.
Jenny Lawson
Hiç Olmamış Gibi Yapalım Çeviren
Boran Evren
Hiç Olmamış Gibi Yapalım Özgün Adı | Let’s Pretend This Never Happened Jenny Lawson Yayına Hazırlayan | Nilüfer Akalın Kapak Tasarımı | Şükrü Karakoç Grafik Uygulama | Şükrü Karakoç Yayınevi Logosu | Ömer Aydoğdu 1. Baskı, Temmuz 2013, İstanbul ISBN: 978-605-63708-5-4 © Jenny Lawson, 2012 Türkçe çeviri © Boran Evren, 2012 © Yabancı Yayınları, 2013 Kapak Görseli: www.fotolia.com Bu eser Anatolialit Telif Hakları Ajansı aracılığıyla satın alınmıştır. Yayıncının yazılı izni olmaksızın alıntı yapılamaz.
YabancıTM Penguen Kitap-Kaset Bas. Yay. Paz. Tic. Ltd. Şti.’nin yan kuruluşudur. Bahariye Cad. Dr. İhsan Ünlüer Sok. Ersoy Apt. A Blok No: 16/15 Kadıköy - İstanbul Tel: (0216) 348 36 97 Faks: (0216) 449 98 34 www.yabanciyayinlari.com – www.ilknokta.com Kapak, İç Baskı: Deniz Ofset Matbaacılık Gümüşsuyu Cad. Topkapı Center, Odin İş Merkezi No: 403/2 Topkapı-İstanbul Tel: (0212) 613 30 06 - Faks: (0212) 613 51 97
Sertifika No: 25001
“Hiç Olmamış Gibi Yapalım” aileme yazılmış bir aşk mektubu. Bu kitap şaşırtıcı bir keşifle ilgili; korkutucu biçimde insani anların –sanki hiç olmamışlar gibi yapmayı tercih ettiğimiz anların– aslında bizi bugün olduğumuz kişiye dönüştüren anlar olduklarının keşfi. Hayatımın en iyi hikâyelerini bu kitaba sakladım... değişik olanı kutlamak ve tuhaf olana şükretmek için. Çünkü siz hayatın mükemmel olmayan anlarıyla değil onlara verdiğiniz tepkiyle tanımlanırsınız. Ve çünkü mutluluk, hayatın saçmalığından çığlık atarak kaçmakta değil, onu kucaklamakta yatar. Aileme bana bu dersi öğrettiği için teşekkür ediyorum. Defalarca.
.
Bana bu kitabı yaratmamda yardımcı olan herkese teşekkür ediyorum, sekiz yaşımdayken Kmart’ta bana “çok yaramaz” olduğum için bağıran adam hariç. Siz bir pisliksiniz bayım.
.
Ama Elbette Deliliğimin Bir Yöntemi Var İçindekiler
Giriş • 13 Üç Yaşında Bir Kundakçıydım • 16 Çocukluğum: David Copperfield, Silah ve Cephane Dergisi ile Tanışıyor • 24 Büyülü Konuşan Sincap Stanley • 41 Annenlere Söyleme • 52 Jenkins, Seni Aşağılık • 62 Eğer Bir Kol Prezervatifine İhtiyaç Duyuyorsanız, Yaşam Tercihlerinizin Bir Kısmını Yeniden Değerlendirmenin Zamanı Gelmiş Olabilir • 75 Bana Kahrolası Bir Köpek Çiz • 91 Bu Yüzden Neil Patrick Harris Gelmiş Geçmiş En Başarılı Seri Katil Olurdu • 107
.
Kimse Bana Koltuğa Oturma Adabını Öğretmedi • 118
Sadece Açıklığa Kavuşturmak İçin: Keçilerle Yatmıyoruz • 286
Sadece Ortalama Bir Nişan Hikâyesi • 124
Tavuk Yarası • 297
Et Suyu Değildi • 130
Üstelik Benim Hapım Bile Değildi • 317
Düğün Günü Dört Temmuz • 140
O Palayı Nereden Bulduğumu Hakikaten Bilmiyorum:
Ev Gibisi Yoktur • 147 Kocam İçin Bu Hafta Evin Çeşitli Yerlerine Bıraktığım Bir Dizi
Üç Bölümlük Günlük Komik Trajedi • 329 Yaşlı, Bir de Genç Bir Rahibe İhtiyacım Olacak • 344
Yardımcı Not • 153
Ve İşte Bu Yüzden Kavgalarını Seçmeyi Öğrenmelisin • 368
İK’nın Bilmenizi İstemediği Karanlık ve Rahatsız
Tüysüz Fareler: Sadece Çocuklar İçin Bedava • 373
Edici Sırlar • 159 Karaciğerimi Görüyorsan Çok İleri Gitmişsin Demektir • 175 Vajinam İyi. Sorduğun İçin Teşekkürler • 187 Seksen Bininci Kez Kaybolduktan Sonra Kocamla Yapmış Olduğum Telefon Konuşması • 194 Ve Sonra Bir Seri Katil Tarafından Yüzümden
Ve Ardından Ölü Bir Kübalı Timsahı Uçağa Soktum • 379 Bir Daha Eve Gidemezsin • 392 Epilog • 405 SON (Bir nevi) • 407 Gerçek Gerçekler • 413
Bıçaklandım • 201
Teşekkürler • 415
Zombiler için Teşekkürler, İsa • 226
Yazar Hakkında • 417
Kızlarla Arkadaş Olmak • 232 Ev Kadınlarının Oz Büyücüsüyüm (Hem “Muhteşem ve Korkunç” Olduğum Hem de Bazen Perdelerin Arkasına Saklandığım İçin) • 260 Banyo Kapısının Öbür Tarafındaki Psikopat • 272 Yan Odada Uyumakta Olan Kocama Açık Bir Mektup • 282
Giriş
Bu kitap gerçek olmayan kısımları dışında tamamen gerçektir. Tıpkı Little House on the Prairie* gibi ama daha küfürlü. Şu anda “Ama Little House on the Prairie tamamen gerçekti!” diye düşündüğünüzü duyabiliyorum, fakat ne yazık ki bu doğru değil. Laura Ingalls yazdıklarının doğruluğunu kontrol eden, kimsesi olmayan, takıntılı bir yalancıydı ve eğer hâlâ hayatta olsaydı annesi “Laura’nın ‘ben-kırda-küçük-bir-kızım’ hikâyesini nereden uydurduğunu bilmiyorum. Biz, teyzesi Frieda ve alnına çamaşır suyuyla bir yıldırım dövmesi yapmaya çalışırken kör ettiği köpeğimiz Marie ile New Jersey’de yaşıyorduk. Bizim, ‘toprak altında bir kulübede yaşadığımız’ fikrini nereden edindiği konusunda en ufak bir fikrim yok; tabii onu bir defa Carlsbad Mağaraları’na götürmüşlüğümü saymazsak,” derdi. İşte tam da bu nedenle ben Laura Ingalls’tan daha iyiyim. Çünkü benim hikâyem yüzde doksan doğru ve ben gerçekten de yeraltında bir kulübede yaşadım**. Bu anı * Laura Ingalls Wilder tarafından yazılan, 1932 ile 1943 tarihleri arasında yayımlanan çocuk kitapları serisi. –çn ** Aslında hiçbir zaman bir yeraltı kulübesinde yaşamadım. Ama bir defasında gerçekten de Carlsbad Mağaraları’na gitmiştim. .
13
kitabının tamamen gerçek olmaktansa çoğunlukla gerçek olmasının nedeniyse mahkemelik olmaktan hiç hazzetmiyor olmam. Aynı zamanda ailemin şöyle diyebilmesini istiyorum: “Haa o hiçbir zaman gerçekleşmedi. Tabii ki kızımızı sekiz yaşındayken hareket halindeki arabadan dışarı atmadık. Bu tam olarak gerçek olmayan çılgınca şeylerden biri.” (Ve haklılar da çünkü gerçekte dokuz yaşındaydım.) Annemin kucağında otururken babam keskin bir şekilde sola döndü, kapı açılıverdi ve ben de yavru kedilerle dolu bir çuval gibi dışarı fırladım. Annem beni kolumdan yakalamayı başardı, ki babam arabayı durdurmuş olsaydı bunun bana çok yararı olacaktı, ama ya dışarı fırladığımı fark etmediğinden ya da koşarak arabanın hızına yetişebileceğimi düşündüğünden durdurmadı ve bacaklarım şırınga ve kırık camla döşendiğinden emin olduğum bir otoparkın zemininde sürüklendi. (Bu deneyimden üç tane ders çıkardım. Bir: 70’lerin sonlarında üretilen araçlarda çocuklar için kayda değer güvenlik önlemleri bulunmuyordu. İki: Her zaman yetkililer gelmeden olay yerinden ayrılmalısınız çünkü sadist bir ambulans görevlisinin yara berelerinizin üstüne süreceği portakal rengi tıbbi asit, bir arabanın arkasında sürüklenme sonucu edinebileceğiniz herhangi bir yaradan daha fazla canınızı yakacaktır. Ve Üç: “Beni arka koltuğa getirtmeyin!”, babanız dört saat boyunca çığlık atan iki çocukla araba kullandıktan sonra bir anda çok sessizleşmediği sürece boş bir tehdittir, ki böyle bir sessizlik durumunda kapınızı kilitlemeli ya da en azından kafanızı kollarınızın arasına alıp yuvarlanmayı aklınızda tutmalısınız. Babamın beni isteyerek hareket halinde olan bir arabadan attığını söylemi14
yorum; demek istediğim o noktada bir fırsat vardı ve babam kendisine güvenilmemesi gereken tehlikeli bir adamdır.)* Bu girişin neredeyse yarısının uzadıkça uzayan bir parantez olduğunu fark ettiniz mi acaba? Bu boku kitabın geri kalanında da yaptım. Bundan ötürü ve sizi rahatsız edecek bir şeyler söylediğim için şimdiden özür dilerim. Çünkü kitabın ilk yarısında, Hitler, kürtaj ve yoksullukla ilgili utanmaz esprilere gülüp şakadan anlamayı öğrenmesi gereken, osuruktan nem kapan zavallılar karşısındaki üstünlüğünüzün tadını çıkarırken bir anda sizin hassas olduğunuz bir konuyla karşılaşacaksınız. Sizden başka herkes kasıklarını tuta tuta gülerken siz kendi başınıza “Bu kadarı da fazla, insan haddini bilmeli,” diye düşünüyor olacaksınız. Sizi rahatsız eden şey nedeniyle sizden özür dilerim. Hakikaten bunu yazarken kafam neredeydi bilmiyorum.
* Bu hikâyeleri arkadaşlarıma okurken her defasında beni durdurup “Bir dakika, gerçekten de böyle bir şey oldu mu?” diye sormaları beni hep hayrete düşürüyor. Değiştirdiğim ayrıntılar çoğunlukla tarihler ve isimler. Sizin bu kadarı da gerçek olamaz dediğiniz olayların hepsi tamamen gerçek. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi, en korkunç öyküler en gerçek olanlar. Yine gerçek hayattaki gibi bunun tam tersi de geçerli. 15
Üç Yaşında Bir Kundakçıydım
Bana İsmail de. Beni bu şekilde çağırırsan yanıt vermem çünkü adım bu değil ama bana takılan isimlerin çoğundan daha uygun. “Bana ‘çok-fazla-“sik”-diyen-tuhafkız’” demek tahminen daha doğru ama “İsmail” kulağa daha klas geliyor ve orijinal olarak yazdığım cümleden çok daha saygın bir açılış cümlesi, ki o cümlede nasıl Starbucks’ta jinekoloğuma rastladığımı ve onun beni hiç tanımıyormuşçasına yanımdan geçip gittiğimi anlatıyordum. Onun böyle yapması sonucunda da hastaların yanından geçip gitmenin hastaların rahatsız olmasını engellemek için kullanılan bilinçli bir taktik mi olduğu yoksa jinekoloğumun vajinam olmadan beni gerçekten tanıyamadığı mı konusunda merak içinde kaldım. Her halükarda, vajinanın içini bilen birisinin orada bulunduğunu fark etmemesi son derece rahatsız edici. Aynı zamanda “vajinam olmadan” derken, vajinamın o sırada yanımda olmadığını söylemek istemediğimi belirtmek isterim. Tek söylemek istediğim ee yani… Starbucks’tayken vajinamı sergilemediğimdi. Bunu büyük ihtimalle zaten anlamışsınızdır ama yine de net bir şekilde 16
ifade etmek istedim çünkü bu henüz ilk bölüm ve benim hakkımda fazla bir bilginiz yok. Yani konuyu tamamen netleştirmek için belirtmek isterim ki vajinam hep yanımdadır. Tıpkı American Express kartım gibi. (Kartı kullanarak bir şeyler satın alırım anlamında değil, onsuz evden çıkmam anlamında.) Bu kitap beni ve lösemiyle mücadelemi anlatan gerçek bir hikâyedir (spoiler alarmı). Kitabın sonunda ölüyorum, dolayısıyla sadece bu cümleyi okuyup kitabın tamamını okumuş gibi yapabilirsiniz. Ne yazık ki bu kitabın içinde bir yerde gizli bir sözcük var ve kitabın tamamını okumazsanız gizli sözcüğü bulamazsınız. O zaman da kitap kulübünüzün üyeleri bu paragraftan sonra kitabı okumayı bıraktığınızı, büyük ve şişko bir yalancı olduğunuzu anlarlar. Peki, peki tamam. Gizli sözcük “Sgosisler”. Son. Hâlâ burada mısınız? Güzel. Çünkü gizli sözcük aslında “Sgosisler” değil ve ben daha “löseminin” nasıl yazıldığını bile bilmiyorum. Bu kitabı gerçekten kimin okuduğunu anlamak için kullanabileceğin özel bir test. Kitap kulübünüzden birileri Sgosisler veya lösemi sözcüklerine sadece değinse bile, o kişiler yalancıdır, onları kulüpten atmanız gerekir. Bu kişileri kulüpten atmadan önce bir de üstlerini aramanız iyi olur çünkü gümüş takımlarınızın bir kısmını aşırmış olabilirler. Gerçek gizli sözcük “çatal”.* * “Çatal” gerçekten gizli sözcük değil. Aslında gizli sözcük yok. Millet, bu bir kitap. Kahrolası bir casus filmi değil. 17
New York’ta yoksul siyah bir kız olarak büyüdüm. Sadece “siyah” yerine “beyaz”, “New York” yerine “Teksas kırsalı” sözcüklerini koymalısınız. “Yoksul” sözcüğü kalabilir. “Austin’in Tuhaflığını Koruyun” kampanyasıyla meşhur Austin, Teksas’ta doğdum ve hayatımın tamamını “şu tuhaf kız,” diye damgalanarak geçirdiğim için Austin’e çok iyi uyum sağladım ve-sonra-hep-mutluyaşadım. Son. Üç yaşımdayken Austin’den başka bir yere taşınmış olmasaydık kitabım tahminen böyle biterdi. Austin’e dair neredeyse hiç anım yok, ama annemin anlattığına göre askeri üssün yakınlarında bir apartmanda yaşıyormuşuz ve gece geç saatlerde beşiğimden kalkıp perdeleri açıp sokaktaki askerleri el sallayarak odama çağırmayı deniyormuşum. O sıralarda babam söz konusu askerlerden biriymiş ve annem bana bu hikâyeyi ergenliğimde anlattığında, ona babamı bu şekilde sokaktan eve çağırmamı annemin takdir etmiş olması gerektiğini söyledim. Bunun yerine, annem ve babam beşiğimi pencerenin uzağına çekmişler çünkü “o biçim bir işe yatkınlık geliştirmekte olduğum” kaygısına kapılmışlar. Görünen o ki yeni ayarlamadan hiç memnun kalmamışım, çünkü bir sonraki hafta oturma odasındaki fırına bir süpürge atıp ateşe vermiş ve dairemizin içinde yanmakta olan süpürgeyi kafamın üstünde sallayıp bir yandan da çığlık atarak koşturmuşum. Anlatılanlara göre. Benim böyle bir anım yok ama eğer gerçekse, o süpürgeyi son derece havalı, vatanseverlik alevleriyle göz kamaştıran bir bando sopası gibi etrafta sallıyordum. Annemin ağzından dinlerseniz, sanki o Frankenstein’ın canavarıymış, ben de birkaç öfkeli köy-
18
lüymüşüm gibi süpürgeyi ona doğrultmuşum. Annem bu olayı ilk kundakçılık epizodum olarak anıyor. Ben bu olayı, başkalarının haberi olmadan mobilyaların yerlerini değiştirmenin herkes için tehlikeli olmasına dair bir ders olarak anıyorum. Kendisiyle bu olayın adlandırılmasında anlaşamayacağımız konusunda anlaştık. Bu olaydan kısa süre sonra eşyalarımızı topladık ve Teksas’ın küçük, aşırı kırsal bir kasabası olan Wall’a taşındık. Ebeveynlerim, bu hamlenin nedeninin babamın ordudaki görev süresinin dolması ve annemin kız kardeşime hamile olması nedeniyle ailesine daha yakın olmak istemesiyle açıkladılar. Ben esas nedenin bendeki yanlışlığı fark etmeleri ve doğup büyüdükleri aynı küçük Batı Teksas kasabasında büyürsem belki normale döneceğimi ummaları olduğundan şüpheleniyorum. Bu, hakkında yanıldıkları pek çok şeyden biriydi. (Yanıldıkları diğer şeyler: Diş perisinin gerçek olması, lake kaplamanın “zamanı aşan” güzelliği, üç yaşında bir çocuğu çalı süpürgesi ve fırınla baş başa bırakmanın mantığı.) Bugünkü Wall ile çocukluğumun Wall’unu yan yana getirseniz aynı yer olduklarını anlamakta çok zorlanırdınız çünkü günümüzün Wall’unda bir benzin istasyonu var. Eğer bir kasabanın benzin istasyonunun olmasının büyük bir olay olmadığını düşünüyorsanız, o zaman, büyük ihtimalle benzin istasyonu olan ve öğrencileri okula traktörleriyle gelmeye teşvik etmeyen bir kasabada büyümüşsünüz demektir. Wall, temelde bol miktarda eee… toprağı? olan küçücük bir kasabadır. Bol miktarda toprak vardır. Ve pa-
19
muk. Ve cin, ama iyisinden değil. Wall’da insanlar cin dediklerinde kasabadaki tek elle tutulur iş olan Pamuk Cinini kastederler. Pamuk cini de pamuğu… başka bir şeye dönüştüren bir fabrika gibidir. Hakikaten neye dönüştürdüğü konusunda en ufak bir fikrim yok. Belki de farklı bir pamuk türüne mi? Hiçbir zaman öğrenmek için çaba harcamadım çünkü hep birkaç gün içinde bu küçücük kırsal kasabadan kaçıp gideceğimi düşündüm ve hayatımın sonraki yirmi yılı bunu düşünerek geçti.
Şu arka kapaktaki şeyler pamuk topu olabilir mi?
Bir yıl, yıllık temamız yalnızca “Wall nerededir?” idi, çünkü birisine Wall’da yaşadığınızı söylediğinizde size ilk sordukları soru her seferinde bu olurdu. Orijinal -ve daha uygun- tema “Wall hangi cehennemde?” idi ama yıllıktan sorumlu olan öğretmenimiz yaşımıza uygun dil kullanımının doğruluktan daha önemli olduğunu söyleyip hızlıca bu konsepti iptal etti. Bana Wall’un nerede olduğu sorulduğunda elimle belirsiz bir yönü işaret edip “Haa, o tarafta” derdim. Konuyu hızla soruyu soranların düşünce akışını bozacak şekilde değiştirecek bir şeyler söylemediğim sürece (Ki20
şisel favorim: “Bak! Deniz canavarları!”) kaçınılmaz (ve sıklıkla inanması güç) takip sorusu olan “Neden Wall?”a maruz kalırdım. Bu soruyla karşılaştığımda, karşımdakinin ne akla hizmet Wall’da yaşamayı seçtiğimi mi, yoksa niye bir kasabanın isminin “Wall” olduğunu mu sorduklarını asla tam olarak anlayamazdım. Zaten bir önemi yoktu çünkü kimse her iki soruya da ikna edici bir yanıt bulabilmiş değil. Ne yazık ki deniz canavarlarını işaret etmek dikkat dağıtmak için ne zarif ne de inandırıcı bir hamleydi (büyük ölçüde en yakın su kütlesinden yüzlerce kilometre uzakta olduğumuz için). Ben de Wall’un boz renkli sıkıcılığını, o küçük kasabayla ilgili doğruluğu sınamadım ama ilginç öyküler uydurarak kapamaya başladım. Sofistike olduğunu düşündüğüm bir şekilde somurtarak, “Ha Wall mu? Köpek düdüğünün icat edildiği kasaba orası,” derdim. Ya da “Footloose’u yaparlarken esinlendikleri kasaba. Kevin Bacon milli kahramanımızdır.” Ya da, “Bunu daha önce hiç duymamış olmana hiç şaşırmadım. Amerikan tarihinin en vahşi yamyam katliamının yaşandığı yerdir. Bunun üstüne pek konuşmayız. Hiç bahsetmemem gerekirdi. Bir daha bu konuyu konuşmayalım.” Sonuncusunun bana bir gizem havası katıp insanların dehşet dolu tarihimize hayran kalmasını sağlayacağını düşünmüştüm, ama bunun yerine akıl sağlığımdan endişe etmelerine neden oldu ve sonunda uydurduklarım annemin kulağına gidince beni bir kenara çekip kimseyi kandıramadığımı ve büyük olasılıkla kasabanın adının, soyadı hasbelkader Wall olan birisinden geldiğini söyledi. Adamın soyadının duvarı icat ettiği
21
için Wall olabileceğini belirtmem üstüne sabırsızlıkla içini çekerek, çoğu tuvaleti kullanırken kapıyı kapatma zahmetine bile katlanmayan erkeklerin duvarları icat etmiş olma olasılıklarının çok düşük olduğunu belirtti. Kasabamızın içinde yaşanmayı değer kılacak herhangi bir özelliği olmamasından duyduğum hayal kırıklığını görebilen annem, belki de kasabanın adının bir şeyleri dışarıda tutmayı ifade eden metaforik bir duvar anlamına gelebileceğini söyledi. Benim tahminim toplumsal ilerlemeyken onunki pamuk kurtlarıydı. Bazen, insanın benimki gibi olmayan bir çocukluğu olmasının nasıl bir şey olduğunu merak ediyorum. Karşılaştırma yapabileceğim bir deneyimim yok, ama tanımadığım insanlara sorduğumda çocukluklarında çok daha az kan olduğunu ve aynı zamanda tanımadıkları birisinin onların çocukluklarını sorgulamasından rahatsız olduklarını öğrendim. Ama hakikaten de içki dükkanında sıraya girmişken başka ne hakkında muhabbet edebilirsiniz ki? Çocukluk travmalarından bahsetmek en iyi seçimmiş gibi duruyor çünkü zaten o sırada bulunmanızın temel nedeni de bu travmalar. Ancak şunu fark ettim ki, siz ilk adımı attığınızda insanlar çocuklukları hakkında konuşmaya daha istekli oluyorlar. Bu nedenle tanımadığım insanlara anlatmak için yanımda çocukluğumda yanlış giden şeyleri sıraladığım on bir maddelik bir liste taşıyorum. Aynı zamanda onlarla paylaşmak için bir tekila şişesi açıyorum çünkü içmek beni rahatlatıyor. Güneyden geliyorum ve biz Teksas’ta, içki dükkanında sıra bekleyenlere bile içki ikram ederiz. Biz buna Teksas’ta, “Güneyli konukseverliği” deriz. İçki
22
dükkanı sahipleri ise “hırsızlık” derler; büyük ihtimalle “Yankee” oldukları için. Söz konusu içki dükkanına girmem yasak.*
* Yazarın notu: Editörüm bunun bir bölüm sayılamayacağını çünkü içinde konuyla ilgili hiçbir şeyin olmadığını söylüyor. Kendisine bunun bir sonraki bölümün girişi olduğunu ve aslında o bölümün bir parçası olduğunu, ama ayrı bir bölüm olarak tuttuğumu çünkü hızlıca bitirebileceğiniz kısa bölümlerin olmasının insana kendini iyi hissettirdiğini açıkladım. Ayrıca, edebiyat öğretmeniniz ilk üç bölümü okumanızı istediğinde, çoktan ilk iki bölümü bitirmiş olacak ve on dakika sonra pırıltılı vampirler ya da siz gençler, bu günlerde her ne haltla ilgileniyorsanız onunla ilgili bir filmi izleyebileceksiniz. Aynı zamanda edebiyat öğretmenize bu kitabı ödev olarak verdiği için teşekkürler çünkü harbi birisine benziyor. Kendisine The Red Badge of Courage yerine bu kitabı verecek yüreği olduğu için ebeveyninizin içki dolabından bir şişe içki vermelisiniz. Single-malt bir viski. Bir şey değil edebiyat öğretmenleri. Hakikaten bana borçlusunuz. Bir dakika. Durun. Şimdi aklıma geldi de eğer edebiyat öğretmenleri bu kitabı ödev olarak verdilerse, bu, okulun kitabımdan tonla satın aldığı anlamına gelir. Dolayısıyla, teknik olarak size borçluyum edebiyat öğretmenleri. Ama kitapların parasının kitaptan kazandığım paradan verdiğim vergilerle ödendiğini düşünecek olursak, bir nevi insanların kitabımı okumaları için para vermiş oluyorum ve şimdi öfkelenip öfkelenmeme konusunda kararsız kaldım. Bu dipnot kahrolası bir kelime oyununa dönüştü. Ne var biliyor musunuz? Siktir edin. Bana öğrencilerinizin size verdiği malt likörünün yarısını gönderirseniz ödeşiriz. Aynı zamanda bu gelmiş geçmiş en uzun dipnot mu oldu? Yanıt: Tahminen. 23