de g dergi.sebokolik.com gi.sebokolik.com
ssayı ayı y :9
Şebnem Ferah’ın Akustik Konseri’ne Dair Her Şey !
Erdem Yener
DİĞER KONUKLAR Ceren Aksan Dinçer Tuğmaner Metropolis Renk Körü Fatih Altın
ÖZEL RÖPORTAJLAR
Theatres Des Vampires
Pukku Mikku
Ĺžebnem Ferah ve ekibine dair ne varsa ! www.sebokolik.com http://dergi.sebokolik.com http://tv.sebokolik.com
şebokolİk
İçİndekİler
+6 +10 +14
ŞEBNEM FERAH AKUSTİK KONSER İNCELEMESİ HABERLER - KLİPLER KEŞFEDİLECEK GRUPLAR OPETH
+16 +24 +32 +38 +44 +50 +56 +62 +66
RÖPORTAJ: THEATRES DES VAMPIRES RÖPORTAJ: PUKKU MİKKU RÖPORTAJ: ERDEM YENER RÖPORTAJ: CEREN AKSAN RÖPORTAJ: “AKŞAM TRENİ” DİNÇER TUĞMANER BİR GRUP PORTRESİ RÖPORTAJ: METROPOLİS KEŞFEDİLMEYE HAZIR GRUP RÖPORTAJ: RENK KÖRÜ
TİYATRO / RÖPORTAJ: FATİH ALTIN “KEKEÇOĞLAN”
DİZİ / DİĞER YAZILAR
Şebokolik Dergi Sayı 9 Öncelikle Tüm Şebokoliklere Merhabalar... 9.sayımızla karşınızdayız. Sayı 9 ile birlikte ulaştığımız rakam bizim dergiye başlarken kafamızdaki rakamın bir hayli üstünde,dolayısıyla öncelikle tüm okuyuculara daha sonra tanıtım konusunda destek olan herkese teşekkürler. Sayı 9 bizim için bir çok şey açısından dönüm noktası oldu. Derginin içeriği bakımından yine Şebnem Ferah’ın konser incelemeleri ve ayrıntıları sizlerle,ancak bu sayıda birazdan da farkedeceğiniz üzere Türkçe Rock Müzik alanında yoğunlaşalım istedik. Artık röportajlarımızı hem Şebokolik Tv’de hem Şebokolik Dergi’de yayınlıyoruz,dolayısıyla bu oldukça güzel bir gelişme. Ghostrocker arkadaşımızın askerden gelmesiyle birlikte artık videolu röportajlarımızın sayısı artacak. Ocak ayında ülkemize gelecek olan Theatres Des Vampires grubu, dergimizde görmek istediğiniz Erdem Yener, Pukku Mikku, Ceren Aksan, Renk Körü,Metropolis,Fatih Altın ve Rock Fm’den “Akşam Treni” isimli programdan tanıdığımız Dinçer Tuğmaner bu sayıdaki konuklarımız. Şebokolik Ekibine katılımlar sürüyor, artık bir çok haberi de sizler sayesinde almaktayız,o yüzden yardımcı olan forumdan ve sosyal ağlardan tüm arkadaşlara teşekkürler. Her zaman düşüncelerinizi ve önerilerinizi bizimle paylaşabilirsiniz. Son sayıdan bu yana sanatçımızla alakalı olarak yaşanan olayları da gülümseyerek izlemekteyim,izlemekteyiz.Bu da ufak bir not olsun. Son olarak. Öncelikle nefes almamı sağlayan’a, daha sonra aileme ve kuzenlerime , son olarak da hatunuma teşekkürler. 10.sayıda buluşmak üzere. Selametle...
Sertan Kartal Şebokolik Dergi
GENEL YAYIN YÖNETMENİ: SERTAN KARTAL / MERVE C. KARTAL SANAT YÖNETMENİ: SERTAN KARTAL MUHABİRLER: SERTAN KARTAL - MERVE C. KARTAL - GHOSTROCKER - NİGAR SELVİ - OLİVİA ÖZGE GEÇKİL YAZARLAR: DERYA ÜLKAR - RUKİYE ŞAHİN - OLİVİA ÖZGE GEÇKİL - DAMLA AKDEMİR BASIN İŞLERİ: SERTAN KARTAL- ERDEM ASLAN - SERCAN KARTAL KATKIDA BULUNANLAR: DAMLA AKDEMİR - ERDEM ASLAN - RECEP ÖZERİN - FABİO VARESİ KEMAL ZIRHLI (+KAPAK FOTOĞRAFI) - ŞEBOKOLİK AİLESİ
İLETİŞİM : dergi@sebokolik.com / http://dergi.sebokolik.com
AKUSTİK KON ŞEBNEM F HARBİYE Konsere doğru geri sayım devam ederken biletlerin tükendiği haberini almıştık. Harbiye’ye gittiğimizde gişeler önünde sıraya girmiş insanlar merdivenlerden bilet alabilme çabası içerisindeydiler. İki giriş kapısından da uzanan uzuuun kuyruklar vardı. Öeh oha gibi argomsu kelimeleri sıralar iken kuyruğun bir parçası oluverdik. Sırada beklerken birbirini görünce şaşıran orta yaşlı şebocuları görünce “ilerde biz de böyle olucaz” diyerek onları izledik derken girişe gelmiştik. Aranıp tarandıktan sonra koltuklarımızı bulup yerimize oturduk. Sahne perde ile örtülü idi. Şarkıların akustik versiyonunun yanında bir de sahne dekoru eklenmişti merakımıza. Kapıdaki kalabalık nedeni ile konser yarım saatlik bir gecikmenin ardından başladı. Ve işte o an... Tıklım tıklım dolan Harbiye’yi Fırtına ile selamladı Şebo. Fırtına demişken akustiğe en güzel uyarlananlardan biriydi kesinlikle.Sırasını hatırlamasam da aklımda kalanlar... Yağmurlar’ı yine dinleyicisiyle birlikte söyledi Şebo ve arada sustu sadece seyirci söyledi Şebo dinledi. Can Kırıkları’nı dinleyiciler çığlıklarla karşıladı ve kıvılcımlarla süslenen etkileyici bir performans sergilendi. Perdeler yaylıların ön planda olduğu şarkılardan biriydi. Ve akustik farkını oldukça hisettirdi. Vazgeçtim Dünyadan’da Benay ve Hilal’in sahneye atlaması ayrı bir hava kattı diyebilirim. :D Şarkının etkisinden çıkıp arkadaşlarımızın güvenliklerle mücadelesine şahit olduk o dakikalarda. Çakıl Taşları bana pek değişik gelmese de söylenecek tek şey süperdi. Delgeç... Delgeç’e adeta bittim. Hani şu alkışlarla tempo tuttuğumuz kısım... O kemanların sadece bu şarkı için bile orda olması gerekiyordu dedirten bir performanstı. Delgeç’in akustiği nasıl olur ki diye düşünmedikte değil hani ama olmazsa eksik kalırmış. :) İyi Gün Dostlarım, Oyunun Sonu, Babam Oğlum yine söylenmezse olmazdı dediklerimizdendi. Ateşe Yakın ilk şarkılardandı “ay parlak asil yürek” gökyüzündeki dolunayın o akşam sırf bu şarkı için parıl parıl parıldadığını düşündük. :) Benim Adım Orman’ın girişinde yine Serdar Barçın’dan müthiş bir performans izledik. Yalnız ve İnsanlık ilk şarkılandı. Eski’de yine sahnenin iki tarafında dev ekranlardan değerli isimlerin fotoğrafları geçerken Şebo sahnenin bir köşesine çekilip bu sefer oturarak söyledi şarkısını.
Yer: Cemil Topuzlu Açıkhava Tarih : 25 Eylül 2010 Muhabir : Derya Ülkar Fotoğraflar : Kemal Zırhlı
NSER
FERAH
E’DE !
Bu Aşk Fazla Sana, Ben Şarkımı Söylerken, Yeniden Doğup Gelsem dinleyicinin hem tempo tutarak hem de söyleyerek eşlik ettiği şarkılardandı. Sigara şarkısında gelenek bozulmadı millet sigaralarını yakmaya başlayınca sağımdan solumdan dumanlar yükselmeye başladı. Serdar Barçın yine mükemmel bir solo performansı sergiledi. Bir sonraki şarkı beklenirken bir grubun “Sil Baştan” diye bağırması ve sıradaki şarkının Sil Baştan olması güzel bir tesadüf idi. Mayın Tarlası’nda Kuruçeşme anılarım canlandı konser alanıyla irtibatım koptu, bu şarkıda o yüzden pek bir şey hatırlamıyorum. :) En olmazsa olmaz şarkılardan biri şüphesiz AKCK idi. Şarkı zaten akustik bir değişiklik olmaz derken Şebo “yara aldım bundan yıllar yıllar önce” diyerek hepimizi mest etti. (O nasıl bir söyleyiştir yaa dediğimiz cümlelerinden biriydi.:))
Deli Kızım Uyan’da merdivenlerin ortasında durdu Şebo. Tam “Karlı dağların ardında” derken kar yağmaya başladı üzerine kraliçenin. Zamanlama harikaydı.23 şarkıyı akustik olarak, sevimli tavırları, mükemmel kıyafeti, harika sahne dekoruyla şarkılarını dinletmekle kalmayıp yaşattı Şebo o akşam. Gelelim konserden bazı anektotlara... Kuruçeşme konserinde olduğu gibi yine müzik yapmanın, dinlemenin belli bir saat ile kısıtlanmaması gerektiğini dile getirdi kraliçe. “Türkiye’de her şeyi olumluya bağlayan bir cümle vardır.’Burası demokratik bir ülke’ diye” diyerek bu kısıtlamaya tepkisini devam ettirdi Şebo. “Biz müzik yapmak isteyenler olarak burası demokratik bir ülke diyoruz.” dedi ve prodüktörlere seslendi “Biz daha çok şarkı çalacağız ama izin var mı?” Seyircinin bağırışlarıyla desteklediği Şebo “Ben demiyorum seyirci diyor” diyerek yaklaşık sekiz bin kişi ile tepkisini göstermiş oldu. Ve devamında “Ama geç saatten sonra kimseyi rahatsız etmeyiz” dedi. Herkes “aaaa” filan derken “Ama kime göre geç” diyerek bir çığlık tufanının daha kopmasına sebep oldu. Birkaç şarkı sonra “Az önce şakasını yapmıştık” diye cümlesine başlayınca herkes yine “aaaa” demeye başladı. Derken Şebo “Hayır hayır izin konusu değil. Demokratik ülkede yaşamakla ilgili.. Sonra her istediğini bastırıp yapmak demokratik değildir.” dedi. Ve şöyle devam etti “Görüş ayrılıkları yadırganacak bir durum değildir. Aksine dünyada çok normal birşeydir.” dedi. Arada “İyi misiniz? Her şey yolunda mı?” diye sormayı da ihmal etmedi Şebo. Konserin sonuna doğru bir başka konuşması ise şöyleydi:
“Biz hiç bu kadar heyecanlanmamıştık. Bazı müzisyenler tecrübelendikçe hayatın kıymetini daha iyi anlıyor. Her birinize geldiğiniz için çok teşekkür ederim. İlk defa ailemle ve yakın arkadaşlarımla birlikte bu kadar yakın söyledim. İyi ki varsınız...” Konsere damgasını vuran diğer bir konu ise Şebo’nun sahne arkadaşlarını anons ederken “Bu akşam şarkıları meleğiyle birlikte söyledi” dediği Ceren Akyıldız’ın hamile olduğu haberini vermesiydi. Ve tabi “Darısı benim başıma” diyerek o güzel atmosferi iyice renklendirmesi... Konser incelemesini yapacak en son kişi belki de bendim. Çünkü uyandığımda hatırlamaya çalıştığım uyandığım için üzüldüğüm bir rüyaydı o iki buçuk saat.. Basit bir anlatımla oldu ama elimden geldiğince aktarmaya çalıştım. Umarım tatmin edici olmuştur. Ben de Şebo gibi darısı gidemeyenlerin başına diyorum. Şahit olduğum halde bu kadar anlatabildiysem konser için söylenecek tek söz kalıyor. Anlatılmaz Yaşanır...
HABERLER
PRENSESİN UYKUSU MÜZİKLERİ REDD’DEN Redd’in müziklerini seslendirdiği, Çagan Irmak’ın en son filmi Presesin Uykusu sinema severler ile buluştu. Filmin müziklerine dair albüm ise müzik marketlerdeki yerini aldı.
DOĞAYI MÜZİKLE KORUMA ARACI “DOĞA İÇİN ÇAL” KARAVANI YOLA ÇIKTI Türkiye’nin değişik illerinden birçok müzisyen ile türkülerimizi yeniden seslendirip önemli bir olayı, doğayı korumamızı yeniden hatırlatan ve görünüşe göre unutturmayacak olan proje bomba gibi devam ediyor. “Divane Aşık Gibi” ve “Uzun İnce Bir Yoldayım” adlı türkülerimizi seslendiren ekip
3.projeleri için Türkiye’nin bir ucundan bir ucuna gidiyor. Siz de bu yolculuğu ekibin internet siteleri vasıtasıyla canlı olarak karavan içi kameradan takip edebilir, video ve fotoğrafları inceleyebilirsiniz. Ayrıca ekibe denk gelirseniz,DVD, t-shirt ya da araç kokunuzu istemeyi unutmayın! Sizin de karşınıza çıkabilir!
METALLİCA 2011’DE YENİ ALBÜMÜNÜ HAZIRLIYOR Metallica 2011’de yeni albüm çalışmalarına başlayacaklarını açıkladı. Lars Ulrich katıldığı bir bir radyo programında,2011yılında yeni albüm hazırlıklarına başlayacaklarını söyledi. Ulrich kendisini en fazla heyecanlandıran şeyin yeniden şarkı yazmak olduğunu belirtti.
ASLI YENİ KLİBİYLE ÇOK YAKINDA Aslı, Nisan ayında çıkardığı “Büyüdük” isimli maxi single’ının 2. video klibini “Hayatın Anlamı” isimli şarkısına çekti. Klip,Şenol Korkmaz tarafından Fransa’nın Normandiya bölgesinde çekildi. Şarkının epik karakterini bu etkileyici bölgede çok iyi yansıtacağını düşünen yönetmen ve ekibi, son gün, Etretat kasabasında denizin gelgit nedeniyle çekilmesini bekleyip, olağanüstü etkileyici sahilde çekim yapabilmek için büyük bir tehlikeyi göze aldı. Sahile inen herhangi bir yol olmadığından 200 metre yükseklikteki bir falezden iplere tutunarak aşağıya inen ekip, giydiği uzun elbiseye rağmen aynı yolu izleyerek aşağıya inen Aslı’yı alkışlarla karşıladı.
YÜKSEK SADAKAT STÜDYO KAYITLARINDA 14.İFA ÖDÜLLERİ OYLAMASI BAŞLADI Radyonun oscarları, 14. İstanbul Fm Altın Ödülleri için internet oylaması başladı. Rock-solist isimli kategoride Şebnem Ferah da bulunmakta. http://istanbulfm.com.tr/ifa adresi üzerinden sevdiğiniz sanatçı için oy kullanabilirsiniz.
Önceki sayımızda yeni parçaları üzerine çalışmaya başladıklarını belirttiğimiz Yüksek Sadakat grubu, stüdyo kayıtlarına girdiklerini açıkladı.Grubun açıklaması ise şöyle; “Sevgili Kafile, Yeni albümümüz için stüdyo kayıtlarımız başladı... Önümüzdeki 2 ay boyunca yeni albümümüz için tam gaz çalışıp, yeni yıla yeni albümümüzle beraber girmeyi istiyoruz. Şarkılarımızı sizlerle paylaşmak için sabırsızlanıyoruz...”
MODEL, DEMİR DEMİRKAN İLE STÜDYODA Genç pop-rock grubu Model; prodüktörlüğünü Demir Demirkan’ın üstlendiği yeni albümleri için stüdyoya girdi. İlk albümleri “Perili Sirk”i 2009 yılında çıkaran grup, 13 şarkının yer alacağı yeni albümlerini Ocak ayında piyasaya çıkarmaya hazırlanıyor.
KİNGS OF LEONS 5.ALBÜMÜYLE GELİYOR Başarılı rock gruplarından Kings of Leon’un beşinci stüdyo albümü ‘Come Around Sundown’ Ekim ayında Sony Music etiketiyle müzik severlerle buluşuyor.
ÇİLEKEŞ ARTIK 3 KİŞİ Çilekeş resmi web sitesinden hayranlarına önemli bir açıklama yaptı. “Bireysel ve karşılıklı olarak saygıyla varılmış bir sonuçla, Çilekeş hayatına 3 kişi olarak devam edecektir. Can dostumuz Gökhan’a ve bu konuya dünyasında yer ayıran herkese teşekkürler ve sevgiler.” şeklinde bir duyuru yayınlayan grup yoluna 3 kişi devam edeceğini ifade etti.
Rukiye Şahin
YENİ KLİPLER
MANGA - EVDEKİ SES
MASKOTT- AY IŞIĞI
maNga, “Şehr-i Hüzün” albümünün 4. video klibiKargo’dan ayrılan Koray Candemir ve Serkan ni, Cartel’den Alper Ağa ile düet yaptıkları ”EvdeÇeliköz’ün grubu Maskott, ikinci klibini sevenleriyki Ses” şarkısına çekti. le paylaştı. Ferman Akgül’ ün yönetmenliğini üstlendiği “EvGrup ikinci klibini “Ay Işığı” isimli parçaya çekti. deki Ses” videosunun çekimleri, İstanbul’da iki farklı mekanda yaklaşık iki günde tamamlandı. Renkli ve eğlenceli bir parti ve bu parti etrafında dönen olayların anlatıldıgı video klibin yardımcı yönetmenliğini ve görüntü yönetmenliğini Ceyhun Kıvrıkoğlu ve Emrah Bakkaloğlu üstlendi
AYLİN ASLIM - AŞK GERİ GELİR
TNK - DANS ET
TNK, ‘Söyle Ruhum’dan sonra ikinci videosunu Dans Et isimli şarkısına çekti. Görüntü yönetmenliğini Kadir Köymen’in, yönet“Aşk Geri Gelir”, “Hoşuna gitmedi mi?” ve “Sen menliğini Ümit Kara’nın yaptığı videonun çekimlemi?” isimli çalışmalardan sonra,bu albümün 3.klibi ri 13 saat sürdü. olarak yerini aldı. Video klip,Ankara’da lunapark ekipmanları yapan bir fabrikanın içinde çekildi. Aylin Aslım, “Canını Seven Kaçsın” isimli albümünden “Aşk Geri Gelir” isimli parçasını kliplendirdi.
KEŞFEDİLECEK GRUPLAR PİCKPOCKET/myspace.com/pickpocket 2000 yılından bu yana müzik yaşamını sürdüren Pickpocket ÖZLEM TEKİN - KİMSE BİLMEZ
grubu,vokalde Onur Özgönül, bas gitarda Muratay Özkan, davulda Emir Celt ve gitarlarda Kaan Yayla ve Barbaros Özoktar’dan oluşuyor. Grup 2004 yılına kadar İngilizce parçalar çalarken,2004 sonrası Türkçe sözlerle devam etmiş.Pickpocket’in “Hayalle Gerçek Arasında” isimli klibi ise bizim dikkatimizi çekti. Pickpocket keşfedebileceğiniz bir grup.
SOKAK KÖPEKLERİ
myspace.com/sokakkopekleri
Sokak Köpekleri 10 seneyi askin süredir punk ve rock & roll tarzinda müzik yapan Ankarali bir grup. Grup gitar ve vokalde Cem Eren ve basgitarda Furkan Kartal tarafindan kurulmuş olup daha sonra Eralp Güven’in davula geçmesi ile çekirdek kadrosunu olusturmuş. Gerek sözlerinde gerekse müziklerinde punk ruhunu yansitan Sokak Köpekleri alisilmisin disinda sarki sözleri ile dikat çekmektedir. Özellikle Drakula’nın Daveti isimli parçaları ile ilgimizi çektiler.Sokak Köpekleri keşfedebileceğiniz bir grup.
TAMARAMA
myspace.com/tamarama
Grup üyeleri Jay ve Pottsy tarafından tarihi Avustralya adasının da ismini alarak doğan Tamarama surf rock alanında oldukça hızlı yayıldı ve sevildiler. İlk EP leri 2008 de çıkan grup bu süreci Avustralya ve Kaliforniya’da konserler vererek geçirdi.Haziran ayının 2010 yılında çıkardıkları albümleriyle birlikte isimlerini daha da duyurdular. Dinlendirici müziği ve eğlenceli sözleri ile rock müziğe surf havası katan Tamarama sizleri bekliyor...
YAZI : RUKİYE ŞAHİN
Vokalde Mikael Akerfeldt,gitarda Fredrik Akersson,bas gitarda Martin Mendez ve bateride Martin Axenrot.. 1990 yılında Stokholm’de kurulan İsveç’li grubun ismi Wilbur Smith’in Sunbird kitabından geliyor.. Kitapta geçen Opet isimli ay şehri;bugünkü Opeth’i karşımıza çıkardı. Üç dört dakika sert giden bir müzik..Birden akustik bir şarkı oluveriyor ve tekrar sertleşiyor..Ve on dakikalık şarkılar sizi büyüsüne hapsediyor..On saniye öncesinde öfkeyle bağırıp çok kırılgan bir ses tonuyla şarkısına devam eden Mikael Akerfeldt solistliğindeki Opeth’in dünya sahnesine çıkması 1995 yılında başladı.. Yayınlanan ilk albüm “Orchid” çok iyi eleştriler almasına rağmen beklenen ilgiyi görmedi. 1996 yılında ikinci albüm ‘morningrise” grup hayranlarınca en iyi albüm olarak söylense de,Opeth için yine istenen sonuçlar alınmadı. Grubun 20.11 süreli en uzun şarkısı Black Rose Immortal’da bu albümde yer alıyor.. 1998 yılında daha progresif rifflerle 3.albüm My Arms Your Hearse piyasaya sürülüyor...İki yıl sonra ise grup albüm kapağında logolarını da kullanarak Still Life ‘ı çıkarıp yükselişe geçiyor. Albüm köyünden dindar olmadığı için kovulan bir adamın aşkı Melinda için geri dönmesinin hikayesi...Dolayısıyla bu albüm Mikeal Akerfeldt’in Anti Hristiyan olduğu düşüncesini akıllara getirmişti ve O da bunu doğrulamıştı... Hatta Akerfeldt 2003 yılında doğan kızına da Melinda ismini vermişti...Face of Melinda ve Benighted bu albümde yer alan ve grubun en yumuşak şarkılarından..
2001 yılında yıl ılın ında da B Bla Blackwater lack ckwa wate terr Pa Park rk iile le m met metal etal all m müz müzikte üzik ikte te kendi ken k endi di zirvesini zir z irve vesi sini ni yapan yap y apan an grup gru g rup p bu albüm alb a lbüm üm sonrasında sson onra rası sınd nd kariyerinde nde nd e bir bir ilke ilke imza iimz mza a attı. attı at tı.. Katatonia Kata Ka tato toni nia a grubundan grub gr ubun unda dan n Jonas Jona Jo nass Renkse’nin Renk Re nkse se’n ’nin in önerisiyle öne ö neri risi siyl yle e death deat de ath h metal meta me tall ve akusa nla lamı mınd nda a iki iki albümü albü al bümü mü bir bir arada ara a rada da kaydetmeye kay k ayde detm tmey eye e ba başl şlad adıl ılar ar.. ...D .Del eliv iver eran ance ce ve ve sonrasında sonr so nras asın ında da yayınlanan yay y ayın ınla lan n tik anlamında başladılar...Deliverance “Damnation” mna nati tion on” ” albümleri,Türkiye’ye albü al büml mler eri, i,Tü Türk rkiy iye’ e’ye ye de de tu turn turneleri rnel eler erii kapsamında kaps ka psam amın ında da ilk ilk ziyaretlerini ziy z iyar aret etle leri rini ni sağlamıştı.Bu ssağ ağla lamı mışt ştı. ı.Bu Bu albümlealb a lbü ü rdı dınd ndan an ilk ilk konser kon k onse serr DVD’lerini DVD’ DV D’le leri rini ni de de yayınlayan yayı ya yınl nlay ayan an grup gru g rup p albümlerin albü al büml mler erin in yapım yap y apım ım aşamasından aşa a şama ması sınd ndan an görüntüleri gör g örün üntü tüle le ve rin ardından ere’ er e’de den n performanslarını perf pe rfor orma mans nsla ları rını nı paylaştılar... pay p ayla laşt ştıl ılar ar.. .... İngiltere’den Gho host st Reveries Rev R ever erie iess albümlerini albü al büml mler erin inii ve ardından ard a rdın ında dan n bu albümün alb a lbüm ümün ün özel öze ö zell versiyonunu vers ve rsiy iyon onun unu u piyasaya piya pi yasa saya ya ssür üren en O Ope pe 2005 Ghost süren Opeth 2006 yılında yıl ılın ında da Türkiye’ye Tür T ürki kiye ye’y ’ye e ikinci ikin ik inci ci kez kez geldi.Opeth gel g eldi di.O .Ope peth th birçok bir b irço çok k grup grup elemanı ele e lema manı nı değişlikliği değ d eğiş işli likl kliğ iğii yapmıştı...Grubun yapm ya pmış ıştı tı.. ...G .Gru rub b eski erin er inii merak mera me rak k edenler eden ed enle lerr içinse...David için iç inse se.. ...D .Dav avid id Isberg IIsb sber erg g – Vokal Voka Vo kall (1990-1992) (199 (1 9900-19 1992 92)) Andreas Andr An drea eass Dimeo Dime Di meo o – Gitar Gita Gi tarr (1991)Kim (199 (1 991 1 üyelerini rss sson on – Gitar Git G itar ar (1991)Johan ((19 1991 91)J )Joh ohan an DeFarfalla DeF D eFar arfa fall lla a – Bas Bas Gitar Gita Gi tarr (1991/1994-1996)Stefan (199 (1 991/ 1/19 1994 94-1 -199 996) 6)St Stef efan an Guteklint Gut G utek ekli lint nt – Bas Bas Gitar G Pettersson (1992-1993)Mattias Ander – Bas Gitar (1992)Nick Döring – Bas Gitar (1990-1991)Anders Nordin – Bateri (1990-1997)Martin Lopez – Bateri (1997-2006)Peter Lindgren – Gitar (1991-2007).. İngiltere Roundhose konser alanındaki performanslarını da albüm olarak yayınlayıp 2008’de 9.stüdyo albümleri Watershed’i dinleyiciyle buluşturdular. Diğer albümlerine göre daha enerjik olan bu albüm sonrasında Opeth’i 2009 yılında İstanbul , Ankara , İzmir ve Eskişehir’de ağırladık. 20.yılını kutlayan Opeth özel bir turne ve sabırsızlıkla beklenen yeni albümleriyle karşımızda olacak.
THEATRES D
Metali
RÖPORTAJ: GHOSTROCKER
DES VAMPIRES
in Vampirleri Şebokolik Dergi’de !
Şebokolik: İlk sorumuz Sonya’ya; bir giyim mağazasında çalıştığını ve çok da başarılı olduğunu öğrendik. Peki, hâlâ çalışıyor musun? Mükemmel giyim tarzını buna borçlu olduğunu söyleyebilir miyiz? Sonya: Bu bilgiyi nereden aldınız bilmiyorum ama hayatımda hiçbir zaman öyle bir yerde çalışmadım! İnternette benimle ilgili bir sürü dedikodu ve aslı olmayan bilgi var. Bu da onlardan biri sanırım.Gerçek olan şu ki Moda tasarım mezunuyum. Tabii bu bir mağazada çalışmaktan farklı bir şey. Ayrıca emin olun ki bunun giyim tarzım üzerinde etkisi büyük. Şebokolik: Klasik sorular önemlidir! Türk hayranlarınızın grubu daha iyi tanıyabilmeleri için kendinizden bahseder misiniz biraz? Sonya: İnsanlara kim olduğumuzu ya da ne tür müzik yaptığımız anlatmayı sevmiyoruz. Yaptığımız müziği “Vampirler tarafından vampirler için yapılan müzik” olarak tanımlayabiliriz. Şebokolik: Grup üyelerinin geçmişine baktığımızda gruba katılan en yeni üye neredeyse 5 yıldır sizinle birlikte! Diğer grup üyeleri de ortalama 12 yıldır Theatres Des Vampires adına çalıyor! Aranızda güçlü bir bağ olmalı? Fabian: Bir aile olduğumuzu söyleyebilirim. Bu bizim için oldukça önemli. Zaten sahnede siz de bunu çok net görebiliyorsunuz. Bir grup için birlikte çalmak, turlara çıkmak, şarkı yazmak… Kısaca birlikte iyi zaman geçirmek çok önemlidir. Aramızada sağlam bir kan bağı olduğunu söyleyebilirim.
Şebokolik: Sonya’nın arkasında çalmaya başladığınızdan beri müzik piyasasındaki standarttan uzaklaşmayı başardınız. Vampir tarzının üstünlük kurmasını sağladınız diyebilirim; “Vampir” denildiğinde akla gelen ilk isimsiniz. Sonya bunu nasıl başardı? Bu başarısının sırrı nedir? Sonya: Öyle özel bir sırrım ya da iksirim yok.Sadece kendim olmaya çalışıyorum. Yaptığım şeyi seviyorum. Önemli olan bu işi para için yapıyor olmamam. Sanatıma ve vampirizme aşığım. Sanırım insanlar bizi “gerçek” olduğumuzu anladıkları için seviyorlar. Biz MTV’de yayınlansın ya da para getirsin diye klip çeken bir grup değiliz. TDV’yi asla MTV Müzik Ödülleri töreninde göremezsiniz. Yaptığımız tarzda müzik dinleyen insanlar için biz her zaman bir kült olarak kalacağız. Sanırım bizi diğerlerinden farklı kılan nokta da bu. Hiç kimseyi taklit etmiyoruz. Müziğimiz kendi adına konuşuyor zaten. İnsanlar yaptığımız müziğe ve yarattığımız gizli dünyaya inandığı için bizi seviyor. Özellikle konserlerimizde onlarla çok iyi etkileşim içerisinde oluyoruz. Enerjimizi bizimle paylaşıyorlar ve kendilerininkini bize yansıtıyor, muhteşem bir coşku yaratıyorlar. Konser bitene kadar adeta büyülü bir ortam oluşuyor. Bizim hayatımızda çok önemli bir yer kaplıyorlar. Sanırım biz de onların hayatında çok önemliyiz. Kendimizi göklere çıkarmıyoruz. Sadece grup olarak sağlam bir karaktere sahibiz ve bizi sevenlere elimizden gelenin en iyisini vermeye çalışıyoruz. Taviz vermediğimiz tek konu bu. Biz TDV’yiz. Bundan da önemlisi biz KENDİMİZİZ.
Şebokolik: Mutlaka tüm üyelerin çok sevdiği gruplar vardır. Kim hangi grubu seviyor öğrenebilir miyiz? Fabian: O kadar çok var ki! Grubun her elemanı farklı müzik altyapısına sahip. Bu yüzden buraya birçok isim yazabilirim ama bunlar, grup olarak değil de tek tek grup elemanlarının beğendiği ve dinlediği gruplar olacaktır. Ben Sister of Mercy ve Das Ich, Sonya Diamanda Galas, gitarcımız King Diamond ve Mercifull Fate, davulcumuz Dream Theatre ve progressive metal, basçımız da her türlü hardcore grubu dinlemeyi sever. Gördüğünüz gibi garip bir karışım söz konusu. Şebokolik: 2007 yılında yaptığınız bir röportajda en iyi albümünüzün “Pleasure And Pain” olduğunu çünkü bu albümle birlikte kendinizi daha da geliştirip vampir akımına daha çok yaklaştığınızı belirtmişsiniz. Artık iki seçeneğiniz daha var! “Anima Noir” ve “Moonlight Waltz”! Bu iki albüm hakkında ne düşünüyorsunuz? “Pleasure And Pain”den daha mı iyiler? Fabian: Size şunu söyleyebilirim ki TDV’nin yaptığı bir albüm asla bir öncekine benzemez. “Pleasure And Pain”, “Anima Noir” ve “Moonlight Waltz” birbirinden farklı üç albüm. Yaptığımız her albüm ruhumuzun, müzik konseptimizin ve hayat görüşümüzün bir parçası ama birbirinden tamamen farklı. “Pleasure And Pain” tamamen bir new wave albümü; yaptığımız yeni tarz müziğin en önemli öğelerinden biri. “Anima Noir” ise elektronik, metal ve rock müziğin bir karışımını içeriyor. Bu yüzden hangisinin en iyi olduğunu söylemek zor. “Moonlight Waltz” ise bence bu güne kadar gerçekleştirdiğimiz en iyi proje. Albümdeki orkestra kısımlarını maestro Luca Bellanova ayarladı. İki keman, bir de çello kullandık. Gerçek enstrümanlar haricinde hiçbir şey kullanmadık. Bunu daha önce sadece iki albümde yapmıştık; “Suicide Vampire” ve “Nightbreed of Macabria”. Ancak bu kez bir klasik müzik yönetmeninden yardım alarak ortaya %100 daha iyi bir albüm çıkardık. Bu tam da aradığımız bir şeydi. Sanırım “Moonlight Waltz” en iyi albümümüz oldu.
Şebokolik: “Moonlight Waltz”u da göz önüne alırsak son üç albümünüzde mutlaka bir şarkıyı cover yapmışsınız. Bunun özel bir nedeni var mı? Fanlarınızdan cover yaptığınız için iyi ya da kötü yorumlar aldınız mı hiç? TDV: Özel bir sebebi yok; tek sebebi cover yaptığımız şarkıları beğenmemiz. Şarkılar genellikle çocukluğumuzla ilgilidir. Son albümde 80’lerde İspanya’da ünlü olmuş “Mercano” grubunun “Figlio della Luna” adlı şarkısını coverladık. Küçükken bu şarkıyı defalarca dinlediğimi hatırlarım. Şimdi de çocukluğumu bir şekilde etkileyen bu gruba saygımdan ötürü kendi grubumla bu şarkıyı coverladık. Şebokolik: Son klibiniz “Carmilla”dan bahseder misiniz? Sonya: “Carmilla” yeni albümümüz “Moonlight Waltz”dan bir parça. Bence klip çekmek için kusursuz bir şarkı. Video Carmilla’nın hikâyesine bizim kendi bakışımız anlatıyor. Bildiğiniz gibi Carmilla, 1800’lerin en ünlü hayalet hikâyeleri yazarı Joseph Sheridan Le Fanu’nun bir romanı. Carmilla’yı özel kılan da edebiyat dünyasının ilk kadın vampiri olması. Bu yüzden ruhunu kendi ruhuma çok yakın hissediyorum. Yazar İrlandalı olduğundan romanda İrlanda halk esintileri var. Bunun yanı sıra da geleneksel gotik kurgusundan da öğeleri görebiliyorsunuz. Carmilla’da bir çeşit İrlanda banshee’si (insanları kovalayan ve aile bireylerinin ölümlerini haber eden bir tür hayalet) var. Aynı zamanda çok güzel biri, beyaz elbise giyiyor ve geceleri ortaya çıkan bazı alışkanlıkları var. Klip çekmek için ideal bir konu. Ayrıca benim kişisel olarak en büyük hayalim bunun filmini çekmek. Klipte ise sadece kısa bir öyküsünü sunduk. İzlemek isterseniz linkini aşağıda verdik: http://www.youtube.com/tdv666
Şebokolik: Kendi ülkeniz dışında en iyi karşılandığınız ülke neresiydi? Şu ülkede keşke tekrar konser versek dediniz mi? Fabian: Her ülkenin kendine özgü kültürü ve müziğe yaklaşım tarzı vardır. bu yüzden kendimizi nerede evimizde gibi hissettiğimizi söylemek çok zor. Ancak Güney Amerika’yı, Rusya’yı ve Doğu Avrupa’yı çok sevdiğimi söyleyebilirim. Buradaki seyirciler diğer ülkelere göre daha ateşli. Yine de biz her yerde konser vermeyi seviyoruz ve Türkiye’de neyle karşılaşacağımızı çok merak ediyoruz. Şebokolik: Türkiye konseriniz Şubat 2011’e ertelendi. Bu konserle ilgili düşünceleriniz neler? Herhangi bir kuşkunuz var mı? Sonya: Türk organizatör herkese konserin neden ertelendiğine dair resmi bir duyuru gönderdi. Konser tarihinin değiştirilmesinde grubumuzun herhangi bir suçu kesinlikle yok. Galiba sorun birkaç teknik aksaklıkmış. Bizden kaynaklanmıyor yani. Bazı sorunlar vardı ve konserin Ekim yerine Şubat ayında yapılmasını daha uygun buldular. İyi olan nokta da o tarihte yeni albümümüz (14 Ocak 2011’de piyasaya sürülecek) çıkmış olacak. Böylece Türkiye’ye yeni albüm, yeni şarkılar ve yeni kıyafetlerle geleceğiz. Adeta Türk hayranlarımıza bir çeşit “Moonlight Waltz” resmi tanıtımı olacak. Şebokolik: Peki, sizce albümde en favori olacak şarkı hangisi? Ve tabii ki grubun favori parçası? Sonya: Klip şarkımız “Carmilla” sanırım gruptaki herkesin en sevdiği şarkı. Ama yaptığımız 12 şarkının hepsi tutacak seviyede. Bu yüzden içlerinden birini seçmek çok zor. Şebokolik: Albümde üç düet gördük. (Snowy Shaw, Cadaveria, Eva Breznikar) Neden bu üçlüyü uygun gördünüz ve nasıl karar verdiniz? Fabian: O isimleri albümümüze konuk etmek bizim için gerçekten büyük bir keyifti. İyi bir iş çıkardılar ve albümün konseptine çok çabuk uyum sağladılar. Snowy Show olağanüstü müzikal sezgilere sahip bir müzisyen. Yaptığı işe kendini adıyor ve güçlü kişiliğe sahip bir profesyonel. Onun yaptığı her işi seviyorum. Cadaveria ve Eva Breznikar da çok yetenekli insanlar ve iyi işler yapıyorlar. Bu yüzden bu isimler albümümüz için çok uygundu.
Şebokolik: Bu albümün teması nedir? Şarkı sözleri kimler tarafından ve hangi duygulara bağlı olarak yazıldı? Sonya: Şarkıları sürekli ben yazarım, besteleri de Fabian yapar. Beraber çalışarak ortak duygu ve düşünceyi yakalamaya çalışırız. Albümün belli bir teması olduğunu söyleyemem ancak sözleri yazarken 1800’lerdeki bir kadın şairin (Christina Georgina Rossetti (1830–1894)) şu satırlarından çok etkilendiğimizi de inkâr edemem: “Ay yorgun mu? solgun gözüküyordu Gizemli peçesinin ardından: Gökyüzünü doğudan batıya ölçtü Ve hiç dinlenmedi.
Şebokolik: Ve tabiî ki olmazsa olmaz sorumuz: Türkiye’den Şebnem Ferah adını hiç duydunuz mu? Röportajınızı “Şebokolik”ten okuyacak olan Şebnem Ferah fanlarına söylemek istediğiniz bir şeyler var mı? Fabian: Onunla ilgili fazla bir şey bilmiyoruz ama Apocalyptica’yla bir düet yaptığını duyduk. Yine de fazla bir bilgimiz yok. Şebokolik: Cevaplarınız için çok teşekkür ederiz. Umarım terlemenize neden olmamışızdır.2011 Şubat konserinde görüşmek üzere! Kanlı günler Sonya: Kan hayattır!
FOTOĞRAF : GÖKHAN MUMCU
Gecenin gelişinden önce Ay kâğıt beyazı gözüküyordu; Gün batmadan önce Kaybolup gitti.”
Bir Grup Anatomisi “Pukku Mikku” Bu sayımız ile birlikte hayata geçirdiğimiz ilerleyen sayılarda da sizlerin desteği ve çalşmalarımızla devam ettirme niyetinde olduğumuz “Bir Grup Anatomisi” adlı konseptte amacımız grupların sadece görsel kısmını değil mutfağınında nasıl olduğunu tam anlamı ile siz Şebokoliklere aktarabilmek. Kuruluşundan,gelişiminden bizlere gelene kadar bir grubun oluşumunda yer almış, emek harcayan,katkı sağlayan herkese o grup ile ilgili düşünceleri ve nasıl katıldıklarını sorup öğrenicez. 9.sayımızda ise Pukku Mikku grubunu ağırlıyoruz.İyi okumalarr :) RÖPORTAJ: MERVE C KARTAL
JANSET - Solist Şebokolik: Müzik ile iç içe oluşunuz bir grubun parçası olmaya kadar getirdi sizi ve Pukku Mikku ile karşımıza bambaşka bir kimlikte çıktınız. İlk önce sormak istediğim şu; bu fikir ortaya nasıl çıktı,bu projeye nasıl dahil oldunuz? Janset: Tekrar merhaba :) Baştaki girişinizi okuduktan sonra biraz düşündüm; belki bu röportajı en son bizimle yapmanız daha doğru olurdu çünkü bu proje: yıllardır birlikte çalan grubun karar verip albüm yapma projesi değil ya da albüm yapmak fikriyle yola çıkmış bi proje değil. Aslında kendiliğinden bu noktaya geldi diyebiliriz. Ben evde şarkı söylerken, Tarkan (Gözübüyük) şaka yollu "sesin de güzelmiş sana albüm yapalım" derdi. (yıl 2005-6 ) Bir süre sonra, "böyle bir şey yapsak nasıl olur?" şeklinde konuşmalar başladı. Şekil olarak nedense animatik görüntüler uçuştu kafamızda. Sonra Tarkan'ın demolarından dinleyip olabilecekleri ayırdık. Ama sözleri yoktu. Bir şeye niyet edince yollar ona göre şekil alıyor ya...Tamamen izleri takip ettik. Konuyu açtığımız kıymetli dostumuz H.Che, grubun adı için PUKKU MİKKU'yu önerdi, bayıldık, aldık kabul ettik. O dönem Los Angeles'tan yeni dönmüş olan müzisyen dostumuz CİHAN BARIŞ'a
projeden bahsettik, müzikleri dinlettik. KIRMIZI BAŞLIK ile geldi Cihan ve proje şaka maka yol almaya başladı. Sonrasında projenin başından beri bizimle olan HALE UTANGAÇ gördüğünüz tasarımları yaparak sanat yönetmenimiz oldu ve hatta üstad dostumuz TURGUT BERKES bestesi güzel şarkı İÇİMİZDEKİ DÜNYA da da geri vokal yaptı. KEREM ÖZYEĞEN gitarının tellerine dokunup çok güzel melodiler kattı...Sağolsun. Fotoğraf çalışmalarında; kostüm ve makyajda, kostümsel zevkimizin çok ortak olduğu ve yine rock and roll ruhlu dostumuz YEŞİM AYDIN ile çok keyifli bir çalışma çıkardık. BİLAL EROĞLU da fotoğrafçılığını konuşturdu. CENK TARHAN da çalışmaları sanal ortama taşıyor. Şarkı listemizde şu an 3 şarkı var. 3.sünü sanırım 6 ay önce paylaştık. O günden beri de fırsat buldukça üzerine bir şeyler eklemeye devam ediyoruz. Şarkıların stüdyo aşamasında da yine çok kıymetli dostlarımızla birlikte yol alıyoruz. (Onları Tarkan daha doğru anlatır) Bu arada projenin şekil alma sürecinde her zaman yanımızda olan dostlarımızın katkılarını da unutmamalıyız. Grubun sanal adresi www.pukkumikku.com dan bu isimlere ulaşabilirler. Yerimiz ne kadar bilmediğim için buraya yazamadım :)
Şebokolik: Herkesin müzik türü zevki,eğilimi farklıdır ama basından takip ettiğimiz ve gördüğümüz kadarı ile çok sıkı bir rock müzik dinleyicisisiniz bu da Radio Contact'ta yapmış olduğunuz “Neysen O” adını taşıyan Rock Müzik programı ile iyice pekişmekte.O yıllar nasıldı biraz bahsedebilir misiniz? Janset: Tesadüfen gördüm Dilek Abla'yı, bileğinde zincirler, siyah giysileri içinde..."cool" dedim. Bize sevdiği rock müzik şarkılarından dinletti, ben daha ortaokuldayım, "waow işte bu" dedim...Sonra babamın gönderdiği video kasetlerin içinden, tv'den çektiği müzik programlarının en bir rock olanları çıktı "bu bi işaret "dedim... Uzun uzun saçlı güzel abileri görünce "bu müzikte iş var dedim :)))"... Sonrasında dinlemekten zevk aldığımız müziklere sahip olmak için neler yaşadığımızı anlatsak film olur. Kıymetliydi yapılan şeyin bir parçası olmak,
önemliydi, kutusuna kıyamazdık, eskimesin diye fazla ellemez, parmak izinden sakınırdık... "Kopya" kasetlerimizin bile kendine has bir karakteri olurdu. Şu an bağırıp durduğumuz "korsan" mantığı, o dönemin kıtlığında, gençlerin bir kaynaktan bulabildikleri şarkıları mümkün olduğunca çoğaltıp, dinleyiciye ulaştırma çabasının uzantısıdır. Biz orjinal cd görmedik ki uzun bi süre. Aradığımız albümün gelmesini beklerdik müzik dükkanına, ordan siparişe göre kayıtlar yapılır, öyle verilirdi. Bir albüme ulaşmak 1 hafta ila 1 ay arasında değişirdi.Grupları dinlerken kafamızda canlandırıyorduk. Görmüyorduk ki...TRT de haftada 1 saat yayınlanan rock müzik içerikli programı cama yapışıp izliyorduk. E durum böyle olunca o dönem her şey kıymetliydi... :) En gaz parçam da MEGADETH "Symphony of Distruction".
Şebokolik: Peki neden Rock, size neyi ifade ediyor? Janset: Aslında sadece rock müzik dinlemiyorum. Dans etmeyi çok seviyorum o yüzden güzel house müzik de severim, türkü de... Önemli olan o an dinlediğiniz müziğin ruhunuza nasıl geldiği. Uyduysa...tamamdır. Ama Rock müzik için bi ifade lazımsa: "Duyguları anlatmanın en delikanlı yolu" diyebilirim. İnsanı harekete geçiren bir ritm anlayışı var ve ben buna bayılıyorum. Şebokolik: Başarılı bir oyuncu,çeşitli projelerde yer almış bir sunucu,ekranların aranan ve sempatik yüzü...Ama hayatının bir köşesinde müzik olan onu yaşayan biri..Janset nasıl bakıyor müzik kavramına? Janset: Aman efenim teşekkür ederim. Müziğin en ilkel şekilde ruhumuzun bir parçası olduğuna inanıyorum. Müziğin en kolay ışınlanma yöntemi olduğunu düşünüyorum. Hayatınızdaki bir an'a ya da döneme tanıklık etmiş bir şarkı varsa... dinlediğiniz an yaşadığınız o ana gidebiliyorsunuz. Vücudumla müziğin bir parçası olup, içinde akmayı seviyorum. Şu an sokaktan gelen sesin bile bir melodisi ve ritmi var. Hayat müzik, müzik hayat. O yüzden etrafımızda dağılmış olan melodileri bir araya getirip bize güzel müzikler dinleten tüm müzisyenlere teşekkür ediyorum. Özel ruhlar bana göre. Hediyelerini bizimle paylaştıkları için şanslıyız :) Şebokolik: Şarkı söylerken neler hissediyorsu-
nuz? Ben şarkı söylemeye kendini bir ifade ediş olarak da bakıyorum aynı zamanda.Sizin bu konuda yorumunuz nedir? Janset: Şarkı söylemek de iyi geliyor bana. Eğleniyorum. Ama stüdyoda kayıt alınırken uyman gereken teknik kısımlar biraz ciddi elbette. Ruhu unutmadan en doğru şekilde söylemeye çalışmak da ayrı bir deneyim. O konuda Tarkan'la sette yönetmenimle çalıştığım gibi çalışıyoruz, hem anlamam hem uygulamam daha rahat oluyor. Bazı noktalarda serbest bırakıyor ama bazı noktalar var ki çok titiz ve hassas o konuda. Mesela kelime vurgusunun doğru olması, melodi ve hecenin doğru uyuşması gibi. İşini seven ve bilen insanlardan öğrenerek, ortaya içinizdekini çıkarmak...çok zevkli. Şebokolik: Pukku Mikku grubunu nasıl tasvir edersiniz? Janset:Altını hassasiyetle çizmek istediğim bir husus var; Bu, zamansız, mekansız bi proje. Müziği seven, bir arada vakit geçirmekten hoşlanan insanların, en saf ve dostane duygularla içine dahil olduğu bir müzik projesi. Bundan sonrasında nasıl şekil alır, bu parçalar bizi nerelere götürür onu hep birlikte görücez. Pukku Mikku masalının, mutfağından dinleyicisine, tüm kahramanlarına Selam olsun :) İlginiz için teşekkür ederim. Meleksi günler Janset
CİHAN BARIŞ - Söz Yazarı / Vokal Şebokolik: Müzik sektöründe özellikle de müzisyen kimliğinizle oldukça başarılı işlere imza atan ve sektöre de aktif olarak hizmet veren biri olarak Pukku Mikku adlı gruba keyboard ve gitar ile eşlik ediyorsunuz.Pukku Mikku ile nasıl tanıştınız? Cihan Barış: Tarkan ve Janset yakın dostlarım ve Pukku Mikku ile projenin ilk oluşum evresinde tanıştım, fakat dahil olmam yaklaşık bir iki sene sonra benim Türkiye’ye dönmemle oldu. Bu sürede onlar projenin üstünde çalışmaya başlamışlar ve bazı altyapılar ve fikirler oluşturmuşlardı.İlk yazılan şarkı “Kırmızı Başlık” ile proje ilk adımı atmış oldu. Şebokolik: Janset'in seslendirdiği Kırmızı Başlık ve Bırakış adlı şarkıların söz ve müziği size ait. Özellikle “kırmızı başlık” adlı şarkı çok beğenildi.Bugüne kadar süregelen kırmızı başlıklı kız masalından çok farklı olması bir ironi taşıması mı idi sevdiren bizlere? Nasıl değerlendiriyorsunuz? Cihan Barış: Öncelikle şarkıların ve Pukku mikku projesinin sevilmiş olmasından dolayı mutlulu-
ğumu belirtmek isterim, ve takip etmekte olan fanlarımıza da teşekkürler.Kırmızı Başlık şarkısının bu kadar çok sevilmiş olmasının nedenlerine gelince,buna tam bir cevap vermek kolay değil. doğal olarak herkese göre değişen çeşitli nedenler sıralanabilir.Sizin sorunuzda belirttiklerinize ekleyebileceğim,basit yapısı altında bir alt mana barındırması,dinleyiciye mental bir imaj uyandırması ve sonunun mutlu bitmesi ekleyebileceğim diğer faktörler olabilir. Şebokolik: Grup ile alakalı olarak ilerleyen zamanlarda yine bu güzel parçalar gibi şarkılar görebilecek miyiz?Ne gibi projeleriniz var? Cihan Barış: Pukku Mikku için üstünde yakında çalışmaya başlayacağımız bir parçamız daha var. Zamanlaması belli olmamakla beraber umarım en kısa zamanda dinleyici ile buluştururuz. Benim ayrıca pek yakında kendi ismimle çıkarmaya hazırlandığım psychedelic electronic solo albümüm "iseenoi", DISKOmUnIST ismi adı altında devam eden DJ-Producer çalışma ve etkinliklerimi, çeşitli remix projeleri ile, Mooncat Music’den devam eden reklam ve film müzik prodüksiyon çalışmalarını diğer güncel projelerim arasinda sayabilirim.
TARKAN GÖZÜBÜYÜK - Prodüktör Şebokolik: Teoman, Mor ve Ötesi, Demir Demirkan, Şebnem Ferah gibi birçok önemli isim ile birlikte çalıştınız. Onların prodüktörlüğünü üstlendiniz. Şimdi ise sizi Pukku Mikku grubu ile birlikte çalışırken görüyoruz. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu grubu? Tarkan Gözübüyük: Yıllardır çok değerli grup ve sanatçılarla farklı projelerde bir araya geliyoruz. Yaptığımız albümler genellikle ciddi bütçelerle ve önceden tespit edilmiş zaman dilimleri içinde son derece profesyonelce hazırlanıyor.Teknik standartlar ve estetik tercihler belirlenirken,çalıştığımız isimlerin kariyerleri,yapım şirketlerinin imkanları,dinleyicilerin beklentiler ve buna benzer bir çok parametreyi gözeterek hareket ediyoruz. Pukku Mukku ise bu çalışma şeklinden farklı olarak herhangi bir stile yahut programa bağlı kalmadan yürüttüğümüz,işin ticari boyutundan tamamen bağımzıs bir proje. Şebokolik: Kafanızdaki Pukku Mikku nasıl bir yerde? Yani yapmak istediğiniz ile şu anki hali örtüşmekte mi?
Tarkan Gözübüyük: Pukku Mikku, internet ortamında sergilenen bir sanal müzik projesi. İsim babası Hasan Çetin. Janset,Cihan Barış ve ben grubun çekirdek kadrosu oluyoruz.Hale Utangaç ise vokal desteğinin yanında görsel içeriği hazırlıyor.Çevremizdeki bir çok yakın dostumuz da bazen beste ve sözleriyle,bazen enstrümanlarıyla,bazen de çalışmaların sunulması ve tanıtılmasına katkı yaparak ekibe dahil oluyorlar.Her geçen gün sürpriz konukların da katılımıyla repertuvarımızı çeşitlendirmek niyetindeyiz. Şebokolik: Bu grup ile ilgili kafanızdaki illa ki planlarınız vardır. Daha iyi nasıl olabilir, ne gibi yenilikler katılabilir, daha farklı ne gibi çalışmalar yapılabilir. Bunlar hakkında neler düşünüyorsunuz? Tarkan Gözübüyük: Bence bu projenin özelliği, boş zamanları eğlenerek ve müzik yaparak geçirmek dışında bir plana tabi olmaması. Önümüzdeki günlerde kaydetmek istediğimiz bir kaç yeni şarkı var. Olayların akışı içinde hazır oldukça bu parçalar da pukkumikku.com'dan yayınlanmaya devam edecek.
Şebokolik: Prodüktörlerin işi sanıldığından ya da anlaşıldığından daha zor. Albümün çalışmalarını başlatmak, koordine etmek, müzisyenleri, stüdyoları ayarlamak, albümün başlangıcından bitişine kadarki tüm safhaları ile ilgilenmek. Bu kadar yoğun bir tempoda ne gibi zorluklar ile karşılaşıyorsunuz? Bunları en aza indirmek için aldığınız önlemler oldu mu yıllar boyunca?
önce yaptığımız işlerden öğrendiklerimiz ışığında teknik ekip ve müzisyenlerin en verimli olabileceği ortamı sağlamaya çalışıyoruz.
Tarkan Gözübüyük: Prodüktör rolünü üstlenen kişinin,yapım süresince atılacak her adımı önceden planlaması ve beklenmedik durumlarda pratik çözümler üretebilmesi gerekiyor. Her projenin kendine göre farklı hassas noktaları oluyor.Daha
Tarkan Gözübüyük: Şebnem Ferah, ben de dahil olmak üzere ülkemizde bir çok müzik sever için ilham kaynağı olmuş, çok özel bir sanatçı. Derginiz aracılığıyla kendisine hayat boyu sağlık, mutluluk ve müzik dolu günler diliyorum:)
Şebokolik: Dergimizin ilham kaynağı olan ve sizin de uzun yıllar boyunca çalışma imkanı bulduğunuz Şebnem Ferah'a söylemek istedikleriniz var mı?
HALE UTANGAÇ - Sanat Yönetmeni / Geri Vokal Şebokolik: Tasarımlarınızla bir çok albüme hayat verdiniz,görsel olarak bizleri hayran bıraktınız fakat bu sefer Pukku Mikku’nun sanat yönetmenliği ile karşımıza çıkmaktasınız ve aynı zamanda gruba da dahilsiniz.Pukku Mikku’yu anlatmanızı istesem? Projenin size gelişi, değerlendirme aşamaları... Hale Utangaç :Teşekkür ediyorum :) Proje bana geldi demek doğru olmazdi ama projenin içinde idim zaten bir şekilde, aramizda paylaştiğimiz ve geliştiğini hep beraber gördüğümüz bir durumdu bu. Ve görselleştirilmesi de öyle oldu diyebiliriz. Her birimiz birbirini çok iyi anlayan ve bilen insanlar olarak,hiç bir sipariş ve ticari bir kaygımız da olmadığından, dilediğimizce oynadığımız bir oyun oldu;ama burada önemli olan Pukku Mikku ekibi, profesyonel ve yetenekli insanlardan bir araya geldi ve buna güvenimiz sonsuz.Hem görsel olarak hem de sesimle bir varlik katmaya çalıştım.Ve çok eğlendim. Şebokolik: Tasarımcı kimliğinizin yanı sıra İçimizdeki Dünya adlı parçada geri vokalde yaptınız? Biraz anlatabilir misiniz.. Hale Utangaç: “İçimizdeki dünya”, benim de dinlemekten ve tanımaktan mutluluk duyuduğum Turgut Berkes’in bildiğiniz üzere ama ben de bahsetmeden geçemeyeceğim.Tarkan ve Janset bu şarkıdan söz ettiklerinde ve back vokal yapmamı istediklerinde çook heyecanlandım.Müzik benim açımdan dünyaya bırakılmış ve insanlığın keşfettiği en önemli kavram bence ve var olduğumu hissettiğimden beri de var içimde.Şarki söylemeyi ve performe etmeyi seviyorum sadece.Farklı projeler ve reklam jingle’larında da söylüyorum.Hobi belki
de ama hobi aslında insanın işidir.Bir şekilde zaten hep müziğin de içindeydim diyebiliriz. Şebokolik: Peki,sitenin tasarımından biraz bahsedebilir miyiz?Cezbedici bir kızıllık ve asil bir renk olan siyah.İki rengin ritmini,dansını sevmeyen yoktur fakat olağanüstü bir konsept.Nasıl gelişti? Hale Utangaç:Siteden önce aslında görsel bir fikirle yola çıktık. Huluppu ağacimiz yani davul ve tokmak’ın yapıldığı ağaç.Sitemizi ziyaret edenler şiirini veya hikayesini diyelim, oradan okuyabilirler.Ağacı sembolize etmek, müziğe ve ritme hayat veren duyguları da yaprakları ile ifade etmek bizim bu ağacın etrafına birçok anlam yükleyebileceğimiz bir alan bıraktı. Ve illustrasyon tarzını da o masalsı ifadeye uyguladık çünkü “uzaklarda bir yerde” hissini de alsın insanlar. Zaman içinde gelişen durumlar bir de bunlar. Her şarkının ayrı bir fikri var.İçimizdeki Dünya biraz sert bir ifade olduğu halde çok derinden gelen bir kırmızı, kan gövdeyi götürecek derken kalbimizden söyleriz gibi bir resim, ve sahne ortaya çıkıyor. Bırakış ise tamamiyle ruh yansıtma oyunundan gittiğimiz, Photoillustration tekniği kullanarak oluşturduğum bir kolaj. ve sanki perdeli bir kameradan bir tiyatro sahnesine bakıyormuşuz gibi bir anlatımı var. Nostaljik ve dark, fakat şarkının tarzına uygun bir iş oldu.Kırmızı ve siyaha gelince,ikiside çok sert ve net renkler. Bize çok yakıştığını düşünüyorum.
YEŞİM AYDIN - Makyaj ve Kostüm Şebokolik: Günümüz koşulları öyle bir hal aldı ki görselliğin hemen hemen her yerde ön plana çıktığı bir çağdayız artık.Yeşim Aydın bu arada Pukku Mikku için devreye girer ve göze hoş gelecek o güzel kostümleri tasarlar ve makyajı yapar. Biraz bahsedebilir misiniz proje aşamasından. Size nasıl gelindi,Hazırlıklar nasıldı? Yeşim Aydın: Janset ve Tarkan benim yaklaşık 13 yıllık arkadaşlarım. Beraber Londra'da Ozzfest'e gitmişliğimiz bile var. Rock and roll konsepti kıyafetler yapmaktan ayrı bi keyif alıyorum. Janset de her zaman beğenerek giyer yaptıklarımı ya da aldıklarımı. Ben de aldığım ya da tasarladığım şeyleri onun üstünde görmeyi seviyorum,
taşıyor. Pukku Mikku projesini bana anlattığı dönem Londra'daydım. Fotoğraf çekimine uygun olabileceğini düşündüğüm bi takım kostümler aldım. Sonra İstanbul'a döndüğümde çekimleri yaptık. Makyajı da benim yapmamı istedi, konsepte uygun bi makyaj tasarladık. Hale Utangaç, Bilal Eroğlu ve Janset'le birlikte hem pratik hem şık bi çekim yaptık. Sonrasında da Hale gördüğünüz zarif, bir okadar da cesur tasarımı yaptı. İçinde yer almak hoşuma gitti, yolumuz açık olsun diyorum. Şebokolik: Pukku Mikku'yu siz nasıl tasvir edersiniz? Yeşim Aydın: Eğlenceli, cesur, dişi :)
Hayal Bistro - 27 Ekim 2010 Akşamı RÖPORTAJ: GHOSTROCKER OLİVİA ÖZGE GEÇKİL - NİGAR SELVİ
Erdem Yener röportajını, Şebokolik Tv’den izleyebilirsiniz...
FOTOĞRAF :ALPHAN ESELİ
Şebokolik :5-6 yaşlarında piyano çalmaya başlayıp,çocuk yaşlarda beste yapan aşina olduğumuz bir müzisyen geçmişi vardır ama siz 18 yaşınızda ilk enstrümanınız olan gitarı elinize alıyorsunuz.Herkes bazen geç mi kaldım acaba diye düşünebilir .Siz neler düşündünüz ilk aşamada?
settiğim döneme aittir şarkılar. ve “Bir adamın anlatmak istediği hikayeler.” diye tanımladığınız ilk albümünüz “Kirli” 2008 ekim ayında piyasaya çıkmıştı.2 yılda ne kadar uzaklaşabildiniz bu duygulardan,bu kirlilikten?
Şebokolik :Müzik yaşantınız gitarı elinize almanız ile birlikte ciddi bir artan ivme ile harekete geçti ve +4 kuruldu.+4 kendiliğinden mi oluştu yoksa bir grup kurma arayışı içine girdiniz mi? Biraz bunun hikayesinden bahsedebilir misiniz?
Şebokolik :Albümde ‘Belki’,’Hayvan’ ve Geç isimli parçaları çok da orijinal bir şekilde kliplendirdiniz. Yeni albümden önce bol bol klip çekeceğinizi duymuştuk zaten.Peki şu anda sırada olan bir klip var mı?
Erdem Yener : Gitarımı elime aldığım güne kadar bir grup fikri yoktu. Son zamanlarda grup müziği yapmakla ilgili hayallerim oluşmaya başladı. Daha sert müzikler dinlemeye başladım. Speed metal, Death metal gibi türler Slayer’ın bile hafif geldiği yıllar oldu. Esas Metallica’yı görünce tamam dedim işte biz bunu yapmalıyız.
Erdem Yener :Bir klip çektiğim zaman onun bir şey anlatıyor olmasına çok özen gösteririm yani anlam yüklü olmalı. Bütün eşim dostum yönetmen, görüntü yönetmeni, prodüktör dolayısıyla klip çekelim dediğimiz zaman öylesine bir klip olmuyor biri bir şey söylüyor öbürü bir şey söylüyor derken ortaya dev bir prodüksiyon çıkıyor. Benim bir şarkıyla ilgili bir klip fikrim var yinede hayata geçirmek biraz zor sadece parayla çözülecek bir durumda yok. Umarım sene bitene kadar bir sürpriz daha yaparım.
Erdem Yener :Anlatmak istediğim saf temiz insan yıllar önce yaşayan insan nasıl yaşamak gerektiğini Erdem Yener :Aşırı derecede Michael Jackson hay- biliyor bir hayatta nasıl bir ömür geçirebileceğini ranlığından oldu onun gibi insanları gördükçe ben- biliyor o insan. Biz artık bilmiyoruz peki neden ? de öyle olmak istedim. Müzik öğrenmek isteyenle- Çünkü bir şekilde bir medeniyet oluştu hayatta re verilen ilk şey blöftür işte bende blöf yapıyorum kalmak sadece tek başına önem arz etmiyor artık ama yapmak istediğim şey bu değil. Henüz reşit güzel görünmek, iyi görünmek, güçlü görünmek değilken gitarım oldu. Ankara’da böyle başladım. gibi bir takım faktörler var artık dolayısıyla insanBen bunu yapmak istiyorum dedim kendime ama lar bunu sağlarken bir takım maskelere bürünüyor kirlilikten kastım bu içinde bulunduğumuz durumasıl beni ateşleyen Metallica’nın İstanbul’da Ali da bundan kurtulmak mümkün olmadığı için en Sami Yen stadında vermiş olduğu konser olmuştu. Ondan sonra grubu kurduk ve ben müziği bırakma- doğrusu insan olarak bize en uygun kimliği kabul etmek. dım.
Şebokolik :İstanbul dışında müzik yapmaya başlayan herkes,her grup kendisini hazır hissettiğinde ya da daha fazla yol kat etmek istediğinde İstanbul’a geliyor.Oysa her geliş beklentileri karşılamıyor,alışma süreci zorlu oluyor vs. Siz neden Ankara’yı bırakıp İstanbul’a gelme kararı aldınız? Erdem Yener :Ben bunu grubumla yapmak istedim yapamamamızın nedeni hayat her zaman aynı hızda ilerlemiyor. 2002’de biz +4 ile bir yarışma programa katıldık aynı programa İstanbul’dan Kafein, Ankara’dan beraber gittiğimiz Manga vardı. Emre Aydın’ın 6. Cadde adında bir grubu vardı. Mavisakal grubu ailecek düzenlemişti bu yarışmayı. Prodüktör Murat Tümer grubun davulcusu, logoyu yapan Kaan Altan, sesleri Tibet Ağırtan ayarlıyordu ve Tanju Eren’de montajlıyordu. Bende onlarla birlikte çalışmaya gayret ettim. Şebokolik :Hepimiz gerçek benliğimizden uzaklaşmış halde kirliyiz...Kendimi en çok kirli his-
Şebokolik :Bir albümün stüdyo döneminde aranjörden tonmaisterına kadar her aşamada görevli birileri vardır.Tek adam olmak ise ‘deli işi’ sizin deyiminizle:)Bu kadar kısa zamanda müzik konusunda nasıl eğitebildiniz kendinizi?Oysa her şey bir gitarla başlamıştı:) Erdem Yener :Tek adam olmak başarı değil benimki biraz imkansızlıklar yüzünden böyle oldu. Ben bir stüdyonun boş zamanlarında çalışarak albüm yaptım. Benimki biraz mecburiyetten tek adamlıktı. Şimdi ise giderim bir aranjöre böyle bir şarkım var, böyle bir modu var sen bunun ilgili bir depo toparla üstünde konuşalım. O yapar eder yorum yaparsın bir yerde uzlaşırsınız. O zamanlar tek olmamın nedeni yetenek ya da başarı değil mecbur olmamdı.
Şebokolik :Aslında müzik yapıyorum deseniz de oyunculuğu da geri planda tutmuyorsunuz hiç. Hatta müziğinizden çok oyunculuğunuzu bilenler bile var.Her konuda mükemmel olabilme arzusu mudur bu? Yoksa yetenek ile alakalı mı tutuyorsunuz.Biraz oyunculuk serüveninizden bahsedelim isterseniz... Erdem Yener :Yapıyor olmaktan mutlu olduğum şeyleri yapmaya çalışıyorum. Oyunculukta bunlardan bir tanesi. Dolayısıyla yapmaktan mutluluk duyuyorum. Bir kaç tane iş yaptık geri dönüşleri büyük oldu buda beni bir yandan motive ediyor. Şöyle düşün bir espri yaparsın arkadaşlarının çok hoşuna gider ikinci espriyi yapmak için yeterli enerjin, cesaretin olur. Bu oyunculukla ilgili bir an gaz geldi ve coştum iyide gidiyor eğleniyorum. Eğlendiğim sürece de yapmak istiyorum. Şebokolik :Yuvaya nasıl dahil oldunuz? Bu ilk dizi setiniz sanırım.Nasıl gidiyor,her şey yolunda mı? Erdem Yener : Benim aynı zamanda müzisyen olan bir arkadaşım var dizininde yönetici yapımcısıdır dizi daha cast aşamasındayken öylesine bir konuştuk ama olmadı. Daha sonra dizi yayına girdi kadroda çok iyiydi ve açıkçası oynamak istediğimi söyledim neticede BKM’nin takdir ettiğim bir vizyonu var onun üzerine konuşmaya başladık o sırada Avea reklamları da yayına girdi ve hepsi üst üste geldi sonuç olarak Şen Yuva’ya katıldım. Şebokolik :Sürekli aynı rolü canlandırmak ve tekliflerin hep bu yönde gelmesi oyuncunun kendisini geliştirmesi açısından talihsizliktir çoğu zaman.Komedi dışında farklı rollerde kendinize güveniyor musunuz ? Farklı rollerde seyirci karşısına çıkmayı düşünüyor musunuz ? Erdem Yener :Evet düşünüyorum çok sağ olsunlar oyunculukla ilgili benimle ilgilenen çok insan oldu. Ben sadece o ana dek çok eğleneceğim işlerin peşinden gittim. Tabiî ki benim için oyunculuk sadece komediyle sınırlı değil ben sadece komiklik yapmıyorum. Şu anlama gelir o zaman müzik yapıyorsam sadece şu tarzda yaparım başkada yapmam gibi keskin bir şey olur. Dolayısıyla oyun-
culuk oyunculuktur. Ben dram kısmıyla da ilgiliyim. Komedide heyecanlanmak daha kolaydır komikse komiktir ama dram, dramsa dram değildir. Bir ölçüsü vardır. Komiklik her türlü komikliktir aşırı derecede sulandırılmadığı zaman. Şebokolik :Şu an çok ünlü bir telefon şirketinin reklamlarında oynuyorsunuz ve artık tüm gençliğin ağzında dolaşan “Avea’lı olmayanlara iyi davranın” sloganı reklamın başarısını kanıtlar neticede.Teklif size nasıl geldi,kabul etme süreciniz nasıldı ve de oyunculuk yapan biri olarak reklamlara olan bakış açınızı alabilir miyiz? Erdem Yener :Yıllarca reklam filmlerinde de çalıştım son 4 senemi cast direktörü olarak geçiriyorum ama ondan önce işin reji kısmında da yer aldım ve dünya çapında bir sürü şirketin house reel veya show reel’larını da izledim yani reklam izleme konusunda çok donanımlıyım. Tabiî ki dünyaya bakacak olursak biz bazı noktalarda o kadar özgür olamaya biliyoruz biz reklam sektörünün gücüne biraz geç uyanmış bir ülkeyiz reklam sektörünün gelişmesi biraz da reklam verenlerin vizyonuyla doğru orantılı. Zaman içerisinde daha da gelişeceğine inandığım bir şey. Oturması için biraz daha zamana ihtiyacı var. Şebokolik :Biyografinizden gördüğümüz kadarıyla çok başarılı bir Erdem Yener var karşımızda peki aileniz tarafından hiç baskı gördünüz mü ? Mesela kimyager ol doktor gibi baskı yapanlar oldu mu ? Erdem Yener :Biz 6 kardeşiz benden önceki 5 büyüğümün de hayatta en çok istediği şeylerden bir tanesiyim. Özellikle ağabeyimin. Ben doğunca doğal olarak geri kalan 5 kişinin oyuncağı oldum. Çünkü benden sonraki en küçük kişi benden 9 yaş büyük. 12 aylıkken konuşmaya başlamışım, 4 yaşında okuma yazmam vardı. Çünkü ailem tarafından sürekli bana bir enformasyon vardı herkes tarafından bir şeyler öğretildi. Okulda bile hiç çalışmazdım, çalışmadan geçerdim. Tabi dolayısıyla liseye gelince bir tökezleme olmuştu. Ailemle sürekli esprisini de yaparız oğlum sana yapma demiyoruz yap ama hobi olarak yap gibi,kabul ettirmek zor oldu.
Şebokolik :Çok erken yaşlarda söz yazarlığına başlamışsınız. Sizi söz yazmaya iten neydi ? Erdem Yener :Klasik espriyle karşılık vereyim, sanat aşkı :) ben mesela kirli albümünde de yazdığım sözlere bakarsanız birinden bahsediyordum aslında bahsettiğim kişilerin hepsi benim. Senden bile bahsetsem sana bir şey söylemiyorum aslında benim sana baktığım zaman hissettiklerimi söylüyorum yani yine benimle ilgili. Bireysel olarak birinden etkilenip yazdığım bir şey yok. Şebokolik :Erken yaşlarda sanata atılan kişiler genellikle yalnız bir çocukluk geçirir. Arkadaşlarınızın size yaklaşımları nasıldı ? Erdem Yener :Ben çok iyi bir çocukluk geçirdim. Annemin babamın beni zorla içeriye sokmaya çalıştıklarını biliyorum. Öğretmen sorardı mesela büyüyünce sen ne olacaksın ? birisi avukat birisi doktor birisi mühendis bende artist derdim herkesin gülmesi gibi bir şey olurdu tabiî ki. Şebokolik :Bu işe ilk başladığınız zaman size iyi bir oyuncu yada sanatçı olacağınız söylense ne derdiniz ? Erdem Yener :Tabiî ki olacağım derdim. Zaten benim bu kadar sivri konuşuyor olmama çok gülüyorlardı. Çünkü benim doğup büyüdüğüm mahallede bir örneğim daha yoktu neden gülmesinler ki :) Şebokolik :Rock müzik tavrı itibari ile hayatımla örtüşüyor olabilir ama yaptığım müziğe göre yaşayacak kadar kirlenmedim henüz..Rock müziğin içinde barındırdığı karamsarlık,isyan ve karşı çıkışın sizin hayatınızda yeri yok mu? Erdem Yener : Rock müziği şöyle tanımlamak daha doğru olur aslında çok yoğun bir enerjinin getirdiği bir tavır o. Çok mutlu olmakta olabilir. İlla of ya ben annemi kestim babamı vurdum gibi bir ruh haline girmek değil. Çok üzgün olmakta olabilir. Yani bir enerji patlaması. O yüzden mesela daha çok ergenlik zamanında dinlersin. Bunun için hayatta ki tek kavgam kendimledir. Şebokolik :Seçim yapmak durumunda kalsanız müziği mi oyunculuğu mu tercih edersiniz? Erdem Yener:Tabiî ki müzik. Ben müzik dışında her
şeyi zevk aldığım için yapıyorum. Müziği de zevk aldığım için yapıyorum ama bunun dışında bir şey daha var ben müzik yapmadan yapamıyorum. O benim yaşamam için gerekli bir şey. İsterim ki ben yapınca sende duy bunun için uğraşıyorum. Oyunculuk ve diğerleri beni mutlu ettiği sürece var. Müzik beni mutlu etmese de var. Şebokolik : Türkiye’deki müzikle ilgili görüşleriniz ya da eleştirileriniz neler ? Erdem Yener :Biz tam olarak ne sevdiğimizi bilmiyoruz. Son zamanlarda çok sevdiğim arkadaşlarım Manga, Emre Aydın o kadar başarılı oldular ki bazı uyanıklar da bu sıralarda rock müzik iyi gidiyor bunu yapalım demeye başladı. 1980 yılında çıkmış Bonjovi albümünün taklidi gruplar çıkmaya başladı. Piyasa şimdi buna kayıyor gibi bir durum var ortada. Aslında kimse buna kaymıyor. Sen sanatçı sıfatıyla asıl yapmak istediğin şeyi yapacaksın onun bir alıcısı vardır ya da yoktur ama biz neyin alıcısı varsa onu yapmaya çalışan insanların bulunduğu bir sektörde uğraşıyoruz ve insanlar buna alışıyorlar. Alıcısı çıksın diye iş yapmak seni ahlaksız yapar. Şebokolik :Son olarak Şebnem Ferah hakkında görüşlerinizi alabilir miyiz ? Erdem Yener :İlk çıktığı zamandan beri dinlerim. Saygısızlık etmek istemem bilmem kaç yaşındaydım onu gördüm diyeceğimde oda netice itibariyle müziğe çok erken yaşlarda başlamış birisi . Kadın albümünün çıktığı zamanı hatırlıyorum da şapkam uçmuştu. Mükemmeldi. Ben o zaman İskenderun’da yaşıyordum Şebnem Ferah gelmişti albümden birkaç ay sonra falandı hemen gitmiştik. Yanlış olmasın ama sanırım Şebnem Ferah benim izlediğim ilk konseriydi. Bunca yıl sonra sahne performansından en ufak bir şey kaybetmeyen karizmasını her geçen gün arttıran çok özel bir kadın. Çok fazla bir şey söylemenin anlamı yok çünkü Şebnem Ferah. Sana bana kalmıyor onu tarif etmek :) Şebokolik :Sorularımız bu kadardı. Röportajımızı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Başarılarınızın devamını dileriz. Erdem Yener :Siz alkışladığınız sürece gaza gelip devam edeceğim. Ben teşekkür ederim.
RÖPORTAJ: NİGAR SELVİ
“Ceren Aksan”
FOTOĞRAF : MEHMET TURGUT
Müziğin Eline Doğan Keman Virtüözü
Şebokolik:Aslında geleceği doğduğunda belli olan insanlardansınız. Bale öğretmeni olan bir anne ve tonmayster olan bir babanın kızı, aynı zamanda TRT’ye ömrünü adamış ünlü besteci Muammer Sun’un torunu… Sanatın yolunda ilerlemek sizin için tartışmasız tek yol muydu yoksa farklı bir gelecek hayaliniz var mıydı?
kayıtlarında kemanınızla onlara eşlik ettiniz. Bu çalışmalar nasıl gerçekleşti ? Senfoni orkestralarından sonraki farklı tecrübeler müzik hayatınızda değişiklik yarattı mı ?
Ceren Aksan:Bu bir seçimden çok hayatımın bana getirdiği şanslardan birisi oldu. Farklı bir gelecek hayal etmedim fakat veteriner olmayı da çok isterdim.
Ceren Aksan:Ben her zaman farklı müzik dallarıyla ilgileniyordum. Rock, Jazz, R&B, Hiphop, pop, Elektronik, Triphop, Lounge, House, çok çeşitli müzikler dinlerim ve bu dinlediğim müziklere kemanımla eşlik etmekten her zaman keyif aldım. Müzik benim için tek bir türe sığdırılamayacak kadar büyük bir dünya.
Şebokolik:Daha 9 yaşında piyano dersi almaya başlamıştınız. Bu sizin isteğinizle mi gerçekleşmişti?
Şebokolik:Kemanın dışında hangi enstrümana yakın hissediyorsunuz kendinizi? Yani keman olmasaydı ne olurdu?
Ceren Aksan:Evet, piyano halen çok sevdiğim bir enstrümandır fakat artık eskisi kadar iyi çalamıyorum :) Çok severek piyano çalışırdım küçükken..
Ceren Aksan:Nefesli çalgıları çok seviyorum, klarinet, trompet, saksafon, flüt favorilerim. Piyanonun masum ve dramatik tınısına da hayranım. Çello sesini de çok severim. Ney ve kanun gibi türk enstrumanları da bana hep mistik ve yakın gelmiştir.
Şebokolik:Gelecekte hayatınızın büyük bir parçası haline dönüşeceğinden belki de habersiz olarak konservatuarda elinize bu kez kemanı aldınız ve hiç bırakmadınız. Neydi sizi bu enstrümana çeken şey? Ceren Aksan:Bir film izlemiştim, filmde benim yaşlarımda bir çocuk arkadaşları dışarıda top oynarken onlarla birlikte oynamak yerine evde keman çalışıyordu, enstrümanıyla başbaşa kalıyordu. Onun bu tutkulu ve çalışkan halinden, kemana duyduğu aşktan etkilenmiştim. Şebokolik:Konservatuardan sonra Hacettepe Akademik Senfoni Orkestrası’yla çalmak başta olmak üzere daha birçok orkestrayla turnelere çıktınız. Senfoni orkestralarında çalmak ve sahnede oldukça kalabalık bir grupla müzik yapmak nasıl bir deneyim? Ceren Aksan:Türkiye’deki neredeyse her orkestrayla çalıştım, orkestracılık solist olmaktan çok daha başka psikolojide bir iş. Öncelikle egonuza hakim olmayı öğreniyorsunuz ki bu hayatta da insanın işine yarayan bir eğitim oluyor. Gruba dahil olduğunuz ve hep birlikte olduğunuz zaman yakaladığınızın ruhun, bu işin tılsımı olduğunun bilincinde olmanız gerekiyor. Ben solist çaldığım gruplar ve resitaller dışında orkestracılık yapmaktan çok büyük zevk alıyorum. Konser bittiği zamanda savaş kazanmış bir ordunun bireyi gibi hissediyor insan :) Şebokolik:Daha sonra Brazzaville, Sertab Erener,Teoman, Zülfü Livaneli, Ferhat Göçer, Hande Yener, Kerem Görsev gibi ünlü sanatçı ve müzisyenin sahne performanslarında ve albüm
FOTOĞRAF : CEREN AKSAN
“Fotoğraf benim için tıpkı müzik gibi kendimi ifade etmemi sağlıyor. Kelimelerle anlatamadıklarımı, duygularımı, düşüncelerimi kısacası içimdekileri dışa vurmama yardımcı oluyor. Duygularımı başkalarıyla paylaşmak benim için bir keyif ve meditasyon...” Peki, notalarla ifade edebildiklerinizi kadrajınıza aktarabildiğinizi düşünüyor musunuz? Ceren Aksan:Aktarmaya çalışıyorum, bunun yollarını arıyorum diyebiliriz. Hayat her zaman arayış içinde geçen, kendimizi geliştirmek için her daim çabaladığımız bir süreçtir diye düşünüyorum. Bu yüzden hiç bir zaman “tamam ben oldum artık” demedim ve demeyeceğim. Ama çalıştığımı, emek verdiğimi ve bunun karşılığını olumlu şekilde aldığımı söyleyebiliyorum. Şebokolik:Fotoğrafçılıkta kendinizi geliştirmek için neler yaptınız? Kurslar, kitaplar vb ek bir çalışma yaptınız mı? Ceren Aksan:Gözlemledim, denedim, araştırdım, inceledim, çalıştım...Bir kurs veya kitap gibi kaynaklara başvurmadım. Mehmet Turgut, Nejat Talas gibi işlerini beğendiğim yakın arkadaşlarımdan bir kaç konuda bilgi aldığım oldu. Genel olarak kendim deneyerek ve çalışarak keşfettim. Şebokolik: 2008 yılında ilk fotoğraf serginizi açtınız. Eleştiriler ne yöndeydi, sizi nasıl etkiledi? Ceren Aksan:Harika bir gündü benim için, beklediğimden de çok ilgi gördü. Tanıdığım tanımadığım yüzlerce insandan çok güzel tepkiler aldım. Sergide yaklaşık 30 fotoğraf sergiledim ve hiçbirini satmayı düşünmememe rağmen günün sonunda hepsi ısrar üzerine satılmış hatta yoğun ilgi gösteren ve istedikleri fotoğrafları almaya yetişememiş insanları kırmamak için ikişer üçer ekstra siparişler alınmıştı. Fotoğraflarımı anlamaları, hislerimi paylaşmaları beni çok motive etmişti. İletişim kurabildiğimi o sergide iyice anlamıştım. İnsanların çektiğim fotoğrafları beğenip evlerinin, işyerlerinin duvarlarına asmak istemeleri beni çok onurlandırmıştı. Şebokolik:Sürekli takip ettiğiniz veya hayranlık duyduğunuz fotoğrafçılar var mı? Ceren Aksan:Sürekli takip ettiğim belirli kişiler yok fakat özellikle portre ve moda üzerine profesyonel
olarak çalışan tüm fotoğrafçıları elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Şebokolik:Sizinle ilgili sorularla röportajımı sonlandırmak istiyorum; size göre başarılı olmak nedir? İnsanoğlu hiçbir şekilde doygunluğa erişemez fakat sizin tamam istediğim her şeyi yaptım diyebileceğiniz bir doruk noktanız var mı? Ceren Aksan:Ben hayatta bulunduğum her noktada minnet duygusu yaşayan biriyim, bu gün hayatım son bulsa “tamam zaten istediğim şeyleri yaptım, istediğim gibi bir insan olmak için çalıştım, içim rahat” diyebilirim. Ama elbetteki daha yapmak istediğim çok şey var ve yaşadığım müddetçe en büyük emelim bu dünyaya varoluşumla bir katkı sağlamak ve üretmek olacak. Şebokolik:Ceren Aksan müzik(keman) ve fotoğraf çekimi dışında vaktini nasıl geçirir? Ceren Aksan: İşkolik diyebilirim kendim için ama eğer işlerimi bitirdiysem mutlaka keyfim için bir şey yapıyor olurum.Evimi çok severim, eğer dışarıda işim yoksa çoğunlukla evimde olurum. Sevgilim ve köpeğimle huzurlu bir hayat yaşıyorum. Doğayla iç içe olmayı da çok seviyorum. Geceleri projeksyonda film izlemeye bayılıyorum. Şebokolik:İleriye yönelik projeleriniz illa ki vardır.Heyecan verici olanlardan birkaç ipucu alsak ..:) Ceren Aksan:Çok sevdiğim bir grup için klip çekeceğim yakında ama süpriz olsun :). Şebokolik:Misafirimiz olduğunuz için teşekkürler:) Ceren Aksan:Ben teşekkür ederim, herkese sevgiler.
FOTOĞRAF : GÖKHAN MUMCU
Şebokolik: Bundan yaklaşık 3 yıl önce de sanatın başka bir dalında; fotoğrafçılıkta profesyonel anlamda çalışmaya başladınız ve fotoğrafa olan ilginizi şöyle ifade ettiniz:
Radyolarda B Dinçer Tu “Akşam
RÖPORTAJ: MERVE C KARTAL
Rock Fm 94.5’de yaptığı “A müzisyenlerine yer veren
Blues Zamanı uğmaner ile Treni”
Akşam Treni” programıyla Blues müziğin en iyi grup ve Dinçer Tuğmaner, Şebokolik Dergi’nin konuğu oldu.
Şebokolik: Öncelikle hoşgeldiniz:) Sizi bilmeyenler için biraz kendinizden bahseder misiniz? Sizi sizden dinlemek illa ki çok daha farklı olacaktır:) Dinçer Tuğmaner: Tabi ki de… Dinçer Tuğmaner, İstanbul doğumlu, 33 yaşında, gerçek işi web tasarımcılığı olan ama hobilerini de neredeyse işe dönüştürmüş bir Türk gencidir. Şimdi hobi olarak fotoğrafçılık ile ilgileniyorum ama o kadar yetenekli değilim galiba. Şebokolik: Sizi Rock Fm’de yayınlanan “Akşam Treni” adlı programın makinist koltuğunda görüyoruz. Program ile ilgili sorulara geçmeden önce radyoculuğa nasıl başladınız biraz bahseder misiniz? Dinçer Tuğmaner: Birkaç sene önce tesadüfen tanıştığım ve internet üzerinden yayın yapan bir radyoya sahip bir dostum sayesinde girdim radyoculuğa. Daha once sesimin renginden dolayı çok kez bu mesleği yapmam gerektiği söylendi bana ama ilk defa internet üzerinden yayın yapan bir radyo ile fırsatı yakaladım. Yapacağım program hakkında ilk düşündüğüm şey gerçekten vakıf olduğum bir konunun konseptinde olması gerektiği idi. Ve o konu da blues müziği idi. Bu site kapanınca uzun süre başka kanallar aradım. Ama profesyonel bir radyo hiç aklımın ucunda yoktu. Daha sonra eski bir müzisyen dostumun Rock Fm’de program yaptığını gördüm. Onun aracılığı ile teklif götürdüm. Onlar da Rock
FM bünyesinde bir blues programının olmasını çok istediklerini söylediler…Böylece aileye katıldım. Ekim sonu itibari ile Akşam Treni, Rock FM demir yollarında 88. seferini yapıyor. Şebokolik: Akşam Treni Perşembe gecesi bize 2 saatlik harika bir blues zamanı vadeden bir program.Programdan,içeriğinden bu programı hala keşfedememiş olanlar için bahsedebilir miyiz? Dinçer Tuğmaner: Özellikle belirtmem gerekir ki programın daha ilk yayınından önce şunu adım gibi biliyordum: Kimse hangi müzik türü olursa olsun, ne kadar çok o müziği severse sevsin, 2 saat boyunca oturup dinlemez. Çok normaldir ki sıkılır. Basit bir örnekle: Baklavayı çok seversin ama çok yersen sıkılırsın. Bu sorunun üstesinden gelmek için bazı çözümler getirdim ben de. Blues müziğin belli dönemlerini, kendine has temalarını belli konseptler içinde vermeye çalıştım. Bunları da efektler ile süsleyip isimler vererek akılda kalır hale getirdim. Tren yolculuğu içerisinde böylece vagonlarımız oluştu. Her yarım saatte farklı ambiyanslar yaratmak için gerekli idi bu. Bunlar: Funk Vagon, Türk Vagon, Konser Salonlarından, Blues’da Hanımeli ve Papatya Kasabası v.b. Misal; Bir inanış vardır : “Blues müzik,maço bir müziktir” İşte bunu çürütmek için “Blues’da Hanım Eli” diye bir köşe açtım.
Burada hanım blues sanatçılarına yer verdim. Bu köşe içerisinde sunum sırasında da ki fon müzikte buna göre farklı. Dinleyici o an o konseptin içine bu şekilde kolay dahil oluyor.
bir şey idi. Facebook’ta grup açmak da öle tabi. Aslında bu konunun içerisinde benim ilk amacım her hafta çaldığım playlist’i dinleyicilere program öncesinde ve sonrasında sunmak.
Diğer vagonlarda aynı şekilde...
Bunun nedeni şu : Programımı dinleyen en az benim kadar konuya vakıf insanların görüşünü almak, eleştirilerine ve önerilerine göre diğer haftanın playlistini belirlemek ve bu müziği keşfetmek isteyen tüm dostlara bu şekilde rehberlik etmek. Çünkü ne kadar da eskiye göre bilgiye ulaşmak kolay olsa da insanlar yine de bir rehber arıyor. Ben de bu sorumluluğu bir kenarından üstleniyorum.
Hal böyle olunca programı dinleyen her profilden blues severi de mutlu etmiş oluyorum. Mesela çoğu Akşam Treni yolcusu,programın son yarım saatini bekliyor. Çünkü bu son bölümde en iyi slow blues örnekleri var. Genelde de blues, Türkiye’de bu hali ile bilindi, tanındı. Şu yukarda bahsettiğim sorun için getirdiğim çözümlerden ikincisi ise her şarkı sonunda duyacağınız ara jingle’lar: Programa başlamadan Ocak ayında 2 hafta öncesinden, aralarda kullanılmak üzere eski Türk filmlerden kısa komik diyalogların olduğu ses dosyalarını toplamaya başladım. Özellikle çok klasik olanları değil de yan karakterlerin diyaloglarını seçtim. Bunları her şarkı arasında ve sunum öncesi aynısını çalmamak üzere serpiştirdim. (toplam 30 dan fazla dosya oldu) Bu mizahi durum çalınan müzik ile iyi özdeşleşti ve konu ile alakası olmayan dinleyicinin de bu “yolculuğa” dahil olmasını sağladı. Yakın zamanda bir dinleyicim, bu müzikten haz etmeyen arkadaşlarının bile sırf bu sebepten programı severek dinlediğini söylediler. Şebokolik: ‘www.aksamtreni.net ‘’ yani programınızın sayfası yaptığınız program ile alakalı kafalarda oluşan soru işaretlerine anında cevap vermekte.Gerek tasarım olsun, gerek program ile ilgili detaylar olsun çok hoşlar. Bir de akıp giden bir trenimiz var:)Bunun yanısıra dinleyicileriniz size sayfanızdan ulaşıp,program hakkında yorumlarını da yazabiliyorlar.Çağımızın gerekliliği olan görsellik ve iletişim bu sayfada.Bu konuda neler dersiniz? Dinçer Tuğmaner: Bu konuda söyleyeceğim ilk şey : “Merve benim için Çalışır mısın? Reklam yazarı olarak”. İnan ki sitemin reklamını ben daha iyi yapamazdım herhalde :) Şimdi radyo’nun günümüz değişen ve gelişen teknoloji içinde yeri oldukça farklılaştı. Eskiye göre çoğunluk radyoyu ya arabasında ya da bilgisayarının başında internetten dinliyor. Hal bölece olunca dinleyici ile olmasını istediğiniz tüm interaktif kanallar buna göre şekilleniyor. Hem insanlara ne kadar da radyo programı sunsak da görsel birşeyler ile bu işin reklamını yapmak oldukça etkili oluyor. Hal böyle olunca programın sitesini açmak zaten kaçınılmaz
Yakın zamanda May Hart adında Teksas asıllı çaldığım bir blues sanatçısı programımda cok ilgi gördü. O şarkının kime ait olduğunu soran bir sürü kişi oldu. Bu tepki üstüne ben de ilgili kadın blues müzisyeni hakkında araştırma yapıp daha sonraki haftalardan birinde tüm albümünü çaldım. Bu şekilde ben vizyonumu geliştirdim, insanlar blues kültürlerine bir isim daha eklediler. Bu örnek yeterli olmuştur sanırım. Şebokolik: Programınızın açıklamasında bir nevi herşeyin sorumlusunun ablanız olduğuna dikkat çekiyorsunuz:)Güzel bir nokta var orada tabi ki:) Genelde kardeşler arasında geçim olmaz fakat biz çok şanlıyız ki böyle bir program ile tanıştık dolaylı da olsa ablanız sayesinde:) Bunu anlatır mısınız biraz. Elbetteki insan hayatında azmin, çalışmanın dışında; tesadüfler,şanslar da var.Siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Dinçer Tuğmaner: Güzel bir soru. Ablamla küçükken kavgalarımız olmuştu ama şimdi her kardeşte klasik olduğu gibi daha yakınız.Hele hele dayı olunca bu durum daha da derinleşti.Ablam kısa bir Amerika macerasından sonra bir compilation kasetle geldi. 90’lık kaset sadece seçilmiş çoğu akustik eski blues kayıtları ile dolu idi. Sert müzikler sevmeme rağmen günü genelde o kaset ile kapatıyordum. Daha sonra dinlediğim her müzikte o blues tınısını ya da cümlesini arar oldum. Müzisyenlik hayatımda da bass gitarist iken hangi türde grupta çalarsam çalayım süslemem ya da çalış biçimim yine blues üstüne idi. Komiktir ki bir arayış içinde olduğumu ve çözümünün de Blues da olduğunu oldukça geç ve senin yukarıda sorunda belirttiğin gibi bir tesadüf ile keşfettim. Radyo programımı yapmak istememde ve müzikal deneyim kazanma çabalarımda başkalarına göre Blues müziği beni hep 1-0 önde başlattı. Şu azim, şans, tesadüf konusuna gelirsek ; Ben kendi hayatım boyunca neyin çok üstüne fazla düştü isem
ya da hangi konuda kendimi çok kastı isem genelde başarısız oldum. Ama olağan gelişimi içinde sakin kafa ile samimiyetle el attığım herşeyde de genelde başarılı oldum. İnsan bazen gerçekten de kendi kendinin düşmanı oluyor. Burada altını çizmek istediğim şey “samimiyet”. Samimiyet benim için başarıya ulaşmada olmassa olmaz tek sey. Daha sonra tesafüfler ve şans geliyor. Ama bu basarıyı ayakta tutmak için de azim ve çalışmak şart. Bahsettiğin olguları sürecin içinde bu şekilde sıraya diziyorum ben. Şebokolik: Bildiğim kadarı ile bas gitar ve blues mızıkası çalıyorsunuz.Bu enstrumanlar ile tanışmanız nasıl oldu?Size hissettirdikleri,sizde uyandırdıkları nedir? Dinçer Tuğmaner: Sen yabancı değilsin,lise 1’de Erdem adlı arkadaşım gitar çalardı. Bana da gösterirdi ama ben bi türlü bare basamazdım. Yani işaret parmağımla bütün klavyeyi kapatamazdım. O zaman “sen basscı oldu” dedi bana. Bu şekilde bass gitara yöneldim. Hatta o toylukla şunu dediğimi hatırlarım: “oğlum Nirvana’dan Smells Like Teen Spirit’in ana melodisini çalıyım bana yeter”. Ama öyle olmadı tabi. Daha sonra normal gitarı çözsem de bass gitar daha bir tutku yarattı bende. Beni bass gitara çeken şey : müzik türü ne olursa olsun bass gitarın diğer enstrümanlara göre efendi bir çalımı olması ve gizli bir yönetici gibi her şeyi yola sokması idi. Yani bir heavy metal grubunda çalıyor bile olsan, diğer enstrümanlar koşsa da uçsa da sen yürürdün. Bu şablon içinde grubu bir takım olarak düşünürsek bu tür bir karakter bana daha yakındı. Supermen olsan da yine Clart Kent gibi davranmak. Bass gitarın ben de uyandırdığı bu. 1999 yılında ablamdan sonra ben de Amerikaya gitme şansına eriştim. Detroit’te 1 ay gibi kısa bir süre kaldım ama ekmeğini hala yiyorum. Orada blues’a olan merakımı söleyince tam yerinde olduğumu söylediler..Çünkü blues müzikte Chicago, Missisippi vb kendi tarzını oluşturmuş yerlerden biri de Detroit. Hatta Detroit; hiphop, house ve tarihe geçmiş kendine has muhteşem Motown tarzını yaratmış önemli bir yer. Tam bir sanayi şehri (Ford’un fabrikası orda). Bu tür kentlerde genelde müzikte kötü hayat şartına ters orantılı olarak gayet iyi olur. Dayımın eski kiracısı sohbet sırasında mızıka çaldığını soledi. Bir iki bir şey gösterdikten sonra gerisi kendimi geliştirmeye kaldı. Burada bass gitaristliğimin ve blues müziğe olan aşinalığım çok işe yaradı. Şimdi ise sadece mızıka çalıyorum.
Mızıka müzikal hayatımda bambaşka bir boyut açtı. Ne de olsa bass gitar ile aynı ligde oynamıyordu. Evvela ufak, taşınabilir ve basitti. Ve bir gitarist 10 dakikalık solo içinde taş çatlasa 2 kere dinleyenlerin tüylerini diken diken edebilyorsa (Jimi, Yavuz gibi efsaneler dışında tabi.) mızıka ile bu 10 dakikanın neredeyse her saniyesi olabiliyordu. Çünkü mızıkada gereksiz hiçbir ses yok. Hal böyle iken seyircilerin tepkilerini bile neredeyse yönetebiliyorsunuz. Bu tehlikeli ama büyük bir şans. Daha da kontrollü ve komposizyonlu çalmayı ve diyaframımı kullanmayı öğrendim bu şekilde. Şebokolik: Radyoculuk yönünüzün yanısıra bir de bir grubunuz var,Sahte Rakı the Blues Band. Bu grupta mızıka çalıyorsunuz.Birlikte şehir şehir dolaşıyorsunuz,dinleyicileriniz ile buluşuyorsunuz.Bu konuda neler söylersiniz.Ne zaman başladınız, nasıl dahil oldunuz,grup ile olan iletişiminiz... Dinçer Tuğmaner: Ben eşşek bir arkadasım yüzünden (affınıza ve samimiyetinize sığınarak ) müzisyenlikten soğumustum gecmiş yıllarda. Uzun süre bass gitarı elime almak istemedim ve konu ile ilgili tüm kanalları kapadım. Velakin sahne tozu yutunca bu kaçış o kadar uzun ne yazik ki süremedi. En iyisi arada sırada amatör bir gruba mızıkam ile eşlik edeyim dedim. Ve bulduğum grup Sahte Rakı idi.6.ayında dahil oldum ve bugünlere geldik. 5. senemizi tamamlıyoruz. Tek derdiğimiz çalmak çalmak ve yine çalmak. Sahte Rakı, albüm çıkarmayı ya da para kazanmayı pek önemsemeyen samimi bir orkestra. Bu benim her zaman gerçekleştirmek istediğim bir şey idi. Çizdiğimiz bu yol ile 7’den 77’ye önemli bir kitleye ulaştık. Kendi müziği ile geniş bir topluma ulaşabilen şanslı bir grup olduk bu sayede.
Grup askerlik vs dolayısı ile 6 ay yattı. Bu aradan sonra grubu yeniden elden geçirdik. Ufak tefek ama bizi rahatsız eden sıkıntılarımız vardı ama onların da sanırım üstesinden geldik. Hatta afişlerimizin altında artık “version 2.0” yazıyor. Grupta yeni kanlar ve yepyeni şarkılar var. 2010’un Nisan ayından bugüne 22 konser sığdırmışız.Daha da devam edecek umarız. Bir naçizane sitemiz var paylaşmak isterim izninle : Sahteraki.com Şebokolik: Aynı zamanda bir şirkette de grafik editörüsünüz.Radyoculuk,grup,konserler,şirket ...Bu yoğun tempoda Dinçer Tuğmaner kendine nasıl zaman ayırıyor.Boş zamanlarını nasıl değerlendiriyor? Dinçer Tuğmaner: Aslında hayatımdaki her şeyi mümkün olduğu kadar pratik yollarla halledip çok zaman almamasına çalıssam da bu pek mümkün olmuyor. Sorumluluklar ve acil olan her şey bir zaman sonra yıpratıyor normal olarak. Uykusuzluk da en büyük sorunum. Ama zamanım var ise yeni çıkan ya da eski önemli filmleri izlemeye çalışıyorum. Bilim kurgular, sphagetti westernler, müzik içerikli filmler ve İngiliz komedi film ve dizileri en çok izlemeyi sevdiğim şeyler. Bir de Amerikan bilardo oynamayı seviyorum ama uzun zamandır ihmal ettim.Bir de başta belirttiğim gibi fotoğrafçılık var. Şebokolik: Hayatınızda emek verdiğiniz tüm şeyleri tek bir kelime ile anlatmanızı isteyecek olsam radyo,sahte rakı ve editörlüğü nasıl ifade ederdiniz? Dinçer Tuğmaner: Aslında tek kelime ile zor. İlk olarak “Sevgi”. Ama kısa bir şey anlatayım. İş hayatıma atıldığımda bir şirkette satış görevlisi idim. Yüksek bir satış grafiğim vardı, arada teşvik ödülleri bile aldım ama kesinlikle bunlar beni mutlu etmiyordu. Sonra beni mutlu eden herhangi birşeyin temelinde işitsel ya da görsel yaratıcılığın olduğunu gördüm. Burada size verebileceğim ikinci kelime bu yüzden “yaratıcılık”olur sanırım. Üçüncü de “paylaşmak. Şebokolik: Blues müzik ile bu kadar içli dışlı olmanıza rağmen rock fm de programınızı sürdürmekte olan bir radyocu olarak rock müziğine nasıl bakıyorsunuz? Dinçer Tuğmaner: Pratiklik, orjinallik ve samimiyet. Benim aradığım 3 önemli unsurdur. Her müzik türü için. Bu 3 olgu olanakların gelişmesi ile ters orantılı olarak daha zor ulaşılabilen şeyler oldular. Çünkü yaratıcı kişi gelişen ve istenen müzik ile kendi seçimleri arasında sıkıştı ve sayısı fazla seçenekler arasında kararsız kaldı. Para ve şöhrete ulaşma-
nın kolay yolu seçildi. Müziğin içeriği boşaldı. Bu yüzden bilinçli dinleyici daha underground yollara ya da baska ülkelerin yerel kaynaklarına yöneldi. Çünkü orada müzisyen kimlikler yada gruplar populer olanın değil yukarda bahsettiğim bu 3 unsurun peşinden koşuyor. Onlardan biri de benim. Velakin o kadarda umutsuz olunmamalı. Yeni dönemde isminden bahsettiren ve eskilerden bugüne hala yaşamını emin adımlarla sürdüren bir sürü yabancı ve yerli grup ve müzisyenler var. Yeter ki araştırmacı olalım. X-files’dan esinlenerek “iyi müzik orada bir yerde”. Şebokolik: Son olarak ilham kaynağımız olan Şebnem Ferah hakkında neler düşünüyorsunuz? Dinçer Tuğmaner: İşte beklediğim soru.Sizlerle paylaşmayı istediğim bir şey var çünkü. Şebnem Ferah’ın belki de çok bilinmeyen ya da insanların farkında olmadığı bir özelliği var. Eğer bir ofis ortamında çalışıyorsan ve müziğin kumandası tek bir adamda ise ve o ofiste çalışanların hepsi teker teker başka başka müzikler dinliyorsa; tek buluştukları ortak nokta Şebnem Ferahtır. Hatta Şebnem’den sonra ikinci sırada Zeki Müren gelir. Söylediklerim komik gelebilir ama öyle.Bu yüzden benim özellikle çok düştüğüm bu gibi ortamlarda Şebnem Ferah her zaman Rock severlerin hayatını kurtarmıştır. Ben en çok “Perdeler” şarkısını ve sarkının Apocalyptica ile olan diğer yorumunu çok seviyorum. Hem ben bir albümlü sanatçı olsam ve sizin ki gibi bir oluşum adıma oluşturulsa ona sıkı sıkı sarılırm. Çok sanslı bence kendisi. Şebokolik: Konuğumuz olduğunuz için teşekkürler:) Dinçer Tuğmaner: Ben teşekkür ederim bu güzel sohbet için. Sitenin sakinleri merak ettiği her konuda bana ulaşabilirler bu arada. Aksamtreni.net programımın adresi. Bu arada reklam olayını düşün Merve ;) Tekrar konuk olmak dileği ile sevgiler saygılar.
Bir Grup Portresi “Metropolis”
Şebokolik: Bundan 18 yıl önce Ankaralı müzikseverlerin, doğuşuna şahit olduğu ve o dönemde beyinlere kazınmış, bilinen ve çok sevilen köklü bir rock grubusunuz. Ancak genç arkadaşlarımızın sizi daha yakından tanıyabilmesi için biraz eskilere gideceğiz. “Metropolis” ismi , -92 yılında- başkent Ankara’da kurulduğu için mi seçilmişti?
Şebokolik: Avrupa’ya açılma fikri nedendi? Türkiye’de kalmış olsaydınız şu an ne gibi değişiklikler olurdu sizce?
işadamı, bize Avusturya’da birkaç ay geçirip, onun mekanlarında çalıp çalamayacağımızı sordu. Bütün masraflarımızı karşılayacağını ve bize haftanın her günü çalarak o anki aldığımız ücreti teklif etti. Biz tabii en başta pek ciddiye almadık, çünkü yazlık yerlerde çalarken hemen her gün bir turist benzer teklifler yapar. Ancak Ankara’ya döndüğümüzde bu adamın otel ve barlarının broşürlerini görünce olayın ciddiyetini anladık ve gitmeye karar verdik. 2. soru çok kritik bir soru bence, çünkü biz o yıllarda yazları 100 gün civarı Fethiye de, normal sezonda ise haftada 1-2 kez Ankara da, 2-3 kez de İstanbul da en gözde mekanlarda haftada yaklaşık 3000 kişiye müzik yapıyorduk ve şu an piyasadaki en ünlü isimlerle aynı sahneleri paylaşıyorduk. Biz Avusturya’ da yaşarken arkadaşlarımız olan bu isimlerin birer birer albümleri çıkmaya başladı ve biz Türkiye’ ye tam olarak döndüğümüzde 17 Ağustos depremi ile birlikte piyasanın en sıkıntılı dönemlerinden birine denk geldik ve işler istediğimiz gibi gitmedi. Net olarak söyleyebilirim ki, gitmeseydik şu an Metropolis çok farklı bir konumda olurdu, çünkü piyasanın tam göbeğindeydik. Ancak “böyle olacağını bilseydin, gider miydin” diye sorsan, gene “giderim” derdim :)
Egemen Ünal : Aslında bu bizim hep istediğimiz, ama planladığımız bir durum değildi. 95 yazının sonlarında Fethiye’de çalarken bir Avusturyalı
Orkun Aldemir : Amaç müzik ve maceraydı, böyle bir fırsat doğunca da kendimizi kuyunun içine bıraktık.
Egemen Ünal : Aslında 92 Haziranında o yazı geçirmek üzere “Swampjuice” (bataklık suyu) ismi ile başlangıç yaptık, ancak yaz bitip de Ankara’ ya döndüğümüzde yeni bir grup ismine ihtiyacımız vardı. İsmi seçerken de tek kelime ve evrensel bir isim olsun istedik. METROPOLİS bu anlamda tüm dillerde aynı yazılıyor, 1927 yılında çevrilen ilk bilim-kurgu filmi, Superman filmindeki şehrin adı ve senin de söylediğin gibi hepimiz büyükşehir çocuğuyuz. Orkun Aldemir : Ankara’da yaşadığımızdan ve eski bilim kurgu filmi Metropolis’den esinlendik. Ayrıca Metropolis bütün dillerde aynı yazılır.
RÖPORTAJ: NİGAR SELVİ
Egemen Ünal
Özgür Arıkan
Orkun Aldemir
Ferhat Şahin
FOTOĞRAFLAR :BAŞAK GÖKÇE
Volkan Akgün
Şebokolik: İlk albüm ‘Makine’yi kaydetmek için neden 6 yıl gibi uzun bir süre beklediniz? O süreçte yaptığınız konserlerin birikimi miydi bu albüm? Egemen Ünal : Bu tamamen ekonomik bir süreçti ve şartların oluşmasını bekledik. Bize karışılmasın istedik, yani istediğimiz müziği, istediğimiz sözlerle yaşatmak istedik. Bunun için çaba sarfettik. Biz “Makine” yi 98 Kasım-99 Mart arasında kaydettik, ama Türkiye’ye elimizde albüm ile döndükten sonra albümün piyasaya çıkması 2002 oldu. “Makine” tamamen (özellikle Avusturya’ da) yaşadıklarımızın bir aynasıdır. Orkun Aldemir : Uzun bir süre cover şarkılar çaldık, bestelere yavaş bir geçiş oldu. Albüm birçok şeyin birikimiydi. Şebokolik: 4.5 yıl Avusturya’da yaşadınız; Avusturya, Almanya ve İtalya’da verdiğiniz birçok konserin ardından tekrar Türkiye’ye döndünüz. Yurtdışı konserlerinde aldığınız tepkiler ne yöndeydi? Hangi sebeple dönme kararı aldınız? Egemen Ünal : Biz bir Türk grubu olarak belki de dünyanın en faşist ülkelerinden birinde sadece müzik yaparak yaşadık. Çaldığımız hemen hemen tüm bar ve festivallerde, gerek icra-gerekse beste konserlerinde çok iyi tepkiler aldık ve hep yol aldık. Mükemmel insanlar tanıdık. Dönme kararımız ise şartların getirdiği bir karar oldu; Albümü Türkçe kaydetmiştik, paramız bitmişti ve grup olarak birlikte yaşamaktan çok yorulmuştuk. Orkun Aldemir : Tepkiler çok iyiydi, Türk olduğumuza inandırmak zor oluyordu bazen. Hayatımızda birbirimizin dışında da birşeyler istiyorduk, bir çeşit hapis gibi olmuştu Avusturya. İnsanın memleketi dışında uzun süre yaşaması gerçekten zor birşey… Şebokolik: Konser playlistlerinizde neler vardı? Makine albümü dışında grubun vazgeçemediği parçalar nelerdi? Egemen Ünal : U2, REM, The Cure, Oasis gibi popindie gruplarından The Police, Lenny Kravitz, Marillion, Deep Purple, Led Zeppelin, Pink Floyd gibi eski-yeni rock gruplarının şarkılarından, yaşlılara unplugged çalmak üzere her telden bir şeyler çalıyorduk, Ama bizi Metropolis yapan Nirvana, Pearl Jam, Soundgarden, Faith No More, Foo Figthers, Green Day gibi alternatif-grunge gruplarının şarkılarını içeren repertuvarımız oldu. Orkun Aldemir : Çok geniş bir repertuvarımız vardı ve her mekana göre çok farklı parçalarla çıkabili-
yorduk. Genel olarak hepimizin sevdiği Seatle tarzı şarkılardı. Şebokolik: Türkiye’ye belki büyük umutlarla döndünüz ama beklenmedik olumsuzluklar yaşadınız Makine albümünü piyasaya sürme fırsatı dışında. Daha sonra ekonomik sebeplerden ötürü grup dağıldı. Peki, bu ayrılık sürecinde müziğe de ara verdiniz mi yoksa bunu kendinizi geliştirmek için bir fırsat olarak mı değerlendirdiniz? Egemen Ünal : Aslında sadece ekonomik nedenler demek yetersiz olur. Sonuçta biz beraber olduğumuz süre içinde birçok kez parasız kaldık. Dağılma aşaması duyguların sonuydu bence. İnsanların egolarının Metropolis in önüne geçmesi durumu da diyebiliriz bence. Neyse birkaç ay, hatta bir sene müzik bile dinlemedim, daha sonra bir-iki cover grubu ile tekrar çalmaya başladım. Orkun Aldemir : Bana müzisyen diyenlere kızardım... Şebokolik: Kurucu elemanlardan Egemen Ünal (davul) ve Orkun Aldemir (bas gitar) , tekrar bir araya geldiğinizde aklınızda neler vardı? 2. albüm için yaptığınız bir takım çalışmalar mı sizi bir araya getirdi yoksa yeni albüm fikri daha sonra mı oluştu? Egemen Ünal : Önce ısınma turları atarak ilk albümü toparladık, birkaç cover şarkı çalıştık. 2. albüm tabii ki bir amaçtı, ama tam anlamı ile toparlanmadan bu olamazdı zaten. Orkun Aldemir : Kendi adıma; müziği dört yıl bıraktıktan sonra, içimde ruhsal bir tekrar doğuş yaşadım. Başka bir Orkun ortaya çıktı, hala onunla boğuşuyorum... Şebokolik: İlk albümde yer alamamış olsa da, dinleyenler tarafından beğeni toplayan bir Orhan Gencebay klasiği ‘Hatasız Kul Olmaz’ oldukça farklı yorumuyla dikkat çekmişti. ‘Metropolis Cover Project’in oluşmasında bu beğenilerin de etkisi oldu mu? Bize biraz bu projeden bahseder misiniz? Egemen Ünal : Hem “Hatasız”ın hem de “Makine” albümündeki şarkıların etkisi oldu. Sahnede sadece cover çalmak bize yakışmazdı ve o yüzden tekrar Metropolis adını kulanmaya karar verdik. Bu proje özel bir proje idi ve Ankara daki insanların aslında müziği özlemiş olduğunu fark ettirdi bize. Bizim açımızdan; albüm için mükemmel bir hazırlık dönemi oldu.
Şebokolik: Ve nihayet 2009 Mart ayında 2.albüm ‘Zamandan Ağır’ için stüdyo aşaması başladı. Öncelikle şunu sormak istiyorum. Albümden beklentileriniz nelerdi ve ne ölçüde bu beklentileri karşıladı? Egemen Ünal : En başta, Metropolis olarak yola devam ettiğimiz için, bu bir yeniden varolma savaşıydı. Sonuçta en az “Makine” albümü kadar iyi olmalıydı. Hem solist, hem gitarist değişiyor ve birçok insan eski sesleri ve soundu arayacaktı, belki de aramak bile istemeyecekti. “Makine” özel bir albüm tabii, ama “Zamandan Ağır” da çok özel bir albüm oldu bence. Şarkı karakteri, sözleri ve soundu ile de “Makine” albümünden pek farklı olmadığını düşünüyorum. Çok keyif alarak ve inceden işleyerek, her saniyesini içimize
Volkan Akgün : Yıllardır birlikteyiz ve ne yapabileceğimizi, sınırlarımızın ne kadar olduğunu bilmek istedik. Yapılan şey beni fazlasıyla etkiledi. Kendi adıma müzikal açıdan beklentilerimi karşıladım. Ama insanların kafası karışık, ne dinlediklerini bilemez durumdalar! Gerçekten albümle ilgili bir çıkarımda bulunsunlar ve bu adamlar ne yapmış desinler. Ne tarz müzikte neyi anlatmak istedik bunu anlasınlar. Şu aşamada istediğim anlaşılmak... Ferhat Şahin : Sadece kendimizi iyi hissettiğimiz müziği yapmayı planladık hep. Yapımcı, menajer vs. o yüzden istemedik. -İlerde bizi özgür bırakacak bir yapımcı çıkarsa o ayrı tabi- Özgürce, piyasa şartlarına bağlı kalmadan, klasik formülleri uygulamadan müzik yapmak istedik. Klasik formülden kastım vıcık vıcık aşk şarkıları, yağmurlu-ıslak sözler,
sindirerek başarılı olduğumuzu düşünüyorum. Orkun u saymıyorum(o benim 18 yıllık dostum) Ferhat, Jojo ve Volkan ile çalışmak çok keyifliydi. Orkun Aldemir : Arayışta olanların kafasını açmak, ufak ta olsa şaşkın bir tebessü ve kendimiz için varız demek... Özgür Arıkan : Sadece iyi müzik yapmak, bunu doğru yapmak ve tabii ki daha çok insana ulaşmak. Herşey sanatla başlar, eğer insanların kafası açık olursa o zaman geçmişlerine sahip çıkar ve geleceğe umutla bakabilirler. Ancak önümüzdeki yıllar içinde bu albümün nerelere vardığı anlaşılacak bence.
klasik tekrarlar, girişi, çıkışı, nakaratı nerede belli olan formlar gibi. Formüle birşeyler oturtup sofraya koymak işin kolayı bence. Denenmiş, tuttuğu kanıtlanmış şeyleri tekrar etmek garantili yöntem olsa da yenilikçi olmaz. Bu da müziğin ve müzisyenin ilerlemesi adına negatif enerjiden başka birşey değil. Albümden beklentimize gelemediğimin farkındasınız. Evet, ben de farkındayım. Birgün rutinden sıkılan, değişik şeyler duymak isteyen insanlar bu tür müziğe yönelecektir. Bu sadece bizim yaptığımız müzik değil, piyasada nadir de olsa güzel örnekler var. Hatta bazı eleştirmenler buna “ticari intihar” adını veriyor. Nedeni standart formül dışı olması. Olsun, zamanla herşey yerine oturacaktır. (Halen beklentimizi anlatamadım, anlatamayacağım da sanırım).
Şebokolik: Peki, şarkılar belli miydi? Stüdyo dönemi nasıl geçti sizler için? Egemen Ünal : Orkun’un aklındaki fikirlerin şekillenmesi ile başladı her şey, sonrası keyifli ve uzun bir süreçti. Kayıt ise benim açımdam daha rahattı. Ben çaldım ve gerisini üstatlara bıraktım… Orkun Aldemir : Çok keyifli, bir o kadar yorucu... Özgür Arıkan : Benim için albümün baştan sona her aşaması çok öğretici, değiştirici ve geliştirici oldu. Gerçek bir ekip çalışması... Volkan Akgün : Aslında herkesin kafasında belirli bişeyler vardı. Başta Orkun bize elindekileri sundu, sonra zaten herkes döküldü. Bir anda elimizde 20’nin üstünde yapılabilecek şarkı oldu. Daha sonra sıfırdan bir aradayken yaptığımız şarkılar eklendi. Herşeyin tekrar tekrar değişmesi ve şekillenmesi stüdyo öncesi provalarda oldu. Kayıt aşaması da çok zor ve eğlenceliydi. Düzelttik, sildik, değiştirdik, yeniledik ama istediğimizi aldık. Ferhat Şahin : Orkun fitili ateşleyen adamdı bu aşamada. Marmaris’ten bir sürü şarkıyla döndü, kaydettiği herşeyi dinledik. Kimi komple şarkıyı oluşturdu (“Sakin Ol” gibi), kimi fikir oldu, kimini sonraki albüme sakladık. Benim yaptıklarım vardı, Jojo (Özgür Arıkan) bir yandan eskilerden getirdi, diğer yandan yeni bir şeyler yazmaya başladı (Anlatmak Zor’u getirdi son dakika). Söz yoktu herşeyin başında, Volkan yazdıklarını getirdi. Stüdyoda bir deftere hepimiz birşeyler yazmaya başladık sonra. Kaç kişi bir araya gelirse gelsin bir şekilde şarkı yapmaya başladık. Bilgisayarda yaptığımız pilot kayıtlar üzerine Volkan vokalleri yazmaya başladı. Bir sürü şarkı oldu elimizde. Seçime giriştiğimizde 26 şarkı oluşmuştu. İlk etapta hikayesi birbirine yakın 8 şarkıyı ayırdık, üzerine ara dönemde yazılmış 2 şarkıyı koyduk. Son anda Jojo’nun getirdiği riff’e Orkun’un sözlerine fikir olarak başladığı ve benim tamamladığım “Anlatmak Zor”’u yazdık. En kanlı dönem provalarda oldu. Akorlar, düzenlemeler, trafik herşey değişmeye başladı. Çok kısa sürede biten şarkı da oldu, son aşamada tamamen değişen şarkı da... “İsyandayım” bitti dedikten sonra iki bölüm daha ekledik mesela. Kayıtları üç aşamada yaptık. Egemen toplam dört gün pilot kayıtların üstüne davul kaydını yaptı. Midas’ın Kulaklığı Stüdyoları’nda. Sonra o kayıtların üzerine benim evde kurduğumuz stüdyoda gitar, bas gitar ve klavye kayıtlarını yaptık. Midasın Kulaklığı’nda Erkan Tatoğlu’yla birlikte kayıtları tekrar amfilerden geçirdik (Re-amp) ve vokalleri kaydettik. En son Erkan miks ve mastering’i yaptı. Bizce nefis bir iş çıkardı...
Şebokolik: Zamana neler yüklediniz de bu kadar ağırlaştı sizin için? ‘Zamandan Ağır’ın bir hikâyesi var mı? Orkun Aldemir : Sanırım hayatımızı yükledik, biraz ağır oldu... Özgür Arıkan : Albüm aşaması sanki zamandan bağımsız hareket ediyormuş gibi gelmiştir hep bana... Volkan Akgün : Metropolis için çoğu şey çok erken başladı fakat çok yavaş ilerledi. Hepimizin bir hayatı vardı ve hepimizin ayrı ayrı hikayesi... Çok fazla yaşadık ama o kadar yavaş yaşlanmışız ki hissetmedik bile. Üstelik daha yaşanacak çok şey varken şimdi zaman yetmiyor. “Zamandan Ağır” aslında Metropolisin nefesini anlatıyor. Ferhat Şahin : Zamandan Ağır geç bir albüm. Makine’nin üzerinden 8 yıl geçmiş, grup birkaç kez toparlanma çabası göstermiş olmamış. Müzisyenler ceplerinde bir sürü şey biriktirmiş ama hayata geçirememiş. “Ne ki bu?” albümün oluşturan ana fikir, zaten albüm adı da oradan geliyor “...Bedenim zamandan ağır/Beynimi evham vurur...”. Hepimiz dertliydik zamandan ağır olmaktan, artık birşeyler yapmak istiyorduk. Albümün isim babası ressam Ali Sarugan “Sonunda” dedi albümü dinleyince. Ve “Zamandan Ağır” yakışır fikrini o verdi sağolsun. Şebokolik: Albüme cover parça koymak ses getirir, ilgi çeker genelde. Bu albümde buna gerek duymadınız, albüme olan güveninizi buradan anlamalı mıyız? Egemen Ünal : O işin cılkı çıktı. Biz hiçbir zaman ticari olmak için müzik yapmadık. “Hatasız Kul Olmaz”ı da gerçekten kendimize yakın hissettiğimiz için yapmıştık o zaman. Özgür Arıkan : Gerçek anlamda şarkı coverlayan grup o kadar az ki Türkiye’de. Çoğu grup “özellikle genç gruplar” cover mantığını bilmiyorlar. Cover, şarkının iki akorunu değiştirip aynen çalmak değildir. Hatta çalmaya çalışmaktan ileri gidemiyorlar. Bir de pop şarkılarını coverlıyorlar. Tutması garanti yani. Bize çok ters. Cover yapılacak şarkıyı seçmek bile bir nüans. Volkan Akgün : Gerekte yok kanımca böyle birşeye. Şarkı yapabiliyoruz. Böyle üretebildiğimiz bir durumda cover yaparak kendimize haksızlık etmiş olmaz mıyız? Albüme koyulabilecek cover şarkı yapamadık, sound tutmadı, beceremedik diyeyim ben.
Ferhat Şahin : Cover parça hakkında ben biraz sabit fikirliyim, grup adına konuşmak istemem ama benim fikrim şu: Bir albüm yapıyorsun, şarkıların var bunu insanlara ulaştırmak için uğraşıyorsun. Sonra tutup başka bir şarkıyı cover yapıyorsun. Ve hatta çıkış şarkısı olarak bunu seçip klip çekiyorsun. Bu şu demek; “benim daha iyi şarkım yok, bunu dinleyin”. Bu zaten klasik formül işte. İşin kolay yolu. Ayrıca cover yapıyorsan kendi tarzını, tavrını koyman gerek ortaya. Distortion gitarla çalınca o şarkı cover olmuyor, farklı bir enstrümanla çalınmış, başkasının söylediği bir şarkı oluyor sadece. Cover yapacağım diye de güzelim şarkıyı da rezil etmemek gerek tabi. Çok güzel yorumlar var, çok büyük grupların yaptığı. Radiohead mesela Pink Floyd coverı çalar ama tutup o şarkıyla piyasaya çıkmaz ya da albüme koymaz. (Sonraki albüme cover koymayız inşallah, çok atıp tuttum) Şebokolik: Albüm kapağından konuşalım biraz da. Şarkılardaki isyanı, çaresizliği kapaktaki karanlık dünyadan sezmeye başlıyoruz sanki. Biraz da metropol şehirlerdeki yalnızlık teması hakim. Siz neler düşünüyorsunuz? Orkun Aldemir : Karanlığı yırtmak yapabileceğimiz birşey, ondan korkmamak…Bazen en dibe inmek lazım, kaçış yok. Özgür Arıkan : Biraz karanlık bir müzik yapıyoruz. Herhalde bunun etkileri kapağa yansıyor ister istemez. Tabi umut da yok değil. Volkan Akgün : Kapak tasarımı hazırlanmadan once, sevdiğimiz arkadaşımız ve Metropolis’in aileden gördüğü Aysu Dönmez şarkıları dinledi ve hissettiklerini çizdi. İnceleme isteği duyuyor insanlar sürekli, her bir karesinde bir ayrıntı var ve her ayrıntıda farklı bir hikaye. Ferhat Şahin : Albüm kapağında Aysu Dönmez’in çok büyük özverisi ve emeği var. Sadece keyfine “çorbada tuzum olsun” diye sabahlayarak, kayıt aşamasından itibaren tüm albümü sürekli dinleyerek ince ince uğraştı. Şarkıların hikayesini anlatmadık Aysu’ya. Kendi hissettiği şeyleri çizdi hep. Konuşulan şeyler, albümün anlatmak istediği genel derdi üzerine şeylerdi. Kapak konusunda detay söylemek istemem, tıpkı albüm gibi kapak ta “herkes ne hissederse o”. Gerçekten albümü alan kişi (aldıysa tabi) dinlerken kitapçıkla ciddi vakit geçirebilir. Deneyin görürsünüz. Şebokolik: Çıkış parçanız ‘Karabasan’a albümün ilk klibini çektiniz. Peki, bu parça çıkış parçası olma sorumluluğunu başarıyla yerine getirdi mi sizce? Tepkiler nasıl?
Egemen Ünal : Az önce de söyledim, biz ticari düşünseydik, ilk klibimizi 5.16 dk lık bir şarkıya çekmezdik. O klipteki en önemli olgu, çekilen binanın Ankara ve Ankara daki rock müzik severler için önemidir. ‘Karabasan’ albümün iyi şarkılarından bir tanesi, ama biz onu bir çıkış şarkısı olarak görmüyoruz. Mümkün olursa 3-4 şarkıya daha klip çekmek istiyoruz. Orkun Aldemir : Yakın çevremizden iyi tepki aldık, albüm henüz çok bilinmiyor, biraz beklemek lazım. Volkan Akgün : Birkaç şarkı için klip şarkısı diye düşündük ve içlerinden senaryo olarak hazır olan ve sound olarak da çok beğendiğimiz Karabasan’ a klip çekmeye karar verdik. Aslında gönlümüzden geçen bu albümde en az 6 şarkıya daha klip çekmek, belki yapabiliriz. Şu anda şarkının insanlarda bıraktığı etki olumlu ama daha erken. Albümün biraz daha tanınması herşeyi daha da değiştirecektir. Bekleyip göreceğiz. Şebokolik: Gelecek günlerde bizleri bekleyen konser, turne vb projeler var mı? Egemen Ünal : Ankara ve İstanbul’da albüm tanıtım konserlerine başladık, diğer şehirler için görüşmeler yapıyoruz. Turne için biraz erken, baharı ve sponsoru bekliyoruz. Şebokolik: Sizi dinleyenlere neler söylemek istersiniz buradan? Egemen Ünal : Biz doğru insanlara ulaşmaya çalışıyoruz ve gerçekten kaliteli bir dinleyici kitlesine sahibiz. Bu sayıyı arttırmak istiyoruz. Bizi ve müziği desteklesinler. Müzik bir yaşam tarzıdır ve tarza sahip olanlar hep bir adım öndedir. Orkun Aldemir : Kendinizi de bol bol dinleyin. Özgür Arıkan : Sizi seviyoruz. Volkan Akgün : Güzel bir albüm yaptık, ama canlı performans çok önemlidir. Konserlerimizde onları görmek istiyoruz. Ferhat Şahin : Bizi dinleyenler bizi dinliyor zaten. Onları çok seviyoruz. Bizi dinlemeye devam edin, eylemlerimiz devam edecek.
30 Ekim Cumartesi Akşamı Mekan: Kemancı Renk Körü grubu Şebokolik ekibiyle birlikte.
RÖPORTAJ: SERTAN KARTAL - GHOSTROCKER
FOTOĞRAF : MEHMET TURGUT
RENK KÖRÜ “keşfedilmeye hazır bir grup”
Şebokolik : Çok klişe olacak ama bu soruyla başlamak durumundayım grubun ismi neden “Renk Körü ? Renk Körü : Çok fazla isme takılmadık. Türkçe bir ismimiz olsun istedik. Eski ismimizden kaynaklı biraz sıkıntılarımız vardı ilk ismimiz biliyorsunuz ki Kaosis. Daha sonra yaptığımız tarzla örtüşmediğini düşündük bu ismin. Alternatif bir isim aramaya başladık Serhat da ortaya “Renk Körü” ismini attı ve o an hepimiz beğendik. Bizim için de akılda kalıcı bir isim olması gerekliydi istediğimiz gibi bir isim olduğunu düşündük ve bu şekilde kaldı. Şebokolik: Kaosis ismiyle kurulduğunuzu biliyoruz KonuşaRock programında aldığınız bir 1.lik var,daha sonra 5 parçadan oluşan “Aşk Yolu” isimli çalışma. Kısacası oldukça başarılı bir ilerleyiş :) En baştan alalım Nasıl başladınız Kaosis olarak ? Renk Körü: Aşk Yolu isimli albüm tamamen bizim bestelerimizden oluşmakta hiç cover parça yok Kaosis ismiyle başladık Renk Körü’yle albüm çıkartmayı istedik. Albüm demeyelim EP çünkü 4+1 şarkıdan oluşuyor. Renk Körü olarak bizi bayağı yükseltti olumlu eleştiriler aldık.Albüm çıkartalım da satalım diye yapmadık ürettiğimiz şeyleri göstermek istedik. Şebokolik: Peki KonuşaRock programı dönemi nasıldı? Renk Körü: Yarışmaya “Son” Adlı bestemizi gönderdik ve bizi çağırdılar klip çekimi yapıldı haftalık bir yarışma, her hafta bir birinci seçiliyor. En çok oyu olan birinci oluyor ve biz birinci olduk o hafta çok önemli bir yarışma değildi sadece size bir şans veriliyor orada ve bunu en iyi şekilde kullanmak için uğraşıyorsunuz ve biz çıktık canlı performans sergiledik güzel tepkiler aldık EP için önümüzü açmış oldu.
Şebokolik: KonuşaRock’dan “Aşk Yolu” çalışmasına kadar birçok festival ve bar programında yer aldınız. İzleyici ile Renk Körü’nün iletişimi nasıl ? Renk Körü: EP’den sonra daha sıcak olmaya başladı çünkü bizim yaptığımız şarkıları söylemeye başladılar. Oturaklı bir grup olduk ve daha iyi oldu aramız. Şebokolik: Grup, “Renk Körü” olmadan önce Ankara’ya yerleşiyor,merak ettiğim kısım şu, Ankara’nın müziği etkisi nasıl oldu? Renk Körü: Biz İstanbul’da da sahne aldık Zonguldak’da da sahne aldık farklı illere de gittik ama Ankara bizim sürekli çaldığımız bir il.İstanbul’da aynı mekanda çok farklı yüzlere çalabilirsiniz ama Ankara’da potansiyel bellidir,seni bir gün izlemeye gelen bir daha ki hafta tekrar gelir ve aynı simalara çalarsın bu sende şunu uyandırır “ben kendimi geliştirmeliyim ki insanlarda arada ki farkı anlasın”.Hep farklı simalara çalsan belli bir repertuar belirleyip sürekli onu çalabilirsin. Ankara kitle sürekli aynı olduğu için kendini hep geliştirmek zorundasın. Ankara’nın güzel tarafı şu rock potansiyeli çok kaliteli eleştirmeyi biliyorlar bir program gelirler “çok iyiydiniz der” diğer programda bugün “çok berbattınız” der ve giderler. Şebokolik:Ve gelelim “Aşk Yolu”na. Sizin için oldukça önemli bir çalışma.Aldığınız tepkiler ne yönde? Renk Körü: 2700 tane bastırdık albümü 1.5 ayda bitti bizim için iyi oldu iyi bir çıkış olarak görüyoruz bunu.Çok büyük bir kitleye hitap etmiyoruz eşimiz dostumuz dinliyor ama albümün tükenmesi güzel bir şey. 2700 kişiyi de tanımıyoruz açıkçası. Albümün bitmesi bizi mutlu etti.
Şebokolik: Birçok grup ilk albümlerinde kendilerini tam olarak ifade edememekte,sizin görüşünüz nedir? Siz “Aşk Yolu”nda kendinizi tam olarak ifade edebildiğinizi düşünüyor musunuz? Renk Körü: Hayır kendimizi ifade edemedik. Bu albüm bizi pişme noktasına getirdi. Bundan sonraki albümler çok daha güzel olacak. Grup elemanlarımız değişti ama şu anda oturmuş bir kadromuz var,uyumu sağladık aranjeleri düzenledikten sonra insanlar aradaki farkı anlayacak zaten ilk albümde kendimizi ifade edemediğimizi anlayacaklardır. Şebokolik: Renk Körü olarak birkaç sene sonra kendinizi nerede görüyorsunuz? Yapmak istedikleriniz neler? Renk Körü: Biz bir hedef koymuyoruz bir hedef koyarsak o hedefin gerisinden kalırız. Bu yüzden gidebildiğimiz kadar gideceğiz. Biz daha çok level atlamak istiyoruz sürekli farklı adımlar atarak yükselmek istiyoruz. Bu sefer farklı bir çalışmayla geliyoruz tam istediğimiz gibi olacak. Birkaç ay içinde bir cover parçayla geliyoruz. Buradan bu işi yapacak olanlara da seslenmek istiyorum albümle falan uğraşmayın biz önermiyoruz artık internet üzerinden yayınlamak daha cazip ve daha geniş bir kitleye hakim olabiliyorsunuz.
Şebokolik: Fırat bu soru sana özel. Zonguldak’ta ilgilendiğin enstrümanla ilgili eğitim kurumu olmadığından kendi gelişimine katkıda bulunduğun yazıyor biyografinde :) Özellikle senin gibi daha küçük şehirlerden müziğe başlayan müzisyen arkadaşlarımız için neler önerirsin? Fırat: Erkin Koray, Cem Karaca, Barış Manço onları dinleyerek başladım ben. Onlar ne yapıyor onlara baktım o zamanlar internette çok yaygın değildi metot indireyim çalışayım yoktu o şekilde eğitim alabileceğim kimsede yoktu dinleyerek öğrendim. Şimdi artık her yerde internet var artık kimsenin sıkıntı çekeceğini sanmıyorum o yüzden verebileceğim bir tavsiye yok internette her şey var zaten.
Renk Körü: Şebnem Ferah hakkında bir şey söylemeye gerek yok hepimiz bütün şarkılarını ezbere biliriz. Türkiye’de rock dediğiniz zaman bir bayan vokal dediğiniz zaman ilk hatta ikinci hatta üçüncü hatta dördüncü olarak Şebnem Ferah gelir. Saygı duyuyoruz. Şebnem Ferah bizim konuşabileceğimiz bizim yorum yapabileceğimiz biri değil. Dergi içinde gönülden uğraşıyorsunuz tebrik etmek lazım keşke herkesin de sizin gibi hayranları olsa da dergi çıkartsa. Şebokolik: Röportajımız bu kadar zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz Renk Körü: Biz teşekkür ederiz görüşmek üzere.
FOTOĞRAF : GÖKHAN MUMCU
Şebokolik: Son olarak Şebnem Ferah ve Şebokolik Dergi hakkındaki düşünceleriniz neler?
Farklı Bir Farklı B “KekeçO
RÖPORTAJ: OLİVİA ÖZGE GEÇKİL
Yıllar önce “Kekeçoğlan” p diğer “Kekeçoğlan”, Şebo
r Tiyatrocu Bir Adam Oğlan” Dip Not: "Kekeç" Kayseri’de kekeme demektir... :)
Sizlere güzel haberler getirdim...Şöyle ki bundan böyle sinema ve tiyatro adına bildiğimiz, duyduğumuz,gördüğümüz her şeyi buradan paylaşacağız bununlada kalmayıp sevdiğimiz sanatçılarla röportajlar yapacağız..Bu çalışmamızda sizlerin de desteklerinizi bekliyoruz..Ben bu “benim için” ilk olan sayıya tiyatroyla başlamak istedim... Olivia Özge Geçkil Şebokolik: Fatih Altın’ın tiyatro serüveni nasıl başladı? Fatih Altın: Aydın Lisesi’nde okurken,Gökhan Kırdar arkadaşımdı,bir üst sınıftaydı ama arkadaştık,onunla birlikte “at the dentist’s”adlı İngilizce bi piyeste başrol oynamıştık.Ben kekeme olduğum için hastayı ben oynamıştım,o da doktoru oynamıştı.O oyun beni tiyatroya itti:) Kayseri Erciyes Üniversitesi’nde İktisat bölümünü kazandıktan sonra üç sene “Olacak O Kadar’da Levent Kırca’nın yazım ekibinde yazarlık yaptım.Daha sonra üniversitede tiyatro müzik derken 2000 yılında profesyonel olarak sahneye çıktım ve yine aynı yıl Star Tv’de kekeçoğlan isimli talk show programını yaptım.. derken diziler falan...halen kendi yazdığım “Kekeç Show” adlı tek kişilik gösterimi oynuyorum. Şebokolik: Sizin “kekeçoğlan” diye anılmanızın nedeni kekeme oluşunuzdu değil mi? Fatih Altın: Ben 13 sene konuşamadım 3-4 yaşlarında bir rahatsızlık geçirdim ve lise son sınıfa kadar konuşamadım.Kekeçoğlan lakabı küçüklükten geliyor.3-4 yaşlarında kuşpalazı sanırım.Bir havale sırasında kekemelik başladı.yani 7-8 saatte bir “anne” diyebiliyordum zordu tabi ama konuşmadan bir hayat geçemezdi...Geçmiyodu da.Israr,inat,istek,Allah yardım etti yendim.Haa kekemeliğin iyi yanları vardı,sözlü olmadım mesela hiç konuşamadığım için ayrıca sevgilim de olmamıştı lise de ama şimdi iyi canım maşallah. Lisede konuşamamam arkadaşlarıma sempatik geliyordu sanırım, beni hep içlerine aldılar.Daha sonra üniversite de sanırım muhabbetim seviliyordu,keyifli oluyordu yani.Arkadaşlarım da kekeçliğimle dalga geçiyordu gülüyorduk yani bir de burcum kova,bu biraz dikkat çektiriyordu sanırım.
programıyla izlediğimiz, ünlü tiyatrocu Fatih Altın, nam-ı kolik Dergi’nin konuğu oldu.
Şebokolik: Bildiğim kadarıyla siz konservatuar eğitimi almadınız yani tabi-ri caizse “alaylı” fakat başarılı bir oyuncusunuz.Sizce okullu olmakla alaylı olmak arasında nasıl bir fark vardır? Fatih Altın: Okullu olmak tabii ki süper olurdu.Tiyatro eğitimi almak kötü olur mu? Ama kekeme olduğum için alınmamıştım 80’li yıllarda.Okullu olanlar ukalalık yapmadığı sürece sakıncası yok bence.Nihayetinde yüz ifadesi okulda değil kendiliğinden olan bir şey.Ben komiğim ne yapayım.Okullu değilim diye Çankaya’da soyunmak istemedim yani... Şebokolik: Bize biraz “Kekeçoğlan”ın günlük yaşamından bahseder misiniz? Neleri sever, neleri sevmez? Fatih Altın: Evciyim.Gece hayatım yok,içki kullanmam,çay ve sigara.İddaa oynamayı severim,Kuşadası’nı çok seviyorum.Futbol ilgi alanım.Ve güzel kızlar.Çalışmayı oyunculuğu çok seviyorum ama 1 senedir işsizim.Ama kısmet tabi...Bir de yeğenim Oğulefe’yi her gün anaokuldan alırım. Şebokolik: Bunun bazı hanımlara çekici gelen bekar ama çocuklu baba profiliyle bir alakası var mı? Fatih Altın: Vaaaar tabii,ilgili bekar amcaaaa baba değil. Şebokolik: Genelde komedyenler sahne dışında asık yüzlü insanlar olarak bilinir, siz istisnalardan birisiniz sanırım? Fatih Altın: Çok teşekkür ederim umarım istisnayımdır.Sağolasın utandım bak.Komedyen yüzü asık olmamalı,para şöhret buna sebep olmamalı.Ne yani bu bizim işimiz,kibir falan ters şeyler. Şebokolik: Kadın komedyen göremememizin nedeni ne olabilir sizce? Fatih Altın: Kadınlar güzel varlıklardır.Güzel de pek komik olmaz.Onlar dişidir,doğurgan ve inanılmaz varlıklardır.Güzel olan da komik çıkmaz...Sevgili Beyazıt yakışıklı ve komik o bir istisna,Cem Yılmaz 18 kere izlemiştim kendisini çok komiktir bir de ben...Ama Beyaz beni Show’una davet etmedi,sanırım biri benim ağzımdan ona kötü bir şey dedi.Ama severim yani biline,yook yook kadınları sen bana sor.
Şebokolik: Hepimizin bildiği gibi Türkiye’de dizi sektöründe büyük bir çığır açıldı, diziler 90 dakika,Amerika ve pek çok ülkeden farklı olarak.Sizce dizilerde oyuncuların hakları yeterince gözetiliyor mu? Fatih Altın: Hayır gözetilmiyor.Sette 21 saat kaldığımız oluyor.Yüzümüz düşüyor,gözümüz şişiyor,sonra haydi çık güldür diyorlar,olmaz ki değil mi? Sektör zaten yok.Patron-para-star arasında ki ilişkiye biz dizi sektörü diyoruz.Telif yok,sigorta yok.Haa kapris var,star arkadaşlara hoş görünmek için yalakalık var,patronla ilişki var.ama düzen yok...Olsun buna da şükür. Şebokolik: Daha önce medyada bir takım haberlerle karşılaşmıştık, telif haklarıyla alakalı... Fatih Altın: Evet evet.6 sene önce “Hayat Bilgisi” dizisinin tekrarlarından telif için dava açmıştım.Oynadığım 61 haftanın tekrarı tam 523 bölüm olmuş.Bunu mahkeme çıkardı ortaya.Bilirkişi tekrar başına 200 tl ödenmesine diye yazı yazdı.Türk Sinema tarihinde bir ilki başarmaya sadece ben yaklaştım.Bununla gurur duyuyorum Şebokolik: Biz de sizi kutluyoruz bu cesur tavrınızdan ötürü. Fatih Altın: Benden önce davanın açılmamasının sebebini de size bırakıyorum.Biraz yürekli olup onurlu durmak lazım.Çünkü biiz sanatçıyız,ben TODER’in (Tiyatro Oyuncuları Derneği) onur üyesiyim.Bu davayı açtığım için onur üyeliği sadece bana verildi çok gurur duyuyorum. Şebokolik: Bu güzel sohbet için Fatih Altın’a çok teşekkür ediyoruz...
YAZI: DAMLA AKDEMİR Ayrılsak da Beraberiz, Hayat Bilgisi, Çocuklar Duymasın ve daha severek izlediğimiz ve ekranların fenomeni haline gelmiş birçok dizinin yapımcısı Gani Müjde’den bir bomba daha: Yahşi Cazibe... Başrollerini Hakan Yılmaz, Aslıhan Gürbüz, Peker Açıkalın, Selda Özbek ve Gökçe Özyol’un paylaştığı dizide, Azeri asıllı Cazibe’nin (Aslıhan Gürbüz), Türk vatandaşı olabilmek için Kemal (Hakan Yılmaz) ile yaptığı evliliğin komik hikayesi anlatılıyor. Kısa sürede cumartesi akşamlarının vazgeçilmezi olan dizide Peker Açıkalın, psikopat bir komiseri canlandırdığı Peker Pekmez karakteri ile ekranlara sıkı bir dönüş yaptı. Her yeni bölümde Kemal ile Cazibe’nin evliliklerinin sahte olduğunu ispatlayabilmek için denemediği yol kalmaz Peker Pekmez’in...Ancak bizim uyanık çiftimiz de bu numaraları her seferinde fark edip onun planlarını suya düşürürler. Gökçe Özyol ise Kemal’in yakın arkadaşı Barış rolünde dizinin takipçileri ve biz Şebokolikler için göz doldurmakta...Başarılı oyuncu , çoğu zaman girdiği Bereket Dede rolüyle de izleyenlerin beğenisini kazanıyor. Bereket Dede rolü, Kemal’in Peker Pekmez’in oyunlarına karşı kullandığı bir çeşit B planıdır. Kadınlara biraz düşkündür sevimli dedemiz. Kâh Kemal’in sevgilisine elini öptürür, kâh patronu Hulusi Bey’i kandırır. Ancak her haliyle gülmekten kırıp geçirir bizleri. Yahşi Cazibe’yi kaçırmamanız dileğiyle...
Rukiye Ĺžahin
Müzik Tesadüfen değil de, bir müzisyenin dergisindeki bu sayfayı okuduğunuza göre müzik sizin için bir anlam ifade ediyor demektir. Ve Şebnem Ferah ile tanışmamızı sağlayan bu müzik denen şey ile, müziğin doğuşu ile ilgili sorularınız, düşünceleriniz olmuştur muhakkak... Benim gibi düşünen bir sürü insan olduğuna inanıyorum. Yani müziğin doğuşunun bilinemeyeceğine... İlk insanlar keşifler filan dendiğinde hemen aklıma şu taş devrindeki insan tipleri geliyor. Onların da bir şekilde müzik yaptıklarından şüphem yok. Kanıtlayabilir miyim belki evet belki hayır. İsmi konmamış bir şeydir o zamanlar. Konu ile ilgili araştırma yaptığımda şöyle bir şey buldum: "Bundan uzun yıllar önce, Hindistan'da ormanın derinliklerinde, Kaknüs isminde dev bir anka kuşu yaşarmış. Bu kuşun kocaman bir gagası ve gagasında da yüz tane delik varmış.Her ötüşünde ses bu deliklere çarparak birbirinden hoş nağmeler çıkarıyormuş. Bütün küçük kuşlar bu kuşun sesini duyar duymaz onun etrafına doluşuyorlarmış. Ne hazindir ki, dev anka kuşu Kaknüs de onları yiyormuş. Çünkü o böyle besleniyormuş, diyecek bir şey yok. Çarşı-pazar herkes bu kuşun ötüşünün güzelliğinden bahsediyor, allandıra pullandıra anlatıyorlarmış.O sırada oradan geçmekte olan bir filozof anlatılanlara kulak kesilince olanlar olmuş. Soluğu ormanın derinliklerinde zor almış. Aramış o kuşu bulmuş. Kuş nereye, filozof oraya.Kuş nereye filozof oraya derken, Mitoloji bu ya kuşun sesini dinleye dinleye filozof müziği keşfetmiş. Bir gün Hz. Süleyman'ın öğrencilerinden olan Pisagor (Pythagoras), çarşıda demircilerin demir dövüşünden çıkan sesleri dinlemiş ve müziği keşfetmiştir." Kaynak: M.Özdamar Bu tür mitolojik hikayelerden de anlaşılacağı gibi müziğin doğuşunu kim bilebilir ki? Biz nasıl doğduğumuzdan beri müzik varsa keşfetmemişsek, Pisagor doğduğunda da vardı.Pisagor'un küçüklüğünü bilirim diyemem tabi ama ondan önce demirin dövülüşünden çıkan sesi dinleyen, dinlemekten zevk alan ve o sesi taklit eden birileri olduğuna eminim, ondan önce de ve ondan ondan önce de... Yaprak ışırtısı da doğal müzik mesela ağaçların rüzgarla dansındaki o fon da... Müziğin ne zaman müzik olarak algılanmaya başlamasıysa ayrı tabi. İlkel kabilelerin de müzik yaptığı arkeoloji bilimi sayesinde az çok bilinmekte. Ama o zamanlar sesi kaydetme gibi bir şey olamayacağından günümüzde müziğin tarihi belli bir yere kadar bilinebilmekte. Seslerimizin uzayda yok olmaması sayesinde belli
mi olur, yaşandığı dönemde kalmış b loji sayesinde dinleyebilir(ler)iz. :)) Gelelim şimdi de müziğin "müzik" ol Müzik ile ilgili ilk teorik araştırmala geçen Pisagor olmuştur. Filozofumu yapmış ve bu araştırmalar daha sonr tarafından sürdürülmüş. O dönemde önemli katkılar sağlamış. Biz bugün şey olarak ifade etsek de Pisagor bu ileri sürmüş. Şöyle ki her filozof gib olduğuna ve bu uyumun da evrende ne inanıyormuş. -Bu uyuma da “harmonia” denmiş.cular uyumu anlamanın sayılarla mü muş. Dolayısı ile de sesler arasındak bulmaya ve müziği sayılar aracılığıy Bu uyum sayesinde müzik ile astron ilişkiler kurulmuş.
Örneğin; Pisagor’un Harmony of the fikrinde: “Gezegenlerin hareketleri müzikte çeşitli nota aralıklarına ve diye bir ifade yer almakta.Ve bu düş dakiler kendilerinden sonraki birçok
İlgilendiğimiz bir sanat dalının tarih Bu sadece müzik olarak algılanmaya zik hepimizden önce doğdu bunu bi tü. Bugün tüm dallarıyla hayatımıza Bu sayımızda sizlerle böyle bir bilgi Umarım hoşunuza gitmiştir. Araştırm
bu ezgileri belki bir gün tekno-
luşuna... rı yapan şahıs yukarıda da ismi z buna yönelik araştırmalar ra Pisagorcu Felsefe Okulu eki müzik düşüncesine de müziği daha çok duygusal bir unu sayılar ile ifade edileceğini bi evrenin mükemmel uyumu eki her şeyde olması gerektiği-
Bu nedenle de o ve Pisagorümkün olmacağını düşünüyorki matematiksel ilişkileri la anlamaya yönelmişler. nomi arasında da çok yakın
e Spheres (Kürelerin Uyumu) ve aralarındaki uzaklıklar, dizilere denktir.“ şüncesiyle Pisagor ve okulunk insanı da etkilemişler.
inde yolculuk yapmak güzeldi. a başlanan kısmı idi tabii. Müliyoruz. Büyüdü ve bizi büyüta hükmetmekte... paylaşımı yapalım istedim. macı Ruh devam edecek... ;)
YAZI: DERYA ÜLKAR
Thales...Filozoflar üzerine bir yazı için ilk isim elbette önemli olmalıydı. En önemli filozofu seçmek ne derece mümkündür,malum ama filozofların babasına önceliği vermek en doğrusu olur diye düşündüm.. Miletli Thales. Doğumu M.Ö. 624 – ölümü M.Ö. 546’ya dayanan Sokrates öncesi dönemde yaşamış olan Anadolulu bir filozoftur. Eski Yunan’ın Lindoslu Kleobulos,Atinalı Solon,Ispartalı Khilon,Miletoslu Thales,Lesboslu Pittakos,Prieneli Bias ve Periandrosso dan oluşan Yedi Bilge sinin ilkidir. Elimize ulaşmış hiçbir metni yoktur. Ancak birçok filozof da felsefenin Thales’le başladığını söyler.. Thales’den, önce Yunanlılar doğa ve dünya üzerine konuları Tanrı’ya dayatarak açıklıyorlardı..Thales suyu ana madde olarak düşünüp açıklamalarına olguları birleştirerek yön vermiştir.Toprağın suyun üzerinde bulunduğunu ve dünyanın taşınmasının da su tarafından gerçekleştiğini söylemiştir. Eski inançlarda olduğu gibi nedenleri Tanrı’ya bağlı olarak değil doğanın içinde aramıştır. Tanrısal gücüyse bir ruh olarak yorumlayan Thales her şey de daimonlar olduğuna inanmıştır. Ona göre madde ile güç doğal bir bütündür ve henüz birbirinden ayrılmamıştır . Ve temem madde de tanrısal yaratma gücü bulunur.. Hakkındaki önemli durumlardan biri Güneş tutulmasına yöneliktir. Herodot’a Eudemos’un kaynaklık ettiği bilgilere göre M.Ö. 585’te gerçekleştiği kabul edilen Güneş tutulmasını önceden hesaplayıp haber vermiştir. Astronomi ile yakından ilgili olan Thales ayın son gününe 30.gün adını veren,mevsimleri bulan ve bir yılı 365 güne bölen kişidir.Thales astronomi ile uğraşan ve gün dönümlerini önceden hesaplayan biri olarak ilk astronom olmuştur. Matematik alanında çığırlar açmıştır. Eski Yunan bilginlerinden Kallimakhos’un aktardığı bir düşünceye göre denizcilere kuzey takım yıldızlarından Büyükayı yerine Küçükayı’ya bakarak yön bulmalarını öğütlemiştir. Mısırlılardan geometriyi öğrenip Yunanlılara tanıtmıştır.Öğrenci arkadaşlardan birçoğunun da iyi bildiği bazı geometri teoremleri ise şöyle; Çap çemberi iki eşit parçaya böler. Bir ikizkenar üçgenin taban açıları birbirine eşittir. Paralel iki doğrunun kesişme noktasındaki ters açılar birbirine eşittir. Köşesi çember üzerinde olan ve çapı gören açı, dik açıdır. Tabanı ve buna komşu iki açısı verilen üçgen çizilebilir.
YAZI: RUKİYE ŞAHİN
Ve Thales’ten sözler... -Ana madde sudur, diğer maddeler ise hava ve apeiron (sonsuzluk)dur. -Çocuklarınızdan, sizin kendi ana babanıza gösterdiğiniz kadar sevgi bekleyin. -Acınmaktan çok, gıpta edilin. - Güvendiğiniz kişilerin sizi etkilemesine engel olun. -Zengin olun,ama başarı için. Kötü bir şekilde zengin olmayın. - Başkalarını suçladığınız şeyleri kendiniz yapmayın. -Tembellik hoşa gitmez. Zengin de olsanız tembellik etmeyin. -Herkese güvenmeyin. -Ölçülü olun. -Kendinize hakim olmamanız zarardır.
Hayır,diyorum,içimden..Daha şimdiden uzaklaşmamalıyım.. Önce hafif bir mırıltıyla başlıyor ses beynimde.. Kendini unutuşa bırakıyor bazen.. Kayboluyor az sonra.. Yükselip,yanıma kadar geliyor biranda. Tam da bittiğini sandığımda. Kendimi zor tutuyorum. Kendimi,kendimde zor tutuyorum o seslerle. Gece olduğunda.. İçimden bir şeyler söylemek,bağırmak geliyor dışarıdaki o sessizliğe hep. Ama tutuyorum kendimi. Zor zaptediyorum. Bir kez daha oturup başımı ellerimin arasına alıyor,sıkıyorum. Ne oluyor ? Sabaha giden her adımda,gizli olan anılarıma gitmeye zorluyorum bilincimi. Resimler,seslerden daha az acıtıyor içimi. Vakit geldi mi demiştin. Belki demiştim. Susmuştuk. Şimdi yine susuyorum. İçimden yanıtım. Ama susuyorum. Susmak yaşamı duyumsadığım tek an . Seninle konuşamayarak a,konuşarak a;bu yüzden yaşayamıyorum. Gün doğunca daha gerçek sesler istiyorum. Ama önceden sözleşilmiş gibi konuşmuyor hiç kimse. Her gece,sabahı beklerken. Aslında istediğim kelimeleri arıyorum. “Bitti” denmesini bekliyorum. Ama..Ama yanıldım galiba. Bekledim orada.Ben yanılmış olsam da,her şey,her şey kendi yerindeydi. Sevindim. Bildiğim gibi “yerli yerinde olmadıklarını fark ettim. Kendi yerime çekildim. Unutmadım ama.İster istemez oluyor bu. Sesler,hatırlatıyor.. Her gün biraz daha çok.. Büyüdükçe.. En çok hangi ses önemli ? Hangisi daha ağır geldi ? Hangisini seviyorum ? Belki hiçbirini,belki hepsini. Onları tanıyorum. Aslında,sanmıyorum. Kendimi tanırım ben. En iyi kendimi tanıyorum. Hiç konuşmuyorum ama,bakmıyorum da bir yere. Bekliyorum sadece.. Bir de korku oluyor ara sıra.. “Neden bu kadar bekledin ? sorusu gelince bir gün kulaklarıma..Bilmem,der gibi omuz silkmiştim. “Öyleyse ?dedin. İlk defa içime korku girmişti o saniye. İşte şimdi de öylesine.. Beklemeyi bırakmıştım hani. Ayaklarımın ucuna basıp gitmiştim. Niye ? Neden böyle yapıyordum ? İnsanları,onları rahatsız etmemek için mi ?Ama neden ? Peki ya şimdi ? Daha önce değil de şimdi ? Kendime gidebilecek cesaretim geldi mi ? Sonsuz bir yolculuğa hazırken;o sesle uyanmıştım. Derin bir iç geçirmek geliyor ama gururuma yediremiyorum şu dakika. Kelimelerin arkasından insanların birbirlerine yapamadıklarını yapıp saygıyla ilerlemeye devam..
Geceden korktuğumu düşünme sen de.Ama neden ? Ses etmeden. Şimdi yine suskunluğuma gömüldüğümden yakınırsın sen.. Yo hayır,şimdiki gibi değil hiç,asla değil. Korkmadan,sakince uzaklaşmalıyım gecelerden, gündüzlerden,seslerden.. Hataları onarır,kendime mal ederim. İçim-dışımı,her yerimi kaplayacak sonra düşler.. Konuşmayacak onlar.. Niçin arkamdan geliyorlarsa beynime gizlenip ? Biliyorum onlar beni terk etmeyecekler.. Her şey sessizce ve kendi halinde olsun istiyorum.. Gözlerimde gün batıyor şimdi ve ben her nefeste yürüyorum..Gölgelere basıyorum.. Karanlığa yapışıyorum..Gölgelere basa basa yürüyorum.. Bir dakika öncesine dönüp onu bir asır sonralaştırıyorum! Dudağımın sesini dinlemiyorum sayfalarla kızarken..Ama bir türlü rahat etmiyor içim.Aklım hep yaşamakta..Aklım hep hayatta! Kendimi zorluyor;hep bir şeylerin peşinde,koskoca bir kalabalığın ortasında,şaşkın şaşkın,kaybettiğimi arıyormuşum gibi gözlerimi yumup geçmişi anımsamaya çalışıyorum.. Belki de..Aslında söylemesem daha mı iyi ederim ne ? Sen yoksun.Ama ben yine de gitmeliyim..Yok etmeliyim sesleri..Bazıları gerçek olabilir mi ? Ya da hiçbiri mi hepsi mi ? Hala belli değil.. Ne oldu sana ? Bir gün çıka geleceksin yine karşıma! Bütün bu olup bitenlerden sonra,yine karşı karşıya.. Beklemeler için artık iktidar olmamalıyım ben..Küçük şeyler için yaşlandım.Yalnız;yalnızken kendi sesimi dinlemeliyim.. Biraz sonra yağmur yağacak… Bitirecek misin diyorsun.. Hayır,diyorum içimden..Daha şimdiden uzaklaşmamalıyım.. Güneş battı,fısıltılar başladı..
Rukiye Şahin
Ĺžebnem Ferah ve ekibine dair ne varsa ! www.sebokolik.com http://dergi.sebokolik.com http://tv.sebokolik.com