Teşekkürler Temsilcim Erica Silverman ve editörüm Selina McLemore’a; ilk okuyucularım Kristin Campbell ve Kristine Young’a sonsuz teşekkürler. Yardımlarınız ve tavsiyeleriniz için sizlere minnettarım. Ve bu kitabı okuyan herkese de çok teşekkür ederim.
Giriş
Ella
Köprüyle ilgili keyfimi kaçıran bir şey vardı ama yine de içimden gelen ve engel olamadığım bir şey beni köprüye çekiyordu. Eskiden olduğu kadar acı verici değildi ama yine de beni sonsuza kadar lanetleyecek hatıralar capcanlı duruyordu. Hava bulutluydu ve hafif bir rüzgâr tenimi okşuyordu. Karanlık sulara bakıp köprüden atlamayı düşündüğüm o korkunç gece aklımdan geçerken ceketimin fermuarını çektim. “Her şeyin yolunda olduğuna emin misin?” diye sordu Micha son birkaç gündür sürekli yaptığı gibi. Köprünün korkuluğunu sımsıkı tuttuğu için elleri beyaza dönmüştü ve göle bakıyordu. “Bu hafta sonu senin için çok yorucu geçti.” Dean ile birlikte alkolikliği hakkında konuşurken babamın sinirli bir ses tonuyla benim gibi bir kıza sahip olduğu için çok pişman olduğunu söylemesi kulaklarımda çınlıyordu. Ağzından çıkan acımasız sözler, kalbimi paramparça etmişti. Bağımlılığı yüzünden böyle konuştuğuna kendimi inandırmaya çalışsam da içimden bir ses bunun mümkün olamayacağını söylüyordu. Aklım ve bedenim yaşadığım trajediler yüzünden çok yorgundu ama her zaman olduğu gibi bunun da üstesinden gelecektim. Artık kaçıp gitmek değil, kalıp yüzleşmek ve yoluma devam etmek zorundaydım.
Micha olanları bütün ayrıntılarıyla bilmiyordu ve onu bu yükten korumak istiyordum. Sürekli benim için endişeleniyordu ve kendimi suçlu hissediyordum. Mutlu olmalı, hayattan zevk almalı ve ne istiyorsa yapmalıydı çünkü bunu sonuna kadar hak ediyordu. Köprüde yürürken kaşlarımı çattım, beni bırakıp grubuyla birlikte gidecek olması çok canımı sıkıyordu. “Gideceğin için biraz üzgünüm,” dedim. Korkulukları bıraktı ve bana sarılırken deniz mavisi gözleri parladı. Yüzümü gövdesine gömdüm ve kokusunu içime çektim. Onu göndermek istemiyordum. “Seni seviyorum Ella May,” dedi ve alnıma bir öpücük kondurdu. Gözlerimi kapattım ve gözyaşlarıma engel olmaya çalıştım. “Ben de seni çok seviyorum.” Dudaklarım dudaklarımın üzerinde gezdirdikten sonra beni tutkuyla öpmeye başladı. Piercing’i ağzımın içinde dans ediyordu sanki. Eliyle sırtımı okşamaya başladığında vücudumu bir sıcaklık bastı. Parmakları kalçama kadar inmiş ve beni iyice kendine çekmişti. Kollarımı boynuna dolamadan önce parmaklarımı yumuşak saçlarının arasından geçirdim. Dili ağzımın içinde dolaşıyordu ve nefes almak için ayrılmak zorunda kalana kadar beni şehvetle öptü. Göle son kez baktım. Göğsüm inip kalkıyordu. Güneş ışıkları gölün üzerinde oynaşıyordu. “Artık gitme vakti, değil mi?” Elimi sıktı. “Çok zor olmayacak. Zaten daha önümüzde on iki saatlik upuzun bir yol var ve sadece birkaç hafta sonra tekrar başına bela olacağım.” Zorla gülümsemeye çalıştım. “Bu belayı dört gözle bekliyorum.” Lila’nın siyah Mercedesine doğru el ele yürüdük. Arabayı onun kullanmasını istedim. Tozlu yolda, arkamızda tozdan bir bulut bırakarak hızla yola koyulduk.
1. Bölüm
İki ay sonra Ella
Her gece aynı rüyayı görüyordum. Micha ile köprünün iki ucunda karşılıklı duruyoruz. Karanlık gökyüzünden yağmur, boşanırcasına yağıyor ve ortalığı birbirine katıyor. Micha rüzgârda sendeliyor ve onu kurtarmak istiyorum ama ayaklarım bir türlü hareket etmiyor. Ani bir rüzgâr ona çarpıyor ve geriye düşerek karanlığın içinde kayboluyor. Suçluluk duygusuyla çığlık atarak uyanıyordum hep. Terapistim, bu kâbusun Micha’yı kaybetme korkumun işareti olduğunu söylese de onu neden kurtaramadığımı açıklayamıyordu. Bu konudan ne zaman bahsetse kalbim hızla atıyor ve avuç içlerim terlemeye başlıyordu. Belki günün birinde Micha’yla artık birlikte olamayacağımız ihtimalini düşünecek kadar ileriyi düşünmemeye çalışıyordum. Sonsuza kadar? Böyle bir şey var mı? Birlikte vakit geçirdikçe, ilişkimizin nereye gittiğini merak etmeye başladım. En son birbirimizi Grady’nin cenazesinde görmüştük. Annemin cenazesinin olduğu günden sonra hayatımın ikinci en zor günüydü. Micha’yla birlikte, elimizde Grady’nin küllerinin olduğu siyah bir kavanozla göle bakan bir tepeye çıkmıştık Rüzgâr esiyordu ve tek
düşündüğüm, ölümün aslında hayatın esas sahibi olduğuydu, ölüm her an, aynı annem ve Grady’de olduğu gibi hayatı yakalayabiliyordu. “Hazır mısın?” diye sordu Micha kavanozun kapağını açarken. Başımı salladım ve elimi kavanoza doğru uzattım. “Hem de hiç olmadığım kadar.” Arkamızda duran arabadan Grady’nin en sevdiği şarkı duyuluyordu. Lynyrd Skynyrd’den “Simple Man”. Grady’yi ve onun yaşam tarzını mükemmel anlatan bir şarkıydı. Kavanozu bana doğru uzattı ve birlikte tuttuk. “Bana sürekli söylediği şey neydi?” diye sordu Micha. “Hani hayat hakkında?” “Yaptığımız her şeyde kendimizi harika hissetmek önemli değildir,” dedim yumuşak bir sesle, “esas önemli olan geriye dönüp baktığımızda sonuna doğru nasıl hissettiğimizdir.” Kavanozu eğerken gözlerimden yaşlar akmaya başladı ve külleri tepeden aşağı savurduk Küllerin göle doğru süzülmesini izlerken Micha kollarını bana doladı ve bir shot tekila içti. Bana da bir yudum almamı söyledi ama istemedim. İçimden geçen acı sanki her yerimi titretiyordu ama çabucak bu duyguyu bastırdım. Üzerimize yağan güneş ışığına rağmen, her şeyi içine almış gibi görünen göle bakarken üşüdüğümü hissettim. Bu göl, annemle bana ait derin ve acı verici anılar taşıyordu. “Dünyadan Ella’ya,” dedi Lila gözümün önünde elini sallayarak “Daha önce hiç aklı senin kadar havada olan bir insan tanımamıştım. Sınıf beş dakika önce dağıldı... Bu çizim de ne böyle? Çok korkunç görünüyor.” Düşüncelerimden sıyrılıp o ana döndüm. Sınıftaki boş sıralara baktım, sonra da elimdeki kaleme. Kalemin ucu, kâğıttaki yüzümün eskizi üzerindeydi. Sadece gözlerim siyahtı; cildim kurumuş ve çatlamış bir toprak gibiydi.
“Hiçbir şey,” dedim. Kâğıdı çantamın içine sokuşturdum ve kitaplarımı topladım. Bazen zaman kavramım yok oluyordu ve bu çok rahatsız ediciydi. Aynı durumu annem de yaşamıştı. “Profesör Mackman’ın sıkıcı dersinde zaman geçirmek için bir şeyler karalıyordum, hepsi bu.” “Senin ne derdin var? Gerçekten kendinde değilsin ve çok huysuz görünüyorsun,” diye sordu Lila sınıftan çıkarken. Kapıyı açıp dışarıya, güneş ışığına çıktık. Çantamı omzuma yerleştirdim ve güneş gözlüğümü taktım. “Hiçbir şey yok Sadece yorgunum.” Kaldırımın ortasında aniden durdu. Mavi gözlerini kısıp elini beline koyarak bana baktı. “Sakın beni kandırmaya çalışma. Seni çok iyi tanıyorum.” İçimi çektim çünkü haklıydı. “Sadece gördüğüm rüyalar yüzünden biraz canım sıkkın.” “Rüyanda Micha’yı mı görüyorsun?” “Nereden anladın?” Kaşlarını kaldırdı. “Nasıl anlamam. Aklın fikrin onunla dolu.” “Hiç de değil,” dedim ve rehabilitasyon merkezinde kalan babamı ve bana olan kırgınlığını düşündüm. Kaldırımda ilerlemeye başladık. Lila koluma girdi. Neredeyse zıplayarak yürüyor, pembe elbisesi ve sarı saçları hafif rüzgârda dalgalanıyordu. Yaklaşık bir yıl önce, Lila ile birbirimize çok benziyorduk. Ama Micha kabuğumu kırdıktan sonra ben ortalama bir mutluluğu seçtim. Siyah Spill kanvas tişört ve kot giymiştim. Kestane rengi uzun saçlarım ise omuzlarıma dökülüyordu. “Öğle yemeğini nerede yesek?” diye sordu park yerine geldiğimizde. “Evde yiyecek hiçbir şey yok.” “Alışverişe gitmemiz lazım,” dedim. Kırmızı ve gri üniformalı bir grup futbolcuya yol vermek için kenara çekilirken. “Ama artık
otobüse binmediğinden bir yere gitmek için araba da lazım.” “Otobüse, kolumu yalayan o gerzek yüzünden binmiyorum,” dedi mızmızlanarak. “Çok iğrençti.” “Evet, iğrençti,” diye katıldım gülmemeye çalışarak. “Babam tam bir hıyar,” diye mırıldandı Lila kaşlarını çatarak. “En azından arabamı götürmeden önce bana haber verebilirdi. Bu çok saçma. Hem beni yanında istemiyor hem de yazın eve gitmiyorum diye arabamı benden alıyor.” “Babalar genelde hıyar olur,” dedim. Kaldırımın ucuna geldiğimde sola döndüm. “Benim babam da benimle konuşmuyor.” “Babalar Berbattır Kulübü kuralım,” dedi dalga geçerek. “Eminim kulübe bir sürü insan katılır.” Zorla da olsa gülümsedim. Bana karşı hissettiği olumsuz duygular için babamı suçlamıyordum. Annemin öldüğü akşam onu evde yalnız bırakmak benim seçimimdi ve şimdi de sonuçlarına katlanmak zorundaydım. Bu, sonsuza kadar benimle yaşayacak bir gerçekti. Okul tarafındaki kaldırımda ilerlerken ağaçların gölgesinde yürüyordum. “Hadi kantinde bir şeyler yiyelim. En iyi orası...” Burnunu buruşturdu. “İyi çünkü yakın. Yakın olması dışında herhangi bir iyilik yok...” dedi ve kampüse doğru bir bakış attı. Birden suratında hınzır bir gülümseme belirdi. “Bir fikrim var. Blake’den bizi bir yere götürmesini isteyebilirsin.” Kampüste, arabasına doğru ilerleyen Blake’i gördüm. Bu dersi birlikte alıyorduk ve benimle sık sık konuşurdu. Lila, bana karşı bir şeyler hissettiği konusunda emin olsa da ben aynı fikirde değildim. “Karşısına çıkıp bize şoförlük yapmasını isteyemem,” dedim koluna hafifçe vurarak. “Kantinde bir şeyler yiyelim işte...” “Hey, Blake!” diye haykırdı Lila. Kollarını havada salladı ve çaktırmadan kıkırdadı.
Blake’in kahverengi gözleri kampüsü taradı ve bizi görünce gülümseyerek yaklaşmaya başladı. “Sevgilim olduğunu biliyor,” dedim, Lila’ya. “Sadece iyi bir çocuk, o kadar.” “Erkekler çok ender olarak sadece iyi olurlar ve ben de bizi buradan götürmesi için sana karşı olan duygularını kullanmak istiyorum,” diye fısıldadı Lila. “Burada tıkılı kalmaktan çok sıkıldım.” Tam karşı çıkmak için ağzımı açacaktım ki Blake yanımıza geldi ve çenemi tutmak zorunda kaldım. Koyu kahverengi saçları vardı, şapka takmıştı. Soluk kot pantolonunun önünde ve tişörtünün alt kısmında mavi boya lekesi vardı. “Söyleyin bakalım ne oldu?” diye sordu. Başparmağı, omzuna astığı pasaklı sırt çantasının askısına asılmıştı ve sanki onu çağıran benmişim gibi bana baktı. Neredeyse aynı boydaydık ve biliyordum. “Bir şey yok,” dedim.
doğrudan
gözlerine
baka-
“Aslında var” dedi Lila bir parmağını saçlarına dolayıp hızlı hızlı göz kırparken, “öğle yemeği için birisinin bizi arabayla götürmesi gerek.” “Bizi götürmek zorunda değilsin,” diye araya girdim. “Lila sadece kampüsten biraz uzaklaşmak istiyor, hepsi bu kadar.” “İstediğiniz her yere götürürüm sizi,” dedi gülümseyerek. “Ama önce yurda uğramam lazım. Beklemek istemezseniz benimle gelebilirsiniz.” Cebimde duran telefondan, The Who’nun “Behind Blue Eyes” melodisi gelmeye başladı. Melodiyi duyar duymaz sırıttım. Lila gözlerini devirdi. “Aman Tanrım. Şimdiye kadar bu sersemliğinin geçtiğini sanıyordum. Son üç ay neredeyse hep
beraberdiniz.” Telefonu açtım. Melodiyi duyar duymaz midemde çırpınmaya başlayan kelebekleri çok seviyordum. Aklıma, elinin tenimde gezmesini ve bana takma ismimle seslenmesini getiriyordu. “Selam güzellik,” dedi sıcak bir sesle ve sesini duyar duymaz vücudumda bir ürperti hissettim. “Dünyanın en mükemmel kızı nasılmış bakalım?” “Sana da selam,” dedim. Çimenliğin ortasındaki bol yapraklı ağaca doğru ilerledim. “Ben çok iyiyim. Senin günün nasıl geçiyor?” “Sesini duyduğuma göre artık iyi geçecek,” dedi. Benimle konuşurken sesini çok etkili kullanıyordu. “Eğer bana ne giydiğini söylersen günüm daha da güzel geçebilir.” “Kot pantolon ve pasaklı bir tişört,” dedim gülümseyerek. “Hadi ama güzel kız. Neredeyse bir ay oldu.” Telefonda attığı kahkaha içimi titretmişti. “Pantolon ve tişörtün içine ne giydiğini söyle bari.” İçimi çektim ama suyuna gidecektim. “Kırmızı dantelli bir tanga ve ona uygun bir sutyen.” “Gerçekten çok güzel bir resim çizdin,” diye inledi boğuk bir sesle. “Şimdi kendimi daha iyi hissetmek için bir şeyler yapmak zorundayım.” “Kendini daha iyi hissedecek olmana çok sevindim,” dedim ve bir sessizlik oldu. “Micha, orada mısın?” “Sana asla böyle bir şey yapmam biliyorsun, değil mi?” dedi sesinde ağır bir tonla. “Ben seni çok seviyorum.” “Sadece şaka yapıyordum.” Yani bir anlamda şaka yapıyordum. Son zamanlarda, Naomi ile birlikte çok vakit geçirmesi beni rahatsız ediyordu çünkü anlattığı her şeyde o kızın adı geçiyordu. “Evet ama ne zaman konuşsak şaka yapıyorsun ve içimden bir ses bu şakalarda gerçeklik payı olduğunu söylüyor.”
“Hayır yok,” diye diretsem de aslında bir bakıma haklıydı. Micha grubun solistiydi. Ve muhteşemdi. Ve çok etkileyiciydi. “Beni sevdiğini biliyorum.” “Güzel çünkü sana söylemem gereken bir şey var,” dedi ve durdu. “Anlaşma yaptık.” Ağzım açık kaldı. “New York’taki bar mı?” “Evet... Harika bir haber, değil mi?” “Evet, harika... Senin adına gerçekten çok sevindim.” Sessizlik oldu. Bir şey söylemek istiyordum ancak duyduğum üzüntü, sesimi çalmıştı. Bu yüzden kampüse doğru baktım. El ele yürüyen bir çift görmüş ve ne kadar güzel bir şey olduğunu düşünmeye başlamıştım. “Ella May, sorun nedir söyler misin?” diye sordu. “Gitmemden dolayı mı endişelisin? Benim için dünyadaki tek kız sensin biliyorsun, değil mi? Yoksa... Sorun Grady mi? Nasıl hissediyorsun kendini? Benimle konuşmuyorsun ve hiçbir şey bilmiyorum.” “Konu Grady değil,” dedim çabucak. Bu konuyu kapatmak istiyordum. “Sadece... Benden çok uzaktasın ve seni yanımda hissedemiyorum.” Bir ağacın gövdesine yaslandım. “Yine de bu hafta sonu geliyorsun, değil mi?” Derin bir nefes bıraktı. “Şöyle bir durum var. Zamanında New York’ta olmak için yarın sabah yola çıkmamız gerekiyor. Sadece seni görmek için bu akşam yanına gelecektim ama sahnemiz var.” Sanki her yerim düğüm olmuştu ama sakin kalmaya çalıştım. “New York’ta ne kadar kalacaksın?” Bir süre bekledikten sonra cevap verdi. “Yaklaşık bir ay.” Öfke ya da korkuyla ellerim titremeye başladı... Nedenini tam anlamadım. “Yani bir aydır seni görmüyorum ve bir ay daha göremeyeceğim öyle mi?” “New York’a yanıma gelebilirsin,” dedi. “Gelip bir hafta filan
kalırsın, olmaz mı?” “Vizelerim var.” Sesim çok aksi çıkmıştı. “Ve bir ay içinde kardeşim evleniyor. O yüzden para harcayamam.” “Ella hadi!” diye bağırdı Lila. Ona baktım. Bana doğru gelmeye başlamıştı. Blake ise arkada ellerini cebine sokmuş bekliyordu. “Blake bizi bekliyor.” “Blake de kim?” diye sordu Micha merakla. “Sınıftan bir çocuk,” dedim. Sonra ağacın yanından ayrılıp Blake ve Lila’ya doğru yürümeye başladım. “Bak, gitmem gerekiyor.” “İyi olduğuna emin misin?” “Evet, Lila beni bekliyor.” “Pekâlâ... Sahneden sonra seni ararım.” “Sevinirim,” dedim ve telefonu kapattım. Kapattıktan sonra hoşça kal demediğimi fark ettim ama zaten ağzımdan o kelime çıkmazdı. Sanki birbirimizden uzaklaşmaya başlamıştık ve beni karanlıklarımdan çıkarıp hayata döndüren tek şey Micha’ydı. Eğer beni terk ederse bir daha ışığı görebileceğime emin değildim.