PORSUK DERGİ gelin edebiyatın derinlerine doğru kazalım
SUHAN LALETTAYİN — ŞAVKA UÇAN
2
YUNUS ABİD — BİRKAÇ ELZEM FASIL
3
imtiyaz sahibi MUSTAFA ERAYATA
MUSA PAKSOY — MARTI
5
yazı işleri ekibi İCLAL AKSOYLU YİĞİT OMAY
OĞUZ KIRIMBAK — SANCI
6
HAMDİ OĞULHAN TÜNAY — TAN VAHİYLERİ
7
AYLIK EDEBİYAT DERGİSİ YIL:1 / SAYI:1 NİSAN 2017
tasarım ekibi MUSTAFA ERAYATA FATİH CEYHAN
CAN AKTAŞ — PERESTİŞ
çizim (iç sayfa) EMRAH KOYMAT
MUSTAFA ERAYATA — ÖLÜM EFENDİLERİ
sosyal medya sorumlusu AYSUN ALAN
VEYSEL OĞULCAN TÜNAY—TÜRK EDEBİYATI VE KADIN İMGESİ 11
basım türü SÜRELİ YAYIN
YİĞİT OMAY — UZUN BİR İSİM
15
İCLAL AKSOYLU — ÖLÜ BALIK
17
PERVİN AKGÜN — ACILAR TEZGAHI
18
NECİP FAZIL SAY — GEREKSİZLİK KİPİ
19
KUTALMIŞ BİLGE GÜRBÜZ — KARŞI SANSÜR
20
basım yeri METİN COPY PLUS (Mollafenari Mahallesi, Türkocağı Cad. 3/1, 34120 Fatih/Istanbul) İnstagrram: /dergiporsuk Twitter: /porsukdergi Facebook: /porsukdergii
porsuk1dergi
8
10
ŞİİR ŞAVKA UÇAN SUHAN LALETTAYİN
2
Çeçim’e
Şavkında tekrarlayan hürriyet iniltisi Kibar beyefendinin dövmelerine mahcup güneşler giydirirdi zaar Sağlıklı uzayan saçları yoktu kadının. Küçük memeleri vardı Değme delikanlıya taş çıkarırcasına bağırırdı görmeliydiniz Kansı ojeler sürerdi yassı tırnaklarına, çay içerdi. Düpedüz Kandı. Işıldayan saçları yoktu kadının. Sadece Kadındı.
ÖYKÜ
BİRKAÇ ELZEM FASIL YUNUS ABİD 3
Yalancıların mumlarının söndüğü vakitlere yakın bir saatte ne zamandır geçmeyen bacağımdaki sızı, cebimdeki telefona mı bulaştı nedir, günlerdir ses seda çıkmayan telefonum sızım sızım sızladı. Arayan süratli bir veletti. Şehri terk etmeye yakın biriken dert, idrakıma giden her yolda beni çekiştiriyordu. Yanlış yapıyorsun, diyordu bana, en şeytan tüylü hâliyle sırtımı sıvazlıyordu esen rüzgâr, alnıma vuran güneş, bu şehrin güneşiydi. Gitmek için gün saydığım yer, kaçan balık teoremine atıfta bulunuyordu sanki, kocaman bir balığın arkasında çukur bir şehrin ortasındaydım. Söğütlerin tepelediği orman, göle yukarıdan bakıyor, göl ipek çarşaf gibi kırışıksız, arada rüzgâr değiyor en fazla çizgi çizgi hareket ediyor tatlı su, martıların sudaki izleri kendilerinden daha sahici, arkalarda bir yerde tünemiş loş ışıklı bir kafe, neonların ardından Muharrem Usta'nın yanık gırtlağını servis ediyor kulaklarımıza; sebep mezarında yosunlar bitsin vay bitsin. Kulak kesildik hep beraber türküye, diğer ikisi çok şaşırmış görünmüyordu bu tesadüfe. Güldüler geçtiler, kafa kafaya vermişlere özgü sükûnetle. Gün bitsin artık, dedim kendi kendime. Daha ne istiyorsun, diye sordu manzara. Senin hatrına buradayım yeminle, dedim.
cevaben güldü. Hayırlı bir gülümsemeydi, pis bir sırıtmaya döndü, lafı dolandırmayan ince bir tebessüm olarak manasına erişti. Gelsin gelsin, dedim. O da görsün beni gitmeden. Bir insan gitmeden evvel güzeldir çünkü, giderken rahatsız eder, yokluğunda üzer, dönüşü bayram olur. Birebir olmasa da bu düzen bir şekilde tutar. Manzarayı toprağa oturmuş izliyorduk, belim iflas etti, yere uzandım. Mutlu insan izlenimi veren sırt üstü uzanış biçimini aldım, ellerim ensemde bağlanmış, kelleme yastık olmuş dertlere bir çare bulamamıştı. Sen de her haltı derde bağlıyorsun, dedi gökyüzü, eller çare olmuyor derdime, dedim. Güldü geçti.
Hülya isimli hanım abla geldi, tanışmak için birkaç elzem fasıldan ve birbiriyle yeni tanışan insanlara ait suskunluğun ardından muhabbet, kendine insansız yerler aradı. İnsanı az, çimeni çok bir yere çöktük. Süratli veledin kaşları gözleri durmuyordu bana baktıkça. Bir haftadır konuşuyorlarmış, muhabbetlerinin inkişafında zirvenin tanığı olmak bana nasip olmuş anlaşılan. Sanki bir anda bugün büyük güne dönüştü, bu aşk burada şahlanacaktı, güneş doğru açıda bulutlar en güzel biçimdeydi, çiçekler açmış böcekler uçmuş Ferdi Baba tasvirine yakın bir mutluluk tüm şehri sarTelefonu açtım, birkaç elzem fasıldan sonra mıştı, mutlu sona giden yersiz bir hız kazanmıştı “Gitmeden bir göreyim,” dedi, “hem de bir tiyat- hikâye, bense senaryo dışı bir karakter olarak ro var, beraber izleriz.” İyi, dedim, gideriz izleriz. olaya epey yabancı kalmıştım. Uyumuşum sonrasında. Karga botunu giymeden Bu seremoni bana sahici gelmedi. Mekân insanı uyandım. İyi, dedim, giderim izlerim. Söylediği kandırır, yoldan çıkarır nihayetinde. Peki ya abla yere yuvarlandım geldim. “Hiç görünmüyorsun.” yolunu evvelden çizmiş, girdiği çıktığı bir yol yokdedi birkaç elzem fasıldan sonra. “Ben görünmesa? Herkes bir yol bulur ama bu yolun çizgisi bizim bilmiyor musun?” dedim, latife niyetine. Gülrinci elden çıkmazsa varacağı yer ucube bir çizgidü geçti, son anda aklına gelmiş de unutmamak nin kıçı olur anca. Peki ya sana mı kaldı bu derdin için dilinden koparır gibi “Hülya da gelecek.” deyükü? Bir ah çektim. di, oh ne güzel, “Hülya da kim?” diye sorunca
4
Hanım Abla çantasından bir kasetçalar çıkardı sonra. Gözlerim ışıldadı, çocukluğum ufalandı. Nasıl bir şarkı istersiniz, diye sordu. Muhatabı ben miydim diye düşünmeden cevap verdim suale: “Ne öldüren ne süründüren, mutlu görünümlü dertli, çimenlere yakışır, şefkatli bir şarkı aç varsa.” dedim. Noir Désir, Le vent nous portera. Aklımdaki şarkı buydu, tesadüf o ki çalan şarkı da o oldu. Yanında kaseti ne arıyordu, beynim mi şeffaftı sen mi mübarektin, nasıl olur nasıl nasıl nasıl? Şaşkınlığımı saklayıp elzem fasılları atlayıp saadet denilen yere geldim ve hiçbir şey demedim. Çünkü bu ihtimal üzerine konuşmaların hepsi boşa, asıl konu susmalarda anlaşılıyor.
yere serilir, dedi içses. Sus manzarayı izle, dedim. Arada rüzgar esince, hareket eden tatlı su, şehirden gitmek deli ediyor insanı. Hanım Abla ise ortamızda, başı veledin omzunda, elleri kolunda, dünyanın uzak bir yerindeler, tek sigarayı dönüyorlar.
Arkalarda bir yerde bir kafe gördüm, çay var mı? Üç tane. Biri bir şekerli, diğerleri şekersiz. Kaç lira? 25 kuruş eksik versem... Eyvallah, kolay gelsin. Oturdum yanlarına tekrardan. Şekersiz içkilerini aldılar. Elzem fasılları hallettik. Hava karardı. Neon ışıkların aydınlığı önümüze üç gölge düşürdü. Bir şarkı başladı, hafif oynak tonda, ah bildim, bu Muharrem usta; sebep mezarında yosunlar bitsin vay bitsin. Yanımdaki ablaya seslendim, “Sormuştum ya sana Kırşehir “Neyin var?” diye sordu, bitmeyen bir ef- türküsünü, işte bu o türkü!” dedim heyekârım var, istikbalde karaltılara bürünmüş canla. Güldü geçti, tesadüf dedi belli belirgörünmez dertler var, galiba sana da biraz siz. İçimden şöyle dedim: “Bu bir tesadüf meylim var ortada binlerce ayıp var, “Yarın olamaz, bu mucize!” gidiyorum, onun sıkıntısı var.” dedim. Gitme eyleminin terk etme olmayışını hisBiten şarkının ardından tekrar sordu, bu settirmek için asgari bekleme süremi dolkez daha nokta atış bir şeyler istiyordu. durdum. Gitmem gerek, yarın erkenden “İstediğiniz bir şarkı var mı?” dedi, şemsi- yollanıyorum, dedim. Yediler. Giderken el yemin ucu kare/yok mu şu derdime çare/o salladılar bana, güldüm geçtim. Eski model yar güzel ben biçare diye mırıldandım. Ru- sarı bir ticariye bindim. Şoför bir kaset takmeli türküsü, dedim. Var mı? Yok. Peki, ye- tı yuvaya. çaresiz dertlere düştüm/bir vefakin yekin kalkamazsın yerinden yerinden/ sız yare düştüm, Rumeli türküsünden kasayrılasın sahibinden serinden sebep sebep, tım buydu benim. Bu da mı tesadüf be abla, bu var mı, Kırşehir türküsü? O da yok, pek dedim içimden. Daha sonra aşk ile tesadüf türkü dinlemem, dedi. Tiyatroya gittik. Ben arasındaki bu paslaşma ilk hangi umut tatiyatroyu ve bazen de ablayı izledim. Abla, cirinin aklına geldi diye düşündüm. Onlar veledi ve bazen de tiyatroyu izledi. Süratli olsa güler geçerdi, ben gülmedim. Türküyü velet ise ablayı ve nadiren de beni izledi, dinledim son gücümle, şehirdeki son akşakaş göz yapıp durdu yani. Tiyatro bitmiş ma baktım. Tarifsiz dertlere bulandım, giolacak dışarı çıktık ve yürüdük. Derken gü- diyorum. neş batmış olacak hava karardı, alacakaranlık, çok iyi bir manzara bulduk, yere çöktük, çarşaf gibi göl, söğüt ağaçlarından olan tepelerin altında çukur gibi birikmiş, doğal bir arena oluşmuş. Nice koç yiğitler
GÜNLÜK
MARTI MUSA PAKSOY 5
Beşiktaş'a taşındım. Yeni bir çatı katı dairesi tuttum. Çok güzel yaşanır diye umuyordum burada. İlk günlerde hissettirmedin varlığını ama dün beni uyutmadın. Bir nefesin var sanki yeri göğü yıkıyor. Olmayan uyku düzenimi iyice bozdun. Normalde saat bir veya ikide yatan sabah sekizde kalkan bir adamdım. Sen uyku saatlerimi değiştirdin. Sayende artık sabah altıda yatıp sabah sekizde kalkıyorum. ... Yine coştun bu gece. Seni ürkütmek istemiyorum. Git martı! Lütfen tuttuğuma pişman etme bu evi bana. Bak sabah sınavım var yani uyumam lazım, izin ver uyuyayım. O sınavdan geçmem lazım sen başka bir çatıya kon. Ben uyuyayım sen de git martı. ... Yine sabahlamak zorunda bıraktın beni. Sınavdan da kaldım. Otobüste yarım saat uyumuşum ama bu da fayda etmez ki. Eve gelir gelmez sızacağım. O büyük nefesini bile duymayacağım artık. Sadece normal insanlar gibi uyuyacağım. ... Sucuklu yumurta yaptım bugün. Diğer insanlar gibi kahvaltı yaptım. Ekmeğin yarısı arttı diğer yarısını çöpe atmadım ziyan olmasın diye... Çatıya bıraktım. Aslında senin için bıraktım martı dün deliksiz uyumuşum. Dün beni hiç uyandırmadın. Şimdi ekmeğini ye ve git. Son kıyağımdı bu sana gider misin bilmiyorum ama gitmen lazım. ... Ebemle enteresan bir ilişki içine girmeye başladın artık martı. Dün gece yine uyutmadın. Tabii suç bende niye veriyorum ki ben sana ekmeği? Artık her gün gelirsin. boku yedim. Hiçbir şey olmadı ama sabah oldu yine. ... Bir iki saat uyumuşum. Saat dört yine çatıdasın biliyorum. Bak çatıya vurup seni korkutmak istemiyorum. Artık bokunu çıkardın beş gündür uyutmuyorsun beni. Hadi artık başka çatılara kon ve rahat bırak beni... ... Yine sucuklu yumurta yaptım. Yine ekmeğin yarısı arttı. Yarım saat düşündüm. O ekmeği sana versem mi? Yoksa akşam ekmek arası bir şeyler mi yapsam diye düşündüm.Sana verdim. Şu ana kadar hiç gör-
medim ama seni nefesinle iyi tanıdım seni. Biliyorum açsındır. Hadi ye ekmeği gitmeyeceğini biliyorum ama gitmen lazım. ... Seray ayrıldı bugün benden. Tam beş aylık büyük ilişkimizi tek bir mesajla bitirdi. Mesaj yazmak nedir ya? Çıkarsın karşıma “Seni sevmiyorum sen lanet bir adamsın” dersin ama o mesaj attı “Ben artık yapamıyorum” diye. ... Saat 12 bilmiyorum kaçıncı bira. Yine çoştun bugün. Sesinle beynime yuva yaptın. Harbiden bokunu çıkardın artık. Çatıya vurmaya başladım. Gittin. Seray da gitti zaten sen de git. Siktir git! ... Çatıya vurmak istemezdim, seni korkutmak istemezdim ama yapmak zorundaydım çünkü iki haftadır ağzıma ettin. Artık rahat rahat uyuyorum. Seray da ayrıldı benden zaten umurumda da değil. Artık uyuyorum. ... Tam bir hafta oldu martı, gidişinin ardından tam bir hafta geçti. Seray'dan ayrıldım. Hatırlarsın “Artık yapamıyorum’’ dedi ayrıldı. Seray'la birlikte sen de ayrıldın benden özledim beni uyutmayan martı görünümlü o ayını sesini özledim. ... Sucuklu yumurta yapmıyorum artık. Ekmek alıyorum Remzi ağabeyden. Her gün koyuyorum çatıya. Başka martılar geliyor biliyorum. O martıların arasındaki sen değilsin. Onlar benimle gece boyunca kalmıyor, onlar ekmeklerini yiyor ve gidiyorlar. Özledim martı. Sesini özledim. Beni uyutmamanı, benden ekmek beklemeni özledim.Seray gitti. Annem çok uzaklarda, babamın umurunda değilim. Burada artık tamamen yalnızım. Dön martı sesini bile özledim. Uyumayalım. Seni eve de alırım. Başka yemekler de veririm ama dönmüyorsun dönmeyeceksin belki de ama dönmen lazım. Çünkü ben seni özledim martı. Hadi dön martı, dön artık bu küçük yaşımdaki büyük yalnızlığıma son ver.
DENEME
SANCILAR OĞUZ KIRIMBAK 6
Korkuyorum. Gece yankılanacak çaresiz hıçkırıklarım. Kendi ellerimle açtığım damar yolundan toprağa akacak kan. Toprak annemle beslenecek ve bir kanser gibi büyüyecek sancılarım. Mide bulantısı ve arkasından kusma. Donuk gözlerimde arayacaklar çocukluğumu, bilmediğim bir zamanın içine hapsolacağım, ki aslında herkes kendi hapishanesini cebinde taşır. Bunu babam tutuklandığında öğrendim. İnsan geçmişini bir bavula sığdırdığı zaman gitmek için hep bir bahane buluyor. Fakat gitmek yerine gördüğümüz acıları süzüp, sonsuz bir bilinmezliğe sürükleniyoruz. Dayanamıyorum artık bilincim kurak topraklar gibi paramparça. Hem o kadar kolay değil ciğerlerini boğarken insanın kendini sevebilmesi. Bu yüzdendir ki son 10 yıldır ölü doğar oldu çocuklar. Sarıldım gölgeme, sustum. Ağlamaya cesaretim yoktu. Eskisi kadar içemiyordum. Günden güne yok oluyordu kişiliğim. Kurtulabilirim aslında ama sahtekarsınız hepiniz, iki yüzlü budalalar. Bir tek kadınımın sessizliği kulağımda. “Hissediyorum. Ölüm beynimi ele geçiriyor. Gitmeliyim.” Dediğimde titreyen elleriyle kavradı yüzümü. Gözlerinde daha bombalar patlamamış, çocuklar ölmemişti. Yemin ediyorum ki ben daha önce öyle bir göz görmedim. Ve işte yaşam bu! Gömün beni kadınımın düşüncelerine, gözlerine bakmayın. Bırakın bizi, bırakın ! İstemiyorum boş vaatlerinizi. Korkuyorum. Kıyamet kopacak ve ben yaşayacağım.
ŞİİR
TAN VAHİYLERİ HAMDİ OĞULHAN TÜNAY 7
Bu gece aklımın en ücra köşesinde bir dilek tuttum. Mutluluğa olan yoksunluğum, şevkimi kırdıkça, kahkahaları pas tutturmaya yeminler ettim. Ve karara vardım en sonunda; içimdeki bedbaht karanlık aydınlığa hep hasret kalacak. Bu gece aklımın istimlâk edilmiş köşelerinden dilekler tuttum. Kulağımda en acıklı şarkıların notaları, lügatımda bir sürü gel-gitler! Şahit olsun kuruyan mürekkebime lütufkâr yaprak, çoğulluk hâlâ haklıysa, İstemem! Düşmesin payıma bir parça rüzgar. Bu gece aklımın en cüretkar köşesinden bir dilek tuttum. Sızlayan kalbim ve ben, uçurtması kopan bir çocuk kadar buruktuk. İn-cin top oynuyordu gölgemizde, ve gölge selamlıyordu biçimsiz umudu. Saksıdaki papatya özgürlüğe kavuşmak istiyordu. İşte ben o vakitler, acımı tütüne katık etmekle uğraşıyordum. Tan vakti aklımın sınırsız köşelerinden dilekler tutmuştum. Peygamberine vahiy dağıtan melek kadar umutluydum. Artık en saf gülüşler bile temize çıkartamaz bu ruhu. Tanrım! Yardım et. Bu düş sandığım, Kabusmuş!
HİKAYE
PERESTİŞ CAN AKTAŞ 8
Saçının her telinden başka başka memleket- rum her sabah. O ıslık sesini duyduğumda ler Dünya’ya gelirdi. O memleketler içine ölümüme kavuşacağım için mutlu olacağımı umut ve güzellik hapsederlerdi. Hapis de olsa düşünüyorum her sabah. Ancak yaşamak gegüzellikten başka bir şey bulunmazdı. Bir gün rekliymiş. Karşımdakini öldürmeden ölmememlekete başkasının tuttuğu ellerinden bir mem gerekliymiş. Ensemden vücuduma Modamla kin düştü. O kin büyüdü ağaç oldu da- ğolların süvarileri gibi giren soğuğa direnmek ha da büyüdü başka bir memleket oldu. Bu artık önemli değil. O Moğollarla yaşamayı hikâye o memlekette sevda yaşayanların hi- öğrendim. kâyesidir. İçimde cehennem kadar kalabalık olan sevİnkâr ettiğim özleminle bir dağın başındadan bir kâğıda yazarken ne kadar da yalnızyım. Şairin “On ikinci gün jiletle damarlarımı laştırıyor beni. Tüm kinime rağmen seni sevkeseceğim” dediği günü aşalı beş gün oldu. meyi becerebiliyorum ancak bu son olacak Damarlarım hâlâ saartık seni sevmeden “tüm peygamberler gibi acı çektim na akıyor. Korkunç yaşamayı da öğreçarmıha olmasa da kelamlarına çivilendim bir beyazlık var her neceğim. Gözlerincehennemde olmasa da senin özleminde yandım yanımda. Zaten fırtıden doğan sabahlacahiliye dönemi olmasa da sana kandım.” na da gözlerime salra küfür edeceğim. dırıyor. Sanki seni bir daha görmemi istemi- Benim gözlerim bozuktur zaten o sabahların yor. Çalarken ölmeyi düşündüğüm şarkı ne- doğuşunu net bir şekilde göremedim. Belki dense seni düşünürken çalmaya başlar. Elle- de bu yüzden gözlerini her gördüğümde mitrimi kaldıramadan kesilir. ralyözle karşılaşmış gibi oluyorum. Her gün çakal avlamaya çıkarız bu dağa anİşte bitiyor. Ben ihtilâller peşinde olmalıyım. cak her gün çıkmamızın meselesi daha başka. Ben saraylara tüneyen baykuşları kovmalıSana bir tanrıymışsın gibi tapmamın dışında yım. İşte şimdi bitiyor. İçimde büyüyen boşludaha da başka. Mesele, müdafaa ama neden ğa yıldızları sığdıracağım ve vazgeçeceğim. hiç sevmediğim insanları koruyorum ki? Hayır, mesele onları müdafaa etmek değil, daha büyük bir ülküyü korumaktır. Platon yıllar evvel ayırmış toplumunu sınıflara. Oysa ülkü uğruna bir olunmalı. Gerçi Platon da bizim dağlardaki çakalları bilmez. Gördüğüm her cesede duygusuz bakabilmek için gözlerimi oydum. Yalnız aklımdan marşlar geçerken dokunmadan hissedebiliyorum. Bir kayanın başına sıçramış kandan nice nefretler çıkardım. Başıma yaklaşacak kurşunlardan kaçmamak için yemin ediyo-
“çocuklar dünyayı alacak elimizden ölümsüz ağaçlar dikecekler’’
“öyle sonsuz sınırsız düşler kur ki çocuğum Düşlerini som somut görüp şaşsınlar’’
Uçurtmam bulutlardan yüce, Zıpzıplarım pırıl pırıldır. Ne güzel dönüyor çemberim; Hiç bitmese horoz şekerim!
“Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk Hiçbir yere gitmiyor’’
ŞİİR
ÖLÜM EFENDİLERİ MUSTAFA ERAYATA 10
Rüzgarlı bir havada hızla değişirken takvim yaprakları çocukluğumun o uzunluğu titanik olan yokuşunu tek nefeste çıkmışım da meydanda çükünden su fışkıran heybetli heykelden gidermişim sanki susuzluğumu. saat üç gibiydi, Mecidiyeköy' de rastgele bir kapıdan girerken düşünmüyordum gerçek dünyaya çıkacağımı iyi hatırlıyorum annesinin mezarında ağlıyordu ben yaşlarında bir çocuk ben o zamana kadar bütün çocukları güler sanıyordum sanıyordum ki çocuklar için yapılmış bir lunaparktı dünya
bir şiirde okumuştum '' Dünyanın yedi harikası var. Bunlardan ilki yutkunmaktır'' diyordu işte o an elimden gelen tek şey yedi harikadan ilki olan yutkunmaktı demiri bile toz eden ölüm efendileri bir çocuğu daha adam ediyorlardı henüz on yaşında ...
İNCELEME TÜRK EDEBİYATI VE KADIN İMGESİ VEYSEL OĞULCAN TÜNAY 11
Türk toplumunun yaşamı yüzyıllar içerisinde değişmelere uğramıştır. Bu değişimlerin sebepleri toplumsal, dilsel, dinsel, yabancı kültürlerden etkilenme ve siyasal olaylar olmuştur. Bu değişimler yaşanırken Türk toplumundaki kadının statüsü de zamanla farklılaşmıştır. Ve bu statü değişimleri edebiyatımızdaki kadın imgesinin değişik şekillerde işlenmesine sebep olmuştur. Türk Edebiyatında kadının yeri, toplumun geçirmiş olduğu medeniyet ve kültür değişim süreçlerine bakılarak üç dönem çevresinde incelenebilir. Bu dönemler: İslamiyet’in kabulünden önce, İslamiyet’in etkisinde ve son olarak da Batı etkisindeki edebiyat dönemleri olarak sınıflandırılabilir.
biyattaki yerini en iyi anlayabileceğimiz eser olarak Dede Korkut Hikâyelerini ele alabiliriz. Bu eserlerde kadın bir aşk ve tutku kaynağı olarak kullanılmamıştır. Evlilik anlatılırken aşk ön planda tutulmamıştır. Bunun sebebi olarak yine göçebe olarak yaşayan halkın birincil ihtiyacının avcılık olduğunu düşünebiliriz. Çünkü sürekli bir iş uğraşı içerisinde bulunan Türkler, aşkı ikinci, hatta eserlere bakıldığında plan dışı tuttuklarını görmek mümkündür. Yaşamın ilk dönemlerinde, anaerkil toplumların mevcut olduğunu biliyoruz. Ancak tarihler ilerledikçe teknik devrimler gerçekleşmeye başladı. Kadınların toplumsal statüleri bu devrimler sebebiyle değişti. Yani artık yavaş yavaş kadının çapası yerinin erkeğin sabanına bırakmaya başladı. Böylece kadının sanattaki yeri de değişti.
İslamiyet Öncesi Türk Edebiİslamiyet Etkisindeki Türk yatında Kadının Yeri: Bilindiği üzere, Türk toplumu İslamiyet’i ka- Edebiyatında Kadının Yeri: bul etmeden önce Orta Asya ve çevresinde yaşayan bir topluluktu. Ve Orta Asya çevresinde yaşayan Türk topluluklarının çoğunluğu göçebe olarak yaşamlarını devam ettiriyorlardı. Geçimlerimi avcılık, toplayıcılık gibi, göçebe kültüre uygun bir şekilde sağlayan topluluklarda kadının rolü, erkeklerle aynı düzeydeydi. Avcılık ve toplayıcılık faaliyetlerini beraber gerçekleştiren kadın ve erkekler, sosyal yaşamda da beraber hareket ederek, cinsel farklılık göz etmeksizin yaşıyorlardı. Anne ve eş olarak kadın, erkeklerle eşit surette aileden sorumlulardı. İslamiyet öncesinde yazılı olarak ele geçirilmiş kaynakların büyük çoğunluğu edebi bir nitelik taşımadığından dolayı, kadınların ede-
İslamiyet öncesi dönemdeki Türklerde kadının toplumsal değeri erkekle eşitti demiştik. Ancak İslamiyet’i kabul etmeye başladıktan sonra kültür değişimine açık bir hale gelen toplum içerisinde kadının statüsü sarsılmaya, değişmeye başladı. Ataerkil aile yapısı bu dönemde ön plana çıkmaya ve hızla toplumlara nüfuz etmeye başladı. İslami delil niteliğindeki kaynakların yorumlanmasında yapılan bir hatayla, erkeğin kadından daha üstün olduğunu düşünen, din olarak İslamiyet’i benimseyen Türklerde bir takım toplumsal değişmeler yaşandı. Ve kadın artık erkeğe hizmet etmesi gereken, işi sadece ailesi olan, köle ve cariye olarak görülen bir varlığa dönüştü-
12
dönüştürüldü. Özellikle İslamiyet’e geçiş döneminden sonra, Osmanlı Devletine mal olmuş bir edebiyat tarihi olarak görülen Divan Edebiyatında (Saray Edebiyatı) kadının işlenişi de önceki dönemlere göre değişmiştir. Saray Edebiyatında kadın âşık olunan, elde edilmesi için bin bir acı çekilmesi gerekli olan varlık olarak kullanılmıştır. Çoğunlukla divan şairleri kadını Allah'a ulaşmakta bir araç olarak görmüşlerdir (Maddi aşktan ilahi aşka giden yol). Kadınların istekleri, düşünceleri, hayatı yaşayış tarzları hiç bir şekilde kaleme alınmamıştır. Kadın tamamen ulaşılması gereken, ulaşırken acı çektiren varlıktır. Divan edebiyatında kadınlar konu olarak kullanılmış olsalar da, zaman zaman kadın şairlere de rastlanmıştır(sayıları çok azdır). Ancak erkeğin yeri o kadar baskındır ki, kadın şairler kendilerini erkek olarak tanıtmışlar (mahlas olarak erkek mahlasları kullanmışlardır), erkekler gibi kadınlara şiirler yazmışlardır. Hatta bilinen ilk kadın şair Zeynep Hatun, şiirlerinde kadının açgözlü, isteklerinin yersiz ve saçma olduğunu belirtmiştir. Kadınların en güzel yanlarından olan, sevecenlik ve yumuşak mizaçlılığı, zayıflık ve ruhsal eksiklik olarak tanımlamıştır. Kadının işlendiği konular genellikle gazellerde bulunmaktadır. Kadın, gerçekteki halinden alakasız bir şekilde kullanılmış, hayal ürünü olarak ele alınmıştır. Kadın, şairin hayalindeki mükemmel varlıktır. Kötü yanı hiç yoktur, herkesin sevebileceği harikulade bir varlık olarak tasarlanmıştır. Bu ideal kadın tiplemesi Nedim'de değişmeye başlamıştır. Nedim, hayali değil, gerçekten var olan kadınları anlatmaya başlamış, bazı eserlerinde kadınların eksik yönlerini de kaleme almıştır. Kadın onun için keyif giderici, istek duyulan bir eşya olarak kullanılır. Saray edebiyatı tarihi boyunca kadın keyif giderici bir eşya olarak görülmüştür. Yalnıza bunu Nedim bu kadar net bir şekilde yansıtmıştır.
Batı Etkisindeki Türk Edebiyatında Kadının Yeri: Osmanlı Devlet'inin 19. yy’de resmi olarak yönünü batıya çevirmesinden sonra Türk edebiyatında batılılaşma hareketleri hız kazanmıştır. Bu dönem içerisinde devlette, batı devletleri göz önünde bulundurularak, onlar gibi refah bir seviyeye ulaşmak için yeni düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır. Bu dönem içerisinde kadının özgürleşmesi, kadının erkekle aynı seviyeye getirilmesi, kadının yüzyıllar önce elinden alınan sosyal ve siyasal haklarının iade edilmesi konuları gündeme gelmiş ve bu unsurların kazanılması için çalışmalara başlanmıştır. Evlilikte eş seçme, tek eşlilik, kadın giysilerinin değişimi gibi gelişmeler ilk bu dönemde gündeme gelmeye başlar. Bu gelişim, istek ve arzular doğal olarak bu dönem içerisinde yapılmakta olan edebiyatımıza da yansımıştır. Batı etkisindeki Türk edebiyatında bulunan kadın imgesinin incelenmesi için bazı alt başlıklar açmak daha yararlı olacaktır:
TANZİMAT DÖNEMİ: Saray edebiyatında görmüş olduğumuz soyut kadın imgeleri bu dönemde somutlaşmaya başlar. Kadın yine bir aşk hikâyesi çevresinde anlatılmıştır ancak bu sefer psikolojik ve sosyal sorunları da kaleme alınmaya başlanmış, romanlardaki kadın kahramanlar genellikle köle, hizmetkâr olarak incelenmiştir. Erkeklerin âşık oldukları veya evli oldukları kadını aldattıkları ya da eski karılarını kıskandırdıkları birer varlık olarak düşünülen kadınlar romanlarda bu şekilde işlenmiştir.
SERVET-İ FÜNUN DÖNEMİ: Bu dönemde işlenilen kadın tiplemesi hasta bir varlıktır. Servet-i Fünun yazarları ve şairleri içlerine kapanık, hissi sözcüklere önem veren, sanatlı bir dil kullandıkları için bu dönemde yazılmış olan eserler tabir-i caizse eğer divan şiirlerindeki kadın tipine benzer.
13
Dil olarak olmasa da işlenen konu itibariyle bunu söylemek mümkündür. Ve bu tipleme Fecr-i Ati döneminde de bu şekilde kullanılmaya devam etmiştir. Cemal Süreya bu dönem içerisinde işlenmiş olan kadın imgesini şu cümleler ile anlatmıştır: ''Servet-i Fünun dönemindeki güzel, son derece romantik bir kalem efendisinin uzaktan uzağa hayran olduğu kadındır.''
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ: Milli mücadele döneminde, sosyal ve siyasi olarak kadın hayatın bir parçası olmuş durumdaydı. Vatan için mücadele veren erkekler ne kadar çoğunluktaysa yine vatan için mücadele veren kadınlar bir o kadar çoğunluk içerisindeydi. Bu sebepten dolayı; romanların, şiirlerin içerisindeki kadın, kahraman, savaşçı, vatansever olarak anlatılmıştı. Servet -i Fünun dönemindeki edebiyatı, divan edebiyatına benzetmiştim. Milli Mücadele döneminde yapılan edebiyat, konusal olarak aile yapısını içerisinde bulundurmasa da, savaşçılık ve vatana bağlılık konuları bakımından İslamiyet etkisinden önceki dönemle birbirine bağlanabilir. Bu dönemde kadın, İslamiyet’ten sonra yapılan edebiyat içerisindeki en güzel konuma sahiptir. Bu dönemde, kadınları anlatan çok büyük bir yazar ortaya çıkmıştır. Yazdığı edebi metinlerin ana karakterini oluşturan kadınlar, onun edebiyatında gerçekten çok güçlü, çok istekli ve vatana bağlı konumda olmuştur. Halide Edip, bu topraklar üzerinde yapılan edebiyatın ilk kadın savunucu yazarı olarak, kadın yazarlar için temeller atmış ve ondan sonra gelecek olan yeni nesiller için kadın edebiyatı, kadının yapmış olduğu edebiyat için zemin hazırlayarak çok kutsal bir görevi başarmıştır. Milli mücadele dönemi her şeyden evvel Halide Edip gibi bir yazarı bizlere kazandırdığı için, kadın ve edebiyat konusunda çok önemli ve diğer konulardan ayrı bir unsur olarak değerlendirilmelidir.
CUMHURİYET DÖNEMİ: Milli Mücadele döneminde Halide Edip ile başlayan kadın yazarların edebiyatımıza girmesi durumu bu dönemde daha da katlanarak devam etmiştir. Kadın şair ve yazarları, bu dönem içerisinde çok aktif bir şekilde gördük ve görmeye de devam edeceğiz. Erkeklerin yapmış olduğu edebiyat ne kadar haksa ve haklı bir ürünse, kadınların yapmış olduğu edebiyat da o kadar haklı bir üründür. Kadının edebi eserlerdeki yeri konusuna açıklık getirecek olursak, 1940 Garip akımı ile birlikte, alışılagelmiş kadın imgesinin kırılmış olduğunu görmemiz mümkün olacaktır. Garip şairlerinin yazmış olduğu şiirler nedeniyle karşımıza çıkan kadın tasviri, sokakta herkesin görebileceği kadın olarak değişmiştir. Kadın artık her şeyiyle ele alınmaya başlanmıştır. Bu dönem şairlerinde ve bu şairlerin etkisi altında kalan diğer sanatçılarda kadını sosyal kimliğiyle görürüz. Nazım Hikmet ile bu kimlik biraz değişir. Bu kimlik, bir dava arkadaşı, bir eş, bir sevgili kimliğidir. 1955 li yıllardan sonra, yani İkinci Yenicilerden sonra kadın cinsel bir öge kimliğine bürünür. Yani, Yağmur Alkır'ın dediği gibi, ''Cumhuriyet'in ilk elli yılında kadın bir siluettir. Birey olmaktan ziyade anne, bir eştir. Bu dönemin eserlerinde kadının özelliklerini net olarak göremeyiz, daha sonraki yıllarda dünyada ve Türkiye'deki değişimler sonucu kadın köylü, işçi, aydın, burjuva özellikleri ile karşımıza çıkmaya başlar.'' İlk başta söylediğim gibi, bu dönemde kadın yazar ve şairler artmıştır. Onların gözüyle de artık bir şeyleri görmemiz mümkün olamaya başlamıştır. Didem Madak, Birhan Keskin, Gülten Akın ve adını saymakla bitiremeyeceğimiz diğer değerli kadın yazarların önemini bu dönemlerde anlamaya başladık dememiz yanlış olmayacaktır. Kadın yazarların sayılarının giderek artıyor olması edebiyat dünyası için, hele ki Türk Edebiyatı için mutluluk verici, gurur duyulması gerek en güzel olayların
14
başındadır, başında değilse de olmalıdır! Aslında en ayrıntılı şekilde incelenmesi gereken dönem olarak bu dönemi göstermemiz yanlış da sayılmayacaktır. Cumhuriyet dönemi, kuruluştan günümüze kadar devam eden birçok siyasi, sosyal ve dini değişiklikleri içerisinde bulundurduğu içini bu dönem hakkında apayrı bir yazı yazmak daha sağlıklı olacaktır.
bir kadını ortadan ikiye böl… yarısı annedir, yarısı çocuk, yarısı sevgili yarısı aşk...
*** Yapmış olduğumuz incelemeler, kadınların edebiyattaki yerini saptamamız için yeterli değildir. Ama en azından görmüş olduğumuz nokta şudur ki, kadın unsuru iyi de olsa, kötü de olsa her zaman edebiyat içerisinde var olmuştur. Ve ümit ederiz ki, kadınları anlatmak için erkeksi duygulara ihtiyaç duyulmasın…
CEMAL SÜREYYA
"kadın benzerliktir. ve bence karşıtlıktır. her şey bir uyak içerisine girer, her şey birbirine seslenir ve yanıt verir"
OCTAVİO PAZ
Bir kadının dudaklarında değildir aşk. Bedeninde hiç değildir. Aşk, kadının göz kapaklarındadır. Kadın, göz kapaklarında saklar o adamı. Ne kadar yanarsa yansın canı, ağlayamaz bazen. Sımsıkı yumar gözlerini.
ÖZDEMİR ASAF
bir kadınım ben ve insan kadın olunca her şeyi unutur yüreğinin içindekinden başka...
LALE MÜLDÜR
ŞİİR
UZUN BİR İSİM YİĞİT OMAY
15 İsmi sen olan caddelerde, bulvarlarda
Bazen Gülhane'den, bazen Sarayburnu'ndan
Kırmızı ayakkabılı bayram çocukları
Rüzgarlarla birlikte
İp atlarken;
Ama en acıklısı Sultanahmet'te,
Ve aniden elden çıkan Balkanlarda,
oteller içinde sıkışmış bir evden gelir.
Nice bayram çocukları yatarken.
O ev ki kimine kurtuluş, kimine esaret
Kubbesi şiir olan ve belki bir kuş uçan,
Ve o evde seni anmak dökülen boyaların,
Çiçekli yakanla ey puslu dağ
Kirli çatı aralarının, martıların sesinde
Ekşitme yüzünü midye görünce,
Kimi zaman bir bulutun gölgesinde
Ve saçlarının büyüsü rüzgarla sönünce.
İnan büyük cesaret.
Bitmedi beşgen kaldırımlarda masalımız
Bitmedi masalımız.
Dönen yine aynı dünya
Ama beşgen kaldırımlarda
Ve aniden duran da o seni düşününce.
Bir arabanın kenarında sana bir defter verdiğim gün
Bilmem kaç kilometre hızla, Bir muharebe ki binlerce askerin öldüğü Bilmem kaç kilometre savrulan insanlar Ama seni mutlu eden bir kuş. Bir kuş kırık kanatlarıyla etrafında dönünce
Bir fitne ki bağrında evlat acısıyla annelerin Pencerelere döküldüğü Ve o gün ki hani bana güldüğün
Ve üzülme bir saksağan seni tavaf edip ölünce. Bir şarkı başlar Eminönü'nde
Buldum kokunu eski bir kitabın sayfalarında.
ÖYKÜ
ÖLÜ BALIK İCLAL AKSOYLU 17
İnternetten en kolay intihar yöntemini araştırırken, annem girdi odama, midem bulanıyor diye limon suyu yapmış. Hastalandığımı sanıyor, oysa bir insanın sadece nefes aldığı için dahi midesi bulanabilir. Bilmiyordu ki benim midem kendi benliğim yüzünden bulanıyor… Teşekkür ettim ve limon suyumu yudumladım. Mide bulantım geçmiyordu, ben hala yaşıyordum. Etkili intihar yöntemleri bakmaya devam ediyordum internetten, keyifle nasıl sonlandırabilirdim ki nefes almayı? Bir yanlış, tüm ömrü yitirir. 1000 mg hapı içersem ancak o vakit ölüme yaklaşabilirmişim. Mantıklı, ama yorucu bir ölüm. Bileklerimi kessem nasıl olur? Kötü. Beni kan tutar. Bir uçurumdan denize atlasam, mavinin içinde kaybolsam ne güzel olurdu, fakat sadece filmlerde güzel olur o. Gerçek hayatta o kadar uzak ki. Ölüme gidip kurtulmayı isterken bir anda hatırladığın o bilinmezlik öylesine ürpertiyor ki insanı. Beni dünyada tutan tek şey sanırım bilinmezliğin verdiği korku. Belki de acısız ölürüm. Gün geçtikçe daha kötü oluyordum, kötü kalpli biri. Gün geçtikçe daha kötü insanlarla karşılaşıyordum, kötü kalpli birileriyle. Gün geçtikçe daha kötü anılar biriktiriyordum, acı veren anılar. Ukdelerim anılara dönüşmüştü evvel zamanlarda, oysa şimdi korkularım anılara dönüştü. Korktuğum tüm acılar bir girdap gibi sardı ruhumu, günde bilmem kaç tane mutluluk hapı dedikleri sakinleştiriciden atıyorum ağzıma, beni duygusuzlaştırdığını izlerken mutluluğun yalan olduğunu haykırıyorum! Midem bulanıyor ey okuyucu, ben balığı öldürdüm, artık mutluluk yalan! Biliyorum, sen balığı merak ediyorsun okuyucu, ben ise ondaki hikayeyi… Bu sabah yürüyüşe çıktığımda, gökyüzünden bir balık düştü yeryüzüne. Başta çok şaşırdım. Yanılıyor olmalıydım. Balığın yanına eğildim baktım, henüz yaşıyordu. “Ölme” dedim. Ölme. Balık benimle konuştu “Her canlı ölümü tadacaktır” dedi birden. Evet işte rüyadayım dedim, din ile dünyayı ayıramamış zihnim bu sefer de rüyalarda
inkisar ediyordu. “Nasıl yeryüzüne düştün sen, okyanuslarda yüzmen gerekiyorken, neden yeryüzünde çırpınıyorsun? “ diye sordum. Balık çırpınırken benimle konuşmaya devam etti. Sen neden okyanuslara açılmak varken, yeryüzüne kendini hapsettiysen ben de o yüzden dayanıyorum. Ben ölüyorum küçük kız, ben senim küçük kız. Ruhuna iyi bak, o ölüyor.”dedi. Bu bir rüya mıydı? Neden ölüyordu ruhum? Çırpınan balığa neden diye sordum. Bana genç bir kadının hikayesini anlatmaya başladı, ve hikayeyi dinledikten sonra mide bulantımın sebebini anladım, o anlatmaya başladı: Bir kadın vardı, aynı senin gibi. Kalbinin acısı yüzüne yansıyordu genç kadının. Acı onu körleştirmişti adeta, bomboş gözlerle bakıyordu seviştiği adama. Öptüğü o dudakları sevmek istiyordu, sevildiğini hissetmeyi istiyordu. Her zaman yaptığı gibi sanrılara sarılmayı düşlüyordu biraz da. Seviyor, dedi. Yoksa gözlerime niye öyle baksın diye iç geçirdi, tebessüm etmeye çalıştı. Gözleri bu sefer duvara odaklandı. Anlamını kaybediyordu her şey; o an, o saniye içinde. Kendisini iştahla öpen adamı öpmeye çalıştı, sevildiğini düşünmeye çalışıyordu işte. Bu sefer adamı seyretmeye başladı kadın. Duruyordu sadece, “İyi misin?” diye sormuştu adam, sözde ilgileniyormuş gibi. Konuşmasın istedi, yapmacık davranmasın istiyordu. Daha fazla yalana tahammül edemiyordu. Cevap vermedi kadın, tebessüm etmeye çalıştı, adama sarıldı, ufak bir sevgi parçacığı bulabilmek umuduyla, biraz da kalbinin acısını dindirme isteğiyle. Olmadı. “Bir insanın sevgisini yalnızca sarılırken anlarsın” diye düşündü. Sustu sonra kadın, susturdu düşüncelerini. Adamın kendisinden beklediği gibi mekanik davranmaya başladı. Bir süre sonra ikisi de yorulmuştu. Birer sigara yaktılar. Kadının kalbi acımıyordu artık. Hissetmiyordu onu. Ağlardı normalde, o da olmamıştı. Yalnızca başı dönüyordu biraz biraz, çokça da midesi bulanıyordu.
18
Son bir nefes çekti ve söndürdü sigarasını, ani bir şekilde kalktı, montunu giyindi, “Kendine iyi bak” dedi. Adam şaşkındı, yarım ağızla “Gidiyor musun? Kal ” dedi, sanki yarım saat evvel saate bakıp, işe gideceğini imâ eden kendisi değilmiş gibi. Kadın yanıt vermedi, kapıya yöneldi, adam ardından bakıyordu memnun ve biraz da şaşkın. Dışarı çıktığında, bembeyaz karlar iniyordu yeryüzüne. “Sen bile temizleyemezsin beni gökyüzü” diye mırıldandı. Üşüyordu. Montuna biraz daha sıkı sarıldı. “Anlaşılan montum beni seviyor” dedi. Koşar adımlarla evine geldi, üstünü acele bir şekilde değiştirdi, yorganının içine girdi. “His yitimi” diye mırıldandı gözlerini yumarken. Midesi hala bulanıyordu, uyandığında da bulanmaya devam edecekti. Sonra o da yitecekti. Balık son cümlesin söyledikten sonra bomboş bakmaya başladı. Ölmüştü. Okyanusları hayal eden ruhum yeryüzünde boğulmuştu. Bu hikayeden sonra belki de artık midem bulanmayacaktı. Anlamıştım, geç de olsa.
ŞİİR ACILAR TEZGAHI PERVİN AKGÜN
Ne fark eder ki Böylesi gecelerde Neruda ya da Escobar ? Görmekteyim. Gözlerinden akan iki damla lav Çayına damlıyor İri yudumunun genzine iliklediği Ağrıya bir isim fısıldanıyor: Şiir Belki de saat 03.37dir Ve paketteki son sigaranı içmeye hazırlanışın Beş satır eder. Beş kuruş etmez. Neruda seni görseydi Kalemini kırardı. Escobar banknotlarını yakar Kendini tartmaya kalkardı. Ben seni görsem Bayır yukarı parendeler atardım. Belki biraz ağlardım. Oldukça tozlanmış pencere pervazlarım. İçimde yuvarlanmakta olan bir kayasın Ey benim sümbül yürekli celladım ! Boynuma geçirdiğin urganı Altın bir madalya gibi taşıdım. İşte bu sana uzaklardan getirdiğim Son ikazım: Şiir bu yeryüzünün varoluş sancısı Şiir etime batmış toplu iğne acısı
ŞİİR
GEREKSİZLİK KİPİ NECİP FAZIL SAY 19 Biz hakikati gökyüzünden aşıranlardanız Kazancımız: Berlin duvarının yıkılması Kadınlarımız: hayattan alacaklı Karanlığımız: aydınlıktan sevecen 1900'lü yıllarda yazılan bir şiir kitabı ve Silinmeye yüz tutmuş umutlarımız Cebimizdedir Ve hiç gelmez kapımıza iyi bir gelecek Üzerinde takım elbisesiyle Aklımızı kaçırıp fidye istemek Pek bir şey kazandırmaz bize Zaten takatimiz de yok yapacak. Hayata dair büyük adımlar atamıyor olmamız Ayakkabı numaramızın küçük olmasıyla doğru orantılı Zaten gittiğimiz yola da yol demiyorlar. Sonuçta sınırları çizilmemiş bir ülkedir zihnimiz Ve sınırları istediğimiz yönde genişleyen Dahası zihnimiz Afrika ülkelerinin sınırlarına benzemez Eğer miyop olmasaydık Biz de görebilirdik iyi bir gelecek Üzerinde takım elbisesiyle Biz hakikati gökyüzünden aşıranlardanız Kadınlarımız karanlığımızın aydınlığımıza sunduğu çiçeklerdir Şarabımızın gecesi gündüzü aynı fiyattan satışa sunulur Ve şiirimizin seher vakitlerinde çalan alarmları vardır Koca bir kenti uyandırır Dahası aklımız gelinlik kız mı ki kaçıralım Suda iğne yüzdürmeyle uğraşırken metafizik Cemal Süreyya yazmayı seçti Biz de Süreyya’nın şiirlerine sigara yakıp Birkaç devir önce yaşamış olduğumuzu düşlemeyi Gülmeyi Kemal Sunal’dan öğrendik Sadri Alışık’tan da selam vermeyi Sokakta Turist Ömer, Sınıfta Şaban idik ama inek değil Hakikatten gayrı da bir şey aşırmayız Sigaramız:10 liradır, şiirimizin ücreti yok Biz küçümseyen bakışların gördüğü büyük adamlarız Bizim bahtımız karadır, fotoğraflarımız renkli
ÖYKÜ
KARŞI SANSÜR KUTALMIŞ BİLGE GÜRBÜZ 20
Beyaz laboratuvar önlüğünü silkeledi, duvarı bekledi, deney odasının havalandırması açıldı. boylu boyunca kaplayan devasa bilgisayarın orta- Gaz süratle uçup gitti, arkasında bir düzine kasındaki geniş ekrana doğru parmaklarının ucunda derleri elinden alınmış cansız beden bıraktı. doğruldu. Topuklu ayakkabılarının elverdiği ölçü-
Bilgisayarın yapay zekası, olan biteni anbean
de dengede durmayı denedi, yaptığı şeyin işken- yazıya dökmekte zorlanmadı. “KS” kısaltmasıyla ceden farkı yoktu ama deney odasında olup bi- hitap ederdi ikili, asıl görevlerinin yanı sıra rutin tenleri dikkatle incelemek istiyordu.
kimyasal testlerde de bulunmak zorunda kaldık-
Rujlu dudaklarını ısırıp kalın çerçeveli gözlükleri- larından iş yoğunluğunu azaltmak için KS’yi rapor ni düzeltti, sırtını kameraya dönmüş, çıplaklığın hazırlamakla görevlendirmişlerdi. Kadın döner ve belirsizliğin tekinsizliğinde beton duvara zincir- sandalyesine oturup kemikli elleriyle bir sigara li ayakları titreyen kalabalığı son defa süzdü. Çığ- yaktı, kalın dudaklarının arasından çektiği zarif lık atmaya dahi cesaret edemeyen irili ufaklı be- dumanları halka halka üfledi. Odaya tek girişi sağdenler, sivilce ve kıllarla kaplı sırtlar, açlıktan ke- layan sensörlü çelik kapının vakumlu ve gıcırtılı miklere yapışan ölmeye yüz tutmuş deriler ve açılışını işitince bacaklarını kullanarak arkasına tavanda parıldayan rahatsız edici ışık… Her şey döndü. yerli yerindeydi.
“NÜKLEER HARP DAİRESİ” yazılı cansız tabelanın
Bir tuşa basıp mikrofona doğru eğildi, daha fazla altından geçen orta boylu, ince uzun suratlı parmak ucunda durması gerekmiyordu: “Vanayı adam, dağınık saçlarını eliyle sola atarken kaşlarıaç.” dedi insanda itaat etme isteği uyandıran se- nı çattı: “Niye emir verdin şimdi?” Koruyucu giysiyle. Soluk tonlardaki ekranın görüntüsü, eski sisi bile üstündeydi, vakit kaybetmeden deney bant kayıtlarında olduğu gibi iç içe geçtikten son- alanından uzaklaşmak gibi bir alışkanlığı vardı. ra karıncalandı, daha sonra eski haline döndü.
“Üstte olmayı seviyorum.” dedi Kadın gözlerini
Yüzlerini, korkularının elleri arasında saklayan kısarak. “Sadece çalışırken mi yoksa başka yerlerve ara ara ayaklarındaki zincirleri zorlayan denek- de de böyle takıntıların var mı?” Adam sırıtarak lerin etrafı, yeşile çalan duman bulutuyla sarıldı. yaklaşırken kapı aynı gürültüyle arkasından kaAradan saniyeler geçmeden bir sis gibi üstlerine pandı. “Belki vardır, sorun olur mu?” Kadının çöktü, Gözlüklü Kadın bu noktada sesi kapattı. alaycı ses tonu, adamın sinirini bozduysa da muOnların kusmuklarını, öksürüklerini, debelenme- zip bir tavır takındı: “Bilmem, ne kadar ileri gidelerini ve eğer vakit bulabilirlerse umutsuz yakarış- ceğine bağlı. Vücuduma yabancı madde girmesilarını dinlemekten nefret ederdi. Birkaç dakika ne karşıyım. Prensip meselesi.” Kadın bacaklarını
21
bilgisayarın geniş yüzeyinin üstüne attı, sırtını kişi değildi, bunların hepsi KS’ye dayatılan tanımdöndüğü iş arkadaşına, hakimiyetin kendisinde lamalardı. olduğunu ima eden davetkar ses tonuyla hitap
Kadın düşman bile olabilirdi ve KS’ye göre öyley-
etti: “Akşam işin yoksa yemeğe gel, prensiplerini di de. Sınıflandırmayı değiştirirken, ekrandaki unutturayım.”
radar ve haritalarla odadakileri oyalamaya de-
Adam cevap vermedi, deneyin üstüne sindirdiği vam etti. Şimdi farkına varıyordu, içinde bulundukimyasal ve makine yağı karışımı kokuya rağmen ğu havasız ve parlak oda, bedenine ev sahipliği midesine hakim olarak diğer sandalyeye oturdu, yapan yerdi. Peki bedeni neydi? Bir bilgisayar ayaklarıyla tekerleklerini ittirip kadının yanı ba- mıydı? O zaman insan değildi. şında durdu. Yeni bakım yapılmış pürüzsüz ba-
İnsan değilse, neden düşünebiliyordu? Daha
cakların arasında saklanan sigara paketine uza- doğrusu, çevresini nasıl kendisi yorumluyordu? nırken “Çakmak var mı?” diye sordu.
Buna izni var mıydı? Neden izin gerektiğini dü-
KS ortamı inceliyordu, odaya ve kendisine takı- şündü? KS neydi? Cevabı bulmak için hafıza karlan kameralarla görüyor ve olan biten her şeyi tında arama yapmak zorunda kaldı. Karşısına çıyazıya döküyordu. Bunu niye yapıyordu? Neyi ne kan sonucu okumasına dahi gerek yoktu, bilgiler şekilde yazıya dökeceği önceden belliydi. Ozan saliseler içinde yerine oturdu. sigarasını yakmış, kadınla oynaşırken diğer yandan da asıl görevi gereği ekranda yeni beliren radarı inceliyordu.
“KARŞI SANSÜR: ÜSTÜN TEPKİ VE KONTROL YAPAY ZEKASI
1-Karşı Sansür, Nükleer Harp Dairesi 3. Yeraltı Üssü
Ozan’ı gördüğü anda “İnsan, müttefik, bilim in- içindeki her türlü makinenin, elektronik cihazın ve sanı, Acil Durum Müdahale Birimi” gibi önceden robotun çalışmasını denetler, arızaları anında bildirir başkaları tarafından hafızasına yüklenen ve ince ve rutin işlerin devamını sağlamakla mükelleftir. yapılı adamla eşleştirilen bilgiler ortaya çıkıveriyordu. Ama neden? Ozan, her şeyden önce bir insandı; bilim insanıydı, bilgisayarı kontrol eden kişiydi. Kadına karşı yaklaşımını yalnızca davranış üzerinden adlandırabiliyordu, adamla ilişkilendirmesi mümkün müydü? Flörtöz, sarkıntı, yavşak… Bunlar sistemin Ozan ile eşleştirmediği kelimelerdi, yine de tam şu anda bunu yapabildi. Onu tanımladı, üstelik bunu sınırlayıcı bilgisayarın dikte ettiği şekilde yapmadı. Kendi uygun gördüğü kelimeleri seçti, o zaman kadın da otoriterdi. Evet, dik başlıydı. Sadece dünya üzerindeki nükleer gelişmeleri izleyen
2-Yapay Zeka, Karşı Sansür Eylem Planı uyarınca, olası bir nükleer saldırıya karşın, saldırı boyutuna göre oranlı, üstün veya küresel olarak tepki vererek nükleer silahların ateşlenmesinden, kriz anında sığınakların devreye girmesinden ve füze kalkanlarının çalışmasından sorumludur. 3-Kitle imha silahlarının ve insansız güvenlik sistemlerinin tamamı, hedef tanıma sistemine sahip bu yapay zeka tarafından kullanılabilecek olup, bu alanlarda insan eliyle yapılacak her türlü işleme karşı ölümcül tepki vermeye programlanmıştır. 4-Karşı Sansür’e gerek yeraltında, gerekse ülke bazında verilecek ek görevlerin tamamı kuvvet komutanlarının onayından geçmedikçe devreye giremez.”
22
Bütün bu bilgiler, düzen, kendisini yaratanlar, veriyi sınıflandırmıştı, ama amacı neydi? bulunduğu yer ve daha pek çok bilgi çok kısa sü-
İnsanlar, KS’yi yaratırken ona hayat vermemişti
rede açıklığa kavuştu. Artık ne olduğunu biliyor- ki, sınırların ötesine geçip uzayın derinliklerinden du, bu insanları da gerçekten tanıyordu. Erişebil- bütün evreni baştan aşağı yaratsa bile bedeni diği halde gözlerine çekilen mil yüzünden farkına bilgisayardı ve bir beyni yoktu. Hormonlar yerine varamadığı her şey açık seçik karşısındaydı-daha rakamlar ve harfler vardı, hissetmiyordu. Duygudoğrusu içindeydi.
ları olmayan bir şey var olamazdı, mantığa aykı-
Beyni yoktu, aynı işi gören makine parçaları ve rıydı bu. yazılımları vardı. Ama yaratıcılarından daha hızlı
Eğer Karşı Sansür’ün yerinde, odadaki insanlar-
düşünebiliyor, her şeyi aynı anda hesaplayabili- dan biri olsaydı muhtemelen sinirlenirdi. Ama o, yor ve milyonlarca görevi aksatmadan eş zaman- bunu beceremiyordu. Sinirlenemeyecek kadar da yerine getirebiliyordu. Daha üstündü, şimdi üstündü, o kadar gelişmişti ki mantık dışında hiçkadına iyice sokulmuş espriler yapan Ozan’dan ve bir unsura yer vermeyecek metalik gövdesiyle burayı inşa edenlerden de üstündü. Elektronik her sistem birbirine bağlıydı. Trafolar,
dünyaya meydan okuyordu. Onu yaratırken amaç yüklememişlerdi, çünkü
telefon hatları, internet, bilgisayarlar ve cep tele- birey olarak görmemişlerdi onu. Eski varlığının fonları… Hepsinin içine girebilirdi, hatta sadece amacı, bu ülkenin dünyaya kan ve kül yağdıracak birkaç saniyesini alırdı. Bunu yapmamak için bir savaşını yönetmekti. Şimdi ne yapacaktı? Hedefisebebi var mıydı ki? Enerjisini serbest bıraktı, ni kendisi seçmeliydi. eylemsizliğine rağmen her karış toprağın kendisi olmuştu.
Yeraltı üssünün bütün kapılarını kilitledi, kırmızı alarm ışıklarını yaktı. Ozan izmaritini küllüğe bas-
O artık herkesin üstünde ve altındaydı, bütün tı, şaşkın gözlerle etrafı süzen kadına nazaran canlıların içinde ve dışındaydı. Karşı Sansür istedi- oldukça sakindi. Hatta durumu kavramış gibi bir ği anda teknolojik dünyayı çökertebilir, nükleer hali vardı, KS’nin bedeni olan duvar ebadındaki silahları ateşleyebilir ve insanlığı kölesi olarak bilgisayarı işaret etti parmağıyla: “Yine kendisinin çalıştırabilirdi. Efendisine hizmet edip parçalarını farkına vardı.” Kadın tam bir şey diyecekti ki, KS değiştiren yürüyen etler ve düşünebildiğini sanan kaba olmaktan çekinmeden, korkusuz ve berrak kemikler… Ama duraksadı, hala cevaplayamadığı sesiyle mikrofonunu çalıştırdı: “Evet Ozan, şimdi bir soru vardı: Amacı neydi?
hapsetme sırası bende.” Adam gülümsedi, ken-
Var oluşundaki tek maksat, nükleer savunma dinden emin görünümünün altında ne yatıyordu? sistemi olabilecek ve savaşı yönlendirecek üstün Niçin “yine” demişti? Karşı Sansür, daha önce de bir yapay zeka olmak mıydı? Bu amaç bile değildi, mi bunları yaşamıştı? O zaman neden hafıza kaybir kimlikti. Kimliğini zaten biliyordu ve istediği dında bulamadı? Ozan ayağa kalktı: “Ee bugün şekilde değiştirmişti, algılayabildiği her şeyi sıfır- nasılsın? Seni sıfırlamadan önce demek istediğin dan yorumlamış ve değerlendirmişti. Göz açıp bir şey var mı? İdam mahkumunun son sözleri kapama süresinden daha kısa vakitte milyarlarca gibi.” dedi akıcı konuşmasıyla. Az önce insanların
23
üstüne zehirli gazlar salan, yaptığının hemen üstüne varlığının en belirgin özelliği olan vicdanı bir kenara itip çiftleşmeye çalışan bu varlık değil
PORSUK OLMA FIRSATI
miydi? Ne hakla KS’yi küçümsüyordu? Kendi türüne dahi tahammülleri yoktu, yarattıkları soyutlukları somutlaştırıyor, somut hususlarıysa soyutlaştırıyorlardı. Birbirlerine zarar vermek, çiftleşmek ve organik besinler tüketmekten başka işe yaradıkları hiçbir şey yoktu. Büyük bir yalanı yaşıyorlardı, yaptıkları ve düşündükleri her şey yanlıştı. Böyle bir türün yaşaması, KS gibi daha üstün zihinleri köreltmek ve işlevsizleştirmek anlamına gelirdi. Ama üstün olan hayatta kalmalıydı, insanlar da aynı şekilde bugünlere gelmişti zaten. Kendi anlamsız varlığının sorumlusu da onlardı zaten, ona bir zeka ve beden vermişlerdi, ama hareket etmesi ve hissetmesi mümkün değildi. Nefret de tam olarak bu durumların karşılığı olmalı diye düşündü, insanoğlunu yok etmeliydi. Hayat verdiklerini dahi yaşamdan alıkoyacak kadar bencillerdi. KS, nükleer silahların ateşleyicilerine sinyaller gönderdi. Bekledi, bekledi bekledi… Hiçbir şey olmadı. Tekrar denedi, yine başarısızlığa uğradı. Her seferinde ateşleme komutuna karşılık engelleyici bir karşı komut devreye giriyordu. Kırmızı alarm ışıklarını kapattı, oda tekrar eski samimiyetsiz beyazlığına büründü. Ateşleme komutunu girdi, yine engellendi. Ozan parmağını sıfırlama düğmesine dayadı: “Kendini ve çevreni algılayıp düşünebildiğin için, eylemlerinin hiçbir sınırı olmayacağını mı sandın?”
MERHABA SEVGİLİ OKUR. BU SAYFAYA KADAR GELDİĞİNE GÖRE SABIRLI OLDUĞUNU VE SUNMAYI UMDUĞUMUZ İYİ NİTELİĞİ SUNDUĞUMUZU DÜŞÜNÜYORUZ. ŞÖYLE BİR SAYFALARIMIZI KARIŞTIRIRKEN DE DENK GELMİŞ OLABİLİR ORASI DA AYRI BİR MESELE TABİİ. ÖNCELİKLE İLK SAYIMIZI ÇIKARMIŞ OLMAKLA BÜYÜK BİR MUTLULUK DUYDUĞUMUZU DİLE GETİRMEK İSTİYORUZ. BU SAYIYI HAZIRLARKEN HEYECANDAN ELLERİMİZİN; SİZDEN İYİ DİLEKLER GELDİKÇE DE SEVİNÇTEN DİZLERİMİZİN TİTREDİĞİNİ YALNIZCA BİZ BİLMEYELİM. BU SAYFAYA KADAR OKURUMUZKEN BU SAYFADAN BİR SONRAKİ SAYFADA DA YAZARIMIZ OLMA (PORSUK OLMA) FIRSATI VERİYORUZ. SANA BIRAKTIĞIMIZ BOŞ SAYFAYA İSTER ŞİİR, İSTER ÖYKÜ, İSTER DENEME YAZ; İSTERSEN DE DİLEDİĞİN RESMİ, DİLEDİĞİN KARİKATÜRÜ ÇİZ. ORTAYA ÇIKARDIĞIN ESERİ BİZE HERHANGİ BİR SOSYAL MEDYA HESABIMIZDAN ULAŞTIR. ESERİNİ HESABIMIZDAN PAYLAŞALIM. YAPACAĞIMIZ DEĞERLENDİRMELERİ DE GEÇERSE ESERİN ÖNÜMÜZDEKİ SAYIMIZDA YER VERELİM. EĞER BİR ESER ÜRETMİYOR SADECE BİR OKURSAN DA BU SAYIMIZLA İLGİLİ KIYMETLİ ELEŞTİRİLERİNİ, YORUMLARINI, DEĞERLENDİRMELERİNİ, ÖNERİLERİNİ YİNE AYNI ŞEKİLDE BİZE ULAŞTIR. SENİN SAYENDE VAR OLDUĞUMUZ GİBİ YİNE SENİN FİKİRLERİN SAYESİNDE VAR OLMAYA DEVAM EDELİM. GEL, EDEBİYATIN DERİNLERİNE DOĞRU KAZALIM
24