ÇAĞRI SARAY
UUUU NNNN UUUU TTTT MMMM AAAA NNNN IIII NNNN EEEE ŞŞŞŞ İİİİ ĞĞĞĞ İİİİ TTTTHHHHRRRREEEESSSSHHHHOOOOLLLLDDDD OOOOFFFF FFFFOOOORRRRGGGGEEEETTTTTTTTIIIINNNNGGGG 02.03-08.04.2017
İİ ÇÇ İİ NN DD EE KK İİ LL EE RR Sergi Metni .........................................................................................................................................................................4 Biyografiler ........................................................................................................................................................................5 Çağrı Saray-Onur Atay Söyleşi ...........................................................................................................................8 Sergi Planı .......................................................................................................................................................................28
tunutmtanın eşiği
3
Pilot, 2 Mart- 8 Nisan 2017 tarihleri arasında Çağrı Saray’ın “Unutmanın Eşiği” başlıklı kişisel sergisine ev sahipliği yaptı. Saray, süreklilik duygusunun kökünü mekanlarda aradığı serisinde, Türkiye’nin kolektif bellek mekanlarına odaklanır: Dolmabahçe Sarayı, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Resim Heykel Müzesi, AKM, Haydarpaşa Garı ve Sansaryan Han, Saray’ın çizimlerinin konusu olur. Saray’ın çizimlerinde, hatırayı kutsallaştıran hafızanın korunmasına yönelik bir çağrı ve kaybına vurgu yapan kesintili çizgiler vardır. Hafızayı korumak, arşivleri kurmak, yıl dönümlerini hatırlamak çaba ve tekrar gerektirir. Hafıza, ritüeller oluşturur. Geçmişe ait olan anları/mekanları şimdi’ye tekrar yerleştirir. Hafıza mekanlarını, artık içine kolayca yerleşemediğimiz ancak derinden bağlı hissettiğimiz ve arşivini yapacak kadar mesafeli durduğumuz bir yere sabitler. Unutmanın Eşiği isimli serisinde Saray, birer bellek mekanı olarak anıtsallaştırdığı imgelere yeniden bakmayı önerir. Bu imgeler, bir güç mücadelesinin temsilleri olarak belirirler. Tarihe kalacaklar ve yok olacaklar arasındaki mücadelenin odak alanlarını hayali bir haritada işaretler. Saray’ın haritası, kenti deneyimlemenin bir yolu olarak psiko-coğrafyadan ilham alır. Kentsel alanın, bireyin duygu ve davranışları üzerindeki etkilerine odaklanan psikocoğrafya kavramı, 1950’lerde Situasyonist Enternasyonal’in ürettiği bir kavram. Kent içinde hıza dayalı ve tekrarlanan davranışların daraltıcı etkisini azaltmak için “başıboş” dolaşmayı ve beklenmedik karşılaşma ve hislere açık olmayı önerir. Bu anlamda psikocoğrafik haritalar, kentte görünmeyen potansiyelin açığa çıkması konusunda yaratıcılığa dayalı duygusal bir eylem alanını yeniden ve yeniden tanımlarlar. İstanbul Üniversitesi Giriş Kapısı
4
threshold of forgetting
Çağrı Saray 1979 yılında İstanbul’da doğan Çağrı Saray, İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyor. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünden mezun olduktan sonra aynı fakültede Yüksek Lisans ve Sanatta Yeterlik programlarını tamamladı. Halen Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Temel Eğitim Bölümünde doçent olarak görevine devam etmekte. Çok sayıda ulusal ve uluslararası sergide çalışmaları yer alan Saray’ın kişisel sergileri arasında; Eksilen Zaman (2015), Outsider (2014), İçerideki Ölçülebilir Sıcaklık (2013), Gri Koridor (2013), Bekleme Odası (2009), Kırmızı Oda (2007), Bellek Kutuları-1 (2001) bulunur. Çin, Meksika, İtalya, Yunanistan, Almanya, İspanya ve daha birçok ülkede sergilere katılan Saray’ın çalışmaları, Çanakkale Bienali, Proje 4L, Pera Müzesi, Baksı Müzesi, China Art Academy, Borusan Sanat Galerisi, Kasa Galeri gibi pek çok önemli müze ve sanat kurumunda gösterilmiştir.
Onur Atay Onur Atay, ODTÜ’de mimarlık eğitimi sonrasında Boğaziçi Üniversitesi’nde mimarlık ve görsel kültür tarihi üzerine araştırmaya başladı. Hafıza ve bellek üzerine düşündüklerini daha fazla kişiyle paylaşmaya ve modernizmin nostaljisi üzerine farklı mecralarda üretmeye devam ediyor. Gündelik hayatı kurtaracak olanın sivil ve katılımcı bir toplum olduğu inancıyla profesyonel hayatını sürdürüyor.
unutmanın eşiği
5
6
|
threshold of forgetting
Büyük Postane | The Grand Post Office 2016 gravür | etching 70 x 98 cm
unutmanın eşiği
7
SÖYLEŞİ 1 Nisan 2017 tarihinde galeride yapılan sergi turunun deşifresi temel alınarak düzenlenmiştir. Sirkeci Tren Garı
Çağrı:
8
2015’te. Rum İlkokulunda yaptığım Eksilen Zaman sergisinde gravürleri bir enstalasyon olarak kullanmıştım. Bu serginin girişine yerleştirdiğimiz Büyük Postane gravürü yoktu ama farklı 8 mekan vardı ve bunları, Lefebvre’in ‘bellek mekanları’ kavramından yola çıkarak bir araya getirmeye çalışmıştım. Bellek mekanları dendiğinde zihnimizde canlanan şey sadece mimari bir yapı değil, bir meydan da ya da bir imge de bellek mekanı olabiliyor, bir nesnenin kendisi de bellek mekanı olabiliyor. Bu nedenle o enstalasyonda birtakım meydanlar ve nesneler, mekanlarla birlikte kurgulanmıştı. Bu sergide sadece mekanlara odaklanmayı tercih ettim. Bu gravürü önceki sergiye atıfta bulunmak için girişe yerleştirdik. Burası Büyük Postane.
threshold of forgetting
Onur:
Vedat Tek’in Büyük Postanesi. Osmanlı mimarisinin modernizasyon süreci cumhuriyetle beraber iki dönemden oluşuyor. Birinci milli mimari rönesansı ve ikinci milli mimari akımı. Birinci milli mimari rönesansa ait olan bu yapı (Büyük Postane) yeni yapım tekniklerinin kullanıldığı ama aynı zamanda eskinin tarzına öykünen, eskinin figüratif süsüne yüklenen son yapılardan bir tanesi. Haliyle kendi dönemi için aslında anıtsallaşmış, bugün üzerine konuştuğumuz bellek konusunda yer etmiş değerli yapılardan.
Büyük Postane
Çağrı:
İçerde yer alan daha büyük ölçekli desenlerin öncesinde koridorda bir harita kurguladım. Bu haritada üç şehrin; İstanbul, Ankara ve İzmit’in haritalarını birleştirdim. İstanbul’dan 14 tane, Ankara’dan 3 tane mekan var. Seka Kağıt Fabrikası, günümüzün Seka Kağıt Müzesi de İzmit’ten. Bunları birleştirip füzyon bir harita çıkarmaya çalıştım. Elbette sayıları artabilir, burada 18 mekan var ama 108 tane de olabilirdi. Bu çoğaltılabilir ve genişletilebilir bir harita. Bu seçkide ağırlıklı olarak son 15-20 yıl içerisinde dönüşüm içerisinde ve tehdit altında olan problemli mekanlara yer vermeye çalıştım. Bunlar bir şekilde iktidarın gücünü net bir şekilde görebileceğimiz mekanlar. Bazılarının hayatıma ve çocukluğuma dair de birtakım bağlantıları var.
Benim çocukluğum İstanbul Üniversitesi’nin arka sokağında geçti. Babam birtakım devlet görevlerinde bulunduğu için Ankara’da da çok vakit geçirdik. Ama bir yandan da aslında bunlar kentin dokusunu oluşturan ve günlük güzergahımızın üzerinde olan mekanlar. Aralarında Haydarpaşa ve AKM gibi yakından tanıdığımız yapılar var. Bunların dışında Sansaryan Han ya da Seka Kağıt Fabrikası gibi hakkında daha az bilgiye sahip olduğumuz ya da dolaylı olarak haberdar olduğumuz mekanlar var. Saat kuleleriyle ilgili ayrıca konuşacağız. Saat kuleleriyle ilgili güncel politik bir durum bulunmuyor, onlarla ilgili sadece isim, yapılış tarihi ve mimarların ismini yazmayı tercih ettim. Diğerleri için kendi belleğimde ve yaşadığım dönemde bu mekanların geçirdiği süreci de gösterecek birtakım notlar düştüm. Ben bu haritayı hazırlarken Azra sitüasyonistlerin “psikocoğrafya” kavramını ve kenti deneyimlemeye yönelik haritaları hatırlattı. O haritalardaki estetiğe yakın bir estetikte ve onları hatırlatacak, onlara atıfta bulunacak bir haritayı buraya uygulamaya çalıştım.
Anıtkabir unutmanın eşiği
9
10
|
threshold of forgetting
Unutmanın Eşiği | Threshold of Forgetting 2015-2017 duvar üzerine marker ile uygulama, kağıt üzerine desenler marker on wall, drawings on paper
unutmanın eşiği
11
12
|
threshold of forgetting
Haydarpaşa Tren Garı | Haydarpaşa Terminal 2016 kağıt üzerine desen | drawing on paper 140 x 197
“Selimiye’yi, vapurla geçerken sadece kulelerini gördüğümüz ve genel konstrüksiyonun tamamını göremediğimiz bir açıdan görüyoruz. Haydarpaşa’yı da. O imgeden bahsettiğimiz zaman aklımızda canlanan görüntüye yakın bir kadrajda ve açıda bu mekanları çizmeye çalıştım.”
Onur: Çağrı:
Değindiğimiz psikocoğrafya tanımı üzerinden bir şeyin altını çizmek gerekiyor belki. Bu haritadaki bazı yerler hepimiz için gerçekten kolektif algıda anıtsallaşmış, anıt haline gelmiş yapılar. Önünde buluşabileceğimiz, bir İstanbul kartpostalı ya da ilgili şehrin kartpostalı üzerine yerleştirebileceğimiz yapılar. Ama kolektif hafızada anıtsallık dediğimiz şey çoğu zaman Kuleli, Resim Heykel Müzesi, Dolmabahçe ve muadili yapılar üzerinden gerçekleşiyor. Seka, AKM veya az önce bahsetmeye çalıştığım ikinci milli mimari dönem sonrasına tekabül eden, o tarza öykünen yapılar kolektif hafızada anıt olarak addedilmiyor.
Geç Osmanlı baroğu, rokokosu diyebileceğimiz, dallı güllü olarak adlandırabileceğim bir yapı, Seka Kağıt Fabrikasıyla aynı dönemde yapıldığı taktirde, daha fazla önem arz etmeye başlıyor. Burada garip bir noktaya geliyoruz çünkü bu bireysel bir hafıza değil, kolektif bir hafıza. Normal şartlar altında kolektif hafızanın ikisine de aynı anlamı atfetmesi gerekir ama bizim değer atfetmemiz genelde cumhuriyet öncesi - cumhuriyet sonrası ayrımına uğruyor. Ve bunun üzerinden de halen çoğu yapıyı tartışıyoruz. Yıkımlarını da peyderpey izliyoruz aslında.
unutmanın eşiği
|
13
Çağrı:
Bir iki şey daha ekleyebilirim bu çizimlerle ilgili. Selimiye dediğimiz zaman ortak hafızamızda ne canlanıyor? Selimiye’yi, vapurla geçerken sadece kulelerini gördüğümüz ve genel konstrüksiyonun tamamını göremediğimiz bir açıdan görüyoruz. Haydarpaşa’yı da. O imgeden bahsettiğimiz zaman aklımızda canlanan görüntüye yakın bir kadrajda ve açıda bu mekanları çizmeye çalıştım. Bir de desenlerim 2010’dan beri katman katman, üstüste üstüste çekilen çizgilerden meydana gelen titreşimli bir görüntüye sahip. Tıpkı bellekteki gibi, her an kaybolmaya hazır ya da her an yeniden bir forma kavuşabilir. Ayrıca unutmayalım ki bunların hepsi aslında kamusal mekanlar, değil mi? (Onur doğrular)
Bunlar bir şekilde ya geçiş alanları -tren garları gibi- ya da müze olarak kullanılan yerler. Enzo Traverso’nun Geçmişi Kullanma Kılavuzu’nda, bellek sahibine değil, yaratıcısına hizmet eder gibi bir cümle var. Ben bunu mekanlar üzerinden düşündüğüm zaman da aslında bir iktidar var ve bu iktidar, buna hegemonya diyelim çünkü iktidar form değiştirebiliyor -dönem dönem bir kişi olabiliyor, asker ve ordu olabiliyor ya da bir parti olabiliyor, devlet olabiliyor-. Bu hegemonik gücün aslında toplumsal hafızayı eğip büktüğünü, deforme ettiğini ve manipüle ettiğini söylememiz mümkün ve aslında bu kamusal alanların esas sahipleri biziz, yani halkın kendisi. Hafıza bugüne bağlı olarak sürekli yeniden kurulduğu içtin de herhangi bir müdahale yapıldığında bu mekanlara ilişkin tüm belleğimiz ve anılarımız da biçim değiştiriyor. Belki konuşmaya içeride devam edebiliriz... Burada girişteki haritada gördüğünüz yapılardan sekizinin büyük ölçekli çizimi var. Açıyı biraz değiştirdim ve bu mekanları tam karşıma alarak çalışmayı denedim çünkü bu mekanların dört duvarı yıkılıyor, içi tamamen parçalanıyor ve genellikle kabuk olarak dış cep-
heleri kalıyor. Bunun bir sürü örneği var İstanbul’da. Bunlar şu an ayakta kalan mekanlar olsa da sürekli bu tehlikeyle karşı karşıyalar. Çizerken hiçbir fotoğrafik yada dokümanter kaynağa bağlı kalmadım. Bu mekanların karşısına geçtim, tek çizgiyle çok hızlı birer eskizlerini yaptım. Detaylara çok da girmeden, hepimizin aklında kalan o genel konstrüksiyonu çizip, daha sonra bu çizimi katmanlar halinde çoğaltarak tekrar ettim. Dolayısıyla burada gördüğümüz hiçbir şey gerçekçi değil, Dolmabahçe’nin kapısında gördüğümüz hiçbir şey gerçekçi değil ama bunu bu haliyle hepimiz hatırlayabiliyoruz. Ben biraz o görüntüyü yakalamaya çalışıyordum. Biraz önce bahsettiğim hegemonya meselesine bağlayacak olursam, o gücün hafızayı nasıl deforme ettiğine dair bir örnek Haydarpaşa’nın çok uzun süredir görmediğimiz çatısıdır. Çatıyı görmediğiniz 10 yılın sonunda burası müze ya da otel haline getirildiği zaman ‘zaten yıllardır atıl biçimde duruyordu, şimdi dönüştürüldü, ne güzel müze yapıldı ya da otel yapıldı’ diyebiliyoruz. Böyle bir okumaya doğru gitme riskimiz var.
Dolmabahçe Sarayı Hazine Kapısı
14
threshold of forgetting
Onur: Çağrı:
Halihazırda somut bir örneğimiz var aslında. Mesela Karaköy’de Galataport projesinin gerçekleştiği alan, Paket Postane ve devamındaki binaların çoğu cephesi korunmak suretiyle içerileri boşaltılarak başka yapılar haline getiriliyor. Bu ara çok gündem oldu. Hatta değerli tarihçilerimiz Galata Yolcu Salonu’nun yıkılması üzerine de yorumlar yaptılar. Ne anlam içeriyordu ki, o aslında yapılırken onun yerine yapıldığı hanları hamamları bir düşünsenize gibi açıklamalar gelmeye başladı. Bu bahsettiğimiz, burada lafı geçen hafızanın eğilip bükülmesi konusunda önemli bir örnek. Bizim hafızamızı oluşturan şey Haydarpaşa’nın yanından geçerken gördüğümüz “Ofis çiftçinin kara gün dostudur” yazısı ya da Galata Kulesi’nin yanından geçerken orada gördüğümüz o kule veya
devamında Karaköy’deki Üsküdar yolcu iskelesinin olduğu yerde ... (17:11) hemen karşısındaki yer alan gene halihazırdaki işte deniz taşımacılığıyla alakalı yapının dışında duran anıtlar heykeller vesaire üstündeki bezemeler. Yani bahsetmeye çalıştığım şey şu; hafızanın eğilip bükülmesinde gündelik olayların elbette ki rolü var ama bizim algımızın değişmesinde çok başka şeyler de rol oynayabiliyor. Burada mesela Haydarpaşa üzerinden bir şey söylemek gerekiyor. Haydarpaşa her zaman hafızanın aracı haline gelmiş bir yer. II. Abdülhamid döneminde burası yapılırken özellikle buraya yerleştirilmesinin bile önemli bir sebebi var aslında. Kazıklar üzerine yerleşti bunlar tamamen ek bir kara parçasının üstüne inşaat edilen, bir cephesiyle Osmanlıya atıfta bulunan, bir cephesiyle de aslında asıl mimarlara, o günün mimarlarına atıfta bulunan değişik bir yapı. o zamana kadar imajı çok fazla yayında görüntülenmedi ve çok garip bir şekilde 1. Dünya Savaşı dönemine geldiğimizde müttefikler yıllardır savaş görmemiş diyebileceğimiz merkez İstanbul’daki ilk bombardımanı Haydarpaşa’nın yanındaki limana yapıyorlar. Haydarpaşa’nın tüm vitrayları yıkılıyor. Ve bu yıkılmış halinin fotoğraflarını gazeteler manşet manşet göstermeye başlıyor. Burada pek bahsetmedik ama modern dönemde hafıza üzerine ilk
kafa yoran adamlardan Alois Riegl’ın “Her şey hafızanın, anıtın bir parçasıdır. Bir fotoğraf bile anıt olabilir. Bir gazete manşeti de anıt olabilir. Hatta bir metin, bir cümle bile anıt olabilir” noktasına geliyoruz. Burada da Çağrı dolaylı yoldan kendi anıtlarını yaratıyor. Onun hafızasında çatı orada öyle duruyor. Ama şu an sağlam bir şekilde duruyor olsaydı burada çok daha farklı bir temsili olacaktı.
Haydarpaşa Tren Garı
unutmanın eşiği
15
16
|
threshold of forgetting
İstanbul Resim Heykel Müzesi Istanbul Painting and Sculpture Museum 2016 kağıt üzerine desen | drawing on paper 90 x 249
Çağrı:
Seçkideki üç saat kulesi ilk etapta diğerlerinden ayrılıyor; Dolmabahçe, Tophane ve Yıldız Saat Kuleleri. Bu mekanlar fonksiyonlarını kaybettikçe ve işlevsiz hale geldikçe Onur’un da bahsettiği anıtsallaşma meselesi ortaya çıkıyor. Bunlar neredeyse heykelsi diyebileceğimiz yığınlar haline geliyor ve bu yığınlar atıl vaziyette, belki biraz da zamanın dışında bir yerde duran yapılara dönüşüyor. Mesela Fransa’daki saat kulelerinden ve modernizmin temsili işlevinden ayrı bir bağlamda buradaki saat kuleleri zaten çalışma saatlerini göstermek için yapılmış saat kuleleri değil, tam bir güç temsili olarak inşa edilmiş saat kuleleri.
unutmanın eşiği
|
17
18
|
threshold of forgetting
Dolmabahçe Sarayı Hazine Kapısı Dolmabahçe Palace Treasury Gate 2016 kağıt üzerine desen | drawing on paper 130 x 188
unutmanın eşiği
19
Onur:
20
1900-1901 dönemi, 2. Abdülhamid’in gene bir mega projeler serisine başladığı gümüş jübilesi. Yirmi beşinci tahta çıkış yıldönümü kraliyet ve hanedan çevresinde gümüş jübile olarak adlandırılıyor, ellinci yıl ise altın jübile. Yirmi beşinci tahta çıkış yıldönümünde, o dönem Osmanlı’da merkezileştirmeyi kuvvetlendirmeye yönelik büyük bir yapılaşma atağı başlatmış. Bunu yaparken de en önemli araçları saat kuleleri. O dönem Osmanlı devletinin sınırları, yani tüm sath-ı boyunca toplamda doksan adet saat kulesi yapılıyor. Kudüs’te de var, Hayfa’da da var. İstanbul’da da var, Edirne’de de var. Adana’da da var, Urfa’da da. İnşa edildiği yerin mimarisine uygun olsun olmasın, oranın malzemesini kullanıyor olsun olmasın, bir saat kulesi atağı başlatılıyor. Her saat kulesinde bir de kurumsallaşmış Abdülhamid tuğrası
threshold of forgetting
tuğralar bir şekilde aslında Osmanlı devletini turlamaya başlıyor. Buna ilişkin Ethem Hocanın küçük referansı eğlenceli. Burada asıl önemli olan Abdülhamid’in tuğrasının yolculuğu, macerası ve aslında tüm Osmanlıyı geziyor olması. Merkezin İstanbul olduğu, gücün İstanbul’da olduğu mesajı bu şekilde veriliyor. Anıtsallaşma ve hafızada yer etmesi konusunda zaman mevhumuna da değinmek gerekiyor. O dönem hala cami ve ezan odaklı bir zaman algısı var. Bunlar aslında belki de oradaki kamuya, millete ilk defa modern zaman algısını sunan şeylerden bir tanesi. Dönem şairlerinin, çalan saat kulesidir ama asıl seslenen padişahtır yorumları bulunuyor. Padişahlığın modernizasyonu diyebileceğimiz, devlet lideri dediğimiz pozisyona doğru evrildiği, progresif demek çok istemiyorum ama yarı-progresif diyebileceğimiz bir noktaya doğru giden değişik bir yapılaşma. Çoğu örnekte de Çağrı’nın bahsettiği gibi, yapıldığı andan itibaren saatin çok da önde durmadığı, şöyle bakıp saati anlayabileceğimiz ama aslında tamamen şaşaalı görüntüyle beraber gücü hissettiğimiz bir temsil var.
Çağrı:
(İstanbul Üniversitesi giriş kapısı) Burada da tuğra var. Bu soyutlama içerisinde bunları gerçekçi bir şekilde bırakmaya çalışmadım, sadece bir leke olarak kalmasına özen gösterdim. İstanbul Üniversitesinin giriş kapısındaki tuğranın hikayesinden de bahsedebilirsin belki.
Onur: Çağrı:
Bahsettiğimiz şey yine tuğranın yerleştirilmesi, yolculuğu bu şekilde aslında devletin kamu yapılarına, sivil yapılara imza atıyor olması. 1923’ten sonra -23 olsa gerek diye düşünüyorum- buradaki tuğra sökülüyor, çeşitli yapılar ve saatler üzerinde yer alan tuğralar sökülüyor ama bir üniversite olarak devam edeceği için bu şaşaalı girişin tepesine bir imza gerekiyor, ama yeni cumhuriyetin henüz bir imzası yok. Haliyle üzerine “T.C.” kazılı kocaman bir mermer yerleştiriliyor. 2010’a kadar buradaydı bu mermer. Yakın zamanda çok kötü bir reprodüksiyon tuğrayla yer değiştirdi, hali hazırda hafızayı yeniden üretme diyebileceğimiz şey bugün ne kadar başarısız ilerlese de benim şahsi yorumum, bunlar bunun somut halini görebileceğimiz emsaller.
döneminde de var, Vedat Tek’in de böyle işleri var. Ancak Hayati Tabanlıoğlu’nun AKM’si bunu yansıtmıyor, bu hissiyatı vermiyor. Şu da önemli, modern kent dediğimiz şeyde bu yapılar nasıl yerleşiyor, nasıl kamusallığı oluşturuyor. Mesela AKM önünde buluşmayı çok seviyoruz ama AKM’yi anıt olarak tanımıyoruz, bu bile tartışmaya değer bir konu gibi geliyor bana.
Çağrı:
Yani tabi bu sergide yapıların belli bir sırası yok. Hem mekanı hem de çizimlerin ölçeklerini düşünerek bir yerleştirme yaptık ama mekanın içerisinde AKM diğerlerinden biraz ayrılıyor. Birincisi mimari olarak biraz daha modern bir yapı; ayrıca yakın dönemde hikayesine tanıklık ettiğimiz ve üzerine yapılan tüm tartışmalara yaşadığımız süre boyunca şahit olduğumuz bir mekan olarak biraz daha ayrı duruyor diğerlerinden. Koridordaki haritada yer alan Türk Tarih Kurumu da, şu anki İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi de mesela mimari olarak modern örnekler ve onların da tamamen yıkılıp yeniden yapılması konuşuluyor.
Onur: Çağrı:
Konuştuğumuz ayrıma değiyor aslında. Çoğu insanın tarihsel ve anıtsal olarak algıladığı 1900 öncesi diyebileceğim, veya o döneme atfedebileceğimiz; premodern diyeceğimiz yapılaşmalara benzemiyor, haliyle anıtsallığı da insanların kafasında çok rahat oturmuyor. Demek istediğim, kişisel zevki bir kenara bırakalım, kimsenin Haydarpaşa’ya hayranlık beslemeyeceğini zannetmiyorum veya Resim Heykel Müzesi’ne, Dolmabahçe’ye ya da İstanbul Üniversitesi’ne çirkin diyebileceğini sanmıyorum. Beğenmez ama çirkin demez, fakat AKM çoğu insan için çirkindir çünkü baktığınız zaman bu hafıza değeri, anıtsal değeri koruyacağımız, diğerlerinde olan şeyler yok. Aynı zamanda yapılsa bile. Aynı zamanda yapılan süslü örnekler de var. Osmanlı’nın geç
Atatürk Kültür Merkezi (AKM)
unutmanın eşiği
21
22
|
threshold of forgetting
İstanbul Üniversitesi | Istanbul University 2016 kağıt üzerine desen | drawing on paper 146 x 196
unutmanın eşiği 23
Fotoğraf: Elif Kahveci
Dolmabahçe Saat Kulesi | Dolmabahçe Clock Tower 2016 kağıt üzerine desen | drawing on paper 148 x 64
Tophane Saat Kulesi | Tophane Clock Tower 2016 kağıt üzerine desen | drawing on paper 148 x 64
Yıldız Saat Kulesi | Yıldız Clock Tower 2016 kağıt üzerine desen | drawing on paper 148 x 64
unutmanın eşiği
25
26
|
threshold of forgetting
AKM 2016 kağıt üzerine desen | drawing on paper 110 x 199
unutmanın eşiği
27
ÇAĞRI SARAY Unutmanın Eşiği Threshold of Forgetting 02.03-08.04.2017
Yayına Hazırlayan | Edited By Azra Tüzünoğlu, Amira Arzık
Tasarım | Design Sena Cucumak
Söyleşi | Talk Çağrı Saray-Onur Atay
Sergi Görüntüleri | Exhibition Views Rıdvan Bayrakoğlu
unutmanın eşiği
|
29
SÄąraselviler Caddesi, No: 83/2 BeyoÄ&#x;lu/Istanbul info@pilotgaleri.com 0212 245 55 05