AĞUSTOS 2013
NO:07 www.postkolik.com
ÜCRETSİZDİR facebook.com/postkolik
twitter.com/postkolik
instagram.com/postkolik
BREAKING BAD
Son sekiz bölüme girerken kralı selamlıyoruz!
MÜZİK
Yeni çıkacak albümlere göz attık, yaşayan efsane Bruce Springsteen’i dünya gözüyle Almanya’da izledik.
ARTIK iPHONE VE iPAD’DEYİZ!
MODA
Sokak modasındaki en son trendlere ve ünlü markaların yeni koleksiyonlarına göz attık.
FESTİVAL
GEZİ
Eğlenmeye doymuyoruz. Bu kez de İskoçya’nın en önemli müzik festivali olan T-in Park’taydık.
MANGA
Travelling Cars isimli enfes çalışmasıyla dikkatleri üzerine çeken fotoğrafçı Kim Leuenberger ile ses getiren projesi üzerine konuştuk.
Dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan New York’un en önemli 10 çekim noktasını yerinde görüp, sizler için kaleme aldık.
Bugüne kadar yapılmış en büyük manga etkinliği olan Milano Manga Festival’e katılıp bu büyülü dünyaya yolculuk yaptık.
RÖPORTAJ
S P O R T
P O I N T
E X T R E M E
AĞUSTOS 2013
03
İ Ç İ N D E K İ L E R
12 GEZİ
14MANGA
Dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan New York’un en önemli 10 çekim noktasını yerinde görüp kaleme aldık.
Bugüne kadar yapılmış en büyük manga etkinliği olan Milano Manga Festival’e katılıp bu büyülü dünyaya yolculuk yaptık.
18RÖPORTAJ
23MÜZİK
Travelling Cars isimli enfes çalışmanın mimari fotoğrafçı Kim Leuenberger ile ses getiren projesi üzerine konuştuk.
25MODA
Sokak modasındaki en son trendlere ve ünlü markaların yeni koleksiyonlarına göz attık.
Yeni çıkacak albümlere göz attık, yaşayan efsane Bruce Springsteen’i ilk kez gözüyle Almanya’da canlı izledik.
28 FESTİVAL
Eğlenmeye doymuyoruz. Bu kez de İskoçya’nın en önemli müzik festivali olan T-in Park’taydık.
BU HABERLER SADECE iPHONE VE iPAD’DE BREAKING BAD
FESTİVAL
Breaking Bad’in çığ gibi büyüyen hayran kitlesinin elinden çıkmış yaratıcı çalışmalara baktık.
Değişik kafalardaki festivalleri seviyoruz. Meksika’da gerçekleşen havai fişek festivali National Pyrotechnic’i kritik ettik.
DİZİ
BATMAN
Dizi dünyasındaki gelişmelere baktık ve dizi arayışında olanlara en yeni dizileri tanıttık.
Süper kahraman olmak dünyanın en zor işlerinden birisidir. Peki, bundan daha zor olanı nedir biliyor musunuz? Batman olmak...
KÜNYE Hazırlayanlar Elif Sarıoğlu, Enis Hazan, Emrah Gürkan, Mehmet Erdoğan, Ersay Uçak, Orhan Meriç, Sinan Demirer, Pınar Özbakır, Hande Demirel, Bilgehan Aksoy, Nur Adıgüzel (Moda) Fotoğraf: Cihan Turan
REKLAM NYX Medya Hizmetleri ve PR Betül Özdemir 0534 614 70 77 betul@nyxmedya.com IPAD REKLAM MEDYANET Emre Türegün 0212 304 21 01 mobia@medyanet.com.tr
• Postkolik’te kullanılan tüm yazılar kaynak gösterilerek yayınlanır. • Postkolik 15 bin adet basılıyor. Postkolik’in dağıtıldığı yerleri görmek için www.postkolik.com/nerdeyiz adresini ziyaret edebilirsiniz. • Postkolik’i e-dergi olarak www.postkolik.com adresinden okuyabilirsiniz.
Basım Altın Kitaplar Yayınevi Tic. AŞ. Göztepe Mahallesi, Kazım Karabekir Caddesi, No: 32 Bağcılar-İstanbul Tel: 0212 446 38 88
İletişim Kağıthane Cd. No:72 Çağlayan 34403 İstanbul Tel: 0212 220 30 10 www.postkolik.com info@postkolik.com
Kapak ilüstrasyon: Mike Wrobel
04
AĞUSTOS 2013
BİZ ÇOK SEVDİK! Hemen mutfak tezgahınızda yer açın çünkü harika bir ürün bulduk! Elysium Woodworks etiketli bu kesme tahtası yemek yapmayı sevmeyenleri bile mutfağa çekecek cinsten. Ceviz, meşe ve kayın ağaçlarından üretilen bu kesme tahtaları kişiselleştirilmeye fazlasıyla açık. Mesela üzerine periyodik cetvel işlenmiş kesme tahtası öğrenci evleri için birebir... Dileyen kesme tahtasının üzerine yine periyodik cetvelden element simgeleriyle esprili mesajlar da bırakabilir. Örneğin tahtanın köşesine yazılmış olan CHEF yazısı karbon(C), helyum(He) ve florin (F) elementlerinin simgeleriyle son derece keyifli olmuş. Biraz bulmaca pratiğiyle farkı mesaj ve komutlar yaratmak da mümkün. İsterseniz; bir harita üzerinden kendi konumunuzu gösteren ya da vakti zamanında altını çizmiş olduğunuz cümlelerin işlenmiş olduğu bir tasarım da yaptırabilirsiniz. Alternatifi çok, fiyatı ise 45 dolar. http://goo.gl/uc3gP
Fotoğraf: Quinn Miller
ARIZA DÜĞÜN FOTOĞRAFLARI Her şey fotoğrafçı Quinn Miller’ın Mayıs ayında Facebook sayfası üzerinden paylaştığı bir fotoğrafla başladı. Miller, çektiği bir düğün fotoğrafını photoshop’layarak, nikah eğlencesini dünyada yaşamış en büyük etçil canlı olan T-Rex’in saldırısına dönüştürmüştü. Fotoğraf kısa sürede öylesine ilgi çekti ki, bir anda 800 paylaşım ve 1500 like aldı. Derken farklı fotoğrafçılardan benzer çalışmalar gelmeye başladı. Ve ne olduğunu anlamadan internette bir anda ‘Wedding party attack’ fotoğrafları dolanmaya başladı. Ortada son derece yaratıcı ve eğlenceli
fotoğraflar var. Bir fotoğrafta Imperial Walker olarak da bilinen AT-AT Walker’ın saldırısına tanık olurken, bir başkasında ise bir Zombi saldırısına şahit oluyoruz. Tabii Uzaylı saldırısını da unutmamak gerek. Tüm bu fotoğrafları iPhone ve iPad’inizden görebilirsiniz. Bu basit fotomontaj taktiği daha birçok fikre gebe. Photobombing adı verilen bu yeni eski-yeni viral hareket, global reklam ajansları tarafında da Pinterest ve Instagram gibi platformlarda marketing taktiği olarak uygulanmaya başlandı. Bakalım bu trend bize de gelecek mi?
DİZAYN KOLTUKTA LİMİT YOK Dışarıdan bakıldığında bilim kurgu filminden çıkma bir parça gibi görünen bu ürün aslında çok amaçlı kullanılabilen bir koltuk. Ultra dizayn ürünlerin aksine bu koltukta fonksiyonellik daha ön plana çıkıyor. Çünkü bu koltuğun tüm minderleri, koltuğun iskeletindeki yerlerine oturduğunda sizi rahat ettireceği gibi ayrı ayrı kullanıldığında tam 17 kişiyi daha ağırlamanıza imkan veriyor. CTRL ZAK ve Davide Barzaghi tasarımı olan Quartz Armchair aşmış dizaynı ve bununla doğru orantılı fiyatıyla meraklısının beğenisine sunulmuş.
http://goo.gl/f4Yng
H www.ohgizmo.com H
H www.elysiumwoodworks.com H
AŞMIŞ KARA ŞOVALYE SETİ Dark Knight hayranları için kelimenin tam anlamıyla “geekliğin doruğunda” bir set piyasaya çıktı. Serideki 3 filmin yanı sıra bu sette, Hot Wheels marka 3 araç, 50 sayfalık bir kitap, daha önce hiç yayınlanmamış sahne arkası görüntüleri ve röportajlar var. Hastasına ilaç gibi gelecek bu setten hemen edinilmeli. H www.amazon.com H
http://goo.gl/klYq3
AĞUSTOS 2013
05
DENİZDE KARAVAN KEYFİ Evet, yanlış okumadınız. Hani şu arabaların arkasına bağlanıp dağ bayır gezdirilip, beğenilen yere demir atılan bildiğiniz karavanlar… Hem de takacağınız bir motorla karada başladığınız maceralara deniz ya da gölde devam etmenize olanak sağlıyor. Oldukça hafif ve çevre dostu malzemelerle üretilen Sealander karavanları kompakt ölçüleri sayesinde özel bir sürücü belgesi gerektirmeden kullanılabiliyor. Yani kısaca deniz kıyısına ulaştığınızda maceranız bitmiyor, yeni başlıyor! Sealander’in arkasına 5 beygirlik herhangi bir uzun şaflı dıştan takma motoru taktınız mı ister balık tutun, ister yakındaki adaya, isterseniz de yüzmeye gidin. Karavanın içinde yemek masası ve altı kişilik
oturma alanı var. Koltukların altına monte edilmiş dolaplara erzak, içecek ve eşyalarınızı koyabilirsiniz. Bir kaç ufak düzenleme ile ortadaki masa ve oturma alanı, 2 metreye 1,56 cm ebatlarında bir ranzaya dönüşüveriyor! Son olarak standart donanım olarak kompresörle çalışan bir soğutucu, kimyasal bir tuvalet ve müzik sistemi ile geliyor Sealander. Bu arada oldu da aldınız, bizce Sealander karavanınıza yüzme merdiveni eklettirmeyi unutmayın. Hatta isterseniz bir teleskop monte ederek kendinizi aşabilirsiniz! http://goo.gl/zmtpx H www.sealander.de H
HOMER’IN OTOMOBİLİ GERÇEK OLDU SImpsonlar dizisinin mükemmel özelliklere ve vurdumduymazlığa sahip karakteri Homer Simpson’ın otomobili gerçek oldu. Hayır hayır, her dizinin başında görülen pembe arabası değil. Homer’ın dizinin bir bölümünde abisinin oto tamirhanesinde çalıştığı sıra yarattığı “The Homer” adlı garip aracından bahsediyoruz. Porcubimmer Motors bu aracın birebir aynısını yaratmış. Her detayıyla dizide görülen orijinalinin http://goo.gl/BcN3t muhteşem bir kopyası olan bu aracın kornası bile dizideki gibi “La Cucaracha” diye çalıyor. Dizi ya da filmlerde gördüğümüz araçların gerçeğe H http://coolmaterial.com H dönüşmesine bayılıyoruz.
BİRİ LEGO’YU DURDURSUN! Her ay en az bir Lego haberi gireceğiz anlaşılan. Adamlar harıl harıl ağzımızı açık bırakan ürünler üretmeye devam ediyorlar. Bu kez bizi The Lord Of The Rings serisinden bir eserle vurdular. Filmde 500 ayak uzunluğunda dev bir yapı olarak tasvir edilen ve Orta Dünya’nın sisli ovalarının ortasında, Isengard’da uğursuzca yükselen büyücü Saruman’ın Orthanc Kulesi ile! Tam 2359 parçadan oluşan ve 71 küsur santim boyundaki bu fetiş oyuncak 6 farklı kata sahip. Elbette kule, her sette olduğu gibi bazı mini figürler ile geliyor. Kimler mi var? Bir göz atalım: Gandalf the Grey, Grima Wormtongue, Urk-hai, Orc, ve tabii ki Saruman’ın ta kendisi! Bu arada filmdeki sahneleri birebir canlandırmak için bu sete ilave olarak kartal ve Ent’te alabilirsiniz.
http://goo.gl/YiF55
H shop.lego.com H
06
AĞUSTOS 2013
MOTORUN YOKSA SANDALYEN VAR İtalya deyince pizza ve spagettiden sonra akla ilk gelen şeylerden biri efsane motor markası Vespa olacaktır. Motor kullanmaktan korkuyor ama Vespa’ya da içten içe büyük hayranlık mı duyuyorsunuz? O zaman bu süper retro ofis sandalyesinin tam size göre olduğunu söyleyebiliriz. Eski bir Vespa motorun ön kısmı kullanılarak tasarlanmış bu çok şık ofis sandalyesi, Vespa tutkunuzu http://goo.gl/B5tiG ofisinize taşıyor. H www.welldonestuff.com H
KİM DEXTER PASTASI İSTER? En az Breaking Bad kadar sevdiğimiz dizilerden biri olan Dexter’ın merakla beklediğimiz son sezonu geçtiğimiz ay başladı. Son sezonun şerefine Fox, bir kutlama partisi yapmış. Sözkonusu Dexter olunca da, ünlü iki pasta ustası 1/1 ölçüde gerçeğinin tıpatıp aynısı bir Dexter pastası yapmışlar. Partiye katılanlara da Dexter’ın sürekli yaptığı bir şey olan “kesme” işini bu sefer kendisine yapma şansı verilmiş. Kimisi kafatasından, kimisi burnundan kimisi de ellerden başlamış yemeye. Eminiz http://goo.gl/oROv7 Dexter çok lezzetliydi. Olsa da yesek. H www.incrediblethings.com H
SICAKLAR BUNALTTI MI? Yazın taktığımız şapkalar hem bizi güneşten korusa hem de kafamızda klima görevi görse nasıl olur? Fikir hoşunuza gittiyse, o zaman sizi buharlı klima şapka ile tanıştıralım. Şapkanın içerisindeki özel materyal, şapka soğuk suya tutulduğunda aktif hale geliyor ve şapkanın içerisindeki özel astar suyu hapsederek buharlaştırma yöntemiyle kafanıza 5 ila 10 saat arası serinlik sağlıyor. Gerçek beyin donması için en ideal yöntem olmaya aday bu şapka, yaz sıcağını alt etmek için en iyi çözüm. http://goo.gl/2CWNk H www.hammacher.com H
KAPTAN HEP YANIMIZDA
MANGALDA PİZZA KEYFİ Yazın vazgeçilmezlerinden mangal keyfini üçe hatta beşe katlamak mümkün. Sadece et veya balık pişirmekten sıkıldıysanız The Kettle pizza aparatı tam da aradığınız şey.Standart bir büyük yuvarlak mangalın kapağını kaldırıp bu aparatı araya koymanız ve kapağı üzerine geri koymanız yeterli. Kömür ya da odun ateşinde nefis pizzalar sizi bekliyor. Hem de her zaman kullandığınız mangalınızda kolayca pişirebileceğiniz şekilde. Parti başlasın!
http://goo.gl/9V1oS
H www.kettlepizza.com H
Biz geek’ler çok şanslıyız. Neden mi? Çünkü her evde bulunan standart aksesuarlar yerine, hayran olduğumuz film ya da karakterlerin konsept aksesuarlarıyla evlerimizi doldurma şansımız var. Tıpkı bu mükemmel Kaptan Amerika 3D duvar aksesuarı gibi. Plastik malzemeden yapılmış LED ışıklı bu ürüne her baktığınızda, Kaptan’ın az önce orada olduğunu hayal edebileceksiniz. Biz siparişimizi verdik bile…
http://goo.gl/2CWNk
H www.target.com H
ÖNCE KOY KARIŞTIR,
SONRA AL DOLAŞTIR. Vestel Mix&Go, içeceğinizi tek tuşla hazırlamanın yeni ve pratik yolu. Damak tadınıza uygun içeceğinizi evinizde hazırlayın, şişesini kolaylıkla çıkarıp spora, ofise, sahil yürüyüşlerine yanınızda götürün.
08
Bugüne kadar hiçbir dizi bizi Breaking Bad kadar derinden etkilemedi. Senaryosu, oyuculuğu, çekimleri ve inanılmaz karakterleriyle çoktan efsane statüsüne ulaşmış bu diziye, 11 Ağustos’ta başlayacak son sezon ile veda edeceğiz. Kendisi de sıkı bir Breaking Bad tutkunu olan Sinan Demirer, Breaking Bad’in başarısındaki sırları kaleme aldı.
KRALI SON KEZ SELAMLAYALIM! D
izilerin “ucuz eğlence” imajından kurtulması yeni bir gelişme değil. Ama HBO, FX ve artık AMC gibi prestije önem veren kanallar sayesinde olay öyle bir noktaya geldi ki, yazarlar dizi formatının avantajlarından sonuna kadar yararlanıp sinema filmlerine sığması mümkün olmayan hikayeleri
sinema filmi kalitesinde ve entelektüel bir dille anlatmaya başladılar. Bu sayede Mad Men, The Wire, The Sopranos gibi diziler bir filmin 2-3 saate sığdırabileceğinden çok daha karmaşık karakter gelişimi ve analizleri yapabildi. Sezonlar boyunca karakterlerin değişimlerini yavaş yavaş izledik ve gittikçe onlara daha çok bağlandık.
DENEYSEL BİR DİZİ
Ama Breaking Bad’in yaratıcısı Vince Gilligan daha önce televizyon tarihinde denenmemiş bir işe soyundu: Bir karakteri alıp onu dizinin sürecinde tamamen bambaşka birine dönüştürmek ve hikayeyi tamamen bu değişimin çevresinde döndürmek. Ne kadar şanslıyız ki son 8 bölüm de beklediğimiz kadar harikaysa bu ilk deneme mükemmele yakın bir şekilde sonuçlanmak üzere. Her şey eski bir The X-Files yazarı olan Vince Gilligan’ın başka bir yazar arkadaşıyla yaptığı telefon görüşmesiyle başladı. Doğru dürüst iş bulamamaktan şikayetçi olan ikili çölde karavanıyla gezerek meth üreten bir adam üzerine okudukları gazete haberi üzerinden “biz de mi yapsak?” şeklinde geyik yaptıklarında, Gilligan’ın gözünün önünde hemen bir karakter canlandı. Zaten kendisini orta yaş krizinin eşiğinde gören Gilligan’ın aklına “Hayatı boyunca kurallara uygun yaşamış biri neden böyle bir işe kalkışır?” sorusu takıldı ve gelmiş geçmiş en korkunç orta yaş krizini geçiren Walter White karakteri doğdu. Tabi ki böyle bir karakter değişimini izleyicinin ilgisini kaybetmeden gerçekleştirebilmek inanılmaz bir oyunculuk gerektiriyordu. Sony ve AMC’nin itirazlarına rağmen Gilligan’ın ilk ve kesin tercihi herkesin en son aklına gelecek kişiydi: Malcolm in the Middle dizisindeki şapşal ve sakar baba Hal’i oynayan Bryan Cranston. Bunun sebebi ikilinin yıllar önceki The X-Files geçmişiydi. Cranston, Gilligan’ın 1998 yılında yazdığı Drive isimli The X-Files bölümünde görünürde kötücül ama izleyicinin anlayabileceği, hatta sempati besleyebileceği bir karakteri mükemmel bir şekilde oynamıştı.
AĞUSTOS 2013
09
GERÇEKÇİ KARAKTERLER
Walter White, hayattan yediği darbeler sonucu ezik ve sindirilmiş hale gelmiş orta yaşlı bir adam. Büyük kariyer fırsatlarını ucu ucuna kaçırıp lisede kimya öğretmenliği yapması, üstüne bir de oto yıkamada çalışması, oğlunun serebral palsi hastalığıyla doğması, karısı Skyler ile beraber tutku ve aşkın kalmadığı bir evliliğe hapsolmuş olması ve yolda masraflarına paralarının yetmeyeceği bir bebeğin olması ve üzerine gelen akciğer kanseri teşhisiyle Walt kendi deyimiyle “uyanıyor” ve narkotikte çalışan kayınbiraderi Hank’in fark etmeden verdiği fikir üzerine ipleri kendi eline almaya karar veriyor. Ölmeden ailesine para bırakmak için eski öğrencisi Jesse Pinkman’la kristal meth üretimine başlayarak. 5 sezon boyunca Walt ve Jesse’nin çıkmazlara gelmelerini, etik değerlerine karşı gelen seçimler yapmalarını ve bunun sonucunda iki farklı insana dönüşmelerini izledik. Ve bu dönüşümün her adımında bu seçimlerin ağırlığını sonuna kadar hissettik ve kendimize sorduk: “Ben olsam ne yapardım?”. Breaking Bad’in başarısının önemli bir kısmı bu süreçte izleyicisini aptal yerine koymaması veya manipüle etmeye çalışmaması. Dizinin hiçbir zaman bize Walt’u sempatik göstermek gibi bir derdi olmadı. O kadar ki Walt’a daha ilk sezonda eski iş arkadaşlarının iyi bir iş ve yardım teklif etmesi şeklinde bir çıkış kapısı geldi. Sezonlar boyunca Walt çıkış kapılarının hepsini reddetti, zira artık karşımızdaki karakter ailesine para bırakmaktan başka bir derdi olmayan Walt değil, yeni hayatından inanılmaz bir haz alan Heisenbeg’ti. Walt gücü bir kere tatmıştı ve hep daha fazlasını istiyordu. Yaptığı korkunç hareketler zorunluluk değil, tercihlerdi artık. Onu bu işi yapma sebebi olan ailesini tehlikeye atması ve dağıtması bile durdurmayacaktı. Bu o kadar ilginç ve organik bir süreçti ki, hangi Breaking Bad izleyicisiyle konuşursanız Walt’un nerede insanlığını kaybettiğiyle ilgili fikirleri farklı olacak, bazıları
hala onu haklı görecektir. Ama hepsi onun ne kadar ilginç ve karmaşık bir karakter olduğu konusunda hemfikir olacaktır.
Pinkman SÜRPRİZ OLDU
Ama Breaking Bad’i yarattığında Gilligan’ın bile öngöremediği şey Jesse Pinkman’ın dizinin neredeyse Walt kadar ilginç ve vazgeçilmez bir parçası haline geleceğiydi. Gilligan, Jesse’yi Walt’un uyuşturucu dünyasına girişini sağlaması için bir araç olarak yaratmıştı ve Walt’ın pişmanlıklarına bir katman daha eklemek için ilk sezonun sonunda ölmesi planlanıyordu. Zira Aaron SPaul’u Jesse rolünde izleyene kadar onun ne kadar sempatik, komik bir karakter olabileceğini ve Walt’la ne kadar etkileyici bir ikili olacaklarını düşünememişti. Breaking Bad’in ikinci ana karakteri haline gelen Jesse’nin hikayesi ve gelişimi Walt’unki kadar ilginçti. Kimsenin beklemediği bir şekilde Jesse, dizinin ruhu haline geldi ve ikilinin ortaklığı Walt’un değişimi kadar dizinin merkezine oturdu. Jesse’yi aile olarak görmesi Walt’un insanlığıyla kalan son bağlarından biri. Hank de aynı şekilde sadece sinir bozucu, dalgacı bir kayın biraderden çok daha fazlası olarak planlanmamıştı ama geçen
sezonlarda Walt’un aksine en zor durumda bile etik değerlerini ve onurunu koruyan zeki bir dedektife dönüştü. Son bölümü bıraktığımız sahnede gördüğümüz kadarıyla önümüzdeki sezonun ana konularından biri Hank’in Walt‘un izini sürmesi ve kimin tarafını tutacağımızı konusunda ikilemdeyiz. Jesse ve Hank’in önemi Breaking Bad’deki tek beklenmedik güzellik değildi. Dizideki her şeyin birbirine bağlanması ve hiçbir cevapsız soru bırakılmaması ilkesi, aksini önerse de aslında yazarlar olayların çok sonrasını planlamak yerine her şeyi daha ucu açık bırakmayı ve ilerledikçe çözümler bulmayı tercih ediyor. Bu sayede normalde sadece küçük roller olarak planlanan Gus ve Mike inanılmaz derinlik kazanarak dizinin vazgeçilmez bir parçası oldular. Gus ve Tuco’nun felçli amcası Hector’un ezeli iki düşman olması 4. sezona kadar akıllarına gelmemişti ama ellerindeki malzemeyi değerlendirerek bunu sezonun en görkemli parçalarından biri haline getirdiler. 5. sezonun ilk sahnesinde Walt’un makineli tüfek satın almasının arkasındaki hikayeyi de Gilligan’ın itirafına göre son 8 bölümü yazana kadar bilmiyorlardı. Ama telaşa gerek yok, Gilligan hiçbir şeyin ucu açık kalmadığı konusunda hayranlara söz veriyor. Kendisi bizi şimdiye kadar hiç hayal kırıklığına uğratmadı.
10
AĞUSTOS 2013
DAHA FAZLA
Breaking Bad
iPHONE VE iPAD’NİZDE
DÜŞMEYEN TEMPO
Breaking Bad’in senaryosunu benzersiz kılan en büyük etkenlerden biri de kesinlikle temposu. Yazarlar izleyicinin sabrına güvenip olayları ince ince inşa ediyor. Bu büyük olayların çarpıcılığını artırıyor, karakterlerin motivasyonlarını anlamamıza yardım ediyor, bazense gerginliği tavana vurdurup 40 dakika boyunca nefesimizi tutmamıza yok açıyor. Dizinin bu yönü ve çoğu komedi dizisinden daha çok güldüren kara mizahı bana Fargo, No Country for Old Men gibi Coen Kardeşler filmlerini hatırlatıyor. Bir başka planlanmayan güzellik de vergi avantajları yüzünden çekim mekanının Kaliforniya yerine New Mexico’ya taşınması ve Albuquerque şehrinin adeta dizinin bir karakteri haline gelmesi oldu. Şehrin büyüleyici çöl manzaraları Breaking Bad’in modern, epik bir western havası taşımasında büyük bir etken. Sergio Leone’nin spaghetti western filmlerinin etkisi hem sinematografide, hem de tempoda hissedilebiliyor. Breaking Bad’in her bölümü aklınızdan çıkmayacak karelerle dolu. Bu karelerin bir kısmı dizinin artık ayrı bir sanat alanına dönüştürdüğü, kısa film havasındaki bölüm girişleri. Bunlar gerçek hayattaki mesleği Meksika’daki mafya babalarına para karşılığında şarkı yazmak olan müzik gruplarından birine yazdırdıkları Heisenberg şarkısı, Skyler’in ninni söylemesi eşliğinde bir kara sineğin yakından çekimi veya karakterlerin geçmişlerini öğrendiğimiz flashbackler olabiliyor.
BİZİ NELER BEKLİYOR?
Walter White, son bıraktığımızda sonunda istediği uyuşturucu imparatorluğuna kavuşmuş ve yeterinden fazla parasının olması ve işlerin monotonlaşması üzerine eski hayatına dönmeye karar vermişti. Hank Walt’tan şüphelenmeye başlayana kadar ortada kısmen mutlu bir tablo vardı. Breaking Bad’e veda etmemize sadece 8 bölüm kaldı ve gelecek sezon hakkında henüz sadece bir kaç üstü kapalı bilgimiz var. Artık bitiş çizgisi göründüğünden tempoda bir yavaşlama olmayacak ve sezon 20 bölüme yetecek kadar hikaye içerecek. Aaron Paul izleyicinin artık nefes bile alamayacağını söylüyor ve tüm kadro son sezonu bir katliam olarak tanımlıyor. Vince Gilligan finalin kesinlikle ucu açık olmayacağının altını çiziyor. Gilligan’ın dediğine göre, yazarlar sezonu bir satranç oyunu gibi, tüm olasılıkları değerlendirerek yazmışlar. Yazarlar kendilerini en çok hangi hamlenin tatmin ettiğine göre ilerlemişler ve her bölüm üzerinde normalden çok daha fazla zaman harcamışlar. Bir ipucu da Vince Gilligan’ın Saul Goodman karakterini her olaydan canlı çıkabilmesi yönünden bir hamam böceğine benzetmesi. Bu çok şaşırtıcı sayılmaz, zira henüz kesinleşmemiş olsa da yazarların Saul Goodman’a kendi dizisini vermek istediği biliniyor. Son olarak Vince Gilligan’ın son sahneyi yazarken ağladığını ekleyelim. Breaking Bad’in son sezonu 11 Ağustos’ta başlıyor.
13 DALDA EMMY ADAYI
Bryan Cranston dizinin ilk üç sezonu için ardarda En İyi Erkek Oyuncu Emmy’si, Aaron Paul ise iki yıl üstüste En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülü aldı. Bunların ikisi de ödülün tarihinde nadiren gerçekleşen bir başarı. Bunun dışında dizi Amerikan Film Enstitüsü tarafından dört kez Yılın En iyi Televizyon Programı seçildi ve son iki yılda eleştirmenler tarafından en fazla Top 10 listesine alınan dizi ünvanını kazandı. Bu sene ise Breaking Bad’in En İyi Dizi, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo (iki adet), Bryan Cranston, Anna Gun, Aaron Paul ve Jonathan Banks için En İyi Oyunculuk adaylıkları başta olmak üzere 13 dalda Emmy adayı olduğu açıklandı. Bakalım, sonuç ne olacak?
MYTHBUSTERS’TAN ÖZEL BÖLÜM
Discovery Channel’ın ünlü dizisi Mythbusters/Efsane Avcıları’nın ekibi Breaking Bad özel bölümü hazırladı. Genelde şehir efsanelerinin doğru olup olmadığını deneylerle test eden ekip, daha önce James Bond özel bölümü yapmıştı. Mythbusters ekibi bu bölümde Walt ve Jesse’nin küvette asitle ceset yok ettiği ve Walt’un yaptığı patlayıcıyla Tuco’nun mekanını havaya uçurduğu sahneleri test edecekler. Bölümde dizinin yaratıcısı Vince Gilligan ve Jesse Pinkman rolündeki Aaron Paul de yer alacak.
Ayrıntılı bilgi uygulamaların içersinde yer almaktadır. QR Kod ile uygulamayı indirme esnasında oluşabilecek sorunlardan TAB Gıda ve Burger King® sorumlu değildir. TM & © 2013 Burger King Corporation. Tüm hakları saklıdır. Burger King Corporation, Burger King markası ve ambleminin tek hak sahibidir.
12
AĞUSTOS 2013
NEW YORK’UN
10 ÇEKİM MERKEZİ New York dünyanın başkenti. Herşey burada başlıyor, burada bitiyor. Sadece trendler değil, bizzat yaşamın kendisi. Broadway, Central Park, Brooklyn Köprüsü, gökdelenler, müzeler, sanat galerileri, oteller, restoranlar, kulüpler… Şehrin birbirinden güzel yüzlerce çekim noktası var. Hande Demirel, New York’un 10 favori çekim merkezini yazdı.
GREENWICH VILLAGE
New York kabaca 3 bölgeye ayrılıyor: Uptown, Midtown ve Downtown. Bunları da lower midtown, upper midtown, lower east side, upper west side gibi ayrıca bir dolu bölmek mümkün, zira şehir koskocaman. Her bir bölgenin ayrı güzelliği, onlarca çekim noktası var. Bunlardan biri Greenwich Village. 60’lara retro bir yolculuğa ne dersiniz? Takın kulağınıza Bob Dylan’ın A Freewheelin’ Time albümünü, Greenwich Village’ın dar sokaklarında gezin. Küçük müzik dükkanlarından alışveriş yapın, kitapçılarını dolaşın, köşedeki barda bir kokteyl için. Efsanelere sahne olmuş kulüplerinden içeri girmeden, mesela Bitter End’i görmeden de dönmeyin.
CENTRAL PARK
HARLEM Harlem, siyah cazın mabedi ve bir geleneğin koruyucusu. Çok sayıda caz kulübü var. En meşhuru Apollo tiyatrosu. Bölgede her akşam caz dinleyecek bir yer bulmak mümkün. Bu mekanların pek çoğunda pazar günleri de caz brunch’ları oluyor. 106. Cadde ile Broadway’in kesişimindeki supper club Smoke, süper bir tanesi. Harlem’de tecrübe edilecek en eşsiz deneyim
ise pazar günleri yapılan ev yapımı caz. New York’ta yaşayanların bile pekçoğunun bilmediği bir olay bu. Harlem’in eski apartmanlarından birinin 3’üncü katında, bir evde gerçekleşiyor. Evin sahibesi, tam teşekküllü bir müzisyen olan Marjorie Eliot. Çocukları, torunları ve dostlarıyla her pazar müzik yapıyor. Ve müziğini yolu düşen herkesle ücretsiz paylaşıyor. Adres 555 Edgecombe Avenue, Parlor Entertainment.
Dünyanın 1 numaralı şehrinin adının bir parkla birlikte anılması hiç tesadüf değil: Central Park, bir şehir cenneti. Koca koca gökdelenlerin arasında insan eliyle oluşturulmuş bir vaha. Devasa… Başından sonuna bir kerede yürümek mümkün değil. İçinde yürüyüş yolları, küçüklü büyüklü meydanlar, göletler, hayvanat bahçesi, spor alanları, oyun parkları var. Sokak müzisyenleri, dans eden insanlar var. Tıpkı filmlerdeki gibi at arabaları var. Alice var, tavşanı var. Çok şık bir bar ve restoran olan Boat House var. Strawberry Fields var. Parka bakan, görkemli Dakota Building’in önünde vurulan John Lennon anısına “Imagine” var. Yoko’un mumları var. Woody Allen’ı parkta gezerken görme ihtimali var. Var da var…
MANHATTAN TERASLARI
New York’tan bahsediyorsanız, aslında genellikle Manhattan’dan bahsediyorsunuzdur. Evet, şehir nüfusunun önemli bölümü Bronx, Brooklyn, Queens ya da Staten Islands’da yaşıyor olabilir ama New York, Manhattan’dır. Manhattan bir gökdelenler cenneti. Hal böyle olunca bu gökdelenlerin tepesine çıkmadan olmaz. Empire State, Chrysler Building gibi çok meşhurların gezi terasları var. Ayrıca New York’ta pek çok otelin harika terasları var. Park Avenue’deki Hotel Waldorf Astoria’nın terası görülmeye değer. Aslında terastan çok otelin kendisi görülmeye değer. Çünü bu otel hem mimarisi hem dekorasyonuyla çok şahane, hem de 1930’lu yıllardan bu yana ağırladığı misafirleriyle. Grace Kelly burada nişanlanmış mesela, Kennedy pek çok özel davetini burada verirmiş, Kraliçe Elizabeth birkaç doğumgününü burada kutlamış. New York’un son yıllardaki en havalı çekim merkezlerinden biri olan Meatpacking District’deki The Standard ve Gansevoort Hotel, harika teraslarını tavsiye edebileceğim diğer iki otel. Her iki otelin terası da açık ve kapalı bar ve lounge olarak hizmet veriyor.
13
Metropolitan Museum
New York’taki Metropolitan Museum’u (MET) görene kadar, büyük müze diyince Louvre’u, British Museum’u filan sayardım. MET’den sonra artık hiçbirine büyük demeye dilim varmıyor. Ben böyle devasa, böyle içi dışı kalabalık müze görmedim. New Yorklular MET’i, Avrupa’yı kıskanıp yapmış. Avrupa’da ne varsa bizde de olsun mantığıyla ne var ne yok getirip biraraya koymuşlar ve böylece ortaya dünyanın en akıl almaz müzelerinden biri çıkmış. New York’ta elbette başka müzeler de var. Bunlardan en çok görülmesi gerekenlerden bir diğeri bir çağdaş sanat müzesi olan Moma. Koleksiyonunun yanı sıra havalı mimarisi ve film gösterimlerinden seminer ve konferanslara kesintisiz kültürel aktiviteleri de bir harika.
Hande Demirel
CHELSEA HOTEL Chelsea, New York’un bohem bölgelerinden biri. Hotel Chelsea ise Chelsea’nin en kıymetli nirengi noktası. Ünü, odalarından birinde Mark Twain’in yazı yazdığı zamanlara kadar uzanıyor. 1884’e kadar Hotel Chelsea, New York’un en yüksek binasıymış. Şimdilerde Manhattan’ın biraz dışında, hafif virane bir noktada kalmış durumda. Geçmiş zamanlarının pırıltısı ne yazık ki uzun yıllardır devam eden restorasyon işleri nedeniyle kaybolmuş. 400 odalı otelin her bir odası ayrı bir hikayeye sahip. Örneğin 205 numaralı oda, Bob Dylan’ın 18 bardak viski içip komaya girdiği yer. 100 numaralı oda The Sex
BROOKLYN KÖPRÜSÜ
Brooklyn Köprüsü dünyanın en güzel köprüsü değil. Çok daha güzelleri var. San Francisco’daki Golden Gate’i tek geçersiniz mesela. Ancak Brooklyn’in öyle bir albenisi var ki, öyle gizemli öyle keyifli ki, büyülüyor insanı. Bakmaya usanmıyorsun. Üzerinde yürürken kanatlanıp uçmak, sonra dönüp yine konmak istiyorsun. Brooklyn, New York’un son yıllarda gelişen ve git gide trend olan bölgelerinden. Köprünün hemen ayak ucundaki Dumbo bölgesi, harika Manhattan manzarası, parkı ve feribot iskelesiyle çok keyifli. Uzun bir yürüyüş parkuru, çok havalı caddeleri, bu caddelerde nefis evleri, dükkanları ve sanat galerileri var. Brooklyn Heights bütün bu caddelerin konumlandığı bölge. Williamsburg ise Brooklyn içinde yükselen bir diğer değer. Duvarlarındaki grafittiler, kafeleri, barları, restoranlarıyla sürprizli, kesinlikle keşfedilmeye değer.
Pistols’ın bascısı Sid Vicious’un kızarkadaşı Nancy Spungeon’la takıldıkları yer. Jimi Hendrix burada yaşayan, burayı seven, burayı deneyimleyen bir başka isim. Janis Joplin sadece Southern Comfort ile değil Leonard Cohen ile de burada, 411 numarada aşk yaşamış. Cohen’in Chelsea Hotel’i hem otelin hem bu aşkın kayıt defteri. Bon Jovi Midnight at Chelsea’yi 515 numaralı odada yazmış, şarkının klibi de yine bu odada çekilmiş. Ve tabi Patti Smith ile Robert Mapplethorpe. Onlar da bir zamanlar Chelsea Hotel’in güzel sakinlerindendi. Otel, Kasım ayında yeniden hizmete açılıyor.
NEW YORK PUBLIC LIBRARY
New York Public Library Midtown’da, Bryant Park adlı güzel bir parkın yanıbaşında konumlanıyor. Binanın dışı ayrı içi ayrı güzel. İçinde bir dolu küçük odacığın yanısıra iki dev okuma salonu var. Bu görkemli salonların tavanlarında resimler, ard arda dizilmiş uzun tahta sıralarında okuyan insanlar var. Okuma salonları daima tıka basa dolu. Ayrıca çok zengin bir kütüphane olduğunu söylememe gerek yok herhalde. Ansiklopediler, yüzyıllık el yapımı kitaplar… Ne ararsanız var. Ayrıca şahane sergilere evsahipliği yapıyor. Örneğin ben oradayken İspanyol şair yazar Federico García Lorca’nın New York’ta geçirdiği 9 ayı anlatan bir sergi vardı.Lorca’nın şiirleri, çizimleri, mektupları, pasaportu, kütüphane kartı! Nefisti.
JOE’NUN PİZZASI, ED’İN İSTAKOZU
New York bir yeme içme cenneti. İrili ufaklı yüzlerce lezzet noktası mevcut. Restoranlar, kafeler, pastaneler, şarküteriler, sosisli sandviç tezgahları… İtalyan’ı, Uzak Doğulu’su, Fransız’ı, Macar’ı… Ne ararsanız var. Kendi gibi yeme içme kültürü de bir hayli kozmopolit. Birçok şey denedim. İki şeye çok bayıldım. Biri Greenwich Village’deki pizzacı Joe. Joe’s Pizza ufacık tefecik bir dükkan. İki sıra tezgahı var. Pizzalar dilimler halinde satılıyor. Türlü türlüsü var ve çok leziz. İtalya’daki pizzacılar gibi salaş, biraz bizdeki Bambi tadında. Duvarları David Hasselhoff’dan Anne Hathaway’e Joe’nun müdavimi ünlülerin fotoğraflarıyla dolu. Bir diğer favorim Soho’da küçük bir ıstakoz restoranı oldu. Ed’s Lobster’da ıstakozlar günlük. Mekan çok sevimli. Istakoz için bir diğer adres ise Chelsea Market’daki Lobster Place. Burayı da mutlaka tavsiye ederim. Çünkü sadece ıstakoz değil aklınıza gelebilecek her tür deniz mahsulü satılıyor. Pişmiş ya da pişmemiş halde. Istakozu kadar hatta belki daha fazla deniz mahsülü çorbaları şahane!
BROADWAY
Times Square ve Brodway, New York’un şüphesiz en ünlülerinden. Işıl ışıl, son derece kalabalık ve turistik buralar. Broadway’de müzikaller var. Tavsiyem, gitmeden ne var ne yok bir bakın, biletlerinizi ayırtın. Ve hiç izlemediyseniz mutlaka bir Broadway müzikali izleyin. Ayrıca tiyatro izleyebilir, müzik de dinleyebilirsiniz. Tiyatro sahnelerinde çok ünlü isimler oluyor. Holywood starlarını yakından görmek isteyenler, bu iş tam size göre. Diğer yandan müzik severler için de Broadway iyi bir adres. Çok ünlü caz kulüpler var mesela. Birdland bunlardan bir tanesi. 1949 yılından bu yana hizmet veriyor ve kendine “dünyanın caz köşesi” diyor. Sahnesinden bugüne kadar çok sayıda ünlü isim geçmiş, hala da geçmeye devam ediyor.
14
AĞUSTOS 2013
MANGA DÜNYASINA YOLCULUK
Osamu Tezuka
Postkolik yazarı Pınar Özbakır, İtalya’da gerçekleşen ve manga tarihinin gelmiş geçmiş en kapsamlı sergisi olarak adlandırılan Milano Manga Festival’indeydi. Dünyanın dört bir tarafındaki manga tutkunlarının akınına uğrayan sergi, 200 yıllık Japon efsanesinin hikayesini adeta bir zaman tüneli yolculuğu gibi gözler önüne seriyor.
D
bizim tanıyıp bildiğimiz manganın ilk örnekleri ortaya çıkmış oluyor. Her ne kadar manganın orijini bir çeşit haber kaynağı olarak kullanılma amacına dayansada zamanla çocuklara hitap eden bir ürüne dönüşüyor. Görsellerin renklenmesi ve konuşma balonlarının da eklenmesi ile sadece bir kaç sayfadan oluşan çizgi roman türünün ilk örneklerini görüyoruz. Serginin bu ikinci bölümünde Disney çizgi romanlarına da ilham olmuş çeşitli eserlerden, Osamu Tezuka’nın ilk işlerine kadar ilgi çekici ve kolay kolay rastlanamayacak bir arşivi yer alıyor.
ünyanın farklı yerlerinde manga festivalleri yapılıyor. Fakat 3 Mayıs-21 Temmuz tarihleri arasında Milano’da gerçekleşen festivalin önemli bir farkı var. 200 yıllık Manga tarihini konu alan festival, sergilenen çalışmalarla manga tarihine ilk kez bu kadar kapsamlı bir şekilde bakma şansı tanıyordu. Festival dendiğine bakmayın, buna aslında sergi demek daha doğru olur. Sergi, zamanında mezarlık ve kilise olarak hizmet vermiş fakat artık bir buluşma noktası ve dinlence alanı olarak kullanılan Milan’ın tarihi yapı kompleksi Rotonda di via Besana’da gerçekleşti. Dairesel bir yapıya sahip olan mekan, ziyaretçilerin sergiye kolayca dahil olmasına olanak veriyor. Giriş noktasından itibaren serginin kronolojik bir biçimde organize edilmiş koridorlarında bir zaman yolculuğunda buluyorsunuz kendinizi. Ve manganın ortaya çıkış hikayesi ile başlıyor yolculuğunuz.
MANGANIN DNA’SI
Bilindiği gibi, Manga 1760-1849 yılları arasında yaşamış Japon sanatçı Hokusai tarafından yaratılmış bir sanat dalı. Manganın başlangıcı da Hokusai’nin 1814’te yayınladığı 15 sayfalık Hokusai Manga çalışmasıyla başlıyor. Sergi, bu hikayeyi daha net takip edebilmek adına kronolojik olarak oluşturulmuş 6 bölümden oluşmuş. Bu bölümler de Manganın DNA’sı, Yetişkinden Çocuğa, Manganın Babası (Osamu Tezuka), Dergi Çağı, Manganın Gelişimi ve Medya Karması olarak adlandırılmış. Çağdaş manganın DNA’sını oluşturduğuna inanılan Hokusai, manga, ukiyo-e ve Japonisme’den hayranlık uyandıran ve adeta bir tarihi eser gibi büyük özenle sergilenmiş parçalarla başlıyor birinci bölüm. Manga Japonya’da neden bu kadar çok seviliyor diye düşünüyorum. Nedeni, eğlenceli ve insanları güldürüyor olmasıymış. Benzer birçok üründe de olduğu gibi, manga da aslında satış amacı güden bir eğlence olarak ortaya çıkmış. Manganın ilk örneklerinden olan ve hatta DNA’sı olarak sayılan ukiyo-e’nin yaratıcılarının da asıl amacı buymuş. Esas olarak Japonya’daki en popüler görseller hiciv amaçlı ya da politik içerikli olanlar değil, insanların gülünç yanlarını, insani davranışlarını ve sersemliklerini ortaya çıkaran mangalar olarak başlıyor. Zamanla manga, çağdaş güzellik, seksüel yaklaşım ve komik-erotik
DERGİ ÇAĞI
tarz anlayışlarına ayak uyduruyor ve kusursuz güzellik anlayışından uzaklaşarak insan bedeni ve ruhu üzerinde yeni arayışlara giriyor. Manganın büyük başarısının da nedeni bu değişim oluyor. Yani imkansız mükemmellik arayışından gerçekçi ve kusurlu dünyaya geçiş yapması sayesinde. Çıkardıkları son sayılarında gülünç samuray karakterleri ve komik tipte karakterler ortaya çıkmaya başlıyor. Böylelikle
Peki, Osamu Tezuka kim midir? 1928-1989 yılları arasında yaşamış olan sanatçı manganın babası olarak bilinir. Çünkü kendisi manga sanatının gelişimini büyük ölçüde değiştirmiş olan kişidir. Bu nedenden dolayı Walt Disney’in Japon versiyonu olarak da anılır. Tezuka’nın tarzı hayali hikayeleri ve batı edebiyatından esinlenerek stilize ettiği Japon adaptasyonları ile tanımlanır. İşleri genelde cüretkar ve sert bir tarzdadır. Japonya’da bugün itibari ile 4000’den fazla manga-ka (manga sanatçısı) hala Tezuka’nın açmış olduğu bu yoldan ilerliyor. Manganın dünya çapında yayılması ise dergi çağı olarak adlandırabileceğimiz dönem ile başlıyor. Bunlardan 1950 yılından itibaren yayınlanmış olanları birebir inceleme olanağı sunulan 300’ün üzerinde dergi bulunuyor sergide. Her dilden ve türden örneklerin
AĞUSTOS 2013
rengarenk bir renk paleti oluşturduğu bölüm en çok ilgimi çeken alanlarından biri oluyor serginin. İşte bu yazılı basın aşaması ile birlikte manganın kendi ülke sınırlarını aşıp dünyayı ‘ele geçirme’ yoluna koyulduğu süreç resmen başlamış oluyor. Shoujo manga (hani şu manga deyince ilk aklımıza gelen koca gözlü, upuzun dümdüz saçlı, incecik fizikli güzeller güzeli çizgi kızların başrollerde olduğu tür) ve diğer yeni türler bu dönem ile ortaya çıkıyor.
MEDYA KARMASI
Değişen çağ ile birlikte manganın da teknoloji ile tanışması ve karşı konulmaz bir aşk ilişkisine girmesi de kaçınılmaz oluyor. Zaten manga ile tanışmamız ve manganın evlerimize kadar girip günlük sohbetlerimizde yer almaya başlaması da böyle başlıyor. Televizyon çağı ile birlikte artık manga sanatı yayından fırlayıp , ülkesini gurur ile temsil eden enternasyonal bir oluşuma dönüşüyor. Anime, filmler, oyunlar, modeller, vb. ile manga artık çok önemli bir ekonomik güce dönüşür. Ve manga sadece bu değişimlerle kalmakla yetinmez ve hep yeni teknolojilerin peşinden koşar. Serginin tam ortasındaki alanda yeni arayüzlerinden biri olan e-kitaplar, ziyaretçilerin kullanımına sunulmuştu, fakat kitap ile bilgisayar arasındaki bu teknolojiyi tam olarak özümseyememiş olan bendeniz tarafından pek rağbet göremiyor maalesef.
15
KAPTAN TSUBASA
Manganın doğumundan günümüze kadar olan gelişimini yazılı ve görsel olarak kronolojik bir biçimde sunan sergide, ayrıca bir çok interaktif özel bir bölüm vardı. İçlerinde biri ise bana gerçek bir nostalji yaşattı. Salonun en büyük bölümü, 1990’ların sonlarına doğru Türkiye’de evinde televizyon olan her çocuğun bir şekilde izlemiş hatta bununla da kalmayıp büyük bir hayrana dönüşmüş olduğu bir kahramana ayrılmıştı: Kaptan Tsubasa! Evet, o kaleden kaleye koşması saatler süren, topa verdiği kavisle dudak uçuklatan, yerden 3 metre yükselip rövaşata atabilen, dünyanın yuvarlak olduğunu kalenin önce tepesinin sonra direklerinin gözükmesi ile bize kanıtlayan, seriye küçücük yaşında başlamış ama gözlerimizin önünde büyüyüp serpilmiş olan Tsubasamız.
Büyük kaptana ayrılan bölümde interaktif oyunlar, seriden görüntüler, lisanslı ürün satışları gibi aksiyonlar da bulunuyordu. Serinin yaratıcısı olan Yoichi Takahashi ise serginin özel konuklarından biri olarak, 3 günlük ziyarette bulunmuş ve kahramanlardan bazılarının skeçlerini çizmişti. Skeçler gerçekten hayranlık uyandırıcıydı. Açıkçası bu dizide benim favorim hep kaleci Ken olmuştu! Son olarak sergi çıkında kurulan kütüphane ve satış noktasına da göz attıktan sonra, girişte her ziyaretçiye vermiş oldukları manga kitabımı inceleyerek (Japoncaydı, incelemem sadece 3sn. sürdü!) ve Japonya’dan ithal meyve barımı (şahaneydi lütfen Avrupa’ya da ithal etsinler!) yiyerek mutlu mesut bir şekilde sergiden ayrıldım. Ne dersiniz, manga festivali İstanbul’a da gelse ne iyi olur değil mi?
Š 2013 Vans, Inc. Photo: Liam Marsden
18
AĞUSTOS 2013
KIM LEUENBERGER İLE KEYİFLİ BİR YOLCULUK
Z
EL
L
Ö
Daha önce de bir kaç kez vurgulamıştık. Yaratıcı insanları çok seviyoruz ve her fırsatta sizlere bu insanları tanıtmak istiyoruz. 1992 doğumlu Kim Leuenberger de bu isimlerden biri. ‘Travelling Cars’ isimli enfes projesiyle dikkatleri üzerine çeken Kim’e Londra’da ulaştık ve öyküsünü kendisinden dinledik…
ÖZE
Kim Leuenberger
İ
tiraf etmek gerekirse, bu güzel projenin 21 yaşında bir üniversite öğrencisinden çıkmış olmasına, önce baya bi şaşırdık. Tabii tek şaşıranın biz olmadığını dünyanın dört bir tarafında Kim ile ilgili yapılan haberleri görünce kısa sürede anladık. Hemen kendisiyle görüşme talebinde bulunduk ve bir saat içinde Kim karşımızdaydı… İsviçre’nin kuzeyinde ve Alpler’in hemen eteğinde yer alan Jura’da doğan Kim Leunberger’in en önemli tutkusu seyahat etmek. Son üç yıldır Avrupa’yı karış karış gezen Luenberger, şu sıralar Londra’da University of the Arts’da öğrenimini sürdürüyor. Kim, fotoğraf çekmeye çok küçük yaşlarda başladığını söylüyor. Hiçbir eğitim almamış ve fotoğrafçılığı analog bir makine ile kendi kendine internet ve kitaplardan öğrenmiş. Hatta ilk dijital fotoğraf makinesi Nikon D3100, üç yıl önce, 19 yaşında doğum günü hediyesi olarak, ailesi tarafından alınmış. O makine ile ilk çektiği fotoğrafı asla unutamayacağını söyleyen Kim, şimdilerde Canon 5D Mark II kullandığını belirtiyor.
Leunberger’i bizlerle tanıştıran çalışması ‘Travelling Cars’ ise çıktığı seyahetlerin birinde doğmuş. “Her şey ailemin bana doğum günü hediyesi olarak aldığı mavi bir minivan ile çıktığım yolculuklarının birinde başladı. Canımın sıkkın olduğu bir akşam üstü yanımda taşıdığım araba minyatürleriyle fotoğraflar çekmeye başladım” diyen Leunberger, bu fotoğrafları sosyal medya üzerinden paylaşmaya başlamış. Fotoğraflarına gelen tepkilerin beklediğinden de iyi olması Kim’i cesaretlendirmiş ve hemen bunu bir proje haline getirmeye karar vermiş… Gittiği her yerde minyatür araçlarla fotoğraflar çekerek, kendisini fotoğrafçılık dünyasına tanıtan ilk projesini ortaya çıkarmış. Üniversitenin ardından fotoğrafçılığı profesyonel bir meslek olarak seçeceğini söyleyen Kim, hangi alanda fotoğrafçılık kariyerine devam edeceğine ise henüz karar vermediğini söylüyor. Şu sıralar önümüzdeki yıl çıkarmayı düşündüğü kitap projesi üzerine odaklanan Kim’in bir de kısa film projesi bulunuyor. n Bilgehan Aksoy
AĞUSTOS 2013
MÜZİK A Ğ U S T O S
2 0 1 3
PEARL JAM… NİHAYET… Bu haberi gerçekten de uzun zamandır bekliyorduk. Grunge akımının öncü gruplarından olan Pearl Jam, 10. stüdyo albümlerinin yolda olduğunun müjdesini verdi. Şarkılarıyla bir neslin sözcülüğünü yapan Pearl Jam’in yeni albüm müjdesi, özellikle hala ruhunun bir kısmını o yıllarda bırakmış bir kuşak için çok güzel bir haber. 2009 tarihli ‘Backspacer’dan sonraki ilk Pearl Jam çalışması olacak albümün ismi ‘Lightning Bolt’ olacak ve 14 Ekim’de Avrupa’da, 15 Ekim’de Amerika’da yayınlanacak. Yeni albümden şimdilik dinleyebildiğimiz tek şarkı olan “Mind Your Manners” sıkı bir albümün müjdeleyicisi gibi. Kimine göre grunge Kurt Cobain ölünce miladını doldurdu. Tıpkı Sex Pistols, EMI ile sözleşme imzaladığında punk öldü dedikleri gibi. Ama Pearl Jam istikrarlı bir şekilde, üstelik çizgisinden ödün
vermeden hep belli bir kalitenin üzerine çıkan albümler yapmayı sürdürdü. Bilindiği üzere, Pearl Jam bu albüm için artık grubun altıncı elemanı olarak kabul edilen prodüktör Brendan O’Brien ile uzun süredir stüdyoda kayıtlar yapıyordu. Albümün yedi parçasının kayıtları iki yıl önce tamamlanmıştı. Dört ay önceyse tekrar stüdyoya girildi, bu parçalar gözden geçirildi ve yanına yeni şarkılar eklenerek piyasaya hazır duruma getirildi. Grubun nefesi Eddie Vedder’ın yıllara meydan okuyan sahne enerjisine ülkemizde bir kez şahit olmuştuk, bakalım yakın zamanda gerçekleşecek albüm turnesi vesilesiyle yine bu şansı yakalama şansımız olacak mı? Pearl Jam, Kuzey Amerika’yı dolaşacağı turneye 11 Ekim tarihinde başlayacak ve 6 Aralık’ta Seattle konseriyle sonlandıracak.
50 CENT’İN KULAKLIĞI TÜRKİYE’DE! Amerikalı Rap müzik şarkıcısı Curtis ‘’50 Cent’’ Jackson’ın sahibi olduğu SMS Audio, elmasepeti.com üzerinden Türkiye pazarına girdi. 50 Cent’in geliştirme sürecinde birebir ilgilendiği SMS Audio’nun kulaklıkları ‘’STREET by 50’’ ailesinde 3 farklı modele ayrılıyor. Bu modellerden STREET by 50 In Ear, küçük boyutlarıyla taşınabilirlik ve yüksek bass kalitesi sunarken, STREET by 50 On Ear modeli
40mm’lik sürücüleriyle stüdyo kalitesinde sesler ve güçlü bass’lar sunuyor. Serinin en üst modeli olan STREET by 50 Over Ear modeli ise 40mm güçlü sürücülerinin yanı sıra çıkartılabilir kablosu ve gerektiğinde ikinci bir kulaklık için 3.5mm’lik jack çıkışı sunuyor. Bu sayede tek bir müzik kaynağından iki kulaklık ile müzik dinlenebiliyor. SMS Audio kulaklıkları 211 TL’den başlayan fiyatlarla satışa sunuldu.
19
20
AĞUSTOS 2013
DISCLOSURE’DAN HARİKA BİR ALBÜM Bu senenin en evladiyelik albümü kuşku yok ki Daft Punk’dan geldi. Random Access Memories, yılın en heyecanla beklenen albümü olarak beklentileri boşa çıkarmadı. Yine aynı damardan beslenen, kabaca house ve elektro house gibi tür biçimleri arasında sınıflandırılabilecek Disclosure’ın “Settle” albümü de insana ters köşeden vole vuruyor. Tıpkı Çapulcu düşünür Camus’un dediği gibi: “Ahlaka dair bildiğim ne varsa futboldan öğrendim. Çünkü top hiç beklediğim köşeden gelmedi.” Evet, Lawrance kardeşler doksandan, tam çatal tabir edilen yere golü çakıyorlar. Öncelikle bu kardeşlerin yaptıkları müzik, çok basit kalıplar içine girecek kadar sığ bir tarz değil. Oluşturulan kimya içinde; tuhaf, laubali, tekinsiz, şaşırtıcı gibi kavramları sonuna kadar barındırıyor. Asıl bir diğer şok böyle sağlam bir ilk albümü yapan bu İngiliz kardeşlerin yaşlarının henüz 18 ve 21 olması. Hani bizim Gezi Parkı olaylarında apolitik, pokemon nesli diyerek küçümsediğimiz Y Kuşağı’na ait olmaları. Settle içine girdikçe daha da çıkılmaz bir hal alan bir labirente benziyor. Elbette iyi anlamda. Farklı dönemlerden kotarılmış seslerin, bir odaya kapatılıp, gizli bir deneye konu olmuş hali. Biraz Basement Jaxx, bir tutam The Streets karışımının house müzik içinde yoğrulmuş kimyası. Ama kesinlikle özgün ve ağızlarda hoş bir tat bırakıyor. Bu pokemon neslinin yaratıcı çocukları bu ilk albüm ile ileride çok ses getireceklerinin mesihliğini yapıyorlar. Daft Punk albümünden sonra, bu kulvarda senenin en kalbur üstü çalışmalarından biri Settle. Son söz olarak neler dinlemek gerek bu albümde şeklinde kazık bir soru olursa ilk üç şarkımız şu şekilde: F For You, White Noise ve Latch.
İSTANBUL SEMALARINDA MELANKOLİ
JamIe xx liderliğinde, Romy MadleyCroft ve Oliver Sim üçlüsünden oluşan The xx, 7 Ağustos Çarşamba akşamı İstanbul semalarında olacak ve bizlere unutamayacağımız bir akşam yaşatacak. 2009 yılında çıkardıkları debut albümleri XX ile küçük çapta bir bomba etkisi yaratan, ‘yılın enleri’ listelerinin çoğunda zirveye oturan İngiliz grup, 2010 yılında da yine aynı albüm ile İngiltere’nin en prestijli-büyük ödülü sayılan Mercury Prize’a ve daha birçok ödüle uzandı. Kuruluş anlamında Jamie xx’in bir projesi olarak adlandıracağımız The xx’in yaptığı müzik Dream Pop ismi altında değerlendirilse
de öz olarak Soul ve R&B janrlarının donelerini damarında taşıyor. Grup, ‘making love music’ olarak da anılan Soul müziğin klasik ritim ve bas özelliklerini modernize ederek, ölümcül derecede hüzünlü şarkı sözleri ve melodilerle -saf İngiliz melankolisiyle- yoğurarak ortaya gerçekten kendine münhasır bir müzik çıkartıyor. Katıldıkları tüm festivallerde headliner olan The xx’in, Türkiye’ye gelecek olması özellikle indie müzikseverler için gerçekten müthiş bir haber. Biz de Postkolik olarak konser için inanılmaz heyecanlıyız. 7 Ağustos’ta Parkorman’da görüşmek üzere…
ARCTIC MONKEYS ALBÜM DETAYLARI Eylül ayında gerçekleşecek Rock’n Coke’ta ilk kez canlı izleyeceğimiz için son derece mutlu olduğumuz İngiliz indie rock grubu Arctic Monkeys’ten güzel bir haber var. Grup, geçtiğimiz ay “AM” olarak belirlediği
yeni albümünün kapağını ve şarkı listesini kamuoyuyla paylaştı. 9 Eylül’de satışa sunulacak olan albümde Kyuss ve Queens Of The Stone Age’den tanığımız Josh Homme da konuk isim olarak yer alıyor.
AĞUSTOS 2013
21
ALTERNATİF ARAYANLARA Ağustos ayında Balkan’lardan gelen sıcak havalara dikkat! Zira çok yoğun bir müzik ve sanat dalgaları bizi bekliyor. Hemen bi göz atalım: İlk durağımız Terraneo Festival olsun... 7-9 Ağustos tarihleri arasında çok önemli müzisyen ve djleri bir araraya getiecek olan festival, Avrupa’nın son yıllarda dikkat çeken etkinliklerinden biri. Hırvaistan’ın Sibenik şehrinde eski bir askeri üssün üzerine gerçekleşecek festival, katılımcılarına deniz ve müziği bir arada sunuyor. Bu yıl Terraneo’ya katılan isimler arasnda The Prodigy, Aleo Blacc, My Bloody Valentine, Azealia Banks,Wu-Tang Clan, Gang Of Four, Calexico, The Cribs, Dubioza Kolektiv ve Bosnian Rainbows gibi isimler var. Trompet sesine doyacağımız The Guca Trumpet Festival ise, 05-11 Ağustos’ta gerçekleşiyor. Sırbistan’da Guca isimli ufak bir kasabada organize edilecek festival, tam 600 bin müzikseveri bir araya getirecek. Bu arada festivalde sahne alan isimlerin yıl boyu yapılan müzik yarışmasında seçildiğini de söyleyelim. The Guca Trumpet Festival: www.gucafestival.rs
LIAM VS. ROBBIE Son yılların en heyecanlı müzisyen atışması eski Oasis üyesi Liam Gallagher ile Robbie Williams arasında yaşandı. Her şey Liam Gallagher ile Robbie Williams’ın Manchester’da aynı gecede farklı mekanlarda sahne almasıyla başladı. Liam Gallagher’ın grubu Beady Eye 1500 kişilik Ritz’de çalarken Robbie Williams 60 bin kişilik ve Manchester City’nin stadı olarak bilinen Etihad Stadyumu’nda çalıyordu. Gallagher “Asıl bizim Etihad’da üç gece üst üste çalmamız lazım, şişko bir salağın değil. Herhangi bir palyaçonun da hakkı değil bu. Tamam bu onun da suçu değil, bu insanlarla alakalı. Ama bu aynı zamanda onun suçu, sakın korktuğumu falan sanmayın. Beady Eye büyük bir grup
Liam Gallagher
değil, bu da küçük bir konser. Ritz bizim bulunduğumuz noktayı karşılıyor ve siz orta parmağınızı kaldırıp albümlerimizi satana kadar da bu düzeyde kalacağız.” dedi. Williams sessiz kalmadı buna. “Beady Eye’ın albümü iyi olabilirdi, eğer şarkıların nakaratları olsaydı. Noel olmadan Liam’ın şarkı yazarlığı eksik kalıyor.” dedi. Liam altta kalır mı, “Biz insanların ihtiyaçlarını karşılamak için albüm yapmıyoruz, bu bizim projemiz. İyi şarkılarımız olduğunu ama nakaratlarımız olmadığını söylüyor. Onun önerisini dinleyeceğime yumurtalıklarımdan kendimi vururum daha iyi” dedi ve ekledi: “Başkalarının yaptığı albümleri dinlemiyorum, onlardan ilham almıyorum, ama belki bir iPod almalıyım kendime.”
Robbie Williams
İNGİLİZ SOKAK MÜZİĞİNE DÖNÜŞ Elektronik müzik dünyasının dahi çocuğu Zomby, 2011 tarihli Dedication sonrası yeni LP’si With Love ile geri döndü. Jungle, rave, acid gibi modası geçeli neredeyse 20 yıl olmuş müzik janrlarını Dubstep, EDM, IDM ve Dark Electro gibi türlerle adeta bir simyacı misali harmanlayan prodüktör, yine kulaklarımızın pasını alacak bir işe imza atmış. Ortalama 2.5 dakikalık süreye sahip tam 33 şarkıdan oluşan albüm; 90’lı yıllarda rave jenerasyonuna denk gelmiş, ya da bu tarz müzik ile büyümüş iseniz gerçekten inanılmaz bir nostalji havasına sahip. Şarkıların çoğu 90-96 yılları arasında yapılmış gibi tınlıyor ve bu hissiyat, hiç zorlama gelmeden, bünyeye gayet smooth bir şekilde nüfuz ediyor. As Darkness Falls, Isis, It’s Time acid soslu rave tune’ların yanında Memories, Overdose gibi dümdüz old school IDM diyebileceğimiz parçalar ile albüm herhangi bir elektronik müzikseveri direkt beyninden, gönlünden sımsıkı yakalıyor. 2013’ün tartışmasız en iyilerinden…
22
AĞUSTOS 2013
HAYRANLARININ DİKKATİNE!
ÖN SİPARİŞ BAŞLADI
İşte sıkı Daft Punk hayranlarının asla kaçırmayacağını düşündüğümüz bir ürün. Tamashii Nations tarafından üretilen Daft Punk figürleri, Aralık ayında satışta olacak. Fakat şimdiden ön siparişlerin alınmaya başlandığını da belirtelim. Ürün limitli olarak üretileceği için Amazon.com üzerinden başlayan ön siparişlere yoğun bir ilgi de söz konusu. 45 dolardan satışına sunulan figürün detay ve kalitesiyle Daft Punk hayranlarını memnun edecek kalibrede olacağını söyleyebiliriz. Zaten figürdeki tüm detaylar bizzat ikilinin onayından geçmiş. Sağa ve sola doğru hareket edebilen figürde, parlak cilalı kasklar istenildiğinde değişebilme özelliğine de sahip. Biz siparişimizi verdik bile! http://goo.gl/C9Iqx H www.amazon.com H
GET LUCKY PREZERVATİFLERİ
Baştan söyleyelim, söz konusu Daft Punk olunca hiçbir gelişmeyi atlamamaya çalışıyoruz. Postkolik ekibinin neredeyse tamamı Daft Punk hastası kişilerden oluşuyor ve ofisimizde Random Access Memories albümü sürekli dönüyor. E böyle olunca da, gaza gelip her sayımızda ister istemez sizlerle Daft Punk ile ilgili bir şeyler paylaşmak istiyoruz. Hadi hep beraber göz atalım:
REMIX’İ DE GELDİ!
Robotlar tarafında bir başka haber ise Get Lucky’nin remix’i… Random Access Memories’in diğer büyük isimler tarafından remix’lenmesini beklerken, ikili kendi hazırladıkları 10 dakikalık bir remix yayınladı. Remix için çekilen teaser videoda Robotlar’ı uzay gemilerinin içinde dans eden kalabalığa doğru otururken görüyoruz. Görünen o ki, Random Access Memories’i 2013 yılı boyunca daha çok konuşmaya devam edeceğiz.
Random Access Memories kuşkusuz bu yılın en önemli müzik olaylarının başında geliyor. Yayınlanır yayınlanmaz birçok ülkede 1 numaraya oturan albümün en dikkat çeken şarkısı olan Get Lucky, İngiltere müzik listelerinde bu yıl 1 milyon barajını aşan ilk single oldu. İşte bu efsane şarkı, geçen ay karşımıza prezervatif olarak da çıktı. Haberin ilk internete düştüğü gün herkes prezervatifin Durex tarafından satışa sunulan lisanslı bir ürün olduğunu sandı. Major Lazer’ın yarısı, geçtiğimiz sene de ülkemizi ziyaret eden elektronik müzik prodüktörü Diplo’nun Facebook sayfası üzerinden açılmış bir prezervatif paketini, “Dün akşam iyi ki yanımda Get Lucky prezervatifi vardı, teşekkürler Tanrım!” diyerek post etmesiyle varlığından haberdar olduğumuz prezervatifin bir süre sonra lisanslı bir ürün olmadığı ortaya çıktı. Gerek Durex gerekse Duft Punk cephesinden yapılan açıklamalarla gerçek ortaya çıktı. Buna göre söz konusu ürün Daft Punk’ın plak şirketi tarafından promosyon amaçlı olarak sınırlı sayıda üretilmiş ve DJ’lere gönderilmişti. İşin özü, istesek de bu güzel ürüne hiçbir zaman http://goo.gl/JHOCW sahip olamayacağız. H http://pitchfork.com H
AĞUSTOS 2013
23
PATRON DEDİĞİN BÖYLE OLUR!
BRUCE SPRINGSTEEN 5 TEMMUZ BORUSSIA PARK MONCHENGLADBACH / ALMANYA
Çağlan Tekil, Türkiye’ye bu güne kadar gelmeyen ve muhtemelen de gelmeyecek olan Bruce Springsteen’i Almanya’da izledi.
B
ruce Springsteen’in geçen yıl başlayan “Wrecking Ball” dünya turnesinin ikinci ayağı nihayet Avrupa’ya ulaştı. Türkiye’ye gelmesi neredeyse imkansız isimlerden birisi Patron. Orada statları kapalı gişe dolduran Springsteen, burada Maçka Küçükçiftlik Park’ı bile zor doldurur muhtemelen. E o gelmiyor diye seyredemeyecek değiliz, Avrupa’ya kadar gelmişken kaçırmak olmaz dedik ve Almanya’daki konserlerinin birini yakaladık. 30 yıla yakın süredir Springsteen’e eşlik eden The E Street Band’in 2011’de kaybettiğimiz kurucu elemanı Clarence Clemons’un yer almadığı ilk turne olması bünyede buruk bir tat bıraksa da, 30 yıla yakın bir süredir dinlediğimiz adamı ilk kez kanlı canlı görecek olmanın heyecanı da tarifsizdi. Her konserinde en az 2 saat sahnede kalan Springsteen burada da geleneği bozmadı ve 2 saati aşan performansında 29 şarkı çalarak bilete verilen parayı sonuna kadar hak edecek bir performans sergiledi. ‘Jackson Cage’ ile açıldı konser. Şarkının girmesiyle seyirciler de şarkı isteklerini belirttikleri pankartları havaya kaldırdılar. Bruce Springsteen’in her konserinin setlist’inin
farklı olmasının ana sebebi bu, konserlerinde seyirci isteklerine yer veriyor. Bu şarkılar 2030 yıldır çalınmamış şarkılar da olabiliyor, en popüler olanlar da. Tamamen keyfi bir kararla seçiyor şarkıları. Eğer seçtiği şarkıyı grup elemanları unutmuşlarsa hemen sahnede akorlarını gösteriyor ve küçük bir prova yapıp şarkıya giriyorlar. Dünyada başka örneği var mı bilmiyorum, fazlasıyla beceri ve zeka gerektiren bir durum bu. Bu sayede ‘One Way Street’, ‘Shake, Rattle & Roll’ ve ‘Man’s Job’ (efsane şarkıdır) gibi şarkıları bu turnede ilk kez dinledik. Benim zirve anlarım en sevdiğim 3 Bruce Springsteen şarkısının çalındığı anlar oldu; ‘Point Blank’, ‘Born to Run’ ve ‘Hungry Heart’. ‘The River’ gibi bir klasiğin çalınmamasına şaşırıp üzülsem de bir Springsteen bestesi olan Patti Smith klasiği ‘Because the Night’ın setlist’e dahil edilmesi sonucu her şeyi unuttum. ‘Radio Nowhere’de davula The E Street Band davulcusu Max Weinberg’in daha önce Madball ve Against Me! gruplarında çalmış olan oğlu Jay Weinberg geçti. Son derece tutkulu performansı yoğun alkışlarla karşılık buldu. ‘Dancing in the Dark’ta beklendiği üzere sahneye 3 kadın izleyici çıktı ve Bruce Springsteen ile dans etme şerefine eriştiler. Fazla heyecanlı olmamalarından daha önce defalarca
Springsteen izlemiş ve belki de sahneye çıkmış oldukları izlenimine kapıldım. Kapanış şarkısı nakaratı bir ağızdan söylenen, bir John Fogerty klasiği ‘Rockin’ All Over the World’ oldu. Konser bittiğinde bir o kadar saat daha sürse kimse şikayetçi olmazdı. Bir de David Gilmour’ı izlersem sanırım artık başka konsere gitmeme gerek kalmayacak.
MODA A Ğ U S T O S
2 0 1 3
NEW YORK SOKAKLARINDA İTALYANCA AŞK Dolce Gabbana’nın yeni reklam filmi için kamera karşısına geçen ünlü oyuncular Scarlett Johansson ve Matthew McConaughey, sezonun en çekici çifti olmaya aday gözüküyor… Akademi ödüllü usta yönetmen Martin Scorsese tarafından New York sokaklarında gerçekleşen çekimlerde başarılı oyuncuların Dolce Gabbana’ya yakışır İtalyan stili ve muhteşem uyumu dikkat çekti. Scarlett Johansson, küçük siyah dantel elbisesi ve siyah rugan stilettolarıyla, Matthew McConaughey ise cabrio vintage
arabası ve slim fit takım elbisesiyle göz kamaştırırken, reklam filminin backstage’i bile keyifli görüntülere sahne oldu. En büyük hayallerinden birinin Martin Scorsese ile çalışmak olduğunu söyleyen Johansson, televizyonda yayınlanması planlanan bu reklam kampanyasıyla birlikte bu hayalini de gerçekleştirmiş oldu. Dolce Gabbana’nın Sicilyalı romantik çizgisi, Martin Scorsese’nin sihirli dokunuşları, Scarlett Johansson, Matthew McConaughey ve New York sokakları… Moda ve romantizmin büyüleyici atmosferi…
IRON MAIDEN’A “EGYPTOFUNK” TASARIMI BalencIaga Egyptofunk koleksiyonuna kıymetli bir parça daha ekliyor. Bu parça, geçtiğimiz ay İstanbul’da ağırladığımız ünlü Heavy Metal grubu Iron Maiden için. Eski Iron Maiden sembolleriyle ikonik Mısır figürlerini bir araya getiren oversize sweatshirtler’i biz çok beğendik.
ERA YİNE GÖZDE Dünyanın ilk kaykay ayakkabısını üreten Vans’in, orijinal kaykay ayakkabısı olan style #95 Era, 1976 yılında Kaliforniyalı kaykay dehaları Tony Alva ve Stacy Peralta’nın yardımlarıyla tasarlanmıştı. Era orijinal style #44 modeli, pedle desteklenmiş yaka ve kaykay ile alakalı zedelenmelere karşı sağlamlaştırılmış konstrüksiyon ile geliştirilmiş bir versiyon. Bu efsane model Vans’in yeni koleksiyonunda yine en çok tercih edilen modellerden biri oldu.
26
AĞUSTOS 2013
SOKAK MODASINDA 3 TREND Günümüzde altın çağını yaşayan, kimi zaman defilelerden bile çok konuşulan sokak modasının geçmişi hippilere kadar dayanıyor. Başta İtalya, Fransa ve İngiltere olmak üzere tüm dünyaya hızla yayılan sokak modası akımı, ülkemizde de moda bloggerları sayesinde gün geçtikçe popülerleşiyor. Pudra.com yaz bitmeden denemeniz gereken trendleri şöyle sıralamış.
KENZO İLE SURREAL YOLCULUK AYNA CAMLI GÖZLÜKLER Sokakta yürürken bu gözlüklerden takmış birine mutlaka denk gelmişsinizdir. Bu yaz patlama yapsalar da yaklaşık iki sezondur hayatımızda bu gözlükler... Takması biraz cesaret isteyebilir; kabul ediyoruz. Ne de olsa alışkanlıkların biraz dışında...
Sokak modasının önemli markalarından Kenzo, 2013 Sonbahar Kış reklam kampanyasında da renkli, modern ve cool tarzını devam ettiren iddialı karelerle karşımızda. Markanın kreatif direktörleri Carol Lim ve Humberto Leon Ile Toilet, Paper Dergisi’nin işbirliğinden ilham alan sürrealist kampanya, sezonun en ilham vericilerinden. Yüzük, tırnak sanat ve pantolon desenlerindeki göz figürleriyle dikkatimizi çeken Pierpaolo Ferrari imzalı fotoğrafların kolajları, sanatçı Maurizio Castellana’ya ait. Kocaman bir elin ve bulutların üstünde seyahat etmek, çeşit çeşit böcek ve kelebekle birlikte bir panoda resmedilmek, gözlerin hakimiyetinde bir dünyada yer almak bu olağanüstü dünyada mümkün…
LEOPAR Senelerdir hayatımızda yer tutan leoparların hakimiyeti hala devam ediyor. Kimi kadınlar bu trendi özümserken kimileri hala benimseyebilmiş değil. Ayakkabı, çanta, ceket... Anlaşılan leoparın bizi bırakma gibi bir niyeti yok! Leopar deseniyle avam gözükmek istemeyenler leoparı elbiselerde kullanmak yerine tişörtlerde ya da aksesuarlarda tercih edebilirler. SİYAH BEYAZ ÇİZGİLER Siyah-beyaz çizgiler de leopar deseni gibi bir hayli trend. Elbise, gömlek, pantolon gibi her parçada karşımıza çıkan çizgiler, asil bir duruş sergilememize yardımcı oluyor. Küçük bir not: Fazlalıklarınızdan şikayetçiyseniz dikey çizgili parçaları tercih edebilirsiniz. Biliyorsunuz ki, enine çizgiler sizi olduğunuzdan kalın gösterir.
FÜTÜRİSTİK KRİSTALLER Daha önce H&M’e özel bir koleksiyon hazırlayan Maison Martin Margiela, bu kez Swarovski için hazırladığı buz sarkıtlarından esinlenen Crystalactite parçalarından oluşan özel koleksiyonuyla karşımızda. Sonbahar-Kış 2013 koleksiyonunda jeanler ve plastik botlarla haute couture sınırlarının dışına taşan Margiela, Swarovski’nin, Crystalactite fusion teknolojisiyle yapılan takılarıyla tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı. İlham kaynağı buz sarkıtları olan ve daha önce hiç denenmemiş bu teknikte, kristal kesilmeden önce reçineyle birleştiriliyor. Swarovski’de neredeyse yarı fiyatına satışa sunulacak bu koleksiyonla fütüristik bir şıklığa hazır mısınız?
AĞUSTOS 2013
27
HARİKA İŞBİRLİĞİ Sırada birbirine en yakışan birlikteliklerinden biri var: adidas Orginals&Jeremy Scott. Sonbahar/Kış sezonunda da renkli kamuflajlar, çiçek desenleri ve metalik renkleri kullanan Jeremy Scott, adidas Originals’ın ruhuna sadık kalarak kimliğini üç şeride yine yeni yeniden yansıtıyor.
MANGO BLACK
BUZ VE ATEŞ
Mango’nun 2013 Sonbahar-Kış koleksiyonu, siyah hakimiyetinde bir sezonun sinyallerini veriyor. Maskülen hatların etkisindeki koleksiyonda, metalik aksesuarlarla rock chic bir konsept yaratılmış. Çizgili takımlar, uzun yelekler, cigarette pantolonlar ve fit elbiselerin yanı sıra, deri ve zımba detayları ile siyah ve asi bir Mango koleksiyonu karşınızda…
FranCoIs Nars’ın Tony Garrn ile yapılan kampanya çekimleriyle daha da güzelleşen 2013 Sonbahar Makyaj Koleksiyonu, sıcak ve soğuk tonların, parlak ve mat dokuların etkisi altında. ‘Mysterious Red’ olarak koleksiyonda yerini alan tatlı ve doygun kırmızısı ateşli renk tonuyla dikkati çekerken, küllü bir bej-kahve tonu olan ‘Yamal’ far soğuk ve buğulu bakışlar yaratmak için ideal. Son dönemlerde favorimiz olan farklı renkte ojeler için de elbette çok cool bir renk düşünülmüş: Dove Grey… François Nars tarafından bizzat yaratılan bu koleksiyon markanın web sitesinde 15 Temmuz günü satışa çıktı, Ağustos ayından itibaren de Nars satış noktalarında narsistleri bekliyor :)
NIKE’TAN FREE FLYKNIT NIke’tan kalp atışlarını hızlandıracak teknoloji atakları gelmeye devam ediyor… İkinci bir deri olarak lanse edilen ve doğal hareketin sıkı ve destekleyici kavrayışını sunan Nike Free Flyknit, çok sevilen Nike Free ile Nike Flyknit’in birleşimi olarak ortaya çıktı. Tanıtılan diğer model Nike Free Hyperfeel de, ayakla zemin arasındaki katmanları minimuma indirerek, Lunarlon ismi verilen özel köpük maddeden yapılmış iç tabanının yastıklama sistemiyle temas halinde olmasını sağlıyor. Bilim insanları ve sporculardan görüş alınarak hazırlanan yeni
ürünler, hareket eden vücuda odaklanarak “Nature Amplified” görüşüne göre geliştirildi. Giyim teknolojilerinde kullanılan Nike Aeroloft, ısının vücuttan çıkmasını ve sporcunun kuru kalmasını sağlıyor. Tanıtılan son teknoloji Dri-FIT Knit ise farklı koşullarda ideal performans ısısının korunması için tasarlanan ultra hafif bir kumaş. Londra, Paris, Tokyo ve Şangay gibi koşu kültürünün büyük parçasını oluşturan şehirler de unutulmayarak limitli sayıda üretilecek bir şehir koleksiyonu da marka tarafından piyasaya sunuluyor.
28
AĞUSTOS 2013
T-URKS IN THE PARK
Gezmeye, eğlenmeye devam ediyoruz. Bu kez İskoçya’nın en önemli müzik festivallerinden biri olan T in The Park’tayız. 12-14 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşen festivali, Postkolik okuyucuları için Ferhan Talib takip etti.
T
ürkiye’de doğup büyüyen bir genç olarak festival kültürümüzün pek fazla gelişmemiş olduğunun her zaman farkındaydım ama müzik sever arkadaşlarım sayesinde kendimi, bu yaz yirmincisi düzenlenen T in The Park festivali için İşkoçya’da bulunca, acı gerçeği daha fazla görmüş oldum. Öncelikle ‘T in The Park’ isminin açılımına değineyim. Burada bahsi geçen ‘T’ festivalin ana sponsoru olan bira markası Tennents’in T’si... Bizim festivallerimiz sponsor bulamadığı için birer birer biterken, yirminci senesini kutlayan bu festivale özenerek bakmak için geçerli nedenlerden biri sayılır kanımca. T in The Park her ne kadar kardeş ülkesinin festivali Glastonbury kadar duyulmuş olmasa da, festivalde performans sergileyen isimlere bakıldığında başka festivallerden aşağı kalır yanı yok. Mumford & Sons, Rihanna, The Killers, Snoop Dog, David Guetta, Calvin Harris, Beady Eye,
Ke$ha, The Script, Alt-J, Travis, Miles Kane, Richie Hawtin, Texas, Slam, Foals, Kodaline, Stereophonics, Editors, Haim, Emeli Sande, Frank Ocean, Two Door Cinema Club, Rita Ora, Disclosure, Azealia Banks ve Bastille bu sene T in The Park’ta performans sergileyen onca isimden bir kaçıydı... Gelelim bizim festival hikayemize. Festivale ve müziğe meraklı iki Türk bir de İskoç arkadaşımla birlikte 12-13-14 Temmuz’da gerçekleşek festival için biletlerimizi Mart ayında alıp, konaklama için de festival alanında Residence isimli bölümde barakalarımızı ayırtıp Temmuz ayını beklemeye başlamıştık. Festival zamanı gelip çattığında da kendimizi İskoçya’nın yeşil sokaklarında bulduk... Festival alanı 11 Temmuz itibarı ile festivalcileri kabul etmeye başladığından biz de Residence’daki bir buçuk metrekarelik barakamıza yerleşip akşam yemeği için kendimizi İskoç çimenleri üzerinde pikniğe atıverdik. Festival alanına yiyecek ve içecek (su dahil)
sokmak kesinlikle yasak. Festivalin konaklama alanları bu konuda daha rahat elbette, bu bölgelere dışarıdan yiyecek ve içecek sokmak serbest hatta mini mangallar ile kendi etinizi pişirmeniz bile mümkün. Perşembe öğleden sonra festival alanına vardığımızdan, festival alanından ayrıldığımız Pazartesi gününe kadar müziksiz geçirdiğimiz dakikaların sayılı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
FESTİVAL MODASI
Festival modasına değinecek olursak, kesinlikle bu modanın şampiyonluk ipini wellies olarak da bilinen plastik yağmur çizmeleri (En çok da Hunter markası) göğüsler. Bu konudaki fikrimi bana festival öncesinde sorsaydınız, cevabım neredeyse tüm yıl yağmur alan bir ülke olan İskoçya için plastik yağmur çizmelerinin olmazsa olmaz ancak yağmur yağmadığında son derece gereksiz olacağı yönünde olurdu. Oysa bir tek damla yağmur yağmadan geçen
AĞUSTOS 2013
dört günün sonunda plastik botların sadece yağmurda değil her tarafın toz toprak olduğu çöl topraklarında da işe yarar olduğunu tecrübe ile sabitlemiş oldum. Festivalde en çok karşılaşılan diğer birkaç parça ise, lacivert üzerine beyaz puantiyeli yağmurluk, kırçıllı bordo ve kapüşonlu sweatshirt ve saça takılan çiçeklerden oluşan taç idi... Her sene olduğu gibi bu sene de festivalin ilk günü değişik kostüm günü olarak kabul edildiğinden festival alanının hemen her yerinde farklı köstümlü insanlara rastlamak mümkündü. Farklı kostümün hakkını en iyi verenler ise kesinlikle ekip halinde çalışanlardı. Elbette bu senenin kostüm temasının ‘Kahramanlar ve Kötüler’ olduğu düşünülürse bazı kostümlere farklı anlamlar yüklemek de mümkün olabilir..
NELER Mİ YAŞANDI?
12 Temmuz Cuma günü saat 16:30 itibarı ile tüm sahnelerde müzik başladı ve festival boyunca kısa kısa şunlar oldu: • İlk gece kapanışı Mumford & Sons yaptı, kalabalık uzun süre dağılmak bilmedi. • İskoç şarkıcı Emeli Sande kendi seyircisi karşısında son derece keyifli bir konser verdi ve coşku ile uğurlandı. • Festivalin en sempatik isimlerinden biri olan Snoop Dog herkese ot içmelerini öğütledi… • 23 yaşındaki İngiliz şarkıcı Rita Ora karşısındaki coşkulu kalabalık karşısında duygulu anlar yaşadı, hatta bir ara göz yaşlarını tutamadı. • Rita Ora, genellikle Amerikalıların İskoçya ismini yanlış telaffuz etmeleri (Skotlınd yerine Skatlınd olarak) ve İskoçların hassas olduğu bu konuya gönderme yaparak ‘nasıl? Doğru telaffuz ediyor muyum?’ diye sordu ve coşkulu bir alkış aldı. • Rihanna kalabalığa ‘Merhaba Skatlınd’ şeklinde hitap edince, pek de coşkulu bir T-in Park kadrosu: Duygu Yegül, Ferhan Talib aka iconjane, Burcu Olgun aka Modacadısı, Spencer Henderson
29
karşılık alamadı. • İskoç grup Travis kendi evinde büyük talep gördü ve konser verdikleri çadıra sığmayan hayranlarının içeri girebilmek için birbirini ezdiği tek grup oldu. • En fanatik izleyici gruplarından birinin Miles Kane’ye ait olduğu tecrübe ile sabitlendi. • Herkesin aynı anda zıpladığı şarkı Stereophonics’in Dakota’sıydı. • Sahnede doğum günü kutlaması yapıp pasta üfleyen nadide grup İrlandalı ekip Kodaline oldu. • İngiliz grup Foals izleyici sayısı olarak izdihama yol açmasa da omuzlara alınan bir kadın izleyicinin sütyenini çıkartıp fırlattığı tek grup oldu. • New York’tan ayağının tozu ile gelen DIIV adlı grubun gitaristi ayakta duramadığı için bir kaç kez anfinin üzerine düştü ama çocuklar pek sempatikti. • Hava saat 23:00 civarında karardığı için çadırların dışında olan konserlerin hemen hepsi gün ışığında izlendi. • Festival kapanışında ana sahnede The Killer sahne alırken, ikinci sahnede David Guetta kalabalığı coşturuyordu, hangisinin daha kalabalık olduğuna karar vermek zordu. • Festival alanında telefonlar neredeyse hiç çekmediği için sosyal medya paylaşımı yapmak bir yana arkadaşlarınıza ulaşmak bile son derece zahmetliydi. • Festival alanında duş almak en büyük problemlerden biri idi. Residence alanında duş sırası beklememek için sabah 06:30’da uyanmak gerekmekteydi… • Festival alanında zaman zaman coşkun kalabalıkların kitlesel zıplamaları sonucu oluşan toz bulutları gökyüzünü kapladı. • İlk gün mavi renkte olan festival çadırları son
gün kahverengi olmuşlardı. • Festival alanında kebaptan sosisliye, pizzadan dürüme birçok yiyecek standı vardı. En az ilgiyi sağlıklı yiyecekler satan Healty T bölümü gördü. • Bir bardak biranın fiyatı 4.20 pound (yaklaşık 15 TL) idi. • Festival alanında ayakta durabilecek kadar ayık olanların sayısı, ayakta duramayacak kadar sarhoş olanlardan genellikle daha azdı. • 4 gün boyunca yüzbinlerce insanın sarhoş dolaştığı festival alanında sadece bir kavgaya şahit oldum, o da toplam 10 saniye sürdü, olaysız dağılındı. • Festival alanına (konaklama alanları dahil) sokulması kesinlikle yasak olan şeylerin başında cam şişe gelmekteydi. Sadece VIP alanında satılan şişe biralar da VIP alanından çıkarken plastik bardaklara aktarılmak zorundaydı. • Festival alanına içecek sokmak yasak olmasına rağmen, su istasyonlarından su doldurabilmek için, boş pet şişe sokmak serbestti. • Tuvalet sırası bekleme konusunda kişisel rekorum 27 dakika idi. • Yüzbinlerce insanın aynı tuvaletleri kullandığı 4 gün boyunca bir defa bile, pis kokan ve tuvalet kağıdı veya sabunu bitmiş bir tuvalete rastlamadım… • Festival kapanışını yapan The Killers sahneden indikten sonra gayda ile doğum günü şarkısı çalınmasını müteakiben başlayan havai fişek gösterisi ile yirminci yılını kutlayan T in The Park festivali resmi olarak sona erdi. • Elbette festivalciler sabahın ilk ışıklarına kadar eğlenmeye devam ettiler…
30
AĞUSTOS 2013
SAN DIEGO’DA NELER OLDU? Artık çizgi roman festivali olmayı geçip dünyanın en büyük popüler kültür festivali haline gelen San Diego Comic Con, 18-21 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşti. 1970’den beri gerçekleşen festivale birbirinden yaratıcı kostümlerle gelen ziyaretçilerinin sayısı bu yıl 130 binin üzerindeydi. Festivalin çizgi roman kısmı hala çok büyük olsa da artık “nerd” kitlesinin herhangi bir şekilde ilgisini çekebilecek
en büyük film, dizi, oyun, animasyon konferansları ve duyuruları burada yapılıyor. Malum, tüm festivali tek bir sayfaya sığdırmak imkansız. Ama hadi en büyük çizgi roman/bilim kurgu filmi haberlerine şöyle bir göz atalım:
BATMAN&SUPERMAN
Warner Bros ve DC’nin konferansı da büyük bir sürpriz içeriyordu. DC’nin Man of Steel’ın devam filmini duyurması zaten bekleniyordu. Ama ekrandaki Superman logosunun arkasında bir yarasa belirince hayranlar sevinçten çılgına döndü. Yine Zack Snyder’in yöneteceği, David Goyer’in yazacağı ve Christopher Nolan’ın yapımcılık görevini üsleneceği filmde Batman ve Superman, ilk kez beyaz perdede bir araya gelecek. Filmin Batman’in Dark Knight Üçlemesi’yle bağlantısı olmayacak ve Christian Bale yerine başka bir oyuncu seçilecek. İsmi henüz belli olmayan film 2015’te gösterime girecek. Warner Bros’un bu filmle olası bir Justice League filmine hazırlık yaptığı tahmin ediliyor.
İLK FRAGMAN BEĞENİLDİ Marvel Stüdyoları’nın konferansında Tom Hiddleston, Loki kostümüyle sahneye çıkarak Thor: Dark World fragmanını tanıttı. Captain America: Winter Soldier filminden özel bir sahnenin ardından çekimlerine başlayalı henüz 10 gün olan Guardians of the Galaxy filminden kısa bir fragman yayınladı. Hayranlardan çok iyi tepki alan fragman ne yazık ki henüz internette yayınlanmadı, ama Avengers’ın
sonunda gördüğümüz Thanos’un bu filmde de yer alacağı kesinleşti. Bunun ardından yeni Avengers filminin isminin Age of Ultron olduğu duyuruldu. Yönetmen Joss Whedon, Avengers’ın en ünlü düşmanlarından Ultron’un ortaya çıkışının çizgi roman versiyonundan farklı olacağını ve filmde Jeremy Renner’ın oynadığı Hawkeye’ın bu sefer daha büyük bir rolünün olacağını duyurdu.
GODZILLA KENDİNİ AŞTI
EN ÇOK X-MEN SES GETİRDİ 20th Century Fox’un en çok ses getiren konferansı ise Dawn of the Planet of the Apes ve The Wolverine’in ardından sahne alan ve şimdiye kadarki X-Men filmlerinde yer almış, Hugh Jackman, Ian McKellen, Patrick Stewart, Halle Berry, Michael Fassbender, James McAvoy ve Jennifer Lawrence başta olmak üzere tüm önemli oyuncuları bir araya getiren X-Men: Days
of Future Past konferansıydı. Kadroya yeni katılan isimler ise Bolivar Trask rolündeki Peter Dinklage (Game of Thrones) ve Bishop rolündeki Omary Sy’dı. İzleyicilerin söylediğine göre filmin fragmanı karanlık bir distopyada başlıyor ve Profesör X’in Wolverine’i bu geleceği durdurmak için zamanda geri yollamasını konu alıyor.
Legendary Pictures’ın bu yılki en büyük marketing kampanyası 2014’te çıkacak yeni Godzilla filmi içindi. Festival alanında ziyaretçilerin gezebileceği bir Tokyo sokağı seti inşa edildi. Ardından interaktif deneyimin parçası olarak alarmlar çalmaya başlayınca herkes bir sığınak setine alındı ve pencereden Godzilla ile göz göze geldi. Konferansta yayınlanan ve Bryan Cranston’ın yer aldığı fragman Godzilla’nın başka bir canavara saldırmasını gösterdi ve çok iyi tepkiler aldı. Yönetmen Gareth Edwards filmin orijinal Japon serisine sadık kalacağını doğruladı. Bunu dışında stüdyo Duncan Jones’un yönettiği Warcraft filminin “karanlık, gerçekçi ve harika” olarak tanımlanan fragmanyla izleyicilere sürpriz yaptı. Bunun dışında Seventh Son ve 300: Rise of an Empire filmlerinin de tanıtımı yapıldı.