Herboyut02

Page 1

HERBOYUT ONL i NE DERG i

Sayı: 2 Mart 2010

www.herboyut.com

Bilim, Sanat, Eğlence Dergisi

İSTANBULDA NELER OLUYOR? NERDE NE KONSERİ, NERDE NE FESTİVALİ VAR???

VE DAHA FAZLASI İM

İZ Ç , E

, N U

Y O ,

L A İV

T S E

İM N A

... R İ İ ,Ş

DOLU DOLU 5 SAYFA AKILOYUNLARI SORUSU

F

HÜSEYİN KARACA'DAN YEPYENİ ÇİZİMLER


WEB SİTEMİZ www.herboyut.com Nisan ayı içerisinde güncel haliyle kullanıma açılacaktır

HEPİNİZİ BEKLİYORUZ!


Editör

Neşat Dereli

Herboyut

Kapak Resimleri Levent Özmen

Tasarım

Neşat Dereli

Yazarlar

Neşat Dereli Kadir Can Şahin Oyun Mühendisi İsrafil Adıyeke Yağmur Damla Dokur Neslişah Koç Erkut Er Zeynep Tunçer Okan Özelmas Ahmet Hacıali Diler Tarhan Şengül Tan Pavel Slavov

Çizerler

Balım Dalçık Gökhan Koç BirBerber Levent Özmen Hüseyin Karaca

Fotoğraf Köşesi Zeynep Tunçer Gökhan Kaya Batuhan Erdoğan Ece Tunçbacak

Ayrıca Teşekkürler Hatice Çalapkulu Şahin Yalabık Cem Kasapoğlu

Yazışma Adresi

herboyut.com info@herboyut.com nesatdereli@gmail.com (531) 679 86 63

Ne kadar klasik olsa da "Yeni bir sayıda tekrar karşınızdayız" Malesef bu sayıda "C" Programlama hakkındaki yazımızın devamı bulunmuyor, fakat onun yerine WEB ile ilgili yine mükemmel bir yazı sizi bekliyor. Bu sayıda görüldüğü gibi aramıza katılan pek çok arkadaşımız oldu ve dergide emeği geçenleri yazacak yer kalmadı neredeyse... Online dergiyi çıkarmak ve bunu okunur yapmak ne kadar zor bunun farkındayım, fakat tüm emeği geçen arkadaşlarımla birlikte bu dergiyi yükseklere taşımakta kararlıyım... ************************ Son olarak küçücük de olsa emeği geçen herkese milyonlarca kez teşekkür ederim Eğer yazmayı unuttuğum bir isim veya yazıların düzenlenmesinde yaptığım hata varsa beni affetmeniz dileiyle İyi Eğlenceler Editör


Eric Clapton Türkiyede!!!

Eric Clapton mı kim? Sen de mi Eric Clapton hayranısın? İstanbula geliceğini duymadın mı? Konser hakkında detaylı bilgiye sahip değil misin? Hepsi bu sayfalarda

Şiirler

Magic the Gathering

Kart oyunu deyince akla gelen ilk oyun nedir? Tabi ki Magic the Gathering... Dünyada en eski ve en geniş oyuncu kitlesine sahip kart oyunu hakkında daha fazlası var...

Fotoğraf Köşesi

Yeni bir ses mi duymak istiyorsun?

Hayatın içinden, sanatın içinden...

"Bu dergideki şiirler ne olabilir ki" mi diyorsun?

Hayatı durdurmak gibi anı yaşamak...

Bence önce bi şiirlere göz at!!!

Hayatın küçük bir anını minik bir mercekten izle


4 Kahve Festivali

i n d e k i l i ç

7 Eric Clapton Konseri 9 Oyun Mühendisi 11 Kara Kalem-I 12 Naruto(Anime) 14 Akıloyunları 17 Sorular 19 Karikatür-2 22 Karikatür 24 Formüla 1 27 Karakalem-II 28 Renklikalem 30 Öykü 31 Şiirler 34 Fotoğraf Köşesi

e

38 Tümeller Sorunu 41 Kütüphane ve Teknoloji 32 Doğrusallığın Ötesinde (Web)

r


Neşat DERELİ

FESTİVAL

KAHVE FESTIVALI K

ahve Festivali… Daha önce ülkemizde 2 kez başka fuarların alt dalı olarak düzenlenmiş olsa da bu yıl gerçek anlamda bir Kahve Festivali yaşadı Avrupa’nın Kültür Başkenti. 19 Şubatta başlayan fuar 3 gün sürdü ve ilki pek uzun sürmese de beni 2 gün ağırladı. Açılış gününe okuldan sonra bi arkadaşımın tavsiyesiyle gitmeye karar verdik, elimizde mail yoluyla bize ulaştırılan ücretsiz davetiyelerle tabi. Giriş için ilk denememizde pek başarılı olduğumuz söylenemez doğrusu. Henüz 18 olmamıza birkaç ay kalmışken girişte bunun sorulması bizi şaşırtmıştı tabi, öyle ki sadece “hıı kahve festivali için 18 mi olmak gerekiyo” diyebilmiştik. Meğer içerde alkollü kahve de varmış falan filan… Neyse ben içeri girmekte kararlı bi şekilde pasomdaki doğum yılımda ufak bi oynama yapıp tekrar içeri yöneldim, tabi arkadaşım beni girebilmem durumunda dışarıda 15dk bekleyebileceğini söyledi. Girişte tekrar davetiyeyi uzatarak “arkadaşım 18 diildi ondan onu uğurlayıp geldim” gibi minnacık bi yalan söyledim. Tabi görevli bayanın kimlik sorduktan sonra pasomu uzattığımda sesli olarak düşündükleri beni adeta çıldırttı. Bayan doğum tarihinin tamamına değil de yıla bakarak aynen şöyle dedi: “1991 hmm 19 tamam girebilirsin” Burada içimden geçirdiklerimi eminim tahmin ediyorsunuzdur… Her neyse arkadaşım dışarıda beni bekleye dursun ben uzunca bi koridoru geçerek perdeyle yarı kapatılmış asıl giriş kapısına doğru yaklaşıyordum. İçeri ilk adım attığımda Binbirdireğ’in o muhteşem tarihi sarnıçları beni etkiledi ve buranın çokça kez etkinlik mekanı olarak seçilmesi konusunda beni ikna etti. Biraz ilerlediğimde sağımda hazır kahve konusunda yeni bir fikirle ortaya çıkan Q-cup’ı; sağımda kahve telvesinden esinlenmiş, ”KahVesaire Telvesile : Telveden Tabloya” sergisiyle festivale katılan Özden Omdan isimli ressamın büyüleyici eserlerini; daha ilerdeyse az kalsın giremememe sebep olacak olan Efes’in Dark Brown standını görebiliyordum. Mekanın tamamında bulunanlarsa: mükemmel kahve likörü Ha-Re ile katılan Mey firması, küçük kahve makineleriyle Beko standı, Bind çikolata firması, Kiva Han standı, en uzun kuyruğa sahip meşhur Dibek kahvecisi İlyas Gönen standı, Has Garanti kavurma makineleri ve değirmenleri standı, Kahve Sifonu Whip-it firması,

4

HERBOYUT


FESTİVAL internetteki yorumları okuduğumda fuardaçok kişiyi huzursuz ettiğini anladığım Mambochino standı, Aydoğan Türk Kahvesi firması. Tabi ki girişe en uzak kısımdaysa bu sene Londra’da yapılacak uluslararası kahve yarışmasında Türkiye’yi temsil edeceklerin seçileceği 2010 Kahve Yıldızları Yarışması platformu ve onun önünde de oturmak için ayrılmış büyükçe bi yer bulunuyordu. İlk gün arkadaşımın bana tanıdığı 15dk’yı elime kahve alıp yarışmanın küçük bi bölümünü izleyerek geçirdim. Barmen bir yandan özel formülünü hazırlarken bir yandan da kullandıklarından gizli olmayanların faydasını sayıyordu. İkinci gün gittiğimdeyse ne yazıkki yarışma saatine denk gelmemişim ve finalleri izleyemedim, ama bolca kahve içip eğlenceli vakit geçirdim. Söylemeden edemeyeceğim ne hikmetse Yusuf Gönenin kuyruğunu o kadar bekledikten sonra onun hazırladığı türk kahvesini tattığımda beklememe değdi diyemedim. Son olarak da şu an açıklanmış olan yarışma sonucunu vereyim: Barista Yarışması Sıralaması 1. Engin Kaşal – Bursa (La Siesta) 2. Refik Emre Tolan – İzmir (Pacifica Coffee) 3. Enis Ersavaştı – İstanbul (Gloria Jean’s Coffee) Latte Art Yarışması Sıralaması 1. Murat Üstün – Eskişehir (Kahve Dünyası) 2. Özkan Yetik – İstanbul (Pacifica Coffee) 3. Mustafa Karataş – İstanbul (Cevizağacı) Coffee in Good Spirits Sıralaması 1. Cevat Yıldırım – İstanbul (Lucca Cafe) 2. Ufuk Öztürk - İstanbul 2. Cengiz Aymergen – Eskişehir (Kahve Dünyası) Türk Kahvesi Yarışması Sıralaması 1. Zehra Bol – Demir Mete – İstanbul (Kahve Dünyası) 2. Hüseyin Akkaya – İzmir (Has Kahve) 3. Rüya Yıldırım – İstanbul Cuptasting Sıralaması 1. Sercan Kandemir – İstanbul (Makpa) 2. Coşkun Muştu - İstanbul 3. Bülent Erdem - İstanbul

Mart 2010

5


FESTİVAL

6

HERBOYUT


Kadir Can ŞAHİN

FESTİVAL

13 Haziran 2010 i st anbul Eric Clapton - Steve Winwood Konseri Evet yanlış duymadınız! İlk duyduğumda tanıyamadığı babasına yazmıştır zaten. ben de kulaklarıma inanamamıştım. “Mr. 1991 yılında ise 4 yaşındaki oğlu Connor Slowhand” ve Steve ağabeyimiz İstanbul’a oyun oynarken 53. kattan düşer ve vefaat eder. Çok kötü bir ölüm şekli… Zavallı çocuk… Bu trajik olaydan sonra, oğluna atfen en ünlü şarkılarından olan “Tears In Heaven” şarkısını bestelemiştir. Oğlunun ölümünün ardından büyük bir bunalım yaşayan Eric Clapton beyaz işine girer. “Cocaine” şarkısı da bunu anlatmaktadır zaten. Günümüze kadar, insana yuh dedirticek kadar (19 tane) Grammy ödülü almıştır. Eric Clapton’ı yeteri kadar tanıdık bence. Biraz da Steve Winwood’dan bahsetmek istiyorum. Stephen Lawrance Winwood 12 Mayıs gelecekti ve onları dünya gözüyle görecek 1948 yılında İngiltere olmak beni heyecanlandırmıştı. Yediden B i r m i n g h a m ’ d a yetmişe tüm blues severlerin gitmesi doğdu. Havasından gereken (gitmeyeni sopayla dövmek mıdır suyundan mıdır bilinmez ama gerek) bu konser eskiden Silahtarağa 1960’larda başlayan rock müzik akımına Elektrik Santrali olarak kullanılan, 2007’de öncülük eden çoğu müzisyen İngiltere’den İstanbul Bilgi Üniversitesi tarafından çıkmıştır. Neyse konumuza dönelim… 8 kültür-sanat merkezine dönüştürülen yaşındayken piyano, gitar ve bateri çalmaya Santralistanbul’da yapılacak. Uzun bir başlamış olan Steve’in mükemmel bir sesi vardır. Gelecekte büyük bir müzisyen cümle oldu. Neyse… Peki kimdir Clapton ve Winwood? olacağının sinyallerini o günden vermiştir. Çoğumuz tanıyordur ama ben gene İlk olarak ağabeyi Muff (ağabeyi daha de biraz tanıtmak istiyorum. Sevgili sonra kendi kayıt firmasını kurmuş) ve okurlar,”Mr. Slowhand” ya da diğer lakabı babası ile Ron Atkinson Band’de çalmaya olan “The God” yani Eric Clapton’ın başladı. 1963 yılında profesyonel müziğe hayatını tam anlamıyla tanımlayacak atıldı. Biraz çapkın olan Winwood 1977 tek kelime biliyorum. Trajedi… 1945 yılında, grubunda back-vocal yapan Nicole yılında Patricia Clapton ve Edward Walter Tacot ile evlendi. Bu bayan ile boşandıktan Fryer’ın evlilik dışı çocuğu olarak dünyaya 5 ay sonra Eugenia Crafton ile evlendi. geldi. 9 yaşına kadar büyükanne ve Bu bayandan 4 çocuğu oldu. Birlikte şehir büyükbabasını kendi öz anne ve babası, dışındaki 300 yıllık bir malikanede mutlu annesi Patricia’yı ise ablası olarak bildi. bir hayat sürüyorlar şu an. Paranın gözü “My Father’s Eyes” şarkısını da hiç kör olsun! Mart 2010

7


FESTİVAL Winwood, Clapton’la arkadaşlığının ilk yılları için “Ben 15 - 16 , o ise 18 – 19 yaşlarındaydı ve bana ağabeylik yapardı.” diyor. “Beraber müzik dinler, müzik konuşurduk. Arkadaşlığımızın en başlarından beri ağabeylik rolünü üstlendi." Dostlukları pekiştikçe Clapton ve Winwood yanlarına davulcu Ginger Baker ve basçı Rich Grech’i de alarak Blind Faith’i kurdular. 1969 yılında liste başı olan grupla aynı ismi taşıyan tek bir albüm yayınladıktan sonra grubu dağıttılar. Tekrar bir araya gelme kararı ise Clapton’dan çıkar. Clapton “geçmişte yapılan müziğin güzelliğini ve romantizmini” yeniden yaratmak istiyordu. Müthiş ikili unutulmaz gecede Jimmi Hendrix’ten “Vodoo Chile”, Traffic’ten “Pearly Queen” ve çoğunlukla Blind Faith albümünden çalacaklar. Bu nedenle konsere “ah bi Wonderful Tonight çalsınlar da mest olalım” ya da “heyt bee bi Change the World çalsınlar da neşelenelim” gibi bi mod içinde gidecek olan müzikseverler umduklarını bulamayabilirler. Benden söylemesi… Biraz da konser fiyatlarından bilgi vermek istiyorum. Biletler aslında biraz değil bayağı el yakan cinsten. Sahne önü 370 TL!(?) Arada 265 ve 210 TL’lik iki bölüm daha var. Normal bilet ise 99 TL. Reklama kaçıcak ama biletler biletix’te. Bir yarışma programının (emin değilim ama Passaparola’ydı sanırsam) kapanış sözüyle yazımı bitirmek istiyorum HERBOYUT

8

sevgili okurlar. “Yüzünüzde gülücükler, aklınızda soru işaretleri eksik olmasın.” Kafamda neden soru işareti olmasını istiyor ki? Her neyse, hoşça kalın!


Kart Oyunlarının Ortak Noktaları

Oyunseverler merhaba! 2. bir yazıda tekrra beraberiz. Okuyanlarınız hatırlar, geçen hafta World of Woarcraft Minyatür oyununu ele almıştık bu sayfalarda. Bu hafta ise tamamen farklı bir oyunu ve oyun türünü ele alacağız: Magic the Gathering Kart oyunu. Öncelikle kart oyunlarının genel özelliklerine bir bakalım isterseniz.

Oldukça büyük bir kart havuzundan oyuncular kendilerine deste hazırlar. Her oyuncunun belli sayıda kart içeren bir destesi vardır ve bu destedeki kartları arttırmak ya da değiştirmek için çevresindeki diğer oyuncularla bir değiş-tokuş içindedir. Bunun sebebi kartların pazarlanış şeklidir. Kartlar tesadüfi şekilde paketlenip piyasaya sürülür ve satın alan oyuncu aldığı paketten hangi kartların çıkacağını önceden bilemez. Belli aralıklarla sürekli yeni eklenti paketleri çıkar.

Kart Oyunları

Bu tip kart oyunlarıyla daha önce hiç tanışmamış okurlar bu oyunları kafalarında canlandırmakta biraz zorlanabilirler, çünkü bunlar daha önce gördüğünüz oyunların hiçbirine benzemezler. Kart denince aklınıza hemen iskambil kartları gelebilir, fakat bu oyunların iskambille hiçbir yakınlığı yoktur. Burada ufak bir ayrımı vurgulamak istiyorum.

Oyun ve Oyuncak

İskambil kartları aslında oyun değil oyuncaktır. Yani siz bu oyuncağı kullanarak birçok oyun oynayabilirsiniz. Siz kartlara hangi özellikleri atarsanız onlar ona sahip olur. Fakat burada bahsi geçen kart oyunları kendi içlerinde kural bütünlükleri olan, her kartın farklı bedel ve etkilere sahip olduğu oyunlardır, oyuncak değillerdir. Bu yönleriyle en çok alışageldik kutu oyunlarına benzerler. Zaten aslında bu iki kavram o denli girifttir ki, çoğu zaman kart oyunu - kutu oyunu arasında net bir ayrım yapmak zorlaşır.

Magic the Gathering: kart oyunlarının doğuşu

1993 yılında Richard Garfield adında bir Matematik Profesörü bu oyunu ilk defa kurguladığında, oyunun bu kadar ciddiye alınacağına, bu kadar büyük bir Pazar oluşturacağına eminim ihtimal vermemişti. Sonuçta bir oyun tasarımcısıydı ve bu da diğer oyunlar gibi bir oyundu. Fakat hiç de böyle olmadı… Bugün için birkaç çarpıcı rakam vermek gerekirse: Dünya çapında oyuncu sayısı: 12.000.000 Türkiye’deki toplam oyuncu sayısı 6.000 (Bugüne kadar oynamış olan) 1 yılda dağıtılan para ödülü: 5.000.000 $ (Bunun büyük kısmı Wizards of the coast, kalanı distribütörler tarafından veriliyor) Bugüne kadar çıkan set sayısı: 63 Toplam çıkan kart sayısı: 14.000

OYUN

Bu oyunu diğer kart oyunlarından keskin şekilde ayıran 2 özelliği var: kendi alanında bir ilk ve çok uzun süredir dünya çapında en çok oynanan kart oyunu. Tüm bu anlattıklarıma rağmen oyunla ilgili kafanızda halen pek bir şey canlanmamış olmalı. Bunun sebebi de dediğim gibi önceden buna benzer bir şey oynamamış olmanız. Şimdi bu konuda size biraz yardım etmeye çalışacağım:

Mekanikler

Çoğunuzun bildiği bir oyundan yola çıkarak oyunun oynanış şeklini canlandırmaya çalışacağım öncelikle. Bir satranç tahtasına baktığınızı hayal edin. Fakat sadece şah var tahtada. Henüz diğer taşlar oyunda yoklar, daha sonra yavaş yavaş oyuna dahil olacaklar. Çünkü her taşın gücü ve etkisi doğrultusunda bir bedeli var ve önce bu bedel ödenmek zorunda oyuna sokulabilmeleri için. Kaynaklarınız zamanla (her tür) arttığı için ödeyebildiğiniz bedel de artıyor. Önce ufak bedelli taşları oyun alanına sokuyorsunuz ister istemez (piyonlar). Daha sonra kaynaklarınız arttıkça büyük bedelli taşları oyuna dahil ediyorsunuz (kale, fil, at, vezir). Amacınız yine aynı: Şah’a ulaşmak ve öldürmek. Şu an kafanızda bir şeyler canlanmaya başlamış olmalı. Fakat şimdi biraz daha ileri gideceğim. Şah dışında sahip olabileceğiniz diğer tür taşların sayısı 4 değil de 10.000 olsun mesela. Oyuna başlamadan önce bu 10.000 taşların hangi 15’ini takımınıza alacağınıza da siz karar verin. Rakip de önceden bilmesin bu 15’i. Hatta siz de 15 taşınızı bir Mart 2010

9


OYUN torbaya atın ve her tur torbanın içinden bir tanesini çekin. Yaklaşık böyle bir şey Magic the Gathering. Bir biriyle kombine edebileceğiniz 14.000 farklı taş olan bir satranç oyunu. Üstelik sadece taşları değil taşların başına gelen olayları da oynayabiliyoruz bir yandan.

Tema

“Kusura bakma ama vezirin gökyüzünden gümbürtüyle inen bir ateş topu yüzünden öldü” diyebiliyorsunuz rakibinize –eğer kaynaklarınız yetiyorsa buna-. Magic the Gathering Klasik Orta Dünya edebiyatından beslenen, fakat kendi özgün hikayesi olan bir temaya sahip. Yeni çıkan her setle beraber bir de roman çıkıyor. Tabi ki oyunu oynamak için bu romanları okumanıza gerek yok, fakat kartların somutlaştırdığı karakter ve olayları romanda okumak ayrı bir keyif aynı zamanda. Siz bir boyut gezginini (palneswalker) temsil ediyorsunuz oyunda. Tamamen fantastik bir dünya, yapamayacağınız pek bir şey yok gibi. Her sene yeni bir boyuta geçiyorsunuz, her 3 ayda bir de bulunduğunuz boyutta farklı şeyler oluyor. Yani aslında yaşayan bir çevre var etrafınızda ve siz buna ayak uydurmak zorundasınız. Bulunduğunuz boyuttaki yaratıkları, olayları, güç odaklarını, karakterleri kullanarak rakibinize üstün gelmeye çalışıyorsunuz. Oyunun oynanışına dair daha fazla detay vermemin uygun olmadığını düşünüyorum. Hem kafanız karışabilir hem de bu işi 2 sayfada kotarmam mümkün değil. Çok fazla temel kuralı olmasa da birçok kart öğrenmeniz gereken mekanikler içeriyor, tabi ki bunlar

10

HERBOYUT

zamanla kendiliğinden oturan şeyler oluyor. Oyunun en kuvvetli olduğu alanlardan biri organize oyunculuk. Oyunun Türkiye’de gerçekten işini çok ciddiye alan bir temsilcisi ve organizatörü var. Her sene çok sayıda ufak turnuva ve bir Türkiye Şampiyonası düzenleniyor. Dünya çapında düzenlenen ve Pro-Tour adı verilen büyük para ödüllü turnuvalara ve Dünya Şampiyonlarına da katılım hakkı veriyor, hatta ulaşım masraflarınızı karşılayabiliyor Türkiye Temsilciliği. Uluslar arası organize oyunculuk adına birkaç rakam vermek gerekirse her sene şu etkinlikler gerçekleşiyor: 57 Ülkede Nationals 24 Grand Prix (8 Asya, 8 Avrupa, 8 Amerika kıtasında büyük şehirlerde)

3 Pro Tour (1 Asya, 1 Avrupa, 1 Amerika) Dünya Şampiyonası (Dönüşümlü olarak Asya, Avrupa ve Amerika’da) Birçok şehirde oyunu aktif olarak kendi aralarında oynayan oyuncular bulunsa da, Türkiye’de şu an için yalnızca İstanbul’da organize oyun oynanabiliyor. Her hafta Cumartesi SaturdayNoonMagic adı altında Oyun Mühendisi’nde bir araya geliyor Magic oyuncuları. Bunun dışında yeni set çıkış turnuvaları ve Pro-Tour seçmeleri de yapılan etkinlikler arasında. Eğer yapacak daha iyi bir şeyiniz yoksa bir Cumartesi Oyun Mühendisi’ne uğrayın ve belki de siz e çok farklı bir dünya açacak bu oyunla tanışın.



ANİME İsrafil ADIYEKE

NARUTO

N

aruto Masaşhi Kişimoto’nun çizdigi kendisinin adını taşıyan manga ve anime serisinin başkahramanıdır.

Daha birkaç yaşındayken 9 kuyruklu tilki (Kyuubi)’nin, sehri Konoha’ya saldırması sırasında aileside dahil olmak üzeri birçok Konoha’lı hayatını kaybetti. Zamanın en güçlü ninjası 4. Hokage saldırıyı durdurmak için Kyuubi’yi Narutonun içine hapsetti. Konoha’lılar bu olaydan sonra masum olmasına rağmen Naruto’ya şeytan tilkiymiş gibi baktı. Naruto bundan habersizdi. Sürekli dışlandığı için yalnızlık çekiyordu. Duygusal olarak çok zor zamanlar geçirdi ve sık sık göz yaşı döktü, fakat kendine ağlamakla bir yere varamayacağını söyledi. Nihayetinde animenin başında çenesi düşük, hiperaktif yaramaz bir çocuğa dönüştü. Kendini yeterince kanıtlayamamış olan Naruto, Akademi'ye başladığı günden beri Hokage olmayı amaç edindi. Bu isteğinden dolayı animenin ilk kısmında beceriksizliği yüzünden herkes onunla dalga geçse de, bu ünvana ne kadar yakıştığını animenin sonraki kısmında kanıtlayacaktır. Naruto en başlarda her ne kadar kolay şeyleri bile yapamasa muhteşem azmiyle beraber sürekli antreman yapıyordu. Bu sayede güçleniyordu ve hedefine dogru bir adım daha atıyordu.Tabii olaylar Naruto, arkadaşları, öğretmenleri ve rakipleri arasında gelişiyordu.

12

HERBOYUT


ANİME Akademiden zorlanarakda olsa çıktıktan sonra eğitimler giderek zorlaşıyordu. Bütün öğrenciler 3’er kişilik takımlar halinde ayrılıyordu. Naruto’nun takımı ise sevdiği kız Sakura ve en başlarda havalılıgından dolayı nefret etsede ileride arkadaşı olarak görecegi Sasuke’den oluşuyordu. Takımın öğretmeni Kakashi ve örgencileri çeşitli maceralar yaşadı. Her maceradan sonra Naruto ve Sasuke arasındaki dostluk bağları artıyordu. Bu ikilinin tek istedikleri şey ise daha fazla güçlenip kendi amaçlarına ulaşmaktı. --Karakterler-Sasuke: Okulun en çalışkan öğrencisidir. Mükemmel bir ninja olup ağabeyini öldürmek istemektedir. Naruto'nun hem en iyi arkadaşı, hem de en büyük rakibidir. Çok cooldur, içine kapanıktır ve soğuk bir kişidir. Buna rağmen bütün kızlar ona hastadır ve bu çoğu zaman Naruto'yu çileden çıkarmaktadır. Sakura: Naruto'nun aşık olduğu pembe saçlı kızdır. Ancak o Sasuke'ye aşıktır. Aslında Naruto'nun eşek şakalarından içten içe hoşlansa da sırf Sasuke'ye cool görünmek için bunları çocuksu ve aptalca buluyormuş gibi yapar. Çok duygusal ve çocuksu bir yapısı vardır. Kakashi: Naruto, Sasuke ve Sakura'nın öğretmenidir. Yüzünde her zaman bir maske vardır.

Mart 2010

13


Neşat DERELİ

AKILOYUNLARI

Akıl Oyunları Bu yazımda, geçen sayıda söz verdiğim gibi daha geçen hafta görevli olduğum “İstanbul İlköğretim Okullararası 2. Akıloyunları Şampiyonası” yarışmasını düzenleyen kurumu tanıtacağım…

2003 Nisan ayında yayın hayatına başlayan Akıl Oyunları Dergisi, zeka oyunları alanında ülkemizi yurt dışında çeşitli seviyelerde temsil etmiş kişilerin girişimiyle, “düşünen, sorgulayan, çözümleyen Türkiye” idealine katkıda bulunmak, daha öncesinde eksikliğini çektiğimiz bu tip yayınları Türk insanıyla buluşturabilmek amacıyla kurulmuştur. “Karala!” ile “Sudoku ve Ötesi” dergilerinin eklenmesiyle, şu an 3 adet iki-aylık dergi ve “Yeni Başlayanlar için

14

HERBOYUT

Akıloyunları – Kimdir?

Kamer Alyanakyan

Akıloyunları” gibi çeşitli kitaplarla yayıncılık faaliyetlerini sürdürmekte. 2004 yılı sonundan itibaren Dünya Zeka Oyunları Federasyonu Türkiye Temsilcisi olan Akıl Oyunları Yayıncılık uluslararası arenada ülkemizin temsili gibi önemli bir misyonu üstlenmenin bilinciyle, yurtiçi ve yurtdışı organizasyonlara aralıksız devam etmektedir. Bu amaç doğrultusunda ilköğretim, liseler ve üniversitelere yönelik çeşitli yarışma ve eğitim etkinlikleri düzenliyor. Bugüne kadar birçok eğitim kurumunda eğitim, yarışma ve ücretsiz dergi dağıtımı gibi etkinlikler yapılmıştır. Tabi geçtiğimiz sene Dünya Akıloyunları Şampiyonası’nın Türkiyede gerçekleşmesini sağladıklarını da unutmamalı.

• Akıl Oyunları dergisinin

kurucularından. • Dünya Zeka Oyunları Şampiyonaları’na (WPC) 14 kez üst üste yarışmacı olarak katılma rekoruna sahiptir. • Bir kelime bir işlem yarışmasında şampiyonlar şampiyonu oldu. • Dünya Zeka Oyunları Federasyonu Komite üyesidir.

Ferhat Çalapkulu

• Akıl Oyunları dergisinin kurucularından. • Dünya Zeka Oyunları Şampiyonaları’na çeşitli dönemlerde yarışmacı veya kaptan olarak katıldı. • Halen Türk Beyin Takımı ve Türk Sudoku Takımı kaptanıdır. •Şirketlere çeşitli eğitimler veren Oyunevi’nin kurucusu. Kamer Alyanakyan ve Ferhat Çalapkulu, 1996 yılında Dünya Zeka Oyunları Şampiyonası’nda dünya üçüncüsü olan Türk Takımındaydılar.


AKILOYUNLARI ikinciliği, takım olarak ise dünya üçüncülüğü gibi dereceler elde ederek ülkemizi başarıyla temsil etmiştir.

2009 Dünya Sudoku Şampiyonası’nda takımımız oyuncularından iki kişi finallerde yarışma başarısı göstermiş, Mehmet Murat Sevim dünya beşincisi ve Salih Alan dünya sekizincisi olmuştur.

Dünya Zeka Oyunları şampiyonalarının tamamına katılan Türkiye Zeka Oyunları Takımı’na biz kısaca Türk Beyin Takımı - TBT diyoruz. Türk Beyin Takımı, yaş ve cinsiyetten bağımsız olarak, 2 ya da 3 aşamalı bir yarışma sürecinin sonucunda en başarılı olan 4 kişiden oluşmaktadır. Bu 4 asil üye dışında 2 kişi de yedek üye olarak seçilmektedir. TBT seçmelerinden sonra takım üyeleri şampiyona başlamadan önce belli aralıklarla çalışma ve kamp dönemine girerler. Bu süreç sonunda her yıl seçilen TBT üyeleri, o yıl yapılacak Dünya Zeka Oyunları Şampiyonası’nda ülkemizi temsil etmektedir. TBT şu ana kadar yapılan tüm dünya şampiyonalarına katılmış ve bireyselde dünya

TST 2006 yılından bu yana düzenlenen tüm dünya şampiyonalarına katılmış ve bireyselde dünya sekizinciliği, takım olarak ise dünya beşinciliği gibi dereceler elde ederek ülkemizi başarıyla temsil etmiştir.

Türk Sudoku Takımı, yaş ve cinsiyetten bağımsız olarak, 3 aşamalı bir yarışma sürecinin sonucunda seçilmektedir. Bu yarışmalar sonucu her yıl seçilen TST üyeleri, o yıl yapılacak Dünya Sudoku Şampiyonası’nda ülkemizi temsil etmektedir. TST seçmelerinden sonra takım üyeleri şampiyona başlamadan önce belli aralıklarla çalışma ve kamp dönemine girerler.

AKIL OYUNLARI ETKİNLİKLERİ Akıl Oyunları Dergisi, Dünya Zekâ Oyunları Federasyonu’nun Türkiye Temsilcisi olarak ülkemizde zekâ oyunlarının gelişimi adına olabildiğince çok eğitim kurumuna ulaşmaya çalışmakta ve birçok etkinlik düzenlemektedir. Mart 2010

15


AKILOYUNLARI Böylece gelecek yıllarda ülkemizi uluslar arası yarışmalarda başarı ile temsil edebilecek potansiyelde gençlere ulaşmayı ve akıl oyunları çözerek gençlerin yeteneklerini keşfetme ve geliştirme şansı bulmalarını amaçlıyor. Amaçları bu tarz etkinliklerle hem ülkemizde akıl ve zekâya verilen değeri artırmak hem de gençlerin zihinsel becerilerinin gelişimine katkıda bulunmak. 2009 YILINDA YAPILAN BAZI ETKİNLİKLER  8. Matematik Sempozyumu - Ankara Akıl Oyunları Yarışması (12-14 Kasım 2009)  2009 İstanbul Liseler arası 3. Akıl Oyunları Şampiyonası (16 Mayıs 2009)  Ankara Liseler arası 2. Akıl Oyunları Şampiyonası (23 Mayıs 2009)  İstanbul İlköğretim Okullararası 1. Akıl Oyunları Şampiyonası (21 Mart 2009)  İstanbul Erkek Lisesi Vakfı İlköğretim Okulu Seminer ve Yarışma (05 Mart 2009)  Doğa Koleji Kampüslerarası 2. Akıl Oyunları Yarışması (02 Mayıs 2009)  2009 Yıldız Türk Beyin Takımı Seçmeleri

16

HERBOYUT

2010 YILINDAKİ BAZI ETKİNLİKLER  İstanbul İlköğretim Okullararası 2. Akıl Oyunları Şampiyonası (20 Mart 2010) Ev Sahibi Okul: Mef Okulları  Özel Karagözyan İlköğretim Okulu 1. Akıl Oyunları Şampiyonası (27 Mart 2010) Ev Sahibi Okul: Özel Karagözyan İlköğretim Okulu  İstanbul Liseler arası 4. Akıl Oyunları Şampiyonası (10 Nisan 2010) Ev Sahibi Okul: Mef Okulları  İstanbul İlköğretim Okullararası 1. Sudoku Şampiyonası (17 Nisan 2010) Ev Sahibi Okul: İstanbul Bilim ve Sanat Merkezi  Ankara Liseler arası 3. Akıl Oyunları Şampiyonası (29 Mayıs 2010) Ev Sahibi Okul: Bekir Gökdağ Lisesi

Kaynakça: Akıloyunları Tanıtım Dosyası www.akiloyunlari.com

Bundan sonra bu sayfalarda sizlere akıloyunlarıyla ilgili gelişmeler, haberler ve birazdan bulacağınız tarzda akıloyunları soruları sunacağım…

Geçen Sayının Cevapları:


Ak覺loyunlar覺 Sorular覺

Mart 2010

17


Ak覺loyunlar覺 Sorular覺

18

HERBOYUT


Ak覺loyunlar覺 Sorular覺

Mart 2010

19


Ak覺loyunlar覺 Sorular覺

20

HERBOYUT


Ak覺loyunlar覺 Sorular覺

Mart 2010

21




Yağmur Damla DOKUR

FORMULA1

2010 Formula 1™ Türkiye Grand Prix (28-29-30 Mayıs)

6. kez „Boğaz“ı ziyaret edecek olan Formula 1 için biletler satışta! 28 Şubat’a kadar indirimli satılan biletler 2005 yılından bu yana en düşük fiyat seviyesinde. 2011 yılında F1 anlaşması Tribün

Kategori

Ana Tribün Platinium (3 günlük kombine) Platinium Jr. Gold Gold Jr. Silver Tribün Silver (3 günlük kombine) Silver Jr. Bronze Tribün Bronze (3 günlük kombine) Bronze Jr. Açık Alan Açık Alan (3 günlük kombine) Açık Alan Jr. *Jr. : 1994 ve altı doğumlular

Tribünler

24

HERBOYUT

sona erecek pistimizin takvimde kalabilmesi için 2010’da tribünlerin doluluk oranı büyük bir etken olacak. Takvime girmek için mücadele eden birçok ülke varken, Türkiye’nin organizasyonu elinde tutmak için büyük bir mücadeleye hazır olması gerekiyor. Bu yazımda bilet fiyatlarına, tribünlere ve pistin analizine değineceğim… Normal Dönem

İndirimli Dönem

550.00 TL 275.00 TL 400.00 TL 200.00 TL 250.00 TL 125.00 TL 150.00 TL 75.00 TL 70.00 TL 35.00 TL

450.00 TL 225.00 TL 300.00 TL 150.00 TL 200.00 TL 100.00 TL 120.00 TL 60.00 TL 40.00 TL 20.00 TL


FORMULA1 Ana Tribün

Heyecanın başladığı ve araçlara en yakın olacağınız tribün. Gold ve Platinium olmak üzere 2 adet seçenek mevcut. İlk ve son virajları gören kısımları Platinium, diğer koltuklar Gold kategorisinde satılır. 2 adet TV ekranı mevcuttur ve en iyi fotoğraf çekme imkânları yine bu tribündedir. Önerilerim; Platinium için ilk virajı ve ekranı gören Blok 120, Gold için Start-Finish çizgisinin hemen yanındaki Blok 110. Ana tribün her ne kadar araçlara en yakın yer olsa da, asıl atakların gerçekleştiği virajlar gerçek yarış zevkini yaşatır. Ana tribün alacaksanız ilk virajı gören Platinium biletleri tercih etmenizi öneririm, kaosa ev sahipliği yapan eğimli ilk viraj ve pit çıkışlarındaki mücadele seyir zevkinizi katlayacaktır. Eğer pilotun önünüzde şampanya patlatmasını tercih ederseniz, garajların büyük kısmını ve kapalı parkı gören Blok 105’i de seçenekleriniz arasına ekleyebilirsiniz. Ana tribünün bir diğer avantajı da üstünün kapalı olmasıdır. F1 dünyasına daha yakından göz atmak, takımların çalışmalarını takip etmek ve pit stoplara tanık olmak istiyorsanız “Ana Tribün” sizi memnun edecektir.

Silver

Silver kategorisinde iki tribün bulunmaktadır. İlki eğimli 1. virajı gören Silver Tribün 1, diğeri ise 12-13-14 viraj kompleksine ev sahipliği yapan Silver Tribün 8. İlk virajı ve pit çıkışını gören Tribün 1, aynı zamanda TV ekranına da sahip. Sağ blokların bir kısmı pit stopları görebiliyor, fakat önerim asıl heyecana ortak olan sol bloktan izlemeniz. Son 3 senedir kazalara ev sahipliği yapan ilk viraj, aksiyona ortak olmak isteyenler için uygun seçim. Pistin en güzel tribünü ise Tribün 8. Pistin en yavaş virajları 1213-14 ve pit girişini izlemek isteyenler için ideal. TV ekranına da sahip olan tribünün sol kısımları arka düzlüğün son bölümünü de görebiliyor. Atak için en uygun olan bu viraj kompleksi, fotoğraf çekmek isteyenler için de en uygun mekan.

İlk viraj

Mart 2010

25


FORMULA1 Bronze

Pistteki Bronze tribünler Tribün 2 ve Tribün 5’tir. 3-4-5 ve 6 gibi teknik virajlara ev sahipliği yapan Tribün 2, piste göre yüksek konumlandırılmıştır. 7. virajın bir kısmını da görür, pilotları hataya zorlayan bir sektör olduğu için seyir zevki yüksektir. Karşısında TV ekranı konumlandırılmıştır. 8. virajdan sonraki düzlüğün sonuna konumlandırılmış olan Tribün 5, spinlere ve kazalara ev sahipliği yapma potansiyeli yüksek bir virajdadır. Düzlüğün sonuna kadar tam gaz gelen pilotlar, yavaş 9. virajı dönmek için frene bastıklarında, Tribün 5’e de yüksek bir seyir zevki sunarlar. Hesaplı bilet almak ve yarış heyecanına ortak olmak isteyenler için indirimli dönemde Bronze, uygun bir karar.

Açık Alan

Gerçek yarış heyecanını hissettiren ve birçok farklı yerden seyir olanağı sunan açık alan biletleri, hiç olmadığı kadar ucuz. Start anına yakın olmak isteyenler için 2., teknik bir virajdan izlemek isteyenler için 7., pistin en ünlü virajından izlemek isteyenler için 8. virajda açık alanlar mevcuttur. Otomobillerin düzlük performansını gözlemlemek için 8. virajdan sonraki düzlüğe (TOSFED tarafından Barbaros Bulvarı olarak adlandırılır) konumlandırılmış olan açık alan da uygun bir seçenek. Açık alan alacaklar için önerilerim ekrana sahip olan 2. viraj ve mükemmel viraj 8’den izlemeleridir. Eskiye oranla zemini düzeltilmiş olup, bir minder ve biraz da güneş kremiyle beklentilerinizi fazlasıyla karşılayacaktır.

26

HERBOYUT

Şimdide pistimize bir göz atalım: 5338 m uzunluğundaki İstanbul Park, 6 sağ 8 sol olmak üzere 14 viraja sahip. Saat yönünün tersine koşulan, takvimdeki 3 pistten biridir. İlk organizasyona 2005 yılında ev sahipliği yapan İstanbul Park’ın ilk galibi, McLaren Mercedes pilotu Kimi Raikkonen olmuştu. 2006, 2007 ve 2008 yıllarında Felipe Massa’nın dominasyonundaki yarışlar, 2009’da yerini yeni şampiyon Jenson Button’a bıraktı. 2005 yılında V10 motorlu McLaren’iyle pistin rekoruna Juan Pablo Montoya imza attı (1.24.770). En önemli virajlar 4 apexli 8. viraj ve eğimli ilk virajdır. Pilotların ve takımların genellikle sevdiği bir pist olan İstanbul Park, 2007 yılında İTO tarafından F1’in ticari haklarının sahibi Bernie Eclesstone’a satıldı. Son yıllardaki seyirci ilgisinin düşüklüğü nedeniyle Ecclestone, 2011’de anlaşması bitecek olan pist için güvence vermiyor. 2010 yılı İstanbul Park için organizasyonu elinde tutmak açısından son şans. Milyonlarca dolarlık yatırımın elimizden gitmemesi ve ülke tanıtımına aşırı derecede faydalı organizasyonu kaybetmemek için Türkiye, bilet fiyatlarını fazlasıyla düşürdü. Bu atılım takvimdeki diğer ülkelerin tepkisini çekse de, F1’i kaybetmememiz konusunda Schumi’nin dönüşünü de hesaba katarsak işe yarayabilir. Dünyanın en büyük organizasyonunu kaybetmememiz ümidiyle yazımı burada noktalıyorum…


Š Levent Ă–zmen




Neslişah KOÇ

ÖYKÜ

Gökkuşağından Hayaller Kırık bir vazo yerde duruyordu. Geçen yaş gününde annesi hediye etmişti. Yıllarca annesinin tembihlediği o düzenli oda bir anda kaybolmuştu. Duvarda ressamlıktaki gelişmesinin açıkça görülebileceği yağlı boya tablolar duruyordu. Ama bir simetri hastasını çıldırtabilirlerdi. Pencereden kavga eden bir çiftin savurduğu küfürler içeri dolmaktaydı. Kimisi çok hızlı, kimisi çok sert vuruyordu. Onlar kustukça nefretlerini, insanlığın son güçlü hayali de zayıflıyordu. Şarkılar söyleyerek zıplayan pembe bir kız çocuğunun, yeni doğmuş bebeğinin savunmasız parmaklarına dokunan kırmızı bir annenin, hayata bembeyaz bir başlangıç yapan başarısız bir intihar denemecisinin gözlerinde saklanırdı. Bazen sarı imparatoriçe onu semaya çeker, o ise gökyüzünden “Morning has broken”ı mırıldanırdı. Bunu duyan tüm çaresizler yeşil bir umuda tutunurdu. Bu şarkıdan çok etkilenen imparatoriçe sırtını döner, simsiyah bir geceye mahkum ederdi hayalleri. Sessiz sessiz ağlardı romantik aşıklar için. Giriş kattaki evin penceresinin çok yakınındalar. O kadar ki cama çıkmaya utanıyor. İnsanlığın ayıbını üstüne alıyordu. Genç ruhların kırmızı, pembe hayalleri nasıl da soluyordu yıllardır. Eskiden böyle miydi? O hayallerin yuvası gökkuşağı ne kadar sık belirirdi gökyüzünde. İnsanlığın tamamı hayalleriyle güçlendiğinde, onları gerçekleştirdiğinde ya da hayalleri onları sadece mutlu ettiğinde beliriverirdi. Ve tüm hayaller tutunurdu titrek eteklerine. Yenileri doğardı, kimileri ovuşturarak gözlerini uyanırdı uykusundan. Şimdiyse sokaklarda mavi kavgalar, unutulmuş, kurumuş kahverengi cinayetler, turuncu kıskançlıklar… Gri yalnızlık hayalleri pek çoğumuzda. Sevgisizlikten, birbirinin gözlerinin içine bakamayan insanlar yüzünden, kalabalıktan tiksinen düşlerden bozma mor öfkeler. Kaybedenler, tanrıyı öldürenler, yepyeni felsefeler yaratanlar… Aşk, sevgi, güven, bağlılık; bunlar artık yaşamıyor. İçtenlik, ağır işkenceler görüyor. Barış, tecavüz edilerek öldürüldü. Yaşama sevinci. Çok zayıfladı. Can çekişiyor.

Gökkuşağı. Artık gözükmüyor.

30

HERBOYUT

Neslişah Koç


ŞİİR YAĞMUR ERTESİ Yağmur ertesi toprak kokardı hep Oysa şimdi ne toprak kokuyor Ne de yağmur yağıyor eskisi gibi Halbuki hazan mevsimini yaşıyorum Yalancı baharlara inat Bir rüzgar esiyor kıştan kalma Savuruyor beni solmuş bir yaprak misali Ve şimdilerde yapraklar düşüyor yüreğime Sararmış solmuş bir şekilde Beşinci mevsimi yaşıyorum Senle başlayan senle gelişen senle son bulan... Yağmur ertesi toprak kokardı hep Sonra bir gökkuşağı olurdu Oysa şimdi ne gökkuşağı resmediyor Ne de toprak bulunuyor eskisi gibi Halbuki hazandan kalma bir bahardı bu Tüm mevsimlere inat Bir gökkuşağı açıyorsun yüreğime Gülümsüyorsun güneş gibi Lakin bitiyor ikinci bahar Ne ikinci bahar ne beşinci mevsim Yalan mevsiminin ta kendisi Senle başlayan senle gelişen ve senle son bulan... Erkut Er

Mart 2010

31


ŞİİR MUTLU ŞİİRLER DE VARDIR ASLINDA Bi' çocuk girdi hayatıma. Yok yok aşk değil, bahsetmeyelim ondan. Eğer aklına geldiğinde gülümseyebiliyorsan Ve gözlerini hatırlamaktan korkmadığın anılarla çıktıysa hayatından, Ne zarar gelir ki onu hatrlamaktan. Sizin sözünüz olsun o halde "her şeye rağmen." Mesela, ben ara ara düşünüyorum seni. Ara ara yanımda istiyorum, aç gözlülüğüm bu ikilemede saklı. Keşke demeyeceğim söz, ama ben bu aralar... Yok yok aşk değil, bahsetmeyelim ondan. O kadar basit bişey değil bu, onla ben. Satır aralarını kurcalama, bir ihtiras yakalamak uğruna. Masumluk üzerine kurulu çünkü bizimkisi, benim için ilk defa. Aslında ne biliyor musun? "Arpa kokusu eşliğinde tuzluyu hissedebilmek kadar basit, damağında." Bi' sinemaya gitmek kadar sıradan, yağmurda ıslanmak kadar güzel, İlk kez öpüşmek kadar heyecanlı. Ama sadece o kadar. o kadar basit işte. O kadar basit ki, bu şiiri okuyan hiçkimse anlamayacak bile, Senden ve benden başka. O kadar basit ki kimsenin aklına gelmeyecek bunu sana yazdığım, sen bile tereddüt ederken hâlâ. Etme. evet sensin o. Yok yok aşk değil, bahsetmeyelim ondan. Sadece özledim be seni, tüm "ses"lerimi kullanacak kadar. Bu mutluluğun şiiri esasında. bi'kaç güzel zamanın seninle geçen. Bu, hâlâ hayatımda olabilmenin şiiri. Bi ışıkta, bi denizde, bi merdivende, bi soğukta, bi dolunayda, bi notta, bi incide, Bi sahnede ara beni. Sen anladın di mi beni? Mutlu anılar bunlar. Ve evet o sensin. Ama itirafım olsun. Yine de hala kızardığımsın utancımdan. Yok yok aşk değil korkma, bahsetmeyeceğim ondan. Zeynep Tunçer.

32

HERBOYUT


ŞİİR ÖLÜMSÜZLÜĞE BİR KALA Nefesine yetmese de alevlenen küllerine, Söndüğm ateşte doğdu küllerin. Uçabilseydim gökyüzüne dağıtırdm küllerini, Saklayamadığım son küller anlatırdı masalsı bir hikayeyi... Rüyandaki gözlerin hükmeder sözlerine; Dokunur kalbine, tabutlaşmış heykelinde. Başbaşadır hayalin gerçeğimle hayat silsilesinde, Öpersen gözlerimden huzurla uyurum prensesim. Uyanamadım geçen gün, küllerinle beslendim bütün gün. Alışamadım günyüzüne, şarkısızdı bütün sözler. Kaderse mutluyken kazayla sonuclanması ayrılmışken yollarımız; Ölümle uyutur, masallarda büyütürüm geçmişimizi... Okan Özelmas

SUZİ Sınırda kalır bedenim, ruhum yanında Uzunca bakmak isterdim gözlerine aşkın tadında Zannetme ki yollar engel, sevdan kanımda İsterdim yanımda ol dudaklarım dudaklarında Ahmet Hacıali

Mart 2010

33




© Batuhan Erdoğan


© Ece Tunçbacak


Diler TARHAN

FELSEFE

11.YY’DA TÜMELLER SORUNU

D

üşüncelerimizin ne türden varlıkları vardır; tek tek nesnelerle nasıl bir ilişki içindedirler? • Cinsler ve türler doğada mı vardır, yoksa bizim anlığımızda düşünce olarak mı varlar? • Eğer bizim dışımızda ve doğadaysalar, cisimli mi yoksa cisimsiz midirler? • Duyulur nesnelerden ayrı olarak mı vardırlar, yoksa bu nesnelerin içinde mi yer almaktadırlar? Evrensel gerçekçi çözüm:Düşüncelerin asıl gerçeklikle ilişkili olduğundan kuşkulanmaz. Her ad, herhangi bir şeyi göstermek zorundadır. Dolayısıyla bir anlamı vardır ve bir gerçekliği gösterir. Tanrı’dan başlayarak doğa bölünür. Öz, cinsler ve türler olarak bireylere değin bölünür. Yaratma, tümdengelimden, tümelin tekile geçişinden ibarettir. Tanrı’ya dönüş, bir çözümlemedir; bir indirgeme ardından tekil olanın genelle yeniden bütünleşmesidir.(Erigena) 11.yy diyalektçilerinden Bérenger, inancın hakikatlerini aklın terimlerine çevirmiştir. Dönüşümü ve gerçek varlığı yadsımıştır. Diyalektik, hakikati bulmak için en üstün araçtır. Diyalektiğe başvurmak, akla başvurmaktır. Akıl, yetkeden üstündür. Öznenin olmadığı yerde ise ilinekler bulunamaz. Felsefenin Tanrıbilim’e uygulanmasını sakıncalı gören Gérard’a göre ise bilgelik, Tanrı’dan gelirdi. Anselmus; inancı, akılla doğrulamak ve savunmak gerektiğini düşünür. Diyalektiğe yakından bakmasını bilenler için diyalektik, tanrısal gizemlerle çelişmez ve tam tersine ondan doğru bir biçimde yararlanılırsa, ona bir dayanak ve doğrulama aracı olarak hizmet eder. Tümeller Sorunu’na 11.yy’da getirilen yeni çözüm “ADCILIK” olmuştur. Temsilcisi olan Roscelinus; sözcüklerle, onun gösterdiği genel düşünceyi karıştırır. Genel düşünceyi bir gerçeklik haline getiren Roscelinus filozoflar için tür, zorunlu olarak bir gerçekliği oluşturur. Genel düşünce sadece bir ad olduğu halde; asıl gerçeklik, türü oluşturan HERBOYUT

38

bireylerde bulunacaktır. Bir gerçekçi için insanlık bir gerçekliktir; bir adcı içinse insanlardan başka bir gerçeklik yoktur. Adcılığın Tanrıbilim üzerinde yaptığı en büyük uygulama, kutsal üçleme dogmasının üç tanrıcı yorumudur. Gerçek olan bireyler, yaratılmış türlerde olduğu gibi, Tanrı’da da vardırlar. Örneğin; <Baba,”baba ve oğul”un babasıdır.> demek yanlıştır; çünkü alınan bu adlardan her biri kendinde tek ve biricik bir şeyi gösterir. Kutsal üçleme, üç ayrı tözden oluşur. Dili yenidir ama o da dogmaya tutunur. Ona göre sadece bireysel şeyler ortaktır. Öyleyse Teslis’in üç şahsının ortak bir ilahi doğaları olmayacak ve dolayısıyla da onlar üç tanrı olacaklardı(!) Ortaçağ teolojisinin bir bilim olarak düzenlenmesine büyük katkı sunan Petrus Abelardus, Ortaçağ’ın en somut ve renkli figürlerindendir. Felsefi yazılarının tümü mantıkla ilgilidir ve mantığa, adcı yaklaşımı savunur. Hristiyan inancına ilişkin hakikati asla yadsımamıştır. O, sınırlı insan aklının, imanın sırlarını kavrayamayacağını biliyordu, ancak sözcükler bir anlamın araştırılması için vardı ve İncil’in insanî anlamını araştırmasında en büyük anahtar onlardı. Onun akılcılığı, insan aklının alanı ve doğa aleminin gerçekten büyüyen bir uyanışından ibaretti. İnancını, bilimsel denebilecek sistemli ve akılsal bir anlama etkinliği ile kavramaya çalıştı. Skolastisizm Çağı’nın habercisi oldu. 11. ve 12.yy Tümeller Öğretisi ise Boethius’undu. Tümelleri, gerçeklikler olarak, pek çok bireyselde ortaktır. Abelardus’un öğretmenlerinden biri olan William ve Boethius’a göre; insanlık, bütün bireysel insanlarda tümüyle temsil edilen ortak bir tözdür. Bütün insanlar, insan olmak bakımından özce birdirler. Aynı şekilde bütün hayvanlar da ortak hayvanlık tözüne sahip olmalarından ötürü özce birdirler. Aynı cins veya tür içinde yer alan bireyler, ilineksel özellikleri itabiriyle birbirlerinden ayrılırlar. Platon ve Sokrates, aynı insanlık tözüne sahiptirler, fakat bu töz onların kişisel nitelikleri, konumları vb. pek çok şey aracılığıyla bireyseldir. Abelardus, öğretmeni William’ı bu noktada eleştirir:Eğer insanlık bütün insanlarda aynı anda varolan


FELSEFE bir gerçeklikse, bu her bir kimsede kısmen ya da bütünyüle vardır. Eğer kısmen varsa bu bireysel, gerçekten ve bütünüyle insan değildir. Eğer bütünüyle varsa, o zaman da başka herhangi biri varolamaz. Öğrencisinin bu karşı görüşü üzerine artık bireylerin ortak bir töze sahip olmaları bakımından özce bir olduklarını söyleyemez oldu ve bireylerin birbirlerinden farksız olduklarını iddia etti. Aynı tür içinde yer alan iki bireysel, birbirlerinden farklı olmadıkları için aynıdırlar. Örneğin; Platon ve Sokrates, insan olmak bakımından aynıdırlar, çünkü insanlık doğası içinde birbirlerinden farkları yoktur. İki insanda da aynı insanlık bulunmaz; her biri bizzat kendi insanlığını taşır, fakat her biri ötekine, kendi insanlığı içinde benzerlik gösterir. Abelardus, bu öğretinin gerçekliğin hafifletilmiş bir biçimi olduğunu düşündü ve William’ın bir önceki yaklaşımından daha doğru buldu. Oysa iki yaklaşım arasındaki fark sadece sözseldi. Ayrıca William, bütün şeylerin tözleri bakımından aynı, ilinekleri bakımından farklı olduğunu söyler. Fakat o zaman bütün şeyler töz bakımından özdeş olurlar ve tanrı gibi aynı töze sahip olurlar. Tür ve cinsteki bireyseller, kendi tözlerinde aynı olamaz ve ilinekleri yoluyla birbirlerinden ayrılamazlar. Çünkü her ilineğin kendisi tıpkı töz gibi bir tümeldir.En altta bütün nitelik ve nicelikler aynıdır. Bu, bütün tözlerde böyledir. Töze, ilineklerin eklenmesi, bir bireysel meydana getirmez. Tümeller, tümellere eklenebilir, fakat bu süreçten bireysel çıkmaz. Eğer hayvan tözü, kendisinin tözü olan insan ve atta gerçekten var olursa, insanda akılsal olmayan aynı hayvanlık, at söz konusu olduğunda “akılsal olmayan” olarak varolur. Böylece bir ve aynı şey, aynı anda hem kendisi, hem de karşıtı olur. Bu da imkânsızdır. Karolenj Dönemi Rönesansı’ndan 11.yy’a Ortaçağ Felsefesi: Ortaçağ felsefesi, Boetius 9.yy’dan 14.yy’a kadar gelişen felsefe öğretilerinden oluşur. B o e t i u s dönemi:Hristiyan düşüncesinin çabası, dogmanın tanımlanması

konusundaydı. Felsefî yorumlama şekli, yavaş yavaş biçimlendi. Bu iki etkinlikten biri olmadan, diğeri sürdürülemiyordu, yani yorumlama olmadan dogmayı tarif etmek imkânsızdı. Kilise babaları tarafından sürdürülen çalışmanın en apaçık sonucu: Katolik dogmasının ortaya çıkmasıdır. Onu belirlemek ve tanımlamakla, öze ilişkin dile getirişler başladı.Bunun sonucunda da, her bireysel aklın, karşısında eğilmek zorunda olduğu bir gerçek oluşturuldu. Ortaçağ, Hellenizm’den çok etkilenmiştir. Dogmanın dile getirilişinde, kilise babalarının şaşılacak derecede verimli bir yorum vermelerinin nedeni, bu dönem üzerinde Eski Yunan düşüncesinin çok belirgin izinin bulunmasıdır. Kimilerine göre Ortaçağ, skolastik’tir. Skolastik; doğruyu, sonsuz felsefeyi, içteki her şeyin doğru olduğu, onun dışındaki her şeyin de yanlış olduğu bir alanın kesin bir sınırlamasıdır. Skolastik dizgeler, bizi tüm problemlerin çözümüne ve yanlışların çürütülmesine götürür. Bu görüş, kendisinin yer almış olduğu tarihsel perspektifi zorunlu olarak bozar. Ortaçağ filozofu, çözüm yollarını bilmediği sorunlara yanıt vermede zorlanınca, onları, gerçeği ortaya çıkarmak bahanesiyle, tam karşıt bir anlam içinde, şiddetli bir biçimde bozan yorumlar yapar. Skolastik, herhangi bir şekilde sınırlanmak istendiğinde, kendine ayrılan sınırları hep aşar ve bütün Ortaçağ düşüncesiyle karışma eğilimi gösterir. Köklerini bir devrime borçlu olduğuna inanan ve Ortaçağ’a karşıt olarak nitelenen “Modern Düşünce” gerçekte kökünü skolastikte bulur. Charlemagne (Charles Magnus) Zamanında Felsefe: Charlemagne, kimi manastırlardan aldığı mektuplarda, acınası üslup yetersizliğini ve din adamlarının gömüldüğü bilgisizliği fark etti. Halkının törel ve zihinsel durumunu iyileştirmek, çoktanrıcılığa karşı halkı bilinçlendirip hristiyanlaştırmak ve uygarlaştırmak(!); ayrıca yeni imparatorluktaki kadroya hizmet edecek seçkin bir aydınlar sınıfı oluşturmak istiyordu. Bu yüzden İngiltere ve İtalya’dan iyi yetişmiş hocalar getirterek okullar kurdu. Karolenj Renaissance, sadece felsefe içindi. Okullarda “7 özgür sanat” öğretildi. Mart 2010

39


FELSEFE Özgür sanatların üstünde felsefe vardı. Ancak felsefe daha sonra tanrıbilim tarafından egemenlik altına alınacaktı. Derleme ya da yaygınlaştırılmış incelemelerden fazlasını üretemeyen, ikinci derecede kalan onlarca değerli kişi arasında sadece Johannes Scotus Erigena, geniş bir kavrayış gücüyle felsefî ve tanrıbilimsel bir bireşim oluşturmayı başardı. Onun adı ve yapıtı, zamanın tüm felsefî veriminden çok üstün oldu. J.Scotus Erigena, Tanrı tarafından günaha yargılı olmadığımızı ortaya koymak Yeni-Platonculuk etkisinde eserler kaleme aldı. Erigena’ya göre akıl ile inanç ne birbirinden ayrılabilecek ne de birbiriyle zıtlık içinde bulunabilecek iki değerdir. Ona göre, kendisine dayanılan yetke doğru ise ve akıl doğru bir biçimde düşünüyorsa, çelişki zaten olmayacaktır. Çünkü gerçek yetke ve gerçek akıl, tanrısal bilgelik gibi tek bir kaynaktan çıkar. Felsefe incelemesi yapmak, gerçek dinin kurallarını ortaya koymaktır. Asıl felsefe, asıl din; asıl din ise asıl felsefedir. Ruhun kurtuluşu bize öğretilen hakikate inanmak ve inandığımız hakikati anlamakla mümkündür. Kutsal Kitap, Tanrı hakkında inanmamız gerekeni bize söyler, bu aslında tek yetke O’dur. İnandıklarımıza anlam vermek üzere, Tanrı adına “Kutsal Kitap”ı yorumlama safhasında akıl gücü sahneye çıkar. Akıl ile kilise babalarının yetkesi arasında çıkabilecek herhangi bir çatışma durumunda, akıldan yana olmak gerekir. Bunu sınayan da aklın kendisidir. Yetke, akıldan gelir; akılsa asla yetkeden kaynaklanmaz. Yetke, akılla sağlamlaştırılır. Kendi kanıtları üzerine inanmak, Tanrı’nın bize öğrettiklerini anlamak için, insanların yetkisiyle karşılaştırma yapmadan önce akla başvurmak gerekir. Karşılaştırmada son söz her zaman aklın olmalıdır, yetkenin değil. Tanrı, özden üstündür. Tanrı’nın özü bilinemez. Varolan her şey Tanrı tarafından yaratılmıştır, yani yaratılan her şey hiçliğin ürünüdür. Bütün her şeyin kökenine tanrısal üçlemlemeyi getirmek gerekir. Baba’da; sonsuz olan ilk nedenler (ideler) bulunur. Bunlar türler ya da sonsuz biçimler, devinimsiz özlerdir. İdeler, yaratılmıştır. Tanrı, idelerden önce gelir. İdeler, zaman içinde Tanrı’nın önceliğine rağmen, her zaman Tanrı’da bulunmaları HERBOYUT

40

bakımından sonsuzdur. Ancak mutlak olarak sonsuz değillerdir; çünkü kendi kendilerini var edemez; varolmayı ancak Yaratıcı’dan alırlar. Yaratık,Tanrı’nın kendisini bir göstermesidir. İnsan yapısının en soylu bölümü özümüz, onun en üstün işlemi de anlığın işlemesidir. Bu işlemle ruhumuz, doğrudan doğruya Tanrı’ya döner ve O’na ulaşmayı hedefler. Ruh, yalın olarak bilinmeyen bir nesneye doğru devinir. Ruhun ikinci işlemi, aklın işlemidir. Her şeyin nedeni olduğu için bilinmeyen Tanrı, akılla tanımlanır. Ruhun üçüncü işlemi ise, ilk örneklerde yaratılmış olan tekil şeylerin özlerinin, nesnelere ilişkin bilgiye ulaşmalarıdır. İdelerin salt tasarımına yöneldiğimiz bu aşamada, görülür şeylerin imgeleminden yola çıkılıp salt akılla elde edilen yalın özlerin bilgisine ulaşılır. Akılda bir olan özler, duyular aracılığıyla farklı özlere ayrılır. Duyulur şeylerin ideler yoluyla tanrısal varlığa katılması gibi, duyulur bilgi de akıl aracılığıyla, salt düşünülür ideleri, anlığa bildirir. İnsan doğasının Tanrı’ya dönüşünün ilk belirli evresi, ölümdür. Dünya bundan böyle belli bir sıraya göre düzenlenmiş bir bütün olarak görülecektir. Burada her varlığın yeri, yetkinlik derecesine; ya da türünün yetkinlik derecesine göre belirlenmiştir. Tüm dünya tarihini kuşatan bu betimlemede, çift yönlü bir devinimle, evren Tanrı’dan çıkar ve yine O’na döner.

Petrus Abelardus

Charlemagne


KÜLTÜR

Şengül TAN

DEVLET OKULLARINDA KÜTÜPHANECİLİK VE TEKNOLOJİ Şemsettin Sami’nin Kâmûs-ı Türkî adlı Türkçe sözlüğünde, “yetiştirme, geliştirme, bilgi ve hüner sahibi yapma” anlamına gelen eğitim, insan hayatının tüm evrelerinde devam eden bir süreçtir. Bireylerin yetişmesinde hayatın içinde kendiliğinden oluşan etkilenme ve öğrenmelerin önemli bir yeri vardır. Buna eğitim bilimcileri informal eğitim adını vermişlerdir. Bireylerin yaşamında bilinçli yönde davranışları değiştirmeye yönelik yapılan eğitime de formal eğitim adı verilmiştir. Formal eğitim adı altında faaliyet gösteren okul eğitimi ile 0-24 yaş arası bireylerin yaşadığı topluma uyum sağlayabilmeleri amaçlanmaktadır. Bu yönden okul kütüphaneleri önemli bir rolü üstlenmektedir. İçinde barındırdıkları basılı ve basılı olmayan kaynaklar ile öğrencilerine toplum içinde var olan kültürü aktarmayı hedeflemekte ve bireyin beden, zihin ve ruhsal yapısını geliştirmeyi amaçlamaktadır. Her türlü düşün ve sanat ürününü bünyesinde toplayan kütüphaneler ise bilginin depolandığı kurumlar olarak tanımlanır. Binlerce ürünün(kitap, cd-rom, dvd, video-kaset,film, plak, ses kasedi… vb) saklandığı bu kurumlar, günümüzde teknolojinin inanılmaz hızla gelişmesinden dolayı yerini dijital kütüphanelere bırakmaya başlamıştır. Bu bağlamda kütüphaneler okuyucularına farklı bir alternatif sunmak amacıyla faaliyetlerini internet ortamına taşımaya başlamıştır. Kütüphanelerin sanal ortama taşınmaya başlamasıyla elektronik-dijital kütüphanecilik kavramı ortaya çıkarak; zaman, para, emek, personel ve fiziki mekandan tasarruf edilme yoluna gidilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan Okul Kütüphaneleri Yönetmeliği’nde de çağın gereklerini yerine getirebilecek şekilde kütüphanelerin yeniden düzenlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Cağaloğlu Anadolu Lisesi Kütüphanecilik Kulübü de çağa ayak uydurabilmek için ikinci nesil internet hizmeti olan Web 2.0’ın sunduğu Facebook sosyal paylaşım ağını kullanarak yetişmekte olan gençlerimize ve Yaşam Boyu Öğrenme Programı kapsamında yediden yetmişe tüm halkımıza doğru bilgiye ulaşmak; kitap ve kütüphanenin insan hayatındaki önemine dikkat çekmek amacıyla 24 Aralık 2009 tarihinde sanal dünyadaki yerini almıştır. Osmanlı’nın ilk sivil lisesi olan okulumuz, Sultan Abdülmecit’in annesi Bezm-i alem Valide Sultan’ın isteği üzerine 21 Mart 1850’de Türk eğitim tarihinin önemli çınarlarından biri olarak eğitime

başlamıştır. “Eğitim kitapsız ve kütüphanesiz olmaz.” ilkesinden yola çıkarak, okulumuzun kütüphanesine bizzat dönemin padişahı tarafından 564 cilt kitap hediye edilmiş ve vakti zamanında okul kütüphanesi öğrenci ve öğretmeninin yanı sıra, cuma öğleden sonraları da İstanbul halkına hizmet vermiştir. Zaman içinde yeri geldiğinde bağışlarla yeri geldiğinde satın alma yoluyla zenginleşen kütüphanemiz bugün 8000 kitaba ev sahipliği yapmakta; Osmanlıca, Almanca, Fransızca eserlerinin yanı sıra, Atamızın nutkunun ilk basılan nüshalarından birini de bünyesinde bulundurmaktadır. 2008-2009 eğitim yılında Dewey Onlu Sınıflama Sistemi ve Anglo Amerikan Kataloglama sistemine göre mevcut kitaplarımız tekrar sınıflandırılmış, öğrenci ve öğretmenlerimizin hizmetine sunulmuştur. Türk basın hayatında önemli bir yere sahip olan edebiyat ve bilim dergilerinin üyesi olan kütüphanemiz, yıl içinde birçok yazar ve bilim adamıyla öğrencilerini bir araya getirerek çeşitli etkinliklere de imzasını atmaktadır. Zengin kütüphanesini, Türk ve dünya edebiyatının unutulmaz isimlerini ve eserlerini, hayata geçirdiği projelerini, etkinliklerini öğrencilerine, mezunlarına ve Türk toplumuna tanıtmak amacıyla rehber öğretmen, kütüphaneci ve kulüp öğrencileriyle aktif olarak çalışan kulübümüz facebook sayfasındaki yayınlarıyla Türkiye’de bir ilke imza atmıştır.

Şengül TAN Cağaloğlu Anadolu Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Kütüphanecilik Kulübü Rehber Öğretmeni

Mart 2010

41


Pavel SLAVOV

WEB

Doğrusallığın Ötesinde Odalara sığmayan bilgisayarlar çağından, cebimizde kaybolan akıllı telefonlar çağına, köy sinemasına yılda 4 tane gelen siyah beyaz filmler çağından, doğrudan internetten seyredebildiğimiz yüksek tanımlı filmler çağına 50 yılda gelebileceğimizi kim hayal edebilirdi? Aslında ben de bu sürecin tamamını yaşama şansına sahip olmasam da gelinene noktaya hayranlıkla bakmaktayım. Belki de yeni nesiller için bunlar hiç de şaşırtıcı gelişmeler değildir. Belki de günümüz gençlerinin doğdukları anda içinde bulundukları dünyanın dinamikliği her geçen gün arttıkça, her gelen yeni nesil de bu dinamikliğe daha hızlı adapte olabildiğinden, bu gelişmelerin hiçbiri onlar için ilgi çekici değildir. Ve belki de onlar için sadece bundan sonra yaşanacaklar önemlidir. Evet, Kevin Kelly’nin söylediği gibi, internet çağının beş bininci gününü geride bıraktık, peki acaba bundan sonraki beş bin gün bizlere ne sunacak (2007 EG Conference)? Üniversite kullanımından çıkıp da genel kullanıma yavaş yavaş açılmaya başladığında internet, sunucu ile istemci yani kullanıcı arasındaki bilgi akışından meydan gelen statik bir yapıya sahipti. Kullanıcı, sadece kendisine sunulan içeriğe ulaşabiliyordu. Zamanla yaygınlaşan internet ağı, kullanıcıların aldıkları bilgiyi kendilerine göre kişiselleştirmeye, özelleştirmeye başladıkları ve sunuculara yani içeriği aldıkları sitelere doğrudan olmasa da geribildirimler aracılığıyla katkıda bulundukları daha dinamik bir yapıya kavuştu. Bu yapıya 2004 yılında Tim O’Reilly tarafından Web 2.0 adı verildi. Web 2.0 ortamı aslında blogların, anlık durum bildirimlerinin, mesajlaşma ağlarının, wikilerin, yorum yazılabilen, fotoğraf ile vidyo paylaşılabilen sitelerin, sosyal medya ve dosya paylaşım sitelerinin dünyasına işaret ediyor. Şubat 2010 itibariyle 300 milyona yakın web sitesi, 2 milyar dolayında internet kullanıcısı ve oluşturdukları muazzam trafiğe şahit oluyoruz. Günde 500 milyon, saniyede 600 ve toplamda 10 milyardan fazla tweet; iTunes’tan indirilen 10 milyardan fazla şarkı; Google’da indekslenen 13 milyar sayfa. Bu istatistiklerin hepsi son iki yıldaki inanılmaz bir ivmenin sonucu oluşan verilerdir. Uzmanların görüşüne göre de bu ivme gittikçe hızlanacak, kullanıcılar yani bahsi geçen genç nesiller, dinamiklerini daha da arttırarak, daha hızlı alışkanlık değiştirdikçe, birbiriyle yaptıkları paylaşımlar sonucu internet teknolojisi de kaçınılmaz bir değişime gidecektir. Aynı uzmanlara göre Web 2.0 çağı, 2010 yılıyla birlikte bitecek ve semantik web, yani Web 3.0 dönemine girilecek. Yeni dönemle beraber günümüzde en çok tıklanma kategorisindeki Facebook, Twitter, Google gibi siteler, eğer yeniliklere ayak uyduramazlarsa, yok olmaya muhtaç gözükmektedirler ki kullanıcı profilinin sürekli değişen alışkanlıkları da bunu doğrular nitelikte. Web 3.0 ya da Sematik Web kavramı esasında önemli bazı konuları günyüzüne çıkarıyor. Kontrolsüz gelişim ve sürekli değişim sonucu doğan bugünkü “Internet Cumhuriyeti”ne yakından baktığımızda kullanışsız, içi boş, yanlış hatta

42

HERBOYUT


WEB tehlikeli içerikle dolup taşan bir “bilgi” deposunu görüyoruz. Herkesin kişisel internet sitesine sahip olabilmesiyle ve bilgi paylaşmanın çocuk oyuncağına dönüşmesiyle giderek vahimleşen bu durumun kendi kendine ürettiği çözüm olarak düşünebiliriz, önümüzdeki 5000 gün içerisinde tanık olacağımız Anlamsallık Çağı’nı. Artık ortamda bulunan “bilgi”ler algoritmik süzgeçlerden geçecek ve yapay zeka yardımıyla anlamsallaştırılıp sadece doğru, gerekli ve kullanılabilir olanlar ön plana çıkacak. İşte bu noktada yurtdışında devam eden Hakia arama motoru gibi başarılı çalışmaların yanında Türkiye’den çıkan iddialı bir projeye dikkat çekmemiz gerekir: Web 2.0 alanında Türkiye’den çıkan en iddialı projelerden biri olarak gösterilen ve bize geleceğin teknolojilerini sunan Marro.ws projesinden bahsediyorum. Marro.ws projesinin amacı, kullanıcıların bir kere internet üzerinde eriştiği bilgiye, tekrar ve çok daha hızlı bir şekilde erişebilmesine olanak tanımaktır. Marro.ws önemli gördüğünüz bilgileri sizin için saklar, dünyanın her yerinde bu bilgiyi size sunar, hatta sakladığınız bilgileri farklı formatlarda bilgisayarınıza indirebilmenize olanak tanır. Hepimizin internette gezerken gördüğü ve daha sonra işe yarayabileceğini düşünerek bilgisayarının favorilerine sakladığı site adresleri, not defterine not ettiği yemek tarifleri veya masaüstünde bir metin belgesi açarak kaydettiği makale özetleri var. Bu yöntemler önemli gördüğümüz bilgilere tekrar ulaşmak için yeterli gibi görünse de, aslında bu yöntemlerin hiç birisi, sakladığımız içeriklere tekrar erişebileceğimizin garantisini vermiyor. İnternet adresini sakladığımız siteler kapanabiliyor, haber linkleri değişebiliyor, içerik yayından kalkabiliyor ya da siteler erişime kapanabiliyor. Masaüstümüze sakladığımız dokümanlar yanlışlıkla silinebiliyor ya da bilgisayarımız açılmaz olabiliyor ve not defterimizi kaybedebiliyoruz. Bu gibi birçok sorun nedeniyle, gerçekten önemli olduğu için sakladığımız birçok içeriğe her gerek duyduğumuzda tekrar erişemeyebiliyoruz. Marro.ws yardımıyla istenilen içerikleri dilerseniz kendinize özel saklayabilir, dilerseniz de herkese açık bir şekilde paylaşabilir ve sakladığınız içeriklerin PDF, HTML, TXT, DOC gibi değişik formatlarda çıktılarını alabilirsiniz. Sistemin tüm internet tarayıcıları için geliştirilen eklentileri ile bir sitede dolaşırken beğendiğiniz içeriğin tamamını ya da belli bir bölümünü, kitap okurken fosforlu kalemlerle not almak gibi çizebilir, çizdiğiniz bu içerikleri anında kaydedebilirsiniz. Marro.ws’a eklediğiniz her içerik için kendi istediğiniz adresi oluşturabilir, böylece içeriklere çok kolay erişebilirsiniz. Önümüzdeki aylarda çıkacak olan yeni sürümüyle yeni nesil teknolojilere daha uyumlu hale gelecek olan ve hepsi yirmili yaşlarındaki genç Türk girişimcilerin Türkiye’de geliştirdiği Marro.ws projesine www.marro.ws adresinden ulaşabilirsiniz. 2010lu yıllarla birlikte yaşayacağımız teknolojik yenilikleri ve doğrusal yerine üstel olarak gelişen internet dünyasının yaratacağı etkileri acaba siz nasıl hayal ediyorsunuz? Mart 2010

43



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.