Kaçak Draje || Draje Dergi

Page 1

draje

Aylık OnLine Dergi: Sayı 3 • Mayıs 2009

kaçak

ADAR K O MİM BEN BİLE S İ : A D FRİ İ BAZEN LUK K R UZUN MAKTA ZO LA HATIR İM... ÇEKER ÇAK A K R ADA OOD K A Z U SONSAK HOLLYW BİR Ü G Z ANC ERİNE Ö FİLMLRYO... SENA RTA O M ’İN TAMİŞİN R E Y I SAR DE, GEÇ BİR PARÇA YERİNĞUNDAN İDE... SOLU MAK: ZAH KAÇA

LE K İ L L ENE İNE G : İ Ş E ER Y SÖYL K A Yİ E M M Ç T A K EE L E D İR A MÜC E ALAN B GÖZ İŞİLİK K AN...

K

E

L A N NGİ


ulusa sesleniş ulusa sesleniş u

Draje Dergi Firarda tekrar tekrar bak... Ne kadar yol almışsın?

Fotoğraf: Alican Erkol

Yatağını, dolabını, masa üstünü düzenle, odandaki fazlalıklara bakıp iç geçir. Hayatındaki fazlalıklara bakıp iç geçir. Gelecek baharda bir bahar temizliği için söz ver kendine... Sonra sonraki bahara ertele... Seçeneklerine bak ve ruhunu karart. Sonra hava almak için dışarı çık ve havanı alıp geri dön...

A

z gittik uz gittik dere tepe düz gittik bir de dönüp baktık ki bir arpa boyu bile yol gidememişiz... Develerin tellal pirelerin berber olması kadar saçma geliyor kulağa. Buna ancak çocuklar inanır zaten. İşte bunun için çocuklar büyür, yetişkinler ise sadece yaşlanır. Okulunu bitir, bir iş bul, yuva kur, emekli ol... Pozisyonuna sıkı sıkı sarıl. Gerçekçi hedeflerin olsun. Sakın kaçma. Kaçmayı aklından bile geçirme. Gerçekliğine sıkı tutun. Ödülünü al. Cezadan kork. Az git uz git dere tepe düz git. Hedefinden sapma. Okulunu bitir. İş bul. Yuva kur. Her şey düzenli, her şey yerli yerinde olsun. Sonra dönüp arkana

Az git uz git dere tepe düz git ama hep geri dön. Gözünü arkada bırak. Her şeyi yerli yerinde bulmak için gözünü arkandan ayırma. Senaryo çok belli sanki... Ama insan hayatını renklendirmek istiyor bazen. Belki de kaçmak en iyisi... En azından teşebbüs etmek. Seçeneklerini artırmak. Büyük bir bahar temizliğine girişmek... Güne başlarken dünü tekrarlamıyor olacağını bilmek... Kaçak Draje bu hissiyatla karşınızda. Kaçış fikrinin ne denli kötü bir fikir olduğunu, büyük bir yanlış olduğunu, ayıp sayıldığını biliriz az çok. O kadar çok araçla, o kadar çok vesileyle o kadar sık dinlemişizdir ki; basbayağı kaçıyor olduğumuz durumlarda dahi kaçtığımızı reddederiz. Kaçmıyor bir şeyler yaratmaya çalışıyoruzdur


draje

ulusa sesleniş mesela. Bir şeyler deniyoruzdur. Ama kaçmak zaten bu değil midir? Verili durumdan başka bir duruma geçmek. Makas değiştirmek. Bazen bir soluklanıp geri dönmek, bazen de bir sürü şeyi baştan tasarlamak ve denemek denemek denemek...

Genel Yayın Yönetmeni Erdinç Yücel Yazı İşleri Müdürü Birkan Can Evirgen

Denemek ve bazen başarısız olmak. Ama tekrar denemekten de alıkoyamamak kendini... Yasak Drajede gözleri yorduğunu bilmek, sorunu gidermeye çalışmak ama Olağaüstü Draje’de de gözleri yormaya devam etmek gibi...

Art Direktör - Grafik Uygulama Songül Yücel Redaktör Derya Yücel Koordinasyon Sorumlusu - Menajer İlknur Seda Bendeş

Ya da denemek ve yeni sürprizlerle karşılaşmak: Kaçak Draje’ye taa İsveç’lerden bir ses gelmesi gibi... Facebook aracılığıyla Olağanüstü Draje’yi görüp aramıza katılan bir arkadaşın olması gibi... Avenue Q’nun Draje’cilere çektiği zihinsel ziyafet gibi... Pınar Karaaslan, Serli Gazer, Cem Vurnal, Derya Yücel, Yelda Gürkan ve Müge Severcan’a çok özel teşekkürlerimizle... Ve elbette adını tek tek anamadığım tüm Kaçak Draje’lerimize... Kaçak Draje’yi sunarken insanın aklından çıkmayan ilk görüntü ahşaptan yangın merdiveni oluyor nedense... Olsun... Kazma kürek varken merdivenleri kim kullanır ki zaten... Bahar geldi. Şimdi kaçış zamanı. Deli Draje’de görüşmek üzere... Erdinç Yücel - Genel Yayın Yönetmeni

İnternet Uygulama Onur Şevket Bendeş

Editörler İlknur Seda Bendeş, B. Can Evirgen, Erdinç Yücel, Songül Yücel

Yaratıcı Drajeler Ahmet Oğuz Bendeş, Alican Erkol, Alp Serdar Aktürk, Alper Günay, Cem Vurnal, Ceren Gül Çıtak, Çılga Doğukanlı, Deniz Yurtyapan, Ece Dericioğlu, Ecenaz İlkin, Engin Arınan, Esra Erdem, Hande Polat, Hayalcan İncesağır, Hayriye Gülle, Korcan Atalay, Mark Town, Meyla Yılmaz, Murat Anar, Pınar Karaaslan, Serli Gazer, Utku Atalay

info@drajedergi.com

Gelecek ay konsept konumuz: “DELİ” Herhangi bir yazı, illüstrasyon paylaşımı ve diğer katkılar için bizimle info@drajedergi.com adresinden iletişime geçebilirsiniz.


İllüstrasyon: Hayalcan İncesağır

6-7 8-9 10-13 14-15 16-17 18-19 20-21 22-23 24-25 26-27 28-29 30 32-33 34-37 38-39 40-41 42-43 44-45 46-47 48-49 50-51 52-55 56-57 58-59 60-61 62-63 64-65

DEFORME Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon: İçimizdeki kaçaklar! SÖYLEŞİ Genellikle kaçmak yerine mücadele etmeyi Masallardan öte ders çıkarabilecek bir yaşam tarzı: MİNİK DRAJE Okuldan Kaçan Kızlar: ASDFLKŞLŞFGİKİDOFPİK: PRATİK OYUN TARİFLERİ Elalemden yiyecek almam Sonsuza kadar kaçak ancak Hollywood filmlerine özg FOTOĞRAF “KAÇAK”: Misyon - ütü ve Türkçemdeki eşanlamlılar: SICAK GÜNDEM “İndiana” Jones Kaçtı. Dünya Gerild FOTOĞRAF “ZIBAM”: Timsah böceği: MEKAN 1925 Yılının İstanbul’lu bir hanımefendisi Za Ters dönüşüm: Bir sineğin maceraları: ŞİİR Kaçak Şiir: Kar...: HER KAFADAN BİR SES Okul kaçakları: Kaçmak zordur: Akıl kaçıntısı: MODA Kaçak kaçık tarz: Doğala özgü ümit ışığı: ŞİİR Kaç-ak: İyi geceler: Bu sabah ilk defa...: SIKICI ŞEYLER “Lise Meitner” (1878-1968):


: göze alan bir kişilik:

ma oyunu: gü bir senaryo:

di:

ahide Hanım...:

Birkan Can Evirgen Serli Gazer Engin Alkan Cem Vural Ceren Gül Çıtak Mark Town Erdinç Yücel Havanik Alican Erkol Pınar Karaaslan Hayriye Gülle Utku Atalay Ece Dericioğlu İlknur Seda Bendeş-Ece Dericioğlu Alper Günay İlknur Seda Bendeş Ece Naz İlkin Murat Anar Hayalcan İncesağır Deniz Yurtyapan Çılga Doğukanlı Meyla Yılmaz Engin Arıkan Korcan Atalay Esra Erdem Hande Polat İlknur Seda Bendeş


6

deforme deforme deforme d

A D h 端


Magdalena Carmen

a d i Fr

Kahlo Calderon

Ben Yahudiyim ama aynı zamanda da Kızılderili. İsmim o kadar uzun ki, bazen ben bile hatırlamakta zorluk çekerim. Dünyaya geldikten üç yıl sonra doğmuş olmam benim seçimimdi. Ama çocuk felci hastalığının bana etkileri benim isteğim dışında gerçekleşti. On dokuz yaşımdayken bir otobüse bindim, o trenle çarpışmasını istemezdim. Sonra bir gün sağ bacağım benden gitti. Ne diyeceğimi bilmiyorum, parçalanmak bu olsa gerek. Bence bu yazıyı okumayı burada bırak çünkü seni eğlendirmeyecek.

Sana evlendim ve mutlu oldum demek isterdim ama olmadı. Kocamı aldattığım kişi bile başarısız bir devrimin liderlerindendir. Birçok bebeğimi hastalıklı vücuduma kurban verdim. Elime tek kalan şey resimlerimdir. Hayatım boyunca yattığım yerden yaptığım, acı çeken bedenimi üstüne döktüğüm resimlerim. Biliyorum hiç hoşuna gitmedim, sıkıcı ve kasvetliyim. Sakat ve şanssızım. Ama eğer dinleseydin sana söyleyeceğim tek şey şu olurdu; kaçmak isterdim, o gün okuldan veya tamamen hayattan. Kimsenin tercih Yazı: Birkan Can Evirgen etmeyeceği o şey olmak isterdim, hiç olmamış gibi, E-mail: birkance@gmail.com boğazına düğümlenen o ukte gibi, bir kaçak. İllüstrasyon: Birkan Can Evirgen

Ay içinde Can, İlknur, Erdinç ve Osman, Beyoğlu’nun ücra köşelerinde dolaşarak her yana Draje’nin afişlerini gizli gizli asarak kaçmışlardır. Toplamda üç erkek ve bir kız olmak kaydıyla, her afiş bir kız artı oğlanlardan biri olarak asılmıştır. Buradan çıkarılacak bir sonuç varsa, o da üç oğlanın bir kız etmediğidir. Dolayısıyla, bu maddenin kim tarafından yazıldığı da aşikârdır.

7

deforme deforme deforme de


8

Yazı: Serli Gazer- E-mail: serligazer@gmail.com İllüstrasyon: B. Can Evirgen • Serli, Songül’ün küçük civcividir. • Kendisi derginin bu ayki en hızlı yazarıdır. Buna, gelecek projelerimizde olan özgeçmiş ve fotoğraflar da dâhildir. • Serli’nin doğum günü olan 20 Nisan’da, Marie Curie ve Pierre Curie, Paris’teki laboratuarlarında radyoaktif radyum klorürü rafine etmeyi başardılar.


9

İÇİMİZDEKİ

KAÇAKLAR!

K

açak… Gaz kaçağı, uyuşturucu kaçağı, Kaçak Gelin (Julia Roberts), çorap “kaçağı”… Bunlar bildiklerimiz. Bir de insanın içindeki kaçaklar var. Merak ediyorum da, içimizde kötülük, iyilik, saflık, bencillik de bir kaçak mı? Ruhumuzdan sızan bir kaçak…

biliyorum, içinde sevgi kaçağı olan bir insan mutludur, huzurludur. Kendisiyle işi bitmiştir ki, başkasını da mutlu etmeye çalışır. Evet, biraz ütopya oldu farkındayım. Ama kendi ütopyamda yaşamazsam ben de aklımı kaçıracağım.

Bir de hiç kaçağı olmayanlar var. Ya da şöyle söyleyeyim; bazılarının tek kaçağı hiçKiminin kaçağı o kadar güçlü ki; kaçtı mı, bir kaçağının olmaması. Bu durumu Deniz tutana aşk olsun. Bazılarından başarı fışkı- Kutlukan’ın defalarca okuduğum, okumarır. Alın size kaçak. Başarı kaçağı… Bazıla- ya doyamadığım bir yazısıyla özetleyebilirının içinde alışveriş kaçağı, kitap kaçağı, rim… “Hiçbir konuda hiçbir şey düşünmüyor yalan kaçağı, yaratıcılık kaçağı… Kaçak olamaz mıyız? Hiçbir konuda hiçbir fikrimiz ta kaçak! yoksa ve hayatta hiçbir amacımız yoksa ve hiçbir zaman hiçbir şeye inanmak ihtiyacı Bazen o kadar sinirleniyorum ki, bazı kahissetmemişsek bu utanılacak bir şey midir? çakları durdurmak, kontrol etmek istiyorum. Bu gezegende herkes her zaman bir işe Çünkü birçok kişi, bu insanların sinir bozucu yaramak zorunda mıdır? Kozmik görevimiz kaçaklarını çok iyi görürken, kişinin kendisi tembel olmak ve işe yaramamak olamaz maalesef at gözlüğünden hallice. Mesela mı? Bütün insanlık boşu boşuna kendini bir genç bir kızın kafasını koparan manyak heri- şey sanıyor olamaz mı? Geleceğimizle ilgili fin içindeki insansızlık kaçağını, küçük bir kıza yegane planımız, dolaptaki sarellenin dibini tecavüz eden ve kendini aklamaya çalışan kaşıklamak ve uyumak olamaz mı? Mutlayaşlı adamın içindeki sapıklık kaçağını, kaka bir fikrimiz mi olması gerekiyor? Hep bir famıza basarak tepemize çıkan bir adama şeylerle ilgilenmemiz mi gerekiyor? İnsanın oy verenlerin zihniyetsizlik kaçağını, adaletin düşünme yeteneği olması o kadar önemli içindeki adaletsizlik kaçağını mümkünse bir bir şey mi? İnsan olmak o kadar önemli bir tıpa yardımıyla tıkamak istiyorum. şey mi? Filler de güzel değil mi? Biz burBöylece kendi kaçakları bize numuzla kafamızı yıkayabiliyor muyuz? de zarar vermemiş olacak. Tüm bu aklı kaçıklardan kurtulmak Bu da kaçaksızlığa bir örnek… Bilistiyorum. Onlarla aynı havayı miyorum, belki otokontrolle, belki solumak değil. Zararlı kaçakları üçüncü bir gözle içimizdeki bu olan insanların içine biraz sevgi zararlı kaçakları kontrol edebienjekte edebilsek, kaçaklarını liriz. Peki sizin içinizdeki kaçak değiştirebilirdik belki. Çünkü ne? Hiç düşündünüz mü?


10

GENELLİKLE KA

MÜCADELE ETM BİR KİŞİLİK EN

Söyleşi: İlknur Seda Bendeş - E Ece Dericioğlu - E-mai

Draje: Bu ay Draje, “kaçak” konsepti üzerinde çalışıyor. Engin Alkan bir şeyden kaçtı mı şimdiye kadar? (Köpekten, aslandan, hırsızdan,evden, deliden vs?) Engin Alkan: Genellikle kaçmak yerine mücadele etmeyi göze alan bir kişiliğim var, hayatla restleşme ve şişenin dibini görme arzusu çoğunlukla da başımı derde sokar. Yine de sevmek, sorumluluk almak taahhüt etmek gibi duygusal meselelerde içgüdüsel olarak “kaçak” durumuna düştüğüm olmuştur. Somut olarak kaçma duygusunu 80 darbesi sırasında yaşadım. Darbenin 8. ayında 14 yaşındaydım, benden 1 yaş büyük rahmetli ağabeyim ve bir gurup arkadaşı bir sabah okulda askerler tarafından gözaltına alındı. O zaman yasaklı kabul edilen bir yığın kitabın evimizin aranma ihtimaline karşılık o birkaç saat içinde ortadan kaldırılması gerekiyordu. Yakmak çok vakit alacak, çok da dikkat çekecekti. Küçük paketler haline getirdiğim kitaplardan her seferinde tek bir paketi Samatya’nın muhtelif arsalarına atmak suretiyle kurtuldum. Ara sokaklarda, sotelerde polislerle kedi-fare oyunu oynamıştım, bir suçlu gibi, bir kaçak gibi, hiç bitmeyecek gibi gelen yakan bir korkuyla... Draje: Avenue Q’da, Nicky’nin ev arkadaşı Rod, duygularından kaçıyordu. Hayatı tozpembe gören Nicky de, evden kovulduk-

tan sonra hay gözüne girme miştir. Sizin ca Severcan’ın c şını ve gizleniş Engin Alkan: sine analizlerl bette geniş b Konforu söz k ve oportünist ve iyi niyetli b olabiliyor baz Oyunda Nick cesurca dekl yüzleşmesini t cı davranıyor nıştığı bir eşci geçen korkun geçebiliyor. Y bullenme” ar çok az bir yüz da özünde ç ği; Hani derle Nicky’ nin du

Draje: 7 Num derece güze şimdiki diziler yansıtıyor mu Engin Alkan: için basılır, kita yapılır ve elbe 7 Numara, fa ran unsurların bina edilmişti tim düzeyleri,


MEYİ GÖZE ALAN NGİN ALKAN...

11

AÇMAK YERİNE

E-mail: ilknurseda@yahoo.com il: ece-yc@hotmail.com

yatın zorluklarını fark etmiş ve Rod’un ek için ona iyilik yapmayı amaç edinanlandırdığınız Nicky karakteri, Volkan canlandırdığı Rod’un hayattan kaçışini nasıl yorumluyor? Nicky olayları ve durumları derinlemele değerlendirebilecek biri değil ve elbir empati yeteneğinden söz edilemez. konusu olduğunda son derece çıkarcı t davranabiliyor. Yine de çok sempatik biri. (Ah, bu iyi niyet! Ne kadar delirtici zen.) ky Rod’tan cinsel farklılığını çevresine lare etmesini, kendisiyle ve toplumla talep ediyor, hatta bu konuda çok ısrarr. Ne var ki, aynı zamanda metroda tainselin kendisiyle ilgilenmesini “başından nç bir olay” addedip, durumla dalga Yani kendisi söz konusu olduğunda “karenasında Rod’tan beklediği cesaretin zdesini bile göstermekten hayli uzak. Bu çok yaygın bir toplumsal ikiyüzlülük örneer ya “bekâra boşanmak kolay” diye, urumu biraz öyle.

mara gibi, Türkiye’nin sosyal yapısını son el işleyen bir dizide rol aldınız. Size göre ve yeni oyuncular, gerçek bir Türkiye’yi u, yansıtması gerekir mi? Gerekmez olur mu? Gazeteler bunun taplar bunun için var, sanat bunun için ette televizyonların da işi budur. arklı uçların, bir araya gelemez gibi dun bir arada yaşama deneyimleri üzerine i. Dizinin gülmecesi sınıfsal farklılıklar, eği, cinsel kimlik rolleri, içerdeki ve dışardaki

olma durumları ve toplumsal önyargılar üzerine gelişiyor ancak son tahlilde farklı olanı kabullenip hayatın zorlukları karşısında omuz omuza mücadele etme fikrini yüceltiyordu. Dizinin referans kabul ettiği bu çok parçalı yapı bire bir toplumumuzun karakteridir, bu toprakların binlerce yıllık geçmişinin hikâyesidir. Aynı zamanda sanayileşmenin, büyük kentlere asimile olmanın, batılılaşma yolculuğunun bir türlü billurlaşmayan hikâyesidir de. Bu saydığım izleklerde sorumluluk alan, nitelikli işler mutlaka ki yapılıyor, ne var ki büyük çoğunlukla marjinal kalıyorlar. 7 Numara’nın farkı aynı zamanda ilk on içinde 4 büyük ulusal kanalla yarışabilmesiydi, çoğunlukla da başarılı oldu. Ne var ki kanalların yöneticileri bu başarıdan doğru sonuçlar analiz edemediler, görmezden geldiler. Yüksek reytingi nitelikli olmanın karşıtı gibi algılayıp -dahası algılatıp- aynı değirmene su taşımaya devam ediyorlar. Açıkçası, söylenmeden, öfkelenmeden televizyon izlemekte çok zorlanıyorum.


12 söyleşi söyleşi söyleşi söyle Somut olarak kaçma duygusunu 80 darbesi sırasında yaşadım. Darbenin 8. ayında 14 yaşındaydım, benden 1 yaş büyük rahmetli ağabeyim ve bir gurup arkadaşı bir sabah okulda askerler tarafından gözaltına alındı. O zaman yasaklı kabul edilen bir yığın kitabın evimizin aranma ihtimaline karşılık o birkaç saat içinde ortadan kaldırılması gerekiyordu. Yakmak çok vakit alacak, çok da dikkat çekecekti. Küçük paketler haline getirdiğim kitaplardan her seferinde tek bir paketi Samatya’ nın muhtelif arsalarına atmak suretiyle kurtuldum. Draje: Kaçan, mutlu bir sinema-tiyatro karakteri tanıyor musunuz? Evetise kimdir, hayır ise neden? Engin Alkan: Hiç düşünmeden diyebilirim ki, böyle bir mutlu karakter yoktur. Erkek egemen düşünce sisteminde kaçmak iktidarsızlığa delalet eder. Erkekliğin karşıtıdır. Dolayısıyla kaçan kişiyi ya güçsüz ya da korkak algılama eğilimindeyizdir. Hatta orduda ve savaşta kaçan kişiyi kurşuna dizeriz. Kaçma eylemi onur, gurur, ün gibi yüksek değerlerle de ilişkilenmiştir. Kaçan kişi toplum dışıdır, hatta soyu sopu bıraktığı utancın mirasçısıdır. Kaçan kişi avdır, avlayan değil. Buradan bakarak, kaçmayı zayıflık ve onursuzluk olarak niteleyen ata-

erkil yapılarla mutluluğun arketiplerinin bir arada duramayacağını söyleyebilirim. Edebiyatta ya da dramada kaçma eylemini gerçekleştiren karakterler özdeşleşeceğimiz olumlu kahramanlar olabilirler ne var ki, illaki bir bu eylemin gerilimi içinde çizilmiş olmaları esastır. Sanırım hamasetten uzak toplumlar kurduğumuzda soru da kendiliğinden düşecektir. Draje: Kaçmak bana göre .....................! Boşluk için ne söyleyebilirsiniz?

YAŞAMI DEVAMLI KILAN BİR REFLEKSTİR. Draje: İzlediğimizde Avenue Q bize okul sonrası yaşam hakkında birçok şey anlattı, peki size bir iş dışında ne ifade ediyor? Engin Alkan: Avenue Q yazarlarının kurmak istedikleri dünyaya ve insan olma kavramı üzerinden oluşturdukları tariflerin önemli bir bölümüne katılıyorum. Sahnede, “Azınlık” olan canavarlarla, “tutunamayan” insanların ancak bir diğerine elini uzatarak topyekün kaybetmekten kurtulabilecekleri bir dünyayı ilham ediyoruz ve insanlara bu düşü iletebildiğim için kendimi iyi hissediyorum. Draje: Başarılı ve canayakın bir ikon kişi olarak hadi bu yazıyı okuyan gençlere bir nasihat edin. Engin Alkan: Nasihatim: Nasihat yanıltır; nokta. Tehlikelidir. Deneyim oluştuğu durum ve koşullardan bağımsız düşünüldüğünde, yanlış tarifler oluşturabilir. Ve genellikle duymaya alıştığımız cümlelerin geldiği adresi tam olarak bilmeyiz, dünyayı anlaşılır kılma çabasının alışkanlığıyla bir diğerine tekrar ederiz. Nietzsche şöyle diyor, “Her alışkanlık elimizi daha becerikli, aklımızı ise daha beceriksiz hale sokar.“ Teşekkürler.


2004 Tony Ödülleri’nde “En İyi Müzikal”, “En İyi Müzik” ve “En İyi Metin” ödüllerini kazanan Avenue Q Müzikali Türkiye’de ilk kez ve Türkçe olarak sahnelenmeye başlıyor. Başrollerini Emre Altuğ, Demet Tuncer, Volkan Severcan, Engin Alkan, Melis Sökmen, Cenk Sökmen, Ayumi Takano, Melda Gür ve Boğaçhan Sözmen’in paylaştığı müzikal, 26 Mart’ta seyirci karşısına çıktı. 2003’te Broadway’de sahnelenmeye başlanan, 2005 yılından bu yana başta Londra olmak üzere dünyanın önemli metropollerinde seyirciyle buluşan, halen NewYork - Broadway ve Londra - West End’de kapalı gişe oynamaya devam eden Avenue Q Müzikali, İstanbul’da seyircisiyle buluşuyor. Robert Lopez ve Jeff Marx’ın yazdığı, Volkan Severcan yönettiği, Bora Severcan Türkçe’ye uyarladığı müzikal, Murat Kodallı direktörlüğündeki canlı orkestra eşliğinde sergilenecek. İlk gösterimi 26 Mart Perşembe günü gerçekleşecek Avenue Q’nun biletleri Bostancı Gösteri Merkezi ve Biletix’ten temin edilebilir. Avenue Q Hakkında: Avenue Q tıpkı hayatımız gibi, sadece daha komik… Avenue Q, gerçek hayat hakkında. İş bulmak,

13

şi söyleşi söyleşi söyleşi söy

işten atılmak, ırkçılığı öğrenmek, ev bulmak, evden atılmak, farklı olmak, âşık olmak, edepsizlik, sorumluluktan kaçmak, akşamdan kalma olmak, internet pornosu, “dünyayı keşfetmek”, “anı yaşamak” ve “hayattaki amacını bulmakla” alâkalı. Avenue Q, çok iyi eğitim almış fakat hayatın zorluklarına alışamayan ya da onlarla yeni karşılaşan bir grup şehirlinin yaşam mücadelesini mizahi bir dille anlatan bir müzikal. 01 mayıs 2009 saat 21.00 bostancı gösteri merkezi www.avenueqistanbul.com Halkla İlişkiler: Yelda Gürkan Tel: 0 533 576 41 00 yelda@severcan.com


14

MASALDAN ÖTE DERS ÇIKARABİLECEK

BİR YAŞAM TARZI...

Yazı: Cem Vurnal Email: cemvurnall@hotmail.com İllüstrasyon: B. Can Evirgen

Y

üzleşmeye korktuğumuz arkasına saklandığımız gerçekler, birer birer önümüze duvar gibi çıkıyor. Korkularımızdan kaçtıkça cesaretimizi farkında olmadan kaybediyoruz. Kaybedilenin telafisi olmayan yaşamımızda elimizde olanın koca bir hiç olduğunun farkında bile değiliz. Hiçlerle başladığımız her yeni bir günde Can Yücel’in de dediği gibi kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de, labirentlerimiz içinde kaybolduğumuzun farkında

olsaydık eğer. Kabullenişin verdiği acıyı sahiplenmek yerine yenilerini eklemek için çabalıyoruz. Dev aynasına baktıkça küçülen kimliklerimizi mucizevi bu doğada var oluşumuzu sorgulamamıza neden oluyor. İnsanı insan yapan değerlerimizi anlamak bu kadar zor olmalı mıydı? Sana anlatmamıştım karasineğin hayatını. Masaldan öte ders çıkarılabilecek bir yaşam tarzı olabilir ya da tamamen bir uydurma. Karasinek yeryüzündeki en umursamaz ve bir o kadar da dikkatli hayvandır. Sen onu vurmak isteyip arkadan gelsen bile son ana kadar bekler


ve kaçar. Çünkü arkada da olmak üzere beş gözü vardır. Onların varlığı bizi ifade eder. Fazla gözükseler de hep yalnızdırlar bizim kabullenemediğimizin aksine. Benim gözümde onu değerli yapan inanılmaz mücadelesidir ve vazgeçmek bilmeyen kutsal bir ruhu olmasıdır. Çocukken bile benim için değişilmez bir canlıydı. Hep ona özenmişimdir. Herkes aslan gibi güçlü ol dese de sinek gibi cesaretli olmak isterdim hayallerimde... Mücadelesinden ödün vermeyen ve kazanamayacağını bilse bile sonuna kadar savaşan bir canlıdır. Cama yapışıp dışarısına çıkmak ve ona göre sonsuzlukta kaybolmak ister. Sen ondan kurtulmak için yandaki camı açsan bile o yapıştığı camdan çıkmak ister. Aptal diyebilirsin umarsızca ama onun gördüğü yaşam onun baktığı penceredir. Senin baktığın, onun için korkutucudur asla vazgeçmez çırpınır durur, yere düşer kalkar tekrar o camı o küçücük yüreğiyle parçalamak ister. Çok merak ederim onun benden farklı nasıl bir hayat gördüğünü. Kaç kere sordum ama söylemezdi çünkü inatçılığını yalnızlığıyla birleştirmişti. Her ona yalvardığımda benim görmediğim ne görüyorsun, uğruna çırpındığın yaşamı bana anlat yardım edebilirim dediğimde bana saldırırdı sen kimsin diye. Hiç korkmadan üstüme üstüme gelerek korkmadığını hissettirirdi bana. Her seferinde uzaklaştırsam da inadına bir dahakine daha bir hırsla. Kanatlarını çırpışındaki azim gözlerindeki yeşil rengi daha da netleştiriyordu. Vazgeçiş onun için ölümdü, benim tek korkum onun

15

K

cesaret kaynağıydı. O da bunu biliyordu ama bana kanıtlamak için ölüm denen basit bir olguyu kabullenmişti. Her bahsettiğimde vızıldayarak cevap verirdi geçiştirmek için.

Hayata tüm kalbimle bağlanmamı, kendim hariç yenilgiyi kabullenmemi öğretmişti bana. Başarmak istiyorsan başar derdi bana. Başarısızlığı hissettiğin anda da gözlerini kapa ve hiç açma, yenilgiyi görmemek yenilgiyi kabullenmemek için derdi. Kaybediş ders çıkarmak değil sonraki başarısızlıklar için sadece bahane olabilirdi onun için. Her seferinde benle dalga geçerdi benden binlerce kat güçlüsün ama bir o kadar da korkaksın derdi kaçak yaşadığım için. Her seferinde bana güçlü olduğunu kanıtlardı sonsuz cesaretiyle. Sadece açık camdan çıkmayı onun sahip olmadığı bir şeyi hatırlattığım zaman kabullenirdi. Bekle geleceğim derdi hep ve o cam sonuna kadar açık kalırdı. Çünkü onun kaybedecek bir hayatı ve o hayatın içinde o hayata onu bağlayan bir sevdiği yoktu benim gibi. İkimiz de birer savaşçıydık. O inançları ve hayalleri uğruna savaşırdı, bense sevdiğim uğruna savaşırdım sadece. Onun sevgisi için kafa tutardım hayatın acımasızlığına. Karasinek kaybettiğinde gözyaşını sadece cansız bedeninden gelen sıcak kan dökerdi. Ama benim içim öyle değildi. Her damlası için canımı verebileceğim bir kalpti. O kalbi de sana teslim etmiştim; çünkü benden daha çok senin ufak ama sevgi dolu parmakların sahip çıkabilirdi ya da o parmaklar arasında yok edilebilirdi..

• Draje’nin yasak sayısında Fulden’e cevap olarak (Bkz: Sayı 1 / Her kafadan bir ses) Cem şunları söyler: “Yasakları” umursamadan delmek daha zevkli di mi? • Cem için en büyük kaçak kendimiz. Herkes, bir şeylerden kaçtığını sanıp da, kendi yersiz cesaretinin küçümseyiciliği altında kayboluyor. • Cem yazısını, boğaz köprüsünün renk cümbüşünü izleyerek yazmıştır.


16

minik draje minik draje minik

Ceren Kaçak Draje için yazdığı anısını erkenden bitirmiş olsa da; hikayeyi iki kez resmetmek zorunda kalmıştır. İlkinde ablaların pek abla gibi olmadığını, küçük olduklarını söyleyen minik drajemiz ikinci çiziminde bu sorunu halletmiş görünmektedir. Zaten yoğun geçen okul hayatı, bu ay 23 Nisan hazırlıkları nedeniyle daha bir yoğunluk


OKULDAN

KAÇAN

KIZLAR

Merhaba, benim adım Ceren, size bir anımı anlatacağım. Ben birinci sınıftaydım. Öğle yemeği vakti gelmişti. Ben ve arkadaşlarım merdivenlerden iniyorduk ki camın orda bir kalabalığın biriktiğini gördük. Camdan biz de baktık. Bir de ne görelim? Dört tane abla kravatlarını ip gibi kullanıp okuldan kaçmaya çalışıyor. Neyse ki güvenlik de oradaydı. Ablalara bir şeyler söylüyordu. Az sonra ablalar kaçmaya başladılar. Biz de onların peşinden koştuk. Ablalar okuldan kaçmayı başardılar. Arkadaşım Aleyna onların, “Kaçalım kaçalım.” Dediğini duymuş. Bana göre onların planı güvenliği oyalayıp kaçmaktı. Ceren Gül Çıtak 2. Sınıf/İstanbul

kazanmış olan Ceren, kitap okumaya da bayılmaktadır. Okuma yazmayı öğrenmeden önce ise; kendisine okunan çocuk kitaplarını ezberleyip yeniden yorumlamaya bayılan yazarımız, yakaladığı her büyüğüne dikte ettirdiği pek çok özgün eserin de sahibidir...

17

k draje minik draje minik dra


18

ASDFLKŞLŞF GİKİDOFPİK

Yazı: Mark Town Email: smanola@ hotmail.com - İllüstrasyon: B. Can Evirgen • Can, Mark’ın bu yazı için istediği görseli kullanmayı unutmuş ve bu yüzden Mark’ın Facebook profilinden aldığı bir fotoğrafının üzerinde oynamıştır. • Bu madde girildiği anda, Mark doğalı tam olarak 647.572.152 saniye geçmiştir. • Mark doğduğunda, Türkiye’de montajı yapılan ilk savaş uçağı F-16 Savaşan Şahin resmi törenle uçuruldu.


19

S

okakta yürürken, işe/okula giderken, arkadaşlarla dışarı çıkarken hatta televizyon izlerken bile yapmaktan kaçtığımız bir sürü şey var değil mi hayatta? Yok diyen var mı? Var. Var diyen kaç kişi aslında yok? Var diyenlerden oluşan bir ırkın analizini yapmak istiyorum ana konumuza geçmeden önce (bkz. soru işaretine kadar olan ilk satır). Bu soruya “var” çeken bir sürü insan var. Tabi her insan bir olmadığı için bu insanların arasında, toplumda prestij sahibi olanı da olamayanı da, hor görüleni de görülmeyeni de, korkulanı da korkutulanı da mevcut. Ben bunların içerisinde her zaman çok iyi anlatıp da anlamayı bir türlü beceremediğim “ben her şeyin en yüzeyseline ilgi duyarım, geri kalanı umurumda değildir abi, nasıl olsa malumattır en kralı”, kısaca B .H.Ş.E.Y.İ.D.G.K.U.D.A.N.O.M.E.K olarak anılan ırka değinmek istiyorum. Ya da çok didaktik bir başlangıç olacak gibi geldi şimdi, iyisi mi derginin ikinci sayısından itibaren böyle bir maceraya girmeyeyim... İşte bahsettiğim kaçışlardan birini, şu yazdığımdan bir cümle önce gördünüz. Herhangi yere adapte olmanın, bu yerle hiç alakası olmayan başka bir norma göre düzenlenmiş kuralları var.

ne de onların karşısında kalan “kendiniz olun”cu öfkeli akımı desteklemiyorum. Yılbaşı gecesini hiç alakası olmayan Noel süslerine bulayıp küçük küçük cinlerin marşları altında geçirmenin kime zararı olmuş? İlla bize ait bir şey olması gerektiğine inanmıyorum eğlence amaçlı bir aktivitenin, hayatlarımıza girmesi için. Milliyetçiliğin yanlış algılanması durumunda nelerden kaçacağını unutup, rüzgâr kovalayan bir halkın koşarken bakmadığı yer elbette ki bastığı zemin oluyor. Zamanımızı 7/24 medya bağımlısı olmak, televizyonu dini bir kitap gibi algılamak ve yakın tarihe olan ilgimizi (kim-kiminlenerede-ne yapıyor-kim gördü-ne dedi) artırmak gibi bağımlılıkların işgaline savaş alanı olarak sunuyoruz. Tam bunun zıttı olan akım da, manipüle edildiğimiz gerçeğine ah-vah çekerek geçiriyor ömrünü, sonunda yatağında yapmadığı şeylerden pişmanlık duyarak canını geri veriyor, nereden aldıysa artık. Hepsini yapacak kadar zamanımız varken neyin savaşını veriyoruz?

Dünya çok büyük, fırsatlar çok fazla, insanların çeşitliliği hayretler uyandıracak şekilde... Herkes sorun yaratmak yerine aklını keşfe açarsa şu anda (ya da tarihte) zekâlarına hayran olduğumuz kişiler, bir süre sonra bize çok daha yakın siluetler gibi gelir. Biz, gülmek, ağlamak, öfkelenmek, cinselliği yaşamak, kısacası mutlu olmak Yukarıdaki satırlardan sonra bu normları yerine sürekli bir uçtan kaçmaya devam alıp yerden yere vuracağımı, “kendiniz edersek en sonunda elbet aşağı düşeriz; olun, sizi değiştirmeye çalışıyorlar” çünkü dünya yuvarlak da olsa bastığımız naraları altında dörtnala koşacağımı yer elbet son bulur. Düşünmek ve problem düşünebilirsiniz, çoğu yazı planına göre de çözmenin çözümünü acı çekmeye gayet normal olur. Lakin ne insanın hayatını dayandırırsak elde ettiğimiz tahriş olmuş manipüle eden medya vb. unsurları, duygu depolarından başka bir şey olmaz.


20 pratik oyun tarifleri pratik oy

Elalemden yiyecek almama oyunu Yazı: Erdinç Yücel E-mail: yucelerdinc@gmail.com İllüstrasyon: Birkan Can Evirgen

Çalışan anne ba dıkları büyükle uyarmaları oyu turur. Annenin ç laması ile oyun önündeki ekmek kuyruğuna çocuktan hemen sonra kuyru la ilgilenir, saçını okşayıp adın ya yüz vermemelidir. Bunda, izliiyor olmasının etkisi olabilir d da konulmuş herhangi bir kur cebinden küçük boy bir tade bu , yerinde bir hamle sa sulansa da tadelleyi ka sında kenetleyerek yer başını utangaçça sağa Oyun, bir süre daha d bir inatla sürdürülür. Kuyrukta adamın ısrarı korkutucu ve b dır. Ayrıca çocuk, kulağının iç çikolataya, hadi durma” diy etmelidir. Sıra çocuğa geldiğinde ekm hamle yapmazsa adamdan tır. Çocuk önce yabancıya, sırasıyla pencereden b su birikintisine ağır çe delleye uzanır. Adam, kazandığını çocuğun saçını okşarke olduğu tadelleyi yerdeki su başlar. Oyunun mağlubu du menlik dışı bir küfür savurmay kapağı eve atana kadar, ar mayı sürdürmelidir.

• Bu sayımızdaki oyunumuz esasen iki bölümden oluşmaktadır. Oyunun ilk bölümünü oluşturan çocuğun zorla fırına gönderilmesi oyunu ilerleyen sayılarımızda anlatılacaktır.


abanın; çocuklarını, tanımaerle içli dışlı olmamaları için unun ön hazırlık sürecini oluşçocuğu ekmek almaya yolbaşlamış olur. Çocuk, fırının girer. Oyundaki yabancı ise uğa girmelidir. Adam çocuknı sorar. Çocuk ise yabancıannesinin camdan kendisini de olmayabilir de... Bu konural bulunmamaktadır. Adam elle çıkarıp çocuğa uzatırsa; ayılabilir. Ancak çocuk ağzı abul etmemeli; ellerini arkardeki su birikintisine çevirdiği a sola sallamalıdır. denge durumunda, karşılıklı aki sıra çocuğa geldiğinde, bunaltıcı bir hal almış olmalıçinde söylenip duran; “yumul yen şeytanla da mücadele

meğini alır fakat uygun bir kurtulamayacağı da açıksonra tadelleye ve sonra bakan annesine ve yerdeki ekimde bakar. Yavaşça ta-

düşündüğü zaferin neşesiyle en; çocuk, yabancının açmış birikintisine fırlatıp kaçmaya urumundaki yabancı centilyı ihmal etmemeli, çocuk ise rkasına bile bakmadan koş-

No:3

Gerekli Malzemeler:

21

yun tarifleri pratik oyun tarifl

0 Bir adet çocuk (Erkek ve 5- 6 yaşlarında olması tencih ediir) 0 Bir çift anne ve baba 0 Bir adet yabancı 0 Bir adet fırın (Evin karşısında olmalıdır) 0 Bir adet Tadelle çikolata (Tercihan küçük boy) 0 Bir adet su birikintisi (Fırının hemen önünde olmalıdır) 0 Bir adet ekmek kuyruğu

• Bir gece İlknur rüyasında yabancı bir palyaço görür. Palyaço İlknur’a çiçek verirken, bir anda patlar. Korkan küçük İlknur’un sesine annesi yetişir.


22 İşin ilginci kaçakların adı, mesleği, milleti değişmesine rağmen kaçmak ve kaçak olmayı istemek hiçbir zaman değişmeyen bir duygu. Zaman zaman hepimiz kaçmak isteriz, çoğu kez de neden kaçmakta olduğumuzu bilmeden…

SONSUZA KADAR KAÇAK ANCAK HOLLYWOOD FİLMLERİNE ÖZGÜ BİR SENARYO Yazı: Havanik Email: havanik@hotmail.com

T

ersten okunduğunda da anlamı değişmeyen kelimelerden biri olan kaçak, hem cazip, hem de çok tercih edilmeyen bir olaydır. Kaç, kaç nereye kadar? Ya da o kadar kaçmaya kimin gücü yeter, ilk başta son derece zevkli gibi gözükse de zaman içinde neden kaçtığını unutup tekrar kaçman gerekebilir. Sorsanız herkes denemek ister, ama kaçaklık teklif etseniz kimse yanaşmaz. Ben de dâhil!

Kaçak konusu Hollywood için gü nedense bütün kaçak filmleri mu lanır. Başkarakter ölürse de film O

Her dönem büyük ilgi gören kaça özgüdür sadece. Kaçak denince le gelir. Tarih boyunca o kadar ka Şu sıralar en favori kaçağımız ise,

Her zamanki gibi, yazı planı oluşturuldu. Kaçak kelimesinden ne anladığım ve nasıl yorumlayabileceğim düşünüldü. www.imdb.com ‘a bakıldı. İnternette kaçak kelimesi arandı. “Ünlü Türk Kaçakları” aramasında ortaya hiç beklemediğim tarzda sonuçlara rastlandı. Yazı esnasında 2 bardak neskafe, 3 adet kavala kurabiyesi yendi. Kaçaklık Sicilim: Kaçaklığı da denemişliğim vardır.


23 Scoffield’tir. Dünya ortalamasına baktığımız zaman, ülkemizde ise insan bazında kaçak sayımız siyasi görüşlerden dolayı olanları saymazsak bir elin parmağını geçmez. Çoğu da vergi borcundan dolayı kaçmıştır. Ama asker kaçağı, okul kaçağı, pranga kaçağı, kaçak dövüşen, elektrik kaçağı, gaz kaçağı, su kaçağı, kaçak kazı, kap kaçak çoktur da… Kaçaklığa herkes sevdalıdır ama gerçekte kimse kaçak olmayı istemez. İşte bu nedenledir ki kaçak temalı edebi eserler, filmler, diziler geniş kitlelerce takip edilirler. 19. yüzyılın önemli kaçağı Jan Valjean bayrağı ABD’ye devretmiş, Richard Kimble ise bayrağı Michael Scoffield’e teslim etmiştir. Sefiller romanın başkahramanı Jan Valjean, geçtiğimiz yüzyılın en ünlü edebi kaçağıdır. Dahası günümüzde kaçak denince akla gelen Dr. Kimble’da bu romanın Amerika’da geçen daha çağdaş versiyonudur. Sefiller ile The Fugitive’deki müfettişler, arasındaki isim benzerliği de son derece şaşırtıcıdır. Müfettiş Javer önce Jerard olmuş en son da Mahone olmuştur. Kaçak karakterler garip bir şekilde çok sayıda senaryoda yer almaktadır. Şahsi kanım Hollywood senaristlerini oluşturan dinin peygamberinin de yıllar öncesinde kaçak hayatı yaşamış olmasıdır. Örneğin Yıldız Savaşlarında Obi Wan Kenobi, Yoda. Yüzüklerin Efendisi’nde Gallum, gibi çok sayıda karakter bulmak mevcuttur. Ama işin ilginç yanı hiç mutlu bir kaçak profilinin olmamasıdır. Obi Wan, kaçtığı ile yüzleşince hayatını kaybetmiş, Yoda ise kaçak yaşamaktan kafayı çizmiştir. Gallum ise hepinizin malumu... İşin ilginci kaçakların adı, mesleği, milleti değişmesine rağmen kaçmak ve kaçak olmayı istemek hiçbir zaman değişmeyen bir duygu. Zaman zaman hepimiz kaçmak isteriz, çoğu kez de neden kaçmakta olduğumuzu bilmeden…

üzel bir malzemedir. Ama her utlu başlayıp, mutsuz noktaOskar’a aday olur.

aklık, Hollywood filmlerine e akla, Dr. Richard Kimbaçak olmasına rağmen. , İnş. Yük. Müh. Michael Bir dönem iyi bir okul kaçağıydım hatta. 21 günlük devamsızlık hakkımızı 20,5 gün olarak kullanırdık lisedeyken, hey gidi günler hey. En güzel ve hayatta en çok ders aldığım ve Birleşmiş Milletler’den neredeyse kaçaklık diplomamı almamı sağlayan hadise ise 2006 yılında alınan kararlar ve hatalar silsilesi sonucunda en son kendimi Güney Kıbrıs’ta bulmuştum.


24


25 “KAÇAK”

Fotoğraf: Alican Erkol


26

&

MİSYON-ÜTÜ TÜRKÇEMDEKİ EŞANLAMLILAR Yazı: Pınar Karaaslan - E-mail: pnar.karaaslan@gmail.com- İllüstrasyon: B. Can Evirgen

U

zun uzun bahsi geçen yorucu ama bir o kadar da lezzetli tartışmalardan başlatma merakında değilim bugün. Hoş; bu konuda muhteşem olduğum da söylenemez gayet tabii. Eğer siz söylerseniz kabulümdür elbette bu gurur okşayan ama bir o kadar da sorumlu durum. Sınırları zorlamasından, beklenti baloncukları avında doz aşımı yapmasından tabii; ama sıvışacak da değilim. Yakışmaz adama nitekim bu kaypak tavırlar. Güzel Türkçe’nin güzel eşanlamlıları sayfaları doldurmadan sadede geleyim madem; kaçmam diyorum en kestirmesinden. Durur, düşünür, etkilerim satır aralarını.

alt anlamın asıl karşılığına duyduğum haz? Birden sorumlunun ve deneyimlinin eşanlamlısı belirir, sayfanın ucunda. TDK bilmez ama aynı anlama gelir, bu ağır kelimeler ile “anne”. Hemen kaşlar kalkar havaya, duvarı biler deler o bakışlar alimallah. Kaçamaz insan. Bak yine demiş bulundum, aynı kelimeyi. Bir çekim var belirsiz. Kaçmam. İnsan kendini çılgınca tekrar etmemeli ama sorarım bir daha aynı cinlikle; Peki nedir bu kaçmaklık, bu dışlanan beNedendir bu kullanğenilmez eylem? Var mıdır bu kullanım? maktan zevk aldığım alt Söyler mi insan kaçamak yapma merakın- anlamın asıl karşılığına duydudaki kaçak benliğiyle ve soğuk kış sağum haz? bahlarında titremekten korkar gibi, ama Çarkıfelek’in çarkındayım anciğerlere dolacak soğuğa aldırmaksızın nem, felek topluyorum sana. atkının aşağıya kaydırıldığı anın ve moEn sevdiğin buketten yapıp rarma aşamalarının 3. fazındaki dudağın getirmek için, beni her gri içten içe savurduğu küfrün inadına? sabah karşılayan sevecenlikle Nedendir bu kullanmaktan zevk aldığım gülümseme çabana ithafen. KurKaçak Draje’ye İsveç’ten bağlanan Pınar’ın rol aldığı tiyatro oyunundaki erkek arkadaşı, iş ciddiye binince kaçan bir eleman. Yerinden memnun. Kıpırdama dürtüsü kalmamış. Yazıyı yazarken hep o gelmiş aklına. Sonra bir de “hülen dur bu tamlamanın başı nerde” deyip cümleleri en başından birkaç kez okuma durumunda da kalmış.


27

duğum devrik cümlelerin tamamı senin. Onlardan kavanoz kavanoz getireceğim bu sefer. Her muhabbet yemeğinde, ortalık ben dolsun diye. Yok! Fazla kalamayacağım ben. Şanıma uygun bir gidişim olacak. Bir de bakmışsın misyon gereği kazdığım tünelden çıkıp, şelaleden atlamışım. Misyon mu? Çoğu zaman farkında olmadan yaptığımız bir şey? Sen de yapıyorsun elbette ki. Hepimizin ruhunda var; ama dedim ya yaparken pek de bilinçli değil insan. Sıkılmasın canın. Demeden geçemeyeceğim sanki. Kızma ama; hatta bazen dibine kadar farkındalıkla da yapılabilmekte bu şey. Kaç harfli olduğunun bir önemi yok! Mühim olan hissedildiği, yoğunluğunun tavanda olduğu anlarda egemen duygu olması. Ah!! Duygu demiş bulundum; ama tam olarak duygu da değil aslında. Bir nevi yönlendirici bir eylem bu. Yok hayır daha fazla ipucu veremem. “ Hiç vermedin zaten.” diyen bakışlar görmekte, memnuniyetsiz titreşimler almaktayım. Beklentileri tavanda tutmamak lazım aslında; ve belki de beklentilerin karşılanmaması da var sebepleri arasında. Ahh tabii ki sebepleri

var. Her birimizin varoluşunun başlangıcının sebepleri olması gibi. Rica ederim çok da derinlere inme. Bir gecelik bir, varoluşa adım serüveninden bahsediyorum ben daha çok. Senin aklına gelenler amaçlar kategorisinin alt başlıkları; doğru düzgün bir insan, insanlık yararına bir gelişimin parçası, neden-sonuç ilişkileri istatistiklerinin diyagram detayları ya da olağansıradan-sürprizsiz-renksiz-tatsız olmak gibi derin meselelerde değil aklım yani. Hiç mi basite indirgeyemezsin bazı şeyleri? Küçük düşün azıcık. Yapamam deme sakın. Bak sen de eşiğine geldin bir tane’si olmanın. Nasıl hissediyorsun, tarif etmeyi denesen? Anne? Anne? Bak çoktan bir örneklemede bulundun. Şekil 1.A gibisin. Ben gibisin. O gibisin. Cevaptan hoşlanmayacağını sezen, erken davranan, karşısındakinin beklenti seyir defterinin sayfalarını yırtan gibisin. Susan, “bana hepsi uyar” diyen gibisin. Yok yok eyvallahçı gibi değil, eyvallaha bile tenezzül etmeyen gibisin. Yarı yolda bırakan, koşullar uğruna saf değiştiren gibi, ayağını yorganına göre uzatan, gerekirse yandaki binanın elektriğiyle ütü yapan gibisin. Aşırı rüzgar bekleyen, ipi kopsun isteyen uçurtma gibisin. Gidesin var. Kapının arkasındasın değil mi? Tamamen sıvışmak sana göre değil. O yüzden tüm bu duygularla uzaklaşan; ama merakta kalan gibisin. Ne dediğimi bilen; bu durumdan aslında gönülden hoşlanmayan; ama yapmadan da duramayan gibisin. Anlaştık! Tek bir ipucu veriyorum. İnsandır, zorda kalınca yapar...?

Şimdi Stuttgart’ta olan ama yerini yurdunu sevememiş değişim öğrencisi arkadaşıyla konuştu önce. Kendisi en yakın arkadaşıdır; gidesi varmış ama kalması gerekliymiş. Bir de yazıyı yazarken su içmiş hep. Şimdi o suların nerde olduğu merak konusudur :))


28

sıcak gündem sıcak gündem

“İNDİANA” JO

DÜNYA G

Haber: Hayriye Gülle - Fotoğraf: As Par

A

s Parajans – Mısır İlginç yaşam öyküsü Hollywood filmlerine konu olan ünlü Amerikalı Arkeolog Dr. Henry Walton Jones’un tarihi eser kaçakçılığı nedeniyle tutuklu bulunduğu cezaevinden kaçtığı bildirildi. 26 Şubat 2009 gecesi saat 01.04’te yaşanan firar olayı 22 Nisan günü turistik bir gezi için Mısır’a giden ünlü aktör Harrison Ford’un gözaltına alınmasıyla ortaya çıktı.

H

Yıllardır basından büyük bir beceriyle saklanabilen Dr. Henry Walton Jones’un bilinen tek fotoğrafı ikinci dünya savaşının son günlerinde çekilmiş.

. W. Jones Kimdir? Amerikalı ünlü arkeolog Henry Walton Jones 31 Haziran 1938’de İsviçre’nin bir sahil kasabası olan Glarus’ta dünyaya geldi. Kendisi gibi arkeolog olan babasının izinden gitti ve arkeoloji alanındaki başarılarıyla dikkat çekti. Macera dolu yaşamı ilk kez 1981 yılında George Lucas tarafından “Kutsal Hazine Avcıları” ismiyle sinemaya aktarıldı. Harrison Ford tarafından canlandırılan İndiana Jones karakteri çok tutulunca 1984’te “Kamçılı Adam’” 1989’da “Son Macera” ve son olarak 2008 yılında “Kristal Kafatası Krallığı” isimleriyle devam filmleri çekildi. 1992 ve 1996 yılları arasında yayınlanan TV dizisi “The Young Indiana Jones Chronicles”’ın yanı sıra “Indiana Jones and the Fate of Atlantis”, “Indiana Jones and the Emperor’s Tomb” ve “Indiana Jones and the Infernal Machine” isimli üç bilgisayar oyunu da Dr. Jones’un hep gündemde kalmasını sağladı. Ayrıca Amerika Birleşik Devletlerinde Dr. H. W. Jones için yapılmış Indiana Jones Adventure isimi bir tema parkı da mevcuttur. 1990’da tanıştığı Brigitte Jones’la aynı yıl dünya

Henry Walton Jones’un eşi Brigitte Jones’un yaşamı önce edebiyat sonra da sinema dünyasında yankı yaratırken, çiftin ayrılık aşamasına geldiği haberi magazin dünyasında kulaktan kulağa yayılsa da medyadan uzak durmaya büyük özen gösteren ikili ilk kez yazıl


ONES KAÇTI.

29

m sıcak gündem sıcak günde

GERİLDİ

rajans - E-mail: asparajans@gmail.com

evine girdi. Brigitte Jones’un yaşamı da Helen Fielding tarafından kitaplaştırılmış ve yine “Brigitte Jones”un günlüğü ismiyle sinemaya uyarlanmıştı.

M

ısır’da Tutuklandı. Henry Walton Jones 2008 yılında bir araştırma için gittiği Mısır’da tarihi eser kaçakçılığıyla suçlanarak tutuklanmış ve 9 yıl 2 ay hapis cezası istemiyle yargılanmaya başlanmıştı. Tutukluluk koşulları Amerika Birleşik Devletleri’nde tartışma konusu olan Jones’un 26 Şubat 2009 gecesi saat 01.04’te Al Qebir cezaevinden kaçtığı ancak bunun Mısır kaynaklarınca gizlendiği öğrenildi.

H

arrison Ford Gözaltına Alındı Dünya Karıştı. Canlandırdığı İndiana Jones karakteriyle kalplerde taht kuran Harrison Ford’un turistik bir gezi sırasında Mısır’da gözaltına alınmasıyla Henry Walton Jones’un firarı da kamuoyuna yansımış oldu. Mısır polisinin konuyla hiçbir iygisi bulunmayan Ford’u gözaltına alması Amerikan Dışişleri yetkililerince diplomatik bir skandal olarak kabul edilirken ünlü aktörün bir gün sonra serbest bırakıldığı da alınan bilgiler arasında.

Harrison Ford’un canlandırdığı “İndiana” Jones karakteri.

B

rigitte Jones da Kayıp. Olayın kamuoyuna yansımasıyla dünya basını bu kez ünlü arkeoloğun eşine odaklandı. Brigitte Jones’un en son ocak ayında eşini ziyarete gittiği ve ABD’ye döndükten sonra şubat başından beri kendisinden haber alınamadığı öğrenildi. bir açıklama yapma gereği duymuşlardı. Söz konusu açıklamada; gerek “Brigitte Jones’un Günlüğü”, gerekse de “Indiana Jones” isimli eserlerin kendi yaşamlarını belgesel biçimde yansıtmadığı ve büyük ölçüde kurguya dayandığı vurgulanmıştı.


Zıbam

Fotoğraf: Utku Atalay - dramod.deviantart.com


draje Okuması güç fekat göze faidelidir!


32

TİMSAH BÖCEĞİ

E

Yazı: Ece Dericioğlu Email: ece-yc@hotmail.com İllüstrasyon: B. Can Evirgen

fe doğmak istememişti. Doğum sırasında elinden gelen her şeyi yaptı ama bir türlü başaramadı bu dünyaya gelmemeyi. Kaçmak istedi kaçamadı. Üstelik onun bu hoşnutsuzluğunu kimse anlamadı gülerek karşıladılar bu olayı. Efe, en başlarda emeklemek istemedi ama sonra yürüyen bebekleri görünce bunun daha kötü bir ihtimal olduğunu anlayıp emeklemeye başladı. 3 yaşına gelinceye kadarsa konuşmamak için çok uğraştı ama bir gün ‘süt’ demesi gerekti ‘bit’ dedi ve konuşmuş oldu. Kendine kızdı aslında konuşmayacaktı çünkü. Mutlu bir çocuktu aslında sadece fazla farkında... Biliyordu büyümenin kötü bir şey olduğunu. Bari aynı yerde kalabilseydi. Aynı yerde kalmak bir yana kısa süre içinde yürümeye bile başladı istemeye istemeye. Efe’nin saçları uzundu ve saçlarını kestirmek istemiyordu. Ama bir gün böyle erkek mi olur dediler ve berbere götürdüler Efe’yi. Berberden koşa

koşa kaçtı ama bir yetişkin onun koşabildiğinin 5 katı hızla koşabildiği için Efe’nin çabası bir işe yaramadı. Yıllar hızla geçiyordu. Bir sürü daha başka çocuğun olduğu tımarhaneden bozma bir yere götürdüler Efe’yi. Anaokuluna. Oraya giderken annesinin elini bırakıp kaçtı Efe. Böyle sosyal bir ortama giremezdi. Nitekim Efe’nin kayda değer ilk önemli sorunları o yaşta başladı. Arkadaş olmak istediği kişinin başka yakın bir arkadaşı vardı. Oyun saatinde uzaktan kumandalı arabayla çoğu zaman başka çocuklar oynuyordu. Beğendiği kız ise Volkan denen zibidiyle kırıştırıyordu. Anaokulu döneminin sona ermesiyle Efe için daha da korkunç bir dönem başladı: ilkokul. Okulun ilk günü sınıftan gizlice kaçtı Efe. Biraz sonra kapıdaki görevli onu tekrar sınıfa getirdi. Diğer çocuklar kaçışına anlam veremedi Efe’nin. İlk zamanlar okuma yazmak öğrenmekten, sonraları toplama çıkarma yapmaktan ve hayat bilgi(si)lerini öğrenmekten. Efe sınıfta yaramazlık yaptı-


ğı için en öndeki aşırı çalışkan kızın yanına oturtuldu. Kızla arkadaş olmaktan şiddetle kaçındı Efe. Beden eğitimi dersinden de kaçtı. Resim dersinde kompozisyon konusu ne olursa olsun çöp adam çizdi Efe öylesine oyalanmak için. Tembel dediler ona. Efe kaçmasına kaçıyordu ama bir taraftan her nasıl oluyorsa o kaçtığı şeyleri yapmak zorunda kalıyordu tıpkı ilk defa ‘bit’ demek zorunda kaldığındaki gibi. Biraz daha büyüyüp ortaokula geldiğinde ise etrafındaki bilmiş tipler çoğalıyordu. Hem artık eskisi gibi kaçamıyordu. Küçükken hoşgörüyle yaklaştıkları bu kaçışlar artık hem evde hem okulda sorun oluyordu. Efe uzun bir zaman kaçışlarına ara verdi. Sadece bir yerlere gitmek için evden kaçıyordu o da zaten diğer yaşıtlarının da yaptığı bir şeydi. Erkeklerle arkadaş olmaktan kaçınıyordu aslında Efe. Çünkü erkekler hiçbir şeyden kaçmıyorlardı hatta onu kavgaya bile çağırıyorlardı. Ama kavga anına kesin kaçardı Efe. Gitmedi o yüzden hiçbirine. Kızlarla da pek samimi olmadı hiçbir zaman. Onlar da çok konuşuyorlardı ama gerçekten çok. Efe çok konuşmaktan kaçınırdı. Ortaokul yılları pek verimli geçmedi aslında ne yaşıyor ne kaçıyor, öyle arada kalıyordu. Liseye geldiğinde durum oldukça değişti. Artık asi bir genç oluvermişti Efe. Rahat rahat kaçabilirdi. Çoğu zaman okuldan kaçıp başka yerlere gidiyordu. Kendine de en sevimlisinden bir kız arkadaş edindi. O da seviyordu kaçmayı. Birlikte uzun yıllar her türlü başkaldırı ve isyankarlığı sergilediler ayrı ayrı evlerinde. Bir araya geldiklerinde ise çoğu zaman dünyanın boşluğundan, sistemlerin saçmalığından, insanların sahteliğinden söz ediyorlardı. Tek gerçek onların yaşadıkları ve düşündükleriydi. Kendilerince haklı nedenlerle biraz görünerek biraz kamufle ama hep günü

geçirerek yaşadılar. Efe artık büyüdüğünü hissediyordu. Ne geriye bakabiliyor ne de olduğu yerde durabiliyordu. Kendisine dayatılan her şeyi öyle ya da bölyle hep isteksizce yerine getiriyordu. Bütün bunları yaşarken bir gün kız arkadaşından da kaçması gerektiğine karar verdi. Tam 17 yaşındaydı Efe hayatının belki bininci kaçışını gerçekleştirirken. Acıdı canı ama buydu yapması gereken, içinden böyle emreden. Kana kana su içmek istemiyordu Efe, bardağın dibini kafaya dikmekti amacı ucundan yaşayarak hayatı. Kız arkadaşını öyle yapayalnız bırakıp kaçarken çok hızlı koşamamış olmalı ki başka bir şey yakalayıverdi onu arkasından. Tam ensesinden. Efe, hasta olduğunu öğrendiğinde anlamlandı her şey. Belki hiç sebepsiz bu yüzden kaçtı yıllarca. Bilmeyerek ama hissederek. Efe, bunu ilk öğrendiğinde yine kaçmayı düşündü ama hangisinden; hastalıktan mı, hayattan mı... İlkinden kaçış yoktu. Başından beri gelişine anlam veremediği, geldiğine bin pişman olduğu bu yerden gitme zamanı gelmişti. Dönüp bakınca yaşadığı hayata en büyük düşmanı dünyaya, kendini gördü orada, timsah böceğini. En iyi yöntemidir kamuflaj timsah böceğinin. Varken yok görünmek tıpkı Efe gibi. İyi kamufle edemezse kendini kanatlarını çırpar kocaman gözlerini açarak. Tehdit eder düşmanını Efe’nin hayat karşısında çırpınışı gibi. Öyle bakarak ama konuşmayarak. Ve eğer bütün bunlar etkili olmazsa düşmanını korkutmaya, timsah böceği en etkili silahını kullanır; uçarak uzaklaşır oradan Efe gibi.

• Efe adlı karakter, Ece’nin iki buçuk yaşındaki kuzeninden esinlenilerek yazılmıştır. Efe’ye bu yazının güzel olup olmadığı sorulduğunda ise, “iğrenç” şeklinde klasik bir Efe cevabı alınmıştır. Finalde Efe karakterini öldüren Ece, derin bir üzüntü yaşamıştır.


34

1925 yılının İstanbul’lu bir hanımefendisi Zahide Hanım...

B

Söyleşi: İlknur Seda Bendeş - E-mail: ilknurseda@yahoo.com Ece Dericioğlu - E-mail: ece-yc@hotmail.com

u ay sizlere belki de en ‘’şahsına münhasır’’ mekânlardan biri olan Zahide Cafe&Bar’ı tanıtmak istedik. Başlarda burayı tanıtmak istemedeki amacımız tamamen mekânın dekorasyonu, manzarası, rahatlığı vs. idi. Yalnız mekânın sahibiyle görüşmeye gittiğimizde ilk dakikalardan itibaren duyduklarımız karşısında şoka girdik. Bir cafe, restoran ya da barın temel

amacı nedir? Müşteri çekmek ve para kazanmak diyebiliriz. Çünkü bizim bildiğimiz kadarıyla işletmeler kâr amacıyla kurulur. Zahide’de durum biraz farklı... Mekânın sahibi ve işletmecisi Vildan Hanım, bize daha içeri girerken korku dolu gözlerle bakıyor. Sonradan konuşunca anlıyoruz neden öyle baktığını. Bir anda içeri beş kişi birden girince korkmuş, nasıl


yetişirim ben bunlara diye. Evet, Vildan Hanım müşterilerinin fazla olmasından pek hoşlanmıyor. Üst katta oturan biri “cafe latte” isterse ve aynı anda alt kattan spagetti siparişi gelirse ne yapacağını bilmiyor. Çünkü yardımcısı yok. Yardımcı tutmamasının sebebiyse haftanın 5–6 günü akşama kadar kimsenin gelmemesi ve yardımcıyla oturup akşama kadar bakışmak zorunda kalacak olması. “Şimdi işleri büyütürsem bunun garsonu var, aşçısı var zor iş” diyor. Zahide’nin dergide yer almasını istediğimizi söylediğimizdeyse tanıtım yapma taraftarı olmadığını çünkü bu şekilde daha fazla müşteri geleceğini düşünüyor. Vildan Hanım müşterisini kendi seçtiğini söylüyor. Az ve öz müşterisi olsun istiyor. Mekâna ortalama 10 kere gittikten sonraysa kendi içeceğinizi kendiniz alabiliyorsunuz. Güven odaklı bir işletme diyebiliriz Zahide için. Bu kafenin binası Vildan Hanım’a ananesinden kalmış. Aslında kendisi kimya mühendisi fakat iki sene boyunca başka bir yerde çalışmayınca bu tarz bir yer açmayı tercih etmiş. Sarıyer’in göbeğindeki bu binayı da bu şekilde değerlendirmenin daha iyi olacağını düşünmüş. Ananesinin kendisi üzerinde çok emeği olduğu için mekânın adını da düşünmeden Zahide olarak belirlemiş. Mekânda alkol verildiği için buranın müşteri potansiyelini genel olarak üniversite öğrencileri ve yetişkin grupları oluşturuyor. Mekânın dekoruysa satın alınmış şeylerden değil, aile büyükle-

Zahide’nin dergide yer almasını istediğimizi söylediğimizdeyse tanıtım yapma taraftarı olmadığını çünkü bu şekilde daha fazla müşteri geleceğini düşünüyor. Vildan Hanım müşterisini kendi seçtiğini söylüyor. Az ve öz müşterisi olsun istiyor. Mekâna ortalama 10 kere gittikten sonraysa kendi içeceğinizi kendiniz alabiliyorsunuz. Güven odaklı bir işletme diyebiliriz Zahide için.


36

Yenimahalle Cad. Kumsal Arkas覺 Sok. No: 17 Sar覺yer / 襤STANBUL Tel: (0212) 242 28 42


37 Geçmişin temiz nefesini biraz olsun solumak için Sarıyer’in tam orta yerinde Zahide’ye gitmek yeterli olacaktır... rinden kalma eşyalardan oluşuyor. Örneğin dededen kalma bir matara, ananenin babasının apoletleri ve rozetliği, yine ananenin makyaj kutusu, ananenin dedesinin kılıcı ve Vildan Hanım’ın bir dostundan kalma avize... 1925 yılında İstanbullu bir kadın fotoğraf çektiriyor. Kapıdaki resim bu kadına ait yani bu binanın esas sahibine. Kafenin arka tarafında bir oyun odası var kocaman minderler, oyunlar ve kediler mevcut bu bölümde. Oyun odası, manzara izlemek için müthiş bir köşe. Sıcak bir ortam. Vildan Hanım bir aile ortamı yaratmak için çok çaba sarf ettiğini düşünüyor. Biz mekânı dolaşırken fonda Vildan Hanım’ın özenle seçtiği müzikleri duyuyoruz. Bulaşıkları yıkamayı teklif eden Draje ekibine Vildan Hanım, tek çalıştığından dolayı hizmet beklentisinin yüksek olmaması konusunda uyarıda bulunuyor. Dikkatimizi çeken başka bir husus da nargile fiyatının çok yüksek olması. Neden diye sorduğumuzda, buranın nargile kafeye dönüşmesini istemediğini söylüyor. Nargileciler gelmesin diyor yani bu da Vildan Hanım’ın müşteri eleme tekniklerinden biri. Biz duyduklarımıza ve gördüklerimize şaşırırken Vildan Hanım başka bir şey daha ekliyor durumu en iyi şekilde özetleyecek bir cümle: ‘’Ben buranın işletmecisi değil; işletmemecisiyim.’’


38

TERS DÖNÜŞÜ Yazı: Alper Günay - E-mail: agunayist@hotmail.com İllüstrasyon: B. Can Evirgen Kafka’dan Kurt Wolff yayınevine: Son mektubunuzda, dönüşümün kapağını Ottomar Starke’nin yapacağını yazıyorsunuz. Daha çok illüstrasyonla uğraştığı için, Starke’nin tutup böceği çizmek isteyebileceğini düşündüm. Sakın ha, lütfen buna engel olun. Etkinlik alanına karışmak istiyor değilim, sadece doğal olarak hikâyeyi daha iyi tanıdığım için rica ediyorum. Böceğin kendisi çizilemez. Bir kere olsun uzaktan bile gösterilemez. Böyle bir niyeti yoksa benim ricam gülünç kaçıyorsa daha iyi. Ricamı kendisine ulaştırır ve üzerinde durulması konusunda ısrar ederseniz size büyük bir


39

K

regor Tamta bir sabah huzursuz düşlerinden uyandığında kendini yatağında kocaman bir insana dönüşmüş buldu. Kulak memesi kıvamındaki hamur gibi bıngıl bıngıl göbeğinin üstünde uzanmış, bacaklarının diğer dört tanesinin nereye düşmüş olabileceğini düşünüyordu. Yatağından hafifçe doğrulduğunda etrafını pek çok böceğin sarmış olduğunu gördü. Aralarında annesini ve ablasını biraz zorlanarak da olsa seçebildi. Böceklerin ne konuştuğunu anlamaya çalışıyordu ancak antenlerini kaybettiği için pek beceremiyordu. Adeta onları korkutmamaya özen göstererek yavaşça aşağıya eğildi ve ablasını eline almaya çalıştı. Ablası kaçmak için bir hamle yaptıysa da Tamta onu elinden kaçırmak için çok büyüktü. Ablasını kulağına yaklaştırdı Tamta. Nihayet neler söylediğini anlayabiliyordu. İki kardeş hiçbir zaman iyi geçinememişti zaten. Bu dönüşüm ablasının eline güçlüce bir koz vermiş olsa gerek, Tamta yı kırmak için elinden geleni yapıyordu. İlk kez bu kadar çok üzülmüştü taze insan. Kırgınlığını ablasına belirtmek için bir şeyler söylemeye çalıştı ama ağzından sadece insanlara özgü saçma sapan sesler çıkarabiliyordu. Bu sırada abla Tamtanın bir anlık dalgınlığını fırsat bilip kendini elden aşağıya bıraktı. Böcek zehri hissetmişçesine, diğer böcekleri yararak kaçmaya başladı daha sonra.

ÜM

Tamta bu sefer annesini eline alıp kulağına yaklaştırdı: “ Annenim evet. Benim yumurtamdan çıktın. Gerçekten bütün böceklik için hiç durmadan çalıştın. Bu delikteki pek çok böcek hayatını sana borçludur belki de. Önsezilerinle gerektiğinde yiyecek bulmada gerektiğinde tehlikeyi sezmede hiçbir zaman üstüne olmadı. Ama bir de içine düştüğün şu duruma bak. Burada böylece durarak beni utandırıyorsun. Herkese karşı yeterince rezil oldum. Lütfen git artık terk et bizi. Bu deliğe ait değilsin artık. Bunu senden annen olarak istiyorum. Lütfen.” O anda farkına vardı Tamta. Artık bir böcek değildi. Ve orda kaldığı her saniye diğer böcekleri korkutmaktan başka bir işe yaramıyordu. Ne yaparsa yapsın kendini kabul ettiremeyecekti. Ancak şunun da farkındaydı ki bu yaştan sonra hayatına insanların arasında bir insan olarak devam etmesi söz konusu olamazdı. Kendini yollara vurdu. İşte böyle başladı Tamtanın insanlardan ve böceklerden kaçışı.

gönül borcu duyacağım. Kapak resmi için önerilerde bulunmama izin verecek olursanız, şu sahneleri önerirdim; kapalı kapının önünde duran anne ve babayla bürodan gelen müdür yardımcısı ya da daha iyisi anne baba ve kız kardeş aydınlık odada durmuş bekliyorlar o kapkaranlık odaya açılan kapıda açık…


40

BİR

SİNEĞİN MA

CE RA LARI Yazı: İlnur Seda Bendeş E-mail: isbendes@drajedergi.com İllüstrasyon: B. Can Evirgen

• İlknur ve Can Luxus dinleyip dergi üzerinde çalışırken, Luxus’tan Alper arayıp her ikisini de büyük bir şaşkınlığa uğratmıştır. Luxus ile Deli Draje’de röportaj yapacak olan İlknur ve Ece de, çok büyük bir heyecan yaşamaktadır. • Üniversitenin 2 hafta süren vizeleri nedeniyle derginin çalışmaları hep son ana


N

41 Ooo.. Ne kadar da güzel bir masa! Hadi hemen mideye indirelim birkaç çimdik bir şeyler.. - Ne kadar kötü bir hayvan! Ne, ben kötü müyüm? Neden bana öyle bakıyor bu sarışın adam? Numan bu amcanın ismi. - Çekil yemeklerden karasinek! Bir de bana kara diyor utanmadan! Ben bir kere ekosistemin bir parçasıyım oğlum! Yok yok, lafı gevelemeyeyim de kaçayım ben! Şimdi kafama yiyeceğim o şaplağı da göreceğim günümü! Vızzz vızz da vızz vızz be! Aaa.. Burası da neresi? Tuvalet diyorlar buranın adına, ne kadar da hoş bir yer. Burada da bir sürü mamalar var. Haydi, buradan da yiyelim... Ne kadar da şiştim, biraz dinlenmeliyim… Yaşasın! Şimdi de bal buldum! Bunun da tadına bakmalıyım! Canlı dediğin aç gözlüdür, her şeyin tadına bakmak ister. Yine geliyor şaplak yandım Allah! Neyse bu sefer de ucuz kurtuldum. Bu insanlar neden benden bu kadar nefret ediyorlar anlayamıyorum bazen. Gideyim de özür dileyeyim ev sahibimiz Numan amcadan, ne de olsa evimize balları, mamaları, tuvaletleri o getiriyor… Merhaba Numan amca! Vız vız. Senden o kadar fazla küçüğüm ki, o yüzden sana amca diye hitap ediyorum vız vız.. Teşekkür ederim beni beslediğin ve çocuklarıma bakıp büyüttüğün için vız vız. Bazen üstüme yürüyüp bana şaplatacağını düşünüyorum o garip nesneyle ama biliyorum, sen evimizin bir tanecik amcasısın ve hem seversin hem de döversin vız vız. - Aa, uyumaya çalışıyorum kulağımın dibinden gitmiyor şu pis hayvan! Oğlum, gel sen de amcana teşekkür et. Pipini de göster derdim ama göremez zaten ufacık bir şey. Karıcığım, sen de gel! Mahmut ağabey, sen de gel, hepimiz teşekkür edelim. O da ne? O garip fısfıs. Mm kesin mama çıkar içinden! Hanım, hazırlan Numan amca anladı teşekkürümüzü bu sefer! Kesin bizi ödüllendirecek! bırakılmıştır. Bu madde girilirken büyük bir stres yaşanmaktadır. • İlknur’un sevmediği bir şey varsa o da Seferihisar’ın sinekleridir. Kendileri çok fazla olmakla beraber, İlknur’ın gazabına yeteri kadar uğramaktadırlar. Sinekkıran olarak kullanılan malzemeler: Şaplak, ballı ilâç, civciv.


42

Ece depresyona girdikçe şiir yazar; şiir yazdıkça da depresyona girme kapasitesini arttırır☺ Büyük ihtimalle bundandır ki Ece’den pek umut içeren şiir çıkmaz ve aynı depresif dönem içinde yazdığı şiirler çoğunlukla aynı ifadeleri inatla içerir☺… “Herkesin anlaması gerekmez” gibi (kendince ilginç olduğunu zannettiği) bir felsefesi olduğundan genelde şiirlerini oldukça kapalı


Sürgün olsam Belli olurdu yerim; Göçmen olsam Yurdum… Yolcu olsam Hasretim olurdu Elimde avucumda, Bakıp avunacağım Bir fotoğraf Belki kulaklarımda çınlayan Bir isim özlenen… Belki yabancı bir ses avuturdu Yalnız olup da şanslı olsam… Kalabalıklar yormazdı belki Bu kadar kırgın, kaçak olmasam… Terk edilsem isyanım olurdu belki, Uğruna ağlanacak bir nedenim… Çocuk kalsa hala gözlerim Ağlarken birden susardım belki, Bir küçük şekerden sebep Gülücüğe dönerdi yaşlarım… Şiir: Ece Naz İlkin Email: bestoftheperfect@hotmail.com Fotoğraf: İlknur Seda Bendeş

yazar, fakat aynı zamanda da bu şiirleri başkalarına okutmaktan çekinmez anlaşılmayınca da anlatmaya kalkabilir☺Bu çelişkili hali şiirlerinde de taşıyan Ece Naz’ın tam olarak neye göre, neden ya da kime neyi anlatmak için şiir yazdığı tam olarak bilinmemektedir. Ece Naz’dan kaçak temalı çok şiir çıkmaktadır zira Ece Naz ottan boktan kaçmaktadır☺

43

BELKİ


44

KAR..

Y

abancı olduğum yalnızlıkla baş başayım. Evimde ve odamda. Elektrikler kesik ve duvardaki saatin tiktakları sinirimi bozuyor. Pencereden içeri süzülen kısık ay ışığı altında bir şeyler yazmaya çabalıyorum ancak duvardaki saatin aşırı düzenli ritmi buna izin vermiyor. Elektriklerin gelmediği her saniyeyse odamdaki karanlık içime dolmakta. Dayanılacak gibi değil. Sigara içmeliyim. Elimle sigara paketini arıyorum. Sabahtan beri en sık yaptığım ikinci eylem anti depresan ilacının kutusundan

sonra sigara kutusunu aramaktı. Karanlık beynime de dolmaya başlamış olsa gerek, paketi nereye koyduğumu hatırlayamaz oldum. En sonunda sabahtan beri üzerlerine saçma sapan şeyler yazdığım, kayda değer tek bir cümlenin bile bulunmadığı kâğıtların altında buldum onu. Boştu. Bu durum bir hayl üzdü beni. Ardından keşke bir şeyler dinleyebilsem diye düşündüm. Ama müzik dinleyebileceğim aletlerin hiç biri elektriksiz çalışmıyordu. Tek dinlediğim şeyin duvardaki saatin sesi olması sinirlerimi alt üst ediyordu. Kalktım ve saatin


li

Yazı: Murat Anar Email: muratanarr@gmail.com İllüstrasyon: B. Can Evirgen

45

..

pillerini çıkardım. Ancak hiçbir şeye yaramadı. Omuzlarıma binen sıkıntıyla birlikte odamın ortasında küçüldükçe küçüldüm. Daha fazla dayanamadım ve kapının arkasında asılı duran montumu aldığım gibi dışarı attım kendimi.

Sokaklar ışıksız, gökyüzü ışıksız. Ne bir sokak lambası ne bir yıldız parıltısı ne de az önce odamı aydınlatan ay ışığı.. Gecenin karanlığında, lapa lapa yağan karın altında yürümek odamdaki kasvetten iyidir diyorum ve devam ediyorum. Yağan şiddetli kardan dolayı kaldıramadığım kafamı hafifçe yukarı doğrulttuğumdaysa önümde yürüyen bir adam gördüm. Benim ve her normal insanın aksine bu soğuk havada incecik giyinmiş. Bende de aynısı olan bir tişört, yine benim pantolonumun aynısı ve aynı ayakkabılar.. Kardan zor açabildiğim gözlerimle gördüklerim bunlar. Ancak yanılıyor da olabilirim. Kafasını omuzlarının arasına saklamış ve kolları duvarımdaki saatin sesi kadar düzenli bir şekilde ileri geri sallanırken yürümesiye devam ediyordu. Ne yalan söyleyeyim, ıssız bir gecede, sokakta benden başka birinin olması bana biraz güven verdi. Her ne kadar gördüğüm insan pek normal olmasa da. Bu anormallik onu takip etmeye karar vermeme sebep oldu. Bu kararın anlamsızlığının farkında olsam da karşı konulamaz bir merak onun peşinden ayrılmamı engelliyordu. Mümkün olduğunca az ses çıkarmaya çalışıyorum. Aramızda ki mesafenin kapanmaması için de onunla aynı ritimde adımlar atmaya dikkat ediyorum. Yürüdükçe yürüyor, hiç bir üşüme belirtisi göstermiyordu. Düz devam eden yolda yürürken birden sola döndü. Bende döndüm. Sonra sağa ve tekrar sola.. Bu istikamet canım sıkkınken yürüyüş yaptığım yolun aynısıydı. Karşıdan karşıya geçmesi gerekiyordu bu istikameti devam ettirebilmesi için. Öyle de yaptı. Ne sağa ne de sola baktı karşıdan karşıya geçerken. Ve karşı kaldırıma ayak basar basmaz durdu. Beni görmemesi için ne yapacağımı şaşırdım. Yolun ortasında öylece kalakaldım. Bana doğru dönmeye başladı. Korkuyorum. Ancak bir anda kayboldu. Önce şiddetini artıran kardan dolayı göremediğimi zannettim ama tekrar tekrar baktığımda karşımda değildi. Aldığım ilaçların etkisidir diye geçirdim aklımdan. Çok normal belki de hayal görmem. Bir daha bu kadar çok anti depresan kullanmamam gerekiyor sanırım. Ancak yolun ortasında olduğumu unutmuştum. Karın etkisiyle yokuş aşağı kayarak gelen ve kontrolden çıkan kamyondansa hiç haberim yoktu.

• Murat bu yazıyı yazarken Beirut dinliyordu. En son izlediği film Danny Boyle imzalı Millions filmiydi. • Bu yazı yazılırken saat gece iki civarıydı ve elektrikler kesikti. • Murat bu madde yazılırken Emrelerdeydi. • Murat, Michel Fugain’e inanılmaz derecede benzer. Bu benzerlik, 1975 yapımı “Une belle histoire” klibinde doruğa ulaşmıştır.


46

N h a ede H yı n ba a cı rdır k aç Gü yır Os ? a r sın n e dır ma ş .= n Öz D ge =D 17 =D

n ste Ç e rk m . H e ça rı k o v k a ça n 17 k a çe m Du

ır cesağ om lcan İn .c otmail i: Haya Söyleş hay_fest_@h cesağır n : E-mail : Hayalcan İ af Fotoğr

Ok u ka l çık ları ...

Ça k açrşa m b ça r a rım ada n a ld şa m b çün k Me ı. . : ayı s ü r ve D el 17

Nu k aç r i A lç g a z a rım o’ Eda oz g çü Yağ a z y mu r

N F


ü n k ır. ü Ç an l va 7

’da ün k n ü yap ı 17 yo r. .

) n? la n? ım : ı s d , . ar e aç Ni y s a l ladı ki a lde k r n ı. a de a lığ ki be ık m h e e N k b m a ç rdi m Fo çma rşım eve K a ç k a da s 15 h i s a le m çık Ey

an y ’d o s s Te rçün kü ım . n e r Gül ça rım açırı k k a ım a 17 a lt n g is u Be


48

KAÇMAK ZORDUR

Yazı: Deniz Yurtyapan Email: denizyurtyapan@gmail.com İllüstrasyon: Erdinç Yücel


n m l

49

K

açmak. Ne kadar da korkak, ne kadar da kafası karışık bir kelime. Kaçışların sahibine uzakken, nasıl da böyle görünüyor değil mi? Ne kadar kayıtsız... Belki de tam tersi... Kayıtsız kalamayacak kadar kayıtlı olmak... Kaçılan kim olursa, ne olursa olsun zordur kaçmak... Yorar, acıtır. Kaçarak kurtulacağını düşünürsün, geride bıraktıkların yanına aldıklarından çok daha hafiftir aslında... Bu kaçış, daha da yorar bu yüzden. Koştukça sen, bir şeyler düşer elbet üzerinden fakat daha ağırlarını sırtlamak zorunda kalırsın. Ne çare! Kaçış, işlevini yitirmiştir. Şimdi yapılacak şey bir yerlere pısıp saklanmaktır. Kaçmak yorduysa bünyeyi, biraz dinlendirmek gerekir. Kaçışın her hali gibi, saklanmanın da her türlüsü sancılıdır. Kendini sakınmak için, nefes almak için gizlendiğin o yer; seni, fark etmeden açık hedef haline getirir cebren ve hile ile... Ruhun duymaz! O yer, kaçtıklarının bumerang gibi sana dönmesini sağlar. Evet, anladım. Herkes fark etti. Kaçmak zor, kaçınmak katlanılmaz. Kalıp direnelim o zaman, sabredelim mesela. En azından deneyelim ki, gözümüz açık gitmesin. Peki ya mevcut durumlar, şöylee bir bakıldığında genel hal, gelinen sonuçlar. Onlar ne haldedir? Kalıp direnmeye müsait midir? Yıllardır öğretilen o yüce iyilere-doğrulara yakışır mı? Hayat da bir yandan itekleyip durmuyor mu, hadi kaç kurtul diye? Her bir yönden basınç varsa, patlama da aynı ölçüde şiddetli oluyor. İşte... şartlar insanı böyle zorlar. Çıkış kapısı, kaçışa açılmıştır artık. O kapıdan çıkarken, kaçtığınız yalnızca ‘diğerleri’ değildir ne yazık ki... Dayanma

gücünüzü, sabrınızı, hayallerinizi, olan olmayan herşeyinizi orada bırakıp gidersiniz. Kaçtığınız, kaçıp da kurtulmak istediğiniz kendinizdir. İradenin böylesine solup gittiği zamanlarda, kaçmak ilaç gibi gelir başlarken. Bir ‘yeniden yapılanma süreci’ başlar. Temeldeki esas taş(lar) çekilmiş, hayat yolu boyunca dizilen ne kadar demir-duvar varsa, üzerinize yıkılmıştır. Olanca ağırlığıyla... O an inandığınız herşey, güvendiğiniz herkes önemsizleşir. Değerini yitirir. En yaşamsal ihtiyaçlar bile ağır gelmeye başlar. Herşeyi olduğu gibi bırakıp, başka bir yere kaçmak istersiniz. Başka bir eve, başka bir bedene... Kaçış, sonu gelmez yenilerini doğurur. Acı çekerken bile gelişen siz, artık gelişemezsiniz. En fazla değişirsiniz... Başka yaşam formlarına bürünürsünüz adeta. Değişim, değişim, değişim... Sürekli söyleyince kaçışı hatırlatıyor biraz da. Kaçışlar, değişimler sürer gider böyle... Zamanla, çareler varsa onlar da yitirilir. Sonra alışırsınız bu halinize, kabullenme vakti gelip çatar ya... ondan. Kaçış kötüdür belki ama kalmak da pek iyi sayılmaz her durumda. Göze alıp denemek, alternatifi seçmekte bir cesarettir. Korkarak kalmaktansa, cesurca kaçmak daha bir insani geliyor bana. Zor güzeldir, dese de birileri; zor, zordur. Kaçmak kolay olmaz. Her neyse artık efendiiiim, halihazırda kaçak birinin kafası karışık bir yazısıydı okuduğunuz. İlk kaçış gecesinden akıllara zarar bir halet i ruhiye. Alın bunu, evirin, çevirin, bir hayrını görün. Ben henüz bir şey göremedim, belki siz görürsünüz. Noktayı koyup, kaçmaya devam edeceğim ben, nokta...

•Görselde arkası dönük yürüyen insan Deniz’in ta kendisidir. •Deniz bu yazıyı yazmadan hemen önce kankasıyla kavga ettiğini belirtmiş hisli bir insandır. Issız bir adaya tek başına düşse yanına alacağı üç şeyin sigara, çakmak ve bir demet papatya olacağından şüphelenilmektedir.


50

AKIL

Yazı: Çılga Doğukanlı Email: spoiled.banana@hotmail.com


51

KAÇINTISI

H

ava sıcak ve basıktı. Kabusların peşini bırakmadığı başka bir gecede, hayal gücü yine oyunlar oynuyordu ona… cenin pozisyonunda yattığı battaniyesinin altından kafasını çıkarmadan, mumun titrek ışığını görmeye çalışıyordu. Çünkü ancak o titrek ışık az da olsa cesaret verebiliyordu doğrulup bir bardak su içebilmesi için… Aklına yenilerek çabalamayı kesti ve uykunun kollarına bıraktı kendini… sabahın ilk ışıkları doğana kadar… Geceye tezat, neşe içinde uyandı; monoton yaşamının bir gıdım değişebileceğini düşünerek. Ama havanın sevimli ılıklığı aksine, odanın soğuk sessizliği son bir umut parçasını da götürdü içinden… Yavaşça mutfağa süzüldü, evde kimsenin olmadığını görerek. Süzüldü, hayaletlere özgü bir şekilde, kendine bırakılan bir not aradı… Yoktu… Tütünden yadigar kuru öksürüklerden sonra ev tekrar sessizliğe gömüldü… Aynanın karşısına geçti ve vitamin sarısı saçlarını taradı, bir prenses edasıyla… Vitamin içtikten sonra sidiğinizin olduğu gibi sarıydı saçları. Bu saçların çevrelediği anlamsız suratı, siyaha çalan kahverengi gözler süslerdi… boş boş bakan… Soluk teni ve mor

dudaklarıyla bir cesede benzerdi… Kürklü parkasını giydi. Sıcak sıcak esen rüzgar zamanla yerini keskin bir fırtınaya bırakacaktı çünkü… evden çıkmadan önce neredeyse kokuşmaya başlamış olan sevgilisinin cesedine son bir kez baktı ve sevgiyle saçlarını okşayarak terk etti evi… Ev denebilirse… Sokaktaki dilencilerin sefaletinden vahşi bir zevk alıyordu. Kendi rezilliğini unutturuyordu ona… Buna daha fazla katlanamadı ve tekrar o ezik ruh haline döndü, evine döndü… Soluk karamsar mavi gökyüzü ona yatağına girmesini söylüyordu. Sevgilisini de yanına aldı, ona sarıldı ve leş kokusunu çekti içine, ciğerleri bayram etsin diye… Yataktaki yumuşatıcıyla birleşen bu koku, saf matemine katkıda bulundu ve gözyaşları durmak bilmedi… Mutlu olmayı özlediğini fark etti… Tek yolu vardı bunun, aynanın karşısına geçti ve eline bir jilet aldı. Koluna attığı ilk çizikle birlikte ağzı kulaklarına vardı ve devam etti yorulana kadar. Kanının tadına baktı… Güzeldi… Bu hisle ilk önce ateş gibi olan kolu şimdi buz gibi ve ferahtı… Sevgilisine baktı… Galiba ondan kurtulmanın zamanı gelmişti. Karanlık geceye doğru yürüdü. Saçlarını ıslatan yağmurdan sonra çıplak kollarına vuran rüzgar hissizleşmesine sebep olmuştu.

Çılga “Akıl Kaçıntısı” başlıklı hikayeyi klavyeye alırken Smashing Pumpkins’ten Tear isimli şarkıyı dinliyordu. Listesinde bunu takip eden parça ise The Chantays’tan Monsoon idi... Çılga o sırada hipo kokuyordu. Çünkü en sevdiği tişörtlerden biri yer bezi yapılmıştı ve bu durumu kabullenemeyen yazarımız, hikayesini yazarken o tişörtü giymişti. Hipo kokulu tişörtüyle mutlu olmasının önündeki tek engel ise sigarasının bitmiş olmasıydı. Ertesi gün erken uyanması gerektiği halde uyanamaması ise Kaçak Draje’yi hiçbir biçimde bağlamamaktadır.


52

a ç K kaçık

tarz Hazırlayan: Meyla Yılmaz E-mail: meylaylmz@hotmail.com


aK


54


Meyla görselleri İlknur’a müzik çaları ile verir. İlknur bunları bilgisayarına kopyaladıktan sonra müzik çaları Meyla’ya vermek üzere Can’a verir. Can montunun cebinde unutur. Araya haftasonu girer. Can okula gitmeyeceği için müzik çaları İlknur’a geri verir. İlknur okula götürür fakat Meyla yoktur.


56

DOĞALA ÖZGÜ ÜMİT IŞIĞI

K

açak var! Kaçak var!” diye bağırıyordu hayat arkasından tüm gücüyle alabildiğine yüksek tondan. Hızlıca koşuyordu Ümit arkasına bakmadan, kopan gürültüye kulak asmadan. Kafasından çıkmak bilmeyen karanlık hatıralarla, içinde Hâlâ var olduğuna inandığı ufacık ışığı bulmaya gidiyordu emin adımlarla. Yamuk yumuk delikten içeri girmeden önce üzerindeki, onu dış dünyayla

bağlantı kurmaya itebilecek her şeyden kurtuldu. O’nun gözünden düşen yapma kirpiği elinden bıraktığında adımını atmıştı karanlığa doğru, yere değmeden vücuduyla ay ışığının bağı kopmuştu bile. 16 yaşındaydı ilk adımını attığında taşı toprağı İstanbul’a, Adana’nın bağrından kopup. Aksaray, Laleli, Sultanahmet derken kendini buldu tüm pis işlerin tam ortasında. Doğuştan gelen bir yeteneği vardı rol kesmeye, çok işine yarıyordu bu hafiften


57

A

Yazı: Engin Arınan E-mail: enginarinan@hotmail.com İllüstrasyon: B. Can Evirgen

kaypak yanı. İnceden bir masumluk vardı yüzünde zamanla kirlendi o da bulunduğu sisin içinde. İlk kez kalbi kıpırdadı, kirpiği düşen kadının kirpiğini tutup ona geri vermek için gözlerine baktığında gözlerinin simsiyah ışıkla kaplanmasıyla, gecenin bir yarısı Aksaray’daki bir pavyonda. Aşkı yüzünden mahpusa düştü alkollü bir gecede Işık’ın çalıştığı pavyonu basıp fedailerden birini yaralaması yüzünden. 18 yaşındaydı güneşin Bayrampaşa civarlarına doğmasını beklediğinde. 2 yıl yattı adam öldürmeye teşebbüsten ümitsiz aşkı uğruna. O kendi ışığının peşindeydi, ayda 5 gün demir parmaklıklardan sızan dolunaya mahkûm olmuştu. Şimdi geçmişinden kaçıyordu hiç yaşamamış olmayı istediği. Kapattı kendini 3 aya yakın bir süre için Adana’nın kırsalındaki mağaralardan birine. Yanına yaşamsal hiç bir şey almadı bu yola çıkarken. Günün büyük kısmını etrafını çeviren soğuk duvarlarla geçirdi. Arada dışarı çıkıp yiyecek bir şeyler arıyordu. Hiç kimseyle konuşmadı bu süreçte iç sesi hariç. Doğanın ondan ne istediğini anlamaya çalışıyordu. Dinliyordu onun dışındaki fısıldanmaları. İyice güçten düşmüş, beti benzi atmış, vücudundaki etler sayılmaya başlamış, yüzü gözü uzayan sakallardan görünmez hale gelmişti ki; ben buraya büyük kaçış için değil yeniden doğuş için geldim deyip onu kucaklamaya hazır güneşin kollarına bıraktı kendini. Gözleri kamaştı keskin güneşte. Ovaladı yumruk yaptığı ellerinin işaret parmaklarının dışıyla gözleri ışığa alışsın diye. O sırada sağ gözünden tek bir kirpik parçası çimlerin arasına düştü zamanla doğala karıştı. Işık’ınkiler çimlerin hemen altındaki ilk katmanda olduğu gibi durmaktaydı bir gün kabul edilme umuduyla.

Engin bu hikayeyi çok değer verdiği bir arkadaşından dinlemiş ve kendi diliyle yazıya dökmüştür. Arkadaşı, bunun aynıyla yaşanmış olduğunu söylese de Engin buna bir türlü inanamamaktadır. Engin söz konusu arkadaşıyla bir kafede tanıştığını söylediğinde ise Hayriye Gülle’nin buna inanası gelmemiştir.


58

KAÇ-AK

Siyahtan bey doludan boş sorudan cev içten dışa yavaş yavaş ya da bir an kaçmak… sessizlikten ko karanlıktan a hiçlikten bir şe uzaklaşmak.. Delice koşup yaşlıca dinlen Bir kütüphane okuma hazzıy birkaç satırda bilemedin bir havası kaçan sönmek, hevesi kaybe Kaçmak ve a ‘Ego’nun me kavgalarda y dakikalık pişm

İlknur: korrrrrrrrrrrrrrr neden kaçar bi insan? Korcan: 1) Ait olmayınca, 2) Sahip olamayınca, 3) Korumak için, 4) Korunmak için Kimse sizi anlamayınca… İlknur: Şu an aklına gelen ilk şey ne?


59

K

yaza, şa, vaba,

ş nda,

onuşmaya, aydınlığa, ey olmak uğruna . p, nmek... e dolusu kitap yla dolup, a, rkaç sayfada, n bir balon gibi

etmek… aklanmak… esai saatlerinde yıpranmak, 15 manlık molalarında

n, 5)

hatalarımızı karşılaştırıp, kalbin revirlerinde kâh gözyaşlarıyla kâh kucaklaşmalarla yenilenmeye çalışmak. “Keşke!” demek, ve bir de “kaç yazar?”… Kaçmak ve aklanmak… Deliyken akıllı, usluyken yaramaz, günahkarken tövbekar olmaya çalışmak… Bir babayı öldürmek ve karısından mutluluğu, çocuklarından geleceği çalmak. Hapis yatmak… beli bir süre, belli bir yerde, anlamsızca beklemek… Özgür kalınca da affedilmiş sayılmak... Önce oturup kara kara düşünmek, Ardından dizginlenip kaçmak ve aklanmak… Hepimiz bir yerden kaçak, bir yere göçeğiz. Hepimiz bir önceki sürecin efendisi, şimdiki zamanınsa kölesiyiz… Kaçmak… aslında olduğun yerde saymak… neresinden başlarsan başla, aynı satıra ait olmak… Şiir: Korcan Atalay Email: korcanatalay@hotmail.com İllüstrasyon: B. Can Evirgen

Korcan: Rüzgâr. Ya bu ne garip sorular. ☺ Hoşuma gitti ama. ☺ İlknur: Bi filmden kaçan bi karakter söle desem sana peki? Korcan: Catche me if you can filminde Leonardo di Caprio.


60

İYİ GECELE

Yazı: Esra Erdem Email: esra_rdm@yahoo.com İllüstrasyon: B. Can Evirgen

K

apının altından kağıdı atmaya çalışan adam... Bilse kapı kilitli değil, kapının kulpuna bi dokunsa anlayacak. Kapı açılacak al bu senin diyecek, ben de “ iyi,tamam” deyip kapıycam suratına kapıyı. Belki de bundan kapıyı kilitli bilmek istemesi, benle yüz yüze gelmemek için tüm bu bilmemezliği. Ertesi sabah güne uyanan gözlerim ,yollarla arkadaş olmaya çalışan 38 lik parmaklı yürütecim, kapının tozuyla haşır neşir olmuş kağıdı sımsıkı kavramış manik_kürlü ellerim.. Toplamda ben oluyoruz ayrılınca tuhaf tuhaf adlar alıyoruz. Alemin bakışlarına, sözde hoşluklarına çoğu zaman boşluklarına aldırmadan sessiz sakin bi köşe buluyoruz. Kağıtta yazılanlar merak konusu kağıt açılınca

karşımıza çıkanlar endişe unsuru. Gözler oku yazılanı.. Hımm!! Demek o da böyle yapma istiyor... Tıpkı toplamdaki biz gibi.. Halbuki hiç de kağıtta yazılanı savunan bi hali yokmuş gibi. Evet!! “gibi” demek ki olabilir. Demek k “gibi” olma hali kesinlik kazandırmıyor durum Herkesin aslında bi nebze de olsa var içinde kağıtta yazılı hale bir hayranlığı, düşkünlüğü İstiyoruz az ya da çok istiyoruz biz bunu. Seb için ne denirse densin sonuç ortak. Ama sonuç değerlendirmesi herkesin harcı değil seferinde güzel sonuçlar ortaya çıkmayaca Her gün yanımdan geçen simitçi eminim ki o da istiyor bunu.. .istiyor ve yapamıyor. Halbuki bohçasını eline almış da bir gece va gidebilmiş aklı evvel kız... Aklı evvel olduğun belki de gidişi, cesareti... Akıl gelince başa belki ondan ahlamaları, vahlamaları. Kapan


61

ER

uyo ak ç

ki ma. e şu ü... bebi

her ak .

akti ndan

na

kısılmış fare bile istiyor bunu. Kavalcı kavalını çaldığında o güzel sesin esaretine girmemek için tüm çabası, isteği.. Kağıt parmaklarımın arasında, gözlerim geçip gelenleri, sürüden kaçıp da kendilerine yol seçme çabasında bi sağa bi sola sendeleyen bedenleri izlerken zihnimden de simitci, aklı evvel kız, fare, o ve bi de ben geçmekte... Arada sırada da balıkcı motorlarının gürültüsü beni kendime getirmekte... Bak şimdi olmadı ama. O tutulan balıkların da hakkı var buna, haklarını haksız yere hakkımız olmadan yiyoruz. Tadı çok güzel hele bi de ızgarası olursa daha da bi güzel. İzin verrniyoruz ne kötüyüz sadece kendimizi düşünüyoruz. Çoğumuzun istediği şeye ihtiyacı olmadan, denizin dibinde özgürce dolaşan o balıkları çok kıskandığımızdan belki de, çekememizliğimizden. Onların buna ihtiyacı nasıl olmaz, nasıl istemezler bunu, hallerinden memnun olmayıp da hiç mi kaçmak istemezler? Minik serçe dikilip de bakma bana öyle... Sen de kaçıyosun sürekli bir yerlere rahatca, kolayca... Birilerini, birşeyleri ardında bırakıp günlerce onlar için yas tutma derdin olmadan kaçıyosun işte... Peki, peki!! Kaçış demeyelim buna göç diyelim. Sen de hemen alındın ama bana. Aklımı kaçırmış olmalıyım. Neler düşünüyorum ben böyle, bi kuşla mı konuştum yoksa az önce? Kuş beyinlilerle konuşmaya alışkınken bi kuşla iki muhabbet etmişim şaşmamak gerek aslında buna. Ben bunları düşünürken; kağıt, rüzgarın parfüm kokusuna dayanamayıp ellerimin arasından kaçıveriyor. Sanki peşinden kovalayan var. Ayaklarımı ayağa alıyorum, ilerliyorum yol boyu. Ben dursam da yol ilerlese, zihnim yeteri kadar yorgunken bacaklarım azıcık olsun dinlense. Hava kararıyor... Güneş ışıklarını söndürüp, üstüne yorganını çekiyor. Günün hengamesinden kaçıyor sanki. Kafa dinlemek ister gibi, kendini dinlemek ister gibi... Geceden kaçar gibi. Evdeyim... O bu gece yok, diğer geceler de olmayacak. Kağıtta yan yana gelen harfler bu gece birbirlerinden çok uzaktalar. Biri bi köşeye kaçmış diğeri bambaşka bi köşeye. Sahipsiz kalıştan olsa gerek. Dün gece kapının altından iliştirilip de atılan kağıt, bugün rüzgarın cazibesine dayanamayıp ellerimden kaçan kağıt şimdi kimbilir kimin ellerinde ve kimbilir ne zaman başka başka ellere gitmenin hesabındasın. Gözlerim uykuya ilerliyor, içimde karamelle karışık tatlı bir huzur. İyi geceler hayat, yarın ikimiz için de güzel bir gün olacak.

Esra bu yazıyı yazarken ne alakaya maydonozsa Muppet Show’da; Kermit, Fozzie Bear, Scooter, Camilla, Sweetums, Annie Sue, Robin, Sgt. Floyd Pepper ve diğerleri yerine “hayatımdan kimleri alsam da onların yerine koysam” diye ara ara aklından geçirmekteydi. Aynı zamanda günlerdir eline yapışan, okudukça sanki sayfaları artıyormuş hissine kapıldığı bi de içinde kendince mantık hatası bulduğu kitabı bitirmenin gereksiz huzurunu taşıyordu.Anathema’dan Angels walk among us ardından da Pearl Jam’dan Black bi de Garden dinleyip, ortaya karışık kafası karışık bi insan moduyla yazısını bitirdi. Baba Zula’dan da “Mahsun beni Taksim’e götür” tınılarına kendi isteğiyle, hiç bi baskı altında kalmadan “evet” deyince tam abandone oldu..Seviyomuş, napsınmışş. Esra şu an gayet iyi ve gayet keyifliymiş, öyle dedi.


62

BU SABAH İLK DEF

Yazı: Hande Polat-Email:hnde_pink_7@hotmail.com-İllüstrasyon: Erdinç Y

Hande, Nick Cave’den “Omalley’s Bar” eşliğinde yazısını yazarken aklında okul vardı. Aslında bu şarkıy aklına bir şey gelmemekte ve doğrudan kendi dünyasına gitmektedir. O gün de her zamanki gibi okuld başına oturdu ve “ben niye okula gidiyorum ki?” diye düşündü.


FA...

Yücel

yı dinlerken kopmakta, dan geldi, bilgisayar

63

B

u sabah tuvaletten sonra ellerimi ve yüzümü yıkamadım. Gardrobumda ne bulduysam geçirdim üstüme. Gözlerim kapalı halde kahvaltı masasına oturdum. Her zaman ellerim yapış yapış olmasın diye ekmeğimin üstüne itinayla sürdüğüm çilek reçelini bu sabah beş parmağımla yedim... Reçel kasesinin içine daldırdım parmaklarımı... Ellerim yapış yapıştı ve ben o kadar mutluydum ki… Kahvaltım bitti ve ben yine ellerimi yıkamadım. Saçlarımı toplamaya çalıştım reçelli parmaklarımla, sonra vazgeçtim bıraktım kendi haline. Dünden kalma çantama bugünkü ders kitaplarımı koydum. Ağırlaştı çantam, rastgele bir kitap çıkardım içinden, fırlattım yere... Evet, şimdi biraz daha hafiflemişti çantam. Hazırdım okula gitmeye. Aynada kendime bakmadan kapıdan çıkarken ayakkabımı bağlamadım. Tam kapıyı kapatacakken vazgeçtim okula gitmekten tekrar içeri girdim. Kıyafetlerimi çıkarmadan uzandım yatağıma. Ben okula neden gidiyordum ki? Benim hedefim neydi? Benim okulda ne işim vardı ki? Neden her gün o sert sırada kıçımı ve sırtımı acıtıyordum? Buna neden katlanıyordum? Sorularıma cevap vermek için düşündüm bir süre. Düşünmekten sıkılıp açtım televizyonu. Sabah haberleri başlamıştı. Spiker, devlet başkanının değiştiğini söylüyordu. Devlet başkanı da neydi? Neden sürekli değişiyordu? Ne işe yarıyordu ki? Devletin ne işe yaradığını bilmiyordum ki, başkanını nerden bileyim. Haberlerden de sıkılıp çizgi film açtım kendime. Tom ve Jery izledim. En sevdiğim çizgi filmdi. Televizyon açık tam uykuya dalmak üzereyken telefon çaldı. Arayan arkadaşımdı. Neden bugün okula gelmediğimi soruyordu. Bir yığın konu işlediklerini, benimse derslerden geri kaldığımı söylüyordu. Bir süre dinledikten sonra sıkıldım, telefonu yere koyup uyumaya devam ettim. Derslerden geri kalsam ne olacaktı ki? Ne öğretiyorlardı ki bize derste sanki? Gözlerimi açtığımda hava kararmıştı. Acıkmıştım. Evde bir şey yoktu. Dışarı çıktım yiyecek bir şeyler almaya. Herkes bana bakıyordu. Herkes neden bana bakıyordu? Ne vardı halimde? Dikkatlerini çeken neydi bende? Onlar gibi olmadığım için mi? Onlar gibi giyinmediğim, onlar gibi temiz olmadığım için miydi? Herkes birbirine benzemek zorunda mı bu hayatta? Çok komikti gerçekten insanlar. Eve geldiğimde hazır aldığım şeyleri yemeye başladım hemen. Doymuştum artık. Bugün bitmek üzereydi. Bugün ne güzeldi. Bugün hayatımın en güzel günüydü. İstediğim gibi kimse beni yönlendirmeden yaşadım bugünümü. Artık kimse beni ilgilendirmiyor kimseye de benzemiyordum. Ben olmuştum. Dilediğin gibi yaşamak ne güzelmiş. Artık ben insan değil Hande’ydim. Sürüden ayrılmış bir koyundum. Ne güzelmiş kendin olmak... Sorumluluklarını bir kenara atmak… Ne de güzelmiş yaşam. Hayat o kadar da korkunç değilmiş bugün öğrendim. Yarın da okula gitmesem mi?


64

sıkıcı şeyler sıkıcı şeyler sık

LISE MEITNER (18

Yahudi Soykırımı’ndan kaçan bilim insanlarından Avusturyal Meitner’in ve arkadaşlarının yaptı

Hazırlayan: İlknur Seda Bendeş Fizyonun keşfi, 5 yıl süren bir maratonunun sonunda oldu. Yarışı, hem de gürültülü bir şekilde Romalı bir grup genç fizikçi başlattı. Bu gençlerin içinde İtalyan fiziğinin harika çocuğu Enrico Fermi de vardı. Kuramsal fizikteki üstün başarıları sonucu henüz 28 yasındayken İtalyan Kraliyet Akademisine üye seçildi. Akademi’nin en genç üyesiydi. 1934 yılının baslarında çevresine topladığı bir grup fizikçiyle deneysel fiziğe yöneldi. Çekirdek bombardımanında o zamana dek alfa parçacıkları kullanılıyordu. Alfa parçacıkları ağır kütlesi ve çifte elektrik yükü nedeniyle kati maddeye nüfuz etkisi küçük kalıyordu. Fermi, iki yıl önce keşfedilen nötronu bombardıman mermisi olarak seçti. Nötron elektrikçe yüksüzdü ve ayrıca kütlesi alfa parçacıklarının dörtte biri kadardı. Herhangi bir itme ile karsılaşmadan maddenin içlerine girebilirdi. Roma’dan zafer çığlıkları çok çabuk yükseldi. Fermi ve arkadaşları önüne gelen elementi nötronla bombardıman ederek bir dizi radyo izotop elde ettiler. Sıra uranyuma geldi. Görünürde değişen bir şey yoktu. Nötronla bombardıman edilen uranyum, beta yayan çekirdeklere dönüşüyordu. Beta olayının açıklamasını yapan Fermi’nin kendisiydi. Beta yayan bir çekirdekte bir nötron bir protona dönüşüyor, yani atom numarası bir artıyordu. 1934’te Fermi, Emilio Segre ve daha üç arkadaşının imzasıyla su haberi yayınladılar: Uranyumun nötronlarla bombardımanından en az 4 radyoaktif madde oluşmaktadır. Bunlardan ikisi uranyumdan daha ağır 93. ve 94. elementlerdir. Haber, bilim dünyasında bomba gibi patladı. Roma basını da uranyum ötesi elementlerin bulunduğunu yazıyordu. Aslında yanılmışlardı. Beta yayıcılar uranyum ötesi elementler değil, uranyumun yaklaşık ikiye bölünmesinin ürünleriydi. Fermi ve arkadaşları fizyonla oynuyorlardı. O sırada bu olasılıktan sadece Alman kimyacı Ida Noddack söz etmişti. Renyum elementinin keşfedeni olan 38 yaşındaki Noddack hanımefendi söyle diyordu: “Bilinmeyen radyoaktiflerin periyodik tabloya dâhil elementlerin hiçbirisine ait olmadıkları tek tek kanıtlanmadan onlara yeni element demek doğru olmaz” O zaman fizikçiler ve kimyacılar söyle bir olguya koşullanmıştı: nükleer bombardımana tutulan bir element ancak yakin komşularına dönüşebilir. Fermi, yıllar sonra söyle dedi: “Uranyumda diğer elementlerden farklı olarak bir olayın olabileceğini düşünecek kadar hayal gücüne sahip değildik. Ayrıca oluşan radyoaktiviteleri ayrıştırabilecek kadar kimya bilmiyorduk “ Haberin büyüklüğü,

devrin en ünlü radyokimyacısı olan Otto Hahn’ in ilgisini çekti. 30 yıl sonra bir madalya töreninde ABD Atom Enerjisi Komisyonu Başkanı G. T. Seaborg, Otto Hahn’ a dönerek söyle diyecekti: “ Genç bir radyokimyacı olarak beni Nobel kazanmaya götüren çalışmalarımda, sizin Uygulamalı Radyokimya kitabınız, elimden bırakmadığım, mukaddes bir kitaptı.” Öğretmenine unutulmaz bir ödül vermenin güzel bir örneği. Almanya üzerinde biraz daha duralım. 1933 yılında Nasyonal Sosyalist Parti ve onun lideri Adolf Hitler Almanya’ da iktidarı- demokratik yolla, seçimle- ele geçirmişti. Faşizmin dişlerini göstermeye başladığı bu yıllarda Otto Hahn (1879-1968), Berlin’de Keiser Wilhelm Enstitüsünün Radyokimya Bölümü başkanıydı. Ayni enstitünün Nükleer Fizik bölümü başkanı da Bayan Lise Meitner idi. Otto Hahn ve Lise Meitner, 28 yıldır ortak çalışma yapan iki dosttular. Lise Meitner, Almanya’nın Madam Curie’ si diye de tanınır. Tarihin ilginç bir cilvesi olsa gerek bu iki bilim kadını, Birinci Dünya Savası sırasında birbiriyle çarpışan Fransa Otto Hahn ve Avusturya ordularında karşı cephelerde röntgen uzmanı olarak hizmet vermişlerdir. Roma’dan büyük haberlerin yayımlandığı günlerde Hahn ve Meitner, Rusya seyahatinden dönüyorlardı. Onları karşılayan arkadaşları söyle takılırlar: Fermi’nin bombası uykunuzu kaçırmadı mı? 1935lerde Roma fizikçi grubu dağılmıştı. Fizyonun bayrağı artik Berlin ekibinin elindeydi. Ekip, Otto Hahn, Lise Meitner ve genç kimyacı Fritz Strassmann üçlüsünden kuruluydu. Ekip nötronla bombardıman ettikleri uranyum tepkimesi sonucunda yarı ömrü farklı 9 element bulunduğunu gördüler. (Fizyon tepkimesi sırasında 200 kadar radyoizotop oluştuğunu bu gün artik biliyoruz). Berlin çalışmaları sonucunda sadece 93. ve 94. değil, 94. ve 95. elementlerin oluştuğu açıklandı. 1937 yılında Fermi, Nobel ödülüne aday gösterildi. Tam bu sırada Paris’te Iren Joliot-Curie ve Pavel Savitch ikilisi de ayni konuya ilgi duydu. Onlar da nötronla uranyumu bombardıman ettiler. Bulunan elementler hakkında bir kararsızlıktan sonra “lantana çok benzeyen uranyum ötesi bir element” oluştuğunu açıklarlar. Koşullanmışlık bir kez daha ayakucunda duranı uzaklara savuruyor. Buldukları lantanın ta kendisiydi. Eğer bu tanıyı yapabilselerdi fizyonun keşfini Fransa yapmış olacaktı. Lantan (La), atom numarası 57 olan yaklaşık onun yarısı ağırlıkta bir


878-1968)

65

kıcı şeyler sıkıcı şeyler sıkıc

lı Lise Meitner, radyoaktivite üzerinde çalışmıştır. İşte size Lise ığı çalışmalardan Fizyonun keşfi…

- E-mail: ilknurseda@yahoo.com elementtir ve uranyumun bölünme ürünleri arasında olduğu bilinmektedir. Roma’dan sonra Paris de fizyonun keşfini müjdelemekten mahrum oldu. Lise Meitner, 1907 yılından beri Berlin ‘de yaşıyordu ve Avusturya pasaportu taşıyordu. 1937 de Adolf Hitler, Avusturya’yı işgal etti. 1938 de Avusturya’ da artik Musevilere yasam hakki yoktu. Lise Meitner, 1938 Temmuzunda apar topar Stockholm’e kaçmak zorunda kaldı. 10 Kasım 1938 günü ve ertesinde Berlin’ de Musevilere ait ev ve işyerleri faşistlerce yakılıp yıkıldı; kırılan camlar caddeleri kristal bir örtü gibi kaplamıştı. O gecenin adi ‘Kristal Gece’ idi. Paris ekibinin çelişik bildirileri O. Hahn ve F. Strassmann ikilisine incelemeye değer geldi. Hahn ve Strassmann, 40 yıl önce Madam Curie’nin ayrımsal kristallendirme yöntemini kullandılar. Önlerine baryum klorür çıktı. Fakat basiretleri bağlıydı. Baryum olamayacağını düşündüler. Sonra radyoizotop karışımını yeniden ayırmaya çalıştılar. Sonunda 17 ve 19 Aralık 1938 de gerçeği kabul eden sonuçlar aldılar: 22 Aralık 1938 de makaleyi Doğal Bilimler dergisine ulaştırdılar. Makale kısaltılarak 6 Ocak 1939 da yayımlandı. Uranyum nötronla bombardıman edilince yaklaşık eşit ağırlıkta ikiye bölünüyordu. Atomos, bölünemez demekti. Demokrit’ten 2300 yıl sonra atomu insanoğlu bölmüştü. Yıllar sonra Otto Hahn söyle diyecekti: “Nükleer fizikçiler bizi koşullandırmışlardı. Ne zaman onların etkisini kafamızdan sildik ve bir kimyacı gibi düşündük, iste o zaman gerçeği görebildik.” Gördüğünüz gibi, su nükleer fizikçiler fizyon tepkimesinin bulunuşunu epeyce geciktirmişler! 19 Aralık 1939 Pazartesi günü Otto Hahn, kadim dostu Lise Meitner’ e uzun bir mektup yazdı. “Su ana kadar atomun parçalanabileceğine hiç ihtimal vermedik. Öyleyse baryum nasıl doğuyor? Mevcut fizik kanunlarına göre bunu açıklayabilir misin?” diyordu. Lise Meitner de bunun olabileceği sekline bir yanıt verdi. Lise Meitner İsveç Bilimler Akademisi, Fizik enstitüsünde profesörlük verilir. Yeğeni Otto R. Frisch ise Kopenhag’ da Niels Bohr’ un yanındadır. Meitner ve Frisch onun enerji yönüne eğildiler. Hesapla ve deneyle fizyon sonunda büyük bir enerji açığa çıktığını gösterdiler. Canlı hücrenin bölünerek çoğalmasından esinlenerek olaya fizyon (bölünme) adini verdiler ve 16 Ocak 1939 da olayın mükemmel bir açıklamasını İngiliz Doğa dergisine gönderdiler. Lise Meitner ve Otto Robert Frisch, olayı çekirdeğin sıvı damlası

modeline ve maddenin enerjiye dönüşümüne dayanarak açıklıyorlardı. Yalnız, olayın nötronla ilgili boyutunu anlayamamışlardı. Onun açıklaması da Mart 1939 da Paris’ ten geldi: Hans von Halban, Frederic Joiot ve Lew Kowarski üçlüsünün imzasını taşıyan ve Doğa dergisine postalanmış mektup olayda fazla nötron açığa çıktığını ve ardışık bir zincir tepkimesi oluştuğu açıklanıyordu. Otto Hahn engin bir alçak gönüllülükle söyle der: “ Zaman, kesif için olgunlaşmıştı. Buna Berlin’ de ulaşılması bizim talihimizdi.” Fizyon olayı, 1939 yılında Avrupa’ da çözülmüştü. Ama İkinci Dünya Savası’nın alevleri de Avrupa’yı yakmaya başlamıştı. Avrupa’daki savaş yangını, atom yarışında bayrağın, kıta değiştirmesine yol açtı. Şans bir kez daha Amerika Birleşik devletlerine güldü. Avrupa’daki Bilim adamlarının kaçtığı/göçtüğü/sığındığı iki ülke oldu: Amerika ve Türkiye. Bu konularda pek sesi soluğu çıkmayan Amerika inanılmaz bir atak yaparak basa geçti. Avrupa’da faşizmin egemen olusu bilim adamlarını Amerika’ya yığmıştı. Türkiye’ye gelenler de 1933 Üniversite Reformunun mimarları oldular. (Türkiye,1990’larda Sovyetler Birliğinin çöküşünden yararlanabilirdi;ama bu atilimi yapacak iktidar yoktu...) 1940’larda bilimin önündeki soru suydu: Fizyon yapan uranyum izotopu hangisidir? Uranyum-235 mi, uranyum-238 mi? Doğadaki bin uranyum atomundan yalnızca 7 si uranyum-235, 993 tanesi ise uranyum-238 idi. Mart 1940’da Amerikalı J. R.Dunning uranyum-238 in fizyona katılmadığını gösterdi. Bu, ciddi bir sorundu. Çünkü doğada çok olan değil de eser miktarda denebilecek olan uranyum-235 ise yarıyordu. Kısacası fizyon olayı için bin atomdan 993 tanesi safra durumundaydı; işe yaramıyordu. Uranyum-238 gerçi nötron yutuyordu ama fizyon yapmıyordu. Bir de nötronların hızına ve tasarrufuna bakmak gerekiyordu. Fizyonda hızlı nötronlar değil, yavaş nötronlar daha etkin ateşleyiciydi. Yani zincir tepkimesi için yalnız uranyum değil, ayni zamanda nötron yavaşlatıcısı bir madde de gerekiyordu. 20. yüzyıl bitmek üzere. Çağımıza “nükleer çağ” deniyor. 1895’te Röntgen, giriciliği yüksek olan x-ısınlarını keşfetti. Bu ışınların kaynağı bilinmediğinden ‘iks ışınları” adi verilmişti. 1896’da Henri Becquerel, radyoaktifliği keşfetti. 1897’de J.J. Thomson, yeni bir temel parçacık olan elektronu keşfetti. 1898’de ise Curie’ler radyumu diğer maddelerden ayırmayı başardılar. (Heinz Pagels, Kozmik Kod, s: 62)


Çıkan kısmın özeti: Kilometrelerce ötede, kafasında aynı şarkıyı döndürüp duran Vincent kendini vurdu, göğsünden kan boşaldı oluk oluk. Nereye varacağını bilmeden mezun olanlar olduğu için ekibimiz küçülüyor fakat burada her şey sürekli hareket halinde. Adını yazdığın kaya ödevi bitince kardeşi Ahmet ile oynamaya başladı. Esra ve Ahmet tam kanalı değiştirecekken televizyonda yemekteyiz programı vardı. İstiklal’de feci bir kalabalık, Almanya’da yarışan Erkan Serçe’yi izledi. Uyku saati gelmeden önce maceranın ve trajedinin göbeğine dalan Penguenler hiç üşür mü? Annem de aynı endişeye kapılmış olmalı. Bir telaşla geldi. Olağanüstü bir SİStanbul sabahı Kate Porceserra’nın, Wembley stadında verdiği Londra konseri sırasında Utku Atalay bana eşlik eder. Üstelik omletimden tek lokma almadan... Böyle bir arkadaşa sahip olduğum için; Meyla Yılmaz üniversite öğrencisi olağanüstü güçlere sahip bir gençtir. Eminim ki adı kesinlikle gül değildi kırmızıyla yoktu hiç ilgisi. Öğrenci Yurdu’nda Uyurken dünyanın dönüş hızına inatla sabah 8.00 akşam 5.00 okulda Kakam geldi lan Nihan. Tek yapmamız gereken gözlerimizi kapayıp yemekten önce şeker yemesi yasaklamış bir çocuk gibi gerçek hayata atılmak. Her ne kadar şirin olmasalar da gerilim sevdalıları Barker ile tanışana kadar derin bir depresyon dönemi geçiriyorlar. Lakin, huzur ve düzen beni o kadar tembelleştirmişti ki İstiklal Caddesinde bile hâlâ o minik, kurmalı robotla oynarken çocuk evde aç bekler. Reşat Nuri Güntekin New York’daki laboratuvarında yaptığı deneylerde bir kaç kilometreden hissedilen bir deprem yaratabilmiş sıra dışı bir mucittir. Herkesin istediği şeyleri herkes gibi istemek sıkıcı gelmiyorsa herkesin balkabağına dönüşmesi OLAĞANÜSTÜ olurdu!


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.