KASIM 2013
NO:10 www.postkolik.com
ÜCRETSİZDİR
facebook.com/postkolik
twitter.com/postkolik
instagram.com/postkolik
DOCTOR
WHO 50 YAŞINDA
GEZİ
17-20 Ekim tarihleri arasında Londra’da gerçekleşen dünyanın en ünlü sanat fuarı Frieze’deydik.
RÖPORTAJ
Vücut boyama sanatının aşmış ismi Guido Daniele ile Milano’daki evinde rengarenk bir söyleşi yaptık.
HEMEN İNDİRİN!
SPOR
Kayak sezonu açıldı. Sürekli aynı yerlere gitmekten sıkılanlara alternatif kayak merkezlerini tanıttık.
DİZİ
İzleyecek iyi dizi bulamayanlar için yeni sezonun iddialı yapımlarını bir araya getirdik.
MÜZİK
Yeni çıkacak albümlere göz atarken, müzik endüstrisindeki en son gelişmelere kulak verdik.
KASIM 2013
03
İ Ç İ N D E K İ L E R
12
GEZİ
17-20 Ekim tarihleri arasında Londra’da gerçekleşen dünyanın en ünlü sanat fuarı Frieze’deydik.
18
RÖPORTAJ
14
SPOR
19
MÜZİK
Kayak sezonu açıldı. Sürekli aynı yerlere gitmekten sıkılanlara alternatif kayak merkezlerini tanıttık.
Vücut boyama sanatının aşmış ismi Guido Daniele ile Milano’daki evinde rengarenk bir söyleşi yaptık.
Yeni çıkacak albümlere göz atarken, müzik endüstrisindeki en son gelişmelere kulak verdik.
22
28
TASARIM
Gutav çiftinin tasarladığı ahşap papyonları çok sevdik. Bu papyonlar kesinlikle çok güzel!
DİZİ
İzleyecek iyi dizi bulamayanlar için yeni sezonun ses getiren iddialı yapımlarını bir araya getirdik.
KÜNYE Hazırlayanlar Enis Hazan, Mehmet Erdoğan, Ersay Uçak, Orhan Meriç, Pınar Özbakır, Hande Demirel, Elif Öztuna, Evrim Evre Çolakoğlu, Bilgehan Aksoy, Emrah Gürkan Fotoğraf: Cihan Turhan
REKLAM reklam@postkolik.com IPAD REKLAM MEDYANET Emre Türegün 0212 304 21 01 mobia@medyanet.com.tr
DİJİtal Medya Ajansı Baffo Digital email: info@baffodigital.com Tel: 0216 414 8688
Basım Altın Kitaplar Yayınevi Tic. AŞ. Göztepe Mahallesi, Kazım Karabekir Caddesi, No: 32 Bağcılar-İstanbul Tel: 0212 446 38 88
İletişim • Postkolik’te kullanılan tüm yazılar kaynak gösterilerek yayınlanır. • Postkolik 15 bin adet basılıyor. Postkolik’in dağıtıldığı yerleri görmek için www.postkolik.com/nerdeyiz adresini ziyaret edebilirsiniz. • Postkolik’i e-dergi olarak www.postkolik.com adresinden okuyabilirsiniz.
Kağıthane Cd. No:72 Çağlayan 34403 İstanbul Tel: 0532 437 26 38 www.postkolik.com info@postkolik.com
04
KASIM 2013
ONU KELİNDEN TANIRIM! Herkes Rapunzel gibi uzun saçlarıyla meşhur olacak değil ya, bazısı da olmayan saçları ile meşhur oluyor. Aslında kel erkekler uzun süre film endüstrisi tarafından göz ardı edildi. Hollywood’un ilk kel süperstarı Rusya doğumlu Amerikalı aktör Yul Brynner’dı. 1985’te aramızdan ayrılan Bryner Baba’nın On Emir’deki II. Ramses ve Muhteşem Yedili’deki Chris rolü nasıl unutulabilir?
HANGİ SAKALLA KAYMAK İSTEMİŞTİNİZ? Kayak aksesuarları çok çeşitli ve çok orijinal. Bugüne kadar birçok aksesuar gördük ama içlerinde sanırız en komik olanı da bunlar. Beardski kayak sakalı, kayak zevkinizi, aynı zamanda üşümenize de engel olarak, komik bir anıya dönüştürmek için birebir. Hunter, Daze ve hatta Merlin gibi isimlere sahip Beardski’lerde çeşit çok. Siz o gün hangi sakalı takmak istediğinize karar verin http://goo.gl/Z1Y4k yeter. H www.beardski.com H
Neyse konumuzu dağıtmayalım. 1990’lar her şeyin değiştiği yıllar oldu. Dönemin en gözde aktörü Bruce Willis saçlarını sıfıra vurunca yörünge bir anda kaydı. Ünlü moda markaları reklam afişlerinde kel adamlara yer verirken, podyumlar saçlarını kazıtan modellerle dolmaya başladı. Sonrasını biliyorsunuz zaten. Şu an birçok kadın kel erkeklerin daha çekici ve seksi olduğunu bile düşünüyor. Londra tabanlı Brezilyalı sanat yönetmeni
Fernando Perottoni’nin Notorious Baldies isimli çalışmasını görünce aklımıza hep bunlar geldi. Kelleri ile nam salmış bazı pop-ikonların illüstrasyonlarını yapan Fernando, bu rengarenk seri ile kalbimizi çalıyor. Bakalım, siz bu pop-ikonlarını kellelerinden tanıyabilecek http://goo.gl/2Wlea2 misiniz? H www.fernandoperottoni.com H
YEMYEŞİL DUVARLAR
GrafFiti konusuna yeni ve canlı bir boyut getiren Anna Garfoth, bu yaratıcı tasarımıyla Londra duvarlarını yeşillendiriyor. İroniktir ki, tasarımlarında canlı materyallerden ilham alma fikri, sanatçı bir mezarlığı ziyaret ederken ortaya çıkmış. Ufak bir yosun kitlesinin bir mezar taşı üzerindeki harf oyuklarına yerleşip büyümüş olduğunu fark eden Anna, bu manzaradan çok etkilenmiş ve hemen oracıkta bazı mezar taşlarından topladığı yosun örnekleri ile deneme çalışmalarına başlamış. Bu deneysel çalışmayı bir de tipografik detaylar ile zenginleştirince ortaya oldukça yaratıcı bir iş ortaya çıkmış. Haydi biz de deneyelim! http://goo.gl/4V3Zfa H www.annagarforth.co.uk H
KASIM 2013
05
KİRLİLER MAKİNEYE evde en çok göz ardı ettiğimiz şeylerden birisidir çamaşır sepeti. Kirlileri ortalığa bırakmak ve sonra toplarım diyerek konuyu sürekli ertelemek çok cazip gelse de, yine de işin doğrusu kuşkusuz onları tek bir yerde toplamak. Çamaşır makinesi görünümlü bu kirli sepeti belki de bu işi daha eğlenceli hale getirebilir. Üstelik kirli çamaşırlarınızın seviyesini görebilmeniz için önünde gerçek çamaşır makinesi gibi bir penceresi de var. Eğlenceli aksesuar meraklılarına önerilir.
http://goo.gl/6WLz7Q
H www.fredflare.com H
LEGO’NUZU KOLUNUZDA TAŞIYIN Legoseverlere çok acayip bir haberimiz var. Sonunda oldu! Lego yetişkinler için hazırladığı kol saati koleksiyonunu anons etti. Evet, şaka değil gerçeğin ta kendisi! Çocuklar için yıllardır böyle bir koleksiyonu olan Lego, kadın ve erkekler için özel olarak tasarlanan kol saati koleksiyonunu bu ay piyasaya sürüyor. Plastik kol saatlerine genelde mesafeliyizdir –gençken hepimizin kullandığı Casio’ları ayrı tutuyoruz!- fakat konu Lego olunca akan sular duruyor bizim için. Yetişkin koleksiyonu da aynı çocuklarınki gibi birbirleriyle değişebilen ve eklenebilen parçalara sahip. Ama zannediyoruz ki, pek çok insan tek renk olarak kullanmak isteyecektir bu
koleksiyonluk saatleri. Fiyatı diğer saatlere göre ucuz ve görsel olarak çok çekici Lego saatleri, çocukluğu Lego’yla geçen herkes için harika bir zaman yolculuğu imkanı sunacak gibi. Tam olarak tüm detayları henüz bilemesek de saatler plastik kasalı ve kayışlı olacak. Renk seçenekleri de erkekler için beyaz, mavi, sarı ve siyah, kadınlar için pembe, turuncu ve kırmızı etrafında şekillenecek gibi. Model seçenekleri de cool’dan komiğe dek uzanan geniş bir yelpazeye sahip olacak. Son olarak şunu da söyleyelim, Lego saatleri dijital ve analog kadranlı olmak üzere iki mekanizma ile üretilecek. Dijital kadranın Lego ruhunu daha iyi yansıttığını düşünsek de son kararda seçim tabii ki sizin…
http://goo.gl/eCFyhT
AMERİKA PAZARI İÇİN 50 ADET ÜRETİLDİ Rusların efsane motosiklet markası Ural’ı duymayan yoktur herhalde. Adını Rusya’nın meşhur coğrafi şekillerinden alan bu makineler, bir Rus ajanının Almanya’dan bir BMW motosiklet ile yola çıkıp, Rusya’ya kadar onu götürmesi ve BMW’nin o dönemki modelinin birebir kopyalanmasıyla ortaya çıkmıştı. Tabii Rusya’nın zorlu şartlarına dayanabilmesi için birtakım modifikasyonlardan da geçmişti.
H www.imz-ural.com H
İkinci Dünya Savaşı sırasında bizzat Savunma Bakanlığı tarafından Kızıl Ordu’ya işlevsellik katması için seri üretimine geçilen Ural, 1950’lerle birlikte başta Doğu Bloku olmak üzere birçok ülkeye ihraç edilmeye de başlanmıştı. Fotoğrafta gördüğünüz Gaucho Rambler Limited Edition, Amerika’daki örme tekstil endüstrisinin 150. yılını kutlamak amacıyla özel olarak Pendelton ve Ural işbirliğiyle Retro
tutkunları için üretilmiş. Bu ay Amerika’da satışa sunulacak olan Gaucho Rambler’dan sadece 50 adet var. Etiket fiyatı ise 14 bin 350 dolar. Gaucho Rambler, çift silindir 800cc’lik ve 40 beygirlik motoruyla belki bir sürat makinesi değil ama 105 kilometre hızla sizi ve arkadaşınızı güzel bir yolculukta tatmin edecek kadar da iyi.
06
KASIM 2013
SAVAŞ BAŞLASIN! Star Wars her zaman olduğu gibi çocukluğumuzun ikonik ve sıkıcı oyunlarından birisi olan parmak güreşine de bambaşka bir boyut getirmiş. Parmak ışın kılıçlarınızı takın, kartondaki delikten parmağınızı geçirin ve güreşe başlayın. Darth Vader ve Luke Skywalker’ın ışın kılıçların şeklindeki parmak kılıçları kartona basılmış gerçek Star Wars ortamlarında güreşmenizi sağlıyor. 6 filmden toplam 7 ayrı mekanda güreşebilir ve Star Wars ruhunu parmaklarınızda hissedebilirsiniz.
KAPALI ALANDA KARAVAN KEYFİ Almanya’nın Bonn şehrinde faaliyet gösteren BaseCamp Bonn Young Hostel, hostellere bakışımızı değiştirecek mükemmel bir örnek. Eski bir depolama alanına konuşlanmış olan bu ilginç otelde 15 tane kamp karavanı, 2 tane uyku tulumu ve karavanların kralı Airstream’den birkaç tane bulunuyor. Toplamda 120 yatak kapasiteli bu tesiste geceliği 30 ila 100 dolar arasında değişen fiyatlarla konaklama imkanı mevcut. İşin güzel yanı tüm karavanlar belli bir tema ile dizayn edilmiş. Rocker, balıkçı, hippi vb. canınız kim olmak istiyorsa seçim size kalmış. Her karavan doğada olduğuna benzer bir zemin ve kapısının önündeki masa ve
sandalyeleriyle emrinizde… Konukların tesiste kaldıkları süre boyunca ücretsiz internet, temiz havlu ve çarşaf hizmetinden mahrum kalmadığı bu entresan girişimde sabah kahvaltısı da verilen hizmetler arasında. Hem açık havada kampa gitmek isteyen hem de buna üşenen tembel tenekeler için bulunmaz bir nimet olan BaseCamp, hakikaten çok eğlenceli görünüyor. Kamp kapılarını geçtiğimiz Ağustos ayında meraklıların hizmetine açmış durumda. http://goo.gl/lcghhg
http://goo.gl/KWe2gi
H www.amazon.com H
H www.basecamp-bonn.de H
SHOT’LAR GELSİN Defalarca söyledik, Game of Thrones’un fena halde hastasıyız. George RR Martin’in yarattığı dünyaya hapsolmuş durumdayız. Bu yüzden de diziye ilişkin çıkan her ürüne fazlasıyla sahip olmak istiyoruz. Tıpkı bu 12 bardaktan oluşan set gibi. Lannisterler, Baratheonlar ve diğer ailelere ait ikonların ve önemli sözlerin üzerine işlendiği bu mücevher gibi bardakları acayip sevdik. Evet, kış geliyor ama içinizi ısıtacak shot bardakları hazır! http://goo.gl/3QY2Ap H http://store.hbo.com H
MUZİP KUTLAMA KARTLARI Dean Morris’in İngiliz mizahından bolca nasiplenmiş gülme garantili muzip kutlama kartları, hediye kartlarına farklı bir bakış açısı getiriyor. Geleneksel kutlama kartlarına farklı bir yorum katan Morris, espri dozajı yüksek kartları ile çok kısa zaman içerisinde İngiltere’de fenomen haline geldi. Bilstore mağazalarında bulabileceğiniz bu kartlar sevdiklerinizi ve yakınlarınızı çok eğlendirecek!
postkolik_210_320_kirmizi_i10.pdf
1
10/21/13
2:06 PM
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
Şimdi bir otomobil hayal et. Şehir içinde her yere kolayca ulaşmanı sağlayacak kadar pratik ama ihtiyaçlarını karşılayacak kadar da büyük olsun. Sence olamaz mı? Yeni Hyundai i10’u görmeden karar verme. O, tüm detaylarıyla hayalindeki otomobilin ta kendisi. Geniş iç hacmi, ekonomik yakıt tüketimi ve şehir içi sürüş konforunu artıran donanım özellikleriyle Yeni Hyundai i10 seni bekliyor. hyundai.com.tr
facebook.com/hyundaiturkiye
twitter.com/hyundaiturkiye
Yeni Hyundai i10 modellerinin ortalama yakıt tüketimi 4.7-6.2 lt/100 km ve CO2 salınımı 108-142 g/km arasında değişmektedir. EC/715/2007
08
KASIM 2013
HELLO, I AM THE DOCTOR!
Yukarıdaki sözü Doctor Who hayranları nasıl unutabilir ki? Guinness Rekorlar Kitabı’na giren ve televizyon tarihinin en uzun soluklu dizisi olan Doctor Who, 23 Kasım’da 50. yılını kutluyor. 75 ülkede 100 milyonun üzerinde izleyiciyi ekran karşısına çekmeye hazırlanan 50. yıl özel bölümü öncesinde bu sıra dışı diziyi Umut Çevik’in kaleminden tanıtmak istedik.
D
octor Who için, “bir diziden fazlası” demek herhalde yanlış bir yorum olmaz. 1963 yılında BBC ekranlarında ilk bölümü yayınlanan Doctor Who, hali hazırda dünyanın en uzun soluklu dizisi unvanını elinde bulunduruyor. Hatta bu rekoru ile Guinness Rekorlar Kitabı’na
bile girmeyi başardı. Doctor Who, 23 Kasım’da çok özel bir bölüm ile 50. yılını kutlayacak. BBC tarafından 75’ten fazla ülkeye satılan ve 100 milyondan fazla izleyiciyi ekran başına çekmeye hazırlanan 50. yıl özel bölümü (The Day of The Doctor), televizyon tarihinin aynı anda yayınlanan en büyük draması olarak da tarihe geçecek.
KİM BU DOKTOR? 50. yıl özel bölümüne girmeden önce isterseniz Doctor Who’yu tanımayanlar için bazı temel bilgiler verelim.1963-1989 yılları arasında 26 yıl aralıksız oynayan Doctor Who, 2005’de tekrar ekranlara döndü. Bu yüzden 1963-1989 dönemi klasik, 2005 ve sonrası ise modern seri olarak kabul edilir. Dizi, yaptığı zaman yolculukları sayesinde kötülerle savaşan doktor adlı bir karakterin etrafında döner. Doktor, evrendeki en eski ve güçlü medeniyet olan Gallifrey gezegenindendir ve oradaki tüm ırk gibi bir Zaman Lordu’dur. Doktor, 200’lü yaşlarda iken uzay ve zamanı görmek için TARDIS adını verdiği bir uzay/ zaman gemisini çalarak torunu Susan ile gezegeninden kaçar ve yolculuklarına başlar. Açılımı ‘Time And Relative Dimension In Space’ yani ‘Uzay ve Zamandaki Göreceli Boyut’ olan TARDIS, bir zaman makinesidir. Zaman Lordları tarafından yaratılan bu makine, bukalemun devresi sayesinde dış ortama uyum sağlayarak şekil değiştirebilmektedir. Fakat ilk yolculukları sırasında dünyaya geldiğinde, bu devre, arızalanır ve makine dışarıdan bakıldığında 1950’lerin Londra’sında yaygın olarak kullanılan mavi polis kulübelerine dönüşür. Zaman Lordları ve Dalekler arasında gerçekleşen ve “Son Büyük Zaman Savaşı”
KASIM 2013
09
olarak bilinen büyük savaş her iki ırkın da sonunu getirdikten sonra, doktor, hayatta kalan ve türünün sonuncusu olan tek Zaman Lordu olarak TARDIS ile beraber yolculuklarına devam eder. Doktorun gerçekleştirdiği zaman yolculularında kendisine yol arkadaşları eşlik eder. İnsan ırkına özel bir ilgisi olduğu için dünya gezegenine karşı zaafı olan doktor, kendine neredeyse her zaman dünyalı bir yol arkadaşı seçer.
BİRÇOK DÜŞMANI VAR Tabii tüm bu yolculuklar sırasında doktor birçok düşman ile de mücadele eder. Bu düşmanlar arasında en tehlikelisi Dalekler’dir. Dalekler, Skaro adındaki bir gezegende yaşayan kaçık bilim adamı Davros tarafından mutasyon ile yaratılan tank benzeri bir robotu süren sibernetik yapıdaki mutantlardır. Tüm evreni yok etmek istemektedirler ve yok etmekten zevk alırlar. Bir de Siberler var tabii ki. Siberler, dünyanın ikiz gezegeni olan Mondas’tan gelen insan soyundan bir ırktır ancak zaman içerisinde zayıflıklarını yok etmek için vücudundaki bütün organları mekanik parçalarla değiştirdiler ve sibernetik organizma haline geldiler. Duygusuzlaştılar ve insanları zayıf gördüler. İnsanları da yükseltmek adına sürekli olarak dünyaya saldırırlar. Usta’yı da unutmamak gerekiyor. Usta da, Doktor gibi Gallifrey’den gelen bir Zaman Lordu’dur. Doktorun en büyük düşmanı ve Son Zaman Savaşı’ndan kurtulan ikinci Zaman Lordu olan Usta’nın hedefi evreni ve zamanı Dalek kontrol etmektir.
KAYIP BÖLÜMLER NİJERYA’DA ÇIKTI Evet, kayıp bölümler bulundu. Şaşırmaya gerek yok. 1960’larda çekilen pek çok bölümün orijinal makaraları kötü depolama koşulları ve yanlış politikalar nedeniyle arşivlerden kaybolmuştu. Son dönemde kanalın ve hayranların yoğun çabaları sonucu 1970 ve 1980’lerde pek çok ülkeye gönderilen kopya makaraların peşine düşüldü ve kayıp olan bu bölümler bulunmaya başladı. Geçen haftalarda Nijerya Devlet Televizyonu’na ait arşivlerden bu döneme ait 11 bölüm ortaya çıktı. Bu 11 bölümün ise dokuzunu BBC kayıp olarak bildirmişti. Kısa süre içinde BBC’ye ulaşan bölümlerin isimlerinin Web of Fear ve The Enemy of the World olduğu açıklandı. Bölümler restore edildi ve iTunes üzerinden 1.99 dolara satışa sunuldu.
ÖLÜMSÜZ DOKTOR Doktorun en önemli özelliklerinden birisi olan rejenerasyon (yenilenme), aslında dizinin başarısında ve bu kadar uzun ömürlü olmasında da anahtar rol oynar. Zaman Lordları iki kalplidir ve herhangi bir kaza geçirmedikleri sürece sonsuza dek yaşayabilirler. Ancak ağır bir yara aldıklarında biyolojileri sebebiyle rejenerasyon geçirirler. Bu aşamada vücudundaki tüm hücreler ölür ve yenileri oluşur. Tabii bu işlem son derece acı vericidir. 1963’ten 2010’a kadar doktor 10 kez rejenerasyon geçirdi. Şu an 11. bedeninde olan doktor, 2014 başında yayınlanacak olan yıl başı özel bölümünde 12. bedenine geçecek. 12. Bedeni, yani 12. doktoru ise Peter Capaldi canlandıracak. Matt Smith’in ayrılma kararı vermesinden sonra BBC, 4 Ağustos’ta 12. doktorun Peter Capaldi olduğunu tüm dünyada aynı anda yayınlanan bir programda açıklamıştı. 55 yaşındaki aktör, Doctor Who’nun 2008’de yayınlanan “The Fires of Pompeii” isimli bölümünde ‘Caecilius’ 12. doktor isimli karakteri Peter Capaldi canlandırmıştı.
BİR DİZİDEN FAZLASI Doctor Who için bir diziden fazlası yorumunu aslında boşuna yapmadık. Evet, Doctor Who belki hiçbir zaman Breaking Bad seviyesinde popülerliğe ulaşamadı ve ulaşamayacak ama, tarih sayfalarında her zaman çok farklı bir yerde konumlanacak. Size şöyle enteresan bir bilgi verelim, ne demek istediğimizi belki daha net anlatmış oluruz: Altı farklı seriden oluşan romanlarda eski ve yeni tüm Doktorlar için hikayeler yazılmıştır. Past Doctor Adventures adlı roman serisinde ilk sekiz doktorun yer aldığı 75 roman bulunmaktadır. Eight Doctor Adventures roman serisinde ise sekizinci doktorun yer aldığı 73 roman piyasaya çıktı.
Dahası da var, Virgin New Adventures adlı roman serisinde 7. doktorun yer aldığı 61 roman, Virgin Missing Adventures adlı roman serisinde ise ilk 6 doktorun yer aldığı 34 roman okuyucularla buluştu. Tüm bunlara New Series Adventures adlı roman serisinde 9-10 ve 11. doktorların yer aldığı 100’den fazla romanı da eklemek gerek tabii. Aslında tüm bu romanlar, Doctor Who ile ilgili yayımlanmış eserlerin bir kısmı. Ana hikayede yer almayan, yardımcı karakterlerin çevresinde dönen pek çok roman ve sesli hikaye de buluyor.
10
KASIM 2013
BAZI ENTERESAN BİLGİLER
Joe Roberts
BİZİ NELER BEKLİYOR? Yazının başında da belirttiğimiz gibi, 23 Kasım dizinin milyonlarca hayranı için çok önemli bir gün. BBC çok uzun zamandır bugüne hazırlık yapıyor. 100 milyondan fazla izleyiciyi ekran karşısına çekmeye hazırlanan 75 dakika uzunluğundaki 50. yıl özel bölümü, Steven Moffat tarafından yazıldı. Nick Hurran yönetiminde 3D ve 2D olarak çekimleri yapıldı ve yapımcı Marcus Wilson tarafından “hayranlara aşk mektubu” olarak sunuldu. 23 Kasım Cumartesi akşamı 19.00’da BBC1’de yayınlanacak olan Doctor Who, 02:00’da New York’ta, 22:00’da Los Angeles’ta ve 06:00’da da Sydney’de ekrana gelecek. Böylelikle televizyon tarihinin aynı anda yayınlanan en büyük draması olarak tarihe geçecek. Dizinin bu bölümü ayrıca İngiltere sinemalarında da gösterilecek. Bu özel bölümde 11. doktor (Matt Smith) ve yardımcısı Clara Oswald’a 10. Doktor (David Tennant) ve yardımcısı Rose Tyler eşlik edecek. Tabii John Hurt’un canlandırdığı “Unutulmuş” doktoru da atlamayalım. Bunun yanında Tuğgeneralin kızı Kate Stewart da UNIT ile birlikte doktorların yanında yer alacak.
TÜRKİYE’DE DOCTOR WHO Bize gelirsek, 50. yıl özel bölümü Türkiye’de de yayınlanacak. Üstelik Cnbc-e’de eş zamanlı olarak! Bu güzel haberi dergiyi matbaaya göndermemize bir gün kala aldığımız için de son derece memnunuz :) Türkiye’de Doctor Who’nun geçmişine baktığımızda klasik serinin, ilk kez 1988 yılında TRT tarafından Türkçe dublaj ile yayınlandığını görüyoruz. 1966 yılında çekilen “Dalek Invasion of Earth 2150” adlı sinema filmi “Daleks Fezadan Saldıranlar 2150 Yılı” ismiyle 1980’lerde sinemalarda gösterime girmişti. Bu arada altı adet Doctor Who hikayesinin 1975 yılında Remzi Kitabevi tarafından basıldığını da unutmamak gerek. Modern seri ise ilk kez 2007 yılında Cine5 tarafından yayınlanmaya başladı ancak ilk sezon yayınlandıktan sonra devam etmedi. İki yıl sonra, yani 2009’da Doctor Who, Cnbce’de yayınlamaya başladı ve şuan yedinci sezonu ekranlara geliyor. 23 Kasım’a kadar da sezonun bitmesi planlanıyor.
• Doctor Who, ilk başta tarih ve bilim hakkında eğitici bilgiler verecek bir aile programı olarak planlanmıştı. Hatta bu yüzden ilk dönemlerinde sadece tarihi olaylar, karakterler ve bilimsel temalar işlenmişti. • Doctor Who’nun kendi evreninden çıkan Torchwood, Sarah Jane Adventures ve K-9 isimli üç dizi daha bulunuyor. • İlk Doktor’u 1963-1966 yılları arasında William Hartnell canlandırdı. Ağırlıklı olarak doktorların ömrü 2-4 sezon arasında olsa da, Paul McGann ve Christopher Eccleston gibi yaklaşık bir sezon hayatta bu rolü üstlenenler de var. Tüm bu 11 isim arasında en uzun süre doktor olan kişi ise 1974-1981 yılları arasında Tom Baker oldu. • 3. doktor döneminde Usta karakterini canlandıran Roger Delgado’nun eşi Kısmet adında bir Türk’tür ve Planet of Spiders bölümündeki kraliçe örümceği seslendirmiştir. Ancak, Roger Delgado, Ankara-Nevşehir otoyolunda geçirdiği bir kaza sonucu ne yazık ki, hayatını kaybetmiştir. • 30. yıl özel bölümü olarak hazırlanan Five Doctors adlı özel bölümde 5 doktorun da yer alması planladı ancak birinci doktoru canlandıran William Hartnell o yıl hayatını kaybettiği için yerine daha önce dublörü olarak da kullanılan Richard Hurdnall rol aldı. • BBC, 2011 ve 2012 yılında Doctor Who Adventure Games adlı 5 oyundan oluşan bir de oyun serisi hazırladı ve internet üzerinden ücretsiz olarak dağıtımını yaptı.
50. YIL ÖZEL PROGRAMLARI Koskoca 50 yıllık bir dizinin bu kadar önemli bir günde sadece özel bir bölüm yayınlamasını bekleyemeyiz herhalde. Yapımcılar da zaten aylardır bunun için hazırlık içindeler. 90 dakika sürecek An Adventure in Space and Time, yazar Mark Gatiss tarafından hazırlandı ve BBC Two ile BBC TwoHD’de yayınlanacak. Dizinin kökenleri hakkında bilgi verecek belgesel niteliğindeki bu filmde, pek çok yetenekli isim yer alıyor. Çekimlerin pek çoğu Westminster Köprüsünde, Live Grove Stüdyolarında ve BBC Binasında yapıldı. Ayrıca Doctor Who’nun İngiliz kültüründeki etkilerini anlatacak olan ‘The Culture Show’ BBC Two’da yayınlanacak. The Science of Doctor Who ise BBC America’nın hazırladığı bir çalışma olarak dikkat çekiyor. Profesör Brian C. Cox –ki kendisi büyük bir hayrandırDoctorWho’nun arkasındaki bilimi inceleyecek. Program BBC Two’da yayınlanacak. Doctor Who: Ultimate Guide, Doctor Who hakkındaki her şeyin yer aldığı bir belgesel olacak ve BBC Three’de yayınlanacak. CBBC’de ise ‘Blue Peter ve 12 Again’ adlı programına konuk alırken, ünlü şovmen Graham Norton, 3 saat sürecek özel bir program sunacak.
LİSANSLI ÜRÜNLER Tabii böylesine önemli bir gün, büyük bir endüstriyi de doğal olarak yanında getiriyor. 50. yıla ilişkin sayısız lisanslı ürün çıkarılmış durumda. 150’den fazla Doctor Who figürü şu an piyasada ve bu sayı her geçen gün artıyor. Monopoly 50. yıl özel oyunundan tutun da, doktorların sonik tornavidalarına kadar hemen her şey şu an satışta. Bunların önemli bir kısmına BBC’nin sitesinden http://goo.gl/ryJhdO ulaşabilirsiniz. H http://merchandise.thedoctorwhosite.co.ukH
M O N T E R O S A , I TA LY HERVÈ BARMASSE
™
PHOTO: Damiano Levati
NEVER STOP EXPLORING
SATIS¸ NOkTALARIMIz IçIN: Eu.THENORTHfAcE.cOM
Tnf _F13_AdPage_POSTKOLIK_210X320_ESE.indd 1
13/09/13 11.44
12
KASIM 2013
DÜNYANIN SANATI
LONDRA’DA BULUŞTU Postkolik gezmeye devam ediyor. Bu kez sizin için dünyanın en ünlü sanat fuarı olan Frieze’i takip ettik. Hande Demirel, 17-20 Ekim tarihleri arasında Londra’nın havalı bölgelerinden Regents Park’ta gerçekleşen Frieze’deydi.
L
ondra bir kültür sanat şehri. Her yıl tiyatrodan edebiyata, müzikten sergilere yüzlerce sanat olayı olur bu çok özel şehirde. İşte Frieze bu olaylardan bir tanesi. Her yıl Ekim ayında, Londra’nın havalı bölgelerinden Regents Park’ta dev bir çadırda gerçekleşen Frieze, dünyanın en ünlü sanat fuarıdır. Frieze, tüm dünyadan yüzlerce galerinin katılımıyla milyonlarca dolarlık bir sanat ekonomisine ev sahipliği yapar. Misyonu, sanatı alıcısıyla buluşturmak. Ama daha önemlisi, izleyicisine bir görsel şölen eşliğinde yepyeni bir vizyon da yaratmak.
Frieze’i bu yıl, sanatçı arkadaşım Serra Behar’ın rehberliğinde gezdim. Sanatı sanatçıyla gezmek çok keyifli ve öğretici, tavsiye ederim. Ama arkadaşınızla gezmek daha güzel. Hele sanat sevgisini çocuk yaşta birlikte edindiğiniz bir arkadaşınızla Frieze’i dolaşmak paha biçilmez.
30 ÜLKEDEN 152 GALERİ Londra’da, Regents Park’ta kurulan dev çadırda düzenlenen Frieze Sanat Fuarı 17-20 Ekim tarihleri arasında gerçekleşti. Bu yıl 11’inci kez düzenlenen fuara, Meksika’dan Hindistan’a 30 ülkeden 152 çağdaş sanat galerisi katıldı.
Bu galeriler arasında fuarın gediklileri Hauser & Wirth, David Zwirner, Michael Werner, Gagosian, Galerie Thaddaeus Ropac gibi çok ünlülerin yanı sıra, Los Angeles’tan Blum & Poe, New York’tan Marian Goodman ve Maccarone, Berlin’den Galerie Max Hetzler gibileri de vardı. Şüphesiz en hoşumuza gideni İstanbul’dan da tanıdık isimler görmek oldu. Rodeo ve yöneticiliğini Türkiye’de sanatın tecrübeli isimlerinden Esra Sarıgedik Öktem’in yaptığı Rampa galerileri bu yıl sanat gezegeninin uluslararası temsilcileri arasında yerlerini almıştı. Esra ile ayaküstü sohbetimizde, ilgiden memnun olduklarını söyledi. Fuardaki güzel işleri yakalamamız için bize birkaç tüyo da verdi.
ÖNE ÇIKAN İSİMLER Dünyada sanat işi çok kocaman olmuş. Takip edenler bilir, bizde de çağdaş sanatın aldığı yol oldukça ileri. Ekonomik olarak baktığınızda, rahmetli Burhan Doğançay’ın Mavi Senfonisi’ne verilen para (2,2 milyon TL) akla geliyor. Dünyada çok daha büyük paralar dönmekte, çok daha görkemli etkinlikler düzenlenmekte. New York ve Londra merkez. Yeni dünyada Los Angeles, Avrupa’da Berlin ve dünyanın öbür ucunda Rio gibi şehirlerde de sanat piyasasının geldiği nokta göz kamaştırıcı. Bu yılki Frieze’de ne kadar ciro yapıldı bilmiyorum. Yakında açıklanır. Ancak sadece açılış gecesinde yapıldığını duyduğum bazı satışlar dudağımı uçuklattı. Örneğin Hauser&Wirth, Mark Bradford’un dev resimlerinden “Woman With A Bit Of Color”u 725 bin dolara satmış. Yine aynı galerinin bir başka sanatçısı Sterling Ruby’nin bir işi, Avrupalı özel bir fon tarafından 550 bin dolara satın alınmış. Brezilyalı sanatçı Vik Muniz’in “Apollo ve Cumaean Sbly”si 80 bin dolara satılırken, David Zwirner’in sanatçısı 27 yaşındaki Kolombiyalı Oscar Murillo’nun “Urgencies in Time” adlı eseri 120 bin dolara alıcı bulmuş. Bu isimler anlayacağınız üzere aynı zamanda çağdaş sanatın şu sıralar önde gelenleri arasında yer alıyor. İşleri milyon dolarlara alıcı bulan bu isimler peynir ekmek gibi satıyor, galeriler bu sanatçıları kendi portföylerine katmak için kıyasıya rekabet ediyor. Frieze bir sanat fuarı olmasının yanı sıra bir networking platformu. Sadece sanatçılar, sanat simsarları, galeriler ya da koleksiyonerler için değil; herkes için. Çünkü fuara çok sayıda “tanınması gerekli” isim katılıyor. Bunlar arasında politikacılardan iş adamlarına pek çokları var. Kraliçe bile bu fuarı geziyor! İşin pop yanı, Frieze, ünlü isimleri, trendy bohemleriyle moda haftalarını aratmayan renklilikte oluyor. Çadırdaki şık restoranda bir kadeh şampanyayla mola vermekse Frieze’in lüks değil ihtiyaç olan alışkanlıklarından.
KASIM 2013
13
HEVES EDİP FRIEZE’İ GEZECEKLERE NOTLAR
YENİ TRENDLER Frieze de en sevmediğim şey, gördüğüm eserlerle ilgili detaylı bilgi alamamak oldu. Galeriler cebi kabarık koleksiyonerlerle benim gibi sıradan sanatseverlere aynı mesaiyi harcamamakta haksız değil. Ancak hiç olmazsa sağında solunda dakikalarca dolanıp duran ve sonunda bu iş kimin diye soran bir sanatsevere, “orada yazıyor bak” yerine, sanatçının adını söylemek zor olmasa gerek. Neyse çok dert etmedim ama bozulmadım da diyemem. Frieze üç bölümden oluşan devasa bir etkinlik. Sıkı ve sinir bozucu güvenlik uyarılarından sonra girilen ilk bölümde yeni işler var. Diğer bir bölümde Picasso’ların Miro’ların olduğu Frieze Masters yer alıyor. Bu bölüm son 2 yıldır açılmakta ve adeta müze gibi. Bir de bu yıl Regents Park’ın içinde açık havada bir heykel bahçesi kurmuşlardı. Fikri bile nefis. İlk bölüme girer girmez sizi son derece “kitsch” dev bir kedicik karşılıyor. Japon çizgi filmlerindeki tuhaf hayvancıklardan olan bu kediyi görünce, “ay bu da ne böyle” diye çığlık atan beni arkadaşım uyarıyor “Bu sıralar bu işlerden çok var”. Ertesi gün gözucuyla baktığım birkaç İngiliz gazetesinin Frieze ile ilgili haberlerinde aynı kedinin fotoğrafını kullandıklarını görünce ne demek istediğini daha iyi anlıyorum. Bizim kitsch kedicik meğer gerçekten çok popülermiş. Kendisi, banal objeleriyle ünlü Amerikalı sanatçı Jeff Koons’a ait parlak mutlu heykellerden biriymiş.
BİR RON MUECK NE KADAR EDER? Yeni trendleri, popüler işleri öğrenmek güzel. Ama kendi zevkine hitap eden bir şeyler görmek daha güzel. Örneğin beni Frieze’e gitmiş olmaktan en çok memnun eden Ron Mueck’in yeni işlerinden birini görmek oldu. Mueck, Avustralya doğumlu İngiltere’de yaşayan bir sanatçı. Dev balmumu heykelleriyle ünlü. Ekşi Sözlük’te yazıldığı üzere kendisi, “içine ruh bile koyabildiği gerçek insanlar yaratabilen bir potansiyel tanrı”. Aslında Mueck’in işleri, çağdaş sanatta sürmekte olan tartışmanın tam da orta yerinde duruyor. Gerçek görüntüye aşırı bağlılığın hala sanat olup olmadığının tartışıldığı bir noktada Mueck’in “yok artık” dedirtecek gerçeklikte dev heykellerinin günümüz sanatının en iyileri arasında yer alması başarısının tarifi. Mueck’i Frieze’de İngiltere’nin en ünlü galerilerinden Hauser & Wirth temsil ediyordu. Ve karısını yeni doğmuş çocuğuyla alışverişten dönerken görüntülediği, alışıldığının aksine dev olmayan ama alışıldığı kadar hiper gerçekçi olan yeni işlerinden biri yer alıyordu. Dünya gözüyle bir Mueck görmüş olmanın huzuru, kaç paradır onu bile soramamamın huzursuzluğuyla Mueck’in yanından ayrıldıktan sonra Takashi Murakami ile tanıştım. 1962 Tokyo doğumlu sanatçı, otoportresiyle fuarda yer alıyordu ve bu otoportre bugüne kadar gördüklerim arasında en eğlenceli olanıydı. Picasso, “Sanatın amacı ruhumuzdan günlük hayatın tozlarını temizlemektir” demiş.
• Frieze Londra’da 17-20 Ekim tarihleri arasında gerçekleşiyor. • Sonbahar Londra’nın en güzel zamanı. Ama yağmurlara dikkat. Frieze’i sırılsıklam gezmemek için şemsiyesiz yola çıkmayın. • Sabah erkenden yola koyulun. Fuar çok büyük. Herşeyi görmek, sindire sindire izlemek niyetindeyseniz 2 gün ayırın. • Fuarda çocuklar için özel etkinlikler oluyor. Ayrıca ağaç yaşken eğilir. Çocuklarınızı da yanınızda götürün. • Beğendiğiniz işlerle ilgili bilgi almak için ısrarcı olun. Bakıp geçenlere ilgi yok! • Frieze boyunca, kendi adını taşıyan resmi yayını dışında çok sayıda sanat dergisi, gazetesi çıkıyor. Ayrıca uluslararası basında mutlaka fuarla ilgili haberler yer alıyor. Göz gezdirin. Bilerek gezmek iyidir. • Tüm gün fuar gezerken acıkana, susayana, şişi gelene hizmet sınırsız. Dev çadırın içinde bir meyve suyuyla sandviç alabileceğiniz de, şık bir öğle yemeği yiyebileceğiniz seçenek de var. Fiyatlar makul. • Gezerken sadece galerin standlarına değil etrafınıza da bakın. Frieze’i gezenlerin yüzde 80’i ilham verici. Murakami bunu iyi yapanlardan biri. Bu arada Frieze’de Rampa’nın standında tanıştığım bir Türk sanatçıyı da yeri gelmişken not düşmek isterim. Nevin Aladağ 1972 Van doğumlu Almanya’da yetişmiş sanatçı. Münih Güzel Sanatlar Fakültesi’nde heykel eğitimi almış. Halen Berlin’de yaşayan sanatçının, bugüne kadar birçok uluslararası bienalde görücüye çıkmış yerleştirme, video ve performansları çok başarılı. Parayla satın alınabilecek iyi bir şey arıyorsanız, sanat alın!
14
ALTERNATİF KAYAK MERKEZLERİ
Sürekli aynı yerlerde kaymaktan sıkıldıysanız ve yeni yer arayışındaysanız, yurt içi ve yurt dışındaki alternatif kayak merkezlerine bir göz atmanızı tavsiye ederiz.
Y
azın yerini hiçbir şeyin tutmadığının farkındayız ama kuşkusuz kışında kendine has güzellikleri var. Bunların başında da kayak sezonunun kış ile birlikte açılmış olması geliyor. Nedense kayak denildiğinde akla hep aynı yerler gelir. Halbuki Türkiye’nin kayak merkezleri sadece Uludağ, Kartalkaya ya da Palandöken gibi popüler merkezlerle sınırlı değil. Evet, sözünü ettiğimiz merkezlerin birçoğunda belki yeterli tesisleşme yok ama hemen her birinin kayak severlere müthiş keyif vereceğinden de şüphemiz yok. Aziz Alparslan, sürekli aynı yerlere gitmekten sıkılan ve Türkiye içinde alternatif yer arayışında olanlar için bir rehber hazırladı. Bunu yaparken, yakın coğrafyamızdaki gözde yerleri şöyle sıraladı:
BİTLİS KAYAK MERKEZİ Van gölünün yaklaşık 25 kilometre güneydoğusunda yer alan ve kışın sürekli kar yağışı olan bölgede, kayak sezonu Aralık–Nisan dönemlerini kapsıyor. Uzunluğu 726 metre, kapasitesi 720 kişi/saat olan bir adet teleskisi bulunuyor. Kayak merkezinde bir adet de kayak evi var. Konaklama ve diğer hizmetler için şehir içindeki imkanlardan yararlanabilirsiniz. Kayak merkezi Muş Havaalanı’na 85, Van Havaalanı’na 160 km. mesafede.
BOLKAR KAYAK MERKEZİ Erzincan’a 40 km mesafede ana yol güzergahında Bolkar Dağları’nda kurulan merkezde kayak mevsimi Aralık ayında başlıyor ve Nisan ayına kadar devam ediyor. Kar kalınlığının 60-100 cm olduğu kayak merkezinde 1050 metre uzunluğunda, 1200 kişilik bir teleski ile, 300 metre uzunluğunda baby-lift bulunuyor. Pist uzunluğu 1100, genişliği 100-200 metre olan merkez, daha çok orta ve üst düzeye hitap ediyor. Ortalama meyil ise yüzde 20 seviyesinde.
ELEŞKİRT GÜNEYKAYA KAYAK MERKEZİ Bu merkez, Ağrı–Erzurum yönünde Eleşkirt ilçesini geçerken 6. km’de yer alır. Kayak sezonu Aralık-Nisan arasındadır. Hizmete açık bir oteli, iki de günübirlik tesisi vardır. Saatte 1200 kişi kapasiteli bir telesiyeji bulunur.
ELMEDAĞ KAYAK MERKEZİ Ankara şehir merkezine uzaklığı 18 km olan Elmadağ Kayak Merkezi’nde, 548 metre uzunluğunda 720 kişilik bir adet teleski bulunuyor. ODTÜ, Ankara ve Bilkent gibi üniversitelerin araçlarıyla kayak merkezine ulaşım mümkün. Kayak sezonu Ocak ayında başlar ve Mart ayına kadar sürer. Kar kalınlığının 30-60 cm’yi bulduğu Elmedağ, şehre yakın olmasından ötürü daha çok günübirlik kullanılıyor.
BOZDAĞ KAYAK MERKEZİ İzmir ili, Ödemiş ilçesi, Bozdağ Köyü sınırları yer alan merkezde Aralık ayından Mart ayı ortalarına kadar kayak yapmak mümkün. Normal kış koşullarında kar kalınlığı 80–120 cm. civarındadır. Kayak alanları 1528 m ile 2157 m. yüksekliklere sahip. Özellikle dağın kuzeye bakan yamaçları Alp disiplini kayak uygulamaları yapmak için elverişli bir ortam sunuyor. Bozdağ Kayak merkezi, günübirlikçi ziyaretçilerin sıkça geldiği bir mekan olarak da dikkat çekiyor ve 1500 araçlık bir otoparka sahip.
KASIM 2013
HAZARBABA KAYAK MERKEZİ Elazığ’a 30 kilometre uzaklıktadır ve SivriceHazarbaba arasında 6. km’de yer alır. Bölgeye ulaşan yol kış aylarında sürekli açık olduğundan rahatlıkla ulaşım sağlayabilirsiniz. 2347 metre yüksekliğinde zirvesi bulunan Hazarbaba Dağı’nda normal kış koşullarında kar kalınlığı 2- 3 metre civarındadır. Kayak merkezinde 3 km uzunluğunda horizontal 8 pist bulunuyor. Merkezdeki telesiyejin taşıma kapasitesi ihtiyaç halinde 100 kişiye kadar arttırılabiliyor.
SAKALTUTAN KAYAK MERKEZİ Sakaltutan Kayak Merkezi Erzincan’a 44 km mesafedeki ana yol hattında Bolkar Dağları’nda kuruludur. 1026 metre uzunluğunda 110 askılı bir teleski ile 60 kişi yatak kapasiteli bir kayak evi bulunuyor. Orta ve zor düzeyde iki adet piste sahip merkezde kayak mevsimi normal koşullarda Aralık ayında başlayıp Mart ortalarına kadar sürüyor.
ZİGANA KAYAK MERKEZİ Kayak sezonu Aralık ayında başlayıp Nisan ayında biter. Kar kalınlığı sezon boyunca yaklaşık olarak 100 cm ile 150 cm arasında gidip gelmektedir. 800 m ve 1500 m uzunluğunda iki ayrı pistte 600 ve 1000 metrelik iki telesiyej bulunuyor. Merkez, Zigana Geçidi’ne yaklaşık 3 km, Trabzon Havaalanı’na 60 km uzaklıkta bulunmaktadır. Ulaşımda kullanılabilecek yollar tamamen asfalt olup rahatlıkla ulaşıma elverişlidir.
15
UYGUN YURT DIŞI ALTERNATİFLERİ Tabii bir de uygun yurt dışı alternatifleri var. Son yıllarda yakın coğrafyamızdaki kayak merkezlerini tercih edenlerin sayısında ciddi bir artış var. Kuşkusuz bunun önemli nedenlerinden biri de uygun fiyat yapısı. Zira çoğu zaman yurt dışına gitmek yoğun sezonda -örneğin Uludağ’a gidip kayak yapmaktançok daha uygun olabiliyor. İşte yakın coğrafyamızdaki bazı uygun merkezler:
Jahorina Kayak Merkezi 1984 Kış Olimpiyatları’na ev sahipliği yapmış Jahorina Kayak Merkezi yeni yatırımcıların desteği ile savaş sonrasını unutturuyor. Uygun bütçeli bir kayak tatili arayanlar için mutlaka değerlendirilmesi gereken bir merkez. 6 Günlük Ski-Pass ücreti 82 Euro civarında ve konaklama 15–30 Euro gecelik ücrette. Konaklama seçenekleri arasında tavsiyemiz Saraybosna şehir merkezinde kalmanız. Gece yaşantısı ve güzel yemeklere yakın olmakta fayda var :)
Popova Sapka İsmi komik olabilir fakat Avrupa’nın en iyi Off-Piste/ Powder merkezidir. Öncelikle kayak merkezinin değişmez sloganının “Bizde kar var” oluğunu söyleyelim. Popova Sapka, tesisleşme konusunda ne yazık ki zayıf. Liftleri eski ve yavaş. Fakat bizce merkezi bu kadar güzel yapan da bu. Çünkü siz de dayanamayıp Cat-Ski yani kar makinaları ile her gün yapılan Off-Piste turuna katılıp hayatınız boyunca bir daha sadece Popova Sapka’da yaşayabileceğiniz bu keyfe varabileceksiniz. Ağaç araları ve bolkarın Avrupa’daki gizli kalmış merkezidir.
Cat-Ski günlük 200 Euro ücrete alınabilir. Günlük Ski-Pass ise 60 Euro civarında. Popova Shapka eğlence konusunda zayıf fakat yerel bira olan Skopsko sadece 2 Lira ve merkezdeki herkesin İngilizcesi şaşırtıcı bir şekilde çok iyi. Konaklama gecelik 12 Euro’dan başlıyor ve kesinlikle taş fırın pizzasını yemeden dönmeyin.
Bansko Kayak Merkezi Bulgaristan’ın Pirin dağlarının yamacında yer alan Bansko, ülkenin en büyük ve iddialı kayak merkezi. 990 ile 2600 metre arasında her zorluk derecesinde pist mevcuttur. Ama içlerinde en önemlisi dünya şampiyonu Alberto Tomba’dan ismini almış siyah zorluklu Tomba Pisti’dir. Kayak dışında son derece keyifli bir eğlence ortamı sunan Bansko’ya konakmala ve ulaşım dahil 250 Euro’luk turlarla dahi gitmek mümkün.
Rogla Kayak Merkezi Slovenya doğa turizminin en iyi örneklerine sahip. Kayak merkezleri yaz/kış birçok aktivite ile dolu. Listemizde Rogla’ya yer vermemizin birçok sebebi var fakat ilk sıraya tabii ki muhteşem Snowpark’ını koymak lazım. Çünkü Snowpark Fun Rogla Avrupa’nın en iyilerinden. Balkanlara göre fiyatı biraz pahalı kalsa da, Avrupa kalitesini daha ucuza yaşayacağınız ve parti söz konusu olduğunda pişman olmayacağınız bir kayak merkezidir. Olimpik standartta birçok pisti var ve günlük Ski-Pass 31 Euro’dan satılıyor. Konaklama için birçok seçeneğe sahip ve ortalama gecelik 60 Euro. Rogla’ya ulaşım ise havaalanından Ski-Bus’larla yapılıyor.
Š 2013 Vans, Inc.
KASIM 2013
Z
EL
L
GUIDO DANIELE İLE TANIŞTIRALIM
Ö
18
ÖZE
İşini sevmek ya da sevdiği şeyi işe dönüştürebilmek her yiğidin harcı değil! Modern dünyamızın buyruğu büyüme tuzağına düşmeden içindeki sesi dinleyip sevdiği işi yapan ve yaptığı boyamalarla bir efsane olan Guido Daniele ile Milano’daki evinde Postkolik’e özel rengarenk bir söyleşi gerçekleştirdik.
Guido Daniele
1
950 Soverato doğumlu Guido’nun sanat hayatı, liseyi ve üniversiteyi okumak için Milano’nun en ünlü sanat akademisi olan Brera’ya girmesi ile başlıyor. Heykel üzerine yoğunlaştığı üniversite eğitiminden sonra, minyatür sanatına ve doğu kültürüne duyduğu ilgi nedeni ile gittiği Dharamsala’da aldığı eğitim tüm sanat hayatına yön veriyor. Thangka adı verilen Tibet minyatürleri üzerinde çalışırken sabır ve dikkat testinden geçiyor. Çünkü yapılan bir yanlışı geri almanın mümkün olmadığı bu teknikle bir minyatürü tamamlamak ortalama 2 ayını alıyor. İşte bu noktada boylamaları üzerinde büyük bir özveri ile çalışma disiplini ediniyor sanatçı.
İŞİNİN EN İYİLERİNDEN Tibet’te kazandığı bu disiplin ve realistik çalışma alışkanlığı, ülkesine döndüğünde. 1975-1985 yılları arasında ona bir çok reklam işinin kapılarının açıyor. Ondan istenen zor ve dikkat gerektiren işler ona çocuk oyuncağı gibi gelirken 2000 yılına kadar çeşitli ölçeklerde olmak üzere bu tip işler üzerinde çalışıyor. 2000 yılına geldiğimizde ise genç bir sanat
ağustos ayında gittiği Madagaskar’daki 50. yılını kutlayan WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) ile o bölgenin hayvanlarının boyamalarını içeren özel bir koleksiyon oluşturmuşlar.
ÇAY TUTKUNU yönetmeninin bir banka reklamı için photoshop kullanmak istememesinden dolayı ondan bazı el boyama çalışmaları talep etmesi üzerine Guido daha önce hiç denemediği vücut boyama işine adım atmış oluyor. Bu çalışma ona o kadar zevk veriyor ki kimse ondan talep etmemesine rağmen boyama denemelerine kendi başına devam ediyor. O zamanlar ufak olan oğlunun küçük elleri, Guido’nun deneme tahtası oluyor; zebralar, aslanlar, kuşlar... Boyamaları yapmak ortalama 3-4 saatinin almasına rağmen, detaycılığı nedeni ile 2 gün süren el boyamaları bile bulunuyor. Büyük bir zevk aldığı bu denemeleri 6 yıl boyunca sürdürdükten sonra bir Pazar sabahı İngiltere Sunday Mirror’dan ve şaşırtıcı bir biçimde aynı hafta içinde Washington ve Boston’dan gelen telefonlar üzerine yapılan röportajlar ile aniden tüm dünya onu tanımaya başlıyor. O yıldan beri el boyamaları, çocuk kitapları ve reklam işleri ile meşgul olan sanatçı aynı zamanda sosyal sorumluluk ve doğa koruma içerikli projelere önem veriyor. Özellikle nesli tükenmekte olan hayvanlara dikkat çekmek için yaptığı bir çok çalışma bulunuyor. Geçtiğimiz
Bu yıl içinde Handimals sergisi kapsamında 7 kere geldiği Türkiye’ye hayran kalmış sanatçı. Bu hayranlığını her uçak yolculuğunda azar azar taşıdığı çinilerle tasarladığı evinin mutfağında fazlasıyla hissetmek mümkün. En son ziyaretinin üzerinden geçen yıllar içinde gitmiş olduğu şehirlerin gösterdiği büyük gelişim onu oldukça şaşırtmış ve büyülemiş. Aklında kalan tek olumsuz şey işe bitmek bilmeyen trafik. İstanbul’dan Milano’ya taşıdığı çay bardaklarındaki Türk çayımızı yudumlayarak bitirdiğimiz röportajımızın sonunda Guido’nun harika işlerine sürdürerek ülkemizi sık sık ziyaret etmesini umuyor ve başarılarının devamını diliyoruz! n Pınar Özbakır
MÜZİK K A S I M
2 0 1 3
BİR GERİ DÖNÜŞ HİKAYESİ:
BERTRAND CANTAT Oysa ki ne güzel başlamıştı Noir Desir’in hikayesi. Sene 1980... Fransa’nın limanı ve şaraplarıyla ünlü, başı dumanlı sert erkeklerin mekanı Bordeaux kenti.... Lise talebesi Bertrand Cantat ve Serge TeyssotGay arkadaş olurlar. Tatilde Denis “Nini” Barthe ile tanışırlar. Tutkular ortaktır: Punk ve newwave dalgasının yanı sıra Who, Led Zeppelin ve AC/DC. Bir grup kurmaya karar verirler ve 1981 yılında küçük kulüplerde sahne almak üzere provalara başlarlar. Bir taraftan da gruba isim arayışındadırlar. Psychoz, 6.35, Station Desir, Noir Desirs gibi isimler telaffuz edilir ama en son Noir Desir’de karar kılınır. Uzun süre her şey yolunda gider. Çok başarılı albümler yaparlar. Dünyanın her tarafında konserler verirler. Fakat 2003’te işler bir anda değişir. Noir Desir grubunun solisti Bertrand Cantat, Litvanya’nın Vilnius kentinde, 26 Temmuz gece yarısı, sevgilisi Fransız oyuncu
Marie Trintignant ile sert bir tartışma yaşar. Bir kıskançlık krizi sonrası öfkesine hakim olamayan Cantat, sevgilisini döverek komaya sokar ve ölümüne neden olur. Aslında bu acıklı hikayede bir kadın daha vardır. Bu kişi Cantat’ın karısı Kristina Rady’dir. Üstelik olayın yaşandığı sırada üç aylık hamiledir de. Kocasının Trintignant’a aşık olduğunu da bilir. Üzgün, çökmüş ama güçlü görünmeye çalışır. Cantat’ın yargılanma süreci boyunca her duruşmaya gelir. Sık sık ‘evlilikleri boyunca hiç şiddet görmediğini’ anlatır. Fakat işe yaramaz. Cantat sekiz yıl hapse mahkum edilir. 2007’de şartlı tahliye ile serbest kalır. Bütün yaşanan bu olaylar Macar asıllı, Kristina Rady’i çok yıpratır. 2010 yılının başında, artık kendini toparladığı düşünülürken, Bordeaux’daki evinin mutfağında kendini asar. Sonrasında Bertrand Cantat’ın ruh halini tahmin etmek zor olmasa gerek. İki kadın,
ölüm, aşk ve müzik... Eşikte yaşayan bir adamın ölümle yaşam arasında gidip gelen hayatı. Bu sürecin sonunda 2011’de Noir Desir dörtlüsü dağıldığını açıklar. Cantat ise acılarla geçen yıllarını tekrar müzikle unutmayı dener. Ünlü Malili ikili Amadou & Mariam’ın 2012 tarihli albümleri Folila’da konuk sanatçı olarak yer alarak adeta hala yaşamak istediğini haykırır. Evet, kurtuluşun tek çaresi olarak yeniden kendini müziğe adayan Cantat, 18 Kasım’da bir albümle sevenlerinin karsına çıkmaya hazırlanıyor. Proje ‘Detroit’ ismini taşıyor ve Pascal Humbert ile beraber hazırlanıyor. Albümden videosu yayınlanan ilk parça ise ‘Droit Dans Le Soleil’ oldu. Bundan sonraki süreçte ‘müzik her şeyi affeder mi?’ diyerek, yaşanan bu büyük trajedinin altında ezilen bir adamın sesine kulak vereceğiz. (Mehmet)
REÇEL HOPARLÖRLER Enteresan tasarıma sahip aksesuarları seviyoruz. Kısa bir süre önce Türkiye pazarına giren Jam’i de bu yüzden sayfalarımıza taşıdık. Reçel kavanozları içinde ve reçel renklerinde gelen HMDX Jam hoparlörler, 6.4 cm’lik boyutuna oranla yüksek ses kalitesi sunuyor. Tüm Bluetooth özellikli akıllı telefonlar, tabletler ve diz üstü bilgisayar cihazlarla çalışan Jam’in aynı zamanda Bluetooth özelliği olmayan cihazları bağlamak için 3,5mm “Line-in” bağlama noktası da mevcut. Şarj edilebilen pille uzun süre kablosuz kullanım sağlayan Jam’in mavi pembe ve gri olmak üzere 3 çarpıcı rengi ve 3 farklı modeli bulunuyor. 139-169 lira arasında değişen fiyatla satışa sunulan Jam’i Vakkorama, DR ve Turkcell Flagship mağazalarından bulabilirsiniz.
20
KASIM 2013
MARSHALL’DAN GÜZEL HAMLE 50 yıllık tecrübesi ile müzik alemine her alanda büyük hizmetler veren Marshall, ne yaparsa en iyisini yapar. Bu kez gelişen teknoloji ile geleneksel çizgisini birleştirerek evde kullanılabilecek hoparlör sistemlerine elini atmış. Ortaya çıkan sonuç ise nefis: Marshall Stanmore Speaker… Her zamanki alıştığımız ellili yılların hatlarının içine gerçek bir teknoloji canavarı gizlemiş Marshall mühendisleri.
Neler mi var beraber bir göz atalım: Kablosuz Bluetooth teknolojisi, iki tane tweeter ve bir adet bass canavarı solid bass hoparlör ve en önemlisi de biri dijital diğeri analog iki bağlantı opsiyonu… Bu sayede Marshall Stanmore, plakçalarlardan tutun da akıllı telefonlara ve hatta son zamanların popüler platformu Apple TV’ye dek hemen her kaynaktan müzik çalabilen bir medya canavarına dönüşmüş. Elbette kalite fiyatı da yanında getiriyor. Bu güzel ürün 10 Kasım’da 1200 liralık etiket fiyatıyla Türkiye’de satışa çıkacak.
http://goo.gl/VYgj
H www.marshallheadphones.com H
JT’DEN İKİNCİ RAUNT 2006’da yayınladığı 4 Grammy ödüllü FutureSex/LoveSounds sonrası yaklaşık yedi yıl boyunca müzikal kariyerine ara vererek tamamen aktörlüğe yönelen Justin Timberlake, geçtiğimiz Mart ayında müziğe dönüş yaptığı The 20/20 Experience albümünün ikinci bölümünü The 20/20 Experience Part 2’yu Ekim başında piyasaya sürdü. Soul ve R&B ağırlıklı bir sound’a sahip olan Part 1’ın aksine mainstream pop’a daha yakın seyreden bir albüm olan Part 2, yine en az 4-5 tane “radio hit” olma potansiyeline sahip parça içeriyor. Her zaman olduğu gibi neredeyse tamamı Timberlake’in sihirli beat’lerine sahip parçalardan oluşan albümde “Take Back Night” ile Michael Jackson’ın Off The Wall albümüne selam çakan JT, aynı saygı duruşunu “True Blood” da Thriller’a yaptığı referanslar ile gerçekleştiriyor. Açılış parçası “Gimme What I Don’t Know”albümün en iyisi olarak öne çıkarken, “TKO” ve “Amnesia” gibi şarkılar da klasik JT sound’a sahip şarkılar olarak kayda geçiyorlar. Kaliteli pop müzik dinlemek istiyorsanız Justin yine doğru adres… (Ersay)
YAPMAYIN ÇOCUKLAR Son dönemde iyice kullanılmaya başlanılan tabir ile Y jenerasyonunu en iyi tanımlayan ve 90’lı yılların ortasından itibaren metal müziğin gidişatını değiştiren en önemli gruplardan olan KoRn, 11. stüdyo albümü The Paradigm Shift’i geçtiğimiz ay yayınladı. 2005 yılında ani bir karar ile gruptan ayrılan lead gitarist Brian “Head” Welch’in gruba dönmesini müjdeleyen, orijinal kadrodan baterist David Silveria dışında tekrar tam kadroyu toparlayan ve yeni albüm için fanlarında büyük beklenti yaratan grup, The Paradigm Shift ile ne yazık ki kariyerindeki en zayıf işlerden birisine imza attı. Gitar riff’leri ve albümün genel sound’unda
Head’in dönüşünün hissedildiği albüm adeta insanın ağzına bir parmak bal çalıyor ve hevesinizi kursağınızda bırakıyor. Grubun en iyi albümlerinden olan Untouchables’a (2002) benzer tada sahip yüksek ve groovy gitar tonlarıyla start alan parçalar; birinci dakikadan sonra hiçbir yere varmayan bir kimliğe bürünüyor ve Jonathan Davis’in kariyerindeki tartışmasız en zayıf şarkı sözleriyle -hele ki sıkı bir KoRn fanıysanız- inanılmaz büyük bir hayal kırıklığı yaratıyorlar. Vasat üstü “What We Do” dışında 5 üzerinden 5 hatta 4 bile verebileceğimiz tek bir şarkı bile barındırmayan albüm, insana “bir dahaki sefere çocuklar…” dedirtiyor. Eski KoRn parçalarını dinlemeye devam… (Ersay)
KASIM 2013
21
DANNY BROWN’IN OLGUNLUK YAŞI Danny Brown; ASAP Rocky, Kendrick Lamar ve Tyler The Creator gibi isimlerle birlikte yeni jenerasyonun en önemli rapper’larından bir tanesi… Brown’ın Spin Magazine tarafından 2011’in en iyi hip hop albümü seçilen XXX’i takiben gelen 3. LP’si Old geçtiğimiz ay içerisinde yayınlandı. Mainstream hip hop camiasından olabildiğince uzak ve daha underground takılan Detroit’li rapper’ın bu albüm ile isminin artık daha büyük kitleler tarafından duyulması çok muhtemel. Hem rhyming hem de müzikal anlamda gerçekten unik ve tuhaf bir tarza sahip olan Brown albüm için de yine A-Trak, BadBadNotGood, Oh No ve SKYWLKR gibi
alternatif ama gözde prodüktörler ile çalıştı. Şarkıları daha çok uyuşturucu tecrübeleri, seks hayatı ve gündelik yaşam üzerine olan rapper, adından da anlaşıldığı gibi Old ile liriksel olarak daha kişisel ve “olgun” bir yola girmiş ve kesinlikle kariyerinin en iyi işine imza atmış. Genelinde elektronik altyapılara sahip olan şarkıların çoğu genel geçer mainstream hip hop sample’larının yapıbozuma uğratılmış halleri ve soul soslu eski okul beat’lerden oluşan bir karmaşıklığa sahip. Schoolboy Q’lu “Dope Fiend Rental”, “Smokin & Drinkin” ve ASAP Rocky’li “Kush Coma” isimli şarkılara özellikle dikkat. Old tartışmasız 2013’ün en iyilerinden. (Ersay)
KIRK İYİCE ABARTTI
Ekim sayımızda yapımcılığa soyunan Slash’in ilk korku filmi Nothing Left to Fear’dan söz etmiştik. Bu haberimiz de yine efsanevi bir gitarist ve korku filmleriyle alakalı... Metallica’nın gitaristi Kirk Hammet’ın nasıl hastalık derecesinde bir korku fan’ı olduğunu herhalde bilmeyen yoktur. Beş yaşında ilk kez korku filmi seyrettiğinden beri, bu türe fena halde takıntılı olan Hammett, uzun yıllardır korku filmi objeleri topluyor. Hatta tüm objeleri geçtiğimiz yıl yayınladığı 224 sayfalık “Too Much Horror Business” isimli kitap ile hayranlarıyla da paylaşmıştı. Kirk’in son marifeti ise bu kez kendi korku filmi festivalini düzenlemek olacak. “Kirk Von Hammett’s Fear FestEvil“ ismini taşıyan festival, 6-8 Şubat tarihleri arasında San Francisco’da gerçekleşecek. Festival boyunca konserler ve korku filmlerine dair paneller olacak. Sahne alması kesinleşen ilk grup ise San Franciscolu stoner/doom topluluğu Orchid oldu. Olayın takipçiyiz, hatta kim bilir belki orada bile olabiliriz!
TİPOGRAFİK PORTRELER
Yaratıcı insanların hastasıyız. Kanadalı grafik sanatçısı Sean Pean’i kesinlikle bu isimlerin arasında en önlere koyuyoruz. Sean, ‘Hip Hop Type’ isimli bu enfes çalışmasında, müzik endüstrisinin önemli isimlerin tipografik portrelerini, üstelik de kendi şarkı sözleriyle, yapmış. Ne dersiniz, etkileyeci değil mi?
HER EVDE OLMALI Türkiye’de Rock Müzik tarihine ilişkin ne yazık ki doğru düzgün bir çalışma yok. Bu yüzden de Güven Erkin Erkal’ın bu ay başında çıkan “Türkiye Rock Tarihi-1 Saykodelik Yıllar” isimli kitabının bu konuda çok önemli bir boşluğu dolduracağına inanıyoruz. Esen Kitap tarafından basılan kitabın birinci kısmı, 1957’de Deniz Harp Okulu’nda ilk Rock’n roll grubunun kurulması ile başlıyor ve kasetlerin yaygınlaşıp plakların
raflardan çekildiği 1980’lerin başına kadar devam ediyor. Kitap ilk cildiyle, “Rock’n roll buralara nasıl geldi, öncesinde neler oldu ve 70’li yıllar nasıl bitti” gibi sorulara cevap veriyor. Kitap, 60 ve 70’lerde çıkmış olan 700 kadar plak kapağını da toparlamış olması açısından da pek şahane bir eser. Bizden söylemesi, bu güzel çalışma için kütüphanenizde mutlaka yer açın! Hatta ikinci içinde.
22
KASIM 2013
TAHTA KURTLARINA DİKKAT! Bu sevimli ahşap papyonlar, profesyonel kariyerlerini sonlandırıp hayatlarına bambaşka bir yol çizmek için Bursa’ya yerleşen Gutav çiftinin elinden çıktı. Tarz sahibi insanların stillerine farklılık katacak bir papyon üreticisi olmadığı düşüncesiyle yola koyulan çift, papyonlarını Amerika’ya dahi satmaya başladı. Tuğçe ve Mert Gutav
H
emen her şeyde görmeye alışık olduğumuz ahşap, bu kez karşımıza bambaşka bir boyutta, süper cool bir papyon olarak çıkıyor. Evet, doğru duydunuz papyon. ‘Ahşap papyon da mı olur?’ dediğinizi duyar gibiyiz. Fakat Tuğçe ve Mert Gutav çiftinin hayat verdiği ahşap papyon markası Gutav Bowties, bunu son derece güzel bir şekilde başarmış. Sıradanlığa karşıysanız ve eğlenceli aksesuarlara açıksanız, ahşap papyon tam da aradığınız şey!
YEPYENİ BİR KARİYER Hep yabancı tasarımcılara yer verecek değiliz ya. Kuşkusuz bizde de yaratıcı işlere imza atan isimler var. Tıpkı Gutav çifti gibi. 1986 doğumlu Mert Gutav, uzun yıllar İstanbul’da farklı ajanslarda ‘Art Direktör’ olarak çalışmış. Hatta yaptığı tasarımlarla yerli ve yabancı birçok ödül de almış. Geçtiğimiz yıl, hayatına bambaşka bir yol çizmeye karar vererek, doğduğu şehir olan Bursa’ya taşınıp masif ahşap özel mobilya tasarımı yapan Decause’yi kurmuş. Ve hemen ardından Gutav Bowties’in temellerini atmış. Kendisinden iki yaş küçük Tuğçe Gutav ise Halkla
İlişkiler ve Reklamcılık bölümünü bitirdikten sonra çeşitli şirketlerde çalışmış. Son olarak bir reklam ajansında 3 yıl araştırma ve strateji görevini yürüttükten sonra, tüm enerjisini eşinin temellerini attığı Gutav Bowties’a vermiş.
TAMAMEN EL YAPIMI İkilinin Gutav markasıyla piyasaya sürdükleri ilk ürün ise papyon olmuş. Niçin mi papyon? Malum, papyon, özel davetlerde ciddiyeti simgelediği kadar, eğlenceli bir ürün de aynı zamanda. Mert Gutav, tarz sahibi insanların stillerine farklılık katacak bir papyon üreticisi olmadığını düşünerek, ahşap papyon üretmeye karar verdiklerini söylüyor. Tuğçe Gutav ise ahşap papyonların günlük hayatın ciddiyetini askıya alan herkes için yapıldığını dile getirirken, “Bizce Gutav Bowties’ı farklı kılan ciddiyete bir parça eğlence ve samimiyet katması. Çünkü bizden gerek iş hayatımızda gerek özel hayatımızda hayatı çok fazla ciddiye almamız bekleniyor. Her sabah evden çıkmadan önce içine girdiğimiz o tektipleştirilmeye çalışılan elbiseler bunu en güzel yansıması. Tabii ki bu kolay değişecek bir şey değil. Ama kıyafetlerimiz için seçeceğimiz bir aksesuarla kendimizi ve tarzımızı net bir şekilde ortaya koyabiliriz” yorumunda bulunuyor.
AYDA 200 PAPYON Bu yıl başında satışına başlanan ahşap papyonlar, Mert Gutav’ın Bursa’daki atölyesinde ham ağaçtan ve tamamen el yapımıyla üretiliyor. Papyonu saran kumaşlar ise yurt dışından ithal ediliyor. 25 farklı kumaş ve renk alternatifi olması nedeniyle hemen her tarza uygun bir papyon bulmak mümkün. Çift şu an ayda yaklaşık 200 adet papyon üretip müşterilerine ulaştırıyor. Görünen o ki, önümüzdeki dönemde Gutav Bowties ismini çok daha sık duymaya başlayacağız. Zira kuruluşunun üzerinde çok geçmemesine karşın, ahşap papyonlar yurt dışında da satılmaya ve ilgi görmeye başladı. Şu an Amerika’da iki butikte Bursa’da üretilen bu papyonlar satılıyor. İnternet üzerinden de özellikle Kanada’dan yoğun bir satış gerçekleşiyor. Bu arada hemen belirtelim, ahşap papyon Gutav çiftinin giyilebilir ahşap ürünlerdeki ilk projesi. Yakın bir zaman içinde yine Gutav markasıyla ahşap cüzdanlar, iPhone ve iPad kılıfları da görmeye hazır olun! 40 liraya satılan ahşap papyonlara birbirinden güzel tasarım ürünlerini bünyesinde barındıran www.mihera.com üzerinden ulaşılabilirsiniz. Hadi o zaman, bir tane seçin ve gideceğiniz ilk partide takın!
MODA K A S I M
2 0 1 3
7 KASIM’DA SATIŞTA Son dönemin en hareketli isimlerinden Rihanna, 15 Kasım’da sona erecek “Diamonds” turnesinde ve Abu Dabi’de çekilen fotoğraflarıyla gündemde olsa da, Mac ve River Island için hazırladığı koleksiyonlarla da hayli yoğun günler geçiriyor. Rihanna’nın özellikle İngiltere pazarında bir hayli kuvvetli bir marka olan River Island için hazırladığı 40 parçalık son koleksiyon, 7 Kasım’da raflardaki yerini alıyor. Koleksiyon, çiçek desenleri ve metalik detaylarla öne çıkarken, çok daha estetik duruyor. Özellikle parlak elbiseler ve daracık etekler dikkat çekiyor.
100 ADET ÜRETİLDİ IngenIeur Automatic Carbon Performance, IWC Schaffhausen’in Mercedes AMG Petronas Formula One takımı ile kurduğu resmi mühendislik ortaklığının eserlerinden biri. Karbon kasalı saatin üç parçalı dış kasasında yarış otomobilinin monokok gövdesinde kullanılan prensipler baz alınmış. Dış kasa ve karbon bezeli su geçirmez titanyum iç kasaya bağlayan beş vida, Ingenieur Automatic Carbon Performance’ın teknik görünümünü ve yarattığı hissi pekiştiren bir diğer unsur olarak dikkat çekiyor.
Formula One yarış otomobilinde kullanılan bir dizi klasik materyal Ingenieur Automatic Carbon Performance’ın materyal seçimine de ilham vermiş: Kasa ve kadran için karbon; taç düğmesi, taç koruması ve vida başları için seramik; vidalar için titanyum ve son olarak kumaş dolgulu kauçuk kayış. Sadece 100 adet üretilen bu özel saati, IWC İstanbul butiğinde bulabiliriniz. Kasa sırtında “One Out of 100” yazısını görebileceğiniz bu havalı saatin fiyatı ise 23 bin Euro.
24
KASIM 2013
POP ART MI? GRUNGE MI?
Erkek koleksiyonları geçtiğimiz yıllar içerisinde kendi trendlerini yaratarak güçlenmeye devam ediyor. Nice Things For Nice Boys’un yaratıcısı Ufuk Onur Tapan bu trendlerden ikisini şöyle anlatıyor:
Grunge
Pop Art
Grunge moda dünyasını tam manasıyla esir almış durumda. Tasarımcılar bu sezon rahatlığın ön planda olduğu salaş looklarla harikalar yarattılar. Başta Saint Laurent‘in tasarımcısı Hedi Slimane olmak üzere birçok moda evi bu trendi bir çok ünlüyle beraber reklam kampanyalarına da taşıdılar. Bugün, Grunge tarzının metrosexsuality ile buluştuğunu ve modern versiyonuyla yeniden yorumlandığını görmek mümkün. Modern Grunge’ın en iyi örnek olarak Jared Leto’u gösterebiliriz. Zımba deriler, salaş hırkalar, ekoseler, animal baskılar bu trendi en iyi özetleyen detaylar. Dönemin stil ikonu Kurt Cobain bu trend’in referans alabileceğimiz en iyi örnek. Ayrıca kışlık bereler her mevsim için en uygun aksesuarlar. Referans alacağınız renk tonları koyu ve nötr renkler. Marni, Kris Van Assche, John Varvatos ve Saint Laurent FW2013 koleskiyonları iyi bir yol gösterici olabilirler. Genel bir kural olarak, Grunge tarzında hiçbir parça yepyeni (öyle olsa bile) durmamalıdır. Yırtık jeanler görünümü tamamlayan ince detaylardan biridir.
Bu sezon erkek modasında yeni ve güçlü bir trendin de galeriyi andıran Pop Art desenler olduğunu söyleyebiliriz. Çizgi film karakterleri ve tuvali andıran renk blokları bu trendin en önemli özellikleri. Sanat ve modanın geçmişten günümüze ayrılmaz işbirliği bu sezon ciddi bir trend olarak karşımıza çıkıyor. Aslında yeni nesil birçok moda tasarımcısının sanat okullarında eğitim aldıklarını düşünürsek bu trendin kaynağını bulabiliriz. Paul Smith ve Kenzo’nun trikolarındaki modernist detaylar Pop Art trendi için güzel ve referans alınacak işler. Christopher Shannon ise çizgi film desenli trikoları ile bu trendi şahane bir şekilde kullanmış. Ricardo Tisci’nin Givenchy için hazırladığı koleksiyonlar ve Tisci’nin her sezon grafik sanatçılarıyla yaptığı güçlü iş birlikleri sayesinde bu trend kalıcı olma yolunda güçlü sinyaller veriyor. Bu kış 90’lı yılların kışı olduğunu söylemek mümkün. Bu sezon trend olan bütün detaylar 90’lı yılların yeni editleri. Pop Art’ın tavan yaptığı yılların 90’lar olduğunu düşünürsek erkek modasındaki bu yeni trendin 90’lardan geldiğini görebiliriz.
TWIST’DEN İDDİALI ‘KARA KIŞ’ Vintage görünümlü zamansız parçalar, seksi ve snop tasarımlar, parisien bir görünüm ile şehrin en cool kadını olmaya hazırsanız, sezonun ipuçları karşınızda! 2013 Sonbahar-Kış sezonuna iddialı ve hiç olmadığı kadar cesur bir görüntüyle giriş yapan Twist, kara kış konseptiyle farkını ortaya koymak isteyenleri bir araya getiriyor. Bilinmeyen tarih temasında yer alan kale deseni, koleksiyona sanatsal bir hava katarken, hakinin farklı renk, desen ve
nakışlarla karşımıza çıktığı Romantik Asker teması, feminen ve militer bir tarz ortaya koyuyor. Koleksiyonun en cool teması dolunay; snob ve seksi bir duruşa sahip olmak isteyen kadınların aradığı türden ürünleri barındırıyor. Popart ise sezonun albenisi en fazla olan teması olarak yer alıyor. Popart desen ve renkler, temaya son derece glam, disko ve pop bir görünüm sağlıyor. Kuru kafalar, zımba ve taşlar ise punk temasının iddiasını ve gücünü yansıtıyor.
KASIM 2013
25
GOLF ÇANTASI MI ARAMIŞTINIZ? Eastpak ünlü markalarla yaptığı işbirliğine bir yenisi ekleyerek A.P.C ile birlikte kapsül koleksiyon hazırladı. Fransa’nın önde gelen giyim markası A.P.C katkısıyla oluşan koleksiyonda, klasik sırt çantalarının yanı sıra kamuflaj desenli büyük bir sırt çantası ile bir de golf çantası bulunuyor. Çantalar, deri detayları ve trendy görüntüleriyle ilgi odağı ama asıl dikkat çeken dünyanın ilk, şık ve uygun fiyata satın alınabilecek golf çantası oldu. Koleksiyon ay sonunda Beymen mağazalarında satışa çıkacak.
VANS KENZO İŞBİRLİĞİ Kenzo’nun tasarımcıları, Humberto Leon ve Carol Lim; Vans’in efsanesi olarak adlandırılan Slip-On, Authentic ve Chukka modelleri üzerine tasarladığı Japon rüzgarı ile Vans Kenzo koleksiyonunu ortaya çıkardı. Özel baskı teknikleriyle beraber renklenen kapsül koleksiyonun renk skalasında semavi- uçan kaplanlar, şimşek ve bulutlardan esinlenen üç hareketli model yer alıyor. New York’lu ünlü fotoğraf sanatçısı Brianna Capozzi’nin çekimiyle gerçekleştirilen bu özel koleksiyon, renkleri ve tasarımı ile bu sezon dikkat çekiyor. Bu harika ayakkabıların bir an önce Türkiye’ye de gelmesini bekliyoruz.
EŞSİZ BİR DENEYİME HAZIR OLUN The North Face’in Intersport mağazalarına özel ürettiği ilk ürün olan çok kullanışlı “3 in 1 mont”, bir şanslı kişiye İsviçre’de 10 kişilik uluslararası bir ekiple eşsiz bir outdoor deneyimi yaşama şansı sağlıyor. Bunun için tek yapmanız gereken, Intersport mağazalarında bulabileceğiniz The North Face 3 in 1 montun üzerindeki şifreyle www. intersport.com.tr adresini ziyaret etmek. İsviçre’de Jungfrau bölgesinde 5 gün sürecek dağ macerasını kazanabilir, limitlerinizi 3500 metre yüksekliğe kadar zorlayabilirsiniz.
LOLE WOMEN BILSTORE’DA
1930’LARA GÖNDERME Bu sezon Lee, konfor ve stili esas alan koleksiyonunda seksi olduğu kadar rahat bir görünümde sunan Logger pantolonlarıyla dikkat çekiyor. Oduncu tarzından esinlenerek üretilen ve günümüz detaylarıyla yeniden hayat bulan Logger’lar, ilham kaynağını 1930’ların iş kıyafetlerinden alıyor. Skinny jeanlere harika bir alternatif sunan Logger, çeşitli kombinlerle şık ve gündelik bir kullanım sunuyor. Tarçından canlı pembeye, bejden çivit rengine kadar, zengin ve zarif renk seçenekleri sunan serinin, eğimli kesik ön cepler ve ekstra saat cebi olmak üzere toplam 6 farklı cebi bulunuyor.
Spor için ihtiyacınız olan her şeyi bulabildiğiniz ama hepsinin ötesinde yoganın felsefesine ve pilatesin disiplinine ulaşabildiğiniz bir marka mı arıyorsunuz? O zaman felsefesi açık görüşlülüğe, iyi davranışa ve paylaşıma dayanan Lole Women’ın Türkiye pazarına girdiğini söyleyelim. Yarattığı aktif, yaşam dolu, doğa dostu ve feminen kadın üst kimliği ile şehir kadınının içindeki ışığı bulmasını ve içten dışa kendini her anlamda güzel hissetmesini sağlamayı amaçlayan Lole Women, Bilstore Kanyon, Bilstore Tünel, Bilstore Ataköy, Bilstore İzmir Agora ve Bilstore.com’da yerini aldı.
26
TRİBÜNLERİN
UNDERGROUND MARKALARI Futbol kulüplerinin lisanslı ürünlerini biliyoruz. Tribünler zaten onlarla dolu. Peki endüstriyel futbola karşı olan ve sayısı giderek artan underground tribün markalarını biliyor muydunuz? Filhakikat.net’den Ali Mert Alan bu markaları Postkolik için yazdı.
M
uhtemelen farkında değilsiniz ama, futbol ve sokak modasına dönük yeni yeni markalar hayatımıza giriyor. “Taraftardan, taraftara” mantığıyla hareket eden bu markalar için para kazanmak ikinci planda. Onların asıl derdi sevdikleri oyuna dair tshirtler, sweatshirtler tasarlamak. Zaten ürünleri de sınırlı sayıda basılıyor. Amatör ruhla hareket ettiklerinden yeni kreasyonlarını da kafalarına göre yayınlıyorlar. Defileler yapmıyorlar, reklam vermiyorlar. Ürünleri mağazalarda satılmıyor. Bu yüzden sizin onları takip edip bulmanız gerekiyor. Kim mi bu markalar? Haydi beraber bakalım:
FUTBOLSEVER AGRESSIVVO
Maçlara gitmeyi bir yaşam biçimi haline getirmiş üç taraftarın kurduğu Aggressivo, bir yıldır kendi gibi insanlar için tasarlıyor, üretiyor ve tasarladıklarını paylaşıyor. Ali Sami Yen’in yıkılışı, tribünlerdeki polis şiddetini, deplasmana gitmeyi tasarımlarla anlatıyorlar, endüstriyel futbolu çizimler ve sloganlarla eleştiriyorlar. Uzun kollu sweatshirler, tshirtler ve kapşonlu ürünler ortaya çıkartan markanın ürün yelpazesi gün geçtikçe genişliyor. Kısa bir süre sonra “Continue to Fight” isimli 2014 kış kreasyonlarını tribün sevdalılarının beğenisine sunacak. Agressivo’da tshirtler 30, uzun kollular ise 50 lira.
Bir yıl önce faaliyete geçen Futbolsever, tshirt, futbolcu figürleri ve canvaslar üretiyor. Tsubasa, Maradona ve Platini, Arif’in Şampiyonlar Ligi eleme maçında Manchester United’a attığı golü anlatan toplamda üç tane tshirt modelleri var. Tshirtlerin fiyatı ise 20 ile 22 lira arasında değişiyor. Futbolsever, giyim konusunda futbolun tarihi, unutulmayan ve nostaljik ögelerine yer vermeyi seven bir marka olarak dikkat çekiyor. Koleksiyonerlerin sahip olmak için uğraş verdiği futbolcu figürlerine de göz atmanızda fayda var. Gheorge Hag ve Alex De Souza gibi Türkiye’de unutulmaz maçlara imza atmış futbol sihirbazlarının canvasları da odanızda çok şık durur, bizden söylemesi.
H www.aggressivo.org H
GOYGOY STREETWEAR ULTRAS PROJECT
İki yıl önce kurulan Ultras Project’in tasarımda ilham kaynağı sadece futbol değil. Dinledikleri bir şarkıdan, izledikleri bir filmden, bir yazar veya kitaptan etkilenerek ürünler de ortaya çıkartıyorlar. Fakat vazgeçilmez tasarım öğeleri ise tribün yasağı, meşale yasakları, endüstriyel futbol, deplasman ve yol kavramı. Marka son kreasyonunda “Ekmek yoksa gol yesinler” yazılı San Marino tshirtleriyle de futbolun eğlenceli yüzüne selam duruyor. Sadece tshirtlerle değil aynı zamanda şapka, sweatshirt, ninja kapşonlu, yelek ve yağmurlukta üreten markanın ürün çeşitliliği oldukça tatmin edici. Kısa bir süre sonra kış kreasyonunu yayınlayacak Ultras Project’de tshirt fiyatları 20 ile 30 lira arasında değişiyor. H www.upstreetwear.com H
H www.facebook.com/goygoystreetwear H
H www.futbolsever.com H
Üç Galatasaray taraftarının kurduğu marka, ürünlerinde Galatasaray’da forma giymiş isimlere yer veriyor. Tasarımlarını da sloganlarla daha anlamlı kılıyorlar. Felipe Melo’ya ithafen yaptıkları “Siz hayırdır ya?” ve üzerinde “Ulu Johan” yazan Johan Elmander tshirtü sarı kırmızılı renklere gönül veren taraftarları mutlu edecek ürünler. Tasarımların arasında efsane futbolcu Metin Kurt’a ait “Futbol arsada güzeldir. Borsada değil” cümlesinin ve Çizgi Metin’i tasvir eden bir çiziminin olduğu tshirt favori ürünümüz.
28
KASIM 2013
İ G N A H E Y İ Z İ DAŞLASAK?
Ne yalan söyleyelim, Breaking Bad bittiğinden beri pazartesi akşamlarımız artık pek bir sıkıcı. Bir daha böylesine bir başyapıtı kolay kolay bulamayacağımızın farkında olsak da, Sons of Anachy, The Walking Dead, The Big Bang Theory, How I Met Your Mother ve Boardwalk Empire gibi yeni sezonları başlayan iyi diziler sayesinde bu büyük keyiften geri kalmıyoruz. Tabii bir de yeni başlayan diziler var. Bu dizilerin önemli bir bölümü ikinci sezonu göremeyecek kadar kötü olsa da, içlerinde iş yapacak güzel çalışmalar da var. İşte Postkolik ekibinin izlemeye başladığı ve tavsiye ettiği yeni diziler….
B
DRACULA
MASTERS OF SEX IMDB notu 7.7 olan Masters of Sex, yeni dönemin en dikkat çeken yapımlarından biri. Haberi kaleme aldığımızda henüz üç bölümünü izleme şansı bulmuştuk ama, bu bile diziyi sevmemize fazlasıyla yetti. Birinci sezonu 12 bölüm olarak planlanan Masters of Sex, bir Show Time yapımı. Çok sevdiğimiz The Pacific’in yazarı Michelle Ashford’ın hikayesini kaleme aldığı dizi, Thomas Maier’in oldukça uzun bir isme sahip kitabı ‘Masters of Sex: The Life and Times of William Masters and Virginia Johnson, the Couple Who Taught America How to Love’ın televizyon uyarlaması. Masters of Sex, modern cinsel terapinin kurucuları ve ilk uygulayıcıları William Masters ve Virginia Johnson isimli Amerikalı psikiyatrların 1960’lı yıllarda gerçekleştirmiş olduğu cinsel devrimi anlatıyor. Michael Sheen William Masters karakterine, Lizzy Caplan ise Masters’ın ekip arkadaşı Virginia Johnson karakterine hayat veriyor. Dizi adından da anlaşılağı üzere bolca sevişme sahnesiyle dikkat çekiyor.
Dracula kuşkusuz bu yılın en iddialı yapımlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. İlk bölümü 25 Ekim’de yayınlandığı için bu haberi kaleme aldığımızda sadece ilk bölümü izleyebilme şansı bulduk ama, diziye kanımız çabuk ısındı. Bunda tabii Dracula karakterini sevmemiz dışında, The Tudors ile kalbimizi fena halde kazanan Jonathan Rhys Meyers’in de büyük etkisi var. The Tudors’tan sonra Meyers’in ilk önemli projesi olan Dracula’da Meyers’a Arrow dizisinden hatırlayacağınız Jessica De Gouw eşlik ediyor. Biraz da konu hakkında bilgi verelim isterseniz: 19. yüzyılın sonlarına doğru Dracula Londra’ya gelir. Kendisi Viktoryan toplumuna modern bilimi getirmek isteyen Amerikalı bir girişimci kılığındadır. Fakat yolculuğunun asıl nedeni, yüzyıllar önce kendisini ölümsüzlükle lanetleyenlerden intikam almaktır. Aslında herşey plana uygun gitmektedir. Fakat ölü karısının reenkarnasyonla yeniden hayata gönderilmiş hali gibi görünen bir kadına aşık olunca tüm planlar değişir.
BROOKLYN NINE-NINE Hem eğlenceli hem de fazla vaktinizi almayacak bir dizi arıyorsanız size Brooklyn Nine-Nine’ı kesinlikle önerebiliriz. Biz izlerken son derece keyif alıyoruz ve her bölümün 22 dakika sürmesinden de son derece memnunuz. Bir Fox dizisi olan Brooklyn 99, New York’lu bir grup dedektifin ekip içi ve suçlularla yaşadığı komik olayları anlatıyor. Saturday Night Live ile ün yapmış Andy Samberg dizinin başrol karakteri olan Jake’i canlandırıyor. Jake, işinde iyi, yetenekli ve ekibi içinde yakalama oranı en iyi polis olarak karşımıza çıkıyor. Fakat aynı Jack, öte yandan ciddiyetten yoksun ve dünyanın en rahat insanlarından biri de. IMDB notu 7.4 olan dizide olaylar ekibe bir patronun gelmesi ile başlıyor. Oldukça sert bir amir olan Yüzbaşı Holt, emrindekilerin “rozetin hakkını vermesi” gerektiğini düşünen biri olarak işe koyulur ve işe en disiplinsiz olan Jake’ten başlar.
KASIM 2013
29
PEAKY BLINDERS Sherlock, Doctor Who ve Luther gibi her zaman kaliteli ve standart üstü televizyon dizilerine imza atan BBC Two’nun bu sezon en iddialı drama serisi Peaky Blinders. Eastern Promises (Şark Vaatleri, 2007) ve Dirty Pretty Things (Kirli Tatlı Şeyler, 2002) gibi filmlerin senaristi Steven Knight’ın yaratıcısı olduğu dizinin başrollerini Cillian Murphy ve Sam Neill gibi iki usta aktör paylaşıyor.
I. Dünya Savaşı sonrası ekonomik bunalımını yaşayan İngiltere’yi kendine arka plan edinen Peaky Blinders, 1920 yılı Birmingham’ında geçiyor. Dizi; kumar ve uyuşturucu gibi illegal işlerle şehrin yönetimini elinde tutan Peaky Blinders adlı çetenin, Shelby ailesinin hikayesini anlatıyor. Liderliğini Tom Shelby’nin (Cillian Murphy) yaptığı çetenin rahatı, dönemin Dışişleri Bakanı Winston
Churchill’in emriyle atanan emniyet müfettişi Chester Campbell’ın (Sam Neill) gelişiyle bozuluyor ve bu iki güç arasında inanılmaz çetrefilli bir taktik savaşı başlıyor. İnanılmaz başarılı bir prodüksiyon tasarımına ve sanat yönetmenliğine sahip dizi, usta oyuncularının kalburüstü performanslarıyla da öne çıkıyor. Dizinin müziklerinde Nick Cave’in imzası olduğunu da ayrıca belirtelim. Kaçırmayın!
THE BLACKLIST SLEEPY HALLOW Açıkçası Sleepy Hallow ile karışık düşünceler içindeyiz. IMDB notu 7,8 olan dizi Postkolik ekibinin yarısı tarafından sevilirken, yarısı tarafından daha ilk bölümünde izlenecekler listesinden çıkarıldı. Fakat bu durum, dizinin ciddi fanlarının oluştuğu ve ikinci sezon onayını aldığı gerçeğini değiştirmez tabii ki de. The Legend of Sleepy Hollow yani Başsız Süvari’yi bilmeyen yoktur herhalde. Hani Amerikan Bağımsızlık Savaşı esnasında
bir çatışmada başıboş bir gülle ile vurularak kafasını kaybeden ve kafasını aramak için geceleri savaşın olduğu yere giden süvarinin öyküsü. 1820’de İngiltere’de yayınlanan bu hikaye, 1930’ların başlarında ilk kez Türkçe yayınlanmıştı. İşte dizimiz bu hikayenin modern uyarlaması olarak karşımıza çıkıyor. Bir izleyin bakalım, en iyisi kararı siz verin.
AGENTS OF S.H.I.E.L.D Bizim gibi Marvel tutkunu iseniz, bu diziye kayıtsız kalmanız çok zor. Mükemmel mi? Hayır. Ama işin içinde Marvel olunca her türlü izleriz. Agents of S.H.I.E.L.D projesinin arkasında yapımcı/yazar Joss Whedon var. Whedon bildiğiniz gibi Marvel çizgi romanlarının süper kahraman ekibi The Avengers’ı 2012 yılında sinemaya uyarlamıştı. Aynı Whedon bu kez Agents of S.H.I.E.L.D projesi ile karşımızda. IMDB puanı 7.4 olan dizi, S.H.I.E.L.D. olarak bilinen Strategic Homeland Intervention, Enforcement and Logistics
Division olarak aklandırılan bir ekibin maceralarını konu ediniyor. Marvel denilince aklınıza süper kahramanlar geldiğini biliyoruz ama bu ajanların öyle özel güçleri falan yok. Dizinin ana karakteri olan Ajan Phil Coulson The Avengers’taki rolünden sonra, henüz sınıflandırılmamış olayları çözmek için eğitimli ajanlardan oluşan küçük bir ekip kuruyor. Ekipte dövüş ve casusluk konusunda uzman olan Ajan Grant Ward, pilot ve dövüş sanatları ustası Ajan Melinda May ve Ajan Leo Fitz ile Ajan Jemma Simmons yer alıyor. Bir bakın deriz.
Yeni dönemin en dikkat çeken dizilerinden biri de The Blacklist... 23 Eylül’de ilk bölümüyle yayına başlayan dizi, aslında önce 13 bölüm olarak planlanmıştı. Fakat beklenilenin de üzerinde ilgi görmesi, NBC’nin ilk sezonu 22 bölüme çıkarmasına neden oldu. James Spader ve Megan Boone’un başrollerde yer aldığı The Blacklist, bir devlet ajanıyken, dünyanın en çok aranan suçlusuna dönüşen bir adamın, gizemli bir şekilde teslim oluşuyla başlayan olaylar zincirini anlatıyor. Her bölümde bir azılı suçlunun etkisiz hale getirildiği dizide James Spader’ın performansı çok başarılı. Polisiye dizilerden hoşlanıyorsanız, IMDB notu 7,8 olan The Blacklist’i kesinlikle tavsiye ederiz.
30
KASIM 2013
İŞTE O AN! Evet, kelimeler büyülüdür. Kelimeler sırtını hayal gücümüze dayar ve bize onun sınırları kadar geniş yeni dünyalar yaratır. Ama sözün bittiği bir yer vardır ya! Hani eski şairlerin “kelimeler kifayetsiz” dediği an; dili, dini, ırkı ne olursa olsun tüm kalplere dokunan an… Artık insanlığın ortak tarihine kayıt olarak düşülen o anların hikâyesini Mehmet Erdoğan’ın kaleminden dinlemek ister misiniz?
PulItzer ödüllü fotoğrafçı Kevin Carter’ın çekmiş olduğu bu fotoğraf insanı şok eden tarihi karelerden bir tanesi. 1994 yılında Pulitzer ödülü kazanan fotoğraf Sudanlı açlıktan ölmek üzere olan küçük kız çocuğu ile yakınında tüneyen akbabayı yansıtıyor. Küçük kızın birkaç kilometre ilerdeki Birleşmiş Milletler yardım kampına gitmek istediği tahmin ediliyor. Hikayeye göre Carter çocuğa yardım etmek yerine, 20 dakika boyunca mekanda fotoğrafı daha iyi çekebileceği pozisyonu bulabilmek için zaman geçirmiş. Bu anı fotoğrafladıktan sonra akbaba kaçmış, ancak Carter küçük kıza kampa ulaşması için yardım etmeyip, oradan uzaklaşmış. Bu yüzden yoğun eleştirilere maruz kalan Carter profesyonel fotoğrafçı olduğunu, yardım görevlisi olmadığını söyleyerek kendisini savunmuş. Bu olaydan sonra ağır depresyona giren Kevin Carter 3 ay sonra intiharı seçmiş ve kendisine arabasının içinde egzoz dumanı vererek hayatına son vermiş. Bırakmış olduğu notta ise ölmek üzere olan çocukların peşini bırakmadığını yazmış. Manic Street Preachers’ın Kevin Carter isimli şarkıyı onun için yazdığını da unutmadan söyleyelim.
Şubat 1968. Güney Vietnam Polis Şefi Nguyen Ngoc Loan, Viet Kong’lu olduğundan şüphelendiği genci öldürürken. Eddie Adams tarafından çekilen bu fotoğraf; ölümün soğuk yüzünü tüm gerçekliği ile gösterip, insanın kanını donduruyor.
ABD’de sadece beyaz öğrencilerin okuduğu Harry Harding Lisesi’ne kabul edilen ilk siyah öğrencilerden Dorothy Counts’ın okuldaki ilk günü. Dorothy bazı öğrencilerin ona tükürmesi, yemek yerken üzerine çöp atmaları, ailesinin evine gelen tehditler gibi iğrenç olaylara sadece 4 gün dayanabildi. 1957 yılında Douglas Martin ise tarihe kara bir leke olarak bu anı ölümsüzleştirdi.
Savaş sonrası ülkesine dönen Amerikalı bir askerin New York’un ünlü Times Meydanı’nda bir hemşireyi öptüğü fotoğraf 2. Dünya Savaşı’nın bitişini simgeleyen en ünlü karelerden birisiydi. Alfred Eisenstaedt’in çektiği siyahbeyaz fotoğraf Life dergisinde yayımlanmış, kahramanların kimliği uzun süre ortaya çıkmamıştı. 2009 yılında ölen hemşire Edith Shain, 1970’lerde o fotoğraftaki kadının kendisi olduğunu açıklasa da denizci askerin kimliği hala kesinlenmiş değil. 2010 yılında savaşın bitiminin 65. yılında gerçekleşen etkinlikte farklı ülkelerden gelen yüzlerce çift o tarihi fotoğrafta olduğu gibi öpüştü.
29 Temmuz 1925, güzel bir yaz günü. New York News için muhabirlik yapan Harry Warnecke’i arayan arkadaşı Centre Street’te yavrularını taşıyan bir kedi yüzünden trafiğin kesildiğini haber verir. Hemen bahsi geçen yere koşan Warnecke kedinin çoktan karşıya geçtiğini görür. Fakat o sırada trafiği durduran polisten, olayın fotoğrafını çekebilmek için kediyi bir kere daha karşıdan karşıya geçirmesine izin vermesini ister. Polisi ikna eden gazeteci bu muhteşem kareyi anca üçüncü denemede yakalar.
22 Temmuz 1975 tarihinde Stanley J. Forman isimli gazeteci, polis radyosunu dinlerken Marlborough Caddesi’nde yangın ihbarını duyar. Hemen olay yerine gider. Fotoğraftaki Diana Bryant ve küçük kız Tiare Jones’in itfaiyecilerden yardım beklediğini görür. Forman elindeki makine ile olayı takip ederken, Bob O’Neil adlı itfaiyeci de yangın merdivenine kadar ulaşmış, kamyondan gelecek merdiveni bekler. Fakat merdivenin baya da yaklaştığı sırada içerdeki alevler artar ve yangın merdiveni daha fazla dayanamaz. Bu esnada Forman bu kareyi çeker. Diana Bryant yere düşer düşmez hayatını kaybeder. Küçük kız ise bu talihsiz olaydan sağ kurtulur. Bu fotoğraf ise Stanley J. Forman’a Pulitzer ödülü kazandırır.