Birinci Bölüm Violet McGinn etekleri tutuşarak annesinin hastane odasına girdi. Gerçekten de az kalsın etekleri tutuşuyordu. "Şu mumu söndürür müsünüz lütfen!" diye bağırıp eteğine vurarak rastalı yabancının yanından geçti. Yabancı, iç çekerek odanın uzak bir köşesinde garip bir dilde şarkılar söyleyen batik giysili grubun yanına gitti. "Violet!" diye bağırdı Moonbeam. "Yavrum, geldin demek!" "Anne, aman Tanrım!" Violet hızla annesinin yatağının yanındaki koltukta duran ipek eşarp yığınını kenara itti. Nefes nefese oturup Moonbeam'in elini tuttu. "Butterfly aradıktan sonra Maine'den ilk uçakla geldim. Ne oldu sana? Evin önündeki merdiven yüzünden mi? Ne zamandır tamir ettirmeni söylediğim merdivenlerden mi düştün? İyi misin?" Moonbeam, Violet'in yanağını okşadı. "Her zaman yaptığın gibi insanı soru yağmuruna tutuyorsun. Hiçbir zaman tek soru sormakla yetinmezsin. Seni gördüğüme çok sevindim canım. Yolculuk nasıldı?" "Anne," dedi Violet, dişlerini sıkmamaya çalışarak. "Ne olduğunu anlatsana!" "Ben de tam Salmonberry'ye anlatıyordum, aynı senin göründe tahmin ettiğin gibi oldu." Violet kaşlarını çattı. "Görüm mü?" "Tabii ya. İsis duası için geldiğinde yaşadığın görü."
Violet gözlerini dikerek annesine baktı, ona ne ilaç veriyorlardı acaba. Kafeteryada satılıyor muydu? "Anne, neden bahsediyorsun sen?" "Biliyorsun ya tatlım. Beni görmeye en son geldiğin zamandı. Verandadaydık, sen yola çıkmak üzereyken bir görü yaşamıştın..." Sonunda annesinin neden bahsettiğini anlayan Violet kafasını sağa sola salladı. "Anne, bunu bin kere konuştuk. Ben muhasebeciyim. Medyum değilim. Medyum diye bir şey yoktur..." "Ah Violet, yine başlama. Bugün olanlar, otuz üç yıldır söylediklerimin su götürmez bir kanıtı." "Bugün olanlar, en üstteki basamağın tahtasının gevşemiş olduğunun kanıtı sadece," diye itiraz etti. "Benim görmüş olduğum buydu, hepsi o kadar." Sakinleşmeye çalışarak annesinin elini sıkıca tuttu. Annesini görmeye geldiğinde hep böyle oluyordu. Yani, tam olarak aynı şey olmuyordu. Annesi genelde seruma bağlı, solgun, yara bere içinde ve biraz da sarhoş gibi hastaneye kaldırılmış olmuyordu. Aslında bir düşününce, Moonbeam hiç hastaneye yatmış mıydı? Violet'i bile evde doğurmuştu. Violet boğazını temizledi. "Bu hastaneyi internetten kontrol ettim. Hasta memnuniyeti, enfeksiyon oranı ve kayıtlı hasta düşmeleri istatistiksel olarak..." "Ah, Violet, yine rakamlardan konuşmaya başlamasak tatlım. Anlatsana, hayatında biri var mı?" Violet alnını annesinin başucundaki komodine vurmamak için kendini zor tuttu. Kendi başını vurmak
yerine odaya göz gezdirip pataklanmayı hak edecek birilerini aradı. Böyle birini bulmak zor değildi. "Anneme dokunmayı keser misiniz!" Arkasında, elinde tütsüyle gezinen gözlüklü adama çıkıştı. "Burada ateş yakamazsınız." Gözlüklü adam güldü. "Evet, ama insan bedeninin temel kıvrım enerjisi, bedenin merkezine sarmalanmıştır ve Kundalini'nizle temas kurduğunuzda..." "Lütfen şimdilik kimsenin Kundalini'siyle temas kurmayın. Rica ediyorum, Moonbeam'le beni biraz yalnız bırakır mısınız?" Annesine döndü. "Doktorlar ne diyor anne? Kırığın var mı? Burada ne kadar kalacaksın? Uzman bir doktor çağıralım mı?" "Ah, Violet, yine soru yağmuruna başladın!" Kızının elini sıkarak hafifçe gülümsedi. "Hep merak içindedir benim kızım." Violet dişlerini sıkmamak için kendini zor tuttu. "Anne..." "Kalça kemiğimde ve sol bacağımda iki kırık kemik var. Bir de, sağ kolumda iki kırık var, ama bu kadar. Yok, bir de ayak parmağımda var. Tedavi amaçlı marihuana yazdırabilir miyim sence?" "Marihuananın şimdi konuyla ilgisi yok. Doktor ne dedi?" "Beni hemen ameliyata almak istiyor, ama buna gerek olduğunu sanmıyorum. Davranışsal iyileşme ile ilgili bir gruba katıldım, ayrıca biyodinamik kafatası terapisi yapan bir adam var, belki sadece..." "Lanet olsun, Moonbeam! Altı kırığın var. Doktor ameliyat olman gerektiğini söylüyor. Başka seçenekleri düşünecek durumda değilsin. Bir kere de laf dinlesen..."
"Canım, bunu doğal yoldan çözmek istiyorum." "Bu, ağır bir sakatlanma anne, doğum değil." Yatağın ayakucunda bağdaş kurup oturan kel kadın boğazını temizledi. "Kristal güç, evrensel yaşam enerjisini toplamak için en iyi şeydir. Annen ultradiyan şifa tepkisini beklerse..." "Hey, Raven," diye lafını kesti Violet. "Ne zaman tıp okudun sen?" Raven mutlu bir sincap gibi gülümsedi. "Aslında, yakın zamanda internetten kutsal ruhani şifacı sertifikası aldım ve bence..." "Şimdi adının önünde DR. yazmıyorsa söylediklerin işe yaramaz." Moonbeam'e dönüp elini sıktı. "Ortopedist, ameliyatın en iyi seçenek olduğunu söylüyorsa bunu dinlemeliyiz." "Ama ameliyat çok sarsıcı," diye karşı çıktı. "Aralıkta rezervasyonlu seanslarım var, müşterilerimi bırakamam." "Butterfly bakamaz mı müşterilere?" "Çok işi var." "Sunshine?" "Yeterince aydınlanmış değil." "Marzipan?" "Zihinsel açıdan stabil değil." Bunu, Vipassana meditasyonunun kanseri iyileştirebildiğine inanan bir kadın söylüyordu. İç çekip başını ellerinin arasına aldı. Annesi iyi niyetliydi. Annesi tadıydı. Annesi Portland, Oregon'un en çok aranan medyumuydu. Annesi aynı zamanda tam kafadan çatlaktı. Bu durumu
nasıl çözecekti? "Bu görüyü yaşadığın için seninle çok gurur duyuyorum," dedi annesi. "Senin yetenekli olduğunu hep söylerdim. Raven, Violet'in yetenekli olduğunu hep söylemez miydim?" "Evet, söylerdin." "Gördün mü?" Moonbeam, kristal güç ve çakra birliğinden bahsederken Violet kapana kısıldığını hissetti. Kaçmak için bacağını kemirmeyi bile düşündü. Ama gerçekte ne yapması gerektiğini biliyordu. Başını ellerinden geri çekip arkasından gelen tütsülenmiş adaçayı dumanı yüzünden gözlerini kırparak annesine baktı. "Tamam, Moonbeam," dedi. "Seninle bir anlaşma yapalım."
Drew Watson'a çocukken, büyüyünce ne olmak istediğini sorduklarında asla "Büyüyünce erkek striptiz kulübü açmak istiyorum," dememişti. Oysa şimdi otuz beş yaşında bu işten çok da iyi para kazanıyordu. Yani şöyle böyle. "Burası striptiz kulübü değil," diye yüzüncü kez açıkladı barda oturan üstsüz, iri kıyım adama. "Pazardan perşembeye normal bir bar. Müzik dinleyip bir şeyler içmek için hoş bir yer."
"Tamam da striptizcileriniz var, değil mi?" "Egzotik erkek dansçılar diyelim," dedi, son on dakikadır sildiği yerin üzerinden geçerek. "Tek gecelik bir şov için Chippendales dansçılarını getirmemiz başarıyla sonuçlanınca, cuma-cumartesi geceleri erkek dansçılar çıkarmaya başladık." Barın diğer ucundaki uyuşuk, eski kayınbiraderi ona sırıttı. "Hem de ne başarı! Çuvalla para kazandık. Üstelik artık ben de dans edebiliyorum. Hep dansçı olmak istemiştim, sonunda fırsatım oldu." "Aynen öyle Jamie," dedi eski eşinin kardeşine. Yaptığı plan, boşandıktan sonra barı kurtardı ve bunun için ona minnet duyuyordu. Gerçi Catherine, ne kardeşinin striptiz yapmasından ne de eski eşinin, erkeklerin gömleklerini çığlık atan kadınlara fırlattığı bir bar işletmesinden mutluydu. Ama eski eşini sinir etmek Drew'in hoşuna gidiyordu. Diğer kadınlar bu durumdan mutluydular. Bara akın ediyor, bekârlığa veda partileri ve çılgın eğlence geceleri düzenliyor, rahatsız edici bir şekilde, sürekli Drew'in cebine telefon numaralarını sıkıştırıyorlardı. Arkadaşlarının dalga geçmesine, lise arkadaşlarıyla buluşmalarında herkesin kaş çatmasına, tutucu eski eşinin gözünü yuvarlamasına, protestoculara ve yandaki Moonbeam Medyum Hizmetleri sahibinin sürekli tepeden bakmasına kesinlikle değerdi. "Ben de burada çalışmak isterim," dedi gömleksiz adam. "Sahne adımı bile seçtim." 'Yan tarafı dene," diye önerdi Drew. "Eleman arıyorlar."
"Medyumun yeri mi? Ben medyum değilim ki." "Sahibi de değil zaten, yine de bu işi yapıyor," dedi Drew. "Gerçi ben dövmeciyi kastetmiştim." "Ama ben striptizci olmak istiyorum. Gerçekten çok iyi çalışırım. Işıklandırman, sahneler, direkler filan... Burası süper bir yere benziyor." "Öyledir," diye onayladı Drew. "İhtiyaç olursa diye başvurunu kesinlikle saklayacağım. Hey, Jamie?" Nedensiz yere tedirgin hissederek eski kayınbiraderine döndü. "Bugün Bayan Moonbeam'i gördün mü?" Jamie kafasını sağa sola salladı. "I-ıh. Bütün gün dışarıda kızgın bir şekilde saatlerine bakarak bekleyen insanlar gördüm." Drew da aynı şeyi fark ettiği için endişelenmişti. Yıllar boyunca yaşlı kadınla sıkça tartışmasına rağmen ona kötü bir şey olmasını istemezdi. Yan tarafı da kiralayıp barını genişletebilecek olsa bile bunu istemezdi. İnsan bedeninin istismar edilmesiyle ilgili başının etini yemeyi kesecek olsa bile bunu istemezdi. Dört yıl önce yaptığı şeyden sonra bile bunu istemezdi. "Hâlâ evcil fare besliyor mu?" diye sordu Jamie. "Galiba. Neden?" "Başına bir şey geldiyse kimse beslememiştir hayvanları. Gidip kontrol etsem iyi olur." Jamie güldü. "Çok düşüncelisin, patron." "Huyum böyle," dedi Drew, tabak sepetindeki yemek artıklarını kurcalayarak. "Aynı Rahibe Teresa gibiyimdir." Bardaki gömleksiz adam başını kaldırdı. "Abi, sen eşcinsel misin? Yani erkek striptiz kulübü işletiyorsun ya,
ondan öyle düşündüm. Ama benim için hiç sorun değil gerçekten, burada çalışmak isterim..." "Eşcinsel değilim," dedi, Bayan Moonbeam'in ofisiyle kendi yeri arasındaki kapıya giderken. "Ayrıca burası striptiz kulübü değil. Ayrıca eleman da aramıyorum. Ama ilgin için teşekkürler. İhtiyacım olursa seni ararım." "Gerçekten mi?" "Evet." Barla medyum stüdyosunu ayıran kapıyı açtı. İçeri girdiğinde yüzüne çarpan ağır paçuli kokusuyla az kalsın yere düşecekti. Biraz öksürerek loş dükkâna girdi. Burç temalı anahtarlıklar, renkli saksılardaki şans bambuları ve telekineziyle ilgili yazıların yanından geçip çemberlerinde dönen küçük farelerin yanına gitti. Karşıda yanan lambanın kısık kırmızı ışığıyla farelerin burunları pembe pembe parlıyordu. "Selam çocuklar," diye mırıldandı kafese yaklaşarak. "Size fıstık, makarna ve marul getirdim." Fareler arka bacaklarının üstünde kalkıp beklentiyle havayı kokladı. Kapağı açıp kenardaki yeşil kaba yiyecekleri yerleştirdi. Fareler minnet edercesine koşarak büyük hevesle yemeye başladı. Drew gülümseyerek onları izledi. "Moonbeam'e ne oldu?" diye sordu kafesin kapağını geri kapatırken. "Sizi burada yalnız bırakmaz hiç, tatile giderken de hep bana haber verir." Fareler yemekten başlarını kaldırıp soruyu düşündü. Biri makarnayı bıraktı, ön ayaklarını kafesin yanına bastırıp bıyıklarını oynatarak cevap verdi. Drew parmağıyla cama
dokundu. Arkasında kapının tıkırdadığını duydu. On kapıdan gelen anahtar sesini duydu ve hızla başını çevirdi. Kapı, içeri tozlar saçarak açılırken, yarı karanlıkta görebilmek için gözlerini kıstı. Kapı girişinde biri belirdi. Arkasından şelale gibi güneş ışığı içeri doldu. Gelenin bir kadın olduğunu fark etti. Uzun, siyah saçlı, dar kesim eteğinden beliren mükemmel kıvrımlara sahip çok güzel bir kadındı. Eski eşinin giydiklerine benzeyen sivri topuklu uzun botları vardı. Şampanya tonlarında kaşmir kazak, pahalı görünümlü deri ceket. Gözlerinin rengini seçemese de tahmin etti. Ela. Gözleri kesin elaydı. Selam vermek için öne iki adım attı. Ama hareketi karşısındakini korkuttu. Çığlık atarak tezgâhın üstündeki bakır Buda heykelciğini eline aldı. Heykelciği üstüne doğrulturken loş ışıkta gözlerindeki saldırganlığı görebiliyordu. "Kimsin sen, annemin dükkânında ne arıyorsun?" Drew teslim olarak ellerini kaldırdı. "Tamam, sakin ol." Heykelciği sımsıkı tutarken loş ışıkta gözlerini kırpıştırıyordu. "Kim var orada? Para mı arıyorsun? İçeri nasıl girdin? Ne istiyorsun?" Drew başını yana eğdi. "Drew. Hayır. Anahtarla. Fareler." "Ne?" Drew gülümseyerek güvenilir görünmeye çalışsa da muhtemelen 80'lerin konser tişörtlerine sağlıksız bir düşkünlüğü olan, tıraşsız, baltalı bir katil gibi göründüğünün farkındaydı. "Sorularına cevap veriyordum.
Sorduğun sırayla." "Benimle dalga mı geçiyorsun?" "Hayır. Beni Buda'yla mı öldüreceksin? Sanırım bu karma yasalarına aykırıdır." Önce tereddüt edip iç çekti. Heykelciği tezgâha bırakıp kapının arkasındaki ışık düğmesini kurcaladı. Işığı açınca parlak bir aydınlık yerine leylak tonlarında loş bir ışık ip gibi süzüldü. "Renkli aydınlatma," diye mırıldandı tavana bakarak. "Aferin sana Moonbeam." Drew, dini bir sembolle öldüresiye dövülmeyeceğini anlayınca güveni arttı. Elleri hâlâ havadayken öne doğru adım attı. "Pardon, Moonbeam, annen mi? Violet sensin demek. Hep senden bahseder. Ben Drew. Yandaki dükkânın sahibiyim." "Dövmeci misin?" "Hayır, o dükkân değil. Diğeri." Kaşları çatıldı. "Erkek striptiz kulübü mü işletiyorsun?" İç çekti. "Orası striptiz kulübü değil; bar. Haftada birkaç gece egzotik erkek dansçılarımız var sadece." "Bilmez miyim," dedi gözüyle onu tartarak. "Moonbeam striptizci çıkarmaya başlamana hiç memnun olmamıştı. Daha fazla striptizci getirmek için onun stüdyo alanını almak istemene ise hiç memnun değil." "Bana alfa bedenin istismarıyla ilgili nutuk mu çekeceksin? Daha devam edeceksen kollarımı indireyim bari. Yorulmaya başladım." Violet şimdi onu ciddiyetle incelemeye başladı, az önce onu öldüresiye dövecek olmasa sanki ondan hoşlandığını
düşündürecek bir şekilde süzdü. Drew da ona karşılık vermeye karar verdi; uzun, siyah saçlarına, vücut hatlarının keskinliğine ve hiç de ela olmayan çarpıcı, nefes kesici menekşe rengi gözlerine baktı. "Gözlerin büyüleyici," dedi hiç düşünmeden, sonra kendini tekmelemek istedi. Violet'in gözleri şaşkınlıktan büyüdü. Alt dudağını ısırdı. "Teşekkür ederim. İsmimi gözlerimden almışım." Boğazını temizleyerek sesini biraz yumuşattı. "Ellerini indirebilirsin. Moonbeam sana anahtar mı vermişti?" "Acil durumlarda kullanabilmek için birbirimize dükkânlarımızın anahtarlarını vermiştik." "Moonbeam'in geçirdiği kazayı nasıl öğrendin?" "Moonbeam kaza mı geçirdi?" Violet kaşlarını çattı. "Sen nasıl bir acil durum için geldin o zaman?" "Fareler," dedi başıyla kafesi göstererek. "Fareleri besleyecek kimse yoktu." "Hımm." Gözlerini kırpıştırdı. "Bunu düşünmemiştim bile. Teşekkür ederim. Çok düşüncelisin." Drew bir adım daha yaklaştı, şimdi Moonbeam için gerçekten endişeliydi. "Annen iyi mi? Ne oldu?" "Merdivenlerden düştü, ama iyileşecek. Şimdi ameliyatta." Alt dudağını tekrar ısırırken, belli ettiğinden çok daha endişeli görünüyordu. Drew ona sarılmayı düşündü. Hayır, kesinlikle hayır! Daha yeni tanışmışlardı, asıldığını düşünebilirdi. Aslında ona sarılmak hiç de itici bir düşünce değildi ama Buda heykelciğinin her an kafasına inme olasılığı varken pek mantıklı değildi.
"Ameliyatı, ee, evde birine yaptırmıyor, değil mi?" diye sordu. Bu soru onu biraz güldürdü. "İnan bana, ona kalsaydı mutfak tezgâhına uzanıp kırık kalça kemiğini, şaman kozmolojisi kullanan bir medyuma iyileştirirdi. Ortopedi cerrahının daha iyi bir seçenek olduğuna ikna etmeyi başardım." "Bunu kabul ettiğine inanamıyorum." "Onu bir anlaşmayla ikna ettim." Drew, sesindeki tedirginliği duyunca, ruhunu pagan tanrılarına sattığından şüphelendi. Moonbeam'i tanıdığı için bu mümkündü. "Anlaşma mı?" Violet iç çekti. "İyileşip ayağa kalkana kadar onun yerine ben bakacağım. İşverenimle konuştum, annem iyileşene kadar burayı çalıştırmak için bir iki aylığına izin verdiler." "İşverenin," diye tekrarlayarak ciddiyetle onu inceledi. Dümdüz, ışıltılı saçları vardı. Parmaklarını saçlarında gezdirmenin nasıl bir his olduğunu düşündü. "Ne iş yapıyorsun? Yani, medyumluğun haricinde." "Muhasebeciyim. Portland'da çalışıyorum. Maine'deki, Portland," diye detay verdi. "Oregon'daki Portland'dan Maine'deki Portland'a mı taşındın?" dedi kahkahayla. "Yeni bir şehir adı öğrenme zahmetinden kaçınmak için mi?" Biraz yanakları kızarsa da gözleri hâlâ sıcaktı. Temkinli ama sıcak. "Oregon'daki Portland ile Maine'deki Portland arasındaki mesafe 4800 kilometre; Amerika Birleşik Devletleri'nde iki şehir arasında en uzun mesafelerden biri. Uzak kalmak istiyordum. Yeni bir şeyler istiyordum..."
Duraksayarak gözlerini batik desenli eşarplara, cam kavanozlardaki tütsülere, köşedeki masanın üstündeki kristal küreye çevirdi. "Normal bir şeyler istiyordum," dedi. "Normal," diye tekrarladı Drew. "Evet." Drew başını sallayarak alt dudağını her zaman ısırıp ısırmadığını merak etti. O dudağı hafifçe ısırıp sonra dilini içeri kaydırmanın nasıl bir his olacağını hayal etti... "Ama şimdi buradasın," dedi kendini kaptırmadan durarak. "Medyum annenin yerine geçiyorsun. Medyuma da benzemiyorsun." Violet hızla doğruldu. Drew tekrar Buda heykelciğini almasından korkarak bir adım geri çekildi. Heykelciğe uzanmak yerine kollarını göğsünde kavuşturdu. "Bir medyum neye benzer sence?" "Pardon, kötü anlamda söylememiştim. Çok iyi bir medyum olduğundan eminim." Violet başını çevirdi. "Tabii. Ee, ben annemin randevu defterini alıp içeriyi incelemek için gelmiştim. Şuraya bir çalışma masası koysam gündüzleri dükkânın köşesinde muhasebe işlerimi yapabilirim, medyumluk işlerini de bu tarafta koltuklarda hallederim diye düşünüyorum." "Tabii, tabii." Violet dükkânın arka tarafına ilerlemek için yanından geçerken saçlarının koluna değmesi içini ürpertti. "Eşya taşırken yardıma ihtiyacın olursa haber ver." Başını çevirip dükkânın arka tarafındaki dolabın kapağını açmak için eğilmesini izledi. Kendine, bir centilmenin bayanların kalçasına bakmaması gerektiğini hatırlattı. Sonra bir centilmen olmadığını düşündü. Mükemmel bir
kalçası vardı, yuvarlak ve dolgun ve... "Popoma mı bakıyorsun?" diye sordu Violet dönmeden. "Siz medyumlar işin eğlencesini bozuyorsunuz," diye cevapladı hiç utanma hissi duymadan. "Dolabın aynasından beni seyrettiğini görebiliyorum." Randevu defterini alıp ayağa kalktı. Dolabın kapağına bakarak gülümsedi. "Burayı sekiz yaşımdayken çizmiştim," dedi ahşabın üzerindeki oyuğu parmağıyla ovarak. "Iyengar Yoga dersine gitmek istemediğim için buraya bir yılan heykelciğini fırlattım." "Sen de mi?" Violet kollarını indirip tekrar ona baktı. Kitabı kolunun altına sıkıştırıp tokalaşmak için elini uzattı. "Tanıştığımıza memnun oldum Drew." "Ben de Violet," dedi elini sıkarken. O an gözleri buluştu ve sıcak, elektrikli bir kıvılcım hissettiler. Violet elini çekip biraz onu inceledi. Sonra kafasını sağa sola salladı. "Erkek striptiz kulübü ha?" Drew iç çekti. "Hayır, orası bir bar. Bazı günler egzotik erkek dansçıların şov yaptığı bir bar sadece." "Tabii." Tekrar başını sallayarak elini deri ceketinin cebine soktu. "Moonbeam'e Zen ve Qi'yle ilgilendiğini söylerim. Çok sevinecektir." "Efendim?" "Farelerden bahsediyorum, isimleri Zen ve Qi." "Ha. Tabii. Benim yardımıma sevineceğinden pek emin değilim. Ne beni ne de yaptığım işi sever." Violet gülümsedi. "Üstünde bir karış kumaşla sahnede dans eden erkeklerin sevilmeyecek nesi varmış?"
"Kesinlikle!" dedi Drew gereğinden fazla bir coşkuyla. Violet ona bir bakış atınca eşcinsel olmadığını açıklamak istedi. Sonra vazgeçti. Yeni tanıştığı bir kadına eşcinsel olmadığını söylemek kadar "gizli kapaklı eşcinsel" davranışı yoktu. Boğazını temizledi. 'Yarın gece bir planın yoksa kulüpte özel bir gösteri var. Teksas Erkekleri. Çok iyilermiş. Ekstra giriş ücreti var ama ilgilenirsen konuk listesine adını yazdırabilirim." Violet şaşkın şaşkın baktı. "Hiç bana göre değil." Önce tereddüt edip omuz silkti. "Belki bu denemek için bahane olur." "Butt rockI sever misin?" "Efendim?" "Bir şey teklif ettiğim yok, bir hastalık adı filan da değil. Bildiğimiz butt rock? Metal, glam rock, seksenler, MTV, yumruk sallayarak dinlenen şarkılar?" Kafasını sağa sola salladı. "Neden bahsettiğini hiç bilmiyorum." Drew gülerek tezgâhın üstünde bateri çalıyormuş gibi yaptı. Violet'in onu izlediğini hissederek Scorpions'tan "No One Like You" şarkısının nakaratını çalmaya başladı. Gözlerini yuvarlayıp uzaklaşacağını düşünürken kahkaha attı. "Buna butt rock mı deniyormuş?" Bateri çalmayı bırakıp ona baktı. Tanrım, ne kadar güzel! "Butt kelimesini pek kullanmıyorsan glam rock da diyebiliriz." "Butt kelimesini pek kullanmadığımı nereden çıkardın?" I Butt rock bir müzik türüdür, glam rock olarak da bilinir. Ayrıca İngilizce butt kelimesi 'popo' anlamındadır, (ç.n.)
"Bunun ilk konuşma için uygun bir konu olduğunu sanmıyorum." Violet gözlerini yuvarladı. "Butt kesinlikle kullandığım bir kelimedir." "Eminim öyledir. Neyse, butt rock... ıı, glam rock... erkek dansçılar için en iyi dans türüdür. Ritmi süper. Hem müzik de bizim hedef kitlemizdeki bayanlara hitap ediyor." "Demek öyle." Drew güldü. "Yarın uğrayacak mısın peki?" "Belki." "O zaman ne olur ne olmaz listeye adını yazdırmamı ister misin?" "Olur." Başını salladı. "Teşekkür ederim. Ziyaret saatini kaçırmadan hastaneye gitmem lazım." Kapıya doğru yürümeye başladı ama ayakkabısının topuğu kilimin eskimiş kenarına takıldı. Öne doğru sendelerken Drew hiç düşünmeden onu tutuverdi. "Ah," diye inledi Violet ona bakarak. Gözleri kilitlendi ve Drew birden bluzunun inceliğini, odanın sıcaklığını, gözlerinin parıltısını fark etti. O anda ellerini ondan çekmektense havuç soyucusuyla kolunun derisini soymayı tercih ederdi. Onu bırakıp bir adım geri çekildi. "Tamam," dedi omzunu tuhafça sıvazlayarak. "Kendine iyi bak." Violet önce gözlerini kırpıp başını salladı. "Teşekkür ederim. Sen de." Violet uzaklaşırken, Drew onun poposuna kasten bakmadan onu izledi.