“ilânihâye sürecek bir beyin ‘KAOS’u”
sene: 1 sayı: 2 mekân: ısparta muhtevâ: kaotik herkes: özgür burjuvaya: 50 kuruş proletere: bedava
#2
kaotik
kaotik fanzin baskı parası çıksın diye 50 kuruş
fanzin
yazanlar: oğuzhan kayacan selimhan yaman cuyan samowski stramedsky mertcan gülsu kerem ertuğrul ertuğrul
bir şeyler anlatmak isteyen, bir dahaki sayıya (basacak olursak) yazı göndermek isteyen falan olursa: kaotikfanzin@gmail.com
twitter, instagram: @kaotikfanzin
Fanzin okunurken veya fanzin okunmazken dinlenmesi önerilen şarkılar listesi: Stone - Faces
A Desalambrar -Victor Jara
Gölgen Yeter Bana -Rüçhan Çamay
MANİFESTO
Bu yapıt yalnızca bir fısıltıdır. Her türlü zorlamadan ve yapaylıktan uzak durmakta kararlı birkaç ses uyumsuzluğu... Var oldukça tekrarlayacağımız ilânihâye beyin kaosu... İsimleri prim yapmayacak birilerinin birtakım gerçekleri ve ruhunu anlatmaya soyunduğu ya da esasında bir boktan bahsetmediği bir emek. Söyleyecekleri veya karalayacakları olan birkaç kişiyle bu nüshada gürbüz bir içtenlikle okuyanların elinde duruyor kaotik. Hiçbir hakkı saklı değil, her uzvuyla ortada. Çoğaltmak ve kopyalamak fanzincilere, birtakım sevimsiz sosyal medya mecrasında paylaşmak da herkese serbesttir. Ama biliyorum ki bunlarla uğraşacak kimse olmamakla birlikte bu bizim de umurumuzda değil. Her neyse, birkaç kuruntu ve can sıkıntısı... Yok oluşa yürüyoruz bir de, kayboluyoruz beraber ya da münzevice bu gizemli atmosferde. Her şey gizemli olunca güzel aslında biraz da... Anlam uyumsuzluğu, kayboluyoruz! Ne mühim yahu şu hayatta aslında?
kaotik fanzin elemle sunar! /oğuzhan kayacan
ŞİİR sıra selvilere düşmek bir düşmüşüm ki sıra selvilerin kökünde bir tomurcuk on dokuzuna savrulur köpeklerin selası buralarda okunur. bir düşmüşüm gürültünün içinde kulak bebekleri çatırdarken, elmalarım kıpkırmızı hala ağzımda sakladığım bir bir veririm sana parkeler ıslak, benden. ve unutmam düşüşünü güneşin denizin ortasına. ayın tutuşan güneş olduğunu küllerinden tanıdım güneşin suya düşüşünden gecenin yükselişinden. bir düşmüşüm ki sıra selvilerin köküne beni gazetelerle örtmüşler manşetlere takılmış gözler. ayı tutuşturanın olacaktır gündüz ve ben köpeklerin selasını okuyacağım üzerime örtülmüş gazetelerden.
/kerem ertuğrul ertuğrul
***
ŞİİR
çatırdayan aklımın köşesinde bir merhem var dokunur usul usul gecelerde yaygın mayınlar yeşerirken şiirsel yok oluşlarda umut ediyorum ya hani merhemini sürebileyim acılara buzdan kalplere aynada bakıştığım et dolu yaratıkla baş başa nasıl edilir nasıl yapılır sarmaşıklar sarmışken duvarının çatlaklarını kapatmaya çalışırken ruhani çırpınışlarını ben miyim kim miyim bilemiyorum acılardan ibaret et dolu bir beden isimsiz bir nutuk belki yok olmuşlara çare kendisine çaresiz
farklı bir lehçede farklı bir ülkede aklımın köşesinde usul usul bir merhem koklayamadığım dokunamadığım sarmaşık dolu duvarlarda aynamın yansımasında sanırım hiç var olmamış rüyamda bilmiyorum affedemiyorum atfedemiyorum yansıma gidiyor ben kalmaya çabalıyorum kalamıyorum çatırtı kalamıyor sözcükler kelebeğin kanatlarında uçuşuyor avuntularım kaderimde bağrışmak için boğazımı kesiyor ve kırmızı buharlar sevişiyor çatlaklarda merhem selam vermek üzere etten dökülüyor et eskisi gibi görünmüyor
/mertcan gülsu
bir kurbağanın k
os tripleri
Sadece karın doyurmak için yemek, sadece sarhoş olmak için içmek, sadece anı olsun diye sevişmek, sadece yaşayabilmek için düşünmek. Anlaşılmamak kaos ama tek bir kişi tarafından anlaşılmak daha büyük bir kaos. Bir insanın hayatın merkezinde olması. Yaşadığın tüm olayların aslında sadece onun etrafında döndüğünü bilmen. Karakterini değiştirmesi. Sevmen, sevilmen. Tüm bunlar olurken kendi varlığını unutman. Tamam yeterince mide bulandırıcı. Zaman diliminde epey bir vakit geçti. Uyuyup uyandım. Ölümü vasat cigaramda tattım . Döndüm Azrail’e. Bana bakma ben zıvanasız sarmam dedi. Her nefesimde ruhani bir oluşum beni çekiyordu . Vurdu omzuma. Yine de inme sen çok derine der gibi. Temiz hava belki birkaç saniye daha bu dünyadaki zamanımı uzatır diye dışarı çıktım. Geri döndüğümde kanepede uyuyakaldığımı gördüm. Eğildim baş ucuma. Karşımdaki her geçen gün biraz daha sert bir görünüm alıyordu. Titreyerek uyandım. Karşı duvarı dakikalarca izledim, fazla boştu. Bilgisayarıma yöneldim, ekrandakini görür görmez çatı katımdaki sprey boyalarıma koştum. ‘Onu bana hatırlatan sadece hemşire pornoları’ yazdım karşı duvarıma. Böylelikle bu sözümü yalanlayıp, hatırlatacak bir iz daha bırakmıştım. Hüzünlenmiş gibi yaptım. Kendime duygu denen şeyin bende de olduğunu kanıtlamak zorunda hissedermişçesine. Ufak tebessüm yerleştirdim suratıma. Bu tebessüm için bile ağır bir kas gücü gerekiyordu bana. Tuvalete yöneldim. Kapısını açtığımda yerde bayıldığımı gördüm. Klozet kapağını indirip ters dönmüş bedenimi düzelttim. Bedenimi görmeye fazla dayanamadım. Çıktım oradan da. Uzandım kanepeme. Yavaş yavaş tavanın bana doğru geldiğini gördüm. Her şey yavaş yavaş presleniyordu. Araba lastiğinde ezilen kurbağaların son görüntüsü gibi iyi bir görüntü verebilmek için duvarı en dibimde hissettiğimde orta parmak kaldırdım göğsümün yanından. Son görüntüm umarım bir kurbağaya ilham kaynağı olur.
/selimhan yaman
SIRA DIŞI SIRADAN NOTLAR
-109-
Uyandım. Yatağımın yanında komodin falan da yok, yerde duran telefonum bir acayip titreşiyordu. "Arayan kim acaba?" diye düşünürken Nuit’ten başka arayanımın olmadığı aklıma geldi. Telefonumun azimli ve yorgun titremelerine bakılırsa ilk arayışı değildi bu. Kendimin bile fark edemeyeceği bir iniltiyle eğilip telefonu aldım, çağrı sonlanmadan cevap verdim."Ah Samowski, bebekler gibi uyuyorsun değil mi hala? Üç gün önce ben bıraktım o yatağa seni. Su bile içmemişsindir kesin sen. Neyse boş ver bunları, sen uyurken dünyayı değiştirdiler. Dikkatlice benim evime gel, kimselere görünme, zira sonun iyi olmaz..." Tek kelime ettirmedi, "hı hı" bile diyemedim. Ne bok dönüyor, yoksa eskiden dönene hangi bok artık donmuyor anlayamadım. Sonuçta ortada taze sıçılmış yeni bir bok vardı. Duş aldım, giyindim, bir şeyler atıştırdım, evden çıktım, Nuit'e doğru... Sokaklarda kimseler yoktu, tedirgin olmadım değil. Kenardan kenardan, hızlı adımlarla Nuit'in kapısına vardım. 5 dakika kadar zile bastım. Türlü senaryolar uydurdum Nuit kapıyı açmayınca. En sonunda o beni fark etmiş olacak ki aşağıya kadar inip kapıyı açtı bana. Dışarıya tedirgin bir bakış attı kimselerin bizi görmediğinden emin olmak için. Emin olduktan sonra içeri girdik. Yüzünde telaştan daha çok kırık bir mutluluk vardı, her zamankinden daha cazibekâr, daha garip ve daha parçalı bulutlu ama daha güzel duruyordu. Neyse kapatalım bu mevzuyu, konu bu değil. Ne olduğunu bilmediğim şu "olanlar"ı umursamıyormuşumcasına davranarak odaya geçtim ve kendimi koltuğa bıraktım. Ardımdan gelip yanıma oturdu. Kırık güneş ışıkları yüzünü yarısına vuruyordu sızdıran sigara yanıklı perdelerden, bir göz bebeği diğerinden küçük görünüyordu. Bir kedi rahatsızlığında, ağzındaki sigaranın dumanı gözüne kaçmışçasına gözkapakları açılıp kapanıyordu, muazzam göründüğünün bilincinde olmaktan mıydı bilmem bozmuyordu ânı. Neyse, demiştim konu bu değil. Konuşmaya başladı" Şehirde yaşamak yasak artık
Bir şeyleri ne kadar merak etmezseniz karşınızdaki anlatıcı bir o kadar iştahla anlatır. Çünkü amacı iyiden iyiye sizin kaşlarınızı şaşkınlıkla yukarı kaldırmanızı sağlamaktır. Heyecana kapılıp tırnaklarınızı yemenizi isterler,"Ne bilmek istiyorsan, bilmek istemeyeceksin onu" Nuit saklayamıyordu içindeki anlatıcı ruhu daha fazla durdururdum da zamanı, inanın buna değecek değerde değil hikayem. Konuşmaya başladı" Şehirde yaşamak yasak artık Sam, haha! .mına koymuşuz gezegenimizin. Sen uyurken insanlar ayaklandı buna. Ülkeler de bir konsey kurup ortak bir karar aldılar. Doğaya geri dönecekmişiz. Büyük şehirlerin önemli yerleri ve tarihi zımbırtılar hariç sanatsal nitelik taşımayan her şey yıkılacakmış, gün içinde dokunduğumuz her şey doğanın yararına olacakmış, üretimi herkes kendi yapacak. Kimsenin "bu yer bana ait" demeye hakkı olmayacakmış. Tabii ki de herkesin bir evi ve cartı curtu olacakmış, ama herkese aynısından... Herkes yeteneğinin ve istediğinin doğrultusunda çalışıp; bilim, sanat, ahlak ve dini inanç eşitliği içinde yaşayacakmış. Doymak için yaşamayacağız artık, yaşamak için doyup, düşünmek ve inanmak için yaşayacağız. Diğer taraftan azınlık bir grup isyan çıkarıp şehirlerde kaldı, konseyin kurduğu bir güvenlik ordusu bu isyancıları temizliyor şu an. Ben seni beklemek için kaldım, acilen gitmemiz lazım. Ya isyancılar ya da güvenlik tepemize binebilir". Durdum, üstünkörü kavradım olayı ve sadece " hazırlan gidelim" diyebildim.
Nuit eşyalarını toplarken yüzüne gelen güneşin sebebi perdeyi aralayıp pencereyi açtım. Garipsenebilir ir vaziyette aşağıya sarkmak isteğimden dolayı pencereden düştüm. Uyandım. Nuit aramış beni, bir çok kez, ben telefona bakamadan zil de çaldı, kapıya süzülüp açtım. Gelen Nuit'ti. " Ah Stramedsky, üç gündür uyuyorsun, uykudan öleceksin, su bile içmemişsindir kesin sen, bu yüzünün hali ne? Kabus mu gördün yoksa?" Susmuyordu, konuşmama fırsat vermiyordu. Nefes almak için durakladığı anda duyacağını düşündüğüm kadar alçak bir sesle" yok be Nuit! Ne kâbusu? Bizim kâbuslar uyanınca başlıyor." dedim. Masanın üstünde faturalar ve kira makbuzları vardı...
/samowski stramedsky
TUTSAK OYLUM kasvetli bulutlar, mayışmış kediler ve betonun çukuruna yerleşmiş durgun su birikintileri... aylardan birkaç akşamüstü bana eşlik eden sansasyon yaratmaktan uzak, antika, yorgun haberler... ve benim adımlarım, izmaritler arasında... hayattaki akışın hissedilmediği, kısa anların devinimsiz umursamazlıkları... seslenirler ırak köşelerden, duyamam. benimle yürüyor asırlık gölgeler, ranzaya kadar bırakırlar ve çekip giderler. yine durgun haberler, kızıl itfaiye, uzun hortumlar, su sesi ve yorgun yangınlar... benimle gelirler kül olana dek bütün hayaller. bitene dek hayat, benimle birlik alevler. dalgın, mahzun alevler... esinti hatırlatana dek sokakları aheste bakarlar yüzüme, çekincesiz dokurlar ilmiği boynuma. alev harlanasıya, sokak getiresiye dek yasakları... bulutlardan iner haberler, sevda, hayat, mahpus bir beden, durgun su birikintileri... hayat sürer gider.
kasvetli bulutlar, mayışmış kedilere benzer. alaca, beyaz, gri... ağaçlar vardı misal bir zamanlar... sahi, neydi rengi? geçer anlar, aylar, zamanlar. kaybolur sahneler, birer birer mavi dökük duvarlardan... betonlar metrelerce, metrekarelerce betonlar, ve değişmesi gerekmeyen dostlar, mahkûmlar... geçer anlar, başlar sayım; döner mâzide kalanlar. gömülür hayatın sahneleri duraksamış gayelere. kalkar filmin gösterimi mavi dökük duvarlardan. hayat sürer gider yahut biz öyle sanırız. durgun su birikintileri ve biz mahpus yaşarız...
/oğuzhan kayacan
ŞİİR
Ah, bir gece vakti birden koptu bu sağanak, Nefis arar kendine delice, bir sığınak. Bilmez ki bu ruhun her köşesi ıpıslak, Nefis aranır durur elinde bir ışıldak. Bilmez ki yaramaz gafil olana ne sığınak ne de ışıldak.
/Cuyan