Severek Ayr覺lal覺m RUK襤YE KAYAARSLAN
GİRİŞ Yıllarca hayal kurup beklersin. Beyaz atlı prense inancını hiç kaybetmezsin. Karşına çıktığı an bilirsin, odur yıllarca beklediğin. Tanır onu kalbin. Tutup, benim demek istersin. Elini uzattığında dokunur, onun da seni hissetmesini sağlarsın. İşte o an başlar yıllardır hayalini kurduğun düşler. Güzel başlasa da küçük bir şey öyle büyük bir sorun olur çıkar ki insanın karşısına, o küçücük dağın altında kalır kalpte olan. Yıllar geçse de unutulmayan, her gözünü kapadığında özlemle içini burkan... Ne çok şey vardır insanı insan yapan. Hayat bir masaldır; beyaz atlı prensler gibi kötü kalpli cadıların da olduğu. En mutlu anımızda kırmızı elmayla kapımıza dayanan, bizi kulelere kilitleyip yıllarca sürecek uykularla cezalandıran. Saat on ikiyi geçtiğinde balkabağına dönüştüren… Hayat; Asel ve Akay için de tozpembe hayallerle başlamış, rüyalardan öte vakitlere ev sahipliği yapmıştı. Ta ki dost görünen düşman, elindeki elmayı uzatana kadar... Genç kız tüm hayallerinden uyanmak için gece on ikiyi bile bekleyememişti. Yıllarca sürecek yalnızlık uykusuysa, masallardaki gibi rahat değildi. Üstelik onu kurtaracak prens de aynı elmadan yemişti… Aşklar vardı doludizgin yaşanan... Aşklar vardı ayakları yerden kesen... Aşklar vardı bir ömür mutlu süren... Bir de âşıklar vardı, severken ayrılan... ******************
1. BÖLÜM “Akay nerede kaldın?” “Evden yeni çıktım. Birazdan orada olurum.” “Daha yeni mi çıktın? Ne olacak sabahlara kadar o kulüp senin, bu kulüp benim gezersen olacağı bu.” “Abartma Selim ya!” “Abartma mı? Oğlum Sırrı Hoca burnundan soluyor. Sen gel de, abartma neymiş o zaman gör.” “Niye? Ne oldu ki?” “Bilmem artık. Gece gece millete nasıl malzeme olduysan...” “Ne malzemesi olacağım ya. İki gezmem mi sorun? Hem herkesin de benim kadar gezip tozmuşluğu var. Neden bana takıklar anlamadım gitti.” “Kulübün en pahalı transferi olman yüzünden olmasın. Ya da son haftalardaki form düşüklüğün. Ne dersin?” “Her hafta yüzde yüz kapasiteyle kim oynamış?” “Sen oynamak zorundasın koçum. Bunun kaçarı yok.” “Tamam, birazdan orada olurum.” Sıkıntılı bir iç çekişle yola dönmüştü. Zaten gece yeterince iyi uyuyamamışken, bir de teknik direktörden azar yiyeceği kesinleşmişti. Duyan da akşama
kadar uyumuş sanırdı. Hâlbuki antrenmana sadece bir saat kadar geç kalmıştı. Bunda abartılacak ne vardı sanki? ************** Ortalıkta telaşla dolanırken ”Anne neden daha erken kaldırmadın?” diyerek giyeceklerini ayarlamaya çalışıyordu. “Kızım dakikalardır başındayım. Sanki kalktın da…” “Çok geç kaldım. Hoca kesin derse almayacak.” derken paniği artıyordu. “Mızmızlanmayı bırakıp, hazırlanmana bak Asel!” “Bugün çok önemli bir sınavım var. Zamanında yetişmezsem hoca sınava almaz. Of ben ne yapacağım şimdi?” “Ne mi yapacaksın? Önce hazırlanacaksın, sonra da okula gideceksin küçük hanım. Böyle cırcır böcekleri gibi konuşmakla sınava yetişilmez.” ‘’Anne mürdüm rengi eteğimi gördün mü?” “Gördüm almış başını gidiyordu. Senin gibi sahibi olduğu için dert yanıyordu, beyaz kazağına.” “Anne ya…” “Ya ne diyeyim güzelim? İki gün önce giydiğin etekten bahsediyorsun. Bu dalgınlıkla sen nasıl stilist olacaksın bilemiyorum! Bu konularda dikkat gerekir.” “Haklısın anne ama ne yapayım, geç kalınca tüm aklım da uçup gitti.” Kızına takılmak en sevdiği şeylerin başında geliyordu Sema Hanım’ın. Yaşıtlarına göre aklı havada olanlardan değildi Asel. Ne yaptığını bilen ve o yönde adımlar atan nadide bir çiçekti. Bir günden bir güne üzmemişti ailesini. Şimdi onunla uğraşırken de, biliyordu kızının gece çok çalıştığı için kalkamadığını. Biraz da olsa stresini dağıtmak için esprili şekilde yaklaşmıştı göz bebeğine. “Ben şimdi ne giyeceğim?” “Kızım modacı olan sensin ben değilim.” “Öyle ama anne şu an hiçbir şey düşünemiyorum. Lütfen bana yardımcı ol.” derken annesine yanaşmış nazlanmaya başlamıştı. ***** “Tamam, gel deli kız.” Dolaptan çıkardığı bol paça kot pantolonla, yeşil bluzu kızının üzerine tuttuğunda aradığını da bulmuştu. Asel’in göz rengini ortaya çıkaran çok güzel bir kombinle bu görevini de layıkıyla yerine getirmişti. “Harikasın anne. Sen bir tanesin.” “Bunları bulmasaydım bir tane olmayacak mıydım?” “Sen her zaman benim bir numaramsın annelerin güzeli.” derken çoktan suratına tüm içtenliğiyle bir öpücük kondurmuştu bile. “Hemen hazırlanmalıyım anne. Çok geç kaldım çok…” derken hemen elindekileri giymeye başlamıştı. Hazırlanması bittikten sonra kapıya ilerlerken duymuştu annesinin sesini. “Kızım kahvaltı yapmadın.” “Çok acelem var. Arkadaşlarla atıştırırım bir şeyler. Sen merak etme.” derken annesini öpüp, kapıdan çıkmıştı. Merdivenleri inerken bir yandan da, nasıl bu kadar uyursun, şimdi derse yetişeme de gör gününü, diye kendine söyleniyordu. Arabaya binip, elindekileri de yan
koltuğa bıraktıktan sonra gitmek için hazırdı. Daha birkaç metre gitmeden de telefonun sesini duymuştu. “Efendim İlknur?” “Nerede kaldın?” “Uyuyup kalmışım. Şimdi yoldayım.” “Tamam, çabuk ol bekliyorum.” Okula birkaç sokak kala arabadan gelen sesler hiç de iyi şeyleri haber vermiyordu. Yana çektiği araba tekrar çalışmayınca sıkıntısı daha da artmıştı. “İnanamıyorum ya! Şimdi nasıl yetişeceğim?” derken arabayı olduğu yerde park edip, koşmaya başlamıştı. ************** Uykusunu yeterince alamamasının sonucu olarak baş ağrısı artık dayanamayacağı boyuta ulaşmıştı. Üstelik teknik direktörden de okkalı bir azar yiyecekti. Gece keşke eve daha erken gelseydim diye kendi kendine hayıflanırken telefonu tekrar çaldı. “Ne var Ali ya, ne var?” “Seni arayanda kabahat! Neredesin Akay?” “Geliyorum dedim ya!” “Kime dedin? Ne zaman dedin?” “Oğlum sizin birbirinizden haberiniz yok mu? Selim aradı ona dedim. Tamam da siz böyle dakika başı ararsanız benim gelmem biraz zor olur. Hadi kapatıyorum.” Bir an gözü elindeki telefona gitmişti ama tekrar yola odaklandığında artık çok geçti. Durmak için frene yüklense de, karşıya geçene çarpmaktan kurtulamamıştı. ”Bir bu eksikti!” diyerek arabadan telaşla indi. ‘’Kardeşim kendini mi öldürteceksin?” “Affedersiniz.” “Affetmek mi? Eğer bir saniye daha frene geç bassam, bu affı öbür taraftan dilerdin.” derken sinirliydi. “Çok acelem vardı. Bu yüzden dikkatsizliğime verin.” “Tamam, benim de acelem var ama bu yaptığınız resmen intihar. Durun bir şeyiniz var mı bakalım?” derken yerdeki kıza doğru eğilmişti. Aynı anda da kız ayağa kalkıp, ”Bir şeyim yok. Hemen derse yetişmeliyim.” diyerek hareketlenmişti. “Maalesef ben bir şeyiniz olmadığına emin olana kadar bir yere gidemezsiniz.” “Lütfen gerçekten bir şeyim yok.” derken bunu ispatlamak ister gibi olduğu yerden kalkmaya çalışıyordu. “Size sorduğumu sanmıyorum.” deyip yerden kaldırdığı kızı arabanın ön koltuğuna oturtmuştu. “Size bir şeyim yok diyorum. Anlamıyor musunuz?” ****** Kızın söylediklerini duymazlığa gelerek sordu. ”Başını çarptın mı?”
“Sana bir şeyim yok diyorum. Acelem var hemen gitmem lazım.” derken sesi de gittikçe yükseliyordu. “Ben de sana bundan emin olmadan bir yere göndermeyeceğimi söyledim. Şimdi bana söyler misin nereni çarptın?” Karşısındaki adamdan kurtuluşu olmadığını anladığı anda itirazı bırakmıştı. ”Sadece bacağım yere geldi. Onun dışında bir yerimi çarpmadım. Şimdi rahatladınız mı?” “Hastaneye gidersek rahatlayacağım.” “Bakın acelem var diyorum. Ne anlamaz şeysiniz.” deyip sıkıntıyla iç çekmişti. “Benim de acelem var. Geç kaldığım için zaten yiyeceğim azarın şiddeti artacak. Şimdi bana müsaade edin de şu bacağınıza bir bakayım.” Sonra da kızın bacağını nazikçe tutup, yaraya bakmaya başlamıştı. ”Temizlememiz gerekiyor. Bekle ilk yardım çantasını getireyim.” “Çattık ya…” “Bir şey mi dedin?” “Yok canım ne diyeyim ama bak hastaneye gitmem. Önemli bir şeyim yok çünkü.” “Öyle görünüyor zaten.” derken bagajın kapağını kapatıp, yanına gelmişti. Kızın bacağındaki pantolonu yukarı toplayıp, kendi de böyle kazalara alışkın olduğundan bildiği şekilde temizliğini yapmaya başlamıştı. İkisi de acele etmekten, birbirlerini incelemek yerine şu ilkyardım işinin bitmesini bekliyordu. Aynı anda da genç kızın telefonu çalmaya başlamıştı. Çantasından çıkardığı telefona cevap verirken, bir anda dökülen batikon yüzünden istemsiz bir ses çıkmıştı ağzından. “Asel, bir şey mi oldu?” Acıyla gerilmesine rağmen ”Bir şey olmadı güzelim.” diyerek arkadaşının endişesini gidermeye çalışmıştı. ******* “Gelince anlatırım.” derken gözleri de bacağına pansuman yapan adama kaymıştı. Uzun boylu ve hoş fizikli genç bir erkekti. Ellerinin maharetine bakılınca, bu işe yabancı olmadığı hemen anlaşılıyordu. “Tamam canım. Bu arada rahat ol diye aramıştım. Bizim gıcık hoca bugün çok önemli bir şey için izin kullanmış. Yani şanslı günündesin. Hadi görüşürüz.” “Ne şanslı ama…” diye söylendiği anda, sarılan bacağı yüzünden bir anda irkilmiş ve telefonu da elinden düşmüştü. “Affedersin…” derken kızın yüzüne ilk kez gerçekten bakmış, o an karşılaşan gözlerse değişik bir çekime girmişti. Kızın gözlerinin güzelliği, gözlüklerinin ardından bile belliydi. Sade görüntüsüyle çevresindeki kadınlara hiç benzemiyordu. Anın büyüsüne kapılsa da geç kaldığı aklına geldiğinde tekrardan gerçeğe dönüş yapmış ve ilgilendiği yarayı son kez kontrol etmişti. “Sadece bacağında küçük bir yara var. Onun dışında şanslısın diyebilirim.” “Teşekkür ederim.” “Bir daha kendini yollara atma. Her zaman bu kadar şanslı olmazsın.” “Siz de araba sürerken telefonla konuşmazsanız, böyle kazalara davetiye çıkarmazsınız.” derken aklına düşen telefonu gelmişti. Hemen uzanıp düştüğü yerden aldığında, artık gitmeye hazırdı.
“İstersen gideceğin yere bırakayım.” “Sizi daha fazla meşgul etmeyeyim. Hem sizin de aceleniz varmış. Zaten neredeyse gelmiştim. Size iyi günler.” dedikten sonra yürümeye başlamıştı. Attığı adımlardan sonra yüzünde oluşan acıyı gizlemek çok zor olsa da, başarabilmişti. İçinden bir ses arkana bak dese de, bu sese kulaklarını tıkayıp, yoluna devam etmişti. Akay, kızın yürürken rahat olduğunu anladığında yoluna devam edip, kulübe varmıştı. Arabadan çantasını alırken yiyeceği azarı düşünüp, cezanın boyutunun kaç tur olacağını hesaplıyordu. Gerçi bugün cezasının sadece koşu olmayacağının da farkındaydı. Bu düşüncelerle antrenman sahasının yolunu tutmuş ve attığı ilk adımda da ilk postayı yemişti. “Oooo prensimiz teşrif mi etmiş?” “Hocam açık-” “Neyi açıklayacaksın ha? Şu saate baksana kaç oldu?” derken kolundaki saati sinirle gösteriyordu. “Hocam-” “Ne var hocam hocam? Eee konuş bakalım Akay Efendi…” “Ben uyuyup, kalmışım.” “Ne sürpriz ama…” derken sıkıntıyla oyuncusuna bakıyordu. “Sonra hemen yola çıktım ama dikkatsiz biri önüme çıktı. Onunla uğraşınca geç kaldım.” “O dikkatsiz sen olmayasın? Bir de millete suç atıyorsun.” Sıkıntıyla kafasını sallamıştı. “Hocam gerçek diyorum. Kız ne olduğunu anlamadan önüme çıktı. Neyse ki, zamanında frene bastım yoksa düşünmek bile istemiyorum.” “Şu önüne atlayan, gece üstüne atlayanlardan olmasın?” İmalı bakışları dün geceden haberinin olduğunu gösteriyordu. “Yok, hocam çocuğun tekiydi.” O anda kızın görüntüsü aklına gelmişti. Gözleri gözlüklerin ardında gizlenmiş, saçları disiplinli bir şekilde arkasında toplanmış sıradan bir görüntü canlanmıştı ama hocaya dediği gibi de hiç de çocuk gibi bir vücuda sahip değildi. “Bakıyorum da çocuk seni çok etkilemiş.” “Efendim hocam?” derken dalgınlığının cezasını çekeceğini anlamıştı. “Oğlum git başımdan. Bugün zaten sinirim üstümde. 25 tur koş, 500 şınav çek de aklın başına gelsin.” ******* “Ho-” “İtiraz kabul etmiyorum Akay… Derhal…” “Tamam hocam.” Yine ucuz yırtmıştı. Geçen sefer yüklü bir para cezasının üstüne 40 tur ve 500 şınavdı. Aklındaki düşüncelerle cezasının ilk bölümüne başlamıştı. “Asel nerede kaldın?” dediğinde arkadaşının ara ara kasılan yüzüyle endişelenmişti. “Sorma İlknur başıma neler geldi?” “Kızım çatlatma da anlat. Hem o bacağının hâli ne?” “Gece çalışayım derken, sabah kalkamadım. Sonra da acele giden ecele gideri doğruladım.” “Neyi?” Yüzündeki şaşkınlıkla arkadaşına bakıyordu. “Arabam bozulunca, koşmak zorunda kaldım. Sonra da neredeyse ecele gidiyordum.”
“Araba mı çarptı? Bacağın ondan mı böyle? Hastaneye gittin mi?” Panikle birbiri ardı soruları sıralamıştı. “İlknur sakin ol. Ben iyiyim. Sadece bacağımda ufak bir yara var. O da normal zaten dizimin üstüne düştüm.” “Kızım hastaneye gidelim hemen.” “Bir şeyim yok dedim ya. Zaten o adam da illa hastane dedi durdu. Zor ikna ettim de, okula geldim.” “Ne adamı?” “Bana çarpan.” “Akıllı adammış. Tabii ki de hastaneye gitmen gerekir.” ****** “İlknur bu yara için hastaneye gitsem bana gülerlerdi. Zaten başka bir yerimi de çarpmadım. Sanki çocukken bir yerimiz yaralanmamış gibi konuşma. Seninle az mı dizlerimizi parçaladık? Hâlâ izleri duruyor. O zaman da hastaneye mi gitmiştik?” “Aman sana konuşanda kabahat. İyisin değil mi?” “İyiyim canım. Merak etme.” derken onu rahatlatmak için arkadaşına içten bir gülüş göndermişti. “Ya sınava geç kalacağım diye nasıl korktum anlatamam. Bilirsin hoca hayatta almazdı bir daha.” “Başkasını bilmem de güzelim seni kesin alırdı.” “Bu da nereden çıktı şimdi?” derken şaşkın şaşkın bakıyordu. “Kızım Neriman Hoca’nın göz bebeğisin. Seni hiç zor durumda bırakır mı?” “Bak bunu başkasının yanında söyleme! Hocanın kulağına gider yanlış anlar.” “Kızım bunda yanlış anlaşılacak ne var ki? Şu okulda senin kadar çalışkan biri daha var mı? Bu kadar ayrıcalığın da olacak tabii.” “Deli kız ne olacak.” derken yıllardır azimle yaptığı çalışmalarının arkadaşı tarafından övülmesinin gururunu yaşıyordu. Sonrası, derslerin arasında kayboldukları saatlere dönmüştü. Biten derslerden sonra okulun önündeydi iki kız. “Hadi gel, araban da bozulmuş. Seni ben bırakayım.” “Hayır diyemeyeceğim canım ya. Gerçekten çok yoruldum.” derken telefonu çalmıştı. Açtığı anda da karşısındaki kadın konuşmaya başlamıştı. “Hey yakışıklı sabahtan beri seni arıyorum. Nerelerdesin?” “Şey hanımef-” Karşısındaki kadın kendinden başka kimseyi duyacak gibi değildi. Bu yüzden de konuşmasına kaldığı yerden devam ediyordu. “Bak, benden mi kaçıyorsun yoksa? Ama gece hiç de kaçar bir hâlin yoktu.” dedikten sonra karşıdaki kadın kendi sözlerine cilveli bir kahkaha katmıştı. Konuşma +18’e doğru gidiyordu. En iyisi hemen müdahale etmekti. “Hanımefendi sanırım yanlış numara.” “Sen de kimsin?” Biraz öncekinin aksine sesi çok sertti. “Sanırım yanlış aradınız.” Karşıdaki kadın tek söz etmeden kapatmıştı telefonu. İlknur, Asel’in değişen suratından bir şey anlamayarak sormuştu.
”Kimmiş?” “Delinin teki. Kadını susturmasam bana gece yaşadıklarını da anlatacaktı.” “Bıraksaydın anlatsaydı.” derken kahkahayla gülüyordu. “İnsan önce telefonu açanı tanır sonra başlar konuşmaya. Böyle damdan düşer gibi başlarsan, görürsün.” derken arabaya doğru yürümeye başlamışlardı. Hocanın verdiği cezayı bitirmiş ama kendi de tükenmişti. Duşun altındayken yorgunluk tüm hücrelerinde hissediliyordu. Havluya sarılıp çıktığı anda çalan telefonunu duymuştu. “Efendim?” “Asel?” “Yanlış numara beyefendi.” diyerek telefonu kapatıp, giyinmeye başlamıştı. Bugün kesinlikle dışarı çıkmayacaktı. İyi bir dinlenmeye ihtiyacı vardı yoksa hafta sonundaki maçta yerdeki çimleri sayabilirdi. Arabasıyla yol almaya başladığı anda tekrar telefon sesini duymuş kimin aradığına bakmadan direkt cevap vermişti. ****** “Alo…” “Sen de kimsin?” “Hanımefendi asıl siz kimsiniz?” “Ben Asel’le görüşecektim.” “Yanlış numara.” “Affedersiniz…” Bu da yeni bir taktik miydi? Çevresindeki kadınlar her gün yeni şeyler geliştiriyordu. Artık onların hızına yetişemiyordu. Evine geldiğinde tek istediği biraz dinlenmekti. “Anne ben geldim.” diyerek girmişti içeri. “Hoş geldin kızım. Ne yaptın yetişebildin mi?” “Hocanın işi varmış gelmedi.” “Nasıl da evden çıktıydın…” “Ne yapayım anne sınav önemliydi.” “Acıkmışsındır. Sevdiğin dolmadan yaptım.” “Sağ ol annem.” diyerek odasına yöneldiğinde telefonu çalmaya başlamıştı. Elindeki kitaplarla uğraştığı için arayana bakmadan direkt açmıştı. “Alo…” “Oğlum gece nereye gidiyoruz?” “Oğlum mu?” Karşıdan gelen ses bir anda şaşırmıştı ama konuşmasına da devam etmişti. “Pardon, demek Akay müsait değil. İyi eğlenceler.” ****** Kapanan telefondan sonra şaşkın şaşkın ekrana bakmaya başlamıştı. “Akay mı, eğlence mi?” Kafasını iki yana sallarken önceki konuşmayı ve şimdikini birleştirmeye çalışıyordu. Sonunda ekrana baktığında telefonun kendisinin olmadığını anlamıştı.
Yatağa kendini attığında tek derdi uyumaktı. Kaç gündür uykusuzdu ve vücudu buna itiraz çanları çalmaya başlamıştı. Yok, bu çalan telefondu sanırım. Gözleri kapalı elleriyle bulduğu telefonu zorla kulağına götürmüştü. “Alo…” “Şey…” “Konuşmaya niyetiniz yoksa lütfen kapatın, uyumak istiyorum.” “Şey ben sabah arabanızla çarptığınız kişiyim.” “Kim?” derken çoktan yatakta oturur pozisyona gelmişti. “Kazadaki kişiyim dedim.” “Bir şey mi oldu? İyisiniz değil mi?” Endişeyle çıkan sözler düşünmesini zorlaştırmıştı. “Yok, merak etmeyin bir şey olmadı.” “Öyleyse neden beni arıyorsunuz? Hey… Bir saniye siz benim numaramı nereden biliyorsunuz? Yoksa o kaza numara mıydı?” diyerek sinirle atılmıştı. Duydukları bir anda kanın beynine sıçramasına neden olmuştu. ”Siz neden bahsediyorsunuz? Ben neden sizin numaranızı bulayım?” “Sizin gibilerden kurtulamayacak mıyım?” derken sıkıntıyla nefesini bırakmıştı. ***** “Kendinizi ne sanıyorsunuz? Ben neden sizin arabanızın önüne atlayayım? Aklınızdan zorunuz mu var?” Sesi gittikçe daha da yükseliyordu. “Kızım saf ayağına yatma. Ne istiyorsun? Derdin para mı yoksa başka şeyler mi?” Bu adam kesin dengesizin tekiydi. Sabah bunu nasıl anlamamıştı? Hâlbuki insanları tanıma konusunda kendisiyle övünürdü. Telefonun diğer ucundakinin sessizliğini farklı algılayıp, ”Seninle hiç uğraşamam. Başka kapıya.” dedikten sonra direkt kapatmıştı. Bu ne hadsizlikti... Ne yani yüzüne telefonu mu kapatmıştı? Bu adam kendini dünyanın merkezi zannediyordu. Şimdi bu kendini beğenmişi tekrar mı arayacaktı? Of bunun neden başka bir çaresi yoktu ki. Daha telefonların karıştığını anlamamış olmalıydı. Tekrar tuşlamıştı kendi numarasını. Bu sefer de telefon çaldığı hâlde açılmamıştı. Tekrar denedi ama yine sonuç aynıydı. Yirmi kez denemesinin sonunda da sonuç aynıydı. En iyisi mesaj yazmaktı. Neticede bu adamın okuması olmalıydı. Bu düşüncelerle başlamıştı ekrandaki tuşlara dokunmaya.