draje t
is s r a
n
Aylık Ücretsiz İnternet Dergisi • Sayı 12 • Mart 2010
Muhteşem dr
ULUSA SESLENİŞ
İllüstrasyon Demet Özge Aykan
D
ünya’nın Güneş etrafında attığı bir tur, takvimlerimizde bir yıl olarak işaretlenir. Aynı Dünya’nın kendi çevresinde bir kez dönmesi ise, içine tıkıldığımız uygarlığın duvarlarına attığımız bir çentiğe tekabül eder. Bazı insanlar yolda adımlarını sayarlar… Üstüne basılmadan geçilen kaldırım çizgilerini… Basamakları… Otobanda kamyonları… Ya da gökyüzünde yıldızları… Bazı insanlar alacak verecek listeleri tutar… Bazıları ise yaralarının kaydını… Sayarız da sayarız… Hayali çekmeceler açar ve hayatımıza değen her şeyi orada saklamaya çalışırız. “Bir zamanlar…” diye başlayan cümlelerdeki gibi… Sinema filmleri gibi ya da… Filmi dondur ve anı ölümsüzleştir. İstediğin zaman geri sar ve istediğin kareyi ekrana çivile… Eğlenceli… Ama küçük bir eksik var sanki… İlerleme dediğimiz şey; başlangıçtan bitişe doğru yapılan bir geri sayım aktivitesinden başka şey değildir. Levıl atladık levıl atladık… O da ne, oyun bitivermiş. Her doğum günümüzde çılgınlar gibi eğlenmeye çalışmamız belki de geri sayımı unutma çabasının bir ürünüdür. Geçiciliğimizle baş etmenin yollarından sadece biri… Oysa bir yol daha vardır. Sizden daha çok yaşayacak bir şey yaratmak. Bazen
heyecanla, bazen deliler gibi eğlenerek ve bazen dünyanın en derin çukurunda kaybolmayı dileyerek… Mesela uykusuz geçen bir gecenin sabahında ambale olmuş kafaları dinlendirmek için di-vidi pıleyır’a bir film koyarsınız ve film o kadar kötüdür o kadar kötüdür ki bir saniyesini bile kaçırmadan izlemekten alıkoyamazsınız kendinizi. Sonra başınızı yastığa gömdüğünüzde, koyunları ya da hayal kırıklıklarınızı filan saymanıza gerek olmadan uyuyabildiğinizi fark edersiniz… Samimiyetinden başka hiçbir şeyiyle kalıcılık iddiası taşımayan bir dergi macerasında, bir yılın çetelesini tutmak kolay değil elbette. Yazarlarımız, çizerlerimiz, fotoğrafçılarımız, okurlarımız, bakarlarımız ve her ay değiştirdiğimiz adımızla birlikte geçirdiğmiz bir yıl… “Bi tur versene abi” diye çıktığımız yolda Güneş’in etrafını bir kez birlikte dolaştık. Tek tek ve hep beraber yaptığımız geri sayımda üç yüz altmış beş günü atlattık ve hala buradayız. Yarın nerede olacağımız konusunda kimseye tek bir söz vermeden buradayız. İki ay sonra yine tarayıcınızda olacağımızı vaat etmeden buradayız. Ve bir internet dergisi olarak, kütüphanenizde saklayamayacağınız bir sürü hayal mahsulüyle… Yasak Draje’de söylediğimiz gibi aklımızla fikrimizle düşümüzle çüşümüzle herhangi bir internet dergisinden daha uzun ömürlü bir şey yaratmak üzere buradayız. Draje Dergi’ye her ay yeni bir adla
raje ve yenilenmiş enerjimizle bit bit, piksel piksel hayat verirken, gündelik dertlerin hiçbirini takmıyoruz. Kazanmak ya da kaybetmek umurumuzda olmadan buradayız. İyi, daha iyi, en iyiyi oynamak umurumuzda olmadan buradayız. Köşe dönme hayalleri filan kurmadan buradayız. Her ay başka bir konseptle tüneller kazıp kaçış planları yaparken, el birliğiyle bir efsane yaratmakta olduğumuzu bilerek buradayız. Sıkıntıdan patlamamızı sağlayarak Draje Dergi’ye yoğunlaşmamıza yol açan işlerimize, okullarımıza ve televizyon programlarına teşekkür ederiz. Yoldan çıkma arzumuzu tetikleyen tekdüzeliğiyle hayata teşekkür ederiz… Ve en çok; ısınmak için sarıldığımız rüyalarımızda, okyanus ötesini ya da başka dünyaları keşfetmemize vesile olan o buz gibi gerçekliğe teşekkür ederiz. Siz olmasanız bu denli içimize dönmez ve ruhumuzdaki yeşilliği fark edemezdik. Şu anda içine çekilmekte olduğunuz sayfalar boyunca, Milla Jovovich’ten sonra dünyadaki en güzel şey olan Draje Dergi’den bahsedip durduk… Sizler bir yıllık maceramızı özümserken, biz kollarımızı çoktan yeni bir Draje için sıvamış olacağız.
Çirkin Draje’de görüşmek üzere… Erdinç Yücel Genel Yayın Yönetmeni
draje Genel Yayın Yönetmeni Erdinç Yücel Yazı İşleri Müdürü Birkan Can Evirgen Art Direktör - Grafik Uygulama Songül Yücel lugnosy@gmail.com Redaktör Ece Naz İlkin bestoftheperfect@hotmail.com Koordinasyon Sorumlusu - Menajer İlknur Seda Bendeş İnternet Uygulama Onur Şevket Bendeş Editörler İlknur Seda Bendeş • Birkan Can Evirgen • Erdinç Yücel • Songül Yücel Yaratıcı Drajeler Alper Bakıner • Alper Günay • Beyrut Fatoş Yıldırım • Cem Güventürk • Cem Vurnal • Ceren Gül Çıtak • Çağla Elektrikçi • Deniz Ada İncesağır • Demet Özge Aykan • Ece Naz İlkin • Ece Dericioğlu • Elmas Şölenkır • Emrah Sarıgöl • Emre Alettin Keskin • Engin Arınan • Esra Erdem • Özge Ç. Denizci • Pınar Karaaslan • Selen Korkutan • Tayfun Bayrakçı • Tuğba Hanım Şanlı • Utku Atalay
info@drajedergi.com Gelecek ay konsept konumuz: “ÇİRKİN DRAJE” Herhangi bir yazı, illüstrasyon paylaşımı ve diğer katkılar için bizimle info@drajedergi.com adresinden iletişime geçebilirsiniz.
Erdinç Yücel
Bahadır Çevikel
Tayfun Bayrakçı
Ali Erdoğan
Songül Yücel
Çılga Doğukanlı
Alpay Erdem
Levent Sindel
Birkan Can
Mark Town
Muhterem Gülle
Emrah Sarıgöl
Evirgen
Meyla Yılmaz
Emre Alettin
Mustafa Akman
Onur Şevket
Özgür Yetkinoğlu
Keskin
Özge Denizci
Utku Atalay
Demet Özge
Mehmet Şahin
Aykan
Tabak
Aktürk
Betül Kurtkaya
Niğda Kireççi
Cem Vurnal
Ali Ergin
Cem Özüduru
Deniz Yurtyapan
Furkan Uyan
Murat Mıhçıoğlu
Hande Polat
Yılmaz Başar
Deniz Ada
Babür
İncesağır
Özgür Güneş
Bruno Amadio
Gülden Kunter
Meltem Naz Kaşo
Emre Efendi
Vincent Van
Mehmet Atakan
Gogh
Foça
Magdalena
Tuğba Hanım
Carmen Frida
Şanlı
Kahlo Calderon
Bahadır
İtü Güneş
Yüksekşan
Arabası Ekibi
Gökhan Erakın
Luxus
Bendeş İlknur Seda Bendeş Buğra Oygur Hakan Keleş Ceren Gül Çıtak Ece Naz İlkin Engin Arınan Ece Dericioğlu Alper Günay Hayriye Gülle Alican Erkol Hayal Can İncesağır Derya Yücel Ahmet Oğuz Bendeş
Alp Serdar
Esra Erdem Korcan Atalay Murat Anar Serli Gazer Özer Şahin Pınar Karaaslan Nazlı Karabıyıkoğlu Cem Güventürk Reha Gözügörmez
Alper Bakıner
Aşık
Çakır Dede
Leonardo Da
Kamucan Yalçın
Cem Kurt
Furkan Sezen
Vinci
Ozan Akgöz
Guslav Klimt
Özcan Sezen
Şevin Kocagil
Engin Alkan
Hakan Arslan
Jean Paul Sartre
Osman Güler
Canay Cengen
Denizcan Saydam
Sakin
Dicle Esenerli
Burak Beyrek
Gökhan Yetim
Salvador Dali
Mehmet Sinan
Gökhan Barış
Ulaş Artukoğlu
İsaac Newton
Bölükbaşı
İlker Ayrık
Giovanni
Ömer Erciyes
Utkan Çıdam
Scognamillo
Merve Veziroğlu
Tamer Çıdam
Brenna
Tunay Komut
Maccrimmon
Nihan Pekgeçgil
Ersin Karabulut
Şirin Aykan
Cenker Kökten
Duygu Doğan
Onur Özdemir
Neziye Bozkurt
Nicola Tesla
Özdemir Dereli
Nuri Bilgin
Amadeo
Soner Özışık
Erdal Erkasap
Modigliani
Tiyatro Oyun
Sevil Öztatlı
Richard Dawkins
Kutusu
Ali Vahit Turhan
Yarkın Ünsal
İbni Sina
Serdar Saatman
François Gerard
Eylül İdiman
Elif Gökbulut
Selen Korkutan
İsmet Kızıl Büşra Güler
Hediye Nurcan
Bahar Alpogan John Nash Lise Meitner
Bendeş
muhteviyat
Güvenç Gizem Çınar
6 deforme deforme deforme deforme deforme deforme de
e deforme deforme deforme deforme deforme deforme def
JACK’ İN ÖDÜ İ
nsanların artık, vücut - kafa oranlarının yediye bir olmadığı günümüz toplumunda, bir insan topluluğunun yapısının “Altın Oran” adı altında uyumluluğu her yerde görülebilecek bir vukuat değildir. Bu aslında bir
nevi “nerde günümüz dergileri hey hat!” adı altında özetlenebilecek ka-
dar manidar bir mukayeseli üstünlük teorisidir. Kafanın arkasından kolu döndürüp sana en yakın kulağı tersten tutan adam ile sana en yakın adamı tersten tutan kulak arasındaki mukayeseyi Erdinç Yücel’in kanatları altında bir senedir yapan draje ekibi, insanın kendine yakışanı giymesinden ibarettir. Adamı da giydirirsin, ulaşamadığın kulağı kesersin de. Adam ol adam. Sakin ol sakin. Keserim. Draje’yle ilgili organik tarım ürünleri yetiştirsek, meskûn mahallerde draje yapıştırtmalarıyla döşesek orayı burayı, bir sponsor bulsak da dergiyi bassak, Leyla’ya Mecnun’a dalsak falan. Güzel fikirlerimiz yok değil demeye getiriyorum. Olaydı iyiydi, bulaydık ederdik. İnsan bulmaz mı be Sadık? Bulur elbet. Kurabiye ve küçük şekerlemeler yapıp draje adı altında kermesler düzenleyeceğiz. Ben Jack’in ödüyüm. Kokuyorum. Da Vinci bizi bulabilseydi basar mıydı küfrü acaba merak ediyorum mesela şu an. Yoksa dergiyi mi basardı? Tıh tıh tıh. Ölmüş herif dediğine bak. Tırsı-
Erdinç, güzel dergi oluyor be! Öpüyorum.
Leonardo da Vinci - Proportions of the Human Figure
Yazı: İlknur Seda Bendeş - İllüstrasyon: Birkan Can Evirgen
yorum.
Emre Alettin Keskin - alettin_keskin@hotmail.com
8
10
NAR-SİST Yazı ve İllüstrasyon: Demet Özge Aykan• E:mail: kult-ablasi@hotmail.com
Naaapıyosuuuun? - Draje’ye yazıyorum. - Ayyyy yine mi? Benle ilgilen! Hiç düşünmüyor musun bu kız sevilmek istiyor mu, maması var mı? Vallahi yazık, verdiğim emeklere yazık. - Aman canım sanki çok emek vermişsin de, benim asıl emek veren. . . - Sabahları ben olmasam sen daha çook geç kalırdın okula. - Ama seni uyuturken uyuyakalmamı da unutma cicim!
- (dudak bükerek)Draje’yi kıskanıyorum (sessizlik) ... - Yok daha neler! - Evet! Oraya harcadığın tüm zamanını beni severek geçirebilirdin. Gittin Ersin’le röportaj yaptın. Oysa onunla beni bile tanıştırmadın daha! Giovanni’yle tanıştın, aklına gelmedim hiç ben! Draje de Draje! Bıktım! Erdinç midir nedir, git ona söyle, madem dergi çıkartıyor, benim adımı da yazsın bi yerlere. Hem beni bir kere götürdün mü toplantılara? Söyle götürdün mü?
Kedim Nar. . . Biraz delidir kendileri. Şu an beni o kadar kıskanıyor ki Draje’ye yazıyorum diye, resmen kucağıma oturmak için nasıl da çabalıyor. Tam bir cadı. Evet evet! Nar-sizm bu olsa gerek! Geçen gün n’oldu! Duy da inanma! Bilgisayarım yatağımın üzerinde, Draje’nin sayfası açık, bir yandan da yeni Draje için yazımı mail’e yazıyorum. . . Gitmiş bu cadı bilgisayarımın üzerine oturmuş, ve o maili bir güzel silmiş, yerine afedersiniz poposuyla “3498fbnobwebvog398t0hbw0” gibi şeyler yazmış, bir de -nasıl yapmış aklım almadı- gülücük (;)) koymuş ve Erdinç’e göndermiş. Erdinç dedi ki “Bu ne Özge? Biz seni dalga geçesin diye mi yazar yaptık?” Az daha işimi kaybediyordum vallahi çok sevdiğim Draje okurları! Diyorum ya, tam bir cadı! Aman ya baksanıza güzelce yazımı yazacaktım, resmen bütün yazıda kendinden bahsettirdi
pis yumak! Neyse, gideyim de şunu seveyim biraz. . . Çünkü şu an boynunu sevmem için kaldırmış durumda, bekliyor. Güneşlenme modunda yani anlayacağınız. . . Tekrar görüşmek üzere. ** Selam millet ben Nar. Özge beni severken yine uyuyakaldı şaşkın. Ben de bu yazıyı tamamlayıp en kısa sürede size ulaştırmak istedim, ne de olsa merakla bekliyorsunuz değil mi? Bak Erdinç. . . Biliyorum beni çok seviyorsun. Hatta bu sayıyı sırf benim için Nar-sist yaptın. Her şeyin farkındayım artık daha fazla gizleme istersen bana olan hayranlığını. . . Gel anlaşalım, bundan sonra ben yazıp çizeyim, ne dersin? Özge zaten hiç sevmiyor sizi. Gerçekten bak, aramızda kalsın, geçen gün bana ne dedi biliyor musun? Hayır hayır bunu söyleyemeyeceğim. . . Ama bilmeniz lazım artık. İçime ata ata şiştim vallahi bana da yazık öyle değil mi? Erdinç, senin için “O iğrenç yazıyor, üç cümle okuyorum, dahasını kaldıramıyorum” dedi. Bence haksızlık ediyor. Bir gün bir yazında beni yazmalısın, bunun doğru olmadığını kanıtlamalıyız ona. . . İlknur’cum senin için “Hayriye Gülle’yi çok kıskanıyor” dedi ki ben biliyorum sen hiç kıskanç bir insan değilsin, çok ayıp etti çok. Bilmiyorum onu nasıl affedersin artık. . . Bilemiyorum. . . En ağır da Utku senin için konuştu. “Utku’nun bile feysbukta hayran sayfası(Utku atalay Photography) varken benim neden yok?!” diye yakındı. Bak oradaki ‘bile’ kelimesine dikkat çekiyorum. Senin çok iyi bir fotoğrafçı olduğunu düşünüyorum ben Utku! Özge hiçbir şeyden anlamıyor. Özge’ye kırgınım. Beni bırakıp Kırklareli’ye gitti. Hiç düşünmüyor bu kız da özlemiştir belki ailesini? Hiiç. . . İntikam soğuk yenen bir Wiskas’tır bence. . . Son olarak, bu sayının görselini kendi ellerimle hazırladım. Kırmızı gözlüklerimi Utku’cum hediye etti, ona teşekkürlerimi gönderiyorum. Bir bonus çocuğunun(adı Bahtiyar olsun) çirkinliğine bakın, bir de benim güzelliğime ayol! Hepinizi öpüyorum canlarım. . . Beni sizler yarattınız. . . Bakarsınız belki diğer sayılarda yine karşılaşırız, tabii Özge bunları okuduktan sonra beni öldürmezse. Hihihih. . . Mırr. . . Draje’yi kimler okur diye düşünürken, aslında tam tersini bilmek gerektiğine karar verdik. Ufak da bir listemiz var, anti-okuyucularımızı diğer sayfa altlarından takip edebilirsiniz. Destekçilerimizi de... Çorba oldu mu? Olmadı. Anlaşıldı mı? İlerde inşallah...
12
“ülke cemci yapıyo başlık yorum doğru eskide narsis Belli k
PİRAMİD Yazı: Cem Güventürk - E-mail: cemguventurk@windowslive.com - İllüstrasyon: Cem Güventürk
İlkbahar
Aysel abla Piramid bayinin sahibi değildi. Sadece burada çalışıyordu.Günlük gazeteleri diziyor,ispirtolu kalemle una şekere fiyat yazıyor,ve 10 metrekare dükkanda her gün çeşit çeşit insanın ağız kokusunu çekiyordu.Vakur,akıllı düzgün bir kadındı Aysel abla.Benim mizah dergilerinde ufak çaplı da olsa boy göstermeme içten içe bir hayranlık taşıyordu.Benimle ve gelecekle ilgili planlar yapıyor,bir yerlere geldiğimde onu unutmama dair söz bile istiyordu.Kendi yazıp kendi oynuyordu bir nevi.Her hafta benden evvel dergiye bakar,eğer dergide çalışmam yayınlanmışsa neşe içinde dergiyi bana uzatır ve gülümser bir tavırla tebrik ederdi.Fakat eğer durum tam tersiyse o gün derginin gelmediğini söyler,ve Elindeki gazeteyi göstererek dağıtımla ilgili sorunlar elden gidiyor vallahi hakkında saçmalardı.Beim,dini kullanarak siyaset orlar” şeklinde günün gelişen nim karikatürüm derdine klarını yüzeysel olarak düşmüştü,ben bu kadar mladı.”Yüzde bi milyon üstünde durmazken bu usun vallaa abla,ben de en müslümandım şimdi artık olayın,Aysel ablaya ne stim”dedim.İfadesizce gülümsedi. oluyordu bir türlü anlayaki anlamamıştı… mıyordum. Sürekli olarak Ankara’da okuyan kızına beni tanıdığını söylediğini ve beni dergiden takip etmesini tembihlediğini anlatıyordu.Kızının daha adını bilmeden,benim hakkımda “esprileri güzel, çizimini de biraz güzelleştirirse kesin köşe verirler”yorumunda bulunduğunu biliyordum.Aysel abla ve yakın çevresine akıl sır ermiyordu.Her gidişimde paraya tamah etmez bir görüntü çiziyor ve habire beni oturtup mizah ve dergicilik hakkında konuşmak istiyordu.Amatör sayfalardan kopamamış bünyemi kafasında öyle abartmıştı ki,ne söylesem gülüyor,ne desem ona espri gibi geliyordu.Bi permatik, bi kısa lark istiycem de,bunun manidarca bi şaka olduğunu düşünüp kahkalara boğulucak diye aklım çıkıyordu.
Yaz
Bulgar muhacihiriyiz biz dedi,metropol hayatına yeni yeni alışıyoruz diye de ekledi,küçük oğlunun da çok güzel gayda çaldığını söyleyip çay bardağını zigon sehpanın en küçük üyesinin üzerine bıraktı.Ben tam biraz daha şeker isteyecekken çocuk gaydayı alıp geldi.Tınısı, melodisi falan bilmediğim, yanlış çalsa bile anlamıcağım bişiy çaldı. Çok sıkıldım.Dinlerken ayağımla tempo tutmak istedim,fakat dümdüz gitmeyen,bir anda yükselip bir anda alçalan bir şarkıydı bu.Ayağımı dalayan keçi tüyü halının motiflerine bakıp “sanki melodiden çok etkilenmişim de dalıp gitmişim”hissiyatı vermeye çalıştım.Çocuk çalmayı bırakınca gitmek için müsaade istedim.Yiğit Özgür’ün eskiden çok güldürdüğünden ama şu ara çok bozduğundan bahis açtı gidemedim.Ne derse başımı sallayıp onaylıyordum.Dilbaz insan görmüştüm ama Aysel abla gibisini görmemiştim.Mahalle güruhuyla set üstü ocaklar ve kırlentler hakkında konuşması gereken bu orta yaşlı bayan,benimle uykusuzun penguenin gidişatı hakkında konuşmak istiyordu.Allem ettim kallem ettim evden ayrıldım. İt gibi sokakta yürürken “ulan biraz da haksızlık mı ediyorum ,normalde bunları konuşçak adam ararım,konu Aysel abla olunca nasıl çirkinleştim böyle bir anda,insanoğlu işte çiğ süt emmiş” diyerek kendime çıkıştım.Akabinde eve gidip,ikimizin içinde olduğu bir karikatür çizip ona hediye edecek böylelikle Aysel ablanın gönlünü almış olacaktım.
Sonbahar
Göz ucuyla bakıp,tursillerin olduğu rafa özensizce bıraktı.Dolaptan bir sarı gazoz alıp açtı ve bana uzattı.”Al için serinlesin” dedi.Benim hayvan gibi kasıp çizdiğim ,duygumu kattığım karikatürümüze,”madem o kadar çizdin al sarı gazoz o zaman sana” şeklinde bir tavırla,düz bi alışve-
14
rişe çevirmişti.”Beğenmedin mi?” dedim,oralı bile olmadı.Sanki ağır konuşup bir hengame yaratmak istemiyormuş da o yüzden hiç konuşmuyormuş gibi bir tavır takındı.Bunun başka bir izahatı yoktu.Aysel abla bana hallenmişti … Bu zaman zarfı içinde yüzsüzlük edip dükkandan da ayrılmadım.”piramid” gibi bu kadar iddialı ve yanlış yazılmış bir firma ismi çatısı altından ,ha deyince çıkmazdım zaten! Ama sanırım artık Aysel ablayla ilşkim nihayete eriyordu.Birbirimizden soğumuştuk.Artık piramid gıdanın, değil içine girmek ,önünden bile geçmiyordum.Belki yolu
uzatıyorumdu ama olsundu.Bana dergi satçak yer mi yoktudu?Ya da hiçbir büfede yeni ayseller yeni aytenler yok muydudu?Nasıl yoktudu?Gayet de vardı..
Kış
O şanlı tabelayı da kaldırdılar.Artık Piramid gıdanın yerini “Üçkardeşler ne alırsan bi milyon” almıştı.Benim dergi aldığım raflardan artık kaçak biblo,Aysel ablanın oturduğu yerden melamin tabaklar satı-
lacaktı.Aysel ablayı bir daha hiç görmedim.Ama bu karikatür hevesimi hiçbir zaman baltalamadı. Yine çizdim yine gönderdim,gün geldi yayınlandım gün geldi yayınlanmadım.Zaten dergilerde yeni bişey de olmuyordu.Hep aynı tip espriler aynı tip karikatürlerdi.Fakat bir gün değişti her şey.En orta sayfada pembe çizgilerle donatılmış,köşesinde ilk yazısını yayınlayan “Funda Piramid” ibaresini gördüm.Soyadının nerden geldiğini ve aslında bildiğimiz Piramit’le alakası olmadığını anlatan alaycı bir yazı yazmıştı. “esprileri güzel çizimini de biraz güzelleştirirse kesin köşe verirler” diyen bu zamana kadar adını bile bilmediğim kız,orta sayfadan hayvan gibi yer almış,resmen bulunduğu yerden okuyanı kırıp geçiriyordu.Bu Aysel ablanın kızından başkası olamazdı. Biraz içeri girip ağladım.”Ben de girerim lan dergiye,ne giremiycekmişim,piramid ne lan piramit kim lan kralını tanımam diyerek,Masaya oturdum.Aklımda çizilebilecek hiçbişey yoktu.Belki telefona bir şeyler kaydetmişimdir ordan aklıma gelir çizerim diye gelen kutusundan taslaklara bakarken,ilkokul arkadaşım Serhat’ın kandil mesajlarından başka bir mesaja ya da taslağa rastlayamadım.Dışarı çıkıp gezeyim belki aklıma bişey gelir düşüncesini güderek sokağa çıktım. Aklıma bikaç tane komik olmayan ama komik tiplerle çizilirse belki komik olabilecek espri geldi. Çizmek için eve koyulacaktım ki bi pilot kalemimin bile olmadığını hatırladım.Elimi cebime götürdüğümde üçbeş bozukluktan başka da bişiy gelmedi. Ben de Üçkardeşler ticaret ne alırsan bi milyon”cu ya girip 3 tane kalem,belki lazım olur diye de 5tane A4 aldım.Parayı verip tam çıkacaktım ki kasadaki adamın yarıla yarıla “funda piramid” okuduğunu gördüm.Sonra beni farkederk “Buyrun sizin ne vardı alıyım”dedi,”yok bişey” diyip kalemi de kağıdı da bırakıp çıktım.
Öncelikle yayın hayatımıza ilk başladığımız günlerde bize destek veren etilenzine ailesine teşekkürü bir borç biliriz. İnternet alemlerindeki ilk dostlarımızdır kendileri. Sevgili çikomuzu sitelerinin baş köşesinde gördüğümüz andaki sevincimiz unutulmaz. http://www.etilenzine.net
m i. om o rg c i.c . de i rg je g de ra r je .d w ra de w .d om e c w m j . /w o w gi a :/ i.c r er /w tp rg d :/ ed . ht de aj tp w je ht dr . ra w w .d w w /w /w w :/ :/ /w tp :/ ht tp tp ht ht
draje www.drajedergi.com
Pencüse... Severler dergiyi gencüse!
m
co
Kendisi genç Ruhu olgun Hacmi dolgun Internet dergisi
BU ALANDA SİZİN DE REKLAMLARINIZ YAYINLANABİLİR! İRTİBAT
info@drajedergi.com
27
http://www.drajedergi.com
16
YETER! SÖZ D
Söyleşi ve fotoğrafl
DRAJE’NİN…
flar: Selen Korkutan
Kafamıza uyan her yaştan kesim bizim hedef kitlemiz. Hatta kafamıza uymayanları hedefleyip onları dışarıda bırakıyoruz biz.
D
raje Dergi birinci sene-i devriyesini idrak ederken, “ulan şunu da söyleyemedik, içimizde kaldı” diyedurduğumuz her şeyi söyleyip, kirli çamaşırlarımızı ortaya sermeye karar verdik. Kendi kendimize konuşursak hakkımızda çok yanlış bir takım önyargılar oluşabileceği için Draje Dergi editörleri ile “dışarıdan” biri… Selen Korkutan söyleşti. Gelgelelim söyleşi sırasında fark ettik ki çamaşırlarımız pek bir kirlenmiş o sebeple bütün çıplaklığımızla ortada kaldık. Editörlerimizin bu hallerine karşı sabrından dolayı Selen’e ve onun tüm sorularını açık yüreklilikle yanıtlayan kendimize teşekkür ederiz. Selen Korkutan: Draje fikri nasıl oluştu? Bir anda mı gelişti yoksa uzun süre mi düşünüldü herkese şans verelim güzel bir dergi oluşturalım diye düşünüyor muydunuz uzun zamandır? Can: Bu bir anda oldu, bir boşluk anında can sıkıntısından. Bir arkadaşımla beraber bir dergi çıkartalım dedik o da atladı hemen olur dedi. İlk sayıyı yapmak için arkadaşlarla görüştük işte, duyanlar da hemen tamam dediler. Erdinç: Şimdi biz bir gün yolda yürüyorduk... İlknur: Baktık redaktörümüz var, editörümüz de var, benim kardeşim de web tasarım yapıyor, web tasarımcımız da var dedik; Can’ın annesi art direktör, e art direktörümüz de var. Bir anda fark ettik, sonra baktık kadromuz da var, gerçekten iyi yazabilen arkadaşlarımız da var her şey hazır neden böyle bir dergi yok dedik… Selen Korkutan: Peki kendinizi derginin içinde gerçekten hayal ettiğiniz gibi görebiliyor musunuz? Dergiyi çıkarırken aklınızda bir fikir oluşmuştur en azından; “ ya ben de bunları yaparım” gibi düşünmüşsünüzdür. Şu anda derginin içinde o dediğiniz durumda mısınız?
18
Can: Aslında biraz şekil değiştirdi, yani, ilk zamanki fikirle şu anki şekil aynı şey değil. Ama bunu da sevdik. Bunu da zamanla sevdik; yani ilk zamanlar şey diye düşünüyorduk çok daha geniş belki de her sayı ayrı insanlar ve ayrı konular farklı şeyler; her şey değişecek yani farklı bölümlerimiz olacaktı. Ama denedik yanıldık, işte sevmedik, sevilmedi sonra yapmadık bir daha filan işte öyle. Yani ilk düşündüğümüz şey tabii ki bu değildi ve zaten olamazdı. Hadi bunu yapalım deyip de aynı şekilde ortaya çıkamazdık. Zamanla tabii ki şeklini aldı, bir kadro oluştu yani kadro tabii ki hala açık ama sonuçta belli bir kadro elbette oluştu. Her ay ya da en azından arada bazı aksamalarla yazıyorlar, çiziyorlar yani farklı bir şey oluştu zamanla değişti diyeyim. İlknur: Mesela röportaj bölümünde ilk başta “başarılı gençler” le röportaj yapalım diye düşünmüştük, ilk çıkış noktamız oydu. Hatta ilk üç sayıda filan mesela İTÜ güneş arabaları ekibi, sonra Meltem Naz Kaşo vardı; ilk başta başarılı gençlerle yaptık. Sonra bir kaç tane tanımadığımız bilmediğimiz albümü alınca onlarla çok iyi arkadaş olduk, ondan sonra tamamen değişti yani biraz daha ünlülere kaydı… Can: Yani onlar da aslında başarılı gençler… İlknur: Yani tabii öyle de... Hedefimiz hiç bir zaman müzik piyasasına açılmak filan değildi yani. O şekilde oldu onun değişimi de... Erdinç: Ya bir de aslında şey vardı… Yani şu anda bizde çok iyi çizerler var, çok iyi fotoğrafçılar filan var yani bunu aslında en başta beklemiyorduk… Can: Hani biz başlar beraber gelişiriz filan diye düşünüyorduk ama bir baktık çok iyi gençler; hani olmuş zaten. Ham falan değiller. Yani gayet olmuşlar çiziyorlar. Selen Korkutan: Yeni nesilde çok çok iyi isimler var zaten ki gerçi
çok çok iyi bi proje olmuş tebrik edeyim şimdiden. Hani alıcı gözle bakmamıştım Erdinç’in mesajını okumadan önce; baktım ki hakikaten çok çok güzel, çok çok başarılı… Şimdi burada “ölçütümüz beğeniler” demişsiniz bir röportajınızda, bu beğenilerin de bir sınırı vardır illa ki bunlar nelerdir? Erdinç: Bu daha çok söyleşi yaptığımız insanlar için geçerli olan bir şey. Bir sürü amatör dergi var piyasada biz amatör bir dergiyiz ve orada her şey çok keyifli gidebiliyor. Bu anlamda hani çok katı ölçütlerimiz yok köşelerimiz yok. Köşelerimiz nedir işte: bazı özel durumlardan kaynaklı politik değiliz. Hani hard politik yazılara kapalıyız. İlknur: Öyle bir yazı oldu mu zaten doğrudan mail atıyoruz ya başka yazı gönderin ya da bu yazı çıkmayacak diye. Erdinç: Ve bu da apolitik olmamızdan kaynaklanmıyor, politik olmamızdan kaynaklanıyor. Yani bunun dışında çok öyle köşelerimiz ölçütlerimiz filan yok. Yani birimizin canı istemediği zaman o olay olmayabiliyor. Ama işin görünür kısmında biraz şey bir dergi… Yani evet amatör bir dergi ama amatör olması kötü olması anlamına gelmiyor. Kötü olmak zorunda değil, özensiz olmak zorunda değil. Böyle bir amatörlük algısı var. Hani biz kötü yapıyoruz biz amatörüz gibi, yok öyle bir şey… Selen Korkutan: Amatörlüğün güzel tarafı her şeyi deneyebiliyor olmanızdır. Profesyonellikte böyle bir şey yoktur. Her şeyin belli bir kalıbı vardır ve bunu yapmak zorunda olduğunuzu düşünürsünüz ama amatörlüğün güzel bir tarafı varsa o da budur diyorum. Bir de şöyle bir şey var: farklı bir konseptiniz var, daha doğrusu farklı bir kalıbınız var dergi olarak. Yine isminize belli sıfatlar koyuyorsunuz her ay ve bu sıfatın altında bununla bağlantılı farklı kavramlar da oluyor ve bunları tanımlıyorsunuz ya da tanımlatıyorsunuz kendi
Yani evet amatör bir dergi am olması anlamına gelmiyor. Kö özensiz olmak zorunda değil. var. Hani biz kötü yapıyoruz bir şey… gönüllüğünüzle peki bu tanımlarda bir sınır var mı? Can: O konuda pek bir ölçütümüz yok.. İlknur: Mesela bu sayıdaki ölçütümüz şeydi: Bu sayı narsist draje ve narsizm konusunun işlenmesini istemedik, bu sayıya özgü olarak narsizm konusu işlenmeyecek herkes Draje’yi ya da kendini övsün dedik. Can: Bu sayıda bunu yaptık evet ama bundan önce böyle bir belirlememiz yoktu yani mesela korkak bana ne ifade ediyorsa onu yazabiliyordum. İlknur: Mesela Korkak Draje’de “korkak” da vardı, ”korkan insan” da vardı “korkutucu-ürkütücü” çalışan arkadaşlar da vardı. Can: Korkmayan da vardı. “Ben hiç korkmuyorum” diyen de vardı. O kelime ne anlatıyorsa, ona ne korkunç geliyorsa ondan da bahsedebilir. Sonuçta ona korkunç gelsin önemli olan bunu bilelim biz. Selen Korkutan: Güzel, bunu aslında en başta sormam gerekiyordu ama peki neden Draje, neden böyle? Hani her şeyi bir
ma amatör olması kötü ötü olmak zorunda değil, . Böyle bir amatörlük algısı biz amatörüz gibi yok öyle araya topladığı için mi? İlk onu çağrıştırdı bana… İlknur: En başta renklerimizle alakalı, renklerimiz canlı cıvıl cıvıl renkler, hatta basılı formata geçersek nasıl başa çıkacağız bu renklerle diye de düşünüyoruz. İkincisi karakterlerin hepsi İngilizce karakterler “draje” isminde, içinde Türkçe karakter yok; o konuda zorlandık sıkıntı çektik. Bulduğumuz bir sürü isim vardı aslında ama içinde “ı” var mesela “ö” var, sonuçta bir internet sitesi olacaktı… Can: Hani okunduğu gibi yazılsın istedik, sonuçta internette olacağına göre ona uyum sağlamak zorundaydı yani yazılı olacağını düşünmedik sonuçta internet dergisi ve her karakteri buna göre olmalı diye düşündük bir kere bu var. Bir de bir kere fonetik olarak çok güzel ben seviyorum o kelimeyi. Bir de ilk sayı zaten otuz sayfaydı ve biz en başta otuz sayfayı da çok aşacağını işte 60 – 70 sayfa gibi sayılara gideceğini düşünmüyorduk; gitti ama biz en başta böyle düşünmemiştik tabi. Hani nedir? Renkli, bir anda biten
ufak sevimli bir şey ne olur? Draje olur. Bir anda yenip yutulup ertesi sabah bakmayacağınız renkli keyifli bir şey olur diye düşünüyorduk ama son sayılara doğru kitap gibi şeyler çıkmaya başladı. O biraz amacını da aştı ama ilk çıkışı buydu yani. Selen Korkutan: Ama güzel… Peki bu aylık konularınızı, sıfatlarınızı neye göre belirliyorsunuz? Sıfat diyorum aslında daha doğru sanırım… Can: Evet sıfatlar. Erdinç: Draje Dergi’nin samimiyetine dayanarak belirliyoruz. İlknur: Çok politik oldu Erdinç abi. Mesela bir mekânı çok beğeniyoruz, ne kadar güzel bir mekan burayı tanıtsak mı bir dahaki ay diyoruz, hadi bir dahaki ay Huzurlu Draje olsun, burası bize çok huzur verdi diyoruz. Bir dahaki sayı huzurlu olmuş oluyor. Erdinç: Ya da mesela Aşık grubuyla röportaj yapmıştık o sayıyı Aşık Draje olarak belirledik. Can: Ama herkese açığız yani sadece bu gruptan ibaret değil, bir seferinde bir yazarımız da bir konsept söylemişti o zaman o çıkmıştı bir keresinde Luxus’un solisti Alper söyledi bize bir dahaki sayınız bu olsun diye. O zaman o olmuştu. Dışarıdan birisi de söylese olabiliyor. Yani hoşumuza gidiyorsa o an hemen… Selen Korkutan: Buna amatörlük denmemeli bence… Can: Ki bence birçok profesyonelden de profesyoneliz. Ben birçok dergiyi takip ediyorum. Çünkü annemin çalıştığı yerde de birçok dergi çıkıyor ve onların hepsi bana geliyor. Dergilerde bir kalıp mantığı var ve o kalıbın içini de başka kalıplarla doldurma alışkanlığı… Yani bir dergideki malzemeyi google’a yazıp zaten bulabiliyorsun ama bizim dergimizde bu şekilde hiçbir şey yok. Yani ne bir yazıyı ne bir görseli hiçbirini google’a yazıp bulamazsınız başka bir yerde yok.
Mutlaka bize aittir. Hani mesela bazen bir arkadaşımız bir filmden bahsetmiştir. Onun resimlerini bile üzerinde oynamadan koymayız. Mutlaka bize aittir dergideki hali. Selen Korkutan: Bir kaç isme de ulaşmışsınız röportajlarınızda okumuştum mesela Giovanni Scognamillo’ya ulaşmışsınız bu güzel bir şey. Peki, ulaşmak istediğiniz başka insanlar var mı? İkinci sorum da ulaşmak istediğiniz insanlar için bir yöntem mi uygulamayı düşünüyorsunuz yoksa bu tamamen şans eseri mi oldu? Erdinç: Mutlaka ulaşalım dediğimiz ama ulaşamadığımız kimse yok ama… Selen Korkutan: Songül hanımın da söylediği bir şey vardı; hani unutulmuş sanatçıları ressamları da biz işlemek istiyoruz, Bu isimleri neye göre seçiyorsunuz? Can: Bunun seçimini ay içinde konuya göre yapıyoruz. Konumuza uyan eski ressamların eserlerini deforme ediyoruz. Ve tam olarak doğru kelime “unutulmuş” değil. Yani aslında bunların hepsi çok ünlü, çok da bilinen insanlar. Yani aslında unutulmuş değil, bilinmesini istediğimiz insanlar yani sonuçta tamam başarılı gençleri tanıtıyoruz ve bilinmelerini istiyoruz ama başarılı yaşlı insanlar da var veya şu anda yaşamayan, aramızda olmayan çok başarılı ressamlar sanatçılar da var… Erdinç: Sonuçta onlar da bir zaman gençti… Can: Onları da bir yandan tanıtmak istiyoruz yani oranın da (deforme) amacı oydu. En başta deforme bölümü var, hani en baştan bir saygımızı gösteriyoruz biz geçmişe, ardından gençlere ayırıyoruz devamını. Hatta bu gençlikte de bir sınır yok, yani 7’ye 8’e kadar gidiyor yazarlarımızın yaşı. Selen Korkutan: Evet bir de o konu var. Minik Draje bölümünüz var. Ceren hatta minik yazarınızın adı da ama o da aileden sanırım
20
Baktık redaktörümüz var, editörümüz de var, benim kardeşim de web tasarım yapıyor, web tasarımcımız da var dedik; Can’ın annesi art direktör, e art direktörümüz de var. Bir anda fark ettik, sonra baktık kadromuz da var, gerçekten iyi yazabilen arkadaşlarımız da var her şey hazır neden böyle bir dergi yok dedik…
değil mi? Bu fikir nereden çıktı Ceren için miydi yoksa? Erdinç: Elimizde tabi böyle bir malzeme vardı ama bu sadece Ceren için değildi tabii ki… Ama o da çok hevesliydi zaten hatta Ada da katılana kadar tek hevesliydi… İlknur: Bir de biz onun tam olarak pazarlamasını da yapamadık. Can: Çocuklara da çok fazla ulaşamadık. İlknur: Haberi olsa aynı şekilde heves edecek birçok çocuk vardır eminim. Can: Aslında biz de çok hevesliydik bu konuda. Erdinç: Oradaki şey çok hoşuma gidiyor benim: Çok naif hikayeler anlatıyor Ceren ve açıp bir gazeteyi okuduğun zaman böyle koca koca köşe yazarları aynı naiflikte şeyler anlatıyorlar ders verir mahiyette. Mesela Ceren diyo ki işte Alican diye çok yaramaz bir öğrenci vardı. Öğretmeni ona koşma dedi fakat Alican onu dinlemedi koştu kolunu kırdı. Kolu kırılan Alican öğretmenini dinlemesi gerektiğini öğrenmiş oldu. Yani şimdi hikâye bu. Şimdi bu hikâyeyi kırk yıllık köşe yazarları bize yıllardır yutturuyor ve biz de onları çok ciddi böyle dinliyoruz onun için bu memlekette algılar biraz kırık. 40 yıllık köşe yazarının yaptığını bizde 8 yaşında çocuk yapınca bizim çok hoşumuza gidiyor. Ona da yer vermekten gurur duyuyoruz. Selen Korkutan: Hedeflediğiniz başka kesimler var mı peki? Yani mesela şuanda 1000 1500 civarı tıklanma sayınız varmış ilerde inşallah çok daha fazla olur. İnşallah o zaman da çok daha fazla yazmak isteyen olacaktır. Ve hedeflediğiniz kitle kimdir? Can: Var. Kafamıza uyan her yaştan kesim bizim hedef kitlemiz. Erdinç: Hatta kafamıza uymayanları hedefleyip onları dışarıda bırakıyoruz biz. İlknur: Hatta bu sayıda şöyle bir projemiz var: “draje’yi kimler okumaz?” sorusunu cevaplayacağız. Can: Her sayfada bir sıfatla mesela bir sayfada drajeyi lümpenler okumaz gibi cümleler… Selen Korkutan: Bir de elle tutulurluğa
gelelim. Şu anda elle tutulmuyorsunuz yalnız gözle görülüyorsunuz. Elle tutulan mı yoksa yalnız gözle görülen mi daha etkilidir? Can: Elle tutulan Selen Korkutan: Neden? Can: Yani mesela ben okumayı öğrendiğimden beri dergi okuyucusuyum. Ve dergileri hep farklı yerlerde farklı şekilde okurum. İşte ne bileyim yatağımdan başımı sarkıtarak dergiyi yere koyar okurum, koltukta ayaklarımı kaldırarak okurum, televizyonun karşısında açar okurum, tuvalete girip okurum, özellikle otobüste giderken çok keyifle okurum yani derginin yeri aslında burası yani bunlar derginin özellikleri ama biz imkansızlıklardan dolayı buraya koyamıyoruz. Sonuçta koymak ister miyiz? İsteriz. Elle tutulan daha mı iyidir? Daha iyidir. Selen Korkutan: Ama hani teknoloji de şimdi çok gelişiyor. Yani artık tuvalete de insanlar nerdeyse bilgisayarıyla giriyor. İşte otobüste okumaktan bahsettiniz artık internet üzerinden her şeye ufacık bir telefondan da ulaşabiliyorlar hani derginizin bu avantajını da bir anda kaldırıp çöpe atamazsınız diye düşünüyorum. Yani illaki siz de basılı duruma gelecek konuma gelebilirsiniz işte mekan tanıtımları reklamlar ile filan iş değişebilir ve basılı hale gelebilirsiniz ama siz bu hale geldiğinizde de teknoloji o kadar hızlı gelişiyor ki okuyucunun da artık basılı hale gelen dergiyi okumayan bir hale gelmesi durumunda ne yapmayı düşüneceksiniz mesela? Can: Şimdi aslında biz klasik manada bir dergi çıkarıyoruz yani siteyi de açıp baktığınız zaman formatına, sayfaları dönerek açılıyor mesela yani bizim dergimiz aslında basılı olması gereken bir dergi. Eğer ki yarın öbür gün bu dergi işi tamamen internete girerse o zaman da basılı dergi tarzında bir şey kalmayacak. Yani internette dergi adı altında geçen ama dergiyle alakası olmayan şeyler var. Eğer dergi tamamen internete entegre olacaksa hiçbir zaman bu şekilde Draje gibi olmayacak bu. Ama bizim dergimizin formatı zaten bu yani bizim dergimiz
aslında basılı olması gereken bir dergi ama imkânsızlığından dolayı olamayan bir dergi. Yani ben de biliyorum internette artık gelecek ama bu derginin geleceği değil yani bu dergi değil. Selen Korkutan: Anladım. Peki, yapmadınız mesela ama atıyorum çevreci draje oldu mesela dergi, nasıl yapacaksınız bunu nasıl tanımlarsınız? Erdinç: Kullandığımız ortam işlediğimiz konu ile çelişebilir. Yani şimdi Çevreci Draje denince de işte teknolojiyi kullanarak hani bilgisayarın başında kullandığımız elektrik filan karbon monoksit salınımını artırıyor. Olabilir hani total olarak uygarlık ve teknolojinin geldiği seviye ile birlikte zaten çevreyi kirletiyor filan olabilir yani kullandığımız aracın konuyla çelişmesi aslında bizi o kadar da ilgilendirmiyor. Bizim mecramız burası. Can: Şimdi benim aklıma da şu geldi: mesela çevreci draje yaptık bu ay o zaman bu ay gidelim de ağaç dikelim gibi bir organizasyon yapmak gibi de bir algı var. Öyle bir algımız da yok bizim aslında çünkü bizim işlediğimiz konunun aslında realiteyle çok da bir alakası olmuyor. Erdinç: Korkak Draje’de mesela böyle kalkıp da ortalığa dehşet saçmadık. Can: Yani aslında realiteden biraz uzak. İşte o ay ne bileyim savaş çıkmış olabilir, darbe olmuş olabilir ne bileyim uzaylılar gelmiş olabilir fakat bizim dergimizde bununla ilgili bir şey bulamazsın. Bizim dergimiz biraz kopuk, gerçek hayattan kopabileceğin bir yer. Selen Korkutan: Biraz kendi dünyasını yaratan… Erdinç: Ben burada Ulusa Sesleniş’in sahibi olarak araya girmek istiyorum. Her ay döne dolaşa bu bölümün içinde sürekli şunu söylüyorum: Biz zaten bize gerçeklik denen bir şeyin içinde yaşıyoruz ve bu gerçeklik çok
sahte. Bu gerçeklik gerçek ama çok soğuk bir şey. Bizim bütün sayılarımızda bütün konseptlerimizde böyle bir mesele var, böyle bir kaçış var. Yani mesela delilik de aynı şeydir yasak derken de kaçak derken de hep aynı şey var. Yani meseleyi politize etmeden anlatıyoruz. Ama bu dergi bizim de işte günlük hayatta okula gidiyorlar sıkılıyorlar geliyorlar kaçıyorlar ya da ben oturuyorum işte mesela televizyon izle nereye kadar? Sıkılıyorsun oraya kaçıyorsun. Yani gündemle kurduğumuz ilişki daha çok onun dışına çıkmak ondan kaçmak üzerine. Bu anlamda kendi fikrim de şu: hani Türkiye’de 12 Eylül gençleri depolitize etti filan denir ya hiç alakası yok tam tersine 12 Eylül (politikaya kaçtım ama ☺) gençleri ve herkesi son derece politize etti ve Türkiye’nin daha fazla politizasyona değil artık apolitizasyona ihtiyacı var. Selen Korkutan: Güzel öyle de olması lazım zaten. Peki, eleştiriler oluyor mu yani illa ki oluyordur? Can: Hehehe olmuyor. Çok ilginç bir ekibiz. Selen Korkutan: Nasıl yani hiç mi yok? Yani ne bileyim ekşi sözlük ya da başka forumlarda hiç mi görmediniz? Can: Yok yani daha ben olumsuz eleştiri hiç görmedim. İlknur: Varsa istiyoruz Can: Evet yani hakikaten varsa lütfen mail filan atsınlar işte şundan nefret ediyoruz filan diye ya da mesela “yani çok güzel ama işte şurası olmamış” diyen de çok az. Genel manada hatta biraz da şımartıcı bir şekilde çok güzel olmuş çok güzel olmuş çevreden bunu duyuyoruz. Selen Korkutan: Gerçi gerçek bir eleştiri bulmak da çok zor çünkü hani ciddi olarak bunun eğitimini de almamış olan hiç kimse gerçek bir eleştiri getirecek bir şey bulamayabilir ki ben eğitimini de almış olmama rağmen söylüyo-
rum ki: okuduğum birçok dergiyle eşit seviyede. Erdinç: Bu biraz da şunun dezavantajı: öyle çok bilinen bir dergi değil sonuçta. Ve duyanlar da hani gelip bakıyorlar ve sonuçta bizimle iletişime geçmeleri beğendikleri için temas kurmak oluyor. E zaten içinde vakit de geçirince otomatikman sevmiş oluyorlar. Yani geri dönüyorsa zaten sevmiş oluyor, beğenmezse de geri dönmüyor ve gidiyor. Muhatap olmuyor; bu da tabi çok ciddi olumsuz eleştiri ile dönmüyor. Selen Korkutan: Ben bir film manyağı olarak o zaman sizden önereceğiniz filmleri rica edeyim. Can: Ben o zaman çok bilinmeyecek bir film söyleyeyim; “Dünyanın Sonundaki Ev” diyorum. İlknur: Ben de hadi aşk filmi söyleyeyim siz şimdi söylemezsiniz; “Jeux d’Enfants” Cesaretin Var mı Aşka olarak Türkçeye çevrildi. Erdinç: Tabii ki 5. Element… Selen Korkutan: O zaman ben de bir tane film önereyim; Nimmer Meer. Alman yapımı bir film, “Büyülü Pencere” demek Hebbein diye bir adam çekmiş, en iyi yabancı film Oscar ı almış bir film.
Emre Alettin Keskin - alettin_keskin@hotmail.com
22
24
FEYSBUHKLA GELEN SAADET Yazı: Tuğba Hanım Şanlı - E-mail: ulkumtr_ths@hotmail.com • İllüstrasyon : Birkan Can Evirgen
F
eysbuhk, feysbukk, gidi şidi bidi feysbuuuuuuuuuuuuuuuuhhhkkkkkkkkk… Kendi kendime yazarım. Uydurmasyon, sallamasyon... Genelde (gece) cep telefonuma yazar, taslaklara kaydederim. Akabinde (ki sabah), hususi kara kaplı olarak aldığım defterime temize çeker, bu şekilde saklarım. Ve telefonumdan
silmem. Ertesi gece tekrar okurum. Sonra mutlaka Alper’e gönderirim... Nam-ı diğer Acun..☺ Bi gün, bi konu dahilinde yazıp yazamayacağımı düşündüm. Ve konusu verilen bi senaryo yazma işine dahil odum. Yazıyorum siliyorum. Yazıyorum siliyorum. Yazıyorum siliyorum… Cümlesi bunun 4 katı, yaşanmış halini siz düşünün artık. Sinirlendi-
ğimi fark ettim. Ve başarısızlık duygusu herkesin bildiği üzere kötü bi histir. Tamam biliriz, bu hayatta her şeyi yapamayız, yapamadıklarımız yapabileceklerimizi engellemez, falan filan; ama pratikte öle olmaz işte. Her neyse.. Bu işin senaryoyla olmayacağını anladım. İnternette fink atarken (Allahın işi ☺ ) drajecikle karşılaştım. Baktım feysbuuhku var, ekledim. Kabul etti sağolsun. Konuştuk monuştuk honuştuk tonuştuk. Bu arada mutlu ve enerjik elektronlarımı gönderdim draje mensubuna. Yazıp, mail adresimize gönderebilirsin dedi feysbuuhk ötesinden bir ses. - Konuyu bilmiorum.. - Aşık draje.. - Ama olmadı şimdi,ben aşk hakkında yazamam kiiiii. (o zamanlar yazamazdım hakikaten yauv. Şimdi olsa döktürürüm.☺ ) - Denedin mi? - Yoo. - E bi dene bakalım. Denedim. Drajeyle tanıştığım gece, yarım saat içinde aşık draje için yazım hazırdı. Tekrar okusam “yazdım sildim.” moduna döneceğim. Elleşmedim. Öylece gönderdim. Velhasılıkelam âşık draje çıktıııııııııı… Baktım, benim yazı da sayfada. Okudum. Ve hiç mi hiç beğenmedim. Ülen draje bu yazıyı yayınladıysa ya ayağım alışsın diye ya da yazara ihtiyacı var dedim. Ayağım alışsın diye olduğuna karar kıldım. Sebepsiz. Ertesi ay, oyuncu drajeeee. Hadi Tuğba dedim,ısın ısın. Esas oyuna geç. Karaladım bişeyler. Ve “Tasasız Oyuncular”ı yazabildim. Beğendim bu kez. Word dosyamı mail e ekledim. Altınada bi not düştüm yazımdan bağımsız, draje mensuplarına hitaben, “Bu gece elektronlar çok mutsuz, neden?”. Sayı çıktı. Baktım “Tasasız Oyuncular”ın altında, bu not da yazıyor. Neyse dedim, fena durmamış. (Evet sıkıcı. Ama napiim canım, köşe başında çarpışmadık drajeyle. Hikayenin aslı bu.) Aaaa en sevdiğim edepsiz drajeydi. Çocuklarımla yaptığım röportajın miniminnacık bi kısmını yazdım edepsiz draje için. Ve çok ilginç bişi oldu. Çocuklarımı hiç görmeden onları çizen Can abi☺, Alper’in dişlerini, Sevda’nın gözlerini, Hatice’nin kaşlarını ve Kamil’in saçlarını aynen çizmiş. Vay bee dedim. ( Cidden ya, nasıl oldu bu iş. Enteresan.) Ve sıradaki sihirli sayı için, noktasız virgülsüz, sihirli sözcükcüklerim. ☺ Onu anlatmiim artık.. Kes be! Pöff! dediğinizi duyar gibiyim. Evet tamam. Draje biliyo musun, feysbuhku severim ben. Bi sor neden diye. Bi sor bi sor. Seninle, feysbuhkun sağ alt köşesinde çarpıştık ya biz, ondan. Bendeki travma hala devam ediyor. Senden ne haber? Neyse drajecik,sözlerime son verirken “Yeni doğan bebeğin davranışları çok sınırlıdır. Bebek doğduğu andan itibaren yüksek bir öğrenme potansiyeline sahip olmakla birlikte, yapabildikleri, öğrendiklerine oranla azdır. Çevresine büyük ilgi duyar, anlamaya çalışır, parlak hareketli objelere, seslere ve insan yüzlerine tepki verir. Bu nedenle bebeğin yanında olmaya özen gösterilmesi ve çevresini algılamasına yardımcı olunması önemlidir. Bebek 12 aylık olduğunda ise anlama, kavrama, iletişim becerilerinde büyük ilerlemeler görülür. Söyleyebildiğinden daha fazlasını anlar.” Doğumunun ve gelişimin olması gereken seyrinde ☺. Devamını dilerim (başarılarının, başarısızlıklarının.. fark etmez..) Varlığının devamını dilerim drajecik. Mutlu elektronlar seninle olsun.
Utku Atalay http://dramod.deviantart.com �otoportre�
26
OLAYLI ÖDÜL TÖRENİ Yazı: Ece Dericioğlu - E-mail: ece-yc@hotmail.com
D
raje Dergi, geçen ay düzenlenen dergi yarışmasında aday olduğu tüm dallarda ödül aldı. Derginin aday olduğu ve başı çektiği dallar ise sırasıyla şöyle; en iyi dergi, en çok okunan dergi, en sempatik dergi, en iyi en genç en dinamik yazar kadrosuna sahip dergi ve en bi renkli dergi. Ödül töreninden sonra diğer dergi ekiplerinin kızgınlıkları yüzlerinden okunuyordu. Basın açıklamasında bulunan sözcülerin söyledikleri ise hep aynıydı. Ödüllerin şaibeli alındığını ve jürinin para karşılığı draje dergiyi kayırdığını iddia ettiler. Bu sözler karşısında uzun süre sessiz kalan Draje Dergi sonunda suskunluğunu bozdu. Dergicilik sektöründe bir çığır açarak diğerlerine tek bir ödül bile bırakmayan ekip iftiraların tamamen asılsız olduğunu ifade etti ve özellikle jüri üyelerine para teklifinde bulundukları iddiasını da kahkahalarla karşıladı. Böyle bir şeyin mümkün olmadığını çünkü jüriye verebilecek beş kuruşları bile olmadığını dile getirdi. Dergi hakkındaki suçlamaları reddeden ekip şu aralar en büyük sıkıntılarının bu kadar çok ödülü nerede saklayacakları olduğunu söyledi. Draje Dergi, okyanusun derinliklerine dalarken, kıyıda çırpınıp duran dergilere aşağılayıcı bakışlar atarak yanlarından geçip gitti.
Dergilik Platformu da bir diğer sürpriz destekçimiz oldu, teşekkür ederiz kendilerine! http://www.dergilik.com
28
Röportaj: İlknur Seda Bendeş •
Seda: Şimdi geçenlerde Cem İstanbul’a geldi. Kütüphanedeyim böyle açlıktan gözler kararıyo. Cem dedim, aç gel dedim. Bu tok geldi tamam mı. Kumpir aldık beraber yiyicez deyü. Yemedi. Ben yedim. Sonra Erdinç, Can, ben, Cem şarap içtik. Cem bir çizimler yapmış aklınız durur. Dedik aman Cem, dikkat et, çalarlar malarlar. Sonra film açtık bir tane. Beş dakka sonra ben dedim gidiyorum uyicam. Sonra patır patır hepsi döküldüler uyucaz biz de diye. Filmi izleyemedik bile… Bi daha gel Cem… Hadi gel… Hem daha Mario oynamadık, sitrit faytır oynamadık. Öperiz. *** Seda: Ve aylar ayları kovalar. Yıllar falan olmaya başlarlar. Draje, kendine bir konsept hazırlamayı uygun bulur ve buradasınız. Nasılsınız? İyisiniz inşallah? Ben şahsen yazılarınızı bekliyorum her ay sabırsızlıkla. Geçen ay baktım yoktunuz! Neredesiniz! Cem: Kitabın ortasından sormuşsun ama (gülüşmeler) e tabi gün geliyor devran dönüyor sınav oluyor,varlık evhamı kimlik ,krizleri yaşıyoruz. Hepi-
miz yaşarız bunu(genellemeler) bunlar beraberinde kötü şeyleri de getiryor.Bu işi görev edindiysek periyodik olarak devam etmek doğru olan ama bunu yapıcam diye de “lise kompozisyonu” yazıp okuyucuya “al ben bu ay bunu buldum” demek hoş olmuyor. İçlere sinmiyor.. Seda: Her ay sizi nerede göreceğimizi bileydik iyi olur idi.. Cem: Vallaa ben de kendimi bi bulamıyorum bazen,anneme soruyorum nereye koyduysan ordadır diyor.Fazla yüzeysel yaklaşıyor bu duruma.Komik olmuyor.Sonuçta genelde çıkış noktalarını yakın çevrenden topluyorsun..”Anne ben ruhumu buraya bu eve yaşadğım bu şehre ait hissetmiyorum,kendimi ne olduğumu,nelerden hoşlandığımı keşfetmek için kendimi bulmalıyım” dediğimde,bu cevabı almak benim çıkış noktalarımı çok kapıyor.Başlayamıyorum,başladığım şeye devam edemiyorum,öyle sıkıntılı bi durum oluyor. Beni bulursanız,hükümsüzümdür de deyip kendimi yakmak istiyorum bu röportajda,yazdıklarım hakkında benim hakkımdaki düşüncelerinizi sıfırlamak
• İllüstrasyon: Cem Güventürk
istiyorum.Yok lan istemiyorum.Sevin beni istiyorum. Seda: Her şeye de bir cevabınız var Cem bey. Ece Naz’ın evine giderken bi duvarda ne yazıyor biliyo musun? “RAMAZAN iMKANSIZ AŞK, SEN BENİ SEVSEYDİN ARAR BULURDUN” aradık, bulduk. Cem: hehehh çok güzel özetlemiş aslında olayı. Sanırım drajeyle de ilşkimiz öyle oldu.Ben tenha sokaklarda ateşimi yakmış,en yakın dostum
karabaşla,kuru ekmeğimi paylaşırken bana yardım elini uzattı.”Kalk lan iyice saldın kendini,şu haline bak teke gibi kokmuşsun,yürü gidiyoruz sana kalem kağıt vericez” dedi,ben de “hayır evlat ben yıllardır elime kalem kağıt almadım,bundan sonra da böyle devam edicek bu durum” diycektim ki ağzıma bi tokat vurdu.Lan bilmiş bilmiş konuşuyosun,yürü skerim tıynetini dedi “abi?” dedim “yürü?” dedi,resmen yok olmuş beni var etti,hatta bununla da kalmadı,şımarttı,narsist etti.
Cem’den mesajlar: Erdinç’e: şunu söyliyim,ya meyiline cevap veremedim Erdinç,ne biliyim yazıyı yeniden yaz falan dersin diye çekindim,cevap veririm de öyle bi meyille karşılık verirsin diye aklım çıktı.O yüzden dergi çıkana kadar cevap atmıycam o meyiline,zaten hemen sildim meyilini,bilgisayarı kapattım fişi de çektim,ama çekememişim,dvdnin fişini çekmişim.
Can’a: Can moruk bişiy diycem,siğdici açalım lan. O gün de aklıma geldi ama “az tanışmış” insanlar olduğumuz için,paragöz bir insan profili çizmek istemedim. Güçlerimizi birleştirip(siğdileri) açalım tükkanı,asalım vergi levhamızı,yolumuzu bulalım,samimi söylüyorum bak!ehe ehe
Seda’ya: Seda,kumpirci açalım, yok yok aterici açalım, kaset satarız, kime dersen “sana bana başka kime kara kediye” diyip, o kasetleri kimseye satamıcağımzı özetlemek isterim. Soruna tekerlemeyle karşılık verdiğim için zaten anlarsın. Olsun en azından batarsak ateri oynarız,ben ryu sen çunli rant van fayt!
30 PARABOL ZEVK SKALALAR
Yazı: Pınar Karaaslan - E-mail: pnar.karaaslan@
H
er damak tadına uygun olsun diye tasarlanmış, çeşit çeşit bonibonun arasından, neden bu Draje bozuntusudur ilgimizi çeken acaba? Oysa ki, içi-dışı boş, bir ton ıvır zıvırla dolu koca internet okyanusunun minik damlası Draje, oluru oldurmaz bir dergidir. Draje sayesinde insanın kendisiyle zaman geçirebiliyor olması ne büyük bir lükstür diyen kimileri, sadece resimlere bakan güruhu, okuyucu kitlesi zannedip sevinmektedir. Nitekim, zordur çünkü kendini sevmek, zevk almak kimliğinden.. Kimilerine göreyse, inanılmaz kolaydır zamanı doldurması. Bekleme odalarına kapatılmaz hiçbir istek. Delikanlıdır benlik. Kükreyip, köpürüverir. Bir naradır kopar damarlarda. Nergis çiçeği gibidirler, böyleleri. Hem güzel kokan hem çok da kırılgan olmayan, ama zarif ama başına buyruk nergisler gibi. Salona da koyulsalar, kokuları alınır mutfak köşelerinden, güzelim salçaları bastırırcasına. Mis! Draje mi, O’na sorarsanız nergiz tabi. Ama ‘z’ ile. Farklı olcak ya bana, dünkü velet..! Amaancılar vardır bir de. Ben anlamamcılar. Bana neciler. Aslında tam anlamıyla Draje’ye çotonk diye oturan, külfetçi simit delileri. Onlar duvardaki mini minnacık oyuklar gibidir. Birsürüdürler; bir sürüdürler. Hem kendinden, hem de birbirinden; ortak kullanımı olan duvara bağlanmaksızın. Gözleri şaşı bak şaşır oynar sayfalarda kayboldukça. Ki Draje’nin kendini beğenmiş sayfaları sadece göz boyar. Badanaya gel! Bu son grup biraz uyuz olma hissi uyandırır. Şubat sayısı çıkamayan Draje’nin yattığı hastane koridorlarında ‘Seviyoruz işte var mı diyeceğin?’ şarkıları söyleyerek hem kendilerini hem çevrelerindekileri rahatsız ederler. İnsanın sinirine dokunan cinstendirler. Hani sokakta maviler tarafından yerle bir edilen, yeşillere, morlara, pembelere aldırış etmeden yoluna devam eden burjuva kırmasıdır onlar. Yumurta fırlatası gelir insanın. Sayfaları yutarak okur ama yorum bile yapmaz bunun gibiler. Elde cımbız, açık ağız aratırlar yazar ordularına.. Ağızları
RINDA PASTASAL DİLİMLER
@gmail.com • İllüstrasyon: Demet Özge Aykan
yorulmasın diye susuyormuş numarası yaparlar. Ama alakası yoktur. Adamların sadece çeşitli, orda burda trend olmuş, parabol zevk skalaları vardır. Aynı fabrikadan çıkan şekli bozuk kurabiyelere benzerler. Draje de, ceviz olur tepelerine. Bizim mahallede deli var; tepesinde gülü var hesabı. Bir de normaller vardır. Tüm bu grupların karşısında dimdik. En köşeli grup. Normal de ne demekse? Pek bir sakin ve savunmasızdırlar. Ulan nasıl olmuş nasııııl? diye çığırtan editöre, iyiiiiii... der böyleleri. Bir düğme vardır sanki kulaklarında. Her soruya aynı cevabı hazırlayan, gizli, normal bir düğme. (bakınız; Bülent Ortaçgil-Normal) Fakat bütün bu kümelerin ortak bir kesişim noktası vardır ki, yürek hoplatır. Çocukluğumuzun Manuella’sı kadar güzel, Bernarda’sı kadar gaddar, Fernando’su kadar kafası karışık halinin bütünüdür o ruh hali. Herkesi aynaya baktırır. Bu pastanın en kocaman dilimidir, o. X,Y,Z’nin tam ortasında kalan minik üçgen. (arayınız; Manuella) (bakınız; ortaokul matematik kitapları) Farkında olmadan yarattığımız burjuva dünyalarımızın, benimsemediğimizi haykırmakta ısrar ettiğimiz kendine düşkün yansımalarıdır, bu Thinkerbell tipli ruh halleri; Narcissius’un her günkü nehir ziyaretlerinin sebebidir; bu bol meyveli, üçgen dilim. (bakınız; http://tr.wikipedia.org/wiki/Narsisizm) Kendisi içimizde patlayan cinsel enerjinin, biz olmasıdır; Psikanaliz kulvarlarda. İlginin bir noktada toplanmasıdır. Işın demeti gibi değildir ama bu toplanma. Yansımaz hiçbir yere ‘okuyucunun normalitesi, kendinden hoşnutluğu ve de kurabiye tipi’nden başka. (daha dikkatli bakınız; http:// tr.wikipedia.org/wiki/Narsisizm) Aşk’ın aslıdır çoğu zaman. Seni seviyorum palavrasının yani. *** - Draje mi? Bayılıyorum her sayınıza. İnanılmaz bir dergi..! Süper..! - Yok öyle bir şey bacım. Al bir çay iç... Simit?
32
“YAR NARSİSTİM YAR BENZİYOR
N
arsistim amma Draje Draje… Sevdalı, vurgun, tasarımına kurban, yazılarına hayran. Çünkü hayatımda gördüğüm en zekice, en beceriklice, “en”lerin “en”i dergi. Hatta enlemesine boylamasına, en iyinin de boyuna posuna dergi… Pufuduk dergi, şeker dergi, “yerim onu…” dergi, dahası “süper dergi Draje!!! Draje’mizi, ilk çıktığından beri takip ediyordum. Sanırım ya sonbahar ya da sonbahara yakın bir yaz günüydü. Gürcistan’dan dönmüş, Akşam Gazetesi’nin hafta sonu ekleri için haber bakınıyordum. “neden olmasın?” dedim ve yayın yönetmenime, “Draje adında bir dergi var…” diye başlayan, haberi beğendirip de yapabilmek için süslü püslü cümleler kurdum. Meğer süslememe gerek yokmuş. Toplantı anında internet marifetiyle bakılan derginin haberi yapılması için onay aldı. Draje ismi bile yeterince keyifliydi. İşin içinde Hayalcan’ın ve Derya Abla’nın olduğunu biliyordum. Erdinç’i önceden tanıyor olduğumunsa farkında değildim. Ta ki karşılaşana kadar… Haberi yapmak için araştık, buluştuk, oturduk ve başladık sohbet etmeye. Dinledikçe, kayıt ettikçe, en çok da yazıya döktükçe keyiflendim. Buluştuğumuz gün, hava yağmurluydu, Taksim bile mis gibi toprak kokuyordu, ya da bizim içimiz cıvıl cıvıldı da ondan bize kediler, bebekler, arkadaşlar, sohbetler, çaylar, gözlemeler keyifli geldi en drajesinden. Oldukça eğlendik o gün sohbet ederken, ortaklıklar buldukça belki daha da. Seviyorum Draje’yi, ekibi, renkleri, deformeleri… En çok da Draje’nin içinde olmayı... Üstelik nasıl Draje oldum onu da anlamadım. “Yazayım” dedim. Başladım da. Hiç bırakmak gelmiyor içimden. Aksatmadan yazmayı kendime hedefledim. Şimdilik bunu başardığımı da düşünüyorum. Bazen abuklasam da, anlayışlı bir Draje olduğunu biliyorum karşımda. Seviyorum bizi, arkadaşlıklarımızı, olmadık yerde karşılaşmalarımızı. Gözlerim doluyor her seferinde. İlk kez Kırçıl’ın fotoğrafını gördüğümde Draje’de tutamadım kendimi duygulandım ve damla yaşlar pıt pıt klavyenin üzerine düştü. Hiçbir yerde Draje’de onurlandırıldığım kadar onurlandırılmadım… Hak ediyor muyum bilmiyorum. Draje’mize hakkını verebiliyor muyum? Keşke elimden fazlası gelse… Gelmediğinden dertleniyorum. Kırçıl’ın kaybını, Erdinçlerle Röportaj yaptığımın ertesi günü öğrendim.
Yazı ve Fotoğraf: Özge Ç. Denizci
M DRAJE DRAJE, R DRAJE’ME…” - E-mail: ozgedenizci@gmail.com
Ben röportajdayken Kırçıl zaten kayıpmış oysa. Meğersem dünya turuna çıkmış. Draje’yi okuyor, kendi fotoğraflarını da takip ediyormuş. Draje’ye bakmıştım röportaj öncesi, ama Erdinç, Can ve Songül Abla’nın anlattıkları beni daha da heyecanlandırdı. Hangi dergi bu kadar konseptti ki? Ya da hangi dergide “çıkan sayının özeti” vardı, hangi dergi bu kadar renkli ve heyecan vericiydi? Hangi dergi bu kadar aile… Sevdim ve bununla da kalmayıp bağrıma bastım, böğrüme yerleştirdim. “Seviyorum işte var mı diyeceğin, seviyorum işte var mı diyeceğin…” olsun bu sayının şarkısı. Hepinizi seviyorum ve hepinizin eline sağlık. Bir de bana ve yazılarıma tahammül ettikleri için bütün Draje okurlarını seviyorum, yazar-okurlarını, okur-yazarlarını. (Eh etmeseler ve ben yazmıyor olsam da Draje okurunu severdim ki… Çünkü Draje okuyor!) Draje’nin içini dışını, yazısını resmini, Erdinç’ini, Can’ını, Hayal’ini, Ada’sını Kırçıl’ını, Songül’ünü, okuyucusunu, tasarımcısını seviyorum. NARSİSTİM DRAJE’M! Muah, mucuk Drajem… “İyi ki doğduuuun Drajeeee, iyi kiii doğduuun Drajeeee…” Bir de “korkulu Draje”ye taptım ☺. Yapımda ve yayında emeği geçen her bi’ kimselere buradan selam ederim… Saygılar… Özge: Erdinç kötü mü yazmışım? Konsantre olamıyorum bir türlü… Eskiden mutsuzken yazardım, şimdi mutluluk enerjisi gelemeden yazamıyorum. Erdinç: Olsun. Ama asıl üzgünken daha güzel yazar insan… İçine sinmiyorsa koymayalım. Özge: Yok yok koyalım. Koyalım di mi? koyalım yaaa…
Korkak Draje ile başlayan dostluğumuz umarız hep devam eder, bütün Rodeo Ailesine selamlar! http://www.striphaber.com
Emre Alettin Keskin - alettin_keskin@hotmail.com
34
36
Kaynaklarımla çok seviyeli bir ilişki kuruyorum. Bazen çok güçlü haberler olduğunu sezdiğim bir takım haberler geliyor fakat haber kaynaklarımın kaşı gözü çok oynuyor, niyetleri çok saf ve temiz olmayabiliyor. Gördüğünüz gibi ben alımlı ve çekici bir kadınım. Kendisiyle iletişimimi kötüye kullanmayı düşünen kişilere katiyen vermiyorum...
HAYRİYE GÜLLE: GÖZLERDEN GİZLENENLERİ GÖSTEREN CESUR KALEM Söyleşi: Alper Bakıner - Fotoğraf: Erdinç Yücel
Draje Dergi, Luxus’un pek müstesna solisti Alper Bakıner’in efsane habercimiz Hayriye Gülle’yle yaptığı söyleşiyi iftiharla sunar
K
âinatımız çok fena günlerden geçmekte aziz ve muhterem draje dergi okurları. Gün geçmiyor ki kökü dışarda bir yalan paldır küldür gündemimize düşüp bizi yerden yere çalmasın; gün geçmiyor ki mendebur bir uzaylı bütün sinsiliğiyle aklımızı başından almasın. Birleşmeye, bütünleşmeye, koklaşmaya, böyle baş başa verip sızlaşmaya hiç bu kadar ihtiyacımız olmamıştı aziz ve leziz okurlar. İşte tam bu noktada bildiğiniz gibi gözbebeğimiz Draje Dergi taşın altına elini koydu ve kutluların kutlusu, süper insan, hatta insan ötesi yaratık, bir melek, bir
ilahe, yüce şahsiyet Hayriye Gülle’yi görülmemiş astronomiklikte bir fiyata (tabii ki onun sonsuz değeri yanında minik kalacak bir meblağ) kadrosuna kattı. Bu sayededir ki kâinatımızı düzlüğe çıkaracak haberler gözünüze gözünüze girmekte. Ve lakin leziz ve mis okurlarımız, bu ne bizi, ne de sizi kesmekte. “İlla ki daha fazlası” ilkemize gönülden katıldığınızı bildiğimizden, bu sayımızda bir mucizeye imza atıyor ve Hayriye Gülle’nin derin mi derin iç dünyasını ayaklarınızın altına seriyoruz. Buyurun, tepe tepe okuyun..
Alper Bakıner: Öncelikle ülkem ve bütün dünya halkları adına size teşekkür ederim. Bizleri sımsıcak gündemlerle baş göz ediyorsunuz. Bu konuda bizlere sağladığınız hizmet gerçekten dillere destan. Nasıl başladı bu sıcak gündem takip etme arzusu? Bu soruyla başlasam meslek hayatımın ilk söyleşisine… Hayriye Gülle: Ben eğitim hayatımı çok renkli bir şekilde geçirdim. Dünyanın birçok yerinde bulunma fırsatım oldu. Ancak gittiğim her yerde insanların sürekli olarak yanıltıldığını, aldatıldığını gördüm. Medya gerçekleri yansıtmamakta… Bu gerçekleri
herkesin öğrenmesi gerektiğine inandım ve şu an halen çalışmakta olduğum As Parajans bünyesine katılana kadar bu olanağı bir türlü bulamadım. Çünkü bazı odaklar gerçeklerden korkuyorlar. Ben medya kuruluşlarına adımımı attığım andan itibaren tedirgin olduklarını hissediyordum. Haber kokusuna karşı çok hassas bir burnum zaten vardı. As Parajans’ın bana sunduğu olanaklara minnettarım. A.B.: Biz de size sunduğu olanaklardan dolayı As Parajans’a minnettarız. Peki, As Parajans’la tanışmanız nasıl gerçekleşti?
H.G.: Bir gün Nikaragua’da özel bir gezintiye çıkmıştım. Çok önemli bir haber yakaladım. Bu haberi medya kuruluşlarına ulaştırmak için çok fazla koşturmam gerekti. Bütün kıtayı dolaştım ve en son ABD’ye gittiğimde bu haberden dolayı sınır dışı edildim. As Parajans’ın bundan bir şekilde haberi olmuş ve kendileri bana mektup yoluyla ulaştılar. Elektronik iletişim araçları son derece sıkı izlendiği için mektubu bana bir posta güvercini vasıtasıyla ulaştırdılar. Bu haberin peşinde koşarken As Parajans’la da yollarımız kesişmiş oldu. A.B.: Haber neydi peki? H.G.: Nikaragua’da bir çiftçi ailesi bir sabah uyandığı zaman bahçesinde koskocaman bir çember buluyor ve tabi bu çemberle ilgili şüpheye düşüyorlar ve Nikaragua Ziraat Bakanlığı’na gidiyorlar. Başvurularını yaptıkları zaman, yani “bizim elmalarımız çalındı, ağaçarı sökmüşler götürmüşler. Yani
orda koskocaman şey olmuş.” falan deyince hiç beklemedikleri bir tepkiyle karşılaşıyorlar. Tanımadıkları İngilizce konuşan bir takım insanlar ertesi gün hemen evlerinin bahçesine geliyor bunları evlerinden kovuyorlar. Bu haberin peşine düştüm daha sonra bunun Amerika’nın bir takım çok gizli teşkilatlarının uzaylılarla yaptığı işbirliği sonucu gelişen bir olay olduğunu öğrendim. A.B.: Demek ki gizli As Parajans’la buluşmanızı gerçekleştiren haber yine uzaylılardan kaynaklanıyor. Peki, biraz özel hayatınızdan bahsedelim. Hayatınızı biraz araştırınca 3 yaşınızda yazmayı ve 5 yaşınızda okumayı öğrendiğinizi öğrendik. 3 yaşınızda yazmayı öğrendiğiniz dil hangisiydi acaba? H.G.: 3 yaşında yazmayı öğrendiğim dil İbraniceydi. Ancak buradan bir takım yanlış sonuçlar çıkarılmasını kesinlikle arzu etmem. İbranice kolay bir dil olduğu için… A.B.: Sanki biraz tanrıdan gelmiş gibi bu yetenek size. H.G.: Ben bu konularda çok fazla açıklama yapmayı doğru bulmuyorum. A.B.: Öyle mi? Peki, 5 yaşında okumayı öğrendiğiniz dil hangisiydi? Hayriye Gülle: 5 yaşında okumayı öğrendiğim dil Japonca. A.B.: 3’le 5 arasında yazdıklarınızı sonra okudunuz mu peki? H.G.: 3’le 5 arasında yazdıklarımı maalesef okuyamadım çünkü bunlar benimle ilgili adli bir soruşturma sırasında bir takım servislerce ele geçirildi ve maalesef… A.B.: Yaa çok üzücü. Ne büyük bir hazine yitirmişiz kim bilir. Evet Sütçü İmam yıllarında uğradığınız bir adli takibattan söz ediliyor. Bu adli takibattan ve nedenlerinden biraz bahseder misiniz acaba? H.G.: Bildiğiniz gibi insanlar çeşitli suçlamalarla soruşturmalara uğruyorlar. Pek çok komplolar düzenlenebiliyor yani benim gibi gerçekleri açıklamasından, gerçeklerle ilişkisinden hoşlanılmayan bir insan her zaman mercekleri üstünde topluyor. Çok dikkatli bakışlar benim üzerimde oluyor ve bunun karşılığında benim bir simitçide hesabı ödemeyerek kaçtığım yönünde bir komplo var. Oysa bunun gerçeklerle ilgisi yoktur. Ben simidi hiç bir zaman sevmedim sevmem de. Simit yemem Draje: Ne yemiştiniz peki o gün? H.G.: Ben o gün hiçbir şey yememiştim. Draje: Size hesap gömmüşler gibi… H.G.: Evet… Ben gittim simitçide bir haber kovalı-
yordum. Çok gizli bir haberdi. Oturdum hiçbir şey yemedim. Ve oraya bir takım insanlar geldikleri zaman onların garson olduğunu zannettim. Dedim ki, “hayır ben burada sadece oturma hakkına sahibim. Vergisini ödeyen bir yurttaşım ve vergisini ödeyen insanların seyahat özgürlükleri vardır... (Telefon çalar) Yine bir haber içeriğini şu anda açıklamam mümkün değil. A.B.: Öyle mi ama bu röportajı daha çok önemsiyorsunuz ki sonra aramasını söylediniz. H.G.: Elbette… Draje Dergi’yi ben ilgiyle takip ediyorum. Draje Dergi, dergicilikte medya dünyası açısından çok büyük bir kazanımdır. Dünya dergi tarihinde çok özel bir yeri olacağına inanıyorum ve bununla beraber sizin bir müzisyen olarak solisti olduğunuz Luu… Luuu… Lummu pardon Luxemburg grubunu da yakından takip ediyorum. A.B.: Anladım anladım. H.G.: Çok beğenerek takip ediyorum. A.B.: Bayağı takip ediyormuşsunuz. Gerçekten çok teşekkür ediyorum hem grubum adına hem kendi adıma. H.G.: Bütün şarkılarınızı çok beğenerek dinliyorum. Yani “kuzu kuzu”yu özellikle çok çok beğenerek dinliyorum. A.B.: Göğsümüz kabardı sağ olun. Evet demek böyle bir simitçi hesap ikileminden dolayı üniversite hayatınıza ara vermek zorunda kaldınız. Gerçekten çok üzücü kim bilir neler kaçtı o yıllarda… İlk ve orta öğreniminiz boyunca epeyce dolaştığınızı öğrendik. Ve bu ilginç serüven boyunca değişik ülkelerde dolaşmışsınız. Bu bi tür baba mesleği getirisi mi? H.G.: Ben dünyaya karşı hayata karşı çok meraklı bir insanım. Zaten benim yolda doğduğum söyleniyor. Annemle babam farklı yönlere doğru yolculuk etmek zorunda kalıyorlar. Annem İstanbul üzerinden Avrupa’ya geçiyor. Babam da o sırada Srilanka’ya… İşte bu yolculuk sırasında ben Kenya’da dünyaya gelmişim. Uçakta birden bire... A.B.: Bir Mesih hikayesi gibi neredeyse... Uçak sizsiz kalkıyor ve sizle iniyor dünyaya öyle mi? ilginç bir yolculuk. Neden acaba Kenya yolundaymış anneniz? H.G.: Annem Portekiz’e gidiyormuş. Uçak hava korsanları tarafından kaçırılmış. Ve bir takım ilginç talepleri söz konusuymuş. Uçağın Kenya’ya gitmesi, orada biraz güneşlenmek gibi… Sonra isteyen taksiyle istediği yere gidebilir. Ama uçağa herhangi bir operasyon söz konusu olursa uçağı havaya
uçurmak zorunda kalırız falan diye... İnsanlar çok korkmuşlar. Oysa bu çok saçma, uçak zaten havaya uçmak için kalkar ve o kadar bilet parasını bunun için ödersiniz. O sırada annem olaya müdahale ederek korsanlara çıkışınca korsanlar tabi birazcık korkuyorlar ve yolcuları serbest bırakıyorlar. O arada uçak inişe geçtiği sırada annem doğumu gerçekleştiriyor. A.B.: Bir baba mesleği değil yani bu. Sadece merakınızdan dolayı dolaşıyorsunuz? H.G.: Dünyaya olan ilgim ve gerçeklere olan merakımdan dolayı… A.B.: TABİTAK hadisesinden anladığımız kadarıyla olayları araştırma portföyünüz oldukça geniş. Üniversitede gelişen bir olayı, üniversite kantin işletmecisi üstünden açığa çıkardığınızı bile biliyoruz. Bilimsel mevzularda onlara duyduğunuz bu güven nereden geliyor acaba? H.G.: Kuşkusuz çağımızda bilimin yerini anlamını önemini kavrayamamış örümcek beyinli bir takım insanlar mevcut. Böylesi bir çağda bilime hizmetin dili dini cinsiyeti mesleği söz konusu edilemez. Bilimsel metotları kavrayabilmiş her insan benim için
Ben dünyaya karşı hayata karşı çok meraklı bir insanım. Zaten benim yolda doğduğum söyleniyor. Annemle babam farklı yönlere doğru yolculuk etmek zorunda kalıyorlar. Annem İstanbul üzerinden Avrupa’ya geçiyor. Babam da o sırada Srilanka’ya… İşte bu yolculuk sırasında ben Kenya’da dünyaya gelmişim. Uçakta birden bire... güvenilir bir haber kaynağıdır. Burada benim objektif kıstaslarım da vardır. Belki “kantinci” diyerek olumsuz bir takım imalarda bulunduğunuz insan, çayı hiçbir zaman 1 liradan fazlaya satmayan bir insandır. Hiçbir zaman çaya karbonat katmadığını da biliyorum. A.B.: Tayland para birimiyle mi 1 Lira? H.G.: Ben nereye gidersem gideyim Türk parasının kullanımını teşvik için Türk Lirası kullanırım. Ve beni bilen herkes bana hesabı Türk Lirası olarak getirir. Ben kaç dil biliyor olursam olayım benimle Türkçe konuşmayan kimseyi muhatap almadım ve almam da. A.B.: Haber kaynaklarınız çok güçlü olmalı. Zira kimsenin ulaşamadığı çok özel haberlere şıp diye ulaşıveriyorsunuz. Mesela Obama’nın konuşmasına Türk-İslam aleminin mübarek kurban bayramını kutlayarak başladığını yalnızca sizden öğrenebiliyoruz. Haber kaynaklarınızdan bahsedebilir misiniz
Ben Ozan Akgöz’ü tanımıyordum. Ancak her zaman merak ettiğim bir konu vardı. Evrenin bir takım karanlık sırları var ve bu karanlık sırlara haiz bir kişinin mutlaka olması gerekir. İki kişinin bildiği sır, sır değildir. Ozan Akgöz’ün evrenin en karanlık sırlarına haiz bir insan olması beni çok mutlu etti. biraz. H.G.: Haber kaynaklarımdan elbette bahsedemem. Kaynaklarımın güvenliğini sağlamak zorundayım. Bilindiği gibi ben bir takım güç odaklarının çıkarlarına dokunan haberler yapmaktayım. Haber kaynaklarımı açıklamamı isterseniz sizden buz gibi soğuyabilirim. A.B.: Açıklar mısınız derken elbette kaynaklarınız deşifre etmenizi istemiyoruz. Ama bize bazı ipuçları verebilir misiniz? Bu haber kaynaklarıyla nasıl ilişki kurabiliyorsunuz? H.G.: Kaynaklarımla çok seviyeli bir ilişki kuruyorum. Bazen çok güçlü haberler olduğunu sezdiğim bir takım haberler geliyor fakat haber kaynaklarımın kaşı gözü çok oynuyor, niyetleri çok saf ve temiz olmayabiliyor. Gördüğünüz gibi ben alımlı ve çekici bir kadınım. Kendisiyle iletişimimi kötüye kullanmayı düşünen kişilere katiyen vermiyorum... A.B.: Yüz vermiyorsunuz? H.G.: Yüz vermiyorum evet. A.B.: Haber kaynaklarınız size bir haber getirdiğinde “hadi canım hadi ordan” dediğiniz olmuyor mu? H.G.: Bu sezgilerle ilgili bir şeydir. Ben doğru haberi yanlış haberi anında hissederim. Hatta kaynağım
bana bunu ulaştırmadan önce de hissetmiş olurum. Bu nedenle haber kaynağım, cümlesini sonuna kadar kurabiliyorsa bu bir haberdir. A.B.: Parajans… As Parajans değişik uluslardan insanları barındırıyor. Bu sizin için bir avantaj sayılabilir mi? Mesela Mustaki El hayati… H.G.: Bu son derece yanıltıcı bir soru. O yüzden sizin niyetleriniz hakkında kafamda kimi soru işaretleri oluşmadı değil. Bilindiği üzere yapılan kimi araştırmalar Mayaların Türk olduğunu göstermişti. Aynı zamanda Eskimolar ve Taylandlılar hakkında da araştırmalar yapılmıştı. Ancak Taylandlıların çekik gözlü olmalarından dolayı Türklükleri hakkında bir takım şüpheler mevcuttur. Draje Dergi genel yayın yönetmenini tenzih ederek söylüyorum. Kendisinin gözleri de çekik olmakla beraber son derece çekici bir karakteri vardır. A.B.: Mustaki el Hayati de Türk mü yani? H.G.: Kendisi anne tarafından Türk, baba tarafından ise Türkmendir. A.B.: O zaman soruyu şöyle düzelteyim. Ajansınızda sadece Türkler var. Bu sizin için bir avantaj sayılabilir mi? Mesela Mustaki el Hayati… H.G.: Bizim için ulusun dinin hiçbir önemi yok. Kendisini Türk sayan herkes Türktür. Yani bu insanlar gönül bağıyla bağlı olan insanlar ve bu nedenle dünyanın her tarafında haber kaynaklarımız mevcuttur. Bir insanın Türk olması Japon olması Mayalı olması Mayasız olması… Bunların bir önemi yok. Önemli olan bu insanların güvenilir olması ve… ve Türk olmasıdır. A.B.: Mustaki el Hayati olsun, Reha Gözügörmez olsun, Aslan Pekşeker olsun… Ajanstaki bu kişilerle aranız iyi mi acaba? H.G.: Aslan Pekşeker’le aram çok iyi değil. Aslan Pekşeker, Gülsüm Pekşeker’in sözünü pek dinlemiyor. Sürekli Kurtlar Vadisi filan izlemeye çalışıyor. Birazcık dikkatli olmasında fayda var. A.B.: Biraz konuyu değiştirelim. Elim bir vaka geçti başınızdan bir yıla yakın bir zaman önce. Biraz ondan bahsedelim. Bize 28 Mayıs 2009 Cuma, akşam 7’den bahseder misiniz? H.G.: Benim için anlatması çok kolay olan bir konu değil. Elbette ben bütün hayatım boyunca tehlikelerle karşı karşıya kaldım. Tehlikeli haberlere imza attım. Başım adeta şeyimde… koltuğumda yürüdüm. Ancak beni burada yaralayan şey, kendilerine gerçekleri aktarmak için çabaladığım insanların, benim uzaylılarca kaçırıldığımı gördükleri halde ses çıkarmamaları oldu. Bir kişi de çıkıp
“ne yapıyorsunuz kardeşim? Hani dosttunuz insan insana bunu yapar mı?” demedi. Bu uzaylılar benim namusuma da kastedebilirlerdi. O gün İstiklal Caddesi’nde yürüyordum. Bir ara havanın karardığını gördüm. Yukarısı çok karanlıktı. Sonra bir anda kendimi bir uzay mekiğinin içinde buldum. Yani bir anda bulunduğum İstiklal Caddesi bir uzay mekiğine dönüştü. İçeride uzaylılar vardı ve kendisini insan olarak bildiğimiz, herkesin çok yakından tanıdığı simalar da vardı. Bunların ismini şu anda zikretmeyeceğim. A.B.: Sorgulandığınızdan da bahsetmiştiniz kurtulduktan sonra. Uzaylıların size karşı tavırları nasıldı? Kibarlar mıydı mesela? H.G.: Uzaylılar bana karşı son derece kibarlardı. Medeniyet başka bir şey tabii düşman da olsa… A.B.: Çay kahve ikram ettiler mi acaba? H.G.: Medeniyet tabii… Bana hep Hayriye Hanım diye seslendiler. Çok saygıdeğer bir insan olduğumu, ancak zaten beni bu yüzden hedef aldıklarını, kendilerinin de kötülüğü temsilen orada bulunduklarını açık açık söylediler. Ama kötü de olsalar kibarlardı. Çünkü medeniyet çok başka bir şey… Bazen gidiyorsunuz bir sofraya insanlar yüzünüze bakmadan konuşuyorlar. A.B.: Ozan Akgöz gibi yüce bir şahsiyeti sizin üzerinizden araştırmaları bize biraz ilginç geldi. Sizce Ozan Akgöz gibi kutsi bir şahsiyeti niçin sizin üzerinizden araştırmayı seçtiler? H.G.: Ben Ozan Akgöz’ü tanımıyordum. Ancak her zaman merak ettiğim bir konu vardı. Evrenin bir takım karanlık sırları var ve bu karanlık sırlara haiz bir kişinin mutlaka olması gerekir. İki kişinin bildiği sır, sır değildir. Ozan Akgöz’ün evrenin en karanlık sırlarına haiz bir insan olması beni çok mutlu etti. Bunun bir insan olması ve bir Türk olması ve bir Ozan Akgöz olması ve bir müzisyen olarak grubunuzun yani Luuu… Luuu… Lumba… Luxifer’in bir elemanı olması… (elbette çok takip ettiğim severek dinlediğim bir grupsunuz.) Beni çok mutlu etti. Ancak kendisi için çok endişelendim. Desteklenmesi ve korunması gereken bir insandır. Korunması şartı ile ben kendisine her türlü vermeye hazırım. A.B.: Destek… H.G.: Destek evet… Destek vermeye hazırım. A.B.: Peki bu Sirius gezegeni ne ola ki? H.G.: Sirius gezegeni bir gezegen. Dünya ile Satürn arasındaki bir gezegendir. Bilindiği üzere Merkür, Venüs, Dünya, Sirius ve Satürn olmak üzere
12 gezegen vardır. 2012 yılında Dünya’ya çarpacağı söylenen Marduk’un hiçbir yere çarpacak bir çapı da yoktur. Çünkü Marduk bir gezegen değildir. Pluton’a karşı kurulan kalleşçe, sinsi, aşağılık tuzakta bir kukladan başka bir şey değildir. Kuyruklu yıldız bile diyemeyeceğimiz boynuzlu bir kaya parçası olan Marduk’a gezegen muamelesi yapıp Pluton gibi çok saygı duyduğumuz bir gezegeni hiçe saymak kimsenin haddi değildir. Orada yaşayan insanlara -ki onların da Türk olduğu yönünde ciddi araştırmalar mevcuttur- kurulan bu komployu da ben sizin aracılığınızla şiddetle kınamak istiyorum. Bu konuda da ileride son derece vurucu haberler yapacağımdan emin olabilirsiniz. A.B.: Tekrar kaçırılışınız sırasındaki toplumsal duyarsızlık meselesine gelelim. Sebepleri nedir sizce ve nasıl çözülür bu? H.G.: Emperyalizmin ülkemizdeki oyunları asla bitmiyor ve bu oyunlarda her zaman mızıkçılık yapıyorlar. Ben buna çok tepki duyuyorum ve benim bu tepkim insanlar tarafından bazen çok yanlış anlaşılabiliyor. Kendi tepkisizliklerine de bir kılıf olarak uydurulabiliyor. Fakat minareyi çalan da kılıfını hazırlıyor. İnsanlar çok yanlış şeylere yönlendiriliyor. Bu nedenle sizden çok rica ediyorum. Toplumsal duyarsızlık filan diyerek eğer kastınız yüce milletimizin yüce gönüllülüğü ise milletimiz asla duyarsız değildir. Sizi yaptığınız bu saldırıdan dolayı şiddetle kınıyorum. A.B.: Evet güzel… Umarım keyif alı… H.G.: Güzel olan nedir? Benim kaçırılmış olmam mı? A.B.: Hayır hayır hayır siz güzelsiniz, röportajımız güzel o manada söylüyorum. Lütfen kızmayın. H.G.: Lütfen… Lütfen benim ahlakımı hafife almayın. Ben sizin bildiğiniz kadınlardan değilim. Rica ederim bir daha böyle bir şey olmasın. Burada seviyeli bir röportaj yapıp bir an evvel çekip gitmek istiyorum. A.B.: Çok özür dilerim… Bir yanlış anlama oldu sadece… Çay içer misiniz? H.G.: Çay?.. Çay!.. Çayı sevdiğimi nereden biliyorsunuz? A.B.: Bilmiyorum, soruyorum… H.G.: Nerden biliyorsunuz? Benim çay sevdiğimi nerden biliyorsunuz? Bana uzaylılarla ilgili soru soruyorsunuz. Bana çay ısmarladıklarını biliyorsunuz ve bana çay içer misiniz diye soruyorsunuz. A.B.: İnanın ne yapacağımı bilmiyorum… Peki,
42
sorularımıza devam edelim şeftali sever misiniz? H.G.: Şeftali asla! Asla! Ne… Ne demek istiyorsunuz? A.B.: Şeftalideki enzimlerle ilgili biliyorsunuz dedikodular var. H.G.: Ne demek istiyorsunuz? Şeftali sever misiniz demekle bana bir imada mı bulunmak istiyorsunuz? Bu imayı kesinlikle reddediyorum. Ben duyarlı, güçlü medyanın, halkı bilinçlendirmekten yana medyanın en güçlü temsilcisiyim. Benim kalemim kırılabilir ama asla bükülmez. Benim kalemim satılık değildir. Satılsa da onu her zaman ben kendim satın alırım. Ve kimseye satmam. Ben kırtasiyeci değilim. Ben medyanın onurlu, şerefli, haysiyetli bir mensubuyum. Basın özgürlüğüne karşı giriştiğiniz bu saldırıdan dolayı sizi şiddetle kınamak zorundayım. A.B.: Peki, ben severim de… Çok güzel şeftaliler var. Özellikle Bursa yöresinde yetişen… H.G.: Anlıyorum… Keşke bunu daha önce söyleseydiniz. Röportaj teklifini kabul etmeden önce bir kez daha düşünmem gerekirdi. A.B.: Ama başlamış bulunduk devam edelim Hayriye Hanım. Draje Dergi, dergimiz, çok ciddi seviyeli habercilik anlayışı getirdi dünyaya ve hemen taklitleri türemeye başladı. Bonibon ve benzeri taklitler hakkında ne düşünüyorsunuz? H.G.: Ben kendilerini kınıyorum. Bu konu hakkında araştırmalar yaptım ve kendisine Kermit Yalçın denilen kişinin gerçek bir kişi olmadığını ve aslında onun bir insan olduğunu bulguladım. Kendisi Sinan Yalçın isimli bir insandır. Draje Dergi’nin başarısını çekemeyen bu kişinin dergimiz genel yayın yönetmeninin şampanya içerken fotoşopunu yaptığını ve bir takım şantajlarda bulunduğunu biliyorum. Kendisini ve beraberindeki Ayten isimli bir insanı şiddetle kınıyorum. Korsan yayıncılığa karşı mücadelemiz her platformda sürmeye devam edecek. Dış mihraklı hiçbir odak bizi gerçeğe olan arayışımızdan alıkoyamayacak. A.B.: Sinan Bey ve Ayten Hanımı biz de buradan kınıyoruz. Bey ve Hanım bile değil onlar. Sinan ve Ayten… Ama bir yandan mutluluk verici de bir şey taklit edilmek. H.G.: Elbette elbette. Meyve veren ağaç şey olur biliyorsunuz. Meyve veren ağaçların… Yani meyve… meyvelerinin şey olmaması gerekir. İlaçlanmaması gerekir. A.B.: Biliyorsunuz bu online bir röportaj. Bu sırada
soru alıyoruz biz hayranlarınızdan. İlk soru gelmiş: Memeleriniz gerçekten yok mu? “Hayriye Hanım’ın memeleri gerçekten yok mu?” diye bir soru gelmiş.Bu arada eklemiş; “Hiç mi?” H.G.: Bu konuda bir açıklama yapmak istemiyorum. Bilindiği gibi hayvanlar, memeli hayvanlar ve memesiz hayvanlar olarak ikiye ayrılır. Ancak insan bir hayvan değildir. İnsanı hayvan yerine koyan bu zihniBen doğru haberi yanlış ha Hatta kaynağım bana bun yeti şiddetle kınarım. Lütfen… hissetmiş olurum. Bu ned Meme meme diyerek sizin çok cümlesini sonuna kadar kura yanlış imalarda bulunduğunuzu düşünüyorum. A.B.: Ben yapmadım ama. Hayranlarınızın bir sorusu… Var mı yok mu bu bizi ilgilendirmesin. Peki olsaydı aralarına kalem sıkıştırır mıydınız? H.G.: Benim kalemim kutsaldır. Kutsal kale… Kutsal kalememem… Kutsal kalemimin dokunulmazlığı vardır. Ona dokunmaya, sıkmaya, emmeye kimsenin… Lütfen ben bu soruları duymak istemiyorum. Ben bu röportaja bu kadar onurumla şerefimle habercilik anlayışımla oynanması için gelmedim. A.B.: O zaman ciddi bir soru… Sadece haberden habere mi koşarsınız? H.G.: Ben formumu korumak için düzenli olarak spor yaparım. Gördüğünüz gibi fit sıkı vücutlu bir insanım. A.B.: Bu koşular esnasında hiçbir yeriniz zıplamaz mı? H.G.: Benim habercilik heyecanım sonsuzdur. Heyecanım hep tavana vurmaktadır ve ben de bu heyecanımı korumak için yalnızca yüksek tavanlı evlerde ikamet etmekteyim. Ve aynı zamanda zıplayan tek şey; cesur haberciliğimizden korkan şer odaklarının yürekleridir. Bu, onların hain, alçak, şerefsiz, mide bulandırıcı çıkarlarını ve onların olmayan yüreklerini, bu yüreksizlerin kalplerini ve diğer istemsiz kaslarını yerinden oynatırım. A.B.: İnanılmaz mesajlar veriyorsunuz. Tekrar özel hayatınıza dönelim. Çocuğunuz ve kızlarınızla aranız nasıl? H.G.: Benim pırlanta gibi bir çocuğum ve üç de kızım var. Onları çok iyi yetiştirdim. Özgüvenleri inanılmaz. Saçımı süpürge ettim. Yemedim yedir-
A.B.: Sabırsızlıkla bekliyoruz. Şimdi son iki… Toplumsal gerçekçi İllüzyonistler Sendikası için mesajlarınızı alabilir miyiz? H.G.: TOGİ-SEN bizim için çok önemli bir kuruluştur. Bilindiği gibi toplumsal gerçekçilik bizi saçma sapan hayal ürünlerinden koruyan bir işlev taşır. TOGİ-SEN tüm toplumsal gerçekçi illüzyonistleri çatısı altında toplamayı amaçlayan bir platformdur. Kesinlikle sarı bir sendika değildir. A.B.: Mavi midir? H.G.: Maaa… Mavidir. Açık mavi. Şeffaf böyle… A.B.: Mendebur uzaylılar için mesajlarınız? H.G.: Mendebur uzaylılar beni dinlediğinizi biliyorum. Sizden korkmuyorum. Gerçeğin yılmaz ve yıkılmaz savunucuları olarak size karşı mücadelemiz her zaman sürecektir. A.B.: Ozan Akgöz’e bir mesajınız var mı? H.G.: Ozan Akgöz için ben mesajımı kamuoyuna açık olarak vermek istemiyorum. Kendisi çok beğendiğim ve takdir ettiğim bir insan. Kendisi hakkında yaptığım araştırmalarda, kendisinin son derece beyefendi bir insan olduğunu, Osmanlı beyefendisi olduğunu, son derece etkileyici bakışları olduğunu ve bekar olduğunu öğrendim. Her neyse konuyu dağıtmayalım. Tanışmak isterim kendisiyle. A.B.: Arzu ederseniz tanıştırayım sizi, ayarlayayım isterseniz bir görüşme… Kendisi yakinim olur. H.G.: O zaman baştan söyleseydiniz keşke. Grubunuz Lu.. Loui… Lusu… Lovvustori’yi çok beğenerek takip ediyorum. Her şarkınızı ezbere biliyorum. Sizin olumlu, pozitif, artı tanıtımınız için kalemimin bütün gücünü kullanacağımdan emin olabilirsiniz. Çok grubunuz muhteşem bir grup. Çok teşekkür ederim. A.B.: Son olarak Draje Dergi okurları için bir mesaj alabilir miyiz? H.G.: Draje Dergi okurları ben sizin ne olduğunuz kim olduğunuzu tek tek biliyorum. Google Analytics’te tek tek konumunuzu tesbit edebiliyorum. Tek tek adreslerinizi bile biliyorum. Hanginizin okuduğunu hanginizin okumadığını tek tek görebiliyorum. Kaç dakka sayfalara bakıp kaçtığınızdan da haberim var. Özellikle Pensilvanya’daki arkadaş ayağını denk alsa iyi olur. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve Ukrayna Eğitim Bakanlığındaki arkadaşlar sayfayı açıp hemen çıkmışlar mesela. Bizzat Facebook şirketinden giren arkadaşı da uyarmak isterim. Draje Dergi kırtasiye dükkânı değildir. Efendi gibi okuyup çıkın. Rica ediyorum…
43
dim. Hem annelik hem babalık yaptım. Buradan babaları olacak hayırsıza seslenmek istiyorum. Artık eve dön. Çocuklar perişan. Babsız büyütmenin ne demek olduğunu bilemezsin. A.B.: Muhterem Bey’den bahsediyorsunuz sanırım. H.G.: Evet ancak kendisi artık o kadar muhterem bir insan değildir. Benim gözümden çok düştü. Olsun yine de çocuklarımın babasıdır. Çoaberi anında hissederim. nu ulaştırmadan önce de cuklarıma hem annelik hem denle haber kaynağım, abiliyorsa bu bir haberdir. babalık yaptım. Muhterem… Muhterem… A.B.: O zaman yavaş yavaş bitirelim söyleşiyi. Son olarak önce insanlar için mesajınızı alalım. H.G.: Her şey insanlar için. Görmek öğrenmek için. Bazen zor da olsa… Ben bütün insanlık âleminin mübarek kandillerini, ramazanlarını, bayramlarını, kurbanlarını gecikerek de olsa kutluyorum. Hepinizi çok seviyorum. Sizler için göğsümü siper ederek haberden habere koşuyorum. A.B.: Göğüs derken? H.G.: Bu konuda çok üstüme geldiniz. Bu kadar üstüme gelmeyin. Muhterem Bey’le aramızın çok birazcık böyle limoni olduğu bu günlerde dayanamayabilirim. Lütfen… A.B.: Peki şimdi hayvanlar için mesajlarınızı alalım. Hayriye Gülle: Hayvanları sevmek gerekir. Mesela ben ızgarada tavuğu çok severim. Ve hayvanları her zaman sevmek gerekir. A.B.: Tamam şimdi Kongo yılanları için… H.G.: Kongo yılanları omurgasız hayvanlardır ve memesizdirler. Bu da durumu biraz kurtarıyor. Çünkü memeli hayvanların omurgasız olanları çok tehlikelidir. İnsanın kocasını elinden alabilirler. Muh… Muhterem… Muhterem… A.B.: İnsan taklidi yapan yaban armutları için mesajınızı alabilir miyim? H.G.: İnsan taklidi yapan yaban armutları dünyayı ele geçiren bir tür makro virüstür. Bunlar yüzünden dünyadaki yaşamın sona erdiğini üzülerek haberleştirmek zorunda kaldım. Onlar her yerde. Bunlar hakkında Çirkin Draje’de son derece çarpıcı bir habere de yer vereceğim.
44
DRAJEYİ BEELE YERLE
Yazı: Ece Naz İlkin - E-mail: bestoftheperfe
Ö
nce sıkılıyorum, içim sıkılıyor ya Sinirlendiğim de oluyor … Nası istiyorum, off hem de ne biçim kendimi…. Kaçıyorum ; kaçıyorum da n rıdayım da üşüyorum. Yalnız kalasım ge gibi… İçeri giriyorum o zaman. Yoook b buraya! Burada insanlar var kaçtığım insanlar, in ğım insanlar. Saklanmaktan kaçıp; yanl insanlar bunlar. Bunlar kendine gülenler seye gülmeyenler. Onlar da sıkılmış da g arada yakalanmışlar, paçayı sıyırmakla mışız hepimiz. Böyleyiz biz, sığışırız geneld Tuvalet desen bi tane, bi de mutfak işte katı bi yatak mı var beşi bi yerde yatar! de… Sığdırırız da 60 sayfa 70 sayfa çok Üretken sığıntılarız biz. Biz biz, hepimiz! Y dik, tiksindik, güldük, kudurduk, eğlendik espri, küfür, sınav kâğıdına ama zırva am kirik, burnumuzu gıdıklayanlara sümkürü gereksiz hareketlilik… Herkes gibi. Herke hoşumuza gitmez, canımızı sıkarlar sıkılırı ce ayıplarız; inanılır, güvenilir, ayıplanır, mize yağan arz fazlasından bitkin silkele O zaman yeniden üretiriz kendimizi, böy canlı, cıvıl cıvıl, yüksek sesli- drajeee; pır tülü ama yine de yüksek sesle drajeeee bana ne! bana ne!” , drajeeee; “ kime “hihihihi” drajeeee!.. Varız biz, biz de varmışız, en çok biz varm biz, olmuşuz iyi olmuşuz! Drajeeeee…
ERDE YAPIYORLAR!!!!!!
ect@hotmail.com • Fotoğraf: Erdinç Yücel
a da bunalıyorum hatta hepsi birden… ıl dışarı çıkmak istiyorum ama nasıl m! Kaçasım var dehşet! Yolucam yoksa nereye?.. Hayır dışarıdayım artık; dışaeliyor; yanımda birilerini istiyorum deli bu sefer oraya değil işte : tam olarak
nsanlardan kaçıp da yanına saklandılarındayken kendimi ortalıklara attığım r, herkese gülenler, istemedi mi de kimgelmişler buraya; kaçmışlar, düşmüşler, a kafayı sıyırmak arası sığınmışız – sığışde! Varsan baksan iki oda bi salon. e. Yatacak yer beşse yatacak kişi beş Sığınırız biz birbirimize sığışırız da genel k sayfa hiç sayfa …. Yazdık, çizdik, yaptık, bozduk, beğenk, ürettik. Günlük hayatta dert, tasa, ma mantıklı cevap, kızdıklarımıza çemük, yorulduk mu saçmalık, dinlendik mi es gibi işte; sıkıntı burada! Espri yaparlar ız, gerçek denince inanır, yalan diyinkaçarız. Hep aynı yerde buluşur üzerieniriz. Herkes gibi değil, drajesi burada! yle küçük küçük, renkli renkli, sevimli, rıltılı, belki bazen sıkıntılı, umutsuz, üzünee; en kontrast renklerde, “bana ne! ne” drajeeeee; “ o ne”, “ aa ne şirin”,
mışız, en güzel biz var olmuşuz, olmuşuz
46
BİR DRAJE DERGİ RÖPORTAJI:
KUSURSUZ YAZILARIN YAZARI: ALPER GÜNAY Röportaj: İlknur Seda Bendeş
Alper: Hadi yap bir röportaj da gidek yav. İlknur: Tamam, dur, sofrayı toplayak önce. Alper: Sofrayı Can toplar. Can: Ben toplamam Avatar toplasın. İlknur: Draje’ye giren okuyucuların Google’da en çok Daraje Dergi veya Dreje Dergi yazması sence ne anlama geliyor? Alper: Bence bu kesinlikle insanların Draje’yi ne kadar çok benimsediklerini gösteren bir hareket. İnsanların bilinçaltına girdiğimizde görüyoruz ki, her birinin içinde ayrı bir Draje var. İlknur: Pensylvania’daki okuyucularımıza bir mesaj göndermek ister misin? Alper: İsterim. İlknur: Göndersene be adam! Alper: What is the matter? This is a pencil! Boş gezenin boş kalfaları sizi. İlknur: Dergiyle çalışmaya nasıl başladın?
Alper: İlk olarak böyle bir proje önüme geldiğinde gerçekten çok heyecanlandım. Hassktir dedim, ne muhteşem, ne olağüanüstü bir proje! “Benim kadar doğa üstü bir yazarın gerçekten yazabileceği bir ortam resmen” diye düşündüm. Hemen eve gidip porno siteye girdim. İlknur: Hö? Alper: Yani heyecandan. İlknur: Hee, kapatim mi şimdi ben? Neyse.. İlknur: Derginin sana kazandırdıkları neler peki? Alper: Draje dergi, ufkumu o kadar çok genişletiyor ki, kendimi adeta bir hayal ürünleri tarlasında buluveriyorum. O tarladaki hayalleri topladıkça ortaya çok daha güzel şeyler çıkartmaya başlayabileceğime inanıyorum. İlknur: En çok kimi beğeniyorsun dergide? Alper: Kendimi. İlknur: Başka?
Benim kadar doğaüstü bir yazarın gerçekten yazabileceği bir ortam.
Alper: Benden başka kim yazıyor ki? İlknur: E çizen var! Alper: Can bir şey de hele… Can: Hı? Ben istemiyom. Alper: Evet, gerçekten de dergide çok iyi çizerler var. Ama en iyi ben yazıyorum. İlknur: Derginin eksiklikleri var mı? Alper: O değil de, ben gerçekten harika yazıyorum. İlknur: (Narsizmin kulağına su kaçıran adam. Hıh.) Dergiden beklentileriniz var mı? Alper: Maaşıma zam istiyorum. İlknur: Yüzde yirmilik bir zam taahhüt etsem sana? Can: Hadi kaptın zammı! Yüzde yirmi yeter mi? Elli falan yapalım mı?.. Tıh tıh tıh… İlknur: Dergiye ayda kaç kez tıklıyorsun? Alper: Dergi mi? Ne dergisi? İlknur: Yazılarının çıktığı interaktif oluşum var ya hani… Alper: Yazılarım dergide mi çıkıyor? İlknur: (Şaşkın surat ifadesi.)
Alper: Ben demiştim çok iyi yazıyorum diye. İlknur: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? Alper: Şunu belirtmek isterim ki, Draje Dergi Türk edebiyat tarihinin gelmiş geçmiş en iyi projesi. İşsize iş, aşsıza aş, aşksıza aşk olmuş durumda. Biz ailecek, hatta sülalecek, ev hayvanları falan olarak da, dergiyi takip ediyoruz. Bu bizi gerçekten mutlu ediyor, mutlu etmekle kalmıyor, tatmin ediyor. Mesela konsept falan var. Geçen ay çok korktum, bir ara çok ayıptı. Ağladığım zamanlar güldüğüm zamanlar oldu, ama her seferinde farklı da olsa duygularımı depreştirmesini bildi bu dergi. Buradan beni takip edewn okurlarıma kucak dolusu sevgiler gönderiyorum! Özellikle güzel olanlara… Cep telefon numaramı da gönderiyorum: Hepinizi öptüm. İlknur: (Manyak mıdır nedir, çayını içip kalk git… Tıh tıh tıh… ) Alper: Çay da g.tüme benziyo… İlknur: Kalk git buradan. Tiksindim senden.
OYUNCAKÇI DÜKKANI Yazı ve İllüstrasyon: Elmas Şölenkır - E-mail: elmassolenkir@gmail.com
İ
şte yine erkenden uyanmıştım, alacakaranlık henüz pelerinini gökyüzünün üzerinden çekmemişken, tavana bakıp göğsümü oksijenle dolduruyor, iç geçirerek nefesimi boşluğa bağışlıyordum, kemiklerimin rahatsız yatağa gömülmesine izin vererek sonsuzluğu düşledim sınırlı dakikalar çerçevesinde hapsolmuşken. Saat 8, dışarının ayazı tüm odayı kaplamış, buzdan bir kafes misali havanın ne dışarı çıkmasına, ne de içeri girmesine olanak tanıyordu. Sessizce ızdırabımı top-
rağa gömmeyi umut ettim… Toprak solucanları derinlerde gerçekten uzak bir hayat sürerken, ben yeryüzünde önemsenmemişliğin, değersizlin içinde yüzüyor, yüzdeleri ve kalanları hesaplamak zorunda olmamı anlamlandıramıyordum. Üzerime yapışırcasına vücudumu saran soğuk kumaşın verdiği ten ürpertisi, bugünün değişik geçeceğine dair şüphe bırakmaksızın kapıya yönlendirdi beni. İş yerim öyle çok da uzakta değildi,
hemen bir kaç adım üzerimde. Ben ise yerin dibinde, şu uzak toprak solucanları misali yaşayıp gidiyordum... Merdivenlerden yukarı çıkmak için doğruldum, ince parmaklarım soğuk tırabzanı sıkıca kavradı, içime işleyen bir yalnızlık duygusuyla beraber kapının tokmağını çevirdim ve şehir kargaşasının, dükkana gelen müşterilerin ısrarlı bekleyişlerinin, hafif bir kalabalığın ve telaşın içine dahil oldum yine. Bay Dali ise yine benden önce gelmiş,kepenkleri açmış kasanın önündeki müşterileriyle ilgileniyor, bir yandan da kahvesiyle birlikte oyuncak koleksiyonunun olduğu bölüme doğru yol alıyordu. Ben ise sadece kasanın tozunu alıp yerleri süpürüyordum. Günlük rutin işler. Dakikalar geçmezken, müşterilerin telaşlı halleri, mızmız çocukların bağırışları, arada açılıp kapanan kapının çanı haricinde bir ses duymuyordum.Ta ki o ana kadar. İşimi bitirmiş boş boş otururken karşı caddeden kırmızı kabarık saçlı elinde kocaman bir paket olan ve hızlı adımlarda dükkâna doğru gelen bir bayan gördüm. Biraz neşeli biraz sinirli gibiydi. Kararsız yüz mimiklerindeki ürpertici tavırlardan bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştım. Kapı açıldı çanın sesi dalgalanarak dükkana yayıldı. Bay Dali kahvesini yudumlarken her şeyden habersiz yine müşterileriyle ilgileniyordu, o bayanla göz göze geldiğim o an içimde sarmal döngü halinde
ilerleyen bir sıvı gezindiğini hissettim, yer altına çeken bir güç de veriyordu bakışı. Önümde durdu ve “Bunu sizden bir gün önce aldım, iade etmek istiyorum küçük bayan dedi. “Tabi hanımefendi, ilk önce iade sebebinizi öğrenmeli ve oyuncağın durumuna bakmalıyım” dedim. O da “İademin sebebi sensin” dedi. Elinden aldığım oyuncağa dokunduğumda etrafa mavi bir ışık yayıldığını hatırlıyorum. Sonra gözümü açtığımda yine köhne bodrum katında, yatağımda, kalbimde ağır bir yük varmışçasına göğüs kafesimin ağrıdığını hatırlıyorum, sessizlik... Biraz sonra bay Dali geliyor bulanık gözlerimin gördüğü kadarıyla telaşla ne olduğunu soruyor, bana değil, o oyuncağın nasıl bu dükkana geldiği ile ilgileniyor, “Kim getirdi onu Elmas? Bu çok önemli!” Ağzımı açamayacak kadar halsizim oysaki, dudaklarım kurumuş gözlerim dermansızca kapanıyor. ”O bayan,o kırmızı saçlı olan..” diyebiliyorum sadece. Her gece aynı rüya, iki sokak ötedeki ağaçların arasındaki şatoya gitmeliyim diyorum, sonra şiddetli açlık duygusu midemi kemiriyor ellerim amorfik bir dal parçası gibi belimi sarıyor ve derimi kesiyor, bordo, akışkan, mayhoş kan tadı. Uyanıyorum, kızıl dalgalı saçlarıyla annem yüzüme bakıyor, arkadan çok sevdiği koleksiyonuyla babam görünüyor, yine astral seyahatlerim ve ben kısır döngüde sarmalanmışız.. P.S: Elmas bu hikayeyi yazarken, John williams -Hedwig theme J.W- Dances With Wolves dinlemiştir bu şarkı ona der ki “bir kapıdan geçtim, ırmaklar ve şelaleler büyük mantarlar ve anka kuşları vardı”
Bu müstesna oluşum da bizden desteğini esirgemedi efenim, selamlar! http://www.dergi.web.tr
50
Şevin Kocagil Draje, yazarları gibi bir efsanee!
Osman Güler http://www.drajedergi. com/materyal/ ödevini de böyle afişe ederler adamın! Balkabağı falan konuşuyor! Açın bakın dergiyi nasıl kullanıyorlar!
Yağmuru “irlanda rü yolculuğum
“ draje y
e der kons kendim hayal gücü
Duygu Doğan draje dergi; kızgın kumlardan ılık denize götürür adamı, sonra susuz getirir
ço t
Nihan Pekgeçgil Resim Bölümü Öğrencisi “ yaratıcı yazıların bir araya geldiği yaratıcı platform.”
Şirin Aykan draje dergi; pişirdiğim en güzel yemek gibidir, yemeye doyamam Neziye Bozkurt draje dergi; migrenin geçtiğini anladığım dakikadır (şu an migrenim diye bu cevabı verdim valla)
Tunay Komut Grafik Tasarım öğrencisi “Her ay yeni konuyu merakla beklediğim okurken eğlenip bir yandan yapılan işleri zevkle takip ettiğim dergi”
Mehmet Sinan Güvenç un Bukalemun Etkisi adlı müzik grubundan üyalarına doğru uçarken, kulağımda giaa ile mda sadece bana hizmet eden eşsiz draje”.
Merve Veziroğlu Mimarsinan Güzel Sanatlar Üniversitesi e dergi ağızda şeker tadı bırakıp, bağımlılık yaptığı gibi genç yeteneklerin de buluştuğu noktadır.”
Nuri Bilgin Yirmi yıl sonra yaptıkların için değil, yapmadıkların için pişmanlık duyacaksın (cengiz erşahin) ve neden olmasın? Mantıklarını harmanlayıp harika bir hamuru işleyebilen ekip ve dergi, hayat tarzı, söylenemeyenlerin söylenebilmesi, tamam belki biraz da şizofren ama hangimiz değil ki, çok fazla eğlence ve bu yüzden söylüyorum, ritimle alkışlayarak iyi ki varsın dergi draje ve nice yıllara, iyi ki doğdun...
Dicle Esenerli rgi kültürü ile tanışmamı sağlayan, marjinal septleriyle her defasında ilgimi çeken ,bana mi, kendimden başka “diğerlerini” tanıtan, ümün en yakın arkadaşı, benden içeri draje!
Selen Korkutan Draje; tek lokmada ok fazla dili tatmak gibi bir şey.
Gizem Çınar Güzel Sanatlar Lisesi Öğrencisi “ Bütün ilham tomurcuklarının yeşerdiği bir dergi.”
52 APOLİTİK VONTRİLOKLUK, HALUSİNOJEN VE NARKISSOS Yazı: Çağla Elektrikçi - İllüstrasyon: Çağla Elektrikçi E-mail: moodindigo8@googlemail.com
D
oğuyla batı olsak da dünya yuvarlak; Orhan Veli KaniK’ın kuyruklu şiir’indeki önermeden derlenebileceği gibi iyisiyle kötüsüyle,doğrusu, yanlışıyla, tum oluşumu barındıran elemanlarla kainat bir, biz de o dünya’ya bakıyoruz,farklılıklara kızmış olsa da kuyruklu şiir,hedonist, tüketici histerik narkissos’lar değil aslında konu. Marjinal faydası,bilançosu tum yılın ne denli tartışılabilir,onu da bilemeyeceğim,dört aydır,yakınlarda olmak isteyip uzaklardan katılıyorum, dedim ya, doğu,batı olsak da buluşuyoruz bir yerlerde,yanlışlarımız farklı,doğrularımız aynı. Büyük bir keyifle, yazılarımı inat edip sadeleştirmesem de,bana destek olan Can’la trajikomik sanal konuşmalarımız,hastası pastası olduğum,her ay yollarını gözlediğim hiperaktif draje,saatlerimizi kollarımızdan firlatıp, yönümüzü,sevgimizi kazanıyor. Edepsiz drajeyle başlarken bu yola, ve de ‘’acep bu hatun manyak mıdır’’ dedirtecek feysbok kriterlerinin hoşlaştım tuşu ile olan ilişkim ilk endişe ettirmiş olsa da sonra kabullenmiştir beni draje ekibi.Feysbok’umdan kurtulduktan sonra da draje’nin yolladigi link’lere ulaşmıyor oluşum,’’bu neydir?’’ şaşkınlığı içerisinde bıraktığım denemelerimle sürmüştür yine de ekip destekleyip,kabul etmiştir, herşey için teşekkür ediyorum.Hastaniz,pastanizim. Kör bir piyanistin, rotası gibi rifleri otorite figürlerine karşı savrularak, kendimize kızarak,herşeyin iz bırakmasıyla da toprak ve su kadar yakınız aslında.Kaybolarak başlanılan, kaybolması için de varolması gereken insanın doğasının yarası, gözleri iki pekmez bakıyor herkes sayfalara. Bob Marley’in ‘’my fear is my only courage’’ şarkısının verdiği adrenalin gibi, pandomimci Marcel Marcelau’nun şaşırtmacaları ile, insan parazitlerden kaçarak kurulan 0 karbon salımlı kent ilerliyor coşarak,coşturarak provizyonlari. Vontrilokluklari
ile histerilerinin birleşimi anksiyeti, pasif agresyon belirtileri ve onlarca kafa ütüleyen gürültüyle çürükler yok aralarda. Sizoid bulantılar, kötümser enerji vampirleri, burnunun büyüklüğüyle kafanızı kıracak delgeçleri de küstah ve ukalalıkla kesitirimlere savurtuyor, barok burjuvazi halusinojenlerinden sürdürüyorum apolitik oluşumlara. Yan karakterler, kurban arayışları tüm o sorumluluklardan kaçış, yalanlara kılıf için. Rahat uyuyor mu narsist ‘’ciciş’’ler? Tüm bu sözler, yansıdığı her camdan kendisini izleyen, mükemmeliyetçi küçük hesapların insaniyeti için. Geceleri rahat uyumak için aradığınız kurbanlar,değiştirdiğiniz oyununuzun içerisindeki yan karakterler, yükümlülüklerinizi tamamlayan,sözlerinizi tutan, iniş,çıkış noktalarınızı kontrol altında tutmaya calışan,kendi dışında hiçbirşeye acımayan taş yürekler, siz, evet,siz, tüketmeyin ruhları, karşınızdakini kuüçümsüyorken, siz büyümüyorsunuz, kıyma makinelerinden geçirdiğiniz bireyler,zavallı bağımlılıklarınıza tabi kalmayacaktır. Bu bir baskaldırı, kaybettim üukümsüzdür, narkissoslarin arasındaki ruhumu, efeminite ettiğim hayatımı, egosantrik ruh emicilerin kollarından çekin alın. Hayat basit görünümü altında barındırdığı komplike kompleksle bu denli basit yürüyor,tüm ışıklar yanıyor şehrin üzerinde.
Bu arada Draje Dergi’yi
LÜMPENLER ARMUTLAR NAZİLER SURATSIZLAR KATI GERÇEKÇİLER OKUMAZLAR!
54
ÇEK OR BİR D EKİBİ GÜZE
Yazı: Emrah Sarıgöl - E-m
H
er şey olabildiğince kendi adımları üstünde başladı.’’ Ben dam’da gezen kediyi kovalıyordum, draje sokak ortasında tıngır mıngır kendi havasında yuvarlanıp gidiyordu. Biri deli durdurmaya kalkıyor, bir akıllı arabaları durduruyordu. Sağda solda teyzeler vardı, ayaküstü mahalle dedikodularında bizlere kaftan dikmeye çalışıyordu.Biri ben oluyordum hikayenin zibidi veledi,mahalle aralarında dolaşıyordum. Kalemim var ya,benden daha iyi kimse yazamaz diyordum. Hala kendime ve Türk Dil Kurumu’nun imla kanunlarına karşı söylüyorum ; ‘’ Şu kalemi benden daha iyi tutacak biri var ise, gelsin alsın.’’ Tabi alacak olan biri var ise. Önce havasını, sonra aklını alırım alimallah. Kim daha iyi olabilir ki bir mahalle afacanından daha iyi. Yaşlı başlı, dünyası kapkara arkadaşlara, sevgililerinden ayrılan dostlarıma şiddetle tavsiye ediyorum dergimi. İyi geliyor
Draje Dergi bir yıllık süre boyunca 13.500 ziyaretçi ağırl 58 ülke ve Türkiye’nin 74 şehrinden okur ve bakarlarımız me belirtip rencide etmeyi İşletim sistemlerine baktığımızda Windows kullanıcıları ezici tarihinde İstanbul’dan alternatip.com aracılığı ile Draje Derg giriş yaptığını görmüş olmak bizi duygu En çok ziyaretçimizi facebook üzerinden ağırladığımız için d için olsa gerek, korkak draje yayına girdikten sonra Dr Pensilvanya’dan bizi ısrarla takip eden okurumuzu çok beğ olursa çok bahtiyar oluruz. Hatta mesut… Hatta bulan ya Pensilvanya’daki abi ya da ablamız bize posta güvercini y
RADAN DRAJE, ZEL OLSUN!
mail: xxx • İllüstrasyon: xxx
bünyeye. Aynaya geçip bakınca, kelimin ışıltısından, yeni draje fikirlerimin fırladığını düşünüyorum. Her ay kapıma yuvarlanan draje, aklımın iplerini ellerine alıyor. Yağmur yağıp, bir Arap kızı cam’dan bakıncaya kadar draje’de yazmaya devam ediyorum. Sıkıyorsa kapın köşemi! Köşemi kapanı, köşe başında sobelemek için bekliyorum. Benim draje hikâyem böyle başladı. Böyle’den daha iyi gideceğini biliyorum. Neden mi? Bir draje kolay yetişmiyor, numuneyiz bizler. Raf ömürlerimiz sınırlı, buz dolabından önce kalbiniz de saklayın diyorum sizlere!
Not ; ‘’Kelim, hürüm, özgürüm, drajeyim!’’diyorum.Buradan hayranlarıma sesleniyorum.Sizleri seviyorum,sizler de beni seviyorsunuz biliyorum.Ama bir kahve içmeye çağırmadınız evinize,vallahi çok darılıyorum.
ladı. Bunlardan yaklaşık 9.000’i benzersiz ziyaretçilerdi. evcuttur. Draje Dergi’nin hiç ziyaret edilmediği illeri burada elbette arzu etmiyoruz. i bir üstünlük göstermekte... Bununla beraber 31 Mayıs 2009 gi’yi ziyaret eden sevgili okurumuzun Play Station 3 üzerinden u seline kapıp götürmüş bulunmaktadır. durumdan çok kıllanan facebook inc. ortalığı kolaçan etmek raje Dergi’ye şöyle bir bakıp çıkma ihtiyacı hissetmiştir. ğenerek takip ediyoruz. Kendisi bize mail yoluyla ulaşacak a da getirene eski parayla 100.000 lira bile veririz. Hatta yoluyla ulaşırsa, o güvercini ölene kadar jelibonla besleriz.
56
SAZ EKİBİ BÜYÜDÜ Yazı: Engin Arınan- E-mail: enginarinan@hotmail.com • İllüstrasyon: Birkan Can Evirgen
M
ahalli çalgıcılar olarak çıktık yola, her durakta büyüdük biraz daha. Yaptığımız gönül işi sevgi işi, bu yüzden dinlenesi tınılar çıkardık ortaya. Her kafadan farklı ses ama seviyeli, edepli, keyifli. Harmoni oluşturduk sanki dev bir orkestra gibi. Nasıl evrildik bu yolda ve nedir bizi biz yapan, hepsinin cevabı aşağıda… Derginin geçirdiği evrimi takipleyen arkadaşlar
fark etmişlerdir zaten. Kendi adıma bu evrimin içinde az da olsa bir köşesinde yer almaktan dolayı fazlasıyla mutluyum. Çünkü yapılmış olan işlere şöyle bir göz attığım zaman hakikaten hayran olmamak elde değil. Şu gerçeği kabul etmek lazım, piyasada bizim gibi konsept üzerine çalışan çok fazla dergi var ama bizde farklı gördüğüm noktaları açıkla-
madan geçemeyeceğim. Şimdiye kadar yapılmış olan konseptlere baktığımız zaman hayal gücünü olabildiğine serbest bırakan, okuyucuyu farklı açılardan yakalayabilecek yazılar çıktı ve bu insanların birbiriyle anlaşmasından oluşan bir durum değil. Yani bilmenizi isterim ki önceden belirlemiyoruz sen şu konuyu yaz, ben bu konuyu yazayım gibi ama farklı kültürlerden gelen ve farklı şekilde çalışan beyinlerin bir harmonisini oluşturuyoruz her sayıda. Bu şekilde okunası ve doyulası işler çıkartıyoruz her sayı. İkincisi ve bence en önemli özelliğimiz görsel tasarım konusunda sorumlu arkadaşlarımızın müthiş yaratıcı işleri. Kapaklara bile baktığımız zaman bu konuda ne kadar başarılı olduğumuzu anlamak mümkün. İlk sayımız Yasak Draje’nin kapağı ve ‘Ağlayan çocuğa gülmek yasak mı!’ sloganı resmen derginin maskotu halini aldı, iddialı bir çıkıştı ve bu iddiayı herkesin gayret göstermesiyle 1 yıl boyunca üstüne katlayarak arttırmayı hep birlikte başardık. Benim katılış sürecim ise şu şekilde oldu; derginin fikir babası ve annesi dostlarım Can ve İlknur bana ilk olarak bu işten bahsettiklerinde gözlerindeki ışıltıdan çok etkilenmiştim ve ‘Engin, seni de dergide görmek istiyoruz, katıl bize!’ dediklerinde düşünmeden kabul ettim. O an başka yerlerde de yazıyordum ama onlara hayır, yoğunum, yetişemem demeyi aklımın ucundan bile geçirmedim. İyi ki de geçirmemişim, ne güzel yapmışım da kabul etmişim, umarım sizde aynı şekilde düşünüyorsunuzdur. Her ayın başında çıkışımız da, keyifle ve merakla acaba nasıl oldu diye o gün ilk tık’ı drajedergi.com’a yapıyorum ve şöyle göz gezdirdiğimde her sayfada yapılan işleri ayrıntılı bir şekilde inceliyorum. Dürüst davranayım, ilk başta kabul ettiğimde bu noktaya gelebileceğimizi düşünmemiştim ama şu an bulunduğumuz konum, özellikle Korkak Draje ile zirveye çıkışımız ve çıtaları kırıp onlardan uçurtma yapıp semada süzülüşümüz devam edecek, bunu görememek delilik. Bu orkestra daha çok konuyu işleyecek ve her seferinde draje senfonisine bir sonat daha ekleyecek. Bizi dinlemeye devam edin.
Ayrıca ülke genelinde yayın yapan iki gazeteye haber ve röportaj adı altında sızmış bulunduk. Akşam Gazetesi Cumartesi eki için bizimle söyleşmeye gelen Özge Ç. Denizci Draje Dergi’nin bir kez girildi mi bir daha çıkılamayan gizli bir teşkilat olduğunu anlayamadığı için kendisine geçmiş olsun dileklerimizi sunmayı bir borç biliriz. Kendisine sorarsanız söyleşiyi yaptıktan sonra Draje Dergi’ye kanının kaynadığını ve her sayı seve seve bizimle olduğunu iddia edecektir. Ayrıca Radikal Gazetesi internet editörü Erdal Erkasap’a dergimize verdiği destekten dolayı minnettarız.
Emre Alettin Keskin - alettin_keskin@hotmail.com
58
Emre Alettin Keskin - alettin_keskin@hotmail.com
60
Emre Alettin Keskin - alettin_keskin@hotmail.com
62
Emre Alettin Keskin - alettin_keskin@hotmail.com
64
Emre Alettin Keskin - alettin_keskin@hotmail.com
66
68
ÖTANAZİ Yazı: Cem Vurnal- E-mail: cemvurnall@hotmail.com
K
endimizi korumak en büyük sorumluluğumuzsa eğer bu sorumluluğun farkında olmamak en iyisi. Nasıl olsa “Tanrı’ya güveniyoruz “ felsefesiyle güvensizlikle bakabilmeyi öğrendik bu dünyaya gözümüzü açtığımızdan beri. Umutsuzluğun alıp götürdüğü mat renkli yaşamlarımız ustalıkla kaybedenleri oynuyor, mahkum kılınmış zihniyetlerin umarsız kahkahaları önünde. Mutluluğu bağımlı hale getiren Serotinin’in gülümseyen yüzlerdeki etkisi azaldığında Placebo’nun “ Beni istediklerimden koru” şarkısı gitarın tırmalayıcı sesiyle acımasız hayata dik bir duruş sergiliyor. “Daha fazlasını iste” sloganıyla Sprite reklamları, uzlaşmanın kabullenme olduğunu öğrenen yeni jenerasyonun kısa süreli asil dik duruşunu ayaklar altına alıyor. Sonra son nefes çektiği izmaritini fırlatıyor daha sönmeden bedenimize,çünkü biliyor ruhumuz ıslanmış bir kere… Hayatın gürültüsünde bu suskunluğumuz niye? Köprü altından geçerken bir 9.65’lik tabanca al ve hırsızın birinin şakaklarına daya son bir kere yalvarmasına izin vermeden. Yapamazsan eğer çık ıslak merdivenlerden bak etrafına. Simit satan yaşlı amca, Selpak satan o küçük kızın kurumuş gözyaşları nerede ? Marks istediği kadar haykırsın boşluğa; “Dünyayı anlamak yerine, onu değiştirmenin vakti geldi” diye. Hadi kalk gidelim, yağmurun altında sırılsıklam olurken, özgürlüğe çırılçıplak bedenimizi satmaya. Can çekişme acısından kurtarmak için sizin kirli ellerinizden temiz bedenime ötanazi uyguluyorum. Korkmuyorum artık sessizlikten, her şey gibi bende yokum aslında. Olmadığım içinde sizden farklı olarak haykırabiliyorum bu bütün ikiyüzlü sahteliklere. “Akıllı insan hayatla yüzleşendir, kaçan değil” yalanına inandırmaya devam edin kendinizi benim yokluğumda...
Cem’in ötanaziden sonra kalan son sözleri : “Umutsuzluğu kabul edip giderken kendimi özgür kılabildiğim, yaşamın saçmalıklarına karşı silah olarak kullandığım Draje sayfalarında yer aldığım için sizlerden kendimi özel hissediyorum. Gerçek hayatın acımasızlıklarını, sahteliklerini Draje’nin renkli sayfalarında uyanışa geçirdiğim için gidişimi mutlu kılmak zorundayım.Artık can çekişmeyen sabah,hapislik çekilmeyen akşam ve korkunç katliamların yapılmadığı öğle vakti var bu sayfalarda. Camus bile haykırıyor benim ardımdan; “Bu kaygıyla yaşayan az sayıda insan, bugün ya da yarın ölmek zorunda. Gururluysalar, Draje okumadan ölmeyecekler…”
Okuması artık basit, fekat göze hâlâ faidelidir! Bu alana reklam vermek için: info@drajedergi.com
70
minik draje minik draje minik draje minik draje minik
DRAJE’NİN 10 İYİ YÖNÜ Yazı: Ceren Gül Çıtak – 3. Sınıf Öğrencisi - İllüstrasyon: Ceren Gül Çıtak
- Parasız. - İnternet Dergisi. - Ah kaçırdım derdi yok. - Eğlenceli - Yazıları istenilen boyutta olur - Yazarları genç - Değişik - Okuyucular görüşlerini bildirebilir - Kendi sayfanızı yazabilirsiniz - Aylık dergi
Bilgi: Draje ilk sayısını 1 Mart 2009’da “Yasak Draje” olarak çıkardı. Onun ardından “olağanüstü, kaçak, deli, antika, yazlık, aşık, oyuncu, edepsiz, sihirli, korkak” sayılarını çıkardı.
draje minik draje minik draje minik draje minik draje minik
DRA-JE Yazı: Deniz Ada İncesağır – İlkokul 3. Sınıf Öğrencisi - İllüstrasyon: Deniz Ada İncesağır
Draje’nin doğum günü kutlu olsun. Ben Deniz Ada. Can abinin yiğeni, Erdinç abinin de yiğeniyim. Draje, İlknur abla, Erdinç abi, Ceren bugün doğdu. Bunlara en yakın olanınki Ceren’dir. 2 Martta doğdu çünkü. Evet Draje’nin doğum gününü kutluyorum. He bugün 1 Mart di mi? (:
72
BEYRUT FATOŞ YILDIRIM SOĞAN GİBİDİR
ONU KESERSENİZ, GÖZÜNÜZDEN YAŞ GELİR… Yazı: Beyrut Fatoş Yıldırım - E-mail: beyrutfatosyildirim@gmail.com • İllüstrasyon: Birkan Can Evirgen
Draje: Merhaba, yemedik içmedik, aylardır bu röportaj için uğraştık ve sonuda başardık..Gerçekten çok yüce gönüllü bir insansınız… Beyrut Fatoş: Estagfirullah canım, bir an önce röportaja geçersek yalnız… İşim gücüm var. Draje: Ay pardon…İlk soruma geçiyorum, neden yazmak? B.F.: Bir ifade biçimi olsa gerek. Düşünceler taştığında kağıda dökülmeleri icab ediyor. Yoksa çatlar bu ruh. Draje: Peki ilk ne zaman yazdınız? B.F.: 10 yaşıma ait günlüklerim var. O zamanlardan başlamış bu sevda, günlüklerden şiirlere öykülere, internet ile beraber daha çok kişiye ulaşan yazılara döndü olay. Türk insanının mayasında var sanırım yazmak…Japonlar nasıl teknolojiye kafa yoruyorlarsa bizde edebiyata kafa yormadan edemiyoruz. (Gülüşmeler) Draje: Peki yazdıklarınızın okunduğunu düşünüyor musunuz? B.F.: Ne demek o şimdi! Soru mu bu kardeşim! Ne biçim soru bu?? (bağrışmalar) Draje: Pardon, tutamadım kendimi. Neyse yazmak dışında uğraşlarınız var mı ? Bize biraz kendinizden bahsetseniz? B.F.: En büyük uğraşım öğrencilik..Uğraşıp duruyoruz. Onun dışında sahne sanatları ile ilgiliyim. En büyük hayalim bir müzikal yazıp yönetmek. Ama bunun için hiçbir adım atmadım. Adı üstünde hayal….Yıllar önce resimde çizmiştim ama o kadar kötüydü ki yıllar önce resim yapmayı bıraktım. Dans etmeyi beceremediğim gibi ısrarla dans ederim. Kısacası ders çalışmak dışında her şey ile ilgiliyim. Tom Hanks’i ve Gerald Butler’ı beğenirim. Favori filmlerimde Yeşil Yol ve P.S I Love You’dur. Draje: En büyük korkunuz? B.F.: Ölememek. Draje: Vasiyetiniz? B.F.: Mezarımın başına bir kavak ağacı dikin yeter…
Draje: Aşk nedir? B.F.: Alakasız bir soru oldu ama gene de cevaplayacağım. Bu sorunun cevabı http://askinpesinde. blogpot.com sitesinden alınabilir. Kişisel blogumdur. Draje: İdolünüz var mıdır? B.F.: Pek çok insanın aksine benim idolüm aynı evde yaşadığım bir insandı. Benden 6 yaş büyük ablamın çizgisinden gittim hep. Mükemmel insan varsa o da ablamdır… Draje: Issız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız 3 şey ne olurdu ? B.F.: Veni Vidi Vıcı Draje: Draje dergi hakkında ne söylemek istersiniz? B.F.: Cool bir dergi. Takip etmekte fayda var. Eğitici, bilgilendirici ve okunası bir dergi. Ekip harika. Görsel olarak ve içerik olarak her ay okuyucuya farklı deneyimler kazandırıyor. Dahası içinde ben varım..Benim olduğum her yer zaten mükemmel olmak zorunda… Draje: Mütevaziliğinize hayran kaldık? B.F.: Kalmamak imkansız gibi bişey… Draje: Son olarak bişey diyomusunuz, röportaj bitti. Gidicez biz. B.F.: Durun konseptle ilgili bi hikaye var onu anlatacağım. Paulo Coelho’nun SİMYACI adlı kitabından…. “Bir kervancının getirdiği kitabı eline aldı Simyacı. Kapağı yoktu kitabın, ama gene de yazarının kim olduğunu anladı: Oscar Wilde’dı yazar. Kitabın sayfalarını karıştırırken, Narkissos’u anlatan bir öyküye rastladı. Narkissos’un, kendi güzelliğini her gün bir gölün sularında seyretmeye giden bu yakışıklı delikanlının efsanesini biliyordu Simyacı. Bu delikanlı kendi görüntüsüne öylesine vurgunmuş ki, günün birinde göle düşüp boğulmuş. Onun göle düşüp boğulduğu yerde de bir çiçek açmış, bu çiçeğe nergis adı verilmiş.
Ama kendi yazdığı öyküyü böyle bitirmiyordu Oscar Wilde. Tatlı su gölünün kıyısına gelen orman tanrıçaları Oreas’ların, gölü bir acı gözyaşı kavanozuna dönüşmüş olarak bulduklarını yazıyordu Oscar Wilde. - Neden ağlıyorsun? diye sormuş Oreas’lar. - Narkissos için ağlıyorum, diye yanıtlamış göl. - Ne var bunda şaşılacak, demiş bunun üzerine orman tanrıçaları. Bizler ormanlarda boşu boşuna onun peşinde dolaşır dururduk, ama onun güzelliğini yalnızca sen görebilirdin yakından.
-Narkissos yakışıklı bir genç miydi? diye sormuş göl. -Bunu senden daha iyi kim bilebilir ki? diye karşılık vermiş iyice şaşıran Oreas’lar. Her gün senin kıyılarına gelip sularına bakıyordu! Göl bir süre sessiz kalmış.Sonra şöyle konuşmuş: -Narkissos için ağlıyorum, ama onun yakışıklı olduğunu hiç farketmemiştim ben. Narkissos için ağlıyorum, çünkü sularıma eğildiği zaman, gözlerinin derinliklerinde kendi güzelliğimin yansımasını görebiliyordum.” KALIN SAĞLICAKLA
Tayfun Bayrak癟覺 - http://valjeanjean.deviantart.com
74
76
BİRİ BANA E-DERGİ Mİ DEDİ? Yazı: Esra Erdem - E-mail: esra_rdm@yahoo.com • İllüstrasyon: Birkan Can Evirgen
D
ergiler arası yolculuklar yapardım ara sıra. Bu yolculuklarda genelde, gereğinden fazla gereksiz konuşan birini verirlerdi yanıma, bileti koridor olmasına rağmen pencere kenarında oturan. Bense elinde pencere kenarlı bilet, koridorlu bilet sahibinin gözüne sokarcasına bileti tutar karşımdakinin biraz olsun aklı selim olabileceği düşüncesiyle konuşmaya çalışırdım ve sonunda anlardım ki ben ne desem de lafıgüzaf. Elindeki dergi kapağında giyinik olmayan hatunlar,yarı giyinik adamlar olunca elime kağıt
kalem alır karalardım bişiler,kasarsam belki anlaşılırım diyerekten. Konuşurken anlamayanın yazmaktan anlayacağını sanmak da benim polyanna taraflarımdan biri oluverirdi öyle zamanlarda. Gerçi şimdi Poly ne durumdadır Anna mıdır Herzigova mıdır o kadarını bilemiycem. Bilmek de istemiycem çocukluğumdaki Polyanna’yla yetinmeyi diliycem. Haa bu arada biletçi amcaya da laf edemezdim, kızamazdım da. Karşısına geçip de bi kişilik
yer isteyenle oturup sohbet edip, kişilik analizi yapacak hali yok ya. Okur mu yazar mı laftan anlar mı? A dersen z anlar mı? Elinde dergi ama o dergiden bişi anlar mı? Ön koltukta oturan tipler de hep şansıma koltuğunu en arkaya ittirip ayaklarımı, bacaklarımı hatta beynimi sinirden uyuşturanlardan oluşurdu. Tamam arkaya ittiriver koltuğunu sorun değil ama kilo boydan fazla olunca, göbek hazneye sığmayınca arkada oturan bende de sinirler hazneden fırlardı. Alien olma isteği kat be kat artardı içimde. Tam öne eğilip “Kardeşimmm yeter amaaaa!!” diyecekken elindeki dergide türlü rejim tarifi okuduğunu görünce acır haline geri çekiliverirdim. Nedenini hala çözebilmiş değilim. Onun yanındaki de arkadaşına destek çıkacak ya bana bi afralar tafralar, yanımdakiyle koltuk kardeşliği yapmalar. Laptopu açıp eee-dergileri karıştırmalar. İçeriği olmayan,can sıkıntısından evde toplanılıp çekilmiş home videolar gibi kalitesiz işleri kaliteli gibi gösteren dergilerin dibine düşmeler.. ”Çok gereksiz hareketler bunlar hocam” diyecekken hostun hosting adresini öndeki tipi tipe uzatmasıyla kendime gelişlerim falan. Amanın durdurun şu otobüsü bunların hep biri yalannnn!! dememe ramak kalmışken hostun gelip ne içersiniz demesi.. ”Üçü bir arada olsun ama şu öndekiler ve yanımdaki bi zahmet hep yan yana dursun. Benim ne işimm var burrrdaaa!!” diyememelerim.Ve nazikçe bi kahve isteyişlerim.. Hele ki otobüs şoförünün radyosundan gelen sesler .. ”Bi dergimiz çıktı haberiniz var mı? Popun topun herbişeyin kralı gecelerin yamyamı, kim kimi o gece ham yaptı, ham yapılan hangi arada gidip de bağrı açık cüretine cürret bahşeden pozlardan koleksiyonuna kattı? Hepsi yeni,yepisyeni eee-dergimiz www.tacisizselhüzünlücoskun.com magazin dergisinde, bir tık ötenizdeee.” Çaprazımdakinin bu sesle birlikte anında irkilip “Neydi lan adres bi desene bana.” dediğini duymadığım zamanlar oldu diyebilseydim keşke. Yanındakinin de “Ya ne biliyim taciz, coşkun, hüzün falan dedi bişiler işte.Ha bi de yamyam mı ham mı ne öyle bişi de dediler. Anlamadım ki”. demesi ayrı şahane oluverirdi . Laptop hemen açıIır, host derhal çağrılır. Adres sorulacakken radyoda yine aynı ses duyulur, adres hemen yazılıp, tıklanır.. eedergi açılır ve sayfalar dolusu safsatayla hülyala-
ra dalınırdı Ve ben sonunda güç bela,düşe kalka fenalarda ıkına sıkıla inerdim yolculuk bitiminde otobüsten. Bir elimde çantam olurdu diğer elimdeyse hiçbirşeyim.. Böyle olmasını hiç ama hiç istemezdim.. Tüm bu olanlardan sonra artık umudumu tüketmiştim.Her seferinde böyle olacak düşüncesiyle uzun bir süre yolculuk yapmamış kendi kabuğuma çekilmiştim. Sonunda dayanamadım bi gün yine çıktım bi yolculuğa. Yanımdakinin yüzüne bile bakmadım. Sanırım korkuyordum, konuşursam değişen tek şey özne bi de belki şekli,rengi değişmiş nesneler olacaktı. Yanımdaki elini uzattı,içinde türlü renkte şeker vardı. Draje şekerleri çok severdim eskiden beri. Yanımdakinin yüzüne baktım gülümsedi. Sıcaklığı bile yeterliydi. Bikaç tane drajeyi aldım,ağzıma attım. Tadı lezzetliydi. ”Ben de Mart ayından beri bu yolculuğa çıkıyorum daha yeni sayılırım. Tek değilim bak istersen.” diyerek bana arka ve ön koltukta oturanları gösterdi. Her biri içten bi selam verdi.. Bense şaşkın şaşkın bakakalmıştım. Ayağa kalkıp her birinin yanına gidip onlarla konuşup, tanışmaya başladım. Aynı dili konuşuyorduk hayata dair anlatacaklarımız vardı hepimizin de. Kimi elinde bi kağıt ve renkli kalemler şahane şeyler çiziyor,kimi elinde fotoğraf makinesi yol boyu biribirinden anlamlı fotoğraflar çekiyor, kimi de kağıdı kalemi almış eline hikayeler yazıyordu. Yolculuk bitmiş herkes yavaş yavaş otobüsten inmeye başlamıştı ki inerken bir kalabalık dikkatimi çekti. Ellerinde draje şekerler telaş ve heyecanla otobüsten inenler bekleniyordu. Otobüsten inen herkes içten kucaklanıyor, iyi ki varsınız deniyordu. O günden sonra ben de her ay elimden geldiğince katıldım onların anlamlı yolculuğuna. Yolculuk sonunda sizleri takdir etmek ve beğenilerini sunmak için bekleyenlerle göz göze gelmek, karşılaşmak, beğenilerini, fikirlerini almak saatlerce çekilen zorlu yolculuğun tüm sıkıntısını sonlandırıyordu. Tam bir yıl ve uzunca bir yol oldu draje dergi biz ve siz okuyanlar için.Nice uzun yıllara ve yollara. Esra bu yazıyı yazarken “daha dün ilk yazımı yazdığım günleri hatılıyorum ne çabuk bi yıl oldu yahuu.” diye iç geçirirken bi yandan da Benediction ‘dan Wrong Side Of The Grave’i ve Chris Rea - The Road To Hell’i dinliyodu (ona ”abla kate” diyen bi arkadaşından dolayı). Parçalar arası geçişler yapıp zihninden geçenleri de kağıda döküyodu.. Masasının üzerinde duran drajeleri ağzına attıkca daha da bi yazası geliyodu,okunası kelimelerden pasta yapacaktı az kalsındı..
Çıkan kısmın özeti: Korkunç bir yaratık televizyondaki gelin kaynana yarış-
masını olanca hızıyla balkonun kapısına fırlattı. Yavaş yavaş erkekleri de kaybetmeye başlamıştık. Yok arkadaş! Şimdi dön bir bana bak. Beynim kendi kendine kararlar alıp vücudumu yönetmeye başlamıştı, oturdum izledim mal gibi! Su içmekten damacanaya döndüm zaten. Erkekliğe bok sürdürmeyeceğiz ya, hanım hanımcık bir ev kadınına dönüşmüş olarak farkına vardım ki parmağını İsa’nın mızrak yarasına daldıran İsviçreli bilim adamı Mahmut’u boyamamıştı. O koca yalan silsilesi kazandığı zaferini gururla izliyor, bekleyen şarkıları yazmak istiyordu. Onu neden karıştırıyorsun ki işe. En iddialı sevişme sahnesine sahip konulu film sepetlerini özledik, atmalarını özledik, dutmalarını özledik. Seni oraya sürükleyen neydi? Cevapsız bir soru. Tir tir titreyerek şalterleri indirelim artık. Adeta içim eziliyor bunu yazarken fakat Pentagram rüyasında şeytan görmüş. Bu sebeple hep anne ve babasının yanında yatarmış. Hayvan türlerine bulaşmak için izlediği yolları izlemek isteyenleri caydırmak üzere ceplerinden birer mermi çıkarıp kampanyalar düzenlemeye başlamıştı. Yapma seni koca bebek! Horlamaya benzer sesler çıkarıp, dayanamayıp birbirimize sarılır, kalıp sizinle, yaşadığınız KORKAK dünyayı paylaşmak isterdik.