DOSYA:
ANTİMİKROBİYAL DİRENÇ Değişim Bekleyemez. Antibiyotikli Zamanımız Tükeniyor! Prof.Dr.Serhat Ünal: ‘‘ Sorun sadece antibiyotiklerin doğru kullanılması ile çözülemez.’’
ENDOBRIDGE® Altıncı yılında hormon dünyasının köprüsünü yine Türkiye’de kurdu, alanının önemli isimlerini ağırladı.
JANSSEN - ABDİ İBRAHİM
Yerli İlaç Üretiminde İş Birliği ‘‘ Türkiye’nin küresel pazardaki rekabetçiliğini artıracağız ’’
HEDEF 2023 Trans Yağsız Beslenme Mümkün mü?
TRANS YAĞLAR
Başta kardiyovasküler hastalık olmak üzere birçok hastalığın oluşmasında risk faktörü.
Daha sağlıklı Türkiye için yenilikçi çözümleri BİRLİKTE geliştiriyoruz.
Janssen olarak günümüzün en önemli ve karşılanmamış tıbbi ihtiyaçlarına ilacın ötesinde çözümler arıyoruz. Hastaların sağlıklı bir yaşam sürmesi için medikal inovasyonun ve paydaşlarla iş birliğinin her şeyden daha etkili olduğuna inanıyoruz. Bizler, çığır açan tedaviler arayışında hiçbir engel olmaması gerektiğini düşünüyoruz ve beş önemli tedavi alanına odaklanıyoruz: Merkezi Sinir Sistemi, Bulaşıcı Hastalıklar, Onkoloji / Hematoloji, İmmünoloji ve Kardiyovasküler / Metabolizma Hastalıkları. Tüm tedavi alanlarımızda birlikte çalışarak, yenilikçi bilimin gücünü ve verdiği sözü ileriye taşıyor ve herkesin sağlığı için dünya ile iş birliği yapıyoruz.
www.janssen.com/turkey Johnson and Johnson Sıhhi Malzeme San. ve Tic. Ltd. Şti.
Janssen tedavi etmeyi ve önlemeyi hedeflediği hastalıklardan etkilenen insanların yarattığı eserleri takdim etmekten onur duyar.
KÜNYE Popüler Yayıncılık Bilişim Teknolojileri Danışmanlık San. ve Tic. Ltd. Şti
YAYIN DANIŞMA KURULU
Yayın Sahibi Temsilcisi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Cemil DİRİM
Ege Üniversitesi Tıp Fak. KBB ABD
Genel Yayın Yönetmeni Zeynep ÇETİNKAYA
Prof. Dr. Okhan Akhan
Grafik Tasarım Zerrin Özüdoğru Katkıda Bulunanlar Şebnem CİRİT Zehra İlter Dr. Kıvanç YANGI Hukuk Danışmanı Av. Birol KESKIN İLETİŞİM Yönetim Merkezi / İZMİR Ismet Kaptan Mah. Sezer Doğan Sok. No: 10 Kat: 6 D: 602 Konak/ İZMIR Tel: 0 232 465 32 32 - 0 232 422 08 38 Fax: 0 232 465 30 94 info@populersaglikdergisi.com Haber ve İletişim Merkezi / İSTANBUL Zeynep ÇETINKAYA Atatürk Cad. Cebesoy Sok 65/24 Sahrayıcedit-Kadıköy İSTANBUL Tel: 0 216 355 02 59 Gsm: 532 470 00 25 zeynep@populersaglikdergisi.com populersaglikdergisi@gmail.com Popüler Yayıncılık Bilişim Teknolojileri Ltd.Şti Ismet Kaptan Mah. Sezer Doğan Sok. No: 10 Kat: 6 D: 602 Konak- İZMIR Tel : 0 232 465 32 32 Fax: 0 232 465 30 94 info@populersaglikdergisi.com
Prof. Dr. Fazıl Apaydın Prof. Dr. Mete Akısü
Ege Üniversitesi Tıp Fak. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji ABD
Prof.Dr. Metin Başaranoğlu
Gastroentereloji ve Hepatoloji Uzmanı Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi
Prof. Dr. Mustafa Cankurtaran Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ABD Geriatri Ünitesi
Prof. Dr. Ahmet Muzaffer Demir
THD Yönetim Kurulu Üyesi Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı
Prof. Dr. Tuğrul Dereli
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Dermatoloji Bölümü
Prof. Dr. Nesrin Dilbaz
NPİSTANBUL Hastanesi Bağımlılık Merkezi Koordinatörü
Prof. Dr. İhsan Ertenli
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı
Prof. Dr. Ali Fuat Kalyoncu
Türk Toraks Derneği Başkanı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları ABD
Prof. Dr. Oğuz Kılınç
Dokuz Eylül Üniversitesi Göğüs Hastalıkları ABD
Doç. Dr. Levent Köstem Spor Hekimi
Prof. Dr. Nil Molinas Mandel
VKV Amerikan Hastanesi Onkoloji Bölümü
Prof.Dr. Vahit Özmen
İstanbul Florence Nightingale Hastanesi Meme Sağlığı Merkezi
Prof. Dr. Erdem Özkara
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp ABD
Prof. Dr. Semih Ötleş
Ege Üniversitesi Rektör Yardımcısı
Prof. Dr.Fehmi Tabak
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Klinik Mikrobiyoloji ABD
Prof. Dr. Erol Tavmergen
Ege Üniversitesi Aile Planlaması ve Kısırlık Araştırma ve Uygulama Merkezi
Prof. Dr. Hasan Tekgül
Ege Üniversitesi Tıp Fak. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Popüler Yayıncılık Bilişim Teknolojileri Ltd.Şti Ismet Kaptan Mah. Sezer Doğan Sok. No: 10 Kat: 6 D: 602 Konak- İZMIR Tel : 0 232 465 32 32 Fax: 0 232 465 30 94 info@populersaglikdergisi.com
Ecz. Doç. Dr. Levent Tuğrul Doç. Dr. Işın Yaprak
İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi *İsimler soyadı sırasındadır.
Popüler Sağlık Dergisi Popüler Yayıncılık Bilişim Teknolojileri Ltd.Şti tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır. Yayımcının izni olmadan hiçbir yazı ve görsel alıntı yapılamaz. Popüler Sağlık Dergisi’nde yayınlanan makalelerin sorumluluğu yazarlarına, reklam ve ilan sorumluluğu reklam verene aittir. *69.Sayı sağlık profesyonellerine yönelik olarak hazırlanmıştır. Yönetim Yeri: İzmir Tel: 0 232 465 08 38 (pbx) Faks: 0232 465 30 94 info@populersaglikdergisi.com www.populersaglikdergisi.com Yayın Türü: Yaygın / 2 Aylık Renk Ayrım / Baskı Yediveren Matbaacılık 5632 Sk.N:37 Çamibi-İZMİR T.0232 458 16 77 Baskı Tarihi: 28.12.2018 Yıl:13 Sayı: 69 Kasım - Aralık 2018
2 PS / KASIM - ARALIK 2018
İÇİNDEKİLER 8 KAPAK KONUSU: ANTİBİKROBİYAL DİRENÇ 16 ENDOBRIDGE2018 18 BEYİN - BAĞIRSAK - HORMONLAR VE OBEZİTE İLİŞKİSİ 19 HER TİROİD NODÜLÜ KANSER DEĞİLDİR 20 ‘‘GHRELİN SİSTEMİ” 21 DİYABETE KARŞI EN ETKİLİ TEDAVİ DÜZENLİ KONTROL 22 TEAM1 ÖDÜLE DOYMUYOR! 23 OBEZİTE İLE MÜCADELE İÇİN ... 24 AKCİĞER KANSERİ 26 ESMO2018 İMMÜNO-ONKOLOJİK TEDAVİLERDE YENİ GELİŞMELER 27 AKCİĞER KANSERİ RAPORU 28 MALNÜTRİSYON 30 MİKROBİYOSİSTEMLER DAHA İYİ BİR GELECEK İÇİN KURALLARI DEĞİŞTİRİYOR 32 53. ULUSAL NÖROLOJİ KONGRESİ- MULTİPL SKLEROZ 37 YAŞLANDIKÇA ÖĞRENME SANILDIĞI GİBİ DURMAZ… 38 JANSSEN - ABDİ İBRAHİM İŞ BİRLİĞİ: YERLİ İLAÇ ÜRETİMİ 40 GİLEAD SCİENCES TÜRKİYE’DEN HAYAT BULAN FİKİRLER 41 BAĞIMLILIK-HEPATİT C, HIV/AIDS İLİŞKİSİ 44 HEPATİT C EPİDOMİYOLOJİSİ - TANI VE TEDAVİ 46 HEPATİT C ELİMİNASYONU YOL HARİTASI 47 HEDEF 2023 TRANS YAĞSIZ BESLENME 48 TRANS YAĞLAR BAŞTA KALP VE DAMAR SAĞLIĞI OLMAK ÜZERE SAĞLIĞIMIZI OLUMSUZ ETKİLİYOR 50 KALP KRİZİ HER ZAMAN BELİRTİ VERMEZ! 52 KARBONİOKSİT ANJİYOSU 56 KOAH YETERİNCE CİDDİYE ALINMIYOR! 57 KOAH ZATÜRRE RİSKİNİ DE ARTTIRIYOR! 58 SEDEF HASTALARINDA DAMGALANMA HALA BÜYÜK SORUN! 60 GSK : ‘‘HIV, #dokun’arak BULAŞMAZ’’ 62 YENİ İLAÇLAR TEDAVİDE DIŞA BAĞIMLILIĞI AZALTACAK 64 44. ULUSAL HEMATOLOJİ KONGRESİ 67 TÜRK BÖBREK VAKFI 5. MEDYA ÖDÜLLERİ 68 TÜRKİYE’DE HER YIL YAKLAŞIK 150 BİN PREMATÜRE BEBEK DÜNYAYA GELİYOR 70 ENÜREZİS NOKTÜRNA: ÇOCUĞUN SUÇU DEĞİL! 72 SOĞUK HAVALARDA KORUYUCU BESLENME ÖNERİLERİ 74 KONGRE TAKVİMİ 76 KISA…KISA / KURUM HABERLERİ 78 KİTAP KÖŞESİ 79 KÜLTÜR SANAT
4 PS / KASIM-ARALIK 2018
24 AKCİĞER KANSERİ En önemli risk faktörü: SİGARA Prof.Dr. Özlem ER: ‘‘30 yıl günde 1 paket veya daha fazla sigara içiyorsanız...’’
42 BAĞIMLILIK-HEPATİT C, HIV/AIDS İLİŞKİSİ Prof.Dr. Nesrin Dilbaz: “Damar İçi Madde Kullanıcılar HCV Riski En Yüksek Grup’’
48 TRANS YAĞLAR Kalp ve damar sağlığı başta olmak üzere sağlığımızı olumsuz etkiliyor!
52 KARBONDİOKSİT ANJİYOSU Prof.Dr.Harun Arbatlı: ‘‘Karbonioksit anjiyosu böbrek yetmezliği ve alerjik rahatsızlıkları olan hastalarda önemli avantajlar sağlıyor’’
70 ENÜREZİS NOKTÜRNA Yatak ıslatma çocuğun bilinçli bir davranışı değildir.Tedavisi mümkün olan üriner sistem problemidir!
EDİTÖR
Merhaba Kısa bir aradan sonra senenin son sayısında yine birlikteyiz. Tüm ülkelerin sorunu olan Antimikrobiyal Direnci, dosya konumuz olarak ele aldık.OECD ülkeleri arasında Türkiye’nin en fazla antibiyotiğin kullanıldığı ülke konumunda olduğunu belirten Prof.Dr. Serhat Ünal sorunun sadece antibiyotiklerin doğru kullanılması ile çözülemeyeceğini, güçlü bir aksiyon planıyla hareket edilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Sağlık Bakan yardımcısı Prof. Dr. Emine Alp Meşe, antibiyotiklerin akılcı kullanılması ve hekimlerin reçete yazarken iki kez düşünmesi gerektiğini hatırlatıyor. Bir önceki sayımızda gıda ve katkı maddelerinin en çok konuşulan konuların başında geldiğini, her sayımızda konuya dikkat çekmek amacıyla yer vereceğimizi belirtmiştik. Bu sayımızda son günlerde gündemde sıkça yer alan ‘Trans Yağlar’ın sağlığımız üzerinde olumsuz etkilerini, ‘endüstrinin sonucu’ olarak karşımıza çıktığının altını çizen Gastroentereloji ve Hepatoloji Uzmanı Prof. Dr. Metin Başaranoğlu ile konuştuk. DSÖ’nün 2023’de trans yağların sıfırlandırılması veya düşürülmesi ile ilgili hedefine, endüstri ne kadar uyacak şimdiden öngörmek imkânsız gibi. Bu konuda gerek toplumun gerekse kanun yapıcılarının dikkatini çekmek için önemli projeler hayata geçiyor. Sağlığa Evet Derneği ve Türk Kardiyoloji Derneği ‘Trans Yağa Hayır’ sloganıyla önemli bir projeye önderlik ediyor. Biz de yayın grubu olarak üzerimize düşen sorumluluğu almaya hazırız. 2018 ülkemizde oldukça önemli sosyal sorumluluk projelerinin hayata geçtiği bir yıl oldu. Dernekler, ilaç sektörü ve kurumlar birçok konuda farkındalık yaratmaya çalıştı. Novo Nordisk ve Diyabet cemiyeti TEAM1 takımı diyabetlilere umut ışığı oldu, ödülden ödüle koştu. Novartis ve ONKOD ‘Hayat Kurtaran İzin’ ile organ bağışına dikkat çekti. ‘Kendin için 1ara’lık’’ diyerek HIV/AIDS’in dokunarak bulaşmadığını milyonlara anlatan GSK Türkiye, aynı zamanda akılcı antibiyotik kullanımı konusunda iki yıldır “Duyarlıyım” başlıklı bir kampanyayı sürdürüyor. Türk Çocuk Ürolojisi Derneği toplumda Enürezis Noktürna farkındalığı yaratmak amacıyla Ferring Türkiye’nin koşulsuz destekleriyle ‘Mini Yıldızlar Mutlu Sabahlar Drama Atölyesi’ sosyal sorumluluk projesini hayata geçirdi. Daha pek çok proje ile insan sağlığı ve daha iyi bir yaşam için fark yaratanları alkışlıyoruz, destekliyoruz. Hepatit C’yi, farklı iki disiplinin bakışı ile ele aldık. Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Nesrin Dilbaz ve Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Enver Üçbilek, Damar İçi Madde kullanıcılarında HCV’nin ciddi boyutlarda olduğunu belirtirken tanı ve tedavideki gelişmeler hakkında sorularımızı yanıtladılar. Karbondioksit anjiyosu, son dönemlerde adını sıkça duyduğumuz özellikle böbrek yetmezliği yaşayan ve alerjik reaksiyon gösteren hastalarda güvenle kullanılan bir yöntem. Konunun uzmanlarından Prof. Dr. Harun Arbatlı’ya merak edilen soruları yönelttik. Hükümetin 5 yıl içinde ilaç, cihaz ve malzemede dışa bağımlılıktan kurtulmayı hedeflemesi ile birlikte ‘Milli ilaç’ projesi adına ortak üretim için harekete geçilmişti. Bu yönde atılmış somut adımlardan biri Johnson & Johnson’ın ilaç şirketi Janssen ve Abdi İbrahim iş birliğinden geldi. Janssen’in ve Abdi İbrahim’in bu yeni yolculuk hakkındaki düşüncelerini aktardık. Sağlığı ilgilendiren konularımız dışında; kongreler, sektör ve kültür-sanat haberlerinin yer aldığı yılın son sayısını beğenerek okuyacağınızı ümit ediyoruz. Yayın kurulu olarak yayıncılığın zor günler geçirdiği bu dönemde bizlere destek verip katkıda bulunan herkese teşekkürlerimizi iletiyoruz. Yeni senenin sağlıklı, huzurlu ve aydınlık günler getirmesini diliyoruz. Bir sonraki sayımızda görüşmek umuduyla, Sağlık ve sevgiyle kalın… Saygılarımızla Zeynep Çetinkaya Genel Yayın Yönetmeni
6 PS / KASIM-ARALIK 2018
KAPAK KONUSU: ANTİMİKROBİYAL DİRENÇ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
Küresel bir halk sağlığı sorunu
ANTİMİKROBİYAL DİRENÇ DEĞİŞİM BEKLEYEMEZ, ANTİBİYOTİKLİ ZAMANIMIZ TÜKENİYOR ‘‘ Antimikrobiyal direnç (AMD) ile mücadelede “Tek Sağlık” yaklaşımını kullanmaya çağırıyoruz. İnsan sağlığını, hayvan sağlığını ve çevre sağlığını bir arada ele alıyoruz. Bu sektörler arası yaklaşımın, Avrupa’da ve dünya çapında AMD ile mücadelede gerçek ilerleme kaydetmenin en iyi yolu olduğuna inanıyoruz. AMD, 21. yüzyılın sağlık, refah ve gıda güvenliğine yönelik en büyük tehditlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Dünya çapında, her yıl ilaca dirençli enfeksiyonlardan Avrupa Birliği ve Avrupa Ekonomik Bölgesi’nde yaklaşık 700 000 insan ölüyor ve bu sayılar yükseliyor. Dirençli bakteriler, mantarlar, virüsler ve parazitlerin neden olduğu enfeksiyonlar sınır tanımaz. Aynı antimikrobiyal sınıflar hem insanlar hem de gıda üreten hayvanlarda kullanılır ve gıda zinciri, iletim için önemli bir yoldur. Bu, tek bir sektörden eylemin tüm sorununu kontrol edemeyeceği, toplumun ve hükümetin yerel, ulusal, bölgesel ve küresel olarak her düzeyde yapılması gereken çaba anlamına gelir. Hükümetleri vatandaşlarını “iki kez düşünmek ve tavsiye almak” için teşvik eden kampanyalara yatırım yapmaya ve sadece insan veya hayvan sağlığı profesyonellerinin reçetesi doğrultusunda antimikrobiyalleri kullanmaya çağırıyoruz. Hükümetleri hayvanlarda büyüme arttırıcı olarak antibiyotik kullanımını ‘aşamalı‘ olarak teşvik etmekteyiz. Bu çaba, iyi hijyen ve biyogüvenlik uygulamalarının yanı sıra aşılara daha kolay erişime, hızlı ve ekonomik teşhislere yapılan yatırımları içermektedir. İnsan ve hayvan sağlığı için kritik öneme sahip antibiyotiklerin sık kullanımını önleyenleri alkışlıyoruz. Hep birlikte daha güçlüyüz ve bizler ülkeler, hükümetler, insan ve hayvan sağlığı profesyonelleri ve özel sektörün gösterdiği taahhütle - ki bu başarılmadan, başaramıyoruz- AMD’yi etkili bir şekilde ele almak için, bu taahhüdümüzü daha da güçlendirmemiz gerekiyor.’’
The FAO Central Asia (The World Organisation for Animal Health,The Food and Agriculture Organization of the United Nations Regional Office for Europe and Central Asia ),The World Organisation for Animal Health (OIE-Sub-Regional Representation for Central Asia), The World Health Organization (WHO-Regional Office for Europe) 12 11.2018 Ortak açıklama/özet *AMD (Antimikrobiyal direnç) AMR ( Antimicrobial resistance) yerine kullanılmıştır.
8 PS / KASIM-ARALIK 2018
LIKL “DÜNYA ANTİBİYOTİK FARKINDALIK HAFTASI”
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
‘‘ TÜM ÜLKELERİN
ANTİBİYOTİK KULLANIMININ ÇÖZÜMÜNE YÖNELİK BAŞLATTIKLARI ACİL DURUM EYLEMLERİ HER GEÇEN GÜN ARTIYOR.’’ Prof. Dr. Emine Alp Meşe Sağlık Bakan Yardımcısı
12-18 Kasım haftası, gereksiz antibiyotik kullanımının düşürülmesi amacıyla “Dünya Antibiyotik Farkındalık Haftası” olarak kabul ediliyor. Farkındalık haftası sebebiyle Sağlık Bakanlığı tarafından düzenlenen toplantıya; Sağlık Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Emine Alp Meşe ,Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Hakkı Gürsöz, DSÖ Türkiye Temsilcisi Pavel Ursu, Halk Sağlığı Genel Müdürü Hüseyin İlter, Kamu Hastaneleri Genel Müdürü Rahmi Kılıç, Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Prof. Dr. Ahmet Tekin, Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürü Ümran Benli, Gıda Kontrol Genel Müdürü Muharrem Selçuk, Prof. Dr. Serhat Ünal, Prof. Dr. Ateş Kara, Prof. Dr. Alpay Azap ve Prof. Dr. Canan Ağalar da katıldı. Prof. Dr. Emine Alp Meşe, akılcı olmayan antibiyotik kullanımının ve antibiyotik direncinin tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ciddi bir halk sağlığı sorunu oluşturduğunu vurguladı. Tüm ülkelerinin antibiyotik kullanımının çözümüne yönelik başlattıkları acil durum eylemleri ve farkındalık çalışmalarının her geçen gün arttığını söyleyedi.
12-18 Kasım “Dünya Antibiyotik Farkındalık Haftası”
ANTİBİYOTİKLERİ AKILCI KULLANILMALI, HEKİMLERİMİZ REÇETE YAZARKEN İKİ KEZ DÜŞÜNMELİ!’’ Meşe, antibiyotiklerin keşfinin ve tedavide kullanılmasının in-
san hayatının kalitesine ve yaşam süresine katkı sağladığını, ancak antibiyotiklerin akılcı kullanılması gerektiğini vurguladı. Antibiyotiklerin uygunsuz kullanımlarının en sık üst solunum yolları enfeksiyonu ve gastroenterit olgularında rastlandığını belirten Meşe, “Viral enfeksiyonlarda antibiyotikler etkisiz olduğu gibi, insan vücudunda antibiyotiklerin birçok zararı olabilir. Özellikle çocuklarda ve yaşlılarda daha fazla olmak üzere işitme kayıpları, alerji gelişebilir hatta böbrek yetmezliğine gidebilen tablolar ile karşılaşabiliriz. Bu nedenle hekimlerimiz antibiyotikleri reçete ederken iki kez düşünmektedirler” diye konuştu. “ANTİBİYOTİKLER REÇETE BİLGİ SİSTEMİ ÜZERİNDEN TAKİP EDİLİYOR” Bakan Yardımcısı Meşe, 81 ilde Akılcı İlaç Kullanımı İl Koordinatörlüklerinin kurulduğuna işaret ederek, hekimlere, eczacılara, yardımcı sağlık personeline, hasta ve hasta yakınları ile ilaç sektörüne yönelik bilgilendirme çalışmalarının devam ettiğini aktardı. Reçete Bilgi Sistemi (RBS) aracılığıyla hekimlerin antibiyotik reçetelemelerinin takip edildiğini ifade eden Meşe, “Reçete bilgi sistemine göre aile hekimlerimiz tarafından oluşturulan reçeteler analiz edilmiş ve bu reçetelerde antibiyotik bulunma oranları tespit edilmiştir. Bu analiz sonuçlarına göre belirli bir tanıya yönelik yapılan değerlendirmede ülke ortalamasının üstünde antibiyotik reçeteleyen hekimlere yönelik eğitim çalışmaları yapılmaktadır” diye konuştu. KASIM-ARALIK 2018 / PS 9
ANTİMİKROBİYAL DİRENÇ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
ANTİMİKROBİYAL DİRENÇ KANSERDEN DAHA ÇOK ÖLÜME YOL AÇACAK Küresel bir halk sağlığı sorunu olan antimikrobiyal direnç ile ilgili durum tespiti, çalışma alanları ve eylem planı ile ilgili çalışmalar yapan ve konunun tüm muhataplarını bir araya getirmek üzere faaliyetlerini sürdüren Hasta ve Sağlık Çalışanı Güvenliği Platformu (HSÇG) Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti (TMC) ev sahipliğinde, antimikrobiyal direnç üzerine bir farkındalık toplantısı düzenledi. Toplantıya, T.C. Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü ve Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (TİTCK), T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Türkiye Ofisi temsilcilerinin yanı sıra; Türk Yoğun Bakım Derneği (TYBD), Klinik Mikrobiyoloji Uzmanlık Derneği (KLİMUD), Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK), Hastane İnfeksiyonları ve Kontrolü Derneği (HİDER), Türk Yoğun Bakım Hemşireleri Derneği (TYBHD), Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği (TİHUD), Türkiye Aile Hekimleri Uzmanlık Derneği (TAHUD) temsilcileri de katıldı.
Prof. Dr. Serhat Ünal Hasta ve Sağlık Çalışanı Güvenliği Platformu Lideri
12 PS / KASIM - ARALIK 2018
‘‘SORUN, SADECE ANTİBİYOTİKLERİN DOĞRU KULLANILMASI İLE ÇÖZÜLEMEZ’’
“ANTİBİYOTİKLERE YA BİLİNÇ GELİŞİR YA DA DİRENÇ”
“Antimikrobiyal direnç giderek artmakta olan bir sorun ve toplumsal yapıda yer alan her etmen ile mücadeleye devam etmeliyiz. Bu sorun sadece antibiyotiklerin doğru kullanılması ile çözülemez, organize bir şekilde tüm enerjimizi ortaya koyarak güçlü bir aksiyon planıyla hareket etmeliyiz. Gerekmediği halde hastanın doktoruna antibiyotik yazması için ısrarcı olması, antibiyotik direncini olumsuz yönde etkiliyor. OECD ülkeleri arasında Türkiye en fazla antibiyotiğin kullanıldığı ülke. Platform olarak bu senaryoyu tersine çevirmek için birçok derneğin katılımı ile antibiyotik direnci konusunda çalışıyoruz.”
Prof. Dr. Ünal konuşmasında, “Antibiyotiklere ya Bilinç gelişir ya da Direnç” isimli farkındalık kampanyasını da duyurdu. Kasım 2018’de hayata geçirilen kampanya, 2050 yılında dünya genelinde kanserin günümüzde yol açtığı ölümlerden daha fazlasına sebep olacağı öngörülen antimikrobiyal direnç ile mücadele edilmesinin gerekli olduğu bilincini artırmayı amaçlıyor. Ünal, Antimicrobial Resistance Fighter Coalition (Antimikrobiyal Direnç Mücadele Koalisyonu) tarafından geliştirilen geniş çaplı kamu farkındalık kampanyasına Platform olarak tam destek vereceklerini belirtti.
ANTİMİKROBİYAL DİRENÇ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
‘‘Kanıta dayalı tıp uygulamaları ile antimikrobiyal dirence karşı daha etkin bir şekilde mücadele edebiliriz’’
Test Yap Yanlış Yapma! ANTİBİYOTİK KULLANILAN TÜM ALANLARDA ULUSLARARASI STANDARTLARDA BİR DÜZENLEMEYE İHTİYAÇ VAR Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. Çiğdem Kayacan, “Antibiyotiklerin etkisi giderek azalıyor ve bu durum ciddi bir sorun. Antibiyotik kullanılan tüm alanlarda uluslararası standartlarda bir düzenlemeye ihtiyaç var. Çözüm önerilerinden biri olarak, hızlı tanı testleri gibi kanıta dayalı tıp uygulamaları ile antimikrobiyal dirence karşı daha etkin bir şekilde mücadele edebiliriz. Doğru antibiyotik tedavisi, ancak hastalığa neden olan mikroorganizmanın kimliğinin ortaya konması için yapılacak testler ile belirlenebilir. Bu testlerden sonuçları ne kadar hızlı alabilirsek, doğru antibiyotik tedavisi de hastaya o derece hızlı başlanabilir. Böylelikle hayatta kalma oranlarını artırabilir; hastanede yatış sürelerini ve tedavi masraflarını azaltabiliriz. Herhangi bir enfeksiyon hastalığı için tanı testi uygulamadan geniş spektrumlu antibiyotiklerin kullanımı antibiyotik direncinin gelişimindeki en önemli nedenlerden biri. Bu yüzden kanıta dayalı tıp uygulamalarını daha yaygın kullanmalıyız,” dedi. Prof. Dr. Kayacan sözlerine, “Sağlık Çalışanı Performans Kriterleri’ne direnç ile mücadeleyi teşvik edici kriter eklenmesi ve Sağlık Kalite Standartları’na Antimikrobiyal Direnç ile mücadele maddesi eklenmesi, yaptırımların uygulanması, AMD kaynaklı devletin yüklendiği aslen önlenebilir olan büyük maliyetin önüne geçilmesi için çalışmalar yapılması dirençle mücadelede elimizi güçlendirecektir” diye devam etti.
‘‘ANNE BABALARA ÖNEMLİ GÖREVLER DÜŞÜYOR’’ Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi ve Cerrahisi EAH Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. İlker Devrim, “Bizler de daha sıklıkla çocuk hastalarda antibiyotiklere dirençli bakterili enfeksiyonlar görmeye başladık. Bu, bizim gibi Çocuk Enfeksiyon alanında çalışan uzmanlar için endişe verici, çünkü bu durumu yetişkinlerin bir yansıması olarak görüyoruz. Artık sadece hastanede yatan değil, ayaktan hastalarda da dirençli vakalar görüyoruz. Bu noktada, anne babalara önemli görevler düşüyor: her ateşli hastalıkta antibiyotik kullanımı gereklidir diye düşünmemek gerekiyor, antibiyotikler ateş düşürücü değildir. Anne babaların, doktorların kanıta dayalı tedavi reçetesine uymaları; viral enfeksiyonlarda antibiyotik kullanımında ısrarcı olmamaları gerekiyor,” dedi. 2050’YE KADARKİ SÜREÇTE, 220 MİLYAR İLE 1,4 TRİLYON DOLAR ARASINDA BİR EKONOMİK KAYIP RİSKİ ÖNGÖRÜLÜYOR Bakanlık nezdinde Antimikrobiyal Direnç Stratejik Eylem Planı hazırlandığına dikkat çeken T.C. Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarları ve Biyolojik Ürünler Daire Başkanı Prof. Dr. Selçuk Kılıç, “Yeni bir antibiyotik geliştirmek sanıldığından çok daha fazla zaman ve maliyet gerektiriyor. Onlarca yılda geliştirdiğiniz antibiyotiğe birkaç yılda antimikrobiyal direnç gelişmiş olabiliyor. Bu tablo ile devam edersek TEPAV’ın Türkiye’de Antimikrobiyal Direnç: Ekonomik Değerlendirme ve Öneriler raporunda,
Türkiye’nin, yüksek antibiyotik direnci sebebiyle 2050’ye kadarki süreçte, 220 milyar ile 1,4 trilyon dolar arasında bir ekonomik kayıp yaşama riski taşıdığı öngörülüyor2. Bu tabloyu değiştirmeliyiz. Sağlık Bakanlığı olarak ortaya koyduğumuz politikalarla, antibiyotik yazılan reçete sayısını yüzde 29.5’ten 24.7’ye çektik. Bu düşüş, 100-200 milyon TL gibi bir tasarrufa tekabül ediyor ki, bizim için çok önemli bir ilerleme. Hedefimiz bu oranları yüzde 17-18’lere çekmek. Biz sistemi canlı ve bir tutmak istiyoruz. Hızlı davranmak, hızlı tanı koymak ve hastanın hastanede kalış süresini, komplikasyon geliştirme ve de ölüm oranını azaltmak istiyoruz,” dedi. ENFEKTE HASTAYI TEDAVİ ETMEK İÇİN ALTERNATİFİMİZ YOK DENECEK KADAR AZ Klinik mikrobiyoloji alanında sayısız çalışmaya ve ders olarak okutulan kitaba imza atarak sağlık alanına 40 yılı aşkın değer sunan University of Maryland Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Patrick Murray ise konuyla ilgili olarak, “Bugün AMD konusunda daha çok endişe duyuyoruz. Çünkü artık dirençli organizmalara enfekte hastayı tedavi etmek için alternatifimiz yok denecek kadar az. Bu da mortalite oranlarını artırıyor. Çözüm için eğitim ve sürveyans sisteminin geliştirilmesi, enfeksiyon kontrolü, doğru antibiyotik kullanımı, daha gelişmiş tanı-teşhis teknolojilerinin tercih edilmesi ve ortak çalışmaların ve işbirliklerinin ortaya konması gerekiyor,” dedi. KASIM - ARALIK 2018 / PS 11
ANTİMİKROBİYAL DİRENÇ /SEKTÖR
Yanlış antibiyotik kullanımı 2050 yılından itibaren en büyük insan sağlığı problemlerinden biri olacak 18 Kasım Avrupa Antibiyotik Farkındalık Günü dolayısıyla açıklamada bulunan GSK Türkiye Medikal Direktörü Fulya Erman, antibiyotik direncinin 2050 yılından itibaren en büyük insan sağlığı problemlerinden biri olacağını kaydetti. Uygun olmayan antibiyotik kullanımına bağlı olarak bakterilerin geliştirdiği antibiyotik direncinin enfeksiyonla seyredebilecek rahatsızlıkları ölümcül hale getireceğini belirten Erman “Dünya Sağlık Örgütünün hesaplamalarına göre 2050 yılından itibaren her yıl 10 milyon insanın antibiyotik direnci dolayısıyla hayatını kaybedeceği tahmin ediliyor” dedi. ANTİBİYOTİK, NEZLE VE GRİP GİBİ VİRÜS KAYNAKLI RAHATSIZLIKLARI TEDAVİ ETMEZ Antibiyotiklerin, bakterilerin yol açtığı enfeksiyonların tedavisinde kullanılan ilaçlar olduğunu belirten Erman, “Bazı bakteriler antibiyotiklere karşı savaşabilir ve hayatta kalabilir. Yanlış antibiyotik kullanımı bakterilerin daha da güçlenmesine yol açar. Antibiyotikler hayati tehlikesi de olanların da aralarında olduğu enfeksiyon çeşitlerini tedavi etmek üzere kullanılan hayati ilaçlardır ve dikkatle kullanılmaları gerekir. Bir başka önemli ve dikkatten kaçan konu da şudur: Antibiyotikler sadece bak-
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
Fulya Erman GSK Türkiye Medikal Direktörü
terilerin yol açtığı enfeksiyonlarda kullanılır. Virüslerin yol açtığı soğuk algınlığı (nezle), grip gibi rahatsızlıklarda antibiyotikler tedavi edici değildir” dedi. ANTİBİYOTİK KULLANMADAN ÖNCE ÜÇ KURALI ANIMSAYIN Bu durumu önlemek için en etkili yolun akılcı antibiyotik kullanımı olduğunu belirten Fulya Erman, antibiyotik kullanımında hastaların üç kurala bağlı kalması gerektiğinin altını çizdi.
“Duyarlıyım” ile Hayaller Yarım Kalmasın GSK Türkiye, akılcı antibiyotik kullanımı konusunda iki yıldır “Duyarlıyım” başlıklı bir kampanyayı sürdürüyor. Çocukların hayallerinin yarım kalmaması üzerine kurulu iletişim kampanyasında, konunun yaşamsallığına vurgu yapılıyor. www.duyarliyim.com adresi üzerinden siteye giren kişiler, arzu ederlerse konuya olan desteklerini interaktif olarak ifade edebiliyor.
ANTİBİYOTİK KULLANMADAN ÖNCE ÜÇ KURALI ANIMSAYIN!
1 Sadece doktorun yazdığı antibiyotikleri kullanın. 2
Kendinizi iyi hissetmeye başlasanız bile size verilmiş olan antibiyotik kutusunun tamamını bitirin.
3
Kullandığınız antibiyotikleri kimseye tavsiye etmeyin veya vermeyin. Başka birinin elinde kalmış olan “fazla” antibiyotikleri de kullanmayın.
KASIM - ARALIK 2018 / PS 13
ANTİMİKROBİYAL DİRENÇ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
Ameliyat Sonrası Hastalarda Pek Çok Antibiyotik İşe Yaramıyor! Dr. Kemal Raşa Genel Cerrahi Uzmanı Anadolu Sağlık Merkezi
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre yılda yaklaşık 250 milyon ameliyat gerçekleştiriliyor. Yani yaklaşık her 25 insandan 1’i yıl içerisinde ameliyat oluyor. Bu ameliyatların bir bölümünde de komplikasyonlar gelişiyor. Araştırmalar yılda 7 milyondan fazla insanda ameliyat sonrası komplikasyon geliştiğini gösteriyor. Komplikasyonlara bağlı olarak hastaların hastanede yatış süreleri uzuyor ve maliyetler de artıyor, antibiyotik kullanımının yarısı gereksiz ya da uygunsuz. Bilinçli antibiyotik kullanımı için... • Eş-dost tavsiyesi ile kesinlikle antibiyotik kullanmayın • Grip gibi virüslerin neden olduğu hastalıklarda antibiyotiklere başvurmayın ve hekiminize danışın • Antibiyotikler ateş düşürücü değildir. Her ateşiniz çıktığında bilinçsizce antibiyotiklere sarılmayın. • Her fırsatta antibiyotiğe başvurmak ne kadar yanlışsa, “Antibiyotik zararlı” diyerek bu ilaçlardan uzak durmak, farklı ve alternatif tedavilere başvurmak da yanlış. Hekiminize danışın ve uygun tedaviyi alın.
14 PS / KASIM - ARALIK 2018
Antibiyotiklerin yanlış ve gereksiz kullanıldığı takdirde hedef alınan mikroorganizmaların kendini korumak için direnç geliştirebildiğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Kemal Raşa, antibiyotiklerin gereksiz, yanlış veya uygun olmayan kullanımından hastaların zarar gördüğüne dikkat çekiyor. CERRAHİ HASTALARININ BAŞINA GELEBİLEN EN SIK KOMPLİKASYON: HASTANE ENFEKSİYONLARI “Bu kadar sık enfeksiyon olması nedeniyle biz cerrahlar çok fazla antibiyotik kullanıyoruz. Bu ilaçların yan etkileri, alerjik reaksiyonları ve bu kullanımın getirdiği maliyet var. Cerrahide antibiyotik kullanımı başlı başına önemsenmesi gereken ciddi bir kalite sorunu. Burada akıllı antibiyotik kullanımı çok önemli. Türkiye’de eş dost tavsiyesi ile muayene bile olmadan antibiyotik kullanan birçok insanın var., Bundan kesinlikle vazgeçilmeli. Artık reçetesiz antibiyotik alınması yasaklandı. Bilinçsiz antibiyotik kullanımı, antibiyotik direncine yol açarak bir süre sonra bu ilaçların işe yaramaz hale gelmesine neden oluyor” GELECEKTE KULLANACAK ANTİBİYOTİK BULAMAYACAĞIZ “Gereksiz antibiyotik kullanımı için hazırlanmış birtakım sistemler var. Bu sistemlerin de en günceli ‘antibiyotiklerin akılcı kullanımı.’ Yatan hastaların yaklaşık yüzde 50’sinde kısa ya da uzun, bir ya da daha fazla antibiyotik kullanılıyor. Bu hastalarda kullanılan antibiyotik, hastane eczanelerinin bütçelerinin yüzde 30’dan fazlasını oluşturuyor, bu hastaneler için ciddi bir maliyet. Antibi-
yotiklerin yarısı gereksiz ya da uygunsuz yere kullanılıyor.Akılcı antibiyotik kullanımına gerekli önem verilmez ise artık antibiyotik kullanımı onları iyileştirmeyecek. Bilinçsiz antibiyotik kullanımı yüzünden ameliyat sonrası hastalarda pek çok antibiyotik işe yaramıyor, antibiyotik direnci gelişiyor çünkü. Daha geniş spektrumlu antibiyotikler kullanmak durumunda kalıyoruz. Bu gidişle yakın bir gelecekte kullanacak antibiyotik bulamayacağız. HASTANELERDE ‘ANTİBİYOTİK KAPTANLIĞI’ İLE ANTİBİYOTİKLERİN AKILCI KULLANIMINI HEDEFLİYORUZ “Gereksiz antibiyotik kullanımının önüne geçebilmek için her hastanede bir Antibiyotik Kaptanı’nın olması gerekiyoAntibiyotik Kaptanının yapacağı liderlik öncülüğünde - örneğin bu bir cerrah olabilir, enfeksiyon hastalıkları uzmanı olabilir- kullanılan antibiyotiklerin hasta için gerçekten uygun ve doğru olup olmadığı sürekli olarak değerlendirilebilir. Yani bu kaptan hastanede ki tüm antibiyotik kullanımını değerlendiren, uygunsuzluklar konusunda ekibi bilgilendiren, akılcı antibiyotik kullanımı konusundaki eğitimleri yöneten kişidir. Hastanedeki antibiyotik kullanım sürecini yönetecek ve kontrol altına alacak kişi diyebiliriz.” KAPTANLIK SİSTEMİNİN OLUMLU ETKİSİ OLDUKÇA FAZLA “Kaptanlık sistemini hastanenin süreçlerine ekleyebildiğimiz zaman mikroorganizmalarda direnç gelişme oranlarının anlamlı olarak düşüyor. Az antibiyotik kullanıldığı için toksisiteler (zehirlenmeler) ve antibiyotiklerin diğer yan etkileri azalıyor ve aynı zamanda hastaneler için antibiyotik maliyetleri düşürüyor.”
ANTİMİKROBİYAL DİRENÇ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
Bilinçsiz Kullanılan Tek Bir Antibiyotiğin Bile Zararı 2 Yılda İyileşiyor Türkiye, Avrupa’da en fazla antibiyotik kullanan ülke konumunda bulunuyor. Son yıllarda bilinçli antibiyotik kullanımı konusundaki farkındalık çalışmaları ve reçetesiz antibiyotik alınamaması gibi tedbirlere rağmen rakamlar hala yüksek seyrediyor. Yılda 250 milyondan 170 milyon antibiyotik kutusuna düşen tablo umut verse de antibiyotikler hala en fazla bilinçsiz kullanılan ilaçlar listesinde yer alıyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Aytaç Karadağ, bilinçsiz antibiyotik kullanımının yol açtığı zararlar ve korunma yolları hakkında bilgi verdi. BAĞIRSAKTAKİ PROBİYOTİKLERİN KAYBEDİLMESİNE NEDEN OLMAKTADIR. Bağırsaklarda probiyotik adı verilen yaklaşık 100 trilyon yararlı bakteri vardır. Bu probiyotikler; sindirimi kolaylaştırır, B-K vitaminlerini üretir, immün sistemi destekleyerek kansere karşı korur ve zararlı mikropların çoğalmasını engelleyerek hastalıkları önler. Bilinçsiz şekilde tek bir tane bile antibiyotik alındığında bu probiyotikler yüzde 20 oranında kaybolmaktadır. Bu probiyotikleri tekrar bağırsaklara geri kazandırabilmek en iyi organik beslenmeyle bile maalesef 2 yıl içinde mümkün olabilmektedir. Bebeklik döneminde kullanılan antibiyotikler ise yaşamın ilerleyen dönemlerinde probiyotik kaybına neden olarak çocukları enfeksiyonlara karşı duyarlı hale getirmektedir.
‘‘ Bilinçli ve akılcı antibiyotik kullanımına doktor kontrolünde başlanmalıdır.’’
ANTİBİYOTİĞİN GEREKSİZ KULLANILDIĞI DURUMLAR •Ateş yüksekliği antibiyotiğin gereksiz kullanımının en sık sebebidir. Antibiyotikler ateş düşürücü değildir. Ateş; bağışıklık sisteminin alarme olması sonucu oluşan, mikropları, tümörü doğrudan yok eden, immün sistem elemanlarını ortama çeken ve vücudun yararına çalışan bir savunma mekanizmasıdır. Buna rağmen ateş yükselmesinde uzmana danışılmadan antibiyotik kullanımı toplumda çok yaygın görülmektedir. •İltihabi ateş veya ateşli hastalıklardan en sık görüleni üst solunum yolu enfeksiyonu denilen farenjit, larenjit, tonsillit, sinüzit gibi durumlardır. Üst solunum yolu enfeksiyonlarının yüzde 75’i viral olduğu için ve antibiyotikler sadece bakterilerle savaştığı için çoğunlukla antibiyotik kullanımı gereksiz olmaktadır. •İshal vakalarının sadece yüzde 1020’sine antibiyotik önerilir. Gereksiz yere alınırsa da probiyotik dengesini olumsuz etkileyerek ishalin iyileşme sürecini uzatabilir. •Grip, nezle gibi hastalıklar viral kökenli olduğu için antibiyotik alınmamalıdır. Sadece ağır enfeksiyon, sepsis, endokardit denilen kalp zarı enfeksiyonu, menenjit denilen beyin zarı enfeksiyonu ve zatürre gibi hayatı tehdit edici durumlarda antibiyotik alımına zaman kaybedilmeden başlanılmadır. DÜNYADA EKONOMİYE EK MALİYET:100 TRİLYON DOLAR OLACAK! Yanlış antibiyotik kullanımı dirençli mikropların çoğalmasına neden olmaktadır. Şu ana kadar üretilen 100’den fazla antibiyotiğin pek çoğuna mikroplar direnç
Uz. Dr. Aytaç Karadağ Memorial Bahçelievler Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü geliştirmiş durumdadır. 2050’de tüm dünyada ekonomiye ek maliyetinin ise 100 trilyon dolar olacağı öngörülmektedir. ANTİBİYOTİKLERİN YÜZDE 80’İNİN HAYVANCILIKTA KULLANILIYOR. Büyümenin hızlanması amacıyla kullanılan bu antibiyotiklerin verildiği hayvanların tüketilmesi de dolaylı olarak tüketen insanları etkilemektedir. Avrupa Birliği 2006 yılında hayvanlarda büyüme amaçlı antibiyotik kullanımını yasaklamıştır.
• Mecbur kalınmadıkça
geniş etkili antibiyotiklerden kaçınılmalıdır. •Bağırsak probiyotiklerini koruma amacıyla probiyotik kombinasyonu ile birlikte kullanılmalıdır. • Direnç gelişmemesi amacıyla saatlerine dikkat edilerek kullanılmalıdır. • Antibiyotiklerin çoğu karaciğer ve böbrek yoluyla vücuttan atılırlar. Bu nedenle raciğer ve böbrekte tahribat yapabilmektedir. Böbrek ve karaciğer hastalarında, antibiyotik tedavisi gerekiyorsa düşük dozlu veya böbrekkaraciğer atılımı olmayan ilaçlar tercih edilmelidir.
KASIM - ARALIK 2018 / PS 15
ENDOBRIDGE2018
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
ENDOBRIDGE® Altıncı Yılında Hormon Dünyasının Köprüsünü Yine Türkiye’de Kurdu
EndoBridge® yıllık toplantılarının altıncısı, Amerikan En-
dokrin Derneği, Avrupa Endokrinoloji Derneği ve Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneğinin işbirliği ile 25-28 Ekim 2018 tarihlerinde DMR organizasyonu ile Antalya’da gerçekleşti. Kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısına; EndoBridge® Kurucu Başkanı Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Füsun Saygılı, Avrupa Endokrinoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. AJ Van Der Lely ve Amerikan Endokrin Derneği Başkanı Prof. Dr. Susan Mandel katıldı. Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, sağlık alanında dünyada birçok ilke imza atan bu uluslararası projenin 2018 yıllık toplantısının 41 ülkeden 578 katılımcıyı buluşturduğunu, bu yıl en yüksek yabancı delege ve en yüksek ülke sayısına ulaştığını belirtti. Prof. Yıldız, bu önemli uluslararası projenin 2018 yılı toplantısını başarılı bir şekilde ve yine Antalya evsahipliğinde düzenlemekten dolayı EndoBridge® Uluslararası Yürütme Kurulu olarak memnuniyet duyduklarını belirtti. ‘‘EndoBridge® ARTIK HORMON HASTALIKLARI ALANINDA TÜM DÜNYADA BİLİNEN ULUSLARARASI BİR TÜRKİYE MARKASI HALİNE GELMİŞTİR’’ EndoBridge®,Endokrinoloji alanında bölgenin en önemli tıbbi kongrelerinden. Aralarında obezite, diyabet ve tiroid problemlerinin bulunduğu hormon hastalıkları, gerek ülkemizde ve çevre coğrafyamızda, gerekse dünyada toplam 16 PS / KASIM - ARALIK 2018
hastalık yükünün çok önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız yola çıkış hikayesini şu ifadelerle anlatıyor; ‘‘ EndoBridge® hormon dünyasının köprüsünü Türkiye’de kurmak vizyonuyla “Bridging the World of Endocrinology” sloganıyla yola çıktığımız bir uluslararası kapasite geliştirme projesidir. EndoBridge® projesinin amacı, dünyanın endokrinoloji alanında en önde gelen tıp doktoru ve bilim insanlarını, ülkemiz ve çevre coğrafyadaki tıp doktoru ve bilim insanları ile Türkiye’de bir araya getirerek insan vücudunun sağlıklı işleyişinde çok önemli rol oynayan hormonların dünyasında ortak çözümler için bilgi paylaşımında bulunmalarını ve işbirliği geliştirmelerini sağlamaktır.Bu yıl altıncısı yapılan yıllık toplantılar Amerika, Avrupa ve Türkiye Derneklerinin Başkanlarının da içinde yer aldığı bir EndoBridge® Uluslararası Yürütme Kurulu tarafından planlanmaktadır.’’ EndoBridge® 2018 ENDOKRİNOLOJİ ALANINDA DÜNYANIN EN ÖNDE GELEN İSİMLERİNİ AĞIRLADI Her yıl olduğu gibi Avrupa Akreditasyon Konseyi tarafından kredilendirilen toplantı Türkçe, Rusça ve Arapça eşzamanlı çeviri ile İngilizce sunum dilinde yapıldı. Katılımcıların endokrinoloji alanında dünyanın en önde gelen isimleriyle buluştuğu EndoBridge® 2018 bilimsel programında 24 konferans ve 16 interaktif vaka tartışması oturumu ile birlikte 90’ın üzerinde sözlü ve poster vaka sunumuna yer verildi. Programda diyabet, obezite, lipid bozuklukları, tiroid, kemik ve osteoporoz, hipofiz, böbreküstü bezi, nöroendokrin tümörler, kadın ve erkek üreme endokrinolojisi dahil olmak üzere endokrinolojinin tüm problemlerine güncel yaklaşımla kapsamlı bir şekilde ele alındı.
ENDOBRIDGE2018
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
Obeziteyi basitçe bir vücut ağırlığı, imaj ya da irade problemi olarak tanımlamak yerine hastalığa duyarlılığı ve karmaşıklığı dikkate alan insan odaklı ve dört boyutlu yeni bir hikaye gerekli
Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız EndoBridge® Kurucu Başkanı
Basın toplantısında özellikle obzeiteye dikkat çeken Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız sorularımızı yanıtladı. Obezite prevalansında en son oranlar nasıl? Günümüzde dünyadaki fazla kilolu ve obez birey sayısı 2 milyarın üzerindedir. Türkiye %32.1 obezite sıklığı ile Avrupa bölgesinde obezitenin en fazla görüldüğü ülke konumundadır. Bugün ülkemizde her 3 erişkinden biri obez, biri fazla kilolu ve yalnızca biri normal vücut ağırlığına sahiptir. Çocuk ve ergen obezite rakamlarımız da gelişmiş ülkelere benzerdir. Obezitenin yalnızca A.B.D.’deki yıllık maliyeti 150 milyar doların üzerindedir. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre obezite; tip 2 diyabetin %44’ü, koroner kalp hastalığının %23’ü ve çeşitli kanserlerin %7-41’inin gelişiminden sorumludur. Birçok hastalığın görülme sıklığını, şiddetini ve ölüm oranlarını artırır VKİ sadece gerçek değeri tespit etmek için yeterli mi, yeni eklenen kriterler mi var? Bu oranlar ve VKİ yanıltıcı olabiliyor. Vücuttaki yağ miktarını her zaman doğru olarak yansıtmıyor.Ne kadar attığını, yağ dağılımı hakkında tam fikir veremeyebiliyor. Ayrıca ırk ve etnik gruplara göre farklılık gösterir ve ileri yaşlarda yanıltıcı olabilir. Kişinin vücudunda yağ mikrarının ne kadar arttığını söyleyemeyebiliyor. Yağ fazlalığı olan erişkinlerin yaklaşık yarısı, çocuk ve ergenlerin %25-50’si artmasına rağmen, normal VKİ’ne sahip veya VKİ yüksek olmasına ragmen yağ oranının artmadığını görüyoruz. Bunun en tipik örneği Amerikan futbolcularının VKİ’i çok yüksek ama yağ oranları çok düşük. Bunu tamamlama adına ne yapılabilir araştırılıyor. Çünkü vücutta yağ oranı ve dağılımı oldukça önemli. Özellikle iç organlar, bel çevresinde yo-
ğunluk varsa. Klinik değerlendirmelerde vücut yağ dağılımı hakkında da fikir sahibi olabilmek için, bel çevresinin de ölçülmesi önemlidir. Erkeklerde 94 cm, kadınlarda ise 80 cm üzeri metabolik hastalık riskinin arttığını gösterir. Ancak bu da yeterli değil deniliyor ve artık yeni bir kavram olan TOFİ ekleniyor. TOFI’nin tam karşılığı nedir? Thin Outside Fat Inside (TOFI) Metabolik Vücut Kitle İndeksi. Yani dışardan zayıf içerden şişman kişiler. Bu iç organların yağlanması demek. Bunu tespit etmek için MR gibi ölçümler yapmanız lazım. Şu an için pahalı olması nedeniyle yapılabilir olması mümkün değil. Bu nedenle obezite ve sağlık durumunu belirlemede başka bir ölçüm olabilir mi, bunun için çalışlıyor. Bu konuda başka yeni çalışmalar var mı? Çok yakın zamanda ilginç bir çalışma Cell-Metabolism dergisinin ekim sayısında, İngiltere’den çok prestijli bir grup bir makale yayımladı. Bu makale de bir damla kan ölçümü ile obeziteyi öngörebilirmiyiz diye bireysel metabolit düzeylerini TwinsUK kohortunda yaptıkları çalışmayla anlatmışlar. Çalışma çok ilginç. İngiltere’de 2000’e yakın ikiz 13 yıl boyunca takip ediliyor. Bu ikizlerin değişik aralıklarda VKİ, kilo, gen haritalarına ve aynı zamanda metabolumlarına bakılıyor. Burada yeni kelime Metabolom. Biraz açarmısınız nedir Metabolom? Metabolom, genlerimizle metabolizmamızın birbiriyle etkileşmesi sonucu ortaya çıkan kandaki düşük kimyasal maddeler. Bunların içinde yağ asitleri, aminoasitler, şeker gibi çok sayıda binlerce farklı madde var. Araştırmaya dönersek metobolimik analizle tüm bu maddelere bakıyorlar. 2bin ikiz bireyin obez olma, diyabet ve kalp hastası olma veya geliştirme riski ile bir damla kandan ne ilişki kurabileceklerini araştıyorlar. 49 metobolikle şeker ve kalp hastası olma riskinin ilişkili olduğunu gösteriyorlar. İlginç olan nokta buldukları her 5 ki-
şiden birinde VKİ normal iken metobolik bozukluk oluşuyor. Buna da Metobolik Vücut Kitle İndeksi diyebilirmiyiz ve ilerde bu şekilde tanımlayabilirmiyiz diye sorguluyorlar. Bu da onları Endokrinoloji alanına getiriyor. Sonuç olarak; eğer metabolomdan metabolizmanın dengesini çözebilirsek VKİ’nin kaç olduğunun çok da bir önemi kalmayacak.. Neden kilo vermede tüm çabalara rağmen başarısız olunuyor? Öncelikle kabul edilmesi gereken en önemli nokta; Obezite basitçe bir vücut ağırlığı, imaj ya da irade problemi değildir! Obezitenin önlenmesi ve tedavi edilmesindeki başarısızlığın en önemli nedenlerinden biri, obezitenin kişinin kontrolünde bir yaşam tarzı biçimi sonucu oluştuğu ve şişman bireylerin kilo almalarından kendilerinin sorumlu olduğu düşüncesidir. Oysa obezite; kompleks, ilerleyici ve tekrarlayıcı, kronik bir hastalıktır. Bireyin kendi kontrolünde olmayan genetik, biyolojik, psikososyal ve çevresel pek çok faktör de obezite gelişiminde rol oynar. Nasıl önlenebilir? Sorunu çözmek istiyorsak sadece kalori kısıtlaması ve fiziksel aktiviteyi arttırmakla duracak gibi görülmüyor. Çünkü genlerimizi metobolizmamızı bizim kilo almamızı etkileyen bireyin kendisinin dışında çok sayıda partner olduğunu görüyoruz.Ve biz ne yazık hiç birini hedefleyip yaklaşmıyoruz. 4 boyut üzerinden düşünmeliyiz. Obezite neden oluyor, neden engelleyemiyoruz. Burada Endokrinolojiye önemli bir rol düşüyor. Bu sebeple; ‘‘Obeziteyi yeniden yorumlamak gerekiyor’’ diyoruz. Ne yapılmalı?: • Obezitenin kronik bir hastalık olduğu vurgulanmalı • Obezite için bireyi suçlayan yazılı ve görsel ifadelerden uzaklaşmalı • Öncelikle çocuklar ve düşük gelir gruplarındaki obeziteye odaklanmalı • Çok sayıda sektör ve paydaş değişik noktalardan birlikte çalışmalı KASIM - ARALIK 2018 / PS 17
ENDOBRIDGE2018
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
BEYİN - BAĞIRSAK - HORMONLAR VE OBEZİTE İLİŞKİSİ Bağırsak mikrobiyotasının obezite ve metabolik hastalalıklar ile ilişkisini gösteren bazı çalışmalar var. Bunlara bir de hormonlar eklendi sanırım. Son çalışmaları takip ediyorsunuz. Biraz bu çalışmalardan da bahsedermisiniz? Bağırsaklardaki mikropların metabolik hastalıklarla ilişkisi obeziteyi ve diyabeti geliştirme açısından çok önemli rol aldığını gösteren çalışmalar var. Bu nedenle de bağırsaklarımızdaki iyi mikropları korumamız gerektiği söyleniyor. Hormonlar ise bütün organlarla iletişim kuruyor. Aynı beyinle bağırsak arasında olduğu gibi. Şu anda bizim anlamaya çalıştığımız hormonların bir yönü ile bağrsaklardaki mikroplarla olan ilişkisi. Yine bilimin en prestijli dergilerinden Science dergisinde yayımlanan makalede, bağırsaklarımızı mikropları endüstrileşme ve şehirleşmekten dolayı kaybettiğimizi görüyoruz ve hatta artık öyle bir noktaya geldik ki küresel ısınma ile aynı düzeyde risk içeriyor. Sağlıklı mikropları kaybettiysek, gelecek de bizi hangi tehlikeler bekliyor? Bugün Norveç’te bir adada bioçeşitliliği koruma adına tahılların ve bitkilerin bir biobankası var. Önerdikleri; biz eğer bugün bu sağlıklı ve iyi mikropların bir biobankasını oluşturamak.Yoksa ileride bir çok hastalığı tedavi etme şansımız olmayacak. Bu sağlıklı mikropları nereden bulacağımıza bakıldığında da artık şehirleşmiş ve gelişmiş ülkelerde bu yok, sadece amazon ormanlarında yaşayan veya Afrika’da yaşayan ilkel toplumlarda var. 18 PS / KASIM - ARALIK 2018
Bir başka konu Leptin ve Gherlin hormonları. Obezite ile bağlantılı olarak son dönemde oldukça sık dile getiriliyor. Nasıl bir bağlantısı var ? Vücudumuzdaki mikroplar da tıpkı hormonlar gibi, sayı ve çeşitlilik olarak sürekli dalgalanıyor, Leptin hormonunun bir ritmi var; geceye doğru yükseliyor. Mikrobiyomda ki yüz trilyon mikroptan bahsediyoruz. Gün içinde iyi ve kötü mikrop sayısı ve çeşitliliğinin, saatlere göre değiştiğini yani bunun da bir biyolojik saatinin olduğunu görüyoruz. Sirkadiyen ritm gibi. Bunu biz gündüz gece ışığa göre alıyoruz ama bu mikroplar karanlıkta. Bu ritm de günün hangi saatinde yemek yediğinizle, genetiğiniz ve metabolizmanızın ilişkisinden oluyor. ‘‘DOĞUM ŞEKLİNİZLE BİRLİKTE MİKROP İMZANIZ DA ATILIYOR’’ Normal doğumun iyi bakterileri alabilmemizin ana kaynağı olduğunu biliyoruz. Aksi durumlarda hangi önlemleri almalıyız? Normal doğumda bebek çıkarken annenin kanalından geçerek daha iyi ve yararlı bakterileri alıp çıkıyor. Ama siz bebeği sezaryenle karından aldığınızda, bebek ciltten zararlı olabilecek bakterileri alıp çıkıyor. Aynı şekilde bu yararlı bakteriler memeden emzirme ile de geçer. Memeden emme yerine biberonla süt vermek arasında dramatik farklılık var. Üç yaşına kadar insanda, mikrop sayısı ve çeşitliliği yerleşmiş oluyor. Buna ‘Mikrop İmzanız’ diyoruz. Bundan sonra yapacaklarınız daha sınırlı kalıyor. Çocuklukta antibiyotik kullanmak, çok fazla
karbonhidratlı beslemek gibi alışkanlıklar yararlı mikropları yok ediyor. Ayrıca, hormonların tat duyusu ile de ilgisi var. 2-3 yaşında çok fazla karbonhidrat tüketimi 33 yaşında da karbonhidrat tüketmenizi ve sevmenize neden oluyor. Bu noktada ailelerin bilgilenmesi çok önemli. ANA KARNINDAN BAŞLAYARAK SAĞLIKLI BİR NESİL İÇİN... Bağırsağınızdaki bakterilerin çeşitliliği sayısı 3 yaşına kadar şekillenmiş oluyor. Bu nedenle dört temel kuralı ciddiye almak gerekiyor. 1-Gebelik ve erken çocukluk döneminde antibiyotik kullanımının mümkün olduğunda kısıtlanması mümkünse kullanılmaması 2-Doğumların tıbbi gereklilik olmadığı durumlarda mutlaka doğal yolla yapılması 3-Anne sütü ile beslemenin yapılması, biberonla veya hayvan sütüyle besleme yapılmaması, 4-Antibakteriyel içeren kişisel bakım ürünlerinin kesinlikle kullanılmaması Çocukluk çağında bunlara dikkat edilmediğini varsayarsak, erişkin çağa geldiğinizde yapacağınız besin çeşitliliğinizi arttırmak, mümkün olduğunuzca işlenmiş gıdalardan kaçınmak, tek tip besllenmemek, lifli beslemek ve meyve sebze yemek. Bunların da dışında farklı birşeyler yapmak bugüne göre kanıta dayalı olmayacaktır.
ENDOBRIDGE2018
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
HER TİROİD NODÜLÜ KANSER DEĞİLDİR Prof. Dr. Susan Mandel Amerikan Endokrin Derneği Başkanı Dr. Susan Mandel, Pennsylvania Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Radyoloji Profesörü olarak çalışmakta, aynı zamanda Endokrinoloji, Diyabet ve Metabolizma fellowship programı yöneticiliği görevini yürütmektedir. Pennsylvania Üniversitesi Hastanesi Endokrinoloji, Diyabet ve Metabolizma Bilim Dalı Şef Yardımcısı ve Tiroid Nodülü Kliniği Direktörüdür. Halihazırda Endokrin Derneği Başkanı olmasının yanı sıra, Amerikan Klinik Endokrinologlar Derneği ve Amerikan Tiroid Derneği üyesidir. Dr. Mandel, Tiroid Nodülü ve Diferansiye Tiroid Kanseri Olan Hastalara İlişkin ATA Kılavuzu’nu ve Gebelikte Tiroid Hastalığının Yönetilmesine İlişkin ATA Kılavuzu’nu yazan grubun da üyesi. Dr. Mandel’in ilgi alanları arasında tiroid hastalığı ve gebelik, tiroid nodüllerinde risk sınıflandırması ve tiroid kanseri yer almaktadır. Kongreye katılımından büyük mutluluk duyduğunu belirten Prof.Mandel; ‘‘Dünya’da ve Türkiye’de kadınların %10’u 50 yaşına geldiğinde tiroidi ile ilgili sorunlar yaşamaya başlıyor. Sağlıklı bir gebelik için tiroid hormonu, tiroidin istenildiği gibi çalışıp çalışmaması çok önemli. Bunu kan testlerine bakarak anlıyoruz ve bu sebeple kan testlerinin doğru yorumlanasını çok önemli buluyoruz’’ dedi. Dr. Mandel tiroid hastalıklarında ülke ve kendi klinik deneyimlerinden örneklerle birlikte tanı ve tedavide önceliklerini aktardı.
TEKNOLOJİNİN GELİŞİMİ İLE TANIDA ARTIŞ GÖRÜLÜYOR Son on yılda tıbbi görüntülemenin giderek daha çok kullanılmasıyla birlikte tiroid nodüllerinde tanı sayısı çok büyük oranda artmıştır. Tiroid; genellikle boyun ağrısı veya kronik öksürük gibi diğer tıbbi durumların değerlendirilmesi amacıyla yapılan boyun ve göğüs görüntülemesinin bir parçası olarak görüntülenmektedir. ULTRASOUND TANIDA ÖNEMLİ ETKİLİ VE GÜVENLİ BİR TANI ARACIDIR Tiroidin ultrasonla görüntülenmesi, kanser riskinin sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesini, hem herhangi bir ek değerlendirmeye gerek bulunmayan hem de ince iğne aspirasyon biyopsisi endike olan nodüllerin tespit edilmesini sağlayabilmektedir. Dolayısıyla tiroid ultrasonunun doğru uygulanması ve yorumlanması kritik önem taşır. Trioidi 15 yıl önce el muayenesi ile anlıyorduk. Artık görüntüleme çalışması ile birçok hastalıkta olduğu gibi tiroid tetkikinde görüntü alındığında varsa 2mm hatta 1mm nodülleri bile rahatlıkla görebiliyoruz. Zannedildiği gibi her tiroid nodülü de kanser değildir.Tiroid nodüllerinin büyük çoğunluğu benign nodüllerdir. Ancak bir tiroid nodülü tespit edildiğinde hasta genellikle endişeye kapılır ve bir kez daha değerlendirilmek üzere başka bir uzmana yönlendirilir. Eğer bir nodül, biyopsi
açısından uygun olsa da sonuç bazen belirsiz olabilir, yani benign veya kanser tanısı kesin olarak konamayabilir. Bu durumda klinisyenin hastanın cerrahi ya da gözlemle devam seçeneklerinden hangisine uygun olduğunu değerlendirmek için atılacak en doğru ve maliyet etkin adımları tespit edebilmesi önemlidir. Bu nodüllerin bazıları medikal problem haline geliyor, bazılarında yok. Prostat kanseri gibi. Çok küçük nodüllerin bazılarında kanser görülüyor. Bunlarda da yine risk düzeylerine göre tedavi, izleme veya cerrahi karar veriliyor. TİROİD KANSERİ INSİDANSI TÜM DÜNYADA ARTIŞ GÖSTERİYOR Görüntüleme teknolojilerinin gelişimi ve sağlık harcamalarının yüksek olduğu ülkelerle paralel olarak insidans yükseliyor diyebiliriz. Yine de tanıda ve tetkiklerde çok iyi düşünmemiz gerekiyor. Maliyeti etkin ve doğru kullanmalıyız. Risk faktörlerinden biri de tiroidin radyasyondan etkilenmesi. 20 yaş altında veya çocukluk döneminde radyasyon tedavisi almış ve yetişkinliğe erişmiş, örneğin; lösemi tedavisi olmuş kanser hastalarında, erişikinlikte genel popülasyona göre baş-boyun kanseri yaşamış kişilerden 4-5 kat fazla risk altında olduklarını görüyoruz. Aynı zamanda medikal radyasyon haricinde çevresel Çernobil gibi radyasyona maruz kalan 20 yaş altındaki çocuklar da daha fazla risk altında diyebiliriz. KASIM - ARALK 2018 / PS 19
ENDOBRIDGE2018
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
“‘‘GHRELİN SİSTEMİ” BEYNİN NASIL ÇALIŞTIĞINI HALEN BİLMİYORUZ! Toplantıda beynin hala gizemini koruduğunu belirten Prof.Dr. Lely, “Beyin nasıl bağırsakla iletişime geçiyor, elimizde bir bilgi yok. Obez hastalar zayıf olanlara göre çok daha fazla yiyor ve beyin geri dönüp neden orijinal kiloya dönmüyor gibi temel faktörleri tespit etmeye başladık” dedi.
Prof. Dr. Aart Jan van der Lely Avrupa Endokrinoloji Derneği Başkanı
Prof. Dr. Aart Jan van der Lely Avrupa Endokrinoloji Derneği Başkanı’dır. Aart Jan (AJ) van der Lely, Hollanda’nın Rotterdam şehrinde bulunan Erasmus Üniversitesi Tıp Merkezi’nde Endokrinoloji Profesörü ve Endokrinoloji Bilim Dalı Başkanıdır. Bunların yanı sıra, Lyon’daki Alizé Pharma SAS’ın, şimdiki adıyla Millendo Therapeutics SAS’ın bilimsel danışmanı ve kurucularındandır. Bu biyoteknoloji firması şu anda Prader-Willi Sendromu faz 2 ve 3 des-açil ghrelin analogu çalışması yürütmektedir. Prof. Dr. Van der Lely’nin başlıca araştırma alanları arasında hipofiz hastalıkları ve gerek sağlıklılık gerekse hastalık dönemlerinde bağırsak hormonlarının rolüne dair çalışmalar yer almaktadır
Son araştırmalar hakında bilgiler veren Dr Lely şunları söyledi: ‘‘Ghrelin (veya açil ghrelin; AG) ve des-açil ghrelin (DAG) peptidleri, çoğunlukla midede eksprese olan preproghrelin geni tarafından kodlanır. Hakkında epeyce bilgi sahibi olunan obezite hormonu ghrelinle kıyaslandığında DAG çok büyük bir ilgi görmemiştir. DAG uzun zamandır AG’nin inert bir bozunma ürünü olarak değerlendirilmiştir. Bununla birlikte son dönemde ulaşılan kanıtlar, DAG’nin ayrı bir hormon olarak davranış sergilediğini göstermektedir. DAG’nin AG’nin fonksiyonel bir inhibitörü olduğunu öne süren çalışmaların sayısının giderek artması da klinik açıdan potansiyel önem taşımaktadır. Dolayısıyla DAG veya DAG analogları; diyabet, obezite ve Prader Willi sendromu gibi metabolik bozuklukların tedavisine yönelik erken dönem çalışmalarda incelenmektedir.
‘‘Artık kanser alanında da ghrelin sistemine daha büyük bir ilgi gösterilmektedir.’’ Lokal ve sistemik faktörlerin, östrojen reseptörü pozitif meme kanseri riski yüksek olan postmenopozal dönemdeki obez kadınlarda meme kanseri hücrelerinin büyümesini teşvik ettiği kanıtlanmıştır. Aromataz enzimi tarafından memedeki yağ dokusunda lokal olarak üretilen östrojenler, kanser hücrelerinin çoğalmasını tetiklemede önemli bir role sahiptir. Dolaşımdaki AG ve DAG düzeyleri obeziteyle hemen hemen her zaman ters orantılıdır ve bu peptid hormonlarının adipoz dokusundaki aromataz ekspresyonunu inhibe ettiği kısa süre önce kanıtlanmıştır. Ayrıca bu peptid hormonlarının bazı tümör hücreleri tarafından da üretildiği ve tümör büyümesini etkilediği tespit edilmiştir. AG ve DAG’nin enerji homeostazı üzerindeki etkileri de tümör gelişimi ve büyümesini etkileyebilir. Son olarak DAG’nin iskemide ve Duchenne müsküler distrofisinde kas hücrelerinin durumunu, diyabet hastalarında ise kiloyu ve glisemik kontrolü iyileştirdiği tespit edilmiştir.’’
HORMONLARIN ORKESTRA ŞEFİ: HİPOFİZ Hipofiz bezi, beynin tabanındaki çanak biçiminde kemik yapı içinde yer alan ve vücudumuzda birçok hormonun kontrolunu sağlayan hayati bir salgı bezidir. Bir bezelye tanesi büyüklüğünde olup, en çok kanlanan organlarımızdandır.
Prof.Dr. Füsun Saygılı TEMD Yönetim Kurulu Üyesi Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof.Dr. Füsun Saygılı vücuttaki birçok hormonun kontrolünü sağlayan hayati bir salgı bezi olan Hipofiz hakkında bilgiler verdi. 20 PS / KASIM - ARALIK 2018
Hipofiz bezinden ACTH, TSH, FSH, LH, PRL, BH, ADH ve oksitosin adlı hormonlar salgılanır. ACTH böbrek üstü bezini, TSH tiroid bezini, LH ve FSH üreme organları testis ve overleri kontrol eder. PRL sayesinde kadının sütü gelir, bebeğini besler.Oksitosin doğum sırasında rahmin kasılmasını sağlayarak doğumu gerçekleştirir. BH, çocukluk çağında uzamayı sağlarken, ADH vücudun su kaybetmesini önleyerek su dengesini korur.Bu bezle ilgili hastalıklar, bez hormonlarının az ya da çok salgılanması, beze ait adenom de-
nen genellikle iyi huylu tümörlerin gelişimi sonucu ortaya çıkar. Hipofiz bezi adenomları, sayılan hormonların bazen fazla salgılanmasına bazen de hiç salgılanamamasına yol açar. Salgı eksiklikleri, bazen, acil ve hayati olabilir. Ayrıca hormon salgısından bağımsız, adenomların büyümesi, komşu yapıları etkileyerek görme kaybına, çift görmeye; ya da baş ağrısı, bulantı-kusma gibi kafa içi basınç artışı belirtilerine yol açar.Hipofiz bezine ait hastalıkların tanı, tedavi ve takibini endokrinoloji uzmanları yapar. Gereğinde hastalar hipofiz cerrahlarına ve radyasyon onkologlarına sevk edilir.
DİYABET
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
DİYABETE KARŞI EN ETKİLİ TEDAVİ DÜZENLİ KONTROL Prof. Dr. Mustafa Kutlu Bayındır Söğütözü Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı
Diyabet, insülin eksikliği ya da insülin etkisindeki nedenlerle organizmanın karbonhidrat yağ ve proteinlerden yeterince yararlanamadığı, sürekli tıbbi bakım gerektiren kronik bir metabolizma hastalığıdır. Ülkemiz dahil 170 ülkede 230 araştırma grubunun çalışması sonucunda inanılmaz bir sorunla karşı karşıya kaldığımızı istatistik verileri gösteriyor. Ülkemizde 2000 yılında %3,7 olan hasta oranı 2006 yılında %6,35, 2015 yılında%13,7 yükselmiştir.TURDEP çalışması ise her beş kişiden birinde diyabet adayı olduğu göstermektedir. DİYABET TANISI İÇİN MUTLAKA TEST TEKRAR EDİLMELİ Çok ağır diyabet semptomlarının bulunmadığı durumlar dışında tanının daha sonraki bir gün tercihen aynı veya farklı bir yöntemle doğrulanması gerekir. Eğer başlangıçta iki farklı test yapılmış ve test sonuçları uyumsuz ise sonucu eşik değerin üstünde çıkan test tekrarlanmalı ve sonuç yine diyagnostik ise diyabet tanısı konulmalıdır. Açlık plazma glikozu iki kez 126mg /dl üzerinde ise diyabet tanısı konulur. GEBELERDE DİYABETE YAKIN TAKİP Gebelik diyabetinin araştırılması amacıyla geleneksel olarak iki aşamalı tanı yaklaşımı kullanılmaktadır. Günümüzde iki aşamalı tanı yaklaşımının yanı sıra tek aşamalı tanı yaklaşımı da giderek yaygınlaşmaktadır. İki aşamalı test yaklaşımında hastaya iki kere glukoz içirilir ve elde edilen kan değerleri karşılaştırılarak
tanı konulur. Diğer tanı yöntemi olan OGTT’de ise diyabet tanısı konan hastanın tanısını kesinleştirmek için 3 saatlik OGTT yapılır. PREDİYABET HASTALARI DİYABET HASTASI GİBİ DİKKAT ETMELİ Daha önce sınırda diyabet ya da latent diyabet diye anılan bozulmuş glikoz tolerans ve bozulmuş açlık glisemisi (BAG ) artık prediyabet olarak kabul edilmektedir. Her ikisi de diyabet ve kardiyovasküler hastalık için önemli risk faktörleridir. Uluslararası Diyabet Uzmanlar Komitesi A1C % 5.7 - 6.4 aralığında bulunan bireylerin diyabet açısından yüksek riskli olduklarını ve koruma programlarına alınmalarını gerektiğini bildirmiştir. DİYABET SEMPTOMLARI •Çok idrara çıkma •Çok su içme çok su içtikçe idrara çıkma •Genç bireylerde çok yemek yeme ya da iştahsızlık •Halsizlik çabuk yorulma, yeterli enerji kullanamama •Ağız kuruluğu •Gece idrar yapma veya yatağa kaçırma •Bulanık görme •Açıklanamayan kilo kaybı •İnatçı enfeksiyonlar •Tekrarlayan mantar enfeksiyonları TİP 1 – TİP 2 FARKLI İLERLER Tip 1 ve tip 2 diyabet klinik başlangıç şekilleri ve ilerleme süreçleri itibarıyla heterojen hastalıklardır. Geleneksel olarak tip1 diyabetin çocuk ve gençlerde şiddetli ve dikkat çeken şikayetlerle akut hiperglisemi veya diyabetik ketoasidoz DKA ile başladığı buna karşılık tip 2 diyabetin erişkinlerde hafif ve nispeten yavaş seyirli olarak başladığı kabul edilse
de tanı sırasında bazı olgular bu ayırıma uymaz bu yüzden kesin tiplemesi yapılamaz. Tip 1 A Diyabet - Genetik yatkınlığı (riskli doku grupları) bulunan kişilerde çevresel tetikleyici faktörlerin, virüsler, toksinler, emosyonel stres etkisiyle otoimmünite tetiklenir ve ilerleyici beta hücre hasarı baslar beta hücre rezervi%80-90 oranında azaldığı zaman klinik diyabet semptomları ortaya çıkar erken evreleri yukarıda bahsedilen tip1 A diyabetin Evre 3 başlangıcında kanda adacık otoantikorları pozitif bulunur. Bu antikorlar genellikle birinci yılın sonuna doğru kanda kaybolur. Tip 1 B Diyabet - Otoimmünite dışındaki bazı nedenlere bağlı mutlak insülin eksikliği sonucu gelişir. Kanda adacık otoantikorları bulunmaz. Tip 2 Diyabet - Tüm yetişkinler demografik ve klinik özelliklerine uygun olarak tip 2 diyabet risk faktörleri açısından değerlendirilmelidir. DİYABET RİSKİ YÜKSEK BİREYLER : •Ülkemizde 40 yaş üzeri toplumun %10 dan fazlasında diyabet bulunduğu için kilosu ne olursa olsun 40 yaşından itibaren 3 yılda bir tercihen APG (Açlık Plazma Glikozu ) ile diyabet taraması yapılmalıdır. Birinci ve ikinci derece yakınlarında diyabet bulunan kişiler, •Diyabet prevelansı yüksek etnik gruplara mensup kişiler •Makrozomik (doğum tartısı 4,5 kg veya üzerinde olan) bebek doğuran veya daha önce GDM tanısı almış, polikistik over sendromu PKOS olan kadınlar. •Dislipidemikler, daha önce BAG veya BGT saptanan bireyler •İnsülin direnci ile ilgili klinik hastalığı veya bulguları akantozis nigrikans bulunan kişiler •Sedanter yaşam süren kişiler. Doymuş yağlardan zengin posa miktarı düşük beslenme alışkanlıkları olanlar KASIM - ARALK 2018 / PS 21
SOSYAL SORUMLULUK
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
Ödüle Doymuyor! Yeni Başarılara Koşuyor
Gürkan Açıkgöz TEAM1 Takım Kaptanı
TDC ve Novo Nordisk Türkiye tarafından ile ‘diyabetli’ algısını değiştirmek amacıyla oluşturulan diyabet koşu takımı TEAM1, bir yandan ödüller alırken bir yandan da yurt dışında da yeni başarılara koşuyor. TEAM1, Sağlık Gönüllüleri Türkiye Derneği’nin 2018 Sağlıkta Sosyal Sorumluluk Ödülleri programında Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü. TEAM1, hayata geçirilmesinin hemen ardından da Outdoor Fitness Türkiye tarafından “En İyi Sosyal Sorumluluk Projesi” seçilmişti. TAKIM KAPTANI GÜRKAN AÇIKGÖZ DÜNYADA MARATON KOŞAN TEK TİP 1 DİYABETLİ BİREY Dünyada ultra maratonlara katılan tek TİP1 diyabetli birey olan TEAM1 Takım Kaptanı Gürkan Açıkgöz de yeni başarılara imza atıyor. Açıkgöz, son olarak 220 kilometrelik Mozambik Ultra Maratonu’nu da tamamlayarak, 2018 yılı genel klasman birincisi oldu.
Fransız Canal Aventure’un düzenlediği “5 Kıtada 5 Ultra Maraton” yarışında koşan dünyanın tek Tip1 diyabetli bireyi olan Açıkgöz, daha önce de 160 kilometrelik Vietnam ve 140 kilometrelik tek etap Norveç Ultra Maratonlarını birinci olarak, 230 kilometrelik Bolivya Ultra Maratonu’nu da son etapta birinci, genel klasmanda ise ikinci olarak tamamlamıştı. Açıkgöz, 15-25 Mayıs 2019’da 522 kilometrelik Avustralya Ultra Maratonu’nu koşarak 5 kıtayı tamamlamış olacak. TEDAVİSİNİ AKSATMAYAN DİYABETLİLER HİÇBİR AKTİVİTEDEN GERİ KALMIYOR Ödülü kazanmaktan büyük memnuniyet duyduklarını belirten diyabet tedavisinin öncü firması Novo Nordisk Türkiye Pazarlama Direktörü Canan Sağlıcak, şu değerlendirmeyi yaptı: “Diyabet son yıllarda şehirleşmenin getirdiği hareketsiz yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıkları yüzünden, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hızla artıyor. Bu po-
pülasyon içinde yaşamları boyunca insülin kullanmak zorunda olan Tip 1 diyabetli insanlarımız önemli bir yere sahip. Modern insülin tedavileri ise Tip 1 diyabetli bireylerin, hareketli bir yaşam ile diyabetlerini etkin olarak yönetmelerini mümkün kılıyor. Diyabet konusunda sürekli yeni tedaviler geliştiren bir şirket olarak amacımız, TEAM1 Koşu Takımı ile öncelikle diyabetli bireylerin de aktif bir hayat sürebilecekleri mesajını vermektir.” TEAM1 proje danışmanlığı yapan Türk Diyabet Cemiyeti üyesi Prof. Dr. Taner Damcı ise “Toplumumuzda diyabetli bireyler malesef ötekileştiriliyor. Teşhis aldıktan sonra özellikle yakınları tarafından uygulanan aşırı korumacılık ile hayattan geri kalıyorlar. Diyabet aslında doğru tedavi ve aktif bir hayat ile düzgün yönetilmesi mümkün bir durum. TEAM1 bunun en güzel kanıtı” dedi. TEAM1, ÇOĞU DAHA ÖNCE HAYATINDA HİÇ SPOR YAPMAMIŞ DİYABETLİ BİREYLERDEN OLUŞUYOR Kuruluşu henüz bir yılı doldurmamasına rağmen sosyal sorumluluk alanında ikinci ödülünü kazanan TEAM1’in takım üyeleri, takımda yer almaktan mutluluklarını ifade ederek, “Birlikte antrenman yapmak hem motivasyonumuzu artırıyor hem de diyabeti daha iyi yönetmemizi sağlıyor. Daha önce aklımıza bile gelmeyecekken bugün dört koşuya katılmış olmaktan ve yaşadığımız bu maceranın Sağlıkta Sosyal Sorumluluk ödülüne layık görülmesinden gurur duyuyoruz” dediler.
22 PS / KASIM - ARALIK 2018
OBEZİTE İLE MÜCADELE İÇİN “HADİ BİRLİKTE” Kronik ve karmaşık bir hastalık olan obezitenin oluşumunda biyolojik, sosyal ve çevresel faktörler etkilidir. Obeziteyle başa çıkmanın en önemli şartı ise birlikte hareket etmektir. Sadece obezite ile yaşayan kişiler veya sadece bu alanda çalışan hekimler, dernekler, paydaşlar olarak değil, toplumu dahil ederek motivasyon sağlayabilecek bir hareket başlatılmaktadır. 43.000 KİŞİ ÖNYARGILARI KIRIP OBEZİTEYLE MÜCADELE İÇİN “HADİ BİRLİKTE” DEDİ Türkiye Obezite Araştırma Derneği (TOAD) ve Novo Nordisk Türkiye tarafından obezite hastalığıyla mücadele eden bireylerin maruz kaldığı önyargılara dikkat çekmek için başlatılan dijital kampanya büyük ilgi gördü. “Hadi Birlikte” destek kampanyası başlatıldığı ilk 3 günde 2.500, 1 haftada 22.500, 1 ayda ise 43.664 kişi tarafından imzalandı ‘OBEZ BİREYLER KİMDEN, NASIL YARDIM ALACAKLARINI BİLMİYOR’ Novo Nordisk Türkiye Pazara Erişim ve Kurumsal İlişkiler Direktörü Aysun Hatipoğlu “Hadi Birlikte Önyargıları Kıralım Obeziteyle Başa Çıkalım” dijital kampanyasına ilişkin yaptığı açıklamada, Türkiye’de obezite hastalığı görülme sıklığının yüzde 36 olduğunu hatırlatarak, bu hastalıkla mücadele için farkındalığın yanı sıra işbirliğinin de önemini vurguladı. Aysun Hatipoğlu şunları söyledi:
“Ülkemizde her 3 kişiden biri obezite ile mücadele ediyor. Yurt dışında yapılan araştırmalar gösteriyor ki, bu hastalar maalesef kimden ve nasıl yardım alacaklarını dahi bilmiyorlar. Ayrıca dışlanmaya kadar varan bir takım toplumsal önyargılara maruz kalıyorlar. Obeziteyi tedavi edilebilir kronik bir hastalık olarak tanımlayan sayılı ülkelerden biri de Türkiye. Novo Nordisk Türkiye olarak bu hastalığa dikkat çekmek için pek çok bilimsel ve sosyal eğitimler düzenliyoruz. Yeni projeler geliştiriyoruz ve farkındalık yaratacak projeleri destekliyoruz. Öncelikle kamuoyunu hasta olmamaları için bilinçlendiriyoruz. Diğer yandan da hastalar için en ileri tedavi seçeneklerini sunuyoruz.” OBEZİTE BİRÇOK KOMPİKASYONLARA NEDEN! Proje hakkında konuşan TOAD Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Dilek Yazıcı, obezitenin birçok komplikasyona neden olduğuna dikkat çekerek, şunları söyledi: “Obezite, başta diyabet, hipertansiyon ve kalp hastalığı olmak üzere, psikolojik problemlere kadar, birçok komplikasyonla ilişkilidir ve tedavisinde diyetisyenden psikoloğa, egzersiz uzmanından hekime multidisipliner bir ekip birlikte görev yapmalıdır. Maalesef toplumda obezite hakkında çok yanlış bir takım inanışlar ve davranışlar hakim. Obeziteli bireyler, hastalıklarının yanı sıra toplumdaki önyargılarla da mücadele etmek
Aysun Hatipoğlu Novo Nordisk Türkiye Pazara Erişim ve Kurumsal İlişkiler Direktörü
durumunda kalıyorlar. Önyargılar, bireylerde sosyal izolasyona, gecikmiş yardım isteme davranışına, düşük benlik saygısı ve olumsuz beden algısına neden oluyor. Obeziteli bireylerin sağlık hizmetinden kaçınmalarına, tedavilerini aksatmalarına, geciktirmelerine ve sonuç olarak gittikçe artan sağlık problemlerine yol açıyor” dedi. OBEZİTEYLE MÜCADELE EDEN BİREYLERİN GERÇEK HAYATI Ankara’da gerçekleşen 9. Ulusal Obezite Kongresi’nde gazeteci Yeşim Sert Karaaslan’ın “Obeziteye Meydan Okuyanlar” isimli kitabı katılımcılarla paylaşıldı. Karaaslan kitapta, obeziteyle mücadele eden bireylerin gerçek yaşam öykülerini anlatıyor. Yeşim Sert Karaaslan’ın kendi deneyimlerini de kaleme aldığı kitap, obeziteye meydan okuyan hastaların yaşamlarındaki değişimi, deneyimi ve başarıyı çarpıcı bir dille okurlara sunuyor. Kampanya hakkında: www.hadibirlikte.com
KASIM - ARALIK 2018 / PS 23
AKCİĞER KANSERİ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
Kasım Akciğer Kanseri Farkındalık Ayı
En önemli risk faktörü
SİGARA
24 PS / KASIM - ARALIK 2018
AKCİĞER KANSERİ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
AKCİĞER KANSERİNDEN KORUNMANIN 6 YOLU Sigara ve tüm tütün ürünleriyle ilişkinizi kesin Akciğer kanserine yakalanmada en önemli risk faktörü sigara. Her gün içilen sigara sayısı ve sigaranın kullanıldığı yıl sayısı ile doğru orantılı olarak risk de artıyor. Ancak yine de sigara yalnız değil, pipo, puro, nargile gibi diğer tüm tütün ürünlerinin kullanımı ya da pasif içicilik yoluyla bunlara maruz kalmak da aynı ölçüde risk yaratıyor. Sigara ve tütün ürünleri akciğer kanserinin yanında ses teli (larinks) ve boğaz (farinks) kanserleri riskini de önemli ölçüde artırıyor. Pasif içiciliği hafife almayın Sigara dumanına maruz kalma olarak tanımlanan “pasif içicilik” ise kişi sigara içmese bile sigara dumanından yoğun olarak etkilenme durumunu tanımlamak için kullanılıyor. Sigara dumanında bulunan nitrozamin, amonyak, karbonmonoksit gibi toksik maddeler kanser riskini yükseltiyor. Maruz kalınan fiziksel alan ne kadar küçükse sigaranın zararlı etkileri o kadar fazla oluyor. Prof.Dr.Özlem Er Medikal Onkoloji Uzmanı Acıbadem Maslak Hastanesi
Dünya genelinde her yıl ortalama 18 milyon insana
kanser teşhisi konuluyor ve bu vakaların iki milyondan fazlasını akciğer kanseri oluşturuyor. Tüm dünyada en sık görülen ve en ölümcül kanser türü olan akciğer kanseri, özellikle sigara kullanımının artmasıyla birlikte toplum sağlığını ciddi ölçüde tehdit eden önemli bir hastalık konumunda. Türkiye’de her yıl 35 bin insanın yakalandığı akciğer kanseri ile ilgili en önemli konu, bu hastalığın “önlenebilir” olması.Kişinin kendisini koruması ve koruyucu hekimlik uygulamaları sayesinde akciğer kanserinin görülme sıklığı azaltılabilir. Son yıllarda uygulanan sigara bırakma politikaları daha etkin ve ümit verici. Sigara kullanımının toplum genelinde azalmasıyla, akciğer kanseri en ölümcül kanser türü olmaktan çıkabilecek. 30 yıl günde 1 paket veya daha fazla sigara içiyorsanız... Akciğer kanserinin erken tanısı için yapılan çalışmalar 30 yıl günde 1 paket veya daha fazla sigara içen kişilerin 55-74 yaş arasında düşük radyasyonlu helikal bilgisayarlı tomografi ile tarama yaptırması gerektiğini ortaya koyuyor. Böylece akciğer kanseri erken dönemde teşhis edilebiliyor ve hem yaşam süresi hem de kalitesi artırılabiliyor.
Asbestten ve bu maddelerden uzak durun! Asbest ve kansere neden olduğu bilinen arsenik, krom, nikel gibi maddelere maruz kalmak akciğer kanserini tetikleyen unsurlar arasında. Özellikle asbest Türkiye’de akciğer kanserine yakalanmada önemli risk faktörlerinden biri. Sigara içen bireylerin buna ek olarak asbeste maruz kalması ise kansere yakalanma riskini katlıyor. Radon gazına karşı evinizi sıkça havalandırın Sigaradan sonra en önemli ikinci akciğer kanseri nedeni olarak kabul edilen radon, renksiz ve kokusuz bir gaz. Toprakta ve suda mevcut bulunan ve uranyum kaynaklı bir gaz olan radon yukarı doğru hareket ediyor ve özellikle binaların alt katlarını etkiliyor. Bodrum katlarda ve madenlerde yoğun olarak birikebilen radon gazı zehirli etkilerini soluma yoluyla gösteriyor. Radonun etkilerinden korunmak için evlerin sıkça havalandırılması tavsiye ediliyor. Beslenme düzeninizi gözden geçirin Bütün hastalıklarda olduğu gibi sebze ve meyveden yana zengin bir beslenme düzeni akciğer kanseri riskini de azaltıyor. Bunun yerine vitamin A, C, E ve beta karoten kullanılması, yaklaşık yüzde 25 koruma sağlayan bu tip beslenmenin yerini tutamıyor. Ayrıca yapılan iki ayrı çalışma sigara kullananlarda beta karoten alımının ölüm oranlarını artırdığını ortaya koyuyor. Hava kirliliği faktörünü de hesaba katın Bir diğer önemli konu hava kirliliği. Sanayileşmiş bölgelerde yaşayanlar ve egzoz gazına yoğun biçimde maruz kalanlar, akciğer kanserinin gelişmesine zemin hazırlayan polisiklik aromatik hidrokarbonlarına (PAH) çok daha fazla maruz kalıyorlar. Bu etkilerden korunmak için önerilen ise; mümkün olduğunca endüstriyel bölgelerde ikamet etmemek ya da yoğun trafik merkezlerinden uzakta kalmak.
KASIM - ARALIK 2018 / PS 25
ONKOLOJİ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
ESMO2018’den İmmüno-Onkolojik TEDAVİLERDE YENİ GELİŞMELER
Prof. Dr. İsmail Çelik Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü
Avrupa Tıbbi Onkoloji Derneği (ESMO), 1975 yılından bu yana başta Avrupa olmak üzere dünyanın dört bir yanında yapılan kanser çalışmalarını desteklemeye ve onkoloji alanındaki profesyonelleri bir araya getirdiği önemli toplantılardan biri olma özelliğini taşımaktadır. ESMO 2018 Kongresi’nde İmmüno-onkolojide kombinasyon tedavileri ön plana çıktı. Kongrede dünyanın saygın onkoloji uzmanları ve kanser tedavisi sürecine dahil olan diğer branşlardan doktorlar birçok kanser türünde uygulanan yenilikçi yaklaşımlar ve tedavi olanaklarını sağlık profesyonelleriyle paylaştı. ESMO 2018 Kongresi’ne katılarak sunulan çalışmaları değerlendiren Prof. Dr. İsmail Çelik, hastaların yaşam kalitesinin artmasının yanı sıra tedavi maliyetlerinde de önemli bir azalma sağlanabileceğini belirtti.
‘‘Gerçekleştirilen klinik araştırmaların sonuçlarına göre, kanser tedavisinde immüno-onkolojik ilaçlar kullanıldığında uzun dönem sağkalım oranları artmaktadır. Bununla birlikte bu ilaçların yan etkileri de diğer kanser ilaçlarına göre daha yönetilebilir olduğundan hastaların tedavi sürecindeki yaşam kalitesi de artmaktadır.’’
26 PS / KASIM - ARALIK 2018
YENİ BİR TERMİNOLOJİ: ‘TEDAVİSİZ DÖNEM ANALİZİ’ Prof. Dr. İsmail Çelik, kongrede paylaşılan İmmüno-onkolojide kombinasyon tedavilerindeki verilerle ilgili detaylı açıklamasında şöyle dedi: “CM-214 Faz III çalışması ile Nivolumab artı İpilimumab kombinasyonunun daha önce tedavi almamış ileri evre veya metastatik renal hücreli karsinom hastalarında anlamlı derecede daha uzun tedavisiz sağkalım sağladığı ispatlanmıştı. Minimum genel sağkalım takibi 30 ay olmak üzere, 30’uncu ayda Nivolumab artı İpilimumab kombinasyonu kullanan hastaların yüzde 36’sının halen hayatta olduğu ve bir sonraki tedaviyi gerektirmediği ve bu alanda standart tedaviyi kullanan hastalarda ise bu oranın yüzde 16 olduğu belirlenmiştir. Yeni bir terminoloji ile ‘Tedavisiz Dönem Analizi’ paylaşıldı. Tedaviyi bırakan hastalar arasında, tedaviyi bıraktıktan iki yıl sonra, Nivolumab artı İpilimumab kombinasyonu alan hastaların yüzde 19’unun, standart tedavi alan hastaların ise yüzde 6’sının tedavisiz dönemde olduğu aktarıldı.” METASTATİK MELANOMDA KOMBİNASYON TEDAVİSİ ‘‘ESMO 2018 Kongresi’nde dikkat çeken bir diğer konu ise, ‘Metastatik melanomda kombinasyon tedavisine ilişkin 4 yıllık sağkalım sonuçları oldu. Nivolumab artı İpilimumab tedavisi alan hastaların yüzde 53’ünde dört yıllık sağkalım elde edilirken, bulgular bu çalışmada immün kontrol noktası inhibitörlerinin kombinasyonuyla tedavi alan hastalar için şimdiye kadar bildirilen en uzun takip süresinin elde edildiğine yer verildi.’’ ‘‘ŞİMDİYE KADAR GÖRÜLMEMİŞ BİR BAŞARI’’ Prof. Dr. İsmail Çelik, metastatik melanomda kombinasyon tedavisine ilişkin 4 yıllık sağkalım sonuçlarını ise şu şekilde değerlendirdi: “Bildiğimiz kadarıyla me-
lanomda diğer mevcut tedavilerin hiçbiriyle randomize koşullarda 4 yıllık takiple yüzde 53 genel sağkalım oranı elde edilmemiştir. Melanom, tümörün hücresel özelliği, kalınlık ve ülserasyonuna, kanserin lenf nodlarına yayılıp yayılmamasına ve kanserin lenf nodlarının ne kadar ötesine yayıldığına dayanarak evreleme kategorilerine ayrılır. İmmüno-onkoloji ajanlarının geniş çaplı kullanımı, kanser tedavisinin çehresini değiştirmektedir. 2 İmmüno-onkolojik ajanın kombine kullanıldığı bu çalışmada kanserde tam yanıt sağlanan hastaların oranının yüzde 21 olarak gerçekleşmiştir. Bu şimdiye kadar görülmemiş bir başarı diyebilirim. CheckMate-067 çalışması, immün sistemi bu agresif kanser türüyle mücadele etmek için en iyi nasıl destekleyebileceğimizi anlamamıza yardım etmekte ve hekimlerimiz ile hastalara kalıcı ve güvenli bir tedavi seçeneği sunmaktadır.” MSI-HİGH KOLON KANSERİ TANILI HASTALARDA İLK VE TEK İMMÜNO-ONKOLOJİ KOMBİNASYONU ‘‘Nivolumab artı Düşük Doz İpilimumab Kombinasyonu, daha önce tedavi almamış MSI-High kolon kanseri tanılı hastalarda kalıcı klinik yarar sergiledi. Gelecekteki kanser tedavisinde pek çok farklı kombinasyon tedavisi beklediğini dile getiren Çelik sözlerini şöyle tamamladı: “CM-142 çalışması ile Nivolumab artı düşük doz İpilimumab kombinasyonu kullanan MSI-High Kolon Kanseri tanılı hastalarda yüzde 60 oranında objektif yanıt oranı gösterilmiştir. Hastaların kombinasyon tedavisine verdikleri yanıtların tutarlı ve sürdürülebilir kalıcılıkta olduğu gözlenmiş ve yanıt veren hastaların yüzde 82’sinde yanıtların devam ettiği belirlenmiştir. Bu kombinasyon, tedavisi zor olan bu hasta popülasyonunda klinik yarar sağlayan ilk ve tek İmmüno-Onkoloji kombinasyonudur.”
AKCİĞER KANSERİ RAPORU
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
‘‘ AKCİĞER KANSERİNİN TÜRKİYE’YE YÜKÜ 8,8 Milyar TL’’ Akciğer kanserinin Türkiye’deki ekonomik yükünü ortaya koyan Türkiye’de Akciğer Kanseri Raporu açıklandı. Rapor, akciğer kanserinin Türkiye’deki toplam ekonomik yükünün yaklaşık 8,8 milyar TL olduğunu ortaya koydu. Raporda akciğer kanserinin yarattığı ekonomik yükün yanı sıra; akciğer kanserinde risk faktörleri ve önlenmesi, erken tanı ve tarama programları, tanı ve tedavi süreci, destek tedavi konularıyla ilgili ülkemizdeki mevcut durum da analiz edildi ve her bir alan için iyileştirme yapılabilecek noktalar belirlenerek, çözüm önerileri sunuldu. Akciğer Kanserleri Derneği, Akciğer Sağlığı ve Yoğun Bakım Derneği, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Türk Tıbbi Onkoloji Derneği, Türkiye Kanser Enstitüsü ve Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği’nin bir araya gelerek, AstraZeneca Türkiye’nin koşulsuz desteğiyle hazırladığı bu raporda bir ilke imza atıldı ve akciğer kanserinin Türkiye’de neden olduğu ekonomik yük, tüm doğrudan ve dolaylı maliyetler hesaba katılarak kapsamlı bir şekilde ortaya konuldu. Türkiye’de Akciğer Kanseri Raporu’ndaki verilere göre, akciğer kanserinin ülkemizdeki toplam ekonomik yükü 8.791.885.018 TL olarak hesaplandı. Hasta başı ortalama doğrudan maliyetin küçük hücreli akciğer kanseri hastalarında 48.731 TL, küçük hücreli dışı akciğer kanseri hastalarında ise 56.478 TL olduğu ortaya çıktı. Dolaylı maliyetlerin de dahil edilmesiyle hasta başı ortalama maliyetin 175.838 TL’ye yükseldiği belirlendi. Bu durum, akciğer kanserinde dolaylı maliyetlerin toplam ekonomik yük içinde önemli bir paya sahip olduğunu ortaya çıkardı. Raporda akciğer kanserinin yarattığı ekonomik yükün yanı sıra; akciğer kanserinde risk faktörleri ve önlenmesi, erken tanı ve tarama programları, tanı ve tedavi süreci, destek tedavi konularıyla ilgili ülkemizdeki mevcut durum analiz edildi ve her bir alan için iyileştirme yapılabilecek noktalar belirlenerek, çözüm önerileri sunuldu.
Sunulan çözüm önerilerinden bazıları şöyle: • Akciğer kanseri için ülkemize özgü risk faktörleri bilimsel çalışmalar ile desteklenerek belirlenmeli. • Hastaların bu risk faktörleri doğrultusunda değerlendirilerek doğru hekimlere yönlendirilmesi sağlanmalı. • Tütün ve tütün ürünü kullanımını azaltıcı tedbirler ve eğitimler artırılmalı, bırakmaya yönelik ilave teşvik edici programlar düzenlenmeli. • Akciğer kanserinde erken tanı önceliklendirilmeli ve bu yönde disiplinler arası uygulamalar yaygınlaştırılmalı. • Dünyada örneklerini gördüğümüz genomik belirteçler ile ilgili ülkemizde de Sağlık Bakanlığı desteği ile yapılacak bilimsel çalışmalar yaygınlaştırılmalı. • Tedavi alamayacak durumda olan hastalar için palyatif bakım ve son dönem bakım merkezlerinin sayısı artırılmalı ve yeni bakım evleri kurulmalı. • Mevcut oluşan ekonomik yük göz önünde bulundurularak, erken teşhisi mümkün kılacak çalışmalar yapılmalı. TÜRKİYE’DE 50.000 AKCİĞER KANSERİ HASTASI VAR Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cevdet Erdöl şunları söyledi: “Akciğer kanseri ülkemizdeki erkek nüfusun çok önemli bir bölümünü etkilemektedir ve erkeklerde en yaygın görülen kanser türüdür. Akciğer kanserine yol açan pek çok sebep olsa da, bildiğimiz en büyük ve engellenebilir sebep sigaradır. Sigara kullanımının gençlerde ve kadınlarda da hızla artması nedeniyle, akciğer kanserine yakalanan kadınların sayısı da hızla artmaktadır. Bu nedenle sigarayla mücadele, akciğer kanseriyle mücadelenin birinci adımıdır.” Türkiye’de Akciğer Kanseri Raporu Bilimsel Kurul üyelerinden Prof. Dr. Ahmet Özet konuşmasında “Dünya genelinde kanser için belirlenmiş risk faktörleri tütün ürünleri, kilo artışı, alkol, ultraviyole ışınlar, işlenmiş ve hazır gıdalar, enfeksiyonlar ve hareketsizliktir. Bizim toplumu-
Akciğer kanseri, kansere bağlı ölümler içerisinde yılda 1,69 milyon ölüm ile ilk sırada yer almaktadır.
Dünyada 2030 yılında kansere bağlı ölüm sayısının 13 milyon olması tahmin edilmektedir.
muza da özel risk faktörlerini netleştirip, bunlara karşı topyekün mücadeleye girmeliyiz. Ayrıca her yıl 30 binin üzerinde insanımızı kaybettiğimiz bir tedavi alanı için mükemmeliyet merkezleri kurulması düşünülmelidir. Göğüs hastalıkları uzmanı, göğüs cerrahisi uzmanı, onkolog, patolog, psikolog gibi tüm paydaşların içinde olduğu, akciğer kanserine özel merkezlerin kurulması sağlık turizmine de önemli katkı sağlayacaktır.” diye belirtti. Türkiye’de Akciğer Kanseri Raporu Editoryal ve Bilimsel Kurul üyelerinden Prof. Dr. Nuri Karadurmuş şu bilgileri paylaştı: “Türkiye’de erkeklerde en sık görülen kanser türü akciğer kanseri iken kadınlarda akciğer kanseri 5. sırada yer almaktadır. Sağlık Bakanlığı Kanser İstatistikleri verisine göre Türkiye’de yaklaşık 50.000 akciğer kanseri hastası bulunmaktadır.” Türkiye’de Akciğer Kanseri Raporu Editoryal ve Bilimsel Kurul üyelerinden Prof. Dr. İrfan Çiçin ise şu bilgileri verdi: “Akciğer kanserinin toplam maliyetinin %31’ini doğrudan maliyetler, %69’unu ise dolaylı maliyetler oluşturmaktadır. Maliyet azaltıcı yaklaşımlar belirlenirken dolaylı maliyetlerin doğrudan maliyetlerden daha fazla olduğunun göz önünde bulundurulması gerekmektedir.” AstraZeneca Türkiye Ülke Başkanı Ecz. Serkan Barış, rapor hakkında şunları söyledi: “AstraZeneca olarak biz de çok kıymetli bir referans kaynak olacağına inandığımız bu çalışmayla, akciğer kanseriyle ilgili öncelikle hastalar için nelerin iyileştirebileceğinin belirlenmesine ve bu hastalığın toplumumuza olan mevcut ekonomik yükünün ortaya konulmasına destek olduk. Akciğer kanseri için bundan sonra da yürütülecek projelerde AstraZeneca olarak her zaman bir paydaş olarak yer almaktan mutluluk duycağız.”
KASIM - ARALIK 2018 / PS 27
ONKOLOJİ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
Müge Akmansu - Esra Kaytan Sağlam - Gülberk Kavşuk
MALNÜTRİSYON
‘‘Onkoloji Hastalarında Beslenme Durumu İlk Günden İtibaren Sorgulanmalı’’ Hastanede yatan tüm hastaların % 40 kadarının hastalığa bağlı beslenme bozukluğundan etkilendiğini belirten Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Esra Kaytan Sağlam, malnütrisyonun sağlık bakım maliyetlerinin artmasına, hastalar için hastanede uzun kalış süresine ve hastalığın istenmeyen kötü gidişine yol açtığını söyledi. Prof. Sağlam basın toplantısında dernek tarafında yapılan NRS 2002 anketi sonuçlarını paylaştı: “Türk Radyasyon Onkolojsi Derneği olarak Abbott firması ile beraber yaptığımız etkinlikte üyelerimiz için bir anket çalışması yaparak onkoloji kliniklerimizdeki meslektaşlarımızın güncel nütrisyon pratiklerini sorguladık ve kesitsel çalışma ile belli bir dönem kliniklerine gelen hastalardaki beslenme durumunu skorladık. ‘‘AVRUPA’DA HER YIL YAKLAŞIK 33 MİLYON HASTA, HASTALIĞA BAĞLI BESLENME BOZUKLUĞUNDAN ETKİLENİYOR.’’
28 PS / KASIM - ARALIK 2018
15 Kasım Dünya Nütrisyon Günü
Yaptığımız kesitsel çalışmada 319 hastaya beslenme durumu değerlendirmesi yapıldığında her 5 hastanın 2’sinde radyoterapiye ek olarak beslenme tedavisi planlanması gerektiği ortaya konmuştur.
yasyon onkolojisine gelen tüm hastalarda beslenme durumunun ilk günden itibaren sorgulanması ve olabildiğince erken besin desteklerine başlanmasıdır.”
Özellikle Gastrointestinal sistem tümörlerinde (%60), baş-boyun kanserinde (%43) ve akciğer kanserli hastalarda (%45) bu oranlar çok daha yüksektir. Mide ve yemek borusu kanserli hastaların neredeyse %90’ında beslenme riski mevcut olup besin desteği olmadan bu grup hastalarda tedaviyi tamamlamak mümkün olamamaktadır. Benzer şekilde ağız içi tümörlerde %75, yutak tümörlerinde %66,7 ve nazofarenks (geniz bölgesi) tümörlerinde %42 civarında hasta beslenme riskli grupta olup etkin desteğe ihtiyaç göstermektedir.
‘‘ONKOLOJİ HASTALARI TEDAVİLERİ SÜRESİNCE KAŞEKSİDEN KORUYACAK PROTEİN DESTEĞİ MUTLAKA ALMALIDIR’’
Kanser tedavisinin bir bütün olarak yapılması ile ancak başarıya ulaşacağımız açıktır. Hem meslektaşlarımızın hem de hastalarımızın beslenme konusunda farkındalıkları ve etkin beslenme desteğini alabilmeleri tedavi başarımızda en önemli rolü oynayacaktır. Önerimiz rad-
Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Müge Akmansu, Avrupa ve Amerika’ da yayınlanan kılavuzlarda, protein ihtiyacının sağlıklı bireyler için kilogram başına 0,8 gr. iken, hastalık durumunda ise 1,5 gr. hatta 2 gr. olarak belirtildiğini ifade ederek şu bilgileri verdi: “Kanser hastalarında, hastalık metabolizmasına bağlı olarak kas ve kilo kaybından dolayı yaşam kalitesinde azalma olmaması için artan ihtiyaçların yüksek protein içerikli diyetler ile karşılanması gerekiyor. Kemoterapi ve radyoterapi süresince oluşacak beslenme eksiği mutlaka desteklenmelidir.’’
ONKOLOJİ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
‘‘ Kemoterapi ve radyoterapi süresince oluşacak beslenme eksiği mutlaka desteklenmelidir’’ Onkoloji hastalarındaki nütrisyonel ihtiyaçlar diğer hastalara göre farklılık göstermektedir. Enerji ve protein ihtiyacı açısından farklılıklar vardır. Şöyle açıklanabilir; Sağlıklı bireylerde enerji tüketimi istirahat enerji tüketimi %60, aktiviteyle uyarılmış enerji tüketimi %30 ve diyetle uyarılmış enerji tüketimi %10’dan oluşur. İleri kanserli kişilerde ise istirahat enerji tüketimi yaklaşık %6-9 daha yüksektir ve bu aktiviteyle uyarılmış enerji tüketiminin azaltılması ile dengelenir. Onkoloji hastalarında gelişen beslenme bozukluğu özel bir durumdur ve kanser kaşeksisi olarak adlandırılır ve basit açlık nedeniyle gelişen beslenme bozukluğundan farklıdır. Kanser kaşeksisi klinik olarak ağır, istemsiz ve ilerleyici kilo kaybı ile karakteristik bir sendrom olarak tanımlanmaktadır.Kanser kaşeksisi başladıktan sonra geri dönülemez ve şiddetli kas kaybı, yağ kaybı ve immune yetmezlikle kendini gösterir. Bu nedenle tedavinin başında yapılacak değerlen-
dirmelerle doğru beslenme desteği alan hastalarda, tedaviyi tamamlama oranı daha iyidir ve tedavilere bağlı enfeksiyon riski daha düşüktür. Radyoterapi tedavisine başlanacağı zaman hastalığın tedavisini planlamanın yanı sıra hasta mutlaka beslenme durumu açısından da değerlendirilmelidir. Bunun için çeşitli tarama değerlendirme testleri mevcuttur. Tedavi başlangıcında zaten beslenme bozukluğu olabilir veya tedavi gidişatında verilen tedavilere bağlı olarak beslenme bozukluğu gelişebilir. Bu nedenle daha tedavinin başında nutrisyonel değerlendirme yapılmalıdır. “MALNÜTRİSYON SADECE ÜLKEMİZDE DEĞİL TÜM DÜNYADA BİR PROBLEMDİR.’’ NRS 2002 anketi çalışmasına destek veren Abbott Nütrisyon Türkiye Genel Müdürü Gülberk Kavşuk malnütrisyonun tüm dünyada önemli bir sağlık sorunu olduğunu belirtti.
“Hastaneye başvuru sırasında hastaların yarısında malnütrisyon riski ya da malnütrisyon olduğu ve hastaneye yatış sonrasında bu oranın artarak beslenme durumlarının daha da kötüleştiği bilinmektedir. Kas kaybının ve protein ihtiyacının, nöroloji ve onkoloji hastalarının tedavisindeki önemi ve beslenmenin buna olan etkisi tüm dünyada bilimsel platformlarda gündem maddesi olmuş durumda. Özellikle kanser gibi durumlarda iştahsızlık, yutma güçlüğü, hastalıkların tedavilerinde kullanılan ilaçların yan etkilerine bağlı olarak besinleri tolere edememe ve bu gibi birçok faktör, beslenme ile ilgili ciddi zorluklar ve sıkıntılara neden olabiliyor. Ülkemizde 2009 yılında yapılan tarama çalışmasında, medikal onkoloji kliniklerinde malnütrisyon oranı %43 olarak bildirilmiştir. Malnütrisyon oldukça yaygın olmasına rağmen araştırmalar, hastanede malnütre hastaların ne yazık ki yüzde ikisinden daha azının tıbbi amaçlı bir beslenme desteği aldığını gösteriyor. Beslenmenin, hastalıkların oluşumu ve tedavisi süreçlerinde önemli rol oynadığı bilgisi bilimsel platformda daha fazla gündeme geldikçe hekimlerimizin de malnütrisyon ve tedavisi konularına olan ilgilerinin artmakta olduğunu görüyoruz. Bu gelişmelerle birlikte Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği’nin düzenlediği klinik gözleme koşulsuz destek veriyor olmanın gururunu taşıyoruz.” KASIM - ARALIK 2018 / PS 29
SEKTÖR-AR GE
MİKRO BİYOSİSTEM DAHA İYİ BİR GELECEK İÇİN KURALLARI DEĞİŞTİRİYOR! ‘‘Kanser tanı ve tedavisinde Likit Biyopsi ile kişiselleştirilmiş tedavi seçenekleri belirlenerek hastaların tedavileri daha doğru şekilde yönlendirilebilmektedir.’’
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
Günümüzde kişiye özel yaklaşımlarla planlanan tedavilerde yüz güldürücü sonuçlar elde edilmektedir. Bu konuda ülkemizde önemli çalışmalara imza atan Mikro Biyosistemler,11 kişilik AR GE odaklı bir ekipten oluşuyor. Prof. Dr. Haluk Külah-CEO, Dr. Özge Zorlu-CTO, Doç. Dr. Ebru Özgür-Klinik Araştırmalar Direktörü, Dr. Nilüfer Afşar Erkal-İş Geliştirme Müdürü, Dr. Yağmur Demircan Yalçın, Begüm Şen Doğan (MSc), Gürhan Özkayar (MSc), Taylan Töral (MSc), Ege Mutlu Ar-Ge Mühendisi, Şebnem Şahin (MSc)-Biyolog, Doç.Dr. Ender Yıldırım ‘ın Danışmanlığını üstlendiği ekip, Mikro Biyosistemler’in merkezinde yapılan çalışmaları ve likit biyopsinin kanser tedavisindeki önemini anlattılar. Bu çalışmalar sayesinde likit biyopsi alanında öne çıkmayı, hem hastaların hem de testi kullanan hastanelerin ve kanser merkezlerinin ihtiyaçlarına cevap vermeyi hedeflediklerini belirtiyorlar.
BİYOBELİRTEÇLER KANSERİN
VE KANSERDE NÜKSÜN ERKEN TESPİTİNİ SAĞLIYOR ‘‘ Kanser, bir doku veya organda anormal hücrelerin kontrolsüz bir şekilde bölünüp çoğalması sonucu gelişen bir hastalık. Bazı hücreler tümör kitlesinden ayrılarak lenf dokusuna veya kana geçerler. Kana geçen bu tümör hücrelerinin (circulating tumor cells, CTC) büyük bir kısmı bağışıklık sistemi tarafından yok edilirken, bir kısmı da canlılıklarını kaybederek kendiliklerinden ölürler. Hayatta kalabilmeyi başarmış olan tümör hücrelerinden bazıları ise, yeni bir organ/doku yerleşkesine ulaşarak tutunup ve çoğalarak metastaza neden olurlar. Kanser kaynaklı ölümlerin %90’ının metastazdan kaynaklandığı bilinmektedir. Kanser hastalığının tanı ve takibinde kullanılan rutin yöntem, doku biyopsisi (cerrahi veya iğne biyopsisi) ile hastanın kanserli dokusundan örnek almak ve bu örneği laboratuvarda incelemektir. Fakat bu yöntem acı verici ve maliyetli bir yöntemdir. Bunun yanında, biyopsi örneği alınan bölge, tümörün heterojen yapısı nedeniyle tümör dokusu hakkında tam bilgi vermemekte, bazı vakalarda ise tümörlü bölgeye ulaşıp örnek almak dahi mümkün olmamaktadır. Son yıllarda yaygınlaşan likit biyopsi, hastadan alınan kan örneğinde (4-6 milyar kırmızı kan hücresi, 4-11 milyon beyaz kan hücresi) CTC ya da tümör hücrelerinden salınan DNA parçacıkları (ctDNA) ve eksozomlar (extracellular
30 PS / KASIM - ARALIK 2018
SEKTÖR-AR GE
vesicles, EVs) gibi tümör biyobelirteçlerinin tespitine olanak sağlamaktadır. Bu biyobelirteçler hastalığın prognozu ve uygulanan tedavinin etkinliği ile ilgili bilgi vermekle beraber, kanserin ve kanserde nüksün erken tespitini sağlama potansiyeli de taşımaktadırlar. Ayrıca, bu biyobelirteçler üzerinde yapılacak ileri moleküler analizler sonucunda kişiselleştirilmiş tedavi seçenekleri belirlenerek hastaların tedavileri daha doğru şekilde yönlendirilebilmektedir. Likit biyopsi, konvansiyonel doku biyopsisine göre daha heterojen bir örnekleme sağlamasının yanında, tümörün bulunduğu bölgeden bağımsız olarak herhangi bir katı tümör için uygulanabilir, non-invazif ve düşük maliyetli bir metot olarak öne çıkmaktadır. Likit biyopsi çatısı altında CTC‘ler, ctDNA ve EVs’ye göre, kanser ile ilgili daha fazla bilgiye ulaşılmasını sağlamaktadır. İzole edilen CTC’ler tekil hücre genom haritalaması, yeni kanser biyobelirteçlerinin ve kanser heterojenitesinin belirlenmesi, canlı bir şekilde izole edilmeleri halinde ise fonksiyonel analizlerin yapılması, hücre kültürü ortamında çoğaltılması ve zenograft modelleri oluşturulması gibi pek çok kanser araştırma alanında kullanıla-
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
bilirler. Kanser tanı, tedavi ve izleme süreçlerini önemli ölçüde değiştirecek potansiyele sahip olmasına rağmen, CTC izolasyon, sayım ve karakterizasyon yöntemleri henüz klinikte yaygın olarak kullanılmamaktadır. Bunun önemli sebeplerinden biri CTC’lerin oldukça ender hücreler olmaları nedeni ile yüksek hassasiyete sistemlere ihtiyaç duyulmasıdır. 1ml periferik kanda yaklaşık 4-6x109 kırmızı kan hücresi, 4-11x106 beyaz kan hücresi bulunurken, tipik bir metastatik kanser hastasında bulunan CTC sayısı çoğunlukla 1-10 arasındadır. Dolayısıyla, oldukça hassas ve spesifik bir CTC ayrıştırma ve sayma tekniğine ihtiyaç vardır. Klinikte şu anda FDA onaylı (Class II IVD) sadece bir CTC tespit sistemi bulunmaktadır. CellSearch® olarak bilinen bu sistem, epitel doku kökenli CTC’lerin yüzeyinde bulunan EpCAM (epithelial cell adhesion molecule) antijenini hedef alan, imüno-manyetik bir ayrıştırma yöntemidir. Ancak CellSearch®, CTC yakalama veriminin ve saflığının düşük olması (%60’ın altında) ve pahalı bir analiz sistemi olması nedeniyle klinikte yaygın olarak kullanılmamaktadır. Son yıllarda gelişen mikro-akışkan tek-
nolojiler, likit biyopsi çatısı altında geliştirilen birçok yöntemin odağını oluşturmaktadır. Bu teknolojiler, CTC’lerin yanı sıra, ctDNA ve EVs’lerin de yüksek hassasiyet ve saflıkta ayrıştırılmasına, tespitine ve nitelendirilmesine olanak sağlamaktadır. CTC ayrıştırmada kullanılan mikro-akışkan teknolojiler, bu hücreleri boyut, deformasyon, antijenik veya elektriksel özelliklerinden faydalanarak kan hücrelerinden ayrıştırmaktadır. Bu teknolojiler farklı kökenlerden hücrelere uygulanabilmekte ve yüksek hızlı ve düşük maliyetli çözümler sunmaktadır.
Mikro Biyosistemler AŞ, ODTÜ MEMS Merkezi’nin bir spinoff’u olarak, MEMS ve mikroakışkan teknolojilerini kullanan biyomedikal mikrosistemler geliştirmek amacı ile 2015 yılında Prof. Dr. Haluk Külah ve Prof. Dr. Tayfun Akın tarafından kurulmuştur . 2017 yılında markasını Avrupa’da tescil ettiren Mikro Biyosistemler, 2018 yılında yayınlanan likit biyopsi odaklı uluslararası bir piyasa araştırma raporunda CTC tespiti alanındaki aktör firmalar arasında gösterilmiştir. Mikro Biyosistemler, tasarladığı özgün mikro-akışkan teknolojisi sayesinde, yüksek saflıkta ve canlı CTC izolasyonu yapan ve izole edilen hücre sayısını anında tespit eden maliyet-etkin bir kan testi geliştirmektedir. Geliştirilen sistem, CTC’leri hem boyut ve hem de antijenik özelliklerine bağlı olarak ayrıştırdığından, yüksek saflıkta CTC eldesi
sağlamaktadır.
KASIM - ARALIK 2018 / PS 31
NÖROLOJİ: 53. ULUSAL NÖROLOJİ KONGRESİ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
Ana temasının “MS (Multible Skleroz)” olarak belirlendiği Epilepsi’den inmeye tüm nörolojik hastalıkların masaya yatırıldığı, Türk Nöroloji Derneği’nin 54. Ulusal Nöroloji Kongresi 1 – 5 Aralık tarihleri arasında Antalya’da gerçekleştirildi.
Prof. Dr. Şerefnur Öztürk
Prof. Dr. Hüsnü Efendi
Kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısına katılan;Prof. Dr. Şerefnur Öztürk, Prof. Dr. Neşe Çelebisoy, Prof. Dr. Demet Özbabalık, Prof. Dr. Cavit Boz, Prof. Dr. Nerses Bebek, Prof. Dr. M. Akif Topçuoğlu, Prof. Dr. Kayıhan Uluç ile MS Çalışma Grubu Moderatörü Prof. Dr. Hüsnü Efendi,MS başta olmak üzere en sık görülen nörolojik hastalıklar, en sık karşılaşılan sorunlar, tanı ve tedavide yeni gelişmeler hakkında güncel bilgileri aktardılar. Popüler Sağlık Dergisi olarak takip ettiğimiz 53. Ulusal Nöroloji Kongresi hakkında genel bir değerlendirmede bulunan Türk Nöroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Şerefnur Öztürk kongrede öne çıkan bilimsel konuların dışında mesleki sorunlarının da tartışıldığı, çözüm arandığı oturumların düzenlendiğini belirtti.
Prof. Dr. Demet Özbabalık
Prof. Dr. Nerses Bebek
‘‘ Kongre bilimsel programımız, oturumlar, kurslar sempozyumlar dışında, bölgemizde nörolojik sorunların komşu ülke temsilcileri ile paylaşıldığı ve gözden geçirildiği “In The Region” oturumunda “Bölgede çok uluslu bölgesel araştırma projeleri işbirliği” konusu ele alındı. Mesleğimizin karşı karşıya olduğu sorunlarımızdan ve özellikle de son dönemlerde ciddi problemlere neden olan SUT-SGK uygulamaları, çok ağır bir mesleki yükle karşı karşıya bırakıyor. Sağlık Bakanlığımız ile yaptığımız çok sayıda resmi görüşmelere ve yapılan düzenlemelerle branşlar arası mevcut olan haksız uygulamaların düzeltileceği ifadelerine karşın, son aşamaya gelmiş bu düzenlemelerin hayata geçirilememesi sonucu emeklerinin karşılığı hala alınamıyor.
Prof. Dr. Cavit Boz
Prof. Dr. Kayıhan Uluç
Nöroloji uzmanlarının özellikle antidepresan ve antipsikoitk ilaçlarla tedavi alanlarında karşılaşmakta olduğu kıstlayıcı problemler sadece nöroloji uzmanlarının etkin tedavi yapmasına engel olmakla kalmayıp, özellikle demans, parkinson gibi ileri yaş ve mobilizasyonu problemli olan hastalarda tedaviye ulaşma zorluğuna neden olmaktadır. Bu yıl kongremizde özellikle mecburi hizmet görevini yürüten nöroloji uzmanlarının karşılaştıkları sorunlar ile özel sağlık kuruluşları dahil olmak üzere nörolojinin farklı alanlarında çalışan nörologların deneyimleri ve sorunları da ele alındı, hukuksal destek de dahil olmak üzere çözüm önerileri birlikte tartışıldı.’’
Prof. Dr. M. Akif Topçuoğlu
32 PS / KASIM-ARALIK 2018
Prof. Dr. Neşe Çelebisoy
NÖROLOJİ: 53. ULUSAL NÖROLOJİ KONGRESİ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
Yaklaşık 150 Yıldır Bilinen Bir Hastalık :
Multipl Skleroz “Erken ve Uygun Tedavi İle MS Kontrol Edilebilir” Prof. Dr. Hüsnü Efendi TND MS Çalışma Grubu Moderatörü Multipl Skleroz genç erişkinlerde görülen, genellikle alevlenme ve düzelmelerle seyreden, santral sinir sistemini (beyin ve omurilik) etkileyen bulgularla seyreden, olasılıkla bağışıklık sistemini etkileyerek myelin dediğimiz sinir hücresi kılıfı ve sinir hücrelerinde hasar oluşturan bir hastalıktır. ‘‘Beyin ve omuriliği etkilediği için çok çeşitli nörolojik belirtilere yol açabilir.’’ MS hastaların çoğunda ataklar ve düzelmelerle, küçük bir grupta ise sürekli olarak ilerleyici belirtilerle seyretmektedir. Ataklar özellikle başlangıç döneminde tamamen düzelme gösterse de ilerleyen yıllarda bazı belirtiler kalıcı hale gelebilir. Ataklar genellikle saatler içinde ortaya çıkan, 24 saatten uzun süren, ateşin ve enfeksiyonun eşlik etmediği yeni nörolojik belirtilerdir. Örnek olarak genç bir kadın hasta bir sabah kalkığında sol gözünün net göremediğini, bulanık gördüğünü veya elinde güç kaybı ve uyuşukluk olduğunu, kahve fincanını iyi tutamadığını fark edebilir. İşte biz bu durumları atak olarak tanımlıyoruz. MS’e bağlı yakınmalar “MS atağı” sırasında ortaya çıkıp daha sonra iyileşebileceği gibi bir kısmı uzun dönemde kalıcı olabilmektedir. Merkezi sinir sistemi hastalığı olan, beyin ve omuriliğin birçok alanını etkileyen MS, görme bulanıklığı, çift görme, görüntünün kayması gibi görme bozuklukları, bir kolda bacakta ya da her iki bacakta güçsüzlük, yürümede dengesizlik, bir veya iki elde titreme, uyuşma, idrar kaçırma ya da yapamama gibi belirtilerle kendini göstermektedir.
Multipl skleroz kimlerde görülür? Multipl Skleroz (MS) 20-40 yaş arasında başlayan kadınlarda daha sık görülen bir hastalıktır. Genellikle alevlenme ve düzelmelerle seyreder. Bazı hastalarda başlangıçtan itibaren, bazılarında ise hastalık başlangıcından yıllar sonra ilerleyici nörolojik bulgular ortaya çıkabilir. Multipl skleroz tanısında hangi testler uyglanır? MS bir çok hastalığı taklit edebilir ve bu nedenle ayırıcı tanı bir çok incelemeyi gerektirebilir. Tanıda ve ayırıcı tanıda MRG (manyetik rezonans görüntüleme) ve beyin omurilik sıvısının (BOS) incelenmesi yararlı yöntemlerdir. Nedeni Tam Bilinmiyor Hastalığın nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte multipl skleroz ve immunoloji alanındaki bilimsel araştırmalar MS’in ortaya çıkış nedeni, oluş mekanizmaları, tanısı ve tedavisi konusunda her geçen gün daha yeni bilimsel verilere ulaşmamızı sağlamaktadır. MS hastalığında temel neden vücudun immun sisteminin kendi hücrelerine saldırı yapmasıdır. Genetik yatkınlık dışında MS hastalığının ortaya çıkışını enfeksiyonlar, D vitamini düşüklüğü, sigara gibi çevresel faktörler tetikleyici olabilir. Özellikle
sigaranın hastalığın ortaya çıkışında, hastalık seyrinde ve tedavi yanıtında önemli olduğunu gösteren kanıtlar giderek artmaktadır. D vitamini de benzer özellikler nedeniyle önemlidir. MS hastalığı ile ilgili olarak yanlış bilinen bazı konuları düzeltmek önemlidir;
.
Multipl Skleroz bulaşıcı bir hastalık değildir, aynı evi paylaşan aile bireylerine, aynı ortamda çalışan iş arkadaşlarına bulaşmaz. Ailevi yatkınlık bazı bireylerde tanımlanmasına karşın sadece genetik geçişli bir hastalık değildir. MS hastaların çocuk sahibi olmalarını engelleyen bir hastalık değildir. MS hastaları uygun tedavi yönetimi ve ilaç seçimi ile çocuk sahibi olabilirler. Multipl Skleroz öldürücü bir hastalık değildir. MS ruhsal bir hastalık değildir. Multipl Skleroz tedavisi olmayan, çaresiz bir hastalık değildir. Gelişen yeni tedavi yöntemleri ile MS tedavi edilebilir bir hastalıktır. Genel olarak yanlış bilinenin aksine MS’li kişilerin çoğunluğu olağan hayatlarına devam edip çalışabilirler.
. . . . . .
KASIM - ARALIK 2018 / PS 33
NÖROLOJİ MS HASTASI NELERE DİKKAT ETMELİDİR? Aile, eş, çocuklar, iş arkadaşları ve toplumsal sosyal destek MS hastalığında önemlidir. Hastanın sosyal desteği, fiziksel kapasitesi, işi, uğraşları, hobileri, günlük yaşam aktiviteleri ne kadar iyi olursa hastalık da daha iyi seyrediyor. İlaçlar dışında aile bireylerinden gelen destek, hastanın iş hayatına devam etmesi ya da bir uğraşının olması önemlidir. Hastanın beslenmesine dikkat edilmeli, balık ve deniz ürünleri, salata, sebze ve meyve tüketilmelidir. D vitamini düzeyinin MS hastalığında önemli olduğunu, hastanın diyet dışında uygun zamanlarda güneşlenmesinin yararlı olacağını biliyoruz. Ancak MS hastalığında, kaplıca, termal sular ve sauna gibi sıcak ortamlar hastalık belirtilerinde artışa yol açabileceği için önerilmemektedir. Sigaranın bırakılması tedaviye yanıt açısından önemlidir.
“NÖROPATİK AĞRI Başka Ağrılara Benzemez’’ Prof. Dr. Kayıhan Uluç TND Yönetim Kurulu Üyesi Nöropatik ağrı başka ağrılara benzemiyor. Hastaların önemli bir kısmı yakınmasını ağrı olarak değil, yanma, batma, iğnelenme, karıncalanma, donma, hatta kaşıntı olarak tarif ediyor. Bu yakınmalarının nedeni bu hisleri taşıyan sinirleri etkileyen bir hastalık veya bozukluk olması. Nöropatik ağrı hastaların günlük yaşam aktivitelerini, fonksiyonelliklerini, duygudurumlarını, yaşam kalitelerini olumsuz yönde etkileyen önemli bir sağlık sorunu. Hastaların önemli bir kısmı yakınmalarından dolayı sağlıklı uyuyamıyor. Buna rağmen eğer dikkatle sorgulanmazsa veya doğru muayene yapılmazsa bu ağrılar tanınmıyor. Bilinmeli
‘‘ İNME tedavisine başlanan pilot uygulamalar başarılı olacağımızı gösteriyor” Prof. Dr. M. Akif Topçuoğlu TND Yönetim Kurulu Üyesi Halkın giderek yaşlanması ile ülkemizde inme sıklığı artmıştır. İnme tedavisinin ‘hemen’ ve ‘bölgesel’ bağlamda yapılması zarureti nedeniyle bu tedaviyi uygulayabilecek inme merkezlerin iyi bir planlama ile yurt sathına yayılması gerekiyor. Bu planlama Sağlık Bakanlığı tarafından
34 PS / KASIM-ARALIK 2018
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
‘‘MS Tedavisinde
lığı tedavisinde hastalığın seyrini olumlu yönde etkileyecek daha fazla tedavi seçeneği ile karşı karşıyayız.
Prof. Dr. Cavit Boz TND Saymanı Yönetim Kurulu Üyesi
‘‘Artık MS tedavisi adına geleceğe daha umutla bakıyoruz’’
Seçenekler Artıyor’’
“Multipl skleroz bilimsel çalışmalar ışığında giderek daha çok çözebildiğimiz, yeni ve etkin tedaviler ile tedavi seçeneklerinin arttığı, MS’lu birey ve nöroloji uzmanı arasında sıkı bir işbirliği gerektiren, sosyal, ailesel ve toplumsal desteğin önemli olduğu bir hastalıktır. 20-25 yıl önce MS hastalığına özel bir tedavi seçeneğinin olmadığı günlerden 10’dan fazla tedavi seçeneğinin olduğu bir dönem yaşıyoruz. 1993 yılından önce MS için onaylanmış hiçbir tedavi bulunmazken bugün, hastalığın farklı gidişine ve aşamalarına yönelik olarak tedavi alternatifimiz vardır. Son yıllarda MS hasta-
ki, bu ağrılarla baş etmeye çalışan hasta sayısı az değil. Türkiye’de de durumun böyle olduğunu biliyoruz. Ülkemize ait net verilere şu aşamada devam ettiğimiz nöropatik ağrı sıklık çalışmasıyla ulaşmayı hedefliyoruz. Nöropatik ağrının bilinen en sık nedeni şeker hastalığıdır Kemoterapi ilaçları, bazı özel enfeksiyonlar, damarların iltihabi hastalıkları, omurilik hastalıkları, alkolizm gibi pek çok farklı durum nöropatik ağrıya sebep olsa da bunlar arasında en sık neden şeker hastalığı. Şeker hastalığı sinsi bir hastalık, tüm organları etkileyebildiği gibi sinir sistemini de etkileyebiliyor. Şeker hastaların yaklaşık yarısında sinirler yaygın olarak etkileniyor, bunların bir kısmında da nöropatik ağrı gelişiyor. Bu nedenle hem şeker hastalığını, hem de nöropatik ağrı belirtilerini iyi bilmek ve erken evrede tanımak gerekiyor.Nöro-
yürürlüğe konulması beklenen inme tebliğinin çizeceği esaslara göre olacaktır. Ankara ve İstanbul gibi illerde başlanan pilot uygulamalar başarılı olacağımızı gösteriyor. Şimdi nörologlar olarak tebliğin yayınlanmasını ve ardından hemen işe koyulmayı bekliyoruz. “Vakit kaybetmeden 112 aranmalı!” İnme, erken müdahale edildiği takdirde geri döndürülebilir bir hastalıktır. Hastaların ilk birkaç saat içerisinde sağlık kuruluşlarına ulaşması, damar açıcı tedavilerin uygulanma şansını doğurmakta ve bu şekilde inmeye bağlı sakatlığın önü-
Özellikle erken tanı koyduğumuz ve tedaviye başladığımız hastalarda daha iyi sonuçlar elde etmeye başlıyoruz. Genel olarak toplumda MS için çaresiz, tedavisi olmayan bir hastalıkmış gibi yanlış bir kanı vardır. Bu doğru değil. Erken tanı ve uygulanan doğru tedavi yönetimleri kullanıldığında hastaların çoğu normal hayatına devam edebiliyor.
Nöropatik ağrı basit ağrı kesicilere, antiinflamatuvar ilaçlara, kas gevşeticilere yanıt vermez
patik ağrının tedavisi zordur, farklı tıp disiplinlerinde yer alan hekimlerin birlikte hareket etmesi gerekebilir. İlk seçenek ilaç tedavisidir, ancak diğer ağrı türlerinde etkili olan non-steroidal antiinflamatuvarlar, basit ağrı kesiciler veya kas gevşeticiler bu ağrının tedavisinde hiç işe yaramaz. hastalıkları ve tedavi olasılıkları konusunda bilinçlendirilmek gerekiyor. Tedavide kullandığımız etkin ilaçlar mevcut. Bu ilaçları hasta özelinde değerlendirip, doğru ilacı seçerek uygun süre ve dozda vermeye çalışıyoruz. Süreç uzun olabiliyor. İlaç tedavilerinin etkisiz olduğu hastalarda algoloji uzmanları ile girişimsel tedavi seçeneklerini mutlaka değerlendirilmeli
ne geçme imkânı ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle herkesin inme belirtilerinin ne olduğunu bilmesi ve hızlı bir şekilde davranması büyük önem taşımaktadır. Bir kişide ani bir şekilde yüzde eğilme, konuşmada bozulma veya kol ya da bacakta kuvvetsizlik ortaya çıkması akla hemen inmeyi getirmelidir. İnmeyi düşündüren bu bulgular ortaya çıktığında hastanın kendisi veya etrafta kim varsa vakit kaybeden 112’yi aramalıdır. Takiben hasta 112 tarafından sahada doğru bir şekilde değerlendirilip, acil inme tedavilerini uygulayan inme merkezlerine yönlendirilmelidir.
NÖROLOJİ: 53. ULUSAL NÖROLOJİ KONGRESİ
‘‘ALZHEİMER hastalığı tedavisine yönelik yapılan 112 ilaç çalışması var’’ Prof. Dr. Demet Özbabalık TND Genel Sekreteri Dünya genelinde 40 milyona yakın Alzheimer hastası olduğu bilinirken, 2050 yılında bu sayının 115.4 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. En yüksek artış orta ve düşük gelirli ülkelerde görülmektedir. Türkiye’de yaklaşık 1 milyon Alzheimer hastası bulunduğuna ait bir tahmin yürütülürken, 2050 yılında dünyada 4. en fazla Alzheimer hastasına sahip ülke olacağımız düşünülmektedir. 2015 yılında demansın dünya genelinde gider karşılığı 818 milyon dolar olup 2018 yılında 1 trilyon dolara, 2030 yılında ise 2 trilyon dolara çıkması beklenmektedir.
hastalığı, normal yaşlanmanın kaçınılmaz bir sonucu da değildir. Burada nedene ilişkin sorumluluk tüm bu bilişsel fonksiyonları yöneten beyin dokusunun hasarıdır. Buralardaki beyin hücreleri yani nöronlar ve nöronların etrafındaki bölgeler hastalığa özgü bazı maddelerin etkisi altına girer ve fonksiyonlarını gerçekleştiremezler. Hastalık ileri yaş dışında, bazı risklere sahip kişilerde görülme olasılığı çok daha yüksektir. Erkeklere göre daha uzun ömürlü oldukları için kadınlarda, depresyon geçirenlerde, kalp hastalığı ve şeker hastalığı olanlarda, beyin travmaları geçirenlerde, düşük eğitim alanlarda sık görülür. Alzheimer hastalığının kesin tedavisi henüz olmamakla birlikte süreci yavaşlatmak ve bazı belirtilerin şiddetini azaltmak mümkündür. Semptomları tedavi etmeye yardımcı olabilecek ilaç ve ilaç dışı seçenekler vardır.
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
yönelik yapılan 112 ilaç çalışması vardır. İlaç dışı, egzersiz, müzik, sanat, ışık ve diğer tedaviler hala revaçta görünmektedir. Örneğin, yürümek ve koşmak Alzheimer Hastalığı riskini azaltıyor çalışmaları vardır. Koşucu ve yürüyüşçüler üzerine yapılan sağlık çalışmalarından alınan ilk verilere göre, yaşamın erken döneminde başlayan egzersizler, Alzheimer Hastalığı’na ait hasarı düşürebilmektedir. BESLENME-EGZERSİZ Geleneksel Akdeniz tipi diyetle beslenmenin özellikle kardiyovasküler hastalık riskini, obeziteyi ve mortaliteyi azalttığına dair kuvvetli veriler mevcuttur. Doymuş ve trans yağ tüketiminin azaltılması, sebze ve meyve tüketiminin artırılması, doğal besin maddelerinden alınan vitamin E tüketiminin artırılması, vitamin B12 alımının artırılması, multi-vitaminler kullanılıyorsa demir ve bakır gibi ağır metalleri içeren vitamin komplekslerinden kaçınılması, alüminyum içeren ürünlerin ve ilaçların kullanımından kaçınılması ve aerobik egzersizin artırılmasıdır.
Alzheimer Hastalığı beynin ilerleyici harabiyete giden ve geri dönüşü şimdilik mümkün olmayan bir ileri yaş hastalığıdır. Öncelikle bellek olmak üzere, tüm bilişsel fonksiyonları olumsuz etkiler ve bu olumsuz etkileri zamanla artar. İlerleyen yaşla birlikte, Alzheimer hastalığının görülme sıklığı artar ancak Alzheimer
Araştırmacılar, altta yatan hastalığı tedavi etmek ve en sonunda semptomların kötüleşmesine yol açan hücre hasarını durdurmak ya da geciktirmek için bir çığır açmaya çalıştıkça, geliştirme ve test etme konusunda birçok umut verici ilaç geliştirilmeye devam etmektedir. Şu an itibariyle, Alzheimer hastalığı tedavisine
“MİGREN en sık iş gücü kaybına neden olan primer baş ağrısıdır’’
destekleyecek bir laboratuvar bulgusu yoktur. Laboratuvar testleri ve görüntülemeler sadece baş ağrısı nedeni olabilecek diğer hastalıkları dışlamak için kullanılabilir. 4-72 saat devam eden, orta/şiddetli, zonklayıcı, sıklıkla tek taraflı, fizik aktivite ile şiddetlenen, bulantı, kusmanın eşlik edebildiği, ışık ve sesten rahatsızlığın belirgin olduğu baş ağrısı atakları migren tanısı koydurur. Pratikte sık kullandığımız 3 soru ile teşhis yüksek doğrulukla konabilir. Kişiler aşağıdaki 3 sorunun ikisine evet diyorsa migren tanısı koymak mümkündür:
devam eder ve ortadan kaybolurlar ve ardından baş ağrısı gelir.
Ağrı sırasında ışıktan rahatsız oluyor musunuz?.Ağrı sırasında mideniz bulanıyor mu? ve .Ağrı nedeni ile en az bir gün iş veya okula gidemediğiniz oldu mu?
Atak tedavisinde sadece migren ağrısı için geliştirilmiş triptanlar son 25 yıldır kullanımda olan etkinliği bilinen ajanlardır. Atak önleyici tedaviler olarak ise çok uzun yıllardır bilinen ve kullanımda olan bazı antidepressanlar, antiepileptikler ve bir grup antihipertansiflerdir. Bu ilaçların kullanımı ile atak sıklığının olguların %50-75’inde yarı yarıya azalması sağlanabilmektedir. Bu nedenle daha etkin tedavi arayışları sürmektedir. Kronik migren olarak adlandırılan 3 aydan uzun bir süre boyunca ayda 15 günden fazla baş ağrısı tanımlanması ve bunların yarısından fazlasının migren özelliklerinde olması durumunda botilinum toksin uygulanması düşünülebilir.
Prof. Dr. Neşe Çelebisoy TND Yönetim Kurulu Başkan Yrd. Primer baş ağrıları olarak adlandırılıp altta yatan başka bir hastalıkla ilişkili olmayan baş ağrılarının en sık nedeni Migren. 20-65 yaş arası bireylerde yaklaşık %16 sıklığında görülür. Kadınlarda sıklığı erkeklerden 2.5-3 kat fazladır. Toplumda doğurganlık yaşında her 4 kadından yaklaşık birisi migrenlidir. Çocuklarda görülme sıklığı %5 civarında iken ergen yaş grubunda %10 lara çıkar.
‘‘Migren kişinin iş ve sosyal yaşamını sürdürmesini zorlaştırması nedeniyle önemli bir sağlık problemidir ve kişi için kısıtlılık oluşturmaktadır.’’ Ataklarla seyreden olgularda yaklaşık %10, kronik migren hastalarında ise yaklaşık %20 oranlarında iş gücü kaybı tanımlanmıştır. Migren hastalığı tanısı hastadan alınan öykü ile konur. Tanıyı
Migrende temel olarak iki tipten söz edilebilir. Daha sık olan öncül belirtisiz (aurasız) migren ve olguların %10 kadarında görülen öncül belirtili (auralı) migren. Aura denilen belirtilerden en sık tanımlananlar parlak ışıklar, zig zag çizgilerin görülmesidir. Görme bulanıklığı, bir taraf el, kol, bacakta uyuşukluk, baş dönmesi, dengesizlik, çok daha nadiren kol ve bacakta güçsüzlük diğer öncül belirtilerdir. Bunlar klasik olarak baş ağrısının öncesinde başlayıp 20-60 dakika kadar
Yaşlılık döneminin en tanıdık yüzü Alzheimer hastalığı gelecek dönemin de en hatırı sayılır hastalığı olmaya devam edecektir.
Migren hastalarında doğru teşhis konmayıp hastaların çok miktarda ağrı kesici alarak ağrılarını ortadan kaldırmaya çalışması sık yapılan bir yanlış tedavi biçimidir. Bu durum ilaç aşırı kullanım baş ağrısı dediğimiz çok miktarda (3 aydan uzun süre ayda 15 ten fazla) ağrı kesici kullanımı ile tetiklenen baş ağrılarının ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Atak önleyici tedaviler
KASIM - ARALIK 2018 / PS 35
NÖROLOJİ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
Epilepsi hastalığı yüksek oranda başarıyla tedavi edilebilir Prof. Dr. Nerses Bebek TNDYönetim Kurulu Üyesi Epilepsi nöbetlerle kendini gösteren, nöbetler dışında genellikle başka bir neden yoksa bireyin sağlıklı ve üretken hayatına devam edebildiği kronik bir hastalıktır, bulaşıcı değildir. Günümüzde epilepsi nöbetlerinin gelişmesini önlemeye yönelik ilaç tedavi seçenekleri geliştirilmiştir. Hastaların %60-70’i düzenli ilaç kullanarak, doktor kontrolünde kalarak, ilaç tedavisine özen göstererek sorunsuz bir hayat yaşayabilirler. Burada esas nokta ilacın düzenli kullanılmasının yanı sıra sağlıklı yaşam kurallarına özen gösterilmesidir. Bireyler beklenen uzunlukta bir hayatı yaşayabilir, evlenebilir, çocuk sahibi olabilir, eğitimlerine devam edebilir ve çalışabilirler. Kişilerin düzenli olarak takip edildikleri sağlık merkezi ve hekimleri tarafından bilgilendirilmesi, karşılaşabilecek sorunlar, sosyal destek, olası yan etkilerin takip edilmesi, evlilik ve çocuk sağlığı konusunda danışmanlık verilmesi son derece önem taşımaktadır. Bireyin hastalığını tanıması, olası sorunlar, riskleri bilmesi, doktoruna değişiklikleri bildirebilmesi ve tedavi sürecinde aktif rol alması en az ilaçlar kadar etkili görünmektedir. Nöbet geçirmekte olan bireyin kasılmasını zor kullanarak durdurmak mümkün değildir. Kişinin zarar görmesini, düşmesini, yaralanmasını önlemek, sivri cisimleri uzaklaştırmak, başını güvene almak, henüz dişlerini sıkmadan dişlerinin arasına boğazına kaçmayacak ve zarar vermeyecek sertlikte bir eşya koymak, sağlık görevlilerini haberdar etmek uygundur. Israrla dişlerini aralamak, su dökmek, çekiştirmek yaralanmalara yol açmaktadır. Nörolojik hastalıkların % 90’ı çevresel nedenler genetik yatkınlığa eklendiği zaman gelişir Toplumdaki hastalıkların çoğu gibi nörolojik hastalıklar da genetik bir temele bağlı gelişebilir. Bir veya daha fazla gen ile çevresel faktörlerin etkileşimini içeren 36 PS / KASIM - ARALIK 2018
karmaşık nedenlere bağlı olarak ortaya çıkarlar. Nörolojik bulguların görüldüğü az çok bilinen veya daha az duyulmuş nadir pekçok kalıtsal nörolojik hastalık bilinmektedir. Bunlar içinde migren, epilepsi hastalıkları, Alzheimer Hastalığı, Parkinson, Huntington Hastalıkları, kas hastalıkları sık karşılaşılan ve iyi bilinen örneklerdir. Bu hastalıklarda bazen anne ve babadan çocuklara aktarılan gen şifrelerinden tek birinin bozukluğu hastalığı oluşturabilir. Nörolojik hastalıkların % 90’ı çevresel nedenler genetik yatkınlığa eklendiği zaman gelişir. Son 50 yılda gelişen bilim ve teknolojiye paralel olarak bilgi birikimi hızla artmıştır. Aile içi ve toplumda hastalıkların dağılımına, oluşumuna, kontrolüne neden olan genetik fatörlerin incelenmesi, hastalıklar ile genetik alt yapı arasındaki ilişkilerin belirlenmesi, gen – çevre etkileşimi konuları ile ilgili genetik çalışmalar yapılmaktadır. Nörogenetik hastalıklar sinir siteminin birçok farklı kısmını etkileyebilir. Örneğin sadece kaslar etkilediğinde güçsüzlük, yorgunluk, merdiven çıkamama, kaslarda erime görülebilir. Beyinin belli bölgeleri etkilendiğinde unutkanlık günler, yıllar içerisinde artarak ilerleyebilir, Parkinson hastalığında olduğu gibi hareket sorunları görülebilir. Normal yaşantısı dışında gelişen her bulgu devamlılık gösteriyorsa mutlaka doktora başvurulmalıdır. Bazen bulgular sinsi ilerleyebilir veya doğumdan itibaren olduğu için olağan kabul edilebilir. Ancak akranları gibi koşamadığı farkedildiğinde çocuğun bir sorunu olabileceği akla getirilmelidir. Akraba evlilikleri genetik hastalıkların ortaya çıkmasını kolaylaştırır. Bir diğer önemli nokta akraba evliliğinin, daha önce ailede olmasa da genetik hastalığın, ortaya çıkmasını kolaylaştı-
ran en önemli durum olduğunun akılda tutulmasıdır. Hatta aynı aileden olmasa dahi, hastalığın ve genlerinin sık görüldüğü bir bölgeden olan evlenmelerde dahi risk artmaktadır. Ailede hastalık olduğu bilinmekteyse mutlaka o hastalığın genetik nedeninin teknik imkanlar elverdiğince anlaşılması gerekir. Böylece evlenmeler, doğacak olan çocukların durumu hakkında genetik danışmanlık verilmesi daha kolay ve net olmaktadır. Son yıllarda genetik biliminde olan hızlı gelişmeler, insan genleri ve genetik hastalıklarla ilgili bilgilerimizi arttırmıştır. Sorumlu geni saptanmış olan genetik hastalıkların tanısı moleküler genetik testler kullanılarak doğrulanabilmektedir. Bunlara örnek olarak spinal müsküler atrofi, müsküler distrofiler verilebilir. Sadece kromozom lokalizasyonu bilinen hastalıklarda ise bağlantı analizi gibi dolaylı yöntemler kullanılabilir. Genetik tanı testleri klinik uygulamada şüphelenilen bir hastalığın tanısını doğrulamak, ayırıcı tanıda yer alan hastalıkları dışlamak, sağlıklı bir kişide hastalığın oluşacağını öngörmek (prediktif tanı), taşıyıcıları belirlemek, bir çiftin çocuk kararına destek olmak (prenatal) için kullanılabilir. Genetik temeli henüz bilinmeyen klinik durumlarda aile çalışmaları önem taşımaktadır. Bu durumlarda klinik özelliklerin tanımlanması, aile bireylerinin değerlendirilmesi, aile ağacı çalışmaları ile kalıtım modeli belirlenebilir. Kalıtım paterninin anlaşılması klinik açıdan riskin belirlenmesi ve seçilecek genetik incelemeler açısından önem taşır. Klinik olarak değerlendirilen ailelerde uygun çalışma gruplarının oluşturulması, klinisyenler ve genetikçiler arasında işbirliğinin sağlanması en önemli aşamadır. Ancak tüm bu inceleme ve araştırmalar uzun, masraflı ve emek gerektirmekte, hasta birey ve yakınlarının desteği ile daha etkin yapılabilmektedir.
NÖROLOJİ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
YAŞLANDIKÇA ÖĞRENME SANILDIĞI GİBİ DURMAZ!
DEPRESYON VE MADDE KULLANIMI, BEYİNDE YAŞLANMAYI HIZLANDIRIYOR
Doç. Dr. Barış Metin NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Nöroloji Uzmanı Her organ gibi, beyinde de yaşlanma görülüyor. “Ruh” denilen varlığı yaratan organ ise; beyin. Ruhun yaşlanmasının, aynı zamanda beynin yaşlanması olduğunu belirten uzmanlar, “‘Ruhum yaşlı’ diyen gençlerin beyni risk altında olabilir” uyarısında bulunuyor. Uzmanlara göre, uzun süreli yaşanan Tükenmişlik Sendromu ve depresyonun bunamaya neden olabiliyor. Doç. Dr. Barış Metin, yaşlanmaya dair değerlendirmelerde bulundu. RUH VE BEYİN, BİRBİRİNDEN BAĞIMSIZ DEĞİL! “Ruh dediğimiz şeyi yaratan organ aslında beyindir. Yani ruhun yaşlanması, aynı zamanda beynin yaşlanmasıdır. Bu nedenle ruhum yaşlı diyen gençlerin beyni de risk altında olabilir. Bu gibi durumlar genelde Tükenmişlik Sendromu ve depresyon denilen hastalıklarda görülür. Bu durumlarda kişideki tükenme hissine ek olarak beyin de hızlı yaşlanır. Sinir hücreleri yani nöronların sayısı hızlıca azalır. Tükenmişlik ve depresyon uzun süreli olursa demans yani bunamaya da neden olabilir.”
“Beyinde yaşlanmayı hızlandıran faktörlerin başında; depresyon, bunamalar ve bağımlılık yapıcı toksik maddeler gelir. Bu hastalıkları olan ve toksik madde kullanan bireylerin beyninde daha hızlı yaşlanma ve küçülme görülür. Beyin nöronları sağlıklı bireylere göre daha hızlı ölür, beynin hacmi azalır ve içindeki sıvı miktarı artar. Yaptığımız bir çalışmada bağımlılık yapıcı madde kullanan bireylerin beyinlerinin sağlıklı bireylere göre çok daha küçülmüş olduğunu bulduk. Beyni yaşlanmaktan koruyan faktörlerse kendini iyi hissetme, keyif alınan işler yapma, mutlu olma duygusu ve egzersizdir. Beynini sağlıklı aktivitelerde sürekli kullanan bireylerin beyni genç kalmaktadır. Spor yapan bireylerin beyinleri de yapmayanlara göre daha sağlıklı ve büyük olur.” “BEYİN HACMİNİN KÜÇÜLMESİ, FONKSİYON AZALMASI ANLAMINA GELMEZ” “Yaşlandıkça beynimizde önemli değişiklikler meydana geliyor Bu değişiklikler genelde beynin fonksiyonlarında azalma şeklinde bilinir. Aslında tam olarak böyle değildir. Yaşlandıkça beynin hızlı karar verme ve bellek gibi fonksiyonlarında azalma olurken, mantık yürütme, analiz etme ve bunlara bağlı karar verebilme yetenekleri artar. Beyin yapısına baktığımız zaman yaşlanmayla birlikte bir miktar küçülmeden söz edilebilir. Ancak hacimce küçülme her zaman fonksiyon azalması anlamına gelmez. Beyin fonksiyonunu belirleyen ana etmen sinaps yani nöronlar arası bağlantı sayısıdır. Sağlıklı yaşlanmada beyin
nöronlarını kaybederken sinaps’lar yoluyla tecrübe kazanır ve öğrenir. Yaşlandıkça öğrenme sanıldığı gibi durmaz. Beyin her yaşta yeni sinaps yapabilme özelliğine sahiptir.” SAĞLIKLI BEYİN YAŞLANMASINDAN KORKMAYIN! “Bütün organlarımız gibi beyinde de yaşlanma görülür. Ancak beyin yaşlanmasının normal yaşlanma ve anormal yaşlanma olarak iki tipi vardır. Normal yaşlanmada beyinde hücre (nöron) sayısı azalır. Ancak bu azalma fonksiyonlarda kayba neden olmaz. Yani beyin kendine yetecek kadar nöron ve sinapsı korur. Anormal yaşlanma ise bunama gibi nörodejeneratif hastalıklarda görülür. Bu hastalıklarda nöron sayısı çok hızlı azalır. Bu durum da kişinin bellek, dikkat gibi yaşamını idame ettirmesine yarayan fonksiyonlarında ciddi kayıplara neden olur. Sağlıklı beyin yaşlanması korkulacak bir durum değildir. Yaşlandıkça bazı fonksiyonlarımızın eskiye göre daha zayıf olması doğal bir süreçtir. DEPRESYON HASTALIĞINDAN KORUNUN! Öncelikle yaşamdan beklentimiz, hayallerimiz, umutlarımız, ideallerimizin olması, yakınlarımızla birlikte mutlu bir yaşam sürmemiz, kaliteli sosyal ilişkiler kurmamız, çalışmamız ama gerektiğinde dinlenmeyi bilmemiz bizi beyin yaşlanmasına karşı korur. Beyin yaşlanmasını hızlandıran depresyon hastalığından özellikle korunmalı ve varsa bir uzmana başvurmalıyız. Sağlıklı beslenme, tek tip beslenmeden kaçınma beynimizi korur. Bunun yanında fiziksel egzersiz ve spor da beyni yaşlanmaktan kurtarır.” KASIM - ARALIK 2018 / PS 37
SEKTÖR
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
JANSSEN ABDİ İBRAHİM İŞ BİRLİĞİ: YERLİ İLAÇ ÜRETİMİ
Dünyanın önde gelen lider sağlık şirketlerinden biri olan Johnson & Johnson’ın ilaç şirketi Janssen, yenilikçi portföyünün yerelleşmesi sürecinde stratejik ortak olarak Abdi İbrahim ile güçlerini birleştirdi. Yerli ilaç üretim kapasitesi ve yetkinliğinin artırılması ve küresel pazarda daha rekabetçi olmak hedefli bu iş birliği, farklı kanser türlerinin ve nadir hastalıkların tedavilerini kapsıyor. Janssen, son on yılda Türkiye’de yaklaşık kırk milyon dolar değerinde klinik araştırma gerçekleştirdi. 2017’de başlattığı sekiz yeni çalışmayla Türkiye’ye en çok yeni klinik araştırma getiren ikinci şirket oldu. Abdi İbrahim ile yürütülecek proje kapsamında, ilk
olarak prostat kanseri ve pulmoner arteriyel hipertansiyon tedavileri için geliştirilen iki ürün yerelleştirilecek. Sonrasında da yine farklı kanser tedavilerinde kullanılan yenilikçi ürünler ile yerelleşme süreci devam edecek. Janssen, yerelleşme projesinin ilk ayağını tamamladığında, yerli üretim kapasitesini iki katına çıkaracak. İki firma arasındaki iş birliği kasım ayında gerçekleştirilen imza töreni ile resmiyet kazandı. İmza töreninde, Janssen’i temsilen Janssen Gelişen Pazarlar Genel Müdürü Luis Diaz Rubio ve Janssen Türkiye Genel Müdürü Maria Fernanda Prado, Abdi İbrahim’i temsilen CEO Süha Taşpolatoğlu yer aldı.
38 PS / KASIM - ARALIK 2018
SEKTÖR
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
Luis Diaz Rubio - Maria Fernanda Prado - Süha Taşpolatoğlu
‘‘ TÜRKİYE’NİN KÜRESEL PAZARDAKİ REKABETÇİLİĞİNİ ARTIRACAĞIZ ’’ TÜRKİYE’YE GÜVENİMİZİ VE BAĞLILIĞIMIZI SÜRDÜRÜYORUZ Törende konuşan Janssen Gelişen Pazarlar Genel Müdürü Luis Diaz Rubio; Türkiye’nin özellikle son 10 yılda sağlık alanında yaptığı atılımlar ve sunduğu tedavilerle bölgede önemli bir ülke olduğunu söyledi. Rubio,“AR-GE’ye en çok yatırım yapan şirketlerden biriyiz. Global yıllık gelirimizin yüzde 20’den fazlasını AR-GE yatırımlarına harcıyoruz. Yenilikçi ilaçların ihtiyaç sahiplerine ulaşması stratejimizle Johnson & Johnson’ın ilaç şirketi Janssen olarak 2009 yılından bu yana fark yaratan 16 yeni molekülü tıbbın hizmetine sunduk” dedi. Janssen’in yüksek kaliteli ve yenilikçi ürünleri hastalara ulaştırmak için sağlık otoriteleriyle iş birliği içinde olduğunu belirten Luis Diaz Rubio, “Dünyanın önde gelen lider sağlık şirketlerinden biri olarak Türkiye’de 20 yıldır süregelen yatırımlarımızla ve yenilikçi tedavilerimizle ülkeye olan güvenimizi ve bağlılığımızı sürdürüyoruz. Hükümetin ülke insanlarının sağlık ihtiyaçlarına yönelik politikalarını ileriye taşıma amacı olan girişimlerde bulunmaktayız. Yerelleşme kapsamında Abdi İbrahim ile kurduğumuz iş birliği bu yönde atılmış somut bir adımdır. Mevcut iş birliklerimizi de güçlendirerek, yenilikçi tedavileri Türkiye’ye getirmeye devam edeceğiz. Bu yeni tedaviler sayesinde, Türkiye’de hastaları etkileyen ciddi hastalıkların seyrini değiştirmeyi amaçlıyoruz” açıklamasını yaptı.
Janssen Türkiye Genel Müdürü Maria Fernanda Prado ise törende yaptığı konuşmada Türkiye’deki yerelleşme politikaları ile ilgili şunları söyledi: “Türkiye’nin yerli ilaç üretim kapasitesi ve yetkinliğinin geliştirilmesi ve küresel pazardaki rekabetçiliğinin artırılması yönünde harekete geçtik. Yerelleşme odağımızda kanser ve nadir hastalıkların tedavilerinde Türkiye’nin uluslararası rekabet gücünü artıracak ve hasta çıktılarını iyileştirme hedefi olan yenilikçi ilaçlarımız yer alacaktır. İlk olarak, ölümcül bir nadir hastalık olan Pulmoner Arteriyel Hipertansiyon ve erkeklerde en sık görülen 2. kanser tipi olan Prostat Kanseri tedavilerinde fark yaratmayı hedefleyen ilaçlarımızı Türkiye’de üretmek için Abdi İbrahim ile kurduğumuz iş birliği için çok heyecanlıyız. Çıktığımız bu yeni yolculuğun başarı getirmesini dilerim.” YERELLEŞMENİN EN BÜYÜK DESTEKÇİSİYİZ Törende konuşan Abdi İbrahim CEO’su Süha Taşpolatoğlu, Abdi İbrahim olarak ilaçta yerelleşme hamlesinin en büyük destekçilerinden olduklarını, hayata geçirdikleri yatırımların yanı sıra halen devam eden tüm yatırımlarında da bu sorumlulukla hareket ettiklerini belirtti. Türkiye’nin ilaçta küresel bir oyuncu olması için yerelleşmenin son derece önemli bir itici güç olduğuna inandıklarını belirten Süha Taşpolatoğlu, Abdi İbrahim olarak hem fikri aşamada hem uygulamada bu alanın öncüsü olmaktan gurur duyduklarını vurguladı.
Abdi İbrahim’in halen uluslararası yirmi firmaya üretim hizmeti verdiğini ifade eden Taşpolatoğlu, şöyle devam etti: ‘’Yüz altı yıldır ilaç sektöründe faaliyet gösteren Abdi İbrahim, hükümetimizin başlattığı ilaçta yerelleşme hamlesinde üstün teknolojik donanımlı tesisleri, güçlü insan kaynağı ve know how’ı, AR-GE’ye yaptığı yatırım ama en önemlisi Türkiye’nin ilaçta etkin bir oyuncu olma hedefini destekleyen vizyonu ile en önde koşmaya kararlı bir duruş sergiliyor. 2020’ye giderken hedefimiz, oluşturacağımız yeni işbirlikleri ile üretim hizmeti alanında daha da büyümek ve uluslararası firmaların Türkiye’deki üretim üssü olmak. Bunun için üretim altyapımızı sürekli olarak güçlendiriyor ve dünyayla yarışır standartlarımızı işbirliği yaptığımız şirketlerin hizmetine sunuyoruz. İhtiyaca özel tasarlanan üretim ortamlarımızla tüm müşterilerimiz için en iyi seçenek olma hedefiyle çalışıyoruz. Bugün Janssen ile yaptığımız katma değerli ilaçlara yönelik üretim anlaşması bu çabamızın doğal bir sonucu ve bu nedenle bizim için son derece önemli. İmzaladığımız bu anlaşmayı uzun soluklu iş birliğimizin ilk adımı olarak görüyoruz, önümüzdeki süreçte bu iş birliğimizi daha da geliştirmeyi umuyoruz. İlerleyen dönemde de Türkiye’nin büyüme hedeflerinde itici güç olma misyonuyla benzer işbirliklerini geliştirmeye devam edeceğiz.’’
KASIM - ARALIK 2018 / PS 39
SEKTÖR
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
Desteklenen her iyi fikir HAYATI DEĞİŞTİRİR” Gilead Sciences Türkiye’nin 2013 yılından beri sürdürdüğü destek programı “Gilead ile Hayat Bulan Fikirler”in 6’ncısını kazanan projeler açıklandı. Gilead, bu yıl 4’ü bilimsel, 3’ü sosyal bilimler olmak üzere toplam 7 projenin hayata geçmesine destek verecek. Program kapsamında Gilead’ın HIV, viral hepatit, hematoloji ve sistemik mantar enfeksiyonu gibi hastalık alanlarında 2013’ten beri destek verdiği proje sayısı 46’yı, sağladığı destek miktarı da 700 bin doları aştı. Ödül törenine katılan Gilead Sciences Halkla İlişkiler Avrupa Başkan Yardımcısı Alex Kalomparis, “Kendi araştırmalarımıza ek olarak tüm dünyada bilimsel ve sosyal projelere de verdiğimiz destek ile hastaların hayatlarını değiştiriyoruz. Türkiye’deki Hayat Bulan Fikirler Programı diğer ülkelere de örnek oluyor, gurur duyuyoruz” dedi. Gilead Sciences Türkiye’nin 2013 yılında başlattığı proje destek programı “Hayat Bulan Fikirler” bu yıl 6’ncı kez sahiplerini buldu. “Desteklenen her iyi fikir, hayatı değiştirir” mottosuyla gerçekleştirilen Hayat Bulan Fikirler Ödül Programı’nda bu yıl destek almaya hak kazanan projeler, düzenlenen basın toplantısıyla kamuoyuna açıklandı. Başvuruların bağımsız jüri tarafından değerlendirildiği ödül programı çerçevesinde Gilead Sciences Türkiye, bu yıl 4 bilimsel projeye 259.088 lira, 3 sosyal projeye 140.700 lira olmak üzere toplam 399.788 liralık destek sağlayacak. 40 PS / KASIM - ARALIK 2018
“Gilead Hayat Bulan Fikirler” proje destek programı, ilk oluşturulduğu 2013 yılından bugüne HIV, Hepatit B, Hepatit C, hematoloji, onkoloji ve sistemik mantar enfeksiyonları gibi hastalıklar alanlarında 35’i bilimsel, 11’i sosyal toplam 46 projeye destek verdi. Bugüne kadar verilen destek miktarı da 700.000 doları aştı. Gilead Sciences Türkiye Medikal Direktörü Dr. Tahsin Gökçem Özçağlı, bu yıl 6’ncı kez verilen ödülleri kazanan proje sahiplerini kutladı. Bu programın bir parçası olmaktan gurur duyduğunu söyleyen Dr. Özçağlı, şöyle konuştu: “Gilead Sciences, 31 yıldır HIV/AIDS, Hepatit B, Hepatit C, hematoloji, onkoloji ve sistemik mantar enfeksiyonları alanları için yenilikçi tedaviler geliştirmeye odaklanarak bu hastalıkların ölümcül bir hastalık olmaktan çıkıp, yönetilebilir hastalıklara dönüştürülmesi yolundaki çabalara yardımcı oluyor. Bu ödül programıyla da; HIV, Hepatit B ve C, NASH (nonalkolik steatohepatit), İnvaziv Fungal Enfeksiyonlar ve Hematolojik Maligniteler tedavi alanlarında hastalıkların taranmasını, teşhis edilmesini ve uygun tedavilere ulaşılmasını iyileştirmeye yönelik en iyi uygulamaların ve yeni fikirlerin geliştirilmesini, keşfedilmesini ve yayılmasını sağlayacak bilimsel veya sosyal sorumluluk projelerine destek olmayı amaçlıyoruz. Bu yıl programa 25’i bilimsel, 36’sı sosyal olmak üzere toplam 61 proje başvurdu. Bunlar arasından 4 bilimsel ve 3 sosyal proje
destek almaya hak kazandı. 2013 yılından bugüne kadar ise 237’si bilimsel, 64’ü sosyal olmak üzere toplam 301 proje başvurusu aldık. Bu başvurular arasından seçilen 46 bilimsel ve sosyal projenin hayata geçmesini destekledik. Bugüne kadar yapılan bağış tutarı ise bu yılla birlikte 700 bin doları aştı.” Toplantıda jüri adına konuşan Prof. Dr. Cihan Yurdaydın, Hayat Bulan Fikirler’in uzun süren titiz bir değerlendirmenin ardından seçildiğini belirterek, projeye katılan ve desteklenmeye hak kazanan tüm proje sahiplerini kutladı. Prof. Dr. Yurdaydın “Gilead Sciences Türkiye’nin akademik çalışmalarımız için sağladığı bu destek çok önemli. Hayat Bulan Fikirler Programı’nın geleneksel hale gelerek bu yıl altıncısının düzenlenmesi mutluluk verici” dedi. Ödül töreni çerçevesinde bu yıl ilk kez önceki yıllarda ödül alan proje sahiplerinin deneyimlerini ve projelerini paylaştığı bir panel düzenlendi. Prof. Dr. Cihan Yurdaydın moderatörlüğünde gerçekleşen panelde Pozitif Yaşam Derneği’nden Görkem Gökçelioğlu (2016), Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Gastroenteroloji Kliniği’nden Levent Doğanay (2013) ve Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nden Ekrem Ünal, (2015) ödül öncesi ve sonrası yaşadıkları süreçleri ve ödülün projelerine katkılarını katılımcılarla paylaştı.
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
BAĞIMLILIK Damar İçi Madde Kullanımı HEPATİT C HIV/AIDS ilişkisi
TEST ET SEVK ET TEDAVİ ET HCV ile enfekte bireylerin yaklaşık yarısının durumundan haberdar olmadığnı gösteren raporlar, bu kronik enfeksiyonda taramanın ne kadar önemli olduğuna işaret etmektedir.
KASIM - ARALIK 2018 / PS 41
MADDE KULLANIMI - HEPATİT C
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
Damar İçi Kullanıcılar HCV Riski En Yüksek Grup ! ‘‘Dünyada Damar İçi Madde kullanıcı sayısı artarken Hepatit C-HIV/AIDS gibi hastalıkların da bulaşma riskini beraberinde getiriyor.’’
Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi AMATEM ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi Bağımlılıkla Mücadele Uygulama ve Araştırma Merkezi (BAUMER) tarafından 29 Kasım- 02 Aralık 2018 tarihlerinde Antalya’da, ‘‘Bağımlılıkta İyileşme Nasıl Olur? Neden Olmasın?’’ ana başlığında 12.Ulusal Alkol ve Madde Bağımlılığı Kongresi düzenlendi. ‘‘Bağımlılık Tedavisinde Güncel Yaklaşımlar, Tütünle Mücadele, Bağımlılıkta Sosyal Hizmet Uygulamaları, Ergenlerde Madde Kullanımı, Yeni Uygulamalar -Yeni Yaklaşımlar, Bağımlılıkta Az Bilinen Konular, Bağımlılık
Tedavisinde Ailenin Yeri, Bağımlılıkta Tedavi Yöntemleri, Bağımlılıkta Önyargılar Safsatalar, Bağımlılık Danışmanlığı Nedir? Ne Değildir?, Davranışsal Bağımlılıklarda Güncel Durum’’ gibi önemli başlıklarda konunun uzmanlarınca ele alındı. Kongrenin önemli uydu sempozyumlarından olan ‘‘Madde Bağımlılarında Hepatit C Riski’’ sempozyumu yoğun bir katılımla izlendi. Oturum Başkanı Prof. Dr. Nesrin Dilbaz Damar İçi Madde Kullanımının taşıdığı riskler, Doç Dr. Enver Üçbilek Hepatit C Tanı ve tedavisinde yeni gelişmeler hakkında önemli bilgileri aktardılar.
12.Ulusal Alkol ve Madde Bağımlılığı Kongresi’nde ‘‘Damar İçi Madde Bağımlılarında Hepatit C Riski!’’ başlıklı oturumun moderatörü Prof. Dr. Nesrin Dilbaz sorularımızı yanıtlarken özellikle damar içi madde kullanıcı sayısının arttığına dikkat çekti. Damar İçi Madde Kullanıcıları ve buna bağlı HCV insidansı nasıl? Kan transfüzyonu öncesinde HCV bakılma zorunluluğundan sonra görülme sıklığında azalma olsa da, dünyada Damar İçi Madde (DİM) kullanıcı sayısı artıyor. Tüm dünyada DİM kullananların sayısı yaklaşık 16 milyon (11-21 milyon) ve bu olguların 10 milyonunda serolojik olarak kanıtlanmış HCV infeksiyonu var. HCV prevelansı < %20-> %80. Ortalama %67 anti-HCV, %50 HCV RNA pozitifliği var. Yıllık HCV insidansı ise %2-66 arasında. HCV’nin en yüksek bulaşma insidansı, damar içi madde kullanımın ilk yıllarında görülüyor. Ülkemizde kullanım oranları nedir? Son veriler şu an elimde yok ancak, yatarak tedavi gören eroin kullanıcısı sayısı 2012’de 4720, 2013’de 7265 olan eroin kullanıcısı 2015’de 10884’e çıkmış. Bakanlıktan aldığımız rakamlara göre 2012-2015 arası yatarak tedavi olan hastalardan bunu tespit edebiliyoruz. Çünkü yatarak tedavide zorunlu. Ayakta gelen hastalarda bu tarama testlerini yapmamışız, zorunluluk belirtmemişiz. Genellikle AMATEM de yatan hastaların neredeyse birçoğu Opioid bağımlısı. Eroin bağımlılarının yaklaşık %40 damar içi madde kullanıcısı. Damardan kullananların ortalama %83’ü enjektör paylaşıyor. HCV’ye baktığımızda 2012 de 970 (%63),2015’de 1203 ( %64.1) DİM kullanıcıları neden bu kadar risk taşıyorlar?
Röportaj: Zeynep Çetinkaya
42 PS / KASIM - ARALIK 2018
Çünkü yaşamında bir kez bile damardan herhangi bir madde kullanmış olsun, damar içi madde kullanıcısıdır. Ve ilk kez kullanımında HCV bulaştırmış olabilir. Ne kadar ve ne sürede kullandığı ile ilgili değildir.
MADDE KULLANIMI - HEPATİT C
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
‘‘ Yaşamında bir kez bile damardan herhangi bir madde kullanmış olsun, damar içi madde kullanıcısıdır ’’
Prof.Dr.Nesrin Dilbaz Psikiyatri Uzmanı NP İstanbul Beyin Hastanesi
Hepatitler ve HIV farklı bir uzmanlık alanı içinde yer alıyor. Psikiyatri alanından baktığınızda bu alanın neresindesiniz ve neden olmalısınız? HCV-HIV daha çok gastroenteroloji ve özellikle viral hepatit uzmanlık alanını ilgilendiriyor ancak, bu grup direkt bizimle ilgili gözükmese de biz bu madde kullanıcı grubuyla uğraşıyoruz. Rastladığımızda biz tedavi etmiyoruz ama, HCV ve HIV’lerini ilk saptayabilecek grup biziz. DİM kullanıcılarında Hepatit C ve HIV için bir çalışma yapıyorsunuz .Biraz bu çalışmadan bahsedermisiniz. Hedefiniz nedir? Şimdilerde Gliead desteği ile çok merkezli bir çalışma yapıyoruz. Bu çalışmada 1000 tane damar içi madde kullanıcısında Hepatit C ve HIV oranına bakacağız. Ayrıca enjektör paylaşımı riskli cinsel davranışlar ilişkili demografk faktörlerin de araştırıldığı çalışmada, ülkemizde damar içi madde kullanıcısı olup Hepatit C ve HIV risk etmenlerini saptamayı hedefliyoruz. Bu çalışmanın içinde ilişkili diğer uzmanlık alanları da yer alıyor mu? Tarama ile birlikte infeksiyon hastalıkları uzmanları ile çalışma imkanımız oldu. Onlarla hasta geldiğinde nasıl yaklaşacaklarını, hastaya durumunu nasıl ve ne kadar söyleyebileceğimizle ilgili önemli konularda paylaşımlarınız oldu. Bu birlikteliğin sonuçların ötesinde, hastalara da hekimlere de çok önemli bir katkı sağladığını görüyoruz. AMATEM’lerde çalışan hekimler ile hepatit konusunda uzman olan hekimlerin birlikte çalışması gerektiğiniz düşünüyoruz.
En sık hangi HCV genotipinde görülüyor? HCV genotiplerinden 1 ve 3 prevelansı daha yüksek bulunmuştur. Sonuçta damar içi madde kullanımında anti-HCV prevelansı %60- %80. 12 ülkede %80 üzerinde. Dünyada şu an yaklaşık 10 (615.2) milyon DİM kullanıcısında anti-HCV pozitif. Çok ciddi rakamlar bunlar. EN ETKİLİ YAKALAMA:TARAMA PROGRAMLARI. VE FARKINDALIK . Artık DİM kullananlar HCV için bir tedavi olduğunu öğrendiler. Yeni bağımlı olanları artık daha sık görmeye başladık. Bu nedenle de farkındalığımız ve taramalarımız önem kazanıyor. Özellikle DİM kullanıcı grup için yapılabilecek olan HCV infeksiyonu tarama testi önerilmektedir ve taramalar infeksiyon riski nedeni ile tekrarlanmalıdır. Tedaviden sonra anti-HCV pozitif kalacağı için HCV-RNA bakılmalıdır. Re-infeksiyon riski tedavi vermemek için bir gerekçe olarak kullanılmamalıdır. En riskli grup damar içi madde kullanıcıları olduğu için ayaktan veya yatarak başvuran tüm hastalara HCV ve HIV taraması yapmak çok önemlidir. Hepatit C artık %100 kür olan bir hastalık olduğu için saptadığımız hastalarda tedavi başlandığında %95 oranında hastalık tedavi olmaktadır. Pratisyen bazlı tarama çalışmaları, HCV pozitifliğini yakalamada en etkili yöntem. Diğeri de medya. Posterler ve toplumun bilgilendirilmesi de diğer etkili yöntemlerdir. DİM toplumda daha çok hangi popülasyonda görülüyor? Demografik yapıları nasıl? Damar içi madde kullanıcıları genelde erkek, bekar, sağlık sistemine ulaşmaları kısıtlı, alkol tüketimi yüksek, genellikle çoklu madde kullanımı olan, yaşam kalitesi kötü, evsiz veya geçici yerlerde barınan, eğitimleri düşük kişiler.
Tarama yapılan bu hasta grubu ile tedavide uyum sorunu yaşıyormusunuz? Evet Damar içi madde kullanıcısını tanımlamak zordur ve ‘sıvı’ gibidirler, sürekli yer değiştirirler. Tedaviye erişim düşüktür. Tedavi almak adına birkaç hasta ancak değerlendirilir. IDU engelleri, korku ve tedavi seçeneklerini tarama konusunda isteksiz olmaları ve komorbid durumları söz konusudur. Son olarak eklemek istediğiniz veya bir mesajınız var mı? Bizim yapabileceğimiz bunu taramak, tanımak, saptamak varsa da gastroenteroloji veya enfeksiyon hastalıkları uzmanı ile bir araya gelip HCV tedavisi yapılırken, diğer taraftan da bağımlılık tedavisini yapmak. Çünkü tarama bu hastalık ve grup için oldukça önemli.
.
Tüm DİM kullanıcılarında anti-HCV tarama testi önerilmeli ve pozitif ise HCV RNA araştırılmalıdır.
.
Anti-HCV negatif saptanan hastalarda test 12 ayda bir tekrarlanmalıdır.
.
Anti-HCV pozitif, HCV RNA negatif (spontan ya da tedavi ile) olanlarda HCV RNA testi 12 ay aralıklarla veya yüksek riskli enjeksiyon epizodlarını takiben tekrarlanmalıdır.
KASIM - ARALIK 2018 / PS 43
MADDE KULLANIMI-HEPATİT C
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
Epidomiyolojisi Tanı ve Tedavisi Türkiye çalışmasında Türkiye’de hepatit C sıklığı %1 olarak bulundu. Bunların da %92’si genotip 1b. Bu oranlara bakıldığında ülkemizde yaklaşık 800 bin kişi HCV ile enfekte demektir. Bizim şu an ulaşabildiğimiz bunların çok düşük bir kısmıdır. Geri kalanlar nerede bilmiyoruz. Ulaşıp, tedavi etmemiz lazım. En önemli portörler damar içi madde kullanıcıları gibi görünüyor. Doç. Dr. Enver Üçbilek Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı
HCV ne zaman tanımlanmaya başlandı? HCV 1970’li yıllarda tanınmaya başladı ve 1989 yılında hepatit C virüsü adını aldı. 90’lı yıların başında klasik interferon tedavileriyle HCV tedavi edilmeye başlandı. HCV hastaların %80’ inde kronikleşiyor. Bizim gördüklerimizin çoğunluğu kronik Hepatit C olguları. Asemptomatik hastalıktan siroz ve hepatosellüler karsinoma kadar geniş bir spektrumda hastalar işle karşılaşabiliyoruz. Dünyada hepatosellüler kanserin en sık nedenlerinden biri hepatit C virüsüdür. Son verilere göre Hepatit C Sıklığı prevelansı nedir? En sık hangi ülkelerde ve popülasyonda görülüyor? Ülkemizde durum nedir? Hepatit C’nin tüm dünyada yaklaşık ortalama sıklığı %2.8. Mısır, Moğolistan, Çin ve Afrika’da biraz daha sık görülüyor.Türk Karaciğer Araştırmaları Derneği TURHEP
44 PS / KASIM - ARALIK 2018
Sık görülen semptomları ve genotipler hangileri? Aslında belirgin bir semptomu yok. Çoğu hasta asemptomatik. Akut HCV’de grip benzeri semptomlarla karşılaşabiliyoruz. Non-spesifik semptomlarla karşımıza çıkabiliyor.6 ana genotipi ve alt tipleri var. Dünyada en sık bulunan genotip 1 ve alt tipi olan genotip 1b. Özellikle Avrupa’da ve Türkiye’de en sık görülen tip bu. Ülkeler göre farklı tipler görülebiliyor. Tanıyı kesinleştirmek adına hangi testlerin yapılması öneriyorsunuz? Öncelikli olarak iki tanı testimiz var. Biri antikor testi, diğeri de HCV-RNA’yı saptayan testler. Anti-HCV testi pozitif saptanırsa bu hasta hepatit C virüsü ile karşılaşmış demektir. Ancak aktif infeksiyon olup olmadığını HCV-RNA testine bakarak söyleyebiliriz. Bulaşı bu kadar kolay bir hastalıktan tanı da zorluklar yaşanıyor mu? Hepatit C dünyadaki bulaşıcı hastalıklar arasında önemli yer tutuyor. Hepatit C hastalarında yapılan çalışmalarda hem karaciğer nedenli ölümler hem de tüm
nedenli ölümler normal popülasyondan daha fazla görülüyor. Ayrıca bulaşıcı bir hastalık olarak korunmamız gerekiyor. Geçen yıl Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan Global Hepatit Raporuna göre Hepatit C hastalarının yalnızca %20’sine tanı koyabiliyoruz. Geç tanı konulduğununda tedavide başarı nasıl ? Geç tanı konulan hepatit C hastalarının sadece %7’sini tedavi edebiliyoruz. Erken tanı koymada ve tedavi etmede halen başarılı değiliz. Tüm dünyada da böyle. Bu konuda çalışmalar yapılıyor. Damar içi madde bağımlılığında hepatit C ile ilgili, toplumda ve özellikle sağlık meslek gruplarında farkındalık düzeyi nedir? Hem toplumda hem de sağlık personelinde bu hastalar ile ilgili farkındalık düzeylerinin çok da iyi olmadığını düşünüyorum. Hepatit C’nin yayılımında özellikle sağlık personeli suçlanıyor. Sağlık personeli ve güvensiz enjeksiyonlar suçlanıyor ama bu gelişmiş ülkelerde giderek azalıyor. Eski hepatit C’ler, genellikle yaşlı ve kan transfüzyonu ile bulaşmış olanlardı. 90’lı yılların başından beri artık tüm kan ürünlerinde anti-HCV bakılıyor. Bu nedenle bu yolla bulaşma artık çok nadir. Ancak damar içi madde bağımlıları enjektör paylaşımı ile hastalığı bulaştırabiliyor. Bulaşma yolları uyarıları bir farkındalık yaratmadı mı sizce ? En önemli kısım; damar içi ilaç bağımlıları.
MADDE KULLANIMI- HEPATİT C
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
‘‘Eski tedaviler oldukça zor ve ağır tedavilerdi. Yeni nesil tedavilerle artık tam tedavi sağlanabilecek duruma geldik.’’
Bu hastalar temelde Psikiyatri kliniklerinin hastaları. Biz aslında bu hastaları hiç bilmiyoruz. Bize gelmiyorlar. Biz ilgilendiğimiz sürece bilinçlendirmeye ve bilgilendirmeye çalışıyoruz.
Tedavi başarı oranları arttı dediniz yeni tedavilerle tam kür sağlanabilecek mi?
Amerika’da yapılmış bir çalışmada hepatit C saptanan 2316 kan bağışçısına bakılmış. Bunlar arasında damar içi madde kullanalar %50, kan nakli oranı %10, damar içi kullanıcıları ile cinsel ilişkide bulunanlar %6. Mahkumlarda da damar içi madde kullanımı sık olarak görlüyor.
Tedavide eskiden klasik interferonlar vardı. 2001 yılında kullanılmaya başlanan pegile interferon-ribavirin kombinasyonu ile tedavi başarımız %50 idi, yani iki hastadan birini tedavi edebiliyorduk. Bu hastalarda ciddi yan etkiler ortaya çıkıyordu. 2011 yılında Proteaz İnhibitörleri denilen ilaçlar geldi. Bu iki ilaca bir de onları eklemeye başladık. Bunların da ciddi yan etkileri vardı. Tedavi esnasında çok fazla kan transfüzyonu yaptığım hastalar vardı. Tedavi başarıları %70-75 civarıydı. Ama direkt etki eden yeni nesil antiviraller dediğimiz ilaçlar çığır açtı.
DİM kullanan hastalarda HCV seyri nasıl diğerlerinden farklı mı?
‘‘ Artık tedavi başarısı çok yüksek ilaçlar var’’
DİM kullanıcılarında normal HCV’li hastada seyrettiği gibi seyrediyor. Şanslıyız, ülkemizde HIV az görülüyor. Benim hasta grubum içerisinde hiç HIV’li hasta yok. HIV’li hasta damar içi madde kullanıyor ve hepatit C de varsa, en hızlı mortalite onlarda görülüyor.Özellikle hepatit c açısından bu hastalar tedavi etmesi en zor grup. Hekim olarak da biz belki tedavi etmek istemiyor, biraz dışlıyoruz. Tedaviye erişimde sorun yok. Karaciğer biyopsisinden korkup kaçan oluyor. Önceleri 10-12 tablet ve hafta da 1 enjeksiyon kullanıyorduk, hastalar gerçekten bu tedaviden kaçıyorlardı. Şu anda tek tabletle artık hastaları %90’ın üzerinde oranlarda tedavi ediyoruz. Yeni tedavilerde artık tedavisini bırakan pek yok. Tedavi sonrası ise tekrar damar içi madde kullanımına devam ederse yeniden bulaşma riski var.
Artık direkt etkili bu antiviraller ile %100’lere varan oranlarda hepatit C hastalarını tedavi ediyoruz. Başarı bir yanda, yan etki de hemen hemen yok. Hiçbir hastanın yan etkisinden dolayı tedavisini kesmedik. Piyasada olan ilaçlarla beraber, yeni ilaçlarda yolda. Geri ödeme her an yeni ilaçlara da gelebilir. Bunlarla da elimiz artık çok güçlenecek. Yeni çıkan ilaçlarla artık bu hastalığı dünyadan silmemiz lazım. Tedavi başarısı çok yüksek ilaçlar var. İkinci amacımız da hastanın yaşam kalitesini yükseltmek, ölümünü engellemek ve tabii ki bulaşmasını önlemek.
‘‘Damar İçi Madde Kullanan Hepatit C Hastaları Ciddi Olarak Taramak Lazım’’
Son olarak eklemek istediğiniz veya vermek istediğiniz bir mesajınız var mı?
ediyor. Risk gruplarında tarama yapmamız gerekiyor ki, bunların başında DİM kullanıcıları geliyor. Amerikan Karaciğer Hastalıkları Araştırmaları Derneği (AASLD) damar içi madde kullananlarla her yıl HCV taraması önermekte. En önemlisi, ‘Koruma İçin Tedavi Et’ yaklaşımını benimsememiz gerekiyor. Tedavi ederek bundan sonraki bulaşlardan insanlığı da korumamız gerekiyor. Hem hastalar hem de halk sağlığı açısından HCV ile enfekte olmuş tüm damar içi madde kullananların sağlık hizmetine erişmesi ve tedavilerini kullanmasını sağlayacak yaklaşımların getirilmesi gerekiyor.’’
Yüksek risk altındakiler . Mahkumlar ve daha önce mahkum olmuş kişiler .Damar içi madde kullanıcıları . Hemodiyaliz hastaları .1945-1965 döneminde doğmuş olanlar .1990’dan önce kan veya kan ürünü transfüzyonu yapılanlar .Psikiyatri hastaları .Sağlık personeli .HIV enfeksiyonu olan kişiler .Dövme, piercing uygulaması yaptıran/yapan kişiler .Eşcinsel erkekler
Hepatit C çok önemli bir sağlık sorunu. Erken tanısı, sirozu ve komplikasyonu yok KASIM - ARALIK 2018 / PS 45
RAPOR
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
HEDEF: HEPATİT C’Yİ YOK ETME Türkiye’de Hepatit C Eliminasyonu Yol Haritası Önerileri ve Çalıştay Raporu Barselona Üniversitesi Küresel Sağlık Enstitüsü, Türk Karaciğer Araştırmaları Derneği (TKAD) ve Viral Hepatitle Savaşım Derneği (VHSD) önderliğinde, Gilead Sciences’ın desteği ile Türkiye’nin tüm bölgelerini temsilen uzman hekimlerin katkılarıyla hazırlanan rapor için 2017 ve 2018 yılı içerisinde Hepatit C Eliminasyonu Yol Haritası Çalıştayları gerçekleştirildi. Ankara, İstanbul ve İzmir’de düzenlenen toplantılarda dünyadaki ulusal eliminasyon planı olan ülkelerin pratik uygulamaları gözden geçirildi. Toplantıda; Türkiye’ye özgü ulusal Hepatit C eliminasyon planının içeriği ve ulusal ve yerel uygulama önerileri tartışıldı. Raporda; katılımcı hekimler tarafından bazı özel popülasyonların HCV açısından yüksek risk altında oldukları ve HCV açısından değerlendirilmeleri gerektiği vurgulandı. Bu gruplar ise “1970 ve öncesinde doğan tüm kişiler, karaciğer hastalığı olanlar, damar içi madde kullananlar, mahkumlar, transplantasyon hikâyesi olan hastalar, diyaliz tedavisi alanlar, HIV ile veya Hepatit B ile enfekte olmuş kişiler” olarak sıralandı. Toplantılar, Boston Consulting Group (BCG) yetkilileri ve ülkelerin HCV Eliminasyon Planları hazırlanmasında uluslararası fikir lideri olan Prof. Dr. Jeffrey V. Lazarus’un moderatörlüğünde Gilead Sciences desteği ile gerçekleşti. Bu toplantılar sonucunda BCG’nin Türkiye’de Hepatit C eliminasyonu tavsiyeleri 7 ana başlık altında toplandı.
46 PS / KASIM - ARALIK 2018
FARKINDALIK • Özgül, hızlıca uygulanabilir, sonuçları takip edilebilir ulusal HCV eliminasyon planı bir an önce hayata geçirilmelidir. • Sağlık Bakanlığı ve HCV alanında faaliyet gösteren uzmanlık dernekleri planı sahiplenmeli, gerekli birimler ve kişiler belirlenmeli ve görevlendirilmelidir. TARAMA • Kısa dönemde başarılı sonuçlar elde edilecek mikro-eliminasyon popülasyonları belirlenmeli ve çalışmalara bu popülasyonlarda başlanmalıdır. • Genel popülasyona HCV enfeksiyonun kolay tanınabilir ve kolay tedavi edilebilir bir hastalık olduğu içeren kamu spotları hazırlanabilir. • İl Sağlık Müdürlüğü aracığıyla aile hekimlerine veya dahiliye uzmanlarına HCV tanı, tedavi ve takibine dair eğitimler verilebilir. TEDAVİ BAĞLANTISI • Aile Sağlığı Merkezleri ve enfeksiyon hastalıkları veya gastroenteroloji bölümlerinin arasındaki entegrasyon zayıftır ve artırılmalıdır. • Cezaevleri ile enfeksiyon hastalıkları veya gastroenteroloji bölümlerinin arasındaki entegrasyon zayıftır ve artırılmalıdır. • AMATEM’ler ile enfeksiyon hastalıkları veya gastroenteroloji bölümlerinin arasındaki entegrasyon zayıftır ve artırılmalıdır. DENEYİMLİ SAĞLIK PERSONELİNE ERİŞİM • Tüm illerdeki tüm hastanelerde enfeksiyon hastalıkları veya gastroenteroloji uzman hekimleri doğrudan etkili antiviral reçetesi yazabilmelidir. • Aile hekimleri veya dahiliye uzmanları HCV tanı, tedavi ve takip süreçlerine dahil edilmelidir.
İLACA ERİŞİM • Daha önce tedavi almamış hastalarda doğrudan etkili antiviral tedavisi tedavisi kullanmak için şart olan biyopsi ve fibrozis evresi değerlendirmesi kaldırılmalıdır. • AMATEM hastaları bulundukları merkezlerde görevli, branş ayırmaksızın, tüm hekimlerce tedavi edilebilmeli, başka kurumlara sevk edilmemelidirler veya bu kurumlarda enfeksiyon veya gastroenteroloji hekimleri belirli günlerde görevlendirilebilir. • Doğrudan etkili antiviral ajanlarına tüm Türkiye’de göçmenler dahil her hasta ulaşabilmelidir • Hastalar tüm tedavilerini bir seferde alabilmelidirler. • Hekimler hastalarına optimal tedavi verebilmek için doğrudan etkili antiviral ajan seçimlerini kendileri yapabilmeliler. DEĞERLENDİRME VE İZLEME • HCV ile enfekte olmuş hastalarının takibi için tasarlanmış merkezi bir sistem hayata geçirilmelidir. • HCV tedavisi ve eliminasyonu ile sağlanacak faydaları ve tedavi maliyetlerini öngören modeller geliştirilmelidir. • (Demografik veya kişisel özellikleri nedeniyle risk altında olan kişiler özellikle izlenmelidir (1970 ve öncesinde doğanlar, HCV’nin prevalansının yüksek olduğu bilinen bölgelerde yaşamış/yaşayan kişiler, damar içi madde kullananlar ve mahkumlar).
GÜNCEL
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
mıza bağlı değişiklikler sonucu yılda ortalama yüzde 3 arttığını söyledi. Dr. Boyacı; ‘‘Kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölümlerin 2030 yılında 22,2 milyon olacağı tahmin edilmektedir. Türkiye’de ölüme sebep olan ilk altı hastalık grubunda ilk sırayı dolaşım sistemi hastalıkları yüzde 40,4 olarak yer almaktadır. Bu hastalıklarla birlikte hiperlipidemi, diyabet ve obezite gittikçe artıyor’’ dedi.
HEDEF 2023: TRANS YAĞSIZ BESLENME Dünya Sağlık Örgütü, Mayıs 2018’de 2023 yılına dek trans yağların eliminasyonu amacıyla REPLACE – YERİNE KOY isimli bir yol haritası önermiş, alınan besinlerden trans yağların en kısa zamanda ve sürdürülebilir şekilde gıdalardan kaldırılması için 6 ana maddeden oluşan bir eylem planı geliştirmişti. Türkiye’de de trans yağlar ve sağlığa olumsuz etkileri konusunda farkındalık oluşturmak adına Türk Kardiyoloji Derneği ve Sağlığa Evet Derneği işbirliğiyle “Trans Yağ Projesi” başlatıldı. Projenin öncelikli ana hedeflerinin başında; trans yağların hastalık yapıcı etkileri sebebiyle üretiminin kaldırılması geliyor. HER YIL YARIM MİLYON KİŞİNİN ÖLÜMÜNE NEDEN OLUYOR Projenin basın bilgilendirme toplantısında konuşan Prof. Dr. Elif Dağlı, toplum farkındalığı ve kamuoyu oluşturmak amacıyla, yazılı-görsel basını etkin bir şekilde kullanarak faaliyetler geliştirmek istediklerini ifade etti. Prof. Dr. Dağlı: ‘‘Endüstriyel trans yağlar, gıdalara insan eliyle katılan zararlı bileşiklerdir. Endüstriyel işlem ile elde edilen bu yağlar sağlık zararları nedeniyle “güvenli gıda” listesinden çıkarılmıştır. Trans yağlar ne yazık ki alışılmış, kabul görmüş bir tüketim ürünüdür. Öldürücü etkileri vardır.Endüstrinin kâr arttırmak için zararını bilerek pazarladığı bir üründür. Toplumda sağlığa etkileri konusunda farkındalık eksikliği var. Tütünde oldukça deneyimliyiz. Bu deneyimle endüstri taktiklerini izleyerek,
sağlık konusunda halkı bilinçlendirmeye devam etmeye kararlıyız. Bu konuda karar vericilere kanıta dayalı öneriler sunacağız. Trans yağ tüketim miktarının azalmasına bağlı olarak 2023 yılına kadar kalp ve damar hastalıklarıyla ilişkili 500 bin ölüm engellenebilecek” dedi Toplantıya katılan; Doç. Dr.Ertuğrul Okuyan,Doç. Dr.Öner Özdoğan,Prof. Dr. Ayça Boyacı, Prof. Dr. Pınar Ay,Prof.Dr.Nurcan Arat ve Tanzer Gezer, trans yağların sağlığa zararları hakkında bilgiler aktardılar. ALINAN HER GRAM İLE KVH RİSKİ YÜZDE 5 ARTIYOR Doç.Dr.Öner Özdoğan; ‘‘1911’den beri gıda sektöründe kullanılan trans yağların ticari avantajları mevcut. Artmış hacim, daha uzun raf ömrü, yarı katı kıvam, sarkmaya dayanıklı, sıvı yağları katı yapıyor, pişirme, kızartma sırasında yanmayı koyulaşmayı azaltıyor ve ucuz. Yediğimiz trans yağların çoğu yapay üretim Örneğin; orta boy 147g patates kızartmasında 8g, bir dilim kekte 4,5g, bir sofra kaşığı margarinde 3g, küçük paket patates cipsinde 3g, bir adet gofrette 3g trans yağ bulunur. Trans yağların toplum sağlığına etkisi KVH riskinde %25 artış, doymuş yağlara göre 5 kat daha fazla risk artış gösteriyor.’’ TÜRKİYE’DE KALP HASTALIĞI YÜKÜ ARTIYOR TKD üyesi Prof.Dr.Ayça Boyacı, koroner kalp hastalığının nüfus artışı ve nüfusun yaşlanmasından bağımsız, hayat tarzı-
Prof. Dr. Pınar Ay; ‘‘DSÖ’nün önerdiği Replace-Yerine Koy yol haritası ile dünyada trans yağların kullanımı elimine edilecek ve trans yağlara bağlı olarak her yıl meydana gelen kalp damar hastalıkları ile ilişkili ölümler engellenebilecektir. Altı stratejik eylem içeren yol haritası, ülkelere endüstriyel olarak üretilmiş trans yağların gıda sektöründen elimine edilmesine yönelik yöntemleri içermektedir. DSÖ trans yağ tüketiminin mümkün olduğunca düşük (toplam enerji alımının %1’inden az) olması gerektiğini vurguluyor. Yasağa uyumu izlemeye yönelik bir sistem oluşturularak yasa ve düzenlemelere uymayanlara yönelik cezai yaptırımların net olarak belirlenmesini ve uygulanmasını öneriyor.’’ EN BAŞARILI UYGULAMA DANİMARKA’DAN Danimarka’nın gıdalardaki trans yağ asitlerinin endüstriyel kullanımıyla ilgili mevzuatı benimsemiş ilk dünya ülkesi olduğunu söyleyen SED üyesi Tanzer Gezer, çoğu yüksek gelir grubuna ait 45 ülkede trans yağların kullanımının engellenmesine yönelik başarılı uygulama örneklerinin olduğunu, ancak dünya popülasyonunun en az üçte ikisinin trans yağlara maruz kaldığını belirtti. TKD üyesi Prof.Dr. Nurcan Arat, “Trans yağ ile beslenme kadın erkek fark etmeksizin kalp hastalığı riskini artırıyor. Bunun dışında; tip 2 diyabet gelişimi, insülin direnci, metabolik sendrom, yağ alımı ile ilişkili bazı kanserler, gebelik süresinin kısalması, preeklampsi riski, bebeklerde görme, nöro-gelişimi ve büyüme problemleri, çocukluk çağı alerjileri vb. olmak üzere çeşitli sağlık sorunlarının gelişimiyle de ilişkilidir. Cinsel işlevler üzerine olumsuz etki, sinir sistemi ve bilişsel fonksiyonlarda bozukluklar gibi sorunlara yol açabiliyor. Ayrıca Alzheimer hastalığı riskini arttırdığını gösteren çalışmalar da bulunuyor ’’dedi. KASIM - ARALIK 2018 / PS 47
GASTROENTEROLOJİ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
TRANS YAĞLAR BAŞTA KALP VE DAMAR SAĞLIĞI OLMAK ÜZERE SAĞLIĞIMIZI OLUMSUZ ETKİLİYOR Prof. Dr. Metin Başaranoğlu Gastroenteroloji Uzmanı Son yıllarda iyileştirme yapılmış olsa da halen birçok işlenmiş gıdada özellikle de merdivenaltı tabir edilen gıdalarda yüksek oranda trans yağ kullanılmaya devam ediyor. Etiket okuma alışkanlığımız halen gelişmiş değil ayrıca okunmayacak kadar küçük puntolarla yazılılıyor.‘Trans yağ yoktur’ ibaresine de ne kadar güvenilir, tartışmaya açıktır. Günlük hayatımızda çoğu zaman fark etmeden tükettiğimiz trans yağların sağlık üzerine yeni etkileri ise her geçen gün biraz daha ortaya çıkıyor. Bir önceki sayımızda yer verdiğimiz ‘Nişasta Bazlı Şeker’ dosya konumuzun 48 PS / KASIM - ARALIK 2018
devamı niteliğinde, bu kez 2023’de tüm ülkelerce sıfırlanması yoluna gidilmesi zorunlu hale getirilen Trans Yağları ele aldık. Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Metin Başaranoğlu; ‘‘Kesinlikle uzak durulmalı, sınırlandırmalı ve sıfırlanmalıdır’’ diyerek sağlık üzerindeki olumsuz etkisini altını çiziyor. Prof. Dr. Metin Başaranoglu ve Stj. Diy. Merve Güney ile trans yağların sağlık üzerindeki etkisini konuştuk.
nellenen grubu alt başlıklara ayırmaktır. Toplam yağdan gelen enerjinin %10’undan daha azı doymuş yağlardan (hayvansal besinlerde bulunan yağ, tereyağı, içyağı, kuyruk yağı), %12-15’i tekli doymamış yağlardan (zeytinyağı, fındık yağı, kolza- kanola yağı) ve %7-10’u ise çoklu doymamış yağlardan (mısırözü, soya, ay çiçeği ve pamuk yağı, balık, balık yağı, ceviz, keten tohumu) gelmelidir.
‘‘ KULLANILAN YAĞLARI İYİ BİLMEK LAZIM ’’
TRANS YAĞ ASİTLERİ BİRÇOK HASTALIĞIN OLUŞMASINDA RİSK FAKTÖRÜ
Yağlar uzun yıllardan beri diyette kısıtlanan, kilo denildiğinde ilk suçlanan besin grubudur. Günlük diyet enerjisinin %20 -35’inin yağlardan gelmesi önerilmektedir. En doğrusu ise, bu ’yağlar’ diye ge-
Trans yağ asidi alımının enerjinin %1’inden az olması önerilmektedir. Çünkü, bitkisel yağların kısmi hidrojenasyonu yoluyla üretilen endüstriyel trans yağ asitlerinin tüketimi başta kalp ve damar
GASTROENTEROLOJİ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
‘‘ Etiket bilgisi okunarak toplam yağ doymuş yağ trans yağ kolesterol içerikleri kontrol edilmelidir ’’
hastalıkları, diyabet, obezite, kanser gibi hastalıkların riskini artırır ve düşük yani toplam enerjinin %1-3 oranında tüketilmesi bile bu hastalıkların risk faktörlerine neden olabilir. Bu sebeple, tüketiminin birçok hastalığa sebep olması ve / veya birçok hastalığın riskini arttırması sebebiyle uzmanlar trans yağların tüketiminin sıfırlanmasını önermektedir. Türkiye’de bu konuda yapılmış bir araştırma var mı? 2010 yılında yapılan Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması (TBSA) verilerine göre vatandaşımız enerjinin %34’ünü yağlardan ve bunun %11,4’ünü doymuş yağlardan almakta. Bu değerler maalesef önerilenlerin üstündedir. En çok hangi gıdalarda kullanılıyor? Günlük hayatımızda çoğu zaman fark etmeden tükettiğimiz trans yağların başlıca kaynakları paketli krakerler, margarin, çörekler, kurabiyeler, poğaçalar, turtalar, kek karışımları, kızartmalar, soslardır. Otoritelerin önerileri sizce yeterli olacak mı? Ülkelerin bakışı ve ilerleme nasıl? Yakın tarihli Birleşmiş Milletler üst düzey toplantısında gıda ürünlerinde trans yağların azaltılması veya ortadan kaldırılmasına yönelik politikaların önemi vurgulanmıştır. Aynı zamanda ABD’de FDA gıda ve ilaçların denetlenmesi ve düzenlenmesinden sorumlu otorite olarak kısmen hidrojenize edilmiş yağların ve trans yağların gıdalarda kullanılmasının güvenli olmadığına yönelik bildiri yayınlamıştır. 2005 yılından itibaren uygulanmak üzere tasarlanan bir başka çalışmada, Kanada hükümeti besinlerdeki trans yağ
içeriklerini kontrol etmiş ve önerilen değerlere yaklaştırmak için çalışmalar yapmıştır. Aynı zamanda, bu çalışma ile gıda içeriklerini reformüle ederken trans yağları doymuş yağlar yerine doymamış yağlar ile değiştirmeyi hedeflemiştir. PAKETLİ GIDALARIN ÇOĞUNUN TRANS YAĞ SINIRINI AŞTIĞI GÖZLEMLENMİŞTİR Sınırı aştığı gözlemlenen paketli gıdalardan bir kaçı; kahve için süt tozları, çörekler, bisküviler, patlamış mısır, poğaçalar, süt ürünü içermeyen peynirler (vegan) ve sürülme çikolata vb. ürünlerdir. Bu ürünler yeniden formüle edilmiş ve trans yağ içerikleri azaltılmaya çalışılmıştır. Tavsiye edilen sınırlar altına çekilse bile bu ürünlerin aşırı tüketiminde insan sağlığı tehdit altındadır. Daha önce de belirtildiği gibi uzmanlar trans yağların sınırlandırılmasının yanı sıra sıfırlandırılmasını önermektedir. DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN DOYMUŞ YAĞ ORANININ ARTIYOR OLMASI! Yeni formüllerle tarifleri baştan düzenlenen bu gıda ürünlerinin trans yağ içerikleri azaltılırken sağlık için zararlı olan doymuş yağ oranlarının artması ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır. Zaten trans yağ içeriği düşük olan gıdalara bakıldığında doymuş yağ oranları artmamıştır. Fakat, trans yağ oranları çok yüksek olmamasına rağmen doymuş yağ içeriği yüksek olan paketli çikolata kaplı ürünler, bisküviler, kremalı bisküviler, browniler, kekler, pudingler gibi gıdaların düşük trans yağ hedefine ulaşmasına rağmen artık daha yüksek doymuş yağ içerdiği gözlemlenmiştir. Bu gibi sonuçlar benzer birçok çalışmada karşımıza çıkmaktadır.Temel amaç ; ‘trans
yağ yerine doymamış yağların geçmesi’ olmalıdır. Hedefe bazı ürünlerde başarılı şekilde ulaşılmıştır ve çalışmalarca kaydedilmiştir. Uzmanlık alanınızı yakından ilgilendirdiği için öneriniz nedir? Reformülasyon ile gıdaların daha az trans yağ içermesi veya tamamen trans yağlardan arındırılması için hükümetler ve araştırmacılar beraber çalışmalıdır ve trans yağ yerine doymuş yağların geçmesi gibi olası sağlık üzerinde olumsuz etkiler oluşturacak sonuçları değerlendirmelidir. Bu gibi yaklaşımlar ve yeni düzenlemeler nüfusun tüm kesimleri için sağlık faydaları sağlayacaktır.Ancak henüz Türkiye’de bu yönde başlatılmış istenilen nitelikte sağlık politikası veya yürütülen gıda endüstrisi kontrol, izlem çalışmaları yoktur. Trans yağ tüketimini azaltmaya yönelik öneriler...
. Pişirme yöntemi olarak; kendi
yağında pişirme, haşlama, ızgara, mümkün olabildiğince kısa süreli düşük sıcaklıkta fırında pişirme ile buharda pişirme yöntemi tercih edilmelidir. . Kızartma işlemi uygulanmamalıdır. Besinlerin kızartılarak tüketilmesi ve fırıncılık ürünleri ile trans yağ alımı artmaktadır. . Ambalajlı tüketime sunulan gıdalar içerisinde etiket bilgisi okunarak; toplam yağ, doymuş ve trans yağ ile kolesterol içerikleri kontrol edilmeli. . Etiketinde «hidrojenize» ve «kısmi hidrojenize» ifadesi bulunan yağların tüketimi sınırlandırılmalıdır.
Türkiye Beslenme Rehberi
Röportaj: Zeynep Çetinkaya
KASIM - ARALIK 2018 / PS 49
KALP SAĞLIĞI
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
Kalp krizi
her zaman belirti vermez! Yaşamın her evresinde sağlıklı bir kalbe sahip olmak için koruyucu önlemler almak büyük önem taşıyor. Kaliteli ve uzun bir yaşam için kalp sağlığının korunması adına her gün yeni çalışmalar yapılıyor. Pek çok sağlık kuruluşu ve uzman kalp sağlığı için uyarılarda bulunuyor. Bütün bunlara rağmen kulaktan kulağa yayılan bilgiler kalp sağlığıyla oynayabiliyor. Prof. Dr. Bingür Sönmez Memorial Şişli Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı
50 PS / KASIM - ARALIK 2018
Memorial Şişli Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez, kalp sağlığıyla ilgili uyarılarda bulundu, alıması gereken önlemleri sıraladı.
KALP SAĞLIĞI
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
KALP SAĞLIĞINIZLA İLGİLİ BİLMENİZ GEREKEN 7 GERÇEK! 1. Diş çürüğü kalbi etkiler Sağlıksız ve iltihaplı dişler, insan vücudundaki bütün organları olumsuz yönde etkiler ama kalbinde herhangi bir sorun olmayan kişilerde “Diş çürüğü kalp krizini tetikler” demek tam olarak doğru olmaz. Ancak kalp kapak hastalıklarında diş kökü enfeksiyonları çok önemlidir. Sağlıklı bir vücuda mikrop girdiği zaman, bağışıklık sistemi bu mikrobu imha edebilir ama kalp kapak hastalığı olanlarda vücuda giren mikrop kalp kapağına yerleşir. Tıbbi adı “Enfektif endokardit” olan kalp kapağı enfeksiyonu meydana gelir, ki bu da ciddi bir sorundur. Bu enfeksiyon antibiyotiklere çok dirençlidir. O nedenle de kalp kapak sorunu olan hastalara, kanamalı bir diş tedavisi yapılacaksa tedaviden iki saat önce kullanmaları üzere bir antibiyotik reçete edilir. 2. Gençler de kalp krizi geçirir Kalp kontrolü ilk olarak bebek anne karnındayken başlamalıdır. Yapılan fetal eko tetkikiyle her türlü kalp hastalığı bebek anne karnındayken saptanabilir. Karıncıklar arası delik, kalp kapak darlıkları, kulakçıklar arasında geniş delik, kalpten çıkan ana damarların yer değiştirmesi, birçok kalp bozukluğu ve kalp hastalıklarının tanısı konulur. Bunun yanında çocuk beş yaşına gelene kadar mutlaka bir eko çekilmelidir. Ayrıca hayatın ilk 20 yılında çocuk ve gençlerin kan yağlarına, kolesterol değerlerine birkaç kez bakılmalıdır. Çocuk ve gençlerde gözlenen ve kalp krizi olarak yorumlanan ölüm olaylarının nedeni doğumsal kalp anomalilerine bağlı ritim bozukluğu ve kalp durmasıdır. Ritim bozuklukları doğuştan gelen kalp hastalıkları, kalp büyümesi, kapak hastalıklarına bağlı olabildiği gibi genetik geçiş gösteren sorunlar da sebep olabilir. Bu nedenle “Çocukların ve gençlerin kalp kontrolü yapmasına gerek yok” algısı yanlıştır. 3.Kalp için hareket önemli Kalp sağlığı için illa spor salonlarına gitmeye ya da yürümek için yürüyüş bantları kullanmaya gerek yoktur. Özellikle 40 yaş üstü kişilerde yürüme bantları ortopedik travmaya sebep olabilir. Oysa sokakta yapılacak bir yürüyüş sadece kalp değil ruh sağlığı için de faydalıdır. Kalp sağlığını korumak için vücudu hırpalayacak şekilde 10 bin adım atılması
yarar getirmez. Günlük beş bin adım üzerinde atmak, ki bu 3,5 km eder, 45 dakika yürümek yeterlidir. Yürüme hızı ne çok fazla ne çok yavaş olmalıdır. Yürümeye başladığınızda nabız ölçümü yapmak, yürüme bitiminde artı 20 nabız sayısı varsa bu faydalı bir yürüyüştür. Ayrıca spor salonlarında kalp sağlığı amaçlı yapılan sporlarda nabzın üst sınırı 120-125’i geçmemelidir. Ayrıca hareketsiz yaşam kalbin düşmanıdır. Tüm gün ofiste hareketsiz çalışanlar da hekimlerine danışarak ofiste yapabilecekleri egzersizleri öğrenip uygulamalıdır.
menopozla birlikte ortadan kalkmasıdır. Östrojen etkinliğinin azalmasına bağlı olarak tabiat kadınlarda tamamen tersine döner ve koroner hastalıklarla beraber şeker, kolesterol, yüksek tansiyon, kemik erimesi de östrojen etkinliğinin azalmasıyla ortaya çıkmaktadır. Emzirmemek tabiatın kadınlara armağanı olan östrojen hormonunun erken kaybolmasına neden olur. Bu nedenle kadınlar erkekler kadar koroner kalp hastalıkları riskini taşımaktadır. Ayrıca kadınlar sigarayı bırakma konusunda son derece başarısızlar.
4.Yumurta kalbin düşmanı değildir Yumurta, belki de paketi içinde doğadan gelen tek yiyecektir ve içine katkı maddesi koyulamayacak bir gıdadır. İçinde 12 vitamin, 11 minerali barındırır. Vücudumuz tamamen sebze ve yeşillikle beslense bile günde 5- 5,5 gram kolesterol üretirken bir yumurtadan alınan 200 mg kolesterolün hiçbir önemi yoktur. Kalp hastası olsun ya da olmasın herkesin günde bir tane yumurta yemesi gereklidir. Ancak her besinde olduğu gibi yumurtanın da fazlası sakıncalıdır. Örneğin günde iki yumurtadan fazlası yendiğinde kan yağlarında yükselme meydana gelir, bu da kalp sağlığını olumsuz etkiler. Çocuklar ve yaşlılar günde bir yumurta, yetişkinler ise kesinlikle gün aşırı bir yumurta tüketmelidir.
6. Yüksek tansiyon her yaşta görülebilir Kalp hastalıkları çok faktörlüdür. Genetiğinde kalp sorunu olmayan, kilolu olmayan, stresli olmayanlarda da kalp hastalıkları görülebilir. Özellikle gençler tansiyonlarının yüksek olduğunun farkında olmayabilirler. 20-22 yaşında yüksek tansiyon nedeniyle aort damarı yırtılan vakalar da vardır. Türk Kardiyoloji Derneği’nin yaptığı bir çalışmaya göre, yüzde 50’den fazla kişi tansiyonunun yüksek olduğunun farkında değil. Tansiyon yavaş yavaş yükselirse kendisini belli etmeyen bir sorun. O nedenle 20 yaş öncesinde de, 20 yaş sonrasında tansiyon, kan yağları gibi kalp tetkikleri mutlaka yapılmalıdır.
5.Kadınlar da kalp hastası olur Kadınlarda bundan 20-30 sene öncesinde kalp hastalıklarının görülme oranı erkeklere oranla daha düşüktü. Ancak modern yaşamla birlikte kadınlar da erkekler gibi çalışma hayatının içinde yer almaktadır. Son yıllarda kadınlar gündüz işyerinde çalışmakla birlikte akşamları ikinci bir iş olarak evleriyle ilgilenmeye başlamışlardır. Ve kadınların sigara içme oranı eskiye göre daha da yükseldi. Kadınlarda kalp sağılığı deyince, ilk akla gelen faktörlerden biri, östrojen hormonunun kalbi korumasıdır. Östrojenin kadınlarda damarlar üzerinde koruyucu etkisi olduğu bilinmektedir. Bunun yanında östrojen damar iç yüzeyindeki parlak yüzeyi korur, damar sertliğini önler. Ama östrojenin bir özelliği de
7. ‘Sessiz kalp hastalığı’na dikkat! Kalp krizi her zaman belirti vermez ve ilk ağrı kalp krizi belirtisi olabilir, ilk kalp krizi ölüme yol açabilir. Klasik olarak şanslı olan kişiler ağrı yaşayanlardır. Çünkü ağrı vücudun ilk tepki mekanizmasıdır. Omuzlar, göğüs ortası, kollara vuran ağrı, huzursuzluk, baskı, karıncalanma, daha önce yaşanmamış hisler kalp krizi belirtisi olabilir. Bu bazen ağrı, bazen çarpıntı olabilir. Fakat asıl korkunç olan ‘sessiz kalp hastalığı’dırs. Bu hastalarda ağrıyı uyaran mekanizma bozulduğu için hayat kurtarıcı mesajlar gönderilmez. Sabah yatağında ölü bulunan, halı sahada yaşamını yitiren genç insanlar sessiz kalp hastalarıdır. O nedenle kalp kontrolleri rutin olarak önerilmektedir.
KASIM - ARALIK 2018 / PS 51
DAMAR SAĞLIĞI
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
KARBONDİOKSİT ANJİYOSU Böbrek yetmezliği ve alerjik rahatsızlıkları olan hastalarda önemli avantajlar sağlıyor.
52 PS / KASIM - ARALIK 2018
DAMAR SAĞLIĞI
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
, ‘‘ Karbondioksit vasküler görüntüleme
için güvenli ve yararlı bir kontrast ajanı haline gelmiştir. Periferik atardamar ve toplardamarlarda balon anjioplasti ve stent işlemlerini yapabilmek mümkündür.
’’
Damar hastalıklarının tanısında anjiyografi büyük önem taşıyor. Ancak, alerjik reaksiyon ve böbrek hasarı en sık görülen sorunların başında geliyor. Son dönemlerde yeni vasküler girişimsel prosedürlerde kullanımı hızla yayılan Karbondioksit Anjiyografisi, özellikle böbrek yetmezliği ve alerjik rahatsızlıkları olan hastalarda önemli avantajlar sağlıyor. Memorial Hizmet Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahi Bölümü’nden Prof. Dr. Harun Arbatlı, karbondioksit anjiyografisinin klinik uygulamaları hakkında sorularımızı yanıtladı. Öncelikle karbondioksit gazının özelliğinden bahseder misiniz? Damar için kullanım avantajı ve diğer gazlardan farkı nedir? Karbondioksit atmosferde ve insan vücudunda doğal olarak oluşan renksiz, kokusuz bir gazdır. İnert yani reaksiyona girmeyen bir gaz olan karbondioksit, vücudumuza verdikten kısa bir süre sonra kanın içerisinde hemen eriyip solunum ile atılabiliyor. Oksijen ve azot gazı gibi diğer gazlardan yapısı farklı. Oksijeni direkt kana verdiğimizde erimiyor. Azot gazı ise çok daha ciddi tıkanıklıklara, vurgun gibi durumlara sebep olabiliyor ve emboli yapabiliyor. Bu ve başka sebeplerle bu tip gazlar, damar içinde kullanılamaz. Karbondioksit bu yapıda bir gaz değil. Çok kısa süre içerisinde kanda çabucak eriyen bir gaz. Ayrıca, röntgende gayet iyi görüntü veriyor
DSA ile anjiyoya etkisi ve katkısı nedir? Karbondioksit görüntüleme tekniği, ilk çalışmalar 1970’li yıllara kadar gidiyor. Röntgen ışını altında kontrast madde olarak karbondioksitin kullanılması esasına dayanıyor. Güvenli ve iyi tolere edildiğini gösteren klinik çalışmalar ve 1980’lerde Digital Substraction Methodu (DSA)’nun ortaya çıkmasıyla, karbondioksit anjiyosunun yapılabileceğini gösteriyorlar. Daha önce gerek karbondioksit gazının saflaştırılmış olarak kullanılmıyor durumda olması ve hava ile karışabilmesi bu yöntemin kullanılmasını güçleştiriyordu. Karbondioksit gazının tıbbi yöntemlerde yaygın olarak kullanılmaya başlanması ile vasküler görüntüleme için güvenli ve yararlı bir kontrast ajanı haline gelmiştir. DSA görüntüleri nasıl metotla veriyor? DSA, bir görüntü alanındaki kemik yapılar gibi kontrast oluşturan bölgeleri anjio sonrasında elde edilen görüntüden çıkartarak, sadece anjiyosu yapılan damarı görünür kılan bir metod olarak tanımlanabilir. Bu yöntemle kontrast madde geçerken, darlıklar, genişlemeler tıkanıklıklar, damar yapısına ait diğer özellikler daha iyi görünüyor. Karbondioksit anjiyosu ile periferik atardamar ve toplardamarlarda balon anjioplasti ve stent işlemlerini yapabilmek mümkündür. Kontrol edilebilir bir gaz diyebilirmisiniz? Aslında çok kolay kontrol edilebilen bir gaz değil. Bu durum uygulayan hekimler için geçerli bir zorluk, hasta ile ilgili değil. Belli bir hızla ve yöntemle vermek gerekir. Bu sırada özel bir yazılım ve bilgisayar donanımı ile o görüntüleri istiflemek,
Prof. Dr. Harun Arbatlı Memorial Hizmet Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahi Bölümü
birbirleriyle birleştirmek gerekiyor. Böyle olduğu zaman çok güzel görüntüler elde edilebiliyor. “GEREKLİ OLDUĞUNDA BT ÖNEMLİ AMA, KONTRASTSIZ OLARAK TERCİH EDİLMELİ’’ Çok sıklıkla kontrast madde kullanılan tetkikler isteniyor. Bu yöntem uygun hastalar için daha güvenli daha az yan etkili diyebilir miyiz? Bu yöntem birebir bilgisayarlı tomografinin yerini tutmuyor. Ancak kontrast yerine karbondioksit kullanılarak yapılan BT incelemelerine dair yayınlara literatürde rastlıyoruz. Yakın gelecekte karın bölgesi ve daha aşağı seviyelerde BT incelemelerinde kontrast madde yerine karbondioksit kullanımı yaygınlaşabilir. Kontrast maddeler yan etkileri olan ve hastalara çok ciddi hasarlar verebilen ajanlar. Özellikle böbrek yetmezliğinin önemli sebeplerinden biri. Özellikle anevrizma hastalarında BT önemli, ancak kontrastsız olarak tercih edilmeli. Direkt kontrastlı BT çekelim demek, hatalı. Biz eğer bir anevrizma hastasında girişimi erken dönemde planlamıyorsak ve takipte tutuyorsak damar çapının genişliğini tespit etmek için kontrastsız BT tercih ediyoruz. Sizin kullanıma başlamanız nasıl oldu? Karbondioksit anjiyosu yöntemini hastalara zarar vermeden uygulayabilir miyiz diye aslında uzun zamandır üzerinde çaKASIM - ARALIK 2018 / PS 53
DAMAR SAĞLIĞI
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
‘‘ Karbondioksit anjiyografisi, arteriyel ve venöz dolaşımları görüntülemek için, özellikle böbrek yetmezliği olan hastalar, ya da iyotlu kontrast maddelere karşı aşırı duyarlılık öyküsü olan hastalar için alternatif bir intravasküler kontrast ajan olarak kullanılmaktadır ’’
lıştım, halen de çalışıyorum. Daha önce çalıştığım kurumlarda uygulamaya başladıysak da, donanım eksikliğinden tam yol kat edememiştik. Şimdi TBV Memorial Hizmet Hastanesi’nde bu işlemi yapabilmek için gerekli olan donanım ve yazılıma sahibiz. Ayrıca bu hastanemiz özellikli bir hastane. Ağırlıklı böbrek hastalarına hizmet veriyoruz.
su gereken, diyalize girmemiş ya da girmek üzere olan hastalarda karbondioksit anjiyosu ile kontrastsız madde ile artık oldukça güzel sonuçlar alabiliyoruz. Hatta bazı hastalar var ki, diyalize haftada 2 kez giriyor. Rutini 3’tür. Biraz böbrek rezervi kalmış hastalar için de bu çok önemli. Kısıtlı böbrek rezervi olan hastalarda da kullanır hale geldik.
Özellikle böbrek ve diyaliz hastaları için önemli bir avantaj diyebilirmisiniz?
Görüntü klasik anjiyografiden farklı mı?
Evet diyebilirim. Alerjik reaksiyonların yanı sıra anjiyografide kullanılan kontrast madde böbrek hasarlarına da neden olabilmektedir. Böbrek hasarı varsa, büyük oranda böbrek yetmezliğine kadar götürebiliyor. Anjiyo sırasında kontrast madde kullanılması böbrek hasarı olasılığını %11 düzeyine kadar çıkabilmektedir. “Kontrast nefropatisi” olarak adlandırılan bu durum karbondioksit anjiografisi tekniği kullanılarak önlenebilmektedir. Hemodiyaliz, böbrek hastaları için hayati öneme sahip. Diyalizde atardamar ve toplardamar kullanıyoruz. Özellikle birçok hastamızda bacak damarı tıkanıklığı veya kol damarlarındaki fistüllerinde arteriovenöz fistül sorunları oluyor. Böbrek anjiyo54 PS / KASIM - ARALIK 2018
Görüntüler normal kontrastlı anjiyografi ile büyük oranda uyumlu. Görüntüde şüpheye düştüğümüz noktalarda çok düşük dozlarda kontrast madde kullanarak bu şüphemizi gidermek de mümkün. En önemli avantajı; tam net bir görüntü sağlamasa da kateter ve kılavuz tellerimizi ilerletirken kontrast madde vermeden işlem yapabiliyor olmamız. Standart anjiografi ile arasında doz avantajı var mı? Varsa ne oranda? Öncelikle kontrastlı anjiyoya göre faydası iki yönlü. Madde kullanmayabiliyoruz, kontrast madde kullanmamız gereken durumlarda kullanım dozunu onda birine kadar indirebiliyoruz. Bir klasik ya da kontrastlı anjiografide aort veya diz üstü
damarları görmek için 30-40-100 cc ye kadar çıkabiliyoruz. Bunda öyle bir şey yok. Örneğin 5 cc veriyoruz. Mikro düzeyde küçük damar dallarına verdiğimiz madde zaten çok yük tutmuyor. O noktaya kadar selektif olan kılavuz teli, kateter için kullandığımız madde az ama daha yukarıda daha fazla kullanmak gerekiyor. Hasta açısından risk minimize ediliyor. Hekim olarak size yarattığı farklı güçlükleri var mı? Bizim için zor demeyelim ama bazı güçlükleri var. Kontrast madde vermekteki kadar konforlu değiliz. Belli bir basınçta olması gerekiyor. Özel kateterler ile selektif olarak kullanımı gerekiyor, el enjeksiyonu yapıyoruz. İşlem öncesi Doppler ultrasonografi ile damar yapısını inceliyoruz, kısmen dopplerle işimizi kolaylaştırıyoruz. Doppler görüntülerinin güvenli olduğu bölgelerden gereksiz anjiografiler almadan geçebiliyoruz. Hastaya göre ve damarın yapısına göre çözüm üretiyor, karar veriyoruz. Doktor açısından radyasyonun etkileri fazla olabiliyor. Bu sebeple kendimizi iyi korumak gerekiyor. Kurşun önlükler, özel gözlükler gibi. Tecrübemiz arttıkça, neyi nasıl yapmamız gerektiğini dah iyi biliyoruz.
DAMAR SAĞLIĞI
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
“Kontrast madde kullanımını çok azaltıyor olması ile özellikle böbrek yetmezliği hastalarına önemli avantaj sağlamış olduk” Anestezi gerekiyor mu? Bu hastalarda sedasyon ihtiyacı olabiliyor. Hafif bir uyku verici bir ilaç kullanıyoruz. Çok uç damarlara gittiğinde biraz yanma yapabiliyor. Ayağın damarını görüntülediğimizde parmak uçlarına doğru bir yanma hissedebiliyorlar. Ancak fistül hastalarında, diyabetik ayak hastalarında ve özellikle böbrek kısıtlığı olan diyabet hastalarında biliyorsunuz ki diyabet demek böbrek hastalığı demek. Bu hastalara çok büyük bir konfor getirdi. Hangi sıklıkta uyguluyorsunuz ve operasyonun süresi yaklaşık nedir? Oldukça sık yapıyoruz diyebilirim. Haftada en az 3-4 hastaya uyguluyoruz. Süreye gelince; her hastaya ve duruma göre süre değişiyor. Tek damara müdahale etmemiz gereken bir durum olduğunda diz üstü seviyesinde 20-30 dakika içerisinde işlem biter. Diz altında ise hasta ve damara göre biraz daha uzun sürebiliyor. En sık hangi endikasyonlarda kullanıyorsunuz ve endikasyon dışı bölgeler var mı? Kullanım endikasyonu diyafram ve altında. Karın zarı ya da diyafram üstü dediğimiz bölgeden yukarı tarafta kullanamıyoruz. Torasik aort, koroner arter ve serebral dolaşımda kullanılmıyor.
Serebral dolaşımında kısa da olsa akım kesintisine yol açabilmektedir. Hava kontaminasyonu olmaması için azami dikkat sarfedilmelidir. Küçük bir miktar hava sisteme girecek olursa sıkıntılar olabilir. Kalpte de benzer şekilde etkiler yaratıp aritmilere neden olabileceği için karbondioksit anjiyosu kalp ve beyin dokusunun görüntülemesinde kullanılmıyor. Ayrıca kalp hareketli bir organ olduğu için DSA görüntüsü alınamıyor. Kısaca diyafram üzerinde kullanmıyoruz, diğer tüm arteriyel ve venöz dolaşımlarda kontrast madde olarak karbondiokasit gazı kullanabiliyoruz. Sadece, diyaframın üstü olmasına rağmen kolda arteriovenöz fistül için kullanabiliyoruz. Bunların dışında abdominal aort anevrizması tamirinde de kullanıyoruz. Burada önemli olan, tüm endikasyonlarda kullandığımız kontrast madde kullanımını çok azaltıyor olması.
•Böbrek nakli olmuş, böbrek atardamarının ya da bir başka periferik atardamarın görüntülenmesi gereken hastalar
Son olarak söylemek ya da eklemek istediğiniz bir şey var mı?
•Kontrast maddeye karşı bilinen alerjik reaksiyonu olan hastalar
Karbondioksit anjiyosu kontrast allerjisi ve böbrek yetmezliği olan hastalarda bilinen tek güvenli kontrast ajandır ve kontrast kaynaklı nefropatiyi önleyebilir. Yüksek miktarda kontrast madde gerektiren tanısal arteriyografide ve endovasküler girişimlerde tanı ve müdahale için gerekli vasküler bilgileri sağlayabilir. Uygun hastalar için son derece avantajlara sahiptir.
•Alerjik astım öyküsü olan hastalarda anjiyografi gereksinimi olduğunda, ilk seçenek olarak akla gelmelidir.
KARBONDİOKSİT ANJİYOSU
•Periferik arter hastalığı olan ancak böbrek fonksiyonlarının sınırda olması nedeniyle konvansiyonel anjiyo yapılamayan hastalar
•Diabet ile birlikte böbrek fonksiyonları bozulmaya başlamış damar hastaları •Hemodiyalize bağlı kronik böbrek yetmezliği hastalarında AV fistülün görüntülenmesi
KASIM - ARALIK 2018 / PS 55
AKCİĞER SAĞLIĞI
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
KOAH YETERİNCE CİDDİYE ALINMIYOR!
Dünya çapında milyonlarca insanı etkileyen ve yüksek düzeyde ölüm oranına sahip olan KOAH, hem tıbbi hem de finansal açıdan ciddi sonuçlara yol açıyor. Risk faktörleri ve hastalıkla ilişkili semptomlar konusundaki bilgi eksikliği, bu sağlık sorununun hafife alınarak yetersiz tanı konulması anlamına geliyor. İtalyan ilaç firması Chiesi, Dünya KOAH Günü nedeniyle Avrupalılar arasında Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) bilinci ve algısı ile ilgili verileri sundu. 5 Avrupa ülkesinden 18 yaş ve üstü 4,250 kişilik grupla yapılan araştırma sonuçları Avrupalıların halen yeterince KOAH’ı ciddiye almadıklarını gösteriyor. Araştırmaya göre; •Neredeyse tüm vakalarda (%95) hastalık ciddi veya çok ciddi olarak sınıflandırılsa da ankete katılanların sadece %16’sı risk altında olduklarına inanmaktadır. •Katılımcıların yalnızca yaklaşık %5’i bu hastalığı bir doktordan duyduklarını belirtirken %36’sı medyayı özellikle radyo ve televizyonu ana bilgi kaynağı olarak göstermektedir. •Hastaların %25’i reçeteyle yazılan tüm ilaçları bazen zamanında alamadıklarını söylemektedir. Sonuçlar “KOAH: bilgi, deneyim ve yaşam kalitesi üzerine etkiler” başlıklı Eurisko Gfk tarafından yapılan araştırmalardan elde edildi. Hem genel nüfus hem de hastalıktan etkilenenler üzerinde gerçekleştirilen anket, İtalya, Almanya, İspanya, İngiltere ve Belçika’dan 18 yaş ve üstü 4,250 kişilik bir grubu kapsıyor . DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ’NE GÖRE KOAH 2016’DA 3 MİLYON ÖLÜME NEDEN OLDU İtalya’da, İstat’a (İtalyan Ulusal İstatistik Enstitüsü) göre, hastalık yetişkinlerin %5,6’sını yani yaklaşık 3,5 milyon kişiyi etkilemekte ve solunum hastalığına bağlı 56 PS / KASIM - ARALIK 2018
ölümlerin %55’inden de yine KOAH sorumlu. Araştırma, bu hastalığın hala sıklıkla teşhis edilmediğinin ve dolayısıyla hafife alındığının altını çiziyor. İnsanlar, bunun ciddi bir hastalık olduğunu ancak sağlıklı bir yaşam tarzının ve tıbbi kontrollerin hastalığın ortaya çıkmasını engellediğini bildikleri halde, KOAH ile ilgili risk algısı, genel nüfusta yine de düşük kalmaktadır. Görüşülen kişilerin sadece %16’sı hastalığın şiddetinin farkında olmalarına rağmen (%95) kendilerini risk altında görmektedir. SİGARA VE KİRLİLİK, ANA RİSK FAKTÖRLERİ ARASINDA Sigara ve kirlilik, ana risk faktörleri arasında sırasıyla %80 ve %54’lük bir oranla yer almaktadır’.Son olarak, düşük risk algısı seviyesine hastalıktan etkilenen kişilerin sınırlı bilgisi de eklenmektedir: görüşülen kişilerin %84’ü KOAH’tan şikayetçi kimseyi tanımıyor. İtalya %97’lik bir oranla geriden gelmektedir. Bilgi kaynakları: KOAH’ı duyduğunu belirtenlerin ortalama %36’sı medyayı (özellikle radyo ve televizyon) ana bilgi kaynağı olarak göstermektedir. İspanyol katılımcılar için bu oran %56’ye yükselmektedir. Klinik hekimler bilgi sağlamada ikincil bir rol oynarlar: hekime danışan hastaların ortalama yüzdesi yaklaşık %5 civarındadır ve bu oran Belçika’da %15’e ulaşmaktadır. Hastaların hangi hekimlere danıştıkları daha yakından incelendiğinde şu sonuçlar ortaya çıkmıştır: %60’ı aile hekimlerine başvururken,%39’u akciğer uzmanına danışmaktadır. Tek istisna: Büyük Britanyalı katılımcıların sadece %10’u bir uzmana danışmaktadır. Hekim ile hastanın iletişimi, görüşülen kişilerin çoğunda temel kabul edilir: hastaların ortalama %82’si insancıllık ve dinleme yeteneği gibi özelliklerin hekim seçiminde anahtar olduğunu belirtmektedir. Yetenek ve uzmanlık ise %81 ile ikinci sıradadır.
Hekim-hasta etkileşiminde hekim, mevcut tıp dilini kullanır ve hasta, sahip olduğu kültürel ve dilsel birikime bağlı olarak anlayabileceği kadarını anlar. Medya, uzmanlar ve pratisyen hekimler de aynı belirsizliği yaşıyor. Ferrara Üniversitesi, Solunum Profesörü ve Anabilim Dalı Başkanı ve Acil Servis Solunum Ünitesi Direktörü Alberto Papi, hasta hekim ile ilişkili olarak şöyle diyor: “KOAH karmaşık bir hastalık olduğu için, sağlık uzmanları hastalığı anlatırken basit bir dil kullanılmalı. Kitle iletişim araçları tarafından yayınlandığı görülen, hastalığa ya da risk altındaki hastalara yönelik önemli bilgileri çoğunlukla iletemiyoruz. Bu nedenle, hastalığın sürekli olarak tanımlanması, sınıflandırılması ve tedavi edilmesi gereken bir klinik durum olarak yetersiz algılanması ve yanlış anlaşılması şaşırtıcı değildir. Ayrıca, her randevuda solunum cihazlarının doğru kullanımı ile kontroller tekrar edilmediği takdirde, tedaviye uyumun özellikle düşük olması sürpriz değildir. Dolayısıyla, şu anda mevcut olan tedavi seçeneklerinin ulaşmamıza imkân verdiği önemli klinik sonuçları elde etmek için KOAH hastalarının tanı ve tedavi yoluna yönelik olarak daha bilinçli olmaları gerekmektedir.” BİRDEN FAZLA İLAÇ KULLANIMI TEDAVİYE UYUMU OLUMSUZ ETKİLEYEBİLİYOR Genel nüfus, %33’ü KOAH’ın bir ilaçla kontrol altında tutulabileceğine, ancak tedavi edilemeyeceğine inanmakta iken sadece %6’sı tedavi edilebileceğini ve iyileştirilebileceğini düşünmektedir.Halen tedavi görmekte olanlar arasında: ortalama %35’i (İtalyanların %50’si) tek bir ilaç alırken, görüşülenlerin %23’ü 3 veya daha fazla ilaç almaktadır. Birden fazla ilaç almak zorunda kalmak tedaviye uyumu etkiler. Özellikle görüşülenlerin %25’i bazen tüm ilaçlarını alamadıklarını belirtmektedir. Bu nedenle, tedavinin karmaşıklığı, tedaviye uyumu azaltan önemli bir unsurdur.
AKCİĞER SAĞLIĞI
KOAH ZATÜRRE RİSKİNİ DE ARTTIRIYOR
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
!
KOAH (Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı)halk arasında müzmin bronşit olarak bilinen; öksürük, balgam, nefes darlığı şikayetlerinin ön planda olduğu, akciğerdeki bronş denilen hava borularının ve akciğerin süngerimsi kısmının etkilendiği bir hastalık. Bu hastalığın oluşması için, bu yapısal farklılıkları oluşturan tahriş edici bir maddeye ihtiyaç vardır. KOAH hastalarının %90’ınında da bunun sigara ve diğer tütün ürünlerin dumanı sebebiyle olduğunu biliyoruz. KOAH’IN GÖRÜLME SIKLIĞI VE RİSK FAKTÖRLERİ Türkiye’de farklı bölgelerde yapılan çalışmalar sonucu sıklığının %10 ila %20 arası değiştiği bilinmektedir. Türkiye’de ve dünyada her 10 kişiden bir veya ikisinin KOAH olduğunu biliyoruz. Ama hepsine teşhis konulmuş durumda değildir maalesef. Erkeklerde KOAH daha yaygın görülüyor, lakin kadınlarda da son dönemde artmaya başladı. Kadınlarda, sigara ve hava kirliliği dışında KOAH oluşturan sebepler arasında kapalı mutfaklarda çalı çırpı, tezek, odun, kömür yakarak yemek ve ekmek yapma gibi durumların KOAH’a sebep olduğunu biliyoruz. Yani kırsal kesimlerde sigara kullanılmasa dahi, bu ortamlarda yemek pişiriyorlarsa, buralarda yakılan organik yakıtların dumanları da KOAH’a neden olmaktadır. TÜTÜN MAMULLERİ EN BÜYÜK SORUMLU Risk faktörlerinin başında tütün mamulleri geliyor. Bunların her formu, ister duman ister buhar olsun elektronik sigara veya ısıtılmış tütün ürünleri de dahil olmak üzere KOAH’ın en sık gördüğümüz risk faktörüdür. Buna temas eden kişilerin doğrudan KOAH olma riskleri artıyor. Bunun dışında hava kirliliği çok önemli. Kirli hava soluyan toplumlarda KOAH’ın gelişme riski çok yüksektir. Dış ortam kirleticileri, yani fabrikalarda
ya da termik santrallerde yakılan kömür, doğalgaz gibi fosil yakıtlar havayı kirletiyorlar, bu kirli havayı soluduğumuzda da akciğerlerimizin zarar görmesi ve KOAH gelişmesi riski daha fazla oluyor. İç ortam hava kirliliğinde de, yine sigara nedeniyle pasif içime maruz kalma ve evin içinde ısınma ve yemek pişirme amacıyla organik yakıtların yakılması ve dumanının eve temas etmesi de KOAH’a zemin hazırlıyor. ÖKSÜRÜK BALGAM VE NEFES DARLIĞI KOAH’I AKLA GETİRMELİ Öksürük, balgam çıkarma ve nefes darlığı üçlü semptomdur. Bu üçü varsa ve söylediğimiz risk faktörlerine temas öyküsü söz konusu ise, biz hastada KOAH’ı ilk sırada düşünürüz ve bunun araştırmasını yaparız. KOAH erken teşhis edilip, uygun tedavisine erken başlanırsa kötüye gidiş hızı yavaşlatılabilen bir hastalık. Ama bu hastalığın tamamen yok edilmesi, akciğerin KOAH’tan tamamen temizlenmesi şu an mümkün değil. Kötüye gidiş engellenebiliyor çünkü KOAH iyi tedavi edilmezse kısa süre içinde vücuttaki diğer organları da etkileyen bir yangına dönüşebiliyor. Yani akciğerde aslında bir yangın başlıyor. Öncelikle akciğeri etkiliyor ama bu iyi kontrol edilmezse bu yangın kalbi, damarları, kasları, kemikleri bütün vücuttaki yapılara yayılarak o dokuların da bozulmasına neden oluyor. Bunun olmaması için KOAH’ın erken teşhis edilip, erken tedavisinin yapılması gerekiyor. Aksi takdirde ciddi öldürücü sonuçları olabiliyor. Bugün dünyada en çok öldüren hastalıklar arasında üçüncü sırada yer alıyor. ZATÜRRE KOAH’IN KONTROLÜNÜ ZORLAŞTIRIYOR KOAH ağırlaştıkça zatürre gelişme riski artıyor. Çünkü, akciğerin süngersi kısmı ve soluk borularında, bronşlarda
Prof. Dr. Oğuz Kılınç Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi
Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
hastalık ilerledikçe hem savunma mekanizmalarını yıpratıyor, hem de mikroorganizmaların yani mikropların akciğere ulaşması ver orada yerleşip iltihap oluşturma riskini artırıyor. Bununla beraber KOAH tedavisinde kullanılan inhale kortikosteroidler de zatürre riskini artırır. Tüm bu nedenlerden ötürü, tüm KOAH vakalarında zatürre görülmesi ihtimali çok yüksektir. KOAH hastaları bir de üzerine zatürre olursa yani akciğerlerinde iltihap olursa durumları çok daha zorlaşıyor ve zatürre KOAH’ın kontrolünü zorlaştırıyor hastanın yaşam standardını daha da düşürüyor. Bunların olmaması için hastanın zatürre olmaması gerekiyor, bunun için de aşı olması gerekiyor. KOAH HASTALARI ÜCRETSİZ ZATÜRRE AŞISI OLABİLİYOR Zatürreye karşı koruma sağlayan pnömokok aşıları mikrobun kana karışarak enfeksiyon oluşma riskini %75, kana karışan mikroplarla zatürre olma riskini %45 azaltıyor.Yaşam boyu koruyuculuk sağlayabiliyoruz. Bu aşılar erişkin aşılama takvimine girmiş durumda ve T.C. Sağlık bakanlığı halk sağlığı kurumu tarafından risk grubundaki hastalara ücretsiz olarak yapılıyor. Zatürre aşısı olmak isteyen KOAH’lıların, hizmet aldıkları Aile Sağlığı Merkezlerindeki hekimlerden talepte bulunmaları yeterli. Ayrıca birçok sağlık kurumunda, üniversite hastanesinde ya da devlet hastanesinde de risk grubunda olan hastalar için ücretsiz olarak aşı yapılabiliyor. KASIM - ARALIK 2018 / PS 57
SEDEF HASTALIĞI
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
29 Ekim Dünya Sedef Günü
SEDEF HASTALARINDA DAMGALANMA HALA BÜYÜK SORUN! Dünyada yaklaşık 125 milyon psorisasis (sedef) hastası olduğu tahmin ediliyor. Sedef hastalığı, herhangi bir yaşta ortaya çıkan ancak özellikle 30-39 ve 50-69 yaşları arasında pik yapan, yatkınlık geni taşıyanlarda daha sık rastlanılan bir deri hastalığı. Psoriasis Derneği tarafından “29 Ekim Sedef Hastalığı Farkındalık Haftası” nedeni ile düzenlenen basın toplantısında sedef hastalığını tetikleyen faktörler, tedavi yaklaşımları ve hastaların yaşam kalitelerini yükseltecek bilgiler paylaşıldı. Toplantıya Psoriasis Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ali Gürer ile dernek üyeleri Prof. Dr. Sibel Alper, Prof. Dr. Emel Bülbül Başkan ve Prof. Dr. Nahide Onsun katıldı. SEDEF BULAŞICI DEĞİLDİR ! Prof. Dr. Mehmet Ali Gürer “Sedef hastalığı, kronik inflamasyonla seyreden ve bulaşıcı olmayan bir hastalıktır. Bu hastalık en sık dirsek, diz, saçlı deri, el ve ayaklarda keskin sınırlı, kırmızı zeminde kepeklenme ile seyreden değişik büyüklükte lezyonlar ile karakterizedir. Hastaların hemen hepsi kaşıntı, yanma, batma ve ağrıdan şikayet ederler. Nadiren tüm deriye yayılıp, organizmanın genel metabolizmasını bozarak yaşamı tehdit edebilir. Hala kesin nedeni tam olarak açıklanamayan sedef hastalığı genetik olarak yatkın kişilerde hem iç hem de dış faktörlerin etkisiyle tetiklenebilmektedir. Damgalanma halen önemli bir sorun ve sedef hastalığı yaşam kalitesini de önemli derecede etkilemektedir. Lezyonların yerleşim yeri ve şiddetine bağlı olarak hastalar önemli derecede fiziksel 58 PS / KASIM - ARALIK 2018
ve ruhsal sorunlar yaşayabilirler. Hastalar görünümleri nedeniyle kendilerini içe kapanık hissedebilirler ve bu bireylerde reddedilme korkusundan ve psikoseksüel kaygılardan kaynaklanan çekingenlik ve zayıf benlik duygusu olabilir. Bu hastaların özellikle çalışma hayatında ayrımcılığa ve sosyal izolasyona yol açabilen “damgalanma” sonucu psikolojik sıkıntı çektikleri bilinmektedir.” PSORİASİS HASTALIĞININ GELİŞİMİNDE BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ ÖNEMLİ ROL OYNUYOR Prof. Dr. Emel Bülbül Başkan Nedeni tam olarak bilinmeyen psoriasis hastalığının bağışıklık sistemi, genetik ve çevresel faktörlerin karşılıklı etkileşimi sonucu geliştiği düşünülüyor. Psoriasis hastalığının gelişiminde bağışıklık sistemi önemli rol oynuyor. Bağışıklık sisteminin ana elemanlarından T hücreleri kan damarları yoluyla deriye ulaşıp derinin en üst katı olan epidermis tabakasını oluşturan keratinosit adlı hücrelerin daha hızlı çoğalmasına yol açar. Epidermis normalde kendisini 1 ayda yenilerken bu süre sedef hastalığında 3-5 güne iner. Bu hızlı hücre çoğalması sedefli deride pullanma ile sonlanır. Bağışıklık sistemini ve T hücrelerini neyin harekete geçirdiği bilinmemektedir. Hastalığı tetikleyen çeşitli faktörler bulunuyor. ETKİLEYEN FAKTÖRLER STRES… Çalışmalar stresin psoriasisi kötüleştirebileceğini göstermektedir. Psoriasis hastaların %68’i hastalık başlamadan 1-3 ay öncesinde stresli bir olay deneyimi tanımlamaktadır.
TRAVMA… Psoriasis diz, dirsek ve kalça gibi sürtünme ve sıradan travmalara maruz kalan bölgelerde daha çok görülmektedir. Özellikle hastalığın aktif dönemlerinde hasardan yaklaşık 10-14 gün sonra travma yerinde yeni sedef lezyonları ortaya çıkabilir. Birçok fiziksel, kimyasal ve inflamatuvar olay hastalığı tetikleyebilmektedir. Fiziksel olaylar arasında sürtünme, kaşıma, çizik, kesi, basınç, traş ve cerrahi girişimler sayılabilir. Dövme, keseleme, akupunktur gibi deriye tekrarlayan travmalar uygulamaktan kaçınılmalıdır. Günlük yaşamda böcek sokmaları, sinek ısırıkları ve güneş yanıklarından korunmak gerekir. ENFEKSİYON GEÇİRMEK… Enfeksiyonlar özellikle tonsillit, viral veya bakteriyel üst solunum yolu enfeksiyonları hastalığı %15-76 oranında tetiklemektedir. Özellikle çocuk hastalarda bu tür enfeksiyonlardan yaklaşık 1-3 hafta sonra yaygın psoriasis döküntüsü ortaya çıkabilir. Ancak enfeksiyon tedavi edildiğinde psoriasis alevlenmesi de kontrol altına alınabilir. SİGARA TÜKETİMİ… Sigara içimi doğrudan psoriasisle ilişkili bulunmuştur. Sigara içimi hastalık riskini ikiye katlamaktadır. Sigara içen kadınlarda plak tip psoriasis gelişimi riski 3,3 kat daha fazladır. Günde içilen sigara miktarı ile hastalık şiddeti arasında da ilişki vardır. Günde 10 adetden fazla sigara içen erkeklerde ekstremitelerde daha şiddetli hastalık tablosu vardır. Sigarada bulunan nikotin, psoriasise yol açan doğal bağışıklık hücrelerini etkileyerek ve deride reaktif oksijen ürünlerini arttırarak hastalığa yol açar.
SEDEF HASTALIĞI
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
Prof. Dr. Emel Bülbül Başkan - Prof. Dr. Sibel Alper - Prof. Dr. Nahide Onsun - Prof. Dr. Mehmet Ali Gürer
İKLİM… Kış mevsiminde kuru ve soğuk hava psoriazisi kötüleştirirken sıcak ve ılık mevsimler hastalığın kliniğini rahatlatır. İklimin etkisinde aslında anahtar nokta deriyi nemli tutmaktır. Banyodan sonra ve gün içinde nemlendirici kremler kullanmak yararlıdır. İritasyondan kaçınmak için parfümsüz ve hassas deriler için üretilmiş nemlendiricileri kullanmak önerilir. Kaşıntı ve hassasiyeti rahatlatmak için evde nemlendirme cihazı kullanılabilir. Yaz aylarında ultraviyole ışığa dikkatli şekilde maruz kalmak hastalığın belirtilerini hafifletse de yanık derecesinde güneşte kalmak hastalığı kötüleştirir. PSORAİSİS VÜCUTTA YARATTIĞI OLUMSUZ ETKİLERİ Prof. Dr. Nahide Onsun Hastalık en çok diz-dirsek gibi vücudun çıkıntılı bölümlerinde görülse de tüm vücudu kaplayabilir veya sadece saçta ve tırnaklarda görülebilir. Koltuk altı, kasık gibi vücudun kıvrım yerlerinde ise derinin özelliğinden dolayı sadece kızarıklık şeklinde ortaya çıkabilir. Çocuklarda, özellikle üst solunum yolu enfeksiyonundan sonra yaygın nokta veya damla şeklinde küçük lezyonlar görülür. Obez kişilerde kıvrım yerlerinde (koltuk altları, kasıklar, göğüs altları) kırmızı, ağrılı, şiddetli kaşıntı ve yanmaya neden olan psoriasis lezyonları oluşur.
Sedef hastalarında insülin direnci ve obezite daha fazla görülüyor! Psoriasis hastalığının deride oluşturduğu olumsuz görünüme ek olarak kalp damar sisteminde inflamasyon nedeniyle önemli değişikliklere yol açtığını, hipertansiyon, kan lipidlerinde yükselme ve ateroskleroz nedeniyle erken yaşta miyokard enfarktüsü riski oluşturduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca insülin direnci ve tip 2 diyabet ve diyabetin yol açacağı komplikasyonlarla karşı karşıya kalabilirler. Obezite ve obeziteye bağlı olarak bu hastalık risklerinin daha da artacağı söylenebilir. Psoriasis hastaları doktorundan habersiz ilaç kullanmamalı! Bazı durumlarda bir enfeksiyon veya ilaç hastalığın alevlenmesine neden olur ve hastanın tüm vücudunda içi iltihap dolu gibi görülen küçük püstüller ortaya çıkabilir. Böyle bir durumda hastanın ateşi yükselebilir, genel durumu bozulabilir ve hastanın hastanede yatırılarak tedavisi gerekebilir. Bu nedenle psoriasis hastaları doktorundan habersiz ilaç kullanmamalıdır. Ağrı kesici ilaçlar sedef hastalığını şiddetlendirebilir kortizon içeren ilaçlar (ağızdan alınan veya enjeksiyon yoluyla verilen) ciddi alevlenmelere yol açabilir. Özellikle internet aracılığı ile veya elden satılan ne olduğu bilinmeyen karışımların ağız yoluyla veya sürülerek llanılması da hastaya zarar verebilir.
PSORİASİS KONTROL EDİLEBİLİR BİR HASTALIKTIR Prof. Dr. Sibel Alper Psoriasis tedavisi hastalığın yaygınlığı ve yerleştiği bölgelere göre seçillir.Lezyonlar vücudun %5’inden az bir alanı kaplıyorsa dışarıdan uygulanan ilaçlar yani kremler ile tedavi etmek mümkündür. Ancak yaygınsa veya yaygın olmamasına rağmen ellere, genital bölgeye yerleşiyor ise şiddetli kabul edilip farklı seçenekler değerlendirilir. Psoriasis tedavisi 3 grupta toplanır: topikal tedavi (deriye dışarıdan uygulanan ilaçlar), ultraviyole ışınları ile tedavi (güneş ışınları), sistemik tedaviler (ağızdan alınan ilaçlar ve iğneler). Psoriasis hastaları aynı ilaca farklı klinik yanıtlar verebilirler. Hastanın durumuna göre seçilen tedavi yöntemi aksatılmadan doğru kullanıldığında ve hastalar iyi izlendiğinde sorunsuz bir tedavi süreci söz konusudur. Günümüzde tedavi sonucundan beklenti deri belirtilerinin tamamen veya tama yakın silinmesidir. Tedaviler uzun sürebilir ancak kullanımları zor değildir, yaşam kalitesini olumsuz etkilemezler. Zamanında doğru ve etkin tedavi almamak hastalığın ilerlemesine ve başka hastalıkların eklenmesine yol açabilir. Doktorunuzla sürekli iletişim halinde olmak çok önemlidir. KASIM - ARALIK 2018 / PS 59
1 ARALIK DÜNYA AIDS GÜNÜ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
HIV, #dokun’arak Bulaşmaz
GSK Türkiye’nin, HIV hakkında farkındalık yaratmak amacıyla 2016 yılında “dokun” temasıyla hayata geçirdiği “Kendin İçin 1 Ara’lık” kampanyası 20 milyon kişiye ulaştı. GSK Türkiye Genel Müdürü Selim Giray ve HIV alanındaki uzmanlık derneklerinin katılımıyla gerçekleşen toplantıda, HIV ile ilgili güncel bilgiler paylaşıldı. Selim Giray “Sadece tedavi çözümlerimizle değil sosyal sorumluluk projelerimizle de HIV’e dikkat çekiyoruz. #dokun temasıyla hayata geçirdiğimiz Kendin İçin 1 Ara’lık projesiyle test ve tedavinin öneminin altını çizerek toplumda farkındalığı artırmak istiyoruz” dedi. GSK Türkiye, HIV (Human Immunodeficiency Virus – İnsan Bağışıklığı Yetmezlik Virüsü) hakkında farkındalık yaratmak amacıyla 2016 yılında 1 Aralık Dünya AIDS Günü’nde başlattığı kampanya bugüne kadar sosyal medya aracılığıyla 20 milyon kişiye ulaştı. ‘HIV+ bireylerin yanındayım’ diyerek kampanyayı dijital ortamda 115 bin kişi destekledi. Toplantının açılış konuşmasını yapan GSK Türkiye Genel Müdürü ve Başkan Yardımcısı Selim Giray “GSK Türkiye olarak görevimiz, sadece tedavi çözümlerimizi hastalara ulaştırmak değil sosyal sorumluluk projelerimizle de hastaların ihtiyacına yönelik çözümler geliştirmek. 2016 yılında başlayan Kendin için 1 Ara’lık ile HIV hakkında doğru bilgileri paylaşmayı, test ve tedavinin önemi aktarmayı planladık. Bu çalışmalarla da HIV’e karşı oluşan toplumsal ayrımcılığın önüne geçmeyi hedefledik. Bugüne kadar kampanya web sayfasına girerek HIV ile yaşayan bireylerin yanındayım diyen kişilerin sayısı 115 bine ulaştı. Ayrıca, sosyal medya kampanyamız ile 20 milyon kişiye HIV ile ilgili doğru bilgileri ulaştırdık.” dedi. 60 PS / KASIM - ARALIK 2018
TEDAVİ MÜMKÜN, ZOR OLAN HASTAYA ULAŞMAK
GSK Türkiye, Dünya HIV/AIDS Günü dolayısıyla HIV alanındaki uzmanlık dernekleriyle birlikte bir kez daha “Kendin için 1 Ara’lık” mesajı verdi. Test ve tedavinin önemine dikkat çeken kampanya, hastaların izole bir hayatı seçmelerine yol açan önyargıların kırılması için de sosyal medyada “dokun” etiketiyle destekleniyor. “Dokun” temasıyla, HIV’in dokunarak bulaşmadığı ve HIV’e karşı toplumda oluşan önyargıların dokunarak kırılabileceği mesajı veriliyor. Toplantıda, HÜ.Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı ve HAKED (HIV/AIDS Korunma ve Eğitim Derneği Başkanı) Prof.Dr. Serhat Ünal, M.Ü. İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Öğretim Üyesi ve KLİMİK (Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği) HIV/AIDS Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Volkan Korten, Ege Üniversitesi HIV/AIDS Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü ve AIDS ve CYBH (AIDS ve Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar Derneği) üyesi Prof. Dr. Deniz Gökengin, İ. Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı öğretim üyesi ve HIVIST (HIVEND-HIV Enfeksiyonu Derneği Başkanı) Prof. Dr. Fehmi Tabak, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Öğretim Üyesi ve EKMUD (Türkiye Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanlık Derneği) üyesi Prof. Dr. Hüsnü Pullukçu “HIV hakkında güncel bilgileri paylaşmak üzere bir araya geldi.
Prof. Dr. Serhat Ünal, “HIV+ hastaların tedavisi ile ilgili sorunları aştık. Ancak toplumdaki ayrımcılık ve farkındalıkla ilgili problemler nedeniyle hastalara ulaşım zor. Test yapmadan HIV+ hastayı bulma şansımız yok. Önemli olan hastayı erken dönemde yakalamak ve tedavi etmek. Devletin bu konuda test ve tanıya yönelik bir tarama programını gündemine alması önemli” dedi. YENİ VAKA SAYISI DURAĞANLAŞIYOR. ANCAK... Prof. Dr. Volkan Korten “2017 yılı sonunda tüm dünyada 36 milyon 900 bin HIV+ hasta var. 1996’dan itibaren etkin tedavinin oluşmasıyla ölümlerde azalma sağlandı. 2004’de 1.9 milyon ölüm varken geçen yıl 940 bine kadar indi ölümler. Yeni vaka sayısı da durağanlaşıyor. Ancak Doğu Avrupa’da ve Rusya’da çok bir hızlı artış var. Rusya’da 1 milyon HIV hastası olduğu tahmin ediliyor. Bu bizim için çok önemli. Test yapılması gerekiyor. Şu anda yılda Türkiye’de 8 milyon test yapılıyor. Ama yapılması gereken yerlerde yapılmıyor. Daha hedef gruplarda tarama yapmamız büyük önem taşıyor” dedi. HIV + OLGULARIN YARISI HASTALIK İLERİ EVREDEYKEN TANI ALIYOR Prof. Dr. Deniz Gökengin, “Türkiye’de resmi vaka sayısı 1985-2017 yıllarında toplam 17 884 kişi. Tahminler ise gerçek rakamın çok daha fazla olduğu ve vakaların bilinmediği yönünde. 2010’dan itibaren yeni tanı sayısı Türkiye’de çok hızlı bir artış eğilimine girdi. Türkiye’de son
1 ARALIK DÜNYA AIDS GÜNÜ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
Önyargıları Yıkmak için #dokun www.kendinicin1aralik.org 10 yılda 10 kat artış var. Heteroseksüel bulaşma giderek azalırken, erkekle seks yapan erkekler arasında giderek artıyor. Öte yandan bulaş yolu bilinmeyen vaka sayısı da giderek artıyor. HIV + olguların yarısı hastalık ileri evredeyken tanı alıyor. Yeterince erken tanı koyamıyoruz. Çok boyutlu bir stratejik planla tüm paydaşları dahil ederek bu konuyu çözebiliriz” dedi. HASTALARIMIZ DAMGALANMA KORKUSU YAŞIYOR Prof. Dr. Fehmi Tabak, “HIV artık ölümcül değil kronik bir hastalık. Devlet geri ödeme imkanı sunuyor ve hastalığın tedavisinde başarılı sonuçlar alıyoruz. Tanı alanların yüzde 92’si tedaviye başlıyor ki bu çok iyi bir oran. İstanbul’da üç bölgede, Türkiye’de toplam yedi noktada anonim testler yapabiliyoruz. Aynı gün sonuç almak mümkün. Tedavi mümkün, yaşam süresinde hiçbir sorun yok ama sosyal problemleri yaşamaya devam ediyoruz. Hastalarımız damgalanma korkusu yaşıyor. Çevresi bilince, neler yaşayabileceğini hasta kestiremiyor. İşimi mi kaybederim, ailem bana ne der? gibi endişeler yaşıyor. Bir hipertansiyonluyu, diyabetliyi nasıl dışlamıyorsak HIV+ bireyler konusunda da durum farklı olmamalı. Maalesef tüm dünyada bu ayrımcılık var” dedi. TEDAVİDE EN İYİ DURUMDAKİ ÜLKELERDEN BİRİYİZ Prof. Dr. Fehmi Tabak “Tedavide 5 ayrı grup ilaç var ve 4 grubun hepsi ulaşılabilir ilaçlar. Devlet bu imkanı tanıyor. Bu anlamda en iyi durumdaki ülkelerden biriyiz. Yan etkiler de azaldı. Birinci ayda, en geç altıncı ayında hastaların kandaki viral yükleri belirlenemeyecek seviyeye indirilebiliyor. Böyle olunca hasta da rahatlıyor. Viral yük baskıladıktan sonra bulaşma da engellenmiş oluyor” dedi. 2 YILDA NELER OLDU? GSK Türkiye’nin HIV’in; tokalaşma, sarılma, öpüşme gibi eylemlerle bulaşmadığına vurgu yapmak amacıyla “Dokun” başlığı altında kampanyayı oluşturdu. Gerçek hasta hikayelerinden esinlenilen
Soldan sağa;
Selim Giray - Prof. Dr. Hüsnü Pullukçu - Prof. Dr. Fehmi Tabak - Prof.Dr. Serhat Ünal Prof. Dr. Deniz Gökengin - Prof. Dr. Volkan Korten
15 videonun bulunduğu online platformu ziyaret edenler, HIV pozitif bireylerin hayatına dokunmak ve onlara destek olmak imkanı buldu. •Sosyal medya üzerinde kampanya 20 milyon kişiye ulaştı. •115 bin kişi www.kendinicin1aralik.org sitesinde yer alan ‘HIV+ bireylerin yanındayım’ butonuna tıklayarak bildiriye katıldı. •Freddie Mercury şarkılarından 3’ü farklı sanatçılar tarafından yeniden yorumlandı. •Sitede yer alan HIV+ bireylerin hikayelerini içeren videolar 700.000’den fazla izlendi. •TEDxBahcesehirUniversitySalon’da “Dokun” temasıyla gerçekleştirilen etkinliğe üniversite öğrencileri yoğun ilgi gösterdi HIV Enfeksiyonu Nedir? •HIV (Human Immunodeficiency Virus İnsan Bağışıklık Yetmezlik Virüsü) enfeksiyonu, etken virüsün etkisiyle bağışıklık sisteminin giderek baskılandığı kronik bir enfeksiyon hastalığıdır. •HIV vücudun savunma gücünü zayıflatır, hatta yıkar ve normal koşullarda tedavi edilebilen hastalıklar, savunma gücü yetersiz kaldığından tedavi edilemez hale gelebilir.1 AIDS ise edinilmiş bağışıklık yetmezliği sendromudur. •HIV enfeksiyonunun en ileri safhasını oluşturur. HIV, HIV Pozitif bireyin belirli bedensel sıvılarının temasıyla; cinsel yolla, kan ve kan ürünleriyle veya anneden bebeğe bulaşabilmektedir. HIV’den Korunmak Mümkün mü? •HIV enfeksiyonu riskini azaltmak için cinsel ilişkide doğru ve düzenli bir biçimde korunma, cinsel partnerlerin sayısının sınırlanması ve ilaç enjeksiyon ekipmanlarının asla paylaşılmaması önerilir.
•Anneden çocuğa HIV bulaşması HIV’nin çocuklara bulaşmasında en yaygın yoldur. Hamilelik sürecinde kadınlara ve doğumdan sonra bebeklere verilen HIV ilaçları, bulaşma riskini azaltmaktadır.2 HIV, HIV’li bireylerle tokalaşarak veya onlara sarılarak bulaşmaz. •HIV’li bireylerin tabakları, klozet kapakları veya kapı kolu gibi eşyalarına dokunarak geçmez. HIV hava yoluyla veya kene, sivrisinek gibi böcek ısırıklarıyla da bulaşmaz. Belirtileri nelerdir? •HIV bulaşmasının akabinde bazı insanlarda ateş, baş ağrısı ya da ciltte kızarıklık gibi grip belirtileri görülebilir. Belirtiler bir ya da iki ay süresince zaman zaman görülüp, zaman zaman da kaybolabilir. •HIV enfeksiyonunun bu ilk evresi sonrası, HIV çok düşük seviyelerde artmaya devam eder. Kronik ishal, hızlı kilo kaybı ve fırsatçı enfeksiyonlar (zayıf bağışıklık sistemine sahip insanlarda güçlü bağışıklık sistemine sahip insanlardan daha sık veya dahaciddi olarak görülen enfeksiyonlar ve enfeksiyona bağlı kanser türleri) gibi daha ciddi belirtiler genelde yıllarca görülmez. •Tedavi edilmediği takdirde HIV, AIDS’e ilerleyebilir. HIV’nin AIDS’e ilerlemesinin süresi değişkendir, ancak bu 10 yıl ya daha fazla sürebilir. 2HIV testleri oldukça etkili olsa da, hiçbir test virüsü, bulaşmasının hemen akabinde tespit edememektedir. Testin enfeksiyonu ne kadar sürede ortaya çıkaracağı, kullanılan test tipi gibi faktörlere bağlı olarak değişir. •HIV teşhisinde, antikor testi, kombinasyon veya dördüncü-nesil testleri, ve nükleik asit testi (NATs) olmak üzere üç tip test kullanılır. Kampanya Web Sitesi:
www.kendinicin1aralik.org
KASIM - ARALIK 2018 / PS 61
SEKTÖR
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
YENİ İLAÇLAR TEDAVİDE DIŞA BAĞIMLILIĞI AZALTACAK
İlaç sektörünün geleceğini oluşturan biyoteknolojik ilaçların dünya ilaç pazarındaki yeri gün geçtikçe artıyor. Biyobenzer ilaçlar, yenilikçi tedavilerin önünü açacağı gibi, bu ilaçlar ülke ekonomisine de katkı sağlıyor. TRPharm İlaç Medikal Klinik ve ARGE Kıdemli Müdürü Dr. Serdar Altınel, biyoteknolojik ilaçların konvansiyonel ilaçlara kıyasla üretiminin daha zor ve maliyetli olduğunu belirtirken;“Yüzde yüz dışa bağımlı olduğumuz bu alanda Türkiye, her 1 kilogram biyoteknolojik ilaca ortalama 1 milyon dolar ödemektedir. Türk İlaç Sanayi’nin yerli biyoteknolojik ilaç üretmesi, ülkemize ve sağlığımıza çok önemli katkılar sağlayacaktır’’dedi.
‘‘ Türk İlaç Sanayi’nin yerli biyoteknolojik ilaç üretmesi, ülkemize ve sağlığımıza çok önemli katkılar sağlayacaktır.’’ 62 PS / KASIM - ARALIK 2018
‘‘Konvansiyonel ilaçlar genellikle küçük moleküller ve kimyasal maddelerin bir araya getirilerek formülize edilmesi ile üretilen ilaçlardır. Bunlar genellikle üretimleri daha kolay ve daha uygun fiyatlı ilaçlardır. Türk ilaç sanayisinin de ilk başta ilaç alanında faaliyet gösterirken odaklandığı ve artık uzman olduğu ilaçlar bunlardır. Klasik kimyasal maddeleri kullanıp hasta olan bölge dışındaki dokulara zarar vermektense, biyoteknoloji ile vücuttaki herhangi bir moleküle karşı, direkt oraya gidip bağlanacak özgün bir monoklonal antikor üretebiliyorsunuz. Bir protein veya aşı yapıyorsunuz, bir kan ürünü üretiyorsunuz. Biz burada kişiye özgü tedaviden bahsediyoruz, mesela sizin hastalığınızda bulunan moleküle karşı yapılan tedaviden bahsediyoruz. Bunlar ülkemizde neredeyse yüzde yüz yurt dışına bağımlı olduğumuz tedaviler.
SEKTÖR
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
‘‘Hastalıklarla Mücadelede Biyoteknolojik İlaçlar Kilit Öneme Sahip’’ Dr. Serdar Altınel TRPharm İlaç Medikal Klinik ve
ARGE Kıdemli Müdürü
İşte bu yüzden de biyoteknolojik ürünler, devletimiz tarafından stratejik önceliği olan ürünler haline geldi. Bu konuda bir takım teşvikler verilmeye başlandı. TRPharm olarak biz de stratejik teşvik alan firmalardan biriyiz. Fabrikamız için stratejik teşvik aldık, hem bu işleri kolaylaştırmak ve desteklemek yönünde devletimiz de yanımızda oldu ve yaklaşık 100 milyon euroluk bir yatırımla, sadece biyoteknolojik ürün üretecek bir fabrika oluşturuyoruz. TRPharm olarak inanıyoruz ki; biyobenzer ürünler yalnızca daha fazla hastanın bu önemli tedavilere erişmesini sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda kullanıldıkları tedavi alanlarındaki sağlık maliyetlerini düşürerek, diğer alanlarda yeni ve yenilikçi tedavilerin önünü açacaktır.” ‘‘Biyoteknolojik İlaçlar neden önemli? ‘‘Biyoteknolojik ilaçların, diğer bir adıyla biyofarmasötikler, biyoteknolojik yaklaşımlar ile canlı organizmalardan elde edilen protein ya da polipeptid yapılı tedavi edici ajanlar olarak tanımlanıyor. Şu an ilaç sektörünün teknolojide geldiği son noktalardan biri biyoteknolojik ilaçlar ve gen teknolojisinin girmesi ile birlikte genoterapi ve immunoterapidir. Biyoteknoloji, ilaç endüstrisinin insan sağlığının hizmetinde ilerlemesi için kilit öneme sahiptir. Bugünkü şartlarda bilinen yaklaşık 30 bin hastalıktan ancak 10 bininin tedavisi yapılabilmektedir. Hastalıklara karşı yeni ilaçların geliştirilmesinde biyoteknolojik yöntemler giderek
kimyasal ve bitkisel formülasyonlardan daha etkili olmaktadır. Aralarında kanser, alzheimer, kalp hastalıkları, diyabet ve romatoid artriti de içeren 200 hastalığın tedavisi için geliştirilen yeni ilaçların büyük bir kısmını biyoteknolojik ilaçlar oluşturmaktadır. İnsan sağlığında çığır açan biyoteknolojik ürünler, üretim ve geliştirme maliyetlerinin yüksek olması nedeniyle pahalı ürünlerdir. Biyoteknolojik ürünleri çok uluslu global firmalar yıllar önce ürettiler. Şimdi onların bazı ürünler için patent süreleri bitti ve biz onların biyoteknoloji ürünlerinin benzerleri üzerinde çalışmaya başladık. Hatta sadece biz değil, global firmalar da biyobenzer alanında çalışmaya başladı.’’ ‘‘Bu çok büyük bir pazar ve giderek büyümeye de devam ediyor.’’ ‘‘Şubat ayında Türkiye’nin ve Dünyanın ilk ritixumab biyobenzer ürününün ülkemizde ruhsatını aldık ve Eylül ayı itibari ile de biyobenzer ilacımız geri ödemeye girdi. Bundan sonraki hedefimiz, ülkemizde üreteceğimiz biyobenzer ilaçları dünyaya ihraç etmek ve Türkiye’nin katma değerli ihracat hedeflerine katkı sağlamak olacaktır. Yerelleşme kapsamında patent süreleri biten biyoteknolojik ilaçlar yerine üretilecek biyobenzer ilaçlar, hem hastaların biyoteknolojik ilaçlara erişimini artırmakta hem de rekabet oluşturarak devletimize olan ilaç maliyetlerini azaltmakta, sağlık sisteminin finansal devamlılığına çok büyük katkıda bulunmaktadır.’’
“Kanserde En Etkili Tedavi, Biyoteknolojik İlaçlarla” Altınel, kanser tedavileriyle ilgili de şu bilgileri paylaştı: “Onkoloji alanında tedavi görüyorsanız, kanserseniz, son derece ciddi bir tedavi almanız gereklidir ve bunu en iyi şekilde tedavi ettirmek istersiniz, işte buna imkan veren tedavilerden birisi de biyoteknolojik ilaçlardır. Çünkü, biyoteknolojik ilaçlar hastanın kanser dokusunun içerisindeki tek bir hücre ya da moleküle yönelik hedefli tedavilerdir, bu ilaçlar kanser hücresinin büyümesini durdurmakta, tümörün büyümesini sağlayacak, onu besleyen damar oluşumunu engelleyen ilaçlardır. Yerli İlaç Sanayi bu tedavi alanına biyobenzer ilaçlarla girmektedir. Bir ürünün biyobenzer olması; referans ürüne yüksek derecede benzer bir biyolojik ürün olduğu ve biyobenzer ürün ve referans arasında klinik açıdan güvenlik, saflık ve etkinlik açısından anlamlı farklar olmadığı anlamına geliyor. Biyobenzer üründe bir avantajımız daha var. Biyobenzer ürünler klinik dönemi yani insanlar üzerinde denenmesinden önceki dönemi, çok yoğun ve çok detaylı bir analizle geçiriyorlar. Bunlar Faz 1 klinik aşamasında da detaylı bir incelemeden geçtikten sonra hızla ruhsatlandırılıyorlar ve piyasaya verilerek, insan sağlığına hizmet edebiliyorlar. Türkiye fırsatları iyi değerlendirirse, lokasyon olarak biyoteknolojik ilaçlarının Ar-Ge merkezi haline dönüşeceğine inanıyoruz.” KASIM - ARALIK 2018 / PS 63
44. ULUSAL HEMATOLOJİ KONGRESİ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
44.ULUSAL HEMATOLOJİ KONGRESİ Türk Hematoloji Derneğinin ev sahipliğinde 31Ekim- 3 Kasım tarihinde Antalya’da düzenlenen 44. Ulusal Hematoloji Kongresi, alanında önemli misafirleri ağırladı. 44. Ulusal Hematoloji Kongresi kapsamında gerçekleşen basın toplantısına katılan THD Başkanı ve DEÜ Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Güner Hayri Özsan, THD İkinci Başkanı İÜ.Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Çocuk Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tülin Tiraje Celkan, THD Genel Sekreteri ve İÜ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muhlis Cem Ar, THD Üyesi ve Turkish Journal of Hematology Editörü Prof. Dr. Reyhan Küçükkaya ile Başkent Üniversitesi Adana Dr. Turgut Noyan Uygulama ve Araştırma Merkezi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nurhilal Büyükkurt , hematoloji alanına giren güncel bilgileri paylaştılar.
‘‘Hematolojik Hastalıkların Klinik Çalışmalardaki Başarı Oranı Oldukça Yüksek’’ Etkinlikleri ve güvenlikleri kanıtlanmış olan yeni ilaçlar ülkelerin ve bölgelerin regülasyonlarına bağlı olarak ruhsat ve geri ödeme kapsamına alınmakta ve rutin uygulamada yerlerini almaktadırlar. Bu süreç yine önemli bir zaman dilimini gerektirmektedir.
Prof. Dr. Güner Hayri Özsan Türk Hematoloji Derneği Başkanı Dünyada özellikle habis hastalıkların tedavisinde ve hematoloji alanında giderek artan sayıda ilaç ve molekül keşfedilmekte, bu da klinik araştırmaların sayısında ciddi artışa neden olmaktadır. Bir ilacın keşfinden kullanılır bir ilaç olması 15 yıl kadar uzun bir süreci kapsamaktadır. Faz 1-2-3-4 çalışmaları yedi-sekiz yıl kadar sürmektedir. Planlanan binlerce molekülden ancak birkaç yüzü klinik çalışmaya değer bulunmakta, ilerleyen klinik faz çalışmaları sonucu ancak bir, iki tane ilaç onay alabilmektedir. 64 PS / KASIM - ARALIK 2018
Giderek artan sayıda ilacın keşfi tüm dünyada artan sayıda klinik araştırmanın devreye girmesini sağlamaktadır. Hematoloji ve hematolojik habis hastalıklar bu klinik araştırmaların çok önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Yine hematolojik hastalıkların klinik çalışmalardaki başarı oranı ve diğer fazlara geçiş süreleri diğer araştırmalarla kıyaslandığında oldukça başarılıdır. Ülkemizde de klinik araştırmalar yıllar içinde giderek artmış ve Türkiye bu bağlamda dünyadaki sıralamada ilk yirmi arasında yer almaktadır (16-18 aralığında). Geçtiğimiz dönemlerde güncel ve gelişmiş tedavi yöntemlerine ulaşmak için yurtdışına giden hastaların çoğu bu klinik araştırmalara katılmakta ve yeni tedavi yöntem ve ilaçlarına daha erken ulaşma olanağına sahip olmaktaydı. Oysa günümüzde hematoloji alanın-
daki uluslararası klinik çalışmalarda, ülkemizde birçok merkez aktif faaliyet göstermekte olup klinik çalışma sayısı büyük oranda artmıştır. Son verilere göre 2017 yılında ülkemizde 7270 adet klinik çalışma yapılmıştır. Sayının giderek artırılması gerekmektedir. Örneğin yaklaşık onda bir nüfusumuza sahip İsrail’de ülkemizdeki çalışmaların yaklaşık iki katı kadar klinik araştırma çalışması yapılmıştır. Sonuç olarak, hastaların yeni ilaçlara daha erken ulaşımına aracılık eden kaliteli bir sağlık hizmeti almalarını sağlayan klinik araştırmalara katılım için yurtdışına gitme çabalarına srtık gerek yoktur. Klinik araştırmalarda kullanılan ilaçların araştırma bütçesinden karşılanıyor olması ek olarak sağlık otoritesi ve geri ödeme kurumuna önemli bir katma değer sağlamaktadır. Bu bağlamda hastalarımızın klinik araştırmalara katılım konusunda cesaretlendirilmesi, takip edildikleri birimlere hastalıklarıyla ilgili klinik araştırmaları sormaları, gerekirse online olarak klinik araştırmaları takip etmeleri ve uygulamakta olan yerlere başvuruları çok önemlidir.
44. ULUSAL HEMATOLOJİ KONGRESİ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
‘‘ Çocukluk çağı kanserlerinin yaklaşık üçte birini, çocukluk çağı lösemileri oluşturuyor ’’
Prof. Dr. Tülin Tiraje Celkan THD İkinci Başkanı
Çocukluk çağındaki kanser olgularının yüzde 35’ini lösemiler oluşturur ve birinci sıradadır. Lösemiler hücre cinsine göre ALL (Akut Lenfoblastik Lösemi) ve AML (Akut Myeloblastik Lösemi) olmak üzere 2 ana gruba ayrılır. Kendi içlerinde de alt sınıflar tanımlanabilir.
Türkiye’de her yıl 16 yaşın altında 12001500 yeni lösemili çocuk olgusu bildirilmektedir Çocukluk çağı kanserlerinin yaklaşık üçte birini, çocukluk çağı lösemileri oluşturuyor. Bu yüzden lösemi bizim için çok önemli. Yaşam açısından çok iyi durumda çocuklarımız. Türkiye’de değişik merkezlerde, hem üniversite hastanelerinde, hem de eğitim araştırma hastanelerinde çocuk lösemilerini oldukça yüksek bir başarı ile tedavi ediyoruz. Genel başarımız yüzde 75’lerin üstünde. Hatta yüzde 85’lere ulaşan merkezlerimiz var. Bu artık yüzde 90’lara çıkmak zorunda. Hedefimiz hem hastaları yaşatmak, hem de geç yan etkilerden kurtarmak. Bunun
2-8 Kasım Çocukluk Çağı Lösemi Haftası
için risk gruplarına sınıflandırıp tedaviler veriyoruz. Çocukluk çağı lösemileri artık tedavi edilebilir hastalıklara girmiş durumda. ‘‘Çocukları gelecek yan etkilerden korumamız lazım’’ Türkiye’de yaşam süresi erkeklerde 74 kadınlarda 78’e kadar uzadı. Çocukluk çağı kanserinde tedavisi başarılı olanların önünde 70-80 sene gibi bir uzun yaşam süresi var.Bu 70 seneyi sıkı bir takiple en iyi şekilde geçirmesi gerek. Bu sebeple de olası yan etkilerden korumak için çocuklarımızı yan etkisi daha az olan ilaçlar la tedavi etmeye çalışıyoruz.
‘‘ Artık Yaşlı Gruplarda Etkin Tedavilerle Sağ Kalım Sağlayabiliyoruz ’’ Kanserin tedavisinde bakış açımız ve yöntemlerimiz de değişiyor
Prof. Dr. Muhlis Cem Ar THD Genel Sekreteri Yaşlılık kavramı değişiyor, yaşam uzuyor Artık yaşlılık doğrudan yaşla ilişkili değil, daha çok performansla ilişkili. Bunu ölçme için çeşitli skorlamalar ölçümlere göre hastayı değerlendiriyoruz. Bazen yaşı tarihsel olarak ileriymiş gibi gözükse de performansı iyi hastalarımız oluyor ve standart tedaviyi uygulayabiliyoruz, iyi de sonuç alıyoruz. Ancak bazen de yaşı genç olmasına rağmen performansı düşük hastalarımız oluyor. Bu durumda da standart tedavi uygulayamıyoruz.
Artık bildiğimiz standart kemoterapi her türlü hücreyi öldüren ama kanser hücresini öldüremeyen, saç döken, mide barsak sistemini bozan tedavilerden, artık hedef yönelik tedavilere geçiyoruz. Bu tedaviler de daha çok ağızdan kullanılan haplar şekilde daha basit kullanımı ile daha iyi tolere ediliyor, daha az yan etkileri oluyor ve hasta açısından da daha avantaj sağlıyor. Yaşlılar da tedavi seçeneklerinden biri olarak bu tedaviler kullanılıyor. Kök hücre, kemik iliği nakilleri eskiden 45 yaş üzerine yapmayalım derken 55 hatta artık 70’li yaşlarda hastanın uygun hastalarda ve performansı iyi ise, yapılabilir hale geldi. Çünkü artık o mekanizmayı daha iyi biliyoruz. Elimizde daha farklı kullanabildiğimiz ilaçlar var. Bağışıklık sistemi ile daha iyi oynayabiliyoruz. Böylece çok toksik olmayan, yan etkisi çok olmayan ilaçlar verip kemik iliğini öldürüp, yerine donörden alınan sağlıklı kemik iliğini nakil yapabiliyoruz. Burada
asıl önemli olan nakil sonrası süreç yani yeni gelen kemik iliğinin yerleştiği süreç önemli. Bu bazen çok sağlıklı olmayabiliyor. Ancak bu durumu da kontrol edebilir hale geldik. Seçilmiş hastalarda nakil de dahil daha kolay ilaçlar daha hedef yönelik ilaçlar birleştirdiğinizden artık günümüzde yaşlı diyebileceğimiz nüfusu da tedavi verebiliyoruz diyebiliriz. İlaca erişimde şanslı bir ülkeyiz’ Antikorlar, hedefe yönelik tedaviler özellikle dirençli ya da müzmin lösemilerde yeni ilaçlar çığır açıyor. Henüz ülkemizde ruhsatlanmamış olanlar dışında piyasaya girmiş yeni ilaçların birçoğu ülkemizde de var. Olmayanlara da, Sağlık Bakanlığı’na endikasyon dışı başvuru yaparak veya o firmaların Türkiye’de insanı amaçlı erken erişim programları ile ulaşmak mümkün. İlaca erişim konusunda Avrupa ve dünyadaki birçok ülkeden oldukça iyi bir yerdeyiz. Bugün ulaşamayacağımız ilaç sayısı son derece az. Bu durum, tedavide elimizi oldukça güçlü hale getiriyor. Bitti demeden her yöntemi deneme şansımız var. KASIM - ARALIK 2018/ PS 65
44. ULUSAL HEMATOLOJİ KONGRESİ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
‘‘ Kontrolsüz Kullanılan Kan Sulandırıcılar, Hayatı Tehdit Eden Ciddi Kanamalara Neden Olabilir!’’
Prof. Dr. Reyhan Küçükkaya THD Üyesi
Dünya Sağlık Örgütü 2017 verilerine göre, dünyada bir numaralı ölüm sebebi kalp ve damar sistemi hastalıklarıdır. Bu hastalık grubunda kalp krizi inme diğer atar damar tıkanıklıkları, toplardamar tıkanıklıkları ve akciğer emboli yer almaktadır. Kan sulandırıcı ilaçlar; pıhtılaşma sistemini yavaşlatarak patolojik pıhtı oluşu-
munu engelleyen ilaçlardır. Bu ilaçlar genel olarak kalp ve ritm bozukluğuna bağlı pıhtı gelişiminin engellenmesinde ve toplardamar tıkanıklıklarının tedavisinde kullanılırlar. Pıhtı riski olan hastalarda günlük pratikte daha çok oral kan sulandırıcı ilaçlar tercih edilmektedir.
dir. Eğer ilaç kontrolsüz kullanılırsa, hayatı tehdit eden ciddi kanamalara neden olacak şekilde kan sulanabilir veya tam tersine pıhtı riski engellenemeyip ciddi damar tıkanıkları gelişebilir.
Bu grupta 1940’lı yıllardan itibaren K vitamini engelleyen ilaçlar, warfarin grubu kullanılmıştır. K vitaminini engelleyen ilaçlar pıhtılaşma sisteminde birçok basamağı bozarak etkin bir kan sulandırması sağlamaktadır. Bu ilaçların kanı ne kadar sulandırdığı ölçülebilmekte ve böylece kontrollü bir biçimde hasta takip edilebilmektedir. Ancak bu gruptaki ilaçların barsaktan emilimleri sabit değildir; gıdalardan, birlikte alınan diğer ilaçlardan, çeşitli hastalıklardan çok etkilenmektedir. Örneğin K vitaminini engelleyen ilaçlarla birlikte koyu yeşil yapraklı gıdaların, yoğurt ve peynir tüketiminin azaltılması gerekir. Eğer hasta bu besinleri fazla tüketirse ilacın etkinliği belirgin olarak azalır. Bu durum özellikle diyet gereken hastalarda sorun yaratmaktadır. Etki süreleri uzundur ve sürekli kan sulanma kontrolü yapılması gerekli-
2009 yılından beri günde bir kez veya 2 kez ağızdan alınarak etki eden, barsaktan emilimleri sabit, gıdalardan etkilenmeyen, etki süreleri kısa ve sürekli kan kontrolü gerekmeyen direk kan sulandırıcı ilaçlar kullanılmaktadır. Bu ilaçlarla hastalar istedikleri gibi yeşil yapraklı gıdaları ve süt ürünlerini tüketebilirler.
Yeni Kan Sulandırıcılar Riski Azaltıyor
Direk kan sulandırıcı ilaçlar pıhtılaşma sisteminde özel bir noktaya etki etmektedir. Son on yılda bu ilaçların kalp kapak sorunu olmayan ritm bozukluklarında, toplardamar tıkanıklıklarının tedavisi ve önlenmesinde etkili olduğu gösterilmiştir. Ancak bu ilaçlar kalp kapak bozukluklarına bağlı pıhtı riski taşıyan hastalarda veya böbrek fonksiyon bozukluğu olan hastalarda kullanılamamaktadır; bu son grupta K vitaminini engelleyen ilaçlar tercih edilmelidir.
‘‘Hematolojik Neoplazilerde Fertilizasyon Korunmalı’’
Doç. Dr.Nurhilal Büyükkurt THD Üyesi Tüm kanserlerde olduğu gibi hematolojik kanserlerde de yeni tedavi stratejileri, hedef tedaviler ve destek tedavilerindeki gelişmeler hastalıksız uzun yaşam süreleri sağlamaktadır. Kanser tedavileri sonrasında hayat kalitesindeki artışlar hastalarda ebeveyn olma isteğini de beraberinde getirmektedir. 66 PS / KASIM - ARALIK 2018
Günümüzde tedavinin doğurganlığa yönelik getirdiği olası tehlikeleri de kapsamlı bir şekilde değerlendirmek ve hasta ile bu süreci paylaşmak tedavi planının bir parçası olmalıdır.
Kalıcı kısırlığa yol açacak tedavilerden önce sperm veya yumurta dondurma önerebilir. Kalıcı – kısırlığa yol açmayan tedavilerde ise belli sürelerle korunma tavsiye edilmektedir.
Dünyadan verilere bakıldığında Amerika’da 1 milyondan fazla akut lösemi, lenf kanseri hastasının uzun süreli sağkalımı bildirilmekte ve her yıl yaklaşık 130 bin yeni olgu saptanmaktadır. Lösemi ve lenfomaların bir kısmı yaşlı popülasyonu etkilemekle birlikte, önemli bir oranda hastanın tanısı 50 yaş öncesinde konmaktadır. Lösemi ve lenfoma hastalarında beklenen tam şifa oranları yeni tedavilerle yükselmekte ve giderek daha fazla hasta hayatta kalmaktadır.
Hematolojik kanser tedavi zamanlaması ile doğurganlık açısından değerlendirilip koruma sağlanmasına yönelik girişimlerin planlanması konusundaki olası problemler, her hasta özelinde hematologlar ve üreme sağlığı uzmanları arasında yakın işbirliği ile sağlanabilir. Hematologlar hangi hastaların güvenli bir şekilde doğurganlığın korunması için gerekli müdahaleye uygun olduğunu belirleyebilmelidir. Bu konuda belirleyici olacak hususlar tedaviye başlamanın aciliyetini, sitopenileri, enfeksiyonları, kardiyopulmoner durumu ve tromboemboli riskini içerir.
Hastaların aldıkları hematolojik kanser tanısını ve tedavisini benimsemesi sürecinde doğurganlık potansiyeli olan tüm hastaların uygun bir şekilde bilgilendirilmesi tedavi protokolünün bir parçası olmalıdır. Her kanser veya kanserle ilişkili bir tedavi kalıcı kısırlığa yol açmaz.
Merkezlerde onkofertilite programlarının oluşturulması, hematolojik kanserli hastaların bu program dahilinde önceliklendirilmesi önemli bir konudur.
TBV / BASIN ÖDÜLLERİ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
TÜRK BÖBREK VAKFI 5. MEDYA ÖDÜLLERİ Türk Böbrek Vakfı tarafından gelenekselleştirilen ve bu yıl beşinci kez düzenlenen “Türk Böbrek Vakfı Medya Ödülleri” sahiplerini buldu. Sağlık alanında görev yapan basın çalışanlarının emeklerinin ödüllendirildiği gece, Elif Ece Uzun’un sunumuyla gerçekleştirildi. Ödül törenine, Türk Böbrek Vakfı yönetim kurulu üyeleri, jüri komitesi, Türk Böbrek Vakfı’nın destekçileri Türkan Sabancı’nın da aralarında bulunduğu çok sayıda isim katıldı. “Türk Böbrek Vakfı 5. Medya Ödülleri” kapsamında yazılı basın, görsel basın ve internet medyası olmak üzere toplam üç ana kategori ile haber- araştırma, röportaj, yazı dizisi-konu ve vaka-inceleme alt kategorilerinde haberler değerlendirildi. ONUR ÖDÜLLERİ Basın ödüllerinin yanı sıra bu yıl ilk defa sağlık haberciliği alanında 20. yılını dolduran basın mensuplarından; Arzu Kocabıçkıcı, Ayşegül Aydoğan Atakan, Çoşkun Bel, Esra Kazancıbaşı Öztekin, Leyla Ataman, Mesude Erşan, Şule Öztürk, Ziyneti Kocabıyık ve Dilek Süzen’e ‘Onur Ödülü’ takdim edildi. TEŞEKKÜR PLAKETLERİ Türk Böbrek Vakfı Yönetim Kurulu tarafından toplumda sağlık bilincinin gelişmesine yönelik yaptıkları haberlerle; Anadolu Ajansı adına Elif Küçük, Demirören Haber ajansı adına Buse Özel ve İhlas Haber Ajansı adına Yunus Emre Şeker’e TBV teşekkür plaketi verildi.
TBV Yönetim Kurulu Başkanı Timur Erk açılış konuşmasında Türk Böbrek Vakfı’nın 33.yılına, hizmet verenler ve medyanın büyük desteği ile gelindiğini ifade etti. Timur Erk, ülkemizde son dönemlerde yükselişe geçen obezite sorununa, özellikle yüksek oranda şeker ve tuz kullanımına dikkat çekti. Erk: “Türkiye’nin sağlık sorunlarından en önemlisi şeker ve tuz kullanımı. Böbrek sağlığını bozan tetikleyen iki büyük beyaz düşman bunlar.10 sene evvel tuz tüketimi 6 gr. yeterli iken, 18 gr.dı. Bundan 3-4 sene evvel 14 gr.’a indi. Şimdi Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı araştırmaya göre 9.9 yani 10 gr’a düşmüş. Bunda TBV’nın da emeği oldukça fazla, kendimizi de alkışlamamız lazım. Şimdi sıra şekerde!.Şeker de 50 gr.yeterli ancak, 150 gr.tüketiliyor, halen aşağı doğru çekemedik. Özellikle NBŞ sorun. Türkiye’de her yıl %8 artan çocuk obezitesi mevcut. 81 milyon nüfusun içinde 3 milyon obez var. Bunlardan 1.8 milyonu çocuk yaşında. Göz göre göre çocuklarımızı sağlıksız nesiller olarak yetiştirmeyi istemiyoruz. TBV son 3-4 senedir çocuk obezitesi ile mücadeleye başlamıştır. 26 Ocak 2017’de yeni yönetmelik ile Türk Gıda Kodeksi’nde değişiklik yapıldı. Buna göre 2020’de trafik ışıkları uygulaması yürürlüğe girecek. Bu uygulamaya işlenmiş, paketlenmiş ambalajlanmış gıdalar da girmek zorunda. İnşallah ötelenmez. Tüm medya mensuplarından bu konuda destek vermeye devam etmelerini istiyoruz. Şeker endüstrisi kuvvetli bir sektör. Ama biz bu güçle devam edeceğiz. Çocuk obezitesindeki % 8 artışı da %4’e de indirebilirsek. Ne mutlu bize’’ dedi.
Türk Böbrek Vakfı 5. Medya Ödülleri •Yazılı Basın Haber - Araştırma Dalında, “15 Temmuz Gazisi Robotla Ayağa Kalktı” başlıklı haberiyle; Sabah Gazetesi, Gül Kireklo •Yazılı Basın Yazı Dizisi – Konu Dalında, “Akrilamid Tehdidi” başlıklı haberiyle; Milliyet Gazetesi, Mert İnan •Yazılı Basın Vaka – İnceleme Dalında Habertürk Gazetesi’nde yaptığı “İkişer Nakille Bebek Sahibi Olan Çift” başlıklı haberiyle; Habertürk TV ve Haberturk.com’dan,Ceyda Erenoğlu •Yazılı Basın Dergi Röportaj Dalında “Akciğer Kanserinde Sigara Hala Önemli Bir Risk Faktörü” başlıklı haberiyle; Popüler Sağlık Dergisi, Zeynep Çetinkaya •Televizyon Haber - Araştırma Dalında “Van’da Hasta Kurtarma Operasyonu” başlıklı haberiyle; ATV, Işıl Açıkel •Televizyon Röportaj Dalında Kanal D’de yaptığı “Organ Bağışı İçin Stüdyoya Girdiler” başlıklı haberiyle; TGRT Haber, Özay Erad •Televizyon Vaka – İnceleme Dalında “Kalp Nakli Bekleyen Çocuklar” başlıklı haberiyle; TRT, Fatma Demir Turgut •İnternet Haber – Araştırma Dalında “Küba’nın kanser aşıları ne kadar etkili?” başlıklı haberiyle; Ntv.com.tr, Tülay Karabağ •İnternet Röportaj Dalında “Sağlıklı Bir Şehir Nasıl Olmalı? Yaşadığınız Şehir Size Kilo Aldırıyor mu?” başlıklı haberiyle; Sozcu.com. tr, Eser Akgül •İnternet Vaka – İnceleme Dalında “Duru Ameliyat İçin Gün Bekliyor” başlıklı haberiyle; Haberturk.com, Demet Demirkır
KASIM - ARALIK 2018 / PS 67
BEBEK SAĞLIĞI
Türkiye’de her yıl yaklaşık 150 bin Prematüre Bebek dünyaya geliyor
68 PS / KASIM - ARALIK 2018
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
BEBEK SAĞLIĞI
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
EN HAYATİ BESİN “ANNE SÜTÜ”
Doç. Dr. Ercan Tutak Memorial Şişli Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Sorumlusu Prematüre doğan bebeklerin üçte biri 1000 gramın altında doğuyor. Düşük doğum ağırlığının yanı sıra anne karnındaki gelişimini tam olarak tamamlayamadan dünyaya gelen bebekler, ciddi sağlık problemleriyle karşı karşıya kalabiliyor. Anne adayındaki erken doğum risklerinin saptanması ve tüm gebelik süresince perinatoloji uzmanlarıyla birlikte takibinin yapılması büyük önem taşıyor. Erken doğumun önlenebileceğini ancak risklerin her zaman göz önünde bulundurulması gerektiğine dikkat çeken Memorial Şişli Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Sorumlusu Doç. Dr. Ercan Tutak, “Anne adayının mutlaka tam donanımlı bir yenidoğan yoğun bakım ünitesi olan hastanede doğum yapması gerektiğine” dikkat çekiyor. HER 10 DOĞUMDAN BİRİ ERKEN OLUYORl 37. haftadan önce dünyaya gelen bebekler prematüre olarak tanımlanıyor. Özellikle 32. hafta ve öncesinde gerçekleşenler bebek sağlığı açısından ciddi sıkıntılar oluşturuyor diyen Doç. Dr. Tutak, prematüre bebeklerin karşılaştığı sağlık problemlerini şu şekilde özetliyor:
“Türkiye’de her yıl yaklaşık 1.5 milyon bebek dünyaya geliyor ve bunların yaklaşık 150 binini prematüre bebekler oluşturuyor. Prematüre bebekler organ gelişimi tamamlanmadan dünyaya geldiği için başta solunum sistemi olmak üzere merkezi sinir sistemi ve mide bağırsak sistemi ile ilgili sıkıntılar gelişebiliyor. Örneğin soluk alma merkezinin iyi gelişmemesi nedeni ile soluk tutma nöbetleri olabiliyor. Beyin damarları çok ince ve narin olduğu için beyin kanaması riski taşıyor. Özellikle yenidoğan yoğun bakımda kaldığı süre içerisinde anne sütü alamayan, mama ile beslenen bebeklerde hayatı tehdit eden kanlı ishale yol açan bir durum da ortaya çıkabiliyor” diyor.
ÖNEMLİ OLAN KİLO DEĞİL, DOĞUM HAFTASIDIR
PREMATÜRE BEBEKLER İÇİN EN HAYATİ BESİN “ANNE SÜTÜ”
“Vücut savunma fonksiyonları son derece zayıf olan prematüre bebeklerin enfeksiyonlardan korunabilmesi için bu bebeklere dokunmadan önce mutlaka el temizliği sağlanmalıdır. Bu nedenle yenidoğan ünitelerinde el yıkama vazgeçilmez bir alışkanlık olmalıdır. Yenidoğan ünitesinin kapalı devre mikrop tutucu filtreye sahip bir havalandırma sistemi ile havalandırılması gerekmektedir. Ayrıca prematüre doğmuş bir bebeğin boğmacaya karşı korunması için de bebeğin etrafındaki kişilerin özelikle bebeğe teması en yüksek olan anne ve baba aşılanmalıdır.’’
“İlk günlerinde damar yolundan beslenmek zorunda kalındığı için kan şekeri, kalsiyum, sodyum ve potasyum gibi vücut için çok önemli maddeleri dengeleyemiyorlar. Bu nedenle bebekleri bir an önce anne sütü ile beslenmek ve damardan verilen sıvıdan en kısa sürede kurtulmak çok önemli.” YENİDOĞAN YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ OLAN BİR HASTANEDE DOĞUM YAPILMALI
“Halk arasında doğru bilinen yanlışlardan biri, yeni doğan bebeğin kilosuna göre prematüre olup olmadığının belirlenebilecek olduğudur. Halbuki doğum kilosu, bebeğin prematüre olup olmadığını göstermemektedir. 2 bin gram olan bir bebek prematüre olmazken, 3 bin gram doğan bir bebek prematüre olabilir. Bunun için belirleyici kıstas doğum haftasıdır. Bu nedenle 37. haftadan önce doğan bebekler prematüre olarak tanımlanır.” KIŞ HASTALIKLARI PREMATÜRE BEBEKLER İÇİN BÜYÜK RİSK
“Prematüre olarak dünyaya gelen bebeklerin bakımı ve yakın takibi çok önemli. Alanında uzman yenidoğan doktorları ve tecrübeli yenidoğan hemşirelerinin olduğu bir ekibin bulunduğu tam donanımlı bir hastane ortamında dünyaya gelen bebeklerin sağkalım oranının çok daha yüksek oluyor.” KASIM - ARALIK 2018 / PS 69
ÇOCUK ÜROLOJİSİ / SOSYAL SORUMLULUK
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
ıslatma ‘‘ Yatak çocuğun bilinçli bir davranışı değildir. Tedavisi mümkün olan üriner sistem problemidir
’’
Gece yatak ıslatma (enürezis noktürna) beş yaş ve üzeri çocuklarda tıbbi bir sağlık sorunudur. Bu sorunu yaşayan çocukların aileleri ise durumu bir sağlık sorunu değil, çocuğun tembelliği ve umursamazlığı olarak görüyor. Çocuğun hatası olmamasına rağmen maalesef ülkemizde çoğu zaman şiddetle cezalandırılıyor. Türkiye’de yapılan bir araştırmaya göre, aileler tokat atmaktan odasına kilitlemeye kadar pek çok farklı şekilde çocuğa ceza veriyor. Oysa konuya cezayla yaklaşmak, sorunu çözmek yerine daha da derinleştirip travmatik hale getiriyor. Türk Çocuk Ürolojisi Derneği, toplumda farkındalık yaratmak, çocuklar ve ailelerinin tedaviye başvurmalarını sağlamak, bu sebeple çocuklara uygulanan şiddeti durdurmak amaçlarıyla ‘Mini Yıldızlar Mutlu Sabahlar Drama Atölyesi’ sosyal sorumluluk projesini hayata geçirdi. Ferring Türkiye’nin koşulsuz destekleriyle gerçekleştirilen projenin detayları düzenlenen basın toplantısı ile duyuruldu. Toplantıya Türk Çocuk Ürolojisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Cem Aygün, Mini Yıldızlar Mutlu Sabahlar Drama Atölyesi Proje Koordinatörü Ebru Gönenbaba ve tiyatro oyuncusu Doğa Rutkay Kamal katıldı. 70 PS / KASIM - ARALIK 2018
ERKEK ÇOCUKLARDA DAHA SIK GÖRÜLÜYOR! Türk Çocuk Ürolojisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Cem Aygün, çocukluk çağının en sık karşılaşılan ve tedavisi mümkün olan üriner sistem problemlerinden Enürezis Noktürna’nın, 5 yaşındaki her 100 çocuktan 15’ini etkilediğini söyledi. İstemsiz ve farkında olmadan uykuda yatağını ıslatma anlamına gelen bu durumun, erkek çocuklarda daha sık olduğunu belirten Prof. Dr. Aygün, sosyoekonomik ve eğitim düzeyi düşük, geniş ailelerde yüksek oranda rastlandığına dikkat çekti. Prof. Dr. Cem Aygün şu bilgileri paylaştı: Neden ortaya çıkıyor? İdrar kesesi ve idrar tutmaya yarayan kasların kontrolü, sinir sistemi tarafından yapılmaktadır. Gece idrar kontrolünün sağlanmasında rol alan faktörlerde gelişen bir sorun, Enürezis Noktürna’ya yol açabilir. Aileler, yatağını ıslatan çocukların bir kısmının uykularının ağır olduğundan söz eder. Bazı altını ıslatan çocuklarda ise gece üretilen idrarın normalden fazla olduğu saptanmıştır. Bir kısmındaysa, idrar kesesinin çalışmasıyla ilgili bozukluk bulunmaktadır.
Psikolojik Değil, Fizyolojik Bir Sorun! Yatak ıslatma, çocuğun bilinçli bir davranışı değildir. Anne-babanın iyi eğitememiş olması anlamına da gelmez. Ailenin bu duruma tepkiyle yaklaşması veya cezalandırma yolunu seçmesi, sorunu çözmez hatta derinleşmesine yol açabilir. Genel inanışın aksine, psikolojik bir problem de değildir. Fakat çevresi tarafından tepki gören, başka bir yerde geceleyemeyen, tatile gidemeyen, durumundan utanç duyan çocuk psikolojik açıdan olumsuz etkilenebilmektedir.
Yatak ıslatma ceza ile tedavi edilemez. Tam aksine cezalandırma, ters etki yaratabileceği gibi, çocuğun özgüven ve direncini de kırıp psikolojik sorunlara neden olabilir. Ceza verilmesi sorunu çözmek bir yana çok daha derinleşmesine yol açabilir.
ÇOCUK ÜROLOJİSİ / SOSYAL SORUMLULUK
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
‘MİNİ YILDIZLAR MUTLU SABAHLAR DRAMA ATÖLYESİ’ farkındalık yaratacak
Ebru Gönenbaba - Doğa Rutkay Kamal- Prof. Dr. Cem Aygün
Amacımız ;KONUYA DİKKAT ÇEKMEK ‘‘Türk Çocuk Ürolojisi Derneği olarak toplumdaki farkındalığı artırmak, tedavisi olan bir sorunu tartışmak ve gündeme getirmek için, ‘Mini Yıldızlar Mutlu Sabahlar Drama Atölyesi’ etkinliğini düzenledik. Amacımız, aile ve doktorların bu konuya dikkatlerini çekmek, bunun ne çocuğun ne de ailesinin suçu olduğunu, tedavi edilebilen ve edilmesi gereken bir sorun olduğu konusunu gündeme getirmek. Bu soruna sahip çocuklara destek olduklarını, onların yanında olduklarını göstermek için başvuran 5-15 yaşlarındaki çocukların katılacağı bu yaratıcı drama atölyesi projesi, toplumumuzun geleceği olan çocuklarımızın sosyal gelişimlerine de bir katkıda bulunmak .amacıyla planlanmış ve hayata geçirilmiştir.’’
‘‘ÇOCUĞUN TEMBELLİĞİ VE UMURSAMAZLIĞI OLARAK GÖRÜLÜYOR’’ Ferring İlaç Mini Yıldızlar Mutlu Sabahlar Drama Atölyesi Proje Koordinatörü Ebru Gönenbaba da proje ile ilgili detaylı bilgiler verdi: ‘‘ Gece yatak ıslatma sorununun sebeplerini ve tedavi edilebilir olduğunu anlatmak amacıyla halkı bilinçlendirici aktivitelere destek olmak, Ferring İlaç olarak öncelikli hedeflerimizden. “Mini Yıldızlar Mutlu Sabahlar Drama Atölyesi’’ sosyal sorumluluk projesine destek olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Ayrıca, bu sorunu yaşamayan ancak hastalığın bilinirliğini artırarak enüretik yaşıtlarına destek olmak üzere bu atölye çalışmasına katılan her çocuğumuza gönülden teşekkür ediyorum.’’ Gece yatak ıslatmanın enüretik çocuk üzerinde yarattığı etki, 3. sırada gelen travmatik sorun olarak kendini gösteriyor… Gece yatak ıslatma çocuğun hatası olmamasına rağmen maalesef ülkemizde çocuğa yüksek şiddette cezalar uygulanmaktadır. 2013 yılında Türkiye’de, yatak ıslatan 208 çocuğun aileleri ile yürütülen bir araştırmanın sonuçlarına göre aileler yatak ıslatmayı sağlık sorunu olarak değil, çocuğun tembelliği ve umursamazlığı olarak görüyor ve çare olarak da cezalandırmaya başvuruyor. Bu çocuklara ağır ceza uygulama
oranı %35. Ağır ceza tanımı ise tekme, tokat, dövme, sopa ile dövme, çocuğu odaya hapsetme ve altını sabaha kadar ıslak bırakmadan, en uç noktada cinsel organını kibrit çöpü ile yakmaya kadar gidebiliyor. Oysa ceza ile yaklaşmak bu sorunu çözmek yerine çok daha derinleştirmektedir. ‘‘SUÇLU ARAMAYIN!’’ Projenin tanıtılmasına destek veren tiyatro oyuncusu Doğa Rutkay Kamal da basın toplantısında Enürezis Noktürna yani “Gece Yatak Islatma” sorunu ile ilgili, ebeveynlere yönelik şu mesajları verdi: •Gece yatak ıslatma sorunu ne çocuğun ne de ailenin suçudur. •Bununla yaşayan çocuğunuzu suçlamayın ve ona kızmayın, asla cezalandırmayın, bunun durumu daha da kötüleştirebileceğini unutmayın. •Nasıl hissettiğini sorun ve destek verin, çocuğunuzun bu süreç boyunca yanında olun! •Eğer sizin 5 yaşın üzerindeki çocuğunuz da bu soruna sahipse, mutlaka bu konuda uzman bir hekime başvurun çünkü gece yatak ıslatma tedavi edilebilen ve edilmesi gereken bir sağlık sorundur.. ‘Mini Yıldızlar Mutlu Sabahlar Yaratıcı Drama Atölyesi’ detay bilgi ve başvuru için: www.geceyatakislatma.com
KASIM - ARALIK 2018 / PS 71
BESLENME
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
SOĞUK HAVALARDA KORUYUCU BESLENME ÖNERİLERİ
sıvı alımının karşılanmasında ıhlamur, adaçayı, kuşburnu çayı, açık çay gibi içecekler tercih edilmelidir • Kış aylarında vücut ağırlığı kontrolünün sağlamasında; basit karbonhidrat olan saf şeker ve şekerli besinler yerine kepekli ekmek, makarna, bulgur gibi tam tahıl ürünlerinin tüketilmesine özen gösterilmesi gerekir. İLAÇ NİYETİNE BESİNLER Kış hastalıkları kapımızı bir bir çalıyor. Bu süreçte bağışıklık sisteminin güçlü olması ve birçok hastalığa kalkan oluşturması gerekiyor. Güçlü bir savunma mekanizmasının temelinde ise yeterli ve dengeli beslenme ile birlikte antioksidanlardan zengin besinlerin tüketilmesi yer alıyor. Beslenme düzeninde besin gruplarının yani süt, et, sebze, meyve ve tahılların-dengeli dağılımı, az ve sık aralıklarla beslenmek, miktarda yeterliliği ve mevsimine uygun çeşitliliği sağlamak yeterli ve dengeli beslenmenin temelini oluşturur.Yaşamın her döneminde yeterli ve dengeli beslenme sağlığın korunması için esastır. Bu nedenle, dört besin grubunda bulunan çeşitli besinler yeterli miktarlarda alınmalıdır. KIŞA HAZIRLIK İÇİN BESLENME ÖNERİLERİ • Hem bağışıklık sistemini güçlendiren hem de besin öğesi içeriği nedeniyle kış mevsiminin vazgeçilmez yiyeceklerinden olan kuru baklagiller bu aylarda 72 PS / KASIM - ARALIK 2018
özellikle haftada 2 - 3 kez mutlaka tüketilmelidir. • Omega 3 yağ asitlerini içeren balık, balık yağı, fındık ve ceviz ile omega 9 içerikli zeytinyağı, fındık yağı gibi sıvı yağlar bağışıklık sistemini olumlu etkilerler. Haftada 2-3 kez balık, 6-7 fındık, 2-3 ceviz tüketilmesi gerekir. • Her gün düzenli olarak yoğurt ve kefir tüketenlerin bağışıklık sistemi daha kuvvetlidir. Özellikle kefir tüketimi, birçok hastalığa karşı direnci artırır. • E vitamini, soğuk algınlığı ve diğer enfeksiyonlara karşı vücut direncini arttırmakta, A vitamininin okside olmasını da engellemektedir. E vitaminine; yeşil yapraklı sebzeler, fındık ve ceviz gibi yağlı tohumlar, kuru baklagiller kaynak olarak gösterilebilir. • Vücut ısısını dengede tutabilmek için bol sıvı alımı gerekmektedir. Susuzluk hissetmemek, vücudun suya ihtiyacı olmadığı anlamına gelmez. Bu nedenle, her gün en az 2-2.5 litre su içilmeli,
•Ceviz: Ceviz besinsel olarak önemli yağ asitlerini ve proteinleri içerir. Ceviz tüketimi kandaki kolesterol seviyesini düşürür, kalp atışlarında düzensizliği önler. Cevizdeki L-arginin kan damarlarının iç tarafının pürüzsüz ve düzgün olmasını sağlayarak kan-damar sisteminin rahatlamasını sağlar. Cevizdeki fitosteroller, kalın bağırsak, göğüs ve prostat kanseri gibi kanser türlerinden korunma sağlarken bağışıklık sistemini güçlendirir. •Karnabahar: K vitamini, protein, tiamin, riboflavin, niasin, magnezyum, fosfor, lif, vitamin B6, folat, pantotenik asit için iyi bir kaynaktır. Ayrıca 1 porsiyon karnabahar günlük C vitamini ihtiyacının yüzde 77’sini karşılayabilmektedir. •Pırasa: Soğan ve sarımsağın akrabası olan pırasa tıpkı onlar gibi birçok vitamin mineral ve fitokimyasal bileşikleri içermektedir. Bu içerik sayesinde de sağılık üzerine önemli etkileri vardır. Soğuk algınlığı, öksürük, grip, nezle, bronşit ve balgam gibi rahatsızlıkların önlenmesine, bu hastalıklardan korunmaya yardım eder.
BESLENME
• Lahana: Bütün fizyolojik sitemlerin foksiyonlarını yerine getirmesi ve sağlığı için gerekli olan besin maddelerini yüksek oranda içeren bir besindir. Lahana gibi C vitamini yönünden zengin bir besindir. • Mürdüm eriği: Kış aylarında ve mevsim değişikliklerinde en ihityacımız olan C vitaminini içermektedir. Bununla birlikte riboflavin, diyet lifi için de iyi kaynaklardandır. •Nar: Yüzyıllardan beri kullanılan en faydalı bitkilerdendir. Doğal bir antioksidan olarak 1 orta boy nar vücudun günlük ihtiyacı olan C vitamininin yüzde 25’ten fazlasını karşılayarak mevsimsel hastalıklara yakalanma riskini azaltır. •Turp: Kökü iyi bir C vitamini kaynağı iken, yapraklarında fazla miktarda A, K vitamini ve folat bulunur. Bağışıklığı güçlendirir, bağırsakları temizleyip
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
kabızlığı giderir, cilde tazelik verir, stresi azaltır, saçların daha sağlıklı olmasını sağlar. •Brüksel lahanası: Doğru şekilde pişirilirse tadı çok lezzetli olabilen bu sebze iyi bir demir kaynağıdır. Günlük K vitamini gereksinmesinin yüzde 200’ünü, C vitamini gereksinmesinin yüzde 100’ünü ve omega-3 gereksinmesinin de yüzde 10’unu karşılayarak antioksidan etki gösterir. •Bal kabağı: Vitamin, mineral, diyet lifi, omega-3 ve antioksidan kaynağı olan bal kabağı cilde iyi gelir. Daha çok tatlı şeklinde tüketilse de kışın soğuk havalarda çorbası da hem iç ısıtıcı hem de oldukça sağlıklı bir seçenektir.
Dyt. Aslıhan Altuntaş Memorial Bahçelievler Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü
KIŞ DETOKSU ÇORBASI Kış detoksu için sebze ve meyveler içerdikleri vitamin, mineraller ve fonksiyonel diğer bileşikler sayesinde vücudumuzu koruyan kalkan oluşturma gücüne sahiptirler. Vücuttan toksinleri uzaklaştırarak oluşturulan bu kalkanları güçlendirmek adına yapılan arınmaya detoks denir. Soğuk havaların hakim olduğu kış mevsiminde bağışıklık sistemimizi kuvvetlendirmek için kış detoksu çorbası iyi bir seçenek olabilir... Malzemeler
.1 orta boy havuç . 2 orta boy kuru soğan .500 gram brokoli ya da lahana . 300 gram ıspanak . 1 çay bardağı kırmızı mercimek . 2-3 diş sarımsak . Bir tutam taze maydanoz . 2 yemek kaşığı zeytinyağı . 1 tatlı kaşığı kuru nane . 1 çay kaşığı kekik . 1 çay kaşığı pul biber . 1 çay kaşığı karabiber Yapılışı
. Sebzelerin hepsini öncelikle 10 dakika süre ile sirkeli suda bekletip sonra sebzeleri güzelce yıkayın. . Çok küçük parçalar halinde doğradığınız sebzeleri derin bir
tencereye alıp, önceden en az 1 saat kadar sıcak suda beklettiğimiz mercimeği tencereye ekleyin. . Üzerini, 1 parmak geçecek kadar sıcak su koyup tencerenin kapağı kapalı bir şekilde karışımı kaynamaya bırakın. . Kaynadıktan 5 dakika sonra ocağın altını kapatıp maydanoz, kuru nane, kekik ve pul biberi ekleyin ve 45 dakika kadar tencerede beklemeye bırakın. . Sonrasında isterseniz kevgirden geçirin ve tencerede kalan suyu ekleyip kıvamını hazırlayın, isterseniz bir blender yardımı ile çorba kıvamını elde etmeye çalışın. En son 1 çay kaşığı karabiber ile 2 yemek kaşığı zeytinyağını ekleyin ve kaynatın.
KASIM - ARALIK 2018 / PS 73
8.
ATRİYAL FİBRİLASYON ZİRVESİ 2019
BİLİMSEL SEKRETERYA Prof. Dr. Erdem Diker TOBB ETU Hastanesi Yaşam Caddesi No:5 Söğütözü, Ankara erdemdiker@afd.org.tr
ORGANİZASYON SEKRETERYASI Prof. Dr. Bülent Özin Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Beşevler, Ankara bulentozin@afd.org.tr
DMR Kongre Organizasyon Hizmetleri Tur. A.Ş. Hollanda Cad. 696. Sok. No: 22/9-10 Yıldız - Çankaya / ANKARA T. 532 111 9 367 (DMR) • F. 312 442 0 410 www.dmrturizm.com.tr• sibel.koymen@dmrturizm.com.tr
www.afzirvesi.org 74 PS / KASIM - ARALIK 2018
8 - 9 Şubat 2019 Xanadu Hotel, Belek, Antalya
KONGRE TAKVİMİ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
KASIM 2018
9. Uluslararası Sağlık ve Hastane Yönetimi Kongresi 19-22 Aralık2018 Spice SPA Resort Hotels Kongre Merkezi Belek Antalya www.hsyk-antalya.org Dünya Kongre Turizm
15. Ulusal Dahili ve Cerrahi Bilimler Yoğun Bakım Kongresi 7. Avrasya Yoğun Bakım Toplantısı 21-24 Kasım 2018 Titanic Beach Lara Otel, Antalya www.dcyogunbakim2018.org Flaptour
6. Multidisipliner Nöroendokrin Tümör Sempozyumu 22 Aralık 2018 Green Park Otel Ankara, www.noroendokrin2018.org Serenas Uluslararası Turizm Kongre
9. “Ulusal Obezite Kongresi” 22-25 Kasım 2018 Swissôtel Ankara www.obezitekongresi.org Consensus Kongre & Organizasyon
10. İstanbul Bilim Üniversitesi Onkoloji Günleri -Meme Kanseri’nde Güncel Yaklaşımlar 22-23 Aralık 2018 Florence Nightingale Hastanesi-İstanbul www.bilimonkoloji2018.org Serenas Uluslararası Turizm Kongre
3. Ulusal Diyabet Akademisi 30 Kasım – 02 Aralık 2018 K.K.T.C ulusaldiyabetakademisi.org Consensus Kongre & Organizasyon 12.Ulusal Alkol ve Madde Bağımlılığı Kongresi 29 Kasım- 02 Aralık 2018 Susesi Luxury Resort Antalya www.bagimlilikkongresi2018.org DMR Kongre Organizasyon Hizmetleri
İstanbul Üniversitesi 8. Kadın Doğum Günleri 7-9 Aralık 2018 Radisson Blu Şişli İstanbull www.istanbulkadindogum2018.org FTS Turizm Kongre Organizasyon
54. Ulusal Nöroloji Kongresi 30 Kasım–6 Aralık 2018 Sungate Otel Antalya www.norokongre2018.org Flaptour
8th International Gastrointestinal Cancers Conference -(IGICC 2018) 7– 9 Aralık 2018 Swiss Otel İstanbul Serenas Tourism Congress www.igicc2018.org 2. Diyabet Teknolojileri Sempozyumu 7-9 Aralık 2018 The Ankara Hotel www.diyabetteknolojileri.com Motto Turizm Organizasyon 13.Ulusal Yara Kongresi 13-16 Aralık 2018 Gloria Otel ve Kongre Merkezi Antalya www.yarakongresi2018.org Valör Turizm Organizasyon The6th Lung Cancer Network Symposium Bridging Science and Practice 14-15 Aralık 2018 Swissotel The Bosphorus İstanbul www.lungcancernetwork.org Serenas Turizm Kongre
ARALIK 2018 13. Ulusal Uyku Kongresi 04 – 08 Aralık 2018 Side Star Elegance Otel Antalya kongre.tutder.org.tr GOLA Sağ.Med.Organizasyon Yüz Plastik Cerrahi Derneği 12. Ulusal Toplantısı 6-8 Aralık 2018 Adana HiltonSA, Yüz Plastik Cerrahi Derneği K2 Kongre ve Etkinlik Hizmetleri www.ypcd2018.org
8. Türkiye Tiroid Hastalıkları Kongresi 14-16 Aralık 2018 Green Park Otel Ankara www.tiroidkongresi2018.org Eyka Turizm 6. Disiplinler Arası Üroonkoloji Toplantısı 14-16 Aralık 2018 Xanadu Otel Belek Antalya www.disiplinlerarasiuroonkoloji.org Serenas Uluslararası Turizm Kongre 13. Ulusal Aferez Kongresi 15 - 16 Aralık 2018 Sheraton Hotel Ataköy, İstanbul www.aferezkongre.org Fortuna-Events
OCAK 2019 V. Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ortopedi ve Travmatoloji Kongresi 10-12 Ocak 2019 Radisson Blu Hotel, Çeşme-İzmir Ege Kongre Turizm ve Organizasyon www.ftrortopedi2019.org Meme Kanserinde Yeni Yaklaşımlar Eğitim Toplantısı 12-13 Ocak 2019 Fairmont Quasar Hotel İstanbul Humanitas Mice www.istanbulmemekanseri.com EPCD 23. Ulusal Kongresi 12-13 Ocak 2019 Hilton Bomonti Otel İstanbul Seven Event Company http://www.epcd2019.org TOD 40. Kış Sempozyumu 18-20 Ocak 2019 Tasigo Otel Eskişehir K2 Kongre ve Organizasyon todnet.org/kissempozyumu2019 Akciğer Kanserinde Güncel Tedaviler Sempozyumu 19 Ocak 2019 Swissotel Ankara www.immunoterapi.org D Event Turizm Organizasyon KASIM - ARALIK 2018 / PS 75
KISA...KISA...
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
DEMİR HAYAT’TAN MEMORİAL SAĞLIK GRUBU’NA ÖZEL SAĞLIK SİGORTASI “Ekinoks Plus Sağlık Sigortası”
Türkiye’de kaliteli sağlık hizmetlerinin öncüsü Memorial Sağlık Grubu ve sigorta sektörünün prestijli şirketlerinden Demir Hayat güçlerini birleştirdi. Yapılan işbirliği çerçevesinde hastaların Memorial Sağlık Grubu hastanelerinde nitelikli sağlık hizmetinden yararlanabileceği yeni özel sağlık sigortası ürünü olan “Ekinoks Plus Sağlık Sigortası” ortaya çıktı Türkiye’de sağlık sigortası sektörünün önde gelen şirketlerinden Demir Hayat, Memorial Sağlık Grubu hastaları için özel yeni bir sağlık sigortası ürünü oluşturdu. Demir Hayat Sigorta tarafından hayata geçirilen Ekinoks Plus ürünü, Memorial Bahçelievler Hastanesi’nde düzenlenen etkinlikle acentelere tanıtıldı. Ekinoks Plus’ın yatarak tedavi, yatarak+ayakta tedavi, doğum teminatı gibi ihtiyaca göre ve her bütçeye uygun farklı plan alternatifleri bulunuyor. Üstelik benzer sigorta ürünlerine göre yüzde 30’a kadar avantajlar sağlıyor. Demir Hayat Genel Müdürü Viktor Hodara; “Özel tasarlanan ürünümüzde limitsiz doğum gibi çok önemli ve kapsamlı teminatlara ek olarak, zengin asistans hizmetleri de bulunuyor” dedi. Hodara, şöyle konuştu: “Asistans hizmeti
NOVO NORDİSK KÜRESEL İTİBAR ARAŞTIRMASINDA 5’İNCİ OLDU Genel merkezi Danimarka’da bulunan Novo Nordisk, Reputation Institute (İtibar Enstitüsü) tarafından yayımlanan küresel itibar araştırmasında kurumsal sorumluluk alanında 5. sıraya yerleşti 15 ülkeden 230.000 kişinin katıldığı anket sonucunda sosyal sorumluluk itibarı en yüksek 100 şirket belirlendi. Genel Merkezi Danimarka’da bulunan Novo Nordisk, küresel itibar araştırmasında 5’nci sırada yer aldı. DEĞİŞİME YÖN VERDİĞİNİ VE HAYAT KURTARDIĞINI TÜM KATILIMCILAR KABUL ETTİ Araştırmayı yöneten Reputation Institute CRO’su (Chief Reputation Officer) Stephen Hahn-Griffiths, ”Güven oluşturmanın tek yolu güven kazanmaktan geçiyor. Novo Nordisk’in değişime yön verdiği ve hayat kurtardığı tüm katılımcılar tarafından kabul ediliyor” dedi. 76 PS / KASIM - ARALIK 2018
kapsamında sigortalı, ücretsiz VIP check-up, diş paketi ve özellikle tavsiye ettiğimiz online doktor hizmetimizden faydalanabiliyor. Ekinoks Plus ürünümüz ile sigortalılarımız Memorial Sağlık Grubu hastanelerinde hem kaliteli hem de özel anlaşmamız sayesinde daha uygun fiyatlı sağlık hizmetlerinden yararlanabilecekler. Demir Hayat olarak müşterilerimize hasta olduklarında akıllı ve farklı ürünlerle verdiğimiz hizmetlerin yanı sıra, onların sağlıklı ve daha iyi yaşamalarına destek veren uygulamalarımız da devam edecek. Ekinoks Plus ürünü alan her müşterimiz Zorlu Center’daki Memorial Wellness Merkezi’nden %20 indirimli olarak faydalanabilecek.” MEMORİAL SAĞLIK GRUBU’NUN TÜM MERKEZLERİNDE GEÇERLİ Memorial Sağlık Grubu CEO’su Uğur Genç ise, Memorial’ın özel sağlık sigortası kullanıcılarının en çok tercih ettiği hastanelerden biri olduğunu belirterek, “Memorial Sağlık Grubu olarak sektörde 18. yılımızı geride bıraktık. Açıldığımız günden bu yana en iyi uzman ve akademik kadroları ile en ileri teknolojiyi bünyesinde bulunduran, tıptaki yenilikleri dünya ile aynı anda uygulayan, her geçen gün hizmet ağını genişleterek
Forbes Dergisi’nde yayınlanan haberde, ”Ürün ve amacını paralel yürüten bir başka organizasyon ise Novo Nordisk. Danimarka menşeili şirket ilk 25’e giren tek ilaç şirketi. Bu da, ilaç şirketlerine karşı güvenin en düşük olduğu günümüzde, Novo Nordisk’in tüketicisi ile oluşturduğu güven ilişkisine verdiği önemin kanıtıdır” denildi. Novo Nordisk CEO’su Lars Fruergaard Jørgensen ise “Kronik hastalıkları olan insanların ihtiyaçlarını anlamada verdiğimiz emeklerin uluslararası mecralarda tanınması çok güzel bir şey. Dünya genelindeki tüm çalışanlarımızın çıkardığı bu mükemmel işten ötürü çok gururluyum” açıklamasını yaptı. Novo Nordisk Türkiye Pazara Erişim ve Kurumsal İlişkiler Direktörü Aysun Hatipoğlu Potgieter konuya ilişkin şu değerlendirmede bulundu: “Novo Nordisk ‘Temel Üçgen’ prensibiyle yönetiliyor. Novo Nordisk Tarzı adını verdiğimiz bu değerler bütünü finansal, sosyal ve çevresel sorumluluk bilincinin bütün iş süreçlerimizde ve
Viktor Hodara - Uğur Genç
daha fazla insanın hayatına dokunan bir kurum olarak, Türkiye’de kaliteli sağlık hizmetlerinin yaygınlaşmasında önemli rol oynadık. Ülkemizde bir ilk olan bu özel ürün sayesinde hastalarımızın hayatlarını kolaylaştıracağımıza, onların sağlıklı kalmalarına ve kaliteli bir yaşam sürmelerine daha fazla katkıda bulunacağımıza inanıyorum’’ dedi.
her çalışanımızın iş yapış şeklinde bütünüyle yansıtılması anlamına geliyor. Şirketimiz tüm dünyada insan sağlığı ve yaşam kalitesini yükseltmeye yönelik çalışmalardaki ilerlemeye özel önem atfediyor, dolayısıyla bilimsel alandaki inovatif çözümlerimizi sosyal alanlarda da farklı farklı projelerle desteklemekten mutluluk duyuyoruz” Novo Nordisk, Türkiye’de de faaliyet gösterdiği alanlarda çeşitli sosyal sorumluluk projeleri yürütüyor. Novo Nordisk Türkiye, Türk Diyabet Cemiyeti ile birlikte Tip 1 diyabetlilerden oluşan koşu takımı Team1, Diyaçev ile Arkadaşım Diyabet, Türkiye Obezite Araştırma Derneği ile HADİ Birlikte ve çocuklara yönelik diyabet kampları gibi sağlıklı yaşama alışkanlığı ve farkındalık yaratmaya yönelik sosyal sorumluluk projelerine koşulsuz destek veriyor.
KISA...KISA...
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
BERKO İLAÇ ÜRETİM TESİSLERİNİN ÜÇÜNCÜ FAZININ AÇILIŞ TÖRENİNİ GERÇEKLEŞTİRDİ Türkiye’nin önde gelen ilaç firmalarından Berko İlaç, üretim tesisinin üçüncü fazı için kurdele kesti. Hizmete alınan bu faz ile birlikte ilaç sektöründe yerelleşme adımları hızlanması amaçlanıyor. Tesisin içinde bulunan T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı onaylı Ar-Ge merkezinde milli ilaç seferberliğine büyük katkılar sağlanacak. İstanbul Sultanbeyli’de bulunan Berko İlaç Üretim Tesisleri’nin üçüncü fazının açılış töreni, Cumhurbaşkanlığı Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu Üyesi ve İVEK Vakfı Mütevelli Heyet Başkanı Prof. Dr. Necdet Ünüvar, SGK Eski Başkan Yardımcısı ve İVEK Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Dr. Mustafa Kuruca, İVEK Vakfı Mütevelli Heyet Başkan Yardımcısı Ecz.
Mehmet Domaç, Türkiye İlaç Sanayi Derneği Başkanı Cengiz Celayir, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Dr. Hakkı Gürsöz, Sultanbeyli Kaymakamı Metin Kubilay gibi önemli isimlerin katılımıyla gerçekleştirildi.Tesisin üçüncü fazının faaliyete geçmesiyle Berko İlaç, yıllık 82 milyon kutu üretim kapasitesi-
ne kavuştu. Türkiye ilaç pazarının güçlü bir oyuncusu olan Berko İlaç, dünya markası olma vizyonuyla başta ABD ve Kanada olmak üzere 14 ülkeye ihracat yapıyor. Hizmete alınan bu fazla beraber üretimin, istihdamın ve ihracatın arttırılması hedefleniyor.
YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ HASTANELER GRUBU’NUN 8’İNCİ HASTANESİ KOŞUYOLU HASTANESİNİN RESMİ AÇILIŞI YAPILDI Dünyadaki hijyen ve teknoloji standartlarıyla yarışan Yeditepe Üniversitesi Koşuyolu Hastanesi, yaklaşık 35.000 m2 kapalı alanda, 6’sı yoğun bakım olmak üzere 180 yatak kapasitesi, dokuz ameliyathanesi, 100’e yakın uzman ve akademisyen hekim kadrosuyla, Türkiye’nin ilk antimikrobiyal hastanesi olma özelliğini taşıyor. Hedef; “Sıfır Hastane Enfeksiyonu Yayılımı” Yeditepe Üniversitesi Laboratuvarları’nda geliştirilen, patenti alınan ve dünyada bir ilk olan özel molekül sayesinde “sıfır hastane enfeksiyonu yayılımı” hedefleniyor.Tamamen yerli olarak geliştirilen bu özel molekül, hastanenin inşaat aşamasından itibaren, tüm malzemelere uygulandı ve antimikrobiyal hastane özelliği ile ilk hastane olma özelliği taşıyor.
ALCON YENİLİKÇİ TEKNOLOJİLER ZİRVESİ 23 ÜLKEDEN 400 GÖZ DOKTORUNUN KATILIMI İLE İSTANBUL’DA GERÇEKLEŞTİRİLDİ
Göz sağlığı alanında dünya lideri ve Novartis grup şirketlerinden Alcon Türkiye’nin hayata geçirdiği Alcon Yenilikçi Teknolojiler Zirvesi, 8-9 Aralık tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirildi. Katarakt Cerrahisinde İleri Teknolojiler ve Güncel Tedavi Yaklaşımları, İleri Teknoloji ile Üretilen Göz İçi Lensler, Katarakt ve Astigmat Yönetimi ve Sağlık Ekonomisi gibi pek çok konunun derinlemesine incelendiği zirveye, konusunda uzman 23 ülkeden, yerli yabancı 400’den fazla göz doktoru katıldı.
İlk gün gerçekleşen oturumların ortak odak noktası katarakt cerrahisini ileri teknoloji tedaviler yardımı ile bir adım öteye taşıyabilmekti. İkinci günde ise zirveye katılan göz cerrahlarının ihtiyaçlarına göre gerçekleştirilen beş farklı çalıştay ile konuklar ilgi alanlarına göre ayrıntılı bilgi alma ve meslektaşlarıyla fikir alışverişinde bulunma şansını buldular. Alcon Türkiye Cerrahi İş Birimi Direktörü Dr. Ege Bay Alcon Türkiye’nin ev sahipliğinde düzenlenen zirveyle ilgili gerçekleştirdiği konuşmasında; “İnsanların daha iyi görmelerini sağlayarak, yaşam kalitelerini artırmak için yenilikçi ürünler sunma misyonuyla çalışmalarını sürdüren Alcon ailesi olarak ilk defa gerçekleştirdiğimiz bu zirveye Alcon Türkiye olarak ev sahipliği yaptığımız ve proje yönetimini üstlendiğimiz için gururluyuz. Alcon Ye-
Dr.Ege Bay Alcon Türkiye Cerrahi İş Birimi Direktörü
nilikçi Teknolojiler Zirvesi’nde 23 ülkeden konusunda uzman 400 göz doktorunu İstanbul’da bir araya getirdik. Bu etkinlik ile amacımız olan görme kaybının en önemli nedenlerinden olan katarakt hastalığının cerrahisinde kullanılan tüm gelişmiş teknoloji ve yenilikçi ürünlerin tartışılarak, en güncel tedavi yaklaşımlarının uluslararası platformda bilinirliğinin artmasına katkı sağladığımıza inanıyorum” dedi. KASIM - ARALIK 2018 / PS 77
KİTAP KÖŞESİ
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
YARATILIŞTAKİ ÇATLAK GEN DÜZENLEMENİN EVRİME HÜKMEDEN İNANILMAZ GÜCÜ Yazar: Jennifer A. Doudna, Samuel H. Sternberg Koç Üniversitesi Yayınları Çevirmen: Mehmet Doğan Biyoloji tarihinin dönüm noktası niteliğindeki CRISPR-Cas9 Gen Düzenleme teknolojisini, kâşifi Berkeley Üniversitesi Biyokimya ve Moleküler Biyoloji Profesörü Jennifer A. Doudna’nın ağzından anlatan kitap, Biyokimya alanının öncü isimlerinden Doudna’yı bu biyoteknolojiye taşıyan upuzun, dolambaçlı ve zahmetli yolun aynı zamanda bilimde yeni bilgilere ulaşmanın ancak kolektif çalışma ve dayanışmayla mümkün olduğunu da okuyuculara gösteriyor. Kitapta, CRISPR’ın sadece hastalıklara değil, iklim değişikliği, çevresel yıkımlar, gıda güvenliği gibi sorunlara da çare olabileceğini belirten Jennifer A. Daudna, bu işe bilimcilerin, şirketlerin, hükümetlerin ve halkların birlikte soyunması gerektiğini anlatıyor. Biyolojinin sınırlarını zorlarken mevcut ahlaki, hukuki ve siyasi sınırları da yoklayacak olan CRISPR teknolojisini halka anlatmak amacıyla yola çıkan kitap, okurlarını insanlık tarihini geri dönülmez biçimde değiştirebilecek güçteki bu teknoloji ile ilgili tartışmaya dâhil olmaya çağırıyor.
‘‘HAYATI HATIRLAMAK OTOBİYOGRAFİK BELLEĞE BİLİMSEL YAKLAŞIMLAR ’’ Derleyenler: Sami Gülgöz, Berivan Ece, Sezin Öner Birinci sınıfa başladığınız gün gözünüzün önüne geliyor mu? Öğretmeninizin yüzü, sesi, tahtadaki yazısı aklınızda canlanıyor mu? Peki, ailenizle yediğiniz son bayram yemeği neredeydi, hangi tarihteydi? Sofrada kimler vardı? Konuşulanları, yenen yemeği hatırlıyor musunuz? Hayatı Hatırlamak işte tam da bu gibi sorulara cevap arıyor. Bizi biz yapan parçalarımıza odaklanan Hayatı Hatırlamak, otobiyografik bellek kavramını araştırma yöntemleri, hatırlama ve unutma, anıların yaşam boyu dağılımı, dil ve kültür, istemsiz hatırlama, imgelem perspektifi, zamanda zihinsel yolculuk, anıları zihinde canlandırma, bağlanma ve hatırlama ilişkisi, otobiyografik bellek ve psikopatoloji, kişisel ve toplumsal bellek gibi yönlerden ele alıyor. Bir yandan eksiksiz bir kavramsal çerçeve kurmayı bir yandan da gelecekteki bellek çalışmalarına zemin hazırlamayı amaçlayan Hayatı Hatırlamak, psikoloji, psikiyatri ve nörobilim alanlarıyla ilgilenenler, özellikle de bellek üzerine çalışmalar yürütmek isteyenler için kaynak niteliğinde.
MİKROBİYOTA Yazar: Ed Yong Çevirmen: Şiirsel Taş Yayınevi : Domingo Yayınevi İçinizde trilyonlar yaşıyor. Koskoca bir dünya, capcanlı bir kolonisiniz aslında. Sadece bağırsağınızdaki bakterilerin sayısı, galaksimizdeki yıldızların sayısından fazla. Yüzlerce yıl adlarını hastalıkla anmış olsak da artık biliyoruz: Mikroplar yaşamın Azrail’i değil, bekçisi. Trilyonlarca mikrop organlarımızı şekillendiriyor, bizi hastalıklardan 78 PS / KASIM - ARALIK 2018
‘‘KABULLER BİR BEYİN CERRAHININ SINIR TANIMAYAN HİKÂYESİ’’ Yazar: Henry Marsh Çevirmen: Ferit Burak Aydar Koç Üniversitesi Yayınları
Kabuller, yaşamını ölümkalım aşamasındaki hastaları kurtarmaya adamış bir beyin cerrahı olan Henry Marsh’ın kırk yıllık meslek yaşamına ilişkin bir muhasebe niteliği taşıyor. Londra’daki hastanede tedavi ettiği hastalarıyla ilişkilerinden, yurtdışında karşılaştığı zorlu koşullarda insanlara yardım eli uzatma çabasından, yaşamını anlamlı kılmak için seçtiği başka uğraşlardan söz eden Marsh, bir cerrah olarak ikilemlerini, zaman zaman da çaresizliğini dürüstçe dile getiriyor. Tıp eğitimi aldığı dönemi, genç bir cerrahken yaşadığı önemli deneyimleri, mesleğinin en güç yönlerini, hastalarının yaşamını uzatmak için ortaya koyduğu çabayı anlatırken değindiği noktalar yaşamın ne kadar değerli olduğunu derinden hissettiriyor.
koruyor, davranışlarımıza yön veriyor. Aşılara nasıl tepki verdiğimizden, çocukların aldıkları gıdalardan ne kadar beslenebildiklerine kadar, yaşamımıza çok derin ve geniş kapsamlı katkıları var. Artık kesin olarak biliyoruz ki mikropları göz ardı etmek, hayata anahtar deliğinden bakmak demek. Bu kitap kapıyı ardına kadar açıyor ve bizi ücudumuzdaki akılalmaz evrenle tanıştırıyor. Ed Yong, bizleri kendimize yepyeni bir açıdan, nehirlere, ormanlara, mercan resiflerine baktığımız gibi bakmaya çağırıyor: bireylerden çok, gelişen ekosistemler olarak. Mikrobiyota, dünyaya ve kendinize bakışınız milyon minik yoldan değiştirecek. Bu kitabı okuduktan sonra muhtemelen bir “favori mikrop”unuz olacak.
ETKİNLİKLER
YENİ YIL KONSERİ SENEDE BİR GÜN “En Sevilen Klasik Eserler” 04 Ocak 2019 20:30 İş Kuleler 2019’un kapısından Serdar Yalçın’ın düzenlemelerinden oluşan “Senede Bir Gün” konseri ile giriyoruz. Konserin repertuvarında, klasik eserlerin yanı sıra sevilen yerli ve yabancı eserler de yer alıyor. Vals tango ve aryalarla dolu yeni yılın bu ilk konserinde yerinizi ayırmayı unutmayın .
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
ARIADNA CASTELLANOS 25 Ocak 2019 20:30 İş Kuleler Ariadna Castellanos’un günümüz elektronik ritimlerini, ateşli ve geleneksel flamenko ile buluşturması, her yaştan ve her kesimden insanın dikkatini çekmesini sağlıyor. Berklee College of Music’ten “Presidential Award” alan ilk İspanyol olan Ariadna Castellanos, önemli flamenko sanatçılarıyla aynı sahneyi paylaşıyor ve boş zamanlarında da film müzikleri üzerinde çalışıyor. THE ORCHESTRA OF AGE OF ENLIGHTENMENT 9 Şubat 2019 20:30 İş Kuleler Giovianni Antonini Şef Magdalena Kozena Mezzo Soprano 2001 yılında kaydettiği arya albümleri ile Gramophone Solo Vokal Ödülü’nü kazanan Magdalena Kozena, arya kayıtları ile dolu albüm diskografisi üzerinde çalışmaya devam ediyor.
CAPPELLA GABETTA ANDRES GABETTA Yöneten/keman AVI AVITAL mandolin 9 Ocak 2019 20:30 İş Kuleler Grammy ödülerine aday gösterilen ilk mandolin sanatçısı olan Avi Avital ve Cappella Gabetta oda orkestrası Barok dönemden çağdaş müziğe kadar uzanan bir repetuvarla İş Sanat’ta dinleyicileri ile buluşacak.. Topluluğun şefliğini ise çağımızın en önemli umut veren kemancılarından biri olan Andres Gabetta üstleniyor
Kozena’ya sahnede, 30 yıl önce, bilinen orkestra kurallarını yıkıp, yerine yepyeni müzikal anlayışa sahip bir topluluk oluşturan Londralı The Orchestra Of Age Of Enlightenment eşlik edecek. Konserde şeflik rolünü ise kariyeri boyunca birçok prestijli orkestralara şeflik yapmış Giovianni Antonini üstleniyor.
köşesine taşınan The Tiger Lillies, hem hikâyeleri hem de müthiş müzikal imzaları ile 19 Şubat’ta İş Sanat’ta! ARTURO SANDOVAL 27 Şubat 2019 20:30 İş Kuleler John Belzaguy, bas Tiki Pasillas, perküsyon Dave Siegel, klavye Johnny Friday, davul Kemuel Roig, piyano Caz sahnesinin en dinamik trompet ustası ile tanışmaya hazırlanın! Arturo Sandoval, 19 Grammy adaylığının 10’undan ödülle döndü. 12 yaşında klasik trompet eğitimi almaya başlayan Sandoval, dünyanın en tanınmış caz trompetçisi ve aynı zamanda klasik sahnenin piyanist ve bestecisi olarak müzik hayatına devam ediyor. Nefes kesici performansının arkasında zorluklarla geçen bir çocukluk, dünyanın önde gelen orkestraları ile gerçekleştirdiği müzikal birliktelikler ve birçok film için bestelediği müzikler yer alıyor. İlham verici enerjisi ile Arturo Sandoval, İş Sanat’ta hafızalardan silinmeyecek bir performans sergilemeye geliyor!
THE TIGER LILLIES Farklı, gizemli ve eğlenceli! 19 Şubat 2019 20:30 İş Kuleler The Tiger Lillies müziğin birçok dalında cesurca geziniyor. 1989 yılında kurulan grup ilk günden itibaren sokaktan aldıkları kara mizah unsurları, punk müzikle kabarenin karanlık havasını birleştiren melodik yaklaşımları ile farklı seslerini duyurmaya devam ediyor. Londra’daki tüm prestijli sahnelerden dünyanın her
Arturo Sandoval
Detaylı bilgi ve program www.issanat.com.tr www.biletix.com
KASIM - ARALIK 2018 / PS 79
ABONE
POPÜLER SAĞLIK DERGİSİ
ABONELİK
Popüler Sağlık Dergisi’ne abone olmak isterseniz; abone@populersaglikdergisi.com veya info@populersaglikdergisi.com adreslerine iletişim bilgilerinizi yazarak talebinizi lütfen iletiniz. Talebinizin ardından gönderilecek abone formununun doldurulması ve tarafımıza ulaşmasıyla aboneliğiniz başlayacaktır. Derginiz abone işlemlerinin tamamlanmasından sonra düzenli olarak adresinize teslim edilecektir.
Popüler Yayıncılık Yönetim Merkezi (İzmir) 0232 465 32 32 -0232 422 08 38 Faks: 0232 465 30 94 İstanbul Haber Merkezi: 0 216 355 02 59 GSM: 0 532 470 00 25 info@populersaglikdergisi.com www.populersaglikdergisi.com
80 PS / KASIM - ARALIK 2018
rezidans iletisim 210x297 baski.pdf
1
21/11/2018
17:00
ONLARIN BAŞARISINDA SİZİN DE YERİNİZ OLSUN.
İkinci baharınızda Darüşşafaka Rezidansları'nda yerinizi alın, çocuklarımızın eğitimine destek olun.
darussafaka.org
0212 939 28 00 - 2255 / 2425 / 2447 • 0216 380 48 68 -1003