Hakan Günday - Malafa

Page 1


Tarama ve Düzenleme nefun Dünyada aslında iki ırk vardır. Dolandırılanlar ve tecavüz edilenler. Beyazlar dolandırılır. Onun dışındaki renklerinse ırzına geçilir, aynı beyazlar tarafından. Küçük boyutlu dolandırıcılıklar, ülkenin kadınlarından yeraltı ve yerüstü zenginliklerine kadar her şeyine sahip beyazların göz yummak zorunda kaldıkları bir durumdur. Sosyal patlamayı engelleyici bir görevi vardır. Beyaz adamın, tecavüz edilenler için uydurduğu başka bir katlanma yoludur. Geri kalmaya mahkûm ülkenin insanı, beyazdan çarptığı parayla yetinir. Sokakta uyumasının, kız kardeşini satmasının, kentin beyaz semtlerine adım atamamasının bedelidir bu. Uygarlığa köle olmanın maaşıdır. Kuzey Avrupa politikacılarının övdüğü sosyal adalettir. Ve dolayısıyla turizmi, Üçüncü Dünya ülkelerine bırakmıştır medeniyet. Irzına geçtiği halklara karşılığını verebilmek için. Böylece rahat uyurlar geceleri. Vicdanları zencilerden, Kızılderililerden, Uzakdoğululardan, Araplardan korunur böylece... Bu ufak kazıklamalar bir zırhtır, yüzyılın imparatorlarının vicdanlarına. Kinyas ve Kayra Akdeniz'den Marmara Denizi'ne yükselen ilk mavi yolculuk müşterilerinden Doktor Xaviera Aro 13 mayısta, turist gemisinin boğazına demir attığı İstanbul'da Kapalıçarşı'ya girdi. Türkiye'nin, Federal Almanya'yla imzaladığı İşgücü Anlaşması çerçevesinde yolladığı ilk maden işçisi kafilesinden Hükümdar Eğin, 24 haziranda kendisini Münih'e taşıyan uçaktan indi. Yuri Gagarin, 12 nisanda Vostok adındaki uzay mekiğiyle atmosferin diğer yakasına geçti. En uzağa gidenin hangisi olduğu bilinemedi. Ancak gidenleri durdurmak için 20 ağustosta, kırk üç kilometrelik bir duvarın temeli Berlin'de atıldı. Yıl 1961'di. Türkiye, kitle turizminde merkez ülke haline gelmeye başladı ve Kapalıçarşı, Antalya'yı keşfetti. Almanya'dan sınırdışı edilmiş binlerce sabıkalı Türkiye'ye döndü. Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın uzaydaki tek resmi temsilcisi oldu. Sosyalistlerin çocukları, hamamböcekleri gibi dünyaya yayıldı. En uzağa gideninse ancak bir turist olabileceği anlaşıldı ve onu hiçbir şey durduramadı. Yıl, artık 1961 değildi. UYANIŞ "Kozan!" Kendisini çağıranın kim olduğunu, göz kapakları yuvalarına çekilene kadar anlamadı. Tavanı gördü, sesi tanıdı. Konuşan kendisiydi. Çalan telefonuydu. "Kozan!" diye çalıyordu. Daha başka şeyler de yapabiliyordu ama o ilgilenmiyordu. Sadece piyasanın en pahalı cep telefonu olduğunu biliyor ve bu ona yetiyordu. Bir de metalik kasası, koyu renkler giydiğinde taktığı Omega Deville'in kadranına yakışıyordu. O sabah onu arayan kimse yoktu. Sadece sesi, sahibine saatin altı buçuk olduğunu haber veriyordu. Terlediğini fark edince evinde olmadığını anladı. Çünkü son iki aydır klimaları terletmemeye ayarlıydı. "Kozan!" Bu kez telefon değildi. Bir ahçik sesiydi. "Lütfen kapat şunu." Yarım saat sonra banyosundaki aynaya bakarak tıraş olurken, ahçiğin adını anımsayamadığını fark etti. Hatta geçirdiği geceye dair hiçbir şey anımsamıyordu. Gözlerini kapattığında, Kapadokyalı


halıcılarla Zeytinköy'den koks aldıklarını ve Rusların işlettiği kulübe gittiklerini görebiliyordu ama belleğinin hiçbir yerinde sonrası yoktu. Eğer elindeki bir jilet olsaydı, o an mutlaka parmakları titrer ve yüzünü keserdi. Kozan'ı sinirlendiren anımsayamamak değil, tezgâhtar olduğunu bildiği adsız ahçikti. "Yapma !" dedi aynaya. "Bir daha dacik meterleme!" Bu kadar turist varken dacik ahçik meterlemek büyük abuşluktu. Çünkü dacik daima Antalya'daydı ve hiçbir yere gitmiyordu. Eğer tezgâhtarsa televizyon izlemiyor, sadece konuşuyordu. Kozan'ı sinirlendiren, Antalya'nın yirmi iki center'ında patasının tartışılacak olması ihtimaliydi. Tezgâhtar sadece tram ve meterden söz eder. Giyindi. Kol düğmelerini seçti. Birinin üzerinde K, diğerindeyse N harfi vardı. Nuruosmaniye çocukları sayesinde tanıdığı terziye diktirdiği mavi gömleğin cebinin üzerindeyse OZA yazıyordu. Böylece adı ve Kozan tamamlanmış oluyordu. Kazandığı tramı nereye harcayacağını bilemeyecek kadar yalnızdı. Ütüsü yoktu. Çamaşır makinesi yoktu. Ev, bir mobilyacının vitrinine benziyordu. Kozan da, vitrin camına. Aklındaki her şeyi deşalayıp çıktı. Bir sitede yaşıyordu. On iki katlı üç bina. Ortalarında bir yüzme havuzu. Elli metre ileride de Akdeniz. Antalya'da, kazandığından fazla harcayan herkes o sitede yaşardı. Bu yüzden sürekli değişen komşuları vardı. Acente sahipleri, rehberler, Rus metresler, kulüpçüler ve kendine turizmci diyen herkes. Hepsinin de parlayan arabaları vardı. Ama kullanan ile ruhsat sahibinin adı nadiren aynıydı. Hepsinin borçları vardı. Plazma televizyon, giysi, ayakkabı, klima, müzik seti ve deri kanepe taksitleri. Çoğunun taksicilere, pezevenklere hatta torbacılara bile borcu vardı. O kadar gösterişli hayatları vardı ki veresiyeyle koks alabiliyorlardı. Sitenin adı Beyaz Evler'di. Oysa Beyaz İflaslar olmalıydı. Eski hara yolundaydı. Havaalanı yolu üzerindeki Topaz'a on beş dakika uzaklıkta. Ehliyeti olanlar için. Kozan'ın yoktu. Kaybetmişti. Potpotta değil, potpottan dönerken sarhoş olduğu bir gecede. On dakika sonra Topaz'ın otoparkında, dikiz aynasına bakarak gözlerine Visine damlatıyordu. Kırmızıyı beyaza, Kozan'ı insana çeviriyordu. Otuz yedi kişiyle selamlaşıp üçüncü kata çıktı. Topaz'ın en ağır katı. Bir kare. Ortasında altı banko. Kenarlarında on iki kapı. On iki kapının ardında on iki oda. Bir kasa ve ardında iki kasiyer. Kırk bir kamera Dört çırak. On iki banko elemanı. Yirmi dört düztop tezgâhtar. Dört joker. Üç şef. İki müdür yardımcısı ve bir adet Çınarcıyan. Topaz'da iki yüz elli dört çalışan ve bir patron vardı: Sami Çınarcıyan. Şanslıydı çünkü ofislerden arta kalan katların sayısı kadar oğla sahipti. Üç Çınarcıyan, üç ayrı katın müdürüydü. Yukarıdan aşağıya: Hayko, Jojo, Cefı. İlk oğlan doğduğunda, Sami'nin altınla ilişkisi sol elindeki alyans kadardı. Bir Ermeni adını uygun gördü: Hayko. Tramı bollaştıkça çocuk doğurttu. Kendi adını bile nasıl gerekiyorsa öyle telaffuz etmeyi öğrenmiş olan Sami'nin tramı bollaştıkça çocuklarının değil ama onlara koyduğu adların dini değişti. Yahudileşti: Jojo ve Cefi. Soyadları duyulana kadar Yalhudi, adları duyulana kadar Ermeni. İkisi de duyulmamışsa Türk. Mutlaka biri işe yarardı. Ne de olsa Türkiye'de yaşıyorlardı. En ağır katı yöneten Hayko Çınarcıyan'dı. Erivan'ı su markası sanacak kadar Türk, pırlanta toptancılarını kazıklayacak kadar Ermeni. Dört yıl önce, dördüncü kattaki ofisinde, Topaz'da çalışmak istediğini söyleyen yirmi üç yaşındaki adama şöyle demişti: "Burası ananın bileziklerini bozdurduğu semt kuyumcusu değil. Burası Topaz. Burada sarraflık gerekmez. Burada işletme diploması gerekmez. Ne kadar bildiğin değil, ne kadar sattığın önemlidir.


Bu bir meslek değil, bir para kazanma yöntemidir. Kim olduğun, nereden geldiğin, nasıl sattığın beni ilgilendirmez. Ben vitrine malı koyar, müşteriyi önüne getiririm. Sen de satarsın... Satarsan, istediğin her şeyi satın alırsın. Bu kadar basit." Kozan, Hayko'nun saygısı dahil, istediği her şeyi satın aldı. Daha doğrusu kiraladı. Turizmde sürekli mülkiyet hakkı yoktur. Saygı dahil her şey el değiştirir. Saygı dahil her şey kiralanır. Kozan, üçüncü katın üç şefinden biriydi. Hayko'nun katında şeflik, herhangi bir center'da müdürlüğe eşitti. Kozan satıyordu. Aylık cirosu kırk beş bin yumoşun altına düşmüyordu. Satmak için her şeyi yapıyordu. Bir ikna makinesiydi. Her şeyi deniyordu. Hiç bıkmadan. Çünkü Hayko'nun da dediği gibi her şey bu kadar basitti. Yanına ilk yaklaşan Hicret oldu. Antalya'nın ağır tezgâhtarlarının kahvaltılarını yaptıkları Ceneviz Pastanesi'nde Golden Dreams'in martlarım gördüğünü söyledi. Golden Dreams, Antalyalı abuş seracı ailelerden birine aitti. O kadar abuşlardır ki şehrin en düzgün alışveriş merkezinin sahibine, adamın binasında bir köfte-piyazcı açmayı teklif etmiş, ancak onun yönlendirmesiyle Burger King bayisi olmuşlardı. Piyazdan hamburgere, domatesten mücevhere giden yolda kazıklanmaktan başka kaderleri yoktu. Mağazayı Cevat Demreli'ye emanet etmişlerdi. İlk duyulduğunda saygıdeğer bir ad ve soyadı gibi dursa da başlarına gelen lakapla her şey değişiyordu. Orospu Cevat Demreli, Kozan'ın Antalya'daki tek ahpariğiydi. Hicret'in anlattıklarına o kadar yüksek sesle gülmüştü ki Nasıf'ın kendisini çağırdığını duyamamıştı. Müdür yardımcısı Nasıf. Tokarcı Nasıf. Kozan'dan nefret ederdi. Kozan'sa umursamazdı. Ama bunu da kimseye belli etmezdi. En az Nasıf kadar nefret dolu olduğuna herkesin inanması gerektiğini bilirdi. Nefrete kayıtsızlıkla karşılık vermenin Topaz'daki anlamı pörçlüktür. Nasıf ile Kozan birbirlerinin müşterilerini çalar, birbirleri hakkında dedikodular uydurur ve birbirlerinin ahçiklerini meterlemeye çalışırlardı. Nasıf, sabah sayımlarındaki bir sorundan söz ediyordu. Safir odasında bir bilekliğin eksik olduğunu söylüyordu. Hiç uğramasa da safir odasının sorumlusu Kozan'dı. Sabah ve akşam sayımını, oda ve mal temizliğini iki düztop tezgâhtar yapıyordu ama Nasıf’ın listesinde safir odasının karşısında Kozan'ın adı yazıyordu. Bilekliği bir önceki akşam sayımından sonra güvenlikçiler bir çekmecenin içinde bulmuş ve Nasıf'a vermişlerdi. Nasıf in amacıysa bilekliği cebinden çıkarana kadar Kozan'ı üçüncü katta rezil etmekti. Ama Kozan'ın üçüncü kata çıkarken selamlaştığı otuz yedi kişinin arasında güvenlikçi çocuklar da vardı. Ve Kozan, onların canlarını asla yakmayan tefecileriydi. Ayrıca safir odasıyla ilgilenen tezgâhtarların ilkokul düzeyindeki matematik bilgilerine de güveniyordu. Her ne kadar, özel sektörün herhangi bir dalında böylesi konuşmaların ancak yönetici ve ilgili çalışan arasında geçmesi gerektiği bilinse de, Topaz'da geçerli olan tersidir. Birini alt etmenin yolu yüksek sesle suçlamalarda bulunup herkesin duymasını sağlamaktan geçer. Dinleyiciler işlerine devam ediyormuş gibi yaparak kulak kabartır ve gün boyunca ya da yeni bir söz düellosu başlayana kadar, tartışmanın kazananı ile kaybedeni hakkında konuşurlar. Topaz'da birinin ayağının kayması için hakkında aralıksız dedikodu yapılması gerekir. İki yüz elli dört kişinin dikkatini sürekli aynı noktada tutmak çok zordur. Ancak Topaz'da unutulması en uzun süren, günün ilk tartışmasıdır.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.