçok tarifi deneyimleme fırsatı bulmuş oluyoruz. Bunun bir başlangıç olduğunu ve kamusal alanlarla ilgili, o alanların gerçek sahiplerinin, karar verme yetisine nasıl sahip olabileceğini ve olması gerektiğini görüyoruz. Unutmamalıyız ki mekânın gerçek sahipleri o mekânı tarifleyenler ve hissedenlerdir. Kentsel bağlamda kamusal mekânlar kenti yaşayanın ve o kentte yaşadığını hissedenlerindir.
Kaynakça
Bayram, B., 2007, Kamusal Mekân Kalitesinin Yükseltilmesinde Yöntemler ve Kamusal Sanatın Rolü, Yüksek Lisans Tezi, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul. Boynudelik, Z. Ġ., ve Eğrikavuk, I., 2006, Kamusal Sanat Pratikleri ve Temprorary Services, Arredamento Mimarlık, 193, s.116-120, Temmuz, İstanbul.
Çağlın, P., 2007, Kamusal Sanat ve Kent İlişkisi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü. İstanbul
YAYIN, Gökhan Okumuş
164
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Hall, T., and Robertson, I., 2001, “Public Art and Urban Regeneration: Advocacy, Claims, and Critical Debates”, Landscape Research, Vol. 26, no.1, pp.5- 26.
Matarasso, F., 2009, A Place in the City: Recognizing Creative Inclusion, Creative Communities Conference, Surfers Paradise, Australia, 15 April.
Miles, M., 1997, Art, Space and the City: Public Art and Urban Futures, Routledge, London and New York.
Oktay, D., 2003, “Kamusal Mekânda Sanata Güncel Bir Bakış”, Yapı Mimarlık Kültür Sanat Dergisi, 264, s. 54-61, İstanbul. Sharp, J., 2007, “The Life and Death of Five Spaces: Public Art and Community Regeneration in Glasgow”, Cultural Geographies, 14, pp.274-292. Zık, M.R., 2008, In Pursue of Reunification: Experiencing Everyday through Art in Social Movement, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Hacısalihoğlu,Y., 2008, “Kuramsal ve Kavramsal Bir Çözümleme Mekân-Güç – Çatışma ve Jeopolitik”, Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1(2), 22-44.
Uzun, İ., 2006, “Kamusal Açık Mekân: Kavram ve Tarihe Genel Bakış”, Ege Mimarlık Dergisi, 2006/4-59. www.taksimdayanisma.org
http://tr.wikipedia.org/wiki/Taksim_Gezi_Parkı
listelist.com/gezi-parki-hakkinda-okuyabileceginiz-en-carpici-kose-yazilari/ http://www.birikimdergisi.com/
Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) Taksim Gezi Parkı Eylemleri Raporu –Gezi Parkı Etrafında Yaşanan Toplumsal Olaylara İlişkin İzleme ve Değerlendirmeler.
YAYIN, Gökhan Okumuş
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
165
“Uzlaşma/Çatışma Zemini Olarak Mekân/Yer” Gülbahar Bozkurt
Anadolu Üniversitesi, Yüksek Lisans
“Toplumu değiştirmek”, “yaşamı değiştirmek”, eğer ele geçirilen mekânın üretimi gerçekleştirilemiyorsa bir anlam taşımaz.ʼʼ (Lefebvre , Urban Question 1973: 731)
Mekânın denetim altına alınması ve mekâna el koyulmasının gerekliliğine inanan Lefebvre, praksisin mekânsal bir bileşeninin olmasını savunur. Ona göre günlük yaşamın dönüşümü, mekânın kökten dönüşümüne öylesine sıkı bağlıdır ki, bu sebeple birlikte yürütülmelidir. Günlük yaşamın eleştirisi, mekânın dönüştürülmesi problemine yönelmelidir.
Peki mekân dediğimiz kavram esasında nedir?
Mekânın varlığını çeşitli algılar aracılığıyla bilebilmekteyiz. Bazen mimari elemanlar kullanılarak oluşturulmuş bir boşluk, bazen bir ağacın gölgesi, bazen bir sokak lambasının zeminde tarif ettiği alan, bazen de bir ses bize öteki ortamdan ayrışan bir mekânın içinde olduğumuzu hissettirir. Yaşadığımız kentte her gün temas ettiğimiz yüzlerce mekân belleğimizde o kentin kimliğini oluşturur. Belki de bu yüzden A. Rossi şehirle mimarlık araYAYIN, Gülbahar Bozkurt
166
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
sında karşılıklı bir ilişki olduğunu iddia eder. Mimarlık, şehrin inşasından sorumlu disiplinken, şehir de kolektif belleğiyle mimarlığın kaynağıdır.
Modern kurguyla birlikte inorganik, Corbusier’in tabiriyle tüketilmek için üretilmiş, okunabilir, ayrılan katmanlar arasında bağlantı kurabilmek için geometrinin zorunlu hale geldiği mekânlardan oluşan kentlerden, içinde hastalanabildiğimiz, bazen mutlu ya da mutsuz olduğumuz gerçek mekânlardan söz eder olduk. Üretim ve tüketimin bir arada olduğu ve çakışmadan devam ettiği, makine gibi çalışan bir kent öngörülüyordu. Kent çok rasyonel değerlerle oluşmaya başlıyordu. Fonksiyon doğruysa, iyiyse, tasarım da iyi kabul ediliyordu. Eski kentlerin işe yarar bir yanı yoktu! Kent, basit bir yapıymış gibi ele alınıyor ve sosyal değerler hesaba katılmıyordu!
19. yüzyıl Paris’inden söz etmek istiyorum. Burada, sıkışık doku içindeki sağlıksız yaşama birimleri yıkılarak, burjuvaların da oturabileceği apartmanlar yapılıyor. Housemann, isyancıların yaşadığı bölgede daha kolay müdahale edebilecek çabuk ulaşılabilir bir kent tasarlıyor. Modern Paris imgesini oluşturacak, akslar meydana getirecek ve askeri müdahaleleri kolaylaştıracak şekilde, muhteşem bir ortaçağ dokusuna sahip Paris’te, parça parça müdahalelerle kent planlanıyor. Anıtsal yapıların belli başlıları dışındakiler yıkılıyor. Amerika’da ise durum farklı. Çünkü kentsel bir alt yapısı ve geçmişi olmayan topraklar söz konusu. Burada kenti olduran parametre parseldir. Ve burası, mimarın elini tamamen çektiği, mühendis yapımı, dümdüz binalardan oluşan, silüetlerin tanımsızlaştığı mekânlardan oluşuyor.
Modern kent anlayışının dünya üzerindeki bu etkilerinden sonra yeniden A. Rossi’nin kent anlayışını irdeleyelim. Rossi, bu anlayışın, bütün dünyayı aynılaştırıp düzlerken, bir yandan da tasarım disiplinlerinin marifetiyle, aslında aynı olanı sözde farklarla donatarak büyük bir açgözlülükle sürekli alanının genişleten tüketim örüntülerine karşı bir bir direnç politikası olduğunu söyler. Rossi, tüketim mekanizmalarının bıktırıcı nakaratları ‘kopuş, değişim, sözde yenilikler’ yerine kalıcılık ve tekrara yoğunlaşır. “Sosyoteknolojik devrimin başlangıcındayız” (G.Deleuze)
Bugün ise sahip olduğumuz teknoloji ve inovasyon bize gelecek başka bir kent anlayışının sinyallerini veriyor. Bulunduğumuz noktada birbirimizle bağlantı ve kontrol içinde olduğumuzun farkındayız. Zaman ve mekân gerçek önemini kaybetmeye başlıyor ve YAYIN, Gülbahar Bozkurt
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
167
bambaşka boyutlarda yeniden üretilebilir bir hal alıyor. Belki de postmodern koşulların yarattığı kurgusal ve maddi olmayan (immaterial) bir dünya. Yaklaşan kent anlayışında kurgulanmış bir gerçeğimiz yok. Bir yere gitme ihtiyacı hissetmiyoruz. Bedenimiz nerede olursa olsun ruhumuz başka bir yere ulaşabiliyor. Bu kent her birimize bir elektronik terminal ve “password” veriyor. Toplum bilincimiz de bu anlayışla birlikte sona mı eriyor? Hayır. 2013 Gezi Parkı direnişi bunun en anlamlı cevabını verdi belki de. Hepimiz için yeni olan bu kent anlayışının, birleşme, toplum olma, belleğimize sahip çıkma gibi değerlerimizi yok etmediğini gördük. İnsan ve kent arasındaki mükemmel bağın, kenti fiziksel elemanlarla donatılmış bir yer olmaktan kurtardığını anladık. Ve her seferinde önümüze bir tepside sunulan ve denek olarak kullanıldığımız mekânın, olmamasını istediğimiz bir hali için, yine kentin aynı parçasını, bu defa söylemimizi dile getirecek bir zemin olarak kullandık. Kentin üzerinde tartıştığımız mekânı çok farklı boyutlar kazandı bu defa. Aynı toprak parçası, bambaşka zihniyetteki insanların birbirleriyle uzlaştığı, mekânı başka bir şey olmaya zorlayan, değiştirmeye çalışanlarla ise çatıştığı bir ‘yer’ haline geldi. “…Bir meydanın ordusu yoktur. Oy veremez. Gidecek yeri de yoktur. Boş bir alandır. Ancak meydanlar iktidara muhalif bir işgali davet eder… İşte Taksim de böyle bir direnişin merkezi olunca Türkiye Başbakanı bu meydanı yeniden fethetme gereği duydu. Zırhlı araçlar, silahlar, gaz bombaları, buldozerler kullanıldı ama meydan alınmalıydı…” (Simon Jenkins, Guardian, 2013)
Simon Jenkins’in bahsettiği bu meydan, üzerine Topçu Kışlası yapılmadan önce gayrimüslimlerin mezarlığı idi. Onun bahsettiği gibi boş bir alan bile değildi. Sessiz bir ordusu vardı. Üzerine yapılan kışlayla birlikte kent belleğindeki izleri silinmeye çalışıldı. Bu ilk değişimdi. Alandaki Topçu Kışlası’nın harabeye döndükten sonraki değişimini ise bir alıntıyla anlatmak istiyorum.
“...Size, buranın eski halini kısaca tasvir etmek isterim. Eskiden Cumhuriyet Abidesiʼnden Ayazpaşaʼya doğru dar bir yol vardı. Bu dar yolun sağ tarafı İstanbul Kulübünün önünden geçiyordu. Sol tarafta ise, Taksim. Kışlasının metrûk ahırları önünde ve içinde yapılmış ahşap gazinolar vardı. Bunların bir kısmı Taksim Meydanına ve Abideye bakıyordu. Bir kısmı da İstanbul Kulübüne karşı cephe almıştı. YAYIN, Gülbahar Bozkurt
168
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Garajlardan sonra, Taksim Kışlası ahırlarının kalın duvarları geliyordu. Bunların bir ucunda da tozdan kirlenmiş beyaz renkli, küçük köşk gibi bir şey vardı. Zannedersem, bu köşk bozuntusu baraka, Belediyenin Darülacezenin sinema ve tiyatro duhuliyelerinden aldığı hisseyi kontrol eden memur ve müfettişlerinin merkezi idi. Harap ve metrûk Topçu Kışlası, atölye, garaj, kahve, gazino, ev olarak, ortasındaki avlu da, sözde stadyum olarak kullanılıyordu. Bunların hepsini kaldırdık ve Taksim Meydanını, Ayazpaşaʼya doğru genişlettik.” (1947’de basılan ‘Yenileşen İstanbul, 1939 Başından 1947 Sonuna Kadar İstanbul’da Neler Yapıldı?’ adlı kitaptan, Gülersoy, 1986, s.40).
Meydan üzerine konuşurken, İngiltere’deki meşhur Trafalgar Meydanı’ndan da söz etmek istiyorum. Trafalgar Meydanı olmadan önce bu yer, Kraliyet ailesinin geleneksel ihtiyaçlarını karşılıyordu. Trafalgar Meydanı kurulmadan hemen öncesinde ise alan, egzotik kuşların sergilendiği bir hayvanat bahçesi niteliğindeydi. Alan, meydan olana kadar, kent içinde dini merkez , hapishane ve birçok kurumsal işlev gördü. Bu meydanı ilk tasarlayan ve ona ilk görünümünü veren John Nash’ti. Zamanla değişime uğrayan meydan, yayalaştırma çalışmalarıyla birlikte Covent Garden bölgesinin en huzurlu yerlerinden biri haline geldi.
Evet Trafalgar da bir değişim geçirdi. Fakat bu değişim kentin sahiplerinin yani kentlilerin ve kentin kendisinin lehine bir değişim oldu. Bugün o meydana hiç kimse, güç sahiplerinin kendilerini simgeleştireceği, bir sembol haline getireceği bir yapı yapmasına izin vermez. Öyleyse biz neden üstelik ‘promenade’ dediğimiz parkımıza böyle bir şeyin yapılmasına izin verelim ki?
Gezi Parkı, 1935-1951 yılları arasında İstanbul’un nazım imar planını hazırlayan Fransız mimar ve şehir plancısı Henry Prost’un önerisiyle hayata geçirildi. Nihayetinde binlerce metrekareden oluşan bu yeşil alan, kentlinin nefes aldığı bir gezi alanı olarak, kent belleğinde yeni bir kimliğe kavuştu. Ve belki de 2013 Gezi Parkı direnişiyle, mekânın kendisi, yaşananları anlatmak için, üzerinde hiçbir yapı yapmaya, sembol olabilecek hiçbir anıt dikmeye gerek kalmadan bütünüyle anlamlanan, direkt kendisiyle sözü edilen, öznesinin ve nesnesinin aynı olduğu bir anlatı, kent için bir öğreti haline geldi.
Direnişte öğrenilen ve düşünülmesi gereken bir başka konu da, mekânın örgütlenme yöntemi. Mimar C. Abdi Güzer bir konuşmasında her tasarımın bir senaryo olduğunu söyler.
YAYIN, Gülbahar Bozkurt
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
169
Burada tasarımı olmayan bir senaryo var. Mekânın çeperlerinin çatışma zemini olarak kullanılması, daha içerde kalan kısımlarda ise aynı fikir üzerinde uzlaşılan toplulukla birlikte yaşamsal faaliyetlerini sürdürmek, hatta sanatsal aktiviteler için kendiliğinden, el yordamıyla alanlar oluşturulması ve bu zeminde hareketlerinin gereğince mekânı farklı şekillerde deneyimlemeleri, insanın, aslında bir mimar tarafından tasarlanmayan ‘yer’i kendi kendine nasıl ayrıştırdığı sonra geliştirdiği yönünden incelenmesi gereken bir şey. “Bina ne olmak istiyorsa o olur”( L.Kahn).
Mekân da ne olmak istiyorsa o olur. Mekânı yeniden üreterek yaşamı değiştirmeden önce bilinmesi gereken budur.
YAYIN, Gülbahar Bozkurt
170
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Şehrin Salonu Olarak Kamusal Açık Alanlar Hazel Coşkun
Bilkent Üniversitesi, Lisans
Tebrikler, kentli oldunuz! Buraya nasıl geldiniz, iş için mi yoksa havasını suyu mu bir başka geldi? Belki kalabalığın enerjisini sevdiniz. Havasına suyuna az vakit, çok ihtiyaç oluyor. Siz bana bakmayın, iyi ki geldiniz. Bu yerin mimarisi konuşur, coğrafyası tektir. Biraz çok çalışmak gerekiyor burada, bir de araçla ulaşıma biraz düşkünüz. Başka çaremiz yok, öyle büyük ki buralar, yürüyerek hiçbir yere yetişemezsiniz. Hem araç yolları ve köprüler yüzünden isteseniz de yürüyemezsiniz. Ama merak etmeyin, ne yaptık biliyor musunuz; bakın, burası meydan, şurası park. Buralarda buluşup soluklanıyoruz. Çocuklarımız oynuyor, köpeklerimizi gezdiriyoruz. Güneşten D vitamini alıyor, ağaçların gölgesinde kitap okuyoruz. Burada barış ve huzur var, gün geliyor meydanlara çıkıyoruz. Hakkımızı arıyor, sesimizi duyuruyoruz. Çatışacaksak da uzlaşacaksak da sesimizle, fikrimizle medeniyete yaraşır şekilde derdimizi anlatıyoruz. Buralar olmasa sesimiz kısılır, daralır nefesimiz. Burada bireylikten çıkıp kentimizi benimser, kentli kimliğimizle görünür oluruz. Buralara gelmeyi sakın ihmal etmeyin, kenti burada sevecek, ruhunuzu burda besleyeceksiniz. Haklarımızı birlikte koruyacak, sevincimizi derdimizi hep birlikte paylaşacağız. Yine buralarda rastlaşmayı umuyorum, yeni mekânınız size iyilik getirsin. Görüşmek üzere! “Ve Tanrı insanı yarattı” der gibi: Ve insan şehirleri kurdu.
İlk çağlarında doğayı evi bilen insanlar, bugün 21. yüzyılda kendi inşa ettikleri dünyada, şehirlerde yaşıyorlar. Bugün her şey etrafımızda dönüyor, insan her şeyin merkezinde. Bütün uzlaşma ve çatışmaların ardındaki temel güdü, bulunduğumuz bağlama göre sahip
YAYIN, Hazel Coşkun
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
171
olduğumuz kimliği muhafaza edebilme, bir başka deyişle “görünür olma” arzusu. Modern çağda bu arzunun daha da güçlendiğini söylemek mümkün. Tüketim toplumlarında zamanla yarışan insan için, (yasalar ve ahlâki kurallar çerçevesinde) daha iyi yaşam standartları ve ruhsal tatmine ulaşmanın en iyi yolu, bilgiyi edinmek, kullanmak ve yönetmek. Bu amaç doğrultusunda, tabiri caizse “bir yerlere gelmeye” çalışan kentli, kimliğini içinde bulunduğu mekânlara göre korumayı ve tanıtmayı arzuluyor. Kimlik inşası kişisel eforumuz sonucu ortaya çıkadursun, toplum hayatının bir mensubu olmak her birimiz için belirli haklara sahip olmayı da beraberinde getirdiğinden, toplum için ortak zemini söz konusu olan her alanda vatandaşlık kimliğimiz ardında söz sahibi olmak da hakkımız oluyor.
Kent hayatının mihenk taşları olup toplumu görünür kılan kamusal açık alanlar, en önemli ihtiyaçlarımızdan biri olan aidiyet duygusunu karşılıyor, içinde yaşadığımız kenti benimsememizi, deneyimlememizi, aynı kenti paylaştığımız insanlarla çeşitli düzeylerde iletişim kurarak sosyalleşmemizi sağlıyorlar. Yaşam kalitemizin basitçe eylem kalitemiz tarafından belirlendiğini düşünürsek, yoğun araç trafiği, okul/iş temposu gerekçesiyle günün büyük kısmını kapalı kapılar ardında geçiren kentliler için kamusal açık alanlardan olan parklar ve bahçeler ayrı bir önem taşıyor. Sosyal psikolog Andres Di Masso, kamusal açık alanları; “Bireylerin, grupların ve kalabalıkların politik öznelere dönüşebildiği yer” olarak tanımlıyor. Ben de kamusal açık alanın kentli için önemini açıklayarak çıktığım yolda, Haziran 2013’te başlayan ve etkileri hâlâ sürmekte olan Gezi Parkı eylemlerini taban alarak, ülkemizde Gezi olayları süresince bu mekânlarda ortaya çıkan uzlaşma ve çatışma örneklerini ele almaya çalışacağım. Taksim’de Gezi Parkı’nın yıkılma kararına karşı başlatılan ve kısa zamanla birçok şehre yayılan direnişe, kentlerin en önemli meydan ve parkları ev sahipliği yaptı. Farklı meslek ve yaş gruplarından, her türlü siyasi ve dini görüşe mensup birçok vatandaş, mekânsal siyasete dahil olma isteğiyle eylemlerde yer alırken, kamusal açık alanlarımız da uzlaşma ve çatışmanın geniş çaplı örneklerine tanıklık ettiler.
İlk olarak “ön-uzlaşma” diyebileceğimiz eylemler ile başlayalım. Gezi Parkı’na ağaç kesimleri için girileceği gün, vatandaşlar durumu protesto etmek amacıyla parkta toplanıp kitap okumuşlardı. Vatandaştan illegal bir hareket görmeksizin polisin parka su sıkarak müdahale etmesi, etki-tepki gibi basitçe açıklanabilecek bir mantık ile vatandaşları sokağa döktü. Sosyal medyanın büyük yardımı ile çok kısa sürede organize olundu ve meyYAYIN, Hazel Coşkun
172
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
danlarda yüründü, sloganlar atıldı. Gezi Parkı İstanbullu için çok şey ifade ediyordu. Durumu ağaç kesmeye itiraz olarak yorumlamak sığlıktan başka bir şey değildi. Kentlinin benimsediği bir mekânın mücadelesiydi bu. Şehrin asfalt ve betonlara verdiği bir molaydı Gezi, çocukluğumuz ve yaşlılığımız olacaktı, tavanı gökyüzü, ağaçları perde, misafiri bol salonuydu şehrin. Eylem bu yüzden gerekiyordu, hem anayasal hak, hem de ses vermenin en temel yoluydu. Bir uzlaşma dilekçesi olan eylemler, çatışma gerekçesine dönüştürüldü ve polis kuvvetleri eylemcileri durdurmak için biber gazı ve tazyikli su ile müdahale etti. Bu noktada çatışmaya mekânın nasıl ev sahipliği yaptığına bakalım: Kamusal açık alan olan meydanlarda insanlar, Masso’nun da söylediği gibi politik öznelere dönüştüler. Açık alanın mekânsal gücü, kalabalığı mümkün kılmasıydı. Görme ve görülmenin, senkronize olarak slogan atmanın, beraber polis şiddetinden korunmaya çalışmanın verdiği bir aidiyet hissi, eylemcinin dayanışma arzusunu güçlendirirken, eyleme son vermek isterken karşısında bir birleşme gözlemleyen polisin çatışma eğilimini tetikledi.
Park ve meydanları uzlaşma ve çatışma zeminine dönüştüren ve günlük direniş programında uzun bir süre ayrılan bir diğer aktivite ise gerçekleşen forumlardı. Yazılı kurallar konulmamasına ve belli bir yöneteni olmamasına rağmen insanlar konuşup uzlaşmaya öyle istekliydi ki, muntazam bir düzen kendiliğinden hakim oldu. Sıra ile söz hakkı alınarak herkes fikirlerini paylaştı, alanlarında uzman mimarlar, kent plancıları ve hukukçular bildiklerini paylaştı, sahip olunan haklar ve kentsel mekânların değeri kavrandı. Parklar ve meydanlar fikir alışverişlerinin yapıldığı platformlara dönüştüler.
Forumların yanı sıra film gösterimleri ve tiyatrolar düzenlendi. Eylemciler tarafından bağışlanan kitaplarla standlar kurulup herkes okumaya teşvik edildi. Ev yapımı yiyecekler paylaşıldı, büyük sofralar kuruldu. Park ve meydanlar bu aktivitelerle çok çeşitli mekânsal dönüşümlere uğramış oldu. Zaten fikir ve eylem birliği içerisinde olan insanlar, dostluk ve muhabbetlerini geliştirmekle birlikte, gündelik aktivitelerini meydanlara taşımış oldular. Sokak, park ve meydanların el verdiği bir başka imkân ise grafiti ve duvar yazıları oldu. Direnişin teşviki ve ifadesi adına duvar yazıları ve semboller de en önemli anlatım biçimlerinden biriydi. Öfke ve başkaldırının yanısıra dahice mizah örnekleri verildi.
Gezi Parkı direnişindeki istikrarın ardındaki en etkili güçlerden biri olarak, park ve meydanlardaki mekân kullanım ve dönüşümünde itekleyici bir gizli güç olan sosyal medyadan bahsetmemek haksızlık olur. Twitter, Facebook gibi sanal mecralarda yazılı ve görsel pay-
YAYIN, Hazel Coşkun
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
173
laşımların mümkün olması, ülke çapında haberleşme ve fikir alışverişine olanak verdi. Bu mekânlarda bakanlar, valiler, gazeteciler ve her görüşten vatandaşların fikir beyanları gerçekleşirken, tıpkı meydanlarda olduğu gibi burada da uzlaşma ve çatışma fikir düzeyinde mümkün kılınmış oldu. “Hashtag” denilen başlıklarla eylemi konu alan paylaşımlar hızla yayılırken, eyleme eleştirel yaklaşan yahut karşıt görüşte olanlar da sosyal medyada seslerini duyurdular. En önemlisi de, mekânsal dönüşümlere zemin hazırlayan fikir alışverişlerinin birçoğunun burada temellendirilmiş olmasıydı. Dezenformasyon gerçeğinin yanı sıra, sanal mekân birçok konuda ana akım medyadan önce insanları bilgilendirerek, düşünce ifadesi ve eyleme geçme konusunda cesaretlendiren bir yer hükmündeydi.
Kentlerin ayrılmaz bir parçası olarak kamusal açık alanlar, kentlinin kente aidiyet duygusunu tatmin ederken bir yandan da yaşam kalitesini artırıyor. Kentin kalabalığı ofiste, bankada, alışveriş merkezinde birbiriyle etkileşimi güçlü olmayan birey ve gruplardan oluşurken, park ve meydanlarda söz konusu kalabalık homojenleşiyor. Herkes statü ve görevlerinden soyunup eşit hale gelerek, ortak bir zemin bulmanın özgürlüğü ile doğal bir biçimde kimi zaman uzlaşıp kimi zaman çatışıyor. Gezi olaylarındaki örneklerde de görüldüğü gibi, bu mekânlar esnek işlevlere sahip ve temel olarak kentlileri buluşturma bazında tasarlandığından, karşılaşmaların niteliğine göre kolaylıkla çeşitli aktivitelere uygun alanlara dönüştürülebiliyor. Hem politik hem sosyal anlamda etkinliklere olanak vermesi sayesinde, kentlinin kimliğini ifade edip kendini topluma entegre hissettiği yegane yerler niteliğinde gibi duruyor.
Kaynakça
Ak, Behiç, 2013, “Başka Bir Kamusallık Mümkün! Gezi Parkı!”, Mimarlık, 372, Mimarlar Odası Yayınları, Ankara, ss.15-26.
Akdemir, Zafer, 2013, “Mücella Yapıcı: ‘Artık Mahalle Parklarında Oluşan Forumlarda Kentinve Hayatın Her Alanına Dair Çok Değerli Tartışmalar Yapılıyor. Neredeyse Her Yer TMMOB Kent Sempozyumu”, Mimarlık, 373, Mimarlar Odası Yayınları, Ankara, ss. 2023.
YAYIN, Hazel Coşkun
174
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Di Masso, Andre, 2012, “Grounding Citizenship: Toward a Political Psychology of Public Space”, Political Psychology, Vol. 33, ss. 123- 140
Tekeli, İlhan, 2013, “Taksim Gezi Parkında Yeni Bir Siyaset Kültürü Uç Verdi”, Mimarlık, 372, Mimarlar Odası Yayınları, Ankara, ss.18-19.
YAYIN, Hazel Coşkun
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
175
Karşı Çıkmak Gerekiyordu Işıl Çakmak
İstanbul Kültür Üniversitesi, Lisans
“Dünyayı değiştirmek için, mekânı değiştirmek gerekir.” 1 Mekânın anlamları insanlığın gelişmesi ve dönüşmesiyle her geçen yüzyıl değişmiştir/dönüşmüştür. Düşünülmesi gereken dönüştüğü şey kadar dönüşme sürecidir. Rene Descartes’ten bu yana mekâna belli bir bakış açısı hakimdi. Mekân ya Descartes’ın res cogitans-res extensa teoremi ile sadece maddi ya da Öklitçi geometrideki gibi, koordinatlar, çizgiler ve düzlemlerle açıklanan tamamen soyut boş bir yüzey “şey” olarak tanımlanıyordu.2 Oysa mekân tüm bunların dışındadır. Mekân ne salt bir soyutluk ne de sadece fiziksel bir “şey”dir. Mekân tüm anlam ve biçimleriyle, hem kavram hem de gerçekliktir, yani toplumsaldır, toplumundur. Ne yazık ki insanoğlu, mekânın sahip olduğu tüm bu fiziksel ve ideolojik anlamları, kapitalizmi keşfedince anlayabilmiştir. Bir araya gelerek iktidarları kuran “iyi bildiği” sorgulanmaya açık homo sapiens3, yeni ve entelektüel 1
Arslan Avar, Adile,2009,"Lefebre'nin Üçlü-Algılanan, Tasarlanan, Yaşanan Mekân -Diyalektiği", Dosya 17, Ankara Mimarlar Odası, Ankara, ss.7-8
3
Kartal, Mehmet Salih, 2013, Homo Sapiens Manifesto Modern Toplumda İnsanlığın Sonu [İnsan türünün biominal adı olan homo-sapiens Latince' de "bilen insan" veya "akıllı insan" anlamlarına gelmektedir. Burada homo-sapiens adı kullanılarak insanın ne kadar bildiğine dikkat çekilmek istenmiştir.]
2
Merrifield, Andy,2000, "Henri Lefebre: A Socialist in Space",Thinking Space, der. M.Crang ve N.Thrift, Routledge, Londra,s.171
YAYIN, Işıl Çakmak
176
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
adıyla “kapitalist iktidarlar“ halklarına “daha iyi” hükmedebilmek için kamusal mekânlarda değişikler yapmaya başlamıştır. Yaptıkları ilk müdahale ise mekânlardaki ideolojik örtünün kaldırılarak, toplum olma fikrini silmeye çalışmak olmuştur. Toplumsal algıyı yok etmek için başlatılan bu, mekânda bellek silme hareketi 1970’lerde sekteye uğradı. Bu dönemde insanoğlunun uluslararası bilimselleşme kaygısı arttı ve mekân algısı çeşitlenerek kendini bilimselleşmeye yöneltti. Fakat İlhan Tekeli, 1970’lerde Türkiye’deki mekân algısının uluslararası bağlamdan kimi noktalarda ayrıldığının altını çizer.4 Ona göre Türkiye’de mekân üretiminin rutinleşmesine ek olarak mimarlık sosyalleşmiştir. Yani mimarlık halka daha çok yaklaşmıştır. Böylece sorgulayan Türkiye’nin toplumsal hareketlerinin artması ve halkın giderek sosyalleşmesi mekân algısına da yansıdı. Mekâna sosyallik dahil oldukça ve mimarlık sosyal bilimlere yaklaştıkça, fen bilimlerinin katı tavırlı mekân algısı çeşitlendi. Kısaca 1970’lerde mekân üzerine başlayan tartışmalar, toplumsal olaylar ve mekânlar arasında köprü kurarak değişen ve dönüşen mekânı “toplumsal“lığa yaklaştırdı. Ta ki mekân, kapitalizmin çeşitli emekleri sömürerek kurduğu ruhsuz duvara çarpana kadar.
Karl Marx’ın, diyalektik materyalizm teorisinde öne sürdüğü meta kavramı kapitalizmle birleşerek kendini ilk olarak gelişen ve dönüşen mekânda gösterdi.5 Kapitalizmin yükselip, insanın en zor sınavı başladığında (para) iktidarlar sorgulamanın önünü keserek boş zihinler yaratabilmek için mekânları da diğer her şeye yaptıkları gibi metalaştırdı ve bu dönüşümü uygulayabilmek için kültür endüstrisine başvurdular. Adorno’ya göre kültür endüstrisi kapitalizm etkisiyle ortaya çıkan bir kültürel oluşumdur.6 İktidarlar kültür endüstrisini kullanarak algılatmak istediği düşünceyi mekâna oturtur, böylece toplum üzerinde sözde özgürlükçü bir egemenlik kurar. Siz arabanızı sürerken, aslında hiç memnun olmadığınız iktidarın her yere “sizi en iyi onların düşündüğü” yazılan pankartlar asması gibi veya bir gecede, habersiz kesilen ODTÜ Ormanı yerine, iktidarın bütün sanal mekânlarında “Yeşil konusunda kimse bizimle rekabet edemez” başlıklı haberleri yayarak halkı susturmaya çalışması gibi. Öyle ki günümüzde kültür endüstrisi sadece iktidarların değil büyük inşaat firmalarının da kullandığı bir bilinçaltı tekniğine dönüşmüştür. Mesela yeşil sosyal alanlar 4
Akış,Tonguç,"Türkiye Mimarlık Akademisinde Mekân Algısı ve Bilimselleşme: 1970'lere Yeniden Bakış", Dosya 17, Ankara Mimarlar Odası, Ankara, ss: 18-19.
6
Adorno, Theodor W.,2003 ,"Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken", çev. Bülent O. Doğan, Cogito Dergisi, Adorno: Kitle, Melenkoli, Felsefe, Yapı Kredi Yayınları, sayı: 36,s. 76-83, İstanbul.
5
Arslan Avar, Adile, 2009, ss 8-9.
YAYIN, Işıl Çakmak
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
177
vadeden günümüz “çağdaş hapishaneleri”; lüks siteler, resindence’larda kamusal alanlar belli kurallar dayatılan sosyal alanlardır.
Başarılı bir şekilde süregelen kapitalist amaçlar altında ezilen mekânlarda yaşayan insanlarda iki olası tepki oluşmuştur. İlki De Certeau’nun zayıfların sistemin gedikleri içine yerleşip, güçlülerin mekânlarını kendilerine özgü hale getirdiği7 sistemi altüst etmeyip, sisteme uymadıkları düzendir. Kısaca sistemin gedikleri içine yerleşen zayıflar, sadece sistemin kurallarını ihlal ederler, sistemi yıkmaya çalışmazlar. İkinci olası tepkiyse çok daha basit ve ön görülebilirdir: Kapitalizmin en alt sınıf olarak nitelendirdiği işçi sınıfından doğacak bir tepki yani devrim, kapitalizm çıkmazındaki insanların tek kurtuluş yoludur. Kimileri kapitalizm altında anlamını yitirerek “mutantlaşan” mekânlarda yaşamını sürdürmeye devam eder, günümüz en popüler kamusal alanı olan alışveriş merkezlerine gidip tek tip mobilyalardan birini fakat en pahalı olanını seçerek kendilerini kanıtlamış olurlar. Mağaralarını kendi zevklerine göre döşeme iradesine sahip olduklarına inanırlar veya iktidarın denetimindeki onlarca kanaldan birini seçerek sanal mekânlarında hür olduklarını düşünürler. Belki de mağarasında zincirlere vurulu, hep aynı yöne bakan birinin en ufak oyuna aldanmasını hoş görmek gerekir? Tabii her şey bir yere kadar! Bugünün koşullarına uyarlamak istersek “birilerine” kadar. Çünkü halk arasında marjinaller, iktidarı indirmek için paralel yapıyla birlikte çalışan çapulcular, anarşistler, komünistler, feministler ve sonuna -ist yapım eki eklenebilen “diğerlerinin”, mekânın kapitalist dönüşümüne son vereceklerin, mağara duvarını izlemekten çok daha yaratıcı fikirleri vardır. İsmet Özel’in dediği gibi Evet, İsyan!8 “Siz ve biz birbirimizi görmeden bin yıl daha gezinelim aynalı karanlığımızda”9
Murathan Mungan “Gecenin Uzun Söylevi 5 “ adlı yazısında kapitalist iktidarların kendi ideolojilerine uymayan insanların fikirlerine çamur atarak, rakip düşünce biçimlerini açığa vurulmayan, ama sistemli bir mantıkla dışlayarak ve toplumsal gerçekliği kendine uygun yollarla çarpıtarak aynı toprağa ait insanların “siz-biz”leştirilmesine dikkat çeker. Kapitalist iktidarlar ayrıştırmaya çalıştığı kamudan, metalaştırılmış mekânlarda sessiz sakin otur7 8
9
De Certeau, Michel, 2009,Gündelik Hayatın Keşfi-1, Dost Kitabevi Yayınları, İstanbul. Özel, İsmet, 1969, Evet! İsyan, De Yayınevi, İstanbul.
Mungan, Murathan, 2010,"Gecenin Uzun Söylevi 5", Metinler Kitabı, Metis Yayınları, İstanbul.
YAYIN, Işıl Çakmak
178
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
masını ister, tomalarla, akreplerle halktan “kibarca” rica ederler. Fakat kimileri durmaz, duramaz. Wolfdietrich Schnurre’nin dediği gibi “çünkü bazen karşı çıkmak gerekir”10. Mekânın metalaştırılarak üretimine ilk ses getiren eylem Storefrant Art and Architecture’un Occupy Wall Street hareketine karşılık 2011’de başlattığı fikir çağrısı “Kamusal Alan İşgal Stratejileri (1)” adıyla tanınan, dünyanın her yerinden protesto ve halk eylemlerini konu alan sergidir.11 Bu sayede mekân işgalleri tekrar tartışılmaya, düşünülmeye ve sorgulanmaya açıldı. Türkiye’de ise iktidarın kamusal mekân katli girişimleri, dünyada farklı bir adla, daha büyük bir tepkiyle tanındı: “Taksim Gezi Parkı Direnişi“. “Tabiatta hemen hemen her varlık kerterizlerde yaşar. Belli noktalar insanlar için çok şey ifade eder.”12 Sevgiliyle ilk kez el ele tutuşulan mekân, çocuklukta altında oyunlar oynadığınız ağaç olabilir. Bu yönden bakıldığında Gezi, İstanbul için önemli kerterizlerden biridir. Taksim Gezi Parkı’nı yıkma çalışmaları, halkta geç de olsa, mekânın ne olduğu, kime ait olduğu gibi sorgulamaların başlamasına yol açtı. Mimari eleştiri halka taşındı, Gezi‘de kurulan atölyelerde mekân-toplum-iktidar gibi kavramlar sorgulanarak, Mülksüzleştirme Ağları13 gibi yaratıcı projelere imza atıldı. Evlerde boşa yanan bazı “kapitalist ampuller” söndürüldü ve böylece mekânın sosyal, ekonomik, ideolojik dönüşümü ve iktidarın kamusal mekân katli projeleri sorgulandı. Önceki dönemlerde soyut-somut/kamusal-özel mekânların çatışma ve uzlaşmalarına şahit olan kent sakinleri, Gezi’de de sanal-fiziksel mekânlar arasındaki birleştirici gücü ve çatışmaları gördü. Cansız, sabit durağan mekânların aksine canlı, akışkan, değişken olan bu iki mekân örgütlenerek kamuoyunda büyük bir “uyanışa” sebep oldu. Tüm bu çıkarımlardan ve verilen üzücü kayıplardan sonra halk çok önemli bir gerçeğin farkına vardı: Mekânlar, kente hükmeden kapitalist iktidarın değil, kentte yaşayan insanlarındır! İnsanların en büyük erdemi olan şehirler, insanların yaşama sebebi olarak onlardan ayrı düşünülemez.
10 Schnurre, Wolfietrich, 1999, Karşı Çıkmak Gerekiyordu, Çev. Zeyyat Selimoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul
11 URL: http://www.storefrontnews.org/archive/2010 (erişim tarihi: 03. 03. 2014)
12 Konuralp, Mehmet, 2010, Cumartesi Buluşmaları, TMMOB Mimarlar Odası, İstanbul.
13. İstanbul Bienali Rehberi, 2013, Anne, Ben Barbar Mıyım?, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul
YAYIN, Işıl Çakmak
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
179
Kaynakça
Adorno, Theodor W., 2003,”Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken”, çev. Bülent O. Doğan, Cogito Dergisi, Adorno: Kitle, Melenkoli, Felsefe, Yapı Kredi Yayınları, sayı:36, s. 76-83, İstanbul. Akış,Tonguç,”Türkiye Mimarlık Akademisinde Mekân Algısı ve Bilimselleşme: 1970’lere Yeniden Bakış”, Dosya 17, Ankara Mimarlar Odası, Ankara, ss: 18-19.
Arslan Avar, Adile, 2009, ”Lefebre’nin Üçlü-Algılanan, Tasarlanan, Yaşanan Mekân Diyalektiği”, Dosya 17, Ankara Mimarlar Odası, Ankara, ss. 7-8. De Certeau, Michel, 2009, Gündelik Hayatın Keşfi-1, Dost Kitabevi Yayınları, İstanbul
Kartal, Mehmet Salih, 2013, Homo Sapiens Manifesto Modern Toplumda İnsanlığın Sonu, Yakın Plan Yayınları, İstanbul. Konuralp, Mehmet, 2010, Cumartesi Buluşmaları, TMMOB Mimarlar Odası, İstanbul.
Merrifield, Andy, 2000, “Henri Lefebre: A Socialist in Space“, Thinking Space, der. M. Crang ve N. Thrift, Routledge, Londra, s. 171.
Mungan, Murathan, 2010, “Gecenin Uzun Söylevi 5”, Metinler Kitabı, Metis Yayınları, İstanbul. “Anne, Ben Barbar Mıyım?”, 13. İstanbul Bienali Rehberi, 2013, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Özel, İsmet, 1969, Evet! İsyan, De Yayınevi, İstanbul.
URL: http://www.storefrontnews.org/archive/2010 (erişim tarihi: 03. 03. 2014)
Schnurre, Wolfietrich,1999, Karşı Çıkmak Gerekiyordu, çev. Zeyyat Selimoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
YAYIN, Işıl Çakmak
180
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Toplumsal Temsiliyet M. Ammar Tok
Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Yüksek Lisans
Mekân… Sözcük Arapça ve en basit tanımıyla ‘yer, mahal, bulunulan yer, durulan yer, oturulan yer, üzerinde iş yapılan yer,’ anlamına geliyor[1]. Ve yine Arapça kökeni itibariyle ‘kevn’ sözcüğünden türeyen kelimenin bu anlamıyla “olma, varlık, var olma, vücud, mevcudiyet” manası bulunuyor[2]. Mimari olaraksa mekân, üstte belirtilen anlamlara atıfla “insanı çevreden belli ölçüde ayıran ve içinde eylemlerini sürdürmesine elverişli olan boşluk... Geniş anlamdaki doğadan ya da peyzaj mekânından insanın kavrayabileceği bir bölümü sınırlamak” demek[3]. Mekân kelimesinin bu anlamları bir bütün halinde düşünüldüğünde, kelime, pasif bir içerik ihtiva eden, insanın müdahalesi ile ve içinde insan olmasıyla anlamını kazanan ve değer bulan bir kavram.
Mekân içinde yaşıyoruz ama yaşadığımız bu mekânı biz oluşturuyoruz. Doluluk- boşluk birlikteliğine dayanan, dışarıdan etki etme ancak bu etkiyle birlikte içinde bulunma durumu. Mekânı oluşturmak ve o yer içinde olmayı tercih etmek kadar aktif bir durumda iken, oluşturduğumuz mekândan etkilenecek kadar pasif duruma düşmek. Roller el değiştiriyor. Mekândan şikâyet edebiliyoruz, demek ki mekân, aktif olarak can sıkabilen bir rol-mekân pozisyonuna bürünüyor çünkü “mekânın canı sıkılıyor”[4] ve bu durumdan etkilenen onu oluşturan aktif durumdaki kişi oluyor. Mimarlığın varoluşsal dili, mekânda cisimleşirken - tecessüm etme - mekânı düzenlemek, o mekânın içinde yaşayacak hayat sahiplerinin yaşantısına direk bir müdahale ve hayatlarını tasarlamak manasına geliyor. İnsan zamandan ve mekândan münezzeh olamadığına ve olamayacağına göre, mekân ve insan arasındaki etki-tepki durumu ve aktif-pasif roller sürekli değişiyor.
YAYIN, M. Ammar Tok
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
181
Bu bağımlılık ve karşılıklı ilişki durumu kapsamında, insan mekândan ayrı düşünülemediği gibi, mekân da insandan bağımsız tasavvur edilemez. Bu ise, insanın mekâna olan etkisine ve yaşantısının yerel özelliklerinin mekâna aktarılmasına neden olur. Kendi sosyokültürel yapısını, yaşadığı zamanın etkisini ve bu zamandan etkilenen ruh halini mekâna yansıtan kullanıcı, mekâna istediği ruhu ya da ruhunu verir. Verdiği bu ruh, zamanla mekânın da kendisine yansıttığı ruh olur. İşte bu ruh, kişide o mekâna karşı hissedilen ve zaman-ruh-mekân bileşiminden müteşekkil aidiyet duygusunu oluşturur. Geçmişinden ve şu anki halinden parçalar bulunan ve geleceğine uzanan varlığını ifade eden, günlük yaşantısının en öncelikli yansıdığı yer olan, sahip olduğu ancak aynı zamanda ait bulunduğu mekânsal aidiyet. En özel halde ev algısı, biraz daha genişleyerek şehir algısı ve genel kapsamda ortak mekân, yurt algısı. Kişi bazında kültürel yapının yansıdığı yer olan ev, millet ölçeğinde yurt, insanlık kapsamında dünya, kainat - kevn-ü mekân - çapına büyürken, mekânın yüklendiği misyon, aslında yaşanılan yerlerin, düşünce dünyasından çekilmiş ve tüm özelliklerini anlatan bir fotoğrafına dönüşüyor. Dilde, düşüncede, sanatta, mimaride kişiliğin görünmesi gibi, yine bu şekilde, aynı topraklarda yaşayan ve ortak değerleri olan toplumun, toplumsal karakteri, kentsel mekânlar üzerinden yansıyor.
Birey ve bireylerden oluşan aile boyutunda, bir insan ömrüne tekabül eden ev tanımındaki mekân, toplum ve yurt kapsamında asırlık kültürel yapının, düşünce dünyasının, birlikte yaşanmış hatıraların ve milletçe benimsenmişliğin simgesi olarak kentsel mekâna dönüşüyor. Ve bu kentsel mekânlar, sadece şu anki zaman diliminde yaşayanların değil, daha önce yaşamış ve o yere ait yaşanmışlığı olanların da mekânıdır, tıpkı gelecekte orayı yer edineceklerin olduğu gibi. Bu bilinçle meydana gelir ortak değerlerin yansıdığı alanlar, kentsel mekânlar ve bundan dolayı toplumun geleceğe uzanan yerleridir bu toplumsal mekânlar.
İşte bu yüzden de kentsel mekân oluşturulması, toplumu kapsayan bir süreçtir ve bu haliyle toplumun öznesi olduğu bir üretim sürecidir. Bu üretim süreci, ortak tarihi, ortak ve/veya farklı kültürleri, değerleri, yaşanmışlıkları o yere aktarmaktır. Kişinin yaşadığı mekâna verdiği ruhu, toplum, toplumsal mekânına aktarır. Bir nevi duygu ve düşüncelerin soyut âlemden, somut âleme dökülme çabasıdır. Soyutluk ve somutluk arasındaki kesin olarak tanımlanabilecek sınır, mekân/yer bağlamında şeffaflaşırken, bu yüzden ne tam YAYIN, M. Ammar Tok
182
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
soyut ne de tam somut olarak tanımlanabilir. Sınırda durmak ya da sınırlar arası sürekli bir geçiş yapmak olarak da tanımlanabilir. Bu geçişler ile mekân durağanlıktan kurtulur, farklı anılar, simgelenen semboller, her bireyin kendine özgü hayalleriyle canlılık kazanır. Toplum bütün farklılıkları kapsayan, birbirinden farklı değerleri içeren, çeşitli düşüncelerin buluştuğu/oluştuğu ortak bir anlam ifade etmesine rağmen, farklılıkların üzerini örtmez, aksine bu farklılıkların gelişimini destekler ve bu süreç, ortak mekânlar sayesinde birleşir ve bu toplumsal mekânlarda farklılıklar bahane edilerek, kişisel değerler ön planda tutularak çatışmak yerine uzlaşılır. Çünkü toplumun kendisi uzlaşmanın en önemli örneğidir ve yine aynı şekilde toplumun oluşturulmasında öznesi olduğu toplumsal mekânların da uzlaşma özellikli olmasını sağlar. Çünkü bu bağlamdaki mekân, tüm toplumu kapsayan birikimin uzlaştığı ve toplumsal gerçekliğe dönüştüğü hem soyut hem somut olan bir yerdir. Bu gerçeklik toplumsal özne nedeniyle, uzlaşma yeridir. Mekân uzlaşmanın ön koşullarından birisidir bu nedenle, uzlaşmanın önemli olması da mekânı değerli hale getirir. Etkileşim, iletişim, işbirliği yeridir toplumsal mekân. Bu etkileşim ve iletişimle üretilir uzlaşma ve hatta birliktelik. Çünkü bu mekânların ürettiği bir temsil vardır. Bu temsilin oluşması içinse mekânların üretilmesi gereklidir. Bu birbirini gerektirme hali aynı şekilde toplum ve mekân için de gereklidir. Ortak mekân toplumsal birikimin sonucudur ama aynı zamanda bu sonuca ulaşmak için toplum üretiminin ön koşuludur. Toplumsal mekânlar, sermaye destekli/tabanlı yerler gibi değildir, toplumu temsil eden yerlerdir. Uzlaşma yeri olmasının bir nedeni de toplum temsiliyeti görevini üstlenmesidir. Bu temsiliyet toplumsal değerleri yansıttığı için iyidir ve dayanışmayı arttırır. Mekân temsil gücüyle bu birlikteliği daha önemli kılarken, her dayanışma da o yere kazandırılan bilinçte artar.
Birbirine dayandıkça güçlenen toplumsal mekânın, temsil gücü artar ve temsil gücü arttıkça, dayanışmaya güç veren, uzlaşının ve birliğin adresi haline gelir. Toplumun belleğinde yer edinir ve toplumun bellek yeri haline dönüşür. Bu dönüşüm en sonunda toplumsal uzlaşının ve dayanışmanın simgesi olur. Çok nadirdir bu dayanışmanın toplumsal değerler sonucu oluşan mekâna karşı bir düşünce sonucu oluşması. Ters bir durumdur çünkü toplumsal mekân, kimsenin olmayan, ama herkesin olan bir yerdir. Mekânın varoluşsal özelliği olan topluma rağmen, topluma karşı, tarihin, insan/toplum belleğinin, kültürün elinden almaya çalışmaktır bu terslik. Bu durum, iyi olanın - kötüyle, toplumsal temsilin - temsili devletle, uzlaşmanın - çatışmayla karşılaşmasıdır. Bir yandan da çeliş-
YAYIN, M. Ammar Tok
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
183
kilidir çünkü sağduyu ve uzlaşıyla örgütlenmesi gereken devlet temsili, toplumsal temsiliyetin simgesi olan mekânın öncelikli değerleri olan sevgi, sükûnet, dayanışma ve birbirini anlama çabasından oluşan uzlaşı çabasını ortadan kaldırmaya yönelik çatışmacı bir üsluba neden olur. Bu üslup nedeniyle, mekân insancıl özellikteki uzlaşma özelliğini, yerine geçmesi için çatışmaya bırakır. Ancak bu çatışma dahi bir uzlaşma doğurur. Bu uzlaşmayla daha da anlamlı hale gelir mekân. Çünkü mekân kullanılarak kurgulanan bir dayanışma değildir bu, bizzat mekânın kendisi uğruna gösterilen bir dayanışmadır ve bu haliyle mekân hem uzlaştırıcıdır hem de uzlaşı zeminidir. Mekân demek, ev demek, yurt demek, dünya demektir. İşte bu yüzden de insan demek, toplum demek, millet demektir. Ve bundan dolayı mekâna müdahale, insana müdahaledir. İnsanlardan bir araya gelen topluma müdahaledir. O toplumun öncesine ve sonrasına, kültürüne ve değerlerine müdahaledir. Bu müdahale ise uzlaşma ve çatışmayı beraberinde getirir ve birbirinden ayrılmaz mücadeleci bir bütün oluşturur. Bu mücadeleci bütünlük ise toplumsal mekânların toplumsal temsiliyetini güçlendirecektir.
Kaynakça
[1] Rado, Şevket, 1970, Hayat Büyük Türk Sözlüğü, Hayat Yayınları, İstanbul. [2] Rado, Şevket, 1970, Hayat Büyük Türk Sözlüğü, Hayat Yayınları, İstanbul. [3] Hasol, Doğan, 2008, Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü, YEM Yayın, İstanbul.
[4] İnam, Ahmet, Mart-Nisan 2008, ‘Mekânın Halleri, Mimarlık ve Felsefe’, Mimarlık Dergisi, No: 340, İstanbul, sf. 38-41.
YAYIN, M. Ammar Tok
184
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Yükleniyor… Melike Atıcı
İstanbul Teknik Üniversitesi, Mezun
“Bizim kuşağımız büyük bir savaş görmedi, büyük bir buhran yaşamadı ama bizim de bir savaşımız var.” Chuck Palahniuk, Dövüş Kulübü
Yeni Dünya Düzeni
Bulanık zamanlardan geçiyoruz. Öyle ki içinde bulunduğumuz zamanla ilgili tahliller yapmak, başat aktörlerin değişen söylemlerini anlamlandırmak ve bu söylemler arasında bireysel kimliklerimizi tanımlamak neredeyse imkânsız hale geldi. Kuşkusuz bu bulanıklığın oluşmasında yaklaşık yüz yıldır parçası olmaktan kaçamadığımız ‘yeni dünya düzeni’ söyleminin rolü büyük. Peki neydi bu ‘yeni dünya düzeni’, bu düzenin hedefleyicileri kimlerdi ve ‘eski’den farkı neydi?
“Yeni dünya düzeni” söyleminin ortaya çıkışını, ilk paylaşım savaşı olan Birinci Dünya Savaşı’nın ardından gerçekleştirilen 1919 Paris Barış Konferansı’na dayandırmak mümkün. Bu konferansta, dünyayı yönetmeye ve tüm doğal kaynakları sömürmeye karar vermiş bir avuç küresel elit bir araya gelmiş ve ‘tek dünya devleti’ hedefine giden çekirdek bir yapılanmanın inşasını başlatmışlardır. Bu doğrultuda geliştirilen yeni terminoloji – küresel-
YAYIN, Melike Atıcı
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
185
leşme, değişim, diyalog, terörizm, barış gibi kavramların sürekli tekrarlanması – ve medya organları, toplumların farkında olmadan, aldatılarak/ gizlice manipüle edilmesinde küresel elitin kullandığı en önemli araçlardır. “Yeni dünya düzeni”, hedefini gerçekleştirme yolunda bir taraftan bireylere düşünmeden, sorgulamadan mutlu ve özgür olabilecekleri yeni bir hayat biçimi sunarken bir taraftan da küresel şirketlerin oluşturduğu ağlar aracılığıyla bireylerin tek tek denetlenmesini, kontrol altında tutulmasını sağlar. Modernite fikriyle ortaya çıkan ulus-devlet anlayışının artık modası geçmiştir ve toplumların yönetimi devletlerden, çokuluslu şirketlere devredilmelidir. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama’nın danışmanlığını yapan ve perdenin arkasındaki adam olarak tanımlanan Zbigniew Brzezinski bu durumu “Ulus-devletlerin bağımsızlık tanımı artık değişiyor. Uluslararası tekeller ve bankalar küresel ekonomiyi yönetiyorlar”1 sözleriyle özetler. Gilles Deleuze’e göre bu durum, Foucault’nun tanımıyla modern toplumun disiplin mekânlarının yerini küresel dünyanın denetim mekânlarının almasıyla açıklanabilir. Sınırları tanımlı, birbirini takip eden ama her defasında disiplini yeniden örgütleyen ‘kapatıp-kuşatma’ mekânları (aileden okula, okuldan kışlaya, kışladan fabrikaya), “yeni dünya düzeni” söyleminin serbest hareket ve özgürlük vaadinin etkisiyle tanımsızlaşmış, sınırları bulanıklaşmıştır. Yeni denetim mekanizması kendini şiddet üzerinden değil, toplumların kontrolünde çok daha etkili olan, uzlaşma üzerinden örgütler. Denetleyen ve toplum arasında süregelen uzlaşma üzerinden bireyler, salt tüketim pratiğine indirgenen gündelik hayatları ile haz illüzyonunun içine çekilirken kapitalist sistem de kendi meşruiyetini sağlamlaştırır.2 Deleuze, modern toplumun disiplin mekânları ile “yeni dünya düzeni”nin denetim mekânlarını açıklamak için “makine” metaforunu kullanır. Disiplin toplumları enerji ile çalışan makinelerle teçhizatlandırılırken denetim toplumları, üçüncü türden makinelerle – bilgisayarlarla – işlerler.3 Kapatılmış, modern toplumun normlarına göre eğitilmiş, üretken ve itaatkar bireyin yerini sınırları tanımsız bir şebeke içinde mobilize olmuş, tüketen ve sorgulamayan birey alır.
1
Bu konuda daha kapsamlı bir araştırma için bkz. Banu Avar, 2011, Kaçın! ʼDemokrasiʼ Geliyor, İstanbul: Remzi Kitabevi.
3
Gilles Deleuze, 1992, Denetim Toplumları, çev. Ulus Baker.
2
Güven Arif Sargın, “Denetim ve Nesneleştirmenin Aracı Olarak Kamusal Mahremiyet”, Arredamento Mimarlık, sayı: 2006/04, ss. 53-56.
YAYIN, Melike Atıcı
186
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Sanal Ortam4
“Otomatizasyon sürdükçe insanın tüm organları kuruyup gidecektir – düğmeye basan parmağı dışında.” Frank Lloyd Wright
Bugün, “yeni dünya düzeni” söyleminin denetim mekanizması, bu üçüncü türden makinelerin gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla çeşitliliğini ve bağlayıcılığını artırmıştır. Bireylerin her türlü bilgiye ve metaya erişimini kolaylaştıran elektronik ortam ve cihazları, gündelik hayatın her alanına nüfuz ederek bireysel bütünlüğü parçalamış, yeni toplumsal ve mekânsal pratikler ortaya çıkarmıştır. İçinde barındırdığı kodlar, simgeler ve göstergelerle gündelik hayatın bir çeşit temsilini oluşturan bu sanal ortam, bireyin iletişim alanını tüm dünyayı kapsayacak şekilde genişletirken eylem alanını, bulunduğu mekândan çıkmasını gerektirmeyecek kadar daraltmıştır. Her türlü sınırı ortadan kaldıran, mesafeyi öldüren yeni iletişim teknolojilerinin başlattığı dönüşüm Harvey tarafından “zaman-mekân sıkışması” olarak tanımlanır:
“…Mekân telekomünikasyonun yarattığı bir ʻküresel köyʼe ve ekonomik ve ekolojik karşılıklı bağımlılıklardan örülmüş bir ʻuzay gemisi dünyaʼya doğru küçüldükçe ve zaman ufkumuz sonunda içinde bulunduğumuz andan başka bir şey kalmamacasına kısaldıkça (şizofrenin dünyası), mekânsal ve zamansal dünyalarımızın sıkışması duygusunun hakimiyetiyle başa çıkma zorunluluğu ile karşı karşıya kalırız.”5
4 5
‘Sanal ortam’ kavramı, internet teknolojilerinin sunduğu sosyal medya, blog, forum, e-posta gibi her türlü bilgi ve iletişim ağını tanımlamak için kullanılmıştır. David Harvey, 1997, Postmodernliğin Durumu, çev. S. Sarvan, İstanbul: Metis Yayınları, s. 270.
YAYIN, Melike Atıcı
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
187
Resim 1. Alcatelʼin 1987 tarihli bir reklamı/ Küçülen dünya imgesi (Harveyʼden, 1997)
Yer’e bağlı, bedensel pratiklerle tanımlanan fiziksel mekân algısının yerini her türlü yerel özelliklerden yalıtılmış, sınırlarından kurtulmuş, nicel değerlere sahip soyut/sanal mekân algısı almıştır artık. Bu sınırsızlığın bağlamdan kopuk olarak örgütlediği sanal mekânlar bireyde ‘bir yere ait olmama / her yere ait olma’ hissi yaratırlar ve küresel dünyanın ürettiği ‘yok-mekân’6 tipolojisinin son üyesidirler. Kimliksel, ilişkisel ve tarihsel olarak tanımlanamayan ‘yok-mekân’ kavramını Augé şu şekilde açıklar:
“Klinikte dünyaya gelinen ve hastanede ölünen, geçiş noktaları ve geçici uğraşların (otel zincirleri, eğlence mekânları…) ya gösterişli ya da insanî olmayan kipsellikler halinde çoğaldıkları, aynı yaşanan mekânlar da olabilen ulaşım araçlarının
6
Augé tarafından lieu ve non-lieu olarak adlandırılan kavram İngilizceye ‘place’, ‘non-place’; Türkçe’ye ‘yer’, ‘yer-olmayan’ olarak çevrilmiştir. Fakat bu çalışmada, kavramın içinde barındırdığı toplumsal ve düşünsel boyutlar dikkate alınarak, ‘mekân’, ‘yok-mekân’ tanımı tercih edilmiştir.
YAYIN, Melike Atıcı
188
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
girift bir şebeke halinde geliştikleri, geniş alanlara, bankamatiklere ve kredi kartlarına alışkın kişinin “dilsiz” tecimin jestleriyle yeniden tanıştığı dünya.”7
Kapitalist üretimle doğrudan bağlantısı olan bu dünyanın denetim aracı nicel değerler ve metindir. Önceden kurgulanmış / tarifli bir iletişim ağının sunduğu olanaklar içinde bireyler rastlantı ve diyaloğu terk ederek sürekli hizmet karşılığında denetlenmeyi ve yönlendirilmeyi kabul eden pasif göstergelere indirgenir. Sanal ortam içinde birey tarafından gerçekleştirilen her eylem kontrol altında tutulurken insan, kendine ve çevresine yabancılaşır.
Her şey zıttını içinde barındırır!
“…Pratiğin, ne tür sabit bir temsil şeması içinde olursa olsun, bağlandığı şamandıradan kaçma gibi münasebetsiz bir âdeti vardır.” 8 David Harvey
Fakat, unutulan bir nokta var ki, birey her ne kadar “yeni dünya düzeni” söylemi ile kapitalist denetim aygıtlarının kontrolünde örgütlenen alanlara dahil olmaktan kaçınamasa da kendine ait bir varoluş alanı yaratma eğilimindedir. Gelişen iletişim teknolojisi bir taraftan kapitalist sistem için sınırsız bir denetim aygıtını tanımlarken diğer taraftan bireyler için etkin kullanıldığında özgürleştirici olanaklar barındırmaktadır. Bu durumun en güncel örneği olarak 2013 Haziran ayında gerçekleşen ‘Gezi Direnişi’ni göstermek mümkün. Bilgi çağında ‘iktidarın gözü’ olarak bireyleri denetleyen sosyal medya, içinde barındırdığı – belki de hiçbir gerçek mekânın barındırmadığı ölçüde – özgürlük ve demokrasi olanaklarının değerlendirilmesiyle bilindik olanı ters-yüz etmiştir. Sanal ortamın tariflediği pratikleri baştan kurgulayarak iktidarın denetim aygıtını başkaldırı aracına dönüştüren bu hareketler, Augé’nin tanımladığı ‘yok-mekân’ kavramından çok daha karmaşık bir dünya içinde yaşadığımızın bir kanıtıdır. Mekâna değil insana ait bir özellik olan bağlam, kimlik, ilişki tanımlamak – elektronik bilgi ve iletişim ağlarıyla kuşatılmış olsa dahi – insan var olduğu sürece devam edecektir. Vassaf, ‘Gezi Direnişi’ni ve benzeri hareketleri “doğaya, başka 7
8
Marc Augé, 1997, Yer Olmayanlar - Üst Modernliğin Antropolojisine Giriş , çev. T. Ilgaz, İstanbul: Kesit Yayıncılık, s. 86.
David Harvey, 1997, Postmodernliğin Durumu, çev. S. Sarvan, İstanbul: Metis Yayınları, s. 231.
YAYIN, Melike Atıcı
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
189
canlılara duyarlı, modernizmin hızından, tüketimin hırsından haz duymayan ve hiyerarşiyi reddeden yeni bir küresel kültür”ün oluşmasını sağlayacak olan kırılma noktaları olarak değerlendirmiştir.9 Egemen düzenin sonunun ‘Gezi Direnişi’ benzeri hareketlerde olduğunu savlarsak ‘yeni dünya düzeni’ söyleminin ürettiği dünyanın da ‘yeni’ olma durumunun artık geçerli olmadığını iddia edebiliriz.
9
Gündüz Vassaf, 2014, Medeniyet, Kültür, Sanat, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 17.
YAYIN, Melike Atıcı
190
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Devlet Dilinin Retoriğine Karşı Lacancı Bakışla Mekânın Siyasal Potansiyeli Merve Çay
Bilgi Üniversitesi, Yüksek Lisans
“Eskinin enkazı üzerine yeni kentsel dünyayı yapmak için şiddet gerekir.” David Harvey* Mekân, oluşumunu insanın algıladığı sınırlar üzerinden kurgular. Bu sınır kurgusunda iç mekân, dilini daha çok mahrem üzerinden kurgularken kentsel mekân ise “çok katmanlı siyasi dolayımların bir tezahürüdür.”1 Bu çok katmanlı siyasi oluşum, değişim potansiyelini de içinde barındırır. Aynı şekilde mekâna da yansıyan bu potansiyel, kesintiye uğramış yapıt kavramını akla getirir. Birey tarafından öngörülemeyen, şehrin tarihinde yaşanan bir kaza, olay ya da değişim olarak tanımlanabilecek kesintiye uğramış yapıt; “şehrin özgül sorunlarından türetilmişse varlığını” sürdürebilirken, bu tip mekânların kolektif hafıza üzerinde bir değeri olduğunu da göstermektedir.2 Kolektif hafızanın kent üzerinde değer addettiği mekânların genelde anıtsal yani ritüel, toplanma alanları ya da meydanlar olduğu *
1
Harvey, David, 2008, Kent Hakkı, http://www.sendika.org/2013/05/kent-hakki-david-harvey/ (Erişim: 20.04.2014)
Harvey, David, 2013, Asi Şehirler Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru, (çev.) Ayşe Deniz Temiz, Metis Yayınları, İstanbul, ss. 11
2 Rossi, Aldo, 2006, Şehrin Mimarisi, (çev.) Nurdan Gülbilek, Kanat Kitap, İstanbul, ss. xvi-xix
YAYIN, Merve Çay
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
191
zaten pek çok sosyolog tarafından söylenmiştir. Fakat post-modernite çağında anıtsal ya da simge alanların yanında Auge’un yok-mekân’larının da direnişin görülebildiği mekânlar haline dönüştüğü söylenebilir. Bu durum pek çok alanın kesintiye uğramış yapıt potansiyeli barındırdığını gösteriyor olabileceği gibi; farklı işlevlere sahip mekânların ortak hale gelen bu potansiyelinde, direnişin öznelerinin farklı katmanlardaki dağılımında oluşan bir uzlaşma haline de işaret edebilir. Bunun bir sebebi olarak, yokyer ve anıtsal mekânların devlet dilinin Lacancı Le Symbolique’in alanındaki işlev ve ona bağlı değerlerine paralel işleyen fantazi alanlarında görülen bir değişim olamaz mı? İlk önce kolektif hafızanın anıtsal ve sembolik ritüel alanlarını ve kentsel mekânın siyasal olarak kutup yüklenmesi sürecini inceleyebiliriz. Lefebvre’in ve David Harvey’in dediği gibi Kent Hakkı’nın sokakta yani kamusal alanda cereyan etmesi karşı konulamaz bir sonuçtur.3 Kent sürecine hükmetme hakkı üzerinden söylemini geliştiren bu talepler, devletin kurguladığı dilin yarattığı fantazi alanında oluşmuş bir yırtık haline gelir. Yani Lacancı fantazi alanında oluşan bu yırtık kentsel ve kamusal mekânları direniş alanlarına dönüştürür.
Tarih boyunca direniş mekânı olarak pek çok meydanın ve ritüel alanlarının yani kolektif hafıza mekânlarının simge haline geldiği aşikardır. Yine de direnişin mekâna yüklediği değerin, mekânın anıtsal ya da kolektif hafızada bir anlamı olmasını şart koştuğunu söyleyebilir miyiz? Bu noktada Ranciere’in Siyaset Üzerine On Tez’inden Sekizinci Tez’ini hatırlamakta fayda var. Ranciere’e göre polis, devlet dilinin bir uygulamacısı olarak mekânı “Dağılın, seyredecek bir şey yok!” diyerek öz işlevine hapseder ve kesintiye uğramış yapıt’ın ya da mekânın, potansiyeli diyebileceğimiz değerini görmezden gelir. Devlet dilinde mekânlar dolaşım mekânı, yeşil alan gibi tanımlar üzerinden imar planında ne öngörüldüyse o şekilde ilerlemektedir. Bu durumda polisin devletin dilini uyguladığı her alan siyasal özne için potansiyel direniş alanları haline gelmektedir. Dilin ve paralel ilerleyen fantezinin alanında oluşan bu yırtık mekânın anıtsal olma özelliğinden çok “siyasetin özü olan uyuşmazlık”ın ortaya çıktığı yani devletin görmemizi istemediğine tanık olduğumuz alanlar haline gelir.4 Görmemizin istenmediği ve dile dökemediğimiz bu alanların yani direniş mekânlarının özelliği ise Lacan’ın üçlü düzenindeki aşamalar ile açıklanabilir. 3
4
Harvey, David, 2008 (Erişim: 20.04.2014)
Ranciere, Jacques, 2007, “Siyasalın Kıyısında”, (çev.) Aziz Ufuk Kılıç, Metis Yayınları, İstanbul, ss. 150-151
YAYIN, Merve Çay
192
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Lacan’ın üçlü düzeni içinde devletin retoriğini anlamak için ilk önce oluşturduğu dili anlamak gerekir. Bu dil Lacancı Simgesel’in, Le Symbolique’in düzenidir. Simgesel düzen öznenin hazır bulduğu ve yasalarına uymak zorunda olduğu alandır. Kendi başlarına bir anlam taşımasalar da birbirleri ile kurdukları ilişkilerle anlam kazanıp, “gösterenlerin dilsel/kültürel kapalı düzenini tanımlamak” için kullanılır. Simgesel kavramı ben’in oluşumunda karşılığını bulamayan imgeler yüzünden özneyi hem oluşturan hem de parçalayan bir düzen haline gelir. İmgesel alan, Le Imaginaire ise üçlü düzenin orta aşaması olup hem Simgesel alan hem de Gerçek yani Le Reel ile bağlantılıdır. İmgesel alan Gerçek’i “imgeler alanına hapsedip onunla başa çıkmaya” çalışırken daha sonrasında “Özne dilin, yani gösterenler düzeninin egemenliği altına girdiğinde, imgeler” bu hapsolmanın aynısını yaşamaktadır. 5 İmgesel düzenin önemi, Simgesel’in alanı ile başa çıkabilmek, tahammül edebilmek için öznelerin bu düzen içinde yarattığı fantazilerde görülür. Simgesel’in devlet dilindeki retoriği sonucu yaratılan bu fantazi alanına belki de en iyi örneklerden biri olarak bir eve ve iki arabaya sahip Amerikan rüyası vatandaşının hayatı gösterilebilir. Devletin dili ile parallel olarak oluşturulan hatta yaşanan bu psişik fantazi alanı içinde kendine yer bulamayanlar ya da tepkisini göstermek isteyenler ise tam olarak dile dökülemeyen Gerçek’in tesirini direniş ile ortaya koymaktadır. Bu direniş, Rancier’in dediği gibi siyasal öznenin devlet dilinin uygulayıcısı olan polisle karşılaştığı her ortamda uyuşmazlığını gözler önüne sermesi ile görülür. Bu sebeple direnişin mekânı, işlevsel özellikleri ya da kolektif hafızadaki mevkisinden öte orada kurulan dil ile fantazinin büyüklüğüne ve siyasal uyuşmazlığın tepkisini ortaya koymak isteyen öznelerin yoğunluğuna göre değişmektedir.
Türkiye örneğinden ilerlediğimizde mekânın içerdiği potansiyel ile siyasal öznenin fantazi alanında yırtılmayı deneyimlediği mekânlara verilebilecek örnekler çoğalmaktadır. Özellikle zamanın ve mekânın kolektif hafızada tuttuğu yerin devlet dilinde, mekânın işlev (AVM, Opera Salonu) ve en azından cephede tarza (Barok) indirgenmesi ile kapitalist sistemin rant isteği üzerinde yoğunlaşması bu yırtılmayı sağlayarak özneleri siyasallaştırmış ve mekânın içinde barındırdığı değer değişimi potansiyelini gözler önüne sermiştir. Gezi Parkı’nın bir direniş mekânı ve sembolü olmasının dışında pek çok mekânın siyasal potansiyelini gözler önüne seren forum ve dayanışma platformları da unutulmamalıdır. 5
Zizek, Slavoj, 2005, “Yamuk Bakmak Popüler Kültürden Jacques Lacan’a Giriş”, (çev.) Tuncay Birkan, Metis Yayınları, İstanbul, ss. 228-230
YAYIN, Merve Çay
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
193
Direniş mekânlarına verilebilecek örneklerden bir diğeri ise Auge’un yok-mekân kavramı içinde alabileceğimiz dolaşım alanları ve alışveriş merkezlerinde gerçekleştirilen direnişlerdir. Özellikle direnişi mekân ve devletin mekân ile alakalı olarak kurduğu dil üzerinden inceleyeceksek İstiklal Caddesi’nin AVM’leşmesine, Gezi Parkı yerine yapılmak istenen ve sürekli işlevi değiştirilen kışlanın alışveriş merkezi olma potansiyelinin de yüksekliğine tepki gösteren siyasi öznelerin direniş mekânlarından birinin AVM’ler olmasına dikkat çekmek gerekir. Alışveriş merkezlerinin değer değişimi, anıtsal alanların yaşadığı değişimden daha farklı değil midir? Tarihsellik ya da kolektif hafızada yer ediminden söz etmenin olası olmadığı bu mekânlar, kapitalist sistemin kendi çarklarından biri olmasına rağmen dil düzeninde yırtılmayı görebildiğimiz bir direniş mekânı haline dönüşmüşken bu değişim nasıl açıklanabilir? Siyasallaşan öznelerin, devlet dilinin ‘Simgesel’ düzeni içinde varolabilmek için paralel bir yaratım olarak görebileceğimiz devlet yönelimli fantezi alanı yerine daha farklı bir fantezi alanı oluşturduğu argümanı ile sorduğumuz sorular açıklanabilir. Aynı şekilde devlet dilinin direniş sırasında olağan halinden vazgeçerek tekrar kurguladığı parametrelerle (Lobiler vb.) özneleri Simgesel’in düzeni içine çekmeye çalıştığı görülebilir.
‘İmgesel’de bulunan fantezi, Gerçek ve Simgesel arasında bir köprü olmasa da fantazi içinde yürünmeden Gerçek ile karşılaşılamaz. Gerçek’in simgeselleştirilemeyen yani dile dökülemeyen çekirdeği çevresinde ilerlerken fantezinin gerekliliği burada kendini gösterir. Devletin retoriğinden ve kent sürecine dahil edilmeme fantazisinden kurtulan siyasal özne, kentin üzerinde hükmetme hakkını talep ederek devlet dilinden bağımsız kendi fantezi alanını oluşturarak, mekânların direniş mekânları olma potansiyelinde değer değişikliğine sebep olmuştur. Bu değer değişikliği sonucunda kolektif hafızanın alanları yerine tarihselliğin olmadığı bir mekân-değer dönemine geçilmiş gibi gözükmektedir. Bu yüzdendir ki her mekân siyasal öznenin politize edebileceği bir söylem alanına dönüşmüştür.
YAYIN, Merve Çay
194
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Kaynakça
Harvey, David. 2013, Asi Şehirler Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru. Çev., Ayşe Deniz Temiz. İstanbul: Metis Yayınları. ................................ “Kent Hakkı” http://www.sendika.org/2013/05/kent-hakki-davidharvey/ (Erişim: 20.04.2014) Ranciere, Jacques. 2007, Siyasalın Kıyısında, çev., Aziz Ufuk Kılıç. İstanbul: Metis Yayınları. Rossi, Aldo. 2006, Şehrin Mimarisi. Çev., Nurdan Gülbilek. İstanbul: Kanat Kitap.
Zizek, Slavoj. 2005, Yamuk Bakmak Popüler Kültürden Jacques Lacanʼa Giriş. çev., Tuncay Birkan. İstanbul: Metis Yayınları.
YAYIN, Merve Çay
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
195
Mimarlıkta Eleştir[il]en Kriz Nazlı Ece Ünsal
İstanbul Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans
Özet
Günümüz kentlerindeki farklılıkların ilişkilerini anlamak üzere mekânsal organizasyonlar incelendiğinde; yer, mekân, kullanıcı ve mimar arasındaki çatışma ve uzlaşma dinamikleri ilgi çekici görünmektedir. Mimarlık, sürekli bir kriz halinde ve eklemlenmeye açık oluşu nedeniyle, açık bir metin gibi okur (kullanıcı) tarafından sınırsızca yorumlanıp üretilmektedir. Mimarlık eleştirisi ve eleştirel mimarlık süreci bu yorumlama dahilinde yeni toplumsal ilişkiler ve deneyimler oluşturarak kentin çok katmanlı yapısında mimarlığı özgürleştirebilir. ***
Günümüzde çatışma ve uzlaşmanın mekânsal organizasyonunu oluşturan mimarlık(lar), farklılıkların nasıl ilişkilendirildiğinin bir çeşit ifadesi gibidir. Mimarlık, mekânda var olabilir, onu anlar ve dönüştürür. Mekânda özgürlük arayışı içine girer ve doğasındaki bazı amaçlar için üretmeye çalışır. Ancak ne kadar iyi niyetle olursa olsun, mimarlık yerine göre bir tavır takınır ve bulunduğu yerle arasında bir çatışma doğar. Bu çatışma durumu mimarlığın toplumla kurduğu ilişki bakımından önemlidir. Zira iktidarla çatıştığı durumlarda, onu eleştirme bağlamında diğer mecralardan çok daha etkili olabilir. Bu noktada “mimar yeri zorla mı mekânsallaştırır?” sorusu akla gelmektedir. Kullanıcının mekânı yorumlama biçimi, bir metni yorumlamaya benzetilebilir. Profili her gün değişen, daha haberdar ve tahsilli olan kullanıcı, mekânı daha iyi okuyabilmektedir. Dolayısıyla bir YAYIN, Nazlı Ece Ünsal
196
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
söküm işlemi yapar gibi mekânı, kullanış biçimi ve davranışları üzerinden yorumlar. Kullanıcının bu eleştirel eylemleri fazlalaştıkça, kendi ifade biçimlerinde mekânsallaşmalar da doğurabilir. Bilinçli okuyucunun metni okurken bir yazma arzusu oluşturması gibi, mekânı kullananın da bu mekânı dönüştürme isteği ortaya çıkabilir. Bu şekilde kullanıcının mekânla olan belirlenmiş ilişkilerinden kurtulması ve eylemsizlik halinin sona ermesi mümkün olabilir.1 Yani mekânın kullanıcısıyla mekân, eylemler üzerinden sürekli bir çatışma ve uzlaşma halindedir.
Mimarlıkta tek doğru olmadığı ve pek çok okuma biçimi olabildiğinden, her mimarlık üretimi kendinden öncekinin devamı ve temsili haline gelir. Ürün ise kendi yeniliğinin bir başlangıcını yapmaktadır.2 Mimarlığın bu durumu, başkasının işini yorumlarken girilen, bitmeyen bir yazı sürecine benzer. Mimarlığı eleştirirken “Yazarın Ölümü”ndeki gibi, kullanıcı tarafından eylemlerle mimarın egemenliğinin bir nebze kırılmaya çalışılmasıyla, okuyucunun metni tekrar yazması olası hale gelebilir. Aynı metindeki gibi, mimarlıkta da form ve kökenlerin yıkımıyla, nesnenin önemini yitirdiği durumda Barthes’in “Ben’in bir şey olmaması ama yine de ben diyen kişi olması” olarak açıkladığı durum oluşmaya başlıyor. Bu durumu mimarlıkta mekânın bize empoze edilen biçimiyle kullanılmayabilmesi, mekânın kullanım biçiminin kullanıcıyla birlikte tekrar üretilmesiyle kendi performatif haliyle “burada-şimdi” yazılmasıyla açıklanabiliyor.3
Mimarlıkta tasarlama pratiğinin kendisinin de bir eleştiri olabileceğinden yola çıkarak, bildiğimiz proje yapma eylemine ek olarak, kullanıcıya yönelik algısal ve deneyim odaklı tasarımlar incelenebilir. Fischer’in “Atmospheres” metninde bahsettiği gibi, teori ve eleştirinin sınırlandığı yerde -yani mimari objenin dışarıdan gözlemlenmeyip, bir mekân deneyimi olması gerektiği yerde- başlayan, daha performatif ve interaktif bir halden söz edilebilir.4 Mimarlık artık soyut, boyutsuz ve beklenmedik bir hal olarak, objesi olmayan bir şeyden bahseder konuma gelir. Mimarlığın nesneyle çatışıp, kullanıcıyla uzlaştığı bu ortamlarda özerklik kazanılabilir. Mekânın kullanıcısıyla tartıştığı ve karşılıklı bir deneye dönüştüğü mimarlık(lar)dan bahsedilebilir. Fischer’a göre bu mimari üretimin kültür pratiklerimizi eleştiren bir hal alması; yani medya, teknoloji vb. üzerinden mekânı sorgulatması, 1. De Certeau, Michel, 2009, s.167. 2. Hays, Michael, 1984, s.16.
3. Barthes, Roland, 2007, s.58.
4. Fischer, Ole W., 2007, ss.24-41.
YAYIN, Nazlı Ece Ünsal
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
197
mimarlığı bir hizmet olmaktan çıktığı hal oluyor. Bu da mimarın nesneyi kendi olduğu şeye benzetme, kendileştirme, sahiplenme halini kırarak mekânı özgürleştiriyor ve süreci daha önemli kılıyor.
Mimari sürecin eleştirel olup, sonuç ürünün eleştirel olmaması halinden söz etmek gerekirse tekrar Hays’in iktidar ve mimarlık çatışmasını irdelediği metne dönebiliriz.5 Kültürün, yapılaşmış formun nedeni ve içeriği olduğunu belirten yazar, bu durumun hegemonyayı destekleyici ve devamlılığını sağlayıcılığından bahsediyor. Yani yapıyı yapmanın ve onu gerçek bir ürüne dönüştürmenin, artık onu gerçek dünyanın bir objesi haline getirerek yerin mekânsallığı ve zamansallığıyla aynı ortamda bulunduruyor olmasından... Tasarım sürecinin kendisi bir eleştiri oluşturken, ortaya çıkardığı form da kültürel anlamıyla başka bir eleştiri sunarak bitmeyen bir metin haline dönmüş oluyor. Çünkü form yorumlanabilen ve çok katmanlı bir halde karşımıza çıkıyor.
Bu çok katmanlılık hali, günümüz kentlerinin okunmasının belli bir mekânsal perspektiften veya donmuş bir anın bakışıyla yapılamayışıyla açıklanabilir. Artık karşımızda tekil ve ideal yerler bulunmadığından, koşulları çok katmanlı ve üst üste binen ilişkileriyle okumak çok daha doğru oluyor. Bu yerleri tanımlamak için bozuk, dinamik, bitmeyen, çoklu, eş zamanlı, evrilen gibi tanımlar kullanılıyor. Bu kentsel mekânların sorunları da tek bir biçimde çözülemez halde bulunuyor. Artık sözle ifade edemediklerimiz, başka durumlarla ifade ediliyor ve eleştiriliyor. İşin eylem ve deneyim boyutu da mekânlara bir katman olarak yerleşiyor. Bu katman sayeside Hays’in de tariflediği gibi mekân, kişiye daha yakın bir boyuta geçmiş oluyor.6 Ancak kullanıcıyla mekânın bir çatışma alanı olarak yer, kişinin zaman ve mekânıyla mimarlığın kesintiye uğradığı yerler haline gelebiliyor.7 Bu kesinti halinde şu sorular akla geliyor: Kullanıcının özgürlüğünü sınırlandıran, kamusallığı özelleştiren mekânlar bizlere nasıl bir yaşam sunuyor? Ulaşım, erişim ve iletişimin tamamen mümkün olduğu mekânlar mümkün mü, yoksa kullanıcı ve mekân arasında bir çatışma mı mevcut?
Aslında mimarlık bu çatışmaya bir ara bulucu gibi yaklaşıyor. Kişisel ve kamusalı ortak olarak yaratabilen mekânlar sayesinde hem bir geçiş hem de bir sınır oluşturuyor. Mi-
5. Hays, Michael, 1984, s.14.
6. Hays, Michael, 1984, s. 25.
7. Şentürer, Ayşe, 2008, s.187.
YAYIN, Nazlı Ece Ünsal
198
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
marlığın kendi içindeki bu çelişkisi de kentin katmanlı yapısına yeni bir katman olarak yerleşiyor. Bulunduğu yerle çatışırken, mekânla ona yeni bir zamansallık kazandırıyor. Kullanıcıyla ise daha uzlaşmacı bir tavır sergileyerek onun zamansallığıyla oluşan yeni mekânlara imkân tanıyor. Kullanıcının hareketi, karşılaşması, olayları, ilişkisiyle oluşan mekânlar… Bu şekilde bulunduğu yerle hem zıtlaşan, hem de bağlamla kendini güçlendiren ve onun özelliklerini gösteren / yansıtan bir tavır takınıyor. Bu durumu sergileyemeyen mekânlar ise mekânsallaşamamanın getirdiği sıkışma haliyle, kendi mekân ve zamanının kullanıcıya empoze ediyor. 8
Ülkemizde bir çok örneği bulunan bu durum, kullanıcıyı baskılayarak yeni bir çatışmaya yer açıyor. Kim kimin için tasarlıyor? Ve bu süreçte kimlerin sesi duyuluyor? Anlam olarak birbirine uymayanların aynı anda var olabilmesini tanımlayan çatışmalar aslında olumsuz anlamda olmayabiliyor. Neticede kişiye kendi istediği biçimde mekânı yorumlamasını sağlayan ve sadece bir okuyucu değil, yazma arzusu taşıyan bir okuyucu gibi, mekânı dönüştürücü güce sahip olmasını hatırlatan da bu çatışmalar oluyor.9 Mimarlığın bu arada durumlar üretebilme ve ne mimarlık eleştirisi, ne de eleştirel mimarlık olarak sınıflandırılmama hali açık bir metin gibi okunabiliyor. Bu da yerin kamusal haliyle mekânlaştığı, mekân ve toplum ilişkisinin dinamikliğiyle otoriteden kopan bir yapma imkânının potansiyeli ve dayatmaların çatışmaları olarak karşımıza çıkıyor. Kamusal alanın düzenleyiciyle orayı yaşayanın çatıştığı hali bunu destekliyor. Karşıtlıkların birbirine benzeşmeye başladığı, ama arada olmanın da gerilimini içinde barındıran mekânlarla yerin potansiyelleri katlanıyor.10
Yerle buluşamayan potansiyeller, farklı mecralarda krizlere yer açıyor. Örneğin özgürlükler üzerinden tartışılan bir konu, kamusal alana taşınamaz ve sınırlı olduğu durumlarda yeni bir kolektif bilinç oluşturuyor. Mekâna ulaşamayan bu bireysellik ve bilinçlilik hali, sosyal medya üzerinden buluşarak bu çatışma ve kriz halini yansıtabiliyor. Kriz büyüdüğünde ise insanlar somut mekân uğruna kendilerini sokağa atıyor ve çatışma fiziksel boyuta da ulaşabiliyor. Bu sebeple aslında mimarlığın yer ve mekân anlamında insan ilişkilerinde rolü olduğundan bahsedebiliriz. Bu durum baskı ortamında daha farklı ve hızlı 8. Şentürer, Ayşe, 2008, ss.195-197.
9. De Certeau, Michel, 2009, ss.168-170. 10. Şentürer, Ayşe, 2008, s. 190.
YAYIN, Nazlı Ece Ünsal
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
199
denemelere olanak sağlıyor ve öngörülemeyen şeylerin başlangıcı oluyor. Kritik (eleştiri) ve kriz sözcüklerinin aynı kökenden gelmesi, hatta kritiğin bir kriz anıyla başlaması meselesi ilginç gözüküyor. Bu tetikleyici durum, mimarlığı aynıların tekrarından kurtarıyor.11 Uyum sağlamanın yaratıcılığı körelttiği durumlarda mimarlık yine kendi içinde çatışarak bireysel aktiviteler ve çabalarla da kriz halini koruyabiliyor.
Zıtlıklar ve çatışmaların içinden doğan mimarlık, teori-uygulama, sanat-mühendislik, zaman-mekân, yapım-söküm, farklılık-tekrar, biçim-işlev gibi karşıtlıkların sürekli çatışma ve uzlaşmasıyla ortaya çıkıyor. Bugüne bizi taşıyan aslında sürekli çatışma ve uzlaşmanın ta kendisi, bundan sonra taşıyacak olan da o olacak gibi gözüküyor. Mimarlık sürekli değişen ihtiyaçlar karşısında, bulunduğu ortama benzeyen ve donuk mekânları değil, geleceğe dönük olanları tasarlıyor. Yani henüz bulunmayanı tasarlamak gibi eleştirel bir yöntem veya eleştirel bir mimarlık yaratıyor. Bu değişim doğurgan olmaya benzetilebilir. İnsanın doğasında bulunan bu doğurganlık hali, belki de insanın kentte sürekli karşılaştığı zorlukların üstesinden gelme biçimidir. Mekân, hayatın sürekli değişen koşullarını sorgularken, yeri anlama biçimi olarak ortaya çıkıyor. Yeni deneyimi yaratacak durumlar aranırken toplumsal ve kültürel konuların irdelenip ilişki dinamiklerinin düşünülmesi yeri tanımlayan mekânı eleştirel boyuta götürüyor. Bunu yaparken de yeri okuyor, söküyor ve ona eleştirel ve mekânsal bir yorum yapıyor.
Kaynakça
Barthes, Roland, 2007, “Yazarın Ölümü”, Heves, cilt:14, Pan Yayıncılık, İstanbul, ss. 5560.
De Certeau, Michel, 2011, “Reading as Poaching”, Practice of Everyday Life, University of California Press, California, ss. 165-227.
De Sola-Morales, Ignasi, 1996, “Introduction”, Differences: Topographies of Contemporary Architecture (Writing Architecture), (çev.) Graham Thompson, The MIT Press, Massachusetts, ss. 1-11. 11. De Sola-Morales, Ignasi, 1996, ss.1-11.
YAYIN, Nazlı Ece Ünsal
200
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Fischer, Ole W., 2007, “Atmospheres – Architectural Spaces Between Critical Reading and Immersive Presence”, Field, sayı:1, The University of Sheffield, Sheffield, ss. 24-41.
Hays, Michael, 1984, “Critical Architecture: Between Culture and Form”, Perspecta, sayı:21, The MIT Press, Massachusetts, ss. 14-29.
Şentürer, Ayşe, 2008, “Zaman ve Mekânın Genişleme Aralığı Olarak Sınır-Boyları”, Zaman-Mekân, (ed.) Ayşe Şentürer, Şafak Ural, Özlem Berber, Funda Uz, YEM Yayın, İstanbul, ss. 186-203.
YAYIN, Nazlı Ece Ünsal
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
201
Kamuya Hitap Et-mek-1 İşgal Evleri Nesil Suyaran
İstanbul Teknik Üniversitesi, Lisans
Giriş
Mekân, genel olarak insanların içinde eylemlerini sürdürmesine elverişli olan ve sınırları gözlemciler tarafından algılanabilen boşluk olarak tanımlanmaktadır. Sadece mimarlık, şehir planlama, peyzaj mimarlığı ve iç mimarlık gibi mesleklerin konusunu oluşturmamakta aynı zamanda sosyal bilimlerin de merkezinde yer almaktadır. Kevin Lynch’e göre mekânsal bir imgeyi oluşturan süreç şu şekilde işlemektedir:
“Bir çevresel imge üç bileşene ayrılabilir: Kimlik, yapı ve anlam...İşlenebilir bir imge öncelikle bir nesnenin tanımlanmasını, böylelikle diğer şeylerden ayrıştırılmasını ve bir varlık olarak kabul edilmesini gerektirir. Bu da kimliğini ortaya koyar. Başka bir şeyle eşdeğer olması anlamında değildir bu, tekliğini veya tekilliğini ifade eder. İkincisi, imge, nesnenin gözlemciyle ve diğer nesnelerle uzamsal veya dokusal ilişkisini de içermelidir. Son olarak da gözlemci için uygulama açısından ya da duygusal olarak bir anlam içermelidir.”
Kentsel mekânı Lynch’in tanımladığı kimlik, yapı ve anlam olmak üzere üç bileşen üzerinden düşündüğümüzde, kendine özgü bir kimliği olan, bireylerde “aidiyet duygusu” oluşturan, toplumun karakterini yansıtan, kentsel belleği tekrar ve tekrar üreten, biçimlendiren YAYIN, Nesil Suyaran
202
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
bir mimarlık ürünüdür diyebiliriz. İktidar toplumu kontrol etmek ve denetlemek için fiziksel mekân olarak meydan, sokak gibi kamusal alanları kullanarak bu mekânları kendi çıkarlarına uygun olarak soyut mekânlara veya rant mekânlarına dönüştürmektedir. Kentsel mekânlarda iktidarın gücünü görünür kılması ve toplumu kontrol etme çabaları farklı sonuçları olan döngüler şeklinde ortaya çıkmaktadır. İktidar mekânlar üzerinden toplumsal bilincin oluşmasını ve gelişmesini engelleyerek hakimiyeti sağladığında aslında demokratik katılımlı, uzlaşmacı tavrı göz ardı edip, toplumun sesini iktidara duyurabildiği, direnebildiği tek yer olan “kamusal mekânı” işgal etmiş olmaktadır. Diğer bir yandan ise böyle bir iktidar ortamında toplumsal bilincin ve kent belleğinin oluşması, toplumun kendi doğruları doğrultusunda direnme girişimi sonucunda iktidar ve toplum karşı karşıya gelmekte ve çatışmalar kamusal mekânda vücut bulmaktadır.
2013 Mayıs ayında Taksim Yayalaştırma Projesi ve kapsamında Gezi Parkı’nın yerine imar izni olmadığı halde inşa edilmesi düşünülen Topçu Kışlası’nı engellemek amacı ile başlayan Taksim Gezi Parkı protestoları ile Gezi Parkı, toplumda çoğunluğun uzlaştığı fakat polis kuvvetlerinin halk ile çatışma içerisine girdiği olaylara sahne olmuştur. Mekân Castells’e göre yalnızca toplumsal yapının açılımı sonucu olmayıp, üzerinde bir toplumun özgüllük kazandığı tarihsel biraraya gelişin somut ifadesi, kendini belli edişidir (Castells, 1978, 115). Gezi Parkı da geniş katılımlı olaylar sonucunda Castells’in tanımladığı gibi toplumun “uzlaşmasının” somut bir ifadesi haline gelmiştir.
Gezi Parkı protestoları sırasında ve sonrasında toplum olma bilincinin oluşması ile birçok semtte forumlar düzenlenmeye başlanmıştır. Kamusal alanlar olan meydanlar, parklar ve amfitiyatrolar bu protestolar ve forumlar sayesinde Habermas’ın “özel şahısların, kendilerini ilgilendiren ortak bir mesele etrafında akıl yürüttükleri, rasyonel bir tartışma içine girdikleri ve bu tartışmanın neticesinde o mesele hakkında ortak kanaati, kamuoyunu oluşturdukları araç, süreç ve mekânların tanımladığı hayat alanı” diye adlandırdığı kamusal alanların yapılış amacına uygun olarak “fikirlerin üretildiği, tartışıldığı ve geliştirildiği” yerlere dönüşmeye başlamıştır. Parklarda düzenlenen forumlarda alınan kararlardan biri ise 1960’lardan beri Avrupa’da başta Almanya olmak üzere diğer ülkelerde yaygın olan fakat Türkiye’de örneği bulunmayan “işgal evi” fikri doğrultusunda kültür evleri-sosyal merkezlerin kurulmasıdır.
YAYIN, Nesil Suyaran
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
203
Bir Kent Hareketi Olarak İşgal Evleri
Peki işgal evleri (squatting) nedir? İşgal neden yapılmaktadır? İşgal evlerinin yasal olarak bir tanımı olmasa da terk edilmiş ve yıllarca fonksiyonsuz olan binaların satın alma, kiralama gibi bir durum olmadan işgal edilerek binanın “kamuya açık” hale getirilmesidir. İşgal evleri, 1960’lardan beri çoğunlukla Hollanda, Almanya, Fransa, İtalya ve İngiltere gibi Avrupa ülkelerinde yaygınlaşmaya başlamıştır.
Hollandalı Sosyolog Hans Pruijt işgal evlerini kullanım biçimlerine göre politik aktivizm, kentsel korumaya yönelik, alternatif konut stratejisi olarak, ihtiyaca dayalı ve sosyal çalışmalara yönelik işgal evleri olmak üzere beş farklı kategoride değerlendirmektedir. (Pruijt, H., 2004)
Evsizlerin ya da göçmenlerin kullanılmayan evlerde yaşamını sürdürmek, “barınma” gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak için işgal ettikleri evler bulunurken bir yandan da toplantılar, atölyeler, kurslar gibi kültür ve sanat aktiviteleri gerçekleştirmeye, orayı yaşam alanına dönüştürmeye, hem mahalleliye hem de kente katkı sağlamaya yönelik işgal evleri bulunmaktadır. Bunun dışında dünyanın pek çok ülkesinde farklı amaçlarla gerçekleştirilen birçok işgal evleri örnekleri bulunmaktadır. Bunlardan bazıları; feminist işgalleri, öğrenci hareketleri işgalleri, kısa süreli sembolik işgaller ve göçmen işgalleridir. Bazı ülkelerde işgal evlerine izin verilirken, bazı ülkelerde ise yasaklamalar getirilmiştir.
Gezi Uzlaşması: Don Kişot Sosyal Merkezi
Sanal mekân ile fiziksel mekânın birlikte örgütlenmesi ile uzlaşma – çatışma ortamında süren protestolar, bu protestolar ile üretilen kolektif bellekte önemli bir yere sahip olan Gezi Parkı sonrasında düzenlenen forumlarda tartışılan düşüncelerin somut örneği olan Don Kişot Sosyal Merkezi İstanbul’un Kadıköy İlçesine bağlı Yeldeğirmeni Mahallesi’nde Türkiye’nin ilk işgal evi olarak Yeldeğirmeni Dayanışması ve mahalle halkının insiyatifi ile Ekim 2013’de açılmıştır. Forumlar ile bir araya gelen semt sakinleri ve Yeldeğirmeni Dayanışması mahallenin ortak olarak kullanabilecekleri bina aramaya başlamışlar ve yıllardır arsa davası dolayısı ile atıl durumda kalmış olan bina işgal edilip, temizlenerek, halka açık, güvenli, temiz ve mahallelinin toplanabileceği bir kamusal alan haline getirilmiştir. YAYIN, Nesil Suyaran
204
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Don Kişot Sosyal Merkezi – Kadıköy
Kaynak: http://www.haberturk.com/yasam/haber/896453-don-kisot-kadikoyu-isgal-etti
“Ey mülk sahipleri... Mülklerinizi hayatımıza bir çöp olarak bırakamazsınız. Ya gelip mülklerinizi düzenler hizmete sunarsınız ya da biz girer, temizler bütün canlıların hizmetine sunarız.” Sancho Panza
Don Kişot Sosyal Merkezi ortak bir üretim alanı yaratmak amacı ile Yeldeğirmeni Dayanışması, mahalleliler ve gönüllülerin desteği sayesinde kısa zamanda resim ve grafitiler ile sanat atölyesi haline dönüştürülmüştür. Binada bulunan odalardan iki tanesinde ne yapılacağı ile ilgili kesin kararlar sosyal merkezde bulunan gönüllüler tarafından verilmiştir. Odalardan birisi çocukların vakit geçirebileceği bir alan, diğeri ise insanların ihtiyacı olmadığı eşyalarını bırakabilecekleri, ihtiyacı olanların ise bırakılan eşyaları alıp kullanabilecekleri “takas alanı” olarak düşünülmüştür.
Don Kişot Sosyal Merkezi – Kadıköy
Kaynak: http://istanbulensis.tumblr.com
YAYIN, Nesil Suyaran
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
205
Sosyal Merkezin ihtiyaçları için oluşturulan ihtiyaç listesi mahalleliler ve gönüllüler tarafından karşılanmakta ve su, enerji gibi ihtiyaçlar için ise kendi kendine yeten bir sosyal merkez yaratmaya çalışılmaktadır. Bu konular ile ilgili bilgi ve deneyimlerin paylaşılıp, çalışmaların yapılabilmesi için ilgili konularda bilgi sahibi olan insanlar davet edilerek sunumlar yapılmakta ve sunumlarda öğrenilenler ile ilgili çalışmalar gerçekleştirilmektedir.
Değerlendirme
“Dünyayı değiştirmek için, mekânı değiştirmek gerekir.” (Henri Lefebvre)
Lefebvre bu sözüyle insan ilişkilerinin üretildiği yer olan mekânın değişimde önemli bir rol oynadığını vurgulamaktadır. “Mekân” toplumsal bağların geçmişten geleceğe iletiminde önemli rol oynayan, yani zamanın somutlaştığı, görünür olduğu yerdir. Gezi Parkıʼnın bugün; toplumsal varlığın ve kentsel kimliğin bir parçası olduğu tekrar hatırlanarak toplumsal farkındalık yaratılmıştır. Park, İstanbul’un hatta Türkiye’nin bir simgesi haline gelmiştir.
Başka bir dünya mümkün
Kaynak: http://www.haberturk.com/yasam/haber/896453don-kisot-kadikoyu-isgal-etti
Başka bir dünya mümkün mü? Evet, mümkün. Don Kişot Sosyal Merkezi, Caferağa ve Berkin Elvan İşgal Evi insanların kendi özgür alanlarını farklı alternatif çözümler ile kendilerinin yarattığı üretim alanları, eşitliğin, mahalle kültürünün, demokrasinin, dayanışmanın en önemlisi de özgürlüğün var olduğu “Gezi’nin” somut örnekleridir. Gezi Parkı ile YAYIN, Nesil Suyaran
206
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
üretilen kolektif belleğin, işgal evleri gibi toplumun uzlaşarak değiştirebildiği, hayata ve topluma kazandırabildiği fiziksel olarak küçük fakat toplumsal olarak büyük bir iradeyi temsil eden mekânların dönüştürülmesi ile sürekliliği mümkündür.
Kaynakça
Castells, M., 1972, La Question Urbaine, Urban Question, çev. A. Sheridan (1978) Edward Arnold Press, London.
Habermas, Jürgen, 1997, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü. Keskinok, H. Çağatay, 1988, “Kentsel Mekân Yaklaşımlarına Bir Örnek: Castells”, ODTÜ MFD. Lefebvre, Henry, 1991, The Production of Space, çev. Donald Nicholson-Smith, Blackwell Publishing, Oxford.
Lynch, Kevin, 2010, Kent İmgesi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, çev. İrem Başaran. Mimarlık Dosya 17, 2009, “Mimarlık ve Mekân Algısı”, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi. Pruijt, H., 2004, Squatting in Europe.
Squatting Europe Kollective, 2013, “Squatting in Europe – Radical Spaces, Urban Struggles”. Wates Nick, Wolmar Christian, Squatters, 1980, “Squatting: The Real Story”. http://en.squat.net/
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/01/140119_isgal_evleri.shtml. http://tr.wikipedia.org/wiki/Don_kişot_sosyal_merkezi.
http://www.radikal.com.tr/hayat/kadikoyden_bir_isgal_evi_oykusu_don_kisot-1158013.
YAYIN, Nesil Suyaran
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
207
Mekânsallaşma Üzerine Nursen Gümüşsoy
İstanbul Teknik Üniversitesi,Yüksek Lisans
Mekân evrenin en temel, en öncül öğelerinden biridir. Mekân kavramını insan hayatından soyutlamak mümkün değildir. İnsanın mekânsal özellikleri, vazgeçilmezdir. Bunu daha ileri bir noktaya getiren Merleau-Ponty’ e göre ‘’varoluş, mekânsaldır.’’1 Varoluşun dışavurumu ancak mekânda yer bulur. Ölülerin bile mekândaki karşığı mezarlıklar olarak karşımıza çıktığını ya da bu şekilde adlandırıldığını düşünürsek,yaşayanların kendi mekânlarını, kendi varoluş biçimlerini sergilemelerinden daha doğal birşey yoktur.
İnsanın yalnızca bedeni değil, duyguları düşünceleri de mekâna bağlı ve bağımlıdır. Varoluş yalnızca maddesel yönüyle değil ruhsal yönüyle de mekânsaldır. İnsanın mekânı kendine konu edinmesine felsefeden, ekonomiye, coğrafyadan toplumbilimine kadar hemen her uğraşı alanında karşılaşılan bir durumdur. Mimarlığın da, bu uğraşlar arasındaki arakesiti sunabilme yetisinden dolayı, insanın mekânsallaşmasındaki payı tartışılmaz niteliktedir. Mimar mekânı, hem kuramsal düzeyde incelemek, mekâna özgü düşünüp bir mekânbilim oluşturmak, hem de onu somut olarak yaratmak, biçimlemek zorundadır.
F. L. Wright, Amerika’nın Japonya Büyükelçisinin kendisine armağan ettiği ‘Çay Kitabı’nı karıştırırken şu satırlarla karşılaşır: ‘’Binanın varlığı, dört duvar ile çatısında değil, içinde
1
Merleau-Ponty, Maurice ,1962, The Phenomenology of Perception, London, s. 22.
YAYIN, Nursen Gümüşsoy
208
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
yaşanılan mekândadır.’’ Bundan milattan 500 yıl önce yaşamış bir Çinli ozanın sözleridir. Bu gerçeği ilk kez kendisinin düşündüğünü sanan ünlü mimar çok büyük bir üzüntüye kapılmıştır. Fakat bir gün şöyle demiştir: ʻʼEvet, bunları o söyledi, fakat ben ifşa ediyorumʼʼ2 İnsanın mekânsallıkla bütünleşmesi görüldüğü gibi çok eskilere dayanır, insan kendi mekânına sahip çıkar hatta bazen mimarlara ya da kent aktörlerine kafa tutarak bunu yapar.
Hatta bu mesele tam da kent ve mekân üzerinde mümkün olduğunca çok ve farklı aktörün ihtilaflı fikirlerini örgütleyebilmektedir.Tıpkı gezide olduğu gibi. Gezi olayları ile ilgili Gökhan Kodalak’ ın tespiti olayı özetler niteliktedir: ʻ“Gezi olayı öncelikle özne merkezli politik yapılanmaların, başkanları ve amirleriyle özdeşleşen hiyerarşik iktidar kurgularının ve temsili demokrasinin timsali olduklarını iddia eden otorite figürlerinin karşısına lidersiz, heterarşik ve başkaları tarafından temsil edilmek yerine kendilerini sahneye koyan yeni bir örgütlenmeyle çıktı.”3
Bu yönüyle Gezi, mimarsız bir mekânın hatta kamusal mekânın kendi kendine ne tür bir ürüne dönüşebileceğini ortaya koymuştur. Fakat,’’Gezi’’’yi, dolayısıyla mimarlıksızlığı övmek, öncelikle mimarlığı sınırlı bir kavrayışla, salt “yapı yapma sanatı” varsaymayı gerektirir. Oysa mimarlık herşeyden önce yeni mekânlar tahayyül etmektir. Gezi’ninse bu anlamda kısırlığından değil ancak bereketinden bahsedilebilir.
Lefebvre ise “Hayatı değiştirmek! Toplumu değiştirmek! Uygun bir mekân üretmedikçe bu fikirler tüm anlamını yitiriyor” demiştir.4 Peki uygun mekândan kastı ne? Gezi’de en azından ‘istenmeyen’in dışavurumu gerçekleşmiştir ve insanlar uygun mekânı, uygun olmayan mekâna karşı koyarak kendilerindeki bu gücü yeniden hatırlamışlardır.
Yeni mekânlar üretmenin arayışıdır Gezi. Bu arayış ekonomik anlamda bir kâr elde etmek amaçlı inşayı işaret etmez. Bu arayış, katılımcılığı ön plana alır,fabrikasyon üretimi yasaklar, yalnızca son üründen kazanca dayalı ve biçimsel olarak da devamlı tekrar eden
2
Kodalak, Gökhan, 2013, ‘’ Direnişi Düşünmek: 2013 Taksim Gezi Olayları Istanbul: MonoKL, İstanbul, ss. 119-137.
4
Lefebvre, Henri , 1991 The Production of Space, trans. Donald Nicholson-Smith Cambridge: Blacicwell , s. 59.
3
Bozkurt , Orhan, 1962, Bir Mekân Anlayışı, İstanbul, İTÜ. Mimarlık Fakültesi, s. .26
YAYIN, Nursen Gümüşsoy
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
209
tasarım anlayışını reddeder. Zamanı önemser, insanların mekânda geçirdikleri zamanı olmazsa olmaz tasarım malzemelerinden biri olarak addeder. Bunların yanısıra, doğal çevrenin, yapısal ve kentsel çevreyle nasıl bir arada kurgulanacağını düşünmek gerekir. Bu doğrultuda parkların inşası ve korunması, maalesef zamanı geçmiş işlevselci ve geleneksel şehir plancılığının kalıntıları niteliğindedir. Yapılı çevreyi ve doğal çevreyi birbirinden kesin ve net çizgilerle ayırmadan, kamusal mekânı doğayla bütünleştirmek düşünülmesi gerekenlerin başında gelmektedir.
Merkezi yönetimlerin nerede, nasıl bir çevrede varolacağımıza, nerede hayatımızı kazanacağımıza ve nerede doğa ile karşılaşabileceğimize karar verdiği, herşeyin ayrıştığı mekâna, boyun eğmeyip, nasıl kullandığımız önemsenmeden yenilenen ya da yenilerinin yapıldığı parklarla da yetinmeyip, doğayı yapılı çevrenin hücre ve damarlarında nasıl deneyimleyebileceğimizin peşine düşülmesi gerekir. Gezi bunu tersten okuyup yapmayı denedi. Yaşam alanlarımızı parklarla birleştirmedi ama kent parklarını çok amaçlı yaşam alanlarına çevirmeyi kısıtlı bir sürede olsa başarabildi. Gezi olayının hemen ardından ortaya çıkan park forumları bu anlamdaki yaşam alanlarının kanıtı niteliktedir. Salt hızla bir sonuca varacaklarından veya istenmeyeni derhal ortadan kaldırabilme güçbirliğini oluşturmasından değil, fakat bütünsel olarak her yeni örgütlenme denemesiyle, yarının intereaktif gelişen demokratik oluşumlarının temellerini attığını varsayarsak devrimsel nitelikte sayılabilirler.
YAYIN, Nursen Gümüşsoy
210
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Kentsel Dövüşüm Ömer Yeşildal
Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Lisans
…. Bir yabancı gibiyim sanki Büyüdüğüm bu şehirde Eski dostlar kırık-dökük… Oysa / ne izler bırakmıştım gülüm, Bu şehrin taşına toprağına.
İptal çizgileriyle silinmiş Yaşanan her gerçek Kovulmuş yığınların nabzından Zulümlere direnmek Yaşamak.../ tek boyutlu resim Resimlerde cinnet Sokaklar esir kampı Yığınlarda ihanet
Her köşe başında bir gerekçe Her yürekte korku Ben / cihad ehliyim gülüm Öldürür beni bu şehrin dekoru Korunmak / pamuktan elbiselerle Ateşe dalmak gibi Tut sana uzanan ellerimden Öğütmesin bu şehir beni...
YAYIN, Ömer Yeşildal
….. Eski yollar çıkmaz sokak Geçit yok hiç bir yerde Ne yana gitsem / önümde duvar Say ki / yeni bir zindan bana Yeni bir tuzak bu şehir Yaşamak / beynimde pranga Hürriyet / boynumda zincir ...
Tebessümler bile iğreti gülüm Bu kokuşmuş şehirlerde Oysa gülüm / kaç zaman önce Bana canandı bu şehir Nice canlar gömdük bağrına O canlar ki / yüreğimdir Yine de gülüm / Kurtuluş Kavgalarda kuşanmaksa silahı Tut sana uzanan ellerimden Çağıralım kıyamı!...
(14 Nisan 1992-Ankara) Süleyman Kalaycı (Zindan Şehirler)
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
211
Eleştiri pasif bir yorumlama olmayıp eleştirilen durumla kurulan bir iletişim biçimi olduğunda sadece tek bir odağa sahip eleştiriden genel bir eleştirel tutuma evrilir. Mekân, birçok farklı boyutuyla tartışılmış bir kavramdır. Mekânın üretilen ve tüketilen bir olgu olabilmesi, algı ve deneyimle ilişkisi, soyut/somut özellikleri, beden ve zihinle bağlantısı tartışılmıştır. Öte yandan mekân, kullanıcıları arasındaki etkileşim ve iletişimin gerçekleştiği bir mecra olarak da görülebilir. Bu mecrada bireylerin eylemleri mekânı tekrar tanımlayıp yorumlar ve bireylerin sadece birbirleriyle değil mekânla da bir etkileşim ve iletişim içinde olduklarını gösterir. Bir kentteki hareketli elemanlar, özellikle insanlar ve onların faaliyetleri sabit fiziksel bölümler kadar önemlidir. Bizler burada gösterinin izleyicileri olarak kalamayız. Kendimiz de onun bir parçası olarak, öteki katılımcılarla birlikte sahnede yer almamız gerekir. Bu durumda mimari mekânın tüm kullanıcıları eleştirel tutuma sahip aktif birer özne olarak düşünülebilir. Bu eleştirel tutum kendisini söz, yazı, görsel imaj ve fiziksel eylem olarak gösterebilir. Eleştiri doğası gereği içinde barındırdığı muhalif görüş nedeniyle bütün okları üzerine çekerek hedef haline gelebilir. Bu yüzden sansür, fişleme, yasak, hapis gibi eylemlere maruz bırakıldığı halde yıpranmayacak kadar sağlam ve tutarlı olmalıdır. Bu şekilde yapıcı ve eleştirel bir tutum yerine laf atışmalarıyla kendimizi sınırlarsak basit, naif ve trajik bir biçimde masum kalacağımız aşikar.
İktidar, zaman içerisinde askeri, ekonomik, teknolojik her türlü değişime ayak uydurmakla kalmayıp, her oluşumu, her düzeni de, ideolojik eylem alanı olarak yeniden kurgulamaktadır. Bu anlamda, geniş alanların hakimiyetinde kendisine yer arayan iktidar, bu arayışını mekânlara, ve zamanla mekânın da ötesine mekânlara ait simgesel değerlere kaydırmıştır. İktidarın; bireylerin ve toplumun düzeni, denetimi ve kontrolü için mekânlarda kurmaya çalıştığı hakimiyet, insanların da, özgürlüklerini, bireysel ve toplumsal hak mücadelelerini, bu mekânlar ile geri alabilme mücadelesini ortaya çıkarmıştır. Burada ideolojik krizlerin mekân üzerinden çözülmeye çalışıldığını görüyoruz. Böylelikle “mekân”lar orayı düzenleyen ve kontrol edenle, üzerinde yaşayanlar arasında bir mücadele alanına dönüşmüş oldu. Bu durum aslında mimari eleştiri için uygun bir bağlamın oluştuğunun göstergesidir. Gündelik hayatın ve sistemin çok önemli bir parçası olan mekân ve kentler, dolayısıyla mimarlık ve planlama böyle bir odaklanmayı hak ediyor kuşkusuz.
YAYIN, Ömer Yeşildal
212
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Dolmabahçeʼde Barikatlar (Fotoğraf: The Network for Freelance Photojournalists Kaynak: http://www.mekanar.com/tr/yazi/makale/gezi-park%C4%B1-barikatlar%C4%B1-b%C3%B6l %C3%BCm-1-ay%C5%9Fe-g%C3%BCng%C3%B6r.html
Marx, ünlü eseri Kapital’de feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde İngiltere’de köylülerin ortak alanlarına nasıl ve hangi yöntemlerle el konulduğunu yazmıştı. Köylülerin kolektif üretim ve yaşam alanları olan toprakları, birçok kanlı yasa ile ele geçirilmiş ve bireysel mülkiyet hakkı ile kullanım değerinden değişim değerine indirgenerek rantın kurbanı olmuştu. Marx’ın analizine geri dönüp bugünü değerlendirirsek aslında büyük bir paralellik kurmuş oluruz. Tıpkı köylülerin ortak alanlarının çitlenmesi gibi bizim de kentsel kamusal alanlarımız sermaye ve işbirlikçi kent yönetimleri tarafından ‘ekonomik gelişme’, ‘ülkenin gelişimi’ gibi söylemlerle ele geçirildi.
Söz konusu alan kentliye ait olması gereken kamusal bir alan olduğu halde, iktidarın sahipleniş biçimi, denetim ve kontrol anlayışı nedeniyle, bu alanlarda gerçekleştirilen her eylem, özellikle politik söylemi barındırıyorsa, iktidara karşı düzenlenmiş eylemler olarak algılanmaktadır. Bu durum bireylerin sahip olduğu özgürlükleri dahi, egemen durumdaki güçlerin izin verdiği ‘belirli koşullar’ dahilinde ve öngördükleri biçimlerde yaşamasını dayatmaktadır. Peki ya halk bu alanları, kullanım hakkı dahilinde ancak öngörülmemiş bi-
YAYIN, Ömer Yeşildal
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
213
çimlerde kullanmak isterse? Bu durum büyük çaplı ya da kısa süreli bile olsa, bir karşı duruşun, denetim dışı bir “varoluş”un görünür olması anlamına gelmektedir. Görünürlüğün ortadan kaldırılması ve “var olma” durumunun önüne geçilmesi için, iktidar bu defa “yasak”larını ortaya çıkarmaktadır. Böylelikle mekân, bireyin hakları ve iktidarların gücü arasındaki çekişme alanında çatışmaları doğurur. Artık kullanıcı, kent içerisinde özne olarak var olabilmek için iktidarın hakimiyeti altındaki kente ve onun getirdiği dayatmalara karşı çıkarak, iktidarın müdahale ettiği gündelik yaşamına, kendi geliştirdiği -karşı müdahaleler- ile sahip çıkmaya çalışmaktadır. Bu eylemlerde, işgal biçimleri genellikle “mekân işgali” olarak görünse de, çoğu zaman seçilen mekânlar iktidarın ya da sermaye güçlerinin öncül işgalleri ile kişilerin ya da toplumun yaşantısına müdahale ettiği simgesel değer taşıyan yerlerdir. Bu yerlerin başında Gezi Parkı’nı görüyoruz. Bunun nedeni, şimdiye kadar mekânlarda varolan çatışmalar burada kendisini patlamaya dönüştürmüştür. “Gölgesini satamadığım ağacı keserim, yerine de Topçu Kışlası’nı dikerim” düşüncesi sabırları taşıran son damla olmuştur.
İnsanlar artık kapitalist makinedeki dişli çarklar gibi değil de insan gibi yaşamanın özlemi içindeydiler. Gezi Parkı direnişiyle sembolikleşen bu mücadele, gaspedilen tüm kamusal alanlarımızı, haklarımızı geri almak üzere başlayan toplumsal bir uyanış olmuştur. Kentsel ve kamusal alanların işgaline karşılık kentine ve geleceğine sahip çıkan insanların mücadelesi haline gelmiştir. Şimdiye kadar Taksim Meydanı’nı aktif olarak kullanıp da Gezi Parkı’na o ya da bu nedenle bir türlü yolu düşmemiş kişilere, Gezi Parkı’nın da “kullanılabileceği” gösterildi. Kamusal alanların “kentin farklı kullanıcılarını bir araya getirme” hedefi hayata geçirilmiş oldu. Gezi Parkı, kentsel yaşam alanlarının geleceğine dair derdi olan insanları bir araya getiren ve aralarında etkileşim oluşturan bir mekân kimliği kazandı. Projelere itiraz süreci her ne kadar yasal olarak kısır görünse de bir şekilde bu projelere ve sonuçlarına dikkat çekmek, burayı canlı ve kamuya ait bir “ortak alan” olduğunu göstermek hepimizin borcu. Bu oluşum sadece Gezi Parkı özelindeki problemi işaret etmiyor, kentte var olagelen diğer problemlere karşı da sesini yükseltmek isteyenlere ancak inisiyatif alarak ve harekete geçerek söz hakkı sahibi olabileceğimizi ve hepimize ait olan bir kenti yine hep beraber konuşarak ve tartışarak şekillendirmemiz gerektiğini gösteriyor.
YAYIN, Ömer Yeşildal
214
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Kazancı Barikatıʼnın Çizimi - Herkes için Mimarlık Kaynak: http://www.mekanar.com/tr/yazi/makale/gezi-park%C4%B1-barikatlar%C4%B1-b%C3%B6l %C3%BCm-1-ay%C5%9Fe-g%C3%BCng%C3%B6r.html
Bir avuç insanın başlattığı ancak artık daha geniş bir kitle tarafından sahiplenilen kamusal alan, gerek bir bütün olarak kentin mutenalaştırılması sürecine işaret eden ve bu süreçten rahatsızlık duyan birlikteliğin yayılıp ilerlemesi adına gerekse de kentsel alanlar için düşünülen projelere yerinden bir cevap üretme fikriyle umut verici olmaya devam ediyor. Gezi Park’ında kanat çırpan kelebeğin Kızılay’da fırtına yaratması bu umudun bir göstergesi.
Bu hareket, bir strateji veya bir taktik ile sınırlanıp, kemikleşmiş bir yapıya dönüşmeyip, ahlaki bir ilke, bir idea ve özünde bir duyarlılık olarak yaşamımızın, davranışlarımızın ve bakış açılarımızın her yönüne şekil vermelidir. Benim düşünceme göre mekân özgürlük arayışını sadece evde ya da işte değil, sadece politikada değil, sadece maddi yaşam koşullarında değil, tinsel koşullarda da sürdürmelidir. Bu şekilde bütün kabukları kırıp, farklı yaş grupları, cinsiyetleri, görüşleri, kırı ve kenti, hiyerarşi tanımayan bir toplumda birleştirmekle kalmayıp, insan ruhundaki ve insanla mekân arasındaki yarıkların kapanmasında yardım edecek harç işlevini görebilir. Lefebvre’e göre devlet günlük yaşamın kendisinin düşmanıdır. Çünkü devlet, yönetsel ve ekonomik egemenliğin soyut mekânını üretir. Ama imgesel gerçekliği eksik olduğu için, yeniden üretiminin toplumsal imgeye karşı reddi anlamına gelir. Bu devlet anlayışı, kentin merkezi mekânında ortaya çıkan tarihsel kullanım değerlerini stratejik bir mekân uğruna yok eden çalışmasıyla anlatılabilir.
YAYIN, Ömer Yeşildal
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
215
Türkiye geneline baktığımızda kentsel dönüşüm projeleri ile insanların yerlerinden edildiği, büyükşehir belediyelerine rant yaratmaları için her türlü yetkinin verildiği, 2A ve 2B düzenlemeleri ile ormanların talana açıldığı, İstanbul’a rant köprüsünün dayatıldığı, TOKİ gibi olağanüstü yetkilerle donatılmış bir kurum üzerinden kentlerimizin mimarisinin katledildiği, tarihi kentlerimizin yamalı bohçalara çevrildiği, derelerimizin HES’lerle kurutulduğu, toprağımızın siyanürle kirletildiği, suyumuzun metalaştırıldığı bir dönem bu.
Kaynak: (1) http://www.milliyet.com.tr/-gezi-olaylari-turizm-icin-kayip-gezi-eglence-1727664/ (2) http://www.ankarahaber.com/haber/Mahkeme-Taksim-Gezi-Park%C4%B1-karar%C4%B1n% C4%B1-verdi/137022
Çağdaş mimariyi tartışmamız gereken böyle bir yüzyılda “yandaş” mimari diyebileceğimiz bir akım ile karşı karşıya kaldık. Bu “anlayış” toplum yararını esas alan şehirciliğe, imar ve çevre hukukuna aykırı olduğundan mimarlığa da aykırıdır. Kenti ve yaşam haklarını savunmayan bir “kentsel dönüşüm” mimarlığın özüne ters düşer, yandaş düşünce dışında destek bulamaz, bulamadı da. Öyle ki kapitalizmin penceresinden bakan bu zihniyet AKM binasına baktığında (Ayakkabı Kutusu Merkezi) görebilir. Haydarpaşa Garı’nı sömürge istasyonuna, Atatürk Orman Çiftliği’ni hasat yapılacak bir tarlaya, Hevsel Bahçeleri’ni konut bataklığına dönüştürebilir. Bu mimari “üslup” bir zamanların ‘Zihni Sinir’ projelerini hatırlatıyor adeta. Bu projeler uçuk, kaçık, komik ama düşündürücü karikatürlerden oluşurdu. Bugün karşımızda bulduğumuz projelerle benzerliğini gözardı edemeyiz. Bunlara “çılgın” proje deniyor. Evet bu projeler gerçektende insanları çıldırtıyor!
YAYIN, Ömer Yeşildal
216
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Kaynak: http://www.zihnisinir.com/tr/
Bu çizilen çerçeve içinde sosyal mekân ve sosyal mekân aracılığıyla yapılan eleştiri, fiziksel olarak mekânda bulunmayı ve katılımı; yani yere ve özneye bağlı bir gerçekliği gerektirmektedir. Fiziksel mekâna dahil olmadan bu eleştiriye karşı çıkan topluluğun oluşma nedeni nedir? Bunu açıklamak için Platon’nun mağara analojisinden bahsedebiliriz sanırım.
Platonun Mağara Analojisi
Kaynak: http://filobloguera.blogspot.com/2013/11/terminos-principales-del-mito-de-la.html
YAYIN, Ömer Yeşildal
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
217
İnsanlar, Platonun mağarasında yaşayan mahkumlar gibi sadece kendilerine gösterilen gölgeler ve duyurulan yankılar dışında bir şey bilemezler. Platon’a göre mahkumların bütün algılayabildiği varlıklar, bu gölgeler ve yankılardır. Hal böyleyken, var olan bütün gerçekliğin bu gölgelerden ve yankılardan oluştuğunu varsayacaklardır. Bütün konuşmaları, bu “gerçeklik” ve onunla ilgili deneyimleri üzerine olacaktır.
Eğer mahkumlardan biri zincirlerinden kurtulabilirse, yarı karanlık bu tuzakta geçirdikleri ömür yüzünden her yanı öylesine tutulmuş olacaktır ki acemi hareketlerle kafasını çevirirken bile acı duyacak, ateş gözlerini kamaştıracaktır. Kafası allak bullak olacak ve yine gölgelerin bulunduğu duvara, anladığı tek gerçekliğe dönecektir. Sürünerek mağaradan tamamen ayrılıp aydınlık gün ışığına çıkarsa, sersemleyecek ve kör olacaktır. Bir şeyler görebilmesi ya da anlayabilmesi uzun zaman alacaktır. Ama sonra, yukarıdaki dünyada yaşamaya bir kere alıştığında, mağaraya dönecek olursa, yine, bu kez karanlık yüzünden geçici olarak kör olacaktır. Yaşadıklarıyla ilgili diğer mahkumlara anlattığı her şey, dillerinde yalnızca gölgeler ve yankılar bulunan insanlara anlaşılmaz gelecektir, hoş karşılanmayacaktır. Çünkü esaret ve karanlık rahattır, oysa gerçekleri görmek ve ışığa bakmak cesaret ister… Günümüzdeki algı!
Platon’un Mağara benzetmesini idealar evrenine göre değil de, yaşadığımız dünyaya ve sorunlara göre yorumlarsak; kendi dar dünyalarında gölgeleri ve hayalleri gerçek sanıp, masallara inanan insanların da böyle olduğunu görürüz. Gerçekler önlerine konduğunda kabullenemez, tepki verirler. Yarı uykuda gibidirler ve uyanmak istemezler. Gölge oyunu oynamaktan, hayaller ve masallar içinde yaşamaktan memnundurlar. Uzun yıllar boyunca gölgelere ve masallara kapılmış olan insanların o karanlık dünyalarından çıkıp aydınlığaışığa ve gerçeklere alışması zorlu bir süreç gerektirir. Bugünkü aydınlanma mücadelesiYAYIN, Ömer Yeşildal
218
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
nin amacı da, karanlıkta gölgelere inanan ve yanılan insanları uyandırmak, onlara asıl gerçekleri gösterebilmek ve zincirlerinden kurtarıp aydınlığa kavuşturabilmektir. Aydınlıklarda buluşabilmek ümidiyle….
Kaynakça
http://herkesicinmimarlik.org/portfolio/gezi-parki/ http://www.arkitera.com/haber/16603
http://www.arkitera.com/haber/19849
http://www.arkitera.com/kose-yazisi/10 http://www.arkitera.com/gorus/372
http://mimaritasarimveelestiri.wordpress.com/category/taksim-gezi-parki/
http://www.mekanar.com/tr/yazi/makale/gezi-park%C4%B1-barikatlar%C4%B1b%C3%B6l%C3%BCm-1-ay%C5%9Fe-g%C3%BCng%C3%B6r. html http://www.gnoxis.com/platonun-ma%C4%9Fara-benzetmesi-16988.html.
YAYIN, Ömer Yeşildal
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
219
Kentler İnşa Edilir, Zamanla Beslenir Özgün Yücetürk
İstanbul Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans
İlkokula Karadeniz’in bir sahil kasabasında gittim. Dedemin de o okulda okuduğunu söylemişlerdi. Okul bahçesinde çekilen, solmuş siyah beyaz fotoğrafını gördüğümde değişen pek bir şey yok dediğimi hatırlıyorum. Tuvaleti çok pisti ve okul binasından ayrı bir yerde tek katlı yapının içine konulmuştu. O zamanlar yerlere taş döşenmemişti, (çoğu yerde bilye deniyor) pıtıklarımızla tüm teneffüs toprağın üzerinde oyunlar oynardık. Üstümüz kirlenirdi, yakalıklarımızı tuvalete gider yıkar kuruması için sınıftaki sobanın üstüne koyardık. Sonra o okul yıkıldı. Yerlere taş döşendi.
Fotograf. 1. Cihangir merdivenleri, 2012. yazar tarafından çekilmiştir.
YAYIN, Özgün Yücetürk
220
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Zamanı salt fiziksel boyutuyla algılayamaz, hatırlayamayız, mekânlar ve ortaya çıkan geçici olayların üzerinden onun işlediğini kavramaya çalışırız1. Bu olaylar ve mekânlar, belleğimizde izler bırakır ve bu izler, deneyimlerle üretilen salt gerçekliğin uzay-zamanda varoluşunu simgeler. Bu yüzden, yukarıda bir anı anlatısından öte, çevresel, kentsel, kamusal ilişkiler aracılığıyla ortaya çıkan üretimi, deneyimlenen (yaşanılan) zamanda nasıl konumlandırdığımızı, nasıl anımsandığımızı şu anki yaşanılan zaman üzerinden bakarak idrak etme çabasıdır.
Birey olarak, zaman içerisinde konumlanmak için zaman akışlarının bir düzlem oluşturduğunu varsayarız ve anımsadığımız şeyler bu düzlem üzerinde mekânsallaşan adalara dönüşür. Bu topografya varetme biçiminin etkisiyle Antik Yunan ve Roma’da mekân sistemi olarak anılan anımsama tekniği geliştirilir ve her anımsama zihinsel bir mekâna yerleştirilerek düzenlenip anımsama nesnesine ilişkin bir topografya (düzlem) oluşturulur2. Nesneleri bu şekilde hafızaya yerleştiren topografya, insan yaşamı söz konusu olduğunda yaşantıların ve deneyimlerin gelişimiyle uzar, esner. Hem sınırı belirler hem de onu görünür kılan, üstüne inşa edilen hayali zeminleri ifade eder. Birey, deneyim-topografya arayüzü üzerinden bedenini ve kişiliğini tanımlar, tıpkı deniz fenerinin bir gemiyi ışıttığında anlamına kavuşması yahut dalgaların kıyıya vurduğunda deniz olduğuna inanması gibi.
“Kentler, bireyin kendini tanımlamasının yanında onu kendini ifade etmeye (etkileşime geçmeye), üretmeye yönlendirdiği ölçüde anlamını korur. Çağdaş kentin de sunduğu ʻdolaşım, ulaşım, erişim kısaca iletişimʼ olanakları ile bunun kentliye sağladığı, ʻtasarım , üretim ve paylaşımınʼ diğer bir deyişle dönüşümün (zaman ve mekânın) önünü açması beklenir.”3 Benim ve arkadaşlarımın iletişim halinde kamusal alanda beraberce ürettiğimiz ve tanımladığımız, dünya zamanından bağımsız kendi dilimizle oluşturduğumuz bir zamanın içinde gerçekleşen deneyim bu dönüşüme olanak sağlıyor; zira zaman, ancak, birey tarafından yavaşlatıldığında, tüketimi azaltığında ve üretildiğinde görünmeyene ulaşmak ve onu anlamak için bir düşünce aracı olabiliyor4. Birlikte olma hali bizi izleyici ko1
2
3
4
Juhani Pallasmaa, 2009, “Spatial Recall: Memory in Architecture and Landscape”, ed. Marc Treib, Space, Place, Memory and Imagination: the Temporal Dimension of Existential Space, syf. 19, New York, Taylor & Francis Group.
Sanem Yazıcıoğlu, 2008, “Zaman-Mekân”, ed. Şentürer, Ural, Berber, Uz Sözmez, Unutma Zamanı, syf. 126, Istanbul, YEM Yayın.
Ayşe Şentürer, “Zaman-Mekân”, a.g.e, syf. 186
Senem Deviren, 2009, “İstanbullulaşmak”, ed. Derviş, Tanju, Tanyeli, Zaman, syf. 333, Istanbul, Garanti Galeri.
YAYIN, Özgün Yücetürk
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
221
numundan, üreten grup haline getiriyor. Ancak “ dolaşım, ulaşım, erişim” isteği nihayetinde bir inşa sürecini, mekân ihtiyacını beraberinde getiriyor. Sorun burda başlıyor. “Günümüzde, şu ana dek hiçbir kent uygarlığının yaşamamış olduğu bir hareket kolaylığı içinde olmamıza karşın hareket, günlük faaliyetlerimiz içinde en çok kaygı yaratan unsur haline gelmiştir. Bu kaygı, bireyin sınırsız hareketini mutlak bir hak saymamızdan doğar... Bunun kamusal alanlar, özellikle de kent sokakları üzerindeki etkisi şudur: Bu alanlar özgür hareketin hizmetine sokulmadıkça anlamsız hatta çıldırtıcı bir hale gelirler. Modern ulaşım teknolojisi, sokakta var olmanın yerine coğrafi sınırlamaları yok etme arzusunu koyar.”5 Coğrafi sınırlamaların kaldırılması durumu bireyin geçmişini anımsamasına aracı olan topografyanın yok olmasındaki etkiyi kent ölçeğinde yapar; Kent belleği oluşturulamaz, yeni bellekler üretilemez; yol ve onu bağlayan meydanlar, kamusal yapılar, alanlar yani planlanan kent ölçeği, başka bir deyişle yapay topografya, bireylerin kendi üretimlerini ortaya koyacağı, ifadesini aktaracağı yere dönüşemez olur. Çünkü kamusal mekân, tanımı gereği, toplumsal yaşamın öngörülemez talep ve beklentilerine hitap etmek için vardır.6 Pıtık oynamak gibi. Belleği oluşturan tartışmalar, kavgalar, aşklar, kültürel üretimler ve paylaşımlar da buralarda, planlı kamusal alanlarda değil bireyin kamusal olduğu alanlarda ortaya çıkar. Bu etkileşimler bu yüzden inşa ya da planlama faaliyetinin sonucu olarak gerçekleşebilen eylemlerden öte bunların arasından sızarak kendine yer bulan bir şeydir. Bu sızma hali kapitalist tüketim alışkanlığının etrafı sardığı, inşa faaliyetlerinin tüketim odaklı hareket ve buluşma güzergâhlarını oluşturmaya adandığı, anıların anımsanmasına gerek olmayan etrafta var olan ve istenildiği zaman tüketilecek bir nesne haline geldiği, güncel yaşantımızda da görmeye aşina olduğumuz bir dünyadan seslenen yazar J.G. Ballard’ın romanındaki bir karakterin gözleminde ortaya çıkıyor. “Burada, bir duble yolun üzerindeki bir benzin istasyonunda, kiliselere ya da şapellere oranla daha derin bir toplumsallık duygusu, kütüphanelerin ya da belediye galerilerinin verebilceğinden daha büyük bir kültürel paylaşım farkındalığı vardı.”7
Uzlaşma-çatışma zemini olan mekânı, bireyler, o anda, bu yola yolun kullanımını sağlamak üzere eklemlenen benzin istasyonunda, insanların onun işlevi dışında karşılaşmaları5
6
7
Richard Sennett, Kamusal İnsanın Çöküşü, çev. Serpil Durak-Abdullah Yılmaz, syf.30, Istanbul, Ayrıntı Yayınları, 2010. Uğur Tanyeli, 2011, Rüya İnşa İtiraz, syf. 367, Istanbul, Boyut Yayın.
J.G Ballard, 2013, Öteki Dünya, çev. Süha Sertabiboğlu, syf. 9, Istanbul, Sel Yayıncılık.
YAYIN, Özgün Yücetürk
222
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
tartışmaları için düzlem olarak benimsediği anda oluşturmuş olur. Yani bu mekânı oluşturan inşa faaliyeti, tasarım kararları veya planlar değil bireylerin ifadeleri, edimleri ve fikir alışverişleridir. Bu durumda, bahsedilen mekânın oluşturulması için bu konuda kendinde yetki görenlerin (tasarımcıların) o mekânın bir parçası olması yani orada ortak bir biçimde üretilen bellek topografyasının içinden bakması gerekliliği söz konusu olur. Joseph Brodsky, insan belleğinde şehirlerin bileşik (kompozit) imajlarının nasıl yer ettiğini anlamaya dair araştırma yaparken, belleğin şehirleri boş (insansız) olarak kaydettiğini ortaya koyar. “Bellekteki şehir boştur çünkü mimariyi (yapılı çevreyi) akla getirmek insanları akla getirmekten çok daha kolaydır” der ve bu bellek oyununun, mimarların mimarlığı, tasarladıkları mekânda yer bulacak yaşantı, onun içinde ve etrafında oluşacak insani haller üzerinden düşünmek yerine, onun kütlesel, materyal varoluşunun etkisiyle tasarlamaya meyilli olmalarının asıl sebebi olduğunu söyler.8 Bu durumda mimarın, tasarımcının yapı ve çevreyi kurgulamak için edindiği teknik bilgi yeterli gözükmüyor. “Yeni iletişim yolları, katılım ve kendini ifade biçimleri, işleyiş sistemleri üzerinde de ayrıntılı bir biçimde çalışması”9, kendini bu etkileşimlerin içinde konumlandırması gerekiyor.
Mimar pozisyonunu, kamusal bellek üretim sisteminin ve kent tasarımında toplumun üretkenliğini arttırıcı kamusal alanlar oluşturma ya da var olanları koruma amacının dışında belirlediği takdirde, kent ölçeğinde tasarım konusu insanların bir yerden bir yere taşınması ile sınırlı kalıyor. Güncel durumda, kapitalist kentin inşası, bireylerin kent içindeki zamanlarını kendi üretim politiğine kaydırılması üzerine olduğundan10 mimarın toplumsal bellek yönünde hareket etmesi zorlaşıyor. Örneğin İstanbul’da belediye bütçesinin %60’ının ulaşıma ayrılması bireylerin sadece üretileni tüketmesine aracı oluyor11, insan yoğunluğunun aksine, oluşturulan beton yoğunluğu kentle olan ilişkimizi kesiyor, ‘Güvenlikli site’lerin 4-5 metreye ulaşan tel örgülü duvarları insanların büyük bir şehir hapisanesinde gezindiğini hissini uyandırıyor. Gelinen noktada tüm bu ‘planlı’ yapılaşma bellek üretimimiz için şans tanımıyor. Sokaklarda, yollarda sıkışıp kalmış, uzayın çöplüğündeki Sovyet uydusu gibi amaçsız bir topluluk haline dönüşüyoruz, bellek topografyamızı kay8
9
Joseph Brodsky, “A Place as Good as Any” in On Gried and Reasın, syf.43, New York, Farrar, Straus and Grioux, 1997.
Ayşe Şentürer, Etik-Estetik, ed. Şentürer, Ural, Uz Sönmez, Estetik, Bugün ( ve Türkiye), syf. 180, Istanbul YEM Yayın, 1998.
10 David Harvey, Asi Şehirler, çev. Ayşe Deniz Semiz, syf. 189, Istanbul, Metis Yayınları, 2013.
11 Uğur Tanyeli, a.g.e.
YAYIN, Özgün Yücetürk
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
223
bediyoruz. Kulaklıklarımızı takıp son ses muzik ile kendimizi evden işe, işten eve atıyoruz. Kent savaş alanı, sokaklar hedef ve biz her gün kendimizi kentten kurtarıyoruz. Zaman kontrol edemediğimiz, bizi her geçen gün daha da zayıf düşüren bir karadelik haline bürünüyor. Bizi tüketen bu zaman; antidemokratik kent aktörlerinin, rantın, çürümüş siyasetin kentle olan ilişkisinden oluşan bir zaman. Zaman onu üretene göre işliyor, bize ise o kentte üretilen zamanın tüketilmesi kalıyor. Belleğimizi yitiriyor, üretemiyor zamanda asılı kalıyoruz. Onlar gökdelenlerini yapıyor, yollarını döşüyor. Sonuçta, o kentte yani İstanbul’da ‘Gezi Eylemi’nden başka bir seçenek kalmıyor çünkü o çocuklar birlikte oyun oynayamıyor, gezemiyor.
YAYIN, Özgün Yücetürk
224
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Fikrin Özgürleştiği “Yer” Pınar Demirel Etli
Anadolu Üniversitesi Üniversitesi, Mezun (Temmuz 2013)
Mekân ve toplum birbiri üzerine katlanmış ve birbiriyle örtüşmüş yapılardır. Mekânın fiziksel yapısının yanı sıra toplumsal yapısının da aynı bağlamda geliştirilmesi ve iyileştirilmesi gerekmektedir.
Henri Lefebvre “The Production of Space” de mekânı toplumsal bir ürün olarak nitelemektedir. Ona göre mekân; toplumsal anlamlara dayalı algı ve uygulamaları belirleyen ve üretim ilişkileri içerisinde toplumsal olarak ortaya çıkartılan bir üründür. Kentsel mekân ise coğrafî ve edilgen anlamının ötesinde işlevsellik kazanarak kapitalist üretimin örgütlenmesinin bir sonucu olması bakımından önem taşır.1
Tim Cresswell (2004)’e göre “yer” ise, insanların, herhangi bir şekilde, ilişki kurdukları, değdikleri, bağlandıkları mekânlardır; anlamlı konum olarak tanımlanır.2 Yer ve mekân ilişkisini gündelik yaşam pratikleri çerçevesinde irdeleyen Micheal de Certeau (1984), “mekân eylemler tarafından üretilirken, yer, üzerinde eylemlerin meydana geldiği boş bir sistemdir” diye tanımlamaktadır.3 Tasarlanmış ya da kendiliğinden oluşan mekânlar, bireylerin gündelik yaşam pratikleri ve birbirleriyle olan etkileşimleriyle yapılanmaya devam ederler. Kentsel mekân ile birey arasındaki etkileşim ve ilişkiler dinamiği güç ilişkilerine dayalı gerilim ve çatışmalardan etkilenebilir. İnsan eylemleri karşısında edilgen bir unsur olan 1
2
3
Lefebvre, H., 1991, The Production Of Space, Blackwell Pub., USA.
Cresswell, T., 2004, Place: A Short Introduction, Blackwell Pub., USA.
Certeau, De M., 1984, The Practice Of Everyday Life, University Of California Press, Berkeley,.
YAYIN, Pınar Demirel Etli
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
225
mekân toplumsal olaylarda da bağlama ateşleyici / yatıştırıcı bir katkıda bulunabilir. Yani mekân, çatışma ve uzlaşmaya zemin oluşturan bir kimlik kazanabilir. İnsanlar mekânlara anlam yüklediklerinde ve bir biçimde onunla ilişki kurduklarında, ona değdiklerinde ve deneyimlediklerinde, mekân bir yer haline gelir.
Toplumların zaman zaman ihtiyacı olan bireysel haklarını savunabilecekleri, özgürce görüşlerini aktarabilecekleri ve bu bağlamda benimsedikleri yerlere- tartışma zeminlerine- ihtiyacı vardır. Dünyada Kanada, İngiltere, Avustralya, Hollanda ve Singapur gibi birçok ülkede Londra’daki Hyde Park’taki Speaker’s Corner benzeri özgür konuşma mekânları bulunmaktadır. Bu konuşma platformları çeşitli fikirlerin özgürce paylaşılabildiği ve savunulabildiği yerlerdir. Birey ve grupların sosyal ilişkilerinin gelişmesi, kendilerini sosyal ve psikolojik açıdan başkalarına açabilmesi ve zıt görüşlere karşı toleranslarının yükseltilmesi açısından bu platformlar oldukça önemlidir. Bu platformların aktif biçimde kullanılabildiği toplumlar daha bilinçli ve farklı görüşlere karşı daha toleranslıdır.
maj 1-2. Londra Hyde ParkSpeakers Corner (1973-2013) 4 4
History of Speakers Corner Domain http://speakerscorner.org.au/the-history-of-speakerscorner/ Erişim: 24.03.2014
YAYIN, Pınar Demirel Etli
226
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Londra’da 1855 yılında, Pazar günleri alışveriş yasağı getiren kanuna karşı Speakers’ Corner’da ilk gösteri yapılmıştır. Burası daha sonra konuşma köşesi olarak kabul edilmiştir. Bu mekânı Karl Marks, Lenin, George Orwell gibi ünlü kişiler de kullanmıştır. Günümüzde de insanlar bu tarz serbest konuşma kürsülerinde konuşma süreleriyle ilgili bir sıkıntı olmadan diledikleri gibi görüşlerini bildirebilmektedirler. Konuşan kişiler, bireysel haklara saldırmadıkça ve alenen yasalara aykırı konuşmadıkça polis tarafından engellenmemektedirler. Daha çok bireysel olarak fikirlerin beyan edildiği ve bir grup dinleyiciye hitap edilen kentsel mekânlar olarak kullanılmaktadırlar. Çağımızda insanlar elde etmek istedikleri her türlü bilgiye internet üzerinden, sosyal ağlardan ve çeşitli medya araçları ile ulaşabilseler de, siyasi ve toplumsal meselelere karşı bir arada olma ve tartışma zeminine ihtiyaç duymaktadırlar. Ülkemizde son zamanlara kadar görülmeyen bu tarz örgütlenmeler Gezi Parkı olaylarıyla birlikte tekrar gündeme gelmiş ve tartışma zeminleri kendiliğinden oluşmuştur.
İmaj 3. İstanbul- Taksim Gezi Parkı, Haziran 2013 5 5
http://www.istabip.org.tr/icerik/taksim29.05.jpg Erişim: 24.03.2014.
YAYIN, Pınar Demirel Etli
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
227
Taksim Gezi Parkı’nda başlayan olaylara toplumun büyük bir çoğunluğun yaygınca kullandığı kentsel bir mekânın sermaye devlerine tahsis edilmesi ve buna belirli bir sınıfın tepkisi öncü olmuştur. Sonraki süreçte iktidarın dayatma ile baskınlaşması neticesinde direnerek kent kimliğini korumaya yönelik bir tutum ağırlık kazanmıştır.
Öncelikle sanal mekânlarda örgütlenerek başlayan, ardından parklarda ve kentsel mekânlarda vücut bulan tartışmalar yaşanmıştır. Tartışmaların odağındaki mekân Taksim Gezi Parkı’nda “Direniş Platformu” adı altında gruplar kurulmuş ve parkı tartışma mekânı olarak kullanmışlardır (İmaj 3). Bu süreçte Abbasağa Parkı da tasarlandığı amaca uygun olarak benzer forumlara ev sahipliği yapmıştır (İmaj 4-5).
İmaj 4-5. İstanbulAbbasağa Parkı, Haziran 2013 6 6
http://vesmolla.com/wp-content/uploads/2013/06/abbasa%C4%9Fapark%C4%B1.jpg Erişim: 24.03.2014.
YAYIN, Pınar Demirel Etli
228
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Toplumun, siyasi söylemlere meydan okuması ve dayatmalara karşı çıkması neticesinde standartlaştırılmış birçok kentsel mekânın, yeniden inşasına ve kendi özüne dönüştürülmesine tanık olundu. Sosyal içerikli, planlı veya plansız eylemler ve işgaller ile kurulan mekânlar kamusal alanın nasıl yeniden şekillendiğini ve tanımlandığını da göstermiş oldu.
Sonuçta bu parklar farklı kültür, etnik köken, siyasi ve ideolojik görüşten binlerce insanın bir araya gelmesine ve tartışmasına, uzlaşmasına-çatışmasına zemin oluşturmuştur. Demokrasi kültürünün gereği olarak bu tarz örgütlenmelerin özgürce yapılabilmesi ve sürdürülebilmesi gerekmektedir. Kentsel ölçekteki yeşil alanların, parkların ve meydanların, sosyal ve ekonomik olarak büyük sermayelerin rantsal dönüşüm kavgasından kurtulabilirlerse, çok daha güzel amaçlara hizmet edeceği görülmektedir.
YAYIN, Pınar Demirel Etli
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
229
Kaldırım Taşından Kent Ölçeğine Doğru Uzlaşma Mekânları Ruken Karakuş
İstanbul Teknik Üniversitesi, Lisans
Zemindeki eylemlerin; eylemleri oluşturan kişiler, nesneler, olaylarla şekillenmesi yer ve bu yerin kişiler, nesneler, olaylar bağlamında özelleşip mimari öğeler yaratmasıyla mekân ortaya çıkar. Yer bir çok olguyu içinde barındıran sınırları mekâna göre daha anlaşılmaz olan, keskin çizgilerle ayrılamayacak ve mekân kadar özelleşmemiş arazi parçalarıdır. Yer, uçsuzluğuna ek olarak mekâna nazaran doğal koşullara daha bağlıdır, coğrafik konumu yer’in fonksiyonunu, karakterini büyük ölçüde belirler niteliktedir. Olgular ve olaylar bu yerin mekânlaşmasına sebep olur. Mekânlar, yaşanmışlıklar ve anılardan beslenir, bunların izlerini üzerinde taşır. Yardımcı öğelerle birlikte şekillenir, değişir, transformasyona uğrar. Bu tasarım, planlama, uygulama, kullanım, yıkım aşamalarında birçok farklı yaşanmışlığa tanık olur ve bu yaşanmışlıklarla mekân niteliğini korumaya çalışırken karakterini, fonksiyonunu yitirebilir yahut değiştirebilir.
19. ve 20. yüzyıldaki endüstriyel, yönetimsel, dini, ekonomik ve toplumsal reformlar insanlarda daha önce ortaya çıkmamış, aslında alt benliklerinde var olan bazı yeni terimleri hayatlarına sokmuştur. Bu terimler kişilerin doğuştan hakları olan fakat daha önce sınıfsal farklılıkları esas alan toplum düzeninde yaşadıklarından ötürü karınlarını doyurma faslını geçip daha modern ve eşit bağlamda hak iddia edemedikleri özgürlük, demokrasi, adalet gibi kavramlar olmuştur. Bu kavramlarla birlikte insanlarda yeni davranış ve tutumları ortaya çıkmıştır. Tabii bu yüzyıllardaki sosyolojik ve özellikle ekonomik durumun mimari bağlamda nasıl bir boyut kazandığına dikkat etmek gerekir. Endüstrileşme dünYAYIN, Ruken Karakuş
230
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
yanın çoğu ülkesinde er ya da geç halka tarım ve kent endüstrisi arasında seçim yapmak zorunda bıraktırmıştır. Büyük bir kısım kentlere göç etmiş ve bu kentleşme bir sürü sorunu, ihtiyacı, yenileşmeyi ve oluşumu beraberinde getirmiştir. Kentler daha da genişlemiş ve politik açıdan karmaşık bir yapılanma ortaya çıkmıştır. Kentlerde insanlar seslerini duyurmaları için belli düğüm noktalarında protest mekânları yaratmıştır. Bu mekânlar belleği olan mekânlar olmakla birlikte İstanbul - Kazlıçeşme örneğinde görüldüğü gibi insanlar, benliklerini yitirsinler diye belleksiz mekânlara taşınmaya çalışılmıştır.
Özellikle 20. yüzyıldan sonra çeşitli toplum örgütlenmeleri ve başkaldırılarıyla ortaya çıkan ‘sokağa çıkma’ eylemi politik ifadelerin ve söylemlerin yani düşünce ifade biçimlerinin nasıl üç boyuta dönüşüp mekânlaştığını gösterir. İnsanlar istek ve ihtiyaçlarını elde etmek için daha fazla emirlere boyun eğmemiş, otoritelere karşı gelmiş ve hakkını sokaklarda aramaya başlamıştır. ‘Sokağa çıkma’ medeniyetin var olduğu sürece kent toplumunun hatta kırsallarda ekolojik protestolarda köy halkının iktidara karşı kullandığı en büyük silahlardan biri olmuştur. Sokaklar devrimci eylemlerin gerçekleştiği, karşılaşma, uzlaşma, tanışma ve çatışma bölgeleri olmuştur. Sokaklar kullanım şekillerine göre farklı tipolojiler oluştururlar, bu da eylemin hangi sokakta gerçekleştiği cevabını verir. Her sokak gerçekten devrimci bir eylemi kaldıracak kapasitede ve karakterde midir? Neden İstiklal Caddesi bir protest sokak iken Meclis-i Mebusan Caddesi değildir? Sokak, antik dönemde ayrıcalıklı yerlerin bir parçasıyken Ortaçağ’dan sonra zanaatın ve ticaretin sokaklara girmesiyle bir sergi malzemesi haline gelmiş ve sonrasında tüketimi arzulatan bir araca dönüşmüştür. “Bundan sonra sokak ev - iş arasında tüketimi arzulatan bir geçiş noktası haline gelmiştir. Sokaklar kapitalist teşhir noktaları haline gelmiş ve olaylara dayalı bellek silinmeye başlamıştır. Peki insanlar sokakları nasıl geri alacak? Kitlesel olarak insanın bu sokaklara dönmesinin tek yolu iktidarın kitlesel eylemlere izin vermesi, yürüyüşlerin, festivallerin bu sokaklarda gerçekleşebilmesidir” (Lefebvre, 2011: 2324).
1977’nin Kanlı 1 Mayıs’ından sonra insanların belleğine daha da iyi kazınmış olan İstiklal Caddesi, 2009’a kadar İşçi Bayramı kortejlerine kapalı olmuş, 2009’da açıldıktan sonra da 2013’te yürüyüş tekrar engellenmiştir. İktidar yürüyüşler, eylemler ve mitingler için tüm bu bellekten apayrı belleksiz bir beton yüzey, Yenikapı ve Kazlıçeşme gibi miting alanları YAYIN, Ruken Karakuş
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
231
önermiş ve hiçbir insana, hiçbir yapıya etkimeyen bir yerde insanları toplanmaya yönlendirmiştir. Oysa belleği olan alanlarda eylemler, eylemle ilgisi olmayan insanlara da etkir, sokak aralarına, iş yerlerine, okullara, ulaşım araçlarına dokunur. Eylem alanlarındaki insanları ve mekânları da içine dahil eder. Eylem alanı bu sebeple şehir ortasında olmayı gerektirir, kıyısında değil. 2013 Gezi Parkı olayları da zamana ve müdahaleye bağlı olarak bir çok değişik tipolojiye sahip mekânlarda vuku bulmuştur. Çatışma alanları; korunması gereken Gezi Parkı, İstanbul’daki ve diğer şehirlerde işgal edilen parklar, yürüyüş yapılan ve kolluk kuvvetleriyle karşılaşılan sokaklar ve kent belleğinde yıllardan beri yer edinmiş direnişçi mahalleler olarak genel başlıklarla ayrılabilir.
Tarih boyu insanların sokağa çıkma amacı genellikle politik sebeplerden ötürüyken bu sefer kent toplumunu kentsel protesto mekânlarına çıkaran kentsel bir olaydır. Halk, ranta kucak açılan bir kent yönetimine karşı sokağa çıkmıştır. Tarihi, kanlı politik olaylarla dolu bir toplum ilk defa ekolojik sebeplerle patlayan bir başkaldırıyla baş başa kalmış; kentsel devrim kentin en mühim ve protest mekânlarından birinde baş göstermiştir. Kentsel devrim içerik olarak şehirciliğin ideolojik karakterine karşı çıkar, toplumun pasifist veya aktivist eylemleriyle ilerler; mekâna ve zamana bağlıdır. Lefebvre’nin belirttiği gibi: “Mekânsaldır zira süreç mekân içinde ilerler ve onu dönüştürür; zamansaldır zira zaman içinde gelişir” (Lefebvre, 2011: 12). Bu çatışma mekânı olaylar ve olgularla şekillenip, mevcut durumundan dışarı çıkar. Süreç içerisinde mekân, toplumun, eylemcilerin ihtiyaçları ve içgüdüleriyle şekillenip değişir. Müdahale durumlarında etrafta bulunan objeler mevcut işlevlerinden koparılarak yeni işlevler kazandırılır ve içgüdüsel bir şekilde işlenirler; kaldırım taşlarının sökülüp üst üste yığılmasından oluşan koruma alanları gibi. Bu kaldırım taşları, kentsel mobilyalar hatta bazı durumlarda çatışma alanındaki mahallelilerin evlerinden verdikleri mobilyalarla birlikte barikatlar oluşturulur. Barikat mimarlığı bir içgüdüsel mimarlıktır, bunun için eğitimli olmaya gerek yok; halk ihtiyacı ve önceliği (kendini koruma) doğrultusunda etrafındaki objeleri çoklu işlevlerle kullanır. Artık yeni işlevi bir koruyucu, bir sınır olmuştur kolluk kuvvetleri ve eylemci arasında. Müdahale- çatışma anlarında bu süreç çok daha hızlı ilerlerken; cep çatışma noktalarında bu dönüşüm daha çabuk olup, mekân oluşumu daha uzun bir süreçte kendini kent içerisinde korunma, saklanma, beslenme, tedavi ve etkinlik noktalarına dönüştürmüştür. Protestolar süresince oteller, kafeler, işyerleri ve hatta halkın bir kısmı eylemcilere kapısını açarak buraları hiç tanımadığı insanlarla kamusallaştırmış ve böylece protesto yeri içerisinde geceleri ışığı YAYIN, Ruken Karakuş
232
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
açık sığınma mekânları oluşmuştur. Sokaklar uzlaşma mekânları haline gelmiş ve halk iktidarla buradan yüzleşmiştir. Tencere tava çalınan mahallelerde kişiler komşularını bu şekilde uyarıp direnişe katmayı amaçlamış ve bu uyarılmayla mekân direniş formunu almıştır.
Kentsel devrimlerde sık sık görülen fenomenlerden biri de ‘occupy’ yani işgal eylem biçimidir. Gezi Park’ındaki occupy hareketinin dünya çapındaki eylemlerden farkı, halkın ilk defa kentsel bir mekânı ablukaya alması değil asıl amacının bunu korumak olmasıdır. Evet burada da diğerlerindeki gibi bir ablukaya alma işlemi vardır fakat Gezi Parkı eylemlerinde halk ağaçları, rantçı ve yanlış yapılaşmadan koruma amacı gütmektedir. Uzlaşmanın gerçekleştiği mekân herhangi bir mekân değildir, protestoların başlamasına sebep olan mekândır: Mekân içinde mekân için devrim.
Mekânın halk tarafından eylemler ve çeşitli olgularla içgüdüsel bir şekilde şekillenmesi Gezi Parkı içerisinde kendi kendine şekillenen bir sistem ortaya çıkarmıştır. Mevcut planı dışında insanların çeşitli aktivitelere ve noktalara gitmesi için haritalar yapılmıştır. Yer içerisinde kendi kendine mekânlaşan yerler; tedavi noktaları, yemek tedarik noktaları, kütüphane, çocuk boyama etkinliği noktaları, pankart grafik noktaları, halay rotaları, müzik noktaları, seyyar yemekçiler, dergi - gazete noktaları gibi mekânların ortaya çıkmasını sağlamış, bir yaşam alanı yaratılmıştır. Bütün bunların arasında çadırlarla konaklama bölgeleri vardır. Çadırlar birbirlerine komşu durumda dizilirler ve her geçen gün artan ve değişen bir popülasyona barınma mekânı olurlar. Mekânın ana kaynakları bu dönüşen popülasyonun hazır kaynakları tarafından tedarik edilmiş, artan popülasyonla tuvalet ihtiyacı karşılanamamıştır. Süreç henüz mekânın kaynaklarının kendi kendine yetebilmesine imkân vermemiş fakat bostan uygulamaları olmuş, müdahaleciler tarafından yıkılmıştır. Tüm bunlar süreç içerisinde mekânın henüz kendine yetecek kadar olgunlaşmadığını gösterir fakat amaç burada kalıcı bir sistemden ziyade göçebe bir sistem önermektir. Kaldı ki bu öneriler proje bazında ortaya çıkan ürünler değil tamamen anlık ihtiyaçlarla anlık bir şekilde ortaya çıkmış ürünlerdir. Peki bu esnada mekân sadece somut bir mekân mıdır? Somut mekânlar haricinde direnişin büyük bir kısmı sanal mekânlarda gerçekleşmiştir. Mısır ve İran öncelikli olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde eylem çağrıları artık sosyal medya aracılığıyla yapılmaktadır. 2013 Türkiye’sinde de sosyal medya şimdiye kadar hiç olmadığı bir şekilde aktif kullanıl-
YAYIN, Ruken Karakuş
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
233
mış ve büyük bir bilgi akışı platformu haline gelmiştir. Anlık yapılan çağrılar, atılan twitler, paylaşılan videolar ve gönüllü muhabirlerle birlikte olay anından yapılan canlı yayınlarla o somut mekân içerisinde bulunmayanlarla iletişim sağlanmıştır. Akıllı telefonlar anlık yayına imkân sağlamış ve somut mekân içerisinde bir sanal mekân yaratmışlardır. Birçok web sitesi, Facebook sayfası ve Twitter hesabı açılarak bu sanal mekânlarda direnişin pasif eylemi sürdürülmüş ve bilgi akışını sağlayan, depolayan, arşivleyen mekânlar oluşturulmuştur. Halk sosyal medya hesapları aracılığıyla direnişin medya ayağını sürdürmüştür. Günümüz dünyasında örgütlenme mekânı sosyal medya aracıdır ve sosyal medya halkın baskıcı iktidara karşı kullandığı en büyük silahlardan biridir. İktidarın ana akım medyayı tekeline aldığı ülkelerde halk kendi medyasını kendi yaratır ve iktidarla bu mecralarda uzlaşır. Öyle ki bu durum Başbakan tarafından bizzat Twitter’ın yasaklanılmasına kadar gitmiştir. Sosyal medyanın gücü sokaklarda kolluk kuvvetlerince şiddetle karşılaşan halk tarafından gösterilmiştir.
Sanal mekânlardaki direniş Gezi eylemleri sonrasında da devam etmiştir. Sokak ve park eylemlerinin azalmasıyla değişen mekânlar yavaş yavaş eski hallerine geri dönmüş, parklar işgal hallerinden çıkıp ıssızlaşmış, kendi kendine dönüşen mekânlar ses etmeden kaybolmuştur. Bundan sonra direniş ayağı 21. yüzyıl toplumunun yapmaya alışık olmadığı bir şekilde devam etmiştir. Gündelik hayatta birbirlerinin yüzüne bakmayan kent insanları, metroda, vapurlarda sloganlarla anlaşmış kamusal alanları dönemsel değişken pasif direniş mekânları haline getirmiştir. Direnişin sonraki ayaklarından en önemlisi mahalle forumlarıdır. Mahalle forumlarıyla bu insanlar parklarda buluşmuş ve birlikte bir sonraki aşamaya dair sivil direniş ağı oluşmasını sağlamışlardır. Parklar normalde görmedikleri kadar insanı toplu bir şekilde ağırlamışlardır. Kentlileşmeyle birlikte unutulan ve azalan kullanımlar yeniden var olmuştur. Halk kolektif bir şekilde hareket etmeyi yeniden öğrenmiştir. Uzlaşma mekânları bire bir çatışma mekânlarından çıkıp, sanat sergilerine, müzik albümlerine, işgal evlerine, mahalle forumlarına, sosyal medya sayfalarına dönüşmüştür.
Kaynakça
Lefebvre, H., 2011. Kentsel Devrim, (S. Sezer, Çev.) İstanbul: Sel Yayınları.
YAYIN, Ruken Karakuş
234
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Yer / Mekân Tartışmalarında İkna Selahattin Doğa Gülhan - Güzin Öztok Boğaziçi Üniversitesi, Yüksek Lisans
Günümüzde yer ve mekân üzerine yapılan tartışmalarda eleştirel düşünceyi benimsemekte güçlük çeken bir anlayış görülebilir. İkna kavramının baskınlığı tartışma sürecini ve sonuç ürünlerini verimli olmaktan uzaklaştırır. Farklı argümanlar üzerinden senteze gitmek ya da birden fazla argümanın çelişkileriyle birlikte tartışılması yerine, argümanlardan birinin kabul edilmesi ya da ettirilmesi gelişmemiş sonuçlar oluşturabilir. İknanın baskın olduğu bu tutumum örnekleri üniversiteler, mimarlık ve tasarım pratiği, belediye politikaları gibi pek çok alanda görülür. Üniversitelerde yürütücü ve öğrenci arasındaki iletişim kopukluğu, kamusal yer ve mekân üzerine yapılan dikte edici söylemler, yarışma süreçlerinde sadece ikna etmeye yönelik yaklaşım ya da deneyimli olmanın getirdiği kabul görmüşlük bugünkü ikna süreçlerini tartışmaya açar. Bu bildirinin amacı ikna ve ilişkili kavramları örneklerle birlikte tanımlamak, ayrıca yer ve mekân üzerine iknanın baskın olmadığı daha verimli tartışma süreçleri önermektir.
İkna kabaca bir fikrin, eylemin, tutumun ya da davranışın benimsetilmesi şeklinde tanımlanır. İkna üzerine felsefe, sosyoloji, iletişim bilimleri gibi çeşitli alanlardaki çalışmaların içinde Aristoteles’in Retorik isimli eseri, ilk örneklerden biri olması ve sonraki çalışmaları da etkilemesi açısından önemlidir. Bu eserde iletişimin üç temel öğesinden bahsedilir; konuşmacı, dinleyici ve konuşmanın kendisi. İkna kavramı da iletişimin üç öğesinin özellikleri üzerine oturur. Aristoteles, ikna edici bir konuşma için konuşmacının gü-
YAYIN, Selahatin Doğa Gülhan - Güzin Öztok
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
235
venilirliği, dinleyicinin duygusal durumu, argümanların kanıtlanabilirliği gibi niteliklerden bahseder. Ayrıca ikna etmenin eğitim, problemleri görebilme, kendini savunma gibi alanlara yönelik önemini vurgular. (Elbette çağdaş çalışmalar iknaya ait kavramları çeşitlendirmiş ve inanç, tutum, yönelim, doğruluk gibi ilişkili diğer kavramlar ile birlikte tartışmıştır.) Bu temel bakış açısından sonraki çok sayıdaki tartışma (örneğin bireyin zihinsel süreçlerinin önemini vurgulayan öznelcilik, Alfred North Whitehead’in yarı-doğru kavramı, Erich Fromm’un mutlak doğru kavramı yerine optimum doğru kavramını önermesi vd.) güncel ikna tanımlarını çeşitlendirmeye yardımcı olur. Bu noktada ikna, çok yönlü ele alınan ve karmaşık yapılara sahip tanımlar olarak karşımıza çıkar. Yer ve mekân tartışmalarının yapıldığı ortamlarda bu tanımlardan bahsetmek ve tanımlara eleştiri getirmek mümkündür.
Tasarım ve mimarlık eğitiminde lisans düzeyinde mekân ve yer tartışmaları genellikle ikna etme üzerinden ilerler. Bu süreçte tarafların eleştiriye kapalı olması ve karşılıklı ikna etme çabaları, kısıtlayıcı bir tartışma yaratır. Yürütücü, öngördüğü kavramları ve beklediği sonuç ürünü öğrencinin üretimlerinde görmek isteyebilir, hatta sadece bunu bekleyebilir. Öğrenci ise eleştirileri önemsemeksizin kendi argümanını kabul ettirmeye çalışabilir ya da yürütücünün görüşlerini tartışmasız kabul edebilir. Lisansüstü düzeyde ise ikna kendi argümanını destekleyici referans gösterme ya da ideal bir sonuç ürün ortaya koyma gibi sınırlamalar olarak ortaya çıkabilir. Öğrencinin ve yürütücünün çoğu zaman kendi fikrini tartışmaya kapalı bir şekilde kabul ettirmeye çalışması karşılıklı monologlara benzetilebilir. Bu monologlaşmanın bir nedeni eleştirel düşünceye sahip olunmaması iken diğer neden ise tartışmadaki kişilerin eksikliğidir. Yani tartışmanın çoğu zaman iki kişi / taraf arasında yapılıyor olması baskılayıcı bir ortam oluşturur. Öte yandan tartışma ortamlarında ikna etmenin baskın olduğu süreçten geçen öğrenciler eğitim kurumlarında, pratik üretim ortamlarında ya da kamusal tartışma ortamlarında benzer kapalı süreçlerin üreticisi olabilirler. Bu nedenle daha fazla bakış açısının tartışma ortamına girmesi ile ikna süreci karşılıklı bir kabul ettirme çabası olmaktan çıkar ve tartışmalar zenginleşebilir.
Yer/mekân üretim pratiğinde deneyimli ve deneyimsiz olma durumu, hiyerarşik bir yapılanmaya dönüşerek kendi içinde yeni ikna süreçleri tanımlar. Burada bir konu üzerine yeni ve deneyimsiz olanların ikna etmesi zorken, deneyimli olanların ikna etmesi daha olasıdır. Deneyimsiz mimarlara daha az şans tanınması mimarlık pratiği içinde ilginç bir çelişki oluşturmaktadır. Deneyimsiz mimarlardan beklenen tutum deneyimin artarak bilgiye dönüşmesi ise, genç mimarların üretim ve tartışma içine girerek deneyim kazanması geYAYIN, Selahatin Doğa Gülhan - Güzin Öztok
236
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
rekmektedir. Bununla birlikte deneyimli mimarların ikna etme konusunda daha başarılı olması her zaman olumlu, geliştirici ve eleştirel bir durum oluşturmayabilir. Örneğin yıldız mimarlık kavramı kabaca çeşitli gruplar tarafından kabul görmüş ve günümüzde genelde kurumsallaşmış mimarlık üretimleri olarak tanımlanır. Burada ikna kavramının kimi zaman yok olması, yer ve mekân üretimini yüceleştirebilir ve bu üretimi tartışma olmaksızın kabul edilmiş doğrulara çevirebilir. Fikirlere önyargılı bakabilecek ya da yanlışlık ve doğruluk kavramlarını deneyim üzerinden tanımlayabilecek noktaya gelmiş bir ikna süreci verimli tartışmalardan uzaktır.
Kamusal yer/mekân üzerine tartışma ortamları güçlükle oluşabilmektedir. Çoğu zaman da kamunun olmadığı ortamlarda bu süreç herkes adına karar veren kişiler arası iknalaşma ile sonuçlanır. Tartışma ortamlarında çoğunluğun kesin doğruluğu ve gücünü reddeden, bununla birlikte tüm fikirlerin önemini vurgulayan çoğulcu bir bakış açısı benimsenebilir. Özellikle belediye ve şehir politikalarında yer bulmaya çalışan çoğulculuğun güncel ve yerel bir örneği Gezi Parkı’dır. İmar izni olmadan, kamu yararını gözetmeksizin, bireylerin, STK’ların ve bilirkişilerin söz hakkını reddeden bir inşa etme çabası oldukça hatalı bir ikna etme süreci örneğine dönüşmüştür. Bu noktada sağduyu ile yürütülen süreçler herkes için ortak çözümleri amaçlayabilir. Bunun yanında fiziksel olmayan kamusal mekânlar da tanımlanabilir ve bu sanal kamusallık çoğulcu süreçlerin işlemesine yardım edebilir, ayrıca fiziksel kamusallığı da destekleyebilir: Örneğin kamusal bir parkın mevcut durumu ve geleceği için bir tartışma ortamı yaratmak üzere sosyal medyanın kullanılması verimli bir süreç oluşturmaya yöneliktir.
Tasarım ve mimarlık yarışmaları fikir üretimine teşvik etmesi açısından önemlidir fakat ikna kavramının baskınlığı yarışma sürecini olumsuz etkileyebilir: Fikirleri tartışmak adına üretilen temsiller içeriği gölgede bırakarak tek başlarına bir ikna aracına dönüşebilir ya da yarışma sadece tartışmasız kabul görecek üretimleri teşvik edebilir, temsilde basmakalıplaşan anlatım tekniklerinin artışı gözlenebilir. Yarışmalarda ikna etkisinin azalması durumunda ise üretimlerin içerikte ve temsilde eleştirel olması sağlanabilir, katılımcılık artabilir. Öte yandan jürinin seçici üst kurul olarak işleyişi ve yalnızca jüri üyelerinin fikrine dayalı bir süreç de kapalı bir tartışma ortamı oluşturur. Yarışmacıların da jüri ile birlikte tartışma ortamına katıldığı, gerekirse kamuya danışılan, çok aşamalı ve üretici bir süreç kurgulanabilir. Bununla birlikte ön seçimli mimarlık yarışmaları, iknanın olumsuz bulunan yaklaşımına iyi bir örnek olarak verilebilir. Bu yarışma biçiminde ilk aşamayı geçen port-
YAYIN, Selahatin Doğa Gülhan - Güzin Öztok
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
237
folyo seçkisinde deneyimli mimarların baskın olduğu (neredeyse tamamının deneyimli ekiplerden oluştuğu) görülmektedir. Bu durum, deneyimli mimarların yarışma için henüz bir fikir sunmadan ikna etme gücüne sahip oluşuna ve aynı zamanda jüri üyelerinin deneyimli kişiler tarafından ikna edilmeye açık oluşuna örnektir. Deneyimli mimarların seçiliyor olması henüz mezun olmuş genç mimarların bilgisini ve yaratıcılığını görmezden gelmekte iken iki grubu aynı tartışma ortamında olmaktan uzaklaştırarak yarışma kavramının özüne aykırı bir davranış gösterir. Fakat son zamanlarda alternatif yarışma örnekleri ile ikna kavramının azaldığı durumlar da üretilmektedir. Jüri ile birlikte yarışmacıların fikir belirttiği, kamunun düşüncesine başvurulduğu süreçler denenmektedir
Sonuç olarak ikna sürecinin yer/mekân tartışmalarında verimli sonuçlar oluşturabilmesi için iknanın güncel tanımlarının yapılması gerekebilir. İknanın tartışma ortamındaki kesin tanımı ve baskın karakteri, sürecin üretkenliğini zedeler. Bunun yanında iknanın tamamen kaybolduğu durumda da taraflar aynı görüşe sahiptir ya da aynı görüşü kabul etmiştir, dolayısıyla bir tartışma ortamından dahi söz edilemez. Yer ve mekân çalışmalarına dair oluşan her ortamda tartışmaya katılan zihinlerin çoğalması teşvik edici olabilir. Tasarım ve mimarlık eğitimi ile pratiği eleştirel bakış açısının geliştirildiği ve desteklendiği, iknanın yönlendiriciliğinin azaldığı bir ortamı kurgulayarak üretkenliği artırabilir. İknanın yanında geri bildirim, yarı-doğru, öznel yargı gibi iletişimin diğer kavramların da içeriğe katkıda bulunması yer ve mekân üzerine daha nitelikli tartışmalar oluşturabilir.
Kaynakça
İkna etme amacı taşımadığından bildiri için referanslar bölümü yazılmadı.
YAYIN, Selahatin Doğa Gülhan - Güzin Öztok
238
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Kamusal Alanda Varoluş: Haziran Direnişi Sena Kayasü - Doruk Alpsar Bilkent Üniversitesi, Lisans
Giriş
Kafka eserlerinde insanın duygu dünyasını ve toplumsal mekanizmaların birey üzerindeki baskılarının ona çektirdiği acıyı betimlemiştir. Bunun için, özellikle Dava’sında mimari çevreyi, insanın süregelen duygusal değişimini somutlaştırmak için bir metafor olarak kullanmıştır. Bir başka deyişle, romanda gittikçe yalnızlaşan ve hayata dair umudunu kaybetmeye başlayan bireyin duygu dünyası da gitgide grileşmekte; K’nin dolaştığı fiziksel mekânlar gittikçe bozulmakta, içinde nefes dahi alınamayan terk edilmiş yerlere dönüşmektedir. Fiziksel mekândaki yozlaşma, K.’nın duygu dünyasındaki çürümeyle paralel ilerlemektedir. Burada, Kafka tarafından kurgu çerçevesinde kullanıldığını iddia edebileceğimiz mimari çevre, gerçekte de kişilerin ve toplumların duygu dünyalarının süregelen değişiminden etkilenir. Zaten mimarlık aynı zamanda toplumların düşünsel ve duygusal gelişimlerin fiziksel bir kaydı değil midir? Öyledir, ancak Kafka’nın mimariyi bu kadar özenle betimlemesinin bir sebebi daha olabilir, o da insanın inşa ettiği çevrenin ve onun içinde olanaklı kıldığı toplumsal mekanizmaların onu ne kadar belirlediğinın farkında olmasıdır. Bu diyalektik, aslında insanın başta umutla kendisi için inşa ettiği dünyanın sonradan korkunç bir makineye dönüştüğünü anlatır. Günümüz mimarlığının inşa ettiği bu makine, duygu dünyalarımızı da birbirinden kopuk “gecekondu mahallelerine”1 dönüştürür. Alvar Aalto’nun yarattığı bu kavram, modern dünyanın mekanikleşitirici etkisi ve katı 1
Schildt, Goran, 1994, Alvar Aalto, Rizzoli Publications, New York, ss. 230.
YAYIN, Sena Kayasü - Doruk Alpsar
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
239
rasyonalitesinin insanın duygu dünyası üzerindeki sonucudur. Peki ama K.’nın bile gitmediği gecekondu mahallelerinde dolaşan “küçük insan”2, bu devasa makine karşısında ne yapabilir ki, üstelik de tek başınayken? Ama Kafka’nın bu kadar umutsuz durduğuna bakmayın, ağzından kaçırmış olmalı: “Mantık her ne kadar sarsılmaz ise de yaşamak isteyen bir insana karşı koyamaz”3. Yani tarihin akışında ve mimari çevrenin içinde kurgulanan yalnızlığımızın bu modern hali elbette çözülecek, bu da mekân/yerde olacaktır: Bir araya gelerek, uzlaşarak ve çatışarak.
Neoliberalizmle Birlikte Yeniden Tanımlanan Mekân/Yer:
80’li yıllarda ortaya çıkıp 90’lı yıllarda yükselen neoliberal politikalarla gelişen rant odaklı piyasa ekonomisinin kent hayatımıza etkisi azımsanmamalıdır. Bu etki en başta kamusal alanların yine rant odaklı alışveriş merkezlerine ve diğer rant tesislerine aktarılması olarak gözlemlenebilir. Yani her çeşit insanın özgürce bir araya gelebileceği, daha az tanımlı fonksiyonların somutlandığı ve böylece insanların ekonomik ve kültürel farklılıklarını gözetmeden onları kapsayabilecek kamusal mekânlar yerine, her sosyal sınıfın kendi tüketim alışkanlıklarını ve yaşam tarzını rant odaklı olarak belirleyen ve ona hitaben tasarlanan “sözde kamusal mekânlar” yaratılmaktadır. Aradaki fark, dönüştürülen mekânların kapılarında görülen özel güvenlik görevlilerinden de anlaşılabilir. Bildiğimiz ve sevdiğimiz kamusal alanların aksine, bunlar sosyal hayatın sürdürülebilirliğine engel olmaktadır. Bu anlamda neoliberal politikaların kamusal alanı sosyal bir ayrıştırıcı olarak kullanması ve onu işlevsizleştirmesi doğaldır.
Mekân üzerinden sosyal hayatın bu şekilde özelleştirilmesinin bir örneği de 2013 yılında kamusal alanda içki tüketimini engelleyen yasaktır. Bu, çoğu kişi için sosyal hayatın vazgeçilmez bir parçası olan “içki sohbetlerini” yine rant odaklı mekânlara, yani barlara ve kulüplere hapsetmek anlamına gelir. Daha uzun süredir devam eden bir süreç olarak sinema ve tiyatro yapılarının yıkılıp yerine rant tesislerinin inşa edilmesi, toplumsal yaşamı daha da kısıtlamıştır. Sosyal medya üzerinden sanal dünyaya uygulanan baskı, kamusal bir mekân olan sanal ortamın da fiziksel mekân kadar sınırlandırıldığının bir ifadesi
2
3
Schildt, 1994, ss. 113.
Kafka, Franz, 1999, Dava, Can Yayınları, İstanbul, ss. 156.
YAYIN, Sena Kayasü - Doruk Alpsar
240
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
olmuştur. Bu farkındalık, Haziran Direnişi’nde pratiğe dökülmüştür. Bu halk hareketinin Türkiye’de daha önce gerçekleşenlere kıyasla özgün yanı, neoliberal politikaların kamusal mekâna, dolayısıyla sosyal hayata rant odaklı saldırılarına karşı bir tepki olmasıdır.
Gezi Direnişi’nde Mekân/Yer
Gezi Direnişi’ne kadar yeni piyasa ekonomisi bütün mekanizmalarıyla topluma ve kamusal alana baskı uygularken, otorite, kendini tanımlayan muhafazakârlığı, toplumun gözünde aklanmak için kullanmıştır. Devletin koruyucu görevini omuzlarından silkmesiyle otorite yeni bir anlam kazanmış, bu mekanizmalar ile beraber bireye saldıran bir kurum haline gelmiştir. Bu noktada, bireye sosyal baskı uygulayan otoritenin yaptığı yanlış ise en başta insanın varolma isteğinin ne kadar güçlü olduğunu hesaba katmaması olmuştur. Değişen ülke politikaları karşısında gitgide küçülen bireyler ve büsbütün piyasa mekanizmalarının merhametine terk edilen halk, Haziran’da kamusal alanlarına yapılan saldırıların en yenisiyle karşılaşınca ülke çapında bir tepkiyi dile getirmek zorunluluğunu hissetmiş ve artık yaşamak istediğini anlamıştır. Belki de insana dair hiçbir şeyin olmadığı, ranttan, betondan ve faşizmden ibaret bir dünyada yaşayamayacaklarının farkına varan bireyler, insanca yaşamın sürdürülebilirliğinden endişe duymuşlardır. Bu endişeden doğan ortak bilinç, İstanbul halkının elinde kalan son yaşam alanlarından birini daha kaybedemeyeceği konusunda sanal mekânda uzlaşıp hemen ertesi sabah örgütlenerek geleceğin garantisi olarak gördüğü kamusal mekân üzerindeki hakkını fiziksel olarak ifade etmeye başlamıştır. Buradan kamusal alanın önemiyle ilgili iki çıkarım yapabiliriz. İlki, kamusal alanın otoriteye karşı bireysel tepkinin kitleselleşebileceği, bu şekilde anlam kazanabileceği karşılıklı uzlaşma/çatışma diyalektiği içerisinde düşünsel bağlamda kendini olgunlaştıracağı zemin olmasıdır. İkincisi ise düşünsel temelde hazırlanan bu zeminin pratiğe dökülmesi için bir platform sağlamasıdır. Bir başka deyişle, kamusal alan hem düşünsel hem pratik bağlamda toplumsal bilincin ortaklaşması için gereklidir. Haziran Direnişi - Kafka’nın umutsuzluğunu bir yana bırakırsak - uzlaşma/çatışma diyalektiğinde olgunlaşan ve ortaklaşan aklın sonucunda ortaya dökülen kolektif eylemin mekân/yer ile kurduğu ilişkinin yakından izlenebileceği bir olgudur.
Gezi Direnişi, ilk olarak, kamusal alan ile bireylerin ortak kesişim noktalarının saptanabileceği bir zemin olmuştur. Bunu, insanların erişiminin fiziksel ögelerle sınırlanmadığı, fark-
YAYIN, Sena Kayasü - Doruk Alpsar
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
241
lılıklarına karşın iletişim kurabildikleri ortak bir mekân oluşturarak gerçekleştirir. Ortak aklın uzlaşma/çatışma diyalektiği içerisinde kendini olgunlaştıracağı zemin olarak kamusal mekân ikiye ayrılır: Birincisi sosyal medyayı içine alan sanal mekân, ikincisi ise mimari çevremizin bir parçası olan sokaklar, meydanlar ve parklardır. Örneğin, meydanların şehir merkezinde, dolayısıyla bütün sosyal katmanların erişimine en uygun olan noktalarda olması da bundandır. Direniş, bu tür mekânlarda bahsedilen katmanların bir araya gelip düşünce alışverişine bir zemin yaratarak, aslında düşünsel boyutta bir uzlaşma/çatışma diyalektiğinin somut olarak gerçekleşebileceği platformu da oluşturur.
Son on yılda ivme kazanan sanal ortam bir ifade biçimi haline gelmiş ve uzlaşma/çatışmanın kısıtlama olmaksızın gerçekleşmesini sağlamıştır. Gezi örneğinden devam ettiğimizde, başlayan olayların büyük ölçekli bir halk hareketi haline gelmesinin bir etkeni de sosyal medyanın bu şekilde kullanılmasıdır. Gezi karşıtı olan kesimin de kendisini bu araç üzerinden ifade etmesiyle, sosyal medya uzlaşma/çatışmanın gerçekleştiği, adeta kamusal bir alan haline gelmiştir. Otoritenin Haziran’da ve sonrasında sosyal medyaya baskı ve sansür uygulamasının sebebi, kendisine karşı güçlenen ortak aklı mümkün kılacak bu zemini yıkmaktır. Kendisine muhalif olanların arasındaki düşünce trafiğini keserek onların kendisine karşı ortaklaşmasının önüne geçmeyi planlayan otorite, onları fiziksel mekânda, yani meydanlar ve parklarda bir araya gelirken bulunca da saldırıya geçmiş, “kalabalığı dağıtmaya” çalışmıştır. Sonuçta uzlaşma/çatışma zemini olarak mekânın ilk özelliği budur: Mekân, işlevine göre tasarlanır ve tanımlanır. Buna bağlı olarak, insanların kolektif bir bilinci sürekli olarak yeniden üretebilecekleri yer de kamusal mekân/yerdir.
Gezi Direnişi üzerinden yapılabilecek ikinci çıkarım ise, belli anlamda olgunlaşan ve ortaklaşan aklın eylemde kendini göstermeyi beklediği zemin, kamusal mekân/yerdir. Haziran’ın başlarında aydınlanmacılık, kamuculuk veya çevrecilik gibi bazı temel ilkeler üzerinde uzlaşan halk, bu değerleri savunmak adına meydanlarda, bu defa nicel olarak ortaklaşmış ve böylece otoriteye karşı tepkisini etkili bir biçimde ortaya koymuştur. Halkın kendini yönetenlere karşı bir müdahale olarak kitlesel eylemler gerçekleştirebileceği yer olan kamusal alanlar, otoritenin bütün mekanizmalarına (devlet kurumları, bakanlıklar vs.) yakın konumlanmış, geniş caddelerin birleştiği büyük kent meydanları veya binlerce insanı barındırabilecek parklardır. Bu bağlamda “çatışma” zemini olarak kamusal mekân/yer, toplumun iktidarı denetleyebileceği zemini oluşturur.
YAYIN, Sena Kayasü - Doruk Alpsar
242
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Sonuç
İnsanlar yaşamlarını sistemin mekanizmalarının onları hapsettiği çölde kendilerine vadedilmiş vahaları arayarak geçirmez. Kamusal mekân/yer, üretim ilişkilerinin ve onları olanaklı kılan baskı mekanizmalarının merhametine terk edilmiş toplumun, tarihin süregelen değişimine düşünce veya pratikte müdahale edebilmesini sağlar. Bu yüzden, bahsedilen alanlar toplumsal yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu anlamda kamusal mekân/yer, ortak aklın uzlaşma/çatışma diyalektiği içerisinde sürekli olarak yeniden üretileceği zemin ve başka bir dünya arzusunun hem düşüncede hem de eylemde her zaman varolacağının somut garantisidir.
Kaynakça
Kafka, Franz, 1999, Dava, Can Yayınları, İstanbul, ss. 156.
Schildt, Goran, 1994, Alvar Aalto, Rizzoli Publications, New York, ss. 113, 230.
YAYIN, Sena Kayasü - Doruk Alpsar
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
243
Algılayan Toplum Yaşayan Mekân Sultan Elif Yılmaz
Hacettepe Üniversitesi, Lisans
“Var olmak algılamaktır. Ağaçlar algılayan birileri olduğu sürece vardırlar. Ormanda bir ağaç devrilse kimse duyar mı?” George Berkeley
Aslında her şeyin bir ağaçla başladığı düşünülüyordu. Oysa ki toplumun nesne-mekânyer üzerinden yapılan demagojiyi algılamasıyla başladı. “İnsanların neyi algıladıkları; onların gerçekte neyi duymak, görmek, hissetmek, tatmak veya koklamak istediğine bağlıdır. İnsanlar önce beklentilerini ortaya koyarlar. Daha sonra karşılaştıkları gerçekleri buna uyarlamaya çalışırlar. Uyarıcıdan gelen bilgileri buna göre anlamlandırırlar. Dolayısıyla algılamada insan, mekândan, amaçlarına uygun bilgi almaktadır.” (Dede, 1997) 2013 Mayıs ayında başlayan Gezi Parkı eylemleriyle Türkiye’de halkın kentsel mekânına sahip çıkma, anayasal haklara aykırı olarak zapt edilmiş halka ait olan meydan, sokak, park, caddelerin, halka geri verilmesi isteğini gördük ve yaşadık. Bazı grup ve uygulayıcı (parlamenter) kimseler mekân ve yer olgusunu toplumdan bağımsızlaştırarak, tarihsel ve kültürel birikimlerinden kopararak işlev, faydalarından uzaklaştırarak, sahip olduğu bütünlük ve düzeni bozacak şekilde farklı amaçlarda kullanma düşüncesine sahipti. Bundan YAYIN, Sultan Elif Yılmaz
244
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
daha vahimi bu mekân ve yer olgularını topluma halka ait değil de devlet sermayesine yada tüzel kişilere rant sağlamak amacıyla kullanmak istiyorlardı.
Simge haline gelmiş olan Taksim Meydanı’nın olayların başlangıcı olmasıyla birlikte tüm Türkiye’de demokrasinin, hak ve adalet kavramlarının, toplumun hiçe sayılmasına, tarihselliği, bir toplumun kimliğini taşıyan mekânları talan etme düşüncelerine karşı; bu değerlere sahip çıkan kesimlerin gencinden yaşlısına, öğrencisinden çiftçisine her yaş ve meslek grubundan her din ve dilden olan toplumun büyük bir çoğunluğunun haklı ve güçlü olan direnişini izledik. Peki, tüm Türkiye ‘de bu direniş, mücadele, özgürlük kavramlarının özellikle meydanlardan yükselmesinin sebebi neydi?
Şöyle bir günümüzden geriye, oldukça geriye doğru bakalım. Yaklaşık 15.000 yıl kadar önce insanoğlunun keşfetmeye, kullanmaya ve üretmeye başlamasıyla birlikte yerleşik yaşama geçilme dolayısıyla mekân ve yer olguları oluşmaya başlamıştır. Bazen bir ağaç kovuğu bazen bir mağara bazen de büyük hayvan iskeletlerini birer yaşama mekânı olarak belirleyip buralarda gündelik etkinliklerini gerçekleştirmişlerdir. Ve yaşam alanlarındaki nüfusun artmasıyla, toplu konumlanmayla, ilk köy altı yerleşimler oluşmuş, zamanın ilerlemesiyle ve nüfusun artmasıyla birlikte köy, şehir, ülke gibi kavramlar oluşmaya başlamıştır. 5000 yıl kadar sonra sayıları artan konutların farklı bölgelere, coğrafi koşullara göre bitişik yada ayrık düzende konumlandığı görülür. Konut sayısı arttıkça da cadde, sokak, gibi gereksinimler doğmuştur. Ve nüfusun ortak paydada buluştuğu, ekonomik, dini, sosyal ihtiyaçlarını bir arada karşılayabildiği meydanlar, çarşılar oluşmuştur.
Tarih öncesi devirlerden başlayarak kültürel etkileşimle gelişen bu yerleşme birimleri zaman içerisinde kendi kimliklerini kazanmaya başlamışlardır ve nüfusun ortak paylaşım alanı olan meydanlar merkezi iletişim noktası olan birer simge haline gelmiştir. Çevrenin insan ve toplum kültürü tarafından algılanan kentsel dış mekân alanlarının en belirgin örneğidir meydanlar. “Türkçedeki ʻmeydana çıkarmaʼ deyiminin hatırlattığı gibi meydanlar; nispeten ketum olan binalarla tezat teşkil eden aleni ve daha okunaklı mekânlar, değişik kültürlerde ve farklı çağlarda meydanlara verilen adlar meydanların o tarihi ve toplumsal kesitte tekabül ettiğini neredeyse birebir yansıtıyor. Meydanların değişik kullanım biçimlerinden önce bünyelerinde barındırdıkları paradokstan-ki bu
YAYIN, Sultan Elif Yılmaz
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
245
paradoks ilk şehirlerden günümüze kadar süregelmiştir- yani meydanlara yüklenen politik anlamlardan söz etmek gerekir. İlk şehirlerin oluşumundan bu yana bir şehirli için meydan her şeyden önce, paylaşmayı hissedebileceği, canı çektikçe, hiçbir gerekçe öne sürmeye gerek kalmaksızın gidebileceği bir yerdir. Ama tam da bu keyfilik yüzünden, ilk çağlardan beri politik otoritenin gözü meydanların üzerinde olmuştur. Tek tek şehirlilerin davranışları ne olursa olsun, bir topluluk halinde davranmaya başlayan şehirliler söz konusu olduğunda, bunun mevcut iktidarlar tarafından her ne pahasına olursa olsun denetim altına alınması gerekir. Otoriteye başkaldırmanın ilk işareti, bir meydanda izinsiz bir kalabalığın toplanmasıdır. İtalyaʼda halk hareketlerine “movimenti di piazza” (meydan hareketleri) ya da gene İtalyanca ʻmeydana inmekʼ deyiminin ayaklanma için kullanılan bir parola söz olması boşuna değildir. Sonuç olarak bir yönetim otoritesini yada kalıcılığını şehirlilere göstermek istediğinde ilk tercih edeceği sahnelerden biridir meydan. Ayrıca sembolik/ikonografik düzlemde de meydanlarda bir mücadele verilir. Bir yandan da halk festivallerinde, bayramlarda, merkezi otorite tiʼye alınırken, diğer yanda da hükümetler yönetim ediş biçimlerinin sembollerini meydana ʻnakşetmeyeʼ çalışırlar. Kamu mekânları günümüzde hâlâ politik ve sosyal değişimlerin üzerine işlendiği tuvaller gibidir. Tarih boyunca da iktidarlar bir şehrin yönetimini ele geçirmekle yetinmeyip o değişimi şehrin kamu mekânlarına işlemeye çalışmışlardır.” (Bilgin İ, Boysan B., Mimarlık Dergisi sayı 274/1997)
1997’de iktidarın Taksim Meydanı’na yapmak istediği caminin yarattığı tartışma ortamının, bundan 17 yıl sonra da başka bir proje adı altındaki talanla devam etmesinden toplumsal değerdeki mekânların iktidarların ne kadar gözdesi olduğunu anlıyoruz. 25 Mayıs 1964’ te Roberto Pare II.Uluslararası Tarihi Anıtlar Mimar ve Teknisyenleri Kongresi’nin açılış konuşmasında “Bu zor, tartışmalı ve kolaylıkla kafa karıştırabilecek alanda karışıklık ortamının devam etmesi, istedikleri her şeyi yapmak isteyen bazı meslek mensupları idareciler ve uygulamacıların işine yaramakta”. Bu cümle bu sorunun bir döneme ve coğrafya ya özgü olamayacağını anlatıyor. (Icomos Türkiye, Binan C, Tanyeli G. Arredamento Mimarlık dergisi, Ocak 2014) Siyasi iktidarlarında insanlık tarihi boyu malzeme olarak kullandığı mekân ve yer olguları toplum-iktidar-muhalefet-çatışma-gerilim-adalet-özgürlük- demokrasi –demagoji gibi birçok terimle iç içe geçmiştir. YAYIN, Sultan Elif Yılmaz
246
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Örneğin,”Le Corbusier kentsel ve domestik çevre koşullarının siyasal huzursuzlukların kaynağı olduğunu onların giderilmesiyle siyasal çatışmanın da giderilebileceğini iddia ediyordu.1938 de doludizgin bir savaşa doğru giderken, ‘Des canons, des munitions? Merci! Des logis S.V.P…’ (Toplar, Mühimmatlar? Teşekkürler. Konutlar lütfen…) başlıklı kitabını böyle bir akıl yürütme yaklaşımıyla yazdı.” (Tanyeli U, Arredamento, Aralık 2013)
Kentlerin zaman içerisindeki değişme gereksinimleri üst güçlerin elinde herkesin kendi çıkarlarına göre şekil verdiği birer oyuncağa dönüşebiliyordu. Tarihin tüm çağlarında kentlerin değişime uğradığını kabul edebiliriz. “Kentsel dönüşüm kapitalistin çocuklarından biri” denildiğini duymuştuk. Fakat prekapitalist dönemde de kentlerin dönüşüm geçirdiğini biliyoruz. Sadece etki eden amaçlar değişmekte güç ve zenginlik uğruna yapılan her bir oluşum tarihe işlemektedir.
Bu farklı amaçlardan arınmış, kapitalist rejimlere aykırı düşüncelerde örneğin, Thomas More’un “Utopia”sı; siyasi, sosyal, ekonomik hayatın bambaşka bir şekilde kurgulandığı mükemmel toplum düzenini tasvir eden bir kitaptır. Kitapta More’un tasvir ettiği kentlere şöyle bir göz atacak olursak; Ütopya Güney Yarım Küre’de hayal edilen bir adadır. Bu ada devletinde hepsi aynı plana sahip ve aralarında 24 mil uzaklık bulunan 54 kent vardır. Ve sadece başkentin planı değişiktir. Kentlerdeki tüm caddelerin genişlikleri aynıdır. Her ev aynı stil ve büyüklüktedir. Ayrıca özel mülkiyet ve sahiplik duygusunun oluşmaması için 10 yılda bir evler değiştirilir. Ütopya’da zengin fakir kavramları yoktur. Herkes birbiriyle aynı derecede zengindir ve bir diğeri kadar fakir. Ütopya’da çalışmayan tek bir insan tek bir hayvan bile yoktur. Demokratik olarak yönetilen Ütopya’da fazla yasaya da ihtiyaç yoktur. Her kentte otuzar aile yılda bir, gizli oyla bir yönetici seçer. Bu yöneticiler de halkın gösterdiği 4 aday arasından gene gizli oyla kent başkanını seçerler. Halk kent başkanını beğenirse değiştirmek zorunda değildir. Fakat başarılı olmayan yönetici bir dahaki yıl seçilmez. Her insan, her kız ve erkek eşittir. Çok fazla yasa da yoktur. Bir suçu tasarlamak işlemekle aynı derecededir. Herkes toplumun ahlak ve düzen kurallarını bilir ve uygular. Eşitlik,hak ve adaletin hüküm sürdüğü bu devlette kimse aksi yönde bir eğilimde düşünmez.
Thomas More’un hayalini ettiği bu devlet ve düzen modelinin mükemmel oluşu bir kurgu olarak kalacağını garantiliyor. Çünkü mekân ve yer kavramları üzerindeki hak ve eşitlik kavramları günümüzdeki toplumsal tabakalaşma olgusuna ters olup birçok kişinin de işine gelmemektedir.
YAYIN, Sultan Elif Yılmaz
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
247
Ekonomik, siyasi, dini, tarihi, kültürel birçok olguyu içinde barındıran mekân/yer tüm zamanlar boyunca derin yada yüzeysel, büyük yada küçük olaylara zemin olmuş ve olmaya da devam edecektir. Uğruna çıkan fiziksel, kimyasal, psikolojik savaşlara sahne olan, tanıklık eden, aynı zamanda olayları en içinden yaşayan bir olgudur mekân/yer. “Max Weber, toplumsal mekânları, sosyal sınıflardan ırklardan, etnik yapıdan insanların karşılaşma yeri olarak düşünmektedir. O halde karşılıklı ilişkilerin, müzakerelerin ve zıtlıkların olduğu bir alan olarak ifade edilmektedir.” (Aktaran: Gökgür, 2008 )
Bu olguları tarihimizde dünden bugüne özellikle meydanlar üzerinden hissettik. Antik Yunan’da devlet meselelerinin tartışıldığı ‘agora’lar olarak karşımıza çıkan bu mekânlar Ortaçağ ve Rönesans döneminde de birer kültür zemini ve denge unsuru olarak karşımıza çıktılar. Kimi zaman festivallerin, bayramların kutlandığı bu meydanlar kimi zaman da acı yaralara sahne oldu. Paris’teki Concorde Meydanı, Pekin’deki Tiananmen Meydanı, Saint Petersburg’daki Saray Meydanı, İstabul Taksim ve Beyazıt Meydanları bu konuda konuşmak isteyenlerin iki kere düşünmesi gerektiğinin sağlam sebebleridir. Biz insanoğlunun doğada mutlu ve özgür bir şekilde yaşamını sürdürebilmesinin tek yolu yaşadığımız çevrenin; sınırlarını,bize sunduğu fayda ve etkinlikleri doğru bir şekilde algılamaktan geçer. Ve çevre onu algılayan bir toplum olduğu sürece mekân/yer olarak işlevini sürdürecektir. Hak ve eşitliğin var olduğu, baskıcı rejimlerin son bulduğu, topluma aitliğinin alınmadığı, üstünden farklı amaçlar ve kârlar sağlanmadığı sürece mekân/ yer olarak kalacaktır.
Kaynakça
Dede, Ö., E., 1997. Mekânın Algılanma Olgusu Ve İnsan-Hareket-Zaman Faktörlerinin Etkisi, Yüksek Lisans Tezi, İ.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul. İhsan Bilgin, Burak Boysan,1997, Mimarlık Dergisi sayı 274 sf.36-37.
Binan Can , Gülsün Tanyeli, Ocak 2014, Icomos Türkiye, Arredamento Mimarlık Dergisi.
Uğur Tanyeli, Aralık 2013, Arredamento Mimarlık Dergisi.
Pelin Gökgür, 2008, Kentsel Mekânda Kamusal Alanın Yeri.
YAYIN, Sultan Elif Yılmaz
248
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Ayşe Müge Bozdayı (der.), 2005, Çağdaş Kent Yaşamında Mekân Sorunları, Hacettepe Üniversitesi Yayınları. Thomas More, 2011, Ütopya, çeviri: Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yayınevi.
Aynur Gökalp Durna, 2011, Kentsel Kamusal Alanın İç Mekân Sürekliliği ve Toplumsal Kimlik, Tez (Yüksek Lisans) - Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ali Ulu, İlknur Karakoç, 2004, Kentsel Değişimin Kent Kimliğine Etkisi, <http://tr.wikipedia.org/>
<http://www.mimarlikdergisi.com/>( sayı 372,373)
YAYIN, Sultan Elif Yılmaz
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
249
Mimarlık Ne Kazandı, Ne Kaybetti? Tuğba Cerav
Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Lisans
Toplan-
Beton yığınlarını, taş duvarları ‘yer’leştiren; insanoğlunun yüklediği anlamlar, işlevlerdir. İnşa eden ne amaçla yapmış olursa olsun, yapı o tarihte veyahut ilerleyen zamanlarda daha başka amaçlarla kullanılabilir. Örneğin Haydarpaşa Garı’nın kullanıma kapatılmasından sonra bir eğlence merkezine dönüştürülme ihtimali gündeme gelmiştir.1 Bir ulaşım binası iken şimdilerde eğlenme, kutlama amaçlı bir toplanma mekânı haline dönüşmesi söz konusu olmuştur. 1
http://www.arkitera.com/haber/mimarlik/detay/haydarpasa-gari-disko-oldu/19126, Erişim Tarihi: 21.01.2014
YAYIN, Tuğba Cerav
250
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Toplanma, tartışıp fikir alışverişinde bulunma insan için her zaman temel bir ihtiyaç olmuştur. Örneğin Gezi olayları öncesi Ankara Kuğulu Park; yalnızca aşıkların ya da tam tersi yalnız kalmak isteyenlerin vakit geçirdiği bir mekân iken, Haziran sonrası eylemcilerin, derdini anlatmak, duyurmak , duvara yansıtmak isteyenlerin toplandığı bir yer olmaya başlamıştır. Hatta insanların yararlanabilmesi için Gezi olaylarının zihniyetini işleyen, düşünsel temelini oluşturan kitaplar ücretsiz olarak dağıtılmış ve mini bir kütüphane oluşturulmuştur. Bu çalışma insanların tamamen yüreğinden koparak, yukarıdan inmemiş haliyle duru bir şekilde gerçekleşmiştir. Burada olaya bir başka açıdan bakmak gerekir. Yer ve mekân arasındaki fark yalnızca duvarların dışa dönüklüğü, alanın genişliği, gökyüzünden ayrılışı ile ölçülemez; kişilerin o yapıya ve hatta belki de sadece zemine kazandırdığı özellikler devreye girer. ’Yerin hafızası’ denilen kavram yeni bir boyut kazanır. Kuğulu Park da artık eski Kuğulu Park olmayacaktır örneğin. Özellikle ‘Gezi’ gibi geniş kapsamlı, gerekçeleri ve ideaları olan bir harekette bazı mekânların toplanma yerlerine dönüşmesi oldukça doğaldır.
İstediğiniz kadar görkemli, mimari özellikleri güçlü bir yapı inşa edin; orayı kullanacak olan insanlar yerleşme, barınma gibi amaçlardansa iki bina arası geçiş yapabilme amacıyla kullanıyorsa artık bir yer değil ‘geçiş alanı’ yani elemandır. Yine bu insanlar buluşacakları arkadaşlarını bu mekânda bekliyorlarsa artık bir yer değil mekândır, buluşma mekânıdır. Yalnızca direnme değil , direnişi kesmek için de toplanır insanlar; örneğin toplama kampları gibi. Bugün Suriye’de muhalifleri; geçmişte Almanya’da Yahudileri – dehşet veren bir nedenle de olsa- toplayan bu yerlerdir. Mekân denebilmesi için insanların iletişim halinde olması, buraya yerleşmesi2, burayı mesken tutması gerekir. İşte o zaman mimari özellik kazanır ve içinde insanın ya da canlının varolabileceği bir ‘yer’ haline gelir.
Mimarların toplumsal görevi ise bu mekânlarda üzerine düşen rolü üstlenmektir. Mimar, yalnızca mekânları ya da yerleri oluşturmakla değil aynı zamanda insanların toplandığı bu yerlerde onlarla birlikte hak aramakla yükümlüdür. Yani Gezi direnişi kapitalizmin yol açtığı sonuçlara karşı bir tepki ise mimar da bu süreçte sesini duyurmalıdır.3
2 3
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&kelime=mek%C3%A2n%20tutmak&cesit=1&guid=TDK.GTS.52ddbe01319861.86960954, Erişim Tarihi: 22.01.2014.
Merhaba, Mühendislik, Mimarlık ve Planlamada Toplumcu Eksen, İstanbul, 2009, Cilt No:1, Sayı: 1.
YAYIN, Tuğba Cerav
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
251
Uzlaşılan, fikir birliğine varılan mekânlarda ancak amaca ulaşılır.4 Rant sağlamak isteyenlerin betonlaştırdığı , dışa bağımlı hale getirdiği bu memlekette parklar, bahçeler gençlerin öldürüldüğü bir mekân haline gelmiştir.5 Gerçekleşmiş olan Gezi hareketleri birçok mekânın da anlamını bu yolla değiştirmiştir.
Aydınlan-/Aydınlat-
Tıpkı insan düşüncelerinin gün yüzüne çıkması gibi. Şayet kimileri diktatör gibi davranmasaydı ve bardaktan son damla taşmasaydı Gezi gibi mucize bir direniş olur muydu?
Mekân; içinde barındırdığı bireylere hükmedebiliyor, onları düşünceleriyle olumlu olarak etkiliyorsa yönlendirici özellik kazanmıştır yani aydınlatıyordur. Bu aydınlatma görevini elbette yapıların ya da yerin maddiyatı değil ona anlam yükleyecek olan insan yüklenir. Kalabalık gruplar aydınlanma için şart değildir, devrim birkaç kişi ile de hatta tek başına da yapılabilir. Aslolan mekânın iradeleri, usları aydınlatıyor olmasıdır. Ancak o zaman mekân ruha bürünür ve ideaları diğer yapılara – yani yapıda barınan insanlara – aktarma özelliği kazanır .
4
5
“Örgütlenme ve TMMOB, Mühendislik”, 2010, Mimarlık ve Planlamada Toplumcu Eksen, Cilt : 1, Sayı: 2, İstanbul.
Mustafa, Sönmez, 2013, “Kenti Yık, Konut Yap, Biriktir, Biriktir”, Mimarist, Cilt No:1, Sayı: 47, İstanbul.
YAYIN, Tuğba Cerav
252
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Gezi olayları esnasında yurt genelinde gerçekleşen basın açıklamaları, sanal ortamda paylaşılan düşünceler, atılan sloganlar ve hatta belki duvar yazı bile aydınlatmanın ve aydınlanmanın birer ayağı kabul edilebilir. Belki de ‘mekân’ı bir ‘ev’e dönüştüren şey ruhen ve bedenen oraya bağlı hissetmektir. Bunu sağlayan etmen ekonomik ya da sosyal sebeplerden ziyade fikir birliği olabilir. Örneğin meclisteki milletvekillerini ele alalım. Muhakkak -her vekil olmasa bile- birçoğu siyaset bilimi eğitimini almış ya da almaya çalışmıştır. Fakat öğretilenler aynı olsa bile kazanılanlar ve aktarılanlar farklıdır. Çünkü her vekilin geldiği yer, aydınlandığı mekân farklıdır. Dolayısıyla tek bir çatı altında toplandıklarında kaostan başka bir şey ortaya çıkaramamışlardır. Halbuki meclisin yani bir binanın aydınlatma ve aydınlanma ruhu olsa idi muhakkak herkesin uzlaşacağı bir yer haline dönüşürdü. Bunu sağlamak da elbette yukarıda bahsedildiği gibi betonlar sayesinde değil içinde bu fikri benimseyecek olan insanlar sayesindedir. Böylece kamuoyunun duyduğu güven de artacak, insanlar oraya sırtını yaslayabileceklerini farkedecektir. Aydınlanmanın mekânla ilişkisinin en kuvvetli şekilde hissedilebileceği örneklerden biri ‘Atina Sanat Okulu’dur. İnşa edildiği zamanlarda birçok sanat dalına öncülük eden bir mekân iken daha sonra – belki de tarihin en büyük düşünce hareketi olan – Rönesans’ın gerçekleşmesinde en büyük rollerden birini oynamıştır.6
Prof.Dr. Şazi Sirel ‘Aydınlatma ve Mimarlık’ adlı makalesinde başlıktan da anlaşılacağı üzere aydınlatma ve mimarlık arasındaki ilişkiden söz etmiştir. Fakat gerçek anlamıyla aydınlatmadan bahsedilmektedir; burada asıl dikkati çeken şey ona göre aydınlatmanın “görünmesi gereken en ufak parçaları kolayca görebilmek, yüzey biçimlerini ve dokuları doğru algılayabilmek” gibi faydaları vardır.7
“Merkezi otorite demokrasinin sanki neredeyse bir seçim sandığından ibaret olduğuna inanıyor ve kenti kendi tercihlerini gerçekleştirebileceği bir sahne olarak algılıyor.”8 Yani otoriteler hırslarına yenik düştüğünde yalnızca insana değil mekâna da zarar veriyorlar.
İnsanın insanı algılayabilmesi, bilgilerini paylaşabilmesi ve duygularını hissettirebilmesi de böyle gerçekleşir. Düşünebilen her insan aslında başlı başına bir ışıktır. Yalnızca insan
6 7
8
Sanata Başla Start Art, http://sanatabasla.blogspot.com.tr/, Erişim Tarihi: 27.01.2014 – 02:19 Şazi Sirel, 2001, Aydınlatma ve Mimarlık.
Korhan Gümüş, 2013 “Mesleki Kamusal Alan Üzerindeki Örtüyü Kaldırmak”, XXI Mimarlık Tasarım ve Mekân Dergisi, Sayı: 20.
YAYIN, Tuğba Cerav
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
253
değil insanı düşünmeye, sorgulamaya çağıran yerler de böyledir. Kütüphane, kitabevi, dernek, cami, kilise vb. yapıların mimarlar tarafından yaşantıya katılmış olması aydınlatma hareketlerine dolaylı yoldan destek sağlamaktadır.
Işık Saç-
“Sizi gözlerinizi açmaya çağırıyorum. Gözlerinizi açıyor musunuz? Gözlerinizi açmayı öğrendiniz mi? Gözlerinizi nasıl açacağınızı biliyor musunuz? Her zaman iyi açıyor musunuz?”9 Le Corbuiser
Mimar bir mühendis değil; tekniği ve sanatı harmanlamayı başarabilen ve hisleri güçlü, algıları açık, güdüleri sağlam bir sanatçıdır. Duyularını dışa çevirmiş olmalıdır ki ortaya koyduğu eserler de dışarıdan bağımsız -tabiri caizse işe yaramaz- olmaktan çıksın. Dışa dönük olmak toplumun merkezine inebilmeyi, sorunlarını anlayabilmeyi ve yeri geldiğinde çözüm bulmayı gerektirir. “Eylemi ve gücü, toplumsal ve kültürel düzeni, etkileşimi ve ayrılığı, özdeşliği ve belleği yeniden sunma ve yapıladırma biçimiyle, mimarlık, temel varoluşsal sorunlarla uğraşır.’10 Tıpkı ülke için kaygılanan insanların başlattığı bir harekette kullanılan mekânların eş zamanlı olarak harekete geçmesi ve bu mekânların aynı anda ışık saçmaya başlaması gibi… 9
Juhani Pallasmaa, 2001, Tenin Gözleri, YEM yayınları, çeviri: Aziz Ufuk Kılıç, Retinal Mimarlık ve Plastisitenin Kaybı, Le Corbuiser, İstanbul.
10 a.g.e
YAYIN, Tuğba Cerav
254
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Bilinen anlamıyla ışığın protesto sırasında ne kadar işlevsel olduğu aşikardır. Yürüyüş yapan göstericilere destek vermek amacıyla o sokaktaki evlerin lambaları yanıp söndürülür, mekânın etrafa ışık ve düşünce saçabilme özelliği buradan gelir. Bir kent meydanında – hele ki o sırada bir eylem varsa – dilek feneri yaktığınızda eylemcilerden biri oluverirsiniz. Bu da meydanın yani bir mimari yapının düşünsel bir nitelik kazandığına, ışık saçan bir canlıya dönüştüğüne delalet eder. Hem fiziksel hem de duygusal anlamda ışık saçmış olursunuz.
Mimarlık Ne kazandı ? Ne Kaybetti?
Gezi olaylarının kaynağına inildiğinde mimari bir hatayla, eksik bir bakış açısıyla tasarlanmaya çalışılan projelerle karşı karşıya kalıyoruz.11 Böyle bir ortamda iken mimarlığı mimarlık yapan kavramlardan söz edilebilir mi ? Yaratıcılık, özgürlük, toplumu baz alma, topluma yeni bir ufuk açma… Bunlardan hangisi rant ile paralellik gösterebilir? Bir meslek grubunun, bir sanatçının, bir zanaat adamının üretken olması, gerçek mesleğini yapması isteniyorsa; özgür bırakmalı, gerçek amaçları doğrultusunda hareket etmesi için yol açılmalı, imkân sağlanmalı… Mimarlık koltuk sevdalarının, oy kavgalarının altında ezilip büzülmeyen bir meslek olmalı, bu sebeple de kendini her türlü tehlikeden korumalıdır. Mimarın toplumsal olaylara tepki göstermesinin gerekçesi de budur. Behiç Ak bir yazısında “Meydanlar yok edildi, ağaçlar kesildi, altın şirketleri mahkeme kararlarını hiçe sayarak ormanlık alanlarda altın aramaya başladılar”12 ifadesine yer veriyor ve sadece dile getirmekle de kalmıyor, yeni çözümler sunuyor. Bizlere düşen de varolan sistemin farkına varmak, harekete geçmek, hayıflanmayı bırakarak çözümler üretmektir.
Başka bir olumsuz durum ise insanların mimarlara , şehir plancılarına olan güveninin sarsılmasıdır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın yüksek mimar olduğu halde , meydanın kendine özgü yapısını bozacak bir projeye onay vermesi, bu tarz bir hataya düşmüş olması insanların aklında soru işaretleri oluşmasına sebep olmuştur.
11 Ömer Kanıpak, Bir Devrimin Mimari Şifreleri, http://www.sehirplanlama.org/media/kunena/attachments/135/BirDevriminMimariifreleri.pdf , Erişim Tarihi: 06.02.2014 -17:16 12 Behiç Ak, 2013, “Başka Bir Kamusallık Mümkün! GEZİ PARKI!”, Mimarlık Dergisi, Sayı: 372.
YAYIN, Tuğba Cerav
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
255
“Şehircilikte başarının birinci koşulunun ulusal kaynaklarımızın, doğal zenginliklerimizin ve ülke topraklarının , kent topraklarınnı toplum yararına kullanılmasında olduğunu önceden vurgulamak isterim.”13 Cevat Geray
Mimarlık kamu yararına hizmet etme amacıyla kullanılacak olursa her türlü baskıya kulak tıkamak durumundadır. Günümüzde bu koşulların sağlanması daha da zordur. Özellikle Gezi olayları sonrası artan baskılama girişimlerinden mimarlık da nasibini almıştır. Gezi olaylarına yayınlarıyla destek veren TMMOB’nin yetkileri -farklı gerekçeler gösterilerekalınmıştır.14 Faturayı mimarlar ödediğine göre birçok sorumluluk da mimarlara aittir. Bu sebeple mekânları yine bir uzlaşma ortamına dönüştürecek olan mimarlardır. Uzlaşma zeminini de çatışma zeminini de yaratmak mimarın elindedir.
13 Cevat Geray, 2010, “Rantçılığa Yenik Düşen Kentsel Gelişme Yöneltilerimiz”, Batı Akdeniz Mimarlık Dergisi, Sayı: 46. 14 TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu, İstanbul’da Binlerce TMMOB Üyesi Gezi Parkı Direnişine Destek İçin Yürüdü, TMMOB Birlik Haberleri Dergisi, Sayı: 150, Mayıs-Haziran 2013.
YAYIN, Tuğba Cerav
256
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Kentinizi Nasıl Arzu Ederdiniz? Tuğçe Şahin
İstanbul Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans
“Arzu, çok incelikli bir tutkudur.” 1 Kierkegaard İnsan bedeni bulunduğu çevreyle karşılıklı bir ilişki içindedir. Birey dış faktörlerin de etkisi ile sürekli bir değişim ve devinim potansiyeli barındırır. Kendini değiştiren birey aynı zamanda çevresine de etki eder. Kendisiyle birlikte çevresini de düzenleme ve dönüştürme kapasitesine sahip olan bireyi David Harvey “arzulayan bir makina” olarak tarifler.2 Dış çevreye müdahil olma ve düzenleme eylemlerinin temelinde insanın yaşama ve tahayyül ettiği yaşam mekâna karşı beslediği arzu vardır.
Nasıl bir yaşantı arzulandığı ve bu arzulanan yaşantının nasıl bir mekâna karşılık geldiği ancak birlikte cevaplanabilecek sorulardır. Robert Park, “kent ve kentsel ortam, insanın içinde bulunduğu dünyayı kendi arzuladığı şekle sokma çabasının en başarılı anını temsil eder” tespitinde bulunmuştur.3
Birey kendi yaşantısı içinde kent mekânını kullanır, onu dönüştürür ve kendinden bir iz bırakır. Mekânı kullanırken kişiselleştirmeye çalışır, böylece kent içindeki mevcudiyetini 1. Kierkegaard, 2013, sf. 51
2. Harvey, 2011, sf. 126-130 3. Harvey, 2011, sf. 195
YAYIN, Tuğçe Şahin
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
257
gerçek kılar. Ve bunu yaparken kullanacağı elemanlar kent mekânının ve yaşantısının ona sunduğu potansiyeller kadar kendi arzuları, hayalleri ve yaratıcılığıdır. Kent bireysel ve kolektif eylemlerin, imgelemlerin sonucudur. Ancak bir yandan da siyasi erk, iktidarının ve gücünün simgesi olarak kent mekânını seçer ve onu siyasal tutkular çerçevesinde dönüştürme yoluna gider. Bu dönüşüm her zaman kentli lehine, kentlinin özgürlük alanlarını pekiştirecek doğrultuda olmayabilir. Siyasi erk ve kapital kenti kâr elde edeceği bir araç olarak görür. Lefebvre, kapitalizmin 20. yüzyılda sadece ve sadece uzam işgal ederek ve uzam üreterek ayakta kalabileceğini söylüyordu.4 Bu tespitin bugün için hâlâ geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Aslında benzer bir uzam işgal etme eylemi birey için de geçerlidir. Kentli kendi özgürlük alanlarını kendi üretebildiği ölçüde kente dahil olabilir. Her zaman tasarımcı ya da siyasi erk tarafından kendine ayrılan alanlarda varolmaz. Kent içinde eylemleri, alışkanlıkları doğrultusunda keşfettiği mekânlarda varolmayı ister ve gündelik alışkanlıklarının doğrultusunda kentte kendi ölçeğine, eylemine uygun ölçeği bulur ve bu kent mekânının dönüştürülmesi için formüller geliştirir. Bir nevi mevcut düzene muhalif olur. Dolayısıyla kentin ona sunduğu çeşitlilik ve ölçek farklılıkları arasında gözetim mekanizmaları tarafından ona ayrılan mekândan öte, bireyin kendi keşfettigi yer onun meskeni olmaya adaydır. Birey kentle ilişkisini mesken edindiği yer üzerinden kuracak ve benzersiz yeni alanlar tanımladığı gibi, kendi varlığı ile başka eylemleri de tetikleyecektir.
Tabii ki bu müdahil olma eylemleri siyasi erk ve kısıtlayıcı yönetim şekilleriyle kopmaz bir bağa sahiptir. Harvey’in değindiği gibi kent içinde kurallar koyar ama bu kuralları ihlal etme dürtüleri taşırız. Özgürleşmeyi hem kural koyma hem de bu kuralları belli oranda ihlal etme koşullarının yaratılması olarak tanımlayabiliriz.5
Kısıtlayıcı yönetim şekillerinin Rollo May’in teorisinden yola çıkarak karşıt bir durumun tetikleyicisi olabileceğini söyleyebilirim. May yaratıcılığın kendisinin sınırlar gerektirdiğini, çünkü yaratıcı edimin insanı sınırlayan şeyle birlikte ve ona karşı ortaya çıkacağını söyler.6 Kent içinde kentli tasarlanmış durumlarla, etrafında çizilen sınırlarla bir çatışmaya girer. Kısıtlamalar, sınırlar ve arzular arasındaki çatışmalar kentliye yaratıcı olabileceği fırsatlar 4. Harvey, 2011, sf. 49 5. Harvey, 2011
6. May, 1987, sf. 125-128
YAYIN, Tuğçe Şahin
258
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
yaratır. Bu karşılaşmadan uzlaşma, eklenme ya da çatışma, manipüle etme, değiştirme gibi sonuçlar çıkabilir.
Birey ve siyasi erk arasındaki en büyük çatışma sebebi kent mekânına yüklenen anlam ve arzulanan yaşantıda ortak paydada buluşamamaları olabilir. Ya da bir diğer sebep kentsel yönetimlerin bireyin özgürlük alanlarına yaptığı aşırı müdahaleci ve kısıtlayıcı politikalardır (Şekil1).
Şekil1. Birey ve siyasi erkin mekânsal ve anlamsal karşılaşmalarını anlatır diyagram
Lefebvre, siyasi erkin gündelik hayatın düşmanı olduğunu söylemiştir. Çünkü egemenliğin soyut mekânını kent mekânı üzerinde gerçekleştirmeye çalışan siyasi erk, kendiliğinden oluşan komün ve toplumsal ilişkileri reddetme yoluna gidecektir7.
Birey odaklı olmayan yönetim politikaları toplumun insani ve doğal özünü imha etmeye başladığında birey kaçınılmaz olarak yeni yollar arar ve yöntemler geliştirir. Çatışma bu noktada başlar ve unutulmamalıdır ki uzlaşmaya giden yol da çatışmadan geçer. Tüm bunların oluşabileceği potansiyel ise bireyin kentte farklı bireyler, olaylar, durumlar, fiziksel ölçeklerle karşılaşmasında, rutin ve birbirinin tekrarı olmayan bir karşılaşma çeşitliliğinde gizlidir. Tabii karşılaşmanın noksanlığı bu kent ile olan ilişkisinde çatışma ya da uzlaşma gibi sonuçlara evrilememesine neden olur. Buradan tek bir sonuç çıkar; ilişkisizlik. Ve bunun devamında yaşadığı kente karşı duyarsızlık.
7. Harvey, 2011
YAYIN, Tuğçe Şahin
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
259
Bu etkileşim durumlarında önemsediğim nokta çatışma ya da uzlaşmanın nasıl kolektif bir etkileşime evrildiği, yeni etkileşimleri tetikleyecek potansiyeli olup olmadığı? Bu noktada aklımda şöyle bir soru uyanıyor: Dönüştürme potansiyeli olan bir çatışma ya da zenginleştirici bir uzlaşma nasıl oluyor, oluyor mu? Bu soruya cevap olabilecek örnekleri kenti gözlemlerken buluyorum. Hem de gündelik eylemlerin, rastlantıların içinde.
Örneğin Avareler, Ankaralı bağımsız bir grup. Şubat 2012 yılında 40 Haramiler isminde bir sokak sergisi düzenlediler. Açık çağrı ile çeşitli sanatçılardan eserleri topladılar ve bunları sokaklardaki reklam panolarına yerleştirdiler. Herhangi bir gündelik eylem için sokakta olan bireyin sanatla karşılaşmasını olanaklı kılan bir tarafı vardı bu serginin. Ücretsiz ve herkese açık, sokakta kentliyle karşılaşmayı bekleyen, kimi sadece matrak imajlar, kimi kentle ilgili sitemkar ifadelerden oluşan çalışmalardan oluşuyordu. Sokakta sermayenin ele geçirdiği bir elemanı, reklam panolarını, tamamen kolektif ve kamuya açık bir kullanım için kullandılar.
Fotoğraf 1: 40 Haramiler sokak sergisi
YAYIN, Tuğçe Şahin
260
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Sokak her zaman kentlinin isteklerini, söylemlerini dışa vurmak için kullandığı uzam olmuştur. Aynı zamanda siyasi erke cevap vermek, sesini duyurmak için de sokağı kullanır.
Fotoğraf 2: Şehirden duvar yazıları: ʻsansür sokakta işe yaramaz!ʼ ve ʻözgürlük sokaktadırʼ
Bu doğrultuda geçtiğimiz 2013 yılında da kent hakkı savunuculuğu üzerinden pek çok eylemin sokağa taştığına tanık olduk. Kentli katılımının önemsenmediği, tepeden inme kararlarla kentin şekillendirildiği, kentlinin özgürlük alanlarından ziyade belli kişilerin hayallerinin temel alındığı pek çok uygulamaya maruz kaldık. Kent mekânı üzerinden çıkan çatışmaların çoğunda temel sebebin siyasi erk ve bireyin hayallerinin, arzularının ortak paydada buluşmaması, kent mekânına yüklenen anlamların kesişmemesi olduğunu belirtmiştim. Hayal ve arzulardaki farklılıkların en şiddetli ayaklanmaya, çatışmaya dönüşmesi Taksim Gezi Parkı’nın park ve kamusallık özelliklerinden tamamen koparılarak, kentlinin kullanımındayken sermayenin kullanımına açılacak bir mekânsal dönüşüme uğratılmak istenmesiyle patlak verdi. Parkın kamusal kullanımıyla varlığını devam ettirebilmesi için parkı dönüştürecek projenin ilk açıklandığı günden itibaren çeşitli protestolar yapıldı. Taksim ve yakın çevresindeki kentli tarafından yoğun olarak kullanılan parkın kent içindeki mekânsal ve kamusal etkisini vurgulamanın en iyi yolu sahip olduğu potansiyelleri daha görünür kılmak, yerel yönetimin dikkatini çekmek kentliye düşüyordu. Bunun için parkta çeşitli festivaller, piknikler, konserler organize edilerek kentli parka sahip çıkmaya çalıştı.
YAYIN, Tuğçe Şahin
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
261
Fotoğraf 3: Gezi Parkı Şenlikleri, Mart 2012, İstanbul
Ve bir kent mekânına sahip olmanın siyasi erkin gözünde ne kadar önemli olduğunu, kendi iktidarını güçlendirmek için mekân üzerinden ne kadar baskı uygulayabileceğinin limitlerini sürecin devamında görmüş olduk. Hayaller ve arzuların çatışmasıyla ortaya çıkan Gezi Direnişi sürecinde parkın bir süre kentlinin işgali altında kalmasıyla parkın tam anlamıyla kentlinin kullanımına ait olabileceğini, benzersiz mekânsal ve yaşantısal durumlar ortaya çıkarabileceğine de tanıklık ettik. Park bir süreliğine tam anlamıyla kentliye aitti. Farklı sosyal ve ekonomik gruplardan her bireyin bir arada olabileceğini, ortak kent yaşantısı ve mekânları paylaşabileceğini deneyimledik.
Bir mekânın ancak yaşayanlarla varolabileceğinin ve gerçek anlamda canlı kalabileceğinin de göstergesi oldu Gezi Parkı’nda oluşan yeni yaşantı ve mekânsal organizasyon. Kısa sürede parkta spontane oluşan mekânsal organizasyon kendi park haritasını bile oluşturdu.
Oluşturulan fiziksel ve sosyal çevreyi arzulanan yaşantının dışa vurumu olarak okumalıyız. Karşılaşmalar, etkileşimler, paylaşımlar... Gezi Parkı arzu edilen yaşantı ve mekânla, kent hakkıyla ilgili bir mücadeleydi ve etkilerinin başka şehirlere sıçraması kaçınılmazdı. Sürecin tüm politik etkilerini ve sonuçlarını bir kenara bırakarak sadece kentin asıl sahiplerinin bizler olduğunu hatırlatması ile kent yaşantısını dönüştürme potansiyeli olan bir çatışma ve zenginleştirici bir uzlaşma anı-mekânı olarak tarihe geçti. Ardından parkların forum alanlarına dönüştürülmesi, kent mitinglerinin yapılması, sokakta olmaya artan bir istek ve arzu Gezi Parkı mücadelesinin mekânsal ve sosyal yaşantıyı zenginleştirici gücünü ortaya koymaktadır.
YAYIN, Tuğçe Şahin
262
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Fotoğraf 4: Gezi Parkı işgal krokisi, yeniden şekillenen mekânsal organizasyon. Fotoğraf 5, 6, 7: Parkta alternatif kullanımlardan örnekler, Ali Nesinʼin parkın merdivenlerinde ders anlatması, yeni yaşam alanı ve tuğlalardan yapılan kütüphane.
Haziran boyunca yaşanan ateşli günler ve ardından içimizde hareketlendirdiği hislerle beraber şunu tekrar öğrendik ki yaşadığımız mekânlara biz sahip çıkmak zorundayız. Sahip çıkmayı sermayenin anladığı şekilde ‘sahip olmak’ olarak değil, kolektif yaşantılarımız için mekânı benimsemek ve ona karşı duyarlı olmak anlamında düşünmeliyiz. Yaşadığımız kentle olan ilişkilerimizi, özgül yetilerimizi, gizil güçlerimizi, arzularımızı ve hayallerimizi keşfetmek zorundayız. Bu keşifle beraber nasıl zenginleştirici bir karşılaşma ortamı oluşturabileceğimizi düşünmeliyiz, arzu etmeye, talep etmeye devam etmeliyiz. Birey ve kent arasında oluşacak arzulu bir ilişki daha insancıl, daha yaşanabilir kentler ve toplumlar oluşturulabileceğinin umudunu canlı tutacaktır. Ve dönüşümün aracı arzu olacaktır.
YAYIN, Tuğçe Şahin
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
263
Kaynakça
Bektaş, Cengiz, 1996, “Kenti Savunmak/Kentli Olmak”, Cogito, Sayı 8, sf. 91-95. Calvino, Italo, 2007, Görünmez Kentler, (çev.) Işıl Saatçıoğlu, YKY, İstanbul.
Harvey, David, 2011, Umut Mekanları, (çev.) Zeynep Gambetti, Metis Yayınları, İstanbul. Kierkegaard, Sören, 2013, Kahkaha Benden Yana, (çev.) Nedim atlı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Lefebvre, Henri, 2007, Modern Dünyada Gündelik Hayat, (çev.) Işın Gürbüz, Metis Yayınları, İstanbul. Lefebvre, Henri, 2013, Kentsel Devrim, (çev.) Selim Sezer, Sel yayıncılık, İstanbul. May, Rollo, 1987, Yaratma Cesareti, (çev.) Alper Oysal, Metis Yayınları, İstanbul. Turgut, Cansever, 1996, “Şehir”, Cogito, Sayı 8, sf. 125-129.
Fotoğraf Kaynak Listesi
Fotoğraf 1 - Gökhun Baltacı, çekildiği tarih Şubat 2012.
Fotoğraf 2 – Yazara aittir, çekildiği tarih ocak 2014, Eylül 2013.
Fotoğraf 3 - http://herkesicinmimarlik.org/en/portfolio/gezi-parki/, alındığı tarih 18.03.2014 Fotoğraf 4, 5 - http://www.radikal.com.tr/turkiye/gezi_parkinda_ne_nerede-1136603, alındığı tarih 07.06.2013 Fotoğraf 6 - http://www.baskahaber.org/2013/06/gezi-park-ihtiyac-listesi.html alındığı tarih 18.03.2014
Fotoğraf 7-http://bianet.org/bianet/insan-haklari/147240-binler-gezi-parki-direnisini-yenigune-tasiyor, alındığı tarih 18.03.2014
YAYIN, Tuğçe Şahin
264
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Değişen Kent Mekânı Algısı: Uzlaşı ve Çatışma Zeminleri Üzerinden Derecelenmiş Mekân Kurguları Ulufer Çelik
İstanbul Bilgi Üniversitesi, Lisans
Gezi Olayları’ndan bu yana taraflar, uzlaşı anlarının işlevini yitirdiği esnalarda, çatışmalar ister salt fikir ayrılıkları, ister badireler, ister kent mekânlarının ta kendisi üzerinden gelişsin, sanal agoralar olarak adlandırılabilecek sosyal ağlarda yapılan tartışmalar fitili ateşledikçe, stratejik önemi olan kent mekânları üzerinden hak elde etmeye çalışıyor. Amacı kent mekânlarında bağımsızlık ilan etmek olmasa dahi, aranan haklar, 2013 Mayıs’ından bu yana kentte derecelenmiş çatışma mekânları aracılığıyla var olmayı sürdürüyor.
Elde edilmek istenen bu haklar aslında tarafların zihinlerinde süreklilik arz eden bir yere sahip, buna rağmen kentte en kapsamlı varoluşunu, polis eliyle Gezi Parkı’nın yeniden kullanıma açıldığı, bir haftalık ütopyavari mekânla görünür kılıyor. Bu mekân, işgal edilmesiyle birlikte, yalnızca park olarak adlandırıldığı uzlaşı zamanlarının aksine, farklı zeminler üzerinden çatışmalar sürerken türlü organlara ayrılıp, iktidarı olmayan bir kent olabilmenin özelliklerini taşıyan en küçük birim olarak, tüm fazlalıklardan uzak fakat sadece yaşamsal değil entellektüel farkındalığı da açık tutan detaylarla kuruluyor. İktidarı olmayan bu hayali kent birimi algısı, aynı zamanda çatışmanın mekânında iktidarsızlığın getirdiği yeni iktidar olabilme potansiyelini de barındırıyor. Kurulan yeni park alternatifinin yarattığı mekân düzeninin plan şemaları, parkın işgal edilmeye başlandığı o günlerde gaYAYIN, Ulufer Çelik
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
265
zetelerde yerini, toplu konutlarda hayatın nasıl sürdürülebileceğini anlatan mimari görsellerden oluşan reklamların hemen yanındaki haber sütunlarında almıştı. Medya aracılığıyla paylaşılan plan şemaları bir kavram olarak ‘çatışma’yı, bir arbede ya da silahlı vuruşmanın somut olarak yaptığının aksine, mekânsal bir örgütlenmeyi kamu ile paylaşmak açısından oldukça önemliydi. Bunun yanında parkı orada bulunarak, etkileşime girerek algılamak ise, kentin yaşayanlarının, daha önce mekânsal örgütlenmeleri bir parkta görünür kılmadıkları haliyle görünür kılmaları açısından, ‘şehir hakkı’ talep etme mekânı olarak üzerinde pek çok fikir yürütülen bir parkı seçip alternatif bir çatışma alanı yaratmasını meşru kılıyor.
Gezi Parkı protestolarıyla başlayan sürecin kent mekânına sıçrayıp uzun süre sabit kalan başka bir örneği ise, bir şantiye olan Taksim Meydanı’ndaki AKM’nin ve önündeki kaldırımın yol boyunca polisler tarafından işgal edilmesi durumudur. Kamu malı olan bir kaldırımın kullanımının uzlaşı anlarında dahi polisler tarafından kısıtlanması belleğimize Gezi Olayları’nı hatırlatmak üzere mekânın bir araç olarak hizmet etmesini sağlıyor. Bunun yanında süresi bir yıla yaklaşsa dahi, bu işgalin gücü, iktidarsız bir üretim süreci, ya da farklı bir işgal alternatifi üretmediği için, yani yalnızca bir kaldırımda yer işgal etmekle kaldığı için, etkisi bir hafta süren Park İşgali’ni aşmaya yetmiyor. Bu işgal mekânının sınırlarını trafik babalarına tutturulan sarı şeritlerden okuyabiliyoruz. Çatışma anlarının bu örnekteki mimari algısını, içindeki güç kavramı da gözetilerek, bu şeritlerin kalın bir duvar gibi çalışması mümkün kılıyor. Görsel etkileşimi sağlayan ve olası müdahaleleri en hızlı kılmaya yarayan, çevrelenmiş bantlar, işgal edilen mekâna erişimi engelleyen, bir o kadar da kalıcı olmayan, bu yeni mimari kurgunun temel özelliklerinin habercisi olmaya başlıyor. Bu mimari, türlü anlık dönüşümleri olası kılmanın yanında uzlaşı ve çatışma arasında ikisine de yakın olmaya en müsait mekân olarak var oluyor . Doğacak bir çatışma sırasında, türlü müdahalelere elverişli olmanın yanında, uzlaşı anında da sınırların etrafında yürümeye izin veren bir mekânsal oluşuma dönüşüyor. Türlü tepkilere maruz kalan bu işgalin mekânı da aslında kamu malının tanımları dahilinde halka ait olarak değil de, devlet kurumlarına ait olarak çalışması gibi, arada kalan bir kurgunun özelliklerini taşıyor. Eylemler sırasında hayatını kaybeden Berkin Elvan’ın yaşamını kaybettiği gece İstanbul Teşvikiye Caddesi’nden Osmanbey istikametine akan trafiğin, kafe şemsiyelerinin, sokaktaki çöp kutularının ve tabelaların, Teşvikiye Camii’nin önünde ateşe verilmesiyle durdurulması da kent mekânındaki çatışma kurgusunun farklı bir örneğidir. Birkaç saatlik ömrü olan bu barikat, Teşvikiye Karakolu yönündeki polislerle, Maçka yönündeki direnişYAYIN, Ulufer Çelik
266
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
çiler arasında bir sınır görevi üstleniyor. Polis araçlarının sıktığı suyla sönen bu sınır, bir bölücü eleman olarak çalışarak, uzlaşının bitip, çatışmanın başladığı anlarda kent mekânını zaman düzleminde değiştirmiş oluyor. Ertesi gün müşterileri koruyan bu şemsiyelerin, kentte bir sınır rolü üstlenmiş olması aslında en insani güdülerle seçilen elemanların üstüste biriktirilmesiyle mekânsallaşıyor. Zaman dilimi olarak en kısa örneği temsil eden bu kurguda mekânsal dönüşüm de bir o kadar hızlı oluyor. Şahit olanlar için yine çatışma mekânına referans verecek olan uzlaşı mekânındaki elemanların varlığı; örneğin güneşli bir Nişantaşı gününde, bir ucu isle kaplanmış bir tabelaya rastlamak, belleğin de uzlaşı ve çatışmanın arasında, yeni özelliklerle tariflenmesi mümkün bir kent mekânında kalmasına yardımcı oluyor. Bu yeni özellikler, alışıldık mekânların kalıcılık kavramı üzerinden zemine oturduğu mimari ortamda, süreksiz, daha akışkan, dönüşebilen, çok işlevli bir mekânın haberini verme görevini üstleniyor. Yine olayların ardından, yaz ayları boyunca Kadıköy Rıhtımı’nda iskelelere erişimin insan boyundan uzun mavi polis bariyerleri arasından sağlanması, yani yaya hareket aksının kısıtlanması ise bu mekânsal kurguların çevre düzeni planını, geçici gibi görünen detaylarla çözülmesine rağmen, iskele boyunca uzanan sağır bir duvar kadar etkilediğini gösteriyor. Bunun yanında kentte kamusal bir alanın erişiminin bariyerler tarafından oluşturulan, plan düzleminde farklı kapalı geometrilerle kurulan üstü açık hacimlerle engellenmesi, eski ve yeni mekândan ya da uzlaşı ve çatışma mekânından bağımsız olarak yeni bir mekân algısının haberini veriyor. Artık ne bir yapı olduğundan ne de bir yapı kadar işlevinin açıklığından söz edebileceğimiz bu hacimler, arada kalan mimari ortamın başka bir özelliğini oluşturuyor. Yaratılan bu algı tasarlanmamış, geçici görünen, toplumun üzerinde sahip olduğu söz hakkı düşünülmemiş ve kamu yararı gözetilmeyen temellere dayanarak mekânlaşıyor. Yaratılan mekân kurgularının kalıcı görünmekteki cesaretsizliğini ise, denetimden doğan ve üretime olanak tanımayan bu işgal mekânlarının yarattığı korku tabanlı mekân algısı örtüyor. Bu algı bundan yarım yüzyıl önce sitüasyonistler tarafından aktarılacak olsaydı, psikocoğrafi haritalarda korku tabanlı mekânlar olarak yerini alırdı. Sanayi sonrası toplumlarda, yaratılan en kapsamlı kontrol potansiyeline sahip ilk kent mekânının mimarı Hausmann’ın, Paris’in dar sokaklarında kontrolü sağlamak üzere açtığı bulvarların eskizleri defterlere çizilmiş olsa dahi, çatışma mekânları üzerinden devletin denetim mekanizmalarının daha verimli çalışacağı yeni kentlerin deneme maketlerinin, önlem olarak işleyen bu mimari kurgular yardımıyla yapıldığını öngörebiliriz. Yine Paris örneği üzerinden, bu kez halk tarafından yaratılan çatışma zeminlerindeki mekânsal kurguları başlatan bileşenlerden devam etmek YAYIN, Ulufer Çelik
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
267
gerekirse, 1970’li yıllarda ortaya çıkan ‘şehir hakkı’ kavramının Gezi Parkı’nda kısa süreliğine yaptığı gibi çatışma mekânları vasıtasıyla yeni kent birimleri önerdiğini varsayabiliriz. Henri Lefebvre’in "Şehir Hakkı" üzerine o yıllarda yazdığı denemesinde bu haktan hem bir haykırış, hem de bir talep olarak bahsetmesi ve haykırışı, şehirde gündelik hayatın girdiği derin krizin yarattığı acıya verilen bir tepki olarak tanımlamasının, Gezi Parkı’nın henüz çatışma mekânı olmadığı uzlaşı zamanlarında, Park için önerilen projelerin duyulduğu zamanda verilen tepkilere denk olduğunu da söyleyebiliriz.1 Bir çatışma zemininde, mekânı işgale dayalı, kitleler tarafından yaratılan her mekân kurgusu, geleceği bugünden örgütler. Bu kurgunun, üretime, yeni toplumsal alternatiflere zemin olması ya da sadece alan işgalinden ibaret olması çatışma mekânının, uzlaşıyı da dönüştürmesini etkilemez. Uzlaşı ve çatışmanın yarattığı diyalektik, kent mekânını, önceden tahmin edilemez yeniliklerin sürekli peşinden gitmeye açık olmaya zorlar, ve kent mekânını dönüştürür.
Kaynakça
Harvey, David, 2008. “The Right to the City,” New Left Review 53, Eylül-Ekim, s. 23-40. Lefebvre, Henri, 1965, ‘‘Le Droit à la Ville’’, Anthropos, Paris
1
Harvey, David, 2013, Asi Şehirler, (çev.) Ayşe Deniz Temiz, Metis Yayınları, İstanbul, ss. 29.
YAYIN, Ulufer Çelik
268
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
Gezi Parkında Karşılaşmaların İzini Sürmek Zeynep Dündar
İstanbul Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans
Kamusal mekân konusu mimari projelerde ve tezlerde üstünde çokça durulmuş ve durulmakta olan konulardan biridir. Zihinlerde kamusal mekânlara dair oluşturulan heyecanlı yaşam tasvirleri projelere kolaj, çizim, video gibi çeşitli görsel temsil yöntemleri ve sözlerle aktarılmaya çalışılıyor. Ancak biliyoruz ki bu mekânlar gerçekleştirildiğinde tasarlanan heyecanlar ortaya çıkamıyor. Bu durumu da en iyi Gezi Parkı örneği üzerinden görebiliriz. Kentin nefes alacağı, yoğun olarak kullanılacağı düşünülerek tasarlanmış olan Gezi Parkı uzun zamandır insanların içinden geçmekten kaçındığı, tehlike bir alan haline gelmişti. Ancak Gezi Direnişi sürecinde parkın nasıl yere dönüştüğüne şahit olundu. Bu süreçte kamusal alan içerisinde karşılaşmalar üzerinden çeşitli, değişken ve zamansal mekânsallıklar ortaya çıktı.
Bu yazıda Gezi Parkı’nda ortaya çıkan mekânsallıkları anlayabilmek ve çözümleyebilmek için karşılaşma kavramı üzerinden bir okuma gerçekleştirilecektir. Gündelik yaşam farklı aralıklarla meydana gelen karşılaşmalardan oluşur. Gündelik hayatın içine karışan herkes de bu karşılaşmaları farkında olarak ya da olmayarak birçok kez yaşar. Karmaşık, doğrusal olmayan ilişkilerin öngörülemezliği ve belirsizliği ile meydana gelen karşılaşmaların değişime açık, çevresel ilişkilerle sürekli yeniden kurulan ve açık uçlu bir sürecinin olduğunu söylemek mümkündür. YAYIN, Zeynep Dündar
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
269
Karşılaşmalar hareket halindeki bedenlerin çarpıştığı bir andır. Karşılaşma ancak karşısı olan birinin yaşayabileceği bir durumdur. Karşısı olan, karşılaşmaya açık olandır, donanımlıdır, karşısına çıkacaklardan korkmayandır, karşılayabilme duyarlılığı olandır, meraklıdır, risk almaktan kaçınmayandır (İnam, 2001).
Karşılaşılan nedir peki? Karşılaşılan ötekidir, karşıda olandır. Öteki varsa eğer ben de varım demektir. Kentte konumlanan kişi mekânı bir “ben” tarafından tarifler ve bu “ben”e göre ötekiyi konumlandırarak yerler arasında uzlaştıran ya da ayrıştıran bir durum oluşturur (De Certeau, 2009). Bu nedenle karşılaşmaların gerçekleşmesi için mutlaka olması gereken bir “ben ve öteki” söylemi ile zamana bağlı bir mekânsallık oluştuğu söylenebilir.
Karşılaşma kavramı kimliklerin gerçek bir ilişki içerisinde birbirlerini değiştirip dönüştürebilecekleri kimi zaman da yutabilecekleri bir yaşam sunar. Arendt (2012) dünyanın gerçekliğinin başkalarının bulunması ile ispat edilebileceğini çünkü herkese görünen şeye varlık dendiğini söyler. Bu durumda başkalarının bulunuşu bu gerçekliğin herkese görünmesidir. Bunun dışında kalanlar gerçeklikten uzak, gelip geçicidir. Karşılaşma anında karşıdakinden hemen anlamını sunması beklenir fakat bu o kadar kolay değildir. Burada farkında olunması gereken karşılaşılan nesne ya da öznede sabit kalındığı sürece hiçbir olayın açımlanması mümkün olamayacaktır. Karşılaşma tamamlanmış değil tam tersine her zaman eksik kalan bir deneyimdir (Hannula, 2007). Bu olumlu bir durumdur, çünkü karşılaşanlar eksik kalanları birtakım çağrışımlar, referanslar gibi öznel deneyimleri ile tamamlamaya çalışır. Bu sayede karşılaşma sadece onu yaşayanları kapsayan bir durumdan onları aşabilecek bir duruma dönüşür. Yeni potansiyeller, yeni anlamlar, kavrayışlar, deneyimlerin doğması için bir zemin oluşturur. Karşılaşanların sahip olduğu öznellikler çarpışır, yeni bir şeyler ürer/üretilir.
Karşılaşma karşılıklı bir eylemdir, eylemleşmedir (İnam, 2001). Eylem sadece kamu alanıyla sıkı bir ilişkide bulunmakla kalmaz aynı zamanda kamu alanını kuran bir etkinliktir (Arendt, 2012). Bir karşılaşma da ancak eylem ile birleştiğinde bir mekân oluşumundan söz edilmeye başlanır.
Eylemler kamusal alanlardan gelip geçen kentliyi karşılıklı iletişime geçirmenin en etkili yollarından biridir. Karşılaşmayı tetikleyen eylemler sırasında etraflarında oluşan topluluk ve atmosfer ile bir mekân tanımlamaya başlar. İnsan yoğunluğu arttıkça ya da azalYAYIN, Zeynep Dündar
270
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
dıkça her seferinde mekânın sınırları yeniden ve yeniden tanımlanır. Böylece zaman içerisinde meydana gelen eylemlerle mekân devamlı olarak açılmalar, kapanmalar yaşar ve yeniden üretilir.
Karşılaşmalar farklı zaman ve yerlerde meydana geldiğinden değişken ve geçici bir mekân üretirler. Kentteki yaşam döngüsü içinde bu mekânlar sürekli olarak yer değiştirir, yayılır, dönüşür ya da kaybolur. Hızın, geçişin, geçiciliğin, tesadüfün, rastlantının, akışın, karşılıklı ilişkinin, iletişimin olduğu durumlarda karşılaşma mekânının oluşumundan söz edilebilir.
Karşılaşmanın mekânı beklemenin, durağanlığın mekânı değildir. Eylemlerin sürekliliğinin bir yansıması olarak zamansal ve mekânsal bir oluşumdur. Karşılaşma mekânı bir A noktası ve B noktası arasından doğar. Mekân ne sadece A ne de sadece B noktasındadır. İki nokta arasında hareket halinde olan bedenin çevresiyle kurduğu ilişkiler ile beraber şekillenir, böylece kentin parçalı ve dağınık yapısı akışkan bir yapıya dönüşür (Cupers, 2007). Heiddegger (2008), mekânı, doğrusal yönelmeler içeren ve hesaplanabilir, ölçülebilir boyutları olan bir alan şeklinde tanımlar. Mekânsal olan ise yaşanan mekândır der. Bireyin ait olma duygusunu, öznelliğini, geçmişi, geleceği içinde barındırır. Yaşanan bir mekânda (mekânsallık) özne ve nesne birbirini uzaktan izlemez tam tersine karşılıklı bir anlaşma ve paylaşma durumu içerisine girerler. Dolayısıyla bu yazıda bazen mekân bazen mekânsallık kullanılırken aslında karşılaşma mekânı ifadesi mekânsallık olarak düşünülmektedir. Gezi Parkı’nda da mekânsallaşan eylemden söz edebiliriz. Söylemlerden bağımsız olarak mekânsallaşmaya başlayan eylem bu sayede etkili ve güçlü olmuştur. Bu süreçte sözler yerine, eleştirel eylemler ile mekân kullanılmış ve deneyimlenmiştir. Burada eylemin yanında konuşmanın gücünü vurgulamakta fayda var çünkü eyleyen ancak aynı anda söz de sarf edebiliyorsa varolabilir. Konuşma ve eylemin bu ifşa edici niteliği de ancak insanlar başkaları ile birlikte olduklarında yani karşılaşma durumlarında anlamlı hale gelir (Arendt, 2012).
Eylem daima ilişkiler üretir, bu nedenle sınırları yok edici bir özelliği vardır. Bu sınırsızlık hali ile kendine özgü bir üretkenliği olduğundan bahsedilebilir. Sınırsızlık özelliği bir yan-
YAYIN, Zeynep Dündar
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
271
dan da öngörülemezliği beraberinde getirir (Arendt, 2012). Bunu da Gezi sürecinde parkta başlayan mekânsallaşmanın başka başka yerlerdeki kamusal mekânlarda kurulma, aktarılma çabasında gözlemlemek mümkündür.
Gezi Parkı’nda oluşan mekânsallaşmaların karşılıklı olma hali üzerinden okumasını yapabiliriz. Karşılıklı olunduğu durumlarda ancak bir mekân kurulumundan bahsedilebilir. Karşılıklı olma halinin de farklı çeşitleri vardır: Çatışma, uzlaşma, yok sayma, ağırlama… (İnam, 2001).
1. Çatışma: Karşılaşanlar birbirlerini bir tehdit olarak algılayarak bir çatışma içine girebilirler. Çatışma karşıdaki tehlikeli olanı indirgeyip yok etmek demektir. Gezi direnişinde Gezi Parkı ve Taksim Meydanı direnişçiler ve polis için birbirlerini karşılıklı olarak yutmaya çalıştıkları çatışma mekânı haline gelmiştir. Çatışma öteki ile karşılaşmayı reddetme üzerine kurulur fakat karşılaşmamayı isterken tam tersine bir temas içinde bulunurlar. Karşılaşmamayı istemek üzerinden kurulan bir ilişkisellik ile üretilen bir mekân. Böyle bir mekân iki taraf için de farklı anlamlara sahiptir ve iki tarafında bu karşılaşmada ortak paydalar bularak yeni bir şeyi üretmeleri pek mümkün değildir.
2. Yok sayma: Karşılaşanlar birbirlerini karşılıklı olarak yok sayıp, görmeyip, sanki hiç olmamışlar, yaşamıyorlarmış gibi davranabilirler. Belki de karşılaşmaya en kapalı olunan durum budur. Çatışma reddetme üzerine kurulmuş olsa da yine de bir temas, etkileşimi barındırır, karşılıklı olanlar arasında farkındalık vardır. Oysa yok saymada temas söz konusu değildir. Yok sayma durumu tek taraflı da olabilir. Gezi Parkı’nın ilk açıldığı günden son sert müdahalenin gerçekleştiği güne kadar yok sayma üzerinden bir mekân kurulduğu söylenebilir. O süreçte Gezi Parkı’ndaki yaşam ne biraz ilerisinde AKM’nin önünde bekleyen polisleri ne de kurmuş olduğu yaşam alanının sınırları dışındaki dünyayı umursamadan akıp gitmiştir. Oradaki sınırların dışında kalan bütün karşılaşmalara kendilerini kapatmışlar ve kapattıkları noktalardan itibaren bir mekân oluşturmuşlardır. Yani burada karşılaşmak istememe durumu üzerinden karşılaşılmak istenmeyen ötekileri dışsallaştırma yoluyla “öteki”ne ait mekânın sınırları kurulmuştur. Böylece o sınırların içinde kalan alan ise kendiliğinden parktakilerin mekânı olmuştur.
3. Uzlaşma: Karşılaşanlar aralarındaki ayrılıkları, karşılıklı ödünlerde bulunarak kaldırıp karşılıklı olarak anlaşarak uzlaşma sağlayabilirler. Böyle bir durum her zaman bir karşılaşmaya yol açmaz, ne çatışma vardır ne de tamamen yok sayma. Sadece belli bir ortak YAYIN, Zeynep Dündar
272
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 5
amaç için anlaşma vardır. Uzlaşmanın mekânı gündelik yaşamın akışı esnasında insanların hiç söze dökülmemiş toplumsal ve ahlaki birtakım gizli anlaşmaları ile oluşturduğu mekânsallık olarak düşünülebilir. Bu mekân uzlaşmanın gerektirdiği şartlar ölçütünde oluşur, değişim ve dönüşüm gösterir ve uzlaşma bittiğinde de kaybolur. Gezi Direnişi öncesinde insanların kamusal mekân ile deneyimlerinin daha çok uzlaşma üzerinden gerçekleştiği söylenebilir. Bu tür bir karşılaşmanın meydana getirdiği mekânlar genellikle insanlarda kalıcı izler bırakmazlar.
4. Ağırlama: Karşı karşıya gelme durumlarından biri olarak ağırlama karşılaşmaya açık olmanın en yoğun halidir. Burada söz konusu olan karşı karşıya olmayı da aşan bir ağırlayan ve ağırlanan olması halidir. Gezi Parkı’ndaki yaşamın oluşturduğu mekân için belki de en uygun ifade ağırlamadır. Orada insanlar birbirlerini yaşamlarına misafir ederken bir yandan da ağırladıkları mekânları kendileri ürettiler ve paylaştılar. Gezi Parkı’ndaki tanımlanamayan mekânsallık işte yoğun bir karşılaşma hali ile kurulmuştur.
Gezi Direnişi süreci tam anlamıyla kentte yaşayan birbirini tanımayan farklı düşüncelerden, yaşlardan insanların karşılaşmaları ile meydana gelen durumun sonucudur. İnsanlar birbirleri ile gerçek bir karşılaşma yaşamış ve sadece insanlar ile değil kamusal mekânla, bilgiyle, kendileriyle de bir karşılaşma yaşamışlar ve bunlar üzerinden yeni mekânlar doğmuştur. Öteki ile omuz omuza mücadele veren insanlar öteki ile yan yana, etkileşim içinde yaşamaya başlamıştır. Böylece hep soyut olarak anlatılan mekândan somut mekâna geçiş yaşandı. Farklılıklar bir araya geldi, karşılaştı, buluştu, görünür oldu. Kamusal mekanın çatışma ve çarpışma potansiyeli ortaya çıktı (Akpınar, 2013).
Arendt’in (2012) belirttiği gibi bir arada olmanın bir biçimi olan eylem ile konuşma (karşılaşmaların hem nedeni hem sonucu olan) olmadan hem bireyin kendi gerçekliği, hem kimliğinin gerçekliği, hem de onu çevreleyen dünyanın (kamusal mekanların) gerçekliği kuşku altında kalacaktı.
O zaman görünür ve duyulur olabilmek için dışarı çıkalım, ötekiler ile karşı karşıya gelelim, ortak deneyimler yaşayalım, karşılaşmalara açık tutalım kendimizi ve böylece daha gerçek bir hayata sahip oluruz belki de zaten ne için yaşıyoruz ki: Karşılaşmak için…
YAYIN, Zeynep Dündar
UZLAŞMA / ÇATIŞMA ZEMİNİ OLARAK MEKÂN / YER
273
Kaynakça
Arendt, H., 2012. İnsanlık Durumu, İletişim Yayınları, İstanbul.
Cupers, K., 2007. Walking as Do-It-Yourself Urbanism, Goldsmiths, University of London, London.
De Certeau, M., 2009. Gündelik Hayatın Keşfi-I; Eylem, Uygulama, Üretim Sanatları, Dost Kitabevi, Ankara.
Hannula, M., 2007. “Karşılıklı İlişki ve Yeryüzünde Olmaya Dair”, Boynik, S. & Tan, P. (Ed.), Olasılıklar, Duruşlar, Müzakere: Güncel Sanatta Kamusal Alan Tartışmaları içinde (55-60), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul Heidegger, M., 2008. Varlık ve Zaman, Agora Kitaplığı, İstanbul.
İnam, A., 2001. Karşılaşma Ahlakı Üzerine Bazı Düşünceler, http://phil.metu.edu.tr/ahmet-inam/karsilasma.htm, Mayıs, 2014.
YAYIN, Zeynep Dündar
Mimarlıkta Eleştirel Okumalar 6 MODERN GÜZELDİR
MODERN GÜZELDİR
277
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR - 6 ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ METİN YARIŞMASI - 2015 YARIŞMA ŞARTNAMESİ
MODERN GÜZELDİR “Modern olan herşey güzel olmayabilir; ancak günümüzde duyularımız bize, gerçekten güzel olanın sadece modern olabileceğini söyler.” Otto Wagner, 1902 Bu yıl 6.sı düzenlenen “Mimarlıkta Eleştirel Okumalar – Metin Yarışması”, ‘modern’ ile ‘güzel’ arasındaki ilişkiye odaklanıyor. Modern olan herşey güzel midir? Güzel olanın sadece modern olabileceğini savunmanın/sorgulamanın kavramsal çerçevesi nasıl kurulabilir? Yarışma, ana motto‘dan yola çıkan benzer soruları, mimarlığı merkeze alarak yanıtlamayı amaçlıyor ve zaman/mekân, gerçek/temsil, yeni/eski, yıkım/koruma, unutma/anımsama, gündelik/ebedi, geçici/kalıcı, yerleşik/göçebe, egemen/azınlık, sahici/sahte gibi ikiliklerle konuyu farklı düşünce eksenlerinde tartışan yazılara ulaşmayı hedefliyor. Konunun kuramsal açılımları, mimari modernizmi bu yönde irdelemeye elverişli disipliner çerçevelerle (sanat ve estetik kuramları, kültürel çalışmalar, tarih ve toplumsal kuram, göstergebilim, mimarlık tarihi ve eleştirisi) kurulan ilişkiye bağlı olarak, katılımcılara bırakılıyor. 1. AMAÇ
1927 Mimarlar Derneği tarafından düzenlenen “Mimarlıkta Eleştirel Okumalar Metin Yarışması”nın amacı; mimarlık öğrencilerini, ilgili literatürü izleyerek kendi özgün görüşlerini yazılı olarak anlatmaya özendirmek ve bu doğrultudaki çalışmaları ödüllendirmektir. Eleştirel okuma, yerleşik bir kültürün oluşması kadar, mimarlık düşüncesi ve uygulamasının “özgürleştirici” bir nitelik kazanabilmesinin de önkoşuludur. Bu yönde, mimarlığın düşünsel altyapısı ve varsayımları, eleştirel okuma yoluyla yeniden ve ısrarla tartışmaya açılmalıdır.
278
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
Yarışma, konunun içeriği göz önüne alınarak, mimarlık kuramıyla ilişkilenebilen tüm disiplinlerden öğrencilerin katılımına açılmıştır. Ödüllendirilen ve yayına değerbulunan yazılar bir kitapta derlenerek yayınlanacaktır. 2. KOŞULLAR
• Yarışmaya, Türkiye ve yurt dışındaeğitim veren üniversitelerin lisans ve yüksek lisans öğrencileriyle, yarışma ilan tarihinden sonra mezun olanlar katılabilir. • Yazı dili Türkçedir. Yarışmaya katılan yazılar daha önce yayımlanmamışolmalıdır. • Her öğrenci yarışmaya tek metinle katılabilir.
• Birden fazla yazar ortak bir metinle yarışmaya katılabilir.
• Ödüllendirilen ve yayınlanmaya değer bulunan çalışmaların yayın hakkı 1927 Mimarlar Derneği’ne aittir. • Teslim edilen yazıların tamamı, sonuçların ilanından sonra, Derneğin www. md1927.org.tr adresli web sitesinde ilgi duyanların okumasına sunulup açık bir tartışma ortamı yaratılacaktır.
• Dernek yönetiminde görevlilerin, Değerlendirme Kurulu üyeleri ve yarışma ile ilgili görevleri bulunanların birinci derece yakınları yarışmaya katılamazlar. 3. YAZIM ŞEKLİ
Yarışmaya gönderilecek yazılar 1000–1500 kelime aralığında olmalı, bilgisayar ortamında hazırlanmalıdır. Dipnotlar ve kaynakça bu sınırın dışındadır. Yazılara, gerek duyulursa, en fazla 5 adet olmak üzere görsel malzeme eklenebilir.
Yazılarda, TMMOB Mimarlar Odası’nın yayınlamakta olduğu Mimarlık Dergisi’nin atıf verme kurallarına uyulması beklenilmektedir. Bu atıf verme şeklinin detaylarına şu bağlantıdan ulaşılabilir: http://www.mimarlikdergisi.com/index.cfm?sayfa=kosul 4. BAŞVURU ŞEKLİ
Katılımcılar başvurularını info@md1927.org.tr adresine e-posta yoluyla yapacaklardır. Gönderilecek olan e-postanın konu bölümüne “Mimarlıkta Eleştirel Okumalar 6” yazılacak ve iletinin ekinde asağıdakiler bulunacaktır. Yarışma metni (word formatında, görseller dahil 5 MB’ı geçmeyecek büyüklükte) Başvuru Formu (eksiksiz doldurulmuş, imzalanmış)
MODERN GÜZELDİR
279
Onaylı Ögrenci Belgesi (yarışma ilan tarihinden sonra mezun olanlar için Mezuniyet Belgesi)
Kimlik bilgileri raportör tarafından dosyalanarak saklanacak, metinler Değerlendirme Kurulu üyelerine, yazarının kimliği kapatılmışolarak dağıtılacaktır. 5. YARIŞMA TAKVİMİ Yarışmanın ilanı
: 15 Eylül 2015 Salı
Teslim tarihi ve saati
: 30 Aralık 2015 Çarşamba, saat 24.00
Son soru sorma tarihi
: 10 Ekim 2015 Cumartesi
Yarışma sonuçlarının açıklanması : 16 Şubat 2016 Salı 6. DEĞERLENDİRME KURULU ÜYELERİ
Aydan Balamir – ODTÜ Mimarlık Fakültesi Aykut Köksal – MSGSÜ Mimarlık Fakültesi Lale Özgenel – ODTÜ Mimarlık Fakültesi
Mert Ayaroğlu – 1927 Mimarlar Derneği
Umut Şumnu – Başkent Üniversitesi Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi
Neris Parlak (yedek üye) – ODTÜ Mimarlık Fakültesi
Dernek Yönetim Kurulu, çalışmaları yürütmesi için bir raportör görevlendirecektir. 7. ÖDÜLLER
Yarışmanın toplam ödülüolan 4.000 (dörtbin) TL, başarılı bulunan katılımcılara, Değerlendirme Kurulunun uygun göreceği tutarlarda dağıtılacaktır. 8. YARIŞMADAN ÇIKARILMA
Aşağıda belirtilen hususlara uymayan çalışmalar, jüri kararı ile tutanağa geçirilmek koşuluyla yarışmadan çıkartılır.
• İçinde metnin sahibini tanıtan işaret bulunan yazılar,
• Şartnamede uyulması zorunlu olduğu belirtilen koşullara uymayan yazılar,
280
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
• Daha önce yayınlanmışyazılar,
• Araştırma ve yayın etiğine uygun olmayan yazılar. 9. İLETİŞİM Adres
Telefon
Gsm
Faks
e-posta
web
1927 Mimarlar Derneği – Cinnah Cd. 19/3-4 Çankaya-Ankara
0 (312) 495 06 64-65
0 530 314 16 95
0 (312) 495 06 66
info@md1927.org.tr
www.md1927.org.tr
MODERN GÜZELDİR
281
YARIŞMA SONUÇLARI Değerlendirme Kurulu Raporu
“Modern Güzeldir” Mimarlıkta Eleş8rel Okumalar - 6, Üniversite Öğrencileri Me8n Yarışması 2015 Değerlendirme Kurulu 09 Şubat 2015 tarihinde toplanmış9r. Yarışmaya 14 üniversiteden 17 yazı gönderilmiş olduğu ve tüm ka9lımların yarışma koşullarına uygun olduğu saptanmış9r. Me8nler konuyla ilişkilenme, özgünlük ve anla9m açılarından değerlendirilmiş8r. Yapılan değerlendirme sonucunda: a) 06, 11, 17 sıra numaralı me8nler eşdeğer ödül (1000 TL),
b) 05, 08, 12 sıra numaralı me8nler teşvik ödülü (350 TL) almaya hak kazanmış9r.
Yarışmaya gönderilen yazıların tamamı dernek web sitesinde digital olarak paylaşılacak9r. Eşdeğer ödül ve teşvik ödülü alan me8nler kitap olarak yayınlanacak9r.
Değerlendirme Kurulu Üyeleri
Aydan Balamir (Başkan), Aykut Köksal, Lale Özgenel, Mert Ayaroğlu, Umut Şumnu, Neris Parlak (Yedek Üye) Eşdeğer Ödül Kazananlar Kod No
Adı Soyadı
Okulu
11
İsmail Kocataş
Kocaeli Üniversitesi
06
17
Fırat Kaya
Tuğba Özer
Teşvik Ödülü Kazananlar Kod No
05
08 12
Adı Soyadı
Mimar Sinan G. S. Üniversitesi ODTÜ
Okulu
Felek Yılmaz
Akdeniz Üniversitesi
Oktay Orhun
Mimar Sinan G. S. Üniversitesi
Güzin Öztok
İTÜ
Lisans
Lisans
Yüksek Lisans
Lisans
Yüksek Lisans
Yüksek Lisans
282
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
ÖDÜLLER Fırat Kaya İsmail Kocataş Tuğba Özer
MODERN GÜZELDİR
283
Kumdan Kaleler Fırat Kaya
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Lisans
80’li ve 90’lı yıllarda insanların giydiklerine, makyajlarına, o zamanın tasarımlarına baktığımda bir panayır izliyormuşum gibime gelir: Permalı saçlar, vatkalar, kristal bardaklar, rokoko taklidi abartılı mobilyalar... Oysa o zamanlar, bunları en yeni ve en güzel şeyler olarak görüyordu insanlar. “Bana şimdi de güzel geliyor bunlar” diyebilirsiniz, ama bunun nostalji duygusundan veya sizin geçmişe sempatik bakmanızdan kaynaklandığına iddiaya girebilirim. Evet, bugün seksenler ve doksanlarda giydiklerinizi, o yıllardaki saçlarınızı, makyajınızı vs. göz önüne alırsanız, bunları o zamanlar güzel bulduğunuzu fark edersiniz. Bunlar zamanında en modern, en yeni ve en güzel şeyler olarak tanıtılıyor ve insanlar tarafından kabul görüyordu. Modern olan güzel midir? Yoksa bize mi öyle geliyor? Bir yanılsama mı yaşıyoruz?
Moda-modern-yeni ilişkisi
Otto Wagner’in bu yarışmada yol gösterici olması için verilen sözünü yirminci yüzyılın başında söylemesi şunu ortaya koyuyor: Modernin bugün tanımladığı şeylerle, 1900’lerin başında tanımladıkları birbirinden farklıdır; hatta ilk kez modern olarak nitelenenle (muhtemelen Rönesans) 1900’lerin modernliği arasında da fark vardır. Modern kavramı, moda kavramı gibi kendisi sabit duran ama temsil ettikleri sürekli değişen bir fenomene dönüşür. Tıpkı yeninin de belli bir zaman dilimine ait olmaması, her geçen anda her şeyin yeni olabilmesi gibi. Peki bizi modern olanı yüceltmeye meylettiren şey nedir? Aslında kilit nokta ÖDÜL, Fırat Kaya
284
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
da budur. Ortada bir emir, zorlama olmadığı halde modern olanı sevmeye veya desteklemeye karşı istekliyizdir. Modern olanın tıpkı moda olan gibi, kendi ortaya çıktığı zamanın sesi olmak gibi bir durumu vardır. En azından buna niyeti vardır veya biz onu öyle görmek isteriz.
Giyim sektörü, yarattığı moda kavramıyla yeni ve modern olanın bize neden güzel geldiğini açıklamaya yardımcı olabilir. İnsanların giydiklerinin moda olması, onun daha önce belli bir süre zarfında giyilmemiş veya görülmemiş olmasına bağlıdır. Moda olan, onu kullananlar tarafından zamana uyum sağlamak veya zamanın göstergelerine karşı çıkmak için giyilir. Sanatta ve mimarlıkta da bugün böyledir. Zamanın normlarını zorlamak gerekir. Eskinin kodlarıyla, kavramlarıyla ve teknikleriyle bir ürün ortaya çıkardığınızda yaptığınız işin sesini duyurması güçleşir. Eski olan, kendi ortaya çıkış zamanında bu yapısal ve kavramsal meseleleri halletmiş, sesini ortaya çıkarabilmiştir. Yeni olanın kendi meselesini ve kendi zamanını özgün bir yolla aktarması gerekir.
Aslında bu göstergeler savaşı şu şekilde gerçekleşir: Ortada kanıksanmış, uygulanmakta olan ve kurallar-yasalar halinde somutlaşmış bir gerçeklik vardır ve bu gerçeklik, ilk ortaya çıktığı dönemin sorunlarına aynı biçimsellikle çözüm üretir. Yeni bir zamanın içindeyken, yeni sorunların ve bu sorunlar için geliştirilen çözümlerin yeni bir dille ortaya konması gerekir. Bunun ilk aşaması imgesel mesajlardır. Her yeni biçim, kendisini ilk seferde örtük olarak gösterir. Bu imgenin algılanışına göre de imgenin somutlaşarak yeni bir paradigmaya dönüşmesi gerçekleşir. Önceden sadece bir mesaj olan “yeni”, giderek gerçeklik olarak algılanmaya ve bir kurallar ve davranışlar bütünü olarak uygulanmaya başlar. Bu yazıda uzun uzun ele almanın mümkün olmadığı politik birçok süreç ve hak mücadeleleri buna örnek olarak verilebilir. Önceleri köleleştirilen Afrikalıların Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bugünkü statüleri, geçmişte hasta olarak nitelenen eşcinsellerin dünyanın birçok yerinde evliliklerinin yasallaşması; bu gibi paradigma değişimlerinin toplum tarafından da bir süre sonra kabul edilmesiyle, yani imgenin somutlaşmasıyla olur. Bu sistemli yaklaşım, olayları yorumlarken kendi sorumluluğunu almayı gerektirir. İnsanlık önceleri her sorun için kendinden başka her şeyi sorumlu tutmayı tercih ediyor, geçmişten gelen geleneksellik de buna yardımcı oluyordu1. İnsan kendi değerler dizisini
1 Bilgin, İhsan, 2001, “Yeniden Modern”, Mimar.ist Dergisi, Yıl 1 - Sayı 3, İstanbul, ss. 55-56.
ÖDÜL, Fırat Kaya
MODERN GÜZELDİR
285
ortaya koymaya başladığı andan itibaren olan biten her şeyin sorumluluğunun da kendisinde olduğunun farkına varmıştır. Kendi yapabildikleri ve bunun getirdikleri, bir zafer duygusunun ortaya çıkmasına vesile olur. Her kuşak, omuzlarında bir yük taşır. Bu yük, insanın yazıya geçirebildiği tarihi boyunca oluşan bilgi birikiminin yüküdür. Modernizm, aydınlanma gibi insanın yeni kurallar koymaya başladığı düşünsel akımların ana meselesinin de kendinden önceki tekdüze, baskıcı ve esnekliğe izin vermeyen kurallar ve geleneklere karşı çıkmak olduğunu söyleyebiliriz. Ta ki kendisi de karşı çıktığı şeye dönüşene kadar… Demek ki mesele, her kuşağın, her yeni gelenin yeni kurallar koyma isteğidir. Bu da, giderek geçmişin bilgi birikimini işlevsizleştirmek ve omuzlarındaki yükü artıran kalıcılıktan kurtulmak anlamına geliyor.
Kalıcılık ve kuşağının sesi olmak
İnsanın çocukluğundan itibaren hayatına yön veren otoritelerle savaşı, giderek toplumsallaşarak bir kuşak kavgasına dönüşür. Kendi sesini ve sorun çözme yeteneğini elde eden her kuşak, eskinin prangalarından kurtulmayı mutlak çözüm olarak görür. Yenilerle eskilerin kavgası, önceleri geçmişin hayaletleriyle, yani zamansız ve mekansız doğrular elde etmek için çabalamış düşünürlerle yapılırken, gittikçe daha dar bir zamanı ve mekanı ele alan düşünceler ve buluşlarla yapılmaya başlanmıştır2. Her kuşağın kendi zaferlerini elde etmek, kendi imzasını dünyaya bırakmak gibi bir kaygısı vardır. Zamanla bu kaygı, her şeyin geçicileşmesine neden olur. Böylece geçmişle oluşabilecek bağlar baştan kesilmiş olur.
Ekonomik anlamda kalıcılığın sürdürülebilir bir yanı yoktur. Kapitalizmin en büyük çıkmazı, sistemin büyümeye mahkum olması, büyümezse kriz yaşamaya mahkum olmasıdır3. Dünyada insan sayısı gittikçe artmakta ve bu insanların yapım-yıkım-yeniden yapım döngüsünün içerisinde yer alması gerekiyor. Bu süreklilik sayesinde hâlâ dünyada inşaat yapılabiliyor ve mimar, mühendis, duvar ustası istihdam ediliyor (tabii başka iş dalları için de bu örnek uygulanabilir). Demek ki yeni olanın kalıcı olmaması gerekiyor. Çünkü her
2
3
Yılmaz, Levent, 2010, “Modern Zamanın Tarihi”, Batıʼda Yeniʼnin Değer Haline Gelişi, Metis Yayınları, İstanbul. Harvey, David, 2012, Postmodernliğin Durumu, Metis Yayınları, İstanbul, ss.199.
ÖDÜL, Fırat Kaya
286
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
yeni doğan insanın sistemin içerisinde yer alması ve bunun için de dünyanın işlerinin devinmesi gerekiyor.
Kalıcılığı gözönüne almayan “yeni”, bunun için bazı zorunluluklardan sıyrılıp kendi sözünü söylemeye çalışır. Örneğin edebiyatta Orhan Pamuk, Benim Adım Kırmızı romanında tarihi karakterleri 20. yüzyılın diliyle (daha doğrusu 20. yüzyılın düşünce biçimiyle) konuşturur, çünkü gerçekçilik kaygısı gütmemeyi tercih eder. Zaha Hadid ve Frank Gehry’e bakalım: Sağlamlık ve işlev konusunda tartışmalı yapılar tasarlasalar da, o yapılar, mimarlık eleştirmenleri tarafından değilse de mimarlık talep eden insanlar tarafından, 20. ve 21. yüzyılın en “güzel” yapıları olarak kabul edilir. Bunun nedeni, bu mimarların kendinden önceki yüzyılların biçim algısının ötesine geçebilmeleridir. Bu, yeni kuşağın ve zamanının sesi olmaktır. Düşünce insanlarının dünya ve tüm zamanlar için geçerli olmasını umduğu çıkarımlar yapmak yerine, gittikçe kendi zamanının sesi olmayı tercih etmelerinden ve buna uygun düşünce ve pratikler üretmelerinden de anlayabiliriz. Her yeni kuşak, bu sesi bulmak ve böylece dünyaya kendi izini bırakmak ister. Bu isteğin, geleneksel dünyanın (modernden önceki dünyanın) sona ermesiyle daha çok ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Çünkü artık kategorize edilmiş, tanımlanmış ve kıyas yapılabilecek bir geçmiş vardır.
Mimarlık, tasarım ve teknoloji
Peki, mimarlık bunun neresinde? Mimarlık her dönemin, her akımın etkisiyle farklı ürünler ortaya koymayı başarabilmiştir. Kültürel olarak her zaman bir uygarlığın en belirgin göstergelerinden olmuştur. Örneğin bir yapının bilgisi, yani inşaat teknolojisi o uygarlığın gelişmişlik seviyesini anlamamıza yardımcı olur. Böylesine açık bir göstergenin, insanın ilk ortaya çıktığı andan itibaren sosyal ve kültürel bir araç haline gelmesi kaçınılmazdır. Bir eşyada, bir parkta, belki bir meydanda, yani boşlukta bile onun etkilerini görebiliriz. Tarih ilerledikçe geçmişten günümüze miras kalan bu göstergeleri bazen mahkum, bazen de baş tacı ederiz. Ne kadar farklı yorumlarsak yorumlayalım, onlar bize eskilerin bize bıraktığı yükleri (iyi veya kötü anlamda) anımsatırlar. Bugün ülkemize baktığımızda mimarlığın tasarıma, kültüre veya felsefeye değil, inşaat sektörüne katkı sağladığını görürüz. Disiplinler arası bir orkestra şefi olarak yeni binyılda kendine yer edinmeye çalışan mimarlık, giderek pozitif bilimlere benzer bir uğraşıya dönüşüp, geçtiğimiz yüzyılda elde etÖDÜL, Fırat Kaya
MODERN GÜZELDİR
287
tiği kültüre katkı sağlama yeteneğini kaybetmeye yüz tutmuş durumdadır. Bunun politik gerekçeleri olmakla birlikte, küreselleşmenin ve insanların buna uyma zorunluluğunun da katkısı vardır.
Günümüzün hızlı yaşam koşullarında geçiciliğin bile ağır kaldığını söyleyebiliriz. Çin’de bugün yirmi günde apartmanlar, doksan günde gökdelenler yapılmaktadır. Bu iş giderek bir tasarım ve estetik sorunundan, standartlar sorununa dönüşmekte, mimarlığın soyut disiplinlerle olan ilişkisi zayıflamaktadır. Teknoloji artık güzel olanın ne olduğu konusunda bizleri yanıltmaktadır. Cep telefonları eskiden tasarım olarak çeşit çeşitken, bugün akıllı telefonlar sadece bir ekrandan ibarettir. Bunların birbirinden farkını sağlayan şeyler ise sanal yazılımlar haline gelmiştir. Fiziksel şeylerin gittikçe standartlaştığı, teknolojinin farklılaşmayı daha geçici ve hızlı hale getirdiği bir dünyadayız. Tasarlamak, Tanrının rolünü taklit etmeye benzer. Güzel olanı elde etmek için yapılan şeydir. Yoksa her şeyin standartları bilimsel olarak belirlenip, seri olarak üretilebilirdi. Oysa tasarım hâlâ var ve yeni kuşakların sesini bulmasına yardımcı olmaya devam ediyor. Distopyaların tasarımlarla değil, standartlaştırılmış makinelerle tasvir edilmesi tesadüf değildir.
Sonuç
Bütün bunlar, modern olanın bize güzel gelmesi, kendi kuşağımızın başarılarından duyduğumuz haz ve bu zafer duygusuna tapınmamız sonucu oluşur. Bu çok göz önünde olmayan bir gerekçedir ama kaçınılmazdır, çünkü hepimiz kendi zamanımızı yaşarız ve bu zaman diliminin tanımlamalarına göre kendimizi konumlandırırız. Modern olan güzeldir, çünkü yenidir, bize her gün ve geçmişte duyduğumuz şeyleri tekrarlamaz, geleceğe aralanan bir kapı gösterir. Bizim de söyleyecek sözlerimiz olduğunu, kendi yağımızda kavrulabildiğimizi gösterdiği için bize güzel gelir. Küçük bir çocuğun kendi yaptığı kumdan kalelerle gurur duyması gibidir bu duygu.
ÖDÜL, Fırat Kaya
288
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
Kaynakça
Yılmaz, Levent, 2010, “Modern Zamanın Tarihi”, Batı’da Yeni’nin Değer Haline Gelişi, Metis Yayınları, İstanbul
Harvey, David, 2012, Postmodernliğin Durumu, Metis Yayınları, İstanbul. Taylor, Charles, 2011, Modernliğin Sıkıntıları, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Giddens, Anthony, 2014, Modernliğin Sonuçları, Ayrıntı Yayınları, İstanbul. Mimar.ist Dergisi, Yıl 1- Sayı 3, İstanbul
Bauman, Zygmunt, 2003, Modernlik ve Müphemlik, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
ÖDÜL, Fırat Kaya
MODERN GÜZELDİR
289
‘Güzel’ Bir Görüntüdür İsmail Kocataş
Kocaeli Üniversitesi, Lisans
“Alman kimyacı J. Schulze; su, tebeşir tozu ve gümüş nitrat koyduğu cam şişeyi pencerenin yanında bekletti. Tebeşir tozları dibe çökmeyip yüzüyordu. Bir süre sonra, yalnızca ışık gören tarafta gümüş nitratı absorblayan tebeşir tozlarının karardığını gördü. Daha sonra şişenin dışını ışık geçirmeyen bir kağıtla kapladı. Ardından kağıdın üzerine çizdiği bir şekli kesip aldı ve sadece o kısmın ışık almasını sağladı. Bir süre bekleyip kağıdı çıkardı. Şişedeki tebeşir tozlarının üzerinde, çizdiği şeklin siyahlaşmış görüntüsü oluşmuştu. Böylece kalıcı olmasa da gümüş nitrat yardımıyla fotoğraf çekmenin mümkün olabileceği anlaşıldı”. [1]
Schulze’ nin bu deneyi görüntünün elde edilmesi –ele alınması bakımından önemli bir yer edinir. Pitoreskleşmiş görüntüleme ve görüntüye sahip olma –elde etme (bu elde etme yöntemi Baudrillard’ca bir tabirle çoğaltarak hakikatsizleştirme) dönem ve süreçleri kronolojik bir yöntem değil ontolojik bir anlam taşır. Yaşamın kayıt altına alınması itibarı ile kronolojik, yaşamaya devam ediyor oluşumuz, sürekli karşılaşıyor oluşumuz itibarı ile ontolojik olan devamlılığına yeni formlar edinerek; indirgeyerek, indirgenerek devam edebiliyoruz. Hayatın edindiği varoluş formunun –an ile sınırlandırılıp fenomen olarak tasvir edilme süreci, yaşamın sürekli perdeler halinde, fragmantal aralıklar ve forma indirgenmiş sahneler, görüntüler (images) olarak anlaşılma süreci, görüntüye ait olanı yeniden tasvir etme yahut dondurulmuş ya da durdurularak devam ettirilen (stop-motion) yeni bir yaşam tasviri olarak algılama, algılanılan yaşamın yeniden üretilme süreçleri birbiriyle ardı arÖDÜL, İsmail Kocataş
290
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
dına alaka barındıran zamansal aralıklardır. Modern diye tanımlanan aslında tanımladığımız da bizi de modernleştiren, tanımlar ve sınırlar barındıran bir jargon ile sirayet ettiği her alan ve bulaştığı yeri içine alan –sınırına dahil eden kuramın kendini bünyeleştirme – bulaşıcı hale gelme süreçleri ve süreç önceleri bu aralıklar arasından sızan ışık demetleridir. Žižek’in 21. yüzyıl tabiri ile –en baştan başlamak [2] süreci olarak yolculuk bu ışık demetlerinin izinden sürülmelidir. Bu –en baştan başlama bir tekrar etme (repeat) değil; yerinden edilerek - yeniden yer edinerek (yerleşerek değil, zeminsizmiş gibi davranıp kendi zeminini kurgulayarak) kendi zeminini oluşturmuş, yığılmış ve ayrıştırılamaz hale gelmiş bir sürece-modernin sürecine- eklenmenin bizi sürecin bir aracı haline getirmesinden öte sürecin başka bir zamanda –şimdiki gelecek zaman- başka işlemesi, yeni bir faza sıçrayıp yeniden “mod” kazanması için bir iz sürme halidir. Bahsi geçen modernitenin kendi zemini diye ele aldığım konu yaşamın sürekli devam edebiliyor oluşunun ötesinde onu tanımlar içerisine sokarak sürekli yeniden üreterek, tüketmek üzerine kurduğu görüntülerin toplamı olan bir zemindir.
‘Şehir’ birlikte büyüyerek ‘kent’i oluşturmuştur. Kabaca toplumsal süreç olarak adlandırılan bu süreç modernin iktidar alanını en bulaşıcı evreye taşıdığı ve kendini hayatın içerisine “kaçınılmaz” olarak edindirdiği evredir. Toplum, yaşamın insan merkezcilleşme hareketidir. Bu hareketin sonuçlanma süreci insan ile gözün eşdeğer bir hal alması – müşterek bir şekilde davranması- sürecine tekabül eder. Bu yüzden modern yaşam artık “insan merkezci” olmaktan çok, “göz merkezcidir”. “Görüntüleşme” ve “gözleşme”, görüntü, modern toplumun koşulsuz ihiyaç olarak kendini var ettiği bir alanın temelini atarken göz ise duyuların en yücesi olarak modern toplumun iktidar aracı haline gelmiştir. Oysa hayat görüntü ve formun ötesinde ve dondurulmuş süreçler toplamı olarak işlememektedir. İşlemediğinden ötürü modern toplum ve modernist bakışı hep kendi zemini üzerinden anlatmak zorunda kalıyoruz. Bir kopma enerjisi, kendi zeminini oluşturma evresi aynı zamanda ciddi bir “boşluk” ve ciddi bir çatışmalar zincirinin alametidir. Bir kavram, durum yahut evre kendisini nasıl var ediyorsa -burada var etmekten kastım ilişki kurma biçimi- kendisini de öyle üretir. Modern yaşamın kendisini sürekli sınır çizerek, koparak, çatışarak var etme ve tükenmez boşluklar olarak bireye sirayet etme sebebi de modernizmin hamurunda kendini ifşa etmekte, sebebini ortaya koymaktadır. Modern yaşam bir çatışmadır. “Modernlik tramvatik bir deneyimdir.”[3] Georg Simmel, modern kültürün bu çatışmalarla dolu fragmantal, parçalanma eğilimli halini ifade etme biçimini 20. yüzyılda dahi yine yaşam üzerinden ve yaşamın yaratıcı hareketi üzerinden anlamaya çalışır.
ÖDÜL, İsmail Kocataş
MODERN GÜZELDİR
291
“Hayat, salt biyolojik düzeyin ötesine geçip tin düzeyine doğru geliştikçe, tin de kültür düzeyine yükseldiğinde, bir iç çatışma ortaya çıkar. Kültür evriminin tamamını, çatışmanın belirmesi, çözüme ulaşması ve yeniden ortaya çıkması oluşturur. Zira hayatın yaratıcı hareketinin, hayata ifade ve gerçekleşme formları sunan birtakım yapıtlar (artefakt) ürettiği her yerde, buna kültür deriz”. [4]
Simmel sadece kültürü tanımlamakla kalmayıp, modern kültür diye yeni bir tanım yapıyor. Bu, hayatın –biyodüzeysel alandan faaliyet alanına sıçramasıdır. Modern kültür içerisinde kültürel üretim şekli çatışmacıl değil krizseldir. Çatışma yaşamın sürekliliğini faaliyet alanı olarak belirdiği yerde gerçekleşir ve süreksiz şekilde başka bir alana yaşamı fırlatır. Bir süreklilikten söz edilemez. Bu sıçrama yaşamın “faz” evresidir. Modern kültürde ise bu sıçrama ve fazlaşma görülemez. Fazın yerini “hız” almıştır. Ve bu süreklilik anlamına gelir. Sürekli olarak tekrar eden, tekrar eden görüntüler topluluğudur. Bu üretken bir iç boşluk halidir. Modern hayatın imgesi hıza indirgenmiş ve kültürü krizler üzerinden gelişmektedir. Modernin en büyük krizi “yavaşlama” yahut “durma” halidir. Yahut bir “hal” dir. Bir faaliyet alanıdır. Bu da modernin kaçınılmazıdır. Modern yaşam bir yandan içerisinde yaşamın enginliğinin tamamen sızdığı ve sürekli ihlallere maruz kaldığı süreçler, çatışmalar ve krizler toplamıdır. Bizim için kaçınılmaz olarak beliren herşey için, yaşam bizi kaçınılmaz kılacak olan enginliktedir. Yoksa “Zaman sürme(duration) niteliğini ve ilksel geçmişteki yankısını yitirdikçe, insan tarihsel bir varlık olarak kendilik duygusunu yitirir”.[5]
Modern yaşam kendini yaşamı görüntüler halinde idealize ederek yüce tutmaktadır. Burada Kantçı bir yücelik tanımını kullanıyorum, duyular dünyasını, estetik dünyayı aşan idealize edilmiş bir yaşam biçimi olarak. İdealize edilmiş bu yaşamı kendi araçları ve jargonuyla kimliklendirmektedir. Modern yaşamın kimliğinden öte bir şey olamayacağımız kanısındayım. Modernist paradigmanın kendi bir temsiliyetler silsilesidir. Modern yaşam “hız” ile birimlenmiş yeniden üretilirken “kimlik” kazanarak kimliksizleşmiş görüntüler yani temsiliyetlerin ardı ardına gelerek yaşamdan görüntü çalmasıdır. Bunu ürettiği terimler, ortaya koyduğu alanlar ve paradokslar yoluyla icra etmektedir. Mimarlık modernist yaşam biçiminin idealize olmuş en büyük karargahıdır. Mimarlık ve mimarlık üretimlerinin birşeyleri üretmek için değil modernleştirmek için var olan alan ve süreçler olduğu kanısındayım. Yani mimarlıkla birlikte gelen, ürettiği ve sınır çizdiği herşeyi modernleştiren bir evre baş göstermiştir. 19. yüzyılda mimarlığın söylem ve araçlarıyla kendini gizleyen modernleştirme söylem, tanım ve sınırları ancak 21. yüzyılda kendini ifşa etmiştir. MüzeÖDÜL, İsmail Kocataş
292
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
leşme yahut müze üzerinden kendini kurma, çevresiyle ilişkilenme ortamı yaşamsal bir alan olabilir mi? Yahut kentleri kamp haline getirerek kimliği cephe yahut, simgeler üzerinden bir yaşam alanı ilişkisi kurulabilir mi? Sergilenen şeyleri seyreden olarak mimarlık modernizmin en büyük silahı olarak kişiyi – şahsı görüntüye indirgemiştir. Modern alan ve üretim yerleri – mimarlık mecrası sergi ile mimarlığın sergileme nesnelerini sergilerken paradoksal olarak temsillerini de mimarlık haline getirmiş olur[6]. Gözleyen, izleyen konumunda gösterdiği kişiyi göz merkezci olarak kurduğu ortam ve idealize edilmiş yaşam alanları aracılığıyla görüntüye indirger. Kavramsal olarak güzel, çirkin, yıkım, anımsama, yeni, eski, gündelik, geçici, yerleşik, göçebe, kalıcı..vs. gibi tanımlar üreterek faaliyet alanı belirlemiştir kişilere. Kavramlar aracılığı ile kişi – şahıs (persona) üretilmiş ve yaşam alanları bunlar üzerinden kurulmuştur.
Süreksizlikler halinde devam eden, akan bir yaşamı görüntüler halinde toplamanın bir sonucu olarak hız kavramı modernin en büyük paradoksu ve bütün ortamlarının üreticisi konumuna gelmiştir. Modernist alanla iç içe yuvalanmış olan bu kavramlar gibi şahıs da üretim alanıdır. Kavramlar ancak ve ancak şahsiyetin, kişinin yaşamı belirginleştirme gücünün üretilmesi için bir araç olabilir. “Güzel” olan bir şey tanımı ancak modernist bir jargonda belirginleşmiştir. Modern olan herşey güzel olmak zorundadır. Güzel olan idealize edilmiş yaşamın bir alanıdır. Yaşamsal bir zemin birşeyin ayrıştırılamadığı itkilerin ve şekillenmelerin faaliyet olarak belirdiği tanımların yahut sınırların tanımlanıp forma indirgenemediği bir alandan fısıldar. Bu alanın içerisinde kavramlar ancak kişinin biyozeminin ve fiziki zeminin ötesine geçip yer tektoniği ile yeni bir fiziki zemin oluşturduğu alanların üretimleri olabilirler. Modern zeminde ise kavramlar kişinin üretiminin araçlarıdır. Biz üretiliyoruz. “Güzel” ancak bir araç olabilir. Ve kaçınılmaz olarak modern olan herşey güzel olmak zorundadır. Tıpkı geçici olan herşey yahut hızlı olan herşey gibi. Tıpkı güzelin kavramsal olarak modern olduğu gibi.
“Güzel” bir görüntüdür. Ve idealize olan şey yaşam gibi bizim de güzelleşmemizdir. Bunun aracı da mimarlıktır. Biz güzelleştikçe görüntüleşiyoruz. Biz ancak Schulze’nin cam şişenin üzerine yapıştırdığı kağıda çizdiği resim olabiliriz. Oysa yaşam ışığın gümüş nitrata değerek onu karartmasında gizlidir. Yaşam ayrıntıların toplamıdır. Güzel olan herşeyin dünyasından...
ÖDÜL, İsmail Kocataş
MODERN GÜZELDİR
293
Kaynakça
[1] Akbulut, Ural, Fotoğrafın 200 Yıllık Serüveni, ss. 1.
[2] Žižek, Slavoj, Komünizm Fikri Üzerine, çev. Selim Karlıtekin, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, ss.183.
[3] Tanyeli, Uğur, “Geleneksel Bir Ankara Evi Bugün Neden İnşa Edilemez”, Arkitera.com söyleşi alıntısı.
[4] Simmel, George , Modern Kültürde Çatışma, çev. Tanıl Bora-Naziye Kalaycı-Ekin Gen, İletişim Yayınları, 2003, İstanbul, ss.55.
[5] Pallasmaa, Juhani, Tenin Gözleri, çev. Aziz Ufuk Kılıç, YEM Yayınları, 2005, İstanbul [6] Tanyeli, Uğur, “Yer Ötesi Pratikleri ve Mimarlığın İcadı”, Makale, ss. 1
ÖDÜL, İsmail Kocataş
294
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
‘Güzel’ Bir Mimarlık İzlenimi Tuğba Özer
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Lisans
“Mimarlık? Kulaklarınızla işittiğiniz renkler; Gözlerinizle gördüğünüz sesler; Av uçlarınızla dokunduğunuz boşluklar; Dilinizdeki mekanın tadı; Ölçülerin güzel kokusu; Taşʼın özsuyudur.” –Marcel Breuer1 ‘Mutluluğun Mimarisi’ adlı kitabında Alain de Botton sorulması gerekeni sorar: “Güzel bina nasıl olmalı?” ve sanki cevabın insanı bir çıkmaza sürükleyeceğinin farkında olarak devam eder: “Modern bakış açısına göre bu soru saçma, hatta yanıtlaması olanaksız bir soru. Zaten modern dünyada güzelliğin kendisi de, her zaman sonuçsuz kalacak, çocukça tartışmaları tetiklediği varsayılan bir kavram haline geldi. ʻBen neyin güzel olduğunu biliyorum,ʼ diye nasıl ortaya çıkabiliriz ki? İnsan birçok farklı üslup arasından ʻiyi olan budurʼ diye iddia edip başka başka zevkler karşısında kendi seçtiğinin en iyi olduğunu nasıl savunabilir?” 1
Marcel Breuer, alıntılayan Enis Kortan, 1986, XX. Yüzyıl Mimarlığına Estetik Açıdan Bakış, Yaprak Kitabevi, Ankara, s. 15.
ÖDÜL, Tuğba Özer
MODERN GÜZELDİR
295
Ancak, bu yazı da tek bir güzellik anlayışı olduğunu ya da bu güzelliğin sadece modernde bulunabileceğini savunmaz. Daha ziyade, “Modernde güzel olan nedir?”, “Modern neden güzeldir?” sorularına yanıt vermeye çalışır, moderndeki ‘güzel’in modern kavramı gibi nasıl çeşitlendiğini, nasıl farklı şekillerde vücut bulduğunu göstermeyi hedefler. Neden işlemesiz, yalın formlar tercih edilir? Neden ‘soğuk’ beton göründüğü kadar soğuk değildir? Neden sıvanmamış yüzey modernin, güzel olanın vazgeçilmezidir?
İlkin, modernin güzelliğinin yalın olmasından kaynaklandığını söylemeli. De Botton, modern insanın güzellik anlayışına kinayeli bir yorum getirir: “Artık insanlar doğal ve gösterişsiz, kaba ve otantik şeylere ilgi duymaya başlamıştır. Dolayısıyla günümüz burjuvası süslemesiz, dümdüz duvarlara ya da kocaman kömür parçalarına bakarak rahatlamaya çalışır.”2 Bu yorum, güzelliği yalın formlarda bulan Le Corbusier’nin güzellik anlayışı ile benzerdir. “Yalınlık, yoksulluk demek değildir; fakat bir seçimdir, bir ayırımdır, bir kristalleştirmedir. Amacı ise safʼlıktır. Yalınlık sentezleştirmedir, arındırmaktır.”3 Worringer’in savı bu sorulara cevap verir niteliktedir. Worringer, Soyutlama ve Empati adlı makalesinde toplumların kendilerinde eksik olanı sanatlarında yaratmak istediğini iddia eder. Karmaşa karşıtını üretmiştir.
“Bu soyut kanuni biçimler, dünya tablosunun büyük karışıklığı karşısında insanın huzur duyabileceği biricik ve en yüksek biçimlerdir. Bu gibi uygar budunlar, dış dünya olaylarının karmaşık bağlamı ve değişik görünüşü karşısında bir huzursuzluk duyarlar ve bunun sonucu olarak büyük bir huzur ihtiyacı onların ruhunu kaplar. Sanatta aradıkları mutluluk imkânı, dış dünyanın nesnelerine kendini vermek, onlar aracılığıyla kendinden haz duymak değildir; tersine, her bir nesneyi, keyifliğinden ve görünüşteki tesadüfiliğinden kurtarma, onu soyut biçimlere yaklaştırarak ölümsüz kılma ve böylece görünüşler dünyasında sığınılacak bir huzur noktası bulmaktır. Yalın çizgi ve onun salt geometrik kanunluluk halinde gelişmesi, görünüşlerin belirsizliğinden ve karışıklığından huzursuzluk duyan insana en büyük mutluluk imkânını sağlar.”4
2
Alain de Botton, 2010, Mutluluğun Mimarisi, (çev.) Banu Tellioğlu Altuğ, Sel Yayıncılık, İstanbul, s. 175.
4
Wilhelm Worringer, alıntılayan Enis Kortan, 1986, s. 43.
3
Le Corbusier, alıntılayan Enis Kortan, 1986, s. 43.
ÖDÜL, Tuğba Özer
296
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
De Botton, Worringer’in iddiasını şöyle yorumlar: “Uyum, durağanlık ve ritim gibi unsurları içinde barındıran soyut sanat dinginlik arayan, kanun ve düzenden yoksun toplumlara çekici geliyor; ideolojilerin sürekli değiştiği, bireylerin fiziksel tehlikelere karşı hep tetikte olduğu, din ve ahlakta karmaşanın yaşandığı dönemlerde toplumun imdadına soyut sanat koşuyordu.”5 O halde, süslemeden arındırılmış binanın aynı zamanda ruhu da arındırdığını zira modern hayatın karmaşasında hapsolmuş ruhun buna ihtiyacı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Modern bina insanı yağmurdan, rüzgardan korumakla kalmamış, ruhun da sığınabileceği mekânlar yaratmıştır.
Worringer’in iddiası, Heraklitos’un “Her şey ancak karşıtların kavgasından doğar.”6 sözünü de hatırlatır. Bu karşıtlık Worringer’in iddia ettiği gibi yaratılan piskolojik etkiyle sınırlı kalmaz, aynı zamanda görsel bir keyif sunar. Enis Kortan, Le Corbusier’nin Villa Savoye yapısından bahsederken bu karşıtlığa değinmiştir: “Yapının rengi de beyaz seçilmiş ve böylece doğaya ve gökyüzünün değişen renklerine şiddetle zıtlık yaratılarak binanın derhal belirgin halde görülmesi sağlanmıştır. Yapı, doğa içinde yalnızdır, tektir, ideal bir ʻestetik objeʼ durumundadır.”7 Bu ‘estetik obje’yi güzel bulma nedenimiz, Le Corbusier’nin sözleri arasında yer almaktadır: “Mimarlığın görevi, hammaddeler aracılığıyla duygusal ilişkiler meydana getirmektir. Mimar, biçimleri örgütleyerek ruhun saf yaratısı olan bir düzeni gerçekleştirir; biçim ve şekillerle bizde plastik coşkular uyandırır; yarattığı ilişkilerle bizde derin yankılar meydana getirerek dünyamızla uyum halinde olan bir düzenin ölçülerini verir, kalbimizin ve aklımızın çeşitli hareketlerini tayin eder ve böylece bir güzellik duygusunu hissederiz. Mimarlık, sadece şairane duygular olduğu zaman mevcuttur.”8
Pek tabii, modern formun güzelliği yalınlığının maharetle oluşmasında saklıdır. Bu yalınlık, üzerine kafa yorulmuş bir yalınlıktır, dışarıdan basit gibi gözüken ama insanı içine aldığında detaylarıyla heyecanlandıran ve uyumuyla kendine hayran bırakan. De Botton’ın modern bir İsviçre eviyle ilgili yorumları bu konuya temas eder: 5
Alain de Botton, 2010, s. 171.
7
Enis Kortan, 1986, s. 45
6 8
Heraklitos, alıntılayan Enis Kortan, 1986, s. 77.
Le Corbusier, alıntılayan İsmail Tunalı, 2004, “Bir Tasarım Olarak Mimarlık”, Etik-Estetik, (ed.) Ayşe Şentürer, Şafak Ural, Funda Uz Sönmez, Yapı-Endüstri Merkezi, İstanbul, s. 113.
ÖDÜL, Tuğba Özer
MODERN GÜZELDİR
297
“Modern bir İsviçre evini zarif diye niteleriz çünkü çerçevesiz camların beton duvarlarla nasıl ustaca birleştirildiğini, sıradan bir evin dış cephesinde rastlanan pek çok unsuru kullanmaktan nasıl ustaca kaçınıldığını görürüz. Bu tür yapılar görünüşte son derece basittir ama biz bunların basit görünmesini sağlamak için tasarımcının ne büyük çaba harcadığını fark eder, bu çaba harcanmamış olsa bunların da pek çok yapı gibi son derece karmaşık görünebileceğini hisseder ve tam da bu nedenle bu tür yapılara hayranlık duyarız.”9
Le Corbusier de yalınlığın ustalığın bir işareti olduğunu savunur.10 Benzer şekilde, yalınlığı ve saflığı benimseyen diğer bir mimar olan Mies Van der Rohe’nin meşhur sözü “Az çoktur”unda11 bu konuyla ilintili olduğunu yorumlamak mümkün. ‘Az’ olarak atfedilen yalın form içinde barındırdığı anlam ile tasarımı güçlü kılar.
Modernin güzelliği aynı zamanda dürüst olmasındadır. Dürüstlükle kast edilen “malzemenin doğası ve yapılan işin kalitesi bağlamında aldatıcı olmamaktır.”12 Malzemeleri oldukları gibi kullanmak, taşıyıcı elemanları gizlememektir. Sıvanmamış yüzeyler, gizlenmemiş kolonlar yapının olduğu gibi algılanmasını sağlar. Bu haliyle makyajsız güzel bir kadın gibidir bina. Yüzünün hatlarını saklamaz, güzelliğini olduğu gibi sergiler.
Bu konuyla ilgili Kortan şöyle söyler: “Verimli ve etkili bir şekilde tasarlanan strüktürün konstrüksiyonu estetikle özdeş olmalıdır; bu elemanlar örtülüp gizlenmemeli fakat kendi gerçek ve güzelliğiyle ifade edilmelidir.”13 Nitekim, yapının bir parçası olan bu elemanlar saklanmadığında yapının gerçek kimliği ortaya çıkar. St. Augustine’nin “Güzellik gerçeğin aynasıdır.”14 düşüncesi de bu iddiayı destekler. Keza, Mies Van der Rohe’nin yalın mimarlığı bu düşüncenin izlerini taşımaktadır.15 9
Alain de Botton, 2010, s. 231.
10 Le Corbusier, alıntılayan Enis Kortan, 1986, s. 43.
11 “Less is more.” Ludwig Mies Van Der Rohe, alıntılayan Enis Kortan, 1986, s. 52.
12 John Ruskin, alıntılayan Doğan Kuban, 2004, “Mimari Tasarım’da Etik-Estetik Karşıtlığı Var mı?”, Etik-Estetik, (ed.) Ayşe Şentürer, Şafak Ural, Funda Uz Sönmez, Yapı-Endüstri Merkezi, İstanbul, s. 217. 13 Enis Kortan, 1986, s. 80.
14 St. Augustine, alıntılayan Enis Kortan, 1986, s. 52. 15 Enis Kortan, 1986, s. 52.
ÖDÜL, Tuğba Özer
298
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
Son olarak, modernin güzelliğinin özgünlüğünde olduğunu söylemeli. Modern bina, kendinden öncekini tekrarlamak yerine, her zaman insanı şaşırtmaya olanak sağlar. Belli semboller birbirinden bağımsız formlarla bir araya gelir. Kortan, Le Corbusier’nin Ronchamp Tapınağı’nı betimlerken modernin bu niteliğinin altını çizer: “Eserin en çarpıcı ve insan soluğunu kesici tarafı onun özgün ve eşsiz, benzersiz formudur.”16 Aynı şekilde, Berlin Filarmoni Binası’ndan söz ederken de yapının özgünlüğünden bahseder: “Özgün, ilginç, yeni, tek defaya mahsus özellikleri vardır; çarpıcı, ilgi çekici, sürprizli ve şaşırtıcıdır, tekrar ve taklit edilemez, bellekte kalıcı ünik bir imgesi vardır.”17
Brüt beton duvarlar, düz çatılar, büyük cam pencereler, kapılar ve ince bölme duvarlar18 diye devam edecek olan semboller yalınlık, ustalık, dürüstlük, özgünlük gibi ilkelerle bağdaşır, moderni güzel kılar. Bu noktada De Botton gibi Stendhal19’den alıntı yapmakta fayda var: “Güzellik bir mutluluk vaadidir.”20 “Kaç çeşit mutluluk varsa güzelliğin de o kadar çeşidi vardır.”21
Kaynakça
De Botton, Alain, 2010, Mutluluğun Mimarisi, (çev.) Banu Tellioğlu Altuğ, Sel Yayıncılık, İstanbul. Kortan, Enis, 1986, XX. Yüzyıl Mimarlığına Estetik Açıdan Bakış, Yaprak Kitabevi, Ankara.
Kuban, Doğan, 2004, “Etik-Estetik Arasında Mimari”, Etik-Estetik, (ed.)
Ayşe Şentürer, Şafak Ural, Funda Uz Sönmez, Yapı-Endüstri Merkezi, İstanbul, s. 217.
16 a.g.e., s. 66.
17 Enis Kortan, 1986, s. 73.
18 Sarah Williams Goldhagen, alıntılayan Ayşen Savaş, 2007, “Beyaz Duvarı Yeniden İnşa Etmek”, ODTÜ Sanat Festivali Kataloğu 9, Ankara, s. 15.
19 Marie-Henri Beyle, Fransız realist yazar. Takma adı ‘Stendhal’ ile bilinir.
20 Alain de Botton, 2010, s. 111. 21 a.g.e., s. 114.
ÖDÜL, Tuğba Özer
MODERN GÜZELDİR
299
Savaş, Ayşen, 2007, “Beyaz Duvarı Yeniden İnşa Etmek”, ODTÜ Sanat Festivali Kataloğu 9, Ankara, s. 15.
Tunalı, İsmail, 2004, “Bir Tasarım Olarak Mimarlık”, Etik-Estetik, (ed.) Ayşe Şentürer, Şafak Ural, Funda Uz Sönmez, Yapı-Endüstri Merkezi, İstanbul.
ÖDÜL, Tuğba Özer
300
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
TEŞVİK ÖDÜLLERİ Felek Yılmaz Güzin Öztok Oktay Orhun
MODERN GÜZELDİR
301
Modernizmin Maviye Çalan Duyuların Çengeline Takılması Felek Yılmaz
Akdeniz Üniversitesi, Lisans
Modern olanın sınırlarını tanımlamakta oldukça zorlanmamız adeta tarihin, rasyonelle irrasyonel arasındaki akıl/duygu, akıl/anlık, akıl/sezgi, akıl/ deneyim gibi ilk terimden doğmuş ayrımlara ve doğal ile yapıntı arasındaki ilişkiye gönderme yaparak zihinlerimize paradigmatik bir değer biçmesinden kaynaklanır. Mimarlık tarihinde modern mimarlığın ifade çerçevesini inşa etme isteği, açımlama bölgelerini yaratma gayesi biraz boş biraz da eksiğini her an hissedebileceğimiz bir çabadır. Söz konusu çabanın belli bir olgunluğa ulaşamaması, daha doğrusu keskin ve belirlenmiş bir anlamsal çözümleme zemine oturtulamamasının başlıca nedeni modern sözcüğünün net bir tanımının olmamasıdır. Bu karmaşa devrim niteliğinde olup birçok bağlamda varlığını sürdürdüğü özel alanlar yaratmıştır. Modern kavramının özerk bir alana sahip olması geçmişte modern öncesi dönemlerin tanımladığı kavramların belirli biçim ve kalıplarına sığmamaktadır. Modern ve modern ile ilişkilendirilen her unsur, mimari ürün, güzel sanatların emeği neticesinde yaratılan her bir nesne farkındalıkla bezenmiş bir öznenin eleştirisine maruz kalmaktadır. Modernizm’in kendi kendini çözümleyerek, kendi dışına çıkıp kendini izleyerek ve eleştirerek gelişmiş bir kültür platformunu özneye sunması son derece önem arz etmektedir. Modern, kendi özerk alanında kendi devriminin mücadelesini sürdürürken aslında moTEŞVİK ÖDÜLÜ, Felek Yılmaz
302
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
dern olanı, modern insanı, modern toplumu, bağımsız bir disiplin olan estetik düşüncenin ellerini sımsıkı tutarak ve aydınlanma çağından alarak yeniyi, yeniye dair bir çözümü yaratmaktadır.
Dilbilimsel açımlama zonlarının Modernizm’in kavramsal içeriği hakkında pek az ipucu barındırması, Modernizm’in etik, teknik, işlevsel açıklamalarını olumsuz etkileyerek bu kavramın izahatı noktasına derin belirsizlikler serpmektedir. Geniş bir toplumsal ve varlıksal etkinlik alanını çerçeveleyen terimler donatısı olan modern ve onun doğurduğu modernizm, kapsamlı bir tarihyazımsal olgular bütünü oluşturduklarından ötürü berrak ve yalın tanımlamalara indirgenebilen kavramlar olarak incelenemez. Daha kapsamlı ve sanatsal olmaktan öte toplumbilimsel araştırmaların yapılarak bu kavramın flu yanlarının netleştirilmesi gerekir. Modernizm’e getirilecek açıklama, bir biçimlendirme anlayışı ve tavrının yıkılıp yerine bir yenisinin konulmasının ardından yüz yüze kaldığımız köklü değişimin fark edilmesi gerekmektedir. Modern, Batı dünyasının Barok ve Rokoko’nun yıkılışından sonra yaşadığı sanat serüveni yahut bir üslupsal değişimler silsilesi değildir. Modernist ideologların tanımlayışlarının aksine modernizmi, deva bulan bir dert olmaktan ziyade karşı çıktığı tarihsel akımları da içeren üsluplarötesi bir dönemin doğuşu olarak kabul etmek daha doğru bir yaklaşımdır. Modernist ideologlar, tarih boyunca karşılaşılmamış bir gerçeklik dizisiyle yüz yüze kaldıklarında doğal olarak dünyanın sağlıksız bir yönelim gösterdiğini sanmış ve modernizmin ana mottosunun çağın hastalıklarını tedavi etmek olduğu yanılgısına kapılarak tarihsel akışın işaret ettiği kaçınılmaz olanın gerçekleşmesi olgusunu gözden kaçırmışlardır. Bizi yanılgıya iten bu ideologların düşüncelerinin aksine modernizm, devrimsel olan bir tarihsel akışın pınarında gürül gürül akan saf bir gerçekliktir. Dolayısıyla bu gerçeği görmezlikten gelmek akılcı bir tavır değildir. Bunun yerine modernizmi tartışmak, sanatın ve mimarlığın genel tarihsel evrimi içinde onun konumlandığı alanın sınırlarını saptamak, söz konusu sınırlarını belirlemek için de bir referans noktasını bularak bu kavramın gizli dünyasını aralamak olacaktır.
Gelenekselleşmiş modernist tarihyazımları, bu referans noktasını kendi geliştirdiği savlar çerçevesinde aramayı uygun bulmuştur. Bu sebeple Endüstri Devrimi’ni modernizmin başlangıç noktası olarak ele alması kaçınılmaz olmuştur. Endüstrileşmenin mimarlığın tarihsel evriminde yadsınamaz oranda belirgin ve önemli bir dönüm noktası niteliğinde olması su götürmez bir kabuldür. Lakin mimarlığın içerdiği sorunlarının endüstrileşme gibi bir dış etmenle tatmin edici düzeyde aydınlatılamadığı gerçeği de bir kenara bırakılmaTEŞVİK ÖDÜLÜ, Felek Yılmaz
MODERN GÜZELDİR
303
malıdır. Mimarlık alanındaki değişimler ancak ve ancak mimarlığın kendi bilgi ve faaliyet alanı içinde anlamlandırılarak çözüme kavuşturulabilir.
Modernizm, mimarlık dünyasında büyük bir dönemeç yaratmıştır. Bunu, mimarlıkta epistemolojik bir değişim yani mimarlığın bilgi alanının yeniden biçimlenmesi eylemi olarak düşünmek gerekir. Modernizm özgündür, yani içinde var olduğu çağın gerçekleriyle tutarlı bir çizgide ilerlerken mimarlığın praksisinde kendine özgü bir alan oluşturmuştur. Modernizmin mimarlıkta epistemoloji düzeyinde bir değişim yarattığının kanıtı mimari gerçekleri nitelemek için doğru ve yanlış kavramlarının kullanılır olmasıdır. 19. yüzyıl öncesinde mimari olgular, çözüm bekleyen birer sorun olarak görülmediğinden ötürü yanlışla doğru gibi yargı niteliğindeki bu kavramların kullanılması da söz konusu değildi. Modern öncesinde mimarlığın yanlış yahut doğru olarak yargılanmamasının sebebi normatif epistemolojinin belirgin olarak varlık göstermesinden kaynaklanıyordu. Modernizm ile beraber spekülatif epistemolojilerin yalnızca mimarlıkta değil, tüm sanatların yanı sıra siyaset ve ahlak alanında da kıpırdanması bu iki yargının dile dahil olmasını sağladı. Normatif epistemolojik sistemlerin temel hedefi totoloji üretmektir ve kendi çizdiği sınırlar içinde hiçbir bilinmeyenin varlık göstermesine müsaade etmez. Bu sistemin meşru ve olası saydığı her eleştiri için öncesinde belirlenmiş kesin ve değişmez bir yanıt olmasından dolayı normatif epistemolojik sistem tartışma zeminine oturtulamadığı gibi meçhul nitelikteki bir sorunun sorulmasına doğal olarak olanak vermez. Şunu ifade etmek gerekir ki modern öncesi dünyada her bilgi alanı normatif bir sistemin sınırlarını oluşturmaktaydı. Bu şu anlama gelmektedir: Tasarımcı veya sanatçının önünde hazır eylem ve düşünce kalıpları mevcuttu. Normatif eylem kalıp sistemi olduğundan aynı çağda, aynı coğrafyada inşa edilen mimari yapılar (gotik dönemine denk gelen) özdeş niteliklere sahipti. Böylesi bir düzende bireysel yaratım alanı kısıtlanmış vaziyettedir. Doygun bir özgür alanın olmayışı nedeniyle 17. yüzyılda başlanarak sanatsal, kültürel, siyasal, ahlaki epistemoloji sistemlerin normatif kalıplarla yüzleşmesi gerekliliği baş gösterir. Yüzleşilen bu yıkım modern dünyanın uyanışıyla hızlanmaktadır. Yıkımın hem sorumlusu hem de paradoksal olarak sonucu, dünyanın tüm boyut ve bileşenlerinin akıl tarafından kavranabilir, yorumlanabilir ve yönetilebilir olduğuna duyulan pozitivist inanç temelinde aydınlanma yaşayan spekülatif epistemolojidir. En açık ifade ile dinsel dogmaların örneklediği normatif bilginin doğruluğu nedensizdir, tartışılamaz, sınanmaz ve irdelenmez gerçeklerle donanmıştır. Lakin, spekülatif bilginin yanlış olma ihtimali daima vardır ve tahtı her an sarsılabilir. Spekülatif TEŞVİK ÖDÜLÜ, Felek Yılmaz
304
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
epistemolojinin ayrılmaz bileşeni, yanlışlama mekanizması her bilginin doğruluğu ya da yanlışlığı arayışına girer. Bu gelişme mimaride de kendini göstermiştir. Mimari tasarımda geometrinin kutsallık tahtından indirilip, tasarlama uğraşının rasyonalizasyonu geleneksel anlam kavramının tasfiyesini sağlamıştır.
Özerk bir disiplin olan estetik kavramı, modern olanın yeniyi yaratmaya başlaması evresinde, normatif kalıpların yıkılmasıyla belirginleşen aydınlanma felsefesinin en gelişmiş düşüncesidir. Modern insanın en özgür ilgi alanı olması itibariyle de kendi anlam ve yaklaşımlarını geliştirilebilir yetkinlikte bir disiplindir. Estetik anlayışıyla beraber insan, algıladığını, duyumsadığı, beğenisini sorgulaması ve değerlendirmesi, anlamlandırma çabasına girmesi, insanın kendini tanımaya çalışan, maddi olarak betimleyen ve sınıflandıran bilim dünyası yanında tamamen öznel, bireysel ve tarifi güç bir iç dünyayı da kendisi için yaratır. Bu farkındalık eleştirel bir yaklaşımdır ve modern insanın ve toplumun koşuludur. Modernlik, kendi kendini çözümlemeyi ve kendi dışına çıkıp kendini izlemeyi ve eleştirmeyi gerekli kılmaktadır. Modern insan yalnızca kendini değil dış dünyayı da eleştirirken büyük bir farkındalıkla kendini rahatça bir öteki varlık olarak tanımlayacaktır. Sonuç itibariyle modern insan için estetik kendinin farkında olan bilinçli bir tavrın ürünüdür.
İnsan her daim kültürün taşıyıcısı ve üreticisi olmuştur. Yapaylık üretir, kendini inşa ederken dünyayı da inşa eder. Mimarlık doğal ve yapıntının iç içe geçtiği yapaylığın fiziki çevrede yeşermesinin önemli bir ayağıdır. Estetik, 18. yüzyıl ortalarına kadar, duyusal algılama ve güzellik üzerine düşünmenin dar kalıplarına sığdırılmıştı. Kant’ın çalışmalarıyla beraber özerk bir disipline dönüşerek felsefeyi, tarihi, teoriyi, eleştiriyi ve mimari pratiğinin kendisini derinden etkileyerek mimarlık estetiğini ortaya çıkardı. Estetik, ilkin duyusal algılamayla bilinç arasındaki ilişkiyi irdeledi. Tarihsel akışı içinde teolojiyle, psikoloji ve psikanalizle, antropolojiyle, sosyolojiyle, göstergebilim ve dilbilimle karşı karşıya gelerek toplumsal eleştiriyi meydana getirdi. Estetiğin, hislerin duyumsayarak algılamayla biten sürekli bir döngü olduğunu kabul edelim. Mimarlık, dünyayı yapılandırma/yapay bir çevre oluşturma gayesinden biriyken ve yaşadığımız dünyada duyularımızı eylediğimiz bir yerken, duyularla mimari ürün arasında kaçınılmaz olarak sıkı bir bağ kurulur. Özneye içkin bilinç halleri olarak anlaşılan duyumlarla mimarlık arasındaki ilişkinin analiz edilmesi oldukça karmaşıktır. Örneğin, mimari ürün kullanıcı üzerinde şaşkınlık ya da hayranlık, merak gibi hisler uyandırabilir. Bu intibah kimi zaman kimlik ve aidiyet hislerini yaratabilen özel hissetme biçimlerine kadar da gidebilir. TEŞVİK ÖDÜLÜ, Felek Yılmaz
MODERN GÜZELDİR
305
Duyularla mimarlık arasındaki ilişki üzerine, merkezde estetik yorumlamanın yer alacağı sistematik bir incelemenin yapılması, mimari üretimlerin duyular üzerindeki etkisini daha anlaşılır hale getirebilir. Estetiğin, kalıplaşmış anlamı içinde bir genelleme olarak yalnızca güzel ya da çirkin ile ilgili olduğu varsayılıyor. Estetik olan güzel olandır diye düşünülüyor ve kimi zaman bu varsayım doğru olabiliyor. Ama bu, birçok durumda bizi çıkmaza sürükler, zira bugünün çok yönlü, çok kültürlü, almaşık ve açık toplumunda güzelin ne olduğuna dair ortak bir yargı zemini yoktur. Güzel yargısı ortak bir paydaya kavuşturulabilirse şayet, herkes için güzelin olduğu açığa çıkarılmış olur. Lakin güzel kavramı göreceli olunca yargılar da öznel nitelik kazanıyor. Batı kültüründe güzelle çirkin kavramı ontolojik ve teolojik bir sorun olarak kabul edilmiştir. Oran, Batı kültüründe güzelliğin kozmolojik formu olarak düşünülerek metafizikle girdiği yakın ilişkinin ortaya çıkarılmasında kilit bir konumda görülmüştür.
Mimarlık içerisinde estetiği birinci derecede etkileyen kalıp ya da kategoriler de mevcuttur: Yetenek, yaratıcılık, hayal gücü, yaratı, tasarım, şekillendirme, proje, özgünlük, hakikat gibi unsurlar. Ayrıca gösterge ile anlam arasındaki ilişki ve tarz kavramının da paradigmatik bir değer olarak algılanıp estetiği ne ölçüde etkilediğine bakmak gerekir. Mimarlığın pek çok estetik tarza sahip olduğu açıktır, fakat estetik boyutun kendisiyle çoğu kez çatışabilir. Örneğin: Zorunluluk ve lüzumsuzluk sorunu, özgün ontolojik sorulara kapı aralayan süsleme sorunu, madde ve form ilişkisi, doğal ve yapay arasındaki denge, akıl ve duygu arasındaki ilişki gibi. Estetik Kant’ın ardından sanatın amacından özgürleşme ilkesini formüle etmişken mimarlıkta öncelik faydasız karşısında faydalı olan tercih edilmiştir. Çoğu kez, mimarlık, güzel sanatlar gibi özgürlüğe özlem duymuştur. Yalnız kaçınılmaz biçimde işlevsel bir nedene kendini bağlanmış bulur. Bu bağlanış çift yönlüdür: Kullanım nedeni ve mimarlığın her daim ve her koşulda inşa olmasıdır. Mimarlıktaki bu inşa eylemi de yasalarla belirlenmiş olup her zaman mimaride yaşanacak olan olaylar/kurmacalar kontrol altında tutulur. Ezcümle, modern olanın güzelle olan ilişkisi son derece göreceli bir kavramdır. Günümüzde duyularımızın estetize edilmiş (bir metafor olarak maviye çalınmış olması) tarifi güç bir çengele takılmasından dolayı gerçekten güzel olanın yalnızca modern olabileceği yanılgısına kapılırız.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Felek Yılmaz
306
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
Kaynakça:
Batur Enis, 2015, Modernizmʼin Serüveni: Bir “Temel Metinler” Seçkisi 1840-1990, İstanbul-Sel Yayıncılık/Sanat Kitaplığı
Masiero Roberto, 2006, Mimaride Estetik (çev: Fırat Genç), 1. Baskı Ankara- Dost Kitabevi Yayınları
Erzen Jale, 2006, Çevre Estetiği, Ankara-ODTÜ̈ Yayıncılık.
Sharr Adam, 2013, Mimarlar İçin Heidegger, 1. Baskı İstanbul- YEM Yayınları.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Felek Yılmaz
MODERN GÜZELDİR
307
Modern Güzeldir Çünkü İşte Güzin Öztok
İstanbul Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans
Yarışma şartnamesinin ilettiklerini kabaca şu şekilde özetleyebiliriz: “Modern güzeldir.” mottosu/sloganı, Otto Wagner’den modern-mimarlık-güzel içerikli bir alıntı1, ve güncel mimari söylem içinde yer alan bazı ikilikler (unutma/anımsama, yeni/eski, geçici/kalıcı vb.). Modern güzeldir mottosu, yarışma metninin kurduğu bu çerçevede güncel mimarlık söyleminin bir parçası olarak ele alınıp incelenebilir. Bu bağlamda art arda gelen düşünceler: “Modern olan her şey güzel midir?” sorusu uçsuz bir yerde kendi başına sürükleniyor. Bu esnada -herhangi bir zorunluluk olmaksızın- mimarlık konularıyla bağdaşarak kendine yer bulmayı deniyor. Modern güzeldir ifadesi mimarlık gibi geniş bir disiplin üzerinden kendi ortamını kurmayı amaçlıyor; bu durumda yarışma metni bu söylemle birlikte kendini hangi düşüncelere bağlıyor olabilir? Modern güzeldir ifadesi bugün kulağa fazlasıyla yüzeysel gelebiliyor. Bir manifestonun giriş cümlesi gibi olan bu ileti, yüzeyselliği nedeniyle kendi içine kapanarak ifadesizleşiyor. Manifesto benzeri bir cümlenin öğrenciler arası eleştirel düşünce yarışmasında yer almasının güncellik bağlamı, bugünle kurduğu ilişki ne olabilir? Güncel tartışma ortamı açısından düşündüğümüzde öğrencilerin modern mimarlık üzerine tartışması, modern mimarlığın güzelliğini ortaya çıkarması ya da beğeni cetvelinde herhangi bir alanda konumlandırması, “güzel mimarlık” tartışmasını yapması, modern, modernizm, modernite kavramlarının estetik değerlerle kesişimini ortaya koy1
Modern olan her şey güzel olmayabilir; ancak günümüzde duyularımız bize, gerçekten güzel olanın sadece modern olabileceğini söyler. Otto Wagner, 1902
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Güzin Öztok
308
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
ması vb. olabilir. Tasarım ve mimarlık gibi disiplinler içinden düşünerek modern güzeldir ifadesini tartışmaya ya da anlamlandırmaya başladığımızda bu söylemin çeşitli ele alış biçimleriyle devam ettirildiğini görebiliriz. Modern güzeldir söyleminin, kendi bağlamsal çerçevesini oluştururken mantık hatalarıyla birlikte kurgulanmaya fazlasıyla yatkın olduğunu da belirtebiliriz; yani söylem ele alış biçimlerine bağlı olarak mantık hataları oluşturabilir. Bu yazının amacı modern güzeldir söyleminin olası mantık hatalarını düzeltmek ya da ortadan kaldırmak ve doğru(?) bir tartışma yönergesi sunmak değildir. Yazı, sadece söylemin mantık hataları üzerinden bir analizi ya da okuması gibi düşünülebilir. Bu bağlamda aforizma ya da manifesto benzeri tekil alıntılar üzerinden bir yargıya varmak yerine yerleşik mimarlık söylemleri, mantık hataları ve olası yorumlar ele alınarak “modern güzeldir” tartışılabilir. Özetle, aşağıda maddeler halinde sıralanmış tanımlama ya da betimleme parçaları, modern güzeldir ifadesi üzerine bir sorgulama yapmayı amaçlar. 1.
2. 3.
4.
“Modern güzeldir” ifadesi karmaşık ileti dizileri gönderir. Bu ifadenin çağrıştırdığı sorular, kavramlar ve anlamlar iç içe geçerek bir belirsizlik dizini sunmaya yatkındır. Tek başına duran haliyle bu ifade ucu açık ve kişiselleşmeye müsait bir ileti dizisi olarak da düşünülebilir. Bu bağlamda modern ve güzel sıfatlarının ölçüsü, herkes tarafından farklı şekilde belirlenir.
Mimarlığı, güzel sıfatı üzerinden modern olacak şekilde belirli bir tarafa yönlendirme çabası da bu söylemin iletilerinden bir tanesidir. Modern güzelse, güzel olanı yapmak isteriz çünkü güzel olan takdir görür, o halde modern olanı tercih edebiliriz. “Modern güzeldir” ifadesinin öznellik üzerinden bir yorumu olabilir. Güzel olan nedir ve güzellik nasıl/hangi bağlamda tartışılabilir sorusuyla birlikte mimarlığın güzellik arayışının nedenini de sorgulamak gerekiyor. Örneğin gecekonduları inceleyerek oradaki yaşam üzerinden mimarlık yapan biri, gecekondu mimarisini ve modern mimarlığı, güzel ya da çirkin sıfatlarıyla ele almadan çalışabiliyor. Bu anlamda modern güzeldir ifadesinin gecekondu mimarlığı üzerinde kök salması zorlaşıyor.
Hiçbir neden sonuç ilişkisi kurmadan da “modern güzeldir” denilebilir. O halde tek başına modern güzeldir.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Güzin Öztok
MODERN GÜZELDİR
5.
6.
7.
8. 9.
309
Bu söylem modern ve güzel sıfatları arasındaki ilişkiye odaklanıyor, yani “modernizm güzeldir” ya da “modern mimarlık nesneleri güzeldir”deki isim-sıfat ilişkisine değil. Yüzeysel olarak ele alınırsa sıfat-sıfat birlikteliği kurularak örneğin kırmızı uzundur gibi bir ifadeye dönüşüyor. Kırmızı uzundur ve modern güzeldir, “güzel” bir şiirsellik noktasında buluşuyor. Mimari söylemde ilham vericilik noktasında ele alınabilir.
“Modern güzeldir” büyük olasılıkla “modern mimarlık güzeldir” cümlesini iletmek istiyor; ancak bu, içinde zıttını barındıran bir ifade olarak yorumlanmak zorunda da değil. Yani modern mimarlık güzeldir o halde modern olmayan mimarlıklar çirkindir gibi bir çıkarım yapmak zorunda değiliz. Kısacası bu söylemin aksi, “modern olmayan güzel değildir” değildir.
Modern, modernizm, modernite kavramları birbirini çağrıştıran fakat birbirinden ayrı olan ifadelerdir. Bu nedenle çoğu kez her biri bir diğerinin tanımının sınırlarında gezerek onun yerine geçebiliyor. Modern güzeldir ifadesindeki “modern”in karşıladığı anlamlar (gösterilenler), yakın kavram arkadaşları dışında farklı uzak arkadaş kavramların sınırlarında da gezerek bulanık iletilerin üreticisi olabiliyor. Yani başka kavramların sınırında dolanırken kurulan argümanlar mantık hatalarına dönüşmeye yatkın bir hale geliyor.
“Modern mimari değil di mi?”2 ile birlikte “fazla modern”3. Modern güzeldir söylemi, karşıt bir söylem olan modern kötüdür tepkisel indirgemeciliği ile yan yana gelir. Bkz.: Çöp adam (straw man), yani tepkisel indirgemecilik.
Modern sıfatı nasıl bir semantik özelliğe sahiptir? Bir yapı diğerinden daha modern olabilir mi (görecelilik), modernlik skalası/cetveli var mı, modernlik ölçülebilir mi? Yoksa bu söylemin ardında ikili bir algı mı söz konusu? Yani mimarlık ya moderndir ya da değildir.
10. “Modern güzeldir” çünkü modernin güzel olmaması kadar saçma bir şey olamaz. Villa Savoye güzeldir ve ince pilotileri vardır, pilotilerin güzel olmaması mümkün değildir. Bkz.: Argumentum ad lapidem (Gerekçe göstermeden bir argümanı savunmak).
2 3
http://www.arkitera.com/haber/14706/modern-mimari-degil-di-mi_
http://t24.com.tr/haber/erdogan-taksim-camisini-fazla-modern-buldu-mimar-revizyonagitti,223882
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Güzin Öztok
310
11.
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
“Modern güzeldir” ya da çirkin olan modern değildir. Modern güzeldir, güzel olmayan modern değildir, modern mimarlık güzel olduğu için çevremiz modern mimarlıkla donatılırsa güzel olur ve çevremizi güzel yapabilmek için modern mimarlığı tercih etmeliyiz. Modern mimarlığın çeşitli amaçları olabilir ama güzellik üzerinden mimarlığa bir güzelleme yapmak istenirse modern mimarlık şiir gibi bir güzelliği amaçlar. Modern mimarlığın amacı güzele ulaşmaktır. -Eşsiz ve yüce bir şeyden mi söz ediyoruz?- Bkz.: Yanlış ikilem (Yalnızca iki seçeneğin var olduğu savı).
12. Modern mimari, modern çağın getirdiği bir olgudur. İşte mimarın mimar olduğunu kanıtlayan modern binalar. Modern mimarlık çok etkileyici bir şey ve oldukça da mükemmel.4” Bkz.: Argumentum ad ignorantiam (Bilgi yoksunluğundan kaynaklanan argüman). Bir kanıt göstermememe rağmen modern güzeldir.
13. “Modern güzeldir; modern güzeldir, modern güzeldir”… Modern mimarinin en güzel örnekleri. Uluslararası stil yalın güzelliği kuran düzgün, klasik, statik ve geometrik biçimler ile mükemmel oranlar bulma şeklinde tanımlanabilir. Bkz.: Ad nauseam (Kusturana kadar argüman). 14. “1897 yılında J.J. Thomson elektronu buldu. Artık atom bölünmez değildi ve böylelikle yeni bir çağ açılmış ve beraberinde modern fiziğin temelleri atılmış oluyordu. Sanat tarihçiler modern sanatla modern fiziğin aynı zamanda doğduğunu çünkü ikisinin de aynı düşünceden başladığını savunurlar. Dolayısıyla mimari bir eser, başarılı sayılabilmesi için işlevsellik ve güzellik kriterlerini bir arada bulundurmalıdır.”5 Bkz.: Red herring (Kasıtlı olarak dikkatleri başka tarafa yönlendirme). Modern güzeldir söylemi, kendini sorgulamaksızın dikkatleri mimarlığın başarı kriterleri sorunsalına yönlendirebilir.
15. Modern olan her şey güzel olmayabilir; ancak günümüzde duyularımız bize, gerçekten güzel olanın sadece modern olabileceğini söyler. Otto Wagner, 1902. Bkz.: Argumentum ad verecundiam (Otoriteye başvurarak argümanın doğruluğunu kabul etme). Otorite bazen okuyucu için mimarın kendisiyken, bazen de mimar için duyuların kendisidir.
4 5
http://blog.aytacengin.com/modern-mimarlik-nedir-nerede-dogmustur http://mimarli.blogspot.com.tr/2008_01_01_archive.htm
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Güzin Öztok
MODERN GÜZELDİR
311
Hamamdan Sinemaya Deneyimin Ölümü Oktay Orhun
İstanbul Bilgi Üniversitesi - Mimar Sinan G. S. Üniversitesi, Yüksek Lisans
1
Önce, modernlik öncesine ilişkin bugün kamusal diyebileceğimiz bir pratik düşünelim, ne ki bunun kısmen bir rutin teşkil etmesine de ayrıca dikkat edelim. Bu pratik, kendini bir yapı içinde, daha doğrusu onunla tanımlar olsun. Üstelik şanslıysak düşlemimizde oluşturduğumuz bu sahneye simgesel anlamlar dahi yükleyebiliriz. Üstelik işin içine mimarlık girdiğine göre bu sahne kendiliğinden oluşmaya başlamıştır bile. Ama sahnemiz az çok sabit olmalı, bir tipoloji içine hapsedilmiş, kendi seyrüseferinin içinde bizim ona klasik dediğimiz bir anda dondurulmuş, hatta onunla tanımlanmış olmalı.
Yapacaklarımız bununla sınırlı değil: Kurgumuz haliyle muhayyel, ama onun önce modernlik içinde, sonra da günümüzde bir karşılığını yine de bulabilmemiz gerek. Bu durumda modernlik öncesini bugüne tutturan bir ilmeğe ihtiyacımız var. Az önce romantik bir tavırla var saydığımız simge bu işe yarayabilir. Simgesel yorum, –bir karşılık olarak ele aldığımız zamanlar arasında kendini gerçekleştirebilmesi için– bir biçime ihtiyaç duyuyor ve dahası bu biçimi mümkün kılan bir tekniğe dayanması da onun tabiatından ileri geliyor. Bir biçim içinde kendini gerçekleştiren simge… O artık sadece göstergebilimsel bir işaret değil, kendi bağlamı içinde türlü okumalara izin veren bir ilişkisellik; o artık çoğul bir metafor. Heidegger’in uyardığı gibi “Her şey, tekniği araç olarak uygun şekilde manipüle etTEŞVİK ÖDÜLÜ, Oktay Orhun
312
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
meye bağımlı”1 ise bu durumda biçim, metaforun muğlak sınırlarını çizen, ona mekân oluşturan şey olmanın da ötesinde belli bir tekniğe karşılık gelen girişim olmak durumunda. Bu girişim, bugün bizim tüm toplumsallığımızı parçalayan esas haline gelmiş durumda. Bunu nasıl yapacak? Önce örüp sonra sırtımızı yasladığımız tipolojik betimi parçalayacak. Bunu açıklamalı ve metnin sonunda bu girişimi mahkûm etmeliyiz. 2
Hicrî 1020-1053 / Miladî 1612-1643 arasına tarihlenen Hasköy Mahkemesi’nin Kadı Sicilleri’nde, mahalle halkının, bugün metruk halde bulunan Piri Paşa Hamamı’nı işleten Ahmed Çelebi b. Muslu’dan memnun olduklarına, bu kişinin hamamdan atılmamasını talep etmesine ilişkin bir kayıt bulunur:
“Pîr Mehmed Paşa Hamamıʼnda hamamcı olan Ahmed Çelebi b. Muslu nâm kimesne mahzarında her biri takrîr-i kelâm edip mezbûr Ahmed Çelebi hamam-ı mezbûrun suyun ısıcak edip ve peştemali ve döşemesinde noksanı olmadığından mâʻadâ hizmetinde kemâl-i mertebe istikāmeti olup hamam-ı mezbûrdan ihrâc olunmaması matlû[bumuzdur]” der ahali. Talepleri kabul olunur, hamamcı yerinde kalır.”2
Piri Paşa Hamamı, bugün metruk halde, yine de yapıyı saran geç dönem inşa edilmiş duvarların içine birkaç adet tekstil atölyesi konuşlanmış bulunuyor.3 Bu atölyelerde çalışan işçilere, yapının tarihselliğinden nüfuz eden bir his var mıdır? Daha da önemlisi, yapının bir dönemki ahalisi tarafından şahadet edilen eski “kemâl-i mertebe”si ile bugünkü iğrençliği (hem mevcut işlevi ile metruk halde kalmaya zorlanan bir yapı, hem de içindeki bireylerin hapsedildikleri yaşama ve çalışma koşulları olarak) arasında nasıl bir süreklilik bulunabilir? Bu noktada yorumu kısmen zorlayarak, ilk olarak 2004 yılında Edinburgh Üni1
2 3
Martin Heidegger,1998, Tekniğe İlişkin Soruşturma, çev. Doğan Özlem, İstanbul: Paradigma Yayınları, s. 45.
İstanbul kadı sicilleri Hasköy Mahkemesi 5 numaralı sicil (H. 1020-1053 / M. 1612-1643) / 2011, haz. Baki Çakır ... [ve öte]; Arapça metin Tahsin Özcan; kontrol eden Tahsin Özcan; proje yönetmeni M. Âkif Aydın; editör Coşkun Yılmaz. – İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), s. 273.
Kuruçay, A., 2011, İstanbulʼun 100 Hamamı, İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yayınları, s. 151.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Oktay Orhun
MODERN GÜZELDİR
313
versitesi tarafından basılan Sara Ahmed imzalı ünlü The Cultural Politics of Emotion kitabından bir alıntıyı yardıma çağırabiliriz: “Bir şeyi, genellikle konuşma eylemi içinde, iğrenç olarak adlandırmak performatiftir. Dilin geçmiş kural ve geleneklerine dayanır ve adlandırdığı nesneyi (iğrenç nesne/olay) üretir. Bir şeyi iğrenç olarak adlandırmak hiç yoktan bir şey yaratmak değildir. Fakat, bir şeyin iğrenç olduğunu söylemek yine de bir şey yaratmaktır; sonrasında iğrenç nesne olarak bütünleşen etkiler üretir.”4 Bu durumda Piri Paşa Hamamı’nın mevcut iğrençliği, onun bugün maruz bırakıldığı pratikler kadar –diyalektik olarak– “geçmiş güzel günleri”ne de içkindir üstelik; dahası bu durum, o geçmiş günlere tanıklık edenlerin edimlerinde de saklıdır: Her şey kendi karşıtını çağırır.
Neyse ki bu yazı bu çeşit bir karşıtına dönme ile ilgilenmiyor, daha incelikli bir girişim onun konu ettiği. Şimdi; diyelim ki Osmanlı dönemindeyiz, tarih 1600’lerin ilk yarısı. Haftalık veyahut aylık pratiğimiz içinde hamama gitmek de olsun. Gittiğimiz hamamın mimarlık açısından tipolojisini yüzyıllar sonra Semavi Eyice tanımlayacak. Dahası henüz “tipoloji” sözcüğü dahi dağarcığımızda bulunmuyor. Yine de sokaktan hamama doğru ilk adımımızı attığımızda soğukluk bizi karşılayacak, buranın soğukluk olduğunu biliyoruz; akabinde hemen ılıklığa geçeceğiz, buranın ılıklık olduğunu da biliyoruz: Şerbet mi, çubuk mu içeceğimize burada karar vereceğiz. Üstümüzü burada soyacağız, peştamali burada sarınacağız. Tüm bunların nasıl olması gerektiğini biliyoruz. (Öyle ki bize hizmet veren kişinin yükümlülüklerini yukarıda gördüğümüz üzere bu bilgilerle değerlendiriyoruz.) Ve nihayet sıcaklığa girdiğimizde külhanda ısıtılan su bedenimizi temizleyecek. Tüteklik tütecek. Fil gözlerinden süzülen ışık bizi hem görülür kılacak, hem de örtecek. Belki bu durumu Wolfgang Becker gibi dile dökemeyeceğiz5 ama bu bilgiyle yaptığımız şeyi yapmaya devam edebildiğimizin bilincinde olacağız.
Peki, bu bilinç ve rutin –o dönem– kendimizi arındırmış hissettirir mi? Sözcüğün gerçek anlamıyla, kuşkusuz. Ama onun soyut göstergeleri, muhtemelen bugünkü haliyle zihnimizde bulunmayacaktır. Yine de “arık arınır, ad arınmaz” diyebilen bir zihin o dönem bulunduğuna göre, bu zihnin kendisi bedensel temizliğini ruhunun incelmesi olarak görebilir, 4
5
Ahmed, S., 2012, The Cultural Politics of Emotion, Routledge, s. 93. [Vurgular benim.]
“Örtmek kapatmak anlamına gelmiyor. Sevilen kadının perdenin ardındaki sureti görünür kılınabilir. Yüzleri kırılmış heykeller, kazınıp silinmiş yazıtlar kendilerini yine de ele verebilir, hatta bunu isterler. Zira yazgısı unutulmak olanı unutmanın nasıl bir etkisi olur ki!” Wolfgang Becker, 2005, Bellek ve Sonsuz: Sarkis Külliyatı Üzerine içinde, der. Uwe Fleckner, İstanbul: Norgunk Yayınları, .
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Oktay Orhun
314
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
adına, soyuna, haline ve ahvaline dönük hissiyatında bir yumuşama, kendinden geçme hissedebilir. Arınmak sözcüğünün Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü ’nde kimi diğer kullanımlarıyla birlikte içini temizlemek, kötü huylardan ve sorumluluktan kurtulmak anlamlarının da verilmesi boşuna değil. Bu durumda hamamın içinde bireyin hem özgürlüğüne hem de tarafsızlığına kavuşturulmasını simgeleyen bir retorik olan arınma, Aristoteles'çi anlamıyla katarsis halinde simgesel düzeyde bulunuyor demektir. Yani hamam, hem bir kültürel/kamusal/gerçek-mekân hem bir kurmaca/saymaca/simgesel-mekândır. O halde hem tragedyaları, hem onun modern görünümleri içinde katarsisi, hem de performatif yaratı ile iğrenme arasındaki ilişkiyi mekân açısından konu edinerek akıl yürütmemize devam edebiliriz. 3
Antonio Tabucchi, bir öyküsünde karakterini “süt ve kan” deyişi üzerine düşündürür: “Ne garip bir karışım, bu deyiş, ilk kez duyduğunda onda garip bir izlenim yaratmıştı, neredeyse mide bulantısı gibi, belki de içine kan damlayan bir süt güğümü canlandığı için hayalinde. Ve düşünceleri kendiliğinden bir çocukluğa dönmüştü, ama kendinin olmayan bir çocukluğa, zaman içinde yitmiş bir köyde, dağların eteğindeki bir ülkede geçen, şimdi, hiç tanımadığı ve onun olmayan, Josef Dedeʼnin anısına toplandıkları bu şehirde soyut bir coğrafyaya aitmiş gibi, Mağrip diye adlandırdıkları. Kendisi küçük bir kızken, dedelerinin yaşadığı yere Mağrip dendiğini bilmezdi, onlar da bilmiyordu zaten, orada yaşıyorlardı, o kadar, hayali gömülmüş bir kuyudan çıkar gibi belleğinden çıkan nine de bilmiyordu, ne garip, çünkü bir kişinin anısı değildi…”6 Tabucchi’nin bu öyküsüne Zaman Hızla Yaşlanıyor başlığını vermesi şaşırtıcı değil; şimdiki zaman karşısında ve onun içinde, ona içkin olarak anılan, hafıza ile yeniden kurulan, bir dün/geçmiş tasavvuru içinde coğrafyaya, o coğrafyaya özgü tüm tanımlara bir mesafelenme bu. Mealen, Mağribî olmak için kendisinin Mağripli olduğunu bilmemesi gerekiyordu diyen, bunu tarih öncesi bir saflık (süt imgesi) ile özdeş kılan, bu saflığı bozan kolonyal/modernist/ historisist bir imge ile (kan) kendini anlatısal kılabilen bir dün… Hafızaya karşı tarih… İşte bu öykü, Pierre Nora’nın “Hafızamızın belirginleşip yerleştiği mekânlara gösterilen ilgi tarihimizin bu özel zaman 6 Tabucchi, A., 2011 Zaman Hızla Yaşlanıyor, çev. Nihal Önol, İstanbul: Can Yayınları, s. 15.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Oktay Orhun
MODERN GÜZELDİR
315
dilimiyle ilgilidir. Bu birleşme ânında geçmişle ilişkisini kesen bilinç, bölünmüş bir hafıza duygusuyla karışıyor; fakat buradaki yırtılma hafızayı henüz fazlasıyla canlı tutuyor, öyle ki hafızanın canlanış sorununu açıkça ortaya koyamıyoruz. Süreklilik duygusunun kökü mekândadır. Artık hafıza ortamları olmadığı için hafıza mekânları var,” dediği eşikte konumlanıyor.7
Hamam’a geri dönelim: Bu eşikte hamam, modernlik öncesi bir hafıza ortamıdır (süt), oysa bu ortamın modernlikle birlikte bunun bir mekân karşılığı olmalıdır (kan). Yani modernlik öncesinden rutin teşkil eden bir pratiğe imkân sağlayan ortamın yüklendiği simgesel anlamın güncel karşılığını bulmak gerekir. Mimarlık çözümleri açısından benzerlik gösteren, simgesel anlamı (katarsisi) ise genişleterek karşılayan bir düşünsel-estetik varsayım Nora’nın gerçek ya da simgesel olabilen ve her haliyle “bizi oluşturan şeyin sahibi”ni imleyen “ortak-duyum mekânları”8 şeklinde tanımladığı hafıza-mekânlarından biri haline bürünmelidir, tıpkı edebi anlatılar gibi… Elimizde hem gerçek, hem de simgesel olan, hem mimarlık açısından (kuşkusuz deneyim kurgusu açısından) şaşırtıcı bir şekilde hamama benzeyen hem de katarsisi bünyesinde yüklenen sinemalar var. 4
Sözcük Türkçede sadece ses olarak dahi tüm bu anlam yüklerini taşır gözüküyor: Sinema’ya gider, film izleriz. Filmlerden ya da sinemadan bahsederiz. Sinema filmi çekeriz (televizyon filminden ayrıştırma). Yani sinema hem mekânsal bir adlandırma hem de bir topluluk adıdır; aynı zamanda konuya ilişkin en genel terimi de ifade eder.
Sinemalar şaşırtıcı bir şekilde hamama benzerler: Her şeyden önce kıyafet albümlerinden bildiğimiz iş/görev/kimlik tanımlı toplumsal ayrışmayı soyup herkesi çıplak bırakan bir ortaklık olarak mahalle hamamlarının sembolik bir benzeridirler: “Sinema, büyük sehri yakalama, ortak ve adsız yaşamını görüntüleme, kendine has zamansallığını anlatma ve sessiz, gizli saklı, bilinçsiz olaylarını yakalama yetisine sahip olan araçtır.”9
7
Nora, P., “Hafıza ile Tarih Arasında: Mekânlar Sorunsalı” Hafıza Mekânları, çev. Mehmet Emin Özcan, Ankara: Dost Yayınları, 2006, s. 17.
9
Perivolaropoulou, N., “Kracauer’in Sine-Kent Anlayısına Kuramsal Bir Yaklasım”, Sinematografik Kentler Mekânlar, Hatıralar, Arzular içinde, der. Mehmet Öztürk, İstanbul: Agora, 2008, s. 33.
8
Nora, P., Age., s. 24.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Oktay Orhun
316
MİMARLIKTA ELEŞTİREL OKUMALAR • 6
Dahası sinema ile hamam, mimarlık kurgusu açısından da benzerlik gösterirler: Chris Van Uffelen Cinema Architecture kitabında10 ilksel örneklerden biri olan İsviçre Berne’de bulunan Bubenberg sinemasının kat planı ve kesitini verir, burada gördüğümüz temelde aynı hamam gibi üç parçalı bir yapıdır. 1940-1960 arasında sıkça gördüğümüz bu model içinde yönetim, gişe ve destek birimlerin oluşan kısım hamamdaki soğukluğa tekabül eder. Fuaye, bildiğimiz ılıklıktır. Tek ve büyük bir salon olarak karşımıza çıkan kesim ise sıcaklığın kendisi: Arındığımız mekândır burası. Göstericinin yer aldığı, makinistin bulunduğu o karanlık ve kuytu yeri külhana benzetmek de pekâlâ mümkündür. Yine de bu modelin tek ve büyük bir perde önünde kendi kamusallıklarını inşa eden salonlar için geçerli olduğunu, çok salonlu komplekslerde, salonların çoğu zaman küçülerek (halvetler haline dönerek?) yeniden biçimlendiğine tanık oluruz. Ne var ki bu ana kurguyu değiştirmez. Son olarak tıpkı hamamda arındığımızı (ve bunu mümkün kılan şeyleri) bildiğimiz gibi sinemada da simgesel amacımızın bu olduğunu bilir, bizi “kandıran” tüm oyunlara izin veririz. İzin verdiğimiz bu simgesel bağ, sinemada o denli güçlüdür ki, seyirci ile sahne kişisi arasında duygu ve yaşantı birliği kuran bir durum olarak gerçeklik izlenimi yaratır ve özdeşleşmeyi sağlar. 5
Günümüzde mahalle hamamına giden pek kimse yok. Sinemalar ise artık büyük ölçüde müstakil yapılar olmaktan çıkıp alışveriş merkezlerinin (AVM) içindeki birimler haline gelmiş durumdalar. Sinemaların “soğukluk”ları, sokağa değil, çoğu zaman AVM’nin yemek katına açılıyor. Çarşı ve pasajların kamusallığını çalan yapılar olarak bu icatlar, sadece Foucault’cu anlamda panoptikonun birer tezahürü değiller; modernin güzelliğini, onun deneyimlerinin mutlaklığını ve tarihselliğini de çalan birer girişimler. Raul Rabinow’un Michel Foucault ile mekân, bilgi ve erk üzerine gerçekleştirdiği söyleşide özgürlük hususunda başarılı olunamayacağı zira, “Eğer birisi özgürlüğün etkin bir biçimde kullanıldığı bir yer bulacak olursa –ve belki öyle yerler vardır– bunun nesnelerin düzenlenmesi ile değil de, özgürlüğün kullanılması ile sağlandığını görecektir” vurgusunun yapılması boşuna değil.11 10 Ayrıntılı inceleme için bak. van Uffelen, C., Cinema Architecture, Braun Publish, 2009.
11 Foucault, M., “Mekân, Bilgi ve Erk”, söyleşen: Raul Rabinovv, çev. Mehmet Adam, Mimarlık 84/7-8, s. 15.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Oktay Orhun
MODERN GÜZELDİR
317
Sinemadaki AVM girişimi, hamam/sinema deneyimi ile elde edilen özgürlüğün kullanılma imkânını imkânsızlaştırarak (yani onun etkin bir biçimde kullanımını, başka başka tarihdışı edimlerle [alışveriş, yemek yemek, vb.] bir aradalığa zorlayarak, hiçleştirerek) onu bir Marc Augé’nin tanımladığı biçimle Non-Places12 haline getirebilir. Yani bu girişim, Yusuf Atılgan’ın Sinemadan Çıkmış İnsan’ını öldürme girişimidir; oysa o modern insan ne güzeldi:
“Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar.”13
AVM’nin bu beş-on dakikaya dahi tahammülü yok.
12 Ayrıntılı inceleme için bak. Marc Augé, 1995, Non-Places, Translated by John Howe, Verso. 13 Atılgan, Y., 2000, Aylak Adam, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
TEŞVİK ÖDÜLÜ, Oktay Orhun