EKİM 2013
NO:09 www.postkolik.com
ÜCRETSİZDİR facebook.com/postkolik
twitter.com/postkolik
instagram.com/postkolik
ÜCRETSİZ İNDİRİN!
KONSOL SAVAŞLARI Playstation 4 mü? Xbox One mı?
GEZİ
2020 Olimpiyatları’nı kaptırdığımız Tokyoluların dünyadan kopuk hayatlarını Japonya’ya gidip inceledik.
PORTRE
Jack Nicholson’ın sinemayı bıraktığı söylentilerinin tavan yaptığı bu günlerde, efsane oyuncunun sıra dışı hayatına göz attık.
TİYATRO
Ve sezon açılıyor… Birbirinden güzel oyunlar arasından dikkatimizi çeken 10 oyunu Ajanda sayfalarımıza taşıdık.
KONSER
İstanbul’un bizi kesmeyeceği tabii ki belliydi. Roger Waters babayı bir kez de Sofya’da izlemek için yollara koyulduk.
OYUN
Heyecanla beklediğimiz Grand Theft Auto’nun beşinci oyununu çıkar çıkmaz oynadık ve izlenimlerimizi kaleme aldık.
RÖPORTAJ
Dövme, airbrush ve graffiti sanatçısı Gölge ile hem projelerini konuştuk hem de Postkolik için graffiti yapışını izledik.
EKİM 2013 M O N T E R O S A , I TA LY
03
İ Ç İ N D E K İ L E R
HERVÈ BARMASSE
08GEZİ
10RÖPORTAJ
26KONSER
32PORTRE
2020 Olimpiyatları’nı kaybettiğimiz Tokyoluların dünyadan kopuk hayatlarını Japonya’ya gidip inceledik.
İstanbul’un bizi kesmeyeceği tabii ki belliydi. Roger Waters babayı bir kez de Sofya’da izlemek için yollara koyulduk.
Jack Nicholson’ın sinemayı bıraktığı söylentilerinin tavan yaptığı bu günlerde, efsane oyuncunun sıra dışı hayatına göz attık.
30OYUN
36TİYATRO
Heyecanla beklediğimiz Grand Theft Auto’nun beşinci oyununu çıkar çıkmaz oynadık ve izlenimlerimizi kaleme aldık.
Ve sezon açılıyor… Birbirinden güzel oyunlar arasından dikkatimizi çeken 10 oyunu Ajanda sayfalarımıza taşıdık.
™
PHOTO: Damiano Levati
NEVER STOP EXPLORING
Dövme, airbrush ve graffiti sanatçısı Gölge ile hem projelerini konuştuk hem de Postkolik için graffiti yapışını izledik.
KÜNYE Hazırlayanlar Enis Hazan, Mehmet Erdoğan, Ersay Uçak, Orhan Meriç, Pınar Özbakır, Hande Demirel, Elif Öztuna, Evrim Evre Çolakoğlu, Bilgehan Aksoy, Emrah Gürkan, Nur Adıgüzel (Moda)
SATIS¸ NOkTALARIMIz IçIN: Eu.THENORTHfAcE.cOM
Fotoğraf: Cihan Turhan
REKLAM NYX Medya Hizmetleri ve PR Betül Özdemir 0534 614 70 77 betul@nyxmedya.com IPAD REKLAM MEDYANET Emre Türegün 0212 304 21 01 mobia@medyanet.com.tr
• Postkolik’te kullanılan tüm yazılar kaynak gösterilerek yayınlanır. • Postkolik 15 bin adet basılıyor. Postkolik’in dağıtıldığı yerleri görmek için www.postkolik.com/nerdeyiz adresini ziyaret edebilirsiniz. • Postkolik’i e-dergi olarak www.postkolik.com adresinden okuyabilirsiniz. Tnf _F13_AdPage_POSTKOLIK_210X320_ESE.indd 1
13/09/13 11.44
DİJİtal Medya Ajansı Baffo Digital email: info@baffodigital.com Tel: 0216 414 8688
Basım Altın Kitaplar Yayınevi Tic. AŞ. Göztepe Mahallesi, Kazım Karabekir Caddesi, No: 32 Bağcılar-İstanbul Tel: 0212 446 38 88
İletişim Kağıthane Cd. No:72 Çağlayan 34403 İstanbul Tel: 0532 437 26 38 www.postkolik.com info@postkolik.com
EKİM 2013 M O N T E R O S A , I TA LY
03
İ Ç İ N D E K İ L E R
HERVÈ BARMASSE
08GEZİ
10RÖPORTAJ
26KONSER
32PORTRE
2020 Olimpiyatları’nı kaybettiğimiz Tokyoluların dünyadan kopuk hayatlarını Japonya’ya gidip inceledik.
İstanbul’un bizi kesmeyeceği tabii ki belliydi. Roger Waters babayı bir kez de Sofya’da izlemek için yollara koyulduk.
Jack Nicholson’ın sinemayı bıraktığı söylentilerinin tavan yaptığı bu günlerde, efsane oyuncunun sıra dışı hayatına göz attık.
30OYUN
36TİYATRO
Heyecanla beklediğimiz Grand Theft Auto’nun beşinci oyununu çıkar çıkmaz oynadık ve izlenimlerimizi kaleme aldık.
Ve sezon açılıyor… Birbirinden güzel oyunlar arasından dikkatimizi çeken 10 oyunu Ajanda sayfalarımıza taşıdık.
™
PHOTO: Damiano Levati
NEVER STOP EXPLORING
Dövme, airbrush ve graffiti sanatçısı Gölge ile hem projelerini konuştuk hem de Postkolik için graffiti yapışını izledik.
KÜNYE Hazırlayanlar Enis Hazan, Mehmet Erdoğan, Ersay Uçak, Orhan Meriç, Pınar Özbakır, Hande Demirel, Elif Öztuna, Evrim Evre Çolakoğlu, Bilgehan Aksoy, Emrah Gürkan, Nur Adıgüzel (Moda)
SATIS¸ NOkTALARIMIz IçIN: Eu.THENORTHfAcE.cOM
Fotoğraf: Cihan Turhan
REKLAM NYX Medya Hizmetleri ve PR Betül Özdemir 0534 614 70 77 betul@nyxmedya.com IPAD REKLAM MEDYANET Emre Türegün 0212 304 21 01 mobia@medyanet.com.tr
• Postkolik’te kullanılan tüm yazılar kaynak gösterilerek yayınlanır. • Postkolik 15 bin adet basılıyor. Postkolik’in dağıtıldığı yerleri görmek için www.postkolik.com/nerdeyiz adresini ziyaret edebilirsiniz. • Postkolik’i e-dergi olarak www.postkolik.com adresinden okuyabilirsiniz. Tnf _F13_AdPage_POSTKOLIK_210X320_ESE.indd 1
13/09/13 11.44
DİJİtal Medya Ajansı Baffo Digital email: info@baffodigital.com Tel: 0216 414 8688
Basım Altın Kitaplar Yayınevi Tic. AŞ. Göztepe Mahallesi, Kazım Karabekir Caddesi, No: 32 Bağcılar-İstanbul Tel: 0212 446 38 88
İletişim Kağıthane Cd. No:72 Çağlayan 34403 İstanbul Tel: 0532 437 26 38 www.postkolik.com info@postkolik.com
04
EKİM 2013
EKİM 2013
05
KARDA STAR WARS İZLERİ Yaz bitti ve artık kış sporları için yeni ekipmanlar bakma vakti geldi. Ne mutlu ki Burton bu sene de Star Wars ile anlaştı ve 2014 yılı Chopper snowboard koleksiyonuna en sevdiğimiz Star Wars karakterlerini ekledi. Klasiklerden Stormtrooper, Darth Vader ve Boba Fett’in yanı sıra bu seneki koleksiyonda beklenmedik sürpriz karakterler de var. Darth Maul, General Grievous ve hatta Super Battle Droid. Karakterinizi seçin ve bu sene karda kendi Star Wars izinizi bırakın. H www.burton.com H
http://goo.gl/BoLIIC
HiPSTER HEYKELLER
AMAZON BÖYLE GEZİLİR Aranızda vahşi Amazon Nehri’ni keşfe çıkmak isteyen birileri elbet vardır. Neden bunu Aqua Expeditions takımının Aqua Amazon tarzıyla yapmayasınız? Geçen sayıda size İspanya’da açılan Twitter konseptli enteresan bir otelden bahsetmiştik. Şimdi de dünyanın öbür ucuna ışınlanıyor ve Amazon Nehri’ni gezip keşfetmek için bugüne dek yaratılan en lüks yüzen oteli ziyaret ediyoruz. Mister No çizgi romanlarında ya da Indiana Jones gibi macera filmlerinde Amazon’u gezmek nasıldı? Yapış yapış terlemiş kıyafetler içinde binbir tür börtü böcekle savaş vererek ve
timsahların cirit attığı balçığın içine bata çıkarak değil mi? Şimdi bunları unutun ve gözlerinizin önüne fotoğraflardaki gemiyi getirin: 12 lüks suit odasında 32 konuk ağırlamaya imkan tanıyan 142 metre uzunluğundaki bu rüya yolcu gemisinin iç dekorasyonunu Perulu tanınmış mimar Jordi Puig tasarlamış. Deyim yerindeyse Puig’in sihirli dokunuşundan nasibini almayan bir santimetrekare bile yok teknede! Başka neler mi var? Siz ne yok ki diye sorsanız daha iyi olur aslında. Amazon Nehri’nin tüm güzelliklerini seyredebilmek için maksimum görüş alanına sahip panoramik pencereli tavanlar, eğlence
ve rahatlama amaçlı lounge’lar, dış mekan jakuzileri, jimnastik salonu ve tabii Şef Pedro Miguel Schiaffino’nun maharetli ellerine teslim mükemmel bir restoran! Çok paranız ve bol vaktiniz varsa ölmeden yapılacaklar listenize rahatlıkla alabilirsiniz bu seyahati! Bu arada önümüzdeki yıldan itibaren bu gemiyle Vietnam ve http://goo.gl/svBhD Kamboçya turları da başlayacak. H www.aquaexpeditions.com H
Antik çağlarda yaşamanın ne kadar daha keyifli olabileceğini bi düşünsenize? Üzerime ne giysem, beni şişman gösterdi mi, rengi tenime gitti mi gibi bir dert yok! Sar togayı çık, ya da komple koyver gitsin! Gelin görün ki Fransız fotoğrafçı Léo Caillard ve sanat yönetmeni arkadaşı Alexis Persani tam tersini düşünüyor olacak ki, sevgili antik kahramanlarımızı güncel dönemin kıyafetlerine uygun biçimde giydirmişler! Paris’teki Louvre Müzesi içinde bulunan heykellere foto-manipülasyon tekniği ile hipster kıyafetleri giydiren ekip, bu iş için başarılı bir takım çalışması sergilemiş. Öncelikle gidip heykellerin fotoğraflarını çeken Caillard, daha sonra arkadaşlarına son moda gözlükler, kot gömlek ve şortlar gibi hipster kıyafetleri giydirip benzer pozlar verdirerek fotoğraflarını çekmiş. Bu aşamadan sonra devreye Persani’nin Photoshop yetenekleri girmiş ve ortaya bu eğlenceli fotoğraflar çıkmış! Sonuç olarak Rönesans hiçbir şeydir, imaj her şey!
http://goo.gl/Idap8
H www.leocaillard.com H
BACK TO THE FUTURE! Çocukluğumuza referans olan efsane iki şey bir araya gelse ne olurdu? Lego ve Universal Stüdyoları bir araya gelip bu ukdemizi gerçekleştirmiş gibi gözüküyor. Star Wars ve Lord of the Rings derken Legolaştırılmış Back to the Future DeLorean zaman makinesi de film meraklılarının beğenisine sunuldu. Bu model özel olarak Cuusoo denen Lego’nun destek verdiği bağımsız geliştirici platformundan çıkmış. Bu platform Lego severlerin tasarladığı ve yayınladığı konsept setleri oylamaya sunuyor. Fikir kullanıcılar tarafından 10,000 oy alırsa Lego o seti resmileştirip seri üretime geçiriyor. Bir nevi
Threadless veya Kickstarter gibi düşünebilirsiniz. Set, serinin üç ayrı filmindeki aracı da yapmanıza imkan sağlayacak şekilde hazırlanmış.
http://goo.gl/CrViw7 H http://lego.BTTF.com H
47 SANİYELİK UÇUŞ Uçakları seversiniz değil mi? Ya da uçakla seyahat etmenin rahatlığını? Peki sadece 47 saniyelik bir uçuşa ne dersiniz? Olur mu öyle şey demeyin, olmuş hatta olmaya da devam ediyor. Hem de rekor denemesi falan da değil, gayet ticari olarak! Dünyanın en kısa ticari uçuşu, İskoçya’nın kuzeyinde bulunan ve aralarında sadece 1,7 mil (2,3 kilometre) bulunan (evet yanlış okumadınız!) Westray ve Papa Westray adlı iki Orkney Adası’nın arasında yapılıyor. Loganair tarafından düzenlenen uçuşun resmi süresi iki dakikaymış ama uygun hava koşullarında
47 saniyede de tamamlanabiliyormuş. Bilet fiyatlarının 30 dolar olduğu uçuşta yiyecekiçecek servisi yapılamıyor maalesef! Papa Westray adasının sakinleri yaklaşık 70 kişiden oluşmakta. Bu kısacık uçuşun yolcuları genelde eğitimciler, sağlık görevlileri, onların hastaları ve tabii ki meraklı turistlerden oluşuyormuş. Loganair tarafından altmış tane arkeolojik kazı alanı bulunan Papa Westray Adası’na yapılan uçuşların tarihi aslen 1960’lara kadar uzanıyor. 2011 yılından beri meraklılarına turistik amaçlarla da düzenlenen bu garip deneyimin sorumluları için Allah akıl fikir versin demek istiyoruz!
BU AYAKKABILARIN BENZERİ YOK! Eski bilgisayar parçalarını ne yaparsınız? Ya da hiç kullanılmayan bir daktilonun parçalarını? Muhtemelen ya atarız ya da olduğu yerde tozlanmaya bırakırız. Ama heykeltıraş ve “hurda sanatçısı” Gabriel DiShaw bu parçaları bambaşka bir amaç için kullanıyor. Onlardan ünlü ayakkabı modellerinin heykellerini yapıyor. Nike Airmax’den Adidas Super Star’a kadar birçok ayakkabının modellerini tamamen artık parçaları birleştirerek yapan DİSHaw ayrıca kendi web sitesi ve blogu aracılığıyla da bu eserlerini beğeniye sunuyor. Uzun çalışma saatlerinde yaratılmış bu sıradışı aksesuarların en güzel yanı da her birinden sadece bir adet ya da çift yapılmış olması. http://goo.gl/BoLIIC H http://gabrieldishaw.com H
04
EKİM 2013
EKİM 2013
05
KARDA STAR WARS İZLERİ Yaz bitti ve artık kış sporları için yeni ekipmanlar bakma vakti geldi. Ne mutlu ki Burton bu sene de Star Wars ile anlaştı ve 2014 yılı Chopper snowboard koleksiyonuna en sevdiğimiz Star Wars karakterlerini ekledi. Klasiklerden Stormtrooper, Darth Vader ve Boba Fett’in yanı sıra bu seneki koleksiyonda beklenmedik sürpriz karakterler de var. Darth Maul, General Grievous ve hatta Super Battle Droid. Karakterinizi seçin ve bu sene karda kendi Star Wars izinizi bırakın. H www.burton.com H
http://goo.gl/BoLIIC
HiPSTER HEYKELLER
AMAZON BÖYLE GEZİLİR Aranızda vahşi Amazon Nehri’ni keşfe çıkmak isteyen birileri elbet vardır. Neden bunu Aqua Expeditions takımının Aqua Amazon tarzıyla yapmayasınız? Geçen sayıda size İspanya’da açılan Twitter konseptli enteresan bir otelden bahsetmiştik. Şimdi de dünyanın öbür ucuna ışınlanıyor ve Amazon Nehri’ni gezip keşfetmek için bugüne dek yaratılan en lüks yüzen oteli ziyaret ediyoruz. Mister No çizgi romanlarında ya da Indiana Jones gibi macera filmlerinde Amazon’u gezmek nasıldı? Yapış yapış terlemiş kıyafetler içinde binbir tür börtü böcekle savaş vererek ve
timsahların cirit attığı balçığın içine bata çıkarak değil mi? Şimdi bunları unutun ve gözlerinizin önüne fotoğraflardaki gemiyi getirin: 12 lüks suit odasında 32 konuk ağırlamaya imkan tanıyan 142 metre uzunluğundaki bu rüya yolcu gemisinin iç dekorasyonunu Perulu tanınmış mimar Jordi Puig tasarlamış. Deyim yerindeyse Puig’in sihirli dokunuşundan nasibini almayan bir santimetrekare bile yok teknede! Başka neler mi var? Siz ne yok ki diye sorsanız daha iyi olur aslında. Amazon Nehri’nin tüm güzelliklerini seyredebilmek için maksimum görüş alanına sahip panoramik pencereli tavanlar, eğlence
ve rahatlama amaçlı lounge’lar, dış mekan jakuzileri, jimnastik salonu ve tabii Şef Pedro Miguel Schiaffino’nun maharetli ellerine teslim mükemmel bir restoran! Çok paranız ve bol vaktiniz varsa ölmeden yapılacaklar listenize rahatlıkla alabilirsiniz bu seyahati! Bu arada önümüzdeki yıldan itibaren bu gemiyle Vietnam ve http://goo.gl/svBhD Kamboçya turları da başlayacak. H www.aquaexpeditions.com H
Antik çağlarda yaşamanın ne kadar daha keyifli olabileceğini bi düşünsenize? Üzerime ne giysem, beni şişman gösterdi mi, rengi tenime gitti mi gibi bir dert yok! Sar togayı çık, ya da komple koyver gitsin! Gelin görün ki Fransız fotoğrafçı Léo Caillard ve sanat yönetmeni arkadaşı Alexis Persani tam tersini düşünüyor olacak ki, sevgili antik kahramanlarımızı güncel dönemin kıyafetlerine uygun biçimde giydirmişler! Paris’teki Louvre Müzesi içinde bulunan heykellere foto-manipülasyon tekniği ile hipster kıyafetleri giydiren ekip, bu iş için başarılı bir takım çalışması sergilemiş. Öncelikle gidip heykellerin fotoğraflarını çeken Caillard, daha sonra arkadaşlarına son moda gözlükler, kot gömlek ve şortlar gibi hipster kıyafetleri giydirip benzer pozlar verdirerek fotoğraflarını çekmiş. Bu aşamadan sonra devreye Persani’nin Photoshop yetenekleri girmiş ve ortaya bu eğlenceli fotoğraflar çıkmış! Sonuç olarak Rönesans hiçbir şeydir, imaj her şey!
http://goo.gl/Idap8
H www.leocaillard.com H
BACK TO THE FUTURE! Çocukluğumuza referans olan efsane iki şey bir araya gelse ne olurdu? Lego ve Universal Stüdyoları bir araya gelip bu ukdemizi gerçekleştirmiş gibi gözüküyor. Star Wars ve Lord of the Rings derken Legolaştırılmış Back to the Future DeLorean zaman makinesi de film meraklılarının beğenisine sunuldu. Bu model özel olarak Cuusoo denen Lego’nun destek verdiği bağımsız geliştirici platformundan çıkmış. Bu platform Lego severlerin tasarladığı ve yayınladığı konsept setleri oylamaya sunuyor. Fikir kullanıcılar tarafından 10,000 oy alırsa Lego o seti resmileştirip seri üretime geçiriyor. Bir nevi
Threadless veya Kickstarter gibi düşünebilirsiniz. Set, serinin üç ayrı filmindeki aracı da yapmanıza imkan sağlayacak şekilde hazırlanmış.
http://goo.gl/CrViw7 H http://lego.BTTF.com H
47 SANİYELİK UÇUŞ Uçakları seversiniz değil mi? Ya da uçakla seyahat etmenin rahatlığını? Peki sadece 47 saniyelik bir uçuşa ne dersiniz? Olur mu öyle şey demeyin, olmuş hatta olmaya da devam ediyor. Hem de rekor denemesi falan da değil, gayet ticari olarak! Dünyanın en kısa ticari uçuşu, İskoçya’nın kuzeyinde bulunan ve aralarında sadece 1,7 mil (2,3 kilometre) bulunan (evet yanlış okumadınız!) Westray ve Papa Westray adlı iki Orkney Adası’nın arasında yapılıyor. Loganair tarafından düzenlenen uçuşun resmi süresi iki dakikaymış ama uygun hava koşullarında
47 saniyede de tamamlanabiliyormuş. Bilet fiyatlarının 30 dolar olduğu uçuşta yiyecekiçecek servisi yapılamıyor maalesef! Papa Westray adasının sakinleri yaklaşık 70 kişiden oluşmakta. Bu kısacık uçuşun yolcuları genelde eğitimciler, sağlık görevlileri, onların hastaları ve tabii ki meraklı turistlerden oluşuyormuş. Loganair tarafından altmış tane arkeolojik kazı alanı bulunan Papa Westray Adası’na yapılan uçuşların tarihi aslen 1960’lara kadar uzanıyor. 2011 yılından beri meraklılarına turistik amaçlarla da düzenlenen bu garip deneyimin sorumluları için Allah akıl fikir versin demek istiyoruz!
BU AYAKKABILARIN BENZERİ YOK! Eski bilgisayar parçalarını ne yaparsınız? Ya da hiç kullanılmayan bir daktilonun parçalarını? Muhtemelen ya atarız ya da olduğu yerde tozlanmaya bırakırız. Ama heykeltıraş ve “hurda sanatçısı” Gabriel DiShaw bu parçaları bambaşka bir amaç için kullanıyor. Onlardan ünlü ayakkabı modellerinin heykellerini yapıyor. Nike Airmax’den Adidas Super Star’a kadar birçok ayakkabının modellerini tamamen artık parçaları birleştirerek yapan DİSHaw ayrıca kendi web sitesi ve blogu aracılığıyla da bu eserlerini beğeniye sunuyor. Uzun çalışma saatlerinde yaratılmış bu sıradışı aksesuarların en güzel yanı da her birinden sadece bir adet ya da çift yapılmış olması. http://goo.gl/BoLIIC H http://gabrieldishaw.com H
06
EKİM 2013
YALNIZLIK ZOR! Teksen yavan, yalnız; çiftsen başarılı ve uyumlusun! Öyle midir? Teke bu kadar yüklenmek doğru değil belki ama kombinasyonların gücünü de yadsıyamayız, özellikle söz konusu yemeklerse! Minneapolis tabanlı tasarım stüdyosu Dschwen LLC çiftlerin bu karşı konulmaz etkisini fark etmiş ve de günlük hayatımızda bize sadece kalori olarak uğrayan lezzetler ona ilham olmuş! Tuz&karabiber, hamburger&patates, kurabiye&süt gibi bazı ayrılmaz lezzet ikililerinden aldığı ilhamı bir de renk otoritesi
Pantone paletleri ile birleştirince çok keyifli bir “yemek çiftleri” çalışması çıkmış ortaya. 30x30 cmlik baskı kâğıdına çalışılmış imzalı ve sınırlı sayıdaki bu işlerden herhangi birine sahip olmak için www. foodartpairings.com web sitesine uğrayıp hangisini istediğinizi seçmeniz yeterli! Dschwen’in diğer işleri için ise www.dschwen.com adresini http://goo.gl/N7ZsSG ziyaret edebilirsiniz. H www.foodartpairings.com H
FIRLAT KAMERANI MatrIx filmini hepimiz hatırlıyoruz. Efektleriyle olduğu kadar yepyeni çekim teknikleri ile de bizi şaşırtmıştı. Özellikle 360 derece dönen hareketli çekimleri halen eşsizdir. Onların yüzlerce kamerayı titizlikle yerleştirerek yaptığını siz artık sadece kameranızı fırlatarak yapabilirsiniz. Nasıl mı? Steve Hollinger imzali Squito fırlatılabilir kamera ile bu iş çok basit. Dışardan bakılınca bir topu ve yin-yang’ı andıran bu ürün fırlatıldığı zaman panoramik olarak görüntü çekme özelliğine sahip. Dönüş stabilizasyon özelliği sayesinde havada dönerken çektiği videoları otomatik olarak düzleştirip izlenebilir hale getirebilen Squito, hava fotoğrafçılığından, ulaşılamayan yerlerin görüntüsünü almaya kadar pek çok alanda çığır http://goo.gl/FW7kE6 açacağa benziyor. H www.serveball.com H
KİTAPLARINIZA MJOLNIR DESTEĞİ Geek aksesuarların en güzel tarafı, hayatımızın her alanında her yerde kullanabileceğimiz ürünlerin sürekli olarak karşımıza çıkması. Benzer versiyonları Star Wars için de bulunan kitap desteği bu sefer karşımıza şimşek tanrısı Thor’un meşhur çekici Mjölnir olarak çıkıyor. Bu tarz aksesuarların ustası Gentle Giant firması tarafından polystone malzemeden üretilen bu kitap desteği filmdeki çekicin birebir görüntüsünde üretilmiş ve http://goo.gl/C0xvDe tamamen elde boyanmış. Kütüphanenize hem renk hem de tat katmak için birebir. H www.urban-collector.com H
FENA FİKİR DEĞİL Teknolojinin gelişmesi bize neredeyse kağıt ve kalem kullanmayı unutturmuşken, basit ve kullanışlı fikirler teknolojiyle eski usülü birleştiriyor. Akıllı telefonların hepsinde zaten not kağıdı uygulaması var dediğinizi duyar gibiyiz. Ancak çoğu zaman önemli notları kağıda yazmak hem daha kolay hem de daha kullanışlı olabiliyor. İster aklınıza gelen bir fikri çizin, isterseniz alışveriş listesi hazırlayın. Tek yapmanız gereken eski dostunuz kaleminizi elinize alıp, telefonunuzun ya da kılıfının arkasına kolayca yapışıp çıkartılabilen bu http://goo.gl/zWKs0i notları kullanmak. Eskiden yaptığınız gibi. H http://ilovehandles.com H
06
EKİM 2013
YALNIZLIK ZOR! Teksen yavan, yalnız; çiftsen başarılı ve uyumlusun! Öyle midir? Teke bu kadar yüklenmek doğru değil belki ama kombinasyonların gücünü de yadsıyamayız, özellikle söz konusu yemeklerse! Minneapolis tabanlı tasarım stüdyosu Dschwen LLC çiftlerin bu karşı konulmaz etkisini fark etmiş ve de günlük hayatımızda bize sadece kalori olarak uğrayan lezzetler ona ilham olmuş! Tuz&karabiber, hamburger&patates, kurabiye&süt gibi bazı ayrılmaz lezzet ikililerinden aldığı ilhamı bir de renk otoritesi
Pantone paletleri ile birleştirince çok keyifli bir “yemek çiftleri” çalışması çıkmış ortaya. 30x30 cmlik baskı kâğıdına çalışılmış imzalı ve sınırlı sayıdaki bu işlerden herhangi birine sahip olmak için www. foodartpairings.com web sitesine uğrayıp hangisini istediğinizi seçmeniz yeterli! Dschwen’in diğer işleri için ise www.dschwen.com adresini http://goo.gl/N7ZsSG ziyaret edebilirsiniz. H www.foodartpairings.com H
FIRLAT KAMERANI MatrIx filmini hepimiz hatırlıyoruz. Efektleriyle olduğu kadar yepyeni çekim teknikleri ile de bizi şaşırtmıştı. Özellikle 360 derece dönen hareketli çekimleri halen eşsizdir. Onların yüzlerce kamerayı titizlikle yerleştirerek yaptığını siz artık sadece kameranızı fırlatarak yapabilirsiniz. Nasıl mı? Steve Hollinger imzali Squito fırlatılabilir kamera ile bu iş çok basit. Dışardan bakılınca bir topu ve yin-yang’ı andıran bu ürün fırlatıldığı zaman panoramik olarak görüntü çekme özelliğine sahip. Dönüş stabilizasyon özelliği sayesinde havada dönerken çektiği videoları otomatik olarak düzleştirip izlenebilir hale getirebilen Squito, hava fotoğrafçılığından, ulaşılamayan yerlerin görüntüsünü almaya kadar pek çok alanda çığır http://goo.gl/FW7kE6 açacağa benziyor. H www.serveball.com H
KİTAPLARINIZA MJOLNIR DESTEĞİ Geek aksesuarların en güzel tarafı, hayatımızın her alanında her yerde kullanabileceğimiz ürünlerin sürekli olarak karşımıza çıkması. Benzer versiyonları Star Wars için de bulunan kitap desteği bu sefer karşımıza şimşek tanrısı Thor’un meşhur çekici Mjölnir olarak çıkıyor. Bu tarz aksesuarların ustası Gentle Giant firması tarafından polystone malzemeden üretilen bu kitap desteği filmdeki çekicin birebir görüntüsünde üretilmiş ve http://goo.gl/C0xvDe tamamen elde boyanmış. Kütüphanenize hem renk hem de tat katmak için birebir. H www.urban-collector.com H
FENA FİKİR DEĞİL Teknolojinin gelişmesi bize neredeyse kağıt ve kalem kullanmayı unutturmuşken, basit ve kullanışlı fikirler teknolojiyle eski usülü birleştiriyor. Akıllı telefonların hepsinde zaten not kağıdı uygulaması var dediğinizi duyar gibiyiz. Ancak çoğu zaman önemli notları kağıda yazmak hem daha kolay hem de daha kullanışlı olabiliyor. İster aklınıza gelen bir fikri çizin, isterseniz alışveriş listesi hazırlayın. Tek yapmanız gereken eski dostunuz kaleminizi elinize alıp, telefonunuzun ya da kılıfının arkasına kolayca yapışıp çıkartılabilen bu http://goo.gl/zWKs0i notları kullanmak. Eskiden yaptığınız gibi. H http://ilovehandles.com H
08
EKİM 2013
EKİM 2013
09
SUSUZLUK HİÇBİR ŞEYDİR
daha fazla detay
Tokyo’da dolaşırken hiçbir zaman susuzluk çekmiyorsunuz çünkü yaklaşık beş adımda bir içecek makineleriyle karşılaşıyorsunuz. Soğuk kahveden değişik meyve aromalı gazozlara kadar birçok farklı çeşit içecek sunan bu makineler, özellikle sıcak ve nemli geçen yaz ayları için çok işlevsel.
Ancak şimdiden söyleyelim; fiyatlar kesinlikle Yazıcıoğlu ve Doğu Bank’tan ucuz değil, hemen hemen aynı. Aradaki tek fark, bizim anime ve manga kültürümüz olmadığı için Akihabara’da elektronik eşyalara ek olarak manga koleksiyonları, cosplay yapan güzel kızlar ve aklınıza gelebilecek her türlü video oyunu, anime, manga veya filmden karakter figürleri de bulunuyor. Üstelik çoğu mağazada bu figürler ikinci el olarak satılıyor. Siz almak istediğiniz figürü ararken bulunduğunuz mağazaya 60 yaşlarında yaşlı bir amca giriyor ve kocaman bavulundan artık evinde sergilemek istemediği figürleri çıkarıyor. Bir bakıyorsunuz ki aradığınız figür orada! İşte o an 60 yaşındaki biriyle aynı ilgi alanına sahip olduğunuza şaşırıyorsunuz; fakat sonra hemen aklınıza geliyor: Burası Tokyo, burada her şey olabilir…
iPHONE VE iPAD’NİZDE Neden mi? Çünkü sipariş vereceğiniz en küçük menüyle dört kişilik bir ailenin karnı doyabilir. İçinde et, sebze ve noodle olan ve tencere büyüklüğündeki bir kaseyle gelen çorba, yanında pilav, yanında altı büyük kızarmış mantı… Evet, bu görebileceğiniz en küçük set menülerden biri. Tüm yemeklerin içinde mutlaka zencefil ve yumurta bulunuyor. Eğer sushi-nigiri yemek isterseniz, sushi lokantalarında devamlı dönen bir mekanizmadan istediğinizi seçip yiyebilirsiniz. Burada 40 TL’ye yiyeceğiniz sushi ve nigiri, Tokyo’da sadece 10 TL tutuyor. Bu kadar yoğun karbonhidratlı yiyeceklere rağmen Tokyo’da obez bir insan görmeniz çok zor. Bu da hiçbir restoran ya da lokanta masasında tuzluğun olmamasına ve çoğu yiyecekte yağ kullanmamalarına dayanıyor. Ayrıca markette satılan abur cubur yiyecekler bile Japonya’ya özel olarak şekeri, yağı ve tuzu azaltılmış olarak satılıyor.
MUTLAKA GİTMELİSİNİZ
BAMBAŞKA BİR GEZEGEN
TOKYO Uzaylılara inanmıyorsanız, Tokyo’yu görmenizde fayda var. Kimsede göremeyeceğiniz kibarlıkları ve temizlikleri, cins cins yiyecekleri, yediden yetmişe oyun müptelalıkları, rengarenk sokakları ve çağ ötesi teknolojileriyle Tokyoluların dünyadan kopuk hayatlarını Elif Öztuna anlattı.
T
aksim Meydanı’ndaki trafik ışıklarını ve ışıklarda biriken kalabalığı gözünüzün önüne getirin. Şimdi o kalabalığı 100 kat artırın ve insanların etrafına gün boyu yayın yapan dev ekranlarla süslenmiş gökdelenler yerleştirin. Beyniniz hata mesajı vermiş olabilir ama Shibuya’da bu görüntü her gün, en az 16 saat, tüm gerçekliğiyle mevcut. Tokyo’nun hem eğlence hem de alışveriş hayatının kalbi Shibuya’da çeşit çeşit oyun merkezine, kulübe, restorana, bara ve butiğe rastlamak mümkün. Shibuya’nın bir başka ün yapmış noktası, hikayesiyle en taş kalpli insanın bile gözlerini dolduran sadık köpek Hachiko’nun heykeli. Sadakati sadakatle ödüllendiren bu heykel oldukça yoğun olan Shibuya tren durağının “Hachiko” çıkışında bulunuyor ve hem turistlerin, hem Tokyo halkının küçük molalarına ev sahipliği yapıyor. Shibuya’nın hızlı temposundan yorulanların bir başka ünlü mola yeri ise Yoyogi Parkı. Parka adım attığınızda bir anda rengarenk ve yorucu bir ortamdan yemyeşil, huzur dolu bir
atmosfere geçiş yapıyorsunuz. Pazar günlerinin park için ayrı bir önemi var çünkü pazarları Shinjuku tren istasyonunun önünde olduğu gibi genç Japon müzisyenler parkı dolduruyor.
SHINJUKU’NUN İKİ AYRI YÜZÜ Taksim-Kadıköy arasının yalnızca birkaç dakika sürdüğünü hayal edebilir misiniz? Tokyo’ya giderseniz hayal edebilirsiniz çünkü şehrin en canlı iki noktası adeta yan yana. Taksi ve otobüs hizmetinin dudak uçuklatan cinste fiyatlı
olması nedeniyle tren ve metro hatlarının yoğun olarak kullanıldığı Tokyo’da, Shibuya-Shinjuku arası trenle sadece 4 dakika sürüyor. Shinjuku, gündüzleri Shibuya’dan biraz daha sakin ve resmi bir semt. “Resmi” diyoruz zira Tokyo’nun bütün devlet işlerinin yürütüldüğü Tokyo City Hall, Shinjuku’da bulunuyor. Ancak gece olduğunda her şey değişiyor, Shinjuku’nun pavyonlar ve eğlence mekanları merkezi olan Kabukicho kontrolü eline alıyor. Barlar, kulüpler, restoranlar ve +18 mekanların çoğu hafta içi günler bile sabaha kadar hizmet veriyor. Yalnız belirtmekte fayda var; +18 mekanların çoğuna turistler giremiyor. Merak edip nedenini sorduğunuzda ise “Only Japanese” cevabını alabiliyorsunuz. Bu mekanları, kültürlerini koruyormuşçasına koruyorlar kısacası. Shinjuku’nun öne çıkan bir başka bölgesi Shinjuku tren istasyonunun önü. Saat akşam 6’yı geçince burada müzisyenler yerlerini alıyor ve size bedava performans sergiliyorlar. İşten yeni çıkmış Tokyolular da bu ücretsiz müzik festivalinin tadını çıkarıyorlar.
ELEKTRONİĞİN KALBİ AKIHABARA İstanbul için Yazıcıoğlu, Doğu Bank neyse Tokyo için Akihabara semti de o. Bu semtte her türlü elektronik alet, oyun konsolu ve oyun kolayca, uygun fiyatlara bulunabiliyor.
OYUN ÇILGINLIĞI “Oyunlar çocuklar içindir” diye düşünenler Tokyo’ya giremiyor. Şaka bir yana gerçekten de her yaştan insan Tokyo’da oyunlara zaman ayırıyor. Her sokakta en az bir tane arcade oyun salonu ve +18 oyun salonu bulunuyor. Arcade oyun salonlarında bilinen video oyunlarının yanı sıra ödüllü oyun makineleri de yer alıyor. “Pachinko” dedikleri +18 oyun salonları ise bildiğimiz kollu kumar makinelerinin Japon video oyunlarıyla buluşmuş hali; her makine farklı bir oyun temasına sahip. Üstelik bazı oyun salonlarında cosplay yapan hostesler de yer alıyor. Oyun salonlarının yanı sıra oyuncak sektörünün hedef kitlesi yediden yetmişe herkesi kapsıyor. 40 yaş üstü kadınların çantalarına sevdikleri anime karakterlerinin peluş oyuncaklarını taktıklarını görebiliyorsunuz.
BU YİYECEKLER NEREYE GİDİYOR!? Tokyo’da sıradan bir lokantaya girdiğinizde midenizin bomboş olmasında fayda var.
• Restoran: Ninja Akasaka (Chiyoda) • Lokanta: Kaijin (Shinjuku) • Rock Bar: Rockaholic (Shibuya) • Gece Kulübü: Atom (Shibuya) • Kafe: Calico Cat Café (Shinjuku) • Mağaza: Tokyu Hands (Shibuya, Shinjuku, Ikebukuro, Ginza) • Tapınak: Meiji Tapınağı (Shibuya) • Kule: Tokyo Tower (Minato) • Coğrafi güzellik: Fuji Dağı • Park: Yoyogi Parkı (Shibuya) • Oyun salonu: Taito Corporation
Elif ve Tokyolu kızlar
KARAOKE TUTKUSU Tokyo’da eğlencenin sınırı yok. Oyun oynamayı sevmiyorsanız karaoke yaparak harika zaman geçirebilirsiniz. Sesiniz güzel olsun, olmasın hiç fark etmez Tokyo halkı mutlaka sizin için tezahürat yapacaktır. Karaoke yapmak için arkadaşlarınızla büyük bir karaoke merkezinden rezervasyon yaptırabileceğiniz gibi küçük ve samimi bir bar ortamında, barmenlerin alkışlarıyla da şarkınızı söyleyebilirsiniz.
NO ENGLISH! Tokyo esnafının yüzde 99’u, genel Tokyo nüfusununsa yaklaşık yüzde 80’i İngilizce bilmiyor. İngilizce bilen bazı Tokyoluların bu konuyla ilgili görüşüyse şu: Japonca o kadar zor bir dil ki ilkokuldan beri zorunlu İngilizce dersi görmemize rağmen tüm zamanımızı anadilimizi öğrenmeye harcamak zorunda kalıyoruz. :)
08
EKİM 2013
EKİM 2013
09
SUSUZLUK HİÇBİR ŞEYDİR
daha fazla detay
Tokyo’da dolaşırken hiçbir zaman susuzluk çekmiyorsunuz çünkü yaklaşık beş adımda bir içecek makineleriyle karşılaşıyorsunuz. Soğuk kahveden değişik meyve aromalı gazozlara kadar birçok farklı çeşit içecek sunan bu makineler, özellikle sıcak ve nemli geçen yaz ayları için çok işlevsel.
Ancak şimdiden söyleyelim; fiyatlar kesinlikle Yazıcıoğlu ve Doğu Bank’tan ucuz değil, hemen hemen aynı. Aradaki tek fark, bizim anime ve manga kültürümüz olmadığı için Akihabara’da elektronik eşyalara ek olarak manga koleksiyonları, cosplay yapan güzel kızlar ve aklınıza gelebilecek her türlü video oyunu, anime, manga veya filmden karakter figürleri de bulunuyor. Üstelik çoğu mağazada bu figürler ikinci el olarak satılıyor. Siz almak istediğiniz figürü ararken bulunduğunuz mağazaya 60 yaşlarında yaşlı bir amca giriyor ve kocaman bavulundan artık evinde sergilemek istemediği figürleri çıkarıyor. Bir bakıyorsunuz ki aradığınız figür orada! İşte o an 60 yaşındaki biriyle aynı ilgi alanına sahip olduğunuza şaşırıyorsunuz; fakat sonra hemen aklınıza geliyor: Burası Tokyo, burada her şey olabilir…
iPHONE VE iPAD’NİZDE Neden mi? Çünkü sipariş vereceğiniz en küçük menüyle dört kişilik bir ailenin karnı doyabilir. İçinde et, sebze ve noodle olan ve tencere büyüklüğündeki bir kaseyle gelen çorba, yanında pilav, yanında altı büyük kızarmış mantı… Evet, bu görebileceğiniz en küçük set menülerden biri. Tüm yemeklerin içinde mutlaka zencefil ve yumurta bulunuyor. Eğer sushi-nigiri yemek isterseniz, sushi lokantalarında devamlı dönen bir mekanizmadan istediğinizi seçip yiyebilirsiniz. Burada 40 TL’ye yiyeceğiniz sushi ve nigiri, Tokyo’da sadece 10 TL tutuyor. Bu kadar yoğun karbonhidratlı yiyeceklere rağmen Tokyo’da obez bir insan görmeniz çok zor. Bu da hiçbir restoran ya da lokanta masasında tuzluğun olmamasına ve çoğu yiyecekte yağ kullanmamalarına dayanıyor. Ayrıca markette satılan abur cubur yiyecekler bile Japonya’ya özel olarak şekeri, yağı ve tuzu azaltılmış olarak satılıyor.
MUTLAKA GİTMELİSİNİZ
BAMBAŞKA BİR GEZEGEN
TOKYO Uzaylılara inanmıyorsanız, Tokyo’yu görmenizde fayda var. Kimsede göremeyeceğiniz kibarlıkları ve temizlikleri, cins cins yiyecekleri, yediden yetmişe oyun müptelalıkları, rengarenk sokakları ve çağ ötesi teknolojileriyle Tokyoluların dünyadan kopuk hayatlarını Elif Öztuna anlattı.
T
aksim Meydanı’ndaki trafik ışıklarını ve ışıklarda biriken kalabalığı gözünüzün önüne getirin. Şimdi o kalabalığı 100 kat artırın ve insanların etrafına gün boyu yayın yapan dev ekranlarla süslenmiş gökdelenler yerleştirin. Beyniniz hata mesajı vermiş olabilir ama Shibuya’da bu görüntü her gün, en az 16 saat, tüm gerçekliğiyle mevcut. Tokyo’nun hem eğlence hem de alışveriş hayatının kalbi Shibuya’da çeşit çeşit oyun merkezine, kulübe, restorana, bara ve butiğe rastlamak mümkün. Shibuya’nın bir başka ün yapmış noktası, hikayesiyle en taş kalpli insanın bile gözlerini dolduran sadık köpek Hachiko’nun heykeli. Sadakati sadakatle ödüllendiren bu heykel oldukça yoğun olan Shibuya tren durağının “Hachiko” çıkışında bulunuyor ve hem turistlerin, hem Tokyo halkının küçük molalarına ev sahipliği yapıyor. Shibuya’nın hızlı temposundan yorulanların bir başka ünlü mola yeri ise Yoyogi Parkı. Parka adım attığınızda bir anda rengarenk ve yorucu bir ortamdan yemyeşil, huzur dolu bir
atmosfere geçiş yapıyorsunuz. Pazar günlerinin park için ayrı bir önemi var çünkü pazarları Shinjuku tren istasyonunun önünde olduğu gibi genç Japon müzisyenler parkı dolduruyor.
SHINJUKU’NUN İKİ AYRI YÜZÜ Taksim-Kadıköy arasının yalnızca birkaç dakika sürdüğünü hayal edebilir misiniz? Tokyo’ya giderseniz hayal edebilirsiniz çünkü şehrin en canlı iki noktası adeta yan yana. Taksi ve otobüs hizmetinin dudak uçuklatan cinste fiyatlı
olması nedeniyle tren ve metro hatlarının yoğun olarak kullanıldığı Tokyo’da, Shibuya-Shinjuku arası trenle sadece 4 dakika sürüyor. Shinjuku, gündüzleri Shibuya’dan biraz daha sakin ve resmi bir semt. “Resmi” diyoruz zira Tokyo’nun bütün devlet işlerinin yürütüldüğü Tokyo City Hall, Shinjuku’da bulunuyor. Ancak gece olduğunda her şey değişiyor, Shinjuku’nun pavyonlar ve eğlence mekanları merkezi olan Kabukicho kontrolü eline alıyor. Barlar, kulüpler, restoranlar ve +18 mekanların çoğu hafta içi günler bile sabaha kadar hizmet veriyor. Yalnız belirtmekte fayda var; +18 mekanların çoğuna turistler giremiyor. Merak edip nedenini sorduğunuzda ise “Only Japanese” cevabını alabiliyorsunuz. Bu mekanları, kültürlerini koruyormuşçasına koruyorlar kısacası. Shinjuku’nun öne çıkan bir başka bölgesi Shinjuku tren istasyonunun önü. Saat akşam 6’yı geçince burada müzisyenler yerlerini alıyor ve size bedava performans sergiliyorlar. İşten yeni çıkmış Tokyolular da bu ücretsiz müzik festivalinin tadını çıkarıyorlar.
ELEKTRONİĞİN KALBİ AKIHABARA İstanbul için Yazıcıoğlu, Doğu Bank neyse Tokyo için Akihabara semti de o. Bu semtte her türlü elektronik alet, oyun konsolu ve oyun kolayca, uygun fiyatlara bulunabiliyor.
OYUN ÇILGINLIĞI “Oyunlar çocuklar içindir” diye düşünenler Tokyo’ya giremiyor. Şaka bir yana gerçekten de her yaştan insan Tokyo’da oyunlara zaman ayırıyor. Her sokakta en az bir tane arcade oyun salonu ve +18 oyun salonu bulunuyor. Arcade oyun salonlarında bilinen video oyunlarının yanı sıra ödüllü oyun makineleri de yer alıyor. “Pachinko” dedikleri +18 oyun salonları ise bildiğimiz kollu kumar makinelerinin Japon video oyunlarıyla buluşmuş hali; her makine farklı bir oyun temasına sahip. Üstelik bazı oyun salonlarında cosplay yapan hostesler de yer alıyor. Oyun salonlarının yanı sıra oyuncak sektörünün hedef kitlesi yediden yetmişe herkesi kapsıyor. 40 yaş üstü kadınların çantalarına sevdikleri anime karakterlerinin peluş oyuncaklarını taktıklarını görebiliyorsunuz.
BU YİYECEKLER NEREYE GİDİYOR!? Tokyo’da sıradan bir lokantaya girdiğinizde midenizin bomboş olmasında fayda var.
• Restoran: Ninja Akasaka (Chiyoda) • Lokanta: Kaijin (Shinjuku) • Rock Bar: Rockaholic (Shibuya) • Gece Kulübü: Atom (Shibuya) • Kafe: Calico Cat Café (Shinjuku) • Mağaza: Tokyu Hands (Shibuya, Shinjuku, Ikebukuro, Ginza) • Tapınak: Meiji Tapınağı (Shibuya) • Kule: Tokyo Tower (Minato) • Coğrafi güzellik: Fuji Dağı • Park: Yoyogi Parkı (Shibuya) • Oyun salonu: Taito Corporation
Elif ve Tokyolu kızlar
KARAOKE TUTKUSU Tokyo’da eğlencenin sınırı yok. Oyun oynamayı sevmiyorsanız karaoke yaparak harika zaman geçirebilirsiniz. Sesiniz güzel olsun, olmasın hiç fark etmez Tokyo halkı mutlaka sizin için tezahürat yapacaktır. Karaoke yapmak için arkadaşlarınızla büyük bir karaoke merkezinden rezervasyon yaptırabileceğiniz gibi küçük ve samimi bir bar ortamında, barmenlerin alkışlarıyla da şarkınızı söyleyebilirsiniz.
NO ENGLISH! Tokyo esnafının yüzde 99’u, genel Tokyo nüfusununsa yaklaşık yüzde 80’i İngilizce bilmiyor. İngilizce bilen bazı Tokyoluların bu konuyla ilgili görüşüyse şu: Japonca o kadar zor bir dil ki ilkokuldan beri zorunlu İngilizce dersi görmemize rağmen tüm zamanımızı anadilimizi öğrenmeye harcamak zorunda kalıyoruz. :)
10
EKİM 2013
EKİM 2013
11
karar veren Gölge, İstanbul’daki ilk dövme stüdyosunu 2003’te Beyoğlu’nda faaliyete geçirmiş. Aslında işler iyi gitmesine rağmen, sürekli aynı stil dövme talepleri nedeniyle sıkılan Gölge, yaptığı işten zevk almadığını farkedince, ortak olarak açtığı stüdyodan ayrılarak, şirketler için özel graffiti tasarımları ve şovları yapmaya başlamış. Böylelikle Türkiye’de ilk graffiti şovları yapan kişi olmuş. Graffiti ve dövme eş zamanlı giderken, 2004’te bu kez airbrush ile tanışmış. Graffitiden dolayı püskürtme tekniklerine aşikar olması, kısa sürede bu alanda da kendisini geliştirmesine neden olmuş. Böylelikle uyguladığı alanların hiç birinde eğitim almadan veya herhangi bir özel öğretmeni olmadan, üç farklı alanda da profesyonel olarak faaliyet gösteren ilk isim olmuş.
BİRÇOK İLKİ VAR
Fotoğraf: Hüseyin Öngen
POSTKOLİK’E ‘GÖLGE’ DÜŞTÜ Birbirinden farklı üç dal olan dövme, airbrush ve graffitide profesyonel olarak Türkiye’de çalışan tek isim olan Gölge, önümüzdeki yıl çıkmayı düşündüğü Avrupa turnesi öncesinde sorularımızı yanıtladı….
Y
ukarıda gördüğünüz Postkolik grafitisinin altında Gölge’nin imzası var. Ne yalan söyleyelim, aslında bu graffiti bizim için de güzel bir sürpriz oldu. Röportaj için sözleştiğimiz saatte Arnavutköy’e gittik ki, Gölge spreylerini çıkarmış, bir apartmanın duvarına Postkolik gariffitisini yapmaya başlamıştı bile… Yaklaşık üç saatlik bir uğraşın sonucunda da, bu çalışma ortaya çıktı. Biz
ise bu süre boyunca keyifle kendisini izledik. Graffitiyi tamamladıktan sonra da, hemen iki sokak arkadaki stüdyosuna gidip röportajımızı gerçekleştirdik. Normalde bir saat olarak planladığımız röportaj, graffiti ve biraların açılmasıyla neredeyse altı saat sürdü. Hatta ne yalan söyleyeyim, bir ara öylesine kendimizi kaptırdık ki, az kalsın dövme bile yaptıracaktık.
TÜRKİYE’DE TEK
Öncelikle şunu söyleyelim, Gölge bir takma isim falan değil... Hemen herkes gibi önce biz de öyle sandık ama röportajın ortalarında Gölge’nin gerçek ismi olduğunu öğrendik. Gölge ile röportaj yapmaktaki amacımız, bu yetenekli sanatçının isminin daha çok duyulması isteğimizdi. Evet, bugüne kadar Gölge’ye dövme yaptırmış yüzlerce kişi var. Fakat onu sadece bir dövme sanatçısı olarak tanımak son derece haksızlık olur düşüncesindeyiz. O, birbirinden oldukça farklı üç dal olan dövme, airbrush ve graffitide profesyonel olarak Türkiye’de çalışan belki de tek isim. Gölge’nin bir başka özelliği de, hemen tüm tasarımlarında detaylara ve gölgelendirmeye fazlasıyla önem vermesi. Ve bunu yaparken de tek bir stile bağlı kalmaması… Stilleri birbirine
Bir koltuğa birçok karpuz sığdıran Gölge, kendi alanında bazı ilkler de gerçekleştirmiş. Örneğin Avrupa’da ilk kez kar üzerine yapılan graffitiyi buna örnek gösterebiliriz. Japon otomotiv markası Subaru için gerçekleşen projede, Kartalkaya’da çok yoğun bir tipi fırtınası eşliğinde, kardan bir duvara graffiti yapmış. Gölge, yaptığı araştırmaya göre, bu tip bir çalışmanın kendisinden önce sadece bir kez Amerika’da gerçekleştirildiğini söylüyor. Yine buna benzer bir ilk de, 2006’da Rock’n Coke için yapılan Türkiye’nin ilk airbrush sergisi olmuş. Drum sahnesindeki bütün materyalleri boyadıktan sonra sadece airbrush ile yapılmış eserlerin bulunduğu mini bir sergi açan Gölge, üç gün boyunca sergi alanında airbrush şov yapmış. Gölge’nin en enteresan işlerinden biri de, geçtimiz yıl Abdi İpekçi Spor Salonu’nda bir yandan Galatasaray’ın lig maçı oynanırken sahada graffiti şov yapması olmuş. Türkiye Basketbol Federasyonu ile ortak geliştirilen proje sonucunda, öğretmenler gününde saha kenarında bir Atatürk portresi çizen Gölge’nin çalışması, Abdi İpekçi’de hala sergileniyor.
EĞİTİM DE VERİYOR
Tüm bu uğraşlarının yanında Gölge’nin bir de eğitmenlik şapkası var. Dünyanın ilk şehir sanatları akademisinde Gölge’nin imzası var. MaNga grubundan tanıdığımız Efe Yılmaz ile birlikte iki yıl önce Kadir Has Üniversitesi’nin çatısı altında, İstanbul’un en tarihi harmanlayarak farklılıklar yaratmak, Gölge çalışmalarının en karakteristik özelliği olduğunu söyleyebiliriz.
GRAFFİTİ İLE BAŞLADI
Biralarımızı yudumlarken öğreniyoruz ki, Gölge için her şey 1994 yılında İzmir’de başlamış. Yakın bir arkadaşının organize ettiği bir partinin afişini tasarlaması, kendi deyimiyle silahın ateş almasına neden olmuş. “O afişten o kadar büyük keyif almıştım ki, deniz kenarında, evde, sokakta, kısacası mümkün olan her yerde birşeyler karalamaya başladım. Çok geçmeden bulduğum örnekleri taklit ederek graffitiye adım attım. Önce duvarlara illegal graffitiler yaptım. Zamanla bu işten para kazanabileceğimi görüp, kariyer planlarımı bunun üzerine kurdum” diyen Gölge, 1997’de graffinin yanında dövme yapmaya da başlamış. Hatta ilk dövme stüdyosunu ise 1999’da graffiti yapmak için gittiği Antalya’da, uygulama yaptığı dövme stüdyosundan gelen teklifle açmış. İki yıl sonra İstanbul’a yerleşmeye
bölgelerinden biri olan Cibali Kampüsü’nde Hall Of Fame Şehir Sanatları Akademisi’ni kuran Gölge, akademi bünyesinde öğrencilere eğitim de veriyor. Hall of Fame çatısı altında temel resimden renk analizine kadar herşeyin eğitimini verdiklerini söyleyen Gölge, birçok şirket ve organizasyonla workshop aktivitesi gerçekleştirdiklerini de anlatıyor. Son olarak biraz da hedeflerden bahsedelim isterseniz. Öncelikle 2014 için bir sanat turu
hedefi var. Proje Türkiye’de başlayacak, ardından da Balkan ülkeleri ve Avrupa’yı içine alacak. Bu turun en ilginç özelliği, Gölge’nin gideceği her şehirde farklı bir tarz uygulaması olacak. Ne yalan söyleyelim bizde merakla nasıl olacak diye bekliyoruz. Yine Gölge’nin bir başka hedefi ise, yetiştirebilirse 2014 yılında bir kitap piyasaya çıkarmak. Gölge, bu kitapta dövme, airbrush ve graffiti alanlarındaki eserlerini toplayıp, çalışmalarıyla ilgili analizler yapmayı düşünüyor. Son olarak belki kendisine ulaşmak isterseniz diye mail adresini de verelim: golge@hofteam.com
10
EKİM 2013
EKİM 2013
11
karar veren Gölge, İstanbul’daki ilk dövme stüdyosunu 2003’te Beyoğlu’nda faaliyete geçirmiş. Aslında işler iyi gitmesine rağmen, sürekli aynı stil dövme talepleri nedeniyle sıkılan Gölge, yaptığı işten zevk almadığını farkedince, ortak olarak açtığı stüdyodan ayrılarak, şirketler için özel graffiti tasarımları ve şovları yapmaya başlamış. Böylelikle Türkiye’de ilk graffiti şovları yapan kişi olmuş. Graffiti ve dövme eş zamanlı giderken, 2004’te bu kez airbrush ile tanışmış. Graffitiden dolayı püskürtme tekniklerine aşikar olması, kısa sürede bu alanda da kendisini geliştirmesine neden olmuş. Böylelikle uyguladığı alanların hiç birinde eğitim almadan veya herhangi bir özel öğretmeni olmadan, üç farklı alanda da profesyonel olarak faaliyet gösteren ilk isim olmuş.
BİRÇOK İLKİ VAR
Fotoğraf: Hüseyin Öngen
POSTKOLİK’E ‘GÖLGE’ DÜŞTÜ Birbirinden farklı üç dal olan dövme, airbrush ve graffitide profesyonel olarak Türkiye’de çalışan tek isim olan Gölge, önümüzdeki yıl çıkmayı düşündüğü Avrupa turnesi öncesinde sorularımızı yanıtladı….
Y
ukarıda gördüğünüz Postkolik grafitisinin altında Gölge’nin imzası var. Ne yalan söyleyelim, aslında bu graffiti bizim için de güzel bir sürpriz oldu. Röportaj için sözleştiğimiz saatte Arnavutköy’e gittik ki, Gölge spreylerini çıkarmış, bir apartmanın duvarına Postkolik gariffitisini yapmaya başlamıştı bile… Yaklaşık üç saatlik bir uğraşın sonucunda da, bu çalışma ortaya çıktı. Biz
ise bu süre boyunca keyifle kendisini izledik. Graffitiyi tamamladıktan sonra da, hemen iki sokak arkadaki stüdyosuna gidip röportajımızı gerçekleştirdik. Normalde bir saat olarak planladığımız röportaj, graffiti ve biraların açılmasıyla neredeyse altı saat sürdü. Hatta ne yalan söyleyeyim, bir ara öylesine kendimizi kaptırdık ki, az kalsın dövme bile yaptıracaktık.
TÜRKİYE’DE TEK
Öncelikle şunu söyleyelim, Gölge bir takma isim falan değil... Hemen herkes gibi önce biz de öyle sandık ama röportajın ortalarında Gölge’nin gerçek ismi olduğunu öğrendik. Gölge ile röportaj yapmaktaki amacımız, bu yetenekli sanatçının isminin daha çok duyulması isteğimizdi. Evet, bugüne kadar Gölge’ye dövme yaptırmış yüzlerce kişi var. Fakat onu sadece bir dövme sanatçısı olarak tanımak son derece haksızlık olur düşüncesindeyiz. O, birbirinden oldukça farklı üç dal olan dövme, airbrush ve graffitide profesyonel olarak Türkiye’de çalışan belki de tek isim. Gölge’nin bir başka özelliği de, hemen tüm tasarımlarında detaylara ve gölgelendirmeye fazlasıyla önem vermesi. Ve bunu yaparken de tek bir stile bağlı kalmaması… Stilleri birbirine
Bir koltuğa birçok karpuz sığdıran Gölge, kendi alanında bazı ilkler de gerçekleştirmiş. Örneğin Avrupa’da ilk kez kar üzerine yapılan graffitiyi buna örnek gösterebiliriz. Japon otomotiv markası Subaru için gerçekleşen projede, Kartalkaya’da çok yoğun bir tipi fırtınası eşliğinde, kardan bir duvara graffiti yapmış. Gölge, yaptığı araştırmaya göre, bu tip bir çalışmanın kendisinden önce sadece bir kez Amerika’da gerçekleştirildiğini söylüyor. Yine buna benzer bir ilk de, 2006’da Rock’n Coke için yapılan Türkiye’nin ilk airbrush sergisi olmuş. Drum sahnesindeki bütün materyalleri boyadıktan sonra sadece airbrush ile yapılmış eserlerin bulunduğu mini bir sergi açan Gölge, üç gün boyunca sergi alanında airbrush şov yapmış. Gölge’nin en enteresan işlerinden biri de, geçtimiz yıl Abdi İpekçi Spor Salonu’nda bir yandan Galatasaray’ın lig maçı oynanırken sahada graffiti şov yapması olmuş. Türkiye Basketbol Federasyonu ile ortak geliştirilen proje sonucunda, öğretmenler gününde saha kenarında bir Atatürk portresi çizen Gölge’nin çalışması, Abdi İpekçi’de hala sergileniyor.
EĞİTİM DE VERİYOR
Tüm bu uğraşlarının yanında Gölge’nin bir de eğitmenlik şapkası var. Dünyanın ilk şehir sanatları akademisinde Gölge’nin imzası var. MaNga grubundan tanıdığımız Efe Yılmaz ile birlikte iki yıl önce Kadir Has Üniversitesi’nin çatısı altında, İstanbul’un en tarihi harmanlayarak farklılıklar yaratmak, Gölge çalışmalarının en karakteristik özelliği olduğunu söyleyebiliriz.
GRAFFİTİ İLE BAŞLADI
Biralarımızı yudumlarken öğreniyoruz ki, Gölge için her şey 1994 yılında İzmir’de başlamış. Yakın bir arkadaşının organize ettiği bir partinin afişini tasarlaması, kendi deyimiyle silahın ateş almasına neden olmuş. “O afişten o kadar büyük keyif almıştım ki, deniz kenarında, evde, sokakta, kısacası mümkün olan her yerde birşeyler karalamaya başladım. Çok geçmeden bulduğum örnekleri taklit ederek graffitiye adım attım. Önce duvarlara illegal graffitiler yaptım. Zamanla bu işten para kazanabileceğimi görüp, kariyer planlarımı bunun üzerine kurdum” diyen Gölge, 1997’de graffinin yanında dövme yapmaya da başlamış. Hatta ilk dövme stüdyosunu ise 1999’da graffiti yapmak için gittiği Antalya’da, uygulama yaptığı dövme stüdyosundan gelen teklifle açmış. İki yıl sonra İstanbul’a yerleşmeye
bölgelerinden biri olan Cibali Kampüsü’nde Hall Of Fame Şehir Sanatları Akademisi’ni kuran Gölge, akademi bünyesinde öğrencilere eğitim de veriyor. Hall of Fame çatısı altında temel resimden renk analizine kadar herşeyin eğitimini verdiklerini söyleyen Gölge, birçok şirket ve organizasyonla workshop aktivitesi gerçekleştirdiklerini de anlatıyor. Son olarak biraz da hedeflerden bahsedelim isterseniz. Öncelikle 2014 için bir sanat turu
hedefi var. Proje Türkiye’de başlayacak, ardından da Balkan ülkeleri ve Avrupa’yı içine alacak. Bu turun en ilginç özelliği, Gölge’nin gideceği her şehirde farklı bir tarz uygulaması olacak. Ne yalan söyleyelim bizde merakla nasıl olacak diye bekliyoruz. Yine Gölge’nin bir başka hedefi ise, yetiştirebilirse 2014 yılında bir kitap piyasaya çıkarmak. Gölge, bu kitapta dövme, airbrush ve graffiti alanlarındaki eserlerini toplayıp, çalışmalarıyla ilgili analizler yapmayı düşünüyor. Son olarak belki kendisine ulaşmak isterseniz diye mail adresini de verelim: golge@hofteam.com
12
EKİM 2013
KONSOL SAVAŞLARI Yeni oyun piyasaya çıktığı sürece bir konsolun devri asla kapanmaz. PS3 ve Xbox 360 ihtiyaçlarımızı halen karşılarken, Microsoft ve Sony bu yılın başında yeni konsolları PS4 ve Xbox One’ı görücüye çıkardı. Peki, Kasım ayında satışa sürülecek olan bu iki dev rakip, eski dostlarımızı mazide bırakmamıza değecek mi? n Elif Öztuna
O
yun dünyası oldukça acımasız bir sektör. Hardcore oyuncuları mutlu edebilmek büyük çaba gerektiriyor çünkü hardcore oyuncular her zaman ne istediklerini biliyorlar ve sert eleştiri yapmaktan, ürünleri yerden yere vurmaktan da hiçbir zaman çekinmiyorlar. Mayıs ve Haziran aylarında art arda tanıtılan PS4 ve özellikle de Xbox One, daha tanıtımları sırasında bile oyunseverler tarafından çok sert eleştirilere maruz kalmıştı. Bunun nedeni aslında ortada:
PS2’den PS3’e ve Xbox’tan Xbox 360’a geçişteki devrimsel yenilikler konsolların tasarımında ve teknik özelliklerde bu defa yaratılamadı. Sunulan yeni konsollar sanki Xbox 360’ın ve PS3’ün biraz geliştirilmiş, birkaç multimedya özellik eklenmiş alternatif modelleri gibiydi. Ve daha da vahimi, Xbox One, oyunculara internet bağlantısını ve kutulu oyunların tek konsolda oynanmasını şart koşuyordu. Büyük hayal kırıklığı yaratan bu şartlar silsilesi, oyuncuların PS4’e daha sıcak bakmaya başlamasını sağladı. Sony, bu avantajın üzerine bir de fiyat olarak Xbox One’ın 100 Dolar aşağıda olacağını duyurunca Microsoft dayanamadı ve 19 Haziran’da geri adım atarak internet bağlantısı zorunluluğunu kaldırdı, oyunların istenilen sayıda konsolda çalıştırılabileceğini açıkladı.
düşünüyordu ki, ünlü İngiliz oyun dergisi EDGE’de yayımlanan bir dosya konusunda, ismini vermeyen bir oyun geliştiricisi, PS4’ün neredeyse Xbox One’a göre yüzde 50 daha hızlı ve güçlü olduğunu iddia etti ve ortalığı karıştırdı. İsimsiz yapımcıya göre, PS4’te 30 fps’de ve full HD (1920x1080) çalıştırılan bir oyun, Xbox One’da sadece 1600x900 çözünürlükte ve 20 fps’de çalıştırılabiliyor. Bu iddia, başka isimsiz yapımcıların “Xbox One’ın grafik işlemci sürücüleri yeterli değil” gibi beyanlarıyla da hız kazanınca PS4, iyice kullanıcıların gözünde öne geçmiş gibi görünüyor. Tabii ki ortada somut bir kanıt henüz yok; her şey iki konsol da piyasaya çıktığında kesinleşecek.
PS4 DAHA MI HIZLI?
Bu soru tabii ki bir espri; her iki konsolun tanıtımından sonra oyunseverler Xbox One’ın tasarımı için bu tip alaycı yorumlar yaptılar. Pek haksız da değiller çünkü yeni Xbox’ın tasarımı, 2013 yılına göre biraz sönük kalıyor. Hele ki bulunduğumuz dönemde akıllı telefonlar, bilim kurgu filmlerini aratmayacak tasarımlarla kullanıcıların karşısına çıkarken böyle hantal ve büyük bir konsol tasarımı hem estetikten hem de teknolojik devrimden çok uzak kalıyor. PS4’ün tasarımıysa Xbox One’a göre biraz daha göze hitap ediyor. Siyahın iki tonunun kullanıldığı PS4, PS2’yi anımsatsa da konsolun dik olarak konumlandırılması günümüze daha yakın bir görüntü oluşturuyor.
İlk tanıtımdan bu yana herkes, PS4 ve Xbox One arasında bir teknik özellik farkı aramaya çalışıyor. PS4’te kullanılan RAM’lerin DDR5, Xbox One’da kullanılanlarınsa DDR3 olması; grafik işlemcisinde PS4’ün 1152, Xbox One’ın 768 core’a sahip olması kağıt üzerinde PS4’ü öne taşıyor. Ancak Eylül ayının başına kadar kimse bu farkın oyuncular tarafından çok net fark edilemeyeceğini
VİDEO KASETLERİMİZİ DE OYNATIR MI?
EKİM 2013
13
EXCLUSIVE OYUNLAR
Konsolların tercih edilme nedenlerinin başında kendilerine özel olan, exclusive oyunlar geliyor. Bu konu oldukça göreceli olsa da satış rakamlarına ve incelemelerde verilen kullanıcı puanlarına bakıldığında PS3’ün exclusive oyunları, Xbox 360’ınkilere göre daha fazla rağbet görüyor. Özellikle PS3’ün Uncharted ve God of War serileri, Last of Us gibi exclusive oyunlar, Xbox 360’ın Halo ve Gears of War serisini gölgede bırakmış durumda. Peki, PS4 ve Xbox One’ın bombaları neler olacak? Xbox One tabii ki Halo serisine devam ediyor. Halo’nun dışında Dead Rising 3, Forza Motorsport 5 ve Yerli Kardeşler’in (Crytek) yeni yapımı Ryse: Son of Rome Xbox One’a özel oyunların dikkat çekenleri. PS4 ise Killzone: Shadow Fall, DriveClub ve inFamous: Second Son ile oyuncuların gönüllerini fethetmeye çalışacak. Her iki konsola da çıkacak olan Battlefield 4, Call of Duty: Ghosts, Assassin’s Creed IV: Black Flag, Watch Dogs, Mirrors Edge 2 gibi oyunlar, tüm oyunseverlerin heyecanla bekledikleri yapımlar arasında. Tüm bu oyunların gerek grafikleri, gerekse oynanış derinlikleri hem PS4’ün hem de Xbox One’ın ne kadar “yeni nesil” olduğunu ortaya koyacak.
GAMEPAD HER ŞEYE BEDEL
Gamepad’in oyun performansı üzerindeki etkisi azımsanmayacak kadar fazla. Ergonomisi ve tuşların arasındaki mesafe, her tür oyundaki başarınıza yansır. Sony ve Microsoft bu konuda da oyuncular arasında farklı görüşler yaratmış durumda. Kimine göre yeni gamepad’ler hiçbir yenilik barındırmıyor, kimine göreyse herkesin alıştığı gamepad’lerde büyük değişiklikler yapmak zaten mantıklı bir seçenek değil. PS4 ve Xbox One gamepad’leri, önceki gamepad’lerle benzer fiziksel özelliklere sahip. Ancak PS4 gamepad’inin yeni touchpad’i, dokunmatik bir alan sunarak strateji türündeki oyunların bile konsolda rahatça oynanmasını sağlayabilir. Ayrıca PS3’te kullandığımız Dualshock 3’te bulunan hareket algılama (motion control) özelliğinin çok daha gelişmiş ve hatta Move’a yakın performans sunan versiyonu PS4 gamepad’inde bulunuyor. Bu özellik sayesinde gamepad’ini sadece elinizde hareket ettirerek oyunda istediğiniz yönlendirmeleri
yapabiliyorsunuz. Bu özelliği Sony PS3’te çok fazla ön plana çıkarmadı; motion control desteği sunan oyunlar Move ile dikkat çekmeye başladı. Ancak PS4, bu özellikten epey yararlanacak gibi görünüyor. İki gamepad’de de oynanılan oyundan direkt kaydedilen görüntüleri ve videoları anında sosyal ağlarda paylaşmayı sağlayan yeni bir tuş bulunuyor. Burada iki konsol, desteklediği gamepad sayısıyla birbirinden epey ayrılıyor: PS4 sadece dört gamepad desteği sunarken, Xbox One sekiz gamepad desteğiyle bir adım öne çıkıyor.
BİTMEYEN YARIŞ
PS3 yedi, Xbox 360 ise sekiz yıl önce piyasadaki yerini aldı fakat oyunseverler hala “Xbox 360 mı, yoksa PS3 mü daha iyi?” diye tartışıyor. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki yıllardır bu tartışmanın sürmesinin nedeni bu iki konsolun teknik özellikleri kesinlikle değil.
Zira bu iki konsol arasında kullanıcıların oyun oynarken çok net olarak fark edebilecekleri büyük bir teknik özellik farkı bulunmuyor. (Sadece, PS3’ün blu-ray oynatabilmesi, yapımcıların daha detaylı oyunlar üretebilmelerine olanak sağlıyor.) Peki, PS3 ve Xbox 360 fanlarını kutuplaşmaya iten özellikler nedir? Online oyun/multimedya seçenekleri, fiyat/ performans oranı, exclusive oyunlar ve kullanıcı dostu diğer özellikler… Şimdilik, ortaya atılan birkaç iddianın dışında PS4 ve Xbox One arasında da kağıt üzerindeki ufak farklardan başka teknik özellik farkı bulunmuyor. Bu yüzden konsollar piyasaya ilk çıktığında herhangi seçim yaparken sırf teknik özelliklere dikkat etmek iyi bir strateji olmayacaktır. Ve bu iki yenil nesil konsolun öne çıkan, avantaj sağlayan fonksiyonları, piyasaya çıktıktan sonra netleşecek.
12
EKİM 2013
KONSOL SAVAŞLARI Yeni oyun piyasaya çıktığı sürece bir konsolun devri asla kapanmaz. PS3 ve Xbox 360 ihtiyaçlarımızı halen karşılarken, Microsoft ve Sony bu yılın başında yeni konsolları PS4 ve Xbox One’ı görücüye çıkardı. Peki, Kasım ayında satışa sürülecek olan bu iki dev rakip, eski dostlarımızı mazide bırakmamıza değecek mi? n Elif Öztuna
O
yun dünyası oldukça acımasız bir sektör. Hardcore oyuncuları mutlu edebilmek büyük çaba gerektiriyor çünkü hardcore oyuncular her zaman ne istediklerini biliyorlar ve sert eleştiri yapmaktan, ürünleri yerden yere vurmaktan da hiçbir zaman çekinmiyorlar. Mayıs ve Haziran aylarında art arda tanıtılan PS4 ve özellikle de Xbox One, daha tanıtımları sırasında bile oyunseverler tarafından çok sert eleştirilere maruz kalmıştı. Bunun nedeni aslında ortada:
PS2’den PS3’e ve Xbox’tan Xbox 360’a geçişteki devrimsel yenilikler konsolların tasarımında ve teknik özelliklerde bu defa yaratılamadı. Sunulan yeni konsollar sanki Xbox 360’ın ve PS3’ün biraz geliştirilmiş, birkaç multimedya özellik eklenmiş alternatif modelleri gibiydi. Ve daha da vahimi, Xbox One, oyunculara internet bağlantısını ve kutulu oyunların tek konsolda oynanmasını şart koşuyordu. Büyük hayal kırıklığı yaratan bu şartlar silsilesi, oyuncuların PS4’e daha sıcak bakmaya başlamasını sağladı. Sony, bu avantajın üzerine bir de fiyat olarak Xbox One’ın 100 Dolar aşağıda olacağını duyurunca Microsoft dayanamadı ve 19 Haziran’da geri adım atarak internet bağlantısı zorunluluğunu kaldırdı, oyunların istenilen sayıda konsolda çalıştırılabileceğini açıkladı.
düşünüyordu ki, ünlü İngiliz oyun dergisi EDGE’de yayımlanan bir dosya konusunda, ismini vermeyen bir oyun geliştiricisi, PS4’ün neredeyse Xbox One’a göre yüzde 50 daha hızlı ve güçlü olduğunu iddia etti ve ortalığı karıştırdı. İsimsiz yapımcıya göre, PS4’te 30 fps’de ve full HD (1920x1080) çalıştırılan bir oyun, Xbox One’da sadece 1600x900 çözünürlükte ve 20 fps’de çalıştırılabiliyor. Bu iddia, başka isimsiz yapımcıların “Xbox One’ın grafik işlemci sürücüleri yeterli değil” gibi beyanlarıyla da hız kazanınca PS4, iyice kullanıcıların gözünde öne geçmiş gibi görünüyor. Tabii ki ortada somut bir kanıt henüz yok; her şey iki konsol da piyasaya çıktığında kesinleşecek.
PS4 DAHA MI HIZLI?
Bu soru tabii ki bir espri; her iki konsolun tanıtımından sonra oyunseverler Xbox One’ın tasarımı için bu tip alaycı yorumlar yaptılar. Pek haksız da değiller çünkü yeni Xbox’ın tasarımı, 2013 yılına göre biraz sönük kalıyor. Hele ki bulunduğumuz dönemde akıllı telefonlar, bilim kurgu filmlerini aratmayacak tasarımlarla kullanıcıların karşısına çıkarken böyle hantal ve büyük bir konsol tasarımı hem estetikten hem de teknolojik devrimden çok uzak kalıyor. PS4’ün tasarımıysa Xbox One’a göre biraz daha göze hitap ediyor. Siyahın iki tonunun kullanıldığı PS4, PS2’yi anımsatsa da konsolun dik olarak konumlandırılması günümüze daha yakın bir görüntü oluşturuyor.
İlk tanıtımdan bu yana herkes, PS4 ve Xbox One arasında bir teknik özellik farkı aramaya çalışıyor. PS4’te kullanılan RAM’lerin DDR5, Xbox One’da kullanılanlarınsa DDR3 olması; grafik işlemcisinde PS4’ün 1152, Xbox One’ın 768 core’a sahip olması kağıt üzerinde PS4’ü öne taşıyor. Ancak Eylül ayının başına kadar kimse bu farkın oyuncular tarafından çok net fark edilemeyeceğini
VİDEO KASETLERİMİZİ DE OYNATIR MI?
EKİM 2013
13
EXCLUSIVE OYUNLAR
Konsolların tercih edilme nedenlerinin başında kendilerine özel olan, exclusive oyunlar geliyor. Bu konu oldukça göreceli olsa da satış rakamlarına ve incelemelerde verilen kullanıcı puanlarına bakıldığında PS3’ün exclusive oyunları, Xbox 360’ınkilere göre daha fazla rağbet görüyor. Özellikle PS3’ün Uncharted ve God of War serileri, Last of Us gibi exclusive oyunlar, Xbox 360’ın Halo ve Gears of War serisini gölgede bırakmış durumda. Peki, PS4 ve Xbox One’ın bombaları neler olacak? Xbox One tabii ki Halo serisine devam ediyor. Halo’nun dışında Dead Rising 3, Forza Motorsport 5 ve Yerli Kardeşler’in (Crytek) yeni yapımı Ryse: Son of Rome Xbox One’a özel oyunların dikkat çekenleri. PS4 ise Killzone: Shadow Fall, DriveClub ve inFamous: Second Son ile oyuncuların gönüllerini fethetmeye çalışacak. Her iki konsola da çıkacak olan Battlefield 4, Call of Duty: Ghosts, Assassin’s Creed IV: Black Flag, Watch Dogs, Mirrors Edge 2 gibi oyunlar, tüm oyunseverlerin heyecanla bekledikleri yapımlar arasında. Tüm bu oyunların gerek grafikleri, gerekse oynanış derinlikleri hem PS4’ün hem de Xbox One’ın ne kadar “yeni nesil” olduğunu ortaya koyacak.
GAMEPAD HER ŞEYE BEDEL
Gamepad’in oyun performansı üzerindeki etkisi azımsanmayacak kadar fazla. Ergonomisi ve tuşların arasındaki mesafe, her tür oyundaki başarınıza yansır. Sony ve Microsoft bu konuda da oyuncular arasında farklı görüşler yaratmış durumda. Kimine göre yeni gamepad’ler hiçbir yenilik barındırmıyor, kimine göreyse herkesin alıştığı gamepad’lerde büyük değişiklikler yapmak zaten mantıklı bir seçenek değil. PS4 ve Xbox One gamepad’leri, önceki gamepad’lerle benzer fiziksel özelliklere sahip. Ancak PS4 gamepad’inin yeni touchpad’i, dokunmatik bir alan sunarak strateji türündeki oyunların bile konsolda rahatça oynanmasını sağlayabilir. Ayrıca PS3’te kullandığımız Dualshock 3’te bulunan hareket algılama (motion control) özelliğinin çok daha gelişmiş ve hatta Move’a yakın performans sunan versiyonu PS4 gamepad’inde bulunuyor. Bu özellik sayesinde gamepad’ini sadece elinizde hareket ettirerek oyunda istediğiniz yönlendirmeleri
yapabiliyorsunuz. Bu özelliği Sony PS3’te çok fazla ön plana çıkarmadı; motion control desteği sunan oyunlar Move ile dikkat çekmeye başladı. Ancak PS4, bu özellikten epey yararlanacak gibi görünüyor. İki gamepad’de de oynanılan oyundan direkt kaydedilen görüntüleri ve videoları anında sosyal ağlarda paylaşmayı sağlayan yeni bir tuş bulunuyor. Burada iki konsol, desteklediği gamepad sayısıyla birbirinden epey ayrılıyor: PS4 sadece dört gamepad desteği sunarken, Xbox One sekiz gamepad desteğiyle bir adım öne çıkıyor.
BİTMEYEN YARIŞ
PS3 yedi, Xbox 360 ise sekiz yıl önce piyasadaki yerini aldı fakat oyunseverler hala “Xbox 360 mı, yoksa PS3 mü daha iyi?” diye tartışıyor. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki yıllardır bu tartışmanın sürmesinin nedeni bu iki konsolun teknik özellikleri kesinlikle değil.
Zira bu iki konsol arasında kullanıcıların oyun oynarken çok net olarak fark edebilecekleri büyük bir teknik özellik farkı bulunmuyor. (Sadece, PS3’ün blu-ray oynatabilmesi, yapımcıların daha detaylı oyunlar üretebilmelerine olanak sağlıyor.) Peki, PS3 ve Xbox 360 fanlarını kutuplaşmaya iten özellikler nedir? Online oyun/multimedya seçenekleri, fiyat/ performans oranı, exclusive oyunlar ve kullanıcı dostu diğer özellikler… Şimdilik, ortaya atılan birkaç iddianın dışında PS4 ve Xbox One arasında da kağıt üzerindeki ufak farklardan başka teknik özellik farkı bulunmuyor. Bu yüzden konsollar piyasaya ilk çıktığında herhangi seçim yaparken sırf teknik özelliklere dikkat etmek iyi bir strateji olmayacaktır. Ve bu iki yenil nesil konsolun öne çıkan, avantaj sağlayan fonksiyonları, piyasaya çıktıktan sonra netleşecek.
14
ÜCRETSİZ ONLINE OYUN KEYFİ BİTTİ
KINECT 2
Bugüne kadar oyunların online oynanabilmesi için Xbox Live’a ücretli üyelik gerektirdiği için Xbox 360 hep ağır olumsuz eleştirilerin hedefi oldu. PS3’teki tüm oyunların online modlarının bedava oynanabilmesi takdir edildi. Ancak Sony aldığı üzücü kararla PS4’te online oyun keyfinin tıpkı Microsoft’un yaptığı gibi ücretli üyeliğe tabi olacağını açıkladı. Kısacası oyunseverler bu defa her iki konsolda da oyunları online modlarını pamuk elleri cebe daldırmadan oynayamayacaklar.
Microsoft, Xbox One’ın paketine yeni Kinect, Kinect 2’yi dahil ederek adeta PS4’ten 100 Dolar daha pahalıya piyasaya çıkışının günahını çıkarıyor. Bakalım Sony, Kasım’a kadar rekabet adına paket içeriğinde değişiklik yapıp PlayStation Eye’ı sistemine dahil edecek mi…
BOMBA YAPIMLAR
GENEL ÖZELLİKLER
Xbox One
PlayStation 4
Dead Rising 3
Killzone: Shadow Fall
Forza Motorsport 5
DriveClub
Ryse: Son of Rome
inFamous: Second Son
Optik Sürücü Blu-ray/DVD Oyun İçi Görüntü/Video Kayıt Bedava RAM 8GB GDDR5 CPU x86 AMD “Jaguar” işlemci, 8 core GPU AMD Radeon Grafik Core Next engine w/ 1152 shader Dahili Hafıza 500 GB (çıkarılabilir) Oyun Sırasında İçerik İndirme Evet Başka Konsoldan Kullanıcı Hesabına Ulaşma Evet Zorunlu Oyun Kurulumları Evet Zorunlu İnternet Bağlantısı Hayır Gamepad Dualshock 4 (Fiyata bir adet dahil.) Gamepad Pil Seçeneği Şarj edilebiliyor. Motion Control Özelliği DualShock 4, PlayStation 4 Eye (Ayrı satılıyor.), PlayStation Move (Ayrı satılıyor.) Sesli Menü Kontrol Özelliği Evet Üyelik Hizmeti PlayStation Plus USB USB 3.0 (İki adet) Live Stream Özelliği Evet İnternet Bağlantı Seçenekleri Gigabit Ethernet, IEEE 802.11 b/g/n Wi-Fi BlueTooth Bluetooth 2.1 (EDR) Renk Seçeneği Siyah Fiyat $399.99
Blu-ray/DVD Ücretli üyelik gerektiriyor. 8GB DDR3 8 Core Microsoft CPU 853 MHz AMD Radeon GPU w/ 768 shader 500 GB (çıkarılamıyor) Evet
Çıkış Tarihi
Amerika/Avrupa: 22.11.2013 Türkiye: Ocak ayında bekleniyor
Amerika: 15.11.2013 Avrupa: 29.11.2013 Türkiye: Aralık sonunda bekleniyor
Evet Hayır Hayır (Sadece ilk gün update’i zorunlu.) Xbox One Wireless Gamepad (Fiyata bir adet dahil.) İki adet AA pil ile çalışıyor. Kinect 2 (Fiyata dahil.) Evet Xbox Live USB 3.0 (Üç adet) Evet Gigabit Ethernet, IEEE 802.11 a/b/g/n dual-band Wi-Fi (2.4 & 5 Ghz) Hayır Siyah $499.99
14
ÜCRETSİZ ONLINE OYUN KEYFİ BİTTİ
KINECT 2
Bugüne kadar oyunların online oynanabilmesi için Xbox Live’a ücretli üyelik gerektirdiği için Xbox 360 hep ağır olumsuz eleştirilerin hedefi oldu. PS3’teki tüm oyunların online modlarının bedava oynanabilmesi takdir edildi. Ancak Sony aldığı üzücü kararla PS4’te online oyun keyfinin tıpkı Microsoft’un yaptığı gibi ücretli üyeliğe tabi olacağını açıkladı. Kısacası oyunseverler bu defa her iki konsolda da oyunları online modlarını pamuk elleri cebe daldırmadan oynayamayacaklar.
Microsoft, Xbox One’ın paketine yeni Kinect, Kinect 2’yi dahil ederek adeta PS4’ten 100 Dolar daha pahalıya piyasaya çıkışının günahını çıkarıyor. Bakalım Sony, Kasım’a kadar rekabet adına paket içeriğinde değişiklik yapıp PlayStation Eye’ı sistemine dahil edecek mi…
BOMBA YAPIMLAR
GENEL ÖZELLİKLER
Xbox One
PlayStation 4
Dead Rising 3
Killzone: Shadow Fall
Forza Motorsport 5
DriveClub
Ryse: Son of Rome
inFamous: Second Son
Optik Sürücü Blu-ray/DVD Oyun İçi Görüntü/Video Kayıt Bedava RAM 8GB GDDR5 CPU x86 AMD “Jaguar” işlemci, 8 core GPU AMD Radeon Grafik Core Next engine w/ 1152 shader Dahili Hafıza 500 GB (çıkarılabilir) Oyun Sırasında İçerik İndirme Evet Başka Konsoldan Kullanıcı Hesabına Ulaşma Evet Zorunlu Oyun Kurulumları Evet Zorunlu İnternet Bağlantısı Hayır Gamepad Dualshock 4 (Fiyata bir adet dahil.) Gamepad Pil Seçeneği Şarj edilebiliyor. Motion Control Özelliği DualShock 4, PlayStation 4 Eye (Ayrı satılıyor.), PlayStation Move (Ayrı satılıyor.) Sesli Menü Kontrol Özelliği Evet Üyelik Hizmeti PlayStation Plus USB USB 3.0 (İki adet) Live Stream Özelliği Evet İnternet Bağlantı Seçenekleri Gigabit Ethernet, IEEE 802.11 b/g/n Wi-Fi BlueTooth Bluetooth 2.1 (EDR) Renk Seçeneği Siyah Fiyat $399.99
Blu-ray/DVD Ücretli üyelik gerektiriyor. 8GB DDR3 8 Core Microsoft CPU 853 MHz AMD Radeon GPU w/ 768 shader 500 GB (çıkarılamıyor) Evet
Çıkış Tarihi
Amerika/Avrupa: 22.11.2013 Türkiye: Ocak ayında bekleniyor
Amerika: 15.11.2013 Avrupa: 29.11.2013 Türkiye: Aralık sonunda bekleniyor
Evet Hayır Hayır (Sadece ilk gün update’i zorunlu.) Xbox One Wireless Gamepad (Fiyata bir adet dahil.) İki adet AA pil ile çalışıyor. Kinect 2 (Fiyata dahil.) Evet Xbox Live USB 3.0 (Üç adet) Evet Gigabit Ethernet, IEEE 802.11 a/b/g/n dual-band Wi-Fi (2.4 & 5 Ghz) Hayır Siyah $499.99
16
EKİM 2013
EN İYİ 10 INSTAGRAM UYGULAMASI Sadece üç yıl içerisinde Instagram gelmiş geçmiş en popüler akıllı telefon uygulamalarından biri haline gelmeyi başardı. Geçtiğimiz ay itibariyle 150 milyonun üzerinde kullanıcıya sahip olan Instagram, şüphesiz hepimizin en çok tercih ettiği fotoğraf uygulaması durumunda.
MODA E K İ M
MERCEDES-BENZ FASHION WEEK BAŞLIYOR!
P
eki ya siz bu ekstra popüler uygulamanın neresinde duruyorsunuz? Umutsuz bir yeni başlayan mı, ne yaparsa yapsın hakkettiği kadar takipçiyi elde edemediğini düşünen vasat bir orta seviye mi, yoksa ortalığı kasıp kavuran tam bir Instagram kurdu musunuz? İşte size beğenilerinizi ve takipçilerinizi artırıp tam bir Instagramer olmanızı sağlayacak olan en iyi 10 uygulama! Üstelik hepsi beleş! n Pınar Özbakır
Squaready
Listenizdekiler kare format dışındaki fotoğrafları nasıl yapıyorlar diye düşünüp duruyorsanız cevabı, Squaready. Bu uygulama sayesinde fotoğraflarınızı istediğiniz forma dönüştürüp kenarlarını kırpabilirsiniz. Üstelik düzenlediğiniz fotoğrafları direkt Instagram’da açabiliyorsunuz.
PicLab
Şimdiye kadar en çok sevdiğimiz uygulamalar arasında yer alan PicLab fotoğrafa hem yazı hem de çeşitli filtreler ve maskeler ekleme olanağı sağlıyor. Fotoğraf üzerinde renk, ışık ve kontrast ayarları da yapabileceğiniz PicLab Instagram’da fotoğrafınızı yayınlamadan evvel size lazım olabilecek neredeyse tüm uygulamaları bir arada sunuyor.
Cymera
Bayanlar buraya! Bu uygulama ile sıradan bir fotoğrafınızdan Liv Tyler yaratabilirsiniz! Çok basit birer dokunuş ile gözlerinizi büyütebilir, gülümsemenizi artırabilir, hatta kendinize makyaj bile yapabilirsiniz! Tüm bunların yanında tabii her zamanki gibi çeşitli filtreler ve ışık ayarlamaları da barındıran uygulama favorilerimiz arasında.
Snapseed
Bu uygulama basit ve çeşitli düzenleme seçenekleri ve fotoğraf ayarları ile dikkat çekiyor. Üstelik ‘selective adjust’ seçeneği ile fotoğrafta sadece istediğiniz bir noktada ışık ayarlaması yapabiliyor ve bu sayede daha dengeli bir ışık ayarı yakalayabiliyorsunuz.
Pic Stitch
Siz de herkesin yaptığı ikili üçlü kolajlardan yapmak istiyorsanız buyurun size Pic Stitch uygulaması. İçerdiği sayısız kolaj kombinasyonu ile artık dilediğiniz fotoğrafları bir araya getirebilirsiniz.
Pixlr-o-matic
Bu uygulamanın diğerlerinden öne çıkan özelliği çok çeşitli çerçeve seçeneklerine sahip olması. Çerçevelerin neredeyse her biri birer filtre niteliğinde, deneyiniz!
Adobe Photoshop Express
Phonto
Peki ya fotoğrafların üzerine bu yazıları nasıl yazıyorlar diye soruyorsanız, onun cevabı da Phonto’da. Dilediğiniz fotoğrafın üzerine çeşitli fontlarla ve boyutlarda yazı yazabildiğiniz gibi düz bir renk seçip onun üzerinde de çalışabilirsiniz. Yani artık not defterine yazı yazıp onu Instagram’a yüklemeye lütfen bir son!
Photoshop’un ne gibi mucizelere kadir olduğunu hepimiz zaten biliyoruz. Bu muhteşem programın akıllı telefonlarımız için üretilmiş ekspres versiyonu da işimize oldukça yarayacak uygulamalar içeriyor.
2 0 1 3
Split Lens
Aynı fotoğrafta birden çok yerde bulunup poz veren arkadaşınızın bunu nasıl başardığını mı merak ediyorsunuz? İşte bu mucizeyi yaratan uygulama Split Lens!
Phototreats
Eğer hazır bir kaç filtre arasından seçeyim, kendim kombinasyon yapmayayım diyorsanız bu uygulama tam size göre. Çeşitli filtreler arasından en beğendiklerinizi seçebilir ve bir favoriler grubu oluşturabilirsiniz.
Moda sektörü 7 Ekim’de başlayacak Mercedes-Benz Fashion Week’i bekliyor. 07–11 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek Mercedes-Benz Fashion Week, İlkbahar/Yaz 2014 kreasyonlarına Kuruçeşme Arena’da ev sahipliği yapacak. Beş güne yayılacak etkinlikte gerçekleştirilecek defile (Runway) ve sunumlar (Studio) medya, perakende ve moda profesyonelleri başta olmak üzere binlerce kişiyi bir araya getirecek. Ekim’de İstanbul’un kalbi moda için atacak!
LEE’DEN 125. YIL FİLMİ Amerika’nın efsanevi denim markası Lee, 125. yıl dönümünü müzikal koreografi tadındaki “Move Your Lee” adlı sanatsal kısa film ile kutluyor. 1889 yılında Kansas’ta ilk denim parçasını tasarlayan Lee’nin 125. yılına onuruna çekilen ve sinemalarda gösterilmeye başlanan kısa film, dans ve jean’in ayrılmaz bütünlüğünü yansıtıyor. Oyuncuların, Lee’nin ikonik serilerinden Lee Stretch Deluxe ve Lee Blue Label ait denimler giyerek çekim boyunca dans ettiği filmde markanın özgün dünyası gözler önüne seriliyor.
16
EKİM 2013
EN İYİ 10 INSTAGRAM UYGULAMASI Sadece üç yıl içerisinde Instagram gelmiş geçmiş en popüler akıllı telefon uygulamalarından biri haline gelmeyi başardı. Geçtiğimiz ay itibariyle 150 milyonun üzerinde kullanıcıya sahip olan Instagram, şüphesiz hepimizin en çok tercih ettiği fotoğraf uygulaması durumunda.
MODA E K İ M
MERCEDES-BENZ FASHION WEEK BAŞLIYOR!
P
eki ya siz bu ekstra popüler uygulamanın neresinde duruyorsunuz? Umutsuz bir yeni başlayan mı, ne yaparsa yapsın hakkettiği kadar takipçiyi elde edemediğini düşünen vasat bir orta seviye mi, yoksa ortalığı kasıp kavuran tam bir Instagram kurdu musunuz? İşte size beğenilerinizi ve takipçilerinizi artırıp tam bir Instagramer olmanızı sağlayacak olan en iyi 10 uygulama! Üstelik hepsi beleş! n Pınar Özbakır
Squaready
Listenizdekiler kare format dışındaki fotoğrafları nasıl yapıyorlar diye düşünüp duruyorsanız cevabı, Squaready. Bu uygulama sayesinde fotoğraflarınızı istediğiniz forma dönüştürüp kenarlarını kırpabilirsiniz. Üstelik düzenlediğiniz fotoğrafları direkt Instagram’da açabiliyorsunuz.
PicLab
Şimdiye kadar en çok sevdiğimiz uygulamalar arasında yer alan PicLab fotoğrafa hem yazı hem de çeşitli filtreler ve maskeler ekleme olanağı sağlıyor. Fotoğraf üzerinde renk, ışık ve kontrast ayarları da yapabileceğiniz PicLab Instagram’da fotoğrafınızı yayınlamadan evvel size lazım olabilecek neredeyse tüm uygulamaları bir arada sunuyor.
Cymera
Bayanlar buraya! Bu uygulama ile sıradan bir fotoğrafınızdan Liv Tyler yaratabilirsiniz! Çok basit birer dokunuş ile gözlerinizi büyütebilir, gülümsemenizi artırabilir, hatta kendinize makyaj bile yapabilirsiniz! Tüm bunların yanında tabii her zamanki gibi çeşitli filtreler ve ışık ayarlamaları da barındıran uygulama favorilerimiz arasında.
Snapseed
Bu uygulama basit ve çeşitli düzenleme seçenekleri ve fotoğraf ayarları ile dikkat çekiyor. Üstelik ‘selective adjust’ seçeneği ile fotoğrafta sadece istediğiniz bir noktada ışık ayarlaması yapabiliyor ve bu sayede daha dengeli bir ışık ayarı yakalayabiliyorsunuz.
Pic Stitch
Siz de herkesin yaptığı ikili üçlü kolajlardan yapmak istiyorsanız buyurun size Pic Stitch uygulaması. İçerdiği sayısız kolaj kombinasyonu ile artık dilediğiniz fotoğrafları bir araya getirebilirsiniz.
Pixlr-o-matic
Bu uygulamanın diğerlerinden öne çıkan özelliği çok çeşitli çerçeve seçeneklerine sahip olması. Çerçevelerin neredeyse her biri birer filtre niteliğinde, deneyiniz!
Adobe Photoshop Express
Phonto
Peki ya fotoğrafların üzerine bu yazıları nasıl yazıyorlar diye soruyorsanız, onun cevabı da Phonto’da. Dilediğiniz fotoğrafın üzerine çeşitli fontlarla ve boyutlarda yazı yazabildiğiniz gibi düz bir renk seçip onun üzerinde de çalışabilirsiniz. Yani artık not defterine yazı yazıp onu Instagram’a yüklemeye lütfen bir son!
Photoshop’un ne gibi mucizelere kadir olduğunu hepimiz zaten biliyoruz. Bu muhteşem programın akıllı telefonlarımız için üretilmiş ekspres versiyonu da işimize oldukça yarayacak uygulamalar içeriyor.
2 0 1 3
Split Lens
Aynı fotoğrafta birden çok yerde bulunup poz veren arkadaşınızın bunu nasıl başardığını mı merak ediyorsunuz? İşte bu mucizeyi yaratan uygulama Split Lens!
Phototreats
Eğer hazır bir kaç filtre arasından seçeyim, kendim kombinasyon yapmayayım diyorsanız bu uygulama tam size göre. Çeşitli filtreler arasından en beğendiklerinizi seçebilir ve bir favoriler grubu oluşturabilirsiniz.
Moda sektörü 7 Ekim’de başlayacak Mercedes-Benz Fashion Week’i bekliyor. 07–11 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek Mercedes-Benz Fashion Week, İlkbahar/Yaz 2014 kreasyonlarına Kuruçeşme Arena’da ev sahipliği yapacak. Beş güne yayılacak etkinlikte gerçekleştirilecek defile (Runway) ve sunumlar (Studio) medya, perakende ve moda profesyonelleri başta olmak üzere binlerce kişiyi bir araya getirecek. Ekim’de İstanbul’un kalbi moda için atacak!
LEE’DEN 125. YIL FİLMİ Amerika’nın efsanevi denim markası Lee, 125. yıl dönümünü müzikal koreografi tadındaki “Move Your Lee” adlı sanatsal kısa film ile kutluyor. 1889 yılında Kansas’ta ilk denim parçasını tasarlayan Lee’nin 125. yılına onuruna çekilen ve sinemalarda gösterilmeye başlanan kısa film, dans ve jean’in ayrılmaz bütünlüğünü yansıtıyor. Oyuncuların, Lee’nin ikonik serilerinden Lee Stretch Deluxe ve Lee Blue Label ait denimler giyerek çekim boyunca dans ettiği filmde markanın özgün dünyası gözler önüne seriliyor.
18
EKİM 2013
EKİM 2013
19
2013’ÜN MELEKLERİ BELLİ OLDU
SONBAHAR-KIŞ İÇİN ANAHTAR TREND KILAVUZUNUZ
VIctorIa’s Secret’ın her yıl gelenek haline gelen gösterilerine iki ay kala hangi meleklerin defilede yer alacağı yavaş yavaş belli olmaya başladı. 10 Aralık 2013 tarihinde Amerikan CBS kanalından canlı yayınlanacak olan defilede dünyanın en gözde mankenlerinden Adriana Lima, Alessandra Ambrosio, Lily Aldridge, Candice Swanepoel, Behati Prinsloo, Doutzen Kroes, Karlie Kloss, Lindsay Ellingson yerlerini alırken, kadroda Miranda Kerr’in olmaması dikkatlerden kaçmadı. İngiliz basınından The Daily Mail’in sitesinde yer alan habere göre; ünlü model Miranda Kerr geçtiğimiz aylarda yaptığı açıklamada nisan ayında çocuğuyla ilgilenmek için Victoria’s Secret işlerinden bir süre uzak kalacağını belirtmişti.
Havalar iyiden iyiye soğumaya başlamışken, sonbahar-kış sezonunda stilimizi konuşturmak için yeni sezonun anahtar trendlerine bir göz atmak fayda var. Bu trendler ışığında, stilinize ve vücut yapınıza uygun olanları sadece lüks markalardan değil, pek çok fast fashion hazır giyim markasından da kolaylıkla edinebilirsiniz… SEKSİ KEDİ
Uzun zamandır etkisi devam eden leopar deseni, bu sezon çok daha fazla moda… Vahşi kedi etkisi aksesuarların dışına çıkıp etek, ceket ve takım gibi büyük parçalarda da kendini gösteriyor.
İLK MAĞAZASINI SUADİYE’DE AÇTI
KURT COBAIN YENİDEN
1990’larla özdeşleşen Grunge akımı, çok daha feminen ve şık bir şekilde geri döndü. Erkek arkadaşınızın oduncu gömleklerini ödünç almanın tam zamanı. Yeni akım, salaşlığa seksilik katacak şekilde, oduncu gömlek ve bol hırkalar içine giyilen baby doll elbiseler, mini etekler, zincirler, salaş bot ve postallarla kombinleniyor.
Spor ayakkabı denilince Amerika’da ilk akla gelen isimlerden biri olan Skechers, Türkiye’deki ilk mağazasını İstanbul Bağdat Caddesi’nde açtı. Britney Spears, Christina Aguilera, The Black Eyed Peas, Robert Downey Jr., Rob Lowe, Matt Dillon ve Kim Kardashian gibi isimlerin marka yüzü olduğu Skechers, bugün 160’dan fazla ülkede spor ayakkabı giyme alışkanlıklarına yön veren markalardan biri olarak dikkat çekiyor. 185 metrekarelik ilk mağaza, Skechers’ın Türkiye’deki mağazalaşmasının ilk adımı olacak. Önümüzdeki beş yıl içinde en az 10 mağaza daha açılması planlanıyor.
GAME OF THRONES
Game of Thrones’un popülaritesi moda dünyasını da etkisi altına almış gözüküyor... Süper kahraman ya da kraliyet stili bir imaj için oldukça mistik ve feminen.
LIFE IS A JOKE Ünlü Fransız markası Eleven Paris’in ofisinde bir şakayla ortaya çıkan ve dünyanın her yanında koleksiyonerlerini oluşturan “Life is a Joke” t-shirtleri 120 liralık etiket fiyatıya Bilstore’larda yerini aldı. 2010 yılında Kate Moss ile başlayan “bıyıklı” tişört serisi Terry Richardson, Sponge Bob, Wiz Khalifa, Iggy Pop ve Lenny Kravitz gibi ünlüler ile devam etti. Markanın en büyük tutkusu olan müziğe tişörtlerinde sıkça yer veren marka, Guns’n Roses’tan The Ramones’a, Slim Shady’den Nicki Minaj’a, The Rolling Stones’tan, Jim Morrison ve David Bowie’ye kadar bir çok müzik efsanesine tişörtlerinde yer verdi. Lisanslı ürünlerine Sponge Bob Gremlins, Looney Tunes, Warner Bros ve DC Comics’i ekleyen marka, ayrıca her sezon işbirliği yaptığı sanatçılarla da ön plana çıkıyor.
KIRMIZI TUTKUSU
Defilelere bakılacak olursa, kırmızı ile dolu tutkulu bir kış bizi bekliyor… Elbiseler, paltolar, ayakkabı ve aksesuarların yanı sıra makyajda da kırmızı alev alev geliyor…
HACİMLİ SİLUETLER
Dökümlü palto modelleri bu sezon daha da genişliyor. Özellikle pastel tonlardaki modeller oldukça hit olacağa benziyor.
KARLAR KRALİÇESİ Kış beyazına bürünen podyumlar ve vitrinler, bu sezon karlar kraliçelerini yaratıyor… Baştan aşağı kırık beyaz ve ekru giyinmek çok moda…
İSKOÇ RÜZGARI
Ekoseler, pilili etekler, kırmızı ve yeşillerle İskoç etkisinde bir sezon bizi bekliyor.
PASTEL KIŞ
Pastel renklerin hakimiyetinde bu kış önceki yıllardan farklı olarak daha renkli, minimal ve elegan bir şıklık vaat ediyor.
VANS DOWNTOWN SHOWDOWN Avrupa’da beşinci yılını kutlayan Vans Downtown Showdown, kaykay, sanat ve sokak kültürünün en iyilerini bir araya getirdi. Sınırları zorlamak üzerine kurulu olan yarışma, uluslararası kaykay topluluğunun en ünlü ve efsane isimlerinin bu benzersiz etkinlik için Paris’e gelmesini sağladı. Geleneksel bir yarışma formatının kısıtlamalarından muaf olan organizasyonda Luan Oliveria, Cliché havuzunda 360 kickflip
hareketiyle ikinciliği kazanarak adından söz ettiren isim oldu. Yarışmanın en çok göze çarpan isimleri; üstün performansı ile Nassim, Flip’in üç renkli rampasında devleşen Pfanner ve Element’in Eiffel Kulesi’ne uzanan Pedro Barros oldu. Nassim, Flip demirinde oldukça zor görünen uzun bir Lipslide hareketiyle ve bütün engellerde gösterdiği performans ile “En iyi Amatör” ödülünü kazandı.
18
EKİM 2013
EKİM 2013
19
2013’ÜN MELEKLERİ BELLİ OLDU
SONBAHAR-KIŞ İÇİN ANAHTAR TREND KILAVUZUNUZ
VIctorIa’s Secret’ın her yıl gelenek haline gelen gösterilerine iki ay kala hangi meleklerin defilede yer alacağı yavaş yavaş belli olmaya başladı. 10 Aralık 2013 tarihinde Amerikan CBS kanalından canlı yayınlanacak olan defilede dünyanın en gözde mankenlerinden Adriana Lima, Alessandra Ambrosio, Lily Aldridge, Candice Swanepoel, Behati Prinsloo, Doutzen Kroes, Karlie Kloss, Lindsay Ellingson yerlerini alırken, kadroda Miranda Kerr’in olmaması dikkatlerden kaçmadı. İngiliz basınından The Daily Mail’in sitesinde yer alan habere göre; ünlü model Miranda Kerr geçtiğimiz aylarda yaptığı açıklamada nisan ayında çocuğuyla ilgilenmek için Victoria’s Secret işlerinden bir süre uzak kalacağını belirtmişti.
Havalar iyiden iyiye soğumaya başlamışken, sonbahar-kış sezonunda stilimizi konuşturmak için yeni sezonun anahtar trendlerine bir göz atmak fayda var. Bu trendler ışığında, stilinize ve vücut yapınıza uygun olanları sadece lüks markalardan değil, pek çok fast fashion hazır giyim markasından da kolaylıkla edinebilirsiniz… SEKSİ KEDİ
Uzun zamandır etkisi devam eden leopar deseni, bu sezon çok daha fazla moda… Vahşi kedi etkisi aksesuarların dışına çıkıp etek, ceket ve takım gibi büyük parçalarda da kendini gösteriyor.
İLK MAĞAZASINI SUADİYE’DE AÇTI
KURT COBAIN YENİDEN
1990’larla özdeşleşen Grunge akımı, çok daha feminen ve şık bir şekilde geri döndü. Erkek arkadaşınızın oduncu gömleklerini ödünç almanın tam zamanı. Yeni akım, salaşlığa seksilik katacak şekilde, oduncu gömlek ve bol hırkalar içine giyilen baby doll elbiseler, mini etekler, zincirler, salaş bot ve postallarla kombinleniyor.
Spor ayakkabı denilince Amerika’da ilk akla gelen isimlerden biri olan Skechers, Türkiye’deki ilk mağazasını İstanbul Bağdat Caddesi’nde açtı. Britney Spears, Christina Aguilera, The Black Eyed Peas, Robert Downey Jr., Rob Lowe, Matt Dillon ve Kim Kardashian gibi isimlerin marka yüzü olduğu Skechers, bugün 160’dan fazla ülkede spor ayakkabı giyme alışkanlıklarına yön veren markalardan biri olarak dikkat çekiyor. 185 metrekarelik ilk mağaza, Skechers’ın Türkiye’deki mağazalaşmasının ilk adımı olacak. Önümüzdeki beş yıl içinde en az 10 mağaza daha açılması planlanıyor.
GAME OF THRONES
Game of Thrones’un popülaritesi moda dünyasını da etkisi altına almış gözüküyor... Süper kahraman ya da kraliyet stili bir imaj için oldukça mistik ve feminen.
LIFE IS A JOKE Ünlü Fransız markası Eleven Paris’in ofisinde bir şakayla ortaya çıkan ve dünyanın her yanında koleksiyonerlerini oluşturan “Life is a Joke” t-shirtleri 120 liralık etiket fiyatıya Bilstore’larda yerini aldı. 2010 yılında Kate Moss ile başlayan “bıyıklı” tişört serisi Terry Richardson, Sponge Bob, Wiz Khalifa, Iggy Pop ve Lenny Kravitz gibi ünlüler ile devam etti. Markanın en büyük tutkusu olan müziğe tişörtlerinde sıkça yer veren marka, Guns’n Roses’tan The Ramones’a, Slim Shady’den Nicki Minaj’a, The Rolling Stones’tan, Jim Morrison ve David Bowie’ye kadar bir çok müzik efsanesine tişörtlerinde yer verdi. Lisanslı ürünlerine Sponge Bob Gremlins, Looney Tunes, Warner Bros ve DC Comics’i ekleyen marka, ayrıca her sezon işbirliği yaptığı sanatçılarla da ön plana çıkıyor.
KIRMIZI TUTKUSU
Defilelere bakılacak olursa, kırmızı ile dolu tutkulu bir kış bizi bekliyor… Elbiseler, paltolar, ayakkabı ve aksesuarların yanı sıra makyajda da kırmızı alev alev geliyor…
HACİMLİ SİLUETLER
Dökümlü palto modelleri bu sezon daha da genişliyor. Özellikle pastel tonlardaki modeller oldukça hit olacağa benziyor.
KARLAR KRALİÇESİ Kış beyazına bürünen podyumlar ve vitrinler, bu sezon karlar kraliçelerini yaratıyor… Baştan aşağı kırık beyaz ve ekru giyinmek çok moda…
İSKOÇ RÜZGARI
Ekoseler, pilili etekler, kırmızı ve yeşillerle İskoç etkisinde bir sezon bizi bekliyor.
PASTEL KIŞ
Pastel renklerin hakimiyetinde bu kış önceki yıllardan farklı olarak daha renkli, minimal ve elegan bir şıklık vaat ediyor.
VANS DOWNTOWN SHOWDOWN Avrupa’da beşinci yılını kutlayan Vans Downtown Showdown, kaykay, sanat ve sokak kültürünün en iyilerini bir araya getirdi. Sınırları zorlamak üzerine kurulu olan yarışma, uluslararası kaykay topluluğunun en ünlü ve efsane isimlerinin bu benzersiz etkinlik için Paris’e gelmesini sağladı. Geleneksel bir yarışma formatının kısıtlamalarından muaf olan organizasyonda Luan Oliveria, Cliché havuzunda 360 kickflip
hareketiyle ikinciliği kazanarak adından söz ettiren isim oldu. Yarışmanın en çok göze çarpan isimleri; üstün performansı ile Nassim, Flip’in üç renkli rampasında devleşen Pfanner ve Element’in Eiffel Kulesi’ne uzanan Pedro Barros oldu. Nassim, Flip demirinde oldukça zor görünen uzun bir Lipslide hareketiyle ve bütün engellerde gösterdiği performans ile “En iyi Amatör” ödülünü kazandı.
Š 2013 Vans, Inc. Photo: Rennie Solis
Vans_Postkolik.indd 1-2
29.08.13 14.04
Š 2013 Vans, Inc. Photo: Rennie Solis
Vans_Postkolik.indd 1-2
29.08.13 14.04
22
EKİM 2013
ÖNCE KAMERADALAR SONRA SOFRADA… Anne Catherine Becker
L
ÖZE
A
slında The Modern Times’ın üzücü bir hikâyesi var. Paris doğumlu Anne, 1996 yılında, 26 yaşındayken çok ciddi bir trafik kazası geçiriyor ve aylarca komada kalıyor. Birçok kişi başaramayacağını düşünürken, Anne mucizevi şekilde hayata tutunuyor. Hastaneden çıktıktan sonra yaptığı ilk iş ise doktorların tavsiyesine uyarak rehabilatasyon için uzaklara gitmek oluyor. Kuzey Fransa’yı
tercih ediyor ve Normandie isminde küçük bir balıkçı köyüne yerleşiyor. Orada belki de birçoğumuzun hayalini gerçekleştiriyor ve kumsalda kendi inşa ettiği bir bungalovda tek başına yaşamaya başlıyor. “Zor günler geçiriyordum ve her şeyden uzaklaşmak istiyordum. Belki size garip gelebilir ama bu uzaklaşma ve yalnızlığın beni gerçekten kurtardığını düşünüyorum” diyen Anne, bir balıkçı köyünde yaşamanın sonucu olarak balık tutmaya da başlıyor. İlk zamanlar seyrek yaptığı bu aktivite zamanla tutkulu bir hobiye dönüşüyor.
CHAPLIN HAYRANI
Modern Times ismi, Anne’nin çok sevdiği, 1936 yapımı Charlie Chaplin filminden geliyor. Anne bununla ilgili olarak, “Chaplin filmleri sayesinde mizahın hem iyileştirme hem de telafuz edilemeyeni anlaşılır hale getirme gücüne sahip olduğunu anladım. Mizah sayesinde trajik amacı azaltmadan güçlü ve dokunaklı mesajlar verebileceğimi gördüm. Çalışmalarım kesinlikle bundan etkilenmektedir. İlham kaynaklarım ise televizyon, gazete ve kitaplar” yorumunda bulunuyor. Peki, Anne her biri son derece keyifli olan bu çalışmaları nasıl yapıyor? Biraz da buna değinelim isterseniz. Anne’nin çalışmaları kabaca iki adımda tamamlanıyor. Anne önce çizimi gerçekleştiriyor. Sonra sıra kostümlere geliyor. Bu işlem sırasında kostümlere uygun renkleri ve mat, saten, ışıl ışıl, ağır, hafif veya şeffaf gibi doğru dokuları seçiyor. Bu ilk adımdan sonra küçük boy çizimini birebir
MÜZİK E K İ M
19
2 0 1 3
AÇILIN EMINEM GELİYOR
Ö
İşte son dönemde gördüğümüz en keyifli ve sıra dışı çalışmalardan biri. Projenin mimarı Anne Catherine Becker aslında avukat. 1997’den beri sürdürdüğü The Modern Times projesiyle gönlümüzü fazlasıyla kazanmayı başardı. Güzel haber ise yakında onu Türkiye’de bir sergide görme ihtimalimiz… EL Z
EKİM 2013
ebatta başka bir çizime kopyalıyor. Kopyalama sayesinde inşa etmesi gereken mekânların, makinelerin, sandalyelerin ve masaların gerçek boyutlarını çıkarıyor. Sonrasında tüm unsurları oluşturmak için gerekli olan malzemeleri toplamaya başlıyor. Anne tüm bu sürecin yaklaşık üç ay sürebildiğini söylüyor. Işık durumunu iyice çalışıp, gerçek çekimden önce birçok test yapan Anne, her şey hazırlandıktan sonra da Berlin’de yaşadığı mahallenin balıkçısıdan balık alıp, çekimlere başlıyor. Kendisine tüm bu aşamalarda ise iki de asistan yardım ediyor. Fotoğrafta gördünüz çalışmalar uzun zaman aldığı ve Anne’nin asıl işi de avukatlık olduğundan, yılda ancak üç-dört çalışma ortaya çıkabiliyor. Bu arada merak edenler için hemen söyleyelim, Anne projelerinde levrek, alabalık, mezgit, çipura, yılan balığı, sazan, makrel ve kefal gibi balıkları tercih ediyor. Çekimin ardından da ekibi ve arkadaşlarıyla birlikte balıkları pişirip afiyetle yiyor. Modern Times projesiyle birçok sergi gerçekleştiren Anne, röportajımız sırasında İstanbul’da da sergi açmak istediğini ve bazı görüşmelere başladığını söylüyor. Umarız bu görüşmeler bir an önce olumlu sonuçlanır ve bu yetenekli sanatçıyı İstanbul’da görme fırsatı yakalarız. n Bilgehan Aksoy
EmInem yine ne yaptı etti, bombayı patlattı. Yeni single’ı ‘Berzerk’a çektiği klip günlerce konuşuldu. Rock gitaristi Billy Squier’ın ‘The Stroke’ isimli şarkısından aldığı bir sample’a dayanan şarkı Beastie Boys’dan ‘The New Style’ ve ‘Fight For Your Right’ sample’larına da yer veriyor ve Eminem’in hem mizahi, hem de sert yönünü gösteriyor. Billboard’a 3 numaradan giren şarkının klibinde Kendrick Lamar ve Kid Rock gibi müzisyenler dışında Eminem’in menajeri Paul Rosenberg’i ve şarkının prodüktörü Rick Rubin’i oyuncu olarak izliyoruz. Metallica, AC/DC, RHCP ve Adele gibi büyük yıldızların prodüktörü olarak tanıdığımız Rubin rap dünyasından Beastie Boys, LL Cool J, Run-DMC, Geto Boys gibi isimlerin klasikleşmiş albümlerine imza atmıştı. Henüz Rubin’in Eminem’in albümünde kaç şarkıda yer aldığı henüz bilinmiyor. 5 Kasım’da yayınlanacak albümün adı “Marshall Mathers LP 2” ve albümün kapağında Eminem’in klasikleşmiş albümü “Marshall Mathers LP”nin kapağındaki barakadan bozma evi farklı bir açıdan görüyoruz. Bu ev Eminem’in çocukluğunun geçtiği ev ve geçenlerde açık artırmayla satışa çıkmıştı. Albümde 50 Cent’le birlikte söylenen bir şarkı olduğu da söyleniyordu ama bu bilgi henüz teyit edilmedi.
SLASH’İN İLK KORKU FİLMİ Tüm zamanların en önemli gitaristlerinden biri olan Slash, bu yıl Küçükçiftlikpark’ta verdiği konserle adeta kulaklarımızın pasını silmişti. Gibson Les Paul marka gitarı, kıvırcık saçları ve fötr şapkasıyla daha yaşarken ikonlaşan bu efsane isim, hatırlanacağı gibi 2011’de sinema sektörüne de al atmıştı. Slasher Films adıyla bir yapım şirketi kuran ve korku film yapımcılığına soyunan Slash’in ilk filmi ‘Nothing Left to Fear’ 4 Ekim’de Amerika’da gösterime girecek. Anthony Leonardi III tarafından çekilen filmin yapımcılığını ise Slash ile birlikte Oscar ödüllü Michael Williams ve Rob Eric üstleniyor. Merakla beklediğimiz bu film için Slash bir de soundtrack albüm yayınlıyor. 32 şarkının yer alacağı albümde Slash imzalı iki yeni şarkı da yer alacak. Filme ismini veren ‘Nothing Left To Fear’ şarkısını Myles Kennedy seslendirirken, ‘Welcome to Stull’ ise enstrümantel bir şarkı olarak dikkat çekiyor.
22
EKİM 2013
ÖNCE KAMERADALAR SONRA SOFRADA… Anne Catherine Becker
L
ÖZE
A
slında The Modern Times’ın üzücü bir hikâyesi var. Paris doğumlu Anne, 1996 yılında, 26 yaşındayken çok ciddi bir trafik kazası geçiriyor ve aylarca komada kalıyor. Birçok kişi başaramayacağını düşünürken, Anne mucizevi şekilde hayata tutunuyor. Hastaneden çıktıktan sonra yaptığı ilk iş ise doktorların tavsiyesine uyarak rehabilatasyon için uzaklara gitmek oluyor. Kuzey Fransa’yı
tercih ediyor ve Normandie isminde küçük bir balıkçı köyüne yerleşiyor. Orada belki de birçoğumuzun hayalini gerçekleştiriyor ve kumsalda kendi inşa ettiği bir bungalovda tek başına yaşamaya başlıyor. “Zor günler geçiriyordum ve her şeyden uzaklaşmak istiyordum. Belki size garip gelebilir ama bu uzaklaşma ve yalnızlığın beni gerçekten kurtardığını düşünüyorum” diyen Anne, bir balıkçı köyünde yaşamanın sonucu olarak balık tutmaya da başlıyor. İlk zamanlar seyrek yaptığı bu aktivite zamanla tutkulu bir hobiye dönüşüyor.
CHAPLIN HAYRANI
Modern Times ismi, Anne’nin çok sevdiği, 1936 yapımı Charlie Chaplin filminden geliyor. Anne bununla ilgili olarak, “Chaplin filmleri sayesinde mizahın hem iyileştirme hem de telafuz edilemeyeni anlaşılır hale getirme gücüne sahip olduğunu anladım. Mizah sayesinde trajik amacı azaltmadan güçlü ve dokunaklı mesajlar verebileceğimi gördüm. Çalışmalarım kesinlikle bundan etkilenmektedir. İlham kaynaklarım ise televizyon, gazete ve kitaplar” yorumunda bulunuyor. Peki, Anne her biri son derece keyifli olan bu çalışmaları nasıl yapıyor? Biraz da buna değinelim isterseniz. Anne’nin çalışmaları kabaca iki adımda tamamlanıyor. Anne önce çizimi gerçekleştiriyor. Sonra sıra kostümlere geliyor. Bu işlem sırasında kostümlere uygun renkleri ve mat, saten, ışıl ışıl, ağır, hafif veya şeffaf gibi doğru dokuları seçiyor. Bu ilk adımdan sonra küçük boy çizimini birebir
MÜZİK E K İ M
19
2 0 1 3
AÇILIN EMINEM GELİYOR
Ö
İşte son dönemde gördüğümüz en keyifli ve sıra dışı çalışmalardan biri. Projenin mimarı Anne Catherine Becker aslında avukat. 1997’den beri sürdürdüğü The Modern Times projesiyle gönlümüzü fazlasıyla kazanmayı başardı. Güzel haber ise yakında onu Türkiye’de bir sergide görme ihtimalimiz… EL Z
EKİM 2013
ebatta başka bir çizime kopyalıyor. Kopyalama sayesinde inşa etmesi gereken mekânların, makinelerin, sandalyelerin ve masaların gerçek boyutlarını çıkarıyor. Sonrasında tüm unsurları oluşturmak için gerekli olan malzemeleri toplamaya başlıyor. Anne tüm bu sürecin yaklaşık üç ay sürebildiğini söylüyor. Işık durumunu iyice çalışıp, gerçek çekimden önce birçok test yapan Anne, her şey hazırlandıktan sonra da Berlin’de yaşadığı mahallenin balıkçısıdan balık alıp, çekimlere başlıyor. Kendisine tüm bu aşamalarda ise iki de asistan yardım ediyor. Fotoğrafta gördünüz çalışmalar uzun zaman aldığı ve Anne’nin asıl işi de avukatlık olduğundan, yılda ancak üç-dört çalışma ortaya çıkabiliyor. Bu arada merak edenler için hemen söyleyelim, Anne projelerinde levrek, alabalık, mezgit, çipura, yılan balığı, sazan, makrel ve kefal gibi balıkları tercih ediyor. Çekimin ardından da ekibi ve arkadaşlarıyla birlikte balıkları pişirip afiyetle yiyor. Modern Times projesiyle birçok sergi gerçekleştiren Anne, röportajımız sırasında İstanbul’da da sergi açmak istediğini ve bazı görüşmelere başladığını söylüyor. Umarız bu görüşmeler bir an önce olumlu sonuçlanır ve bu yetenekli sanatçıyı İstanbul’da görme fırsatı yakalarız. n Bilgehan Aksoy
EmInem yine ne yaptı etti, bombayı patlattı. Yeni single’ı ‘Berzerk’a çektiği klip günlerce konuşuldu. Rock gitaristi Billy Squier’ın ‘The Stroke’ isimli şarkısından aldığı bir sample’a dayanan şarkı Beastie Boys’dan ‘The New Style’ ve ‘Fight For Your Right’ sample’larına da yer veriyor ve Eminem’in hem mizahi, hem de sert yönünü gösteriyor. Billboard’a 3 numaradan giren şarkının klibinde Kendrick Lamar ve Kid Rock gibi müzisyenler dışında Eminem’in menajeri Paul Rosenberg’i ve şarkının prodüktörü Rick Rubin’i oyuncu olarak izliyoruz. Metallica, AC/DC, RHCP ve Adele gibi büyük yıldızların prodüktörü olarak tanıdığımız Rubin rap dünyasından Beastie Boys, LL Cool J, Run-DMC, Geto Boys gibi isimlerin klasikleşmiş albümlerine imza atmıştı. Henüz Rubin’in Eminem’in albümünde kaç şarkıda yer aldığı henüz bilinmiyor. 5 Kasım’da yayınlanacak albümün adı “Marshall Mathers LP 2” ve albümün kapağında Eminem’in klasikleşmiş albümü “Marshall Mathers LP”nin kapağındaki barakadan bozma evi farklı bir açıdan görüyoruz. Bu ev Eminem’in çocukluğunun geçtiği ev ve geçenlerde açık artırmayla satışa çıkmıştı. Albümde 50 Cent’le birlikte söylenen bir şarkı olduğu da söyleniyordu ama bu bilgi henüz teyit edilmedi.
SLASH’İN İLK KORKU FİLMİ Tüm zamanların en önemli gitaristlerinden biri olan Slash, bu yıl Küçükçiftlikpark’ta verdiği konserle adeta kulaklarımızın pasını silmişti. Gibson Les Paul marka gitarı, kıvırcık saçları ve fötr şapkasıyla daha yaşarken ikonlaşan bu efsane isim, hatırlanacağı gibi 2011’de sinema sektörüne de al atmıştı. Slasher Films adıyla bir yapım şirketi kuran ve korku film yapımcılığına soyunan Slash’in ilk filmi ‘Nothing Left to Fear’ 4 Ekim’de Amerika’da gösterime girecek. Anthony Leonardi III tarafından çekilen filmin yapımcılığını ise Slash ile birlikte Oscar ödüllü Michael Williams ve Rob Eric üstleniyor. Merakla beklediğimiz bu film için Slash bir de soundtrack albüm yayınlıyor. 32 şarkının yer alacağı albümde Slash imzalı iki yeni şarkı da yer alacak. Filme ismini veren ‘Nothing Left To Fear’ şarkısını Myles Kennedy seslendirirken, ‘Welcome to Stull’ ise enstrümantel bir şarkı olarak dikkat çekiyor.
24
EKİM 2013
SIKI BİR ALBÜM GELİYOR
Arcade Fire
EKİM 2013
STREET FIGHTER’A GRUNGE AYARI
Yeni albüm çıkaracak gruplar kervanına Indie müzik camiasında büyük bir hayran kitlesine sahip Kanadalı Arcade Fire da katıldı. Yeni albüm 29 Ekim’de yayınlanacak. Albümden servis edilen ilk parça ‘Reflektor’ ismini taşıyor ve dinleyenlerin ağzını açık bırakarak lodos yemiş balığa çeviriyor. Çünkü bu parça bilindik Arcade Fire sound’unun kara sularından fersah fersah uzaklıkta. ‘Acaba biz kimi dinliyoruz’ serzenişleri içinde şarkı bildiğin 70’lerden ışınlanmış ve bu çağda modifiye edilmiş bir nu-disko hiti gibi tınlıyor. Çok değişik, çok cesur. Elbette bu işin arkasında prodüktör koltuğunda oturan modern elektronik müziğin yeni üstadı James Murphy var. Bu şarkıdaki diğer bir sürpriz geri vokallerde David Bowie’nin olması. Ayrıca bu yedi küsur dakikalık şarkı için hazırlanan klibi ise müzik tarihini yalamış yutmuş bir isim Anton Corbijn çekmiş. Hani şu muhteşem Control filminin yönetmeni… Dinleyin, izleyin…. Dinletin, izletin…
90’ları yaşayanlar bilir, dönemin en popüler oyunu şu anda da halen revaçta olan Street Fighter’dı. Arcade makinesinin kolunu ve düğmelerini parçalarcasına oynadığımız bu oyunun karakterleri de halen gözümüzün önündedir. Billy the Butcher, illüstrasyonları ile bu karakterlere yeniden hayat vermiş ve dönemin Grunge tarzını da katıp ortaya hem tanıdık hem yepyeni bir Street Fighter dünyası çıkmış. Billy the Butcher’ın çalışmasında Nirnava’dan Dave Grohl Ryu, Alice in Chains’den Layne Staley Blanka, Hole’dan Courtney Love ChunLi, Pearl Jam’den Eddie Vedder Zangief, The Smashing Pumpkins’den Billy Corgan Dhalsim, Stone Temple Pilots’dan Scott Weiland Guile ve Nirvana’dan Kurt Cobain Ken haline bürünmüş. Bizce baya da güzel olmuş, ne dersiniz?
AVRIL YARAMAZLIK PEŞİNDE AvrIl Lavigne’in kendi adını taşıyan albümü “Avril Lavigne” 5 Kasım’da yayımlanacak. Albümden yayımlanan ikinci klip ‘Rock N Roll’a bakarsak, Avril yeniden hayranlarını şaşırtacak numaraların peşinde. Klipte pop-rock’ın haşarı yıldızını Danica McKellar ve Billy Zane ile birlikte çizgi romandan bozma bir maceranın içinde izliyoruz. Maceranın bir yerinde Avril, Danica’yı öpüyor! Peki kim bu Danica? Gençlik dizisi Wonder Years ile tanınan, aynı zamanda romanlarıyla bestseller olmuş, matematikçi olarak da bilinen bir yetenek kumkuması. Klipte Katy Perry’nin ‘I Kissed A Girl’üne gönderme gibi duran bu sahne dışında Avril, Guns’n Roses klasiği ‘November Rain’e de şapka çıkarıyor ve Slash pozunda kilise önünde gitar çalıyor. Albümde yer alan şarkılardan ‘Let Me Go’da kocası Chad Kroeger, ‘Bad Girl’de ise Marilyn Manson eşlik edecek prensesimize. Avril, albümün çok renkli olduğunu belirtiyor. “Pop –rock şarkıları da var, orkestralı piyano baladları da. ‘Hello Kitty’ diye bir şarkım var, daha önce yaptığım hiçbir şeye benzemiyor” diyor.
11. ALBÜM HUZURLARINIZDA İngiltere’nin en ünlü rock gruplarından Manic Street Preachers, 2010 senesinden beri yayınladığı ilk stüdyo albümü “Rewind The Film” ile karşımızda! Büyük beğeni toplayan “Postcards From A Young Man” albümünün yayınlanmasının üzerinden üç sene geçtikten sonra çıkardıkları “Rewind The Film” albümü için Manic Street Preachers, “Eğer eski albümlerimizden biri ile ilişkilendirmemiz gerekirse bu heralde “This Is My Truth Tell Me Yours” albümü olurdu” yorumunu yapıyor. Albümde, Lucy Rose ve Cate Le Bon ile bir araya gelen Manic Street Preachers albüme ismini veren şarkı “Rewind The Film”de ise İngiliz gitarist ve şarkı yazarı Richard Hawley ile bir düet gerçekleştirdi. Grubun kendi stüdyosu “Faster in Cardiff” ve Berlin’deki “Hansa” stüdyosunda kaydedilen Rewind The Film albümünde 12 şarkı yer alıyor. 1991 yılından bu yana Sony Music Columbia Records’a bağlı olan Manic Street Preachers Columbia Records’a bağlı en eski müzik grubu olarak da dikkat çekiyor.
25
http://goo.gl/tvCgP7
H http://butcherbilly.tumblr.com H
COOL DEĞİL Mİ? OlIvIer Kuntzel and Florence Olivier ya da nam-ı diğer Kuntzel+Deygas Dizayn’ın son şaheseri Minuskull ile tanışın. Kendi tasarımları olan kurukafa dizaynlarının göz bölümlerine 2 adet geniş bant Fostex-Fe 83 hoparlör ve entegre anfi ekleyerek bir ahşap heykelciğin içerisine bir ses ve müzik canavarı sığdırmışlar. Tek kullanılacağı gibi 2 adet ile stereo etkisini arttırabilen ya da 5 tanesi bir araya gelince ev sineması sistemi oluşturabilen bu set, hem estetik hem de kalieteli ses arayanlar için http://goo.gl/W2zQC muhteşem bir seçim.
ROMANTİK PRENS ÖPÜCÜKLER DİYARINDA
H http://minuskull.com/en H
MAYMUNLAR’DAN 70’LERE SELAM 7 Eylül Cumartesi akşamı Hezarfen semalarında gönüllerimizi fetheden Arctic Monkeys’in uzun süredir beklenen albümü ‘AM’ İstanbul konserini takiben 9 Eylül Pazartesi günü piyasaya sürüldü. ‘R U Mine?’, ‘Do I Wanna Know?’ ve ‘Why’d You Only Call Me When You’re High?’ gibi üç mükemmele yakın single ile beklentiyi göklere çıkaran AM, bu beklentiyi sonuna kadar, fazlasıyla karşılıyor. Alex Turner ve kankaları, 5. albümlerinde şu ana kadarki en ciddi ve sert tona sahip işlerine imza atıyorlar. Kendilerine münhasır Rock & Roll sound’uyla birlikte, baştan aşağı 70’li yılların müzik sahnesine referanslarla dolu albüm, Maymunlar’ın şimdiye dek çıkardıkları en sağlam iş. 70’ler müziğine hakim, dikkatli kulaklar ‘Arabella’ adlı parçadaki Led Zeppelin ve Black Sabbath ya da ‘One For The Road’daki Rod Stewart göndermelerini rahatlıkla duyabilirler. Sahne şovlarında tavırları, saç modeli ve kıyafetleriyle Elvis Presley’i kendine ‘role model’ alan Alex Turner’ın, Queens Of Stone Age’in yeni albümü ‘…Like Clockwork’ün kayıtları süresince grubun vokalisti, ‘Ginger Elvis’ lakablı, Josh Homme ile takılmasının yansımaları da AM’in genel sound’unda ve şarkı sözlerinde hissedilen bir diğer etki. 2013’ün tartışmasız en önemli LP’lerinden… Israrla edininiz.
The Weeknd nam-ı diğer Abel Tesfaye geçtiğimiz iki yılın tartışmasız en çok ses getiren R&B şarkıcı ve prodüktörü. İki yıl önce arka arkaya yayınladığı ‘House of Balloons’, ‘Thursday’ ve ‘Echoes of Silence’ adlı üç free mixtape ile bir internet fenomenine dönüşen Tesfaye, bu süreç boyunca da kameralardan olabildiğince uzak durdu. 2012 yılında internet üzerinden yaptığı seçmelerle kurduğu The Weeknd Band ile Coachella Festivali’nde ilk canlı performansını verdi ve Wiz Khalifa, Lil Wayne ve Drake gibi önemli isimlerin albümlerine konuk sanatçı olarak katıldı. Sahne ışıklarının bağımlılık yaratıcı yıldız tozunu yuttuktan sonra da Republic Records’la yaptığı anlaşma ile 2011 yılında yayınladığı inanılmaz başarılı 3 mixtape’i 3 tane de yeni şarkı ekleyerek Trilogy ismiyle vinyl box-set olarak yayınladı. Geçtiğimiz Haziran ayında ‘John Carpenter’ isimli bir video teaser ile yeni albüm müjdesini veren Romantik Prens Abel, 2013 yılının en çok beklenen işlerinden olan ‘Kiss Land’i 10 Eylül’de piyasaya sürdü. Trilogy’i doğup büyüdüğü kent olan Toronto üzerine olduğunu belirten Kanadalı müzisyen, ‘Kiss Land’in ise 2012 yılında tanıştığı turne hayatı üzerine yazıldığını söylüyor. Albümün ilham kaynaklarının da John Carpenter ve David Cronenberg gibi yönetmenlerin filmleri olduğunu da sözlerine ekliyor. Çıktığı müzik turnesindeki yaşadıklarını, bu filmlerdeki tekinsiz ve gergin ruh haliyle tanımlıyor. Soul ve R&B seviyorsanız ve de henüz The Weeknd’le tanışmadıysanız ‘Kiss Land’e kesinlikle şans vermelisiniz. ‘Adaption’, ‘Love In The Sky’ ve Portishead’in ‘Machine Gun’ adlı parçasından sample’lar içeren Belong To The World’e ayrıca dikkat…
24
EKİM 2013
SIKI BİR ALBÜM GELİYOR
Arcade Fire
EKİM 2013
STREET FIGHTER’A GRUNGE AYARI
Yeni albüm çıkaracak gruplar kervanına Indie müzik camiasında büyük bir hayran kitlesine sahip Kanadalı Arcade Fire da katıldı. Yeni albüm 29 Ekim’de yayınlanacak. Albümden servis edilen ilk parça ‘Reflektor’ ismini taşıyor ve dinleyenlerin ağzını açık bırakarak lodos yemiş balığa çeviriyor. Çünkü bu parça bilindik Arcade Fire sound’unun kara sularından fersah fersah uzaklıkta. ‘Acaba biz kimi dinliyoruz’ serzenişleri içinde şarkı bildiğin 70’lerden ışınlanmış ve bu çağda modifiye edilmiş bir nu-disko hiti gibi tınlıyor. Çok değişik, çok cesur. Elbette bu işin arkasında prodüktör koltuğunda oturan modern elektronik müziğin yeni üstadı James Murphy var. Bu şarkıdaki diğer bir sürpriz geri vokallerde David Bowie’nin olması. Ayrıca bu yedi küsur dakikalık şarkı için hazırlanan klibi ise müzik tarihini yalamış yutmuş bir isim Anton Corbijn çekmiş. Hani şu muhteşem Control filminin yönetmeni… Dinleyin, izleyin…. Dinletin, izletin…
90’ları yaşayanlar bilir, dönemin en popüler oyunu şu anda da halen revaçta olan Street Fighter’dı. Arcade makinesinin kolunu ve düğmelerini parçalarcasına oynadığımız bu oyunun karakterleri de halen gözümüzün önündedir. Billy the Butcher, illüstrasyonları ile bu karakterlere yeniden hayat vermiş ve dönemin Grunge tarzını da katıp ortaya hem tanıdık hem yepyeni bir Street Fighter dünyası çıkmış. Billy the Butcher’ın çalışmasında Nirnava’dan Dave Grohl Ryu, Alice in Chains’den Layne Staley Blanka, Hole’dan Courtney Love ChunLi, Pearl Jam’den Eddie Vedder Zangief, The Smashing Pumpkins’den Billy Corgan Dhalsim, Stone Temple Pilots’dan Scott Weiland Guile ve Nirvana’dan Kurt Cobain Ken haline bürünmüş. Bizce baya da güzel olmuş, ne dersiniz?
AVRIL YARAMAZLIK PEŞİNDE AvrIl Lavigne’in kendi adını taşıyan albümü “Avril Lavigne” 5 Kasım’da yayımlanacak. Albümden yayımlanan ikinci klip ‘Rock N Roll’a bakarsak, Avril yeniden hayranlarını şaşırtacak numaraların peşinde. Klipte pop-rock’ın haşarı yıldızını Danica McKellar ve Billy Zane ile birlikte çizgi romandan bozma bir maceranın içinde izliyoruz. Maceranın bir yerinde Avril, Danica’yı öpüyor! Peki kim bu Danica? Gençlik dizisi Wonder Years ile tanınan, aynı zamanda romanlarıyla bestseller olmuş, matematikçi olarak da bilinen bir yetenek kumkuması. Klipte Katy Perry’nin ‘I Kissed A Girl’üne gönderme gibi duran bu sahne dışında Avril, Guns’n Roses klasiği ‘November Rain’e de şapka çıkarıyor ve Slash pozunda kilise önünde gitar çalıyor. Albümde yer alan şarkılardan ‘Let Me Go’da kocası Chad Kroeger, ‘Bad Girl’de ise Marilyn Manson eşlik edecek prensesimize. Avril, albümün çok renkli olduğunu belirtiyor. “Pop –rock şarkıları da var, orkestralı piyano baladları da. ‘Hello Kitty’ diye bir şarkım var, daha önce yaptığım hiçbir şeye benzemiyor” diyor.
11. ALBÜM HUZURLARINIZDA İngiltere’nin en ünlü rock gruplarından Manic Street Preachers, 2010 senesinden beri yayınladığı ilk stüdyo albümü “Rewind The Film” ile karşımızda! Büyük beğeni toplayan “Postcards From A Young Man” albümünün yayınlanmasının üzerinden üç sene geçtikten sonra çıkardıkları “Rewind The Film” albümü için Manic Street Preachers, “Eğer eski albümlerimizden biri ile ilişkilendirmemiz gerekirse bu heralde “This Is My Truth Tell Me Yours” albümü olurdu” yorumunu yapıyor. Albümde, Lucy Rose ve Cate Le Bon ile bir araya gelen Manic Street Preachers albüme ismini veren şarkı “Rewind The Film”de ise İngiliz gitarist ve şarkı yazarı Richard Hawley ile bir düet gerçekleştirdi. Grubun kendi stüdyosu “Faster in Cardiff” ve Berlin’deki “Hansa” stüdyosunda kaydedilen Rewind The Film albümünde 12 şarkı yer alıyor. 1991 yılından bu yana Sony Music Columbia Records’a bağlı olan Manic Street Preachers Columbia Records’a bağlı en eski müzik grubu olarak da dikkat çekiyor.
25
http://goo.gl/tvCgP7
H http://butcherbilly.tumblr.com H
COOL DEĞİL Mİ? OlIvIer Kuntzel and Florence Olivier ya da nam-ı diğer Kuntzel+Deygas Dizayn’ın son şaheseri Minuskull ile tanışın. Kendi tasarımları olan kurukafa dizaynlarının göz bölümlerine 2 adet geniş bant Fostex-Fe 83 hoparlör ve entegre anfi ekleyerek bir ahşap heykelciğin içerisine bir ses ve müzik canavarı sığdırmışlar. Tek kullanılacağı gibi 2 adet ile stereo etkisini arttırabilen ya da 5 tanesi bir araya gelince ev sineması sistemi oluşturabilen bu set, hem estetik hem de kalieteli ses arayanlar için http://goo.gl/W2zQC muhteşem bir seçim.
ROMANTİK PRENS ÖPÜCÜKLER DİYARINDA
H http://minuskull.com/en H
MAYMUNLAR’DAN 70’LERE SELAM 7 Eylül Cumartesi akşamı Hezarfen semalarında gönüllerimizi fetheden Arctic Monkeys’in uzun süredir beklenen albümü ‘AM’ İstanbul konserini takiben 9 Eylül Pazartesi günü piyasaya sürüldü. ‘R U Mine?’, ‘Do I Wanna Know?’ ve ‘Why’d You Only Call Me When You’re High?’ gibi üç mükemmele yakın single ile beklentiyi göklere çıkaran AM, bu beklentiyi sonuna kadar, fazlasıyla karşılıyor. Alex Turner ve kankaları, 5. albümlerinde şu ana kadarki en ciddi ve sert tona sahip işlerine imza atıyorlar. Kendilerine münhasır Rock & Roll sound’uyla birlikte, baştan aşağı 70’li yılların müzik sahnesine referanslarla dolu albüm, Maymunlar’ın şimdiye dek çıkardıkları en sağlam iş. 70’ler müziğine hakim, dikkatli kulaklar ‘Arabella’ adlı parçadaki Led Zeppelin ve Black Sabbath ya da ‘One For The Road’daki Rod Stewart göndermelerini rahatlıkla duyabilirler. Sahne şovlarında tavırları, saç modeli ve kıyafetleriyle Elvis Presley’i kendine ‘role model’ alan Alex Turner’ın, Queens Of Stone Age’in yeni albümü ‘…Like Clockwork’ün kayıtları süresince grubun vokalisti, ‘Ginger Elvis’ lakablı, Josh Homme ile takılmasının yansımaları da AM’in genel sound’unda ve şarkı sözlerinde hissedilen bir diğer etki. 2013’ün tartışmasız en önemli LP’lerinden… Israrla edininiz.
The Weeknd nam-ı diğer Abel Tesfaye geçtiğimiz iki yılın tartışmasız en çok ses getiren R&B şarkıcı ve prodüktörü. İki yıl önce arka arkaya yayınladığı ‘House of Balloons’, ‘Thursday’ ve ‘Echoes of Silence’ adlı üç free mixtape ile bir internet fenomenine dönüşen Tesfaye, bu süreç boyunca da kameralardan olabildiğince uzak durdu. 2012 yılında internet üzerinden yaptığı seçmelerle kurduğu The Weeknd Band ile Coachella Festivali’nde ilk canlı performansını verdi ve Wiz Khalifa, Lil Wayne ve Drake gibi önemli isimlerin albümlerine konuk sanatçı olarak katıldı. Sahne ışıklarının bağımlılık yaratıcı yıldız tozunu yuttuktan sonra da Republic Records’la yaptığı anlaşma ile 2011 yılında yayınladığı inanılmaz başarılı 3 mixtape’i 3 tane de yeni şarkı ekleyerek Trilogy ismiyle vinyl box-set olarak yayınladı. Geçtiğimiz Haziran ayında ‘John Carpenter’ isimli bir video teaser ile yeni albüm müjdesini veren Romantik Prens Abel, 2013 yılının en çok beklenen işlerinden olan ‘Kiss Land’i 10 Eylül’de piyasaya sürdü. Trilogy’i doğup büyüdüğü kent olan Toronto üzerine olduğunu belirten Kanadalı müzisyen, ‘Kiss Land’in ise 2012 yılında tanıştığı turne hayatı üzerine yazıldığını söylüyor. Albümün ilham kaynaklarının da John Carpenter ve David Cronenberg gibi yönetmenlerin filmleri olduğunu da sözlerine ekliyor. Çıktığı müzik turnesindeki yaşadıklarını, bu filmlerdeki tekinsiz ve gergin ruh haliyle tanımlıyor. Soul ve R&B seviyorsanız ve de henüz The Weeknd’le tanışmadıysanız ‘Kiss Land’e kesinlikle şans vermelisiniz. ‘Adaption’, ‘Love In The Sky’ ve Portishead’in ‘Machine Gun’ adlı parçasından sample’lar içeren Belong To The World’e ayrıca dikkat…
26
ROGER WATERS’IN PEŞİNDE SOFYA YOLLARINDA… 30 Ağustos Vasil Levski Stadium/Sofya
Roger Waters’ın 4 Ağustos’ta verdiği İstanbul konserinin bizi kesmeyeceği aşikardı. Bu nedenle aylar öncesinden Sofya konseri için de biletlerimizi almıştık. Sahne önü bileti için verdiğimiz para 160 liraydı, ki bu Türkiye’deki en ucuz bilete karşılık geliyor.
B
irçok insan “The Wall Live” konserini uzaktan izlemenin daha mantıklı olduğunu düşünür, kısmen doğrudur. Ama bu konserin yakında çıkacak DVD’sinde zaten her detayı en ufak ayrıntısına kadar göreceğimiz için, bir daha görmeyeceğimiz neredeyse kesin olan Roger Waters’ın sadece 10 metre uzaklığında olmak ve her mimiğini yakından gözlemlemek bizler için daha ağır bastı. 12 kişiydik ve Sofya’ya bir minibüs tutup gittik. Sınırda gurbetçilerin oluşturduğu kilometrelerce uzunluğundaki kuyrukta 5 saatimizi heba ettikten sonra akşam gerçekleşecek konsere neredeyse ucu ucuna yetişmemiz bizim için büyük, insanlık içinse küçük bir detay olarak hafızalardaki yerini aldı. Konsere Bulgaristan Cumhurbaşkanı’nın teşrif etmesi bizim için alışılmadık bir durum, oradaysa kapıların açılmasını sadece yarım saat geciktiren önemsiz bir detay. İçeride ekstra bir güvenlik önlemi de yok, Cumhurbaşkanı’nın konsere geldiğini ertesi gün gazetelerden öğrendik mesela. Konsere girmeden önce sokaklarda az sayıda da olsa protestocular gördük. Az sayıda olmalarının sebebi parlamentonun tatilde olması, herkes ara verilen büyük çaplı eylemleri yeniden başlatmak için açılışı bekliyor. Peki, Bulgaristan halkı neyi protesto ediyor? Ufak çaplı ilk eylemler Şubat ayında elektriğe gelen zamla başlamış, enerji sektörünün yabancı şirketlere satılması ve hükümetin bazı yolsuzlukları sonucu büyük bir halk hareketine
dönüşmüştü. Merkez sağ hükümet istifa etti, yerine sosyal demokrat ağırlıklı bir koalisyon hükümeti kuruldu. Haziran ayında yolsuzluklara bulaşmış bir medya patronunun Milli Güvenlik Ajansı’nın başına atanmasıyla protestolar yeniden başladı. Atama geri alındı ama olaylar durmadı. Sebebi Bulgaristan’daki partilerin çoğunun mafyayla içli dışlı olması ve halkın giderek yoksullaşması. Bu protestoların Roger Waters konserine yansıyacağı gün gibi aşikardı, bu konseri bizim için daha da önemli hale getirdi. Konserin gerçekleşeceği Vasil Levski National
Stadium, 43 bin kişi kapasiteli ve o akşam saha içindekilerle beraber orada 45 bin kişiydik. “The Wall Live”ı seyretmemiş birine anlatmak çok zor, hangi bir sahnesini anlatacaksınız ki. Ama izleyenleri deneyimlerimizden mahrum etmeyelim; İstanbul’daki konsere gidenler iyi hatırlar, Roger Waters’ın Türkçe konuştuğu ve Gezi Parkı olayları sonucu hayatını kaybetmiş insanları andığı bir bölüm vardı. Bu bölümde Waters bu kez izleyiciye Bulgarca hitap etti ve direnişi selamladı. O an tüm stat “Opstanka” (Hükümete yönelik çağrı, “İstifa” demek) diye inlemeye başladı. Birkaç şarkı sonra sahnedeki dev duvarda “Opstanka” yazdığında kopan çığlığı ve alkışı az çok tahmin edebilirsiniz. Ortada verilen 15 dakikalık arada tamamı örülü duvar üzerine hayatını kaybetmiş yüzlerce insanın ismi, resmi ve kısa hikayesi yansıyor. Gezi Parkı direnişi esnasında hayatını kaybeden 4 isim Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş ve Ethem Sarısülük’ün isimlerini duvarda görünce yine hüzünleniyoruz. Dikkatimizi çeken bir olaysa duvara İstanbul’da ismi yansıtılmış olan polis Mustafa Sarı’nın isminin bu kez yansımamış olması. Konser bittiğinde hepimiz İstanbul konseriyle kıyasladık ve İstanbul kazandı. Emin olun tüm turnenin en anlamlı konserine biz şahit olduk çünkü duvara yansıyan bizim hikayemizdi. Haklı direnişin haksız ölümleri bizi etkilemişti ve bu şov direnişin özüyle birebir örtüşüyordu. “The Wall Live” turnesi 21 Eylül’de Fransa’da verilen konserle son buldu. Bu aynı zamanda insanların Roger Waters’ı görebileceği son turneydi, çünkü Waters bu turnenin kariyerindeki son turne olduğunu defalarca belirtmişti. İstanbul’da “The Wall Live”ı kaçıranlar ne kaçırdıklarını asla tam olarak anlayamayacaklar, izleyenler ise izledikleri her konseri onunla kıyaslayacaklar ve tecrübeyle sabittir, kazanan hep “The Wall Live” olacak... n Çağlan Tekil
26
ROGER WATERS’IN PEŞİNDE SOFYA YOLLARINDA… 30 Ağustos Vasil Levski Stadium/Sofya
Roger Waters’ın 4 Ağustos’ta verdiği İstanbul konserinin bizi kesmeyeceği aşikardı. Bu nedenle aylar öncesinden Sofya konseri için de biletlerimizi almıştık. Sahne önü bileti için verdiğimiz para 160 liraydı, ki bu Türkiye’deki en ucuz bilete karşılık geliyor.
B
irçok insan “The Wall Live” konserini uzaktan izlemenin daha mantıklı olduğunu düşünür, kısmen doğrudur. Ama bu konserin yakında çıkacak DVD’sinde zaten her detayı en ufak ayrıntısına kadar göreceğimiz için, bir daha görmeyeceğimiz neredeyse kesin olan Roger Waters’ın sadece 10 metre uzaklığında olmak ve her mimiğini yakından gözlemlemek bizler için daha ağır bastı. 12 kişiydik ve Sofya’ya bir minibüs tutup gittik. Sınırda gurbetçilerin oluşturduğu kilometrelerce uzunluğundaki kuyrukta 5 saatimizi heba ettikten sonra akşam gerçekleşecek konsere neredeyse ucu ucuna yetişmemiz bizim için büyük, insanlık içinse küçük bir detay olarak hafızalardaki yerini aldı. Konsere Bulgaristan Cumhurbaşkanı’nın teşrif etmesi bizim için alışılmadık bir durum, oradaysa kapıların açılmasını sadece yarım saat geciktiren önemsiz bir detay. İçeride ekstra bir güvenlik önlemi de yok, Cumhurbaşkanı’nın konsere geldiğini ertesi gün gazetelerden öğrendik mesela. Konsere girmeden önce sokaklarda az sayıda da olsa protestocular gördük. Az sayıda olmalarının sebebi parlamentonun tatilde olması, herkes ara verilen büyük çaplı eylemleri yeniden başlatmak için açılışı bekliyor. Peki, Bulgaristan halkı neyi protesto ediyor? Ufak çaplı ilk eylemler Şubat ayında elektriğe gelen zamla başlamış, enerji sektörünün yabancı şirketlere satılması ve hükümetin bazı yolsuzlukları sonucu büyük bir halk hareketine
dönüşmüştü. Merkez sağ hükümet istifa etti, yerine sosyal demokrat ağırlıklı bir koalisyon hükümeti kuruldu. Haziran ayında yolsuzluklara bulaşmış bir medya patronunun Milli Güvenlik Ajansı’nın başına atanmasıyla protestolar yeniden başladı. Atama geri alındı ama olaylar durmadı. Sebebi Bulgaristan’daki partilerin çoğunun mafyayla içli dışlı olması ve halkın giderek yoksullaşması. Bu protestoların Roger Waters konserine yansıyacağı gün gibi aşikardı, bu konseri bizim için daha da önemli hale getirdi. Konserin gerçekleşeceği Vasil Levski National
Stadium, 43 bin kişi kapasiteli ve o akşam saha içindekilerle beraber orada 45 bin kişiydik. “The Wall Live”ı seyretmemiş birine anlatmak çok zor, hangi bir sahnesini anlatacaksınız ki. Ama izleyenleri deneyimlerimizden mahrum etmeyelim; İstanbul’daki konsere gidenler iyi hatırlar, Roger Waters’ın Türkçe konuştuğu ve Gezi Parkı olayları sonucu hayatını kaybetmiş insanları andığı bir bölüm vardı. Bu bölümde Waters bu kez izleyiciye Bulgarca hitap etti ve direnişi selamladı. O an tüm stat “Opstanka” (Hükümete yönelik çağrı, “İstifa” demek) diye inlemeye başladı. Birkaç şarkı sonra sahnedeki dev duvarda “Opstanka” yazdığında kopan çığlığı ve alkışı az çok tahmin edebilirsiniz. Ortada verilen 15 dakikalık arada tamamı örülü duvar üzerine hayatını kaybetmiş yüzlerce insanın ismi, resmi ve kısa hikayesi yansıyor. Gezi Parkı direnişi esnasında hayatını kaybeden 4 isim Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş ve Ethem Sarısülük’ün isimlerini duvarda görünce yine hüzünleniyoruz. Dikkatimizi çeken bir olaysa duvara İstanbul’da ismi yansıtılmış olan polis Mustafa Sarı’nın isminin bu kez yansımamış olması. Konser bittiğinde hepimiz İstanbul konseriyle kıyasladık ve İstanbul kazandı. Emin olun tüm turnenin en anlamlı konserine biz şahit olduk çünkü duvara yansıyan bizim hikayemizdi. Haklı direnişin haksız ölümleri bizi etkilemişti ve bu şov direnişin özüyle birebir örtüşüyordu. “The Wall Live” turnesi 21 Eylül’de Fransa’da verilen konserle son buldu. Bu aynı zamanda insanların Roger Waters’ı görebileceği son turneydi, çünkü Waters bu turnenin kariyerindeki son turne olduğunu defalarca belirtmişti. İstanbul’da “The Wall Live”ı kaçıranlar ne kaçırdıklarını asla tam olarak anlayamayacaklar, izleyenler ise izledikleri her konseri onunla kıyaslayacaklar ve tecrübeyle sabittir, kazanan hep “The Wall Live” olacak... n Çağlan Tekil
28
EKİM 2013
EKİM 2013
29
Ö
ncelikle son yıllarda İstanbul’da da bol bol kutlanan bu Oktoberfest tam olarak nedir, gelin isterseniz oradan başlayalım... Oktoberfest, her yıl Eylül ayının 15’inden sonraki Cumartesi başlayıp, Ekim ayının ilk Pazar günü bitecek şekilde iki hafta süren bir etkinlik. Almanya’nın Bavreya eyaletinde, eyaletin başkenti Münih’te yapılıyor. İki haftada ortalama 6 milyon kişinin ziyaret ettiği Oktoberfest dünyanın en büyük festivallerinden biri olarak kabul ediliyor... Sınırsız eğlence ve sınırsız bira....
ÖNCE TARİH
GİTTİK, YEDİK, İÇTİK:
OKTOBERFEST Daha önce de söylemiştik. Eğlence neredeyse Postkolik oradadır. Bu kez 21-22 Eylül tarihleri arasında Münih’teydik ve Oktoberfest’i çılgınlar gibi kutladık... İşte Bahar MumcuSuphi Aydıner ikilisinin gözünden Oktoberfest 2013...
Festivalin tarihine bakarsak, Oktoberfest ilk kez 17 Ekim 1810’da, Prens Ludwig ve Prenses Therese’nin görkemli düğünlerinin kutlanması olarak karşımıza çıkıyor. O günden bugüne tabii çok büyük değişimler yaşıyor. Örneğin Münih yılın bu döneminde çok soğuk olduğu için 1872’den itibaren Eylül ayında başlayacak şekilde düzenleniyor. Oktoberfest Münih’in merkezine yürüyerek 10 dakika mesafedeki Theresienwiese’de yapılıyor. Dünyanın en büyük festivali olduğu için tüm oteller, pansiyonlar ve hosteller aylar öncesinden rezerve edilmiş oluyor. Bu sebeple programınızı 4-5 ay öncesinden yapmanızı tavsiye ederiz, ki biz öyle yaptık. Almanya ve özellikle Münih, son derece güvenli bir bölge olduğu için konaklama konusunda illa kaliteli bir yer takıntınız kesinlikle olmasın. Çok kaliteli bir yerde kalamasanız bile sorun yok, önemli olan yürüme mesafesinde bir yerde konaklamak. Ama olmazsa da çok sorun değil, zira festival alanı merkez tren istasyonuna (Hauptbahnhof) sadece bir durak uzaklıkta. Tek yapmanız gereken bira içmeye başlamadan metro haritasını bakıp dönüş yolunu öğrenmek. Zira sonrası çok zor olabilir!
HEIDI VE PETER OLUN Geleneksel Alman kıyafetlerinin festivalin vazgeçilmezi olduğunu söylemeye herhalde gerek yok. Kızların giydiğine “Drindl”, erkeklerinkine “Trachten” ya da “Lederhose” deniliyor. Festivalin bir parçası olmak istiyorsanız bunlardan mutlaka giymelisiniz. Fiyat yelpazesi çok geniş olduğu için her keseye uygun bir kıyafet mutlaka var. Yani 70 Euro’dan 750 Euro’ya kadar kıyafet bulabilirsiniz. Almanların çok değer verdiği ve sahip çıktığı bu kıyafet kültürünü yılın her dönemi şehrin farklı yerlerindeki bira evlerinde görmek mümkün. Kıyafetleri şehir merkezindeki butiklerden, C&A gibi zincir mağazalara kadar pek çok yerde bulabilirsiniz.
TÖRENLERİ KAÇIRMAYIN Eğer açılış gününe gittiyseniz sabah 10’dan itibaren başlayan, şehrin merkezinden festival alanına kadar giden açılış geçidini ve törenlerini mutlaka seyredin. Tüm yerel bira üreticilerinin büyük bira fıçılarını çeken atlıları, bandoları, eğlenceli şovları görülmeye değer. Festival resmi olarak, belediye başkanını bu geçidin sonunda, büyük bir fıçıya çeşme çakmasıyla başlıyor. Festival alanını iki ana gruba ayırabiliriz. Çadır alanları ve Lunapark alanı. Bavyeralı yerel bira üreticilerinin kurduğu bu çadırların her birinde yaklaşık 10 bin kişilik oturma alanı mevcut. Her çadırın ortasında
Bahar ve Suphi
yaklaşık 20 kişilik canlı orkestra grubu, geleneksel Alman şarkılarından tüm popüler şarkılara kadar eğlenceli müzik yapıyorlar. En meşhuru ve festivale giderken öğrenmeniz gereken, her saat 4 kere, topluca kadeh kaldırılması için çalınan “Prosit” (Şerefe) şarkısı… Çadırlara girmek için önce çadırın bahçe alanına girmeniz gerekiyor. Kapıları tutan birçok Türk güvenlik görevlisini ikna ederek, kuralcı Almanların önünden içeri girmek ve bahçe kısmından da çadırın içine geçmek ise tamamen sizin dilinize ve becerinize kalmış… Oluşan kalabalığın önüne geçmek için sabah saatlerinden itibaren kapılar kapatılıyor ve içeri girişler bu güvenlik görevlilerinin kontrolünde yapılıyor. Tabiki kıyafetinizin olması sizin için çok büyük bir artı!!! Bunların haricinde orta alanlarda bir çok yemek, tatlı, hediyelik eşya stantları ve kiosklar mevcut. Eğer daha önce yemediyseniz, orada yiyeceğiniz tavuğu (Wiesen Hendl) başka bir yerde yiyemeyeceğinizi garanti ediyoruz… Tatlı olarak da Apfelstrudel veya Kaiserschmarrn öneririz, pişman olmazsınız.
SERVİS 23.00’E KADAR
BİRA 9-10 EURO
Bira servisi sabah çadırların açılmasıyla başlayıp akşam 23:00’e kadar sürüyor. Kendine güvenenler masanın üzerine çıkıp alkışlar ve tezahürat eşliğinde 1 litre birayı tek dikişte içmeye çalışıyorlar. Başarırlarsa alkışlanıp omuzlara çıkarılıyor, başaramazlarsa yuhalanıyorlar. Denemeden önce ciddi çalışmanız lazım.. Festivalin bir diğer alanı ise Lunapark kısmı. Burası büyük bir Lunapark gibi tüm eğlenceli oyun gruplarını bulabileceğiniz, extrem oyunların da bulunduğu bir alan. Dönmedolap, korku tünelleri, sihirbazlık gösterileri, atış alanları, gondol, kamikaze, serbest düşüş.. Ne ararsanız var. Biz çok eğlendik, size de öneririz.
Festival tüm gösterişine rağmen size çok para harcatmıyor. Bira fiyatı çadırdan çadıra değişiyor. 9 ile 10 Euro arasında litrelik bira alabiliyorsunuz. Daha küçük bardak sormayın bile, garsonlar tarafından dalga konusu olabilirsiniz. Tavuk ise 9 – 10,50 Euro arası değişiyor. Almanların meşhur simidi Bretzel ise 4,5 – 5 Euro arasında. Yani bir kişi 50 Euro’ya tüm gününü eğlenceli bir şekilde festival alanında geçirebilir. Tabii kendinizi lunapark alanında kaybetmezseniz. Gittik, gezdik, içtik, yedik ve şimdiden önümüzdeki yılın planlarını yapmaya başladık bile. Seneye Oktoberfest’te görüşmek üzere. Hololeiyooo..
28
EKİM 2013
EKİM 2013
29
Ö
ncelikle son yıllarda İstanbul’da da bol bol kutlanan bu Oktoberfest tam olarak nedir, gelin isterseniz oradan başlayalım... Oktoberfest, her yıl Eylül ayının 15’inden sonraki Cumartesi başlayıp, Ekim ayının ilk Pazar günü bitecek şekilde iki hafta süren bir etkinlik. Almanya’nın Bavreya eyaletinde, eyaletin başkenti Münih’te yapılıyor. İki haftada ortalama 6 milyon kişinin ziyaret ettiği Oktoberfest dünyanın en büyük festivallerinden biri olarak kabul ediliyor... Sınırsız eğlence ve sınırsız bira....
ÖNCE TARİH
GİTTİK, YEDİK, İÇTİK:
OKTOBERFEST Daha önce de söylemiştik. Eğlence neredeyse Postkolik oradadır. Bu kez 21-22 Eylül tarihleri arasında Münih’teydik ve Oktoberfest’i çılgınlar gibi kutladık... İşte Bahar MumcuSuphi Aydıner ikilisinin gözünden Oktoberfest 2013...
Festivalin tarihine bakarsak, Oktoberfest ilk kez 17 Ekim 1810’da, Prens Ludwig ve Prenses Therese’nin görkemli düğünlerinin kutlanması olarak karşımıza çıkıyor. O günden bugüne tabii çok büyük değişimler yaşıyor. Örneğin Münih yılın bu döneminde çok soğuk olduğu için 1872’den itibaren Eylül ayında başlayacak şekilde düzenleniyor. Oktoberfest Münih’in merkezine yürüyerek 10 dakika mesafedeki Theresienwiese’de yapılıyor. Dünyanın en büyük festivali olduğu için tüm oteller, pansiyonlar ve hosteller aylar öncesinden rezerve edilmiş oluyor. Bu sebeple programınızı 4-5 ay öncesinden yapmanızı tavsiye ederiz, ki biz öyle yaptık. Almanya ve özellikle Münih, son derece güvenli bir bölge olduğu için konaklama konusunda illa kaliteli bir yer takıntınız kesinlikle olmasın. Çok kaliteli bir yerde kalamasanız bile sorun yok, önemli olan yürüme mesafesinde bir yerde konaklamak. Ama olmazsa da çok sorun değil, zira festival alanı merkez tren istasyonuna (Hauptbahnhof) sadece bir durak uzaklıkta. Tek yapmanız gereken bira içmeye başlamadan metro haritasını bakıp dönüş yolunu öğrenmek. Zira sonrası çok zor olabilir!
HEIDI VE PETER OLUN Geleneksel Alman kıyafetlerinin festivalin vazgeçilmezi olduğunu söylemeye herhalde gerek yok. Kızların giydiğine “Drindl”, erkeklerinkine “Trachten” ya da “Lederhose” deniliyor. Festivalin bir parçası olmak istiyorsanız bunlardan mutlaka giymelisiniz. Fiyat yelpazesi çok geniş olduğu için her keseye uygun bir kıyafet mutlaka var. Yani 70 Euro’dan 750 Euro’ya kadar kıyafet bulabilirsiniz. Almanların çok değer verdiği ve sahip çıktığı bu kıyafet kültürünü yılın her dönemi şehrin farklı yerlerindeki bira evlerinde görmek mümkün. Kıyafetleri şehir merkezindeki butiklerden, C&A gibi zincir mağazalara kadar pek çok yerde bulabilirsiniz.
TÖRENLERİ KAÇIRMAYIN Eğer açılış gününe gittiyseniz sabah 10’dan itibaren başlayan, şehrin merkezinden festival alanına kadar giden açılış geçidini ve törenlerini mutlaka seyredin. Tüm yerel bira üreticilerinin büyük bira fıçılarını çeken atlıları, bandoları, eğlenceli şovları görülmeye değer. Festival resmi olarak, belediye başkanını bu geçidin sonunda, büyük bir fıçıya çeşme çakmasıyla başlıyor. Festival alanını iki ana gruba ayırabiliriz. Çadır alanları ve Lunapark alanı. Bavyeralı yerel bira üreticilerinin kurduğu bu çadırların her birinde yaklaşık 10 bin kişilik oturma alanı mevcut. Her çadırın ortasında
Bahar ve Suphi
yaklaşık 20 kişilik canlı orkestra grubu, geleneksel Alman şarkılarından tüm popüler şarkılara kadar eğlenceli müzik yapıyorlar. En meşhuru ve festivale giderken öğrenmeniz gereken, her saat 4 kere, topluca kadeh kaldırılması için çalınan “Prosit” (Şerefe) şarkısı… Çadırlara girmek için önce çadırın bahçe alanına girmeniz gerekiyor. Kapıları tutan birçok Türk güvenlik görevlisini ikna ederek, kuralcı Almanların önünden içeri girmek ve bahçe kısmından da çadırın içine geçmek ise tamamen sizin dilinize ve becerinize kalmış… Oluşan kalabalığın önüne geçmek için sabah saatlerinden itibaren kapılar kapatılıyor ve içeri girişler bu güvenlik görevlilerinin kontrolünde yapılıyor. Tabiki kıyafetinizin olması sizin için çok büyük bir artı!!! Bunların haricinde orta alanlarda bir çok yemek, tatlı, hediyelik eşya stantları ve kiosklar mevcut. Eğer daha önce yemediyseniz, orada yiyeceğiniz tavuğu (Wiesen Hendl) başka bir yerde yiyemeyeceğinizi garanti ediyoruz… Tatlı olarak da Apfelstrudel veya Kaiserschmarrn öneririz, pişman olmazsınız.
SERVİS 23.00’E KADAR
BİRA 9-10 EURO
Bira servisi sabah çadırların açılmasıyla başlayıp akşam 23:00’e kadar sürüyor. Kendine güvenenler masanın üzerine çıkıp alkışlar ve tezahürat eşliğinde 1 litre birayı tek dikişte içmeye çalışıyorlar. Başarırlarsa alkışlanıp omuzlara çıkarılıyor, başaramazlarsa yuhalanıyorlar. Denemeden önce ciddi çalışmanız lazım.. Festivalin bir diğer alanı ise Lunapark kısmı. Burası büyük bir Lunapark gibi tüm eğlenceli oyun gruplarını bulabileceğiniz, extrem oyunların da bulunduğu bir alan. Dönmedolap, korku tünelleri, sihirbazlık gösterileri, atış alanları, gondol, kamikaze, serbest düşüş.. Ne ararsanız var. Biz çok eğlendik, size de öneririz.
Festival tüm gösterişine rağmen size çok para harcatmıyor. Bira fiyatı çadırdan çadıra değişiyor. 9 ile 10 Euro arasında litrelik bira alabiliyorsunuz. Daha küçük bardak sormayın bile, garsonlar tarafından dalga konusu olabilirsiniz. Tavuk ise 9 – 10,50 Euro arası değişiyor. Almanların meşhur simidi Bretzel ise 4,5 – 5 Euro arasında. Yani bir kişi 50 Euro’ya tüm gününü eğlenceli bir şekilde festival alanında geçirebilir. Tabii kendinizi lunapark alanında kaybetmezseniz. Gittik, gezdik, içtik, yedik ve şimdiden önümüzdeki yılın planlarını yapmaya başladık bile. Seneye Oktoberfest’te görüşmek üzere. Hololeiyooo..
30
EKİM 2013
BİR OYUNDAN ÇOK DAHA FAZLASI… Ve aylardır merakla beklediğimiz Grand Theft Auto V nihayet çıktı. Piyasaya sürülmesinden 24 saat sonrasında satış rakamları 800 milyon Dolar’ı, üç gün sonrasında ise 1 milyar Dolar’ı geçerek rekor kıran GTA V, bu başarıyı fazlasıyla hak ediyor.
P
iksel piksel grafikleriyle görsel olarak hiç etkileyici olmayan ilk Grand Theft Auto, bir yandan bambaşka bir oyun deneyimi sunarak PC oyuncularının ufkunu açarken, bir yandan da şiddet ve özgürlük oranıyla tartışmaların odağı olmuştu. GTA’da aklınıza gelebilecek her türlü eylemi gerçekleştirebildiğiniz için kimse oyunun teknik detaylarından bahsetmiyordu bile. GTA’dan önce Lemmings gibi bir şahesere imza atmış olan yapım ekibi, GTA ile birlikte kültürel fenomen yaratarak bir oyundan çok daha fazlasını oyunseverlere sundular.
GTA RUHU GERİ DÖNDÜ GTA: San Andreas, çoğu GTA tutkunu için serinin en doyurucu ve en geniş özgürlük alanı sunan oyunuydu. Hem hikayesi, hem ana karakteri CJ hem de birbirinden çeşitli etkileşim seçenekleri sunan dev haritasıyla oyun birçok oyunsever için ikinci bir hayat gibiydi. San Andreas’tan sonra Rockstar, grafiklere ve teknik detaylara daha önceki oyunlarına göre çok daha fazla önem verdi. GTA IV, çok daha gelişmiş grafikleriyle ve en ufak detaya kadar modellenmiş şehriyle göz dolduruyordu. Ancak ana karakter Nico’nun görevleri tek düzeydi ve bu parıltılı şehrin içi adeta boştu. Bu yüzden GTA IV, bir GTA olduğu için sevildi ve sayıldı ama GTA ruhunu tam anlamıyla yansıtmadığı için hardcore oyuncuları tam anlamıyla tatmin edemedi. Bu ay piyasaya çıkan GTA V ise bırakın GTA IV’ü, tüm GTA serisini zihnimizde silerek yepyeni bir sayfa açtı.
AKICI SENARYO
GTA V’in senaryosu o kadar akıcı ki belki de ilk defa oyuncular, haritada özgürce dolaşmadan önce görevlere odaklanmayı tercih ediyorlar. Senaryonun bu kadar akıcı ilerlemesinin en büyük nedeni, oyuna getirilen mükemmel bir yenilik: Tek değil üç ana karakter! Micheal,
Trevor ve Franklin farklı uç noktalarda olan ancak kaderin cilvesiyle bir araya gelen karakterler. Kişilikleri keskin çizgilerle ayrılsa da hepsinin oyuncunun sempati duyacağı özellikleri bulunuyor. Görevlerin ilgi çekici olmasını sağlayan bir başka etken, görev sisteminin oldukça geliştirilmiş olması. “Şuraya git, şunu al gel” gibi düz mantıktan uzak görevlerde diğer GTA oyunlarında bulunmayan bir ön hazırlık aşaması yer alıyor. Bu aşamada görevde kullanabileceğiniz çeşitli yan karakterleri bile belirleyebiliyorsunuz. Görevlerin dışında ise sizi uçsuz bucaksız bir harita, birçok yenilik ve sayısız sürpriz bekliyor. Kısacası GTA V, sadece GTA serisinin ya da oyun dünyasının değil tüm görsel eğlence sektörünün çıtasını yükselterek oyuncuların hayatına bambaşka bir boyut kazandırıyor. n Elif Öztuna
30
EKİM 2013
BİR OYUNDAN ÇOK DAHA FAZLASI… Ve aylardır merakla beklediğimiz Grand Theft Auto V nihayet çıktı. Piyasaya sürülmesinden 24 saat sonrasında satış rakamları 800 milyon Dolar’ı, üç gün sonrasında ise 1 milyar Dolar’ı geçerek rekor kıran GTA V, bu başarıyı fazlasıyla hak ediyor.
P
iksel piksel grafikleriyle görsel olarak hiç etkileyici olmayan ilk Grand Theft Auto, bir yandan bambaşka bir oyun deneyimi sunarak PC oyuncularının ufkunu açarken, bir yandan da şiddet ve özgürlük oranıyla tartışmaların odağı olmuştu. GTA’da aklınıza gelebilecek her türlü eylemi gerçekleştirebildiğiniz için kimse oyunun teknik detaylarından bahsetmiyordu bile. GTA’dan önce Lemmings gibi bir şahesere imza atmış olan yapım ekibi, GTA ile birlikte kültürel fenomen yaratarak bir oyundan çok daha fazlasını oyunseverlere sundular.
GTA RUHU GERİ DÖNDÜ GTA: San Andreas, çoğu GTA tutkunu için serinin en doyurucu ve en geniş özgürlük alanı sunan oyunuydu. Hem hikayesi, hem ana karakteri CJ hem de birbirinden çeşitli etkileşim seçenekleri sunan dev haritasıyla oyun birçok oyunsever için ikinci bir hayat gibiydi. San Andreas’tan sonra Rockstar, grafiklere ve teknik detaylara daha önceki oyunlarına göre çok daha fazla önem verdi. GTA IV, çok daha gelişmiş grafikleriyle ve en ufak detaya kadar modellenmiş şehriyle göz dolduruyordu. Ancak ana karakter Nico’nun görevleri tek düzeydi ve bu parıltılı şehrin içi adeta boştu. Bu yüzden GTA IV, bir GTA olduğu için sevildi ve sayıldı ama GTA ruhunu tam anlamıyla yansıtmadığı için hardcore oyuncuları tam anlamıyla tatmin edemedi. Bu ay piyasaya çıkan GTA V ise bırakın GTA IV’ü, tüm GTA serisini zihnimizde silerek yepyeni bir sayfa açtı.
AKICI SENARYO
GTA V’in senaryosu o kadar akıcı ki belki de ilk defa oyuncular, haritada özgürce dolaşmadan önce görevlere odaklanmayı tercih ediyorlar. Senaryonun bu kadar akıcı ilerlemesinin en büyük nedeni, oyuna getirilen mükemmel bir yenilik: Tek değil üç ana karakter! Micheal,
Trevor ve Franklin farklı uç noktalarda olan ancak kaderin cilvesiyle bir araya gelen karakterler. Kişilikleri keskin çizgilerle ayrılsa da hepsinin oyuncunun sempati duyacağı özellikleri bulunuyor. Görevlerin ilgi çekici olmasını sağlayan bir başka etken, görev sisteminin oldukça geliştirilmiş olması. “Şuraya git, şunu al gel” gibi düz mantıktan uzak görevlerde diğer GTA oyunlarında bulunmayan bir ön hazırlık aşaması yer alıyor. Bu aşamada görevde kullanabileceğiniz çeşitli yan karakterleri bile belirleyebiliyorsunuz. Görevlerin dışında ise sizi uçsuz bucaksız bir harita, birçok yenilik ve sayısız sürpriz bekliyor. Kısacası GTA V, sadece GTA serisinin ya da oyun dünyasının değil tüm görsel eğlence sektörünün çıtasını yükselterek oyuncuların hayatına bambaşka bir boyut kazandırıyor. n Elif Öztuna
32
EKİM 2013
EKİM 2013
33
LAKERS VE KADINLAR
BİZİ BIRAKMA JACK!
3 OSCARLI DELİ
Farklı, itici ve ürkütücü keskinlikteki yüzüyle deli, rahatsız ve marjinal karakterlerin babası Jack Nicholson’ın unutkanlık nedeniyle oyunculuğu bıraktığı iddiaları dilden dile dolaşıyor. En son 2010 yılında kamera karşısına geçen Jack Baba’sız bir Hollywood’u kesinlikle düşünmek istemiyoruz!
W
arren Beatty, Gene Hackman, Robert de Niro ve Jack Nicholson gibileri, Amerikan sinemasında 1960’ların sonunda başlayan ve 70’lerin ilk yarısına uzanan “yeni dalga” akımından çıkan sıkı isimler listesinden girmiştir hayatımıza. Warren Beatty 12 yıldır film yapmıyor. Gene Hackman son filmini dokuz yıl önce yaptı. Robert de Niro ve Jack Nicholson yola devam ediyordu. Fakat geçtiğimiz ay gelen haberler Jack Nicholson cephesinde işlerin hiç de yolunda gitmediğini gösteriyor. Konu ile ilgili haberler geçtiğimiz ay geldi. Eylül başında çıkan haberlerde Jack’in oyunculuğu bıraktığı konu edildi. Gerekçe, artık Guguk Kuşu, 5 Kolay Parça ya da Chinatown gibi şahane filmler yerine The Bucket List (Ya Şimdi Ya Asla), How Do You Know (Nerden Biliyosun) gibi filmleri geriye doğru eğrilen kariyeri değil. Jack artık repliklerini ezberleyemiyormuş. Farklı, itici ve ürkütücü keskinlikteki yüzüyle deli, rahatsız, marjinal karakterlerin babası, çizgi romandan beyaz perdeye aktarilabilen en başarılı kötü adam Jack Nicholson henüz bu konuda resmi açıklama yapmış değil ama
ona yakın kaynakların hepsi böyle söylüyor. Oyuncunun menajeri Maria Shriver bu haberlerin ardından bir açıklama yaparak, 76 yaşındaki Nicholson’un bunama nedeniyle emekliye ayrıldığı iddialarının tamamen temelsiz olduğunu belirtti. Ama nedense bu açıklama Hollywood’da çok da fazla inandırıcı bulunmadı. Umarız Hollywood yanılıyordur, çünkü Jack Nicholson’sız bir Hollywood kesinlikle düşünmek istemiyoruz.
22 Nisan 1937’de John Joseph Nicholson adıyla, New York’lu bir dansçı olan June Frances Nicholson’den doğan Jack Nicholson, uzun yıllar annesini kızkardeşi bilerek Spring Lake, New Jersey’de büyüdü. Gerçek çok uzun yıllar sonra Time dergisi muhabiri, hayatını araştırırken ortaya çıktı. Jack Nicholson bu gerçeği öğrendiğinde ise 37 yaşındaydı! Kariyerinin başlarında daha çok ikinci sınıf korku filmlerinde oynayan Nicholson, 69 yapımı “Easy Rider” filmindeki rolü ile dikkatleri çekti ve arkasından gelen “Five Easy Pieces” ile konumunu sağlamlaştırdı. 30’lu yaşlarının ortalarında şöhreti yakalayan Jack, her birinde bir anti kahramanı canlandırdığı Five Easy Pieces, Carnal Knowledge, The Last Detail, Chinatown, The Passenger, One Flew Over the Cuckoo’s Nest gibi enfes filmlerle sinemaseverlerin gönlünde that kurdu. Jack Baba tüm bu filmlerdeki efsane rolleriyle Hollywood’un klişeleşmiş “iyi kahramanlar sevilir” kalıbını yıkmayı da başardı. Blood and Wine’da (Kan ve Şarap) bir otomobil kazasında ölmekte olan karısının boynundaki mücevherleri çalan ahlaksız dolandırıcıdan Carnal Knowledge’daki şeytana, bir dolu acaip rolde oynadı. Hiç şüphesiz en çok One Flew Over the Cuckoo’s Nest (Guguk Kuşu)’ndaki Randle McMurphy rolüyle nefes kesti. Çocuk yaşta bir kıza tecavüzden hüküm giydiği anki omuz silkişini kim nasıl unutabilir ki… Jack Nicholson, Metallica’nın Sanitarium’una ilham kaynağı olan, dünya gösterim rekorunu kıran bu olağanüstü filmle ilk Oscar’ını aldı. 1997’de “As Good As It Get” filmindeki performansıyla ikinci kez En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ına layık görülen Nicholson, 1983’te ise “Terms of Endearment” filmi ile En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ının sahibi oldu. Hali hazırda Oscarlarını üçlemiş olan Jack, kariyeri boyunca tam 12 kez Oscar’a aday gösterilerek en çok Oscar’a aday gösterilen aktör ünvanını taşıyor. Ayrıca Cannes ve Bafta başta olmak üzere yüzlerce ödülün de sahibi.
Kariyerinde onunla boy ölçüşecek kimse yok. Özel hayatıyla da öyle… Nereden başlasak ki? Bir kere sıkı bir basketbol fanatiği. Lakers hayranlığı dillere destan. Her maça gidip, hep aynı yere oturup (iki bench arasına ve en ön sıraya) rakip oyunculara laf atmasıyla ünlü. Birçok kez sahaya inip hakemlerle tartışmışlığı var. Öyle ki, film çekim takvimleri bile bu maçlara göre ayarlandı hep. Oscar törenlerinde süper starları diken üstünde oturtan boşboğazlılığı ve bu işi ciddiyetle yapışı şairane. Son dönemde taktığı siyah güneş gözlükleri ve çapkınlıkları kendisiyle ilgili en çok konuşulan konulardan biri. İngiliz Daily Mail gazetesine verdiği bir röportajda “Çetelesini tutmadım ama herhalde iki bin kadınla birlikte oldum” sözü ile çapkın erkeklerin idolü. Bir gazetecinin fotoğrafını çekerken, gözlüklerini çıkartmasını rica ettiğinde verdiği “Buralarda yenisin galiba, değil mi?” sözü kesinlikle unutulmazları arasında. 40’ınden sonra sapıtanlar kervanının en önemli temsilcilerinden biri olan Jack Baba’nın çapkınlıkları en son Anjelica Huston ile güzelim ilişkisine mal olmuştu. Bir ödül töreninde yarı yaşındaki Jennifer Lawrence ile kameraların önünde alenen flört etmesi de asla unutulmadı. “Viagrayı sadece iki kadınla beraber olduğumda kullanıyorum” türü marifetli açıklamalarda da onun imzası var. Yine çok ünlü bir başka özlü sözü ise “Hayatta iki kişiye yalan söylersiniz: Kız arkadaşınıza ve polise” olabilir. Kısacası Jack başka türlü biridir. Hem rahatsız eder hem kendine kitleyip hayran bırakır. Hafif, itibar edilmez gibi dursa da aslında son derece ağır ve bilge gülümsemesiyle kesinlikle sıradışıdır. Ciddi bir sanat düşkünü olan Jack, toplam 100
milyon dolar değerinde bir sanat koleksiyonunun da sahibidir. Jack Nicholson’ın koleksiyonunda Matisse, Warhol, Tamara de Lempicka ve Picasso gibi sanatçıların eserleri bile var. 2009 yılında Amerikan Sinema Endüstrisi’nin hayat boyu başarı ödülünü aldığı gece, aynı gece aynı ödülü alan kankası Danny De Vito’nun söylediği gibi Jack Nicholson’ın hayatı 1937-sonsuz. Yani o aslında bildiğiniz ölümsüz. Lütfen haberler doğru olmasın ve bizi bırakma Jack! n Hande Demirel
BAZI İLGİNÇ BİLGİLER
• Jack Baba’nın en meşhur sözü The Shining filminde geçen “Here’s Johnny!” olmuştur. İlginç nokta ise, orijinal senaryoda Jack’in böyle bir sözünün yer almamasıdır. Filmin çekimi esnasında söz tamamen spontan olarak Jack’ten çıkmıştır. Zaten söylendiğine göre bu Jack’in huyudur. En kötü senaryolar, en abuk sahneler bile onda doğru durur. • Cep telefonlarından hoşlanmayan Jack Nicholson bir tane bile edinmeyi düşünmemiş. • Oyunculuk kariyerine başlamadan önce MGM’de postacı olarak çalışan Jack’in farklı kadınlardan toplam beş çocuğu var. • Beverly Hills’te Mulholland Drive’da oturan Nicholson, Hollywood’un kötü çocukları Warren Beatty ve Marlon Brando’dan sonra burayı seçmiş. Bundandır ki sokağın adı “Kötü Çocuklar Yolu” olarak anılmakta. • Çok uzun yıllardır uyuşturucu kullanan Jack, bir ödül töreninde sahneye burnunda kokain artıklarıyla çıktıktan sonra bu alışkanlığını ilan etmişti. • Fidel Castro’nun ciddi hayranı olan Jack, 1998 yılında Küba’ya gidip Castro ile zaman geçirmişti.
32
EKİM 2013
EKİM 2013
33
LAKERS VE KADINLAR
BİZİ BIRAKMA JACK!
3 OSCARLI DELİ
Farklı, itici ve ürkütücü keskinlikteki yüzüyle deli, rahatsız ve marjinal karakterlerin babası Jack Nicholson’ın unutkanlık nedeniyle oyunculuğu bıraktığı iddiaları dilden dile dolaşıyor. En son 2010 yılında kamera karşısına geçen Jack Baba’sız bir Hollywood’u kesinlikle düşünmek istemiyoruz!
W
arren Beatty, Gene Hackman, Robert de Niro ve Jack Nicholson gibileri, Amerikan sinemasında 1960’ların sonunda başlayan ve 70’lerin ilk yarısına uzanan “yeni dalga” akımından çıkan sıkı isimler listesinden girmiştir hayatımıza. Warren Beatty 12 yıldır film yapmıyor. Gene Hackman son filmini dokuz yıl önce yaptı. Robert de Niro ve Jack Nicholson yola devam ediyordu. Fakat geçtiğimiz ay gelen haberler Jack Nicholson cephesinde işlerin hiç de yolunda gitmediğini gösteriyor. Konu ile ilgili haberler geçtiğimiz ay geldi. Eylül başında çıkan haberlerde Jack’in oyunculuğu bıraktığı konu edildi. Gerekçe, artık Guguk Kuşu, 5 Kolay Parça ya da Chinatown gibi şahane filmler yerine The Bucket List (Ya Şimdi Ya Asla), How Do You Know (Nerden Biliyosun) gibi filmleri geriye doğru eğrilen kariyeri değil. Jack artık repliklerini ezberleyemiyormuş. Farklı, itici ve ürkütücü keskinlikteki yüzüyle deli, rahatsız, marjinal karakterlerin babası, çizgi romandan beyaz perdeye aktarilabilen en başarılı kötü adam Jack Nicholson henüz bu konuda resmi açıklama yapmış değil ama
ona yakın kaynakların hepsi böyle söylüyor. Oyuncunun menajeri Maria Shriver bu haberlerin ardından bir açıklama yaparak, 76 yaşındaki Nicholson’un bunama nedeniyle emekliye ayrıldığı iddialarının tamamen temelsiz olduğunu belirtti. Ama nedense bu açıklama Hollywood’da çok da fazla inandırıcı bulunmadı. Umarız Hollywood yanılıyordur, çünkü Jack Nicholson’sız bir Hollywood kesinlikle düşünmek istemiyoruz.
22 Nisan 1937’de John Joseph Nicholson adıyla, New York’lu bir dansçı olan June Frances Nicholson’den doğan Jack Nicholson, uzun yıllar annesini kızkardeşi bilerek Spring Lake, New Jersey’de büyüdü. Gerçek çok uzun yıllar sonra Time dergisi muhabiri, hayatını araştırırken ortaya çıktı. Jack Nicholson bu gerçeği öğrendiğinde ise 37 yaşındaydı! Kariyerinin başlarında daha çok ikinci sınıf korku filmlerinde oynayan Nicholson, 69 yapımı “Easy Rider” filmindeki rolü ile dikkatleri çekti ve arkasından gelen “Five Easy Pieces” ile konumunu sağlamlaştırdı. 30’lu yaşlarının ortalarında şöhreti yakalayan Jack, her birinde bir anti kahramanı canlandırdığı Five Easy Pieces, Carnal Knowledge, The Last Detail, Chinatown, The Passenger, One Flew Over the Cuckoo’s Nest gibi enfes filmlerle sinemaseverlerin gönlünde that kurdu. Jack Baba tüm bu filmlerdeki efsane rolleriyle Hollywood’un klişeleşmiş “iyi kahramanlar sevilir” kalıbını yıkmayı da başardı. Blood and Wine’da (Kan ve Şarap) bir otomobil kazasında ölmekte olan karısının boynundaki mücevherleri çalan ahlaksız dolandırıcıdan Carnal Knowledge’daki şeytana, bir dolu acaip rolde oynadı. Hiç şüphesiz en çok One Flew Over the Cuckoo’s Nest (Guguk Kuşu)’ndaki Randle McMurphy rolüyle nefes kesti. Çocuk yaşta bir kıza tecavüzden hüküm giydiği anki omuz silkişini kim nasıl unutabilir ki… Jack Nicholson, Metallica’nın Sanitarium’una ilham kaynağı olan, dünya gösterim rekorunu kıran bu olağanüstü filmle ilk Oscar’ını aldı. 1997’de “As Good As It Get” filmindeki performansıyla ikinci kez En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ına layık görülen Nicholson, 1983’te ise “Terms of Endearment” filmi ile En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ının sahibi oldu. Hali hazırda Oscarlarını üçlemiş olan Jack, kariyeri boyunca tam 12 kez Oscar’a aday gösterilerek en çok Oscar’a aday gösterilen aktör ünvanını taşıyor. Ayrıca Cannes ve Bafta başta olmak üzere yüzlerce ödülün de sahibi.
Kariyerinde onunla boy ölçüşecek kimse yok. Özel hayatıyla da öyle… Nereden başlasak ki? Bir kere sıkı bir basketbol fanatiği. Lakers hayranlığı dillere destan. Her maça gidip, hep aynı yere oturup (iki bench arasına ve en ön sıraya) rakip oyunculara laf atmasıyla ünlü. Birçok kez sahaya inip hakemlerle tartışmışlığı var. Öyle ki, film çekim takvimleri bile bu maçlara göre ayarlandı hep. Oscar törenlerinde süper starları diken üstünde oturtan boşboğazlılığı ve bu işi ciddiyetle yapışı şairane. Son dönemde taktığı siyah güneş gözlükleri ve çapkınlıkları kendisiyle ilgili en çok konuşulan konulardan biri. İngiliz Daily Mail gazetesine verdiği bir röportajda “Çetelesini tutmadım ama herhalde iki bin kadınla birlikte oldum” sözü ile çapkın erkeklerin idolü. Bir gazetecinin fotoğrafını çekerken, gözlüklerini çıkartmasını rica ettiğinde verdiği “Buralarda yenisin galiba, değil mi?” sözü kesinlikle unutulmazları arasında. 40’ınden sonra sapıtanlar kervanının en önemli temsilcilerinden biri olan Jack Baba’nın çapkınlıkları en son Anjelica Huston ile güzelim ilişkisine mal olmuştu. Bir ödül töreninde yarı yaşındaki Jennifer Lawrence ile kameraların önünde alenen flört etmesi de asla unutulmadı. “Viagrayı sadece iki kadınla beraber olduğumda kullanıyorum” türü marifetli açıklamalarda da onun imzası var. Yine çok ünlü bir başka özlü sözü ise “Hayatta iki kişiye yalan söylersiniz: Kız arkadaşınıza ve polise” olabilir. Kısacası Jack başka türlü biridir. Hem rahatsız eder hem kendine kitleyip hayran bırakır. Hafif, itibar edilmez gibi dursa da aslında son derece ağır ve bilge gülümsemesiyle kesinlikle sıradışıdır. Ciddi bir sanat düşkünü olan Jack, toplam 100
milyon dolar değerinde bir sanat koleksiyonunun da sahibidir. Jack Nicholson’ın koleksiyonunda Matisse, Warhol, Tamara de Lempicka ve Picasso gibi sanatçıların eserleri bile var. 2009 yılında Amerikan Sinema Endüstrisi’nin hayat boyu başarı ödülünü aldığı gece, aynı gece aynı ödülü alan kankası Danny De Vito’nun söylediği gibi Jack Nicholson’ın hayatı 1937-sonsuz. Yani o aslında bildiğiniz ölümsüz. Lütfen haberler doğru olmasın ve bizi bırakma Jack! n Hande Demirel
BAZI İLGİNÇ BİLGİLER
• Jack Baba’nın en meşhur sözü The Shining filminde geçen “Here’s Johnny!” olmuştur. İlginç nokta ise, orijinal senaryoda Jack’in böyle bir sözünün yer almamasıdır. Filmin çekimi esnasında söz tamamen spontan olarak Jack’ten çıkmıştır. Zaten söylendiğine göre bu Jack’in huyudur. En kötü senaryolar, en abuk sahneler bile onda doğru durur. • Cep telefonlarından hoşlanmayan Jack Nicholson bir tane bile edinmeyi düşünmemiş. • Oyunculuk kariyerine başlamadan önce MGM’de postacı olarak çalışan Jack’in farklı kadınlardan toplam beş çocuğu var. • Beverly Hills’te Mulholland Drive’da oturan Nicholson, Hollywood’un kötü çocukları Warren Beatty ve Marlon Brando’dan sonra burayı seçmiş. Bundandır ki sokağın adı “Kötü Çocuklar Yolu” olarak anılmakta. • Çok uzun yıllardır uyuşturucu kullanan Jack, bir ödül töreninde sahneye burnunda kokain artıklarıyla çıktıktan sonra bu alışkanlığını ilan etmişti. • Fidel Castro’nun ciddi hayranı olan Jack, 1998 yılında Küba’ya gidip Castro ile zaman geçirmişti.
34
EKİM 2013
THE WALKING DEAD’İ NEDEN SEVMELİYİZ? Öle bayıla beklediğimiz dizinin 4. sezonunun başlamasına çok az kaldı, biraz daha sabır… The Walking Dead, 14 Ekim Pazartesi akşamı 21:30’da Amerika yayınından 1 gün sonra FX’de!
ürkiye’de Fox International Channels bünyesindeki FX tarafından yayınlanan ve AMC tarafından çekilen The Walking Dead’in ana teması aslında klasik bir yapı üzerine kurulu: Bir sabah dünyanın tamamı zombi (dizinin literatüre kazandırdığı adıyla “walkers”) olarak uyanır. Tabii ki bir grup insan hayatta kalır ve bu et yiyen yaratıklar ordusundan amansız bir kaçış başlar. Peki, bu dizi niçin bu kadar çok tuttu? Neden iyi ve farklı?
inanmamızı sağlıyor. Ya da aralarındaki aşk,nefret veya kıskançlıkların gerçekten yaşanmakta olduğuna… Dizinin ana teması zombilerin önüne geçmeyen ve celebrity içermeyen iyi kast seçimi ve aralarındaki kimya. Kana susamış “walkers” lar ilk sezonun ilk bölümleri ve ikinci sezonun muhteşem finali dışında ortalıkta cirit atmadılar. Bu bizce çok önemli bir detay. Zaman zaman dizinin temposunun düştüğünden ve sıkıcı olmaya başladığından bahseden bazı izleyici ve arkadaş yorumları işitmiştik. Ancak arkadaşların kaçırdıkları bir detay var. Tüm zombi ve türevi filmlerde ortalıkta ne kadar sık ve çok yaşayan ölü görürseniz onları o kadar kanıksarsınız ve bir süre sonra işin suyu çıkar. Korkutmak için var olan yaratıklarımız, çok ortalıkta gezindiklerinde bizi güldüren şaklabanlara dönüşüverirler. The Walking Dead bu konudaki dengeyi çok iyi koruyor. Drama ağırlıklı ilerleyen bölümlerde bir görünüp kayboluyorlar. Örneğin ikiye bölünüp çiftlikteki kuyu suyunu zehirleyen şişko gibi!
KURGU ÇOK İYİ
MAKYAJLAR EFSANE
T
Karakter yaratmayı, onları ete kemiğe büründürmeyi çok ama çok iyi bilen bir adam işin içinde: Frank Darabont… Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli) filmindeki Andy Dufresne’yi kim unutabilir? Ya da hapishane müdürü Norton’u? Veya Yeşil Yol’daki AfroAmerikalı mahkum John Coffey’i? Burada da Darabont harikalar yaratıyor ve dizinin tüm kahramanlarının gerçekten var olduklarına
Çok kalabalık bir ekibin arka planında çalıştığı zorlu zombie makyajları gerçekten çok başarılı. İlk 3 sezonun ardından köprünün altından çok sular aktı… Shane “walker” oldu ve Rick tarafından haklandı. Dram dolu çok sağlam bir sahneydi. Rick’in karısı Lori’yi walkerlar afiyetle yedi. Rick artık büyük oğlu ve minik kızına babalık ve bir grup hayatta kalana dadılık etmekte. İşi gerçekten çok zor. Herkesi çekip
çeviren, ekibe babalık ve dedelik eden Hershel ile tanıştık. Ve tabii ki Michonne! Onunla ilk tanıştığımızda kolları kesik iki zombiyi boyunlarından zincirle bağlayıp kölesi haline getirmişti! Samuray kılıcı kullanan gözü pek Michonne diziye gerçekten çok şey katıyor. Bölümler ilerledikçe ekipteki pek çok demirbaş karakter de aramızdan ayrıldı ama yeni katılan elemanlar da hiç fena işler çıkarmıyorlar. Zombilerden kurtarılmış vaha gibi bir kasaba ve kasabanın sahibi “The Governor” ile tanıştık, aklımız çıktı. “Vali” televizyon tarihinde yaratılmış en başarılı psikopatların arasına adını altın harflerle yazdırdı. Tam “eeeh ama tadı kaçtı bu dizinin” dediğimiz bölümlerin ardından şık numaralarla dizi hızla hayata döndü, senaristleri takdir ediyoruz kolay iş değil. Otoyolda ortadan kaybolan Sophia’nın aranma hikayesini ve akibetini nefesimizi tutarak izledik, bir umutla bekledik ama karanlık senaryo bizi şaşırtmadı. Üzüldük ama biliyoruz ki o da şimdi evinde merakla yeni bölümleri bekliyor. Son zamanların en sansasyonel dizilerinden biri olan The Walking Dead, 4.sezonda da tüylerimizi diken diken etmeye devam edecek gibi görünüyor. 14 Ekim Pazartesi akşamını ajandanıza, akıllı telefonunuza elinize bir yerlere not edin! Büyük randevu 21:30’da FX’de! n Orhan Meriç
İSTANBUL E
K
İ
M
2
0
1
3
22-27 EKİM TEB BNP Paribas WTA Championships İstanbul 2013 SİNAN ERDEM SPOR SALONU
Dünyanın en önemli bayanlar tenis şampiyonası olan WTA Championships, üçüncü ve son yılında yine Sinan Erdem Spor Salonu’nda gerçekleşiyor. İlk defa düzenlendiği 2011 yılında toplamda 70 bin seyircinin izlediği TEB BNP Paribas WTA Championships, 164 ülkede yayınlanmış ve 37 milyon kişiyi ekranda ağırlamıştı. Geçtiğimiz sene ise 2011’deki tüm rakamların önüne geçilmiş ve 2000 yılından bu yana yıl sonu turnuvalarının en yüksek salon seyircisi sayısına ulaşılmıştı. Hatta Serena Williams ve Maria Sharapova arasında oynanan final maçını Sinan Erdem’de 16 bin 410 kişi izleyerek bir rekor da kırılmıştı. TEB BNP Paribas WTA Championships İstanbul 2013’e katılacak isimler arasında dünya 1 numarası Serena Williams ile 2 numarası Victoria Azarenka da olacak. Bilet fiyatları: 1. Kategori – 70 TL, 2. Kategori - 50 TL, 3. Kategori - 30 TL
Serena Williams
34
EKİM 2013
THE WALKING DEAD’İ NEDEN SEVMELİYİZ? Öle bayıla beklediğimiz dizinin 4. sezonunun başlamasına çok az kaldı, biraz daha sabır… The Walking Dead, 14 Ekim Pazartesi akşamı 21:30’da Amerika yayınından 1 gün sonra FX’de!
ürkiye’de Fox International Channels bünyesindeki FX tarafından yayınlanan ve AMC tarafından çekilen The Walking Dead’in ana teması aslında klasik bir yapı üzerine kurulu: Bir sabah dünyanın tamamı zombi (dizinin literatüre kazandırdığı adıyla “walkers”) olarak uyanır. Tabii ki bir grup insan hayatta kalır ve bu et yiyen yaratıklar ordusundan amansız bir kaçış başlar. Peki, bu dizi niçin bu kadar çok tuttu? Neden iyi ve farklı?
inanmamızı sağlıyor. Ya da aralarındaki aşk,nefret veya kıskançlıkların gerçekten yaşanmakta olduğuna… Dizinin ana teması zombilerin önüne geçmeyen ve celebrity içermeyen iyi kast seçimi ve aralarındaki kimya. Kana susamış “walkers” lar ilk sezonun ilk bölümleri ve ikinci sezonun muhteşem finali dışında ortalıkta cirit atmadılar. Bu bizce çok önemli bir detay. Zaman zaman dizinin temposunun düştüğünden ve sıkıcı olmaya başladığından bahseden bazı izleyici ve arkadaş yorumları işitmiştik. Ancak arkadaşların kaçırdıkları bir detay var. Tüm zombi ve türevi filmlerde ortalıkta ne kadar sık ve çok yaşayan ölü görürseniz onları o kadar kanıksarsınız ve bir süre sonra işin suyu çıkar. Korkutmak için var olan yaratıklarımız, çok ortalıkta gezindiklerinde bizi güldüren şaklabanlara dönüşüverirler. The Walking Dead bu konudaki dengeyi çok iyi koruyor. Drama ağırlıklı ilerleyen bölümlerde bir görünüp kayboluyorlar. Örneğin ikiye bölünüp çiftlikteki kuyu suyunu zehirleyen şişko gibi!
KURGU ÇOK İYİ
MAKYAJLAR EFSANE
T
Karakter yaratmayı, onları ete kemiğe büründürmeyi çok ama çok iyi bilen bir adam işin içinde: Frank Darabont… Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli) filmindeki Andy Dufresne’yi kim unutabilir? Ya da hapishane müdürü Norton’u? Veya Yeşil Yol’daki AfroAmerikalı mahkum John Coffey’i? Burada da Darabont harikalar yaratıyor ve dizinin tüm kahramanlarının gerçekten var olduklarına
Çok kalabalık bir ekibin arka planında çalıştığı zorlu zombie makyajları gerçekten çok başarılı. İlk 3 sezonun ardından köprünün altından çok sular aktı… Shane “walker” oldu ve Rick tarafından haklandı. Dram dolu çok sağlam bir sahneydi. Rick’in karısı Lori’yi walkerlar afiyetle yedi. Rick artık büyük oğlu ve minik kızına babalık ve bir grup hayatta kalana dadılık etmekte. İşi gerçekten çok zor. Herkesi çekip
çeviren, ekibe babalık ve dedelik eden Hershel ile tanıştık. Ve tabii ki Michonne! Onunla ilk tanıştığımızda kolları kesik iki zombiyi boyunlarından zincirle bağlayıp kölesi haline getirmişti! Samuray kılıcı kullanan gözü pek Michonne diziye gerçekten çok şey katıyor. Bölümler ilerledikçe ekipteki pek çok demirbaş karakter de aramızdan ayrıldı ama yeni katılan elemanlar da hiç fena işler çıkarmıyorlar. Zombilerden kurtarılmış vaha gibi bir kasaba ve kasabanın sahibi “The Governor” ile tanıştık, aklımız çıktı. “Vali” televizyon tarihinde yaratılmış en başarılı psikopatların arasına adını altın harflerle yazdırdı. Tam “eeeh ama tadı kaçtı bu dizinin” dediğimiz bölümlerin ardından şık numaralarla dizi hızla hayata döndü, senaristleri takdir ediyoruz kolay iş değil. Otoyolda ortadan kaybolan Sophia’nın aranma hikayesini ve akibetini nefesimizi tutarak izledik, bir umutla bekledik ama karanlık senaryo bizi şaşırtmadı. Üzüldük ama biliyoruz ki o da şimdi evinde merakla yeni bölümleri bekliyor. Son zamanların en sansasyonel dizilerinden biri olan The Walking Dead, 4.sezonda da tüylerimizi diken diken etmeye devam edecek gibi görünüyor. 14 Ekim Pazartesi akşamını ajandanıza, akıllı telefonunuza elinize bir yerlere not edin! Büyük randevu 21:30’da FX’de! n Orhan Meriç
İSTANBUL E
K
İ
M
2
0
1
3
22-27 EKİM TEB BNP Paribas WTA Championships İstanbul 2013 SİNAN ERDEM SPOR SALONU
Dünyanın en önemli bayanlar tenis şampiyonası olan WTA Championships, üçüncü ve son yılında yine Sinan Erdem Spor Salonu’nda gerçekleşiyor. İlk defa düzenlendiği 2011 yılında toplamda 70 bin seyircinin izlediği TEB BNP Paribas WTA Championships, 164 ülkede yayınlanmış ve 37 milyon kişiyi ekranda ağırlamıştı. Geçtiğimiz sene ise 2011’deki tüm rakamların önüne geçilmiş ve 2000 yılından bu yana yıl sonu turnuvalarının en yüksek salon seyircisi sayısına ulaşılmıştı. Hatta Serena Williams ve Maria Sharapova arasında oynanan final maçını Sinan Erdem’de 16 bin 410 kişi izleyerek bir rekor da kırılmıştı. TEB BNP Paribas WTA Championships İstanbul 2013’e katılacak isimler arasında dünya 1 numarası Serena Williams ile 2 numarası Victoria Azarenka da olacak. Bilet fiyatları: 1. Kategori – 70 TL, 2. Kategori - 50 TL, 3. Kategori - 30 TL
Serena Williams
36
EKİM 2013
EKİM 2013
37
HAMLET
MODA SAHNESİ
SEZONUN DİKKAT ÇEKEN
10 OYUNU
YILDIZ İLE HALDUN
TİYATRO KEDİ
Yeni sezonun en iddialı oyunlarından biri şüphesiz Yıldız Kenter ve Haldun Dormen’in ilk kez aynı sahneyi paylaştığı Yıldız ile Haldun. Tiyatro Kedi’nin kurucusu Hakan Altıner, Haldun Dormen ve Yıldız Kenter’in onur ödülü aldıkları bir törende hiçbir oyunda birlikte oynamamalarından yakınmaları üzerine bu projeyi gerçekleştirmeye karar vermiş. Altıner, oyunun çıkış noktası olan Fellini’nin 1986 yapımı filmi ‘Ginger ve Fred’te uzun bir aradan sonra bir araya gelerek eski günleri yad eden dansçı çifti iki tiyatro oyuncusuna uyarlamış. 25 Ekim’de Caddebostan Kültür Merkezi’nde izleyici ile buluşacak olan Yıldız ile Haldun’da ikilinin eski oyunlarından unutulmaz sahneler de yer alacak.
Tiyatro sezonu açılıyor. Açıkçası İstanbul her geçen yıl tiyatroseverler için daha güzel bir şehir haline geliyor. Belki halimiz şahane değil ama ‘Bu sezon hangi oyuna gitsek?’ sorusuna cevap ararken insan umut doluyor. Aşağıda bu soruya verdiğimiz 10 cevaptan oluşan bir liste var. Şimdiden iyi seyirler.... n Evrim Emre Çolakoğlu
‘Kapitalizm şişman adamdır. İnsanların sırtını sıvazlar. Herkese içki ısmarlar. Herkese kendini iyi hissettirir.’ Bütün oyunları çok konuşulan DOT, yeni sezona da yine çok konuşulacak Makas Oyunları ile giriyor. Makas Oyunları, 2011’de Britanya’da başlayan “Theatre Uncut” projesinde yer alan güncel ve politik kısa oyunlar arasından yapılan bir seçkiden oluşuyor. Theatre Uncut
oyunları bugüne kadar 3000’in üzerinde oyuncu tarafından 4 kıtada, 17 ülkede sahnelenmiş. Yönetmenliğini Murat Daltaban, Tuğrul Tülek ve Serkan Salihoğlu’nun yaptığı “Makas Oyunları 1” ile prömiyer yapacak olan proje, kısa oyunlardan oluşacak yeni serilerle sezon boyunca sahnelenmeye devam edecek. Oyunu ekim ve kasım ayları boyunca çarşamba, perşembe, cuma ve cumartesi günleri izleyebilirsiniz.
Sezonun en merak uyandıran işlerinden biri Gezi Direnişi’ni sahneye taşıyan Taksim Meydanı müzikali. Mehmet Ergen’in yönettiği müzikalin metni ve şarkı sözleri yine Ergen’e, müzikleri ise Can Erdoğan Sus, Nazan Öncel, Çiğdem Erken ve Yiğit Özatalay’a ait. Kayıtlar, belgeler, demeçler gibi her tür güncel belgenin oyunun temelini oluşturduğu, kurmacadan uzak ‘belgesel tiyatro’ yaklaşımının etkisini gösterdiği oyunun prömiyeri 17 Ağustos’ta Berlin’de gerçekleşmişti. İstanbul prömiyeri 10 Ekim’de gerçekleşecek oyunu 24-25 Ekim tarihlerinde Black Out Şişli sahnesinde izleyebilirsiniz.
AYSA PRODÜKSİYON
Öldüğümüz Gece, kentsel dönüşüm sürecindeki eski bir mahallede, çıkmaz bir sokakta bulunan bir kadın cesediyle başlayıp kırık bir aşka uzanıyor. Bu aşk hikayesi her biri farklı karakterler canlandıran yedi oyuncunun gözünden anlatılıyor. Özen Yula’nın yazıp yönettiği oyunun kadrosunda Mustafa Uğurlu, Rıza Kocaoğlu, Beste Bereket, Begüm Birgören, Ayşenil Şamlıoğlu, Turgay Kantürk gibi birçok önemli isim var. Prömiyeri Trump Towers Tiyatro Salonu’nda yapılacak bu oyunu kasım ayından itibaren izleyebileceğiz.
İSTANBUL ŞEHİR TİYATROSU
Geçtiğimiz sezon birçok tartışmanın odağı olan İBB Şehir Tiyatroları bu yıl 100. yılını kutluyor. 2 Ekim’de perdelerini açacak olan İstanbul Şehir Tiyatroları’nda 3’ü yeni 27 oyun sergilenecek. İlk defa seyirciyle buluşacak olan oyunlardan biri Nazım Hikmet’in yazdığı Yolcu. 1921 yılında, Kurtuluş Savaşı’nın yoğun biçimde sürdüğü günlerde, Anadolu’nun ücra bir köşesindeki tren istasyonunda geçen oyunu Yıldırım Fikret Urağ yönetiyor. Bir Nazım Hikmet aşığı olarak Yolcu’yu tercih etsem de İBB Şehir Tiyatroları’nın 100. Yıl repertuarındaki başka oyunlara da şans vermekte fayda var. Yolcu’yu 30 Ekim-3 Kasım tarihleri arasında Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde izleyebilirsiniz.
SEMAVER KUMPANYA DOT
TALİMHANE TİYATROSU
ÖLDÜĞÜMÜZ GECE
YOLCU
METOT MAKAS OYUNLARI
TAKSİM MEYDANI
Oyun Atölyesi’ni Haluk Bilginer’le birlikte inşa eden ve orada birçok oyun yöneten Kemal Aydoğan’ın Bilginer’le yollarının ayrılması tiyatro dünyasında çok konuşulmuş, Aydoğan “Haluk Bey’in neden ayrılmak istediğini gerçekten bilmiyorum. Herkesin yolu açık olsun” diyerek konuyu kapatmıştı. Ayrıldıktan hemen sonra yeni bir oluşum için hummalı bir çalışmaya girişen Aydoğan, aralarında Mert Fırat, Timur Acar, Onur Ünsal gibi oyuncuların da yer aldığı 12 kişilik bir ekiple Moda Sahnesi’ni kurdu. Ekip bu sezonu William Shakespeare’in unutulmaz eseri Hamlet’le açıyor. Onur Ünsal’ın Hamlet’i oynadığı oyun 3 Ekim’de ilk gösterimini yapacak.
Sezonu ekimde repertuar oyunları ile açacak olan Semaver Kumpanya’nın ‘Metot’u, bir şirketin toplantı odasında geçiyor ve iş görüşmesine gelen dört kişinin işe girebilmek için tüm yeteneklerini ortaya koymaları anlatıyor. Günümüz iş dünyasındaki acımasız rekabeti anlatan oyun, yazarı İspanyol Jordi Galceran’a dünya çapında bir ün kazandırmıştı. Oyunun yönetmeni ise televizyon izleyicilerinin de Leyla ile Mecnun’dan tanıdığı bir isim olan Serkan Keskin. Aynı zamanda oyunda rol alan Keskin’e Sarp Aydınoğlu, Sezin Bozacı ve Mustafa Kırantepe eşlik ediyor.
AŞK KÖPEKLİKTİR
AK’LA KARA TİYATRO
Kadıköy’deki mekanında üçüncü sezonuna giren Ak’la Kara Tiyatro, 2013-2014 sezonunda da vodvil ve polisiyelerle devam ediyor. Yeni sezon oyunlarından en çok öne çıkansa polisiye romanlarıyla tanınan yazar Ahmet Ümit’in oyunlaştırdığı hikâyesi ‘Aşk Köpekliktir’. Fatih Gülnar, Füsun Kostak, Özgür Özdural, Pelin Turancı ve Arda Meriçliler’in rol aldığı oyunun yönetmenliğini Savaş Özdural yapıyor. Prömiyerini 5 Ekim’de yapacak oyunu 24, 25, 29 ve 30 Ekim tarihlerinde Ak’la Kara Tiyatro sahnesinde izleyebilirsiniz.
RAIN MAN
TİYATRO KEYFİ & BO SAHNE
Hem yurtiçi hem yurtdışında farklı tiyatrolarda çalışıp birçok oyunda yönetmenlik yapan Kemal Başar, en sonunda kendi tiyatrosunu kurdu. Bu sezon açılışını dört oyunla birden yapan Tiyatro Keyfi’nin en dikkat çeken yapımıysa bir Hollywood klasiği olan Yağmur Adam’ın tiyatro oyunu. Tiyatro Keyfi ile BO Sahnesi’nin işbirliğiyle hazırlanan oyunda Tom Cruise’un rolünü Fetih 1453’le tanınan Devrim Evin canlandırıyor. Önce Türkiye’de daha sonra yurtdışında görücüye çıkacak oyunda Evin’e, Reha Özcan, Tamer Levent, Ece Özdikici gibi birçok önemli oyuncu eşlik ediyor. Oyunu 3, 23, 29 ve 30 Ekim tarihlerinde Bo Sahne’de izleyebilirsiniz.
NEHİR
OYUN ATÖLYESİ
Jez Butterworth’un kaleme aldığı, yurtdışında tiyatro eleştirmenlerinden tam not alan Nehir, Oyun Atölyesi’nin bu sene repertuarına eklediği iki yeni oyundan biri. Haluk Bilginer’in yönettiği ve başrolü oynadığı Nehir’de, Bilginer’e, Öyle Bi Geçer Zaman Ki ile daha geniş kitlelerin tanıdığı Ayça Bingöl ve en son Behzat Ç.’de izlediğimiz Canan Ergüder eşlik edecek. 26 Ağustos’ta provalarına başlanan oyunda Bilginer’in rol arkadaşı Canan Ergüder ile cesur sahnelere imza atacağı konuşuluyor. İlk seanslar için biletlerin şimdiden tükendiği oyunun 9-13 Ekim tarihleri arasında yapılacak gösterimlerine bilet bulmak için elinizi çabuk tutsanız iyi olur.
36
EKİM 2013
EKİM 2013
37
HAMLET
MODA SAHNESİ
SEZONUN DİKKAT ÇEKEN
10 OYUNU
YILDIZ İLE HALDUN
TİYATRO KEDİ
Yeni sezonun en iddialı oyunlarından biri şüphesiz Yıldız Kenter ve Haldun Dormen’in ilk kez aynı sahneyi paylaştığı Yıldız ile Haldun. Tiyatro Kedi’nin kurucusu Hakan Altıner, Haldun Dormen ve Yıldız Kenter’in onur ödülü aldıkları bir törende hiçbir oyunda birlikte oynamamalarından yakınmaları üzerine bu projeyi gerçekleştirmeye karar vermiş. Altıner, oyunun çıkış noktası olan Fellini’nin 1986 yapımı filmi ‘Ginger ve Fred’te uzun bir aradan sonra bir araya gelerek eski günleri yad eden dansçı çifti iki tiyatro oyuncusuna uyarlamış. 25 Ekim’de Caddebostan Kültür Merkezi’nde izleyici ile buluşacak olan Yıldız ile Haldun’da ikilinin eski oyunlarından unutulmaz sahneler de yer alacak.
Tiyatro sezonu açılıyor. Açıkçası İstanbul her geçen yıl tiyatroseverler için daha güzel bir şehir haline geliyor. Belki halimiz şahane değil ama ‘Bu sezon hangi oyuna gitsek?’ sorusuna cevap ararken insan umut doluyor. Aşağıda bu soruya verdiğimiz 10 cevaptan oluşan bir liste var. Şimdiden iyi seyirler.... n Evrim Emre Çolakoğlu
‘Kapitalizm şişman adamdır. İnsanların sırtını sıvazlar. Herkese içki ısmarlar. Herkese kendini iyi hissettirir.’ Bütün oyunları çok konuşulan DOT, yeni sezona da yine çok konuşulacak Makas Oyunları ile giriyor. Makas Oyunları, 2011’de Britanya’da başlayan “Theatre Uncut” projesinde yer alan güncel ve politik kısa oyunlar arasından yapılan bir seçkiden oluşuyor. Theatre Uncut
oyunları bugüne kadar 3000’in üzerinde oyuncu tarafından 4 kıtada, 17 ülkede sahnelenmiş. Yönetmenliğini Murat Daltaban, Tuğrul Tülek ve Serkan Salihoğlu’nun yaptığı “Makas Oyunları 1” ile prömiyer yapacak olan proje, kısa oyunlardan oluşacak yeni serilerle sezon boyunca sahnelenmeye devam edecek. Oyunu ekim ve kasım ayları boyunca çarşamba, perşembe, cuma ve cumartesi günleri izleyebilirsiniz.
Sezonun en merak uyandıran işlerinden biri Gezi Direnişi’ni sahneye taşıyan Taksim Meydanı müzikali. Mehmet Ergen’in yönettiği müzikalin metni ve şarkı sözleri yine Ergen’e, müzikleri ise Can Erdoğan Sus, Nazan Öncel, Çiğdem Erken ve Yiğit Özatalay’a ait. Kayıtlar, belgeler, demeçler gibi her tür güncel belgenin oyunun temelini oluşturduğu, kurmacadan uzak ‘belgesel tiyatro’ yaklaşımının etkisini gösterdiği oyunun prömiyeri 17 Ağustos’ta Berlin’de gerçekleşmişti. İstanbul prömiyeri 10 Ekim’de gerçekleşecek oyunu 24-25 Ekim tarihlerinde Black Out Şişli sahnesinde izleyebilirsiniz.
AYSA PRODÜKSİYON
Öldüğümüz Gece, kentsel dönüşüm sürecindeki eski bir mahallede, çıkmaz bir sokakta bulunan bir kadın cesediyle başlayıp kırık bir aşka uzanıyor. Bu aşk hikayesi her biri farklı karakterler canlandıran yedi oyuncunun gözünden anlatılıyor. Özen Yula’nın yazıp yönettiği oyunun kadrosunda Mustafa Uğurlu, Rıza Kocaoğlu, Beste Bereket, Begüm Birgören, Ayşenil Şamlıoğlu, Turgay Kantürk gibi birçok önemli isim var. Prömiyeri Trump Towers Tiyatro Salonu’nda yapılacak bu oyunu kasım ayından itibaren izleyebileceğiz.
İSTANBUL ŞEHİR TİYATROSU
Geçtiğimiz sezon birçok tartışmanın odağı olan İBB Şehir Tiyatroları bu yıl 100. yılını kutluyor. 2 Ekim’de perdelerini açacak olan İstanbul Şehir Tiyatroları’nda 3’ü yeni 27 oyun sergilenecek. İlk defa seyirciyle buluşacak olan oyunlardan biri Nazım Hikmet’in yazdığı Yolcu. 1921 yılında, Kurtuluş Savaşı’nın yoğun biçimde sürdüğü günlerde, Anadolu’nun ücra bir köşesindeki tren istasyonunda geçen oyunu Yıldırım Fikret Urağ yönetiyor. Bir Nazım Hikmet aşığı olarak Yolcu’yu tercih etsem de İBB Şehir Tiyatroları’nın 100. Yıl repertuarındaki başka oyunlara da şans vermekte fayda var. Yolcu’yu 30 Ekim-3 Kasım tarihleri arasında Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde izleyebilirsiniz.
SEMAVER KUMPANYA DOT
TALİMHANE TİYATROSU
ÖLDÜĞÜMÜZ GECE
YOLCU
METOT MAKAS OYUNLARI
TAKSİM MEYDANI
Oyun Atölyesi’ni Haluk Bilginer’le birlikte inşa eden ve orada birçok oyun yöneten Kemal Aydoğan’ın Bilginer’le yollarının ayrılması tiyatro dünyasında çok konuşulmuş, Aydoğan “Haluk Bey’in neden ayrılmak istediğini gerçekten bilmiyorum. Herkesin yolu açık olsun” diyerek konuyu kapatmıştı. Ayrıldıktan hemen sonra yeni bir oluşum için hummalı bir çalışmaya girişen Aydoğan, aralarında Mert Fırat, Timur Acar, Onur Ünsal gibi oyuncuların da yer aldığı 12 kişilik bir ekiple Moda Sahnesi’ni kurdu. Ekip bu sezonu William Shakespeare’in unutulmaz eseri Hamlet’le açıyor. Onur Ünsal’ın Hamlet’i oynadığı oyun 3 Ekim’de ilk gösterimini yapacak.
Sezonu ekimde repertuar oyunları ile açacak olan Semaver Kumpanya’nın ‘Metot’u, bir şirketin toplantı odasında geçiyor ve iş görüşmesine gelen dört kişinin işe girebilmek için tüm yeteneklerini ortaya koymaları anlatıyor. Günümüz iş dünyasındaki acımasız rekabeti anlatan oyun, yazarı İspanyol Jordi Galceran’a dünya çapında bir ün kazandırmıştı. Oyunun yönetmeni ise televizyon izleyicilerinin de Leyla ile Mecnun’dan tanıdığı bir isim olan Serkan Keskin. Aynı zamanda oyunda rol alan Keskin’e Sarp Aydınoğlu, Sezin Bozacı ve Mustafa Kırantepe eşlik ediyor.
AŞK KÖPEKLİKTİR
AK’LA KARA TİYATRO
Kadıköy’deki mekanında üçüncü sezonuna giren Ak’la Kara Tiyatro, 2013-2014 sezonunda da vodvil ve polisiyelerle devam ediyor. Yeni sezon oyunlarından en çok öne çıkansa polisiye romanlarıyla tanınan yazar Ahmet Ümit’in oyunlaştırdığı hikâyesi ‘Aşk Köpekliktir’. Fatih Gülnar, Füsun Kostak, Özgür Özdural, Pelin Turancı ve Arda Meriçliler’in rol aldığı oyunun yönetmenliğini Savaş Özdural yapıyor. Prömiyerini 5 Ekim’de yapacak oyunu 24, 25, 29 ve 30 Ekim tarihlerinde Ak’la Kara Tiyatro sahnesinde izleyebilirsiniz.
RAIN MAN
TİYATRO KEYFİ & BO SAHNE
Hem yurtiçi hem yurtdışında farklı tiyatrolarda çalışıp birçok oyunda yönetmenlik yapan Kemal Başar, en sonunda kendi tiyatrosunu kurdu. Bu sezon açılışını dört oyunla birden yapan Tiyatro Keyfi’nin en dikkat çeken yapımıysa bir Hollywood klasiği olan Yağmur Adam’ın tiyatro oyunu. Tiyatro Keyfi ile BO Sahnesi’nin işbirliğiyle hazırlanan oyunda Tom Cruise’un rolünü Fetih 1453’le tanınan Devrim Evin canlandırıyor. Önce Türkiye’de daha sonra yurtdışında görücüye çıkacak oyunda Evin’e, Reha Özcan, Tamer Levent, Ece Özdikici gibi birçok önemli oyuncu eşlik ediyor. Oyunu 3, 23, 29 ve 30 Ekim tarihlerinde Bo Sahne’de izleyebilirsiniz.
NEHİR
OYUN ATÖLYESİ
Jez Butterworth’un kaleme aldığı, yurtdışında tiyatro eleştirmenlerinden tam not alan Nehir, Oyun Atölyesi’nin bu sene repertuarına eklediği iki yeni oyundan biri. Haluk Bilginer’in yönettiği ve başrolü oynadığı Nehir’de, Bilginer’e, Öyle Bi Geçer Zaman Ki ile daha geniş kitlelerin tanıdığı Ayça Bingöl ve en son Behzat Ç.’de izlediğimiz Canan Ergüder eşlik edecek. 26 Ağustos’ta provalarına başlanan oyunda Bilginer’in rol arkadaşı Canan Ergüder ile cesur sahnelere imza atacağı konuşuluyor. İlk seanslar için biletlerin şimdiden tükendiği oyunun 9-13 Ekim tarihleri arasında yapılacak gösterimlerine bilet bulmak için elinizi çabuk tutsanız iyi olur.
38
EKİM 2013
N E
İ Z L E S E K ?
PARANOIA
4 EKİM RIDDICK
Güneşin kavurduğu bir gezegende yaşayan Riddick, ölüme terk edilmiş bu gezegende kendisini oldukça ilginç bir uzaylı türüyle aynı yerde bulur. Hayatını kurtarmak için uğraşırken bir yardım alarmını aktive eder ve bu alarmın aktive olmasıyla birlikte iki gemi harekete geçer. Gemilerden birinde paralı askerler çalışmaktayken, diğer gemiye Riddick’in geçmişinden gelen önemli biri kaptanlık etmektedir. Aksiyon ve bilim kurgu türlerini bir araya getiren hikayeyi David Twohy yönetmiş, başrollerde ise Vin Diesel ve Karl Urban bulunuyor. Yönetmen: David Twohy Oyuncular: Vin Diesel, Karl Urban, Katee Sackhoff Tür: Bilimkurgu, Aksiyon Yapım: ABD Süre: 119 dk.
11 EKİM ESCAPE PLAN
Dünyanın en önemli güvenlik uzmanlarından biri olan Ray Breslin, işinde son derece tanınan bir güvenlik tasarımcısıdır. Kendi tasarlayıp inşa ettiği üst düzey korumalı hapishanenin konuklarından biri ise kendisi olur. Kendi tasarladığı hapishanede şimdilerde mahkum olarak yer alan Ray, yüksek güvenlik engellerini bir bir aşarak firar etmeyi planlamaktadır. 1408 ve Evil filmlerinin yönetmeni Mikael Hafström’ün yönetmenliğini üstlendiği filmin başrollerini usta oyuncular Arnold Schwarzenegger ve Sylvester Stallone paylaşıyor. Yönetmen: Mikael Hafstrom Oyuncular: Sylvester Stallone, Arnold Schwarzenegger, Jim Caviezel Tür: Gerilim, Aksiyon Yapım: ABD
11 EKİM PARANOIA
Adam Cassidy uzun zamandır bir parçası olduğu Wyatt isimli önemli bir telekomünikasyon şirketinde iyi bir kariyere sahip olmak için var gücüyle ve büyük bir hırsla çalışmaktadır. Ancak anlık bir dikkatsizliğinden kaynaklanan ufacık bir hataya sebep olması şirketin önemli miktarda para kaybetmesine neden olur. Bu nedenle de patronu Nicholas Wyatt’ı bir hayli zor bir durumda bırakır. Bu hatayı telafi etmesi ise ilginç bir görevle mümkün olacaktır. Legally Blonde ve 21 filmlerinin yönetmenliğini yapan Robert Luketic’in imzasını taşıyan filmin başrollerinde usta oyuncular Harrison Ford, Gary Oldman ve genç yıldız Liam Hemsworth bulunuyor.
11 EKİM YERÇEKİMİ
Dr. Ryan Stone zeki bir tıp mühendisidir ve emekliliğinden önce son görevine çıkan yetenekli ve deneyimli astronot Matt Kowalsky’nin yönetimindeki mekikte ilk uzay yolculuğuna çıkar. Herşey yolunda gibi görünürken rutin bir keşif yürüyüşü sırasında bir felaket yaşanır. Mekik çarpan bir cisim sonucu paramparça olur. İki bilim insanı uzay boşluğunda yapayalnız kalırlar. Yeryüzü ile iletişimleri tamamen kopmuştur ve sonsuz karanlıkla baş başadırlar. Şimdi korkunun yerini panik alır, üstelik var olan sınırlı oksijenleri de git gide tükenmektedir. İkili eve, dünyaya dönüş yolunu bulabilecek midir? Yönetmen: Alfonso Cuarón Oyuncular: Sandra Bullock, George Clooney, Ed Harris Tür: Gerilim, Dram Süre: 90 dk.
25 EKİM PRISONERS
2010 yılında çektiği İçimdeki Yangın (Incendies) adlı filmle hem eleştirmenler hem de genel izleyici tarafından bir hayli beğenilen yönetmen Denis Villeneuve’ün yönetmenliğini yaptığı filmin senaryosu, Contraband filmiyle sinemaya giriş yapan Aaron Guzikowski’nin imzasını taşıyor. Başrollerde ise son dönemin en başarılı oyuncularından Hugh Jackman ve Jake Gyllenhaal’ı izliyoruz. Maccachusetts eyaletinin Brockton bölgesinde, Şükran Günü’nü kutlamak için bir araya gelen Dovers ve Birches aileleri her şeyin yolunda gittiği bu yemek esnasında korkunç bir haberle altüst olurlar. Yönetmen: Denis Villeneuve Oyuncular: Hugh Jackman, Jake Gyllenhaal, Viola Tür: Gerilim Süre: 153 dk.
25 EKİM KAPTAN PHILLIPS
2009 Nisan’ında yaşanan gerçek bir olaydan hikayesini alan film Maersk Alabama isimli bir geminin kaptanı olan Richard Phillips’in Somalili korsanlar tarafından rehin alınması öyküsünü beyaz perdeye yansıtıyor. Bourne serisinin son iki filmini çeken yönetmen Paul Greengrass’in bu seriyi bırakıp odaklandığı projesi olan ‘Captain Phillips’in başrollerinde Tom Hanks, Catherine Keener ve Michael Chernus bulunuyor. Yönetmen: Paul Greengrass Oyuncular: Tom Hanks, Catherine Keener, Max Martini Tür: Dram, Biyografik Yapım: ABD Süre: 144 dk.
38
EKİM 2013
N E
İ Z L E S E K ?
PARANOIA
4 EKİM RIDDICK
Güneşin kavurduğu bir gezegende yaşayan Riddick, ölüme terk edilmiş bu gezegende kendisini oldukça ilginç bir uzaylı türüyle aynı yerde bulur. Hayatını kurtarmak için uğraşırken bir yardım alarmını aktive eder ve bu alarmın aktive olmasıyla birlikte iki gemi harekete geçer. Gemilerden birinde paralı askerler çalışmaktayken, diğer gemiye Riddick’in geçmişinden gelen önemli biri kaptanlık etmektedir. Aksiyon ve bilim kurgu türlerini bir araya getiren hikayeyi David Twohy yönetmiş, başrollerde ise Vin Diesel ve Karl Urban bulunuyor. Yönetmen: David Twohy Oyuncular: Vin Diesel, Karl Urban, Katee Sackhoff Tür: Bilimkurgu, Aksiyon Yapım: ABD Süre: 119 dk.
11 EKİM ESCAPE PLAN
Dünyanın en önemli güvenlik uzmanlarından biri olan Ray Breslin, işinde son derece tanınan bir güvenlik tasarımcısıdır. Kendi tasarlayıp inşa ettiği üst düzey korumalı hapishanenin konuklarından biri ise kendisi olur. Kendi tasarladığı hapishanede şimdilerde mahkum olarak yer alan Ray, yüksek güvenlik engellerini bir bir aşarak firar etmeyi planlamaktadır. 1408 ve Evil filmlerinin yönetmeni Mikael Hafström’ün yönetmenliğini üstlendiği filmin başrollerini usta oyuncular Arnold Schwarzenegger ve Sylvester Stallone paylaşıyor. Yönetmen: Mikael Hafstrom Oyuncular: Sylvester Stallone, Arnold Schwarzenegger, Jim Caviezel Tür: Gerilim, Aksiyon Yapım: ABD
11 EKİM PARANOIA
Adam Cassidy uzun zamandır bir parçası olduğu Wyatt isimli önemli bir telekomünikasyon şirketinde iyi bir kariyere sahip olmak için var gücüyle ve büyük bir hırsla çalışmaktadır. Ancak anlık bir dikkatsizliğinden kaynaklanan ufacık bir hataya sebep olması şirketin önemli miktarda para kaybetmesine neden olur. Bu nedenle de patronu Nicholas Wyatt’ı bir hayli zor bir durumda bırakır. Bu hatayı telafi etmesi ise ilginç bir görevle mümkün olacaktır. Legally Blonde ve 21 filmlerinin yönetmenliğini yapan Robert Luketic’in imzasını taşıyan filmin başrollerinde usta oyuncular Harrison Ford, Gary Oldman ve genç yıldız Liam Hemsworth bulunuyor.
11 EKİM YERÇEKİMİ
Dr. Ryan Stone zeki bir tıp mühendisidir ve emekliliğinden önce son görevine çıkan yetenekli ve deneyimli astronot Matt Kowalsky’nin yönetimindeki mekikte ilk uzay yolculuğuna çıkar. Herşey yolunda gibi görünürken rutin bir keşif yürüyüşü sırasında bir felaket yaşanır. Mekik çarpan bir cisim sonucu paramparça olur. İki bilim insanı uzay boşluğunda yapayalnız kalırlar. Yeryüzü ile iletişimleri tamamen kopmuştur ve sonsuz karanlıkla baş başadırlar. Şimdi korkunun yerini panik alır, üstelik var olan sınırlı oksijenleri de git gide tükenmektedir. İkili eve, dünyaya dönüş yolunu bulabilecek midir? Yönetmen: Alfonso Cuarón Oyuncular: Sandra Bullock, George Clooney, Ed Harris Tür: Gerilim, Dram Süre: 90 dk.
25 EKİM PRISONERS
2010 yılında çektiği İçimdeki Yangın (Incendies) adlı filmle hem eleştirmenler hem de genel izleyici tarafından bir hayli beğenilen yönetmen Denis Villeneuve’ün yönetmenliğini yaptığı filmin senaryosu, Contraband filmiyle sinemaya giriş yapan Aaron Guzikowski’nin imzasını taşıyor. Başrollerde ise son dönemin en başarılı oyuncularından Hugh Jackman ve Jake Gyllenhaal’ı izliyoruz. Maccachusetts eyaletinin Brockton bölgesinde, Şükran Günü’nü kutlamak için bir araya gelen Dovers ve Birches aileleri her şeyin yolunda gittiği bu yemek esnasında korkunç bir haberle altüst olurlar. Yönetmen: Denis Villeneuve Oyuncular: Hugh Jackman, Jake Gyllenhaal, Viola Tür: Gerilim Süre: 153 dk.
25 EKİM KAPTAN PHILLIPS
2009 Nisan’ında yaşanan gerçek bir olaydan hikayesini alan film Maersk Alabama isimli bir geminin kaptanı olan Richard Phillips’in Somalili korsanlar tarafından rehin alınması öyküsünü beyaz perdeye yansıtıyor. Bourne serisinin son iki filmini çeken yönetmen Paul Greengrass’in bu seriyi bırakıp odaklandığı projesi olan ‘Captain Phillips’in başrollerinde Tom Hanks, Catherine Keener ve Michael Chernus bulunuyor. Yönetmen: Paul Greengrass Oyuncular: Tom Hanks, Catherine Keener, Max Martini Tür: Dram, Biyografik Yapım: ABD Süre: 144 dk.