TBMM/nin 1924'teki karan gereği Hilafet'in ılga edilişi olayıyla birlikte Sünni siyasal düşünce modern çağlarda bir dönüm noktasına ulaştı. Her ne kadar Osmanlı Su İta m'nm aynı zarrıanda Halife olduğu, Sünni siyaset teorisy.enleri tarafından pek kabul görmese de, bu olay M üslümanlar arasındaki, 18. yüzyılın sonlarında başlayan ve çok uzun bir süre devam eden düşünsel kargaşa ve tartışma döneminin bir dönüm noktasıydı. Ali Abdurrazık (ö. 1966) Hilafet tartışmasında en yüksek noktayı işaret etmekle birlikte tartışmanın bir sonuca ya da karşıt görüşlerin bir sentezine ulaşm adaki bütün ümitleri boşa çıkaran gürültülü bir ortodoks tepkiye neden teşkil etmişti. M uhakkak kı Abdurrazık, buhranla ortaya çıkmış en tartışmacı teorisi idi. Hilafetin ilgasını geleneksel İslam siyasal düşüncesine güçlü bir saldırı başlatma konusunda .bir avantaj olarak kullanıyordu.
Birleşik Yayıncılık: 13
Kapak Dönüş
Dizgi Önsöz Masaüstü Y aymcılık 51170 40 Baskı Eldim
Mart 1995
B İR L E Ş İK
YAYINCILIK İviollafenari Sk. Biroİ Han 10/1 34410 Cağaloğlıı ՜ İstanbul Tel: 511 70 40 - 511 64 14
*
*
İslam’da iktidarın Temelleri -bir ‘ideolojik devlet’ eleştirisi
ALI ABDURRAZIK
Çeviren Ömer Rıza Doğrul
İçindekiler
Takdim: .............................................................. .................7
Çevirenin Önsözü:....... ..................................... 17 Birinci kısım: Tarihte Hilafet.....................................21 Bölüm 1 : Hilafetin mahiyeti......................................... 23 Bölüm 2 : Hilafetin hükm ü............................................33 Bölüm 3; Toplumsal açıdan hilafet............................. 43
İkinci kısım: Hilafetin Kökeni ve Mahiyeti........... 57 Üçüncü kısım: Asr-ı Saadet'te Devlet...................... 57 Peygamberlik ve Hükümet...........................................65 Hükümdarlık değil peygamberlik, Devlet değil din......................... ......................................79 Tarihi Açıdan Hilafet ve Hükümet.............................. 97 Din Birliği ve Araplar........................... . ................ 99
Yayıncının Takdimi
TOMM'nin 1924'teki kararı gereği Hilafet'in ilga edilişi olayıyla birlikte Sünnî siyasal düşünce, modern çağ larda bir dönüm noktasına ulaştı. Her ne kadar O s manlI Sultam'nın aynı zam anda Halife olduğu, Sünnî siyaset teorisyenleri tarafından pek kabul görmese de, bu olay Müslümanlar arasındaki, 18. yüzyılın sonla rında başlayan ve çok uzun bir süre devam eden dü şünsel kargaşa ve tartışma döneminin bir dönüm noktasıydı. (Bak: Çağdaş İslâmî Siyasi Düşünce, Hamit İnayet, Yöneliş Yayınları, s. 99-116) Ali Abdurrazık (ö. 1966) Hilafet tartışmasında en yüksek noktayı işaret etmekle birlikte, tartışmanın bir sonuca ya da karşıt görüşlerin bir sentezine ulaşm a daki bütün ümitleri boşa çıkaran gürültülü bir ortodoks tepkiye neden teşkil etmişti. Muhakkak ki Ab-
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
durrazık buhranla ortaya çıkmış en tartışmacı teorisyen idi. Hilafetin ilgasını geleneksel İslâm siyasal dü şüncesine güçlü bir saldırı başlatma konusunda bir avantaj olarak kullanıyordu. (A.g.e., s. 116-117) Abdurrazık, İslâm ile m o d em devlet arasındaki ilişki konusunda Sünnî bir İcma'a varmaya katkıda bulunmak için iyi bir zamanlama yapmıştır. İddiasının odak noktası, Hilafetin Kur'an, Sünnet ve Icma'da bir dayanağı olmadığı düşüncesidir. Bu iddianın her bir bölümünü kanıtlamak için normalde Hilafetin vucubu konusunda bu üç kaynaktan getirilen başlıca deliller hakkında ayrıntılara girmektedir. (A.g.e., s. 117-119) Haklı olarak, Kur'an'm hiçbir yerinde tarihte bil diğimiz özel kurum anlamında Hilafetin bahsine Taş lanmadığım söylemektedir. Hilafeti teyid ettiği söyle nen ayetlerden hiçbirinin aslında böyle bir teyidde bulunduğu yoktu. Bu âyetler, sadece müslümanların Allah'a, Peygambere ve otoriteyi elinde bulunduranla ra itaati istiyordu. Peygambere atfedilen sözlerden de ikna edici bir delil çıkarılması mümkün değildi. İleri sürülen kimi hadisler için "Bunlar -sahih bile olsalar- Hilafetin dini bir öğreti ve imanın ilkelerinden biri olduğunu onay lamazlar" diyordu. Son ikna edici delil olarak icma öne sürülüyordu. Abdurrazık, somut tarihsel olaylardan, ister Peygamber'in ashabının ve tabiûnun, ister ulamanın, isterse de bütün ümmetin ittifakı anlamında kullanılsın, icmadan hareketle varılan hükümlerin, ilk üçü dışında, Halifelerin tayininde hiç bir zaman rol oynamadığını I
TAKDİM
ileri sürüyordu. Hilafet daima kuvvetle kaim olmuş ve baskıyla՝ sürdürülmüştü. Tarihte, Hilafeti meşru k ıla cak bir icma vaki olmuşsa, bu icma sessiz bir icma (icma-ı sukutî) olmuş olsa gerekti. Kendisi de Islâm hukuku konusunda bir uzman olan Abdurrazık, ra hatlıkla bu tür bir icmanın hiç bir zaman dinî bir delil ya da şer'î bir hüküm çıkarmakta kullanılmadığım söylemekteydi. Abdurrazık'm yürüttüğü mantık gelenekçiler [ara fından Hilafet konusundaki geleneksel-olmayan bir görüşün meşru zemindeki bir ifadesi olarak makul karşılanabilirdi. Özellikle kurumun tamamen itibar dan düştüğü bir dönemde. Ancak o, ortaya, Hilafet sorunuyla ilgili olmakla birlikte tartışmayla doğrudan ilgisi olmayan bir mesele atarak ortodoks eleştirilerin hedefi haline geldi. Ortaya attığı mesele, bir dinî dok tirinler sistemi olarak İslâm'ın hükümet oluşturulması nı gerekli görüp görmediğiydi. Hiç bir mümin kendi sini ciddi bir çelişkinin içine atmaksızm bu soruya menfî cevap veremezdi. (A.g.e., s.119-121) Abdurrazık, Hilafetle ilgili durumdan farklı ola rak, Müslümanların işlerini idare edecek, çıkarlarım koruyacak kaçınılmaz bir araç olarak hükümet kurul masının Kur'an'da öngörüldüğünü söylüyordu: Allah, (43:32) ve (5:48.) âyetlerinde gerçekte hükümetin ge rekliliğini beyan ediyordu. Ancak bu da hükümetin dinin temel bir ilkesi olduğu anlamına gelmezdi. Yine Peygamberin bütün siyasî eylemleri, ortaya çıkmış bir devletin idamesinin gerekleri m uvaceh e sinde açıklanmalıydı. Bunları onun kutsal misyonuyla 9
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
il işkil endirme yolundaki her teşebbüs, haksız, yanlış bir teşebbüs olacaktı. Bütün bu açıklamalardan çıkan sonuç, Abdurrazık'm iddialarının en kurnazca ve çalışmasının dinî düşünce üzerinde bıraktığı izleri tahrip eden sonuçla rıyla tenkidçileri ve şârihleri tarafından, en yanlış anla şılan bölümüydü. Bu sonuç iki maddede ifade edilebilir: Birincisi, İslâmî ideallerin uygulanmasında zaruri de olsa siyasal otorite ve hükümet, İslâm'ın özüne ta alluk etmez ve onun esas prensiplerinden birini oluş turmaz. İkincisi, iyi anlaşıldığı takdirde İslâm, kendi hu zurlarını sağlama konusunda en uygun hükümet şek lini seçmede Müslümanları serbest bırakmaktadır. Bu nun aksi olan İslâm'da din ve siyasetin birbirinden ayrılmaz olduğu yolundaki görüş, siyaseti öncelikle Hilafetle, sonra dolayısıyla Müslümanları tarih boyun ca yöneten despotik rejimlerle ilişkilendirdiği için yanlıştır. Kitap son bölümde, ümmetin çıkarsamalarının günüm üz Müslümanları arasında siyasî aktivizmin canlanmasına hizmet etmesi arzusunu kısaca ifade ediyor: "Dinde, Müslümanları sosyal ve siyasal bilim alanlarında, onlara boyun eğdiren ve onları zelil eden bu köhne düzeni ortadan kaldırmakta, en iyi yönetim prensipleri olarak, ulusların tecrübeleri ve insan aklı nın en son başarıları doğrultusunda kendi hükümetle rini tesis etmekte diğer uluslarla rekabetten men eden hiç bir şey yoktur." 10
TAKDİM
Eğer kitaptaki esas fikirler kışkırtıcı bir dille su nulmuş olmasaydı ortodoks yapı tarafından farklı bir şekilde algılanabilirdi. Ortodoks ulamanın kitaba ta raflı bir haleti ruhiye içinde yaklaşmalarıdır ki, kitabın muhtevasını suçlamak üzere kaleme aldıkları bildiride yazar tarafından kitapta Bolşevizm'e yapılan nötr bir göndermeyi yazarın kominist inançlarına delil olarak gösterdiler. Bir başka ağır karar, 1911'de onaylanan ve Ezher'e bağlı ulemanın prestijine saldıranları yargı lama yetkisi veren bir kanuna göre Ezher'in önde ge len 25 alimi tarafından oluşturulan mahkemede verili yordu. Bu kararla Abdurrazık hem Ezher diplomasın dan, hem de kadılıktan oluyordu. (A.g.e., s. 122-123) 1925'teki Sünnî dünyanın son derece gergin olan atmosferinde bütün bunlar anlaşılabilir şeylerdi. .An cak acı olan, kinler sakinleştiğinde daha ölçülü karar lara imkan verecek açılımlar yerine, eserin, yakın za manlara kadar müslüman ulema tarafından tamamen terkedilmesidir. Ortodoks ulema elbetteki bu esere karşı fikir serdedem eyecek durumda değildi. Abdurrazık'm hilafet ile hükümet arasında yaptığı ayrımı görmezden gelmeleri ve Müslümanların tarihteki uy gulamalarına dayanarak her ikisinin de meşruiyetini onaylamaları, her ikisinin de gerekliliğini tastik için yeterliydi. Ezher'in özel mahkemesi eseri tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde reddetti. (A.g.e., s. 121124) Abdurrazık'a yakın geçmişte yöneltilen eleştiri lerin mahiyeti farklıdır. Dinî iştiyakın siyasî eylemle bütünleşmesi şeklinde giderek büyüyen çağdaş arzu 11
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
yu yansıtan bu eleştiriler onu, Sünnî müslümanların uzun bir süre saygı duyduğu bir kuruma karşı tavrın dan dolayı değil, daha çok, İslâm'da siyasetle dinin ayrılmazlığını inkarından dolayı suçlarlar. Bu tenkid çizgisi İslâmî ideallerin sadece ikna ve ahlakî örnekler yoluyla gerçekleştirilemeyeceğini kanıtlamayı amaçla dığı sürece haklıdır. Ancak bu çizgi, Abdurrazık'm, ne Hilafetin, ne de hükümetin İslâm inancının bir mad desini oluşturmadığı şeklindeki iddiasını hala çürütmemiştir. Daha önemlisi, onun, daha net çıkarsama larla okuyucularına anlatmak istediği şeyin, İslâm’ın depolitizasyonundan ziyade siyasal, düşünce konu sundaki zayıflığı ve Müslümanlar arasında eleştiriye yönelik melekelerin dumura uğradığını göstermekle ilgili olduğunu takdir edememişlerdir. O bunu, Müs lümanların tarihsel olarak rejimlerine ithaf ettikleri kutsal vasfa ve yine Müslümanların, ümeraya isyan etmenin dinî pirensiplere isyan etmekle müsavî oldu ğu yolundaki inançlarına bağlamaktadır. (A.g.e., s. 124-125) E. I. J. Rosenthal, ortodoks bakış noktasından ha reketle Abdurrazık'a yöneltilebilecek ve İslâm'ı çağ daş ve manevî kuralları içine alan bir sistem olarak kabul eden bütün anlayışlarda mevcut olan farklı bir itiraz getirmektedir. Bu, Islâm'daki devlet-hukuk iliş kisidir... Ancak, Şeriatın, bireysel ve sosyal hayatın bütün alanlarını kapsıyor olmasına rağmen, bütün Müsiümanlarca benimsenmiş, kabul ve tasdik edilmiş ve üzerinde ittifak edilmiş tek bir hukuk sistemi yok tur... Buna ek olarak, hukukun bireysel yorumlara $
TAKDİM
(içtihad) tâbi tutulması ihtimali vardır... Son olarak,7 sı^ ra hukukun uygulanmasına geldiğinde, devletin istek liliği ve hazır oluşu belirleyici faktör olmaktadır. Bu da sonuçta, devletin ideolojik ve siyasî temelleriyle il gili bir şeydir. Bu, özellikle yirminci yüzyılda, İslâm'ı, sosyal, ekonomik ve siyasî sistemlerinin yegane ya da hakim dayanağı kılmayı amaçlayan ve bu iddiaya sa hip bazı devletlerin (Suudi Arabistan, Libya, Pakistan ve İran gibi) ortaya çıkışıyla teyid edilmiştir... Bu sis temlerin hiçbirinde rejimin mahiyetiyle İslâm'a bağlı lık arasında, yasal sisteminde öngörüldüğü veçhiyle doğrudan bir korelasyon yoktur. Öyle ki, doktiriner ve ideolojik unsur her ülkedeki siyasî ve hukukî kurumların şekillendirilmesinde araç işlevi görmektedir, Bu durum, doğrudan doğruya sözkonusu devletlerin liderlerinin gerçek İslâm'dan neyi anladıkları k o n u suyla ilgilidir. Bütün bunları belirleyen de, psikolojik, sosyal ve tarihsel faktörlerdir. Ancak devlet kurmak Müslümanların dinî görevi olmaktan ziyade, sadece siyasî erdemin koşullara bağlı eyleminden ibaretse, İslâmî ideallere ulaşılması nasıl garanti edilecektir? Abdurrazık'm bu soruya ce vabı, defaatle yaptığı gibi Hz. Muhammed'in siyasi ol maktan ziyade manevî bir lider olarak peygamberli ğiyle ilgili tanımlarında kendini göstermektedir: Pey gamber'in, İslâm devletinin işlerini icra için yaptığı si yasal düzenlemelerin basitliği, sonraki müslümanlar için herhangi bir ayrıntılı idarî direktifler dizgesi vermeyi reddedişi, onun, bu makamını devlet adamlı ğı sanatına çok yakın bir şey olarak görmek istemedi
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
ğinin bir delilidir. Rosenthal'in de ifade ettiği gibi, bu yüzden o, "İslâm'ın s a f ve açık d in î karakterin den h söz etmektedir. Eğer serbest ve dürüst bir tartışma or tamında ele alınabilseydi, bu görüşler İslâm kültürü nün, başta Batıklarınki olmak üzere eleştirilerden en çok müteessir olan bir alanını — ahlakî değerlerin kendi başlarına varlıklarını sürdürebilirliği— tahlil edilmiş olurdu. Peygamberi ruhun yüceliği meselesi, Peygamber'in askerî ve siyasî liderliğinden ayrı olarak ele alındığında, genel geçer kuralların aksine bir du rum ortaya çıkacaktır. Peygamber'in siyasî ve manevî liderliğinden ayrı olarak onun maneviyatının yüksel tilmesi aynı zam anda zorlayıcı genel konformizme karşı olan bireysel vicdanın yükseltilmesi anlamına gelecektir. Bu vizyon İslâm'a yabancı değildir. Kur'an'da Peygamberi, Müslümanların münferit olarak kendi eylemlerinin sonucu başlarına gelenden kurtar ma sorumluluğundan muaf tutan bir çok âyet yer al mıştır. Bu bakışın sistemleştirilmiş şekli, müsterih bir vicdanla ve gerek hemen vaki olabilecek, gerekse vu kuu muhtemel dış etkilerden bağımsız olarak iyi fiilde bulunanların fiillerine değer veren bir ahlak felsefesi dir. (A.g.e., s. 125-129) Abdurrazık, görüşlerini böylesi etkili sonuçlara dönüştürecek fırsatı elde edememiştir. O bunu başar mak istemişse de, şiddetli gelenekçi tepki bunu im kansızlaştırmıştır. Bu kitabı yayınlayan yayınevimiz, Islâm'da siyasal iktidarın temelleri hakkmdaki tartışmaya bir katkı yapmayı amaçlamıştır. Dünya'da meydana gelen kü I
14
TAKDİM
reselleşme ve yanı sıra giden bölgeselleşme eğilimleri ortasında yer alan ülkemizin geçmişte bu anlamda en önemli enstrümanlarından biri olan Hilafet konusunu tekrar tartışma gündemine taşımak ve "nasıl bir birlik telik?" sorusuna, tarihî birikimimizin de ışığı altında doğru cevaplar bulabilmemize yardımcı olmayı amaç lamaktayız. Birleşik Yayıncılık olarak izlediğimiz ve izleyece ğimiz yayın politikasında, ne tarihe malolmuş, ne de günümüzde var olan hiçbir tabuya takılıp kalma yok tur. Biz her fikri, düşünceyi, itikadı ve telakkileri Kur'an ve ilgili sünnete yönlendiririz; onların terazi sinde ölçer biçeriz... Bu iki kaynağa uyuyorsa kabul eder, uymuyorsa reddederiz.... Elinizdeki kitabı okurken siz de bu ölçüyü kulla. nın. Böyle yaptığınız zaman, aklınızın karışmadığım, buna mukabil çok şey öğrendiğinizi göreceksiniz. Fikirden, d üşün ceden korkmaz bir müslürnan. Yeter ki her fikri ve düşünceyi analiz edecek doğru şablonların sahibi olsun. Bizi yaratan, yaratırken tab ve karakter veren ve böylece ezelimizde Rabbimiz olan Allah'ın (c.c.) doğ ru terazisinde (Kur'an'da) tartabildiğimiz hiç bir d ü şünce ve sav bizim için tehlikeli değildir... Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan hemen sonra başlayan hilafet tartışmalarında, bu, asırların müessesesini kaldırmak isteyenlere destek veren eli nizdeki kitab, bize çok şeyler öğretiyor!.. İster menfi, isterse müsbet!.. Ama mutlaka öğretiyor. Çaba bizden, başarı Allah'tandır.
I ı
İ i
! i İ
Ii i
ı
.
է
«
Çevirenin Önsözü
Son yıllarda d oğu d a yayımlanan eserler arasında adından en çok sözedilen, etrafında müthiş velveleler kopan, leh ve aleyhinde ençok yazı yazılan eser, okuyucularımıza tercümesini sunduğmuz "El-islam ve Usulü'l-Hükm" yani "İslâm'da İktidarın Temelleri" adlı bir eserdir. Bir yılı aşkın bir sürede Mısır'ın en değer li alimlerinden üstad Ali Abdürrazık Bey tarafından Arapça olarak yazılan ve yayımlanmasının ardından bir yandan muhafazakarların düşmanca saldırılarıyla, diğer yandan da yenilikçilerin beğenisiyle karşılanan bu eserin konusu, hilafet saltanat, din ve devlet gibi Türk inkılabının hedeflediği önemli meselelerdir. Mı sır ve diğer İslâm ülkelerindeki din alimlerinin görüş lerine aykırı birtakım yeni fikirleri savunan bu eser, muhafazakarlarla yenilikçiler arasında şiddetli bir mu 17
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
cadeleye neden olmuştur. Eserin yayımlanmasının ar dından bütün din alimlerinin saldırısına uğrayan de ğerli yazar dinsizlikle suçlanarak türlü hakaretlere ve düşmanlığa maruz kalmış, gün geçtikçe bu düşmanlık yumuşayacağı, şiddeti azalacağı yerde tersine daha da alevlenmiş, yazarı İslâm camiasından u-zaklaştırmak; dinî, insanı, tabiî haklardan mahrum etmek üzere ye ni bir hareket başlamış ve bu hareket üstadı yargıla yacak dinî bir mahkemenin kurulmasına kadar götü rülmüştür. Bu mahkeme huzurunda eserini savunan yazar hakkında kadılıktan azledilme kararı verilir". Ez her'in bu kararı vermesi kolay, fakat yerine getirilmesi oldukça zordur. Çünkü o zamanki Mısır hükümetinin üyeleri arasında Mısır'ın en meşhur liberallerinden birkaç bakan vardı. Bundan dolayı, Ezher'in kararı Mısır başvekiline sunulduktan sonra, bu kararın yerine getirilmesi ko nusu muhafazakâr tarafla hürriyet yanlıları arasında şiddetli tartışmalara neden olmuş, hürriyet yanlıları sonuna kadar düşünce özgürlüğünü savunma konu sunda ısrar etmişti. Sonunda eski Mısır başvekili Ziver Paşa, Ez her'in kararının uygulanması konusunda kendisine en çok karşı gelen adliye nazırı Abdülaziz Fehmi Paşa'yı kabinesinden ihraç etmeyi başarmıştır. Bunun üzerine hürriyet yanlılarının lideri olan Fehmi Paşa ile beraber çekilmişlerdi. Bunu siyasî bir buhran izlemiş, fakat zi ver Paşa sadece taraftarlarından bir kabine oluşturabildiği için eserin değerli yazarı Ali Abdürrezak Bey, kadılıktan azledilmişti.
ÇEVİRENİN ÖNSÖZÜ
Mısır'da böylesine önemli olaylara neden olan bu eser, Türkiye'de bütün doğu ve batı illerinde her basılışında söz konusu olmuş, bu eserin yazarının gösterdiği dayanıklılık ve kahramanlığın yanında, onun güçlü ve isabetli incelemeleri de takdirle karşı lanmıştır. . Türk inkılabının ürünü olan bu ilmi eser hak kında biz o zamanlar bilgi vermiş ve eserin özetini . Vakit gazetesinde tefrika etmiştik. Eser hakkında az , çok bir fikir veren bu özeti çok ilgi çekici bulan ve eserin tamamını okumak isteyen bazı değerli kişilerin istekleri Eser yanlızca Türkiye'de ve doğuda değil, batı da da adından söz ettirmiştir. Britanica Ansiklopedisi'nin on üçüncü baskısında Profesör Amold'm kale miyle bu eserden sözedilmekte ve böylece üstadın eserine şöhret kazandırılmaktadır. Eser başlıca üç kısımdan oluşmaktadır: Birinci kısımda 'Tarihte Hilafet' konusu ele alınır. İkinci kı sım, 'Hükümet ve Müslümanlık', üçüncü kısım ise 'Tarihte Hilafet ve Hükümet' admdadır. Bu üç kısmın herbiri özenle incelenmiş ve so nuçta açık ve kesin bir şekilde İslâmiyet'in bu konu daki görüşü ifade edilmiştir. Eserde peygam berlik devri hükümetine ait incelemeler, birçok karanlık noktayı aydınlatmakta ve Hz. Muhammed'in yalnızca risalet görevini yerine getirerek hükümdarlıktan uzak kaldığını, dinde hilafetin dinî ya da dünyevî bir ge rekliliğinin olmadığını ispatlayan bölümler, birçok gerçeği ortaya çıkarmaktadır. 19
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
Bu eseri, şimdiye kadar hilafet konusunda yazı lan diğer eserlerden ayıran bir diğer önemli nokta da, 'hilafetin İslâmî bir kurum olmadığı' tezinin ortaya atılması ve bunun ispatlanmasıdır. Mısırlı yazara fikir babalığı yapan düşünürlerin bazıları, Müslümanlığın bir hilafet makamı oluşturduğunu, fakat gerçek ve tam hilafetin otuz sene devam ederek sonra da yerini «t _ saltanata bıraktığını iddia ediyorlardı. Ustad Ali Bey bu görüşe de karşı gelerek, Müslümanlığın, peygam bere vekalet edilmesi açısından bir hilafet, dinî veya dünyevî bir liderlik ortaya çıkarmadığını, aslında di nin böyle şeylere ihtiyaç duymadığını ve peygam be rin kesinlikle sözetmediğı bu müessesenin Peygamber'den sonra ortaya çıktığını, üstelik hilafetin Kur'an ve sünnetle izah edilmediği gibi, icma-ı ümmete de dayanmadığını, dinî şeairi yerine getirme adına da onun bir gereği ya da faydası olmadığını söyler. Kısaca bu eser, Büyük Türk İnkılabı'nın ilim ve fikir aleminde açtığı yeni ufka ışık tutan bir meşale dir. Beylerbeyi / 24 Eylül 1927 Ömer R ıza
20
KISIM
I Hilafet ve Müslümanlık
e
I՛
i
¥ ’i
BOLUM
1
Hilafetin Mahiyeti
Hilafetin sözlük anlamı -İstalahta hilafet- Hilafete 'peygambere veka let' manası verilerek ne kastediliyor - Halife kelimesinin kullanılması nın sebebi - Halifeye verilen haklar - Halifenin şeriatla kayıtlı olduğu konusunda ileri sürülen düşünceler - Hilafet ve saltanat - Halifenin hakimiyetinin kaynağı - Halifenin hakimiyeti ümmetten alması - bu konuyla ilgili olarak batıda ortaya çıkan ihtilaflar.
1. Kelime olarak hilafet, 'tahallüf fiilinin masta rıdır. 'Falanca kişi falancadan tahallüf etti' denildiğin de o n d an geri kaldı, ya da onun halefinden (peşin den) geldi, ya da onun yerine geçti manaları kastedi lir. 'Falan filana halef oldu' demekle, on u n la berabet ya da on dan son ra bir işi üzerine aldt manası kaste dilir. Hilafet, başkasına vekillik etmektir. Yokluk, kay bolma, acizlik gibi durumlar vekâlete neden olabilir, 'Halâif' halifenin; 'hulefâ' helîfin çoğuludur. Halife'ye 'sultan-ı a'zam' da denilir. 2. Müslümanlar arasında hilafet ve aynı anlama gelen imamet kelimeleriyle 'Din ve dünya işlerinde 23
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
peygambere vekalet itibarıyla umumî liderlik՛ kastedi lir. Beydavi'nin, imamı, 'bütün üm m etin tâb î olm ası gereken şekilde şer'î kan u n ların uygulanm ak ve mil letin varlığım korum ak suretiyle bir kim senin pey gam bere hplife olm asıdır,' şeklindeki tanımı önceki tanıma yakındır. İbn-i Haldun bu tanımı izah ederken şöyle de mektedir: "Şeriat nazarında bütün dünya işleri mesalih-i uhreviyye, yani ahiretle ilgili işler olarak kabul edildi ğinden hilafet, kişilerin ahiretle ve dünyayla ilgili işlerinde şeriatın gereklerine göre hareket etmesini sağlamaktır. Bu bakımdan hilafet, dine bekçilik, gözcülük yapma ve oyunla dünyayı idare etme ko nusunda şeriat sahibine vekilik etmektir." 3. Bu yüzden bunların nazarında halife, Resulü Ekrem Hazretlerinin vekili konumunda sayılmaktadır. Çünkü Peygamberimiz hayatta iken elçileri kabtıl etti ği, dine gözcü olduğu, onu Hakk'dan aldığı gibi teb liğ ederek, herkesi bu dini kabul etmeye çağırdığı söyleniyor. Bunlara göre nasıl ki Peygamber Hakk'a davet te bulunması ve mukaddes şeriatı halka tebliğ etmesi için seçildiyse, bu dinin muhafazası ve bu dinle dün yayı idare etmesi için de seçilmiştir. Resulü Ekrem Efendimiz vefat edince halifeler, dini muhafaza etmek ve din ile dünyayı idare etmek üzere Peygamberi miz'in makamını doldurmuşlardır. 4. Böylece Peygamber'e vekalet edenlere 'hali fe' ve 'imam' adı verilmiştir. Bunlara 'imam' denilire-
HİLAFETİN MAHİYETİ \ %
sinin sebebi, liderlik etmek açısından, Müslümanlara namaz kıldıran imamlara benzemeleridir. Halife Unva nı ise, ümmetin nazarında Hz. Muhammed'e halef olarak görülmelerinden dolayı onlara verilmiştir. Bu nedenle bunlara genel olarak 'halife՛ denildiği gibi, 'Peygamberin halifesi1 de denilmektedir. Bunlara bir de 'Allah'ın halifesi' denilip demlemeyeceği kon usun da ihtilaf doğmuş, bazıları buna cevaz verdiyse de cumhur bu ünvanı kabul etmemiştir. Hz. Ebu Bekir, kendisine 'Allah'ın halifesi' denildiği zaman bu ünvanı kabul etmemiş, kendisine bu şekilde hitap edilmeme sini emrederek "Ben Allah'ın halifesi değil, P eygam ber'in halifesiyim." demiştir. 5. Bu durumda, halifenin ümmet nezdindeki yeri, Peygamber'in müminler nezdindeki yerine ben zer. Çünkü halife umumun velayetini taşıyan, itaatna meye uygun geniş bir saltanata sahiptir. Halife, dinî emirleri yerine getirmek üzere sınırları korur, şer'î hü kümleri uygular ve dünya işlerini idare eder. Halife Resulü Ekrem'in vekili olduğu için, müminlerin onu sevmesi gerektiği kabul edilir. Müminlerin nazarında Resulü Ekrem'in makamından daha yüksek bir m a kam olmadığı için onun mevkiine yükselen bir insan, başka hiçbir insanın erişemeyeceği yüce bir makama ulaştığından her tür hürmete layık görülür. Bu ne denle kendilerini Resulullah'a izafe ettiklerinden dola yı halifeler, her türlü yüceltmeye layık olur, din-i ilahi'nin gözcüsü ve en emin muhafızı addolunur. Mü slümanlara göre kainattaki en değerli şey din olduğu için, onu korumakla yükümlü olan kişi, dünyadaki en İ
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
değerli, en saygın vazifeyi üstüne almış sayılır! Bu açıdan Müslümanlar'm, halife adını alan bu kişiye zahirî ve batmî olarak iaat etmeleri gerekir. Çünkü halifeye itaatin Allah'a itaat, ona isyanın ise Al lah'a isyan olduğu söylenir! • Bu yüzden halifeyi dinlemek, ona itaat etmek kaçınılmaz bir durum olarak, bir zorunluluk olarak kabul edilir. İman, ancak bu itaatle tamamlanır; Müs lümanlık, ancak bu esasla sağlamlaştırılır. Kısacası sultan, Peygamber'in halifesi sayıldığı gibi, yeryüzünde ilahî bir sığmak, Allah'ın gölgesi sa yılır. Yeryüzünde Allah'ın gölgesi ve Peygamber'in halifesi olan kişinin velayeti, Allah'ın velayeti ve Pey gamber'in velayeti gibi umumî ve mutlak oluyor! Bu durumda bu kişilerin, insanların canları ve malları üzerinde hak sahibi olmaları pek tabiidir. Sonra bütün emir ve yasaklamalar halifeye ait tir. Ümmetin idaresiyle ilgili herşey onun elindedir. Büyük-küçük her işi o idare eder. Derecesi ondan aşağı olan her yetkinin kaynağı yine odur. Bu yetkiler de ondan alınmıştır. Her iş onun saltanatı içinde yer alır. Dinî-dünyevî her iş onun emriyle yerine getirilir. Çünkü "Hilafet din ile dünyayı camidir. Hilafet, ima meti kübrâdır. Herşeyi toplayan, birleştiren esastır. Dinî ve dünyevî her iş, şer'î hükümlerin uygulanma sıyla ilgili her görev hilafete dahildir." Halifenin yetkisine ortak yoktur. Onun dışında, Müslümanlar üzerinde velayet sahibi bir başka kimse bulunmaz. Çünkü her velayet, hilafet makamından kaynaklanır ve vekalet yoluyla halifeye geçer. İslam 26
h il a f e t i n m a h iy e ti
devletinin bütün memurları, Müslümanların dini veya dünyasıyla ilgili herhangi bir işi üstüne alan vezir, ka dı, vali, tahsildar gibi kişiler ancak padişahın vekilleri dir. Bunları seçmek, tayin etmek, görevden almak ve onlara yetki vermek onun işidir! 6. Hilafetin bu şekildeki tanımından ve bu konu üzerine yazılanlardan halifenin hükümranlık konu sunda ancak şer'î kurallarla sınırlandığına; halifenin, her türlü eğrilikten uzak, başı ve sonu şeriat tarafın dan belirlenmiş ancak bir yoldan gitmesi gerektiğinin ve bu yolun da Hz. Peygamber tarafından gösterilen Kur'an, sünnet ve icma-ı ümmet ile belirlenen yol ol duğunun kabul edildiği anlaşılıyor. Bunlar, halifeyi şerî. hükümlerle kayıtlı olarak tanıyor ve bunu yoldan sapanları zaptetmek, eğrileri doğrultmak için yeterli kabul ediyorlar. Mamafih bun ların bir kısmı halifenin zulmettiği veya ahlaka aykırı durumlarda bulunduğu taktirde azledilebileceğini de söylüyorlar. 7. Bundan dolayı hilafet ve saltanatı birbirinden ayıranlar olmuş, bunlar saltanat hakkında "Tabiî s a l tanat, in sa n ları hırs ve şehvete boyun eğdirtmektir. Siy asî sa lta n a t ise, d ü n y a m en faatlerini k a z an m ak ve z a r a rla r ı giderm ek için aklın gerektirdiği şekilde hareket etmektir"; hilafet hakkında ise, "Herkesin Al lah'ın emirleri doğrultusunda hareket etmesini sa ğ la m aktır" demişlerdir. İbn-i Haldun bu görüşe göre gerçek hilafetin Hz. Ali ile son bulduğunu söylemek tedir. İbni Haldun, Hz. Ali'den sonraki kişiler hakkın 2 7
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLER!
da şöyle der: "Ondan sonra padişahlık ortaya çıktı. Fakat yine din ile dinî yollar aranıldığmdan, doğru yolda gi dildiğinden, hilafetin özü ayakta kalmıştır. Yalnız sevkeden sebep değişmiş, daha önce sebep din iken, bu kez vatanseverlik, milliteyçilik ve kılıç onun yeri ni almıştır. Muaviye, Mervan ve oğlu Abdülmelik'in devrine, A bbasilerden Harun Reşid ile bazı oğulları nın devrine kadar durum bu şekilde sürmüş, sonra hilafetin bütün anlamı yok olarak sadece adı kal mış, padişahlık tamamıyla yerleşerek tahakküm, zorbalık ruhu hakim olmuş, padişahlığın tabiî şartı olan cebr ve istibdat ortaya çıkarak zevk ve eğlence içinde yüzülmüştür. Abdülmelik b. Mervan'm ço cukları bu suretle hükümran oldukları halde, Arap milliyetçiliği, vatanseverlik yok olduğu için, hilafe tin ismi de, şekli de büsbütün ortadan kalkmış, do ğuda Acem hükümdarlarında olduğu gibi halifeye yalnızca teberrüken itaat edilmeye başlanmıştı. Bu padişahlar herşeye hakim bulunuyor, halifenin ise hiçbir hükmü tanınmıyordu." Halifelere bütün bu hakimiyet ve iktidarı bağış layarak onları en yüksek makama çıkardıktan, her tür saltanat ve gücü onlara verdikten sonra bu saltanat ve hakimiyetin kaynağını anlatmak gerekmez miydi? H a lifeler bu hakimiyeti hangi kaynaktan alırlar? Bu salta natı onlara kim bahşeder? Ne yazık ki bu konu da, hilafetle uzaktan ya kından ilişkisi olan, hilafet konusunun tartışılmasına sebep olan diğer konular gibi tamamen ihmal edil miştir. Zaten bu konuyla ilgili olarak yazılanlar ince lendiği takdirde, delillerden hareket ederek Müslü-
HİLAFETİN MAHİYETİ
manlar'm bu konuda iki görüşe sahip oldukları görü lür. 8. Bu görüşlerin ilki "halife, sa lta n a tın ı ilahi sa ltan atta n , g ü c ü n ü İlah î gü çten a lır" görüşüdür. Ulema ve Müslüman halk arasında bu düşüncenin ka bul edildiği ve bu ruhun hakim olduğu görülür. B u n ların hilafet hakkmdaki bütün sözleri ve yazılan bu düşünceye tercüman olmakta, bu akideye işaret et mektedir. Yukarıda değindiğimiz gibi halife, Allah'ın yeryüzündeki gölgesi sayılmış, hatta Abbasiler'den Ebu Cafer Mansur, Allahu Teâlâ tarafından yeryüzüne tayin edilen sultan olduğunu söylemiştir. İslamiyetin ilk asırlarından itibaren bu düşünce alimler ve şairler tarafından sözkonusu edilmiş, bunlar Allah'ın halifeyi seçerek hilafetini ona verdiğini ileri sürmüşlerdir. Bir şair bir halife hakkında şöyle demektedir: "Nasıl Musa İlahî kadere uyarak huzuru izzete çağrıldıysa, onun da (halife) hilafet makamına öylece ilahî kader ile çağrıldığım." Başka bir şair de diğer bir halife hakkında şöyle der: "Allah'ın ümmeti ıslah etmek ve doğru yola eriştir mek istediği için onu hilafet makamına tayin ettiği ni" Ferazdek, Hişam'm Cenab-ı Hakk tarafından in sanlar için seçilen hayırlı bir kişi olduğunu ve onun sayesinde her yerde zulmetin ortadan kalktığını söy ler ve ona şöyle seslenir:
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
"Sen, bu insanlar için Peygamber'den sonra hasıl olan kuraklık ve kıtlığa karşı bulutundan ümitler beklenen simasın!" Bu düşünce öylesine yayılmıştı ki, şairler, hali feleri Zat-ı Kibriya'nın mevkiine veya buna yakın bir mevkiye kadar yükseltmeye başlamışlardı. Şairin biri halifeye şöyle diyor: "Kaderin istediği değil, senin isteğin geçerlidir. Hük met! Vahid ve Kahhar sensin!" Şair Tarih, Velid b. Yezid'i methederken onu buna benzer vasıflarla yadetmiştir. Özellikle hicretin beşinci asrından sonra alimle rin yazdıkları eserlere bakıldığında bunların padişah lardan birini andıkları zaman, onu insanüstü sıfatlarla vasıflandırdıkları, uluhiyyet makamından pek de uzak olmayan bir mevkiye yükselttikleri görülür. Örneğin Necmeddin'in mantık konusundaki ElRisale-i Şemsiyye fi'l-Kavâidi'l-Mantıkiyye adlı eserinin önsözünden şu övgüyü nakledelim: "Cenab-ı Hakk'ın liltfuyla nail-i saadesi ve bütün halk arasında te'yidi ilahiyye'ye mazhariyette be kam, uzak yakın herkesin kendisine münkad (bo yun՝ eğen), itaatkar ve asi her bireyin ona itaatle nail-i felah olduğu..." Bu risaleyi şerheden Kutbuddin Razi de önsö zünde şöyle diyor: "Bu şerh ile Cenab-ı Hakk'ın zat-ı Alisi'nde kudsiyyet ve bu insanların mümtaz buyurduğu aydınlık 30
\
l \ İ
! j
HİLAFETİN MAHİYETİ
alm sonsuza dek saadetle parlayan, değerli yüce çalışması sürekli inayet ile desteklenen, din ve dev letin şerefi, Müslümanlar'ın müşridi ve İslam'ın re şidi. .." Abdülhakim es-Seyalkuti de bu şerhe yazdığı haşiyede şöyle demektedir:
: I
՝
i j
"Cenab-ı Hakk'm ebedi saltanat ve daim-i devlet ile şeriatın temellerini sağlamlaştırma ve İslam ürnmetini himaye ile seçkinleştirdiği Allah'ın yeryüzünde gölgesi, İslam Peygamberi'nin halifesi. Yani kısacası, halifenin nüfuzunun zat-ı Kibri ya'dan feyiz bulduğu düşüncesi Müslümanlar arasın da oldukça yaygındır: 9. Alimlerden bazılarının benimsedikleri bir yol daha vardır ki, buna göre halifenin hakimiyetini mil letten aldığı, milletin kuvvet kaynağı olduğu ve hali feyi milletin seçtiği kabul edilir. Allame Kasanı, Bedâyî adlı eserinde bunu şöyle ifade eder: "Vekili. vekaletten çıkaran herşey, kadıyı kadılıktan çıkarır. Yalnız bir noktada fark vardır. Müvekkil ölür veya vekilini tahtan indirirse vekil memurluk tan çıkarılmış olur. Çünkü vekil, müvekkilin velaye tiyle müvekkilin işlerini görmektedir. Velayet orta dan kalkınca, vekil azledilmiş olur. Kadı ise, halife nin velayetiyle halifenin işlerini görmez, ancak Müslümanların velayetiyle Müslümanların hakları nı korur. Bu nedenle halifeler ölse de kadıların ve layeti devam eder. Ancak halife, kadıyı ya da vali yi görevden alabilir."
31
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
Ankara'da yayımlanan Hilafet ve Hakimiyyet-i Milliye adlı risale bu düşünceyi izah eden en mükem mel risaledir. 10. Halifenin gücünün kaynağı konusunda Müslümanlar arasında ortaya çıkan ihtilafın bir benze ri de batıda ortaya çıkmış ve bu ihtilafın batı tarihinin gelişmesi konusunda önemli bir etkisi olmuştur. D üşünür H o b b e s 'h ükü m darların sa lta n a tı m ukaddes, hukuku sem avidir' diyerek birinci görüşü dile getirirken, düşünür Locke da ikinci görüşü ileri sürmüştür. Baştaki açıklamalarımızla İslam alimlerini hilafet hakkında 'Peygambere vekalet itibarıyla din ve d ü n y a işlerinde um um î bir riyasettir' demelerinden neyi kasdettiklerinin anlaşıldığım umarız. \
32
BÖLÜM
2 Hilafetin Hükmü
"Hilafetin tayini vaciptir" diyenler - Bunlara muhalefet edenler- Vücubiyyeti savunanlann delilleri - Kur'an ve hilafet - Bazı ayetlerin iza hı-Peygamberimizin sünneti ve hitafet - Sünnette hilafetin yeri oldu ğunu söyleyenlere cevap.
1. Halifenin tayini vacipmiş, Müslümanlar bu vacibi ihmal ederlerse günahkar olurlarmış, yalnız bu vacibin aklî mi yoksa şer'î mi olduğu konusunda ihti laf varmış. Bu ihtilaf bizi ilgilendirmez. Fakat bu vaci bin esasında ihtilaf yokmuş. Bu görüşü savunanlar o kadar ileri giderler ki İb n ֊ i Haldun gibi kişiler bile bu konuda "icma-i ümmet" olduğunu ileri sürerler. 2. "Bazı zatlar halifenin tayin edilmesi için aklî veya şer'î bir gerek olmadığını söylüyorlar. Bunların arasında Mu'tezile'den başka bazı Hariciler ve diğer zatlar da bulunmaktadır. Bunlara göre vacip olan şer'î 33
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
« %
hükümlerin hükmünü yürütmektir. Ümmet, adaletin yerine getirilmesi ve ilahî hükümlerin liüfûzlu kılın ması konusunda birleşirse, imamete, dolayısıyla da atamaya gerek kalmaz. Fakat bunlara karşı icma bu lunduğunu söylemek yeterlidir." 3. Halife tayininin vacip olduğu konusunda öne sürülen deliller şunlardır: Birincisi: Ashab ve tabiîn bu hususta birleşir ler. Peygamberimiz vefat edince hemen ebu Bekir esSıddık'a biat edilmiştir. Daha sonraları da aynı şey de vam. etmiştir. Bu suretle halife tayin etme konusunda icma-ı ümmet sabittir. İkincisi: Dinî adetlerin yerine getirilmesi ve halkın rahatı bir imamın tayinine bağlıdır. Eğer bir imam bulunmazsa farz oldukları konusunda şüphe bulunmayan emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker görevleri yerine getirilemez. Bu görevler yerine getirilemeyince de insanlar arasında dayanışma yerine çe kişme hakim olur; zulüm çoğalır, anarşi başlar, insan lar arasında meydana gelebilecek düşmanlık sona er dirilemez. Farzın bağlı olduğu şey de farz olduğun dan halifenin tayin edilmesi de farzıdr. Emr-i bilma'ruf nehy-i ani'l-münker gibi, külliyat-ı sitte de ima mın tayinini gerektirmektedir. Çünkü bunlar ancak Allah'ın ve Peygamber'in bildirdiği sınırlar ve sınırla yıcılar ile muhafaza edilebilir. Külliyat-ı sitte: dinin muhafazası nefsin muhafazası, aklın muhafazası, nes lin muhafazası, malın muhafazası ve ırzın muhafazası dır. 4. Halifenin tayinini "farz" sayan alimlerin eser
HİLAFETİN HÜKMÜ
lerini incelediğimizde, bunların içinde bu farzı, Kitabullah'm bir ayetiyle isbat eden bir kimseyi görmedik, Şüphesiz Kur՛an-ւ Kerim'de bu konuyla ilgili bir tek ayet bulunsa, bütün alimler buna sarılırdı. Allah'ın ki tabında değil delil, delile benzer birşey bile bulunsa, hilafetçiler bunu delil olarak göstermekte tereddüt: et mezlerdi. Fakat alimler arasında bir nebze olsun insaf sahibi olanlar, Allah'ın Kitab'mda bir delil bulamayın ca bazen 'icma-ı ümmet" davasına, bazen de mantık sal karşılaştırma ve aklın gerekleri gibi esaslara sığın maktan başka bir çare bulamamışlardır. 5. Kur'an-ı Kerim'de bazı ayetler vardır ki bun ların hilafetle hiçbir ilgisinin olmadığını göstermek için onları izah etmek gerekir. Örneğin: "Ey iman edenler, Allah'a itaat ediniz. Peygambe։ ve sizden olan işbaşında bulunan kimselere itaat ediniz." (Nisa: 59) "Onlar işi Rasule ve kendilerinden olan işbaşında (evliyay-ı umur) bulunan kimselere takdim etmiş olsalar, istinbatlarda bulunanlar onu anlarlardı." Fakat işbaşında bulunan kimselere itaati emreden bu ayetin hilafetle bir ilgisi olduğunu söyleyen yoktur. Bundan dolayı, sözü lüzumsuz yere uzatmaya gerek görmüyoruz. Müfessirler, "birinci ayetteki evliyay-ı umur ile kastedilen emirleri"dir. Halifeler, kadılar, askeri kumandanlar da bunlara dahildir. Şeriat alimlerinin de bunlara dahil olduğu söylenir." (Beydavi) İkinci ayet teki evliyay-ı umur'den kastedilen ise "Aslıab ya da 7
35
/
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
bunlardan emirlik görevi üstlenenlerdir." (Zemahşerî'nin Keşşafı.) denilir. Sanırım bu iki âyet-i kerimede de hilafeti isbat edecek bir delil yoktur. Bu ayetler, olsa olsa Müslümanların içinde merci-i umur olacak bir cemaat bulunacağına işaret eder ki bu mana, hilafet manasından çok daha geniş oldu ğu gibi onunla ilgisi de yoktur. Bu konuyla ilgili yarıntılı bilgi isterseniz İngiliz yazarlarından Sir Thomas Arnold'un hilafet adlı eseri ne müracaat edebilirsiniz... (M e vakıf) sahibi, halife tayin etmenin icma-ı ümmetle sabit olduğunu söyledikten sonra şöyle di yor: " ’İ cm a’m bir dayanağının olması gerekir. Böyle bir dayanak bulunsaydı mutlaka nakledilirdi.' denile cek olursa, ’icm a’nm gerçekliğinin anlaşılm asına binaen, bu dayanağın naklinden vazgeçildi, ya da icma'nın dayanağı, ancak müşahede ve inceleme lerle anlaşılabilecek ipuçlarından oluştuğu için, nakline imkan görülmedi' denir."
Görülüyor ki Mevakıf Sahibi, İcma'nın senedini bilmediğini itiraf ediyor. Mevakıf Sahibi, Allah'ın Kitab'ından bir senet bulsaydı, hiç şüphesiz böyle bir te'vile sığmmazdı. Gerçekten Allah'ın Kitab'mı ele ala rak Fatiha'smdan sonuna kadar incelediğimiz takdir de, dinle ilgili herşeyin izah edildiğini, fakat imametin ya da hilafetin kesinlikle sözkonusu edilmediğini g ö rürüz. 6. Hilafeti sadece Kur'an-ı Kerim ihmal etme miştir. Peygamberimizin sünneti de Kur'an-ı Kerim gi
HİLAFETİN HÜKMÜ
bi bu konuyu kesinlikle söz konusu etmemiştir. Alim lerin, hilafeti isbat eden bir tek hadisi dahi gösterememeleri bunun delilidir. Alimler, Peygamberimizin sünnetinde, icma-ı ümmete senet olarak gösterilebile cek bir delil bulsalar, onu derhal ileri sürerler böylece Mevakıf Sahibi gibi kişilerde icma hakkında yukarıda naklettiğimiz sözleri söylemezlerdi. 7. Ancak çağdaşlarımızdan Seyyid Reşid Rıza, Peygamberimizin sünnetinde hilafetin varolduğuna dair bir delil bulmak isteyerek, Saadettin Taftazani ve benzerlerinin hilafet hakkında bize ulaşan sahih, h a dislerde dikkatsiz davrandıklarını iddia etmektedir. Şeyh Reşid Rıza bu konuda şöyle der: "Şeyh Saadeddin Taftazani ile onun gibi düşünen ler imam tayinin gerekliği konusunda elimizdeki sahih hadislerde ihtiyatsız davranmışlardır. Bu du rumda, bu hadislerden bazılarında "bir halifeye bi at etmeden ölenin cahiliyye ölümüyle öldüğü" belir tilmektedir. " Şeyh Reşid'in bu itirazından bahsetmeden önce, alimlerin hilafeti isbat etmek için delil olarak hadis göstermedikleri konusuna dikkati çekerek bu duru mun bizim görüşümüzü doğruladığını söylemek iste riz. Şeyh Reşid bu konuda İbn-i Hazm ez-Zahiri'ye tabi olmuştur. O da "Allah'a, Peygamber'e ve sizden olan evliyay-ı umura itaat ediniz" mealindeki ayet-i kerime ile birçok hadisi delil göstererek hilafetin var lığını isbat etmeye çalışmıştır. Fakat bu kişiler tarafından söylenen hadisien 37
.
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
incelediğimizde bunların, imamet-biat, cemaat gibi kelimeleri içerdiğini görürüz. Örneğin: "İm am lar Kureyş'dendir." "Bir hiata tabi olm aksızın ölen cahiliyye ölü müyle ölmüş olu r." "Benden so n ra gelen iki z a ta ; Ebu B ekir ve Ömer'e tabi o lu ru z." "Bir im am a biat eden on a ita a t etsin. Şayet bu im am la rekabet eden ve on u n la m ücadele eden bir başkası çıkacak olursa onu ö ld ü rü n ü z." hadisleri rivayet edilmektedir. Bütün bu hadisler için de, şeriatın hilafet ya da imameti tanıdığına dair bir işaret yoktur. Bunların hiçbirisi hilafetin peygambere vekalet olduğunu ve halifenin de Peygamber'in vekili olduğunu gösterecek mahiyette değildir. Bu kişiler tarafından söylenen hadislerin sahih olup olmadığını tartışmak mümkün olmakla beraber biz, bu tartışmadan feraget edeceğiz. Bunların ima met, biat, cemaat kelimelerine verdikleri manaları da hi sözkonusu etmeyeceğiz. Halbuki bu konuyu tartış mak ve bu kelimelerin şeriat dilinde bu alimler ta rafından verilen manalardan birine delalet etmediğini, bu kişilerin bu manaları sonradan uydurarak onlara şer'î bir içerik kazandırmak istediklerini göstermek gerekirdi. Biz bütün bu tartışmalardan uzak duracağız. İmamlardan ve evliya-ı umurdan bahseden hadislerin sahih olduğunu kabul edeceğiz. Hatta bunlardan ima met, hilafet manalarının, biatten da halifeye biatin kastedildiğini bile kabul edeceğiz.
HİLAFETİN HUKMU
Buna rağmen görüyoruz ki, bütün bu hadisler, hilafeti şer'î bir akide ya da dinî bir hüküm olarak ka bul ettirecek hiçbir esasa sahip değildir. Hz. İsa, Kayser'in hükümetinden bahsederek "Kayser'in hakkını Kayser'e veriniz" demiştir. Hz. Isa bu sözleriyle Kayser hükümetinin İlahî şeriata ve Isa'nın dinine uygun olduğunu söylememiştir, insan ların lisanım anlayanlar hiçbir zaman Hz. İsa'nın sö zünü bu anlamda senet olarak kabul edemezler. Hz. Muhammed'in hadislerindeki "İmamet" "'hi lafet" "biat" ve buna benzer kelimeleri de Hz. İsa tara fından Kayser hükümeti hakkında söylenen sözlerin delaletinden ileri gidemez. Hz. Muhammed'in biat ettiğimiz bir imama itaat etmemizi emrettiği doğru ise, Cenab-ı Hakk kendile riyle anlaşma yaptığımız müşriklere karşı listelendiği miz vazifeleri yerine getirmemizi de emretmiştir. Cen a b ֊ ı Hakk'ın bu emri, hiçbir zaman O'nun şirki onayladığına delalet etmeyeceği gibi, onların müşrik olarak kalmalarını da arzu ettiğini anlamına gelmez. Gerçekten biz daha büyük bir zararın olmasın dan endişe ettiğimiz zaman, zorba ve asîlere bile itaat etmekle görevliyiz. Fakat bu durum, hiçbir zaman bu bağlılığın meşru olduğunu ve devlete karşı isyana izin verilmediğine bir delil olarak kabul edilemez. Şeriat, fakirlere merhamet, felaketzadelere yar dımı emreder. Peki şeriatın bu emrini yerine getirmek için, aramızda mutlaka fakir ve felaketzedeler mi bu lundurmanız gerekir? Sonra yine Ceııab-ı Flak kölelikten bahseder: 4
4
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
Kölelerin serbest bırakılmasını, onlarla ilgili daha baş ka şeyler de emretmiştir. Bütün bu emirler, Allah'ın köleliği teşvik ettiğine dair delil olarak kabul edilme miştir. Bundan başka Cenab-ı Hak boşanma, borçlar, ödünç alma ve bunun gibi diğer konular hakkında da birçok şeyler bildirmiştir. Fakat bu durum, onların di nen vacib olduğunu veya Allah katında özel bir ehemmiyeti bulunduğunu göstermez. Dolayısıyla Resulü Ekrem, biat, hüküm ve hü kümet gibi şeylerden bahsetmişse, onlardan ancak bu bakış açısıyla sözetmiştir. 1 Şer'î gereklilik ise önemli bir meseledir. Bütün hadisler sahih olsa bile, bu meselenin lehine kullanı lamaz.
BOLUM
3 Toplumsal Açıdan Hilafet
İcma' meselesi- Bu meselenin incelenmesi - İslami İlimlerin Müslü manlar arasında önemini yitirmesi - Müslümanların Yunan İlimlerine verdikleri önem - Müslümanlar'm hilafete karşı ayaklanmaları - H ila fetin zorlama ve üstünlüğe dayanması- İslamiyet eşitlik ve yücelik di nidir -Hilafet istibdad ve zulüm- İlmi ve siyasi uyanış üzerinde yöne ci cilerin uyguladıkları baskılar - İcma meselesinin asılsızlığı- hilafeti is bat için ileri sürülen son delil- insanlar içni bir yönetim şekli gerekli dir - Din, devleti tanır- Devlet hilafet demek değildir - Hilafet ne din, ne de dünya için gerekli değildir - Hilafetin tükenişi - Mısır'da kuru lan resmi hilafet - Sonuç.
Kur'an-ı Kerim ile Peygamberimizin sünnetini gözönünde bulundurmayanlar Müslümanların, Peygamberimiz'in vefatından sonra bir halife seçilmesine icma ile gerek gördüklerini, Hz. Ebu Bekir'in Pey gamberimiz1in vefatından sonra yaptığı meşhur ko nuşmasında: "Muhammed ölmüştür, mutlaka bu dinin işlerini görecek biri gereklidir.” dediğini, herkesin de
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
bu sözü kabul ettiğini ve o an, en önemli iş olan Hz. Peygamber'in defnetme görevini ona verdiklerini, bundan sonra da bu işin zamanımıza kadar süre gel diğini, her devirde herkesin tabi olduğu bir imamın tayin edildiğini söylemektedirler. (Mevakıf ile şerhi) 2. Icm anın şer'î bir delil olduğunu kabul ederek icmaya karşı olanlarla tartışmak istemeyiz. Hatta icnıanın varlığının mümkün olduğunu da kabul ederiz. İcmanın asılsız olduğunu iddia edenlere hak vermiyo ruz. Fakat hilafet meselesinde bu esası kabul etmek mümkün değildir. Bizden farklı düşünenler, bu konu da icma bulunduğunu ispatlayan bir delil bulamıyor lar. Fakat biz, hilafet konusunda her türlü icmanın, yani ashab ya da tabiin veya din alimlerinin veya bü tün müslümanlarm icmamın bulunmadığını, bu mese lenin gerçek ve dikkate değer olmadığını ispatlayaca ğız. 3. İslam'ın ilmî hareketler tarihinde siyaset ilmi nin, diğer ilimlerle karşılaştırıldığında hiçbir ilerleme ve gelişim gösteremediği açıkça ortaya koyulmuştur. Müslümanlar'm bu konuyla ilgili yazdıkları ya da ter cüme ettikleri herhangi bir eser yoktur. Müslümanlar'm devlet biçimi ve siyaset metodu ile ilgili incele me ve araştırmalarda, bulunduklarını gösterecek hiçbir ize rastlamadık. Bu konuyla ilgili Müslümanlar'm edindikleri bilgiler diğer ilimlerden gösterdikleri başa rılara oranla hiç sayılır. Oysa Müslümanlar'm siyaset ilimlerini incele melerini gerektiren birçok sebep vardır. 4. Müslümanlar'm Yunan felsefesine ve Yunan 42
TOPLUMSAL AÇIDAN HİLAFET
ilimlerine gösterdikleri ilgi ve Yunanca'dan. tercüme ettikleri ya da üzerinde çalıştıkları eserler, onları siya set ilmine de önem vermeye sevkedebilirdi. Yunan fi lozoflarının birçoğu bu ilimle uğraşmışlardır. Siyasetin Yunan felsefesinde, Yunan hayatında önemli bir yeri vardı. 5. Siyaset ilminin incelenmesine sebep olan da ha önemli bir neden de, hilafet makamının Hz. E bu Bekir devrinden beri ayaklanmalara, isyanlara maruz kalmasıdır. İslam tarihinde neredeyse her halife bir is yanla karşılaşmış, her devirde bir halife katledilmiştir. Gerçi her devirde ve her milletin tarihinde bu gibi hareketlerle karşılaşılır. Ama hiçbir millet, bu k o nuda Müslümanlarla boy ölçüşemez. Hilafetin ortaya çıkmasıyla birlikte, Müslümanlar arasında hilafet k a r ֊ şıtlığı doğm uş ve bu hareket hilafet ayakta kaldığı s ü rece devam etmiştir. Hilafete muhalefet hareketinin dikkate değer bir geçmişi vardır. Kimi zaman bu muhalefet, Hz. Ali'nin devrindeki Hariciler gibi, büyük ve düzenli bir kuvvet olarak ortaya çıkmış, bazan da gizli teşkilatlar halinde faaliyet göstermiştir. Bazen bu muhalefet his sedilmeyecek derecede zayıflamış, bazen de padişah ların tac ve tahtını sarsacak ve yıkacak derecede güç lenmiştir. Bu hareketin amillerini, hakimiyet meselesini, hakimiyetin kaynaklarını, hükümeti, hilafeti ve esasla rını, kısacası siyaset ilimlerini incelemeye sebep ol ması gerekirdi. 6. Halbuki İslam alimleri bu siyasî mevzulardan 43
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
habersiz kalmışlar, Eflatun'un "Cumhuriyet", Aris to'nun "Siyaset" adlı eserlerini ihmal etmişler; Yunan lıların siyaset ilkelerinden, devlet biçimlerinden Müs lümanları bihaber bırakmışlar, fakat öte yandan dini ilimleri, Yunan felsefesinin hayır ve şerriyle küfür ve imanıyla karıştırma konusunda tereddüt etmemişler dir. İslam, alimleri, sadece kayıtsızlıklarından ya da siyasetin önemini kavrayamamalarından değil, bir başka sebepten dolayı da siyaseti ihmal etmek, zorun da kalmışlardır. 7. Müslümanlar'a göre hilafetin esası "ehl-i hal ve'l-akd"in seçimidir, imamet, istişare neticesinde üm metin liderliğine seçilen kişiye ehl-i hal ve'i-akd'in bi at etmesiyle oluşan bir sözleşmedir. Bu durumda hila fetin ihtiyarî biat esasına dayalı olması gerekirdi. Hal buki işin aslına baktığımızda, hilafetin her devrinde ancak yıldırıcı bir kuvvetle ayakta kaldığını görürüz. Çünkü halifeleri ancak kılıçlarla mızraklar, or dularla toplar koruyor ve bu kişiler yanlızca bu vası talarla zorbalık hakimiyetlerini sürdürebiliyorlardı. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'ın ma kamlarını maddî kuvvetlerle ayakta tuttukları zorbalık ve kaba kuvvet esaslarına dayanarak bu mevkilere yükseldikleri meselesi şüphelidir. Fakat Hz. Ali ile Muaviye'nin hilafet makamına, ancak kılıçların gölge si altında ve mızrakların ucu üzerinde yükseldikleri konusunda şek ve şüphe yoktur. Ondan sonra, son halifeye kadar bütün halifeler aynı şekilde hareket et mişler, hilafet ise daima tahakküm esasına dayanmış
TOPLUMSAL AÇIDAN HİLAFET
tır. Tarihte hemen hiçbir halife yoktur ki şiddetli si lahlarla, kaba kuvvetle, sıyrılmış kılıçlarla çevrilmiş ol masın. Sözü uzatmaktan çekinmesek, her devirde hila fetin altındaki tahakküm ve kaba kuvvet damgasını teşhir etmek, hilafetin ancak insanların kafatasian üzerinde ayakta durduğunu, halifelerin başını süsle yen taçların insan kanını emen bir ejderha olduğunu, halifelerin ancak insanların kuvvetini gasb edip, in sanların haysiyet ve onurunu yağma ederek kuvvet kazandıklarını isbat etmek kolaylaşırdı. Tarihin bazı dönemlerinde hilafetin dayanağı olan bu silahlı kuv vetin hissedilmeyecek ölçüde gözden ırak olduğunu görürseniz, bildirdiğimiz bu kurala karşı bir düşünce ye kapılmayın. Çünkü hilafetin'dayanağı olan bu kuv vet'her zaman mevcuttur. Yanlız bazı zamanlar ihti yaç duyulmaması nedeniyle bu kuvvetler kullanılma dığından, halk bunu farkedememiş, hatta yok olduğu düşüncesine bile kapılmıştır. Halbuki bu kuvvet yok olsa, hilafet de onunla beraber yok olurdu. İbn-i Haldun, padişahlığın zorbalığa, hükümdarlığın ezıcıliğe dayandığını söyleyerek Nuşirevan'ın "Padişahlık ordudur" ve Aristo'nun "Padişahlık ordu ile kuvvet bulan bir düzendir." sözleriyle de tezini destekler. 8. Padişahlığın eziciliğe ve kaba kuvvete d a yanması oldukça doğaldır. İbn-i Haldun'un dediği gi bi "Padişahlık oldukça zevkli bir makamdır." Dünya nın bütün zevklerine erişmeye, bütün bedeni istekle re, nefisanî tutkuları tatmin etmeye müsaittir. Bıı ne 45
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
denle bu makamı gasbetmek için rekabetler, mücade leler meydana gelir, yenilgiye uğramış ve perişan ol mamış hiçbir kimse bu makamın elinden gitmesine razı olmaz." Müslümanlar arasında halifelik kurumunun an cak ezicilik ve kaba kuvvetle yaşaması doğaldır. Çün kü Müslümanlık, insanlara yalnız kardeşlik ve eşitlik esaslarını öğreterek, insanların tarak dişleri gibi birbir lerine denk olduklarım telkin ederek, kölelerin bile din kardeşi olduklarını, müminlerin birbirlerinin bek çisi olduklarını değişik bir bakış açısıyla ve mücerret bir biçimde anlatmakla yetinmemiş, bu esasları haya ta da tatbik ederek kardeşlik ve eşitlik esaslarına da yanan hükümler meydana getirmiş, kısacası Miislümanlara kardeşliği derinden yaşatmış; eşitliği gözle görülecek, elle tutulacak bir biçimde ortaya çıkarmış tır. Resulü Ekrem, bu doğru yolu eksiksiz bir biçimde yaşattıktan sonra vefat etmiş, Müslümanlar devlet reisi olan kişileri dahi kılıçlarla doğrultacak derecede bu İslâmî ruhla dolup taşmışlardır. Hürriyet dinine m en sup ve hürriyet yolunda yürüyen büyük zatlardan, başkasına baş eğmeyi reddeden ve bundan çekinen beş vakit namazında iman ile Allah'ına yönelen hür Müslümanların, despot hükümdarlara boyun eğmeye cekleri ortadadır. Bundan dolayı hilafet adı altında zorbalık etmek ve tahakkümde bulunmak isteyenlerin yanlızca zorbalık ve kaba kuvvet esaslarına başvur maktan başka çareleri yoktur. İslam halifeliğinin yanlızca yıldırıcı ve sindirici olan silahlanmış kuvvetlere dayandığı konusunda ileri
TOPLUMSAL AÇIDAN HİLAFET
sürdüğüm üz düşünce ve değerlendirmelerimizdeki amacımız şudur: Bu meselenin bütün hikmetlerini an lamak bizi alakadar etmez. Bunun böyle olmasının birçok sebepleri vardır belki. Bizim amacımız yanlızca bu gerçeği kaydetmektir. Şek ve şüpheden uzak olan bu gerçek olayın akla veya dini hükümlere u y gun olup olmaması ise bir başka konudur. Fakat hila fetin zorbalık ve kaba kuvvete dayanmasındaki he def. hilafete karşı ayaklanacak olanları yok etmekten başka birşey değildir. Bunu isbatlamak için örnek olarak Yezid'in h i kayesini anlatalım: Muaviye hayattayken Yezid'e biati güvence altına almak üzere yapılan toplantıda, taraf tarlardan biri ayağa kalkmış ve Muaviye'yi göstererek "Mü'minlerin emiri budur!" demiştir. Sonra da Yezid'e bakarak "Babası öldükten sonra mü'minlerin emiri budur!" demiş, sonra da kılıcını göstererek "kabul et meyenin nasibi de budur!" demişti. 9. Kılıçla kazanılan ve kılıçla himaye edilen herşey, çok kıymetli olur. Özellikle bu kazanılan şey hakimiyet ve saltanat ise, zorbaların onu elden kaçır mamak için yapmayacakları bir hunharlık bulunmaz. Hele kılıçla elde edilen makam hilafet mekamı olursa, dünyada onun kadar insanı zulüm ve istibdada sevkedecek bir vasıta yoktur. 10. Konuyu soyut teoriler ve genel kurallar şe k linde ortaya koyarak tarihî bir olayla isbat edelim: Acaba Muaviye'in oğlu Yezid'i Peygam beri miz'in torunu Hz, Hasan'm kanını dökmeye şevkeden, hilafet hırsından başka ne՝ olabilir? Yezid'in Ra47
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
sulullah'm beldesi olan M edine֊ i Münevvere'yi ayak lar altına alarak tecavüz etmesinin sebebi de aynı sal tanat hırsı değil midir? Abdülmelik bin Mervan da, yanlızca hilafet en dişesiyle Kabe'yi çiğnemedi mi? Ebu'l-Abbas'a Müslü man kanını su gibi dökmesi nedeniyle "Hunhar11 laka bı kazandıran yolsuzluğu işlemesinin sebebi kendi milletinden olan Emevilerin elinden hilafeti g a s b e t ֊ mesi değil miydi. Abbasî hükümdar alilesi, bu yüzden birbiriyle boğaz boğaza gelmedi mi? Sebüktekin oğul ları aynı sebeple aynı hareketi tekrarlamadılar mı? Necmeddin Eyyüb, kardeşi el-Adil'i bu amaçla tahtan indirip hapsetmedi mi? Kölemenler'in tarihi bu olaylar yüzünden ortaya çıkan savaşlarla dolu değil midir? Osmanlılar ellerini birbirlerinin kanına bulaştırmadılar mı? 11. Gerçekten de saltanat hırsı, tac ve tahtı s sacak, bir nebze olsun bunların kudsiyetini bozacak her hareketi derhal boğmayı emreder. Bu yüzden sul tanlar mevkilerinin sarsıldığını hissettikleri an, adeta bir canavar kesilmişlerdir. Yine bundan dolayıdır ki padişahlar, halifeler, tac ve tahtlarıyla ilgili olan İlmî bahislerden fazlasıyla ürkmüşler, bu ilmî bahislerin söz konusu olmasını kesinlikle istememişlerdi. Padişahların hürriyeti baskı altına almalarının, ilmî kuruluşlara düşm anca davranmalarının sebebi buduı*. Özellikle siyaset ilmi, hakimiyetin şekillerini, ayırdedici özelliklerini ve usullerini konu edindiğin den, padişahların nazarında en tehlikeli ilim sayılmış, bu nedenle de bu ilmi ortadan kaldırmak için her yo 48
TOPLUMSAL AÇIDAN HİLAFET
la başvurulmuştur. Müslümanlar'm yükselm e devirlerinde siyaset, işiyle՛ meşgul olmamalarının ve İslam alimlerinin bu ilimle ilgili eserler yazmamalarının diğer bir sebebi de bu dur. 12. Görüldüğü gibi Müslümanlar arasında siya set ilmiyle ilgili hareketlerin zayıflığı şaşırtıcı değildir. İşin՝ şaşırtıcı olan yanı boğucu baskıya ve amansız yolsuzluklara rağmen İslamiyet'te bu ilmin büsbütün yok olmaması, alimlerden birkaçının üzerlerindeki baskıya rağmen, halifelerin istekleri dışında bazı siyasî fikirleri söyleyebilmeleridir. Biz bu eserimizin tamamım halife ve padişahla rın, siyaset ilmine, her tür siyasî harekete ve girişim lere karşı uyguladıkları baskıyı anlatmaya tahsis etsek bile՝konuyu hakkıyla ifade edemeyiz. Bu nedenle bu kısa açıklamalarla yetinerek, diğer bahislerimizde yen geldikçe konuyla ilgili bir takım açıklamalarda bulu nacağız. Hilafet hakkında "icm a֊ ı ümmet vardır" mesele sine gelelim. İslam ümmetinin, her devrinde halifele re yapılan biati sukunetle karşıladığı ve böylece "ses siz bir icma" meydana geldiği anlaşılmış olsa bile hat ta ümmetin her devrinde biata katıldığı ve böylece "açık bir icma" meydana geldiği iddia edilse bile "ger çek bir icma" meydana geldiği söylenemez ve bu ic ma' şer'î bir hüküm veya dinî bir gerek olarak kabul edilemez. Kaldı ki biatin nasıl meydana geldiğini Yezid'in hikayesinde görmüştük. 49
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
Yezid'in kılıç tehdidiyle aldığı biat, bize şimdiki Irak kralı Faysal'm hikayesini hatırlatmaktadır. Faysal'm babası Hüseyin, Müslümanlar'ın halifesi sayılan Osmanlı padişahına karşı ayaklanarak, İ'tilaf devletleriyle işbirliği yapmıştı. Hüseyin'in oğlu Faysal, Ingilizlere hizmet etme konusunda oldukça ileri gitmiş, bunların teveccühünü kazanmış, onlar da kendisini Suriye kralı tayin etmişlerdi. Arkasından Fransızlar Su riye'ye girmişler, Faysal da kaçıp İngiltere'ye sığınmış tı. İngilizler, Irak'taki ehl-i hal ve'l-akd'in Faysal'ı icma ile kral seçtiklerin iddia ederler. Güya bu icma'ya pek az kişi karşı gelmiş! İngilizler bu iddiayı ileri sürmekle yalan söyle miş olmuyorlar aslında, çünkü görünürde halkın ona yına başvurmuşlar ve Faysal'm lehine oy toplamışlar dı. ՜ Fakat nasıl vaktiyle ölüm tehdidiyle herkes Yezid'e biat etmeye zorlandıysa, bu kez de aynı şekilde İngilizler Faysal'm lehine oy toplamışlardır. Buna "icma-ı ümmet" demek mümkün müdür? Evet, gerçek bir icma olsa biz de onu kabul ederdik. Halbuki Hariciler "halifeye asla lüzum yok tur" diyorlar. Mutezileden bazıları da aynı fikirdedir ler, Bunların bu düşünceyi savunmaları "icma" m ese lesini çözmek için yeterli değil midir? 13. Görüyoruz ki Kur'an-ı Kerim, hilafeti maktan, hilafeti işaret etmekten kaçınmış, sünnette ise bu konu asla sözkonusu edilmemiş ve hilafet hak kında "icma-ı ümmet" de olmamıştır. O halde Kitap sünnet ve icma-ı ümmetten başka dinî bir delil getiril t
50
TOPLUMSAL AÇIDAN HİLAFET
mesi mümkün müdür? Hilafet hakkında kitap ve sünnette birşey b u lunmadığını ve icma-ı ümmet olmadığını görenler bir başka delil daha gösterirler ki, bu da bu konuda ileri sürülen delillerin en önemsizi ve en zayıfıdır. Buna göre güya dinî ibadetlerin yerine getirilmesi ve mille tin kurtuluşu hilafete bağlıymış. 14. Siyaset alimlerinin kabul ettiği esas, dinî inancı olan veya olmayan; Müslüman, Hristiyan, Mu sevî veya başkaca dinlere mensub olan milletlerin, inancı, kökeni, rengi, dili ne olursa olsun, işlerini gö recek, barışı sağlayacak bir devlete muhtaç oldukları dır. Devletin şekli değişir. Devlet, mutlak, meşrutî veya cumhuriyet devleti olabilir. Siyaset alimleri bu devlet bilimlerinden birini seçme konusunda ihtilaf ederler. Fakat her milletin bir yönetim birimi, bir dev leti bulunması gerektiği konusunda herhangi bir ihti laf yoktur. Siyaset alimleri bunu isbatlamak için bir çok delil ileri sürerler. Fakat burada bunları anlatma ya gerek görmüyoruz. Biz de bu esası kabul ediyoruz. insanların anarşi içinde yaşam ayacağı kesindir. Belki de Ebu Bekir es-Sıddık, daha önce de değindi ğimiz noktadan bahsederken ve "Mutlaka bu dinin iş lerini gözetecek biri lazımdır" derken bunu kastedi yordu. 15. Dünyadaki diğer milletler gibi Müslüman milletlerin de işlerini görecek, barışı sağlayacak bir devlete muhtaç oldukları ortadadır. Bu nedenle fıkıh alimleri "dinî hükümlerin yerine getirebilmesi ve hal51
İSLAM’DA İKTİDARIN TEMELLERİ
km iyiliği için hilafete kesin ihtiyaç vardır." diyerek hilafet ve imametten; siyaset dilinde "hükümet", "dev let" adı, verilen, mutlakiyet, meşrutiyet, cumhuriyet ve daha başka birimleri bulunan şeyi kastediyorlarsa buna bir diyeceğimiz yok. Fakat hilafetle, bildiğimiz devlet biçimini, yönetim şeklini kastediyorlarsa on ların bu davalarını isbat etmelerinin mümkün olduğu nu düşünemiyoruz bile. 16. Gerçekten de dinî gereklerin yerine geti mesi, fukahânın "Hilafet" adını verdikleri devlet biçi minin varlığına bağlı olmadığı gibi, "Halife" adı veri len şahsın yönetici olmasına da bağlı değildir. Müslü manlar'm kurtuluşlarının ve dünyevî mutlulukların da hilafet veya halife ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu nedenle hilafet, gerek din, gerekse dünya için lüzumu olma yan bir kurumdur. Daha da ileri giderek diyebiliriz ki, hilafet, ortaya çıktığı günden beri Müslümanlar’m ba şına felaketler yağdırmış ve tüm kötülüklerin kaynağı olmuştur. Bu noktayı belki daha ileride izah ederiz. Şimdilik dinimizin bu hilafet fıkhına, dünyamızın da hilafet gibi bir kuruma ihtiyacı olmadığını söylemek yeteri idir. İbn-i Haldun, hilafet hakkında daha önce nak lettiğimiz görüşlerinden sonra şöyle der: "Arap kavmiyetçiliği yok olunca, hilafet de ortadan kalkarak bunun yerini padişahlık almışdı." İbn-i Haldun'un bu görüşünü, yani Arap kavmi yetçiliğinin kaybolmasıyla hilafetin son bulduğunu kabul edelim. Fakat hilafetin bu şekilde sona ermesi 52
TOPLUMSAL AÇIDAN HİLAFET
Müslümanlığı etkiledi mi? Hilafetin sona ermesi, İslam alemini herhangi bir zarara uğrattı mı? Asla. Hicri üçüncü asrın ortalarından, itibaren hilafet devleti küçülmeye başlamış, nihayet Bağdat çevre sinde dar bir alana hapsolmuştu. Horasan ve Mavera֊ ünnehir Samanaoğullarmın,- Bahreyn, Umman, Ye men, ve Isfahan "Beni Büye"u'nun, H alep Seyfü'dDevle'nin, Mısır Tolunoğulları'nın, Kölemenler'in eli ne geçmişti. Böyle olduğu halde hilafetin merkezi olan Bağdat'taki dinî dunum, diğer memleketlerin dinî durumundan daha farklı olmamıştı. Buradaki dinî ha yat daha güçlü olmadığı gibi, halkın dünyevî durumu da daha iyi değildi. Hicri yedinci asrın ortalarında Hulagu'nun hali fe ve ileri gelen devlet adamlarını öldürtmesi üzerine Bağdat hilafeti darmadağın olmuş ve İslam alemi üç sene halifesiz kalmıştı. O sırada Mısır'da Zahir Baybars hakimdi. N e dense bu hükümdar, Abbasiler'in kuyusunu kazarak Al-i Abbas'ın kılıçtan kurtulanlarından olduğu iddia edilen bir adama rastlamıştı. Melik Zahir, bu adamın Al-i Abbas'a bağlılığım kabul ederek Mısır'da bir halifelik kurmuş, fakat hila fetin bütün anahtarlarını eline alarak, bu cansız hey kellere halife adını vermiş, Müslümanların nüfûz v e iktidardan yoksun olan bu adamlara hürmet etmeleri ni tavsiye etmiştir. Halife adı verilen bu heykellerin davranışları, konuşmaları, iradeleri Melik Zahir'in kontrolü altındaydı. Melik Zahir'i takip eden hüküm darların hepsi de aynı çizgiyi izlemişlerdi. Osmanlı 53
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
lar'm 923'de hilafeti ele geçirmelerine kadar durum bu şekilde devam etmiştir. Acaba "halife" adı verilen bu kör, sağır ve dilsiz heykellerin, başka insanların, eliyle kımıldanan bu kuklaların varlıklarının din adına, dünya adına Müslümanlar için bir faydası var mıdır? Hilafetin düşmesi üzerine onun ilmiğinden kurtulan diğer İslam millet lerine ne oldu? Dinî akideler, vecibeler, uygulamalar kesintiye mi uğradı, yoksa halkın işleri ihmal mi edil di? Yoksa hilafet yıldızı sönünce bu milletlerin ufukla rı mı karardı? Hayır, bunlar sona erdiğinde, bunların helakma dünya ağlamamış, bayram namazlarıyla, cu ma namazları tatile girmemiştir. Cenab-ı Hakk'ın bekasına kefil olduğu bir dinin izzeti veya zilleti, bir yönetim biçimine ya da birtakım idarecilere bağlı değildir. Müslümanlar'm selametinin ya da hüsranının ne hilafetle, ne de halifelerle ilgisi yoktur. Sanırız bütün bu açıklamalarımız. "Yüce halife lik makamı" denilen şeyin bir dinî esasa dayanmadı ğını ve bunun sâlim akla aykırı olduğunu göstermeye yetmiştir. Artık Allah'ın inayetine güvenerek hilafetin içeriğini ve kökenini inceleyebiliriz.
KISIM
II Hilafetin Kรถkeni ve Mahiyeti
55
TOPLUMSAL AÇIDAN HİLAFET
BÖLÜM
1 Asr-ı Saadette Devlet
Peygamberimiz'in kazası - Peygamberimiz kadılar tayin etmiş midir? Hz. Ömer'in kadılığı - Hz. Ali'nin kadılığı - Mtıaz ve Ebu Musa'nın kadılığı - Asr-ı Saadett'teki adlî hayatın incelenmesinde karşılaşılan güçlükler - Asr-ı Saadet'in hükümdarlık görüntüsünden yoksan oluşu Tarihçilerin peygamberlik dönemindeki düzenden bahsetmeyi ihmal etmemeleri - Peygamberimiz hükümdar mıydı?
1. Peygamberimiz dönem indeki adlî durumu incelerken, o dönem adlî hayatının karanlık kaldığım, bu nedenle ilmin kabul edeceği bir sonuca ulaşmanın zor olduğunu görmüştük. Gerek Peygaberimiz dönem inde, gerekse bu dönem den önce ve sonra, Araplarda ve diğer millet lerde "Kaza" mevcuttur. Peygamberimize birçok dava getirilmiş ve bunlar Peygamberim iz tarafından çö zümlenmiştir. 57
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
Tarih sayfalarında Peygamberimiz tarafından çözümlenen birçok meselenin kayıtlı olduğu görülür. Peygamberimizin "Bana meselelerinizi getiriyorsunuz. Eğer içinizden birine, getirdiği delillere dayanarak haketmediği bir hakkı verirsem, iyi bilsin ki ona bir ateş parçası ve riyorum. Onu almasın." m ealindeki sözleri rivayet edilmektedir. Fakat Pey gamberimizin benimsediği adalet düzenini anlamaya çalıştığımızda bunun çok zor, hatta imkansız olduğu nu görürüz. Çünkü Hz. Peygamberin izlediği yol ve kaza hakkında rivayet edilen hadisler, o devrin adalet hayatını canlandıracak mahiyette değildir. 2. Bu yüzden Peygamberimiz zamanındaki adli düzenin anlaşılması çok güçtür. Hatta Peygamberimi zin herhangi bir kimseyi kadılığa tayin edip etmediği ni anlamak bile oldukça güçtür. Alimler, Rasulü Ekrem'in sahabeden üç kişiyi kadı tayin ettiği görüşündedirler. Bunlar "Hz. Omer, Hz. Ali ve Muaz b. Cebel"dir. Bu üç kişiye Ebu Musa el-Eşari'yi de eklemek gerekir. 3. Hz. Ömer'in Peygamberimiz zamanında k a dılık yaptığı rivayeti, tarihî açıdan garip bir durumdur. Büyük ihtimalle bu rivayet istintaç yoluyla ortaya çık mıştır. Tırmızi'nin Sünen'inde Hz.՝Osman'ın, Abdullah İbni Ömer'e kadılık teklifinde bulunduğu halde onun affını istediği, neden kabul etmediği sorulunca da Hz. Ömer'in, zor durumda kaldığı zaman Peygambere, Peygamber bu zorluğu giderem ezse Cebrail'e (A.S.) • «
58
müracaat ettiğini, oysa kendisinin böyle bir merciinin bulunmadığını söylediği yazılıdır. Anlaşılan Hz. Ömer'in Peygamberimizin döne minde kadılık görevinde bulunduğu görüşüne bura dan varılıyor. 4. Hz. Ali hakkında ise Resulü Ekrem'in, onu, gençliğinde Yemen'de kadılık yapması için gönderdi ği söylenmektedir. Ebu Davud, Hz. Ali'den rivayetle şöyle der-, "Peygamber Efendimiz (S.A.V.) beni çok genç ve kadılıktan habersiz iken Yemen'e kadı olarak göndermiş ve bana: "Cenab-ı H akk kalbin i irşad, dilini tesbit ede cektir. H u z u ru n a iki kişi çıktığında sak ın birini d in ֊ lemeden diğerin in aleyhinde hüküm verme. Ta ki herşey m eydana çıksın." demişti. O ndan sonra kadılık görevini yerine getir dim". İbn-i Abdü-l-Berr de El-İstiab da aynı rivayeti naklederek, peygamberimiz'in ashabı içinde, kadıhk. vazifesine en çok layık olan kişiin Hz. Ali olduğuna dair bir hadis-i şerif rivayet eder, halbuki Buhari, Pey gamberimiz'in Veda Haccı'ndan önce ashaptan bazı kişilerle birlikte Halid Bin Velid sonra da zekatı topla mak üzere Hz. Ali'yi Yemen'e gönderdiğini kaydet mektedir. Ali b. Burhaneddin el-Halebî, peygamberimizin Hz. Ali'yi bir müfreze kum andanı olarak Yemen'e gönderdiğini, bütün Hemedan'm bir günde İslam'ı ka bul ettiğini, ardından Yemenlilerden de İslamı kabul edenler olduğunu söyler. Hz. Ali, bu durumu Pey 59
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
gamberimize bildirmiş, peygamberimiz de Hz. Ali'nin mektubunu aldığı zaman secde ederek "'Allahın sela mı H em edam n üstüne o lsu n " demişti. Bunun arka sından Yem en halkının geri kalanı da Müslüman ol muştur. Bu müfreze, Yemen'e gönderilen ilk müfre zeydi ikinci müfrezeyle Peygamberimiz Hz. Ali'yi Ye men'e göndermişti. Müfreze 300 atlıdan oluşuyordu. Hz. Ali onlarla harbetmiş, ganimetleri toplamıştı. D a ha sonra da Mekke'ye dönerek Peygamberimizle g ö rüşmüştü. Peygamberimiz Veda Haccı'nı ifa etmek üzere Mekke'ye gelmişti. 5. Peygamberimizin Mu az b. Cebel'i Ye halkına Kur'an'ı öğretmek, İslâmî hükümleri anlatmak ve kadılık vazifesini yerine getirmek üzere Yemen'e gönderdiği söylenmektedir. Peygamberimiz Muaz'ı, memurların bağlılığını sağlaması için görevlendirmişti. Bu hâdise, Mekke'nin fethedildiği sene, yani Hicretin 8. senesinde olmuştur. Buhari, bir başka hadiste Peygamberimiz'in Muaz'a şu sözü söylediğini rivayet eder: "Ehli Kitaptan bir kavimle karşılaşacaksın. Onlarla buluştuğun zamayı onları Allah'ın birliğine ve Muhammed'in Allah'ın peygamberi olduğuna şehadet etmeye çağır. Burıu kabul ederlerse Cenab-ı Hakk'ın beş vakit namazı emrettiğini haber ver. İtaat eder lerse Cenab-ı Hakk'ın zekatı emrettiğini zenginlerin mallarından alınacak sadakanın fakirlere verilece ğini bildir. İtaat ederlerse mallarına tecavüz etmek ten sakın, mazlumun bedduasından uzak dur. Çünkü mazlum ile büyük Zat arasında hiçbir engel yoktur" 60
Hatta, Seyyid Ahmed, Siret-i Nebeviyye (Peygamberimızin Hayatı) adlı eserinde şöyle der: "Resul-i ekrem, veda Haccm dan önce E bu Musa el-Eşari ile Muaz b. Cebel-i Yemen'e göndermişti. Bu hâdise, bir rivayete göre Hicretin 10. senesinde, diğer bir rivaye te göre de hicretin 9- senesinde meydana gelmiştir." İmam Ahmed ve Ebu Davud ile Tırrmzi, Mugire b. Şu’be'nin kardeşioğlunun hadisini rivayet ederek şöyle diyordu: "Muaz'vn arkadaşlarından bazıları M uaz'dan şu nu neklederlet: "Resulü Ekrem, M uaz'ı Yemen’e gönderdiği zam an, ona nasıl kadılık yapacağım sormuş, o da Allah'ın kitabına göre kadılık edeceği ni söylemiştir. Peygamberimiz Allah'ın kitabında bulunmayan bir meseleyi nasıl çözeceğini sorunca,, Muaz, sünnete m üracaat edeceğini söylemişti. Bu nun üzerine Resulü Ekrem, sünnette de bulamazsa ne yapacağını sorunca Muaz, "içtihad ederim" de miştir. Resulü Ekrem bu cevabtan memnun kalarak kendisi tarafından gönderilen elçinin, halkı mem nun edecek şekilde hareket etmesinden dolayı Al lah'a şükretrnişti." 6. Bütün bunlar, Peygamberimiz zamanındaki adlî durumu tam olarak kavramanın ne kadar zor ol duğunu gösterir. Raviler bir olayla ilgili çeşitli bilgiler vermektedirler. Bunların bir-kısmı Hz. Ali'nin Y e men'e kadı olarak, diğer bir kısmı da zekât toplamak üzere; Muaz'in ela yine Yemen'e kadı veya tacir veya öğretmen olarak gönderildiğini söylerler. İbn Abdiiberr Muaz'in emir, İbni Meymun ise imam olduğunu söyler.
İSLAM’DA İKTİDARIN TEMELLERİ
7. Durum böyle olunca Peygamberimiz zam a nındaki adalet hayatıyla beraber, Peygamber devleti nin adliye mahiyetini de incelemek gerekir. Çünkü Peygamberimiz zamanındaki adalet hayatını inceler ken kadılık dışındaki diğer devlet görevlerinin nasıl yerine getirildiğinin yeterince açık olmadığım gördük. Öyle ki Peygamberimize daha önce kendisine tabi olanlara valiler, hakimler ve başka memurlar gönder mediğine dair düşünceler ortaya çıkıyor. Çünkü bü tün rivayetler onun ancak ordu kumandanı, maliye memuru, namazları kıldıracak imamlar, Kur'an öğre tecek öğretmenler, müslümanlığı anlatacak ve izah edecek kişiler gönderdiği konusunda birleşmekte, fa kat bu işlerde bir ihtilaf görülmemektedir. Bu nedenle kadılık, valilik, maliye teşkilatı, zabıta gibi en basit devletlerin bile altından kalkabileceği işleri bir tarafa koyacak olursak, peygamberlik devriyle ilgili bildikle rimizde peygam ber devletinin mahiyetini anlamanın mümkün olmadığı ortaya çıkar. 8. Şu da kayda değer bir durumdur ki, raviler ve tarihçiler bir halifeden bahsettikleri zaman onun memurlarım, valilerini, kadılarını belirtmeye önem ve rirler. Bunun değerinin farkına vardıklarını göstermek için bu konuyu özel bir başlık altında izah ederlerdi. Fakat peygamberimizin tarihini yazarken tarihçilerin sözleri karışıyor, rivayetleri darmadağın oluyor. Bu kuralın dışında olan hemen hemen hiçbir tarihçi yok tur. Ancak Rufaa b. Rafi eî-Tantavi, Nihayetü'l-icaz adlı eserinde bazı sözler nakletmiştir. Bunlara ileride ki bölümlerimizde değineceğiz.
ASR-I SA A D ETTE DEVLET
Fakat, biz asıl şu güç meseleyi çözm eye ve di ni, donuk bir heykelden ibaret kabul edip, aklın onun etrafında dolaşmasına izin vermeyen insanların, bize kaışı açacakları savaşa rağmen, biz m eseleyi in celemeye çalışacağız. Mesele şundan ibarettir: Hz. Muhammed siyasî bir devletin kurucusu, bir hükümetin reisi, aynı za manda bir peygam ber ve tek tanrılı bir dinin önderi miydi, yoksa yanlızca bir peygam ber miydi? Peygam berimizin bir hükümdar olup olmadığım araştırmak bir müslümam ürkütmemeli, böyle bir konunun insa nın imanını bozacağı zannedilmemelidir. Gerçi m ese le peygamberlik makamıyla ve peygamberimizin du rumuyla ilgili olduğu için çok önemlidir. Fakat bu meselenin, dinin esasları ya da İslam'ın gerekleriyle ilgisi yoktur.
63
BÖLÜM
2 Peygamberlik ve Hükümet
Peygamberimiz’in hükümdar olup olmadığını tartışmanın hiçbir sakın cası yoktur. - Peygamberlik, hükümdarlıktan tamamıyla ayrı bir şeydir - Hz. Muhammed'in aynı zamanda bir hükümdar olduğunu söyleyenler - Peygamberlik hükümetinin düzenini izah eden alimler - Devlet olu şumuna benzeyen bazı hareketler - Cihad - Malî İşler - Peygamberimiz tarafından tayin edildikleri söylenen emirler - Peygamberimiz’ in bir devlet kurması peygamberliğinin ön amacı mıydı? - Peygamberlik ve İcra - İbn^i Haldun'un şeriat baklandaki görüşü - Bu görüşe itiraz Peygamberlik hükümetinin bütün devlet teşkilatını içerdiğini söyle yenler - peygamberlik hükümetinin işleyişini bilmemiz büyük ihtimal dir - Bu görüşün tartışılması - Peygmaberlik devletinde fıtrî sadeliğin hakim olması - Müslümanlığın sadeliği- Bu düşüncenin tartışılması.
1. Peygamberimiz'in hükümdar olup olmadığını araştırmaktan korkmamalıyız. Bu m eselelden bahset menin insanı imandan çıkaracağı düşünülmemelidir, mesele, bir mümini imanından etmeyecek, bir muttakiyi de takvasından uzaklaştırmayacak derecede ko laydır. 65
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
Fakat mesele, peygamberlik makamıyla ilgili ol duğu ve Peygamberimiz'in durumuna değindiği için son derece önemli sayılır. Buna rağmen İslamiyet'in gerekleri ve dinin özü bundan etkilenmez. Bu konu daha önce Müslümanlar tarafından hiç araştırılmamış ve Müslümanlar, bu konuyla ilgili açık ve belirli bir görüşe sahip olmamışlardır. Bu nedenle bir araştırma cının bu konuyla ilgilenmesi, araştırmacılardan birinin Peygamber'in hem Resul hem hükümdar olduğunu söylemesi, bir başkasının da buna muhalefet etmesi önemli değildir. Çünkü bu konu, dinî inançlar çerçe vesinin dışındadır. Bu, dinî bir konu olmaktan ziyade, ilmî bir konudur. Dolayısıyla bu konuya hiç korkma dan girişmek gerekir. Peygamberliğin, hükümdarlıktan tamamıyla ayrı bir iş olduğu biliniyor. Bu iki makamın hiçbir şekilde birbirleriyle ilgisi yoktur. Risalet ayrı bir makam, pey gamberlik ayrı bir makamdır. Peygamberlik şerefini ve risalet rütbesini topla mış birçok padişah olduğu gibi hükümdarlık yapm a mış birçok peygam ber de vardır. Belki tanıdığımız Peygamberlerin çoğu yalnızca peygamberlik görevini yapmışlardır. Hz. İsa, Hristiyanlık'm yayıcısı ve önderi oldu ğu halde, herkese "Kayser'in hakkım Kayser'e, Al lah'ın hakkını Allah'a veriniz."demiştir. Hz. Yusuf önce Mısır Firavunu Reyyan İbnü'lVelid'in, daha sonra da Kabus b. Mus'ab'm devletinde memurluk yapmıştı. Peygam berlik tarihinde, peygam berlikle pa~ 66
ASR-I SA A D ETTE DEVLET
dişahlığı birleştirenler çok azdır. Acaba peygam beri miz hem hükümdar, hem de peygamber miydi, yoksa sadece bir rasul müydü? 3. Bu konuda alimlerden hiçbirinin açık bir gö rüşü yoktur. Fakat istintaç yoluyla diyebiliriz ki, Müs lüman halk, Hz. Muhammed'in hükümdarlıkla pey gamberliği birlikte yürüttüğü İslamiyette siyasî ve dinî bir devlet kurduğunda ve bu devletin hükümdarlığını yaptığı konusunda birleşmişdir. Belki de Müslüman ların genelinin hoşuna giden düşünce budur. Hatta bütün alimlerin düşüncesi de bu yöndedir. Çünkü bu konu ile ilgili ortaya bir mesel, çıkar çıkmaz, Müslüman alimleri, Müslümanlığın siyasî bir birlik olduğunu ve Müslümanlığı Hz. Peygamber tara fından kurulan bir devlet olarak kabul ettiklerini ileri sürerler. Ibni Haldun da M ukaddim esinde bu yolu be nimseyerek, hilafeti, "din ve dünyayı koruma ve idare etme konusunda şeriat sahibi olan Hz. Peygamber՛e vekalet etmek" olarak tanımlar. 4. Merhum Rufaa Rafi՛ et-Tahtavi, bir eserinde Ibni Haldun'u destekleyerek şöyle der: "B azı kimseler, devlet m em urlukların dan bir çoğunun so n rad an ortaya çıktığım düşünm ektedir ler. D ünyevî işleri üstlenenler, yüksek bir d in î vazife ile yüküm lü olm ayarak d in î bir işi üstlendikleri z a r ı nım veriyor. Bu yüzden bizi, bu vazifelerin peygam berin emriyle ash ab tarafın d an üstlenildiğini, bu ne denle de bir memuriyeti üstlenenin Cenab-ı H akk'a şükretm esi gerektiğini gösterm ek için bu eseri mey֊ »
I
67
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
d a n a getiriyoruz." Rufaa bu sözlerinden sonra özel, genel, dahilî ve askerî görevleri özetleyerek, bununla ilgili açıkla malı bazı örnekler verir, (kayıp işleri gibi) Bütün bun ların Peygamberlik döneminde kurulduğunu söyleyen Rufaa, Peygamberimiz'in, özel hizmetçilerinden emanet-i uzma (kutsal emanet) ile ilgili vezirlik ve yaver lik, Mekke'ye gönderilen develerin idaresinden, hacı lara su dağıtılması işinden, yazıcılıktan, Kur'an'ı yaz mak ve öğretmekle uğraşan öğretmenlerden, müftü lerden, imamlardan, müezzinlerden, tercümanlardan, ordu katiplerinden, devlet dairelerinden vb. diğer iş lerden sözederek devlet dairelerinin, Peygamberlik dönem indeki görevleri sayarak neredeyse bugünkü devletlerin görevleriyle tıpatıp bir içerik kurar. 5. Peygamberlik devletinin, siyasî bir devletten farklı bazı taraflarının olduğu şüphesizdir. 6. Bunların en önemlilerinden biri "cihat"tır. peygamberimiz, düşmanlarıyla savaşmış, onların top raklarını fethetmişti. Peygamberimiz, Arap Yarımada sının ötesinde de fetihlerini sürdümek isteyerek batı da Roma devletiyle mücadeleye girişmiş, doğuda Kisraların devletini, Habeşistan'ın Necaşi'sini Mısır'ın Mukavkıs'ını dine davet etmiştir. Cihad, başlangıçta yalnızca dine davet için ya pılan bir hareket olarak kabul edilmez, saltanatı güç lendirmek ve memleketi genişletmek için de yapılır. Din, insanları hakka çağırmaktır. Bu çağrı kalp leri heyecandan titreten bir vasıtadır. Zorlama ise, kalpleri hidayet nuruyla dolduracak, imanı temizleye 68
ASR-I SA A D ETT E DEVLET
cek bir çağrıya yakışan bir davranış değildir. Peygam berler tarihille baktığımızda hiç bunlardan birinin in sanları kılıç tehdidiyle imana çağırmadığını, harp ile milletlere dini kabul ettirmeye çalışmadıklarını g ö r ü rüz. Hz. Muhammed'in kabul ve tebliğ ettiği esas da bu merkezdedir. Cenab-ı Hak Kuran'ı Kerim'de '"Dinî kabul ettirmek için zorlama yapılm az," "Allah'ın yoluna hikmet ve güzel öğütlerle davet et.i! "Herkese hatırlat, sen ancak hatırlatıcısın." "Onların üzerinde nüfuz ve hakimiyet sahibi değil sin." "Müslümanlığı kabul ederlerse hidayete ererler, ka bul etmeyip yüz çevirirlerse senin görevin tebliğden ibarettir." buyurmaktadır. ■ Bu esaslar, Hz. Muhammed'in peygamberliği nin diğer peygamberlerin peygamberliği gibi, yalnızca öğüt vermeye ve doğru yolu göstermeye dayandığım, zorlamayla ilgisi olmadığını açık bir şekilde gösterir. Dolayısıyla Hz. M uhammed kuvvete baş yur duysa, bunu dine davet etmek ve peygamberliğini herkese bildirmek için değil, bir İslam devleti kurmak için yapmıştır. Devletler ise ancak kaba kuvvet ve zorlama ile ayakta kalır, peygamberimizde bunun için "cihad" etti, denilir. 7. "Cihad" İslam devletinin görevlerinden biri dir. Bu konuda bir başka örnek verelim: Peygamberimiz devrinde maliye ile ilgili önemli meseleler vardı. Zekat, cizye, ganimet gibi gelirleri toplamak, bunları adaletli bir biçimde dağıtm ak g e . 69
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
rekiyordu. Peygamberimizin bu işleri gören tahsildar ları habercileri vardı. Şüphesiz bu gibi malî işler, sal tanat işleridir. Hatta bu iş devletlerin siyaset vasıtası dır. Bu iş, peygam berlik işinin dışında olduğu gibi peygamberliğin faaliyet sahasından da uzaktır. 8. Burada ileri sürülecek en kuvvetli delille den biri de Taberi'nin şu rivayetidir: "Peygam berim iz yem en vilayetini bölgelere ayırmış ve her bölgeye de bir adamını göndermişti. Halid b, Said b. As'ı Necran'da Ram' ve Zübeyd arasmdaki bölgeye, Amir b. Şehr'i Hemedan'a, Ibni Bazan'ı el-Tahireyn'e, Kahele'yi Akkâ ve Esariyn'e, Ebu Musa El-Eşariy'yi Marib'e, Ya'li b. Ebi Ümeyye'yi Cened'e tayin etmiş Muaz bin Cebel de Yemen ve Haz a r ֊ı Mevt'e giderek burada halka dini öğretmişti. Bundan başka peygamberimizin döneminde bu konuyla ilgili başka örnekler de gösterilerek bunlar devlet ve saltanat alametlerinden sayılabilir, meseleye bu açıdan bakanlar, peygamberimizin hem ilahî bir peygamber, hem de siyasî bir hükümdar olduğu kanı sına varırlar. Fakat mesele bununla bitmez. Acaba peygam berimizin bir İslam devleti kurması, onun peygamber lik sınırlarının dışında mı, yoksa ilahî vahyin gerekleri içerisinde miydi? Peygamberlik devleti kurma işinin İslam'a davet işinden tamamıyla ayrı olduğunu ve peygamberlik sı nırlarının dışına çıktığını söyleyen bir kişi dahi yok tur. Halbuki bu, oldukça önemli bir düşüncedir. Bu düşünceyi ortaya koym ak küfür değildir. t
I
PEYGABERLİK VE HÜKÜMET
Belki bazı müslümanlar, hilafete hiçbir şekilde gerek olmadığım söyleyerek bu düşünceyi kabul etmiş olu yorlar. Peygam berim izin peygam berlik sınırım aşan böyle bir işi üstlendiğini, devlet kurmak gibi peygam berlikle alakası olmayan işlerle uğraşıldığını duyunca korkmayın. Belki bu söz kulağınıza hoş gelmez. Çün kü bu söz Müslümanların aşina olmadığı bir sözdür. Müslümanlığın esasları, peygamberliğin anlamı, şeria tın ruhu, peygamberinizin hayatı, böyle bir düşüncey le çatışmaz veya onu hakir görmez. Tam tersine ona kuvvet verecek deliller sunar. 9. Müslümanların kabul edegeldikleri düşünce, peygamberlik devleti kurma işinin peygamberlik vazi fesine dahil olduğu ve bunu tamamladığıdır. Fakat bu düşünceyi kabul etmek için peygamberin, İlahî daveti tebliğ ettikten sonra, onu fiilen yapm ası gerektiğini yani peygamberin hem tebliğ edici, hem de icra edici olduğunu kabul etmek gerekir. 10. Halbuki risaletin anlamım tartışanlar arasında İbni Haldun'un dışındakiler, uygulam a ve yürüt meyi peygamberliğin bir gereği olarak koymayı her zaman ihmal etmişlerdir. Ibni Haldun ise müslümanlığm diğer dinlerden dine davet etme ve daveti yürüt me ve uygulam a ile ayrıldığım söylemektedir. İbni Haldun'un bu düşüncesi, tarihi Mukaddimesi'nin birçok satırında görülür. Ibni Haldun Hristiyanlıkta Pa palığı ve Patrikliği, Musevlikte de Hahamlığı anlatır ken bu düşünceyi şöyle izah eder: *
t
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
"Millet, peygamberin olmadığı zam anlarda şer'î hü kümlerin uygulanmasını sağlayarak, peygamberin halefi gibi davranacak bir kişiye muhtaçtır. Toplu mu bir arada tutmak için insanları zorlamayla kendilerini iyiliğe götürecek, kötülüklerden uzak tu-tacak bir makamın gerekli olduğu ortadadır. Bu makanı, saltanat makamıdır. İslam dininde ise d a veti genelleştirmek ve bütün insanlara isteyerek veya zorla, İslam çağrısını kabul ettirmek için cihad he lal kılındığından, hilafet ve saltanat birleşmiştir. Di ğer dinlerin daveti umumî olmadığından ve bu dinlerde cihad emredilmeyip yalnızca savunma esası kabul edildiğinden bunlar memleketlerin siya setleriyle ilgilenmemişlerdir. Çünkü bunlar, ancak kendi aralarında dini ayakta tutarlar."
Görülüyor ki İbni Haldun, müslümanlığm hem tebliğle hem de uygulamayla ilgili bir şeriat olduğu nu, müslümanlıkta dinî otoritenin, siyasî otorite ile birleştiğini, hatta müslümanlığm bu özelliğiyle diğer dinlerden ayrıldığını öne sürer. 11. Biz ise, bunun bir dayanağı bulunm kanısındayız. Bu nedenle de bu düşünceyi reddedi yoruz. Çünkü bir kere bu düşünce, Peygamberlik kavramına ve dine davetin ancak öğüt verme ve doğ ru yolu gösterme gibi yollarla yapılması esasına aykı rıdır. Bu fikri kabul edecek olsak bile halledilmesi g e reken bir başka mesele çıkar ortaya: Hz. Muhammed, siyasî bir devlet kurduysa, v e ֊ ya kurma girişiminde bulunduysa, neden bu devlet gerekli olan birçok hakimiyet esasından mahrum kal dı? Peygamberimiz'in valilerini, kadılarını tayin etme konusunda izlediği yöntem bilinmiyor. Peygamberi72
PEYGABERLIK VE HÜKÜMET
miz niçin devlet düzeninden ve şura valilerinden bah setmemiştir? Niçin Peygamberlik devri devletinin içe riğini belirleme konusunda alimler hayret ve tereddüt içinde kalmıştır? Asr-ı saadeti saran belirsizliğimi se b e bi nedir? Biz bunların hepsini öğrenmek isteriz. Hz. Muhammed'in insanları yeni bir dine davet etmeğe, yeni bir devleti kurmaya çalıştığını ısrarla id. dia edenler Hz. Muhammed'in devletinin İlahî vahiv yoluyla idare edildiğini, bu yüzden de bu devletin an laşılması mümkün olmayan bir mükemmelliğe sahip olduğunu ileri sürerler. Bu düşünceye sahip olanlar, a s r ֊ı saadet devletinin, mükemmel bir teşkilata, s a ğ lam bir düzene sahip olduğunu, kısacası insan aklının kavramayamayacağı bir zirveye ulaştığını düşünürler. Bunlara "asr-ı saadet" devlet teşkilatında görülen ku surun, o devrin devlet esaslarındaki kapalılığın sebebi sorulduğu zaman, ancak bu şekilde cevap vermekte dirler. 12. "Tahricü'l-Delalatü'l-Samiyye" adlı eserin s a hibi ile onunla aynı görüşü paylaşan Rufaa bey, m e seleden basit bir şekilde sıyrılırlar. Çünkü Peygam ber lik devrindeki devletin, bir devlete gereken bütün d a ire ve memuriyetlere sahip bulunduğunu, bu devlete ait bütün teşkilatın derli-toplu ve bu devletin temelini oluşturan bütün esasların belirli ve yerleşik olduğunu belirterek bunlara yeni bir şey ilave edilmesinin mümkün olmadığını söylerler. Bunları daha önce de anlattığmığızdan tekrarla maya gerek görmüyoruz. 13. Bu düşünceyi başka bir biçim de doğrula J
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
mak isteyenler ise şunu ileri sürerler: Peygamberimiz (S.A.V) tarafından kurulan devle tin sağlam ve oturmuş bir teşkilata sahip bulundu ğuna ve her yönden mükemmel olduğuna inanmak için hiçbir engel yoktur. Bu devleti, İlahî vahiy ile destekleyen ilahî bir peygamber idare ediyordu. Yal nız biz, Peygamberlik devletiyle ilgili gerçek bilgilere ulaşa madığmuzdan o devrin düzenine de vakıf de ğiliz. Kaviler ya bu noktaları rivayet etmemişler, ya da bunları rivayet ettikleri halde bir başka sebepten dolayı biz bunlara ulaşamıyoruz. 14. Âlimler bu düşünceyi birdenbire ve kesi bir şekilde reddetmezler. Hz. Muhammed'in tarihi ile ilgili birçok noktayı bilmediğimize dair birtakım şüpler ileri sürülebilir. Nitekim, Peygamberlik dönem i konusunda, bilmediklerimiz bildiklerimizden daha çoktur. Birçok gerçeğin gizli kaldığına, bu gerçekleri ortaya çıkarmak için sürekli çalışmak ve bunları keş fetmek gerektiğine ulemanın inanması gerekir. Çünkü ilim ancak bu şekilde hayat bulur. Fakat bazı gerçek lerin gizli kalması ihtimali bildiğimiz gerçeklere itibar etmemize, onları ilmin gerçekleri olarak tanımamıza, bu gerçeklerden birtakım hükümler çıkarmamıza, m ezhepler kurmamıza ve bunların sebeplerini izah ederek sonuçlar çıkarmamıza engel olamaz. Sonra bildiğimiz gerçeklere aykırı yeni birtakım İlmî gerçek ler çıkana kadar bu çizgiyi özleyebiliriz. Dolayısıyla, Peygamberlik devletinin düzeninin gizli kalmış olması mümkündür diyoruz. Belki ileride
PEYGABERLİK VE HÜKÜMET
bunların en mükemmel düzen olduğu anlaşılır. Fakat bildiklerimize aykırı gerçeklerin henüz m eydana çık mamış olması, peygam berlik devletinin düzeninde gördüğünüz belirsizliğin sebeplerini, esrarını ve anla mını araştırmaktan bizi alıkoyamaz. 15. Sorularımızı cevaplandırm ak için başka bir yol daha izlenebilir: Bugün devlet esasları devlet teş kilatı, hakimiyet esası adım verdiğimiz şeyler, sonra dan ortaya çıkmış bir takım terimlerdir. Her türlü an garyadan külfetten arınmış, fıtrî sadeliğiyle ayrıcalıklı olan ve fıtrî sadeliğin ihtiyaç duym ayacağı şeylerle hiçbir şekilde ilişkisi bulunmayan bir devletin, bunla ra ihtiyacı yoktur. Peygamberlik devletini incelediğimiz taktirde bu incelememizin bir düşünce üzerinde yoğunlaştığı görülür. Bu düşünce Peygamberlik devletinin, bugün siyaset alimleri nezdinde medenî devlet kanunu ola rak kabul edilen, fakat gerçekte zorunlu olmayan, ih mal edildiği taktirde de anarşi ve ihtilale sebebiyet vermeyen şeylerden uzak olmasıdır. Peygamberlik devletinde varolduğu düşünülen belirsizlik işte bun dan ibarettir. 16. Hz. Muhammed, sadeliği sever, gösteriş ve yapmacılıktan nefret ederdi.Peyamberimizin özel g e nel hayati her tür noksandan uzak olmuş, temiz ve samimi bir sadelikle bezenmiştir. Peygamberimiz söz de ve işte sadeliği önerirdi. Bir keresinde Peygambe rimiz, Cerir b. Abdullah'a şöyle demiştir: "Cerir söz söylediğin zaman veciz söyle, işin olduğu zaman kül fetten uzaklaş" 75
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
Peygam berim iz insanlarla her tür külfetten uzak bir şekilde ilişki kurar, onlara sadelik esasına bağlı kalarak muamele ederdi. Efendimiz'in arkadaş larıyla şakalaştığı rivayet edilirdi. (Kitab-ül֊K emal) İb~ ııi Abbas peygamberimizin zarafetinden şö y le 1bahse der. Resulü Ekrem arkadaşlarına "sizin a r a n ız d a ü s tün olmayı sevmem. Cenab-ı H akk bir kulun a r k a d aşların d an üstün olm asını sevm ez" derdi. Peygamberimiz'e iki şeyden birini seçmesi teklif edildiğinde, günah olmamak şartıyla kolayını seçerdi. Peygamberi miz, Ebu Musa el-Eşeri ile Muaz b. Cebal'e "Kolaylaş tırınız, zorlaştırm ayınız; Sevdiriniz, korkutm ayınız!' demiştir. Resulü Ekrem Efendimiz, riyadan nefret ederdi. Veda haccmda "Yarabbi, haccım ı kabul et, onu riya ve y ap m a a lık ta n u zak tut!" demişti. Cenab-ı Hakk da Peygamberine hitaben şöyle seslenmişti: "Ey Muham m ed՝, de ki! Sizden onun için bir ücret istemiyo rum. Ben mütekelliflerden değilim !" Rasullullah ilahı şeriatı tebliğ ederken insanlara en sade yolu gösterir di. "Size birşey emrettiğinde de onu g ü c ü n ü z yettiği kadarıyla yapınız. B u din sağlam dır. Ona y u m u şak lık ve tatlılıkla ediniz. Peygamberimiz'in tebliğ ettiği şeriatta yerine getirilmesi mümkün olmayan bir hüküm yoktur. Herşey çok sadedir. Namaz vakitlerini belirlemek için Peygamberimiz detaylı bir astronomi bilgisine gerek duymayarak, ufukta görünen güneşin hareketleriyle yetinmiştir. Oruç, hac, haccııı rükünleri gibi ibadetler de ay'm hareketleriyle ilgilidir. Fakat bu hareketleri 76
PEYGABERLİK VE HÜKÜMET
izlemek için rasathaneye gerek yoktur. Ramazan oru cu için ay'm hareketini hesaplam ak emredilmemiş, ayrıntıya dalmaksızın hilalin görülmesi yeterli görül müştür. "Biz üm m i bir ümmetiz". "Rüyetle oruç tutu n uz!" gibi hadisi şerifler de bu meseleler için söylen miştir. Bundan başka günün saat ve dakikalarla h e saplanm asına gerek görülm eyip yine gözle görülür şeylerle yetinilmiştir. Örneğin oruç tutmak için, siyah ipliğin beyaz iplikten ayrılabilmesi istenmiştir. Peygamberimiz ümmî idi. Yani okuma-yazması yoktu ve ümmilere gönderilmişti; özel ve sosyal haya tında sadelik ve fıtrî gereklerin dışına çıkmamıştı. D o layısıyla Peygamberimiz1in devrindeki hükümet niza mında ortaya çıkan belirsizlik, belki bu fıtrî sadeliğin sonucudur. Şüphesiz asrımızdaki düzenlerin çoğunlu ğu adet ve alışkanlıklar sonucunda devlet erkanı ve düzen esası olarak kabul ettiğimiz besleme ve külfet lerden oluşur. Bu durumda Peygamberlik devletinin nizamın da gördüğüm üz belirsizlik, karışıklık veya sadelikten yoksunluk, her tür noksandan ve kusurdan uzak olan fıtratın ta kendisidir. 17. İleri sürülen bu görüşlerden birini kabul e t memiz gerekseydi şüphesiz sonuncuyu tercih eder dim. Çünkü bu, dine daha yakındır. Fakat bu görüşü incelediğimizde onun da doğru olmadığını görürüz. Günümüz devlet düzenlerinin ve teşkilatının bir takım külfetlerden ve ayrıntılardan uzak olduğu, bun ların içinde sağlam tabiata ve fıtrata aykırı birçok şeyler bulunduğu doğrudur. Fakat elbette bunların il « t
77
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
ki külfet laneti taşımayan, fıtri hassaya aykırı olmayıp, tersine gerekli ve faydalı sayılabilecek ve dinî bir dev let için hiçbir şekilde lüzumsuz görülmeyecek şeyler le donatılmıştır. Herhangi bir devletin, gelir ve giderini gösteren bir bütçesi, dahilî-haricî ve diğer işleri yürüten daire leri bulunmaması fıtrat veya sadelik alameti sayılabilir mi? Halbuki peygam berlik devrinde bulunmayan çoğu şeyin arasında bunlar da vardır. Peygamberimiz, bunların hiçbirine değinmemiştir. Peygamberimiz devrindeki devletin, bir hükü metin gerektirdiği şeylere sahip olmamasını fıtrata ya da sadeliğe yüklemek hiçbir şekilde kabul edilemez. Meseleye başka bir şekilde çözüm aramak g e rekir.
78
BOLUM
3 Hükümdarlık Değil Peygamberlik, Devlet Değil Din.
Hz. Muhammed hükümdar değil, peygamberdi - Peygamberlik ve hü kümdarlık makamı - Peygamberliğin mükemmelliği - peygamberinim, kendine has mükemmelliği - Hükümdarlık ve hükümetten kast edilen şeylerin sınırı - Kur1an -1 Kerim ve sünnet peygamberin hükümdar ol madığını açıklar - Müslümanlık ruhu da bunu gösterir - Devlet tezahü ratı sayılabilecek bazı oluşumların manası - Sonuç.
1. Peygaberimizin, peygamberlik sıfatıyla birlik te siyasî hükümdarlık sıfatına da sahip ve siyasî bir devlet kurucusu olduğu düşüncesini taşıyanların kar şılarında aşılması mümkün olmayan engeller bu lu n duğu görülür. Bunların bir engeli aştıkça daha başka engellerle karşılaştıkları, bir zorluktan kurtulduklarım sandıklarında aynı zorluğun daha ağır bir şekliyle karşılaştıklarını görürüz. O halde önümüzde tek bir hareket noktası kal mıştır. Bu hareket noktasının engellerden, pürüzler
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
den, güçlüklerden ve sıkıntılardan uzak olması gere kir. Bu hareket noktası, Peygamberimizin yalnızca di ne davet eden bir elçi olduğunu, bu davetin hüküm darlık arzularından ve devlet kurma hırsından tamamiyle uzak olduğunu, Peygamber Efendimizin bir ’ülk e ‘sinin ya da bir devletinin bulunmadığını, onun siyasî anlam da bir memleket kurmaya çalışmadığını ve eski peygam berler gibi bir peygam ber olup, hü kümdar ya da devlet kurucusu olmadığını kabul et mekten ibarettir. Bu düşünce şimdiye kadar dile getirilmemiş ol duğundan Müslümanların kulaklarına ağır gelebilir. Fakat kuvvetli delillere dayanan bu düşüncenin önemle üzerinde durulması gerekir. 2. Bunu anlatmadan önce bir takım yanlış dü şüncelere varılmasını önlemek için bazı şeyleri açıkla makta yarar görüyoruz. Bilindiği gibi risalet, peygam berlere milletler üzerinde bir çeşit liderlik ve yetki sağlamaktadır. Bu liderlik ve yetki, padişahların halk ları üzerinde sahip oldukları yetki ve liderlikten çok farklıdır. Peygamberliğin sağladığı՛liderlik ile padişa hın sağladığı liderlik birbirine karıştırılmamalıdır. Bunların arasında büyük bir fark vardır. Hz. Musa ile Hz. İsa'nın milletleri içinde sahip oldukları liderliğin mükemmel bir liderlik olmadığını göstermiştik. Diğer peygamberlerin de çoğu böyledir. 3. Gerçek bir dinî davet, bu dine inanan kişi lerin öncelikle duygusal bir olgunluğa sahip olmasını, bedenî, zihinsel ve duygusal eksikliklerinin ve zorla mayı gerektirecek bir durumun bulunmamasını ge~ 80
HÜKÜMDARLIK DEĞİL PEYGAMBERLİK
rektirir. Bundan başka peygam berin bir lider olarak kalpleri heyecanla titretecek bir sevgisi, kendisini e r ֊ keklere ve kadınlara sevdirecek bir cazibesi olmalıdır. Peygamber, aym sebeplere ve "mele-i a l a ^ z ulaşm a sının kendisine bahşettiği İlahî vahiy dolayısıyla, bir "k em al֊i m h arıiy ey e de sahiptir. Risalet "Peygamberin kendi kavmi içinde top lumsal bir, değerinin olmasını" da gerektirir. Bir kutsal hadiste peygamberlerin, milletleri içinde mevki sahibi olanlardan gönderildiği söylenir. Risalet, peygam berin sözünün dinlenir, daveti’ nin kabul edilir bir kuvvete sahip olmasını da gerekti rir. Cenab-ı Iiakk, risalet vazifesini boş yere vermez. Allah peygam berlerini davetlerini tebliğ etmek, bu davetleri dünyada yerleştirmek, onu dünya gerçekle riyle birleştirmek için gönderir. Kur'an'da Allah-u Teâlâ şöyle buyurur: "Hiçbir peygamber göndermedik ki Allah'ın izniyle sözü dinle ninesin." ԼNisa Suresi.) Cenab-ı Hakk, daveti kaybolacak, hakkı yenilecek ve perişan olacak bir peygamber göndermez. Bu konuy la ilgili Kur'an'daki diğer ayetler de şöyledır: "Senden önce Peygamberlerle alay edilmiş, fakat onları hafife alanlar, bunun cezasını görmüşlerdi. De ki: Yeryüzünde dolaşınız: da peygamberleri y a ֊ lanlayanların sonlarını görünüz." (En'am Suresi) Cenab-ı Hakk gönderdiği ayetlerle hakkı yerine getirmek ve batılın köklerini kurutmak ister: 81
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
"Ta ki suçlulara rağmen hakkın hak olduğu ortaya çıksm ve batılın batıl olduğu görünsün!" (Enfal Su resi) "Göderdiğimiz kullarımıza üstünlük sözümüz yet miştir. Onlar muzaffer olacaklar ve bizim askerleri miz galip geleceklerdir." (Saffat Suresi) "Biz Peygamberlerimize ve müminlere dünyada üstünlük verir, şahitlerin şahitlik ettiği günde onlara yardım ederiz. O gün zalimlerin özürü fay d a et mez, lanete uğrarlar ve en kötü yere gönderilirler." (Mü'minun Suresi) Risalet Makamı resulün, hakimlerin hakimiyet leri altındakiler üzerinde, babaların da çocukları üze rinde sahip oldukları nüfuzdan daha fazla bir nüfûza sahip olmasını gerektirir. Belki peygamberler, hükümdarlar gibi siyasete de katılırlar. Ama yalnızca peygamberlerin yapm ası gereken bir görev vardır: Peygamber, perdeleri yırta rak kalplere işler. Peygamber, ümmetinin kalbinin en gizli yerine kadar girerek onların aşklarını, nefretlerini anlamak, iyilik ve kötülüklerin kaynağını keşfetmek, akıldan geçen düşünceleri, vesveseleri, niyetleri tanı m akla yükümlüdür. Peygamberin halkı idare etme konusunda aşikar bir faaliyeti vardır. Fakat onun bir de ortakları, müttefikleri, efendi ile köleyi, baba ile oğlu, karı ile kocayı bir araya getiren münasetbeleri güçlendirme konusunda faaliyetleri vardır. Peygam ber zahiri de batını da kollar; cismi de ruhu da idare eder, arzı ve semavî münasebetimizi, dünya ve ahiretimizin siyasetini izah eder. Kısacası risalet, Peygamberin, her gönüle riayet
HÜKÜMDARLIK DEĞİL PEYGAMBERLİK
ve tedbir münasebetiyle bağlı olmasını, her kalbi sı nırsız bir şekilde idare etmesini gerektirir. 4. Ayrıca Hz. Muhammed'in diğer peygam ber lerden birçok bakımdan farklı olduğunu gözönünde bulundurmalıyız. Peygam berim iz, bütün insanlara tebliğ etmeyi başarmış ve din kemal buluncaya, Al lah'ın bahsettiği nimetlerin tamamı belirinceye kadar, kısacası din, li֊v echillah tesis edinceye kadar çalış mıştır. Bu öyle bir risalettir ki sahibini beşeri yaradılı şın yükselebileceği en yüksek noktaya kadar yüksel tir; onu peygamberlerin erişebileceği ruhî kudretin en son kesimine ulaştırır ve ona bu m uazzam ve k ap samlı davetin gerektirdiği tam bir İlahî destek sağlar: Bu nedenle Kur'an-ı Kerim'de Peygamberimiz hakkında şöyle buyurulmuştur: "Cenab-ı Hakk'ın sana lutf ve fazlı büyüktür." (Nisa Suresi) "Sen bizim (himaye iltifat) nazarım ızda — sın.' (Tur Suresi: 48) Bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurulmuştur: "Cenab-ı Hakkı seni asla ümitsizliğe düşürmez.' (Hz. Aişe'nin hadisinden) Bundan dolayı risaletinin bir gereği olarak pey gamberimizin nüfûzu umumiydi, sözü Müslümanlar arasında dinlenirdi, hükmü genişti, hakimiyetin el uzatabileceği herşey peygamberimizin nüfuzu altın daydı. Liderlik ve otoritenin her türü peygam berim i zin müminler üzerinde sahip olduğu yetkinin içerisin֊ 83
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
deydi. Peygamberlerin ümmetleri üzerinde sahip ol dukları nüfuzun çeşitli derecelerde olması akla uygun görünse de, peygamberimizin m addî ve manevî açı dan bütün peygamberlerin en seçkini olması gerektiği kesindir. Peygamberimizin 'sahip olduğu nübüvvet kuweti, risalet liderliği ve Hakk'a davet nüfuzu karşı sında, batıl perişan olarak Müslümanlık kök salmıştır. Bu nüfûz, Allah'ın mülkleri vesıtasıyla vahiyle şereflenenlere bağışlanan semavî bir hediyedir. Bu öyle kutsal bir kuvvettir ki, Allah'ın kulları içinde, an cak peygam berler ona nail olabilirler. Fakat bu nüfûzun kuvveti padişahların kuvvetiyle kıyaslanamaz. Bu liderlik, insanları Allah'a çağırmaktan, İlahî risaleti tebliğ etmekten kaynaklanan bir liderliktir. Hükümdarlık liderliği değildir. Bu, ancak p ey gam b er֊ lik ve dinden ibarettir. Saltanat değil, peygamberlik hakimiyetidir. Peygamberin peygam ber olması nedeniyle sa hip olduğu yetki ile padişahlarla emirlerin sahip ol dukları yetkinin birbirine karıştırılmamasım tekrar ha tırlatırız. Peygam berin kavmi içerisinde sahip olduğu yetkinin kaynağı, kalbin imanıdır. Hükümdarların yet kisi ise, kalple ilgisi olmayan maddî bir yetkidir. Pey gamberlerin yetkisi hidayet ve irşad yetkisidir. Hü kümdarların yetkisi, dünya işlerini yürütme ve yeryü zünü mamur etme yetkisidir. Birincisi din için, İkincisi dünya içindir; biri Allah için, diğeri insanlar içindir.
HÜKÜMDARLIK DEÖİL PEYGAMBERLİK
Biri dinî liderlik, diğeri siyasî liderliktir. Din ile siyaset arasındaki uçurumu küçüm sem em ek mümkün değil dir. 5. Bu açıklamaların ardından bir noktaya dikkat çekmek isteriz. Arapça'da bazı kelimeler, kimi zaman eş anlamlı, kimi zaman da farklı anlamlarda kullanılır. Bu yüzden bir takım karışıldıklar, yanlış anlamalar or taya çıkar. Mülk, saltanat, hakim, emir, halife, devlet, memleket, hükümet, hilafet gibi kelimeler de böyle kelimelerdir. Biz burada peygamberin hükümdar olup olm a dığını sorgularken, pepygam berin risalet sıfatından başka bir sıfatı olup, bu sıfat ve şerefle siyasî bir birli ği fiilen kurmaya teşebbüs edip etmediğini kastediyo ruz. "Mülk"ien kastımız (isterseniz ona halife, sultan ya da emir deyiniz) medenî ve siyasî bir birliğe sahip olan bir millete hakim olmaktır. Nitekim hükümet, memleket, devlet kelimeleriyle İngilizce'deki staxe, kingdom, government kelimelerinden anlaşılan m a nayı kastediyoruz. Müslümanlığın bir birlik olduğu, Müslümanların ise Müslüman oldukları için bir cemaati oluşturdukları konusunda herhangi bir şüphem iz yok. Peygamberi miz insanları bu birliğe çağırmış; vefatından önce bu birliği kurmayı bışararak onun liderliğini üstlenmişti. Peygamberimiz bu vahdet uğrunda diliyle, silahıyla mücadele etmiş, sonunda Allah'ın yardımına desteği ne mazhar olmuştur. Böylece risaleti tebliğ ederek üstlendiği emaneti yerine getirmişti. Peygamberimiz, ümmeti üzerinde hiçbir hükümdarın sahip olamadığı i
՝
85
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
bir nüfûza sahipti. Kur՛an-ւ Kerim'de şöyle buyurulur: "Muhakkak ki peygamber müminlere kendilerinden yakm ve rahimdir." (Ahzab Suresi) "Allah ile peygamberleri bir işe karar verdikleri z a man mü'minlerin artık o işte ihtiyarları kalmaz. Al lah ile Peygamberinize isyan edenler apaçık delale te düşerler." (Ahzab Suresi) Bu dinî birliğe devlet, peygam berin ümmeti üzerinde sahip olduğu mutlak nüfuza saltanat ya da hilafet adını vermek, Peygamberi de halife veya padi şah olarak tanımak isteyen varsa, buna bir diyeceği miz yok. Çünkü bunlar öyle insanlardır ki kastettiği miz mananın ötesine geçemezler. Asıl önemli nokta, peygamberlik liderliğinin, ri salet liderliği veya saltanat liderliği olup olmadığını anlamak, zaman zam an peygamberimizin hayatında karşılaştığımız tezahüratının, siyasî bir devlet tezahü ratı olup olmadığını araştırmak, Peygamberimizin li derlik ettiği birliğin ihükümet ve devlet birliği ya da siyasetle ilgisi olmayan, salt bir dini birlik olup olma dığını göstermek, sonuçta da Peygamberimizin sade ce peygam ber mi yoksa hem peygam ber hem de hü kümdar mı olduğunu araştırmaktır. 6. Kur'an-ı Kerim'in bütün ayet-i kerimeleri, peygamberin siyasi saltanat ile hiçbir ilgisi olmadığını doğruladığı gibi onun kutsal görevini, saltanatla ilgili bütün manalardan arındırılmış bir şekilde yerine geti rerek ve yanlızca tebliğ yapmakla yetindiğini göster mektedir. Şu ayet-i kerimelere dikkat edelim: 86 aa
HÜKÜMDARLIK DEĞİL PEYGAMBERLİK
"Resul'e itaat eden Allah'a itaat etmiş olur, yüz çevi ren olursa, biz seni onların üzerin zorba gönderme dik. " (Nisa Suresi) nSenin kavmin doğru olduğu halde Kur!an'ı yalan ladı. de ki ben sizin üzerinizde vekil değilim.' (En'arn Suresi) 'Rabhinden sana gönderilene uy ondan başka tapı- v lacak yoktur, müşriklerden yüz çevir. Allah isteseydi onlar müşrik kalmazdı, biz seni onların üzerine gözcü göndermedik, sen onların vekili değilsin' (Yunus) "Rabbim isteseydi, yeryüzündeki insanların hepsi birden iman ederlerdi, inisanlan sen mi miVmin olmayazorlayacaksm?"(Yunus) !!De ki Ey insanlar Rabbiniz tarafından hakk gön derildi, hidayete eren, kendi nefsi için erer; dalalete sapan, kendi zararına sapar. Ben sizin üzerinizde vekil değilim. " (Yunus) "Biz seni onların adına vasi olarak göndermedik.' (İsra) "Kendi heva ve hevesini mabud kabul edenleri gö rüyor musun? Sen nasıl onun üzerine vekil olabilir sin? " (Furkan) hBiz san a kitabı insanlar için hakk ile gönderdik. Hidayete eren kendi nefsi için erer; dalalete sapan kendi zararına sapar. Sen onların üzerinde vasi de ğilsin," (Zümer) "Yüz çevirecek olurlarsa biz seni onların üzerine gözcü göndermedik. Senin görevini tebliğden ibaret tir. %Şura) "Biz onların ne dediklerini iyi biliyoruz, seni onla rın üzerine bir zorlayıcı olarak göndermedik. Sen, yalnız Kur'an ile benim korkutmamdan korkanlara uyarıda bulun." (Kof Suresi) "Hatırlat, sen ancak} bir hatırlatıcısın։ onların üze rinde hükmedici değilsin, yüz çevirip inanm ayanla rı Allah en büyük azaba uğratacaktır. "(Gaşiye Sure si) 87
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
Görülüyor ki Kur'an-ı Kerim, açık bir şekilde Peygamber'in insanların vasisi, vekili, gözeticisi olma dığını, cebbar (yani zorlayıcı, kuvvet ve kudret sahi bi) ve tahakküm eden olmadığını insanları imana zorlamaya yetkisinin bulunmadığını ifade ediyor. Bu sıfata sahip olmayan insan, padişah olamaz. Çünkü tahakküm ve zorlama saltanatın gereklerindendir. Yine Kur'an-ı Kerim, Peygamber'in, ümmetin vekili veya vasisi olmadığını söylüyor. Bu sıfatla da sahip olmayan, padişah olamaz. Kur’an-ı Kerim'de deniliyor ki: "Muhammed, makam ve mevki sahibi birinin baba sı değildi, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonun cudur. Allah herşeyi bilicidir." (Ahzab suresi) Kur'an-ı Kerim, Hz. muhammed'in, ümmeti üzerinde risalet hakkından başka bir hakkı olmadığını açık bir şeklide ifade etmiştir. Eğer Peygamber hü kümdar olsaydı, onun ümmeti üzerinde bir de hü kümdarlık hakkı olurdu. Hükümdarlık hakkı, risalet hakkından başkadır. Padişahlık alameti de risalet ala metinden ayrıdır. Kur'an diyor ki: "Ey Muhammed de ki: Benim kendi nefsim, adına bir çıkarım veya zararım yoktur. Ancak Allah'ın is tediği olur. Gaybı bilsem hayrın çoğalmasını ister dim. B an a da fenalık dokunmazdı. Ben ancak iman eden bir kavmi korkutucu ve müjdel eyic iyim.'■ "Mubarnmed'e niçin bir hazine gönderilmedi, onunla birlikte niçin bir melek gelmedi demelerin den göğsün daralak sana vahyedilenin bir. kısmını terketmeni isteyeceksin? Senin görevin korkutmak
HÜKÜMDARLIK DEĞİL PEYGAMBERLİK
tan ibarettir, Cenab-I Hakk herşeyin gözetleyicisi-. dir." (îiııd Suresi) "Sen yanlız bir u y a n a sın . her milletin kendisine doğru yolu gösteren bir yolg östeircisi vardır." (Rafci Suresi) 11'De ki: ben yalnız sizin gibi bir insanım, bana m a budun ancak bir mabud olduğu vahyediliyor. Al lah'a kavuşmayı ümid eden? salih ameller işlesin. Allah’ın ibadetine bir ortak katmasın." (Kehf) !/De ki; Ey insanlar! Ben size gönderilen bir uyarıcı yım. ” (Hac) "Bana ancak apaçık bir uyarıcı olduğum vahyolunuyor." (Sad) "De ki ben ancak sizin gibi bir insanım, bana ma budun bir mabud olduğu vahyedliyor.l/ (Secde) Görülüyor ki Kur'an açıkça Hz, Muhammed'in yalnız peygam ber olduğunu söyler. Bundan başka Kur'an, Hz. Muhammedfin ilahi elçiliği tebliğden başka bir vazifeye ve tebliğ ettiği inancı insanlara (zorla kabul ettirmekle mükellef olmadığını da açıkça beyan etmektedir. Kur'an divor ki: *
"Eğer yüz çeviren olursanız biliniz ki gönderdiği miz Peygamber'in vazifesi açıkça tebliğden ibaret tir. " (Maide) "Resulün vazifesi tebliğden ibarettir. Allah sizin açıkça işlediğinizi ve gizlediğinizi bilir." (A ’rafj "Düşünmüyorlar, mı ki arkadaşları cennete uğra mış değiller. O ancak açıkça tebliğde bulunan bir uyarıcıdır." (Yunus) "Kendi içlerinden bir adam a 'insanları korkul, iman edenlerin Allah katında yüksek bir makam՝, olduğunu müjdele' diye vahiy göndermemiz; garip birşey midir?" (Yunus) 89
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
"Sana yalnız tebliğ gereklidir. Hesap bize aittir.' (Ra'd) "Resul'ün açıkça tebliğ etmekten başka görevi var mıdır?" (Nahl) "Sana kitabı sadece onlara ihtilafa düştükleri mese leleri açıklamak, iman edenlere hidayet ve rahmet olmak üzere gönderdik." (Nahl) "Yüz çevirecek olurlarsa senin görevin açıkça tebliğ etmektir." (Nahl) "seni ancak müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik." (İsra) "Ey Muhammed, san a Kur'an ’ı, ezaya uğramak için göndermedik, bu ancak Allah'tan korkanlar için bir ihtardır." (Taha) "Resulün görevi yanlızca tebliğden ibarettir." (Par kan) "Setti müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik." "Bana, kutsal beldenin Rabbime ibadet emrolundu. Herşey Allah'ındır. Bana Müslümanlardan olmak ve Kur'anı güzelce okunıak emredildi. Hidayete eren kendi nefsi için erer, dalalete sapanlara karşı da de ki: Ben ancak, imar edicilerdenim." (Nahl) "Seni yalanlayacak olurlarsa onlardan önce nice milletler peygamberlerini yalanlamışlardı. Resulün görevi tebliğden ibarettir." (Ankebut) "Ey Peygamber biz seni şahid, müjdeci, korkutucu, Allah'a kendi izniyle davet edici, bir aydınlatıcı, (sirac-t minber) olarak gönderdik." (Ahzab) "Biz seni bütün insanlar içni müjdeci ve korkutucu olmak üzere gönderdik. Fakat insanların çoğu bil miyor. " (Sebe) "Arkadaşınız cennete düşkün değildir. O ancak si ze gönderilen bir uyarıcıdır." (Sebe) "Sen bir uyarıcıdan ibaretsin, seni hakk ile gönder dik ki müjdelerde ve korkutmada bulunasın. Hiçbir millet geçmemiştir ki içinden biri korkutucu çıkma sın." (Fatır) "Bizim görevimiz açıkça tebliğden ibarettir." (Ya sin) "De ki ben ancak bir uyarıcıyım, tek ve "kahhar' 90
HÜKÜMDARLIK DEĞİL PEYGAMBERLİK
olan Allah'tan başka ilah yoktur." (Sad Suresi). "Biz seni ancak şahit, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik." (Feth Suresi) "Allah'a ve peygambere itaat ediniz, şayet yüz çevi recek olursanız, peygamberimizin görevi açıkça tebliğden ibarettir." (Tegabün) "De ki ilim Allah'ındır. Ben ancak açıkça bir uyarı cıyım. " (Mülk) "De ki ben ancak rabbime duaederim. Ona hiçbir ortak koşmam, de ki ben sizin için ne bir fenalık ne de iyilik yapabilirim. De ki beni Allah’tan başka bir kimse kurtaramaz, ondan başka sığınacak bir sığı nak yoktur. Ancak Allah'ın tebliği ve risaletiyle seç kinim. " (Cin Suresi) 7. Allah'ın kitabındaki bu açıklamalardan sonra peygamberimizin sünnetine müracaat ettiğimizde ger çeği yine gayet açık görürüz. "Siret-i Nebeviyye" sahibi şöyle rivayet eder: Bir m esele için peygamberimizin huzuruna çı kan bir adam, titremeye başlamıştı. Peygamberim iz bu kişiye "ben ne bir hükümdar, ne de bir zorbayım. Ben Kureyş'e m ensup, Mekke'de kuru ekm ek yiyen bir kadının oğluyum." demiştir. Bir diğer Hadis-i şerifte ise Hz. İsrafil'in p ey gamberimize, hükümdar bir peygam ber mi, yoksa Al lah'ın kullarından bir peygam ber mi olmak istediğini sorduğu rivayet edilir. Resul-i Ekrem, bu som üzerine istişare niyetiyle Hz. Cebrail'e bakmış. Cebral tevazuundan yere baktığı için Peygamber de Allah1m kulu bir peygamber olmayı istediğini söylemiştir. Bunlar Peygamberin hükümdar olmadığını, hü kümdarlık islemediğini, hükümdarlığa meyletmediğini <-)i
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
açıkça göstermektedir. Kur'an'da İslam dininde siyasetin varlığını isbat edecek gizli ya da açık hiçbir delil yoktur. Hadis-i Şerif'de de böyledir. Dinin bu iki kaynağı da elimiz al tındadır. Bunları baştan başa incelediğimizde değil delil, delile benzer birşey bile bulamayız. 8. Müslümanlık, dinî bir davettir. İnsanoğlu ıslah edecek ve Allah'a yaklaştıracak, Allah'ın iyilere vadettiği ebedî saadeti sağlayacak bir yoldur. Müslü manlık, bütün insanları birbirine bağlayacak ve bütün alemi saracak dinî bir birliktir. Bu kutsal, yüce davet, bütün insanlara ilahî ipe sarılmayı, tek Allah'a ibadet eden bir tek ümmeti oluşturmayı ve bu şekilde kardeş olmayı öğütlemek tedir. Bu davet, yeryüzünde barışı sağlayacak, insanlı ğı olgunlaştıracak, mükemmele götürecek ve namaz daki saadete eriştirecek bir ülküdür. Bu cismanî bir rahmet, ilahî bir nimettir. Bütün insanları din kardeşi olmaya çağırmak oldukça makul bir davettir. Zaten insanların fıtratında da bu daveti kabullenme eğilimi vardır. Evet, Cenab-ı Hakk, bu davetin kabulle karşıla nacağını, kesin bir zaferin olacağını müjdelemektedir. Allahu Teala Kur'an'da şöyle buyurmaktadır: "Sanma ki Allah sözünü yerine getirmez" "Cenab-ı Hakk iman edip salih amel işleyenleri on dan öncekileri istihlaf ettiği gibi, yeryüzünde istihla f etmeyi onlara seçip kabul ettikleri dini sağlam laştırmayı, onların korkusunu enniyet ve imana çe virmeyi vadetrniştir." (Nur Suresi) "O Allah'tır ki Peygmaberini hidayet ve hak din ile göndermiştir. Ta ki bütün dinlere galip gelsin.' 92
HÜKÜMDARLIK DEĞİL PEYGAMBERLİK
(Feth Suresi) "Ağızlarıyla Allah'ın nurunu. söndürmek isterler. Oysa Allah nurunu tamamlayacaktır. KAfirler iste mese de." "O Allahtır ki Peygamberini hidayet ve hak din ile göndermiştir. Ta ki bütün dine galip gelsin, müşrik ler istemese de." (Sa 'd Suresi) Bütün dünyanın bir dine sahip olması, insanlı ğın dini bir birlik oluşturması gayet makuldür. Fakat bütün dünyanın bir hükümete tabi olması, ortak bir siyasi birlik altında toplanması, insanın yaradılışına ve ilahi arzuya aykırıdır. Bu, tamamıyla dünyevi bir hedeftir. Cenab-ı Hakk, bu gibi şeyleri, insanların akıllarına bırakmıştır. Bunları insanların anlayışlarına, bilgilerine, çıkarları na, arzularına göre serbestçe idare etmek üzere yine onların iradesinde terketmiştir. Resulü Ekrem'in de bu işlerle ilgili herhangi bir hükmü yoktur. Bir önlem tavsiye etmemiş, tersine "Siz dünyanızın işlerini d ah a iyi bilirsiniz" demiştir. Evet, bu işlerin yanlızca dünyevî bir mahiyeti vardır. Dünya işleri, bütün hedefleri ve gayeleriyle Al lah'ın biz insanlara bağışladığı akıl ve anlayışın öğret tikleri dışında başka birşeye ihtiyaç duymaz. Bir peyganıberin gönderilmesine de değmez. Zaten Peygam berimiz de bu işlerle uğraşmamıştır. 9. Peygamberim izin hayatında gözlediğim iz hükümet meseleleriymiş gibi görünen birtakım meşeleleler, devlet ve memleket meseleleri gibi görünen bazı hadiseler, sizi şüpheye düşürmemelidir. Çünkü incelemeler sırasında bunların bu mahiyette olm adık i
93
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
ları ortaya çıkar. Belki de bunlar Peygamberimizin di ni sağlamlaştırmak ve dine daveti desteklem ek için başvurduğu tedbirlerden başka birşey değildi. Cihadın bu tedbirlerden biri olması şaşılacak birşey değildir. Gerçi bunun sert ve şiddetli bir tedbir olduğu söylenebilir. Fakat bazan hayır uğruna şerri seçmek zorunlu olur; yapm ak için, yıkmak gerekir. 10. Kısacası, görülüyor ki: Peygamberimizin d ni davetlerin yarımda siyasî davetle de meşgul olduğu düşüncesini yanlızca Kur՛an-ւ Kerim ve sü n n et֊i seniyye değil, akıl ve risalet de reddeder. Bu düşünce, aklın ve risaletin anlam ve içeriğine aykırıdır. Hz. Muhammed'in müminler üzerinde sahip ol duğu velayet, risalet velayetidir ve bu velayet tahak kümle lekelenmemiştir. Evet, o zaman ne hükümet, ne devlet olmadığı gibi siyasî bir hedef veya hükümdarlıkla ilgili bir gaye de yoktu. Bu açıklamalardan sonra Asr-ı Saadet'in, hükü met izlenimi veren oluşumlardan ve devlet teşkilatın dan uzak olmasının sebebi ve bu devirde hükümet, hakim, vali, daireler ve bunlara eşdeğer şeylerin bu lunmamasının hikmeti anlaşılmış; karşılaştığımız ka ranlık noktalar aydınlanmış olsa gerek.
KISIM
III TARİHİ AÇIDAN HİLAFET VE HÜKÜMET
BÖLÜM
1 T \ •
1
»
1 ♦ w t
um birliği ve Araplar
%
Müslümanlık Araplara malısus bir din değildir. Araplık ve Müslüman lık - Araplar'ın siyasi ayrılıklarıyla dini birlikleri - Asr-ı Saadet'te Araplar arasındaki siyasi temellerin zayıflığı - Peygamber'in vefatıyla liderliğin sona ermesi - Peygamber'in bir halife tayin etmemesi - Hz. Ali'nin halife tayin edilmesi konusunda Şiiler'in düşüncesi - Hz. Ebu Bekir'in halife tayin edilmesi konusunda bir cemaatin düşüncesi.
1. Müslümanlık daha önce de söylediğimiz gö~ bi doğu ve batının, Arap ve Acem'in erkek ve kadı nın, zengin ve fakirin alim ve cahilin kısacası bütün dünyanın iyiliği için gönderilen tek bir davettir. Müs lümanlık, bir birlik dinidir. Cenab-ı Hakk, bu birlikte insanları bağlamak, bu bağı bütün dünyaya yaym ak istemiştir. Müslümanlık, bir Arap daveti, Arap birliği, Arap dini değildir. Müslümanlık hiçbir milleti diğer bir millete, bir dili diğer bir dile, bir memleketi diğer 97
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
bir memlekete, bir devri diğer bir devre, bir soyu di ğer bir soya tercih etmez. İslam'da tercih sebebi an cak takvadır. Peygamberimizin Arap olmasına, doğal olarak da Arapları sevmesine ve Kur'an'm Arapça in dirilmesine rağmen gerçek bu doğurultudadır. 2. İslâmî davetin alim bir bedende belirmesi ve dünya gerçekleri arasında sabit bir gerçek olarak or taya çıkması için, bu daveti tebliğ etmek üzere seçi len bir peygamberin gönderilmesi zorunludur. Cenab-ı Hakk, bu daveti tebliğ etmesi için g ö revlendireceği elçiyi, Arap kabilelerinden, Araplar'm İsmail soyundan, bu soyun Kenan'a mensub kolun dan, bu kolun Kureyş kabilesinden ve bu kabilenin de Haşimoğulları ailesinden seçerek Hz. Muhammed'i göndermiştir. Cenab-ı Hakk'ın bu seçiminde herhalde büyük bir hikmet vardır. Bunu kısmen biliyor, kısmen de bilmiyoruz. . Gönderilen peygam ber Arap, ona vahyedilen kitap da Arapça olduğu için İslâmî davetin önce Araplar arasında yayılması gerekir. Peygamberin tebli ğiyle ilk muhatap olan kavmin Arap kavmi olması, Peygamber'in önce onları Allah yoluna çağırması ol dukça normaldir. Dolayısıyla Peygamber önce yakınlarına, sonra vatandaşlarına tebliğde bulunmuş ve Allah'ın yardı mıyla başarıya ulaşıncaya kadar çalışmıştı. Araplar, İslam dini birliğine ilk giren millet sıfatıyla Resulü Ek rem'in liderliğinde toplanmışlardı. 3. Bilindiği gibi Arabistan çeşitli kabilelere 98
DİN BİRLİĞİ VE ARAPLAR
mensup, çeşitli dilleri konuşan, birbirinden uzak bir kısmı Doğu Roma'ya tabi bir kısmı da bağımsız olan topluluklardan oluşuyordu. Sonuç olarak çeştili Arap toplulukları arasında hükümet tarzı, idare şekli, ahlak ve adet, İktisadî ve malî hayat bakımından büyük farklar vardı. Fakat bu birbirinden farklı toplulukların hepsi, peygamberimiz zamanında İslam daveti, İslam sanca ğı altında birleşerek din bağıyla birleşmişler, peygam berimizin liderliği altında toplanmışlardı. Peygamberimiz zam anında kurulan bu birlik, hiçbir bakımdan siyasî bir birlik değildi; ne devlet, ne de hükümetti. Tersine bu birlik, siyasetten tamamıyla uzak kalarak dinî birlik yapısını korumuştur. Bu birlik devlet ve memleket birliği değil, iman ve din birliğiy di. 4. Peygamberimizin hayatı bunu ispatlam akta dır. Çünkü peygamber bu dağınık kitlelerin siyasetine karışmamış, onların yönetim şekillerini değiştirmeye kalkışmamış, herhangi bir kabilenin İdarî ya da adlî teşkilatına el uzatmamış, bu kitlelerin kendi araların daki ya da başkalarıyla kurdukları toplumsal ve eko nomik ilişkilere müdahele etmemiş, bir valiyi işinden almamış ya da bir kadı tayin etmemiş, bu toplulukla rın ticaret, tarım ve sanayiine yeni eserler koymamış, bu işleri onlara bırakmış; bunları kendilerinin daha iyi anlayacaklarını söylemiştir. Dolayısıyla her topluluk, medenî ve siyasî işlerinde, kendi haline bırakılmış, bütün toplulukların arasında yegane bağ yalnızca İ s lam birliği olmuştur. 99
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
Müslümanlığın içerdiği esasların, ahlak ve şeria tın, bu kavimi erin hayatını büyük ölçüde etkileyecek mahiyette olduğu söylenebilir. Çünkü Müslümanlıkta birçok hüküm ordu, cihad ve alışverişle ilgili birçok emir, hatta konuşmaya yürümeye dair kurallar ya da bu kuralların esasları vardır. Araplar'a ilişkin "din, on ları büyük ölçüde birleştirmiş, teşkilatlarım bir araya getirerek aralarında siyasî bir birlik kurmuş; neticede bir Peygamber'in liderliğini üstlendiği bir devlet orta ya çıkmıştır" görüşü ileri sürülebilir. Fakat mesele etraflıca düşünüldüğünde Müslü manlık açısından ortaya çıkan bütün telkinlerin, bü tün kural ve esasların, siyasî hakimiyet ile ya da medenî devlet teşkilatıyla uzaktan yakından hiçbir il gisi olmadığı görülür. Bunların hepsini biraraya getir diğimizde, medenî bir devlet için gerekli olan siyasî usul ve kaidelerin çok az bir kısmının varolduğu orta ya çıkar. 5. Müslümanlığın tebliğ ettiği iman esaslar ve muamelatın ahlak ve cezaların tümü yanlızca dinî bir içeriğe sahiptir. İnsanların dinî çıkarma hedefler. Bu dinî çıkarların ortaya çıkması ya da gizli kalması, insanların bunlardan medenî çıkarlar sağlayıp sağla mamaları gibi şeylerle Şeriat ya da Peygamber ilgilen mez. Nitekim Araplar, İslam şeriatıyla birleşmelerine rağmen siyasî farklılıklardan, hatta medenî, toplumsal, ekonomik hayatlarının her topluluğunun ayrıca bir devleti oluşturduğunu söylememiz mümkündür. Peygamberimiz vefat ettiğinde, Arpalar genel 100
DÎN BİRLİĞİ VE ARAPLAR
bir dinî birliğin içinde olmakla beraber, birbirinden tamamıyla farklı küçük kitleler halindeydiler. Bu bir gerçektir. Tarihçilerin Asr-ı Saadeti m ükem m el ve uyumlu bir şekilde tasvir etmelerine aldanarak bu farklılıkları gözardı etmemeliyiz. Çünkü öncelikle ta rihte birçok hatalar bulunduğunu ve bu hataların çok şaşırtıcı olduğunu bilmemiz gerekir. Sonra Araplar arasındaki soğukluk ve farklılıklar Müslümanlık saye sinde kısmen yok olmuş, bir dine sahip olmak, ortak bir ahlak, adab ve nizamı kabul etmek, bu soğukluk ve farklılıkları hafifletmiştir. Ayrıca peygamberimizin sahip olduğu dinî liderliği de dikkate almak gerekir. Dolayısıyla Araplar arasındaki soğukluğun zayıflama sı, şiddetini kaybetmesi doğaldır. Kur'an-ı Kerim'de deniliyor ki: "Allah’ın size bağışladığı nimeti hatırlayınız ki düş man iken kalplerinizi bağdaştırdı da onun lütfü sayesinde kardeş oldunuz. Ateş uçurumunun kena rında iken ateşten kurtuldunuz." (Âl-i İmran Sure si)
Fakat yine de Arapların farklı kitleleri dağınık cem aatler olm aktan kurtulam adılar. Bu o ld u k ça doğaldır. Bu nedenle bunların güç ve birliklerini yitir mesi, tesirlerinin azaltılması mümkündür. Fakat yok olması mümkün değildir. Peygamberimiz vefat eder etmez Arap toplu lukları arasındaki farklılıkların sebepleri açık bir şekil de ortaya çıktı. Bundan sonra her topluluk diğerlerin den ayrı olan yapısını, başkalarından bağım sız olan 101
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
varlığını hissetmeye başlamış, bunun üzerine pey gamberin liderliği altındaki Medine ve Taif halkının dışında kalan Araplar'ın çoğunluğu da İslam dinni bı rakarak başka dinler kabul etmişlerdi. 6. Y ukarıda izah ettiğimiz gibi Arap birliği, İslâmî bir birlikti, siyasî bir birlik değildi. Peygamberi mizin liderliği siyâsî değil, dinî bir liderlikti. Araplar'ın Peygambere itaatleri iman ve inanç itaatiydi, hükümet ve saltanat itaati değildi. Araplar'ın Peygamberin etra fında toplanmaları, ilahî vahyi, sem avî esintiyi, dinî emir ve yasakları kabullenmeyi hedefleyen, dinî, İlahî bir toplanmaydı. Çünkü Peygam ber "Onları temize çıkarn՜ ve on lara kitap ve hikmeti öğretir’di. Peygam berin sahip olduğu bu liderlik, kişiliğinden ya da so yundan dolayı değil, peygamberliğinden ileri geliyor du. Hz. Muharnmed, peygam ber olmakla, kendi heva ve hevesini tatmin etmek için değil, tersine ilahi isteği tebliğ etmek için bu liderliğe getirilmişti. Peygamberi mizin vefat etmesiyle, onun sahip olduğu dinî maka mın bir başkasına miras kalmasına imkan yoktu. Çün kü kendisi, peygamberlerin sonuncusuydu. İlahî li derlik ise miras bırakılmaz, hibe edilmez; vekalet ile bir başkasına geçmez. 7. Peygamberimiz vefat ettiği zaman kendisine halef tayin etmemiş, kendi makamına geçecek birini göstermemişti. Çünkü İslam peygamberi, bütün hayatı boyun ca bir İslam devletinden ya da bir Arap devletinden kesinlikle bahsetmemişti. Peygamberimiz İlahî risaleti mükemmel bir şe
DİN BİRLİĞİ VE ARAPLAR
kilde yerine getirerek ümmetine dinin bütün esasları nı her tür belirsizlik ve karm aşadan uzak bir şekilde anlattıktan sonra vefat etmişti. Eğer peygamberimizin hedeflerinden biri de bir devlet kurmak olsaydı, bu işi belirsiz bir şekilde bırakarak vefat edip ardından da Müslümanların boğaz boğaza gelmelerine meydan verir miydi. Eski yeni bütün devlet kurucularının ilk işi devletlerinden bahsetmek değil midir? O halde na sıl olur da Peygamber Efendimiz bu konuda Müslümanlara hiçbir eser, hiçbir rehber bırakmaz? Nasıl olur da Müsliimanlar'ı karanlığa ve şaşkınlığa terk ederek daha mübarek cesedi defnedilmeden birbirle rine saldıracak derecede hırsa kapılmalarına fırsat ve rir? 8. Bütün Şiîler Resui-i Ekrem'in Hz. Ali'yi ken dinden sonra halife tayin ettiğine inanırlar. Bu kanaati tartışmak gereksiz, çünkü bu sönük şanın hiçbir ilmi değeri yoktur. İbni Haldun şöyle der: "Şiîler'in kendi mezheplerine göre naklettikleri ve yorumladıkları ayetler, sünneti nakleden ve şeriatı inceleyen büyük kişilere göre meçhuldür. Bunların ileri sürdürkleri delillerinin çoğunluğu uydurma veya sakattır ya da bu deliller kasdettikleri yorum lardan oldukça uzaktır." (İbn-i Haldun, Mukaddi me)
9. İmam İbni Hazm ez-Zahirî, peygamberimizin kendisinden sonra Hz. Ebu Bekir'i açık nassla halife tayin ettiğini, inanan grubun görüşünü benimseyerek Muhacirin ve Ensar'm Hz. Ebu Bekir'e icma ile "Rasu103
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
lulullah'ın halifesi" ünvanım verdiklerini, Arapça'da "Halife" kelimesinin kendi kendini tayin etmeyi değil, başkası tarafından halef tayin edilmeyi ifade ettiğini, dolayısıyla da Hz. Ebu Bekir'in peygamber tarafından halife tayin edildiğini" söyler. (İbn-i Hazm, (El-Fasl'ülMilel ve'l-Ehva-ı ve'n-Nihal) Bu düşünceyi destekleyecek hiçbir delil göre miyoruz. Gramer kitaplarına başvurduğumuzda İmam İbni Hazm'ın sözünü doğrulayacak hiçbir senede rast lamadığımız gibi, bütün rivayetlerin, Ebu Bekir'e biat konusunda .ashabın ihtilaf ettiğini, ashaptan bazıları nın Ebu Bekir'e biat etmekten çekindikleri hususunda birleştiklerini gördük. Hz. Ömer, Peygamber'in vefat ettiği gün söylediği sözlerden (Peygamberimiz vefat ettiği zam an Hz. ömer kalkarak şöyle demiştir: "Mü nafıklardan bazıları Peygamberin vefat ettiğini idda ediyorlar. Yemin ederim ki Rasulullah da geri döne cek. Ben de onun öldüğünü iddia eden adamların el lerini ve .ayaklarını keseceğim.") dönerek şöyİe der: "Ey insanlar, dün size bazı sözler söylemiştim. Bu sözler yanhzca kendi düşüncelerimdir. Bunlar, ki taba dayanmadığı gibi Peygamber Eferıdm iz'in ba na bir vasiyeti de değildir. Fakat Rasulullah 'ın son suza dek işlerimizi idare ederek, sonuncumuz ola rak vefat edeceğini sanıyordum. Mamafih Cenabn Hakk Rasulullah ’ı hidayete erdiren kitabını payidar kılmıştır. Ona sarıldığım ız taktirde Peygamber'in m azhar olduğu hidayete siz de erersiniz. Cenab-ı Hakk işlerinizi en iyimizin yani Peygamber'in arka daşı ve mağara dostunun etrafında toplamış bulu-
DİN BİRLİĞİ VE ARAPLAR
nuyor. Kalkın biat edin." Bunu ve bunlardan başka şeyleri kabul ediyo ruz, fakat Hz. Muharnmed'in devlet yöneticisi olduğu nu ileri sürenlerin görüşlerini asılsız sayıyoruz. Rasuiü Ekrem hükümet işlerine karışmamış, vefatının ardın
dan da ne olacağına dair birşey söylememiştir. Peygamberimiz, din kemal bularak ilahı arzu yerine getirildikten sonra, İslam'a daveti tamamına e r ֊ dirip sağlamlaştırdıktan sonra vefat etmiştir. Peygam berimizin vefatıyla peygam berliği sona ermiş, onun vefatıyla yer ile gök arasında yüce şahsiyeti sayesinde devam eden bağ kesintiye uğramıştır. I
105
BOLUM
2 Nübüvvet Egemenliğiyle Hilafet İdaresinin Karıştırılması i
Daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi Peygamberin üstünlüğü, sadece onun nübüvvet misyonundan hasıl olan, din-i bir üstünlük ve önderliktir. Nübüvvet mis yonu, Peygamberin ölümüyle birlikte sona ermiş ve aynı zamanda bu önderlik de hükmünü kaybetmiştir. Ona bu üstünlük ve önderlikte ve de onun nübüvvet misyonunda halef olma hakkı ve yetkisi kimseye ta nınmamıştır. Peygamberin ölümünden sonra, onun takipçile rinden birinin bir önderlik konumuna gelmesi mutla ka gerekli olmuş idiyse, o vakit bu önderliğin, Pey g a m b e rd e gözlem lediğim iz önderlikten tam am en farklı Ve yepyeni bir tür önderlik olması gerekirdi.. 107
a m in in Mijp »ımı ih p 'hhi» ın ıh ı n ı m m|
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
Müslümanlar o zaman, sivil ve dünyevi bir hü kümetten başka birşey teşekkül etmekte olmadıklarını çok iyi biliyorlardı. Bu hükümete karşı gelmekte ve ona muhalefet etmekte kendilerini özgür saymaları nın nedeni de işte budur. Görüş ayrılıklarının sadece dünyevi bir düzenin kurulması meselesi etrafında yo ğunlaştığı ve bu uzlaşmazlıklarının dinlerine etkisi ol madığı gibi, inançlarını da ihlal etmeyen bir siyasi çı kar meselesi hususunda olduğunu da çok iyi bilmek teydiler... Şunu kesinlikle teyit etmekte bir an dahi tereddüt etmeyiz ki, "Irtidat Savaşı11 olarak isimlendiren ve Ebu Bekir'in hilafetinin ilk günlerinde yapılan savaş, temel olarak bir dini savaş olmayıp, siyasi bir savaş tan ibarettir. Kitleler bunun dini bir mücadele olduğu na inanmışlardı ama, gerçekte bunun hedefleri tama mıyla dini değildi. Kitlelerin Ebu Bekir (ra)'in liderliğine dini bir hususiyet hasretme hatasına düşmelerine yol açan, Ebu Bekir'e m ahsus bazı özel koşullar mevcuttu. Ör neğin, Ebu Bekir'in Peygamber'in yanında üstün ve ayrıcalıklı bir mertebeyi haiz olduğu bir gerçektir. O, dini tebliğ alanında büyük bir üne sahipti ve müslümanlarm nazarıı'da çok büyük saygı duyulan biriydi. Bütün bu açıklamalardan okuyucu, Ebu Bekir'e verilen "Allah'ın Peygamberinin Halifesi (Halife-i Resulullah)" ünvanının, müslüman kitle üzerinde yayıla rak, onların, hilafet kurumunun dini bir paye olduğu na ve müslümanların idarecisi durumunda bulunan kişinin peygamberin bir zamanlar bulunmuş olduğu t
• •
108
NÜBÜVVET EGEMENLİĞİ VE HİLAFET İDARESİ
makamda bulunduğuna inanmalarına yol açan hata nın kaynaklarından birisi olduğunu kolayca anlayabi lir. İşte bu şekilde, hilafet kurumunun, kanunların kurucusu olan peygam berin halefi tarafından sahip olunulan dini bir makam olduğu görüşünün İslam'ın ilk günlerinden beri propagandası yapılagelmiştir. Halkın arasında yaygın olan bu yanlış anlayışa itibar etmek hükümdarların menfaatineydi; böylece onlar, asilerin saldırılarına karşı tahtlarını korumak için dini, bir kalkan olarak kullanabileceklerdi. Bütün hükümdarlar bu siyaseti muhtelif şekillerde devanı et tirmişlerdir ki, bu konuya yakından bir göz atacak kimse, onların bu iş için kullandıkları yöntemlerin ne kadar çok olduğunu görecektir. 'İmamlara itaat Al. lah'a itaatin bir parçasıdır ve de onlara isyan etmek, Allah'a isyan etmektir' düsturunun halk tarafından be nimsenmesini sağlamışlardır. Hepsi bu da değil. Hali feler bu kadarla yetinecek türden kişiler olmadıkları gibi, Ebu Bekir'i tatmin eden şey, onları tatmin etme ye yetmemiştir. Ebu Bekir'i kızdıran o ünvanı kullan maktan da çekinmemişlerdir; daha da ileri giderek hükümdarı "Allah'ın yeryüzündeki vekili ve O'nun kulları üzerindeki gölgesi" yapmışlardır. Ancak şunu unutmuşlardır ki "O, onların ortak koştukları şeyler den münezzehtir" (Tevbe, 31) işte böylelikle hilafet makamı meselesi dini ça lışmaların konuları arasına eklenmiş ve ilahiyat akide leriyle bütünleştirilivermiştir. Müslümanlar, Allah'ın ve peygamberlerin sıfatlarıyla birlikte bu konuyu da öğ~ 109
İSLAM'DA İKTİDARIN TEMELLERİ
renilmesi gereken konulardan saymışlardır; hilafet te orisi, müslüman inancının temelindeki "Allah'tan baş ka ilah yoktur, Muhammed O'nun resulüdür." (La ila he illallah, Muhammedun Resulullah) düsturu kadar, akidenin bir parçası haline gelmiştir. işte hükümdarların müslümanlara karşı uygula dıkları zulüm de işledikleri suç böylesine büyüktü. Hakikatin iç yüzünü onlardan saklamışlar ve onların doğru yoldan sapm alarına sebep olmuşlardır. Din adına onları nur yollarından alıkoymuşlar, onlara key fi muamele etmişler, onları aşağılamış ve siyaset ilmi ni tahsil etmekten menetmişlerdir. Yine din adma on lara ihanet etmişler ve onlardaki parlak zeka ışığını öyle bir şekilde söndürmüşlerdir ki, bu insanlar en basit idari ve katışıksız siyasi konularda dahi dinden başka başvuracak yer bulamaz hale gelmişlerdir. Bütün bunların nihai sonucu, müslümanlar ara sında bilimsel araştırma ruhunun ve fikri faaliyetlerin ölmesi olmuştur. Siyasi düşünce alanında felce uğra mışlar, hilafet kurumuyla veya halifelerle ilgili hiçbir hususu derinlemesine araştırıp inceleyemez hale gel mişlerdir. Gerçek şu ki, İslam'da genel olarak müslümanların anladığı şekliyle hilafet kurumu diye bir kurum mevcut değildir. Bu din, onların hilafet kurumunu ko rumak için kullandıkları bütün o ifsat ve yıldırma g ö rünümünden ve gücün debdebesinden uzaktır. Bu kurumun, yargı, diğer temel işlevler, iktidar ve devlet ten daha fazla olmak üzere dini feraizle hiçbir müşte rek yönü yoktur. Bütün bu işlevler tamamen siyasal t
NÜBÜVVET EGEMENLİĞİ VE HİLAFET İDARESİ
niteliktedirler; dinle aralarında hiçbir bağ yoktur. Din bu işlevleri ne kabul eder, ne de reddeder. Bunları emretmediği gibi, yasaklamaz da. Onları, bunlarla il gili konularda akıl ve mantığımızı kullanabilmemiz ve de kararlarımızı milletlerin tecrübeleri ve siyasetin ku ralları üzerine bina etmemiz için, sadece bizim özgür irademize tevdi eder... Dinde, müslümanları, bütün siyasal ve sosyal bilimler alanında diğer milletlerle yarışa girmekten alıkoyan hiçbir hüküm mevcut değildir. Müslümanlar, bizzat kendilerince hakir görülüp aşağılanan bu çürü meye yüz tutmuş düzeni yıkmakla özgürdürler. Hü kümdarlıklarının temellerini ve devletlerinin düzenini, mükemmellik ve sağlamlığı milletlerin deneyimleriyle sabit olan insan ruhunun daha çağdaş mefhumlarına ve yönetim ilkelerine göre şekillendirmekte tamamen özgürdürler...
111