İÇİNDEKİLER
18 EDEBİYAT Korku edebiyatının Stephen King’den sonraki en önemli ismi olarak kabul edilen Clive Barker’ın pek çok eseri televizyon ve sinemaya uyarlanıyor. Tüm detaylar haberimizde.
22
KAPAK
Bu ay Vikinglerin İngiltere çıkartmasından geleceğin teknolojik şehirlerine uzanan birbirinden eğlenceli oyunlar oynayacağız. Uykusuz gecelere sebep olacak bu 13 oyunu inceledik.
10
38
DİZİ Komediden polisiyeye, bilim kurgudan drama birçok yeni proje Kasım ayında ekranlara “merhaba” diyecek. Postkolik, kaçırmamanız gereken 13 diziyi çoktan seçti bile!
42
48
MÜZİK
RÖPORTAJ
BELGESEL
Üç önemli ismin albümü müzikseverlerle buluşuyor. Yeni Kylie Minogue albümü Disco, AC/DC’nin 17. stüdyo albümü Power Up ve Smashing Pumpkins imzalı Cry, radarımızda.
Uzun zamandır beklenen yeni albümünün ilk şarkısı Bu Düzen Yıkılsın’ı müzikseverlerle buluşturan Pentagram, 2021 içinde dinleyeceğimiz yeni albümün detaylarını anlattı.
Çizgi romanların ve dolayısıyla süper kahramanların dünya kültürüne nasıl etki yaptıklarını ve dünyayı bir bakıma nasıl değiştirdiklerini ele alacak Marvel’s 666’yı kaçırmayın!
Yayın Danışmanı Fırat Akyıldız Gondor Medya İletişim Danışmanlık Tic. Ltd. Şti adına sahibi Emrah Gürkan
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Fatma Gürkan
Yayın Yönetmeni Emrah Gürkan emrah@postkolik.com
Katkıda Bulunanlar Elif Öztuna, Enis Hazan, Berker Öztuna, Gizem Ertürk, Büşra Bayer
Görsel Yönetmen Emre Öztınaz
Fotoğraf Sinan Bayar
Reklam Emrah Gürkan 0532 437 26 38 emrah@postkolik.com Web Reklam duygu@postkolik.com Yönetim Yeri Nisbetiye Mah. Gazi Güçnar Sok. Uygur İş Merkezi No: 4A, D:1 Beşiktaş/İstanbul 0212 337 27 91 info@postkolik.com
POST OFFICE
ATARI HOTELS GÖRÜCÜYE ÇIKTI A
tari, ocak ayının başlarında otel işletme firması GSD Group ile ABD’nin birçok şehrinde oyun temalı oteller açmak üzere iş birliği yapacağını duyurmuştu. İkili, şimdi cyberpunk’tan ilham alacak binaların tasarımı için mimarlık firması Gensler ile el sıkıştı. Fotoğraflardan da görebileceğiniz üzere, Atari Hotels’ın konsept tasarımlarında parlak neon ışıklar, devasa dijital ekranlar ve hatta Bladerunner veya Altered Carbon’dan fırlamış sahneleri anımsatan hologramlara benzer ögelere yer verilmiş. Otellerden ilk ikisi Phoenix ve Las Vegas’ta açılacak. Austin, Şikago, Denver, San Francisco, San Jose ve Seattle için de planlama-
lar sürüyor. GSD Group yönetici ortağı Shelly Murphy, “Atari’nin inovasyon alanındaki mirasına benzer şekilde Atari Hotels de otelin her detayına yapay gerçeklik fikrini aşılayarak misafirlerimiz için çok boyutlu bir konaklama ve oyun deneyimi yaratacak” derken “Sanal interaktif dünyamızdan
fiziksel konumlarına kadar, Atari Hotels bütün yönleriyle herkes için benzersiz ve özgün bir deneyim sunacak.” yorumunda bulunuyor. Yapılan açıklamaya göre, popüler kültür ve video oyunlarından ilham alan Atari Hotels’ın Las Vegas’taki ilk oteli 400 odalı olacak ve 2022’nin sonunda açılacak.
BREAKING BAD FİLMİNE KOLEKSİYONLUK PLAK B
reaking Bad. Bu iki kelimeyi yan yana gördüğümüzde aklımızda binlerce imge coşuveriyor! Deney tüpleri, sarı tulumlar, gaz maskeleri, eski bir karavan, don paça çölün ortasında dikilen bir lise öğretmeni ve daha neler neler... Tüm zamanların sen sevilen dizilerinden biri olan Breaking Bad, 2013 yılında ekranlara veda ettiğinden bu yana içimiz buruk. Breaking Bad’in yaratıcısı Vince Gilligan’ın yazıp yönettiği 2019 tarihli El Camino: A Breaking Bad Movie, Breaking Bad’e olan açlığımızı bir nebze olsun giderse de maalesef ağzımızda aynı tadı bırakamadı. Breaking Bad sonrası Jesse Pinkman’ın akıbetini izlediğimiz filmde Jesse Pinkman’ın federallerden kaçış serüvenine ortak olmuştuk. Bugüne kadar çıkardığı premium plak baskılarıyla popüler kültüre önemli katkılarda bulunan Mondo, şimdi de El Camino: A Breaking Bad Movie’inin soundtrack albümünü özel basım koleksiyonluk bir edisyonla piyasaya çıkardı. Ekim sonunda satışa çıkan El Camino: A Breaking Bad Movie — Original Soundtrack, tüm Breaking Bad hayranlarının rüyalarını süsleyecek cinsten. Breaking Bad’in ödüllü soundtrack’ini üstlenen Dave Porter’ın imzasını taşıyan albümün kapak tasarımı ise Matt Talbot’a ait. Bu koleksiyonluk baskı için konuşan Breaking Bad’in yaratıcısı Vince Gilligan, “Dünyanın en havalı plak şirketlerinden birinin ilk filmimin soundtrack’i için böyle bir iş yapması gerçekten çok güzel.” yorumunda bulundu. Bu güzelliğin fiyatı ise 35 dolar olarak açıklandı.
SERIAL 1 GÖRÜCÜYE ÇIKTI E
fsanevi Amerikalı motosiklet üreticisi Harley-Davidson, e-bisiklet dünyasına girişini resmen duyurdu. Markanın 1903’te piyasaya çıkardığı “Serial Number One” motosikletinden esinlenen Serial 1, sonunda görücüye çıktı. Bu şık e-bisiklet, eski ve yeni arasındaki mükemmel dengeyi yakalıyor ve klasik bir estetiği bir e-bisiklette arayacağınız bütün modern özelliklerle birleştiriyor. Örneğin, kahverengi rengi deri selenin alt kısmını ince siyah bir çerçeve ve gidonlar tamamlarken, retro tarzdaki beyaz lastikler çok telli jantların etrafını sarıyor. Kahverengi kayış esnek bir yapıya sahip ve elbette, pedal çevirmek istemediğinizde bisikletin hareket etmesine yardımcı olan bir elektrik motoruna bağlı. Harley-Davidson Serial 1’ın fiyatı henüz açıklanmadı, ancak haberler bu e-bisikletin rakiplerinden çok ayrışmadan birkaç bin dolarlık bir fiyat aralığında satışa çıkabileceği yönünde. Çok fazla detay bilinmese de Serial 1’ın web sitesinde 16 Kasım’da sona erecek bir geri sayım, yakında daha fazla bilgi açıklanabileceğine işaret ediyor. Harley-Davidson, Serial 1’ı Mart 2021’de piyasaya sürmeyi planlıyor.
4
YENİ HYUNDAI i20 YOLLARA ÇIKTI Y
epyeni tasarımı, teknolojileri ve hibrit motoruyla geçtiğimiz şubat ayında tanıtılan yeni Hyundai i20’nin Türkiye fiyatı açıklandı. Yeni Hyundai i20, ‘’duygusal sportiflik’’ isimli yeni tasarım dili, gelişmiş bağlanabilirlik ve güvenlik teknolojileri, yüzde 9 yakıt avantajı sağlayan 48V hafif hibrit destekli motoruyla dikkat çekiyor. Yeni Hyundai i20’nin ölçülerine baktığımızda selefine göre 5 mm uzadığını
ve 30 mm genişlediğini görüyoruz. Ayrıca, tavanı 24 mm kadar alçalan yeni i20’nin aks mesafesi de 10 mm uzatılmış. Bu sayede arka yolcular için sunulan diz mesafesi 27 mm artarken, yeni i20’nin bagaj hacminde de 25 litre artış (351 litre) yaşanmış. Bunun yanı sıra bagaj yükleme eşiği de 24 mm alçalmış. Yeni Hyundai i20, Türkiye’de Jump, Style, Style Plus, Elite ve Elite Plus donanım
BACK TO THE FUTURE KÜLLİYATI BU KİTAPTA 3
seviyeleriyle tercih edilebilecek. 10 farklı gövde rengi seçeneğine sahip olan yeni i20, siyah tavan opsiyonuyla toplamda 17 farklı kombinasyonla sunuluyor. Giriş seviyesinde 15 inç alaşımlı jantlarla sunulan yeni i20’nin beş kapılı versiyonunda bir ilk olarak üst donanım seviyelerinde 17 inç çaplı jantlar karşımıza çıkıyor. Hyundai i20 158.500 TL’den başlayan fiyatlarla Türkiye’de satışa sunuldu.
ELTON JOHN BARBIE’LENDİ T
üm zamanların en flamboyan sanatçılarından Sir Elton John’un da bir Barbie bebeği çıktı. Oyuncak bebek, Rocket Man’e benzemese de stiliyle onu yansıtıyor. Geçtiğimiz ay Mattel’in Web sitesinde satışa çıkan Barbie bebek, sanatçının baş harflerinin işlendiği ışıltılı bir ceket ve bol paça bir kot pantolon giyiyor. Rengarenk “Elton” bomber ceketinin kollarında yıldızlar, etek ucundaysa gökkuşağı detayları yer alıyor. Ayrıca gökkuşağı desenli platform topuklu botlar, mor bir melon şapka ve Elton’ın imzası olan ışıltılı pembe güneş gözlükler de unutulmamış. Mattel, yaptığı açıklamada “Elton John Barbie bebeği, iki kültürel ikona hayat veren ve aynı anda yıldız bir sanatçının olağanüstü sanatı ve müzisyenliğini onurlandıran cüretkar bir birleşim.” ifadelerini kullandı. 50 dolar fiyattan satışa çıkan oyuncak bebek, sanatçının Ekim 1975’te Dodgers Stadyumu’ndaki rekor kıran iki günlük performansının 45. yıldönümü vesilesiyle piyasaya sürüldü. John, o zamanlar 100 bin kişinin tek bir sanatçı için bir araya geldiği en büyük konsere imza atılmıştı. Elton John, Rolling Stone dergisine “Barbie kendi başına bir ikon, bu yüzden işime ve kişisel stilime saygı duruşunda bulunması gerçek bir onur.” derken “Umarım dünyanın her yerindeki hayranlarına korkusuzca kendi hayalleri ve sınırsız potansiyellerinin peşinden gitmeleri için ilham veriyordur.” açıklamasında bulundu.
Temmuz 1985’te vizyona giren Back To The Future, bildiğiniz gibi, bu sene 35. yaşını kutluyor. 1989 ve 1990 yıllarında yayınlanan devam filmleriyle birlikte bilim kurgu sinemasının mihenk taşlarından birine dönüşen seri, 35. yıla özel pek çok sürprizle hayranlarının karşısına çıkıyor. Bunlardan biri de ikonik film üçlemesini çağdaş bir bakışla mercek altına alan “Back To The Future The Ultimate Visual History: Revised and Expanded Edition” kitabı olacak. Bu çok özel kitap, Insight Editions’tan 50 dolar fiyatla ve 3 Kasım’da satışta olacak. Aslında bu kitap, ilk olarak 2015 yılında -filmin 30. yılı şerefine- yayınlanmıştı. Beş yıl sonra, bu kez 35. yılı için, tamamen elden geçirilmiş olarak piyasaya çıkıyor. Bu genişletilmiş ciltte, ilk kez göreceğimiz kamera arkası fotoğrafları da dahil olmak üzere hayranların bayılacağı inanılmaz ekler yer alıyor olacak. 2015’teki Geleceğe Dönüş Günü etkinliklerine dair detaylar, IDW’nin çizgi roman serisiyle ilgili ek bilgiler, Telltale Games video oyunu ve Back to the Future: The Musical’ın yapım aşamasını gözler önüne seren kapsamlı kamera arkası görüntüleri ve çok daha fazlasını kapsayan genişletilmiş baskı, Back To Future’in hikayesini bir adım daha ileriye taşıyor. Kitapta eş yaratıcı/yazar/ yapımcı Bob Gale, efsanevi besteci Alan Silvestri, Grammy ödüllü şarkı yazarı Glen Ballard, Tony ödüllü yönetmen John Rando ve Back to The Future tiyatro oyununun yldızları Olly Dobson (Marty McFly) ve Roger Bart (Doc Brown) dahil pek çok isimle röportajlar da yer alıyor.
5
POST OFFICE
MOOG, THEREMIN’İN 100. YAŞINI KUTLUYOR E lektronik müziğin kulüplerde “kopma” şarkılarına dönüşmediği yıllarda bu müzik türü için en önemli enstrümanları üretmiş olan Moog Music, bugün dünyanın en önemli synthesizer üreticilerinden bir tanesi. Asheville merkezli şirket, ticaret hayatına 1950’lerde Theremin kitleri satan 19 yaşındaki Robert Moog’un girişimiyle mütevazı bir başlangıç yapmıştı. Dünyanın en eski elektronik müzik enstrümanı olan ve ismini mucidi olan Rus Profesör Leon Theremin’den alan cihaz, o dönemde bir hayli popülerdi.
Şirket, daha sonraları dünyanın ilk ticari synth’ini (Minimoog) piyasaya sürerek dünya çapında bir başarı elde etse de Theremin şüphesiz ki Moog tarihinde oldukça önemli bir role sahip oldu. Moog, enstrümanın piyasaya çıkışının 100. yılını sınırlı sayıda üretilen performans theremin’leriyle kutlayacak. “Claravox Centennial” adıyla piyasaya çıkacak bu üstün kaliteli theremin, pirinç antenler, ince taneli ceviz ağacından bir gövde, kumaş kaplı bir kontrol paneli ve isteğe bağlı bir standa sahip. 14 düğmeli kontrol paneli
ve özel bir düzenleme yazılımının yanı sıra sistem ayrıca müzisyenlere eski tip heterodin analog osilatörler veya yapılandırılabilir nicemleme, gam ve oktav aralıklarına sahip modern çok modlu DSP osilatörler arasında seçim yapma olanağı tanıyor. Enstrümanda DIN MIDI, USB ve CV girişleri ve çıkışları da bulunuyor. Elektronik müziğin ilk dönemlerini kutlama amacıyla sınırlı sayıda üretilecek olan Theremin, tüm zamanların en büyük Theremin ustası olan Clara Rockmore’a da bir saygı duruşu niteliğinde.
RED BULL DANCE YOUR STYLE ONLINE OLARAK GERİ DÖNÜYOR H ip hop, popping ve house dance gibi türleri içeren sokak dansı turnuvası Red Bull Dance Your Style; Türkiye dahil 30 ülkede en yetenekli dansçıların izini sürüyor. Bu zamana kadar kazananı izleyicinin belirlediği yarışma, online bir platformda geri dönüyor ve dünya çapında aynı anda herkesin erişimine sunuluyor. Kazananı ise yine seyircinin oyları belirliyor. 5 Kasım’da başlayacak olan yarışma bu zamana kadar dünyanın en güzel şehirlerinde düzenlenmişti. Red Bull Dance Your Style, hafızalara kazınan performanslara ve dans pistine meydan okuyan birçok dansçıya
USTA DÖNERCİ’DEN GÜVENİLİR DÖNER T AB Gıda, Usta Dönerci markasıyla döner severlere birbirinden lezzetli ürünler sunmaya devem ediyor. Müşterilerine her zaman kaynağı belli, kaliteli malzemeler ile hazırlanmış leziz, doyurucu, zengin ve ekonomik menüler sunan Usta Dönerci, güvenilir gıda için de döner severlerin ilk adresi oluyor. Usta Dönerci, leziz ürün çeşitlerini “Güvenilir Kaynaktan Lezzetli Et, Hızlı Servis, Ulaşılabilir Fiyat” politikasıyla Türkiye genelindeki 130’dan fazla restoranında, hızlı servis restoran (HSR) sistemiyle modern bir
şekilde sunmaya devam ediyor. TAB Gıda’nın çatı şirketi TFI TAB Gıda Yatırımları tarafından uygulanan standartlar ile tüm ürünler sevk, pişirme, servis standartları ile sağlık ve hijyen açısından uluslararası kalite standartlarına yüzde 100 uygun olarak hazırlanıyor. Bununla birlikte ‘’Ne Yediğini Bil’’ dijital platformu ile de tüm misafirlere ürünlerin, üretimden tüketime uzanan tüm aşamaları paylaşılıyor. Sektörün kalite ve gıda güvenliği standartlarının belirlenmesi konusunda hızlı servis
6
ev sahipliği yapıyor. Geçen yıl Fransa’nın başkenti Paris’te ilk defa düzenlenen Red Bull Dance Your Style Dünya Finali’nde dansçılar, özgün tarzları ile seyircilerden en yüksek puanı alabilmek için yarıştı. Yarışmanın Türkiye etabında birinci olan Aydan Uysal ise dünya finalinde ülkemizi temsil etti. Bu yıl sadece online olarak gerçekleşecek yarışmada finale kalan 8 kişiyi dans alanında dünya çapında isim yapan dans profesyonelleri belirleyecek. İddialı jüri kadrosu ve Red Bull Dance Your Style’a dair daha fazla bilgi çok yakında Redbull.com adresinde olacak.
restoran zinciri sektörüne 25 yıldır öncülük eden TFI TAB Gıda Yatırımları, oluşturduğu ekosistemi ile et, ekmek, patates ve salata dahil birçok ürünü kendi fabrikalarında üretiyor.
Poyraz Baltacıgil Masal Tiyatrosu
Genedos Ozan Musluoğlu
İŞ SANAT, 21. SEZONUNU DİJİTALDE AÇIYOR
İş Sanat’ın 21’inci sezonu İstanbul Ensemble konseri ile 5 Kasım’da başlıyor. Pandemi nedeniyle mart ayından itibaren etkinliklerini dijitale taşıyan İş Sanat, yeni sezonda da sosyal medya hesapları üzerinden paylaşacağı kayıtların tamamını ücretsiz olarak sanatseverlerle buluşturacak.
G
eride bıraktığımız 20 sene içinde sanatseverleri sayısız etkinlikle buluşturan İş Sanat, 21. sezonunu dijitalde açıyor. Pandeminin başından itibaren sosyal medya hesapları üzerinden #evdesanatzamanı etiketiyle yerli ve yabancı sanatçıların hazırladığı video
içeriklerle sanatseverlere moral olan İş Sanat, yeni sezonda pek çok özel etkinlikle 5 Kasım’da sezona “merhaba” diyor. Birazdan detaylarına gireceğimiz 21. sanat maratonunda yine “iyi ki izlemişiz” diyeceğimiz şahane etkinlikler bizleri bekliyor.
Şiir ve Hikâye Dinletileri
8
5 KASIM’DA BAŞLIYOR
Malum, pandemi koşulları ekonomik, sosyal ve kültürel olarak hepimizin yaşamını zorlaştırdı. Başta kültür sanat alanında üretim yapanlar olmak üzere, tüm sektörler içinde bulunduğumuz yeni sürecin etkisi altında var olma mücadelesi veriyor. Küresel çapta süren koronavirüs salgını, müzelerin, galerilerin ve konser salonlarının kapanmasına yol açarken, dijital alandaki olanaklar sanat kurumlarının, bu alanda üretim yapan emekçilerin ve izleyicilerin dikkatini çevrim içi içeriklere çevirdi. Dijital görünebilirlik alanlarının çoğalması sanata en çok ihtiyaç duyduğumuz dönemde hepimiz için bir umut ışığı oldu. Pandemi nedeniyle mart ayında tüm etkinliklerini durduran ve hızlı bir atılımla sezonu dijitalde tamamlayan İş Sanat, 21’inci sezonunda da izleyicilerle dijital platformlar üzerinden buluşmaya devam edecek. Pandeminin zorlu koşullarından en fazla etkilenen yaratıcı sektörle dayanışma içinde olan İş Sanat, tüm sezon programını yerel sanatçı ve orkestralar ile oluşturdu. 5 Kasım’da başlayacak olan yeni sezonda klasik
müzik konserlerinden Türk Halk ve Türk Sanat Müziği konserlerine, hikâye ve şiir dinletilerinden, masal tiyatrosuna, okuma tiyatrolarından sanal sergilere uzanan pek çok etkinliği takip edebileceğiz. Pandemi tedbirleri kapsamında seyircisiz olarak İş Kuleleri Salonu’nda gerçekleşecek kayıtların tamamı ise İş Sanat’ın sosyal medya hesapları üzerinden ücretsiz izlenebilecek.
Milli Reasürans Oda Orkestrası
AÇILIŞ İSTANBUL ENSEMBLE’IN
5 Kasım’daki sezon açılışında besteci ve orkestra şefi Serdar Yalçın yönetiminde, çoğunluğu bağımsız çalışan müzisyenlerden oluşan İstanbul Ensemble’ı dinleyeceğiz. Hakan Şensoy’un yönetimindeki Milli Reasürans Oda Orkestrası konseri, İş Sanat ve Milli Reasürans işbirliğinde gerçekleştireceği 5 konser ile İş Sanat’ın 21. sezonuna konuk olacak. Sezon boyunca Parlayan Yıldızlar serisinden tanıdığımız genç çellist Poyraz Baltacıgil ve piyanist Barış Büyükyıldırım’ın yanı sıra Iraz Yıldız, Demirhan Gökbudak, Ferhat Can Büyük gibi genç sanatçılar performans sergileyecek. İş Sanat’ın gelenekselleşen yeni yıl konserinde ise, bu sezon ünlü tenor Murat Karahan ile orkestra şefi Erol Erdinç yönetimindeki Limak Filarmoni Orkestrası sahnede olacak. Sezonun ilk caz konserini Eylül Ergül, Çağla Karaali ve Serdar Barçın’ın da aralarında bulunduğu Ozan Musluoğlu’nun son projesi “Genedos” ile dinleyeceğiz.
DİKKAT ÇEKEN ÖZEL PROJELER
Melihat Gülses, Derya ve Dilek Türkan, Zeynep Halvaşi, Coşkun Karademir gibi Türk Halk ve Türk Sanat Müziği’nin başarılı isimleri ile pop müziğin sevilen sesi Buray, özel projelerle yeni sezonda sahne alacak. İş Sanat’ın gelenekselleşmiş şiir ve hikâye dinletileri de dijital platformlar üzerinden Sait Faik Abasıyanık, Nâzım Hikmet, Gülten Akın, Attila İlhan gibi edebiyatımızın değerli isimleriyle devam edecek. “12. Gece”, “Othello” ve A. Çehov’un “Üç Kızkardeş”i gibi dünya edebiyatından önemli eserlerin bir bölümü “Okuma Tiyatrosu”nda seslendirilecek. Lerzan Pamir’in yönetmenliğinde oyuncular Aslı Tandoğan, Anıl Altınöz ve Mert Aydın’ın canlandıracağı “Kırmızı Başlıklı Kız“, “Prenses ve Bezelye Tanesi”, “Hansel ve Gretel”, “Çizmeli Kedi” ve “Karlar Kraliçesi” gibi klasik dünya masalları, “İş Sanat Masal Tiyatrosu”nda çocuklarla buluşacak. İş Sanat’ın sosyal medya hesapları üzerinden ücretsiz olarak izlenebilecek konser ve dinletiler 20.30’da, çocuk etkinlikleri ise 15.00’te yayında olacak.
YENİ SEZON DİJİTALDE
21’inci sezonu kültür sanat emekçileri ve izleyicilerle birlikte karşılamaya hazırlanan İş Sanat, Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanındaki sanatseverleri etkinliklerine davet ediyor. “Evde Sanat Zamanı” başlığı ile mayıs sonuna kadar devam eden bir yayın modeline geçerek 75 günde, hazırlanan 400’ü aşkın içeriği dijital platformlar üzerinden paylaştıklarını ifade eden İş Sanat Genel
9
Müdürü Zuhal Üreten, “Gördüğümüz ilgi pandeminin sıkıntıları içerisinde en büyük sevincimiz oldu. Ülkemizin dört bir köşesinden sanatseverlerle buluştuk, hep birlikte sanatla moral bulduk. Yeni sezonumuzda dönemin beraberinde getirdiği zorluklarla mücadelede dayanışmanın önemini dikkate alarak ülkemizin sanatçılarından oluşan bir program yapmayı tercih ettik.” açıklamasında bulundu. Geçen sezon olduğu gibi yeni sezonun da dijital olarak devam edeceğini ve konser/etkinliklerin İş Kuleleri Salonu’nda kaydedileceğini belirten Sanat Yönetmeni Defne Turaç ise yayın günlerini aylık olarak duyuracaklarını ve konser/etkinlik kayıtlarının mümkün olduğunca çok izleyici ile buluşması için, sezon sonuna kadar yayında kalmayı hedeflediklerini söyledi.
KAPAK KONUSU
UYKUSUZ BIRAKACAK 13 YENİ OYUN Kasım ayı, birçok remake oyun ile dolu olsa da uzun zamandır beklenen efsaneler ile birlikte geliyor. Bu ay Vikinglerin İngiltere çıkartmasından geleceğin teknolojik şehirlerine uzanan birbirinden eğlenceli oyunlar oynama fısatı bulacağız.
10
Assasin’s Creed Valhalla
Berker Öztuna
Dirt 5
DIRT 5
Donmuş yollarda canavar gibi bir otomobille, kaya kaya drift yaparak rakiplerini sollamak isteyenleri buraya alalım! Serinin önceki oyunlarını oynayanlar, Dirt’ün kardeşi Dirt Rally 2.0 gibi aşırı gerçekçi olmadığını bilirler. Dirt 5’in geliştiricisi Codemasters Cheshire, 6 Kasım’da satışa çıkacak oyunu daha eğlence odaklı geliştirdiğini açıkladı. Serinin yeni oyununda hava koşullarının inanılmaz derecede görüşünüzü etkileyeceği, yeri geldiğinde önünüzü dahi göremeyeceğiniz anlar olacak. Hatta önünüzdeki otomobilin tekerleklerinden ön camınıza çarpacak toprak parçaları, yağmur, kar ve çamur inanılmaz bir görsel şölene tanık olmanıza neden olacak. Günün ilk ışıkları sakin sakin doğarken yağmur bulutlarının toplandığını, uzakta şimşeklerin çaktığını, zaman ilerledikçe havanın gitgide kötüleşerek görüş açınızı neredeyse sıfıra indirecek kadar sert olabileceğini unutmadan yarışmakta fayda var. Dirt 5’te her mevsimde farklı renk paletlerini göreceğiz ve bu mevsimlerin yarış pistine olan etkileri de farklılık gösterecek. Bu arada yarış sırasında aldığınız hasarların aracınızın dış görünüşünü etkilediğini de söyleyelim. Bu yüzden yarışın sonunu harabeye dönmüş bir araç ile görmeniz mümkün. Oyunun arcade tarzında olması eğlencenin bölünmemesini sağlıyor. Herhangi bir engele çarptığınızda biraz sekip devam edebiliyorsunuz. Zaten Dirt 5’in dar, çamurlu ve ıslak yollarını düşünürsek sık kaza yapacağınız da bir gerçek. Öğrenmesi kolay ama olması bir hayli zor bir oyun olan Dirt 5, özlediğiniz yarış hissini tekrar hissettirecek.
NEED FOR SPEED: HOT PURSUIT REMASTERED
Ödül sahibi Need for Speed: Hot Pursuit, gelişmiş görseller ile geri dönüyor. Oyun, yepyeni hali ile PC, Xbox One, PlayStation 4 ve Nintendo Switch sahiplerinin karşısına -eski hatıraları yad etmek için- adına yakışır şekilde hızlı bir giriş yapacak. İlk çıkış tarihinden 10 sene sonra yenilenen Need for Speed: Hot Pursuit Remastered ile kovalamanın getirdiği heyecanı ve kaçmanın salgıladığı adrenalini iliklerinizde tekrardan hissedeceksiniz. İster polis, isterseniz de yasa dışı yarışçı olun, hız ve heyecanın eksik olmadığı bu oyunda dünyanın en yüksek performans otomobillerini kullanacağınızı garanti ederiz. Böylelikle peşinizdeki polisleri elinizin altındaki taktiksel silahlar ile alt etmek çok daha eğlenceli olacak. Yenilenmiş ve güçlendirilmiş grafikleri, çapraz platform multiplayer desteği ve ek paketleri ile birlikte gelen Need for Speed: Hot Pursuit Remastered, yarış tukkunlarını Seacrest şehrinin yollarında zevkin doruk noktasına ulaştıracak. Oyunun, Switch hariç, bütün
Need for Speed: Hot Pursuit Remastered
11
platfomlarda 4K desteği bulunuyor; Switch’te ise 1080p ile 30 fps oynanabilecek. 6 Kasım’da satışa çıkacak NFS: Hot Pursuit Remastered, ek paketler ile gelen altı saatlik ekstra oynanabilirlik ve 30’un üzerinde ek görevle beraber, yeni başarı ödülleri, kaplamalar, renkler, yeni yol blokları, radar bozucular, yenilenmiş fotoğraf modu, galeri ve birden çok oyun içi yenilik ile 10 sene öncesine göre çok daha özel bir deneyim sunacak.
DESTINY 2: BEYOND LIGHT
Destiny 2 için yepyeni bir dönem geliyor. 10 Kasım’da Bungie Software tarafından yayımlanacak olan Beyond Light, Destiny 2 efsanesinin yeni üçlemesinin ilki olacak. Gardiyanlar, bu sefer Jupiter’in donmuş bir ayı olan Europa’yı keşfedecekler. En dayanıklı insanları bile dizlerinin üstüne çökertecek zorlu hava koşulları ile cebelleşirken kadim buz kütlelerinin altında yatan hazine, Gardiyanları bekliyor olacak. Activision ile yollarını ayıran Bungie, hayranlarının yıllardır beklediği yeni bir çağa doğru yola çıkıyor. Kısa bir zaman önce bedava
KAPAK KONUSU
olan Destiny 2’nin ek paketi Beyond Light, mevcut oyuncularına ve yeni başlayacak olanlara elde tutulur vaadler ile geliyor. Yeni bir gezegen, yeni bir raid, yeni karakterler başta olmak üzere pek çok yenilik barındıracak olan Beyond Light, Bungie’nin en büyük başarısı olacak gibi gözüküyor. Ünlü yapımcı, oyunun daha önceki ek paketleri olan Forsaken ve Shadowkeep’in en sevilen yönlerini koruyup, Destiny 2 efsanesini Beyond Light ile güçlendirmiş. Böylelikle Gardiyanlar, Statis diye bilinen yeni bir güç kullanabilecekler. Titanlar, Warlocklar ve Hunterlar için farklı sonuçlar doğuran bu yeni güç oyuna bambaşka bir hava getirecek. Ayrıca Deep Stone Crypt adında yeni bir raid de geliyor. Yüzyıllardır buzulların altında uyku halinde olan bu mezarlığı yağmalamak için takım olarak hareket etmeniz şart. Bu arada Bungie, eski ek paket etkinliklerini oyundan yavaş yavaş çıkarıp “Destiny Content Vault” adında toplayacak. Buradaki amaç ise, yeni oyuncuların kafa karışlıklığını ortadan kaldımak. Destiny Vault Content’e ise istenildiği zaman erişim sağlanabilecek. RPG, Shooter ve MMO oyunlarını seviyorsanız Destiny 2: Beyond Light’ı kaçırmayın.
XIII
İlk kez 2003’te piyasaya çıkan XIII, kültler arasına giren bir FPS aksiyon oyunu.
Yayınlandığı dönemde çizgi roman tarzındaki oynanışıyla büyük ilgi çeken XIII’nin 2020 versiyonu, 10 Kasım’da satışta olacak. “XIII” adında, kimliği olmayan bir adamı oynayacağınız oyun, sayısız şaşırtmaca ve ters köşe olacağımız anlarla dolu tek kişilik hikayesi ile gelecek. Adını veren Belçika asıllı çizgi romana kıyasla oyun bütünüyle elden geçiriliyor ve eşsiz bir hücre gölgelendirmesi ile geri geliyor. Böylelikle çok oyunculu modu ile şiddetli savaşların eğlencesi devam edecek. PC, Xbox One, PlayStation 4 ve Switch’e çıkacak olan XIII, tam olarak 1 sene gecikme ile piyasaya çıkıyor. Oyunda hikaye, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Sheridan’ın suikaste uğraması ile başlıyor. Doğu Yakasında ıssız bir sahilde, yaralanmış ve hafızanızı kaybetmiş bir şekilde oyuna başlıyorsunuz. Kim olduğunuza dair tek ipucu ise göğsünüzde olan XIII dövmesi ve bir anahtar. Aynı Jason Bourne gibi kim olduğunuzu unutmuş olsanız bile profesyonal bir dövüşçü gibi reflekslere sahip olduğunuzu keşfettiğinizde ortalık karışmaya başlıyor. Geçmişinizi araştırmak için çıktığınız yolda, Amerika Birleşik Devletleri başkanının ölümünde nasıl bir rol oynadığınızı keşfedip, ülkenin görüp görebileceği en kapsamlı komplo teorisini ortaya çıkarmaya çalışacaksınız. İnsanları canlı kalkan olarak kullanabildiğiniz, elinize geçirdiğiniz objeleri düşmanlara karşı kullanabildiğiniz bir dövüş sistemi olan oyunun yeni versiyonunda bu özelliklerin korunması bekleniyor. Bakalım yeni versiyonu ile XIII zamanında gösterdiği başarıyı yakalayabilecek mi?
ASSASSIN’S CREED VALHALLA
Assassin’s Creed: Odyssey’den iki sene sonra, Ubisoft’un yeni incisi Assasin’s Creed Valhalla gümbür gümbür geliyor. Valhalla ile birlikte yepyeni bir dünya, yeni bir hikaye ve yeni bir kahramanın doğuşuna tanık olacağız. Kahraman Eivor olarak kendi Viking efsanenizi yaratacağınız serinin yeni oyununda; Norveç’in soğuk harabelerinden, yemyeşil doğası ve bitmek bilmeyen zenginlikleriyle dolu 9. yüzyıl
XIII
12
İngiltere’sine doğru klanınıza yön göstereceksiniz. Kendinize güzel bir yerleşke bulup, Valhalla’da yer kazanabilmek için bu yeni topakları işgal etmek zorundasınız. Gelişmiş RPG özellikleri ile vahşi savaşlarda dövüşüp, amansız akınlar yaparak zaferin keyfini yağmaladığınız zenginliklerle pekiştireceksiniz. Her hareketinizin başka sonuçlar doğuracağı bu dünyada akıncılarınız ile birlikte Saxon ordularına ya da kalelerine karşı, yıldırım hızında saldırılar gerçekleştirebileceksiniz. Oyunda bir Viking savaşçısından beklendiği gibi çifte baltalar, kılıçlar ve kalkanlar kullanabileceksiniz. Yakın dövüşte düşmanların kafalarını uçurup, ok ve yayınız ile uzaktan delik deşik edebileceğiniz düşmanlarınıza isterseniz Gizli Bıçak ile suikast de yapabileceksiniz. Bu arada yerleşkenizi ününüz ve yağmaladığınız ganimetler ile geliştirebileceksiniz. Kışlalar, berber salonu, dövme salonu ve buna benzer binalar ile kendinizi ya da yerleşkenizi büyütebileceksiniz. Ayrıca başka oyuncuların yarattığı Viking savaşçılarını takımınıza alabilir, arzu ederseniz başkalarının kullanması için karakterler de yaratabilirsiniz. Assasin’s Creed oyunlarının en can alıcı noktası olan senaryo ise Valhalla’da bütün güzelliğini korumaya devam ediyor. Bu senaryo sayesinde hikayenin içine çekildiğinizi hissedecek ve karşılaştığınız karakterler ile daha çok zaman geçirmek isteyeceksiniz. 10 Kasım’da çıkacak olan bu epik macerayı PlayStation 5, Xbox X ve S Serisi, PlayStation 4, Xbox One, ve PC’de oynayabilirsiniz.
YAKUZA: LIKE A DRAGON
Yakuza serisi, ilk oyunundan beri yarı-açık dünya oynanışı, manga ve animeleri hatırlatan sunumu, bıçkın karakterleri ve derinlikli hikayesiyle milyonlarca oyun severi müptelası yapmıştır. Japon mafyası Yakuza’nın içe-
Alçak Vex, Sackboy’un arkadaşlarını kaçırıp onları zorla şeytani derecede ölümcül olan Topsy Turver adındaki cihazı yaptırmaya çalışır. Bu cihaz, hayalgücü ve masum rüyalardan oluşan fantastik dünya Craftworld’ü kabuslarla dolu bir cehenneme çevirecektir. Ancak kehanetlere göre Craftworld’ün efsanevi koruyucuları Örgü Şövalyeleri’nin en cesuru, en yüreklisi, en korku nedir bilmeyen kahramanı Sackboy kaderini gerçekleştişrecek ve dünyayı kurtaracaktır.
Sackboy: A Big Adventure
SPIDER-MAN: MILES MORALES
risinde yaşanan bir “Deli Yürek” macerası gibi başlayan serinin ilerleyen oyunlarında öyle çılgınlıklar yaşanmıştır ki tek tek anlatsak sayfalarımız yetmez. Serinin yeni oyunu Yakuza: Like a Dragon, özgüvenini geri kazanmaya çalışan Ichiban Kasuga’nın, birbirinden farklı kişiliklerle harmanlanan takımı ile birlikte fakirlikten zenginliğe geçiş yollarını aramasını anlatan modern bir insanlık dramı. Ichi, Tokyo’nun tekinsiz mahallelerinde düşük rütbeli bir yakuza iken en güvendiği insan tarafından ihanete uğrar ve ölümün eşiğine gelir. Evsiz yurtsuz kalan Ichiban, ailesinden kovulmuş ve ihanete uğramış şekilde, Yokohama şehrinde tekrardan yaşama bağlanmaya başlar. Günümüz Japonya’sında geçen oyun, otantik Japon yemekleri yiyebileceğiniz, arcade salonlarında oyun oynayabileceğiniz, etraftaki insanlara yardım edip sokak serserilerini dövdüğünüz bir RPG. Kahramanımız Ichiban, tam anlamıyla bir gamer. Hatta en sevdiği oyun Dragon Quest. Yemek yemenin kendisine güç vereceğini, kötü adamları dövmenin level’ini artıracağını söyleyen Ichiban, ara sıra oyuncuyla yani sizle konuşarak dördüncü duvarı yıkmayı başarıyor. Kendisini sevdiği oyuna biraz fazla kaptıran Ichi, gerçek dünyadaki dövüşleri sanki bir oyundaymış gibi görüyor. Kısacası, oyunda biraz Inception filminin havası yaşanıyor. Gelelim oyunun dövüş sistemine; düşmanlar ile nerede karşılaşırsanız orada geçen dövüşler bir hayli eğlenceli. Sıra tabanlı bir dövüş sitemine Like a Dragon ile geçen Yakuza serisi bu işi kotarmışa benziyor. Final Fantasy oyunlarındaki gibi dövüş sırasında karakterler sabit durmuyor ve hareket edebiliyor. Bu yüzden bazen düşmanların bir araya toplanmasını bekleyip, alan etkili büyüler kullanmak daha elverişli olabiliyor. Yepyeni bir dövüş sistemi, heyecan dolu hikayesi ve çok daha gelişmiş oynanışıyla Yakuza: Like a Dragon, hem serinin sevenlerini hem de Yakuza macerasına yeni başlayanları 10 Kasım’da bir hayli tatmin edecek.
SACKBOY: A BIG ADVENTURE
Little Big Planet’in en sevdiğimiz kahramanı Sackboy geri dönüyor. Kaçırılan arkadaşlarını kurtarmak için yola çıkan Sackboy’un büyük macerasını Sumo Digital geliştiriyor. PlayStation 5’in çıkış oyunu olarak gelen Sackboy: A Big Adventure ilk olarak Haziran’da gerçekleşen PS5: The Future of Gaming etkinliğinde tanıtıldı ve Little Big Planet serisinin hayranlarından büyük ilgi gördü. 12 Kasım’da Sony tarafından yayımlanacak olan bu sevimli oyunun Little Big Planet serisinin oyunlarından farklı olduğu noktalardan biri artık tam olarak 3D platform olması. “Yaratma Modu”nun yeni oyundan çıkarılmış olması ise kendi bölümlerini yapmak isteyenler için kötü bir haber. İster aynı koltukta, ister online olarak dört kişi ile oynanabilen bir hayli renkli ve eğlenceli görünen oyun, arkadaşlar ile oynandıkça daha keyifli bir hale geliyor. Oyundaki bulmacaları çözmek için takım olarak hakeret etmek gerekiyor. Maceramızda ilerlerken baloncuklar toplayıp, birbirinden sevimli ama kötü niyetli düşmanlardan kaçarak, sarmaşıklardan sallanıp engelleri aşarak bölüm sonu canavarlarını alt etmeye çalışıyoruz. Oyunumuz
Spider-Man: Miles Morales
13
Yeni nesil PlayStation’ın en büyük silahlarından biri olan Spider-Man: Miles Morales, bomba gibi geliyor. Spider-Man’in son macerasında yepyeni bir hikaye ile karşı karşıyayız. Marvel dünyasında geçen bağımsız bir macera olan Spider-Man: Miles Morales’te oyuncular, Miles’ın güçlerini kontrol etmeyi öğrenmesini, gelişmesini ve kendine has bir Spider-Man olmasını yakından izleyecekler. Miles’ın Peter Parker’dan daha genç ve öngörülemez olması hikayeye heyecanlı anlar katacak gibi duruyor. Orijinal oyun kadar uzun olmasa da oyuncuları derin ve detaylı bir hikaye ile Miles’ın dünyasına balıklama daldıracak olan oyun, yeni nesil PlayStation’ın bütün gelişmiş özelliklerini kullanacak. PlayStation 5 SSD hızı ile oyuncular neredeyse hiç beklemeden ve takılmalara uğramadan New York Şehri’nde gezebilecekler. Dual Sense gamepad’lerin gelişmiş titreşim özelliği sayesinde ise Miles’ın attığı ağları, yumrukları, Spider-Man olmanın getirdiği bütün hareketleri çok daha gerçekçi bir şekilde hissedebilecekler. Detayı bol olan karakter modellemeleri ile hikayeye kendinizi daha kolay kaptıracaksınız. Bu arada PlayStation 5’in çıkış tarihine yakın bir zamanda çıkacağı için PS4’e aldığınız oyunu PS5 için tekrar almak zorunda kalmıyor, bedavaya geçiş yapabileceksiniz. En çok hoşumuza giden şeylerden başka biri de Miles’ın alternatif kostümü. Esnaflardan birinin sahiplendiği ve baktığı Spider-Man ile
KAPAK KONUSU Call of Duty: Black Ops Cold War
aynı adı taşıyan sokak kedisini sırt çantasına koyabilen Miles, yeni takım arkadaşı olan Spider-Cat ile beraber Manhattan gökdelenleri arasında gezip düşmanlarını birlikte dövebilecekler. Son zamanların modası olan oyunlardaki hayvanları sevebilme özelliğini bir üst seviyeye taşıma kararı ile Sony ve Insomniac Games hayvanseverleri gönlünden vurmaya hazırlanıyor. 12 Kasım’da hayranları ile buluşacak olan Spider-Man: Miles Morales, örümcek hislerimizi şimdiden harekete geçirdi bile.
CALL OF DUTY: BLACK OPS COLD WAR
Call of Duty: Black Ops Cold War, aynı geçen sene çıkan Modern Warfare gibi bir reboot. 2010 çıkışlı ilk Black Ops ile hikaye bazında ne kadar fark olacak hep beraber göreceğiz. Modern Warfare’e göre biraz daha arcade tarzı oynanış sunan Black Ops’ta daha hızlı hareket edebileceksiniz ve biraz daha abartılmış bir kayma hareketi olacak. Duvarlarda koşma gibi hareketler ise yok. Oyunun oynanışındaki akıcılığı bozmamak için, duvarların arkasından sadece kafanızı çıkartarak eğilme hareketi de olmayacak. Oyunda, VIP Escort ve Deniable Operations adında iki adet yeni mod bulunuyor. VIP Escort, bir takımın saldırıp, öteki takımın defans yaparak VIP’i bir noktadan öteki noktaya ulaştırmaya çalıştığı mod olarak dikkat çekerken; Deniable Operations isea ynı anda birkaç önemli noktayı takım arkadaşlarınız ile beraber düşmanlardan korumak zorunda olduğunuz mod olacak. Oyundaki haritaların Modern Warfare haritalarına göre biraz daha küçük olması savaşın tam
hızıyla ve dehşetiyle duraksamadan devam etmesine olanak sağlıyor. Haritaların küçük olması ile birlikte gerçekçilikten koca bir parça kopartan olumsuz özelliklerden biri de camlar hariç hiçbir şeye zarar gelmemesi. 1980’lerin soğuk savaşına doğru yola çıktığımız Call of Duty: Black Ops Cold War ile Batı Berlin, Vietnam, Türkiye ve Sovyet KGB kumanda merkezi gibi ikonik mekanları ve tarihte adı yazılı kişileri görebileceğiz. Black Ops denilince akıllara gelen Zombie modu ise tam gaz devam ediyor. Treyarch’ın usta ellerinden gelen Call of Duty: Black Ops Cold War’ın çıkış tarihi ise 13 Kasım.
GODFALL
PlayStation 5 için açıklanan ilk oyunlardan biri olan ve Counterplay Games tarafından geliştirien Godfall, son zamanlarda adını Godfall
14
oldukça duyduğumuz bir yapım. PlayStation 5 Future of Gaming etkinliğinde tanıtılan Godfall, yakın dövüş ve özel büyü güçlerinizi birleştirip eşsiz hareketlerle düşmanlarınızı yok ederek ilerlediğiniz bir slasher oyunu. Fantastik bir dünyada geçen Godfall, ister tek oyunculu, ister arkadaşlarınız ile oynayabileceğiniz co-op modu ile eğlenceli saatler sunacağa benziyor. Yıkılmanın eşiğine gelmiş fantastik bir dünya olan Aperion, Toprak, Su, Hava ve Ruh olarak dörde bölünmüştür. Yüce Şövalye Birliği’nin son kalıntılarından biri olarak sizin göreviniz her yere yayılmış olan yadigarları korumak ve kıyameti önlemektir. Kullanacağınız beş farklı silah ve size özel güçlerinizi veren 12 zırh ile karakteriniz farklı mesleklere bürünebiliyor. Bu sayede kendine özgü bir karakter yaratıp havanızı atabiliyorsunuz. Zırh parçaları oyunda
Katamari Damacy Reroll büyük bir öneme sahip. Farklı büyülere farklı zırh parçaları ile kavuşacaksınız. Yakın dövüşlerde, size yapılan saldırıyı savuşturup karşı atağa geçebiliyor ve bunu büyülerle güçlendirebiliyor olmanız oyunun akıcı dövüş sitemini adeta görsel bir şölene çeviriyor. PlayStation 5’in gelişmiş gamepad’leri ile canavarlar ile yüz yüze dövüşürken saldırılarınız daha gerçekçi hissedileceğini belirten Counterplay Games, oyunun oynanabilirliğinin Monster Hunter serisinden esinlendiğini de ekliyor. PS5’e özel olan Godfall, PC’de Epic Games mağazalarında da boy gösterecek. XboX sahipleri ise biraz daha beklemek zorunda kalabilirler. Belirli ülkelerde 12 Kasım’da, bütün dünya genelinde ise 19 Kasım’da oyuncuların karşısına çıkacak olan Godfall, bu tür oyunları sevenler için kaçırılmaz bir fırsat.
katıp yuvarladığınız ve tek amacınızın daha da büyük bir Katamari yapmak olduğu bu oyun, absürd Japon komedisini sevdiren cinsten. Örnek vermek gerekirse, Balık burcunun takım yıldızını yeniden oluşturma görevi için bulabildiğiniz kadar balığı Katamari’nize katıp yuvarlamanız gerekecek. Boğa burcu için ise, inekleri yuvarlamaya başlamanız lazım. Belki birkaç günde Katamari Damacy Reroll’un sizlere sunacağı herşeyi yutup bitirebilirsiniz, ancak bunu suratınızda kocaman bir gülümseme ve bulaşıcı derecede bağımlılık yapan müziklerine kafanızı sallayıp eşlik ederek yapacağınızı garanti ediyoruz! İlk çıktığında hepimizi şaşırtan bu eğlenceli oyunun 15 sene sonra bile keyif vereceğine eminiz. Katamari Damacy Reroll, 20 Kasım’da konsollar için piyasada olacak.
KATAMARI DAMACY REROLL
Oldukça geniş bir kemik kitleye sahip olan Football Manager, Sports Interactive imza-
Hiç durmadan ittiren prens geri döndü ve Katamari’sini tekrar yuvarlamak için kollarını sıvadı! Tüm Kosmos’un Kralı, yanlışlıkla gökyüzündeki her yıldızı yok ettikten sonra parmak kadar boyu olan prens oğluna, yani size, gökyüzüne ışıldayan yıldızları tekrar yaratıp koyması için emir verir. Prens, bildiği tek yol olan yuvarlama yöntemi ile babasının emirlerini yerine getirecektir. Oldukça komik bir oyun olan Katamari Damacy, yenilenmiş olarak tekrar karşımıza çıkıyor. Katamari Damacy Reroll, basit ve sade olmasına rağmen inanılmaz eğlenceli oynanışıyla yaratıcılığını konuşturan bir oyun. Sanki bir kartopu yuvarlayıp büyütüyormuş gibi, kendinizden küçük eşyaları yuvarlamaya başlayıp, yeterince büyüdüklerinde daha büyük şeyleri Katamari topunuza katabiliyorsunuz. Mutfaktaki çatal bıçaklarla başlayıp, evcil hayvanları, arabaları, ağaçları, apartmanları, şehirleri ve hatta bulutları bile, Katamari topunuza
FOOTBALL MANAGER 2021
Football Manager 2021
15
sıyla tekrar sahalara dönüyor. FM oyunları genellikle Kasım başında piyasaya çıkar ancak bu sene Football Manager 2021 pandemi yüzünden kısa bir gecikme ile 24 Kasım’da yayımlanacak. Sports Interactive stüdyoları direktörü Miles Jacobson’ın açıklamasında Football Manager’ı bu sene daha çok insanla buluşturmak istediklerini ve oyunu ister PC başında, ister koltuğunuzun rahatlığında telefon veya tabletinizden oynayabileceğinizin müjdesini veriyor. Tablet ve telefonlar için özel geliştirilen FM21 Touch, FM’nin biraz daha basitleştirilmiş mobil versiyonu olarak daha ucuza piyasaya çıkacak. 10 sene sonra tekrar Xbox’a dönen FM21, Play Anywhere adıyla çıkacak olan digital versiyonu sayesinde Xbox’ta kaydettiğiniz oyuna PC’den devam edebileceksiniz. Xbox One için satın aldığınız oyunu tekrar almanıza gerek kalmadan Xbox Series S ve Xbox Series X cihazlarında da oynayabileceksiniz. PC, tablet, mobil, Xbox ve Switch platformlarına çıkacak olan oyunun ne yazik ki PlayStation versiyonu olmayacak. Oyundaki yenilikler hakkında Sports Interactive’ın dudaklarını bıçak açmıyor. Elimizdeki bilgilere göre oyunda menajer rolüne daha fazla odaklanılıyor, işlevsellik artırılıyor ve futbolcu karakterlerinde daha çok seçenek sunuluyor. Görsellik üzerinde de gelişmeler var ama tabii ki FM21’den FIFA21 grafikleri beklememek lazım. Lisanslar konusunda ise hala sıkıntılar devam etmekte; bu yüzden lisansları alınan Arsenal ve Valencia versiyonları ayrı ayrı satışa sunulacak. Gönül ister ki her takımın lisanslı olarak oyunda yer alabilsin ve oyunculara daha gerçekçi bir oyun deneyimi sunulsun; ancak daha uzun yıllar FM serisi lisans sorununu çözemeyecek gibi görünüyor.
KAPAK KONUSU
CYBERPUNK 77 Daha piyasaya çıkmadan “Yılın En İyi RPG Oyunu” (Gamescom 2020) ödülünü kazanan Cyberpunk 2077, uzun zamandır beklenen oyunlardan birisi. O yüzden de kapak haberimizde en geniş yeri bu oyuna yer verdik. Cyberpunk 2077, RPG ögelerinin ağır bastığı bir open-world aksiyon macera oyunu. Hikayesi, güç delisi insanların yaşadığı, ihtişamlı hayatların dikkat çektiği, vücut modifikasyonlarının hemen hemen herkeste görüldüğü bir mega şehir olan Night City’de geçiyor. Kanun kaçağı bir paralı asker olan karakter V, ölümsüzlüğün şifresini kıracak eşi benzeri görülmemiş bir implantı ele geçirmeye çalışır. Karakterin üzerinde bulunan “cyberware” adı verilen gelişmiş teknolojiler, istenildiğinde değiştirilme özelliğine sahip. Zaten oyunun adı da buradan geliyor. Cyberpunk, vücudunu teknolojik harikalarla donatmış, genellikle yasa dışı işlerle uğraşan kişilere deniyor. Cyberpunk 2077’de özelliklerinizi ve oyun stilinizi kendinize
yaptığınız vücut modifikasyonlarına göre şekillendiriyorsunuz. Yaptığınız seçimlerin, hikayeyi ve bulunduğunuz dünyayı yönlendirdiği bir maceraya atılacaksınız. The Witcher’ı oyun dünyasına kazandıran Polonyalı CD Projekt, Cyberpunk 2077 ile kendini aşmayı bir kez daha başarıyor. Night City’nin huzursuz sakinleri neredeyse her yerde karşınızda olacaklar. Yani The Witcher 3’teki gibi öyle sakin kasabalara gidip kafanızı dinleme şansınız olmayacak. Dev binaları, ara sokakları, kirli caddeleri ve labirenti andıran arka sokakları ile Night City, inanılmaz geniş boyutlara sahip. Fakat şehir ne kadar büyük olursa olsun, her büyük şehrin sorunlarından biri olan popülasyon fazlalığı, Night City’nin en büyük derdi. Caddelerden ara sokaklara, barlardan gece klüplerine kadar şehrin her köşesi insanlarla dolu. Ancak Night City’de, open-world oyunlarının en büyük eksikliklerinden biri olan, birbirinin aynı gözüken NPC’ler ile karşılaşmayacaksınız. Büyük, küçük, şişman, zayıf, dövmeli, vücut modifikasyonlu, farklı ırklar derken önünüze bin bir çeşit NPC çıkacak. Oyunda karakterlerin -özellikle saç modellemeleri- inanılmaz görünüyor. Seçebileceğiniz 30 farklı saç modelinin üstüne, implantlar, derinin altına sokulan metal toplar, farklı göz modelleri, piercingler derken Night City’nin ne kadar egzotik bir mekan olacağını biraz olsun gözünüzde canlandırmışsınızdır. Night City, devasa bir beton yığını olsa da her yerde görebileceğiniz reklam panoları, grafitiler, neon tabelalar, posterler, asansörlerde bile olan TV reklamları ile gayet renkli bir şehir. Şehrin canlılığını etrafta çalan
16
synth ezgileri, radyolardan gelen müzik sesleri ile derinlemesine hissedebiliyorsunuz. Oyunda seçebileceğiniz üç farklı karakter özgeçmişi var. Street Kid, Nomad ya da Corporate olarak adlandırılan bu özgeçmişler, oyunun görevlerini farklılaştırıyor. Street Kid olarak başlarsanız, ilk görevinizde bir otomobil çalmanız isteniyor ve polisler sizi yakaladığında işler çığırından çıkmaya başlıyor. Tıpkı GTA serisinde olduğu gibi Cyberpunk 2077’de de akıllı telefonunuz kullanışlı bir alet olacak. Böylelikle her daim NPC’ler ile buluşmak zorunda kalmıyor ve onları görüntülü arayıp ya da mesaj atarak da iletişime geçebiliyorsunuz. Ayrıca bazı görevlerde yine telefonunuzdan dosya gönderimi ile görevleri bitirebiliyorsunuz. Oyundaki otomobiliniz de en az akıllı telefonunuz kadar gelişmiş özelliklere sahip. Üstelik aracınızı en son nereye park ettiğinizin bir önemi yok, Kara Şimşek gibi ihtiyacınız olduğunda hemen her yere çağırabiliyorsunuz. Hatta polis takibini göze alabilirseniz farklı otomobilleri de çalabilirsiniz. Fakat ne kadar çok suç işlerseniz polis o kadar peşinizi bırakmıyor. Oyunun dövüş sistemi ise üç kelime ile özetlenebilir: Silahlı saldırı, gizli hareket etme ve hackleme. Dövüş sistemi ile hacklemenin ne alakası var dediğinizi duyar gibi olduk. Oyunda kameraları, Tvleri ya da taretleri hackleyebileceğiniz gibi düşmanların üzerinde bulunan cyberware’leri de hackleyip dövüşte işinizi kolaylaştırabiliyorsunuz. Cyberpunk’ı anlata anlata bitiremeyiz. 10 Aralık’ta çıkacak olan bu efsanevi oyun için şimdiden CD Projekt’e teşekkürlerimizi sunuyoruz.
EDEBİYAT
GÖZLER CLIVE BARKER’DA Korku edebiyatının Stephen King’den sonraki en önemli ismi olarak kabul edilen Clive Barker’ın pek çok eseri televizyon ve sinemaya uyarlanıyor. Yarattığı karakterler ve inşa ettiği fantastik dünyalarla aklımızı başımızdan alan Barker’a sayfalarımızı açtık. Berker Öztuna 18
D
ünya edebiyatında, fantastik gerilim ve korku türünde, adı yadsınamayacak kadar büyük harflerle yazılmış bir kişi varsa o da Clive Barker’dır. Yarattığı akıl almaz derecede korkunç karakterler ve kabuslarınızı küçük birer problem olarak gösterecek nitelikte inşa ettiği fantastik dünyalar ile kendisi, korku edebiyatının Stephen King’den sonraki en önemli ismi olarak kabul edilir. Kral Stephen King bile Clive Barker için “Yazdığı eserler o kadar iyi ki dilimin tutulduğunu söyleyebilirim” yorumunda bulunmuş ve Barker’ı korku edebiyatının geleceği olarak göstermiştir. Bir sanatçının çok yönlü olması gerektiğini bilen Barker, aynı zamanda bir ressam, yapımcı ve yönetmendir. Edebiyat dünyasına gençlik yıllarında tiyatro oyunları yazarak adımını atan ve gençlik yıllarını ekonomik sıkıntı içinde geçiren Clive Barker, kısa korku hikayelerinin toplandığı “Kan Kitapları” (Books of Blood) adlı eserinin ilk üç cildini, 1984’te, sekiz ay içinde yazmıştır. The Damnation Game (Lanetleme Oyunu), Hellraiser serisi, Weaveworld (Dokudünya), Cabal (Kabal), Imajica, Everville (Ezelistan) ve Galiee adlı eserleri ile korku edebiyatında kendine has bir yol izleyen Clive Barker, özellikle Lovecraft’tan sonra korku türünü değiştiren isim olarak anılmaya başlanmıştır. 1987 yılında izleyen herkesin aklını kaçırmasını sağlayan ve Barker’ın adını tüm dünyaya duyuran Hellraiser filminin senaryosunu yazıp bizzat yönetmenliğini üstlenmiştir. Hellraiser’ın başarısından sonra, sinema
sektöründe daha fazla ilgi görmeye başlayan Barker’in kitapları teker teker filme uyarlanmaya başlar. Nightbreed, Candyman, Lord of Illusions ve The Midnight Meat Train gibi filmler ile bizleri korkudan delirmenin eşiğine getiren Barker’ın işleri bir süre sonra oyun sektörüne de sıçrar. Ünlü yazar, 2001 yılında oyuncuları derin bir paranoyaya sokan Clive Barker’s Undying isimli oyunun senaryosunu yazar. 2007 yılında Jericho adlı oyunla sektöre geri döner ancak Jericho, Undying kadar bir etki yaratmaz. Bu korku dehası, şu sıralar birbirinden önemli projelerle gündemde. Barker’ın pek çok eseri, önümüzdeki dönemde seyirciyle buluşacak. Candyman, Hellraiser, Nightbreed, WeaveCandyman
19
world ve Imajica yakın dönemde izleyeceğimiz Barker yapımlarından bazıları olacak. Şimdi gelin her birine merceğimizi uzatalım:
CANDYMAN
90’lı yıllara damga vuran Clive Barker uyarlaması Candyman, beyaz perdeye geri dönüyor. Normalde bu sene sinemalarda izlememiz gereken film, pandemi nedeniyle, 27 Ağustos 2021’e ertelendi. Barker’ın yarattığı Candyman karakterinin günümüz ruhuna sadık olarak yeniden şekillendirilen macerasında yeni yüzler Yahya Abdul-Mateen II, Teyonah Parris, Nathan Stewart-Jarrett ve Colman Domingo olurken, Tony Todd ve Vanessa Estelle Williams gibi tanıdık simaları
EDEBİYAT da göreceğiz. Projenin yapımcılığını ve senaristliğini üstlenen isim ise, son yıllarda korku sinemasına Get Out ve Us gibi yapımlarla damga vuran Jordan Peele! Nia DaCosta’nın yönetmenliğini üstlendiği Candyman’ın kısaca hikayesinde de bahsedelim: Görsel bir sanatçı olan Anthony McCoy, galeri yönetmeni olan sevgilisi Brianna Cartwright ile Cabrini’de lüks bir eve taşınır. Kariyeri sallantıda olan Anthony, yaşlı bir mahalle sakininden Candyman’i duyar. Candyman, Şikago’nun Cabrini Green mahallesi sakinlerinin yıllardır unutamadığı, ağızdan ağıza dolaşan bir şehir efsanesidir: “Eğer ayna karşısında beş defa Candyman dersen ölürsün!” Yıllar önce haksızlığa uğrayarak korkunç bir şekilde öldürülen Daniel Robitaille (Candyman), kendisine ve yaşadığı olaylara inanmayan, onunla dalga geçip meydan okumak için ayna karşısında beş defa “Candyman” diyerek ruhunu çağırma gafletine düşen insanları acımasızca katleden, tek eli kanca şeklinde olan doğaüstü bir katildir. Candyman’den oldukça etkilenen Anthony, yeni projesini bulmuştur. Candyman’i anlamak, onun gerçek hikayesini çizdiği resimleri vasıtasıyla anlatmak isterken başından büyük bir işe karıştığını fark etmiş, kendi psikolojisini ve bütün hayatını değiştirecek olan vahşet dolu olaylar zincirini istemeden de başlatmıştır. Çocukluğumuzda bizleri aynalara küstüren, şaka yollu bile Candyman diyemediğimiz günlere geri döndüren gerilim dolu bir korku filminin günümüz uyarlaması, umarız beklentilerimizi karşılar.
HELLRAISER’IN HEM DİZİSİ HEM DE FİLMİ YOLDA
Clive Barker’ın efsanevi eseri Hellraiser, izleyicilerin içine korku tohumlarını ekmek için iki yeni proje olarak geri dönüyor. İlk proje, 1987
yapımı Hellraiser filminin yepyeni efektler, daha fazla kan ve daha fazla işkence ile geri dönen remake’i; İkinci proje ise Hellraiser efsanesinin devamı niteliğinde olan dizisi olacak. Önce diziyle başlayalım: Cehennem, HBO ekranlarından yükselecek. Clive Barker’ın “Hellbound Heart” adlı eserinden esinlenen Hellraiser, hepimizi HBO ekranlarına bağlayacak. Hayranların sabırsızlıkla beklediği dizi, 1987 yapımı filmin yeniden yapımı olmayacak. Efsanenin devamı niteliğinde olan, korku elementinin daha yükseleceği ve kanlı sahnelerin bolca midemizi kaldıracağı bu dizi, Mark Verheiden, Michael Dougherty ve David Gordon Green’in kaleminden çıkıyor. Hatırlanacağı üzere ilk Hellraiser filmi, Clive Barker tarafından yazılıp, yönetilmişti. HBO’nun bu projesinde ise Clive Barker’ın adını göremediğimiz için biraz üzüldük. Ancak eminiz ki HBO, Barker’ın yarattığı bu efsanenin hakkını verecektir. Hellraiser’ın yeni filminden tamamen bağımsız olacak olan bu gerilim, korku, kan ve işkence dolu dizi, Cenobite adıyla cehennem zebanilerini andıran bir grup şeytani varlığın ve liderleri olan ikonik karakter Pinhead’in etrafında dönüyor. Birinci Dünya Savaşı’nda bir İngiliz subayı, “Lament Configuration” denilen bir küp bulur ve bütün enerjisini bu garip küp bulmacayı çözmeye harcar. En sonunda kübü açmayı başarır ve kendini M.C. Escher tablolarına benzeyen, bambaşka bir boyutta bulur. Subay, eskiden insan olan, ancak işkence gördüğü için duygularından, düşüncelerinden tamamen kurtulmuş ve vücut modifikasyonları yüzünden bedenleri tanınamayacak duruma gelmiş Cenobitelar ile karşılaşır. Cenobiteların artık tek isteği işkence yaparak, kübün içine çekilen insanları da kendileri gibi işkenceden zevk alana kadar ızdırap çektirmektir. İngiliz su-
Hellraiser
bayının Cenobitelar ile buluşmasından efsanevi Pinhead doğar. Pinhead ve Cenobiteların akıl almaz işkencelerinin vahşet boyutu yeni dizide ne kadar yansıtılacak merak ediyoruz. Nisan ayında duyurulan dizinin yayın tarihi henüz açıklanmadı ama 2021 içinde izleyeceğiz. Biraz da 1987 yapımı Hellraiser efsanesinin yeniden çekimi olan filmden bahsedelim: Clive Barker’ın klasik eserini yenilenmiş bir şekilde tekrar hayatlarımıza sokan Spyglass Media, yeni uyarlama için yönetmen koltuğunu David Bruckner’a emanet etti. Attığı bir Tweet’te kendini hiç kısıtlamayacağının sözünü veren yönetmen, filmin korku severlerinin doyacağı miktarda kan ve işkence dolu olacağını belirtti. Filmin konusunu hatırlayacak olursak; her türlü ucuz zevkin peşinde koşan Frank, eline geçen küp bulmacayı çözer ve Cenobite’ların kurbanı olur. Frank’in kayıplara karışmasından sonra, kardeşi, eşi Julia ile beraber Frank’in evine yerleşir ve yanlışlıkla Frank’i hayata döndürürler. Ancak Frank’in vücudunun yenilenmesi ve tekrar tam bir insan olabilmesi için kurbanlar gerekmektedir. Frank, kardeşinin eşi Julia’yı cezbeder ve garip bir aşk yaşamaya başlarlar. Julia, Frank’in tekrar bir bütün olması ve aşklarını dolu dolu yaşayabilmeleri için, seksapalitesini kullanarak eve getirdiği erkekleri tuzağa düşürür ve Frank’in onları öldürmesini sağlar. Frank, kurbanlarının kanları ile tekrar normal vücuduna kavuşmaya başlar. Sabırsızlıktan titreyerek beklediğimiz yapımlar olan iki Hellraiser projesi, kanımızı dondurmaya devam edecek.
NIGHTBREED
Clive Barker’ın Cabal adlı kitabından uyarlanan 1990 yapımı Nightbreed, o dönem gişede hayal kırıklığı yaşatmış ve eleştirmenlerin ağır tepkisine neden olmuştu. Bu başarısızlığın belki de
20
en önemli nedeni, Barker’ın çarpık hikayelerini tam olarak anlamadan, filmin korku/slasher türüne sokulması ve klasik bir seri katil filmi gibi tanıtılmasıydı. Aslında Nightbreed, bu tanımdan çok daha öte bir filmdi. Sinema versiyonundan birçok önemli sahne çıkarılmış ve ortaya pek ilgi çekici olmayan bir film konulmuştu. Ancak Director’s Cut versiyonu ile durum toparlanabilmişti. Sinema versiyonu pek fazla kişi tarafından sevilmese de zaman içerisinde Nightbreed, Barker hayranları arasında bir kült olarak görülmeye başlandı. Orijinal filmin konusu, dengesiz bir akıl hastası olan Aaron Boone’nun başına gelen garip hikayeyi anlatıyordu. Boone, psikiyatristinin onu kandırması ve yanlış yönlendirmesi ile kendini bir seri katil zanneder. Polis tarafından etrafı kuşatılan Boone, Midian denilen bir terkedilmiş mezarlık yakınlarında öldürülür. Midian’ın sakinleri ise Nightbreed adı verilen, görünüş olarak birbirinden çok farklı yaratıklardan oluşan korkunç bir kabiledir. İnsanlıktan saklanan bu gece yaratıkları Boone’u diriltip yanlarına alır ve onu da kabilelerine katarlar. Artık Boone da bir Nightbreed olmuştur. Tamamıyla metaforlarla beslenen filmin asıl anlatmak istediği, insanlar ve canavarların savaşı değil; aksine kendini farklı hissedenlerin ve azınlık olanların günümüzde karşılaştığı zorluklar, önyargılar ve ırkçılık gibi insanları birbirinden uzaklaştıran kötülüklerdir. Şimdi de günümüze ve bizi heyecanlandıran habere gelelim. Clive Barker’ın açıklamalarına göre, Nightbreed’e bir dizi geliyor ve çekimlerine önümüzdeki yıl başlanacak. Mike Dougherty’nin yöneteceği ve senaryosunu Jigsaw’ın yazarı Josh Stolberg ile Barker’ın ortak yazacağı dizi, korkuyu bir metafor şeklinde kullanarak günümüz Amerika’sının ırkçılığa ve ayrımcılığa göndermesi olacak.
WEAVEWORLD, IMAJICA VE ECTOKID
Barker, geçtiğimiz ay bizleri daha da heyecanlandıran haberlerle geldi. Korku dehası, şahsen film ve dizi olmasını istediği geçmiş işlerinden bazılarının yapımcılar tarafından kovalandığını belirtti ve haliyle bu işlerin gelecek yıllarda televizyon ya da sinemalarda izleyebileceğimizin müjdesini verdi.
Barker’ın bahsettiği eserler ise Imajica, Weaveworld, Books of Blood’tan daha fazla hikayeler ve Ectokid adlı çizgi romanının televizyon dizisi oldu. Şimdi gelin kısaca bu eserlere göz atalım: 1987 tarihli Weaveworld, Clive Barker’ı tanımanız ve dehasını anlamanız için muhteşem bir kitap. Konusu ise bir hayli orijinal. Cuckoos diye bilinen insanlar ve The Scourge adındaki yaratık tarafından yüzyıllardır avlanan Seerkind denilen büyülü varlıklar, saklanmak için bir halının içine büyü ile gizlenmiş The Fugue adlı dünyanın sakinleridir. Immacolata, dünyaya
sürgün edilen bir Seerkind’dır. Shadwell ise, büyülü bir ceketi olan insandır. Bu ikilinin The Fugue’u satıp para kazanmaları ile başlayan planları 700 sayfalık uzun bir roman olan Weaveworld’ü oluşturuyor. 1991 tarihli Imajica ise, 90’ların epik fantezi hikayelerini andırıyor. Dünya, Imajica’nın beşinci evrenidir. Kitabın kahramanı Gentle, güçlerini ve hafızasını kaybetmiş, evrenleri dolaşabilen bir büyücüdür. Eski sevgilisi Judith, suret değiştirebilen Pie’oh’pah adlı katilin elinden kurtulur. Pie’oh’pah Judith’in şeklini alır ve Gentle ile diğer evrenlere doğru birbirinden garip maceralara çıkarlar. Kan, seks, korku ve vahşet dolu hikayesi ile çok satan bir roman olan Imajica’nın televizyon serisi ile ilgili şimdilik Barker’ın Reddit’teki beyanından başka hiçbir bilgi yok. Ectokid ise, Clive Barker’ın yarattığı bir süper kahraman. Matrix’i bizlere armağan eden Wachowski kardeşler ile beraber yazdığı ve 1990’ların başında popüler olan çizgi romanın kahramanı Dexter Mungo’dur. Kendisi bir ölümlü ile bir hayaletin çocuğudur ve çok tehlikeli olan boyutlar arası hayalet dünyası ile iletişime geçebilmektedir. Ectokid’in maceralarını ne zaman izleyeceğimiz ise ne yazık ki belli değil.
YENİ KİTAPLAR YOLDA Bu kadar film ve diziden sonra Barker’ın asıl güçlü olduğu noktaya yani kitaplarına geçelim. Clive Barker, geçen ay Reddit’te yaptığı soru cevap etkinliğinde yakın zamandaki projelerinden bahsetti. Barker, kısaca dört yeni eserin üzerinde çalıştığını belirtti. Yazar, yeni bir roman olan “Deep Hill”, kısa roman olarak dillendirdiği “Mercy and The Jackal”, kısa hikayelerini topladığı “Fear Eternal”, son olarak 280 adet şiirinin toplandığı şiir kitabı “The Presence of This Breath” ile edebiyat dünyasını tekrar sarsacağa benziyor. 2002 yılında yayımlanan The Books of Abarat adlı kitabında olan
21
şiirlerden bazıları yeni şiir kitabı The Presence of Breath’te de bulunacak. Bazen bir dizinin ya da filmin anlatamayacağı şeyleri şiirleri ile anlattığını belirten Barker, burada durmuyor. The Books of Abarat hakkında konuşurken, dördüncü Abarat kitabının yazım aşamasının bitmek üzere olduğunu, beşinci ve altıncı ciltlerin de geleceğini vurguluyor. Barker, Abarat koleksiyonunun beşinci cildi olacak olan Quintet’e ise şu an üzerinde çalıştığı dördüncü Abarat kitabını bitirdiği an, zaman kaybetmeden başlayacağını belirtti.
Black Narcissus
DİZİ
KASIM EKRANINDAN 13 YENİ DİZİ Komediden polisiyeye, bilim kurgudan drama birçok yeni proje Kasım ayında ekranlara “merhaba” diyecek. Bunların tamamına yetişmeniz tabii ki imkansız; ancak Postkolik sizler için 13 tanesini seçti bile. Soğuk havanın artık kendini iyice hissettirdiği bu günlerde bu diziler çok iyi gelecek!
22
Love & Anarchy
LOVE & ANARCHY
komedi dizisi olacak. B Positive, böbrek yetmezliği olduğunu ve böbrek bağışına ihtiyacı olduğunu öğrenen Drew (Thomas Middleditch) isimli bir babanın hikayesini konu alıyor. Lise arkadaşlarından biri Gina (Annaleigh Ashford) ile yolları kesiştikten sonra Gina, ona kendi böbreğini vermeye gönüllü olur. Sonuçta ise, ikili arasında kahkaha tufanı yaratacak ve beklenmedik bir bağ oluşmaya başlar. Dizi, CBS tarafından “Bir böbrek donörü bulmak zorunda olduğuyla yüzleşen yeni boşanmış baba Drew’ün sabrı tükenmek üzereyken eskiden tanıdığı ve şahsına münhasır bir kadın olan Gina ile yolları kesişir ve Gina ona kendi böbreğini vermeye gönüllü olur. İkili arasında beklenmedik bir bağ oluşur ve her ikisinin de hayatını değiştirecek bir yolculuğa çıkarlar.” şeklinde anlatılıyor. Bir terapist olan Drew’un işi danışanlarına kişisel sorunları konusunda yardımcı olmak ve hayata ellerinden geldiğince olumlu bakmalarını sağlamaktır. Ancak, Drew’un ansızın kendisini pek de olumlu olmayan bir durumda bulduğu düşünülünce işi artık eskisinden B-POSITIVE daha zordur. Chuck Lorre ve Marco Pennette CBS’in bu sezon için satın aldığı 14 yapımdan biri tarafından Warner Bros. Television için üretiolan B Positive (B Pozitif), kanal için sezonun tek len dizi, 5 Kasım’da ekranlarda olacak. Yerel içeriklerle kütüphanesini hızla genişleten Netflix, özellikle Kuzey Avrupa yapımlarına olan ilgiden bir hayli memnun görünüyor. Netflix, yeni İsveç dizisi Love & Anarchy’den de iyi bir performans bekliyor. Her biri yarımşar saatlik 8 bölümden oluşacak Love & Anarchy, eski bir yayınevini modernize etmek için görevlendirilen evli ve 2 çocuk annesi Sofie (Ida Engvoll) karakterini merkezine alıyor. Sofie, çalışma sırasında genç bir bilişim teknisyeni olan Max (Björn Mosten) ile tanışır ve beklenmedik bir şekilde aralarında flörtleşme oyunu başlar. Fakat masum şekilde başlayan bu iş, oyunların gittikçe daha da cüretkâr ve riskli bir hale gelmesi ile birlikte istenmeyen sonuçlar ortaya çıkarır. Euphoria, HoteL ve Pure gibi filmlerle tanınan Lisa Langseth’in yapımcısı olduğu dizinin oyuncu kadrosunda İsveç doğumlu Türk oyuncu Gizem Erdoğan da yer alıyor. Son olarak Kalifat dizisinde Pervin karakterini canlandıran Erdoğan, dizide Denise karakterine hayat verecek. Bu eğlenceli İsveç romantik komedisi, tüm bölümleriyle 4 Kasım’da ekranda olacak.
B Positive
Paranormal
23
PARANORMAL
Doğaüstü canlıları ve olayları ekrana getiren paranormal yapımlar ilginizi çekiyorsa, 5 Kasım’da Netflix’te ekrana gelecek bu diziyi ıskalamayın! Netflix’in Mısır yapımı ilk dizisi olarak da dikkat çeken Paranormal, 2018’de hayatını kaybeden Ahmed Khaled Tawfik’in 15 milyondan fazla satan aynı isimli gerilim romanı serisinden uyarlandı. Çekimleri Mısır’da gerçekleştirilen dizi, karanlık bir mizah anlayışına sahip, alaycı hematolog Dr. Refaat’ın öyküsünü anlatıyor. Bugüne kadar tutunduğu bilimsel kanıların sorgulanmasına yol açan olaylar yaşamasının ardından hayatı altüst olan Dr. Refaat, bir “şüphe yolculuğuna” çıkıyor. Öykü, 1969 yılında, 40 yaşına giren Refaat Ismail’in bir dizi paranormal aktivite tecrübe etmesiyle başlıyor. Sezon boyunca Refaat’a üniversiteden meslektaşı Maggie eşlik ediyor. İkili, birlikte paranormal bir dünyaya girerek sevdiklerini, onları çevreleyen muazzam bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyor. Ahmed Amin, Razane Jammal ve Aya Samaha’nın başrolünde olduğu dizinin yönetmenliği ise Amr Salama ve Majid Al Ansari üstlenmiş. 1960’ların Mısır’ında geçen Paranormal, bu türün meraklılarını kendine çekecek gibi duruyor.
DİZİ Moonbase 8
Industry
MOONBASE 8
Uncut Gems, Hereditary, Lady Bird ve Moonlight gibi iddialı yapımların arkasındaki isim olan bağımsız film stüdyosu A24’ün imzasını taşıyan Moonbase 8, uzay temalı komedi dizilerinden hoşlananları 12’den vuracak. 8 Kasım’da ekranlarda olacak dizi, uzay yolculuğuna seçilmeyi bekleyen üç astronotun eğlenceli hikâyesini anlatıyor. İlk haberleri Nisan 2018’de gelen ve NASA’nın Ay Üssü Simülatörü’nün bulunduğu Arizona’nın Winslow şehrindeki izole bir çölde geçen dizi, ilk ay görevlerine hak kazanmaya çalışan hevesli astronotlar Skip (Armisen), Rook (Heidecker) ve liderleri Cap’e (Reilly) odaklanıyor. Eğitimlerini tamamlamak için gayretle çalışırken, beklenmeyen bir dizi olaylar astronotları kendi akıl sağlıklarını, birbirlerine olan güvenlerini ve uzay yolculuğu için uygun olup olmadıklarını sorgulamaya zorlayacak. Bir iş yeri komedisi olarak da nitelendirilen dizinin başrollerinde John C. Reilly, Tim Heidecker ve Fred Armisen üçlüsü var. Bu üç usta isim, aynı zamanda dizinin yapımcıları olarak da yer alıyor. İlk sezonu 30’ar dakikalık altı bölümden oluşacak Moonbase 8,
Space Force ve Avenue 5 gibi uzay temalı komedi dizilerinden hoşlananları fazlasıyla memnun edecek gibi duruyor.
INDUSTRY
Yayınladığı dizilerle kalbimizde çok özel bir yeri olan HBO, Kasım ayını Industry ile selamlıyor. 9 Kasım’da ekrana gelecek ve ilk sezonu 8 bölüm sürecek İngiliz dizisi, Londra’daki bir yatırım bankasında çalışabilmek için birbirleriyle kıyasıya bir rekabete girişen insanların hikayesini konu ediyor. Okullarından yeni mezun olan bir grup gencin Londra’nın en iyi bankasındaki sınırlı sayıdaki pozisyona girebilmek için verdiği bu sert mücadele, iş arkadaşlığı, arkadaşlık, aşk ve düşmanlık gibi kavramları arasındaki sınırları sorgulamamıza neden olacak. Industry’de öyküsünün merkezinde ise Myha’la Herrold’un canlandırdığı Harper Stern karakteri olacak. HBO’nun BBC ile ortak kotardığı dizinin senaryosunu Konrad Kay ve Mickey Down kaleme aldı. Oyuncu kadrosunda ise Marisa Abela, Harry Lawtey, David Jonsson, Myha’la Herrold, Nabhaan Rizwan, Freya Mavor, Will Tudor, Conor Macneill ve Ken Leung gibi isimler yer alıyor. Dash & Lily
HBO ile eş zamanda BBC Two’da da ekrana gelecek olan Industry, özellikle finans dünyasının zorlu dünyasını görmek isteyenlerin kaçırmaması gereken bir seyirlik.
DASH & LILY
Gençlere yönelik yapımlarla kütüphanesini her geçen gün geliştiren Netflix, Kasım programında Dash & Lily dizisine yer veriyor. Rachel Cohn ve David Levithan tarafından yazılan Dash & Lily’s Book of Dares isimli roman serisinden ekrana uyarlanan dizi, alaycı bir karaktere sahip Dash ile optimistik bir karakter olan Lily’yi merkezine alıyor. İkili, hayallerini ve meydan okumalarını yazdıkları bir kitabın içindeki notları birbirleri ile paylaşmaya başlarlar. Böylece birbirleriyle beklediklerinden daha çok ortak noktaları olduğunu fark ederler ve bunun sonucunda da aralarında fırtınalı bir Noel aşkı başlar. Zıt kutupların birbirini çekmesini işleyecek ve ilk sezonu sekiz bölümden oluşacak dizi, romantik bir gençlik dizisi olarak tanımlanıyor. Başrollerinde Austin Abrams (The Walking Dead) ve Midori Francis’in (Good Boys) yer aldığı dizinin oyuncu kadrosunda Dante Brown, Troy Iwata, Keana Marie, James Saito ve Jodi Long gibi isimler yer alıyor. Ülkemizde “Bize Çıkan Yollar” adı ile yayımlanacak olan dizi, 10 Kasım’da ekranlarda olacak.
A TEACHER
Bir lise öğretmeni ile öğrencisi arasındaki yasak ilişkinin anlatıldığı 2013 tarihli bağımsız film A Teacher, Hannah Fidell’in yönettiği ilk uzun metrajlı yapım olmuştu. Sundance Film Festival’de prömiyerini yapan film, o dönem az sayıda sinema salonunda gösterilse de bir hayli ses getirmişti. Hannah Fidell, bu kez A Teacher’ı dizi olarak karşımıza çıkarıyor. Fidell’in senaryoyu ve yönetmenliği bizzat üstlendiği dizide -filmde olduğu gibi- öğrencilerinden biriyle ilişki yaşayan bir lise öğretmeni ele alınacak. Uyarlamanın başrollerini Kate
24
en kanlı ve en dramatik yürüyüşünün gerçek hikayesi aktaracak olan dizinin arkasında Jeb Stuart (Die Hard, The Fugitive) var. Polonyalı yönetmen Grzegorz Jonkajtys ise (Sin City, Pan’s Labyrinth, The Revenant), tüm bölümlerin yönetmenliğini üstlenmiş. Bu sıra dışı yapım, 11 Kasım’da izleyiciyle buluşacak.
SMALL AXE
A Teacher Mara ve Nick Robinson üstleniyor. Mara, evliliğiyle sorunlar yaşayan genç lise öğretmeni Claire’i canlandırırken Robinson (Love, Simon) ise okulun popüler öğrencilerinden Eric’e hayat verecek. Kocası Matt ile sorunları olan Claire, kardeşi Nate’den de uzakta olmaktan dolayı bir hayli mutsuzdur. Yeni hayatına alışmaya ve arkadaş edinmeye çalışan Claire’in hayatı, lise son sınıf öğrencisi olan Eric’in kendisine ilgi göstermesiyle bambaşka bir hal alır. Dışarıdan gözükmese de hayatında birçok sorunla boğuşan Eric ve Claire, kendi gerçekliklerinden kaçmalarının sağlayan bir bağ kurarlar. Yapımı uzun süredir gündemde olan dizi, ilk olarak FX kanalında yayınlanacaktı ama son anda FX’in kardeş kuruluşu Hulu’da ekrana getirilmesine karar verildi. 10 Kasım’da başlayacak A Teacher, toplam 10 bölüm sürecek tek sezonluk bir yapım olacak.
THE LIBERATOR
tabından uyarlanan Netflix dizisi The Liberator, Kasım ayının en dikkat çeken yapımlarından biri olarak dikkat çekiyor. Dört bölümden oluşan The Liberator, 2. Dünya Savaşı döneminde geçen gerçek bir hikayeyi izleyiciye daha önce hiç anlatılmadığı bir tarzda anlatacak. Başrolünde Merlin, iZombie, Damien ve Medici gibi sevilen dizilerden hatırladığımız Bradley James’in yer aldığı dizinin en önemli özelliği animasyon kısımlarında daha önceden kullanılmamış TEMA (Trioscope Enhanced Hybrid Animation) isimli yeni teknoloji bir CGI yönetimi kullanmış olması. Hikaye, Avrupa’nın özgürlüğü için 500 günden fazla savaşan Amerikan askeri Felix Sparks’ın (Bradley James) ve bağlı bulunduğu birliğin gözünden anlatılacak. Oklahoma’ya bağlı 157th Infantry Regiment isimli birliğin içinde kovboylar, Meksika kökenli Amerikalılar ve Kızılderililer yer alıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın
Alex Kershaw’ın 2012’de piyasaya çıkan “The Liberator: One World War II Soldier’s 500-Day Odyssey” adlı çok satan ki-
Small Axe
25
12 Years a Slave’in Oscar ödüllü İngiliz yönetmeni Steve McQueen, Kasım ayında ses getirecek bir diziyle karşımıza çıkmaya hazırlanıyor. McQueen’i hem yazıp hem yönettiği Small Axe, bizleri 60’lı yılların Londra’sına götürecek ve göçmen hareketine karşı olmasıyla bilinen Enoch Powell’ın, 1968 yılında gerçekleştirdiği Rivers of Blood konuşmasıyla açılışını yapacak. Dizi, ardından Batı Londra’da Nothing Hill’de bulunan The Mangrove isimli küçük bir restorana odaklanacak. 70’li yıllarda siyahi, Hint ve Güney Asyalı aktivistler için çok önemli bir buluşma noktası olan ve direniş sohbetlerinin merkezine dönüşen restoran, polis tarafından işgale uğrayınca direnişin simgesi hâline gelecek. Bundan tam 50 yıl önce - 9 Ağustos 1970’de - gerçekleşen ve tarihte “Mangrove Nine” olarak adlandırılan olayların iç yüzünü ekrana getirecek Small Axe’in bölümlerinde beş farklı hikaye anlatılacak. Small Axe, 1960’lı yıllardan başlayarak 80’li yılların başına kadar gelecek. Polis işgalinin ardından suçsuz olmalarına karşın Frank Crichlow, Darcus Howe, Altheia Jones-LeCointe, Barbara Beese, Rupert Boyce, Rhodan Gordon, Anthony Innis, Rothwell Kentish ve Godfrey Millett tutuklanmış ve bu isimler “Mangrove
DİZİ sınırından Suriye’ye geçerek öldü sandığı kardeşini aramaya başlayan Antoine’ın gözünden Suriye iç savaşını merkezine alıyor. Fransa’da yaşayan ve inşaat mühendisi olarak çalışan Antoine, Suriye’deki bir terörist saldırısında kız kardeşi Ana’nın ölümünden dolayı büyük bir suçluluk duymaktadır. Ancak YPG’li militanların çektiği ve televizyonda yayınlanan görüntülerinde kardeşini gördüğünü düşünür. Hikayesi Paris’te başlayan dizide Antoine, Suriye’ye geçerek kardeşini aramaya başlar. IŞID’le savaşan bir grup YGP’li kadın militanla karşılaşıp onlarla birlikte IŞID’in işgali altındaki bölgede seyahat eder. No Man’s Land’in başrollerinde Félix Moati (The French Dispatch, Le grand bain), Mélanie Thierry (La Douleur, Au revoir là-haut) ve James Purefoy (Altered Carbon, The Following, Rome) var. Bu isimlere Souheila Yacoub, Joe Ben Ayed, James Floyd, Dean Ridge, Julia Faure, François Caron ve Céline Sami eşlik ediyor.
BLACK NARCISSUS Nine” olarak adlandırılmıştı. Başrolünde yeni Star Wars üçlemesinin Finn’i olarak tanıdığımız John Boyega ve Black Panther filmiyle adından söz ettiren Letitia Wright’ın olduğu dizinin oyuncu kadrosunda Jack Lowden, Malachi Kirby, Shaun Parkes, Rochenda Sandall ve Alex Jennings gibi isimler yer alıyor. Dizinin yapımcısı BBC, Small Axe’in ABD haklarını Amazon Prime’a sattı. Small Axe, 15 Kasım’da BBC One ekranlarında olacak.
BIG SKY
David E. Kelley, dizi dünyasının önemli isimlerinden biridir. Son dönemde imza attığı Big Little Lies, Mr. Mercedes ve Goliath gibi yapımlarla adından fazlasıyla söz ettiren Amerikalı yapımcının merakla beklenen yeni dizisi Big Sky, 17 Kasım’da izleyiciyle buluşuyor. Disney’in sahibi olduğu ABC kanalında ekrana gelecek dizi, Amerikalı yazar C. J. Box’ın 2013 yılında yayınlanan ilk kitabı The Highway’den ekranlara uyarlandı. Polisiye tutkunlarının fazlasıyla ilgisini çekecek hikaye, iki özel dedektifin bir tır şoförü tarafından ücra bir otoyolda kaçırılan iki kız kardeşi arama hikâyesine odaklanıyor. Eski polis Jenny Hoyt ve özel dedektif Cassie Dewell, bu iki kız kardeşten önce de başka kadınların kaçırıldığını fark edince, olay azılı bir seri katili durdurmak için zamana karşı verilen bir yarışa dönüşecek. Dizinin başrollerinde When They See Us ve Brave New World gibi dizilerle dikkat çeken Kylie Bunbury, Ryan Phillippe ve Vikings dizisindeki Lagertha rolü ile dikkat çeken Katheryn Winnick de
yer alıyor. Yazar C. J. Box, en çılgın ve ürkütücü eseri olarak nitelendirdiği The Highway kitabının diziye dönüşmüş olmasından son derece memnun. Yazar, yapımcılardan biri olarak da yer aldığı Big Sky dizisi için ise ‘bir hayli karanlık’ tabirini kullanıyor.
NO MAN’S LAND
18 Kasım’de Hulu’da ekrana gelecek No Man’s Land, hemen dibimizde yaşanan bir dramı ele alan sarsıcısı bir yapım. Oded Ruskin’in (False Flag) yönetmen koltuğunda oturduğu dizi, Arte France ve Hulu ortak yapımı olarak karşımıza çıkacak. İlk sezonu 8 bölüm sürecek olan No Man’s Land, Türkiye
No Man’s Land
26
Michael Powell & Emeric Pressburger ikilisinin imza attığı 1947 tarihli Black Narcissus (Siyah Nergis) filmi, bir grup rahibenin emir üzerine Himalayalar’a gitmesini; burada bir okul, hastane ve manastır inşa edip halka yardımcı olmaya çalışmalarına odaklanan kült bir yapım olarak sinema tarihindeki yerini aldı. Rumer Godden’ın 1939 tarihli, bastırılmış cinsellik ve yasak aşkı anlatan klasik edebiyat romanından uyarlanan film, iki dalda Oscar kazanarak da rüştünü ispat etmişti. FX, BBC ile ortak olarak Black Narcissus’u, tam 73 yıl sonra, bir mini dizi olarak karşımıza çıkarıyor. Hem romandan hem de filminden esintiler taşıdığı söylenen dizi, 1934
Saved by the Bell
yılında Himalayalar’da bir zamanlar Kadın Evi olarak bilinen uçurumun tepesinde, karanlık sırlarla dolu bir manastırda geçecek. Çekimlerine 2019’da başlanan Black Narcissus, üç bölümlük bir mini dizi olacak. Başrollerinde Gemma Arterton (The King’s Man, The Escape) ve Alessandro Nivola’nın (American Hustle, Chimerica) olduğu dizide; Arterton, St Faiths rahibelerinin lideri Rahibe Clodagh’ı canlandıracak. Dizinin yönetmen koltuğunda ise ise The Hunt, Far from the Madding Crowd ve Live by Night filmlerinde görüntü yönetmeni olarak yer alan Charlotte Bruus Christensen var. Black
Narcissus, geçtiğimiz Eylül hayatında hayatını kaybeden Diana Rigg’in son projesi olarak da dikkat çekiyor. Erotizmi bol bir drama olarak dikkat çeken ve 23 Kasım’da ekrana gelecek Black Narcissus, Kasım ayının en dikkat çeken projelerinde biri.
SAVED BY THE BELL
90’ların popüler lise komedisi Saved by the Bell’in günümüze uyarlanacağına ve eğer uyarlanırsa eski kadrodan kimleri göreceğimize dair bitmek bilmeyen söylentilere son nokta altı ay önce yepyeni bir uyarlamanın resmi olarak onaylanmasıyla
Black Narcissus
27
koyulmuştu. Orijinal diziden 30 yıl sonra Mario Lopez, AC Slater olarak geri dönüyor; ancak Slater, bu kez okulun beden eğitimi öğretmeni olacak. Ayrıca Elizabeth Berkley, nam-ı diğer Jessie Spano, kıvırcık genç kız saçları yerine ışıltılı sarı bukleleriyle fragmanda dikkat çekiyor. Sarışınlardan söz etmişken, dizinin baş karakteri ise, babası Zack Morris’in 1990’ların perçemli saç kesimine selam çakan oğlu. NBCUnviersal’ın yeni yayın platformu Peacock’ta 25 Kasım’da yayınlanacak uyarlamada Mark-Paul Gosselaar’ı da artık Kaliforniya Valisi olmuş Zack Morris rolünde izleyeceğiz. Düşük gelirli ailelerin çocuklarını gönderdiği liselerden çoğunu kapattığı için başı belaya giren Morris, etkilenen öğrencilerin eyaletteki (Bayside Lisesi dahil) en iyi okullara yollanmasını önerir. Yeni gelen öğrenciler, okulun ayrıcalıklı elitlerine gerçek hayata dair bir ders verecektir. Görüldüğü kadarıyla yeni uyarlamada, orijinal dizide bütün öğrencilerin takıldığı Eddie Rocket’s mekanını andıran The Max gibi hayranların favorisi olan pek çok detaya yer verilecek. Saved By The Bell, 1989’dan 1992’ye kadar yayınlandıktan sonra 19931994 yıllarında iki yıllık bir Kolej Yılları versiyonuyla yayın hayatını sürdürmüştü. Yine 1993 yılında, Bay Belding’in hala müdür ve Screech’in yardımcısı olduğu dönemde The New Class at Bayside ekrana gelmişti.
LİSTE
RESSAMLARIN HAYATLARINI KONU ALAN EN IYI 10 FILM Resim sanatı ve yaratıcıları arasında sanat tarihine yön veren pek çok isim var. Bunlardan bazıları, yetenekleri ve yaratıcılıkları ile çok daha ön planda olmayı başardı. Yine bu isimlerden bazılarının hayatları beyazperdeye yansıtıldı ve böylece sanatçı kimliklerinin yanı sıra özel hayatlarına dair bilgi edinebildik. İşte bu filmlerden en başarılı 10 tanesini sizler için listeledik. Büşra Bayar
BIG EYES
Big Eyes, sıra dışı hikayelerin ve karakterlerin yaratıcısı Tim Burton’ın son projelerinden. 2014 senesinde izlediğimiz yapım, günümüzde 93 yaşında olan Amerikalı Ressam Margaret Keane’nin biyografisi niteliğinde. Keane’nin yaptığı resimler, özellikle 1950 ve 60’lı yıllarda epey ilgi görmüştü. Bu eserlerindeki en karakteristik özelliği de figürlere çizdiği iri gözlerdi. Genellikle çocuk figürleri resimleyen ismin eserleri büyük ilgi görüyordu ama sanat dünyasında ismi zikredilen kişi kendisi değildi. Çünkü eşi Walter Keane, kaba tabirle, kendisinin bu kabiliyetinin üstüne konmuştu. Eşinin bu yeteneğini fark eden Walter, çeşitli tanıtım ve satış stratejileri planlamış ve bunu yaparken de eserlerin kendisine ait olduğu bilgisini yaymıştı. Durum böyle olunca da asıl kahraman Margaret, geri planda kalmıştı. Ancak sevdiği, evli olduğu adamdan aldığı bu büyük darbe,
sanatçıyı güçlendirir ve 1970’te tabloların asıl sahibinin kendisi olduğunu açıklar. Filmde başarılı ressama hayat veren kişi Amy Adams’tır. Hatta buradaki performan-
28
sı kendisine Altın Küre’den “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü kazandırmıştır. Walter karakteriyle Adams’a eşlik eden isim de Oscar’lı oyuncu Christoph Waltz’dur.
MODIGLIANI Amedeo Modigliani, 20. yüzyılın ilk yarısında yaşayan ve sanat tarihinin en karakteristik ressamlarından biri olarak anılan bir isim. Özellikle uzun boyunlu, uzun burunlu ve en önemlisi de gözsüz kadın portreleriyle ön planda olan İtalyan ressam, döneminde Dışavurumculuk akımının en bilinen isimlerindendi. Renoir ve Picasso gibi dönemin diğer önemli sanatçılarıyla da iletişimi olan Modigliani’nin 35 senelik kısa ömrünün odaklanıldığı bu filmde Jeanne ile yaşadığı büyük aşk, Picasso ile aralarındaki arkadaşlık ve rekabet ilişkisi, alkol ve
uyuşturucu problemi gibi önemli noktalara değinilir. 2004 yapımı proje, hak ettiği ilgiyi pek görmemiştir. Oysa yönetmen Mick Davis’in ikinci uzun metrajı olmasına rağmen hikayenin işlenişi ve teknik hususların başarısı göz ardı edilmiştir. Özellike Godfather’ın Vincent Mancini’si, Andy Garcia’nın buradaki performansı da oldukça başarılıdır. Ayrıca kadroda Elsa Zylberstein, Omid Djalili ve Udo Kier gibi isimler de yer almaktadır. Özgün ressamın inişli çıkışlı yaşamına tanıklık ettiğimiz Modigliani, beyazperdenin dikkat çeken biyografik filmlerinden biri.
KLIMT En bilinen resimlerden biri olan The Kiss’in ressamı Gustav Klimt’in bu biyografik filmi, 2006 yılında izleyici ile buluştu. Usta aktör John Malkovich’in hayat verdiği ressam,
Sembolizm ve Art Nouveau akımlarının beğenilen sanatçılarındandı. Yine dönem ressamlarından biri olan Egon Schiele ile aralarındaki dostlukla da
anılan Klimt, hem sanatçının sanatıyla hemhal oluşuna hem de kendisinin platonik olarak yaşadığı aşka ışık tutar. Dansçı Emilie Floege’ye olan aşkı eserlerinin ana malzemesidir. Kadın bedenini sıkça işleyen ve bunları dekoratif süslemelerle harmanlayan ressamın biricik çalışmaları bazı tartışmalara da sebep olur. Erotik tablolar ortaya koyması sebebiyle kimilerince eleştirilir. 19. yüzyılın önemli ressamlarından biri olan ismin sanatına olan tutkusunu ve bu tutkusuyla harmanladığı aşkını izlediğimiz filmin yönetmen koltuğunda ise Şilili yönetmen Raoul Ruiz oturuyor. Kadroda Malkovich’e Emilie Midi Floege rolünde Veronica Ferres, Egon Schiele karakteriyle Nikolai Kinski gibi isimler eşlik ediyor.
Fransa’yı terk etmek zorunda kalır. Kendisinin ülkeyi terk etmesi üzerine Séraphine, büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Bir süre sonra da mental rahatsızlıklarla mücadele etmeye başlar. Zorlu yaşamına rağmen olağanüstü güzellikte eserlerle sanat tarihinin önemli ressamlarından biri haline gelen Louis’i “Amelia” ve “Henri” gibi yapımlarda da oynayan Yolande Moreau canlandırıyor. Oldukça naif, biraz safça ve yetenekli ressama öyle başarılı bir şekilde hayat veriyor ki buradaki performansıyla César Ödülleri’nden “En İyi Kadın
Oyuncu” ödülünü kazanıyor. Violette”nin de yönetmeni olan Martin Provost, bu projesiyle yine César’dan 7 kategoride ödül kazandı.
SERAPHINE Séraphine Louis, 20. yüzyılın ilk yarısının önemli kadın ressamlarından biriydi. Aslında bir evde hizmetçilik yaparak hayatını kazanan sanatçı, son derece yoksul ve eğitimsiz bir kadındı. Evinde, mum ışığında yaptığı resimleri bir gün, dönemin tanınmış sanat eleştirmenlerinden biri olan Wilhelm Uhde tarafından keşfedilir. Uhde, kendisini resim yapmaya devam etmesi konusunda destekler ve Séraphine de bu yeteneğinin peşinden daha büyük bir tutkuyla gitmeye başlar. Doğadan, özellikle de dinden, dini ögelerden ve kilise vitraylarından fazlasıyla esinlendiğini bildiğimiz yapıtlarını yaratır. Ancak Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya ve Fransa’nın düşman ülkeler haline gelmesiyle birlikte Uhde,
29
LİSTE
SURV IV ING PICASSO Resim sanatında Kübizm’in babası olarak kabul edilen ve “Guernica” ile “Avignonlu Kadınlar” isimli eserleriyle ön planda olan Pablo Picasso, sanat hayatının yanı sıra özel yaşamıyla da gündemde olan biriydi. Özellikle kadınlara olan düşkünlüğüyle de fazlasıyla anılan ismin 91 yıllık hayatından bir kesit beyazperdeye aktarıldı. Ressamın en büyük aşıklarından biri olan Françoise Gilot ile ilişkisini yakından izlediğimiz filmde en çok eleştirilen detaylardan biri de tam olarak şuydu: Picasso’yu sanatçı kimliğinden ziyade özel hayatıyla izliyor olmamızdı. Bunun sebebi de ressamın eserlerinin filmde gösterilme-
sine izin verilmemesi. Mesela Guernica’yı resmettiği sahnede kamera öyle yüksek bir noktaya yerleştiriliyor ki eserin o olduğu dahi anlaşılmıyor. Son yılların en çok konuşulan projelerinden biri olan Call Me by Your Name’in senaristi olan ve bu projeyle Oscar’dan “En İyi Uyarlama Senaryo” kategorisinde ödül kazanan James Ivory, filmin yönetmen koltuğunda oturan isim. 1993 yapımı “Günden Kalanlar”da da birlikte çalıştığı Oscar’lı isim Anthony Hopkins de Picasso’ya hayat veriyor. Julianne Moore ve Natascha McElhone da ünlü ressamın ilişki yaşadığı kadınlara hayat veren isimler olarak karşımıza çıkıyorlar.
LOV ING V INCENT Vincent van Gogh, eserleri ve zorlu yaşamıyla en fazla dikkat çeken ressamlardan biri olarak biliniyor. Sinema sanatı da bu isme pek duyarsız kalamadığı için kendisinin inişli çıkışlı hayatı birçok kez beyazperdeye yansıdı. Ancak bunlar arasında farklı bir noktada konumlandırabileceğimiz yapım Loving Vincent’ti. Teknik anlamda yenilikçi bir anlayışla karşımıza çıkan bu film, ünlü ressamın hayatıyla tablolarını harmanlayan bir üsluba sahip. Art İzlenimci sanatçının, resimlerindeki teknik dil; birbirine dolanan çizgiler ve renkler bu animasyon filminin de diliydi. 125 kişilik profesyonel bir yağlı boya ressam grubu
tarafından çizilen ve 65.000 kareden oluşan yapım, hem sinemaseverleri hem de resim sanatıyla ilgilenenleri çok heyecanlandırmıştı. Büyük bir titizlikle ortaya konan filmde, kardeşi Theo’nun yazdığı mektubu ressama ulaştırmak durumunda kalan Armand’ın van Gogh ile tanışmasını ve onun esrarengiz ölümünü açıklığa kavuşturma çabasını izliyoruz. Ressamın yaşadığı ruhsal bunalımlara ve bunun sanatına yansımasına tanıklık ediyoruz. En İyi Animasyon dalında Oscar’a aday gösterilen yapımın yönetmen koltuğunda Hugh Welchman ile Dorota Kobiela oturuyor.
GOYA’S GHOSTS Resim sanatının en karanlık, en tüyler ürpertici resimlerinin yaratıcısı olan Francisco Goya, Romantizm akımın en güçlü isimlerinden biriydi. Öyle ki Manet, Picasso ve Bacon gibi önemli ressamları da etkiledi. İspanyol sanatçının hayatı, 1999’da “Goya” filmiyle daha önce de beyazperdeye yansımıştı. 2006’da da “Guguk Kuşu” ve “Amadeus” gibi filmlerin yönetmeni olan Oscar’lı isim Milos Forman’ın projesi “Goya’s Ghost” ile bir kez daha tanıklık ettik ressamın yaşamına. Goya, 1700’lü yılların sonlarına doğru sanatının en başarılı eserlerini yaratmıştı. Son derece güzel bir kadın
30
olan Inés, kendisinin ilham kaynağıydı. Ancak Engizisyon Mahkemesi, bu kadını toplum değerlerine karşı gelme ve ahlaksızlıkla suçlamaya başlayınca sanatçı, ilham perisini bu yargılamalardan kurtarmak için büyük bir savaşa girer. Film boyunca Goya’nın sanatla ilişkisinin yanı sıra Inés ile arasındaki bağa ve dönemin yargı organlarının işleyişine tanıklık ediyoruz. Hikayede ressama hayat veren isim ise Stellan Skarsgard. Ines rolünde ise Oscar’lı oyuncu Natalie Portman’ı, Lorenzo karakteriyle de yine bir başka Oscar’lı oyuncu Javier Bardem’i görüyoruz.
NIGHTWATCHING
Rembrandt van Rijn, 17. yüzyılın en önemli ressamlarından biridir. Işığın ve gölgelerin ressamı olarak bilinen sanatçının kullandığı teknik ve üslup, birçok sanat dalını temelinden etkilemiştir. Hatta bu sanat dallarından biri de sinemadır. Sinemada ışık kullanım tekniklerinden birine “Rembrandt Işığı” adı verilmiştir. Tabii ki böylesine güçlü bir yeteneğin hayatı ve sanatı da birçok kez beyazperdeye taşındı. Bunlardan ilki 1936 senesindeydi. Sonuncusu ise, ismini sanatçının en başarılı eserlerinden biri olan The Night Watch’dan alan ve bu tablonun arkasında yatan olayları deşifre eden Nightwatching. Tablonun yaratım süreci
ve içeriğinin yanı sıra Rembrandt’ın özel hayatına da tanıklık ettiğimiz projede, sanatçının teknik üslubunun film diline de yerleştirildiğini, kendisinin ismiyle anılan ışık tekniğiyle her karede karşılaşıldığını da belirtmek gerek. BAFTA ve Cannes ödüllü yönetmen Peter Greenaway’in, ünlü sanatçı ve yaşamına bir tablosu üzerinden dokunması ve yine sanatçının sinemayla da harmanlanan teknik dilini kullanıyor olması filmi, diğerleri arasında farklı bir noktada konumlandırıyor. 2007 yapımı projede, sanatçıya hayat veren aktör ise “Hobbit” serisinin yüzü Martin Freeman oldu.
POLLOCK
Soyut Dışavurumculuk akımının en sıra dışı ismi olan Jackson Pollock, resim sanatına Damlatma Tekniği adı verilen yeni bir üslubu katmasıyla ön plana çıkmıştır. Alışılagelmiş resim uygulamalarını bir kenara bırakıp yere serdiği büyük tuval bezlerin üzerine boya dökerek, damlatarak Hareket Resmi denen eserler ortaya koymuştur. Pollock, özel hayatında alkol sorunuyla başa çıkmaya çalışan, hırçın bir adamdır. Aksi tavırları, gerginliği sanatında da kendisini fazlasıyla göstermektedir. Bu süreçte kendisi gibi soyut bir sanatçı olan Lee Krasner ile olan birlikteliği de son derece zorluydu. İkilinin kırsala yerleşmeleri, birlikteliklerini sürdürme çabaları
FACTORY GIRL
Pop Art sanatının unutulmaz ismi Andy Warhol, sanat dünyasına seri üretim anlayışını kabullendiren sıra dışı, uçuk kaçık biridir. 1960’lı yılların Amerika’sında resim sanatından sinemaya her alanda üretimde bulunan sanatçı, Fabrika adını verdiği atölyesinde o yıllara damga vuran çalışmalarını yapıyor ve partilerini düzenliyordu. Film de Warhol’un bir gün genç ve güzel bir kadın olan Edie ile yollarının kesişmesine odaklanıyor. İkilinin birlikte giriştiği projeleri, çalışmaları da yakından takip edebildiğimiz yapım sayesinde sanatçının inişli çıkışlı yaşamına, ilişkilerine, hayat tarzına da tanıklık ediyoruz.
Warhol da çeşitli filmlerde, çeşitli canlandırmalarla zaman zaman karşımıza çıkmış bir isim. Ancak böylesine merkezde olduğu tek proje Factory Girl. Tabi şimdilik. Çünkü 2021’de, Jared Leto’nun kendisini canlandıracağı bir başka proje de beyazperdedeki yerini alacak. Factory Girl’de kendisine hayat veren aktör ise Guy Pearce. Filmin ana karakteri Edie Sedgwick’i de Sienna Miller oynuyor. Emmy ödüllü George Hickenlooper’ın yönettiği film, resim sanatının dehalarından biri olan Andy Warhol’u sevenlerin kesinlikle kaçırmaması gereken bir yapım.
31
ve Pollock’un bağımlılığına yenik düşmesi gibi önemli anların ele alındığı biyografik filmin yönetmen koltuğunda daha çok oyuncu kimliğiyle ön planda olan Ed Harris oturuyordu. Keza sanatçıya hayat veren isim de kendisiydi. Buradaki performansıyla Oscar’a “En İyi Erkek Oyuncu” dalında aday gösterilmişti. Lee Krasner rolüyle karşımıza çıkan başarılı oyuncu Marcia Gay Harden da Oscar’dan “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” kategorisinde kazanan olmayı başarmıştı. Süreç sanatı, performans sanatı gibi modern sanat türlerinin ortaya çıkışında büyük bir etkisi olan Pollock’un kendisiyle ve sanatıyla bu filmle birlikte tanışmak mümkün.
RÖPORTAJ
9-1-1: LONE STAR YILDIZLARI DİZİYİ ANLATIYOR Texas Austin’de ilk yardım ve itfaiye birimlerinde görevli memurların hem acil durumlarda hem de kişisel dünyalarında yaşadıkları risklerle dolu anlara odaklanan 9-1-1: Lone Star dizisinin yeni sezonu FOXCRIME’da izleyiciyle buluşacak. Başrollerini Rob Lowe ve Liv Tyler’ın paylaştığı diziyi iki oyuncudan ve yönetmen Tim Minear’dan dinledik. Neden Texas? “9-1-1”, neredeyse her yerde geçebilirdi. Neden özellikle, Texas seçildi? Tim Minear: Haritaya dart attık! 9-1-1’ın bu kadar işe yarayan yönü, mavi gökyüzüyle kent ortamının birleşimi bence. Los Angeles size her şeyi veriyor mesela. Austin de öyle. Hipster kültürü var, Kırmızı Amerika’nın ortasında Mavi Amerika var. Mavi Amerika’nın etrafında Kırmızı Amerika var. Bir nevi her şeye sahip. Dizinin barbekü versiyonunu yapalım dedik. 9-1-1’dan bir tat bu. Hazırlıklarınızdan bahsedebilir misiniz biraz? Liv Tyler: Ben Michelle Blake’i canlandırıyorum. Acil durum teknisyeni yüzbaşısıyım. Her şeye balıklama daldım diyebilirim. Bana rolü teklif ettiler ve galiba iki hafta sonra çekimlere başladık. O yüzden kısa sürede
epey eğitim almam ve ne yaptığımı biliyor gibi görünmem gerekti. Bu dizinin harika yanı, pek çok figüran olması. Sahnelerde yanımızda genelde gerçek itfaiyeciler ve acil tıp teknisyenleri oluyor. Benim için harika oldu bu, çünkü öyle anlarda sette molalarda bir sürü farklı soru sorabiliyor ve onları gözlemleyebiliyorum. Hepimiz pek çok farklı ve kapsamlı eğitimden geçtik. Bu muhteşem profesyoneller bizim için harika bir destek sistemi oldu. Çok yardımı dokundu bunun. Olabildiğince şey öğrenip onları onurlandırmaya çalışıyoruz. Rob Lowe: Şanslıyım ki Santa Barbara’da yaşıyorum. Yaşamak için harika bir yer. Ama maalesef mahallem son iki yılda korkunç orman yangınlarına, ani taşkınlara ve can
32
kayıplarına maruz kaldı. O yüzden ilk müdahale ekipleriyle gerçek, yakın ve kişisel etkileşimlerim oldu. Evimde onlara yer verdim. Karınlarını doyurdum. Benim ilginç ve önemli bulduğum şey şuydu: Nasıl balta savrulacağını veya “Hayat Çenesi” denen hidrolik kurtarma aletini kullanmayı herkes gösterebilir. Bunu yapan çalışanlarımız var. Ben ise bu insanların neden bu işi yaptıklarıyla ilgileniyorum. Onlar için bu ne anlam ifade ediyor? Nasıl yeri geldiğinde haftalarca yerde uyuyabiliyorlar? Nasıl o kadar saat çalışıyorlar? Liv’in dediği gibi, o ruhu onurlandırmayı umuyordum. Benim için böyle bir hayat tecrübem olması büyük şanstı. Karakter için de hazırlanmak açısından böyle bir tesadüf olmuş oldu.
Birçok oyuncu bölüm sayıları yüzünden Netflix veya Amazon gibi platformları tercih ediyor. Böylelikle 12 ayın 10’unu bir yapıma ayırmaları gerekmiyor. Sizi hayatınızın önümüzdeki beş yılı için bu imzayı atmaya iten dönüm noktası neydi? Rob Lowe: Benim için nerede çalıştığımdan ziyade sevdiğim ve çalışmak istediğim insanlarla birlikte olmak çok önemli. İyi hikayeler anlatmak da. O yüzden internet yayını, kanal falan düşünmüyorum. Netflix için bir film yaptım bir ara, bir numara oldu. Her neyse, fırsat nereden gelirse gelsin, çalışırım ben. Dediğim gibi, uzun zamandır Ryan’la çalışmanın bir yolunu arıyordum. Brad ve Tim’le de. Ayrıca dürüst olmalıyım, insanların izleyeceğini bilmeyi bile seviyorum. Odadaki havalı adam olmayı ben de herkes kadar severim ama havalimanına girdiğimde insanların diziyi izlediğini ve kendilerini kaptırdığını görmeyi de seviyorum. Açıkçası bunun yolu televizyon kanallarından geçiyor. Liv, ya sen? Nadiren ekranlara çıkıyorsun, neden aniden buna “tamam” dedin? Liv Tyler: İlk kez televizyon kanalında çalışıyorum. Tim ve Brad Falchuk beni arayıp bu fikri sundu. Çok ilgimi çekti. Ekip de öyle. Ryan’ın ve yarattığı dünyanın her zaman büyük hayranı oldum. Bununla çok ilgileniyorum. Londra’da yaşıyorum ve büyük bir ailem var. Benim için büyük bir şeydi bu. Açıkçası karakteri sevdim. Karaktere âşık oldum ve anaçlığı beni çok şaşırttı, anında tepki verdim. Biraz deli de. İşinde harika. Ayrıca bu ilk müdahale ekiplerinin, o insanların hayatları çok ilgimi çekti. “Kim bunlar” diyor herkes.
İşlerinin ne olduğunu görüyoruz ama onları bireysel olarak tanımak, onları harekete geçiren şeyi bulmak, gece nasıl uyuduklarını ve ne tutkuları olduğunu öğrenmek çok ilginç. Onları izlediğimizde, eğitimler aldığımızda, çağrılara katıldığımızda, bekleme odalarında onları izlediğimizde inanılmaz şeyler gördük. Süper kahraman onlar. Bu çok ilgimi çekti. Pilot bölümün çoğu, Rob’un karakterinin bir itfaiye merkezini yeniden inşa etmesine yönelik. Bu merkezi nasıl inşa ettiniz ve hepinizi aynı paydada buluşmaya iten bağ kurucu tecrübe neydi? Liv Tyler: Hepimiz gayet doğal bir şekilde... Çok iyi bir casting var çünkü, bir araya geldiğimizde birbirimizi çok sevdik ve keyif alıyoruz. Sürekli yardımlaşıyoruz, acil durumlara gidiyoruz falan. Muhteşem gerçekten. Her şey önceden planlanmış sanki. İlk büyük sahnemizde bir araba kazası vardı ve Universal Studios’ta temalı eğlence parkına gitmek gibiydi. Tepetaklak duran bir araba vardı. Gerçek itfaiyeciler oradaydı. Sonra biz başladık ve neredeyse kareografili dans veya akrobasi gibiydi. Hepimiz repliklerimizi ve bizden ne beklendiğini biliyorduk ama bir yandan bunu da yapmalıydık ve önemli bir şeydi bu. Rob, Wild Bill’de Miami’den Lincolnshire’a gittin, bu dizide New York’tan Texas’a gidiyorsun. Öncelikle, neden kaçıyorsun? Ve dizinin bir sezondan sonra bitmesi sizi hayal kırıklığına uğrattı mı yoksa geleneksel sayılabilecek bir ABD dizisine dönmek güzel miydi? Rob Lowe: Wild Bill’de oynamaya bayıldım. Her zaman daha fazlasını yapma seçe-
33
neği vardı tabii. Ama hep kısıtlı bir ömrü olduğunu düşündüm ben. Öyle olacağını düşündüm ve dizide oynamaya bayıldım. Bakın, ben burada yaşıyorum. Ailemden uzak olmak zordu. İlk kez yapmıştım bunu. Bu dizi burada olmamı ve bağlantı kurabilmemi sağlıyor. Harika bu. Wild Bill’deki arkadaşlarımı özlüyorum ama. Onlara sevgilerimi iletiyorum. Bir tıp dizisinde genelde sette bir şeyi doğru yapıp yapmadığınızı söyleyen bir doktor olur. Setinizde sağlık teknisyeni var mıydı? Herhangi biriniz o teknisyenden şu an herhangi bir acil durumla başa çıkabileceğinize inanmanızı sağlayan bir şey öğrendiniz mi? Liv Tyler: Rachel adlı muhteşem bir tıp teknisyenimiz var. O da oyuncu ve benim her şeyim. Dedikleri gibi, sınırları aşan bir şeyler yaparken bir adrenalin anı oluyor ve sezgilerinizle hareket etmemiz gerekiyor. Bu yönden inanılmaz biri o. Bize her şeyi gösteriyor. Ama bazen sayfadaki her şeyi yapıyorsunuz ve “bekle, lanet olsun, ne yapacağım şimdi” diyorsunuz. Evet, çokça öyle eğitim alıyoruz. Çok kapsamlı. Her zaman yanımızda oluyor ve bu inanılmaz bir şey. Ben sağlık teknisyeni sertifikası almak istedim çünkü acil bir durumda eğitimin etkisini görüyorsunuz. Kaos çıktığında sakin kalıyorsunuz. Bunlar hep Eğitim sayesinde oluyor. Rob, Liv tatbikatlara gidildiğinden bahsetti. Siz bir 911 ekibiyle tatbikata katıldınız mı? Acil tıp teknisyenleriyle falan? Hiç yaptınız mı bunu? Rob Lowe: Los Angeles İtfaiyesiyle yaptım.
Lat den ratte komma in
FİLM
SİNEMANIN EN İYİ 10 NORDİK FİLMİ İsveç, Norveç, Danimarka ve İzlanda gibi Kuzey ülkelerinin filmlerini kapsayan Nordik sineması, farklı hikayeleri, üslupları ve teknikleriyle dünya sinemasında eşsiz bir noktada konumlanıyor. Özellikle 2000’lerin başından itibaren yerel filmleri ve oyuncularıyla dünya gündeminde kendisine yer edinmeyi başaran bu coğrafyanın 10 dikkat filmini mercek altına aldık. Büşra Bayar 34
Dogville
DOGVILLE
Nordik filmlerin ilah yönetmenlerinden biri olarak kabul edilen Lars von Trier’in 2003 yapımı Dogville’i, özellikle sanat yönetimi açısından sinema tarihinin en ilginç projelerinden biri olarak kabul edilmektedir. Danimarkalı yönetmenin “Rüyalar Ülkesi Amerika” üçlemesinin ilk halkası olan film, sinemadaki mekan algısına getirdiği yenilikçi bakış açısıyla çığır açmıştır. Film, aşina olduğumuz mekan kullanımına başkaldırı şeklinde tanımlanabilecek yaratımıyla izleyicisine mikro bir dünya sunmuştur. 1930’ların Amerika’sında, peşine düşen mafyadan kaçan ve bir köye sığınan Grace’in merkeze alındığı hikaye, kaba tabirle, kadının toplumdaki konumunu gözler önüne serer. Trier, köy halkı tarafından önce benimsenen, zamanla da dışlanan bu kadın karakter üzerinden toplumun çürük yapısını, ikiyüzlülüğünü ele almıştır. Tiyatro dekorundan hallice bir mekanla, krokiye benzer bir alanla bu önemli sosyolojik meseleleri işlediği hikayesi sayesinde sinemada mekan kullanımından ziyade ele alınan konunun önemini kanıtlamıştır adeta. Grace’e başarılı oyuncu Nicole Kidman’ın hayat verdiği proje, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışmıştı.
2008 senesinde izleyici ile buluşan bu filmi, BAFTA’ya En İyi Yabancı Dilde Film kategorisinde aday gösterilmişti. Ayrıca Academy of Science Fiction, Fantasy & Horror Films’ten En İyi Uluslararası Film ödülünü kazandı. Başrollerinde 13’er yaşlarındaki Kare Hedebrant ile Lina Leanderson’un bulunduğu hikayede, küçük oyuncuların sergiledikleri performanslar epey beğeni toplamıştı. Bu minik oyunculara da Per Ragnar ve Karin Bergquist gibi Kuzey’in önemli oyuncuları eşlik ediyor.
değiştirmek, akıcı ve renkli bir dünyada var olmak istemektedir. Ancak tüm arayışlarına rağmen bu konuda pek başarılı olamaz. Paralel bir arayışta olan ve evindeki duvar çatlağından gördüğü manzaradan ve işittiği seslerden edindiği güzel duygularla umut besleyebilen temizlik işçisi Hugo ile tanışan Andreas aracılığıyla fantastik ve komik bir dünyanın kapısı aralanır biz izleyenlere. Tron Fausa’nın başrolünü üstlendiği yapımDEN BRYSOMME MANNEN da Petronella Barker ve Per Schaanning Norveçli yönetmen Jens Lien’in yönetmen gibi isimler de yer alıyor. Arafta kalmanın, koltuğunda oturduğu ve Türkçeye “Sorun arayışta olmanın, varoluş kavgalarının Yaratan Adam” şeklinde çevrilen film, Nordik alaycı ve sıra dışı bir üslupta değinildiği Den sinemasının son zamanlarda en başarılı bu- Brysomme Mannen, materyalist bir dünyalunan projelerinden biri. Prömiyerini Cannes da sorun yaratan bir adamın yaşamını konu Film Festivali’nde yapan film, buradan ve alan soğuk iklimin sıcak bir hikayesi. yerel festivallerden birçok ödülü kucakladı. Hikaye, orta yaşlı bir adam olan Andreas’ın ADAMS ÆBLER garip yaşamını konu alıyor. Bilmediği bir Nordik sineması, değindiği konular ve bu kodünyada, işi gücü olan ve sıradan bir yaşam nuları ele alış biçimleriyle dünya sinemasında sürdüren bu adam, mevcut halinden ve farklı bir noktada konumlanmayı hak ediyor. düzeninden memnun değildir. Hayatını Bu hak edişin en büyük örneklerinden biri de
LAT DEN RATTE KOMMA IN
Bir kitap uyarlaması olan ve Türkçeye “Gir Kanıma” şeklinde çevrilen Lat den ratte komma in, Vampir filmleri arasında en çok beğeni toplayan yapımlardan biridir. Arkadaşları tarafından dışlanan ve sık sık tartaklanan Oskar ile vampir Eli’nin içten, çıkarsız ilişkisinin ele alındığı yapım, vampir hikayesi klişelerinin birçoğuna sahip olsa da karakter olarak küçük bir vampirin işlenmesi açısından diğerlerinden ayrı bir noktada konumlanır. “Köstebek” ve “Kardan Adam” gibi başarılı Nordik projelerin de yönetmen koltuğunda oturan Thomas Alfredson’un
Adams Æbler
35
FİLM
En duva satt på en gren och funderade på tillvaron 2005 yapımı Adams Æbler olarak kabul edilebilir. Optimist bir yapıya sahip olan Rahip Ivan, suçlu bireyleri topluma yeniden kazandırabileceğine inanıyordur. Bu yüzden görev aldığı kilisede kleptomanisi olan Gunnar ile soyguncu Khalid’e çeşitli görevler vermiştir. Bir gün aralarına Neo-nazi Adam da dahil olur. Alaycı, sarkastik ve tehlikeli bir karakter olan Adam, Ivan’ın sonu gelmeyen pozitif tavrına ifrit olmaya başlayınca ona karşı hırçınlaşır. Ancak bu hırçınlaşmanın ve mücadelenin sonu güzel bir dostluğa varır. 1998 yapımı “Valgaften” ile En İyi Kısa Film dalında Oscar kazanan Anders Thomas Jensen yönetmenliğindeki yapımda Ulrich Thomsen Adam’ı, Mads Mikkelsen ise Ivan’ı canlandırıyor. Nicolas Bro, Paprika Steen ve Ali Kazım da hikayenin diğer önemli karakterleri olarak dikkat çekiyor. Mitolojik ögelerle bezenen, metaforik anlatımın fazlasıyla yer edindiği Adem’in Elmaları; karakter yaratımı, karakterin işlenme yöntemi ve hikaye içerisinde çözülme şekli ile izleyiciyi kendisine hayran bırakıyor. Zorlu bir konuyu kara mizahla ele alması da bu coğrafyanın kendisine has başarısı olarak kabul edilebilir.
EN DUVA SATT PA EN GREN OCH FUNDERADE PA TİLLVARON
Film, “İkinci Kattan Şarkılar” ve “Sonsuzluk Üzerine” gibi filmleriyle de büyük beğeni toplayan Roy Andersson’un en bilinen projesidir. “İnsanları Seyreden Güvercin” şeklinde Türkçeleştirilen yapım, 2014’te izleyiciyle buluşmuştu. Sam ve Jonathan ürkütücü maskeler, vampir dişleri vs. satarak hayatlarını kazanmaktadırlar. İşleri pek yolunda
gitmediği için ellerinde bavullarıyla kapı kapı dolaşan bu gezgin satıcılar, durağan hayatları ve sıkıcı karakterleri sebebiyle bu eğlence endüstrisi ürünlerini satmakta zorluk çekerler. Tek seçenekleri daha keyifli görünmek ve satış tekniklerini değiştirmektir. Ancak verdikleri bu yaşam mücadelesi yetmezmiş gibi akıl almaz olaylarla da başa çıkmak zorundalardır. Bu iki karaktere çok fazla oyunculuk deneyimleri bulunmayan Nils Westblom ile Holger Andersson hayat veriyor. Yönetmene, Venedik Film Festivali’nden Altın Aslan ödülünü kazandıran film; soğuk, mesafeli ve gri atmosferiyle Nordik sinemasının tipik teknik hususlarını bünyesinde barındırır. Ayrıca geliştirdiği absürt üslupla da yine Kuzey’in en iyi kara mizah örneklerinden biri olarak bilinmektedir.
HÆVEN
Son yıllarda çektiği “After the Wedding” ve “Bird Box” gibi projeleriyle adından fazlaca söz ettirmeyi başaran Danimarkalı kadın yönetmen Susanne Bier, bu filmiyle 2011 Akademi Ödülleri’nden En İyi Yabancı Dilde Film kategorisinde ödül kazanmıştı. Aynı yıl yine aynı dalda Altın Küre ödülünü de alan isim, listemizde Adams Æbler ile yer alan Anders Thomas Jensen’in kaleme aldığı senaryoyu beyazperdeye taşıyarak dünya çapında bir başarıya da imzasını atmış oldu. Türkçeye “Daha İyi Bir Dünyada” olarak çevrilen proje, dağılmış Danimarkalı bir aileye ve üyelerine odaklanıyor. Baba Anton, bir doktordur ve Afrika göçmen kampında çalışmaktadır. Eşi Marianne ile ayrılığın eşiğindedir. Büyük
36
çocukları Elias’ın ise okuldaki zorbalarla başı beladadır. Danimarka’nın nezih bir bölgesinde yaşayan ve parçalara ayrılan bu ailenin her üyesini hayat, konforlu alanlarından uzaklaştırır. Her gün kampta şahit olduklarıyla kendi yaşamı arasında sıkışıp kalan Anton’un, okulunda uğradığı fiziksel ve psikolojik şiddetin ağırlığıyla yaşamak zorunda kalan küçük Elias’ın, ailesi dağılan bir kadın olan Marianne’nin hikayeleri ve bambaşka bir coğrafyanın insanlarının yaşam mücadelesi, filmde ilmek ilmek işlenmiştir. “Hobbit” serisiyle dikkatleri üzerine çeken Mikael Persbrant’ın başrolde yer aldığı projede Ulrich Thomsen ve Trine Dyrholm gibi oyuncular da var.
I RYMDEN FINNS İNGA KANSLOR
2010 yapımı I Rymden Finns İnga Kanslor adlı filmde Asperger sendromu olan Simon’un sıcak hikayesini izliyoruz. Türkçeye “Aşkın Formülü Yok” şeklinde çevrilen film, uzaya ve halkalara takıntısı olan Simon’un çok değer verdiği ağabeyi Sam’e yardım etme isteği üzerine şekillenir. Sevgilisi tarafından terk edilen Sam’in daha fazla mutsuz olmasını istemeyen karakter, ağabeyine yeni bir kız arkadaş bulmak için hummalı bir araştırma içine girer. Ancak hastalığı sebebiyle planlı programlı ve temassız bir yaşamdan vazgeçemeyen Simon için bu durum pek de kolay olmayacaktır. Son zamanlarda “It”, “Deadpool” ve “Uyumsuz” gibi projelerde yer alan Bill Skarsgard, ana karakter Simon’a hayat vermektedir. Yükselen oyuncuya Martin Wallström, Cecilia Fors gibi isimler eşlik etmektedir. Andreas Öhman yönetimindeki bu samimi hikaye, duygulardan pek anlayamayan bir adamın, en güçlü duygulardan biri olan aşkı FUSİ JAGTEN arayışını eğlenceli bir dille ele alıyor. Fusi, yönetmenlik kariyerinde şimdiye kadar Nordik sinemasından dünyaya açılan bir yeçok film çekmeyen; ancak içi dolu ve sağlam tenek olarak kabul edilen Mads Mikkelsen’ın HRUTAR başrolünü üstlendiği Jagten, listedeki en 2015 Cannes Film Festivali’nden Belirli Bir Bakış hikayelerle izleyici karşısına çıkmış olan Dagur Kari’nin dördüncü uzun metrajı. Özellikle zorlu hikayeye sahip projelerden biri. Eşinden ödülünü kazanan Hrutar, bizleri İzlanda’nın yeni boşanmış, küçük bir Danimarka kasakenarda köşede kalmış bir coğrafyasına götü- 2003’te beyazperdeye taşıdığı “Noi Albinoi” ile büyük beğeni toplayan ismin bu filmi, dilimize basında yaşayan Lucas, özel hayatında pek rüyor. Birbirlerine küs iki kardeşin hikayesini “Bakir Dev” şeklinde çevrilmişti. Filmde yaş başarılı bir geçmişe sahip değildir. Özellikle izlediğimiz film, kıskançlığın ve hırsın yarattığı alsa da büyüyemeyen bir adamın hikayesini ergenlik çağındaki oğluyla son derece çekiş- bireyler arası gerilime tanık olmamızı sağlıyor. meli bir ilişkileri vardır. Ancak zamanla oğlu Gummi ile Kiddi arasındaki bu 40 yıllık dargınlık izliyoruz. 40’lı yaşlarında olmasına rağmen annesiyle yaşayan, oyuncaklarla oynayan, sosile arasındaki bağ kuvvetlenir, yeni bir kadınla ve çekişme, hayvanlarını ve çiftliklerini kayyalleşemeyen, evden işe işten eve bir yaşamı ilişkisi başlar ve bir anaokulunda kendisine betme tehlikesiyle karşı karşıya kaldıklarında iş bulur. Her şey güllük gülistanlık ilerlerken yerini dayanışmaya bırakıyor. Aynı yaşamı, aynı olan ve son olarak oldukça kilolu olan Fusi, bu okuldan öğrencisi olan ve aynı zamanda yakın tutkuyu paylaşan iki kardeşin, dışardan bir elin sıradan, tek düze hayatı benimsemiş ve zaten başka bir hayatın pek mümkün olmadığını düarkadaşı Theo’nun da kızı olan Klara’nın hayal hayatlarına müdahale etmesiyle yeniden birşünmektedir. Ancak bir gün tesadüfen tanıştığı gücünün kurbanı olur. Lucas, kısa zamanda leşen hayatları, biraz kara mizah bolca dramla küçük bir kız sayesinde ilk aydınlanmasını bölge halkı tarafından dışlanır, işinden kovuele alınıyor. Kuzey’in temiz ve sonsuzluk hissi lur ve kadın arkadaşı tarafından terk edilir. veren görselleriyle birlikte Hrutar, aynı zamanda yaşar. Senelerdir beklediği ve arzuladığı şeyin Kendisine yapıştırılan pedofili damgasından iki kardeş özelinde birçok toplumsal meseleye insanlarla iletişim kurmak olduğunu fark eder. Büyük bir dönüşümün eşiğinde olan karakter, bir türlü kurtulmayı başaramaz. Cannes Film de işaret ediyor. Ayrıştırılan, kutuplaştırılan yazılmış olduğu dans kursundan tanıştığı Festivali’nden üç dalda ödül kazanan yapım benzer kültür ve benzer coğrafyaların insanSjöfn sayesinde de daha önce hiç duymadığı, çocuk psikolojisine, iftira sonucu dağılan bir larına… Türkçede “İnatçılar” olarak karşımıza hissetmediği aşk ve cinsellikle tanışır. Geç de hayata, mini bir toplumsal düzenin yansıçıkan yapımın yönetmen koltuğunda Grimur masına şahitlik etmemizi sağlar. 2012’de beHakonarson oturuyor. Henüz ikinci uzun metrajı olsa kabuklarını kırmayı başaran orta yaşlı bir adamın hikayesini izlediğimiz filmin başrolü yazperdede gösterilen filmde Klara’ya hayat olan bu projesiyle büyük beğeni toplayan isim, Gunnar Jonsson. İlmur Kristjánsdóttir de Sjöfn veren çocuk oyuncu Annika Wedderkopp’un başrollerde yer alan Sigurdur Sigurjônsson ve karakterine hayat veren isim. performansı, dudak uçuklatacak türden. Theodor Juliusson ile çalışıyor. I Rymden Finns İnga Kanslor
Hrutar
37
MÜZİK
KASIM AYININ DİKKAT ÇEKEN 3 ALBÜMÜ Yılın sondan bir önceki ayında, üç önemli ismin albümü müzikseverlerle buluşuyor. Son olarak 2018’de Golden’la karşımıza çıkan Kylie Minogue, yeni albümü Disco’yu 7 Kasım’da; yılların eskitemediği efsanevi rock grubu AC/DC, 17. stüdyo albümleri Power Up’ı 13 Kasım’da; Şikagolu alternatif rock grubu Smashing Pumpkins, 20 şarkılık bir duble albümü Cry’ı 27 Kasım’da piyasaya çıkarıyor.
KYLIE MINOGUE DISCO 2020
A
vustralyalı şarkıcı Kylie Minogue, 52 yaşına girdiği bu sene, 15. albümü “Disco” ile piyasaya bomba gibi düşmeyi planlıyor. 2018’de çıkardığı country sound’lu Golden albümünden sonra Kylie, 70 ve 80’lere ışıltı katan disco sound’u ile geri dönüş yapıyor. Kendi söylemi ile “Yetişkinler için disco” diye adlandırdığı albümün neredeyse tamamı pandemi yüzünden Minogue’un evinde kendi kurduğu mini
stüdyosunda hazırlandı. Minogue’un plak şirketi olan BMG’nin başkanı Alistair Norbury, bir açıklamasında Kylie Minogue’un kendi sesini kaydetmeyi ve düzenlemeyi Logic Pro programını kullanarak öğrendiğini ve bu konuda kendini inanılmaz geliştirdiğini belirtti. 1990 yılından beri her albümünde kendi şarkılarını yazan Kylie, yeni albümündeki şarkıların tümünü kendisi yazdı, ancak ilk defa kendi yaptığı işi düzenledi. Eğer 11 yaşındaki çocuklar kendi yatak odalarında bu işi yapabiliyorlarsa bende yapabilirim diyen Kylie, bizce güzel bir noktaya parmak basmış. “Yetişkinlerin de eğlenmesi gerekiyor.” diyen seksi sanatçı, hayranlarının 17 yaşındaymış
38
gibi dans edecekleri bir albüm yaptığı için sevinçli. Albümü kendi evinden yapmak zorunda kaldığı için, albümde beraber çalıştığı insanları sadece belden yukarısını tanıdığını espri yolla söyleyen Kylie, 6 Kasım’da yayınlanacak albümün kusursuz olmayacağının farkında olduğunu, ancak ellerinden gelenin en iyisini yaptıklarını ve heyecanlı olduğunu da belirtmeden geçemiyor. Bu arada Minogue, yeni albümü Disco’yu tanıtmak için özel bir canlı yayın şovu yapacağının haberini verdi. Adı “Kylie: Infitine Disco” olacak olan bu internet şovu, 7 Kasım’da gerçekleşecek. Şovun izleyenleri paralel bir evrenden geçirerek tekil yalnızlıktan alternatif öforik dans topluluğuna çevireceğini söyleyen Minogue, bilet satışına da bu yazıyı kaleme aldığımızda tam gaz devam ediyordu.
AC/DC POWER UP
Y
ılların eskitemediği, Avustralya’nın gururu efsanevi rock grubu AC/DC, 17. albümleri Power Up ile dinleyicilerle buluşmak için gün sayıyor. 2014 yılında piyasaya sürdükleri Rock or Bust’tan bu yana albüm çıkarmayan grubun geleceği için hayranları epey endişeliydi. Nasıl olmasınlar ki? Pek çok talihsizlik grubun başına neredeyse gelmeyen kalmamıştı. Rock or Bust döneminde sağlık sorunları nedeniyle emekli olup görev alamayan ritm gitaristleri Malcolm Young’ın yokluğunu, grup Malcolm ve Agnus kardeşle-
rin küçük yeğeni Stevie Young ile kapatmaya çalışmıştı bildiğniz gibi. Bu oyuncu değişikliği yetmezmiş gibi bir de davulcuları Phil Rudd, cinayete teşebbüs ve uyuşturucu bulundurma suçlarından 10 aylık ev hapsine mahkum edilince, Rock or Bust’ın dünya turunda davula Chris Slade’i geçirerek tura devam etmeye çalıştılar. Ancak aksiliklerin sonu gelmedi ve bu defa Brian Johnson, kulağındaki sorunun büyüdüğünü ve dünya turuna devam ederse sağır olabileceğini açıklayarak dinlenmeye çekildi. Turun Avrupa ayağındaki bazı konserlerde Guns N’ Roses’ın asi solisti Axl Rose, Brian Johnson’ın yerini doldurdu fakat Axl Rose’un tarih çakışması nedeniyle yardımcı olamadığı turun son 10 konseri iptal edildi. Maalesef, Malcolm Young tüm tıbbi müdahalelere rağmen kurtarılamadı ve Kasım 2017’de hayata gözlerini yumdu. Malcolm’un ölümünden beri grupla ilgili binbir çeşit dedikodu etrafta dolaşıyordu. Brian Johnson iyileşip gruba geri dönebilecek miydi? Agnus Young, kardeşi Malcolm’un ölümünden sonra ayağa kalkıp müzik yapabilecek miydi? Ağustos 2018’de, en son üç albümlerini kaydettikleri Vancouver’daki stüdyoda Angus, Stevie, Brian ve Phil görüntülenince AC/
DC hayranlarının içini sevinç ve heyecan kaplamıştı. Grup, yaşanan kötü olaylara rağmen dimdik ayaktaydı ve yeni bir albüm için son hızda çalışmaya başlamışlardı. Malcolm’un 2000’lerin başında yazdığı şarkıları değerlendirmeye alan grup, yeni albümleri Power Up’tan ilk single’ları Shot in the Dark’ı 6 Ekim’de AC/DC severlere sundu. Shot in the Dark, AC/DC’nin yaşadığı tüm kayıplara rağmen neredeyse ilk şarkılarındaki enerjiyi yansıtan, başarılı bir çalışma olarak değerlendiriliyor. 12 şarkının yer aldığı Power Up; dijital, CD, vinyl ve mini hoparlörlü özel deluxe paket olarak 13 Kasım’da piyasada olacak.
SMASHING PUMPKINS CYR
Z
ero, 1979 ve Bullet With Butterfly Wings gibi ikonik şarkıları alternatif rock dünyasına kazandıran Smashing Pumpkins’in emekliye ayrılmaya niyeti yok! 2018’de çıkardıkları “Shiny and Oh So Bright Vol. 1 / LP: No Past. No Future. No Sun.” gibi değişik ve uzun isimli albümlerinden sonra sürat kesmeden bir sonraki albümleri için çalışmaya başlayan grup, bu defa tam 20 şarkılık bir duble albümle geliyor. Shiny and Oh So Bright serisine devam niteliğindeki olan Cyr albümünün çıkış tarihi 27 Kasım olarak duyuruldu. Shiny and Oh So Bright serisinin en önemli özelliklerinden biri, daha önce Smashing
Pumpkins’ten ayrılmış olan isimler Jimmy Chamberlain ve James Iha’nın gruba yeniden dönüşlerini simgeliyor oluşu. Cyr’da yer alan 20 şarkıdan altı tanesini single olarak yayımlayan grup, çalışkanlıklarının doruklarında gibi görünüyor. Üstelik yayımlanan şarkıların bir bölümü, animasyon dizisi olarak Smashing Pumpkins hayranlarıyla buluştu. Sound olarak birbirlerinden epey farklı olan bu altı şarkıdan en çok dikkat çekeni ise albümle aynı adı taşıyan Cyr oldu. Billy Corgan, şarkıyla ilgili “Bütün dünyaya karşı olan tek bir ruhun, değişen sadakat ve zaman anlayışına serzenişi” derken “Bana göre Cyr, inançla mümkün
39
olabilen ve mümkün olamayan her şeye biraz umut, biraz da küskünlük hissettiren bir şarkı” yorumunda bulunuyor. Cyr’dan yayımlanan şarkıların bir iki tanesi için “Hiç eski güzel Smashing Pumpkins riff’leri yok” gibi yorumlar yapılsa da endişeye gerek yok. Bahsedilen şarkılarda sadece biraz daha elektronik müzik alt yapısı kullanılmış ve bu da günümüz için gayet normal bir durum. Albümün yapımcılığını, grubun has adamı Billy Corgan üstlenirken, şarkıların kayıtları da memleketleri olan Şikago’da gerçekleşti. Cyr, sık sık plak şirketi değiştiren grubun Sumerian Records’tan yayımlanan ilk albümü olacak.
RÖPORTAJ
AH! KOSMOS VE MELİKE ŞAHİN AYNI ŞARKIDA BULUŞTU İki farklı disiplinden iki başarılı müzisyen olan Melike Şahin ve Başak Günak, nam-ı diğer Ah! Kosmos, farklı ülkelerden çalışarak kaydettikleri yeni parçaları Ukde’yi kısa süre önce yayımladı. İki isme hem bu yeni çalışmalarını hem de kişisel ajandalarını sorduk.
Melike Şahin
Gizem Ertürk
40
Öncelikle bu keyifli buluşmanın nasıl gerçekleştiğini sorarak röportajımıza başlayalım. Birbirinizi daha önceden tanıyor, müziklerinizi takip ediyor muydunuz? Melike Şahin: Elbette ediyorduk. Neyse ki geçen yıl uzaktan takibimiz bitti ve ortak üretim yolculuğumuz başladı. Başak Berlin’den ben İstanbul’dan, karantina zamanı bu şarkıyı tamamladık. Başak Günak: Melike’nin şarkıları, sesi ve duyguları aktarışı beni oldukça derin yerlere götürüyor. Bir süredir yaptığım bazı müzikleri ve altyapıları Melike’yle paylaşıyordum. Bu şarkı ise, benim için çok özel bir anın yansımasıydı. Bu özel hikayeyi Melike’yle tamamlamak benim için anlamlı oldu. Ukde’nin sizin için anlamı nedir? İçinizde ukde kalan çok şey oldu mu, olduysa nedir? M: İçinde ukde olmayan herhangi biri var mı tanıdığınız? B: Olmaz olur mu! Ben hayal dünyasında bol dolaşan bir insanım. Ukde’ye ise geçmişte kalan değil, tüm tamamlanmamış hayaller olarak yaklaşıyorum. Pandemi farklı yerlerde olsak da iletişim kurmayı öğretti. Peki Ukde’yi yaparken bu uzaklık sizi nasıl etkiledi? M: Bu süreçte sanal buluşmalara haliyle çok alıştık. Günaşırı iletişimde kaldık ve gayet güzel bir şekilde çalıştık. Başak’ın desteği ve çalışma prensipleri sayesinde aramızdaki kilometreleri hissetmedim. B: Uzaktan çalışmaya dair bir sıkıntı yaşamıyorum. Ama yakından çalışmanın ayrı güzellikleri var. Bu şarkının benim için sürprizi uzakta olmamıza rağmen yaptığımız buluşmalarla ve sürecin içinde Melike’yle sıkı bir bağ kurmamız oldu. Bu yakından olan çalışmalarda bile oluşmayabiliyor. Melike, bir süredir farklı müzik türleriyle tatlı bir flörtler yaparak çok keyifli şarkılar paylaşıyorsun. Tüm bu müzikal birliktelikler seni nasıl besliyor? M: Her birinde yeni bir şeyler öğreniyorum. Özellikle yorumculuğumla ilgili çok pencereler açılıyor. Post prodüksiyon ve mix sürecinde işbirliği yaptığım her sanatçı kendi estetiklerini ortaya koydukça, benim de aklıma daha önce düşünmediğim fikirler geliyor ve yeni alanlar açılıyor. Çoğalıyorum diyeyim. Birlikte çalışacağın isimlere nasıl karar veriyorsun? M: Müziğini dinliyor olmam ve o ortaklığın bana heyecan veriyor olması çok önemli.
Daha da güzeli ise, keyifli ve açık bir çalışma sürecinin olması, yani sanatçıların aynı zamanda bir dostluk da geliştirmeleri bence. Başak’la öyle oldu mesela, bu açıdan çok mutluyum. Albüm çalışmaların devam ediyor. Nasıl bir albüm geliyor? M: Gayet iyi gidiyor, hatta tamamlanmak üzere. Düet ya da cover yok. Hepsi benim şarkım, bir tane de çok sevdiğim bir sanatçının bir hediyesi var. Sürprizleri kaçırmak istemediğimden detaya giremiyorum. Çok farklı bir iş oldu, umarım yeni seneyle beraber sizler de dinleyeceksiniz. Başak, bir süredir Berlin’desin. Pandemi sürecini Berlin’de geçirmek nasıldı? B: Berlin’deki pandemi süreci kurallar bakımından İstanbul’a nazaran çok daha rahat geçti. Şimdilerde ise her yerde olduğu gibi burada da tedirginlik iyice artmaya başladı. Ben odağımı başka yerde tutup devam etmeye çalışıyorum. Kimi zaman kolay oluyor bu, kimi zaman ise çok zor. Burada ilk defa böyle bir olağanüstü hal geçiriyorum. Türkiye’de ise olağanüstü hallere o kadar alışığız ki… Bu süreçte ma-
41
alesef Türkiye’de sanatçılar olarak nasıl yapayalnız bırakıldığımızı anladım. Berlin gibi bir şehirde yaşamak seni nasıl besliyor? B: Berlin’de yaşamanın üretimime daha fazla özgürlük getirdiğini görüyorum. Biraz daha ipleri salmak… Bunun köklerle de ilgisi olabilir. Doğduğum yerden uzakta olmak beni bazen köksüz hissettirdiği gibi bende daha çok üretim kanalıın açılmasına neden oluyor. Kadın prodüktörlere sık rastlamıyoruz ve gördükçe çok mutlu oluyoruz. B: Müzik piyasası maalesef eril. Özellikle üretim ve teknik bilgi içeren konularda kadınlar erkeklere nazaran daha zorlu yerlerden, daha farklı bir tanımlama ve kendini kanıtlama süreçlerinden geçiliyor. Müzik alanında da birbirini kollayan biraderlik sistemi de bunun bir parçası. Bundan sonrası için planların neler? B: Şuanda yeni albümüm üzerine çalışıyorum. Bir yandan da Berlin Devlet Müzeleri için geliştirilen site-specific bir işin ses ve müziklerini üretiyorum.
RÖPORTAJ
PENTAGRAM’DAN BEKLENEN TEKLİ Türk Heavy Metal sahnesinin en önemli ismi Pentagram, uzun zamandır beklenen yeni albümünün ilk şarkısı Bu Düzen Yıkılsın’ı 30 Ekim’de müzikseverlerle buluşturdu. Yeni şarkıyı ve 2021’de dinleyeceğimiz yeni albümün detaylarını Tarkan Gözübüyük, Hakan Utangaç ve Demir Demirkan’dan dinledik. Uzun ve yoğun ‘30. yıl turnesini geride bıraktınız. Söyleşimize bu turne ile başlayalım. Neler söylemek istersiniz, genel resme baktığınızda turneyi nasıl değerlendiriyorsunuz? TG: Grubun son hali yıkılıyor. Murat İlkan, Ogün Sanlısoy ve Gökalp Ergen benzersiz sesler. Metin Türkcan ve Demir Demirkan, bunca yıl sonunda ilk kez yan yana. Ozan
Tügen’in varlığı... Böyle bir kadroyla müzik yapmak ve sahne almak büyük konfor. Hakan Utangaç ve Cenk Ünlü ile lise yıllarında başladığımız hikayenin bugün vardığı nokta bizim için çok değerli. 13 yıldır bizimle olan teknik ve idari ekibimiz ve bu alanda çalışan birçok müzikal oluşumla birlikte, birbirinden güzel insanlara ulaşma fırsatı
42
bulduk. Bu açıdan çok şık bir anma ve kutlama oldu. Nice sağlıklı yıllara hep beraber. Akustik albümünün ardından Bu Düzen Yıkılsın şarkısı dinleyiciyle buluştu. Duyuru süreci ve yayınıyla birlikte dinleyiciden nasıl dönüşler aldınız? TG: İnternette şarkılarla ilgili yazılan-
ları okurken insan duygulanıyor. Kimi müziksever şarkıların hatırlattığı özel anılarını, kimisi yıllar sonra fark ettiği bir detayı paylaşıyor. Yeni bir iş çıktığında sert eleştiriler de oluyor. Bu etkileşimin sürmesi önemli. “Bu Düzen Yıkılsın” özel bir şarkı oldu. Şu ana dek aldığı tepkiler hep iyi yönde. H.U: Pentagram dinleyicisi çok vefakardır ve uzun solukludur. Yeri geldiğinde bizden daha çok sahiplenirler. Bu şarkının etkileri biraz zamanla kendini bulacak, herkese farklı duygular yaşatacak ve kendi hikayelerini hayal ettirecektir. ‘Bu düzen Yıkılsın’ şarkısından bahseder misiniz? Şarkı derdini çok iyi anlatıyor olsa da bir de sizden dinlemek isteriz. TG: Cenk, yerel aksak ritimleri heavy metal tarzına uyarlamak konusunda çok usta. Uyguladığı dokuz sekizlik tartım, şarkının iskeleti oldu. Bu temel üzerine Hakan’ın ritim gitarı ve vokaller yerleşti. Sonra enstrümantal bölümler ve solo gitarlarla düzenleme tamamlandı. Neyzen Gökhan Özkök nefesiyle, Ezgi Aktan sesiyle şarkıya eşlik etti. Fikrin doğmasına etki eden şeylerden biri, Çetin Altan’ın kaleme aldığı son köşe yazısı oldu. Şarkılar ne hissettiğimizi ifade etmenin uygar bir yolu olduğu için, bazen karşıt görüşte iki insanı buluşturabilir. Bu parçada da sanki böyle bir ortak duygu var. H.U: İnsanların kafalarında dönen dertlerin bir özeti gibi. Her şarkımızda olduğu gibi hümanist bir yaklaşımı var. Ağırbaşlı ve huzursuz bir sakinlik de. Yine her zaman olduğu gibi karanlık ama umutlu. Albümün habercisi bu ilk teklinizin üretim süreci nasıl geçti? H.U: Albüm çalışmalarına başladıktan kısa bir süre sonra ortaya çıkan pandemi, plan değişikliklerine gitmemize neden olduğu gibi hayatlarımızı da değiştiren bir süreç yaşattı ve hala da devam ediyor. Gelgelelim bizim albüm süreçlerimiz zaten karantina gibi olurdu. Aylarca stüdyoda geçen yaratım süreci dışarısı ile bağlantıyı koparan bir durum. Bu sefer farklı olan, bilgi kirliliğine maruz kalarak, panik bir havada çalışmalara devam etmekti. Eski üyeleriyle birlikte yine çok güzel bir birliktelik var. Nasıl tanımlarsınız bu ilişkiyi, etkileşimi ve etkileşimin üretimlere yansımasını? DD: Her zaman söylüyorum, Pentagram bir müzik grubundan çok daha farklı bir oluşum, biliyorum ki dinleyicimiz için de
böyle. Popülist ve kâr etmeye yönelik bir hedeften ziyade içeriğe, anlama ve mesaja önem veren bir fikir oluşumu olarak hayatını sürdüren bu grubun en büyük desteği Pentagram izleyicisidir. Buna ek olarak benim şahsi inancımın temeli, birbirimize olan kardeşlik, dostluk ve benim Pentagram’a olan aidiyet hissimdir. Albümde de yine aynı kadro mu olacak? DD: Hâlihazırda kaydı tamamlanan üç şarkıda aynı kadro var ve bundan sonrası için de öyle ilerleyecek diye planlıyoruz. Klip de oldukça ilgi çekici, biraz hikayesinden bahseder misiniz? TG: Pentagram olarak, işbirliği yaptığımız ekipler konusunda hep şanslı olduk. Bu Düzen Yıkılsın’daki yönetmenimiz Ferit Katipoğlu’nun Ceza ve Frozen Clouds’la yaptığı videoları çok sevdik. Şarkının direkt sözleriyle Ferit’in sembolik hikaye anlatımı çok uygun düştü. Filmde, Özge Onur’un canlandırdığı dertli vatandaşla, Murat Dişli’nin seslendirdiği gamsız trafik lambası arasında tırmanan zorlu ilişki anlatılıyor.
43
Nasıl bir albüm ve nasıl bir sound bizi bekliyor? Kafanızdaki tarih nedir? TG: 12 ay içinde yayımlanmak üzere bir albüm, iki video klip ve bir akustik konser videosu yapımlarını içeren bir planlamamız var. Ocak ve Nisan’da birer yeni şarkı geliyor. Albümün tamamını da en geç 2021 yaz sonu açmak isteriz. Türkiye’nin en köklü Heavy Metal grubu olarak, günümüz Heavy Metal dünyasını nasıl görüyorsunuz? Dikkatinizi çeken gruplar hangileri? TG: Öğrencilik yıllarında örnek aldığımız, 60’lı ve 70’li yıllarda bu tarzı geliştirmiş olan ustaların mirasına ve hâlâ verimli kalabilmelerine bakıp cesaret buluyoruz. Rolling Stones, Deep Purple, Black Sabbath, Moğollar, MFÖ gibi efsaneler çıtayı belirliyor. Bizim kuşak da, her yaştan sektör çalışanıyla birlikte bu kültüre gönülden hizmet ediyor. Son yıllarda grubun buluşma noktalarından biri olan Babajim’de her tarzdan çeşitli kayıtlar yapılıyor. Burada çok üstün müzisyenlerle karşılaşıyoruz. Heavy Metal tarzında Murder King, Cosmic Wings, Metallium, Frozen Clouds, Helak gibi zevkli işler yapıldı. Müzik ve diğer her alanda umut yayan gençler var.
RÖPORTAJ
DİLHAN ŞEŞEN’DEN YENİ TELKİ: KAÇTIM “Acıtır Yara” adlı ilk teklisiyle beğeni toplayan alternatif müziğin genç temsilcilerinden Dilhan Şeşen, 1.5 yıllık aranın ardından yeni teklisini Sony Music etiketiyle müzikseverlerle buluşturdu. Şeşen, yeni şarkısını ve planlarını Postkolik’e anlattı. Gizem Ertürk
44
Merhaba Dilhan, bu aralar kendini nasıl hissediyorsun? Selamlar, çok iyiyim, umarım tüm Postkolik okuyucuları da iyidir. Tatlı tatlı günler geçiyor, dingin hissediyorum. Yeni teklin ‘Kaçtım’, 1,5 yıllık bir ara sonrasında müzikseverlerle buluştu. Tabii arada bir de pandemi süreci var. Verilen arada bunun etkisi oldu mu? Her şeyin bir etkisi vardır ama ben zamanlama konusunda -en azından şu zamana kadar- pek iyi olamadım :) Biraz benim tembelliğim, biraz da başka durumlara öncelik verme sebeplerinden ötürü yeni şarkımın çıkışı 1.5 yıl sürdü. Genç nesil müzisyenlerde genelde kısa aralıklarla şarkı yayınlamak gibi bir alışkanlık var ama sende tam tersi olmuş. Duygular yoğunluğuyla meydana gelen bir yapıyı dinleyiciye ulaştırma / yetiştirme ve sonrasında bir de gelecek olan reaksiyonu takip etme kaygısını bünyeme mümkünse hiçbir zaman katmak istemiyorum. Daha istikrarlı olabileceğimi düşünüyorum ama bir yere yetişme kaygısı, ilkokulda kaçırdığım okul servislerinden beri benim peşimdedir. Çerez kuruyemişlere inanıyorum ama çerez parçalara inanmıyorum. Zaten tüketim çağındayız; daha çok çiğneyerek yesek ve güzel sindirsek güzel olmaz mı?
Şarkının hikayesini dinleyebilir miyiz? Eskiden yaptığın bir bestenin artık sende tamamlayıcı bir gücü olmadığını hissettiğinde yaptığın o besteyi rafa kaldırmak yerine başka bir forma sokup dönüştürme fikrine inanıyorum. Tıpkı bir oyun hamuru gibi. ‘Kaçtım’, ilk akustik olarak çıkmıştı. Çok yakın bir arkadaşım olan Umay ile çimler üzerinde sözler yazdık. Yıllar sonra da yine çok yakın iki arkadaşım Cihan Reşit Köse ve Emre Kuvvetli ile parçayı o formdan çıkarıp bu forma soktuk.
şarabımızı içip, kitaplarımızı okuduğumuz, hoş sohbet ettiğimiz ve sonrasında tuhaflaşmasına izin verdiğimiz eğlenceli bir gündü.
Peki, parçaya üç ayrı klip çekme ihtiyacı neden? Kendimi çok takipteydim ve ne istiyorsam onu yapmak istedim. Düşününce ‘neden olmasın’ dedim. Parçaya üç ayrı klip çekme ihtiyacı hissettim ve üç ayrı klip çektim. Deneme yanılma yöntemiyle her zaman çok güzel tecrübeler ediniyorum. Bir ânı büyütme meselesi çok ilgimi çekiyor, fakat bu zor bir iş. Bunun bilinciyle yolda olmak çok güzel. Egomun ensesine destekleyici bir tokat yapıştırıp aşırılıklar ve plastikler dünyasında kaybolmak değil de içimi dolduracak bir şey yapmak geldi içimden.
Kendinle aran nasıl? Yalnız kalmayı seviyor musun yoksa kalabalıklar içinde olmak mı iyi geliyor? Çok iyiyim valla. İkisini de yaşıyorum, yalnız kaldığım vakitler elbet daha dingin geçiyor ama kalabalık içerisinde dinginliği yakalayabildiğim zamanlar, içimin ona buna karışmadığı da çok muazzam. İlla işin bir yerinde dinginlik gerekiyor anladığım kadarıyla :)
‘Kaçtım’, bir yüzleşme şarkısı gibi... Bu şarkıyı yazarken nasıl bir dönemdeydin? Dönemini pek hatırlamam ama çok keyifli bir gündü. Arkadaşımla çimlere uzanıp
Bankta oturup müzik dinlemekten ve kedilerle tanışmaktan keyif aldığını söylemiştin. Bu sırada aklından neler geçer? Zihin bu, bir sürü düşünce üretiyor; o sırada olabildiğince o düşüncelerin gelip geçmesine izin vermeye çalışıyorum.
Pandemi sürecinde müzik piyasasının içinde olduğu duruma yakından tanıklık ediyorsun. Bu süreçle ilgili öngörün nedir? Bir öngörüm yok, şu an buradayız ve burayı olabildiğince yaşamaya çalışan bir sürü insandan biriyim. Ne yapıyorduysak onları yapmaya çalışıyorum, yapıyorum. Zaten benim hiçbir zaman acayip bir konser takvimim olmadı. Gelişerek üretme tarafına yoğunlaşmış bir haldeyim. Şarkılarını bir albümde toplama ya da yeni şarkılardan oluşan bir albüm yapma planın var mı? Plan değil ve fikren var kafamda böyle bir şey. Konser vermek ve sahnede olmak sana ne ifade ediyor? Bir sürü can ile bir ağızdan bir şeyler dile getirmek, yakınmak, umut etmek çok güzel ve özel. Bir oluyoruz. Bu çok acayip bir duygu. En çok sahnede kendim oluyorum. Odamda kulaklıkla müzik dinleyip dans ediyormuşum hissi, tüm sahne boyunca benimle oluyor. Müzik dışında nelere ilgi duyuyorsun? Fotoğraf çekmeye bayılırım. Boş vakitlerimde kulaklığımı takıp, kameramı yanıma alıp etrafı gezerim. Resim yapmak çok hoşuma gidiyor. Sinemayla çok ilgileniyorum. Garip bir şekilde montaj işleri, ahşap boyamalar, garip objeleri kullanışlı hale getirmeler ve kıyafet kesip biçmelerden de büyük keyif alıyorum.
45
RÖPORTAJ
CEREN GÜNDOĞDU SORULARIMIZI YANITLADI Kendine özgü tarzı ve duru sesiyle adından sıklıkla bahsedilen Ceren Gündoğdu’nun yeni tekli çalışması “Dünyada İkimiz”, video klibiyle birlikte tüm dijital platformlarda yerini aldı. Biz de bu vesileyle kendisine merak ettiklerimizi sorduk. Gizem Ertürk 46
Yeni teklin Dünyada İkimiz’in hikayesini anlatır mısın? Yeni şarkım, karantinanın ikinci ayında ortaya çıktı. 2020’yi ele geçirdiğini söyleyebileceğimiz pandeminin yansımaları küresel boyutta hissedilirken, dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan belirsizlikle, korkuyla ve izolasyonun tetiklediği yalnızlık duygusuyla mücadele etmeye çalışıyor. Ben de kendi içsel mücadelemi verirken, bir noktada her yeni güne “her şeye rağmen” güzel bir hisle başlayabilme motivasyonumu karantinamı paylaştığım kişiden, o kişiye olan derin ve sarsılmaz sevgimden aldığımı fark ettim. İşte o noktada da “Dünyada İkimiz” ortaya çıktı. Şarkının üretim süreci nasıldı? Şarkının kayıtlarını Cihan’ın (Mürtezaoğlu) evinde aldık. İnsanın sevdiği bir dostunun evinde, yabancı hissetmediği bir ortamda çayını kahvesini yudumlayarak ve bir şarkı kaydetmesinin keyfi ve rahatlığı bir başka oluyormuş açıkçası. Söz müzik benim, perküsyonlar müthiş yetenek Abbas Karacan’dan, onun dışındaki her şey Cihan’ın ellerinden ve ruhundan. Bu şarkıyla dinleyicilerine nasıl dokunmayı hayal ediyorsun? Biliyorum ki hepimizin hayatından öyle birisi ya da birileri var ki, ne olursa olsun yaşamı anlamlı kılıyor. En kötü günde bile ayağa kalkma gücü ve umudu veriyor. Böylesi bağları kurmak ve bulmak kolay değil.
Zamanın geçicilik sınavını aşabilen bir ilişki günümüzde nadir bulunan bir şey. Bu şarkı, “dünya zor ama biz güzeliz!” cümlesini bize kurdurtan her kim varsa ona hediye olsun istedim. ‘Dünyada İkimiz’, aynı zamanda bağımsız müzik yolculuğundaki ilk adımın… Nasıl hissediyorsun? Her sorunun doğru cevabını bilmiyorum ama benim için doğru olanın kendi kanatlarımla uçmak ve müziğimi bağımsız bir sanatçı olarak üretmek olduğuna kanaat getirdim. Çünkü zamanla böyle bir üretim şeklinin müziğimde ve o müziği çerçeveleyen görsel dilde özgünlüğü koruyabilmek ve ön plana çıkarabilmek için gerekli olduğunu anladım. Neticede bir şarkıcının/şarkı yazarının ana amacı, kâr elde etmek değil; bir şeyler hissetmek ve hissettiklerini merkez alarak ortaya koyduklarıyla birilerinin de bir şeyler hissetmesini sağlamaktır. Tam olarak da bu yüzden bir müzisyenin tepeden tırnağa her şeyiyle bir üretimin sorumluluğunu alıyor olması çok önemli bir adım gibi geliyor bana. Elbette ki zor, elbette ki riskli ama yaptığımız işin insancıl yanını da ortaya koyan bir mücadele bu. Şarkının video klibi apokaliptik bir dünyada geçiyor. Neler anlatmak istedin? Dünyada İkimiz’in video klibini Ahmet Can Tekin çekti. Hikaye ve sanat yönetmenliği ise bana ait. Issız ve yalnız bir dünyada
tek başına kalmış bir kadının uzun ince bir yolda gidermişcesine bir kırmızı ipin peşinde yol aldığını görüyoruz. Peki ipin ucunda ne var? ‘Dünyada ikimiz var gibi seninim’ dediğimiz kişi veya olgu her kimse/her neyse o var sanırım. Çünkü yaşamayı sizin için anlamlı kılan biri veya bir şeyin peşinden giderken her mücadeleye, her türlü zorluğa göğüs germek mümkün. Üretim aşamasında nelerden ilham alıyorsun? Kendi yaşanmışlıklarım çoğu zaman başlangıç noktasını oluşturuyor. Duygusal kumbaramda biriktirdiklerim bazen yıllar sonra meyve veriyor, bazense sıcağı sıcağına. Kendimi bildim bileli insanların hissettiklerini anlamaya çaba gösteren, kendi duygularını en derinine inip irdelemeyi seven ve başkalarının hikayelerine dert ortağı olmayı çok seven biri oldum. Zaten empati kurabildiğin noktada izlediğin, okuduğun ve dinlediğin her hikaye kendi hikayelerinle iç içe geçebiliyor. Bu kadar çok duygu yüklenince de nefes alabilmek için dışa vurmak istiyorsun. Sylvia Plath’in dediği gibi; yazıyorum çünkü içimde susturamadığım bir ses var. Yaşadığımız pandemi sürecinin sana neler öğrettiğini düşünüyorsun? Evde vakit geçirmek benim için tüm zamanların favori aktivitesi zaten. Dolayısıyla maddi manevi tüm endişeleri bir kenara bırakacak olursak, pandemi döneminde evde piyanomla, kitaplarımla ve filmlerimle baş başa vakit geçirmek benim için son derece besleyici ve şifalı bir süreçti. Kapitalizmin dayattığı “verimlilik” fetişizmine başkaldırmak için kendimce bir süre çalışmamak ve dinlenmek için direndim ama bir ayın sonunda teker teker yeni şarkılar dökülmeye başladı. 6 yeni şarkı yazdım bu dönemde. Bir kısmının kayıtlarını da tamamladık. Paylaşmak için sabırsızlanıyorum. Bundan sonrası için planların neler? Çok fazla şarkı birikti cebimde. Bu aydan itibaren çok inandığım, kendimi ve müziğimi doğru ve içten bir şekilde ifade edebildiğimi düşündüğüm çok fazla yeni şarkı paylaşıyor olacağım. Çoğunun kayıtları tamamlandı bile, her şarkıda başka bir sound hükümdarlığını sürüyor. Tüm şarkıları ortak paydada buluşturan bir sözel ve melodik bütünlükten bahsetmek mümkün tabi ama birbirine benzemeyen ve ayrı dünyalarda gezinen şarkılar üretmeye çalıştım diyebiliriz. Ben bir dinleyici olarak da kendini tekrarlamayan işleri dinlemeyi sevdiğim için böyle bir yol seçtim sanırım. Konserler şu an için bir muamma ama umuyorum ki sağlıklı günlerde göz göze yüz yüze söylüyor olacağız şarkılarımı.
47
BELGESEL
MARVEL 616 İLE BÜYÜLÜ YOLCULUK Disney+’ın sekiz bölümlük antoloji dizisi Marvel’s 616, 20 Kasım’da başlıyor. Çizgi romanların ve dolayısıyla süper kahramanların, dünya kültürüne nasıl etki yaptıklarını ve dünyayı bir bakıma nasıl değiştirdiklerini ele alacak bu belgeseli kaçırmayın! 48
B
elgesel diziler, son dönemde hiç olamadığı kadar popülerler. Disney+, bu akımı sekiz bölümlük antoloji dizisi Marvel 616 ile taçlandırıyor. 20 Kasım’da ekrana gelecek Marvel 616, çizgi romanların ve dolayısıyla süper kahramanların, dünya kültürüne nasıl etki yaptıklarını ve dünyayı bir bakıma nasıl değiştirdiklerini ele alacak. Marvel Sinematik Evreni ile birlikte dünya genelindeki en önemli popüler kültür ikonları haline gelen Marvel karakterlerinin arkasında yatan detayların yanı sıra markanın gelişme sürecine ve hayranların karakterlerle kurdukları bağı da detaylı bir şekilde öğreneceğimiz yapım, 80 yıldır hayatımızda bulunan ve büyük küçük herkese cesaret, kahramanlık ve iyilik aşılamış kahramanların hikayelerini belki de ilk kez bu kadar detaylı bir şekilde anlatacak.
NİÇİN MARVEL 666?
Belgesele isim verilirken, Marvel’ın çizgi romanlardaki asıl evreni olan Earth-616’dan esinlenilmiş. Earth-616, Marvel çizgi romanları çoklu evrenindeki bilindik kahramanların olduğu ilk ana evrendir; yani “Klasik Marvel Evreni” olarak adlandırılabilir. Stan Lee, Marvel evrenini “pencerenin arkasındaki dünya” olarak tanımlardı. Alan Moore’a göre ise, 616’nın anlamı Marvel evreninin, daha büyük çoklu evrenlerin içinde olduğudur. Bu iki konseptin yan yana gelmesi ile Disney+, bu belgeselin adını, sanki gerçek dünya ve Marvel dünyasının bağlantılı olduğunu ima etmiş. Marvel 616, toplam sekiz bölümden oluacakr ve her bölümde anlatıcı olarak sekiz farklı film yapımcısı ya da aktör konuk olacak. Marvel dünyasını sekiz farklı gözden
izleyeceğiniz bu belgesel dizisinde; David Gerb, Paul Scheer, Gillian Jacobs, Clay Jeter, Andrew Rossi, Sarah Ramos, Brian Oakes ve Alison Brie gibi önemli isimler yer alıyor. Belgeselin her bir bölümü, Marvel dünyasının farklı açılarına odaklanacak. Bir bölümde çizgi romanları izlerken, diğer bölümde Marvel karakterlerinin nasıl bambaşka kişiliklere sahip olduğunu göreceğiz.
AÇILIŞ JAPON SPIDER-MAN İLE
Marvel 616’nın ilk bölümünde yönetmen koltuğu, Jiro Dreams of Sushi’nin yönetmeni David Gerb’e emanet edilmiş ve bu bölümde “Japan Spider-Man” ele alınacak. 1978’de Japon televizyon devi Toei, Marvel ile dönemin en popüler kahramanı Spider-Man üzerine anlaşır. Ancak Japonya’da yayımlanan Spider-Man bildiğimizden bir hayli farklıdır. Arabasına atlayıp dev robotu ile kötü adamlarla dövüşen Japon Spider-Man’i farklı bir kültürel yaklaşım olarak düşünebiliriz. “Higher, Further, Faster” adlı ikinci bölümü ise Community dizisinden tanıdığımız Britta Perry’yi oynayan Gillian Jacobs yönetiyor. Bölüm, 2019’da yayımlanan Brie Larson’ın başrolünde olduğu Captain Marvel’ı mercek altına alıyor ve Marvel tarihinde önemli işlere imza atmış kadınları anlatıyor. Kadınların Marvel evrenine neler kattığından kadınların yarattığı kadın süper kahramanlara kadar bu piyasada çalışan kadınların çektiği zorluklar bu bölümde ele alınacak. “Amazing Artisans” olarak adlandırılan üçüncü bölümde ise İspanya’da yaşayan Javier Garrón ve Natacha Bustos’un kendi yaşam tecrübelerini harmanlayıp genç süperkahramanlara nasıl hayat verdiklerini,
49
Miles Morales ve Moon Girl’ün nasıl hayata geldiğini izleyeceksiniz. Dördüncü bölümün adı ise “Lost and Found” olacak. Paul Scheer’ın yönettiği bu bölümde unutulmuş ya da hiç duymadığınız Marvel karakterlerine değinilecek.
HER HAFTA BİR BÖLÜM
Marvel 616’nın beşinci bölümü “Suit Up”, Andrew Rossi tarafından ele alınıyor ve cosplay kültürüne odaklanıyor. Bu bölümde geçen sene düzenlenen New York Comic Con’da birkaç cosplay sanatçısı ile yapılan röportajlar yer alıyor. Altıncı bölüm ise, Sarah Ramos’un yönettiği “Unboxed”. Bu bölümde, çizgi romanlar ve oyuncaklar arasındaki simbiyotik ilişki anlatılıyor. “Oyuncaklar satılsın diye mi çizgi romanlar yaratıldı, yoksa çizgi romanlar başarıyı elde ettiler de oyuncakları mı piyasaya çıktı?” sorusuna yanıt aranıyor. Hasbro ve Funko gibi oyuncak devlerinin yanında Marvel oyuncak uzmanları ve koleksiyoncular ile yapılan söyleşileri izleyebileceksiniz. “The Marvel Method”, ise yedinci bölümün adı olacak. Yönetmeni Brian Oakes, yeni bir çizgi roman olan “Iron Man 2020”ye yakından bir bakış atıyor. Silver Surfer’ın yazarı Dan Slott, Deadpool’un çizeri Pete Woods, New Avengers editörü Tom Brevoort ile yapılan röportajlarda bu bölümün içinde yer alıyor. Son olarak, sekizinci bölüm ise “Marvel Spotlight” olarak adlandırılmış. Community ve Glow dizilerinden tanıdığımız Alison Brie’nin yönettiği bu bölümde Florida’s Brandon Lisesi’nde oynanan Marvel temalı tiyatro oyunları inceleniyor.