REHBER YAYINLARI : 22 A ra ştım a ٠ inceleme Dizisi : 7
K jp ipik iK
O ız fj هM O . P.J
& س
: :
ö zku l tR E N REHBER . 0 ﺀ اًاﺀى٠اﺣﻢﺀلﺀذ B uunk nk M Maaibainhk ib a in h k Tic L L.d. i( ﻷ ؤ٠ 3 A t 46 ت0 3 3 - ي4 6 1 ﺀ
ANKARA
I
;ﺋ ﻪ
II
ا٠س ill -
٥٤n٠ D e v le ttu ٠k lle r t’ iû m y a y inh a k la n ٧ ﺣ ﺎ ﻟ ﺐ٠ aittir.
■/
٠ ١
H asan H ü sey in CEYLAN
C u m h u riy et D önem i
DİN - DEVLET İLİŞKİLERİ I
GENEL DAĞITIM
_
AKÇAĞ BA811I TATIM PA2ARLAM A A.Ş. H û k û m r l C٠٥. Net 8 /C U ،us/A N K AKA T t l 4 3 2 17
4 3 3 8 6 51
HAŞAN Hü s e y i n C E Y İA N :
2 Ş ubat 1959 Tarihinde Beypazan'nda
doğdu, ilk öğrenimini m em leketi olan Beypazan.nda tam am ladıktan sonra, orta öğrenimini İstanbul İmam Hatip Lisesi'nde sürdürdü. 1977'de İstanbul İmam Hatip Lisesi'nden m ezun oldu. Yüksek öğrenimi ni A.Ü. İlahiyat Fakültesi'nde sü rd ü re n CEYLAN. 1983 yılında aynı fa külteden m ezun oldu. H aşan Hüseyin Ceylan evli ve üç çocuk babasıdır. Halen gazeteci ٠ ya zar olarak uğraşını devam ettirm ekte olan yazar. 1983 yılında A.Û. ila hiyat Fakültesi.nden m ezun olduktan sonra, aynı yıl yayına başlayan /s. iĞm DergisCnin çıkışında bulu n d u ve aynı derginin 1987 yılı başına k adar genel yayın yönetmenliğini y ü rü ttü . Dış Politika dizisinin Ankara Temsilciliğini yapm akta olan y azan n bugüne kadar çeşitli dergi ve gaze telerde yaym lanm ış yüzlerce m akalesi vardır. Ysızann elinizdeki üç cilt lik bu araştırm a eseri, S uudi A rabistan'da Arapçay.a tercüm e edilerek yayına hazır hale getirilmiştir. Yazarın *'Din-Deulet ilişkilere adlı eseri "Islami Hareketler A nsiklopedise adlı Arapça eserin sahibi Kemal Hoca tarafından Arapça'ya kazandırılm ıştır. H.Hüseyin Ceylan'ın ay n ca ”Türkiye'nin Düşünce Sorunlan ٠٠ adlı yayın lanm ış ve Türkiye'nin Dış Politika Sorunları. Milli Mücadele Tarihi, E za n ın Anlatılm am ış Ö yküsü : Tann Uludur'dan. AllahüEkber.e Giden Yol. Ruhi Ozcan Armağanı adlı yayına hazır araştırm a eserleri m evcut tur.
İÇİNDEKİLER
BİRİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE.DE ÜÇ DEVİR VE ÜÇ SİSTEM ............................................. İbadet Hürriyeti .......................................................... ..................................... Dini Öğrenme ve Öğretme Hürriyeti ............................................................... Dinin Emir ve Yasaklanm Yerine Getirme Hürriyeti .................................... I. Türkiye’de Dine Bağlı Devlet Sistemi .......................................................... II. Türkiye'de Yan Dini Devlet ve Laikliğe Doğru Gidiş .............................. İlk Kanuni Esasi ve Laiklik Hareketleri .......................................................... İkinci Meşrutiyet ve Sonrası Laiklik Hareketleri ..................................... — III. Türkiye'de Devlete Bağlı Din Sistemi .......................................................
13 19 21 24 25 27 28 29 30
İKİNCİ BÖLÜM DİNÎN İKTİDARDAN UZAKLAŞTIRILMASI VE SALTANATIN KALDIRILM ASI..................................................... 33 Saltanatın Kaldıniması ...................................................................................... 35 Saltanatın Kaldmldığı gün M. Kemal Atatürk'ün Yaptığı Konuşma ............ 48 ARA EK—I CUMHURİYET ÖNCESİNDE İLK İSLAMCI PARTİ "MUHAFAZA-İ MUKADDESAT VE MÜDAFA.Î HUKUK CEMİYETİ.' ...................... 63 Cumhuriyet Öncesinde Bir Islâmcı Parti ve Kadı Raif Efendi ........................ 65 Muhafaza.i Mukaddesat ve Müdafa.i Hukuk Cemiyeti Ery^unım Heyet-i Merkeziyesi Beyannamesi...................................... 66 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TBMM ve MUSTAFA KEMAL HALİFESİNİ SEÇİYOR __ Hilafet ve Milli H akim iyet.... ........................................ ........... ..... İç İsyanlar ve İstiklâl Mahkemeleri ...................... ...................... . 1. Şeyh Recep İsyanı ve Sivas Ayaklanması 22-20 ؛Ekim 1919) ٠
...... ....M. __ ___
71 86 96 96
6
CUMHURlYEl' DÖNEMİ
ü !N
D EV m 'llJŞK lLEK J
II. Şeyh Eşref Ayaklanması (26 Ekim-24 Aralık 1919) ................................. 97 III- Bozkır A y a k la ıa la n (22 Eylül-4 Ekim ve 20 Ekim. 4 Kasım 1919) .... 97 IV. Düzce ve Gerede Ayaklanmalan (13 N؛san-4 Haziran. «..İJIO S .23 Eylül 19( ﻻة.................................................................................. 97 V- Yozgal Ayaklanmaları (15 Mayıs, 27 Aguslos. 5 Eylül-3Ö Aralıkl920) .................................................. - ................................................. 99 VI. Konya İsyanı (2 Ekim.15 Kasım 1920) ................................................... 100 Laik E v rim in Temellerinin Alıldıgı Seyahai: Izmir Seyahati ..................... 103 DORDUNCU BOLUM HALİFELİĞİN KALDIRILMASI .......................................................... 115 Halifeliğin Kaldınimasına Uydunna Bir Sehep : Aga Han ve Emir Ali.nin M. Kemal'e M ektuplan.......................................................................... 141 İstanbul İstikiai Mahkemeleri ve Gazeteciler Davası ...................................... 150 Hilafetin Şeriî Mahiyeti ................................................................................... 171 Hilaieun ilgasına ve Hâncdan.1 Osmani.nin Türkiye Cumhuriyeti .............. Memâliki Haricine Çıkanimasına Dair Kanun (26 Recep 1342 ve 3 Man 1340-1924)....................................... . 201 BEŞİNCİ BO l UM "HİLÂFETİN İLGASI VE HANEDANI ALİ OSMANCIN T f ^ K ^ CUMHURİYETİ MEMALİKİ HÂRİCİNE ÇIKARILMASI" İLE İL G İL lK A ٠ ٧ N UYGULANMASINDAKİ ZULMUN b e l g e l e r i ...................................................................................................... 205 43J Sayı!ı Yasayla Son Halile- ؛MüsliminTUrkiyc'ılcn Nasıl Ko٧uWu. Belgelerle Bir Zulmün Haiırası...........................................................................207 Kendileri Seçliler, Kendileri Kovdular.............................................................. 211 Saraydan Zulmederek K ovdular........................................................................221 ARA EK —11 M U ST A FA KEMAL : "CUM HURİYET KURULM AYACAKyE h i l a f e t VK s a l t a n a t K A L D IR IL M A Y A C A ™ . TÜRKİYE'NİN BAglNDA DAİMA BİR İSLÂM HÂLİFESİ B U L U N A --" --2 2 5 Sifk Cephesi Kumandam Kazım KarabckirPa؛a Hazretlerine e . 11.7.1971 Şifreye C evap................................................................................ 22«
İÇİNDEKİLER
7
ALTINCI BOLUM MEDRESELER, DİN EĞİTİMİ VEREN YUVALAR KAPANIYOR, ŞER'İYYE VE EVKAF VEKÂLETİ KALDIRILIYOR VE REJİME UYGUN DİYANET İŞLERİ REİSLİĞİ KURULUYOR...............................................................................233 Rejime Uygun Diyanet İşleri Reisliği Kuruluyor.............................................. 235 Tevhidi Tedrisat Kanunu................................................... ٠٠............................. 236. Şer٠iyc ve Evkaf Erkan.ı Harbiye-i Umumiye Vekaletlerinin ilgasına Dair Kanun...........................................................................................................236 Şer٠iyc Vekalcii/Şcriaı İşleri Bakanlığı Niçin Kapatıldı....................................237 İşte Şeriat Bakanlığının Bir Kısım Faaliyetleri................ ٠ ............................... 239 Şer٠iyc Vekaletine Müsteşarlık Kadrosu Verilmelidir.......................................24b Şerliye Vekaletinin Esas Vazifeleri. İfta. Kaza, Talim ve İrşat........................ 246 Fetvahanc-Ifta Heyeti (Şura.i Ifta)...................................................................... 247 Tetkikat ve Te.lifai-ı îslâmiyc H eyeti................................................................248 Mcdrcscler-Tcdrisai Heyeti................................................................................ 249 Şcr٠iye Vekaleti Bütçe Müzakereleri.................................................................. 251 Şer'iye Vekaleti Bütçesinde İkinci Birleşim.......................................................274 YEDİNCİ BÖLÜM 1924 DEVRİMLERİ SONRASI TÜRKİYE.................................................. 305 SEKİZİNCİ BÖLÜM KAPATILAN MEDRESELERİN, TEKKE VE ZAVİYELERİN İLM İ HAYATTAKİ YERİ VE FONKSİYONLARI N EY D İ?.......................................................................... 3.3 Cumhuriyet Öncesinde Medreselerin Fonksiyonlan ve İlmî Hayattaki ١^، "؛....................................................................................................................... 315 Müderrisler Cemiyeti...................................................................................... 3 ٤9 Cemiyet Beyannamesi........................................................................................ .. İslâm a Yayın Yoluyla Yapılan Hücumlar Karşısında Müderrislerin Rolü........................٠...................... ......... 37٦ Mabeyn-i Hümayun-i Mûlükanc Baş Kitabeti....................................................324 DOKUZUNCU BÖLÜM DİNDE İNKILAPLAR BAŞLARKEN...........................................................327 Dinde İnkılaplar............................................................................... ٩١9
.ا
8
C U M H U K İ ١T : r DÖNEMİ DlN
DEVLtrr!UŞKJl٠ERJ
٠
Tekke ٧c Zaviyelerin Fonksiyonlan Ncydi۶......................................................335 Rejimin Diyanci İşleri Başkanlığı...................................................................... 340 Paşalann Mustafa Kemale Muhal.efeti..............................................................344 Bir Dini Parti Dememesi: Terakki Pcı^er Cumhuriyet Fırkası١.......................346 ONUNCU BÖLÜM ٠ SEYH SAİDISYANI VE DOĞUDAKİ DİNÎ AYAKLANMALAR.........355 ARA EK III FARKLI BİR DEĞERLENDİRME : §EYH SAİD İSYANI DEĞİL SEYH SAİD K IY A M I......................................................................................379 Kıyamın Felsefesi............................................................................................... 381 Olay Neden önemli?........................................................................................... 382 Yanıltılan Kamuoyu............................................................................................ 384 Hakaret ve Karalama Dolu Yayınlar.................................................................. 385 MUslümanlann Tummu ve Bcdiüzzaman'ın Mektubu Meselesi .....................386 Köksüz Bir iddia : Kürtçülük..............................................................................388 İslâm, Hareketin Yegane Karcktcri ve Gayesi.................................................. 389 ؟eyh Saidln Sorgusu Başlıyor............................................................................390 Alim ve Mucafiid Bir Sülale...............................................................................396 İslâm'ın Renk Verdiği Bir Yaşam ؟izgisi..........................................................396 Boşa Çıkan Umutlar............................................................................................ 398 Uzun Bir Yürüyüş................................................................................................398 Beklenmeyen Bir ihanet.....................................................................................400 İ r a n d a Gelen Katliam H a ^ r i ...........................................................................401 Kısa Süren Bir ü s tü lü k ..................................................................................... 402 ihanetler............................................................................................................... 402 Sürgünler ve Cezalar(!)...................................................................................... 403 ARA EK—IV KAZIM KARABEKİR PAŞA TERAKKİPERVER CUMHURİYET FIRKASI VE İSTİKLAL M AHKEM ELERİ'NİN DURUMU............................
,405
BİBLİYOGRAFYA.......................................................................................... 429
SUNUŞ Altıyiiz yıl dine, İslâm'a, Kur'an'a ve Siinnet'e hizmet için vargüçleriylc çalışan ve "İlay-i Kelimetullah" "Allah'ın şanını yüceltme ve yayma" misyonunu üstlenerek, gerekirse hu uğurda üç kıtada seferler düzenleyen hir devletin tO’ runları, zaman gelip kendi ülkelerinde Kur'an eğitim ve öğretiminin yasaklana cağını, Kuran okutan ve öğretenlerin, "sizin en hayırlınız Kur'an okuyan ve öğ retendir" düsturunun tam hilafına "sizin en şerlileriniz..." dercesine muamele göreceklerini; sakallı hocaların sakallarından tutulup yollarda sürükleneceğini, Kur'an okudukları için jandarma dipçikleriyle dipçikleneceklerini ve ilmin sem bolü olarak bilinen ulemâ cübbelerinin süngüleneceğini, Kur'an ı okuyanların ise rahleleri veya sıraları sırtlarına bağlanarak karakollara götürüleceğini ne reden bilebilirlerdi ki? Tam altı yüz yıl Islâm'a ve müslümanlara hizmeti, hizmetin en güzeli ka bul eden bir devletin torunları zaman gelip kendi ülkelerinde arapça ezanın ya saklanacağını, "Tanrı Uludur, Tanrı Uludur, şüphesiz bilirim ve bildiririm ki, Tanrı'dan başka yoktur tapacak" sözlerinin ezan adına ve ezan niyetine minare lerden okutulacağını ve tam 18 yıl şu gök kubbeyi çınlatacağını, şehir, köy ve kasaba neresi olursa olsun "Allahıı Ekbcr, Allahu Ekber" diyerek ezan okuyan ların en az üç aydan başlayarak tutuklanacağını ve tecziye edileceğini: suçu (!) bir kaç kez işleyenlerinse Mazhar Osman tedavisine müracaatla Bakırköy Akıl Hastanesine gönderileceğini kim aklına getirebilirdi ki? Kur'an'ın rehberliğinde yollarını aydınlatan ecdadın ahfadları bir gün gelip kendi ülkelerinde, yıllarca ülkeleri için ışık olmuş, ışık tutmuş bir kitabın "çöl kanunu", "cahiliye kitabı" şeklinde tanıtılıp camilerden, evlerden, mağara lardan toplatılacağım, pencerelerden aşağıya atılacağım. Jandarma çizmesi al-
10
CUMHURİYET DÖNEMİ DlN
DEVLEF İI.I$KİI.EKİ
tında çiğneneceğini, süngülerle sayfalarının yırnlacağını hiç düşünebilirler miydi ki? Ezanın Türkçeleştirilmesiyle kalınmayıp, Kur'an'ın bütününün Türkçeleş tirme çalışmalarının haşlayacağını, ibadetlerin Türkçe diliyle yapılacağını, na mazların, rükû ve secdelerin daha bir anlaşılabilmesi için Türkçeleştirileceğini; camilerde Türkçeleştirilmiş ayet ve surelerin musiki eşliğinde kürsülerden hafız lara okutturulacağım, bunun için ”usul-i dairesinde teganniye müsait müezzin ler, imamlar, hafızlar yetiştirileceğinr kim aklına getirebilirdi ki? Hele hele bir yüksek din mektebi olarak bilinen bir okulun; Daru'l-Fünün İlahiyat Fakültesinden bir grup ulemâ(!)nın, "mabetleri temiz tutmak, kabil-i zi yaret ve kainl-i iskan hale getirmek" adına camilere "ayakkabılarla girmeyi" ve camiye gelenlerin rahat oturabilmesi için de camilerde sıralar, elbiselikler tesis etmeyi" ayrıca "camilere yerleştirilecek olan musiki aletleri ile "asri ve enstrCımenial musiki" çalışarak ibadetlerin "son derece bedii, mûheyyıç ve ruha nî" bir şekilde yapılmasım temin için teklifler vereceğini ve bu iş için adı geçen fakültenin, yani İlahiyat Fakültesinin öncülük edeceğini hangimiz aklımızdan geçirebilirdik ki? Bütün bunlar J923-1950 yılları arasında fazlasıyla cereyan etmiş olay lardır. Ve işte bu yüzden 27 yıllık bu dönem ve de özellikle 1938-1950 yılları arası tarihe "Milli Şeflik Dönemi" diye geçmiş donem, Din-Devict ilişkileri açı sından "sancılı" dönem olarak kendini duyurmuştur. Bugün yaşları 60 ve üzerindeki insanlara ulaşabildiğimizde, Din-Dcvlet ilişkileri açısından müslümanların en çok mağdur olduğu, inançlarından dolayı horlandığı, hapse atıldığı, işkenceler gördüğü ve gerekirse idam edildiği bu dö nemleri anlatırlarken, "Allah o günleri bir daha bitlere göstermesin... KuFan okurken dipçiklendiğimiz, yerlerde süründürüldüğümüz, Arapça ezanları duya maz olduğumuz o günler var ya evlâd..." diyerek anlatmaya haşlarlar ve aklı nızda kalan cümleler, "Cenazelerini kaldıracak din adamlarından bile yoksun hale geldikleri ve dinin elden gittiği" olur. Din-Dcvlet ve Devlet-Din ilişkilerinde bugün yaşlan 60'ın üzerinde olan ların anlattıklarını bütün çıplaklığıyla ortaya seren 27 yıllık bu dönem; müslümanların ibadet hayatım, dinî düşünce hayatı; itikadî ve amelî hayatlarını göz ler önüne sererken, hepimizin dudaklarım ısırarak; "bunlar da olmuş mu?", "halkının % 99'u müslüman olan bu ülkede, müslümanlar gerçekten en başta Kur'an ve Ezan yasağıyla karşı karşıya kalmışlar mı?" sorularını hayretle ve ib retle sormamıza neden olmaktadır. Bu sebeple sorularımızdan hakkıyla kurtulabilmek ve onlara tarihten ce vaplar verebilmek için en başta Türkiye'de Din-Devlet ilişkilerinin niceliğini ve nasıllığını bilmek gerekmektedir.
bUNL'Ş
1]
Dın-De\lct Uişhlcn derken, özellikle Cımıhıtriyet dönemi Din-Devict iiişktlcrinın bütün boyufUmyla hiliıuncsı gerektifiine inanıyoruz. 3 Mart 1924 tari hinde Halifeliğin kaldırılmasıyla ve de sistemin arzularına göre yeni bir dini te• şekkid olarak Diyanet İşleri Başkanlığı*nın kurulmasıyla birlikte başlayan **dev lete bağlı din sistemi** devri bu kitapta bütün boyutlarıyla ilfii alanımıza girmiş oldu. OsmanlInın kuruluşuyla başlayıp, Gülhane Hattı*ntn hanıyla sona eren *'dine bağlı devlet sistemi** ile Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerini içine alan ve ta Medreselerin, Şer*iye ve Evkaf Vekaletlerinin ve en önemlisi Makam-t hilafet İlgası*na kadar devam eden "yarı dini devlet sistemi" devirlerinin incelenmesi hu kitabın ilgi alanı dışında kaldı. Ancak ne var ki **dini devlet sistemrnden. pek öylesine kolayca "devlete bağlı din sistemi"ne geçilmediği için bizicr "devlete bağlı dm sistemi", (buna sadece Türkiye'ye has özel laik sistemi de denilebilir!) devrinin arkofUant ola rak önceliklerini de araştırmış olduk. Nitekun bu düşünceden hareketle araştırmojnızı I920*lerden başlatıp, Saltanatın kaldırılması, l. Dönem (1921-1923) İstiklal Mahkemelerinin Anadolu İsyanlarındaki durumu, Cıunhuriyetin İlanı ve tarihi 3 Mart 1924 devrimlcriylc: Halifeliğin İlgası, Şeriye ve Evkaf Vekaletlerinin kaldırılması, Medrese, Tekke ve Zaviyelerin kapatılması, her tür din eğitimi veren okulların dini eğitime son vermesi ve laiklikle ilgili yapılan tüm bu köklü değişikliklerin sosyo-politik du rumları kitabımızın birinci cildini oluşturdu. J. cildin en önemli yam Türk devriminin birazda anlatılmamış ve yazılma mış öyküsünü anlatmış olmasıdır. Özellikle kitabımızın //. cildini oluşturan ve şapka dcvrimiyle başlatılan Şeyh Said isyanı ve diğer doğu isyanlarının gerçek boyutları, Ankara ve Şark İstiklal Mahkemelerinin sınırtantmaz cuntacı tavırla rının TBMM Arşivlerinden elde ettiğimiz insan olduğuna inaruın herkesi ürper ten ve korkutan hikayeler!: Sözkonusu mahkemelerin hiçbir suçlan yokken sa dece *'gereği düşünüldü" gibi bir muğlak ifadenin arkasına sığınarak idam etti ği, darağacında sallandırdığı binlerce, onbinlerce mıTminin dramı, acısı ve hi kayesi. .. Laiklik adım din değiştirme gayretleri, bu değişiklik için bizzat Dolmabahçe Sarayı'nda yürütülen akıl almaz çalışmaların öyküsü. Ezanın, namazın, Kur'an'ın ve hutbenin Türkçeleştirme faaliyetleri... Yeni yepyeni Kuran modeli ortaya koyarak ezandan sonra milleti Kur'an'sız hırabna adına yürütülen *Tek Parti" gayretleri... 1963 ytltndatı iiiharen sistemin emniyet sübahı olan Diyanet İşleri Başkanlıği'nın ve İlahiyat Fakültesi'nin kunüuş gayelerini gösteren anlatılmamış ve yazılmamış öyküleri ve din adına dini satan din adamlarının beVamilikleri...
12
c u m h u r iy e t
DÖNEMİ DİN ٠DEVLET İLİSidl ﺓ١ﺍ
Gerçek din hizmetlilerine ve ulemaya yapılan akıl almaz işkenceler... Koca bir Türkiye'de sadece üç adete indirilen Kur'an Kurslarının yaşa dıkları facialar... Alfabe yerine Elifba'ya yönelenlerin; Kur'an'ı okuma, öğrenme ve Öğret menin resmen yasak oluşu itibariyle uğradıkları zulümler, işkenceler... Ve camilerin yıkılması, yakılması, satılması ve müzeleştirilmesinin hika yesi. .. Ecdadın ortaya koyduğu cami medeniyetinin Î926'dan itibaren bir daha diribnemek üzere yok edilmesi ve bunun için, "Şeyhııl kurra, cüzhan, eczâ, devirhan, surehan, müslimhan, buharihan, mesabihhan, şifahan..." gibi yalnızca bize ait olan ve başka bir ülkede bulunmayan cami içi görevlilerinin kısaca bir medeniyetin, "bunların varlığı irticanın yeniden dirilmesine kafidir" denilerek ortadan kaldırılması... Tanrı Uludur'dan, Allahu Ekber'e giden yolda çekilen sıkıntılar, uğranı lan mahkumiyetler, hapisler ve işkenceler... Bilen bir toplum iken, bir gecede ümmi bir toplum haline getirilişimizin öyküsü olan harf devriminin gerçek boyutları... Bu devrimle birlikte her tür dinî eğitimin yasaklanması ve insanların kita bını öğrenebilmesi için, dağlara, ormanlara, mağaralara ve mahzenlere çekil mesi. .. "Bunlar KuKan'ı toptan yok edecekler!" denilerek gizliden gizliye hafızlık yaptırttığı talebelerine bu maksatla, Kur'an'ı bütün secaventlcrine varana dek yeniden yazacak tarzda öğrenme aşkında olan ve bu uğurda herşeyi göze alan ulemanın destansı faaliyetleri... 1932 yılından itibaren başlayan ve ortaya koyanların bile sonradan kul lanmaktan imtina ettikleri "duygum tükel özge bir kıvançtır" gibi dilde uydurukçuluğun zirvesini gösteren "güneş-dil teorisi"nin gerçek hikayesi... Ve nihayet 3 Şubat I932'de başlayıp, 16 Haziran 1950 tarihinde sona eren, tam 18 yıl şu gök kubbeyi "Tanrı Uludur, Tanrı Uludur" diye çınlatan re jim ezanının hikayesi. .. Evet tüm bunlar, kısaca "Cumhuriyet Dönemi Din-Devlet İlişkileri" diye rek izah etmeye çalıştığımız, 1920-1950 yıllarının hikayesidir. Kitabın 11. cildi bu gerçek öykülere ayrılmıştır. Bir başka deyişle "bir devrimin anlatılmamış ve yazılmamış öyküsü"dür bunlar. Bu devrimin adı mı? Elbette Türk Devrimi... Nisan 1989, Ankara Hasan Hüse> ln CEYLAN ١
n â١l
ık
Birinci Bölüm
t u r k iy e .d e ü ç DEVİR VE Ü Ç SİSTEM
ا٠٠٩٠ ج٠ ب٠' . - >l: r J i ;
I
ﻷ
٠
' :
T Ü R K ^ .D E ÜÇ D EV İR V E ü ç SİSTEM
Türkiye’nin din vc devlet münasebetlerine tarihine dikkatle bakarsak bu nun üç devreye aynidığını vc birbirinden farklı üç sistem arzcıtiğini görürüz. Birinci Devir, "Dine Bağlı Devlet" sistemi devridir ki, kuruluşunu Kur'an vc Sünnet adına vc îlay.i Kclimctullah uğruna gerçekleştirdiğini her yerde vc her fırsatta ilan edcn٤ Osmanlı devletinin 1299 yılında kuruluşundan başlaya rak. Ondokuzuncu Asnn birinci yansı sonlanna kadar devam eder. ikinci Devir, "Dine Bağlı Devlet" sistemi devrinin sona erdiği 19. Asnn birinci yansı sonlanndan; sembol adıyla 1839 "Gülhane Hattı"nm ilanından baş layarak. 3 Mart 1924'dc, "Hilafetin kaldınlm asr, "Şer’iye vc Evkaf Vekaleücrinin ilgası", "Tevhid-i Tedrisat kanunu" ve şimdiki "Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması.’na kadar süren devredir. Ki bu devreye biz "Yan Dini Devlet"^ siste mi devri diyoruz. Üçüncü Devir, 3 Mart 1924. hilafetin kaldınidığı. Şer'iyc vekaletinin ilga edildiği vc Tevhidi Tedrisat kanunuyla eğitimin dinîlikten millîliğe dönüştürül düğü günden başlayarak günümüze kadar devam eden "Devlete bağlı Din"^ sis temi devridir.
1.
2.
3.
Mustafa Nuri Paşa. A/ffay/cö/ Vukuat, e. 1, s. 5. OsmanlI Devletinin kuruluşunu g e rçe kle şti ren Osman Gazi (1258-1324). 1289 yıljnda adına h u ı ^ okutarak .dine baâlı d e ^ e t sJstern؛. olan OsmanlInın kufuluşunu İlân elti. Hutbede devletin. K u ran ve Sünnet adJna ve yeiyûzOn* de .Îlay.i Kelimetullah" misyonunu yaym a adına kunrlduğu anons ^ ilc fi. Yaklaşık b iry ıl TY de oynanan "Kuaıluş-Osm ancık" dizisinde bile resmi ideotei؛. I2 9 9 ٠da kuru, lan b٧ devle.tin Kur'an ve Sûnn ؟t adin ؟k ٧relduğunu ve "llay^ KelimetiJİlah.. .Allah'ın şanım y ü a ltm e . misyonunu yaymak İçin var olduklarım televizvonrian Sadri Maksudl Arsal. PTeokrstik Devlet ve Laik Devler, Tanzim al-I İstanbul MEB Basımevi 1940.5.81. Dr. Davut Dursun, Osrpanh Devletinde Siyaset ve Din. s. 82. İşaret Yayınlan. 1989. İstanbul; Sadn Maksudl Arsal. Tanzimat.!, s. 60.
16
CUMHURİYEl'DÖNEMİ DJN ٠DEVl.E'rtLİŞKlLEjRİ
Din.Dcvlcl ilişkileri açısından. "Dine bağlı Devlet". "Yan Dinî Devlet" ve "Devlete bağlı Din" sistemi nin arzedildiği 600 yıllık Türkiye tarihinde., inanan insanlar açısından, müslü. man halk açısından en sıkıntılı vc en sancılı dönem hiç şüphesiz, "Devlete bağlı Din" sistemi devrinde gerçekleşmiştir. ٠ Sıkıntılı ve sancılı dönem diyoruz, çünkü bu son devirde, inanan insanlar inandıkları uğruna diğer iki devir içerisinde hiçbir zaman görmediği vc muhatab olmadığı baskı vc zulümlere uğratılmışlardır. Bir Hukuk devleti olarak Türkiye Cumhuriycti'ndc. bir diğer ifadeyle dindcvlct ilişkileri açısından "Devlete bağlı Din" sistemi devrinin başladığı Cum huriyet yıllannda, "din hürriyeti" açısından müslümanlar, hükümet veya diğer hukuk dışı kuvvetler tarafından (C.H. Fırkası vc C.H.P), kanun yoluyla vasıta larla baskıya uğratılarak, korkutma, yıldırma ve sindinne politikalarına maruz kalmışlardır. Kur’an okuma vc okuuna’y . getirilen yasaklar. Ezanın Türkçeleştirilmesi vc "arapça ezan okuyanlann mahkum edilişi" dinini öğrenmek adına eski yazı, (eskimez yazı demek daha doğrudur. Çünkü Kur’an.ın kıyamete kadar muhafızı olacak olan Hazrcii Allah.tır. Dolayısıyla Kur’an lafzı olan arapça ve arap alfa besi diye bilinen Kur’an yazısı da kıyamete dek sürecektir. Yani eskimeyecek yazıdır) ile tedris görenlerin sıkı takibata uğraması baskı politikalannın, inanan insanlan inançlanndan dolayı korkulma, sindirme vc yıldırma politikalarının sa dece birkaçıdır.^ Devletin dine vc dindarlara karşı uyguladığı bu politikalardan dolayı "Müslümanlar", ..Din Hürriyeti., preasibinden doğan: 1— Dilediği vc beğendiği bir dinin akidelerine inanması vc bunları serbeslçc benimsemesi; 2— İnandığı dinin ibadet vc dualannı. o dinde yerleşmiş usul, adâb vc lisan üzere serbestçe icra edebilmesi; 3— İnandığı vc kabul elliği din üzerindeki düşünce vc bilgilerini, sevgi ve hayronlıkJannı. sözle vc yazıyla, serbestçe yayabilmesi ve başkalanna duyu rabilmesi:
AJı
5
F\m ö B ٥٠٠٠I. Din 176 ٠٠ ﺳ ﻴ ﻦ٠٠, Ya ٥m ٧f Yayınlan. Islan bul. 1 ^ 2 EĞb, ط s. 5.8. M Şevk .1 Eygı.nin önsörOnden Azim Matbaası, Ista n bu M ?? ؟
(Davtaon efena basM annı di la 9٠٠fao Kara Kitap 1968 y ılım a .BugOn" g a z e te s in i, .Mılleü Nmâ A)ömûBr M ukaddH atina Nasfi S a ld ırd ıla fr başlığıyla tefnka adilinca yayını durekirulm u . daha •Ofva da Is tv b u i 4. A ٥ ،r Caza M ahkam esiıiin 966/67 dosya numarasıyla 2 6 4 1969 h ıa n y la ٠ vtniare،( yayınlanmasına izin vahlmıştir Kitap. 12 Eylul donam da 4١M٠ I hekümatı tarafından y - n yısıkia n m tşb r.)
T Ü I İ E . D E ÜÇ DEVÎRVEÜÇ SİS'IEM
ا7
4— Kabul elliği dinin iman ve amel ahkâmını scrbcsiçe tahsil edebil mesi. öğrenmesi ve başkalarına da okulup öğrciebilmesi; 5— Ve nihayet inandığı ve kabul elliği dinin emirlerini yerine getirme si. yasa ve yasaklarına iıaal edip bağlanması^ gibi temel hak ve hürriyetlerinden de yoksun kalmışlardır. ..Dinin devlet işinden devletin de din işinden ayrıldığı ve birbirine kanşmadığı" mânâsını içeren '.Laiklik'.. '.Devlete bağlı Din Sistemi"nde hep tek larallı ve hep Kayser.dcn yana yapılan uygulamalarla müslümanlar için bir bas kı unsuru olmuş ve yukanda zikreiıiğimiz ’’din hürriyeli"nden doğan temel hak ve özgürlüklerden faydalanamamak bir tarafa, faydalandığından dolayı akla ge lebilecek her tür zulme uğratılma durumunda kalmışlardır. Bu durum Halide Edib Adıvar’ın. Yale Revie١v’nun Güz 1929 sayısında çıkan ve devletin dine baskısını, devletin din üzerinde kurduğu diktatörlüğü ob jektif bir dille gündeme getiren "T ürkiye'de Diktatörlük ve Reform lar"^ baş lıklı İngilizce makalesinde çok açık bir şekilde görülür. Halide Edib Adıvar, Türkiye’de dinî düşünce ve dinî inanışlar üzerinde gerçekleştirilen reformlardan; Hilafetin kaldmlması (3 Man 1924), Tedrisatın Birleştirilmesi (3 Man 1924). Medreselerin Kapatılma.sı (3 M an 1924). Şeriye ve Evkaf Vekaletlerinin İlgası (3 Mart 1924), Şeriye Mahkemelerine son veril mesi (8 Mart 1924). Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (20 Nisan 1924). Şapka Kanu nunun Kabulü (26 Aralık 1925). Saraybumuna ilk heykelin dikilişi (3 Ekim 1927), Laikliğin kabul edilişi (10 Nisan 1928) ve Arab yazı.sının terki ile kabul edilen laiin harfleri kanunu (3 Ekim 1928) gibi gerek bireysel ve gerekse top lumsal plânda din vc dinî düşünceden aynimazlığı olan reformlardan vc inkilâp. lardan bahsederek, müslüman halkın bunlan "yoğun bir hoşnuisuzluk’.la kan١ıladığını belirterek, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Hükümcti.nin dine kanşmasının tehlikesine vc Laiklik ilkesiyle çaiışiıgma vc çeliştiğine dikkat çekmekte dir (s. 38). Laikliğin temel ifadesini oluşturan. Hazreti İsa’nın, "Kayser'in hakkı nı Kay.scr.c. Tann'nın hakkım Tann’ya verin.’ sözünü hatırlatan yazar, hüküme tin gerçekleştirdiği reformlara işaretle. "Türkler sonunda Kayserin hakkını Ka>scr'c. yani devletin hakkı olan şeyleri devlete teslim ettiler. Fakat, diğer taraftan. Kayser ya da devlet Tann’nın hakkı ohın şeyleri Tann’ya. yani müslümanlann hakkı olan şeyleri nıüslümanlara teslim etmediler. Tann’nın hakkı olan şeyler 6 7
Ali Fuad Başg،l٠Din ve Lwklik. ﺀ١٠١ Halida Edib Adıvar. *dictatorship and Reforms m T u rk t'y '. Yale
R e v i , G u . 1929. 27.45 ﺀ
18
CUMHURİYET DÖNEMİ DlN
DEVLET İLİŞKİLERİ
٠
halû devletin elinde bulunmaktadır', diyerek devletin din üzerindeki baskı ve .t.ritcsinc dikkat ؟ekmiştir. Halide Edib. baudakinin tam tersine ve tek larallı uy٠ ılanan Laiklik uy^lam alanndaki yanlışlıklara da dikkat çekerek'' ؛Egcr yeni kumlan Diyanet İşicri özgür bırakılmaz ve şu anda .I d u ^ gibi gelecekte de Başvekâlet makamları tarafından denetlenmekten ؟ıkanlmazsa. din her zaman hükümetin ve devletin bir aracı olmaya devam edecektir', diyerek, din-devlet ilişkilerinin ayn ayn ol. ması mânâsına gelen laikliğin. Cumhuriyet döneminde devletin dine baskısı şeklinde gerçekleştiğini ondan da öte devletin dini her zaman bir aracı olarak kullandığını dürtmektedir.« Cumhuriyet döneminde tek larariı uy^lanarak. inanan insanların elinden dine ait temel hak ve hürriyetlerin alınmasına sedbiyet veren laik uygulamalann yukanda sıralanan rcfomılarla müslümanlann inançlannda ne tür Sikıntılar meydana getirdi^ herkesin malûmudur. Oysa Laiklik. ..Din Hüreiyeii" ilkesiyle birlikte inanan!anna bazı temel hak ve hu^yetler vcmıckıcdir ki. bunlar din hürriyetiyle birlikte, iman hürriyc. ti. amel h ü ^ y d i. İnanç h ü ^ y d i. vicdan hüviyeti, kanaat hürriyeti, ibadet hürtiyeti. Dini talim ve tedris hürtiyeti. dini yayma ve telkin hürriyeti ve nihayet inandığı dinin emir ve yasaklannı yerine gelilme ve onlara sadık kalma hüı^yetidir.. Merhum Oröina^üs Prof.Dr. Ali Fuat Başgil hocanın. Din ve Laiklik isimli kitabında da dlirttigi gibi devlet. Cumhuriyei'in ilk yıllarındaki uygulamalanyla ve ''Laiklik adına'' yaptığı icraatlanyla inanan insanlann elinden tüm d temel hak ve hürriyetleri almaya çalışmıştır. Bu temel hak ve hü^ycllcri din hürriyciicriyle birlikte saymamızın e ld i, te nedenleri vardır. Bu nedenler üstelik devletin '.dini', oluşundan değil, ''laik', oluşundan dolayıdır. Bugüne kadar yazılmış dini kitaplarda harf devrimi sonra. S in d a latin harfleriyle yazılmış kitaplar dahil din. iman ve amel olarak ta.؟dik edilmiştir. iman, ferdin, önce hakkına, sonra ۴ ygamdrinc. kitabına ve sonra din d e lk lerin in Ortaya koydu^j şerî tekliflere ka^ı inanmak ve iman etmektir 0 halde din hürtiyeti demek ayni zamanda ve öncelikle ''iman hUrtiyeti'' demektir. Bu ise ferdin resmî ve gayr.i resmî hiçbir lazyika. tesir ve tehdide ve tedhişe uğ٠
Mmi ١^
7٠
îûhVfi'dm Tğk pgii Ydnepmgm Kundması. (221 ، ( ا923 ا1 ﺀ3 ا, l>pnot. .
Y mH ٧ ٠ ﺳ ﺎ ﺀ. A n h ı r i 19.1
#ا1 ^ ﻫ ﺎ٠ ا٠١ م٠0 ٠١٠ ا1ا
ا
ا
١٠\ > ة
rr
19
ItlR idY E DE Ö ç DEVlR VE Ö ç SİSTEM
ramaksızın dilediği ve beğendiği bir dinin akidelerine serbestçe inanması ve bunlan benimseyerek vicdanına malcdebilmesi demektir. Yine din hürriyeti demek, ferdin akidelerini benimsediği dinde emredilen vazifeleri, sorumlulukJan, mükellefiyet alanlannı, dinin kendi lisaniyle, nasslar ve ictihadlarla yerleşmiş usul ve adabı dairesinde, resmî veya gayr-i resmî hiç bir tazyike, tesir, tehdit ve tedhişe ugramaksızın serbestçe ifâ edip yerine getire bilmesi, kısaca iki kelime ile "amel hürriyeti" demektir. İnsanlarda inanma hakkı öylesine derin ve ruhî bir ihtiyacın ifadesi ve vicdanımızın hakkı olmuş ki. buna "vicdan hürriyeti" denir olmuştur. Onun din hürriyetinden de öle, aynı zamanda siyasî, İktisadî ve felsefi, düşünce ve kanaat hürriyetlerini de ifade eder olmasını sağlamıştır. Çünkü inanç, sadece dinde de ğil. siyaset, ideoloji ve felsefe için de geçcrlidir. Böylesine geniş bir temel hak ve hürriyet, ne yazıktır ki tarihimizde en çok hücuma uğrayan "hümyct"lcrdcn biri olmuştur. Dini inancından dolayı ve şapka kanununun çıkmasından tam 2 sene önce yazıp bastırdığı "Frenk Mukallitliği ve Şapka"؛, isimli risalesinden dolayı, şap ka inkilabına karşı geldi diye istiklâl Mahkemelerinde yargılanan ve 4 Şubat 1926 tarihine tekabül eden bir Perşembe sabahı idam edilen İskilipli Atıf Hocaefendi. inanç hürriycii açısından kendisine hücum edilenlerin en başında gel mektedir. 1983 sonrası Türkiye'de, başörtülü kız öğrencilerinin başörtülerine ve kendilerine hücum edilmesi, başörtülü oldukları İçin okuldan uzaklaştırmadan, muhakeme edilmelerine kadar inanç ve vicdiuı hürriyetlerine baskı kurulması günümüzde de hâlâ en çok bu "hürTiycı"in hücuma uğradığını açıkça gösterir. İBADET HÜRRİYETİ Ferdin beğendiği herhangi bir dinî akideyi, düşünceyi serbestçe benimse meye hakkı olduğu gibi, benimsediği usûl ve adâb üzere, serbestçe yerirK geti rilmeye yani ibadet etmeye de hakkı vardır. Buna biz "ibadet ve dua hürriycü 10
yılında yaiTilı 1924 y .lın d . Isi ٥f ١bül٠da Matbaa ٠1٥ 22 . ﻫ ﺼ ﺪ ؛٠ basılan bu ٢ س٠ . ly r v Y2:ar\r :اه0 ’ﺑﻬﻞﺀاا ۴ ب ٠M،f٠alûl İslâm .Men? Mü ٠k ıra r .. ٠Mum ٧٠t.Ta)eb ٠ .: MuetaNd ذ ^ ذ lalei ya IdlaJ.. adi، başka rısaletefle bulıkle. Sad ١k Albayrak tarahodan ذ ا ى١ ، ٥٥٥١٠ ؟f ٠k. ’ Prenk kkıkallrtl«،tin ١ اواve I s ^ ' adıyia ysyvmlanmışiır. (Is la n b ^ : Ç4•
ﻫﺎ7 ) ةNe .anpitf kı bu kitap leccUme va 53ﻣﺤﻪ٠٠ س9ن yasıktanmı.. uzun ? h k a m e te f sonunda s ٠d ٠k Albıyr ^، ﻓ ﻬ ﺴ ﺎ
Kmarak mahkum e rim iş tir
aylun
د
٠س
20
CUMHURlYKl'DÖNEMİ DİN
DEVLET İLlŞIdLERl
٠
diyoruz. Nerede ve ne şekilde yapılırsa yapılsın, inanan insanlann inandıkları din gereği o dine ibadet etme ve onun için dua etme hürriyetleri vardır. İster inançlı ister inançsız, ister zengin ister fakir, ister kuvvetli isler zayıf ne şekilde bulunursa bulunsun insanoğlunun mutlak münada bir manevî desteğe ihtiyacı vardır. Bunu herkes kendi hayatında ve genellikle de başbaşa kaldığı anlarda duyar ve tecrübeleriyle bilir ve hissder. Hiçbir eğlencenin bizi eğlcndiremediği zamanlarımız, hiçbir reçetenin dindiremedigi acılanmız olmaktadır. Hiç düşmeyeceğini sananlar günün birinde düşmekte; muhtaç olmayacağını sa nanlar, günün birinde ihtiyaç içinde kıvranmakladır. Öyle dertli ve kederli anlanmız oluyor ki, en yakınlarımızı bile bu anlarda kendimizden uzak hissediyor ve bunalıyoruz, işle o zaman çok kere manevî bir desteğe ihtiyaç hissediyor; cismimizi ve ruhumuzu dinlendirmek için ibadet ve dua.dan başka çare bulamı yoruz. İtalyan fikir ve devlet adamı Franccsco Nilıi'nin de söylediği gibi^* "Al lah’a iman, nasıl bir şekilde tecelli ederse elsin ve nasıl bir din formasına bürü nürse bürünsün, hiçbir İlmî ve felsefî doktrinin tatmin edemeyeceği bir ruh ve bir insan içi ihtiyacına cevap venmektedir." Bu ihtiyacı bazı kimseler, içlerini bilgi ile aydınlatıp bu sayede tatmin edebilirlerse de. insanlann çoğu, muhtaç oldukJan iç huzurunu ve ruhunu dinlendirmeyi diüma dinde ve maneviyat sırrında aramaktadırlar. Şu bir gerçektir ki, ruhlannda inanma duygusu, iman duygusu taşıyan insanlar için hiçbir şey Allah'a imanın yerini dolduramaz. Ve bir iş di siplini olarak, dinin ve inancın kudret ve metanetine hiçbir siyasî ve ideolojik doktrin yetişemez. Fakat şu da bilinmelidir ki. dinin ve inancın bu disiplin ve kudreti: insanda iç huzuru ve ruhu dinlendirme sırn yalnızca ibadet’te gizlidir. Fen bu sım n derinliğine ancak ibadet ile ulaşabilir..' İtalyan fikir ve devlet adamı Franccsco Nitıi.nin söylediği bu gerçeği AlcKİs Carrcl "insanın suya ve oksijene olan ihtiyacı gibi Allah'a ihtiyacı vardır" sözleriyle dile getirmektedir..^ Bu yüzden inanmak ve ibadet etmek in.sanlığm temel hak ve hürriyetle rinden biri olarak görülmüştür. Bu temel hak ve hürriyet hangi sistem olursa ol sun: ister kapitalizm, ister Liberalizm ve ister laiklik olsun, daima korunagelmiş ve resmi veya sivil hiçbir la/yikc. tesir, tehdit ve tedhişe uğramaksızın serbestçe ifâ edilmesine çalışılmıştır.
11 12
k im
D e m o cfg (, CıH II ٠ s 284. 1933. Paris J j t e ı Sim on Uöeng Civntc. s 325
'I.ÜRKİYE.DE ÜÇ DEVİR VE ÜÇ SİS1.EM
21
Nc var ki, Din-Dcvlel ilişkilerini dile getirirken, belirtmeye çalıştığımız üçüncü devrede; "Devlete bağlı Din" sistemi devrinde en çok hücuma, tazyike, tesir, tehdit ve tedhişe maruz kalan hürriyetlerden biri "ibadet ve dua hürriyeti" olmuştur. Ve nc yazık ki. dünyada yalnızca ülkemizde "ayin suçu" adı altında "ibadet ve dua" suçu ihdas edilmiş, nice müslüman takibe uğramış ve cezalandı rılmıştır. DÎNİ ÖĞRENME VE ÖĞRETME HÜRRİYETİ Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte başlayan ve dinde reform kabul edile bilecek inkılaplarla zirveye çıkan ve 1938-1950 yıllan arasında da; "Milli Ş e f döneminde, en sıkı takip, tazyik, tesir, tehdit ve tedhiş ile yok edilmek istenen hürriyetlerin başında gelir "dini öğrenme ve öğretme hürriyeti". Elif cüz'leri ile yakalanan mini mini çocukların, ak sakallanyla, ağarmış saçlanyla Kur٠an öğretirken yakalanıp yer yer sakallanndan sürüklenen ihtiyar ların htüi, "devlete bağlı din sistemi" devrinde "dini öğrenme ve öğretme hürri. yeti.'nin nc kadar var olduğunu gösteren acıklı tablolardır. Ve bu tablolar ba١ta Karadeniz Bölgesi ve Doğu Anadolu Bölgesi olmak üzere yurdun her bölgesin de. her şehrinde, her ktusabasında ve hatta her köyünde en az 20 yıl boyunca sü rekli izlenegclmiştir. Oysa iman sahibi insanların inandıklan AUah.a karşı vazifelerinden biri de, mensup oldukları dinin ؛ikide ve crkünını öğrenmek, başkalanna da öğret mek. okutmak, yaymak ve bu sayede de onları cehaletten kun؛u٦p imanlı kişiler haline getirmektir، Dini öğrenme ve öğretme hürriyeti bütün sistemlerin en vazgeçcmiycccği ve laik mfınûda da inanan insanların en başta elde etmesi gereken hürriyettir. Bu hürriyeti ortadan kaldırdınız mı. ortada nc din ve nc de diyanet kalır. Bir müslüman için, hususiyle bir din adamı ve alimi için mensup olduğu dinin akide ve erkanını okutup, öğretmek ve onlan yaymak hem bir vazife ve hem de bir hakiır. Çünkü İslâmiyet'te "neşr-i din" ve "ilay.ı kclimcıuUah" kav ramlarıyla ifade olunan vazife dinin öğretilmesi ve onun insanlara ulaştırılma sından başka birşey değildir. İşte bu vazife İslâm olan insanlar için en yüce amellerdendir. İslâm’ın. "İiay-i Kelimctullah", "Allah’ın adının yervüzünc yayıl ması" ideali ve hususiyle bu idealin İslâm.Türk tarihi üzerinde oynadığı rol her kesin malûmudur. Şu kadan söylenebilir ki. bir ucu Hinde ve Çın.c bir ucu Avusturya ve İspanya'ya uzanan İslâm.Türk dünyasının genişlemesini sadece askeri üstünlüğe ve iktisadı bir gayeye bağlamak tarihi yanlış anlamak olacaktır.
22
c u m h u r iy e t
DÖNEMİ DİN ٠DEVLEr İLİŞKİLERİ
Bu genişlemede ve muvaffakiyeilerdc "neşr.i din" ve "îlay.i KelimctullalV idea linin birinci derece rol oynadığı tarihçilerin lesbit etliği açık bir gerçektir. Dini yaymak için kişiye lazım olan şey önce dinini bilmesi sonra bu bilgi leri öğretmesidir. Cumhuriyetin ilk anayasasından son anayasasına kadar kanun la korunmuş olan "din hürriyeti" aynı zamanda, dini okuyup, okutmak, öğrenip, öğretme hakkını da doğal olarak kabul etmiştir. Çünkü din nesilden nesilc ancak okutup, öğretmekle, kısaca yaymakla gelişecektir. Bu sebeple toplumda bu hakkın kullanılmasına imkân vermemek ve "dini talim ve tedris" faaliycüni her türlü takip ve tazyik ile baskı alüna almak aslında anayasa ile korunmuş ve bu korunmayı da laiklik adına yapmış olan bir ülkenin din hürriyetini ortadan kaldırmaktan başka bir şey değildir. Kurian öğretilmesinin resmen yasaklanması. Ezanın Türkçeleşiirilmiş ol ması. dini ögrcuncden ve topluma faydalı kişiler kazandırmadan biişka bir gaye si olmayan medreselerin kapatılması. Cumhuriyet döneminde "din hürriycti'.nin nasıl yok edildiğini gösteren uygulamalardır. Gariptir ki bu uygulamalar. Anayasa’ya ve Laikliğe rağmen yapılagelmişlır. üstelik din hürriyeti ve bu hürriyetten doğan prensipler modem Türki ye'nin veya Laik Türkiye'nin temelini oluşturan Tanzimat'la birlikte, ondan da önce "Gülhanc Haıu Hümayunu" ile birlikle devletin temel prensiplerinden biri olarak kabul edilmiştir. Devletin bu temel prensibinin bizde ne ağır bir baskı ve tahakküm altında bırakıldığını göstermek için T.C. Dahiliye Vekaleti Matbuat Umum Müdürlüğü'nün 653 sayılı yazısı ile. 1943 yılının Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim (Tör) imzası ile yayınladığı resmi bir yazıya göz atmak, din hürriyetine yapılan zulmü fazlasıyla anlatacaktır sanınz:^؛ TC .
Dahiliye Vekaleti Matbuat Umum Md. Sayı: 653
Hülasa: .Hz. Muhammed'in Hayatına dai^ Ankara, 17 Mayıs 1943
وا. ﺀ ﺳ ﺐ٠„
ınanıp k ı b u l اﻫﺎﺻﺂc،n w mezhebin, ayin ١٠ .badeHennı sefbestçG kabul edebilmesi, y a ٠ı ٢a b ıb ٠ 9 ١٠ bu hususla h ٠çb،r m udıhaleye. hakaret ١٠ I.keoceyo uğramaması dm hO rhyv. bizde مKez 1 .3 9 da .G u ih ın e HaiD Humayunu. d. tesis ٧٠ 1 .» mgşh،a 00 ... ا٠ م ' ﺳ ﻊ٠ ا سtoyıl ١٠ ٥ ^ h ofunm uşlur t ٠ z Dustur . ﺳ ﺔTer.
١4
. C ه٠ ة٠ ٧٠ ﻫ ﺲ. ٠ ه٠٠ اUmum M d 1 5 3 ة دsay»،. Matbuat Umum M udunj Vedat N .İ ٠ fi Tor k m ğ y . . c 13. sayı. 2S4٠d ٠ bu resmi y a . 6şre ٠ Edip taralından ya.
-
23
1.ÛRKİYE.DE OÇ DEVİR VE ÜÇ SİSİEM
Muhterem Efendim! Mektubunuzu aldım. Biz her ne şekil ve surette olursa olsun memleket dahilinde dinî neşriyat yapılarak dinî bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dinî bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine asla taraftar değiliz. Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim (Tör) İmza
Hazrct-i Muhammcd (s.a.s.) efendimizin hayalına dair Eşref Edib Bey’in çıkardığı Scbilürrcşad tarafından yayımlanan bir eserin. 1943 yılında İçişleri Bakanlığı tarafından resmen loplatimlmasından sonra. Eşref Edib Bey.in içişleri Bakanlığı’na müracaatı üzerine Matbuat Umum Müdürlüğü.nün gönderdiği bu resmî yazı. Cumhuriyet devletinin ve o günkü Halk Partisi iktidarının dinî neşri yata, dinî eğitim ve öğretime bakışını yeterince scrgiliyordur sanınz.*^ 1938-1950 yıllan arasında '.din hürriyeti"ne ve bundan doğan diğer ana prensiplere; iman hürriyeti, amel hürriyeti, dini talim, tedris, neşir ve telkin hür riyeti ve dinin emir ve yasaklannı yerine getirme hürriyetine o kadar büyük dar beler indirilmiştir ki. 1945 yılında yine Dahiliye Vekaleti (içişleri Bakanlığı)'nin Matbuat Umum Müdür Muavini îzzeddin Nişbay imzası ile İstanbul'da neşredi len bütün gazetelere gönderilen tebligat, o zamanlar devletin dine, dinî duygula ra ve dinî neşriyata bakışını çok güzel ortaya koyar. Matbuat Umum Müdür Muavini Îzzeddin Nişbay içişleri Bakanlığı emri ile gazete sahip ve yöneticilerine 1945'de şu tamimi gönderir: "Gazetelerinizin son günlerdeki neşriyatı arasında dinden bahseden ya zı. mülalââ. İmâ ve temsillere rastlanmaktadır. Bundan sonra din mevzuu üzerinde gerek tarihî, gerek temsilî ve gerek mûtalââ kabilinden tevakki edil mesi kesinlikle yasaktır. Başlanmış dinî yazı ve mOtatâa'İardan oluşan tefnkaların da en çok on gün zarfında nihayetlendirilmesi gerekmektedir...^ Başvekâlet Matbuat Umum Md. İç Matbuat Dairesi
15
16
Başbakanlığa bağlı Matbuat Umum MudUrtüğü'nÛn Peygamber ($ a s ) E٠enc،n>4zv١ Hayat. 4a İlgili yayına bile tahammül edemeyişi .Tek Parti Odnemi٠r١dek] c،n. yok alm a va 6 n l yay ٠n l ٠٦ imha taalıyeüenne sadece bir ûmekbr. Peygambann hayatının yayınlanm asına tah^nm ul edemeyenler Kur.an -1 Kerîm içm de. meşhur Islâm düşmanı O edston gibi a le n r . K٧r v ١١ ato. rak, .bu kitap varolduğu müddetçe va bu kitapla amel eckkfcğ. m üddete. ûtKemûcda ٠٧٠١٧ «>٠ Kunun olması gayr-ı mümkündür Artık bu mamlaketta Kurban va ş a r .{ yaşam ٠ ı ١al*d٠r ٣ dlya• rek TBM M den bağırabılmışlerdır Eşrel Edib, Kara Kitap, s. 32.33. lstar ١bul. 1977
.1
a
24
CUMHURİYET DÖNEM! DİN - DEVLET İLİŞI^İLERİ
1945 yılı devletin dine ve dindarlara olan uygulamaları öylesine zulüm derecesine varmıştı ki. günlük gazetelerdeki bırakın dinî tefrika ve müialûalan, dini hatırlatacak, kişileri dine yöneltecek en ufak bir imû veya temsil bile dev letçe yasaklanmışü. Başvekalet Matbuat Umum Müdürlüğü. İç Matbuat Dairesi nin yukanda alıntıladığım 872 sayılı yazısı bunun resmî göstergesidir. Dinî neşir hürriyetine bu kadar ağır darbeler indirilmesinin nedeni, neşri yat ile ancak dinin himaye ve müdafaa edileceği içindir. Oysaki dinî neşriyatın bir diğer yanı da. neşr-i din vazifesinde bulunabi lecek kıymetle din âlimi, kalem erbabı kişilerin olmasını gerektirir. Zira dini ya zı veya sözle anlatan kişilerin o sallanın uzmanı kimseler olması gerekir. Kısaca dini bilen ve yaşayan âlim kimseler olması gerekir. Gerek yazı ve gerekse sözle dini öğretme maksadıyla neşr-i din faaliye tinde bulunanlann susturulması çok kısa zamanda memleketle din adamının kal mamasına ve haklı olarakda halkın. «Bize dinimizi öğretecek kimseler kalma mıştı. Abdest, namaz, gusul nedir bilemez olmuştu yeni yetişenler. Hatta cenaze namazlanmızı dahi kıldıracak kişiler kalmamıştı köylerimiz de. Artık .'din elden gitti" diyordu herkes» sözlerini sarfetmesine neden olmuş tu. DÎNÎN EM ÎR VE YASAKLARINI YERÎNE GETÎRME HÜ RRÎY ETÎ Cumhuriyet devleti kurulurken, devletin güvencesi altında tutulan "din hürriyeti" ve bundan doğan diğer prensiplerden iman ve inanma hürriyetini, amel hürriyetini, dini talim ve tedris hürriycüni. dini neşir hürriyetini ve bu hürriycücrin devlerin verdiği "din güvcnccsi'rte rağmen "devlete bağlı din sistemi" devrinde nasıl zedelendiğini birkaç cümle ile de olsa göstermiş olduk. "Devlete bağlı din sistemi" devrinde zedelenen temel hürriyetlerden biri de "dinin emir ve yasaklannı yerine getirme hürriyeti" olmuştur. Tekrar etmekte fayda vardır. Din yalnızca iman etmekten, inanmaktan ibaret değildir. Sadece amel etmek de değildir. Onu öğrenmek, öğretmek, yay mak. neşretmek ve onun vaz' eiügi emir ve yasaklara boyun eğerek hayal sür mek demektir. Dindar için, yani müslüman için bu emir ve yasaklara uymak en mukaddes vazifedir. Bu vazifeyi serbestçe yerine getirmeye ve bu hususta hiçbir cnc^clc. tazyik, tehdit ve tedhişe uğramamaya hakkı vardır. Devlet dc. dındar fcı^c han،ri ülke olursa olsun bu hak ve hürriyeti tanıyıp temin etmeye mantıken zorunludur. Çünkü devlet Anayasasıyla ve İnsan Haklan Evrensel Beyanname-
TÜRKİYE'DE ÜÇ DEVİK VE OÇ SİSTEM
25
siyle, kişiye iman hakkı ve din hürriyeti tanımıştır. Dinin emirlerini yerine getir me ve yasaklanndan kaçma hakkı, tıpkı ibadet, talim, tedris ve neşir haklan gibi iman hakkının ve din hürriyeti prensibinin mantıki ve zaruri bir neticesidir. Şimdi rahatlıkla diyebiliriz ki. madem kişinin iman hakkı ve din hürriyeti vardır o halde, dinin emir ve yasaklannı da yerine getirmeye hakkı vardır. Man tıki olan da budur. Böylesine açık mantıki gerçekler maalesef "devlete bağlı din sistemi" devrinde çok az ve nadiren yerine getirilmiştir. Çünkü "Allah katında en hayırlı kimselerden olmak için Kur٠an öğrenen ve öğretenler, Kur٠an٠ın emir ve yasak larını fert ve cemaat olarak yerine getirmek isteyenler çoğu zaman baskı alımda tutulmuş, yer yer mahkemelere götürülüp tecziye edilmişler, akla gelmedik iş kencelere tabi tutulmuşlardır. 1924 Türk Anayasasının 75. maddesinde verilmiş olan ölçüye göre "her tür dini ibadetler hukuken serbesttir. Devletin eli, ferdin ibadet cinsinden olan fiillerine karışamaz" denilmiş olmasına rağmen devletin eli fertlerin ibadet cin sinden olan fiillerine kanşmaya o gün bu gündür devam edegelmişiir. Yer yer kısmî rahatlamalar olduysa da (1950.1960). (1974-1980) genellikle fertlerin ibadet cinsinden olan fiillerinden devlet eli gölgesi kalkmamıştır. 1980 sonrası Türkiye'de yaşanan "Başörtüsü yasağı" bunun günümüzde de bütün çıplaklığıy la var olduğunu gösıcnmcktedir. Tek çıkış yolu ve müslümanlan rahatlatacak tek çözüm yolu "devlete bağlı din sistemi" devrinde devletin, laikliğin gerçek anlamında var olduğu gibi dine hiç kanşmaması ve tam anlamıyla "İman hakkı" ve "din hürriycii"ni inan;ın insanlara vermiş olmasıdır. "l)ç Devir Üç Sistem" derken. .'Devlete bağlı din sistemi" devrine na sıl geldiğimizi göstermesi açısından diğer iki sisteme kısa da olsa göz atmak ge rekecektir. 1—
TÜRKİYE'DE DİNE BAĞLI DEVLET SİSTEMİ
Bizde dine bağlı devlet sistemi, imparatorluk devrinin sistemidir. Osman lI Devletî kuruluşunda İsISmî bir devlet olmuş ve son günlerine kadar, aşırtan kaplayan ömrü boyunca, dine bağlı kalmıştır. Yalnız bu bağlılık hep aynı kuv vetle gitmemiş, önceleri çok sağlam ve samimi iken, sonnılan gevşek ve yer yer riyacı bir gidiş almıştır.
f
26
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN - DEVLET İLÎŞI^İLERİ
OsmanlI İmparatorluğunun dini vasfı, hususiyle Osmanlı Padişahlan, Ya vuz Sultan Selim ile. ؟؛Halife ünvan ve selâhiyeti aldıktan sonra, lamam olmuş ve kemalini bulmuştur. Amk Osmanlı Padişahı devlet başında yalnız en yüksek bir siyasî şahsiyet ve Osmanlılann meıbuu değil, hem de. âhir zaman Peygam berinin halefi ve vekili sıfatiyle en yüksek dinî ve ruhanî bir şahsiyettir. Ve bu sıfaüa bütün dünya Müslümanlannm metbuu ve hamisidir. Devletin Anayasası Şeriat, hükümet ve idare umdesi de sallanaiür. Devletin, bütün hususî hukuk gi bi. âmme hukuku ve idare esaslan da doğrudan ve dolayısıyla İslâm dininin kanunlanna dayanmaktadır. Gerçi devlette (Kanunname Padişahî)lcr vardır ve Halifc.Sultan. bu sıfat la. (mülk vc mülkü) idare için gerek hususî hukuka ve gerek âmme hukukuna mütedair, kanun vc nizamlar koyar ve tebaasını buniann ahkâmına riayete mec bur eder, fakat bütün bu kanun ve nizamlann (Şer٠i ŞeriJO.c ؟؛uygun olması şannr. Devletin hiç bir kanun ve nizamı (Şer^i ŞeriO.c aykın bir hüküm ihtiva et mez. Halie-Sultanın vazfesi ve ifasiyle mükellef olduğu şey (emr-i bi'l-ma'ruf vc nehy-i âni’l-münkcr)١dir yâni. Şeriat kanunlarının emir vc nehyini yerine ge tirmektir. Halifc-Sullan bu kanunlann hiçbir hükmünü tcrkcdcmcz vc şcr.in gös terdiği yoldan dışarıya çıkamaz. Halife-Sultana şeriin emrini ve nehyini bildirmeğe ve işlerinde, icraatında ona daima şer'in yolunu göstermeğe ve onu irşad etmeğe memur devlette (Meşi hatı İslûmiye) diye yüksek bir dirü makam vardır. Bu makamın sahibi (Şeyhülis lâm) ve .Müfii Erenam)٠dır.؛. Şeyhülislâmlık, şcr.in muhafızı ve halife-sultanın dinî rehberi olarak, devlette en mühim ve en nüfuzlu bir makamdır. Gerçe Şey hülislâmı halifc-sulian tayin eder ve onu bu makama o getirir, fakat bir kere o
17
Yavuz Sultan Selim.e kadar Osmanlı hükümdarları sadece Devlet Reisi iken, bu padişah hali fe ûnvanı alm .ştır ve boylece bu njhaniyel İklisab etmiştir. Bilindiği gibi, Yavuz Selim Mısır'ı zaptedince (o zam anlar Çerkeş Beylen idaresindeki Mısır'da İkamet etmekte olan.Abbasılere m ensub halifelerin sonuncusu Mütevekkil Alallah ile görüşerek kendisinden (HmanâM Mukad-
18 19.
V ١■ ra
ta?
a n r ^ d e v ٠B?،te
OsW tar m'akam olm u ؛lur.
TORI^İYE'DE ü ç DEVİR VE ÜÇ SİSTCM
27
makama geldikten sonra Şeyhülislâm fevkalâde bir nüfuz ve kudret kazanır ki. bu nüfuz, onun icabında vereceği bir (Hal'i) fetvasıyla, halifc.sulianı hükümdar, lıktan azle kadar gider. İşte geçen asrın birinci yansından sonlarına kadar Türkiye'de bu telakki ve sistem hüküm sürmüş ve devlet hayatı bu telâkkiye göre ayarlanmıştır. O su retle ki. bütün teşkilâtı, kanun vc nizamlanyle devlet dine bağlanmıştır.؛. II—
TÜRKİYE’DE YARI DÎNÎ DEVLET VE LÂİKLİĞE DOĞRU GİDİŞ
Bu devir, memleketimizde yenilik hareketlerinin başlangıcı sayılan "Tan zimat" ile açılır. ؛؛Tiuızimat devrini de. Gülhane meydanında Sultan Abdülmecid'in başveziri Koca Reşid Paşa tarafından 1839٠da okunan vc okunduğu Gülhanc meydanına izafetle "Gülhane Hattı Hümayunu" diye anılan meşhur ferman ile bunun tatbik suretini gösteren (İslâhat Fermanı) açar. Bu ferman ile ؛؛Türkiye halkına evvelâ can vc mülk, ırz vc namus emni yeti verilmiş; saniyen de, din vc mezhep hürriyeti teminat altına alınarak bu hu susta lâzımgclcn kanun vc nizamların konulması vc bunlann, din vc mezhep farkı gözetilmeksizin, bütün tebaaya müsavat dairesinde tatbiki kararlaştırılmış tır. Bu karar gereğince, birçok kanunlar yapılmış vc devlet hayatı yeni bir niza ma bağlanmıştır.^؛ 20.
21 22
23,
18'nci asır sonlarına kadar Garp devielleri de. biraz farklıca olmakla beraber, aynı vaziyette idiler. Meşhur St. Paul'ün. yukarda kaydettiğimiz hikmet dolu sözü çoktan unutulmuş, orta ve yeni zamanlarda Hristıyan Avrupa (dine bağlı devlet) sisteminde yaşamıştır. Bu sisteme karşı ilk büyük reaksiyon Fransız ihtilâliyle ortaya çıkmış ve Avrupa'da lâiklik 19'uncu asnn modası olmuştur. Bu noktada Batı'dan farkımız, bizde dine bağlı devlet sisteminin daha uzun sürüp yakın zamanlara kadar devam etmesidir. Bu konuda tafsilât İçin Atı Fuat Başgil'in. *Siyasi Re jimi ve Anayasa Prensipleri, isimli eserinin giriş kısmına bkz: (Türkiye'de Anayasa HarekeüerŞlmdıkj Anayasamızın tarihi, fikrî ve siyasî kaynakları.) Gerçi bizde yemlik hareketleri Üçüncü Setim devrinden, hattâ daha evvelinden başlar ve İkînd Mahmud devnnde geniş bir Islâhat hareketi şeklinde devam eder Fakat bizim bahsimiz olan din ve mezhep hürriyeti ve emniyetine dair ilk teminat, adı geçen fermanlarda görülür. Tanzimatta ve İmparatorluk devrimizin yenileşme hareketlerine dair bizde — çoğunluğu ya bancı kaynaklardan a lın m a -, bir çok eser vardır. Bunlar arasında Tanzimatm yüzüncü yıldö nümü münasebetiyle İstanbul üniversitesi taralından neşredilen (Tanzimat) adlı eser başta gelir. İhtiva ettiği bir hayli propaganda yazısı ile. ilmi kıymetini düşüren bu eser, birçok fıkır adamlan tarafından yazılmış makalelerden oluşmaktadır. (Taoz.mat-1. 1940 Maarif Matbaası. İstanbul). Tanzimat devrinde yapılan hareketlerden. Mecelle ve Arazi Kanunu gibi, bazılan yerikfir. T٠ca. rot Kanunlan, Ceza Kanunu. Usul.ü Cezaiye ve Hukukiye Kanunlan gibi, diğer bazılan da Av rupa'dan bilhassa Fransız makamlarından iktibas edilmiştir (Tanzimat adlı eserde. O d P ro f Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun makalesine bkz.)
28
CUMHURİYErr DÖNEMİ DİN - DEVI.ET İLİŞKİLERİ
Gerçi Tanzimat devrinde, yukarıda bahscuiğimiz, (devlet içinde din) teş kilatı kalkmış değildir. Bu teşkilûl devam elmiş ve devlet eskisi gibi. İslüm dini ne bağlı kalmıştır. Ancak Tanzimat devrinde: a) Islâm dini, prensip itibariyle, devlet dini olmakta devam üzere ise de. fiiliyatta, hükümlerine devletçe mecbur edilir olmaktan yavaş yavaş çıkmış ve bu hareketle muvazi olarak, iküdar sivil ellere geçmiştir. b) Yeni yapılan kanun ve nizamlarda, dini esaslardan ziyade münase betler hayatının icaplan göz önünde tutulmuş ve dini esaslar bu icaplarla uzlaştınlmağa çalışılmıştır. e) Halk arasındaki Müslümanlık ve Hrisiiyanlık farklanndan neş'et edip yerleşmiş olan istisnalar kaldınlmış ve devlet dini olan Müslümanlığa eskiden tanınmış olan imtiyazlardan birçoğu ilga edilmişiir.^^ d) Muhtelif iarilılerdc çıkan fermanlarla Hrisiiyan halka tanınmış olan din ve mezhep imiiyazlan, yeniden gözden geçirilerek, bunların muiebcrliği ka bul ve teyit edilmiştir. Hülâsa, lanzimal fermanı ile başlayan devirde, eski dinîlik sisteminden sıynlma teşebbüsleri ve devlet idaresini lâikleştirme hareketleri bütün açıklığıy. la göze çarpmaktadır. Memlekette artık eski şer'i hukukun yanı başında ve git tikçe onu gölgede bırakmak üzere, birde nizamî diyebileceğimiz, lâik zihniyette bir hukuk tekevvün etmiştir. Ve, bunun ncücesi olarak eski şer.î mahkemelerin yanı başında nizamî mahkemeler, eski dinî tahsil müessesclcrinin yanıbaşında modem talim ve tedris metodlarıylc çalışan mektepler açılmıştır. İLK KANUNU ESASİ VE LÂİKLİK HAREKETLERİ Tanzimat devrinin yan dinîlik mahiyeti ve laikliğe doğru gidiş şeklinde devam eden hareket ve teşebbüsleri, ilk defa olarak. 1876 "Kanunu Esasî"sinde anayasa teminatına kavuşmuştur. Filhakika "Kanunu Esasî" 11. maddesiyle Tür kiye'de din hürriyeti te.sis etmekte ve memlekette mevcut, bütün dinlerin ser bestçe icraasım devletin himayesine vermektedir. Bununla beraber. "Kananu EsasF’nin devlet sistemi, tam dini olmadı !؛؛gi bi. lam lâik de değildir; tam dinî değildir, çünkü devlet hayatı eskiden olduğu gi،3İ doğrudan doğruya dini ahkâma değil; "Kanunu E.sasî' gibi beşerî bir esasa
24
Devlet re .m u n y .tle n n in yalnız mOslûmanlara tahsisi, ilga edilen ımüyazlardan olmuştur.
'].ÜRIdYE’DE ÜÇ DEVİR VE ÜÇ SİSTCM
29
aynı zamanda. Halife sıfatıyla. İslfım dininin hamisi ve en yüksek ruhanî rei sidir (Madde 4). Padişahın vazifelerinden biri .’Ahkûm-ı Şer’iyenin icrasıdır.' (Madde 7). Kanun projelerinde "Umuru Diniyeye... halel verir birşey görür se..." bunlan tasdik etmemek Âyan Meclisinin başlıca vazifclcrindcndir (Mad de 64). Hulûsa "Kanunu Esasî'.nin devlet sisteminde din ve şeriat, eskisi gibi, ka nun üstü bir kıymet «ılmakta ve devlet faaliyetlerinin meşruluğunun ölçüsünü vermekte ise de. bu faaliyetler üzerinde doğrudan doğruya müessir olma nassasını kaybetmiş görünmektedir. Çünkü Tanzimat fcrmaniyle tesis olunup "Kanu nu Esasî'.dc anayasa teminatını bulan din ve vicdan hürriyeti prensibi, yavaş yu muşak ve ihiiyallı bir şekilde de olsa^^ artık hiç durmadan inkişaf edip gitmekte ve Türkiye'miz tam laik bir devlet hayalına her gün biraz dalıa yaklaşmaktadır. İSİ
İKİNCİ MEŞRUTİYET (VE SONRASI) LÂİKLİK HAREKETLERİ Bu yaklaşış ve lâiklik yolundaki bu inkişaf İkinci Mcşruliycttc. hatta Bü yük Millet Meclisi hükümeti zamanında ve Cumhuriyetin ilk senelerinde devam etmiştir. Filhakika, ilk "Kanunu Esasî.'nin 1909٠da geçirdiği geniş tadiller ara sında bu kanuna, dokunulmamış binaenaleyh "Kanunu Esasî" ile tesis olunan yan dini ve lâik sistem muhafaza edilmiştir. 25.
Tanzimat devrinde hattâ İkinci Meşrutiyet senelennde lâikliğe doğru gidilişin bariz vasfı, gayet ihtiyatlı hareket edilmesi. Garptan alınan usul ve kanunlara, itinalı bir şekilde memleketli kafta nı giydirilerek bunlardaki yabancılık korkusunun bu sayede izaleye çalışılmasıdır. Buna en açık misâl, Osmanlı devri Ceza Kanunudur. 1274 Rumî tarihli bu kanun Fransız Ceza Kanu nundan iktibas edilmiş olmakla beraber birçok hükümlerinde, memleket örf ve inançlarına uyulmuş ve yabancılığın kokusu bu suretle giderilmiştir. 1908.de meşrutî idare yeniden kuru lunca usul ve nizamı tamamiyle Garp'ten alınan bu rejimdeki yabancılık kokusu gidenimek için de Kur’an.ın "Işlennizi aranızda müşavere ile yapınız" mealindeki âyetinden kuvvet alın mıştır Mütalâa ettiğimiz devirde, zaman zaman hızlanan adımlarla lâikliğe doğru gidilmiş ve Garp'ten usul ve müesseseler alınmış ise de; diğer taraftan, dinî esaslar tamamiyle ihmal edil meyerek milli hayat için bunlardan da istifadeye çalışılmıştır İkinci Meşrutiyet yıllannda med reselerin yanı dini öğretim muesseselerınin Islâhı için sarfedılen gayretler bunu gösteriyor. Bu gayretlerin hedeH. Türkiye'de yüksek ilim ve kültür sahibi din adamları yetiştirmek ve bu saye de halkın diyanet hususundaki ihtiyaçlarını en mükemmel bir şekilde karşılamak olmuştur Bu hedefe varmak üzere, bir yandan eski modroselerin iskolasükleşen usul ve proğramlannda ıs lâhat yapılmış; bir yandan da (Medresetülvâizın) ve (McdresetOlmütchassısın) adlarıyla yeni den yüksek dinî tahsil muesseselerı kurulmuştur. Bu mûesseselerdon, eski Diyanet İşlen Re islerinden Merhum Ahmed Hamdı Aksok.li gibi hürmetle anılmağa değer ihm adamlan yetiş miştir. Geniş bir ölçüde Şeyhülislâm Urgüplu Hayri Efendi merhumun himmetlerine borçiu ol duğumuz bu teşebbüsler, ne yazık ki Bınna Dünya Harbi ve harp sonu vukuatı içinde durakla mış. hattâ kısmen akim kalmıştır.
30
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN
DEVLETF İLİŞKİLERİ
٠
Büyük Millet Meclisi Hükümeti zamanına gelince. Ankara’da kurulan ilk Millet Meclisi tarafından 1921’dc yapılan ük "Teşkilüü Esasiye Kanunu.’nda din ve şeriat kanun üstü bir kıymet olarak kabul edilmiştir. Cumhuriyet devrine ait bu ilk anayasanın yirminci maddesinde Büyük Millet Mcelisi.nin vazifeleri ara sında "Ahkâm-ı Şeriiyenin tenfizi" yer almış ve Meclisin yapacağı kanun ve ni zamlar da zamanın ihtiyaçlanna en uygun "Ahkfim-ı Fıkhiye'.nin esas tutulması lâzım geldiği tasrih edilmiştir. Yine Büyük Millet Meclisi Hükümeti zamanında 29 llktcşrin 1923.de yapılan ve Cumhuriyiti rcsmîleşiircn 364 numaralı Anaya sada da resmen bir devlet dini kabul edilmiş ve ikinci maddesinde "Türkiye Devletinin dini, din.i Islâm'dır.’, hükmü tekrar edilmiş ve yirmi altıncı madde sinde "Ahkâm-ı Şer'iyenin tenfizi" vazifesi Büyük Millet Meclisinin umumî va zifeleri arasına konulmak suretiyle din ve devlet bağlılığı teyid olunmuştur. Çarçabuk gözden geçirdiğimiz mevzuat ve vukuat gösteriyor ki; Türkiycmiz uzun yıllar "dine bağlı devlet" sisteminde yaşadıktan sonra, geçen asnn bi rinci yansı ortalanndan itibaren, bu sistemden aynlarak yan dini bir sisteme gir miş ve her an biraz daha lâik devlet sistemine yaklaşmıştır. Bir aşıra yakın bir zaman süren bu tekâmülün yükseliş istikametinin saf lâiklik olduğu aşikardır. Evvelâ dinî, sonra yan dinî, nihayet lâdini yâni lâik devlet, din ve devlet münasebcücrindeki tekâmülün Garp memleketlerinde takip ettiği normal ve manükî gidiştir.
III—
I ٠.
TÜ RK İY E’DE DEVLETE BAĞLI DİN SİSTEMİ (3 M art 1924)
Tekrar edelim ki. bu sistem, "dine bağlı devlet sistcmi"nin tam zıddıdır. Birincisinde, devlet işlerinde ve faaliyetlerinde, dinî düşüncelerden direktif alır ve din adamlan devlet üzerinde sıkı bir hakimiyet icra ederek devlete yön ver meye çalışır. Devlerin temelini din ve şeriat oluşturur. Devlete bağlı din siste minde ise. lamamiyle birincisinden farklı olarak, din kendi sahasındaki faahyetlenle bile politik makamlardan emirler alma mecburiyetindedir ve devlet adam ları din üzerinde en üstün söz ve sâlâhiyete sahiptir. Dine bağlı devlerin Türkiye’de asırlar boyunca nasıl kurulup yerleştiğini yukanda gösterdik. Şimdi devlete bağlı din sisteminin nasıl doğup yerleştiğim görelim.
!.ORİOYE DE OÇ DEVİR VE ÜÇ SİSTEM
31
3 Man 1924 ،arihindc dinî hukuku rcd mûnüsında Şcriyc vc Evkaf Vcka. !ellerinin kaldmlması. medreselerin kapatılıp eğilimin birleşiirilmcsi adına Tcv. hid.î Tedrisat Kanunu’nun çıkartılması, dini yönelimin vc dinî devlet oluşun sembolü olarak da Hilafetin ilgası vc Hancdan.ı Osmanrnin Türkiye Cumhuri. yeti Memalik-i Haricine çıkaniması kanunlarının Büyük Millet Meclisi tarafın dan çıkartılmasıyla Türkiye yepyeni bir döneme girmiş oluyordu. işte bu yeni dönem artık dinin devlete bağlı olduğu dönemi başlatıyordu. Başlanan bu yeni dönemi ve bugüne kadar devam eden '.devlete bağlı din siste mi" devrini iyi anlayabilmek için, bizi din-devicl ilişkileri açısından "üçüncü de vir" dediğimiz bu devire getiren olayları iyi bilmemiz gerckccckıir. Ki sonradan gerçekleşen 1923-1950 yıllan arasındaki dcvlct.din ilişkileri arasındaki çarpıklı ğı iyi kavrayabilelim. Bu sebeple "devlete bağlı din sistemi" devrine geçişi hazırlayan iki temel taşın altını kaldırmak isliyorum. Saltanatın Kaldmlması ve Hilafete Son Veril mesi. Bu iki temel taşın altındakileri tarih ve belgeler ışığında ne kadar anlata bilirsek, Cumhuriyet dönemini de o kadar aydınlatmış oluruz. Milli mücadele niçin verilmişti, neler düşünülüyordu, nelerle karşılaşıldı vc neler gerçekleşti? İşte bu soruîann cevabını doğruca verebilmek için saltana tın kaldırılması işinden başlamak isliyorum.
ikinci Bölüm
DİNİN İKTİDARDAN UZAKLAŞTIRILMASI VE SALTANATIN KALDIRILMASI
٠ا
ا ٠
SALTANATIN KALDIRILMASI
T ü r k i y e C u m h u r i y e ti T a r ih i h a k k ı n d a ç a l ı ş m a l a n y l a t a n ı n m ı ş o l a n T ü r k o l o g J c a n D e n y , ”R e v v e d e s E t u d e s l s l a m i q u e t ’' is im li e s e r i n d e : .'M u s t a f a K c m tıl a c a b a s u lta n lığ ı n v e a r k a s ın d a n d a h a l if e li ğ in k a l d m i m a s ı n ı h e r z a m a n d ü ş ü n m ü ş m ü d ü r? " d iy e so ru y o r. J e a n D e n y 'in v e o g ü n le r i y a ş a y a n d ış b a s ın ı n v e ö z e l l i k l e d e I. B M M .y i d o l d u r a n m i l l e t v e k i l l e r i n i n s u l t a n l ı ğ ı n v e h il a f e ti n k a l d m l m a s ı y l a ilg ili " a c a b a " s o r u l a n d o ğ r u s u ç o ğ u z a m a n o lm a m ı ş t ı. Ç ü n k ü b il iy o r la r d ı k i. M u s t a f a K e m a l. C u m h u r i y e t i n ilk y ı l l a n n d a y a p ü ğ ı k o n u ş m a l a r la ö z e l l i k l e h i l a f e t i n k a l d ı n l m a y a c a g ı n ı ü z e r i n e b a s a b a s a v u r g u lu y o r d u . S a lt a n a tı n v e H ila f e tin a r k a a r k a y a v e ç o k k ıs a b i r z a m a n d a , ’.h i l a f e t e l b e t te k a l a c a k tı r " s ö z le r i n e r a ğ m e n k a l d ı n i m a s ı . J c a n D e n y g ib i iç e r d e v c d ış a r d a ç o k k im s e y i d ü ş ü n d ü r m ü ş tü . " Y o k s a M u s t a f a K e m a l , s a lt im a t ın v c h il a f e ti n k a l d m i m a s ı n ı d ı ş a n y a a k s c tl ir m c m c s in e r a ğ m e n , h e r z a m a n d ü ş ü n m ü ş m ü y d ü ? " g ib i s o r u l a r i s t e r is te m e z h e r k e s in a k lın a g e l iy o r d u . B u s o r u y a M u s t a f a K e m a l’i v c o n u n k iş il iğ in i t a n ı y a n l a n n ç o ğ u e v e t c e v a b ı v e r m e k te d ir . Z a m a n ı n " V a k it G a z e te s i" A n k a r a te m s i l c i l e r i n d e n v c A t a t ü r k ’ü n b ü tü n g e z i le r in d e y a n ı n d a b u lu n d u r d u ğ u g a z e te c i N a ş i i H a k k ı U lu ğ b u k o n u d a ş u n la r ı s ö y lü y o r : " O g ü n l e r d e B ü y ü k M u s t a f a K e m a l ’in k a f a s ın d a y a ş a y a n b ü t ü n k u r t a n c ı v c y ü c e l tic i f i k i r v c k a r a r l a n n ta m te rs i d ü ş ü n c e l e r A n k a r a ’d a h a k i m d i. H e p s i d e b i r e r h a k i m iy c i li v e v a t a n s e v e r o l a n m i llc lv c k il lc r i h e r ş e y e r a ğ m e n h a lif e liğ e b a ğ l ı l ı k e s a s ı n ı m u h a f a z a e d i y o r l a r v c b u n d a ıs r a r la d u r u y o r la r d ı. M u s t a f a K e m a l , iş te b u s ta t ü k o c u v c g e r i f ik ir le r c s a h i p a r k a d a ş l a n n ı n lu l u m l a n ö n ü n d e ir k i l m e m i ş v c k a f a s ın d a k i b ü y ü k k a r a n ik i s a f h a d a g e r ç c k l e ş iir . m e y i d ü ş ü n m ü ş tü :
36
! H U R İ Y E l'D Ö N E M İ DlN . DE ١^ . ^ l T l? ١، ١T۶ » ١ O n c c s a lta n a t k a ld ı n la c a k . s o n r a h ila f e t h a k k ın d a k i d ü ş ü n c e le rin i m e c lis e
k a b u l e t t i r e c e k t i .* " Y in e o g ü n le r d e m a h a lli e le m a n la r , h o c a la r , u le m a z ü m re s i a ra s ın d a ü m its iz lik v e h a y â l k ı n k h ğ ı ile b e r a b e r , g e le c e ğ in n iz a m ı, d e v le t ş e k li ü z e rin d e d e r in k a y g ı la r e s iy o r d u . O n a lıg ı s a lta n a t v e h a lif e liğ in k a ld m la c a ğ ı s ö y le n tile ri a lm ış y ü rü m ü ş tü . G e r ç i M u s t a f a K e m a l 2 0 O c a k 1 9 2 1 'd e B ü y ü k M i l l e t M e c l i s i 'n c k a b u l e t . tird ig i b ir k a n u n la , ta rih i ö m ü r le r in i y a ş a m ış b u lu n a n b u k ö h n e m ü e s s c s c lc ri z a t e n k a n u n u n ç e r ç e v e s i d ı ş ı n a b ı r a k m ı ş t ı . K a n u n u n i l k ik i m a d d e s i b u n u a ç ı k ç a g ö s te riy o rd u . M a d d e 1—
H a k im iy e t b ilâ k a y d - ü ş a a m ille tin d ir, id a r e u s u lü , h a lk ın
m u k a d d e r a tın ı b iz z a t v e b ilf iil id a re e tm e s i e s a s ın a m ü s te n ittir. M adde 2—
İ c r a k u d r c ü v e te ş ri s a la h iy e ti, m ille tin y e g a n e v e h a k ik i
m ü m e s s i l i o l a n B ü y ü k M i l l e t M c e l i s i 'n d e t e c e l l i v e t e m e r k ü z e d e r ." ^ G ö r ü l ü y o r k i , M u s t a f a K e m a l , K u r t u l u ş S a v a ş ı v e M i l l i M ü c a d e l e 'd e k i a r . k a d a ş l a n n ı n a k s i d ü ş ü n c e v e ıs r a r la n n a ra ğ m e n s a lta n a tın v e h ila fe tin k a ld ırıl m a s ı n ı ç o k ö n c e l e r d e n k a f a s ı n a k o y m u ş t u . N a ş i t H a k k ı U l u ğ 'u n a n l a t t ı ğ ı g ib i b u p lâ n ı d a s a f h a s a lh a u y g u la m a y a k o y m u ş tu . 2 0 O c a k 1 9 2 1 .d e M e c l i s ç e k a n u n l a ş t ı n l a n T c ş k i l a t - ı E s a s î y e .y e a it b u ik i m a d d e n i n n e m â n â y a g e l d i ğ i n i d ü ş ü n e m e y c n l e r , M u s t a f a K e m a l ’in h e d e f i n i n n e o l d u ğ u n u , n e o l a c a ğ ı n ı a n l a d ı k l a n n d a , h i l a f c ü k u r t a r m a k i ç i n m e c l i s iç e r i s i n d e te la ş lı v e h e y e c a n lı ç a lış m a la r a b a ş la d ıla r. Ş e v k e t S ü re y y a A y d e m ir, T e k A d a m i s i m l i ü ç ç i l d i k k i t a b ı n ı n 1 9 2 2 - 1 9 2 3 y ıU a rı a r a s ı n ı a n l a t t ı ğ ı ü ç ü n c ü c i l d i n d e , o h e y e c a n lı ç a lış m a la ra d ik k a t ç e k e n " Z a f e r d e n s o n r a . M e c lis iç e r is in d e , s a n k i M e c lis in v a z ife s i h ila fe t v e s a l t a n a t ı k u r t a r m a k , y a h u t o n u y e n i d e n d ü z e n l e m e k g ib i b i r g a y r e t k e n d i n i g ö s t e r i -
1 ٤
Naş.t HakKf ٧ ل٧ و٠ Halifeliğin Sonu. s. 62. A k Yayınlan. 1975. Ankara Şevkeı SUrayya Aydem ir. Tek Adam, e 3. s. 49. 3. Baskı, 1969. Istanbul. TOrkiyo Büyük M illet M eclisi'nce 20 ^ k 1921 tarihinde kabul edilen Anayasa ile "egemenlik kayıtsiz şartsız m illetindir.. T e m e l haklar i n i l e n şeylerin tCımO TSMM.ne aittif. denilerek biz. zat M ustafa Kemal'in dflıyte. TBMM.nın her türlü dınsef dOşCmooden uzak bir ydnetj'm olduğu ifade b ilm iş tir. GdrOldOğO gibi Rauf Orbay.ın R efet Paşa.nın V . benzeri hilafet savunucular,, nın ^ z ^ i n içme bakıfa bakıla yeni ٣٥rk devfeonin Laik kişiliği asim da )92rieröGn itibaren açıkça dıİG g٠٥nlm iş ٥r
SALTANA'riN KALDIRILMASI
37
k a n d a iş a r e t e ttiğ im i/, h a lin i a k s e t t i r e n ilg i ç e k ic i g e r ç e k l e r i o n a y a k o y u y o r d u . O la y ı. M u s t a f a K e m a l ş ö y le d i l e g e tir ir : .’R a u f B e y b ir g ü n M e c lis te k i o d a m a g e l e r e k , b e n i m l e b a z ı m ü h i m h u s u s la r a a i t g ö r ü ş m e k is te d iğ in i v e a k ş a m R e f e t P a ş a 'n ın e v i n e ( K e ç i ö r e n 'd e ) g i d e r s e m d a h a g ü z e l k o n u ş a b il e c e ğ im iz i s ö y le d i. R a u f B e y 'i n tc k lif m i k a b u l e t lim . A li F u a t P a ş a .n ın b u lu n m a s ı iç in d e iz in is te d i. O n u d a m ü n a s i p g ö r d ü m . R e f e t P a ş a 'n ın e v i n d e d ö r t k iş i to p la n d ık . R a u f B e y 'd e n d i n l e d i k l e r i m i n h u l â s a s ı ş u y du: ٠’—
M e c lis , s a lta n a t m a k a m ı n ı n v e b e lk i d e h i l a f e t i n o r t a d a n k a l d ı n l m a -
s ı e n d iş e s i ile m ü l c e z z i d i r ( a z a p v e s ık ın tı iç in d e d ir ) . S i z d e n v e s iz i n g e l e c e k le a l a c a ğ ı n ı z v a z i y e tt e n ş ü p h e e t m e k te d ir . B u s e b e p l e M e c li s i v e d o l a y ı s ı y l a m i l l e tin u m u m î e f k û n n ı ta tm in e t m e n i z l ü z u m u n a in a m y o r u m ." R a u f B e y 'd e n s a lt a n a t v e h i l a f e t h a k k ı n d a k i k a n a a t v e m ü t a l a a s ı n ı n n e o l d u ğ u n u s o r d u m . V e rd iğ i c e v a p l a ş u a ç ı k l a m a d a b u lu n d u : " B e n . s a lta n a t v e h il â f e t m a k a m ı n a v i c d a n e n v e h i s s e n b a ğ l ı y ı m . Ç ü n k ü b e n im b a b a m , p a d iş a h ın n im e ti v e e k m e ğ i i l e y e tiş m iş . O s m a n lı d e v l e t i n i n r i c a li ( b ü y ü k le r i ) a r a s ın a g ir m iş tir . B e n im d e k a n ı m d a o n i m e t i n z e r r e l e r i v a r d ır . B e n n a n k ö r d e ğ ilim . P a d iş a h a s a d a k a t im i m u h a f a z a e t m e k b o r c u m d u r . H a li f e y e b a ğ l ılı ğ ım is e . te rb iy e m i c a b ı d ı r . . . U m u m î m ü ia lâ m d a v a r d ır : B i z d e u m u m î v a z i y e t i t u t m a k g ü ç t ü r . B u n u a n c a k , h e r k e s in e r iş e m e y e c e ğ i k a d a r y ü k s e k g ö r ü l m e y e a l ı ş ı l m ı ş b i r m a k a m t e m i n e d e b ilir . O d a , s a lta n a t v e h il a f e t m a k a m ıd ı r . B u m a k a m ı k a l d ı r m a k , l a ğ v e t m e k , o n u n y e r in e b a ş k a b ir m a h i y e t t e b i r v a r l ı k y e r l e ş t i r i l m e s i n e ç a l ı ş m a k , f e l a k e t v e h ü s r a n ı m u c ip o lu r . A s l a c a i z d e ğ ild ir ." ^ R a u f B e y 'd e n s o n ra , k a r ş ı m d a o t u r a n R e f e t P a ş a 'y a f ik r in i s o r d u m . R e f e t P a ş a ’n ı n c e v a b ı şu id i: " T a m a m e n R a u f B e y ’in f ik i r v e m ü t a l â a l a r ı n a i ş t i r a k e d e r i m . B i z d e P a d i ş a h l ı k t a n v e h a lif e lik te n b a ş k a b i r id a r e ş e k li , h a k i k a t e n m e v z u b a h i s ( s ö z k o n u s u ) o la m a z ." O n d a n s o n r a A li F u a t P a ş a ’n ın f ik r in i ö ğ r e n m e k is te d im . P a ş a y e n i M o s k o v a 'd a n d ö n d ü ğ ü n ü , u m u m î v a z i y e t i , f ik ir v e d u y g u l a n k â f i d e r e c e d e te tk ik e v a k i t b u la m a d ığ ın ı b ild ir e r e k , g ö r ü ş ü l e n m e s e l e h a k k ı n d a k e s i n b i r f i k i r v e k a n a a t if a d e s i n d e m a z u r o ld u ğ u n u s ö y l e d i . A n c a k m a k a ın - ı h i l a f e t i n k a l d ı n l m a s ı n a g ö z y u m m a y a c a ğ ı v e n z a s ı n ı n o lm a d ığ ı h e r h a l i n d e n b e l li id i. B e n n ıu h a ta p l a n m a k ıs a c a şu c e v a b ı v e r d im :
3
Ş&vkol Süreyya Aydemir, a . . . . . e. 3. s 50.51
38
CUMHURİYET DÖNEMİ ÜİN ٠ D EV lETlU şm r.EH l " B a h i s k o n u s u m e s e l e , b u g ü n ü n m e s e l e s i d e ğ i l d i r . M e c l i s l e b a z ı l a n n ı n ic .
lû ş v e h e y e c a n ı n a d a y e r y o k t u r ." '. M u s t a f a K e m a l B a ş v e k i l R a u f O r b a y v e y a n ı n d a k i a r k a d a ş l a n n a a ç ık ç a ; " T e r e d d ü d e m a h â l y o k t u r , t e l a ş v e h e y e c a n a k a p ı l m a y a d a g e r e k y o k tu r . H il a f e t v e S a lta n a tın k a l d m i m a s ı s ö z k o n u s u d e ğ ild ir" ^ d e m e y e g e tirm iş ti. B ö y le o ld u ğ u iç in R a u f O rb a y v e a r k a d a ş la n a lın a n c e v a b a ç o k s e v in m iş l e r v e M u s t a f a K e m a l 'i n k e n d i l e r i n e s ö y l e d i k l e r i n i M e c l i s t e .de a y n e n t e k r a r e t m i ş l e r d i . R a u f O r b a y v e a r k a d a ş l a n n m a r z u l a n . M u s t a f a K e m a l 'i n s a l t a n a t v e h ila f e ti k a ld ır m a y a c a ğ ın a d a i r s ö z le r in in m e c lis te k i a r k a d a ş la n ta ra fın d a n d a b i lin m e s iy d i. Ç ü n k ü M illi M ü c a d e le y i b a ş la ta n . E r z u r u m v e S iv a s K o n g re le rin in o rta y a ç ı k a r d ı ğ ı r u h v e 4 E y l ü l 1 9 1 9 'd a S i v a s 'd a a k d o l u n a n k o n g r e n i n z o r u n l u b i r s o nucu
o la ra k
g e rç e k le ş e n
A n a d o lu v e R u m e li
M ü d a fa a -i
H ukuk
C e m iy e ti
( A - R M H C ) 'n i n a n a g a y e s i ; " . . . H e r n e ş e k i l v e s u r e t l e o l u r s a o l s u n d ü ş m a n l a n ı n " H a k i m i y e t i O s m a n i y e " v e " H u k u k u İ s l â m i y e y i " v e m e v c u d i y e t i m iU iy c m iz i m u h i l b i r v a z i y e t a l m a l a n n a k a i .i y y e n m ü s a a d e e d i l m e y e c e k t i r " ^ d i y o r d u . Y in e A n a d o lu v e R u m e li M ü d a f a a - i H u k u k C e m iy e tin in g a y e m iz n iz a m n a m e s in d e s a l t a n a t ı n v e h i l a f e t i n k o r u n a c a ğ ı n a v e y a ş a t ı l a c a ğ ı n a d a i r ö z e l b ö lü m a ç ı lm ı ş t ı. S ö z k o n u s u n i z a m n a m e d e a > m c n ş ö y l e d e n i l i y o r d u : " H ü k ü m e t - i O s m a n i y e 'n i n i c h l i k e - i i n h i l a l i n c k a r ş ı H i l a f e t i İ s l â m i y e v e S a l t a n a t - ı O s m a n i y e ’n i n b e k a s ı e s a s m a k s a d ı te ş k il e tliğ i c ih e tle m ü tte h id e n m ü d a fa a v e m u k a v e m e t e s a s ı k a b u l e d ilm i ş t ir ." .^ A ç ı k ç a s ö y l e m e k g e r e k i r s e I. B ü y ü k M i l l e t M e c l i s i n i d o l d u r a n l a r M i l l i M ü c a d e l e d e b u t e m e l e s p r i i ç i n s a v a ş m ı ş l a r d ı . B M M 'd e B ir i n c i G r u p ü y e l e r i n H a l k F ı r k a s ı ( H F ) 'n ı o l u ş t u r d u k l a n t a r i h o l a n 9 E y l ü l 1 9 2 3 t a r i h i n e k a d a r . H a l k F ı r k a s ı v e H a l k P a r t i s i n i n t e m e l i n i o l u ş t u r a n A n a d o l u v e R u m e li M ü d a f a a i H u k u k C e m i y e t i ( A - R M H C ) . y u k a n d a ik i m a d d e s i n i v e r d i ğ i m i z a n a n i z a m n a m e d o ^ m l ı u s u n d a y u n s a th ın d a ö r g ü tle n m iş le r v e v a ta n ın k u r tu lu ş s a v a ş ın ı b a ş la tm ış la r d ı. H e d e f " S a lta n a t- ı O s m a n iy e n in b e k a s ı v e M a k a m - ı H ila fe tin m u h a A - R M H C i ç i n b ü t ü n t a r i h ç i l e r o n u n İ s l a m c ı b i r c e m i y e t . ؟O s m a n lı y u r t s e v e r l i ğ i n i v e h i l a f e t i s a v u n a n b i r d e m e k o l d u ğ u n d a b i r l e ş i r l e r . H a l b ö y le o l u n c a
؛6 7.
N u tu k-S d yfB V . c. 2. S- 9 1 0 .9 1 2
؛ ؟، !,:ﺀ
S. A n ka ra , 1991
.
٠١ ؛،
XV, ş
Basımövi. Ankara. Ik.na Baskı. 1987
„ . ؛، (d l N « 3 . . —
."» "؛٠"! " > * " •
' ٠■ '٠'
SALTANAİİN !؛ALDIRILMASI
39
K u r tu lu ş S a v a ş ı'n ın ö n e m li s i m a l a n K û z ım K a r a b e k ir . R a u f O r b a y , A li F u a t C e b e s o y g ib i k iş ile r in v e I. B M M ’yi d o l d u r a n h o c a v e u l e m a n ı n .'S a lt a n a tı n v e h i l a f e t i n k a l d ı n i m a s ı n a " y ö n e l ik i t i r a z l a n v e te r e d d ü t l e r i g a y e t d o ğ a ld ı. Ç ü n k ü v a t a n l a b e r a b e r b u n l a n n k o r u n m a s ı v e k o ll a n m a s ı iç in y o l a ç ı k m ış la r d ı . A y n c a " B ü y ü k M i l l e t M e c lis i, h e y e t- i u m u m i y e s i y l e , a y n ı z a m a n d a A n a d o lu v e R u m e li M ü d a f a a .i H u k u k C e m iy e ti n in s i y a s î b i r g r u b u m a h i y e t i n d e id i. M e c l i s h e y e t i u m u m i y e s i n i n u m d e - i e s a s i y e s i n i , A - R H M C 'n i n u m d e .i e s a s iy e s i te ş k il e d i y o r d u ^ k i. " B is m il la h i r r a h m a n ir r a h i m "
d iy e re k
A l l a h 'ı n
a d ıy la b a ş l a y a n A -
R H M C n iz a m n a m e s i ٤٥ ç o k a ç ık b i r ş e k il d e " H il a f e t- i î s l â m i y c v e S a lta n a t- ı O s m a n i y e 'n i n b e k a s ı" if a d e s in i " u m d e - i e s a s iy e " a d ı a l ı m d a z i k r e tm i ş t i. M e c li s iç e r is in d e k i s a lt a n a t v e h i l a f e t i n k a l d m l m a s ı n a y ö n e l ik ç a l ı ş m a l a r s e z i n l e n m e y e b a ş la y ın c a A - R H M C 'y e a i t m i l l e t v e k i l l e r i n i n b i r k ıs m ı d a . " b u b i z i m v a r lı ğ ım ı z a a y k ı n , h a r e k e l i m i z i n e s p r i s i n e a y k m d ı r " d iy e r e k y e n i g r u p l a r o lu ş tu r u y o r l a r d ı. ٤٤ B u n l a n n b a ş ın d a E r z u r u m lu K a d ı R a i f E f e n d i b a ş ta g e lir . K a d ı R a i f E f e n d i; M u s ta f a K e m a l'in A - R H M C i ç e r i s i n d e , d ü ş ü n c e l e r i n i d a h a iy i g e r ç e k le ş tir e b ile c e ğ i " A n a d o lu v e R u m e li M ü d a f a a - i H u k u k G r u b u " a d ıy la y e n i b i r g r u p k u r m a s ı y la E r z u r u m M ü d a f a a - i H u k u k C e m iy e ti " a d ı a l t ı n d a y e n i b i r g r u p k u ra r. H o c a R a i f E f e n d i b u y e n i c e m i y e t i y l e A n k a r a 'd a n a y n l ı p E r z u r u m 'a d ö n e r v e A n k a r a 'y a ş id d e tli u y a n l a r d a b u l u n u r . K a d ı R a i f e f e n d i b i r b e y a n n a m e ٤^ n e ş r e d e r e k A n k a r a 'd a k i k a d r o n u n E r z u r u m v e S iv a s K o n g r e l e r i n d e a l ı n a n k a r a r . l a n n z ı d d ın a u y g u la m a la r a g i t m e l e r i n d e n v e M ill i M ü c a d e l e n i n r u h u n a u y m a y a n i s ti k a m e t le r e y ö n e l m e le r i n d e n d o la y ı A n k a r a y ö n e t i m i n d e n a y n l d ı ğ ı n ı if a d e e d e re k " M u h a fa z a -i M u k a d d e s a tı n g a y e v e p re n s ib ic rin i b e s m e le ile b a ş la y a n n iz a m n a m e s i n d e a r z e d c r .٤^ " B e lg e le r le A ta tü r k D ö n e m i n d e M u h a l e f e t " k i t a b ı n ı n y a z a n N u r ş e n M a z ı c ı ’n ın d a S a lt a n a t v e H il a f e t S a v u n u c u l u ğ u n d a M u s t a f a K e m a l A t a t ü r k ’e e n
9. 10.
11. 12. 13.
Nutuk-Söylev, c. 2. s. 792. (TTK Basımevi. İkine. Bask.. 1987). Sivas Matbaası 6.10.1335 (1919) tanhinde bu nizamnameyi basarak yayımlamıştır Tıpkı ba sımı, Tarih Vesikalan Dergısi.nin XV. sayısına ek olarak verilmiştir. Yem harflerle Tank Zafer Tunaya. Türkiye'de Siyasî Partiler, s. 514.519 arasında bu nizamnameyi zikretmiştir. Ayrıca Bkz. Mete Tunçay. Tek Parti Yönetimi. Ek Belgeler I. s. 341.346. Yurt Yayınları, Ankara. 1981. Mahmul Goloölu. Cumhuriyet’e Doğru, s. 159-160, Başnur Matbaası. Ankara. 1971. Kadir Mısıroölu. Sanklı Mücahidler. s. 423. Sebil Yayınları. İstanbul. 1977. Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyetinin bu beyannamesi Türk İnkılap Tanhı Enstitüsü Arşivinde 24/3078 numarada kayıtlıdır.
40
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN - DEVLET İLİŞKİLERİ
b a ş ta m u h a le f e t e d e n le r d e n b iri o la r a k s a y d ığ ı K a d ı R a if E f e n d i m e ş h u r "M u h a f a z a - ı M u k a d d e s a t " n i z a m n a m e s i n d e d e b e l i r t i l d i ğ i g ib i M u s t a f a K e m a l 'i n la 1 9 2 0 'I e r d c n b e r i C u m h u r i y e t i d ü ş ü n d ü ğ ü n ü v e S a l t a n a t l a H a l i f e l i ğ i k a l d ı r a c a ğ ı n ı s c z i n l e y e n l e r d c n d i r . B u m a k s a t l a d a 1 9 2 1 y ı l ı n ı n Ş u b a t a y ı n d a " E y Ü m m c t .i M u h a m m e d , e y a z iz h e m ş e h r ile r im iz ! " d iy e re k b e s m e le y le b a ş la y a n b ir m u h tı r a d a b u l u n u r . M u h u r a d i y o r u m , ç ü n k ü g e r ç e k t e n M u s t a f a K e m a l 'e v e o n u n g ib i d ü ş ü n e n le r in a le y h in e y a z ılı o ld u ğ u h e r s a ü n n d a n a n la ş ıla n b u b ild iri d e M u s ta f a K e m a l 'i n E r z u r u m v e S i v a s K o n g r e l e r i n e u y m a y a n t a v ı r l a n i l e A - R H M C 'y c z ıt o la n d ü ş ü n c e v e d a v r a n ış ta n ç o k s e r t b ir d ille k ın a n m ış tır. E r z u r u m lu K a d ı R a if E f e n d i. " . . . b a z ı m u h te ris v e m e n fa a p e rc s lle r v a k tiy le ş a r k ta n k o p m u ş v e b u n c a m a m u r e le r i h a r a p v e b is a a p e d ip b ir m e m ic k c l d a h ilin d e m ily o n la r la m a h lu k a n d iğ e r in e b o ğ d u r u p b o ğ a z la ttır a r a k h a k -ı h e la k e s e rm iş v e
b i r f ik i r v e a k id e - i b a t ıla f ı m n a l a n n ı m e m le k e tim iz e s o k u p o rd u , d in
v e s a ir e g ib i m a d d i v e m a n e v i k u v v e tle r i d e v irm e y e v e v a ta n s a th ın d a b ir h c rc ü m e r c m e y d a n a g e tir e r e k b u m e y a n d a k e n d ile r i b ir b a ş o lm a k v e h a lk ın b ü tü n H u k u k v e e m v a l ü ır z ı n a m u s v e m u k a d d e s a t ı n ı y ı k ı p e n k a z ı ü z e r i n d e k e n d i l e r i n e b ir m e v k ii is ü f a d e v e ta h a k k ü m ih z a r e tm e k te ş e b b ü s ü n e d ü ş m ü ş le r v e h a tla p a k v e n a z ik o la n M ü d a f a - ı H u k u k ( A - R M H Q a h k a m v e g a y e le ri m e y a m n d a b u g i b i m e l 'a n c t v e m c f s e d e l l e r i y e r l e ş t i r m e k s u r e t i y l e b i l e d e ğ i ş i m v e b i r i n k ı l a p m e y d a n a g e t i r m e k ü z e r e h e m e n f i i l i y a t a g e ç m e k ü z e r e i d i l e r ..." * ^ d i y e r e k k u r u l u ş g a y e s i n d e n s a p t ı r ı l a n A - R M H C i l e b i r l i k t e M u s t a f a K e m a l in n i y y e t i n i a ç ık lığ a k a v u ş tu ru r. K a d ı R a i f E fe n d i, b u n iy y e ü c r k a rş ıs m d a k u rm u ş o ld u ğ u "M u h a fa z a -i M u k a d d e s a t v e M ü d a f a - ı H u k u k " a d lı c e m iy e tin b ü tü n g ü c ü y le b a ş k a ld m d a b u lu n a c a ğ ın ı v e " a k a id i d in iy y e " ile " İ s lâ m lığ ın m e rk e z i o la n m a k a m -ı h ila fe tte n " a s la ta v iz v e rile m e y e c e ğ i ifa d e e d e r. B u n u n iç in d e s e ç im z a m a n ı y a k la ş tığ ın d a b ü tü n s e ç m e n le r in s e ç e c e ğ i m e b u s l a r d a , " d i n d a r v e A l l a h 't a n k o r k a n , h a t ı r v e g ö n ü l d e n z i y a d e h a k v e h a k i k a t e r i a y e t k a r o l a n v e m i l l e t v e k i l l i ğ i n i k e n d i s i n e y a l n ı z b i r y ü k s e k m a k a m iç in d e ğ il; m iU e iin k e n d is in e te v d i e lü g i a z im b ir e m a n e t o ld u ğ u n u b ile n v e b u c m a n c . ı d e R ı z a - i B a r i, d o ğ r u l t u s u n d a k u l l a n a b i l e n " t ü r d e ş a r t l a r a r a m a s ı n ı n ç o k e l z e m o l d u ğ u n u d i l e g e t ir ir .* ^
14. 15.
.16
41
SALTANATIN !DALDIRILMASI
K a d ı R a i f E ٢c n d i 'n in o l a y l a r v c T ü r k i y e 'n i n g e le c e ğ i ü z e r i n d e b u k a d a r d u m a s i n ı n n e d e n i K u r tu lu ş S a v a ş ı 'n d a y o la ؟ık ! İ d ığ ın d a A . İ H C
ta ra fın d a n
S i v a s v c E r z u n ı m K o n g r e l e r i n d e s ı n ı r l a n ؟iz ilc n a n a e s p r i l e r e u y u l m a m a s ı , h a lta ta m z ıd d ı ç a l ış m a l a r ın y a p ı lm a y a b a ş la n m a s ıd ır . B u d a S a l t a n a t v c H ila f e tin İ lg a s ı f ik r in d e n b a ş k a c a b i r ş e y d e ğ ild ir . M u s t a f a K e m a لA ta tü r k , K a d ı R a i f E f e n d i 'n i n k e n d is in i Z im n e n d e o ls a m u h a t a b o la r a k a ld ığ ı b e y a n n a m e s in i o k u y u n c a ؟o k s i n i r l e n i r v c H o c a R a i f E f e n d i 'n i n y e n i k u r d u ğ u c e m iy e t le ilg ili o l a r a k k a n a a t le r i n i ş u ş e k il d e d il e g e tirir: '.M u h a f a z a - i M u k a d d e s a t C e m iy e ti, C e m iy e t E s a s a i ı n ı n b a ş ı n a h i l a f e t v c s a l t a n a t m a k a m ın ı n v c ş c k ı- i d e v l e tin te m in - i m a h f u z i y e t i n e m ü t e a l l i k b i r lîlk ım i l a v e l e r d e b u lu n m u ş , b u te ş e b b ü s ü n ü d i g e r v il a y e tl e r e , b i l h a s s a ş a r k v i l a y e t l e r i , n e b i r t a k im b e y a n n a m e l e r g ö n d e r e r e k te ş m ile k a l k m ış tı r . B e n , b u n d a n h a b e r d a r o l u r o l m a z . Ş a r k C e p h e s i K u m a n d a m K a z ım K a r a b e k i r P a ş a 'n ı n n a z a r - ı d ik k a tin i c e l a l l i m . H o c a R a i f E f e n d i 'y i v c a r k a d a ş l a n n ı ik a z v c b u n e v i tc ş c b b ü s a t i a n s a r f -1 n a z a r e t l i m e s i n i r ic a e ttim . Ç ü n k ü R a i f H o c a . n ı n b a ş la t tığ ı g e l i ş m e l e r
gC"
I c c e k t e b iz im İç in b ü y ü k t e h l i k e l e r d o ğ u r a b i l e c e k g ü ç t e y d i ! ... 7 ٠ا B u ik a z ü z e r in e S a n k a m ı ş 't a b u lu n a n K a z ım
K a ra b e k ir P a ş a ile E rz u -
r tim 'd a b u lu n a n H o c a R a i f E f e n d i a r a s ın d a , b a z ı d i a l o g l a r c e r e y a n e d e r . R a i f H o c a , b iz z a t K a z ım K a r a b e k i r P a ş a 'n ın k a r a r g f ıh ın a g i d e r e k o r a d a ''m u h a f a z a - i m u k a d d e s a t'' is m in in k u ll a n ıl ış ın d a k i c s b a b ı iz a h e d e r . K a d ı R a i f E f e n d i , " m a k . s a t , h u k u k .ı h ilâ f e t v c p a d i ş a h i y i m u h a f a z a e t m e k v e m e m l e k e t v c â le m - i' Islâ m .ın h a y a t- ı h a z ı r a v e
m ü s t a k ^ l c s i İ ç in a z im t c ş e i t ü l v c m a h z u r l a n d a v e t
e d e n c u m h u r i y e t ş e k lin d e n k a t 'iy y e n s a k ı n m a k t ı k '.
''B ü y ü k M i l l e t M c c l i s i 'n d e
te ş e k k ü l e d e n M ü d a fa a -1 H u k u k G rtib u m a k s a d ı n ı n lıila f c t v c s a l t a n a t ş e k l i n i n c u m h u r i y e t e in k ila b ın ı is t i h d a f e y l e d iğ i m a h s u s t u r '' d i y e r e k K â z ım K a r a ^ k i r P a ş a .d a n . b u g ib i tc ş c b b ü s a lı ta n ım a m a k ta m a z u r o l d u k l a n n ı b il d ir ir . A y n c a R a i f E f e n d i K â z ım K a r a b e k ir 'e M u s t a f a K e m a l 'd e n g e r ç e k t e n S a l t a n a t v c h ila f e ti k ^ d ı n p . k a ld ır m a y a c a ğ ım ö z e l o la r a k s o r m a s ın ı is te r . K â z ım K a r a b e k ir P a ş a 'n ın b u m a lû m a t! v e r e n
11
T em m uz
1921
ta rih li
ş i f r e te lg r a f ı M u s t a f a K e m a l'e u la ş ır . K â z ım P a ş a R a i f E f e n d i 'n i n ş ü p h e le r i n i ö z ^ f ic y e r c k v e r d iğ i s ö z k o n u . te l g r a f l a ş u n l a n d ile g e t i r i r ''Ş c k I - i h ü k ü m e t e a it c s a s a t ı . B ü y ü k M ille t M c e lis i'n e e k a b u l e d i le n T c ş k i l â t -1 E s a s i y e K a n u n u n u n t e s p i t e t m iş o ld u ğ u g ö r ü lü y o r . H a lb u k i i n d e n i z , b u k a n u n m u h t e v i y a t ı n ı n n ih a -
yet bir f ır k a
p r o g r a m ı h a l in d e k a l m a s ı n ı , k a b i l i y e t i a m c liy c s i n d c z u h û n m u la h -
m i n e ttig im m ü ş k a l â ta k a r ş ı, d a h a f a y d a lı b u l u y o r a m . B u f ik r im i y a k i n e n n ü f u z 17.
Nutuk-Sdylev. s. 798.799. TTK Yaytnlan. Ankara. 1907.
42
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN ٠ DEVLET İLİŞKİLERİ
e d e b ild iğ im m ın tık a m e f k â r v e h is s iy a tın a g ö re , m ü c m e le r iz a h e tm e k
is le r im .
M e c l i s l e T e ş k i l â t - ı E s a s i y e K a n u n u t a r a f t a r l ı ğ ı y l c t e ş e k k ü l e d e n g r u b a d a h il o l a n e k s e r z e v a l ; y e n i b i r i n k i l a b ٠ı i d a r i d e m e m l e k e t m u k a d d e r a t ı n a a m il o l m a k h e v e s in d e g ö r ü n e n le r d ir . H a lk a r a s ın d a , a n c a k b i r h i z b - i k a lil y e n i te ş k ila t fik ir l e r i n i t e r v i ç e d e r . M e b 'u s l a n n T e ş k i l â t - ı E s a s i y e K a n u n u n a l a r a f t a r l ı k l a n . a n c a k f ik r - i z a tile ri o la b ilir . D e v le t ş e k lin in b u a z im v e ta r ih î te b e d d ü la tı te ş e b b ü s le r i n d e . m e m l e k e t m u k a d d e r a t ı h a y a l i y e s i n d e . m e s .u l v e m ü ş t e r e k o l a n r ic a l- i a s k e r i y e v e m ü l k i y e d e n v e M ü d a f a a - i H u k u k m e r k e z l e r i n d e n l â z ı m ı g ib i m ü t a l a a ı a lın m a s ı v e f e v k â la d c b ir m e c lis te te tk ik in i m ü te a k ip k e y f iy e tin b ir k a ra ra rap t o l u n m a s ı l â z ı m d ı r k a n a a t i n d e y i m . ’.^^ K â z ım
K a r a b e k i r i i n y a z ı s ı n a M u s t a f a K e m a l 'i n g ö n d e r d i ğ i c e v a p ö z e l le
ş ö y l e y d i : ؟؛ " . . . T e ş k ila t- ı E s a s iy e K a n u n u , b ü tü n f u ım a l-ı id a riy e y i v e T ü r k iy e H ü k ü m e t i n i n v a z - ı h u k u k i s i n i i h t i v a e d e n m u f a s s a l v e ta m
b ir k a n u n o lm a y ıp ,
m e m l e k e t i n t e ş k i l â t - ı m ü l k i y e v e i d a r i y e s i n d c i c a b a t - ı z a m a n ı n is ti lz a m e y l e d iğ i h a lk ç ılık e s a s ın ı if a d e e d e n b i r d ü s tu r d a n ib a re ttir. Y o k s a b u k a n u n d a a ç ık ç a '. C u m h u r i y e t '’ ; if a d e e d e n b i r ş e y y o k t u r . R a i f E f e n d in in s a l t a n a t ş e k lin in c u m h u r i y e t ç i l i ğ e d ö n ü ş t ü r ü l e c e ğ i n i n s e z iid iğ i y o lu n d a k i d ü ş ü n c e le r i b i r e r f ı k r - i v e h i m d i r . “. H ila f e t v e S a l t a n a t m e s e le s i, b i r e r m e s e le -i e s a s iy e o la r a k z a te n m e v c u t d e ğ i l d i r . T ü r k i y e 'n i n
b a ş ı n d a H a lif e .i İ s lâ m o la c a k v e b i r h ü k ü m d a r
S u l t a n b u l u n a c a k t ı r . M e v z u b a h i s o l u n a n m e s ’c i c . h ü k ü m d a n n h u k u k o l u p , t a y in v e ta h d id i iç in s o n b ir k a ç a s rın te c rü b e v e d e v le t m e fh u m u n d a k i m ille t h u k u k u n u n m a n a y -ı h a k ik is i
a m il o lm a lıd ır . B u e s a s ü z e r in d e h e n ü z te s b it e d il
m i ş k a t 'i b i r d ü s t u r u m u z y o k t u r . ' M u s t a f a K e m a l 'i n K â z ı m K a r a b e k i r P a ş a 'y a g ö n d e r d i ğ i c e v a p , h i l a f e t v e s a l t a n a t ı n k a l d ı n l m a s ı h a k k ı n d a d ü ş ü n ü l e n l e r i l e k a m u o y u n a v e B M M 'd c k i b ir ta k ım z e v a ta y a n s ıy a n l a n n n e k a d a r fa rk lı v e z ıd ş e y le r o ld u ğ u n u o n a y a k o y a r.
18 19.
20 .
21
I ..İ
SALTANATIN KALDIRILMASI
43
B u n u n s c b c b lc r i v a r d ı: H a lk m ü s lü m a n d ı v c İslÛ m î d e ğ e r l e r e s ım s ı k ı b a ğ lılığ ı d e v a m e d i y o r d u , k u r tu l u ş s a v a ş ın d a n z a f e r l e ç ık ış ı î s l ü m 'd a n a l d ı k l a n g ü c e b a ğ lıy o r d u . M e c l i s l e k i l c r i n ç o ğ u v e s o n r a l a n ta r i h e '.İ k in c i G r u p " d i y e g e ç e n d i n e b a ğ lı m i lle tv e k il le r i . H ila f e ti İ s la m m f ın a s ın d a v e d in m û n û s ın d a v e y a o n u n l a e ş d e ğ e r d e g ö r ü y o r la r d ı v e b u n u n iç in " h i la f e t " ü z e r i n e h a s s a s i y e t l e d u r u y o r la r d ı. H a tla b ır a k ı n h ü k ü m e t iç in d e k i f a r k lı t a v ı r l a n , B ü y ü k M ille t M e c lis i a d ı n a Ş c r ٠iy c V e k a le ti o la r a k h a l k ın İ s la m d ış ı h a y a l s ü r m e l e r in e ; İ s lâ m v c M ü s lü m a n lı k la a l â k a s ı o l m a y a n d a v r a n ı ş l a n n s e r g i l e n m e s i n e ş i d d e t l e k a r ş ı ç ı k ı l ı y o rd u . O c a k 1 9 2 2 s e n e s in d e İ s ta n b u l
a h a l is in e k a r ş ı b i r u y a n n i t e l i ğ i n d e o la n
Ş e r 'iy e V e k a le t in i n b e y a n n a m e s i, o g ü n le r d e d e v l e t i n d i n e b a k ı ş m ı- d in i k o r u y a n v c k o ll a y a n t a v n n ı g ö s te r m e s i a ç ıs ın d a n ilg i ç e k i c id i r . Z i r a b u t a r i h t e n v c b ö y le b i r y a z ı d a n ta m 11 a y s o n r a , y a n i 1 K a s ım 1 9 2 2 'd e S a l t a n a t ı n k a l d m i m a s ı y l a b ir l ik te d e v l e tin d i n e b a k ış ın d a la m b i r z ı d l ı k h a s ıl o l u y o r v c a r t ı k d e v l e t d in e v c d in e a i t u n s u r l a r a k a r ş ı a m a n s ı z b ir m ü c a d e le y e g i r m i ş o l u y o r d u . B u k a d a r k ıs a z a m a n d a b ö y lc s in e b ü y ü k d e ğ i ş i k l i k m e y d a n a g e t i r e n k i ş i le r i v c z i h n iy e tl e r in i ta n ıy a b il m e k iç in o l a y l a n b ü tü n ç ı p l a k l ı ğ ı y l a d e ğ e r l e n d i r m e k g e r e k e c e k tir . S a lt a n a tı n k a l d ı r ı l m a s ı n d a n ö n c e B ü y ü k M ill e t M e c lis i a d ı n a Ş c r .iy e V e k a l e t i n i n İ s ta n b u l h a l k ı n a h it a b e n y a y ırü a d ığ ı b e y a n n a m e d ü ş ü n c e l e r i m i z i a y d ı n l a t a c a k ö n e m li k il o m e t r e t a ş l a n n d a n b ir id ir .
Bu maksatla beyannameyi tedkik nazarlannıza takdim etmek istiyorum: "BMM adına Şer'iye Vekaleti Sayı: 5.1 ANKARA İstanbul ahalisine karşı Şer'iye Vekaletinin Beyannamesi: "İstanbul'da âdâb.ı milliye ve şiar-ı Islâmiye ile hiçbir zaman telif edilme yecek bir takım hareketlerin meydan aldığını ve son zamanlarda o möbâlâtSiztığın pek çirkin bir şekle girdiğini Büyük Millet Meclisi kemâl-i esefle işitiyor, müslüman nâmını taşıyan bazı kadınlar namus ve İffet nâmı altında takdis et tiğimiz iki muazzam vazifeye karşı tamamiyle lâkayd kalarak fezâletlerinı ken dilerine yabancı erkeklerle hususî ve umumi yerlerde dans etmek derecesine kadar ileriye götürüyorlarmış. Büyük Millet Meclisi yakinen bilir ki. bu şenâat. leri bîperva Irtikâb eden alçak fitneler pek küçük bir ekalliyetden ibarettir. Yok sa o mübarek memleketin ekseriyeti kâhiresi diyânetine, milliyetine has olan seceyâyı hergüzedeyi tamamiyle muhafaza etmektedir. Ve ahlâk-ı kerin٦âna. meşine ve an’anât.ı ziyâde müteessirdir. Fakat emri bilmaruf nehyi anılmönker farizasıyla bütün müslümanlann mükellef bulundukları hiçbir zaman hatır
44
CUMHURİYET DÖNEMİ DlN
DEVLET İLİŞKİLERİ
٠
dan çıkmamalıdır. Bilhassa oradaki ahalimiz© mUrşidlik v^ile sln l deruhl© ©dan ؛avas larahndan umur-u millet© bu derecelerde müsamahakârlık gOsterllmesl elbette mazur görülemez. Bütün Anadolu halkı goluğuyla. çocukuyla, kadınıyla, erkeğiyle, malıyla, canıyla, dişiyle, tırnağıyla d û ş ^ ^ la ra karşı n٦ ü. cadele ediyorken İstanbul'daki haikın hfg olmazsa ة٧ mukaddes cihada kal. ben iştirak etmesi Icab etmez mi? Milletimizin istikbali olan gençler ve istikbali kurtarmak İçin hayırlı evlatlar yetiştirecek kız ve kadınlar düşünmelidir ki: bugün kendilerinin Anadolu'daki dindaşları onların hayatini, namusunu, çamurların üstünde, sarp dağların te. pesinde, engin ovaların içerisinde. mUbârek kanlarım döküyorlar. Bu mukad‘ des gâye uğrunda çanlarını feda ediyorlar. Namusunu şeretini her şeyden üstün selâbet-1 imanına azamet.! vicdanına Dünyaları hayran eden milletimiz arasında bu fezâhatler ve bu tezâheti irtlkâb edecek kadar setli tıtratler aca. ba nasıl oluyor da bulunuyor. Hiç şüphe yoktur k ؛؛bu şenaatler bizim ruhu milliyetimizden bizim terblye.yi millimizden doğmamış, bunlarda yabancı bir ruh, zehirnâk bir terbiye âmil olmuştur. Bu yabancı ruhu ve zehirnâk terbiyeyi öldürmek büsbütün vücudunu kaldırmak İçin bütün millet rehberlerinin bütün millet matbuatının elbirliğiyle çalışmaları en mukaddes vazifeleridir. Zira ah. lâksız bir millet İçin imkânı hayat tasavvur olunamaz. Ahlâkin sükutu bünyan.1 milllyenin inhizamıdır. Millet şahıslar gibi türlü türlü ukbelere uğrar. Lâkin bü" tön bu ıstırapları bütün bu ukbeleri muvaffakiyetle atlatanlar ancak ahlâkını sukuttan muhafaza edenlerdir. Binaenaleyh mekârimi ahlâkı itham İçin gön. derilmiş bir dinin muhafaza-i esâsiyesini kendilerinde umde ittihaz eden, bu hisle ٠ sukut. ؛ahlâkiden son derece müteessir bulunan Büyük Mil. let Mec.lisi bütün ruhuyla temenni eder ki; İnayet-İ Hakta İstanbul'u tahlis etlimi ٠
. . . .
٠٠، - _ ا٠ ا ع م، ا ا ع٠ _٠
İ
د- - ئ، ٠- د- د
: ﺀ: ا ﻋ ﺎ٠ط
A
İ M
I A
k
i l
-
kaddesatını hiçe sayan namusunu lekeleyen nefsi hevâsına esir bir takım erâzil emin olsunlar yakında hareketlerinin hesabını vermekten kurtulamaya caklardır Veyl o kimselere ki. mevcudiyet-i millıyyede elîm rahneler açarak cezâ-yı sezalarım Dünyada, ezlan-ı ukbada sermedi bir hüsran suretınde.gorûrler. Febeşşürûhüm ibâdellezine yesmeûnel ükûl feyettebiûne ahsenehu. BMM Adına Umuru Şer'iye Vekili Mustafa Fehm?^ İş ıe b u r u h h a le li iç e r is in d e ç a lk a la n a n B ü y ü k M ille t M e c lis i iç e ris in d e M u s t a f a K e m a l 'i n S a l t a n a t v e H i l a f e t h a k k m d a k e s i n t a v ı r a l m a s ı , k e n d i s i n i n tc -
22
K iz ım Karabekir.
Isuklâl Harbimi:, s, 992-393. Turluye Yayınavp. Islanbol. 1969, Ikin a Baskı
45
SALTANA'HN KALDIRILMASI
r c d d ü ü ü b i r z a m a n g e ç i r m e s in e n e d e n o lm u ş tu . H e d e f h e r n e k a d a r S a lı a n a ü n y a n ı n d a h i l a f e t i n d e k e s in k e s k a l d ı n l a c a ğ ı i d i y s e d e z a m a n v e ş a r t l a r g e r e ğ i d ü ş ü n ü le n p lfın k a d e m e l i o la r a k a d ım a d ım u y g u l a n m a k is le n iy o r d u . Ö n c e S a l t a n a t ı n h il a f e tt e n a y n o la r a k e l e a lın m a s ı d ü ş ü n ü lm ü ş t ü . Ç ü n k ü s a lt a n a t p e k o k a d a r ü r k ü t m ü y o r v e B M M 'y e . s a l t a n a t d e n i lin c e s a d e c e İ s ta n b u l h ü k ü m e tin i h a t ır la t ıy o r d u . İ s ta n b u l h ü k ü m e ti d e n i l i n c e d e ta b ii m e c lis in a k lın a ilk g e l e n k a v r a m " v a ta n h a in liğ i" o lu y o r d u . İ ş te b u o r t a m d a M u s t a f a K e m a l, s a lt a n a tı h a l i f e l i k t e n a y ır m a y a k e s in o l a r a k k a r a r v e r m i ş v e R a u f O r b a y .m d a h a ö n c e b u k o n u h a k k ın d a k i k a n a a tle r in i b il m iy o r m u ş g ib i, o n u o d a s ın a ç a ğ ır a r a k ş u k a r a r ın ı t e k l i f e tm iş ti: " P a d iş a h lığ ı v e h a lif e liğ i b ir b i r in d e n a y ı r a r a k s a lta n a tı k a l d ır a c a ğ ı z . B u k a r a n n y e r in d e b i r k a r a r o ld u ğ u n u M e c li s k ü r s ü s ü n d e n s ö y l e y e c e k s i n i z ..." B a ş v e k i l R a u f O r b a y . h i ç b i r ş e y s ö y le m e d e n o d a d a n ç ı k m ı ş v e a y n ı m a k s a t l a ç a ğ ı r d ığ ı K â z ım K a r a b e k ir 'i d e b u k a r a r d o ğ r u l t u s u n d a M e c li s te k o n u ş m a y a p m a s ı n ı is te m iş ti. N ite k im R a u f O r b a y v e K â z ım K a r a b e k i r M e c l i s t e s a l t a n a t la h il a f e ti n a y n a y r ı ş e y l e r o ld u ğ u n u v e ik i b a ş lı b i r d e v l e t o lm a m a s ı iç in s a l t a n a tın k a ld ır ılm a s ı g e r e k liğ in i d ile g e tir d ile r . H a n a R a u f O r b a y B e y . s a lt a n a tı n k a l d m l d ı g ı g ü n ü n b a y r a m o la r a k ilâ n e d i lm e s in i t e k l i f
m lP
M u s t a f a K e m a l A ta tü r k . N u lu k .ta : " B u r a d a b i r n o k ta k a f a l a r d a d ü ğ ü m l e n i p k a la b ilir . B a n a , p a d iş a h a , m u h a f a z a r i s a d a k a ti b o r ç b il d iğ in d e n , m a k a m ı s a l ta n a tın y e r in e b a ş k a m a h iy e tle b i r m e v c u d i y e t i n i k a m e s in e ç a l ış m a n ı n f e la k e t v e h ü s r a n ı m u c i b o la c a ğ ın d a n b a h s e tm iş o la n R a u f O r b a y B e y ; b e n im y e n i k a r a n m a m u tta li o ld u k t a n s o n r a k a r a n m ı n l e h in d e v e s a lt a n a tı n la ğ v ı h a k k ı n d a b e y a n a t ta b u l u n m a s ı n a d a i r te k lif im k a r ş ı s ı n d a h i ç b i r ş e y s ö y l e m e k s i z i n s ü k u t e d e r e k o d a d a n ç ık m a s ı n a s ıl y o r u m la n a b ilir ? . . ‘٠ d i y e r e k h e m e n h e r k e s in s o r a b i le c e ğ i b i r s o r u y u g ü n d e m e g e tir ir . E v e t. R a u f O r b a y v e K â z ım K a r a b e k i r ö n c e le r i s a lt a n a tı n k a l d m i m a s ı n a k a r ş ı o l d u k l a n h a l d e n e d e n M u s t a f a K c m a l.in i s t e ğ i d o ğ r u lt u s u n d a d a v r a n m ış la r d ı? B u s o r u y a t a r i h ç i l e r i n v e r d iğ i c e v a p l a r d a n b i r is i. h e r i k i s i n in d e h a l if e li ğ in k a l k m a y a c a ğ ı n a i k n a e d i ld iğ i , h a l i f e l i ğ i n k a l k m a m a s ı iç in d e s a ll a n a iı n m u tla k a k a l d ır ılm a s ı g e r e k l iğ id i r . B i r d i ğ e r y a k la ş ım is e . s a lt a n a tı n k a l d m l m a s ı t a r t i ş m a l a n n d a M u s t a f a K e m a l'in s e r d e tt ig i. " E f e n d ile r ! B u b i r e m r i v a k i d i r . s ö z k o n u s u o la n '.m ille te s a lta n a tı h a k i m iy e t in i b ır a k a c a k m ıy ız , b ı r a k m a y a c a k m ı y ız ? " m e s e le s i d e ğ ild ir . M e s e le z a t e n e m r i v a k i o lm u ş b i r g e r ç e ğ i if a d e e t m e k t e n ib a r e ttir .
23, 24.
Naşit Hakk. Uluğ. Halifeliğin Sonu. s. 63-65. Nutuk-Söylov.c 2. s. 914.915.
46
CUMHURtYEl' DÖNEMİ DİN
DEVLETİ' İLİŞKİLERİ
٠
B u b c h c m a h a l o la c a k tır! B u r a d a to p la n a n la r. M e c lis v e h e rk e s m e s e le y i ( t a r t ı ş m a s ı z ) t a b i i g ö r ü r s e , f i k r i m c e ç o k iy i o l u r . A k s i t a k d i r d e h a k i k a t g e n e u s u lü d a ir e s in d e if a d e o lu n u r! F a k a t, ih tim a l k i b a z ı k a f a la r
kesilecektir!..'.25
s ö z le r in d e c e v a b ın ı b u la c a k tır. B ü )d ik M ill e t M e c lis i 1 9 2 2 y ılın ın E k im a y ın ı S a lta n a tın k a ld m lm a s ı g ö rü ş v e la r t ı ş m a l a n y l a g e ç ir m iş ti. T a r tış m a la r d a d ik k a t ç e k e n h u s u s İk in c i G ru p m ille tv e k ille r in in M u s ta f a K e m a l a le y h in e ta v ır la n v e h ila fe t k o n u s u n d a d a h iç b ir ta v iz e y a k la ş m ıy o r o lm a la n y d ı.2 ٥ B i r i n c i M e c l i s i n 4 3 7 k i ş i l i k m i l l e t v e k i l i t o p l a m ı n ı n 1 2 2 's in i B a ğ l a n t ı s ı z l a r . 1 9 7 's i n i A t a t ü r k v e ç e v r e s i n i d e s t e k l e y e n B i r i n c i G r u p . 1 1 8 'in i d e m u h a f a z a k â r d i n c i k a n a t d e n i l e n İ k i n c i G r u p o l u ş t u r u y o r d u .^ ؟ 1
K a s ım 1 9 2 2 ta r ih in e k a d a r g r u b la r a b a ğ lı m ille tv e k ille ri g e c e v e g ü n d ü z
ö z e l t e m a s l a r , i k i l i g ö r ü ş m e l e r v e k u l i s f a a l i y e t l e r i y ü rü ttü ler.^ * * 1 K a s ı m 'd a M e c lis lo p la n m ış ü . K e m a l A ta tü rk , iş in y e te r in c e u z a tıld ığ ın ı d ü ş ü n ü y o rd u . Ç ü n k ü M e c l i s b u k a d a r z a m a n a r a ğ m e n d o ğ r u d ü r ü s t b i r k a n u n t a s a n s ı ç ık a r ta m a m ış u . N ih a y e t b i r ta s a n ç ık m ış v e o n d a d a s a lta n a tın k a ld m lm a s ı. h a life liğ in s a lta n a tta n a y n l a r a k b a k î k a lm a s ı is te n iy o r d u . A n c a k ik in c i g ru b a m e n s u p b a z ı h o c a la r , b u d u r u m u n g e ç ic i o ld u ğ u n u , e r g e ç h ila f e ü d e k a ld ın n a k is te y e c e k le ri n i a n la y ın c a , " h ila f e tin s a lta n a tta n a y n lm a y a c a g ın ı. h ila f e tin k u d re te d a y a n d ığ ı n ı, k u d r e tin d e s a lt a n a ü a b e r a b e r o ld u ğ u n u " s a v u n m a y a b a ş la d ıla r ."2.
25. 26.
Z7. 28
Ş evket S üreyya Aydem ir. Tek Adam, e. 3. s. 58.59, İstanbul, 1969 Naşrt Hakk. Uluğ. Ha/ifefiğin Sonu. s. 67. F.W Frey. Turkish Pofitical Elite. s. 307, (Dipnot. 10). Mete Tuncay, a ... 0.. s. 46, dn 41. M ecliste kendisine İkinci G rup denilen m illetvekillerinin en önem li Özellisi M uştala Kemal’e güvensîziikleıiydi. B.r diğer özellik d . Mustafa Kemal'i dûşür ١dOkleriyle gelecekte bir .diktatör, olarak görm eleriydi Nitekim mecliste Mustafa Kemal Avni Bey Mustâfa Kemarı diktatörlükle suçluyordu (A tatürk Döneminde M uhalefet, s. 53). B ir keresinde Erzurum M ebusu Hüseyin Avnı Boy, "İstişare etmiyor, hep tek başına hare, ket e diyo r, düşüncesiyle m edıste .m eclis iradesini kaate almayanları Yunan kadar memlekete zararlı sayıyoruz!.." diyerek M ustafa Kemal'in üzerine yürümüştü. (Feridun Kandemir. Hatıra, lan ve S ٥ yf٠yemedfW eriyle Rauf O rta y , s. 71. Sinan Matbaası. Yakın Tarih Yayınları. No 4)
29.
Şevket Süreyya Aydom ır. a ٠ .e.. s. 57.
SALTANATIN KALDIRILMASI
47
r c k i y o r d u .^ . H o c a k ö k e n li m ille tv e k il le r i v e ö z e l l i k l e d e İ k in c i G r u b ü y e l e r i b u m â n n d a k ö r v e s a ğ ır o la r a k g ö r ü l ü y o r v e h e p s i n e b ir d e n " c a h il" g ö z ü y l e b a k ı l ı y o rd u . B u a ç ık n iy y e tin e r a ğ m e n M u s t a f a K e m a l A ta tü r k g a y e t s o ğ u k k a n l ı v e s ü k û n e t iç e r i s i n d e M e c lis i y a t ış tır m a k iç in b i r k o n u ş m a y a p tı. H e r a ç ıd a n v e h e r k e s im iç in b ü y ü k b i r ta rih i b e lg e o la n b u k o n u ş m a d a M u s t a f a k e m a l h i l a f e t m ü e s s e s e s i n i e n m u h a f a z a k ö r h i l a f e t s a v u n u c u s u n d a n d a h a m u t a a s s ıb a n c b i r s u r e t te s a v u n u y o r d u . Ç ü n k ü o , " ih tila lc i k a r a r l a n n ı y e r i v e z a m a n ın a g ö r e f r e n l e y e b i li y o r . b a ş a n iç in h e r s a fh a y ı v a k ti g e l d ik ç e ta t b i k p r e n s ib i n d e n a y r ı l m ı y o r d u ." '؛؛ K e s in b i r k a n a a t o lu ş tu ğ u h a l d e z a m a n ın ı n g e l m e d i ğ i n i a n la d ığ ı iç in — h iç i n a n m a d ığ ı h a l d e — h ilfıfe ı s a v u n u c u lu ğ u y a p m ış o lm a s ın ı v e b u b a ğ l a m d a İ s lâ m 'a ö v g ü l e r d ü z m e s i n i o n u n b u ö z e l liğ i n e b a ğ l a m a k g e r e k m e k te d i r . Z i r a M u s ta f a K e m a l a ç ık ç a ; " B e n . m i l l e t i m i n y ü c e l m e is ti d a d ın ı , b ir m illi s ı r g ib i v i c d a n ı m d a ta ş ıy a r a k , p e y d e r p e y , t o p l u m u m u z a ta tb ik e t t i r m e k m e c b u r i y e t in d e i d i m ."^2 d iy e r e k b u d e ğ i ş k e n p o l i t i k a s ı n a a ç ı k lık g e t ir iy o r d u . D e ğ i ş k e n li ğ i n ö z e l l i ğ i , z a m a n a v e z e m in e g ö r e k o n u ş m a k id i. M c c l i s t c k i l c r v e T ü r k to p lu m u b i r d e n b i r e h a z m c d c m c y c c c ğ i iç in h ila f e t s a l t a n a t l a b ir l ik te k a l d m lm a k is te n m e m i ş ti. N i t e k i m b u s e n a r y o s u n u M u s t a f a K e m a l s a lt a n a tı n k a l d m i m a s ı n d a n n ic e b i r z a m a n s o n r a İ z m i t ’te g a z e t e c i l e r l e y a p tığ ı b i r b a s ı n to p la n tıs ın d a d ile g e tir ir : " . . . 2 K a s ım 1 9 2 2 ta r ih in d e ş a h s i s a l t a n a t ilg a e d ild iğ i z a m a n h i l a f e t m e s e l e s i n i n d e a y n ı d a k ik a d a h a l' v e t a s f i y e e d i l m e s i lâ z ım d ı. F a k a t ta r ih i d a v a n ı n a z a m e ti d o l a y ı s ı y l a h e d e fi ik i m e r h a le y e a y ı r m a k ta b ii g ö r ü l d ü ! " ^؛؛ Z a m a n l a m a iş in i ç o k iy i y a p a n M u s t a f a K e m a l , B M M .d e , " ş c r i a t'ı n k u d r e t s i z v e h ü k ü m e ts iz h a lif e s i o la m a z . K u d r e t v e k u v v e t s a lt a n a tl a b e r a b e r d i r " s ö z le r i m e c l i s h a v a s ın a h a k im o lu n c a b i r k o n u ş m a y a p m a k d u r u m u n d a k a ld ı. K o n u ş m a . C u m h u r i y e t d ö n e m in in e n ç a r p ı c ı k o n u ş m a l a r ı n d a n b ir id ir . Ç ü n k ü M u s t a f a K e m a l A ta tü r k , d ü ş ü n ü l e n h e d e f e v a r m a k iç in ik i a ş a m a lı o y u 30. 31.
3٤ 33-
Naşit Hakki Uluğ, a o e.. s. 67.
Halifeliğin Sonu, s 67. T.I.B. KOltOr Yayınlan. İstanbul. 1975, Binncı Baskı.
Gonherd JaSseke, "Dos Ende dos Osmanisehen Sultanals". Stutien zur Auslanaskunde, Vor. derasi ؛ ؛, Cf 16^ 11 .٠ ذ.. Meshur Alman şarkiyatçısı Jaesehke. "Yen ؛TOrkiye’de İslâmlık", "Der Islam in eter Neven Torkei. isimli eserinde Mustala Kemal'in, hedefini iki ana merhaleye ayıcığını ve bu düşünce gereği olarak da önce saltanatın kaldınldığını dile g ؟tiri٠r H .a ^ Jaeschke Mustafa KemaJın Saltarialın kaldınimasıyla ilgili yaptığı konuşmaya dikkatlice bakan her gözün rahatlıkta Mus٠3 ئ٠Kemalin halifeliği de kaldıracağım s e z in le y e b ıl^ ğ ın i zikreder. (Jaosçhke YenfTürkiye’de İslâm lık 5.١ ذ ؛اDas Osmanisehe Scheinkalıfat von 1922. D». W eltdeslslam sYN S.Vol. I. N r.3 {1 9 5 l). s l9 5 ٠217
48
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN
DEVLEl' İLİŞKİLERİ
٠
n u n u s a h n e y e k o y a r : S a lta n a tın k ö tü le n m e s i v e H ila fe tin y ü c e ltilm e s i v e ö y le c c d e o y u n b e ğ e n i g ö rü r v e s a lta n a t k a ld m h r . M u s t a f a K e m a l 'i n 2 K a s ı m
1 9 2 2 t a r i h i n d e S a l t a n a t ı n k a l d ı r ı l m a s ı iç in
y a p u ğ ı k o n u ş m a C u m h u r iy e t d ö n e m in in d e ğ e rle n d irilm e s i a ç ıs ın d a n ç o k ilg in ç ti r . Ç ü n k ü b u r a d a M u s t a f a K e m a l m e e l i s i m e b u s a n ı e t k i l e m e k i ç i n ta m b i r d in â lim i g ib i k o n u ş m u ş . İs lâ m ta r ih in d e n , fık ıh ta n , p e y g a m b e rle rd e n ö m e k le r v e r e r e k h a l i f e l i ğ i n z a r u r e t i n e d e ğ i n i p , s a l t a n a t ı n İ s l â m 'd a o l m a d ı ğ ı n a i ş a r e t e d e r e k , s a lta n a tın k a ld ır ılm a s ın ı is te m iş tir. M u s ta f a K e m a l s ö z k o n u s u k o n u ş m a d a H a life lik m a k a m ı iç in s e — ş a rtla r g e re ğ i—
" M a k a m - ı h ila f e t. İs lâ m â le m in in ru h v e v ic d a n ın ın v e im a n ın ın m e r
k e z n o k t a s ı d ı r . B u n d a n s o n r a h a l i f e l i k m a k a m ı n ı n h e m T ü r k i y e ’m i z i ç i n v e h e m d e b ü tü n İs lâ m
â le m i iç in n e k a d a r fe y iz li o la c a ğ ın ı g e le c e k g ü n le r g ö s te r e c e k
tir!.." d iy e r e k h a lif e y e v e m a k a m - ı h ila f e te ö v g ü le r d ü z m ü ş tü r. O k u n d u ğ u n d a d a a ç ık ç a g ö r ü le c e ğ i g ib i M u s ta fa K e m a l g e rç e k te n b ir d in â l i m i g i b i M e c l i s t e k o n u ş m a y a p m ı ş ü r . K o n u ş m a s ı K u r .a n 'ı, S ü n n e ti v e I s lâ m t a r i h i n i ç o k iy i b i l e n b i r i n i n k o n u ş m a s ı g i b i d i r . E n ö n e m l i s i a s r . ı s a a d e t m ü s l ü m a n lığ ı g ö k le r e ç ık a r tılıp . P e y g a m b e r ( s .a .s .) E fe n d im iz e v e d ö r t h a life y e ö v g ü le r d ü z ü lm ü ş tü r. S o n o la r a k d a s a lta n a t; " H a lif e lik m a k a m ın ın T ü r k iy e d e v le ü iç in v e b ü t ü n İ s l â m â l e m i i ç i n n e k a d a r f e y i z l i o l a c a ğ ı n ı , g e l e c e k g ü n l e r b ü t ü n a ç ı k l ı ğ ı ile g ö s te r e c e k tir " d e n ile r e k k ö tü le n m iş v e o n u n y e rin e h ila fe t y ü c e lü le re k k o n u ş m a y a s o n v e rilm iş tir. B u Ö n e m li k o n u ş m a y ı N u t u k . u n , v e s i k a l a r b ö l ü m ü n d e k i 2 6 4 s a y ı l ı b e l g e d e n a y n e n a la r a k v e o g ü n k ü T ü r k ç e ile s îz le r e a k ta r m a k is tiy o ru m .
SALTANATIN KALDIRILDIĞI GÜN M. KEMAL ATATÜRK’ÜN YAPTIĞI KONUŞMA! _ Devletimizin yönetim şekline girmiş bulunan gerçek, Türkiye halkı-
٥* . T٥* > « i ~ . I،'."•
1
T
SALTANATIN KALDIRILMASI
49
adındaki insan, beşeriyetin ikinci babası denen Nuh'un oğlu Jafes'in oğlu olan kişidir. Tarih devrinin belgelendirmekte pek müsamahalı olan ilk sayfalarına biz de müsamaha edelim; en açık, en kesin ve maddeleşmiş tarih belgelerine dayanarak söyleyebiliriz ki. Türkler. onbeş yüzyıl önce, Asya’nın göbeğinde koskoca devletler kurmuş ve bu devletler dedelerimiz tarafından kurulmuştur. Gene bilirsiniz ki. yeryüzünde yüz milyonluk bir Arap kitlesi vardır, bunla rın Asya'daki bölümü, Arap yarımadasında topludur. Tanrının peygamberi ve resulü olan fahriâlem efendimiz, bu Arap kitlesi içinde. Mekke’de dünyaya gelmiş kutlu bir varlıktır. Ey arkadaşlar; Tanrı birdir, büyüktür. Tanrının tecelli eden kudretlerine bakarak diyebiliriz ki. insanlar iki sınıfta. ıkı devirde mütalâa olunabilir. ilk devir, insanlığın çocukluk ve ilk gençlik devridir. İkinci devir, insanlığın olgunlaşan ve gelişme devridir. İnsanlık ilk devirde tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddi vasıtalarla kendisiyle uğraşılmaya lüzum gösterir. Tanrı, kullarının gereği kadar olgunlaşmalarına değin, aralarından vasıtalarla dahi onlarla uğraşmayı Tanrılığın ödevi sayar, onlara Hazreti Adem aleyhisselâmdan başlayarak adları bilinen ve bilinme yen, sayıları uçsuz bucaksız denecek kadar çok .’nebi”ler, peygamberler, re suller, yani yalvaçlar göndermiştir, fakat peygamberimiz vasıtasiyle. en son din ve uygarlık gerçeklerini verdikten sonra, artık insanlıkla vasıtalı olarak te masta bulunmaya lüzum görmemiştir. İnsanlığın idrak, aydınlanma ve geliş me derecesini, her kulun doğrudan doğruya kendisinin kalbine koyduğu in sanlarla başbaşa bulunduğunu kabul buyurmuştur. Bu sebepledir ki. Cenabı Peygamber, ’.nebi"lerin sonuncusu olmuştur. Kitabı da kusursuz ve mükem mel kitaptır. Son peygamber olan Muhammed Mustafa Sallallahü aleyhüvesellem, 1394 yıl önce, rumi takvimi ile nisan içinde, rebiyyülevvel ayının on ikinci pa zartesi gecesi sabaha doğru tanyeri ağarırken doğdu, gün doğmadan... Bu gün. işte o gündür, inşallah büyük tesadüftür (inşaallah sesleri). Gerçekten hicrî takvim ile bu akşam, doğum gününün yıl dönümüne rastlıyor. Hazreti Muhammed, çocukluk ve olgunlaşma günlerini geçirdi. Fakaı peygamber olmadı, nurlu yüzü, ruha seslenen konuşması, olgunluk ve ön görürlükteki eşsizliği, sözlerindeki doğruluk, yumuşaklık ve cesareti ile başkala rından üstün olan Muhammed Mustafa, önce bu özel vasıflan ve kişilikleri ile oymağı içinde "güvenilir Muhammet., adını aldı... Muhammet ül Emin. Muhammet Mustafa, Peygamber olmadan önce, ulusunun saygısını ve güvenini kazandı. Ondan sonra ancak kırk yaşında "nebi" oldu ve kırk üçünde "resul" oldu, kitap sahibi oldu. Alemin kıvanç duyduğu "Efendimiz" ucu bucağı olmayan tehlikeler içinde, sonsuz dert, acı ve zorluk karşısında yirmi yıl çalıştı ve Islâm dinini kurmak olan "yalvaçlık" görevini başardıktan sonra âlâyı illiyyı. na erişti. Kendisinin yetiştirdiği bütün müslümanlar ve özellikle "Sahabeler — peygamberimizin sohbetine erişen ve nail olanlar— birçok gözyaşları döktü ler. Fakat. İnsanlık iktizası olan bu acınma ve dövüşme halinin devamının fay dasız olduğunu İdrak eden aklı başındakiler, peygamberimizin eirkasından ağ lamak değil, ümmetin işlerini bir an önce doğru dürüst yürütecek tedbirler al-
50
CUMHURİYET DONEMİ DİN ٠DE ١^ C T İL!$KİIERİ
mak İçin toplandılar. Yar-u garı ile Fahri Kâinat Efendimiz Peygamberimiz, Mekkeyi terke mecbur oldukları zaman Hazreti Ebubekir ile birlikte bir mağa raya saklanmışlardı. Onun için Hazreti Ebubekir.e ..Mağara arkadaşım" derdi. Onun "yar-u garı" idi. Peygamberimiz Efendimiz, Hazreti Ebubekir’den şahsen çok hoşlanırdı ve en son nefesini yaşarken, Ebubekir.in kendisine "halef" olacağını türlü su retlerle belirtmişlerdi. Buna göre toplanıp resmi surette bir seçim yapmaktan başka bir iş kalmamış olduğuna hüküm olunabilirdi. Halbuki seçim o kadar basit olmadı, tersine mesele çok konuşmalar, tartışmalar ve esaslı anlaş mazlıklarla karşılaşıldı. Seçimde birbirinden ayrı, üç görüş ileri sürüldü. .Bu görüşmelerden birisi. Halifelik makamını hakketmek, ümmetin işlerini görebilmek için, kudret ve yeterliğin kolaylaştırılması idi; buna göre Halifelik makamı, en kuvvetli, en nüfuzlu ve en olgun kavmin olacaktı, bu görüş cum huru sahabenindi, sahabe toptuluğunundu. İkinci görüş o güne kadar İslâmlığın zaferi için hizmet eden kavmin. Hali feliği haketmiş sayılması idi. Bu "ensar"m görüşü idi. Fahri Kâinat efendimize yardım eden Medine halkına "ensar" denirdi. Üçüncü fikir ise. akrabalık kudretinden yana olanlarındı; bu da haşimilerin görüşü idi. Bu uç görüş üzerinden birinin oy birliği ile tercihi suretiyle seçimi sonuç landırmak mümkün olmadı. Sonunda dağılma ve dağınıklığın derhal önüne geçmek lüzumuna inanan Hz. Ömer'in gayreti ile Hz. Ebubekir٠e biat olundu. Görülüyor ki. ilk Halifenin seçiminde, halk eğiliminin tabii birleşmesinden ziya de şahsî tesir, şekli tesbit etmiştir. Efendiler, bu muhalefet ve tartışmaların yersiz olduğunu sanmıyalım.
^her tUrlö fesadın ortadan kaldırılması, beldelerin huzur ve güveninin korunı^a SI. savaş işlerinin düzenlenmesi, kamu işlerinin iyi yürütülmesidir. Bunlar dahi ٦ ' ‘ ve kudrete bağlıdır. Tanrının kuralı bu veçhile akı.n 9.؟اج. ؛ ؤأ.ا٢٠.. ا. Anlattığım Öç görüşten, kuwet ve nüfuzu olan ka٧min. ؟linetin H^feliğin varisi oİmasT gör.uşUjdiğr fikirlere tercih edilmesi ve 0 ث٧0 : ^ اغ: ا ; ^ ؟أأ V tereti اه:"^ﺧﺎﺟﺎاام؟إﻻ
lete sundu ,
SALTANAİİN KALDIRILMASI
51
Hazret! Ömer'îrı Halifeliği zamanında. Islâm ülkesi olağanüstü çabuk, lukla genişledi, servet çoğaldı. Halbuki bir milletin İçinde servetin ve zenginli* ğin meydana gelmesi, halk arasında sosyal rahatsızlıkların doğmasına ve bu nun da, ihtilal ve fitnenin çıkmasına sebep olması, bu fesat dünyanın icapla. nndandır. İşte bu nokta, Hazreti Ömer'i düşündürüyor ve korkuluyordu. Bir de Hazreti Ömer, hatırlıyordu ki; Peygamberimiz, sırlarını söylediği sahabelerin ileri gelenlerine şöyle demişti: ٠— Ümmetim düşmanlarını yenecek. Mekke'yi, Medine'yi. Yemen'i, Ku düs'ü ve Şam’ı alacak. Iran hükümdarlarının, Roma kayserlerinin hâzinelerini paylaşacak, fakat ondan sonra, aralarında fitne, ihtilal ve nefse düşkünlük başlayacak, geçmişteki hükümdarların yoluna gireceklerdir". Hazreti Ömer, birgün Yeman'ın oğlu Huzeyfe Radiyallahû anh Hazretle rine, deniz gibi dalgalanacak fitneyi sorduğu zaman, şu cevabı aldı: "— Senin için üzülecek bir şey yok. senin zamanında, onun arasında kapalı bir kapı vardır!" Hazreti Ömer sordu: "— Bu kapı kırılacak mı. yoksa açılacak mı?" Hazreti Huzeyfe: "— Kırılacak" dedi. Hazreti Ömer: "— öyle ise artık kapanmaz" dedi ve yakındı. Gerçekten kapının kırıl ması mukadderdi. Çünkü İslâm ülkesi genişlemişti, iş çoğalmıştı. Bu şekilde emirlik ve yönetim tarzı ile her yerde adaletin mükemmel surette tatbik edil mesi güçleşmişti. Hazreti Ömer, bunu, idrak ediyor, sıkılıyor ve Tanrıya yalva rıyordu: "— Yarab, ruhumu kabzeyle!" Ömer, birgün ağlarken, sebebi soruldu: ٠— Nasıl ağlamayayım ki. Fırat boylarında bir oğlak kaybolsa, korka rım ki, Ömer’den sorulur" diye cevap verdi. Evet, Hazreti Ömer Radiyallahuanh, artık Halifelik adı altındaki emirlik tarzında yönetimin bir devlet idaresine yetersiz olduğunu, bir zatın kendi fazi letinde. kendi kudretinde ve hatta kendi mabetinde —saygı ile birlikte korku yaratma— olsa dahi, bir devlet idaresine yetmeyeceğini, bütün anlamı ile id rak etmişti. Hatta bu endişe ile idi ki, Hazreti Ömer kendisinden sonra, artık bir Hali fe düşünemez olmuştu. Kendisine oğlunu tavsiye ettikleri zaman:"— Bir ev den bir kurban yeter" demiş ve Avf m oğlu Abdurrahman’ı çağırarak: "— Ben seni yerime bırakmak istiyorum" dedi. O d a :"— Bana kabul et diye öğüt verir misin?" deyince, Hazreti Ömer: "— öğüt vermem ey AvF cevabını verdi. Abdurrahman da ٠— Ben de kesin söylüyorum, bu işe girmem, dedi. En nihayet Hz. Ömer en akla yakın bir noktaya geldi. Emirlik, devlet ve millet İşlerini meşverete havale etti. Hazreti Ömer'den sonra meşverete katı lan şahsiyetler ve bütün halk, Mescld'i ağzına kadar doldurdu ve orada bazı dikkat çeken durumlarla, yine ümmetin idaresini, seçtikleri bir Halifeye verdi ler.
52
CUMHURÎYETİ^ DÖNEMİ DİN
DEVÎ.ET İLİŞICİLEİ<1
٠
Hazretİ Osman Halife oldu; fakat "kırılmağa mahkum kapı kırılmıştı". İs lâm ülkesinin her yanında dedikodular, hoşnutsuzluklar başladı. Zavallı Os man, acz içinde idi; o kadar ki, Şam valisi Muavİye. onu hayatını korumak İçin kanatlarının altına sığınmaya çağırdı. Buna yanaşmayan Hz. Osman, Nefsi nin korunması için asker gönderilmesini teklif elti. Bunların hiç birisine mey dan kalmadı; her tarafta ayaklanan muhtelif bölgeler halkı, Medine'de evinin içinde Hz. Osman'ı kuşattılar, onu sayın eşinin yanında şehid ettiler. Birçok gürültü ve kanlı olaylardan sonra, halk Hz. Ali Kerremallahüveche'ntn Halifeli ğini tanımıyor, tersine onu Hz. Osman'ın kanını dökmekle suçlandırıyordu. Görevi Islâm âleminde "Kur'an"ın hükümlerini tatbikten ibaret olan Hali fe, mızraklarına "Mushafı Şerifler" geçirilmiş Emevi ordusunun karşısında sa vaşı kesmeğe mecbur oldu. İki tarafın arabulucularının vereceği karara boyun eğmeye söz verdi. Muaviye'nin temsilcisi Amr İbnül As ile Halifenin temsilcisi Ebu Musa el Eş'ari, uzlaşma senedini yapmak için karşı karşıya geldikleri zaman Hazreti Ali de orada hazırdı ve "Mü'minlerin emiri Ali ile Muaviye arasında uzlaşma senedidir" diye yazılan cümleye, derhal, Muaviye'nin temsilcisi itiraz etti ve dedi ki: "— O. Mü'minlerin Emiri sözünü oradan kaldır sen, yalnız emrinde bu lunanların Emir'i olabilirsin. Şam halkının Emir'i değil!" Hazreti Ali, adının başındaki sıfatının kaldırılmasına muvafakat etli. Bun dan sonra, iki taraf temsilcilerini birbirine karşı kullandığı adi hileyi bilirsiniz; bunda başarı kazanan Amr İbnül As, Muaviye'ye halifeliğini müjdeledi. Diğer taraftan Hazreti Ali, hâkimlerin hükümlerine sadık kalacağına söz verdiği halde biraz tereddütten sonra halifeliğe devam etti. Görülüvor ki, Tann'nın Resul’ûnün ölümünden yirmi beş yıl kadar bir zaman sonra, Islâm alemi içinde. Islâm'ın en büyük kişilerinden ikisi karşı karşıya Halifelik iddialarıyla arkalarında sürükledikleri aynı din, aynı ırktaki insanları kanlar içinde bırak makta mahzur görmediler. En nihayet, hilesinde muvaffak olan, saf ve nezih olanını yendi; çoluk çocuğunu yok etti ve perişan eyledi. Bu suretle Halifelik eldi altındaki İslâm emirliğini, yine Halifelik ünvaını adı altında Islâm sultanlığı na çevirdi. Emevi Sultanlığı, topraklarını büyük ölçüde genişletmekle beraber, baş tan sonuna kadar, kanlı ve elemlerle dolu olaylarla ancak 90 yıl sürmüş ve hicretin 132'ncİ yılında Arap milleti Emevi sultanlarını başından atmış ve yeri ne başka bir adla devlet kurmuşlardır. Bu devlete Abbasiler ve başında bulu nanlara da Halife deniliyordu. Merkezleri Irakla bulunan Abbasi Halifeliğinin vartığına rağmen. Endülûs.de dahi "Resulullah Halifesi" ve "Müminlerin Emin" unvanları ile yüzlerce yıl saltanat sürmüş hükümdarlar mevcuttu. Sözlerimin başında anlatmıştım ki. Orta Asya'da muazzam bir Türk dev leti vardı. Islâm’dan önce var olan bu devletlerin sahibi Tûrkler. bundan bin yıl önce Müslümanlığı kabul ettiler. Önce. Doğu'ya doğru topraklarını genişlete rek Çin sınırına kadar sızdılar. Abbasi halifeleri zamanında bu cıvanrnerl Tûrkler asillikleri ve cesaretleri ile tanınan Türkter. asker olarak Sunyeye. irak'a geldiler; Abbasi halifelerinin idaresi altında bulunan bu yerlerde nufuz kazandılar: en yüksek idare ve komuta makamlarına yükseldiler.
SALTANAllN I D I R J L I S I
53
Hاc٢؛اجn dördöncö yüzyıhnda idi ki, Se! ؟uk hükümeti ad؛yla muazzam bir Türk devieti kuruldu. Bu adla devlet kuran TUrkler. bir yandan Kafkasya'ya, di. ğer yandan GUney.e. !ran'a, Irak.a, Suriye'ye. Bat'؛ya yönelerek Anadelu'ya nüfuz etliler. Bağdat'ta oturan Abbasi halifeleri, bu muazzam Türk devletinin nüfuzu alt١na girmişlerdi. Gerçekten bu azametli Türk devleti, beşinci yözy.l.n ortala, nnda Maveraunnehir'i, Harzem'؛. Çam'،, M،s،r'، ve Anadolu yarımadasının bU. yük kısmını ve birçok memleketleri zaptetti ve sınırlarını Kaşga^dan ve Seyhun boylarından. Akdeniz'e. Kızıldeniz'e ve Umman denizine kadar genişletti. Bağdat'ta bulunan Abbasi Halifelerini avuçlarının ve yönetimlerinin içine aldı. lar. Bağdat'ta, ayni merkezde. Melikşah adil, Türk egemenliğini temsil eden bu zat ile. Halife adını taşıyan Muktedibillah yanyana oturdular ve aralarında yakınlık kurdular. Bu durumu ve görünüşü biraz incelemek isterim: Türk Hakanı ki. muazzam bir Türk Devleti'nin egemenlik ve saltanatım temsil ediyor, yanında bir Halifelik makamını ayrıca bulundurmasında bir mafızur görmüyor ؛eğer böyle bir mahzur görseydi, zaten avucunun İçine aldı. ğı makamı ortadan kaldırması ve 0 makama ait Sifat ve yetkiyi kendi maKamı. na katması mümkündü. Yavuz Selim'in beş asır kadar sonra Mısıda yaptığı, nı eğer istese idi. Melıkşah, daha 0 zaman Bağdat'ta yapmış olurdu. Belki Melikşah'ın düşündüğü bir şey var idi ise, 0 da, Türk Selçuk devletine daha sadık ve Halifelik makamına daha yaraşır diğer birinin Halife Muktedibillah'a halef olmasını sağlamaktı. Gerçekten Muktedibillah'ın veliaht! olan oğlunu azil ve onun yerine kendi torununu koymak İçin Halife.yi zorladı. Melikşah ölmese idi, bu, böyle olacak‘ ?imdi Efendiler, Hilafet makamı mahfuz olarak, onun yanında "milli ege. menlik ve saltanat makamı", ki -Türkiye Büyük Millet Meclisidir- elbette yanyana durur ve elbette Melikşah'ın makamı karşısında acz İçinde değersiz bir makam sahibi olmaktan daha yüce bir mevkide bulunur ؛çünkü bugünkü Türi^îye Devleti.ni temsil eden Tü^iye Büyük Millet Meclisi.dir. Çünkü bütün Türkiye halkı, bütün güçleri ile Hilafet makamının dayanağı olmadığı doğru, dan doğruya, yalnız vicdanî ve dînî bir görev olarak üzerine alıyor, onun kefili oluyor. Tarihsel eleştirmeler, silsilesi üzerinde beraberce birkaç adim daha ata. lım: Bu adımlarınız. bizi, bugünkü yönetim şeklimizin ne kadar tabii, ne kadar zaruri ve Türkiye İçin ve bütün İslâm âlemi İçin ne kadar faydalı ve isabetli olduğu neticesine götürecektir. Efendıler^Orta Asya'da devlet üstüne devlet kurrmjş olan Türkler daha Batı'da !ran Selçukluları ve Anadolu'da da .R٧m Selçukluları adi altında pek muazzam ve pek büyük uygarlık yaratan devletler meydana getirmişlerdir. Konya'da ddvlet merkezlerini kurm٧ ş olan R٧m Sel۴ kluları h؛cri 699 yıtır١a kadar varlıklarım muhafaza ettiler. Tanınmış !slâm.Tûrk devletlerinin kar. ؟ısına Cengiz Han adil cihangir Karakurum'dan çıkarak S59 yılında sınıriarını
54
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN - DEVLET İLİŞİKLERİ
Çin Denizine. Karadenize kadar genişletiyor. Cengiz'in torunu Hûlagû idi ki 656 hicri yılında Bağdat.ı eline geçirerek Abbasi halifesi Mutas.m.ı idam edi yor ve bu suretle dünya yüzünde fiilen halifeliğe son veriyor. Fahri Alem'in irtihalinden sonra birinci Halife Hz. Ebubekir ne dünyayı is temiş. ne dünya onu teveccüh eylemişti. İkinci halife Hazreti Ömer, toplumun içindeki dalgalanmanın tutulamıyacağı kanısını, yaşarken yakından idrak ederek, ruhu ıstıraplar içinde olarak hayata gözlerini kapamıştı. Hazret! Osman'a gelince, mukadder olan saldırılar içinde kanını Kltabullah'a —Kur٠an’a— akıtarak dünyayı terketti.
I.
I،
nuncusu Mutasım'ı çocuk ve çoluğu ile 800.000 kişilik Bağdat halkı ile bera ber Hülagûya kurban verdiler. Abbasi halifelerinin zayıflığını görmekle, Resulullah.ın Halifesi ve Emirul müminin ünvanlarını almış olan ve Halifelik nüfuzları Elhamra Sarayının kapı sından çıkmamağa mahkûm kalan Endülüs’teki Halifelerin de beşinci hicret asrının başlangıcındaki feci sonunu bilirsiniz. Bağdat'ta Hülâgu'nun meydana getirdiği önemli olaylar sonucunda, yer yüzünde Halife ve Halifelik makamı, bir alet haline getiriliyor. Bundan üç yıl sonra 659 hicret yılında idi ki. Abbasi halifeleri neslinden Elmuntasırıbillah is minde bir zat Mısır Meliki tarafından halife atandı. Bundan sonra 17 zat halife unvanını alarak ve fakat hiçbir yetkisi, hiçbir etki ve nüfuzu bulunmaksızın doğrudan doğruya Mısır hükümetinin himayesinde birbirinin peşinden hayat sürdü.... Selçuklu Devleti'nin idaresinde umumi dağılma olunca, Türkler 699 hic ret yılında, bu devletin yerine OsmanlI Devleti'ni yarattılar ve kurdular. Bu devletin ulularından Yavuz Hazretleri, 924 hicret yılında Mısır'ı ele geçirdiği zaman, orada idam ettirdiği Mısır hükümdarından başka, ünvanı Ha life olan bir zat buldu. Halife sıfatının böyle aciz bir kimse tarafından kullanıl masının Islâm âlemi için ayıp olduğuna şüphe etmediğinden, o sıfatı, Türkiye Devletinin gücüne dayanarak yükseltmek üzere aldı. Efendiler, OsmanlI Devleti ki. 699’da kurulmuştu. Halifeliği aldığı 924 hic ri yılından ancak 50 yıl sonrasına kadar cihan tarihinin yükselme devri denilen ve birbirini izleyen büyük başarılar ile dolu üç asırlık bir devir yaşadı. Ondan sonra efendiler, iniş, kuvvetlen düşüş devri başlıyor. Efendiler, düşüş devrinin her safhası Türkiye devletinin sınırlarım biraz daha daraltıyor, Türk milletinin maddi ve moral göçlerini biraz daha küçültü yor, devletin özgürlüğüne vuruyor, toprak, servet, nüfuz ve haysiyetini yokediyordu Sonunda OsmanlI hanedanının sonuncu Padişahı Vahdeddtn'ın salta natı devrinde Türk milleti, en derin kölelik uçurumunun kenarına getiriliyor. Binlerce yıldan beri özgürlük anlamının aslı timsali olan Türk milleti bir tekme ı؟e bir çukura yuvarlanmak isteniyor, fakat bu tekmeyi vurdurmak için bir ham.
SALTANATIN KALDIRILMASI
55
den yoksun bir yaratık aranır; idam hükmünü verenlerin böyle adî bir vasıtaya ihtiyaçları vardır... o, kim olabilirdi? Türkiye devletinin özgürlüğüne son veren. Türkiye halkının hayatını, na musunu. şerefini yokeden. Türkiye'nin idamı kararını, ayağa kalkarak ve eği lerek kabul etmek istidadında kim olabilirdi?” Meclis sıralarından: — Vahdeddin. Vahdeddin... sesleri ve gürültüler... — Esefte söyliyeyim ki. bu milletin hükümdar diye. Sultan diye, Padi şah diye başında bulundurduğu Vahdeddin... — Allah kahretsin sesleri... Mustafa Kemal devamla: — Vahdeddin bu alçakçasına hareketi ile. yalnız kendisine yakışan bir tutumu kabul etmiş olmaktan başka hiçbir şey yapmış olmadı. Vahdeddin bu hareketi ile kendini öldürdü ve temsil ettiği içyüzünü kolay lıkla anlayacak olgunlukta ve kabiliyette idi. Millet, hiç bir vakit bu haince ha reketin kurbanı olmağa razı olmazdı. Çünkü millet, bir teamül olarak başında bulunanın, hareketinin içyüzünü kolaylıkla anlayacak olgunlukta ve kabiliyette idi. Millet, tarihin açıkladığı, yüz yıllardan beri uğradığı felaketlerin sebeplerini bir anda görebilecek duyarlıkta ve uyanıklıkta idi. Millet, şahısların, saltanat hırsı, zorbalık hırsı, yayılma hırsından başla yarak, menfaatlerini rahatlarını sağlamak, sefihlik ve rezilliklerini genişletmek, israfları gib ihasis maksatları için vasıta ve kuvvet olmak yüzünden kendi benliğini unutacak mertebede geçirdiği gafletlerin elim sonuçlarından derhal kendisini kurtarabilecek bir olgunluğa erişmiş bulunuyordu. Artık milletin en akla yatan ve meşru ve en İnsanî yetkilerini kullanmak Zcimarıtnın geldiğine kimsenin tereddüdü kalmamıştı. Cihan tarihinde bir Cengiz, bir Selçuk, bir OsmanlI devleti kuran, bunla rın hepsini türlü olaylarla deneyen Türk milleti bu defa doğrudan doğruya ken di adı ile bir devlet kurarak bütün felâketlerin karşısında, yaradılışındaki kabi liyet ve kudretle yerini aldı. (Şiddetli alkışlar) Millet mukadderatını doğrudan doğruya eline aldı ve milli saltanat ve egemenliği bir şahısta değil, bütün fertleri tarafından seçilen vekillerinden ku rulmuş yüksek bir Mecliste temsil elti. İşte o Meclis, yüksek Meclisinizdir; Tür kiye Büyük Millet Meclisidir. Milletin Saltanat ve egemenlik makamı, yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Bu egemenlik makamının hükümetine Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti derler. Bundan başka bir hükümet he yeti yoktur ve olamaz. Kendisine halifelik sıfatı ekliyen bu şahıs mevkii yıkılınca, hilafet makamı ne olacaktır? sorusu hatıra gelir. Efendiler. Abbasi halifeleri devrinde Bağdat’ta ve ondan sonra Mısır’da halifelik makamının, yüzyıllarca saltanat makamı ile yanyana, fakat ayrı ayn bulunduğunu gördük. Bu gün de saltanat ve egemenlik makamı ile Halifeliğin yanyana bulunabilmesi en tabii belilerdendir. Şu farkladır ki. Bağdat’ta ve Mı sır’da saltanat makamında bir şahıs oturuyordu. Türkiye'de o makamda asıl olan milletin kendisi oturuyor. Halifelik makamında da kendisi oturuyor. Halife.
I
56
CUMHURTYET DONEMİ DİN - DEVLET İLİŞKİLERİ
lik makamında da Bağdat ve Mısır'da olduğu gibi kudretsiz sığıntı bir aciz şa hıs değil, dayanağı Türkiye Devleti olan bir yüksek şahıs oturacaktır. Bu suretle bir taraftan Türkiye bir taraftan Türkiye halkı asrî bir uygar devlet halinde her gün daha kuvvetlenecek, hergün daha kuvvetlenecek, hergün daha mesut ve refahlı olacak, hergün daha çok insanlığını ve benliğini anlayacak, şahısların hıyanetine uğramak tehlikesine kendisini maruz bulun durmayacak ve diğer taraftan Halifelik makamı da bütün Islâm Alemi'nin ruh ve vicdanının ve imanının, birleşim noktası. İslâm kalplerine ferahlık verebile cek bir şeref ve yücelikte tecelli edecektir. Efendiler, Türkiye Devletinin, Büyük Millet Meclisi ve onun hükümeti rr.؟٠ fhumlarının, millet ve memleketimiz için ne kadar kuvvet ve kurtuluş, feyiz ve saadet vaadettiğini anlatmayı lüzum görmem. Üç yıllık fiili tecrübe ve bu nun mesut meyveleri yeter ölçüde fikir ve kanaat verebilir inancındayım. Bun dan sonra Halifelik makamının da Türkiye devleti için ve bütün Islâm Â.emi için ne kadar feyizli olacağını da, gelecek günler, açıklığı ile gösterecektir. (İn. şaallah sesleri) Türk ve Islâm Türkiye Devleti iki saadetin tecelli ve tezahürüne kaynak ve beşik olmakla dünyanın en bahtiyar bir devleti olacaktır. (İnşaallah sesleri) Bu anlattıklcLTima son vermek için, yüce heyetinize söyleyeyim ki. bütün arkadaşlarımın bahse konu olan meselenin esasında birlik ve tek eksiksiz be raberlik içinde olduğunu, tam vicdan kanaati ve fikri muhakeme ile beraber olduğunu görüyorum. Bu hal. milletimizin cidden teşekkürünü gerektiren bir hâldir. Yüce heye tiniz sonsuz takdir ve tebrikleri haketmiştir. Deminden tafsilatlı bir önerge okunmuştu. Şimdi okunan bir iki takrir daha var. Her üçünün istekleri esas ba kımından birdir. Onun için yapılacak şey bu üç takriri daha açık ve daha gü zel surette yazıp, yüce heyetinizin kesin oyunu alarak ilân sayesinde bütün düşmanlarımızın aleyhimizde aldığı tedbirlere engel olmaktır." (Şiddetli alkış lar...)^".
٠
Mustafa Kemal Atatürk'ün 1 Teşrinisani (Kasım) 1922 günü Meclis birle şiminde yaptığı bu konuşma birkaç yönden çok ehemmiyete haizdir: Birincisi, konuşma ateşli bir hilafet savunuculuğu içerisinde geçmiş ve mecliste çoğunlukta bulunan hilafet taraftarlanna. bir nevi hilafetin kaldınlma"senet" verilmiştir. yacağına kadar bizzat Atatürk'ün diliyle "senet Böyle olduğu için de her türlü muhalefete hazırlıklı olan meclisin dindar .nıbu. ikinci gruba ait miUetvekilleri. "biz hilafetin kaldınlacağını sanıyorduk. Yanılmışız. Bizi konuşmalannızla tenvir ettiniz"^ ؛diyerek Atatürk'ün yanında yer almışlar ve saltanatın kaldınimasına halifelik kalmak şartıyla evet demişlerdir. 34 35
li
Atatürk'ün Söyfev ve Demeçleri, c. 3, Belgeler. Belge no: 264. Nuiuk-Söyfev. c. 2. s. 920-921.
SALTANATIN KALDIRILMASI
57
İkincisi, konuşma Hz. Adem (a.s.)'dan, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e gelene dek geçen peygamberler silsilesini, Peygamberimizin müstesna hayatını. Kur.an ve İslâm uğruna çektiklerini, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerini ve onların halifeliklerini, sonra Emevi, Abbasi, Endülüs Emevileri, Selçuklular ve OsmanlIlar dönemindeki İslâm anlayışını saltanat ve hilafet uy. gulamalannı. kısaca İslam Tarihini ve siret-i nebi’y ؛bir ilmi elüd ceddiyeüyle gündeme getirdiği için mcclistekilcrin Mustafa Kemal'e olan duygulannı yer yer hayranlığa dönüştürmüştür. Hatta meclisin bazı sanklı, cübbeli hoca milletvekilleri Ankara mebusu ve aynı zamanda müderris olan Mustafa Efendi gibi^٥ birkaç hoca bizzat Ata türk’ün yanına gelerek konuşmasına duyduklan hayranlığı dile getirmişti. Hatla hocalar birbirlerine "biz bunun binek din adamı olacağını talimin etmezdik, ba kın o da varmış kendisinde!" diyerek Atatürk’ün konuşmasındaki dini tonlara dikkat çekmişlerdi. Atatürk, en başta meclisin sanklı. cübbeli hoca efendilerini, çoğunluğu müderris olan hocaefcndilcri etkileyecek konuşmayı nasıl yapmıştı .^ Konuşmadaki dini muhtevayı nasıl oluşturmuştu? Ve önceden böyle bir konuş ma için hazırlık yapmış mıydı? İşte bütün bu sorular cevaplandığında, bu konuşmadan tam 16 ay sonra hilafeün kaldınimasıyla ilgili tartışma ve konuşmalar daha iyi aydınlanmış ola caktır. Konuşma bütünüyle izlendiğinde özenle hazırlandığı ve dini muhteva ola rak din âlimlerinden faydalanılmış olduğu hemen dikkat çeker. Çünkü Ata türk'ün böylesi mufassal ve İslâm tarihi ile ilgili derinlikli bilgisi yoktur ve do ğal olarak tahsil itibariyle olamaz da. Bize göre Mustafa Kemal bu konuşmayı hazırlarken medrese âlimi, Darülfünun ilahiyat Fakültesi Dekanı ve Islâm Hu kuku hocası. Adliye Vekili İzmirli Prof. Seyyid Bey'den faydalanmış ve onunla bir cmiri vasıtasıyla "konuşma metni" üzerinde mahrem mütalaalarda bulun muştur.^.^ "Zaten Saltanatın ilgası ile birlikte, hilafetin ilgası, Şer.iyc mahkemeleri nin ilgası, medreselerin kapatılması ve Tevhid-i Tedrisat kanunu ile birlikte din eğitimine son verilmesi hususunda Gazi Mustafa Kemal'e Meclis nezdindc en 36.
37.
Ankara Mebusu Mastafa Efendt. Ankara'nın Beynam köyünden olup, medreseden yetişm،؟ bir müderris idi. Seriye ve Irşad encümenlerinde çalışmıştı. Meclisteki hocalar grubunun önde gelenlerinden idi. Mustafa Kemal kürsüde konuşurken yanındaki hoca arkadaşlarına sık sık. “görüyorsunuz ya Islâm'ı ne kadar iyi biliyor, halifelik makamına ne kadar bağlı Bakın bızler yanılmışız ... diyerek sarıklı ve sakallı mıHetvekillen arasında kulis oluşturuyordu Naşid Hakkı Uluğ. Ûç Büyük Devrim, s. 95. Ak Yayınlan. İstanbul, 1973.
58
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN
DEVLET İLİŞKİLERİ
٠
büyük yardımı yapan eski ve yeni hukukun tanınmış âlimi. Adliye Vekili. İz mirli Prof. Scyyid Bey idi..'^؟ Devrimler döneminde Atatürk'e en yakın gazeteci ve gözlemci olan Naşid Hakkı Uluğ. Uç Büyük Devrim (Eğitimin Birleştirilmesi. Şapka ve Giyimin De ğiştirilmesi. Latin Harflerinin Kabulü) isimli eserinde Seyyid Bey'in Mustafa Kemal'le olan sözkonusu ilişkisini leyid ve teşvik eder. Zaten Seyyid Bey'in Mustafa Kemal'in yaptığı bu konuşmadan 16 ay son ra hilafetin kaldınimasıyla ilgili yaptığı konuşmayı yanyana geürir ve gözlerse niz her iki konuşmanın da kaynağını rahatlıkla tesbii edebilir ve "bu konuşmayı Seyyid Bey hazırlamıştır" hükmünü rahatlıkla verebilirsiniz. Bir farkla; zamanı henüz gelmediğinden ve meclistekilerin sindirmesi ko lay olamayacağından Mustafa Kemal’in konuşmasında hilafet savunulmuş ve hi lafetin asla kaldınlmayacağı dile getirilmiştir. Müslümanlar için çok önemli bir tarihi vesika olduğu için ileride tam metnini vereceğimiz Seyyid Bey’in konuşması ise. Islâm adına, dini, vatanı, mu kaddesatı kurtarmak adına hilafetin de kaldıniması gerektiğine işaretle yapıl mıştır. Her iki konuşma da birşeylerin kaldınimasına vesile olmuştur. Biri salta natın. diğeri hilafetin kaldmlmasına... Bu iki konuşma Modem Türiciye'nin doğuş tarihinde dini unsurlann nasıl kademe kademe kaldınlmak istendiğini ve bunun için acele edilmeyip tedrici bir senaryonun nasıl uygulanmaya konulduğunu göstermesi açısından çok dik kat çekicidir. Neticeleri ayn ayn. biri saltanatın, diğeri hilafetin kaldırılmasına sebebi yet veren her iki konuşma da din adma, İslâm adına yapılmışür; Saltanat da hi lafet de din adına. İslâm adına kaldınimıştır!.. Bu nutkun bir tek temel hedefi vardı. Meclisteki İkinci Grup miUctvekiIlerinin itirazlanna meydan vermeyecek şekilde hilafetin sevildiği ve yüceltil mek istendiği ihsas edilecekti. Meclisin öğleden sonra yapılan oturumunda bu meseleye müteallik takrirler, üç encümene Teşkilat-ı Esasiye, Şerliye ve Adliye
:٠
encümenlerine havale olundu. "Kanna Komisyon bir odada toplanmışü. Riyasetine Hoca Müfid Efendi seçildi. Meseleyi müzakere etmeye başladılar. Şer'iye encümenine mensup hoca efendiler, hâlâ hilafetin saltanattan ayn olamayacağını maruf safsatalara istinat etürerek iddia etliler. Bu tarzda görüşmelerin istenilen neticeye varmasını bcklc-
36.
Naçid HaWu Ulu ٥ .
Oç BOyük Oevnm. s. 95. A k Yayınlan,
İstanbul. 1973.
59
SALTANATIN KALDIRILMASI
mek beyhude idi. Malumal.ı diniyye yanşma giren hocalar işi gittikçe çıkmaza sürükleyebilirlerdi. Skolastik saplantılar istidad gösteriyordu. Neredeyse encü men hilafet ve saltanatın aynimazlığı karanna varacakü....’^. İşle tam bu sırada yine Mustafa Kemal olaya müdahale elti. "Meclisle ih tilal meclislerinde görülen bir sahne cereyan etmişti. Gazi Mustafa Kemal bir den ileri yürüdü. Bir mektep sırasının üzerine çıktı ve gayet sert bir eda ile: "— Hâkimiyet ve saltanat hiç kimseye, ilim icabıdır diye, müzakere ile, münakaşa ile verilmez. Kudretle ve zorla alınır. Nitekim Türk milleti hakimiyet ve saltanatı, isyan ederek kendi eline bilfiil almıştır. Bu bir emrivâkidir (olup bitlidir). Mevzubahis olan millete sallanalım, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bı rakmayacak mıyız değildir. Mesele zaten emrivaki olmuştur. Şimdi mesele bu emrivâki olmuş hakikati ifade etmekten ibarettir."'.. Bir sıranın üstüne çıkarak orada kesin bir şiddetle konuşan Gazi’nin göz leri, bütün müşterek encümen azalan ve bilhassa encümenin çoğunluğu gibi gö rünen sanklı hocalar üzerinde büyüleyici tesirlerle duralamıştı. Son sözlerini söylerken bakışlan, tam karşısındaki bir hoca efendinin gözlerine saplandı: "— Burada toplananlar. Meclis ve herkes, meseleyi tabii görürse, fik rimce çok iyi olur. Aksi takdirde hakikat gene usulü dairesinde ifade olunur. Fa kat ihtimal bazı kafalar kesilecektir..." Gazi "bazı kafalar kesilecektir" derken gözleri encümeni ve hele tam kar şısındaki Ankara Mebusu Hoca Mustafa Efendi’yi ezmekle kalmıyor. Gazi’nin sağ eli de, bu başlann nasıl kesileceğini anlatmak istercesine. Hoca Mustafa Efendinin boynu hizasında sağa sola işleyip duruyordu! O zaman mesele birden ve herkesin kavrayacağı gibi anlaşılmış oldu. Şe riat vc skolastik münakaşaları hemen kesildi ve bütün encümenin yeni anlayışı na tercüman olur gibi Hoca Mustafa Efendi işi kestirip attı: "— Affedersiniz efendim, dedi. Biz meseleyi başka nokta-i nazardan mütalâa ediyorduk. îzahaünızdan aydınlandık..."'.، Müşterek encümen bu sert tavırdan sonra derhal, saltanaün kaldırılması kararını aldı. Sonra hemen bir kanun lâyîhası hazırlandı. Aynı günde vc Mecli sin ikinci içiimaında okundu. Bu arada oy tolama usulü üzerinde bazı zikzaklar yaratılmak islendi. Fakat Gazi bu sefer de meclis kürsüsüne fırladı:
4a
r a
^ ٥ü 9wİs٠ M
41.
Bask،) Na؛؟l Hakki Ul٧d,
o : ٥rıWcye'/wn
Doğuşu, s. 258. TTK Yayınlan 1968. Ankara (Oçûncû
Halifeliğin Sonu, s. 69.
60
;
CUMHURİYErr d ö n e m i DİN ٠DEVLET İLİŞKİLERİ
٠٠— Bunlara hacet yoktur efendim. Çünkü memleket ve milletin istiklâ lini ebediyen koruyacak csaslan. yüksek Meclisin müttefikan kabul edeceğini zannederim." Saltanatın kaldınldığma dair kanun tasansı oya konuldu ve reisin sesi du yuldu: "— Müttefikan kabul edilmiştir!..'.'.؛ Bu seslen sonra. "Ben muhalifim. Müttefikan değil, ekseriyetle karar alın mıştır'". ؛diye bir muhalif ses duyulsa da Mustafa Kemal'in ve Meclisteki bir kı sım milletvekillerinin "söz yok" demelerinden sonra resmen Osmanlı Saltanatı nın kaldmlması karan alınmış oldu. Meclisin saltanata son veren karan bir bildiri ile birlikte içle ve dışta ilan edildi..... Saltanatın kaldmlmasına dair olan 1 Kasım 1922 tarihli ve 308 sayılı karann metni şudur: 1— Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile Türkiye halkı hukuku hakimiyet ve hükümranisini, mümessili hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsi yeti maneviyesinde gayr-ı kabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bil fiil istimale ve irade-i milliycye istinat etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanı mamaya karar verdiği cihetle misak-ı milli hudutlan dahilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinden başka şekli hükümeti tanımaz. Binaenaleyh Türki ye halkı hakimiyet-i şahsiyeye müstenit olan İstanbul'daki şekli hükümeti 16 M an 1336'dan itibaren ve ebediyyen tarihe müntakil addcylemiştir. 2— Hilafet Hanedan-ı Al-i Osman'a ait olup Halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu hanedanın ilmen ve ahlaken erşed ve eslah olanı in tihap olunur. Türkiye Devleti, makamı hilafetin istinadgahıdır. Meclis bu karar gününü bayram kabul eden ilave şu karan da almıştı: 12 Rebiülevvci gecesi ile, bu güne rastlayan saltanatın kaldmlması günü nün bayram sayılması hakkında umumi heyet karan: Velayci.i Peygamberiye ve hakimiyet-i milliye ilanına rasüayan 1-2 ka sım (Teşrinisani) gecesinin ve müteakip günün bayram sayılmasına Karar no: 30945 42.
43 44. 45
Ö zer O zankaya.
Atarûrk ve L a im s. 200. Tekfn Yayınevi. 1983. A n ka ra
SALTANAİİN KALDIRILMASI
61
Görülüyor ki. sallanatın kaldırılma hususu ne bir tartışmaya nc dc bir oy lamaya konu edilmeksizin tam bir .'İhtilal sahnesi'"., ile cereyan etmiş, aksi dav ranan ve hareket edenlerin de "kafaları kesileceği"^. ؟açıkça ifade edilmiştir. Böyle bir manzara içersinde, Büyük Millet Meclisi'nin 1 Kasım 1922 otu rumunda Saltanatın kaldırılması karannın alınmasından daha tabii elbette bir şey olamazdı. Mustafa Kemal Atatürk'ün düşüncelerini oturtmada, inkilaplannı yerleş tirmedeki sert tavn, kendisinin Bursa gezisinde yaptığı bir konuşmada daha net onaya çıkar: "Kan ile yapılan inkılaplar daha muhkem olur, kansız inkılap ebedileştiri lemez.'".٥ Emrivakiler... Kafalann kopartılması tehditleri... Ve muhkem olması için kanla yapılacak inkılaplara kapı aramalar... Cumhuriyet dönemine girerken karşılaştığımız kilometre taşlandır bütün bunlar. "Herşey inkılaplar için, her şey devrim için."
. ٠٠ A
،’٠ ٠
ﺀ ا ?ﻓ ﺪﻧ ﻢ .ﺀ ذ :ىا ٠ب ٠ا،ا ا٠ﺀذ٠ ،ي٠ﺀل؛.١ﺀﺀت د ٩٠
ئ
ARA EK—I
C lH U R IY E T O N C E S IİE BİR İSLAMCI PARTİ .'^ H A F A Z A -I .J K A .D E S A T VE MÜDAFA-İ H U K l C E M ^ T İ "
؛1
’٠ﻋﻌﻞ؛ﻻا ٩٧ﻫ ﻌ ﻢ٤ I .
ص١
c u m h u r iy e t o n c e s ^
e
BİR İSLÂMCI PARTİ ve KADI R A ^ EFENDİ (MUHAFAZAİMUKADDESAT ve MÜDAFAİ H U K I CEMİYETİ)
Vatanın kurtuluşu için mücadele başladığında, özellikle ulema önderliğin de kurulan "Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti" yurt sathında yürü tülen çalışmaların bir sonucu olarak kazanılan zaferin görünmeyen kahramanlı ğını oluşturuyordu. Cumhuriyeti bu kahramanlığa götüren sebep, hedefleri olan "Salt٠maı-ı Osmaniye’nin Bekası ve Makam-ı Hilafetin Muhafazası" ؛fikrine bütün samimi yetleriyle sanlmış olmalanydı. Bu hedefe bağlılıklan ve sadakatleriyledir ki. "Bismillahirrahmanirrahim" diyerek. Allah’ın adıyla başlayan A.RMHC nizamnamesi,^ çok açık bir dille, "Hilafet-i îslûmiye ve Saltanat-ı Osmaniye’nin bekası" ifadesini "Umde-i esasi ye"^ adı altında zikretmişti. Vatarun kurtuluşunda hedef bu iken, vatan kurtulduğunda bu hedeften sapmalar ve hatta bu hedef karşıtlığı faaliyetler meclis içi ve dışı yürütülmeye başlanınca özellikle ulema kökenli mebuslarda bu gelişmeye karşı gruplaşmalar başladı. Ulema kökenli mebuslar, sezinlemeye başladıklan "Saltanatın kaldınlması, hilafetin ilgası ve Cumhuriyetin kurulması" gibi yeni düşüncelere: "Bu dü1.
2. 3.
A-RMHCnin nizamnamesi. Sivas Malbaası tarafından 6.10.1335 ( ) و ا و اtarihinde neşredil, miştir. Tıpkı Basımı. Tarih VesikaJan Dergisinin XV. sayısına ek .la ra k verilmi ؟tir^ Yeni har^ lerle de Tank Zafer Tunaya "Tû^iye.de Siyasi Partiler" adil yapılında (s. 514-519) A-RMHC nizamnamesini yayımlamışlır. Botün bu çalışmalarda A.RMHC.nin hedeH. "S allanalı Osma. nıye'nin bekası ve Makam.ı Hilafetin muhafazası" ٠ldu ٥u açıkça gösienlmişbr. Mete Tunçay, TOrHiygide Tek Parti Yönetimi, s. 3 4 0 -3 6 ف. Ek.Belgeler-l. Yurt Yayınlan. Anka, ra, 1981. Mele Tungay. . . . . . . . s. 340. "Mevadd-I esaslye"de^
66
CUMHURİYEl' DÖNEMİ DİN - DEVLET İLlŞKlI.EF^
şünceler bizim varlığımıza aykırı ve harekelimizin (A-RMHC) ana esprisine muhaliftir" diyerek bu yeni düşüncelerin karşısında gruplar oluşiurmaya başla dılar. Tabi bunların başında sık sık Erzurum'dan. İslûm'ın müdafaa ve muhafa zası için neşrettiği tamimleriyle tanınan Kadı Raif Efendi vardır. Kadı Raif Efendi Cumhuriyet tarihinin ilk İslûmcı Partisi diyebileceğimiz "Muhafaza-i Mukaddesat ve Müdafa-i Hukuk Cemiyeti*, adı altında bir parti ku rar ve Ankara'daki yönetici kadronun ve özellikle de Mustafa Kemal Atatürk'ün. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararların zıddına uygulamalara gitme lerinden ve Milli Mücadelenin ruhuna uymayan istikametlere yönelmelerin den..." dolayı Ankara'ya şiddetli ihtarlarda bulunur. Kendisi de "bundan sonra A-RMHC'de çalışılamaz!" diyerek besmele ile başlayan nizamnamesini neşre derek "Muhafaza-i Mukaddcsat'٠ı kurduğunu ilan eder. Biz işte bu Cumhuriyet döneminin ilk İsirımcı Partisi diyebileceğimiz sözkonusu cemiyetin kuruluş beyannamesini Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü (TİTE) Arşivinde 24/3078 numaralı kayıttan alarak bir tarihi belge olarak burada aynen yayınlamak istiyoruz: BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM MUHAFAZA-İ MUKADDESAT VE MÜDAFA-İ HUKUK CEMİYETİ ERZURUM HEYET.İ MERKEZİYESİ BEYANNAMESİ
Ey Ümmet-î Muhammedi Ey Aziz Hemşehrilerimizi Harb٠i Umum ؟felâket.i uzması akabinde kûrre-i arzdaki üçyüz elli milyon müslûmanın gözbebeği olan kürsî-i muallâ-yı hilâfet-i Islâmiyyenin makarriyle ânâ merbut bir nice memalik-i Islâmiyyenin düşman-ı bîamanlanm.z tarafın dan nasıl işgal ve tarumar edildiği ve bu meyanda hakikaten her kabza-i hâki bir şehit kaniyle yoğurulmuş güzel vatanımız Erzurum'umuzun da kimlere peşkeş çekilmek İstenildiği cümlemizin malûmudur. İşte böyle bir zamanda idi ki erbab-ı azm ve himmetin delâletleriyle yer yer teşekkül eden Millî Müdafaa cemiyetlerinden biri de Erzurum'umuzda meydana gelmiş ve derd ortağımız olan civar vilâyetlerle dertleşip çareler aramak üzere Erzurum'da bir kongre akdine derhal teşebbüs edilip tevfik-i İlâhî sayesinde akd olunan kongrede dertlerimiz ortaya ve bu derdlerin davasının ancak fedâkârane çalışmak ve dinsiz, namussuz esir yaşam ^lansa din ve şerefiyle ölrneyi^rcih etmekten y ؟M û S 2 T H u k ? ؟c T m i Ş kesb-i tevessüyle Anadolu ve Rumelj Mûdafaa-i Hukuk Cemiyeti halinde inkişaf ederek şarkan ve garben pay-i
4.
M ahm ud Goloğlu.
CumhuriyeVe Doğnı, s. 159-160. Başnur Matbaası, Ankara. 1971.
CUMHURİYETİ. DÖNEMİNDE BİR İSLÂMCI PARI'l
67
adadan tathir ve müdafaasına aızm ve teşebbüslerle iütf.ü İlâhî sayesinde her cihette muvaffakiyetler husü) bulmağa başladığı bir esnada idi Kİ. kimlerden ibaret olduğu mukaddema neşr olunan bir beyannamemizde kaydü İşaret edi len bazı muhteris ve menfaatperestler vaktiyle şarktan kopmuş ve bunca ma mureleri harap ve bisaab edip bir memleket dahilinde milyonlarla mahlukâtı diğerine boğdurup boğazlattırarak hâk-i helake sermiş ve açlık ve sefaleti in san eli yemek derecesine getirmiş olan bir fikir ve âkide-l bâtıla fırtınalarını memleketimize sokup ordu vesaire gibi maddi ve manevî kuvvetleri devirme ğe ve bir hercümerc meydana getirerek bu meyanda kendileri bir baş olmak ve halkın bütün hukuk ve emvalü ırzü namus ve mukaddesatını yıkıp enkazı üzerinde kendilerine bir mevki-i istifade ve tahakküm ihzar etmek teşebbüsü ne düşmüşler ve hatta pâk ve nezih olan Müdafaa-i Hukuk ahkâm ve gayeleri meyanında bu gibi melânet ve mefsedetleri yerleştirmek suretiyle bile bir isti hale ve bir inkılâp vücude getirmek üzere hemen fiiliyata geçmek üzere idiler ki Erzurum'un pâk ve dindar nâsiyesi yine parlayıp buraca infisaha uğratılmış olan cemiyeti yeniden Muhafaza-i Mukaddesat ve Müdafaa-i Hukuk namiyle bitleşkil zulmetalûd efkâr-ı fâsidenin mahiyetini meydana koyarak muhiti ten vir ve müteşebbislerinin görüp tanımak istemedikleri hak ve hakikati gözlerine sokmuş ve dikelmiş kafalarını aşağı indirtmiş idi. Cemiyetin teşkili bütün âraz-ı faside ve âmâl-i İhtiras menfaatperestane şâibelerinden münezzeh gaye ve meslekî isminin medlûlünden İbaret olarak sırf kudsî ve nezih bir emel.ı dindâraneye münhasır olmak üzere vukua geldi ğinden şimdiye kadar başka vadilerde hiçbir şeyle alâkalanmayıp dahil ve ha riçte din ve milletin düşmanlarının tecavüzlerine karşı icabeden mukabele ve müdafaa-i mümkinede bulunulmuştur. İşte bu kere Meclis-i Millînin tecdiden intihabata karar vermesi üzerine hak veya bâtıl bir takım fikir ve düşünce sa hiplerinin kendi fikir ve düşüncelerini âtide terviç için esbab hazırlamak üzere halen müsait buldukları meydan-ı faaliyete atıldıkları şu esnada yine bir ta kımlarının da duralarca alttan alta ve bin türlü rüyu kisvelerine bürünerek ve suret-i haktan görünerek faaliyete getirdikleri hatta meb'us namzedi olmak üzere mülhakata, şuraya buraya bir takım esami ve üsteler idsaliyle ezhân-ı ahaliyi iğfal ve taglit ve desiseler istimaliyle birer meb'usluk elde ederek âtide efkârü amâl-i şahsiyye ve menfaat ve ihtirasat-ı hasiselerini daha serbest ve kuvvetlice temine teşebbüs ve gayret etmekte oldukları görülüp anlaşılmıştır. Bu gibiler İleride yine milletin âmâl-i efkâr-ı kudsiyye ve âdâb-ı milliyyesiyle gayr-i kabil-i telif ve taban tabana zıd bir takım vaziyetler ihdasiyle de mukadderat-ı milleti melabeye çevirip mukaddesat-ı millete tecavüzkârane harekâtta bulunacakları ve millet ve memleketin menafi-i âliyesi zararına olsa dahi menafi-i şahsiyelerini takibi elden bırakmayacakları emsal ve asar-ı sâbitesiyle taayyün ve tezahür etmiş olduğundan ve bu noktadan keyfiyet cemiyetin gayeü âmâl-i mübeccelesiyle alâkadar görüldüğünden dindar ve muhterem aha limizin pişegâhına âtideki nukatı selâmet-i umumiyye nâmına arz ve izahı bir vazife telâkki eyledi. 1. siyaset-i hariciye ve ahval ve vaziyet-i dâhiliyemiz itibariyle hakika ten tarihimizin şimdiye kadar kaydetmediği gayet nazik ve mühim ve hayat memat tâbirine bihakkın maasıdk bir noktada bulunduğumuz ve işte bu defa
68
CUMHURlYE)% DÖNEMİ DİN - DEVlEn. İLİŞKİLERİ
toplanacak meclisin ciddî olarak millet ve memleketin ba berat-ı istiklâl ve sa. adattnı istihsal veyahut maazallah mahv-ü٠ ٠nâbud olması esbabı istihzar etmiş ٠٠ ٠٠٠ ٠٠٠ ٠٠ ٠ olacağı kemal-i ehemmiyetle her dakika nazar-ı dikkatte tutularak ana göre hareket edilmesi. 2— Birinci derecede müntehip olan umum ahalimizin doğrudan doğru ya meb.us olabilecek kimseleri tanıyıp bilmek talipleri yekdiğerinden tefrik ve temyiz etmek imkân-ı maddîsi olmamakla beraber zaten hal.i hâzırda mevcut intihap kanunu da intihabâtı iki derece üzerine tertip ettiğinden ahalimizin bi. dayet.i emirde meb'uslardan ziyade intihap edeceği müntehib-i sânilerin din dar ve Allah'tan korkar, hatır ve gönülden ziyade hak ve hakikate riayetkâr ve müntehib.l sâniliği kendisine yalnız bir rifat ve leddel.kaza âiet-i menfaat de ğil milletin kendisine tevdi ettiği azîm bir emanet olup ehline tevdi etmediği halde huzur-u bâri ve ind-i ahalide mes'ul ve şerr-i mesar olacağına iman ve itikad etmiş kimselerden intihap edilmesine son derecede gayret ve itina et mek. Müntehib-i sâni olacak zevat da balâdaki fıkralarda beyan olunan - 3 -cihetleri tamam ve hakikî manasiyle düşünerek sandığa atacağı bir rey pusu .Iasiyle milyonlaria halkın din ve dünyasına ve 1^ ve namusuna müteallik hu kuk ve mukadderatım birka ؟kimseye tevdi etmekte olduğunu derpiş ederek -ve hatta bu babta havf-1 İlâhîden elleri titreyinceye kadar tefekkür ve mülâha .za ederek ondan sonra sandığa rey pusulasım atmak -Yüksek Erzurum'umuzun vaziyet-i siyasîyyesi. yalnız civar vilâyet - 4 a-i hükümet dahilindeki memalikge değil, büt.ün memalik ve^ ler veya ha١ hükümetlerce pek dakik surette telâkki ve takip edilmektedir. Intihabât ve sai. ٢© gibi bir takım siyasi hareketlerde bizim atacağımız her adim pek ؟-ok mânâ lar ifade ve pek b.üyük tesirler icra edeceği gibi bililtizam mânâlara ؟ekilmek ihtimali de mevcuttur ki. İşte bu noktadan da hey'et-î umumîyemizin bahusus müntehib-i sânî olacak zevatın pek müteyakkız bulunması ve siyaset. ؛-umu mîyye-1 devlet ve milletin eser - ؛zaafı telakkT edilecek bir yanlış hareketin pek büyük mazarratlar tevlid edeceğinin daima pi؟- i mülâh^ad ؟.tutul.ması -İşte cemiyelimizceahval-i hâzıra dolayısıyla düşünmek mecburiye —5 ti hissedilen şeyler balâya dere edildi. Şimdiye kadar meb.us ol^ak.üzere namzedliklerim ؛esmen ' ^ ؛eden zevatın esamisi buraca malûm olduğu gi؛؟ peyderpey mülhakata da tebliğ olunduğu tabi؛d!r. Bunların haricinde ! ا ه٢؛! ق ﺋ ﺄ ؛zetlik آer؛n أİlân eTmek uzere zamanına müteakip ve. haricen müteşebbis 0 ;ا ة اolduğu g'ib.i kendisi bizzat taiip olmayıp mille ؛tarafından intihap edıl^ği h^de reddetmeyerek kabul edecekler de yardir. I ^ r h a z a ﻷ: ﻗ ﺎ: ﻋ ﺆ0 ﻋ ﺜ ﻶ ق peyderpeyzuhura gelenler olduğundan h ؟nüz tamamı ﺀه7 !ﻋﺎ٠ ﻷﻟﻮ اؤاﻻ ! ﺑ ﻪ٠?: ^
It إ
-
----
------- . . . . . . . .
.....
w
w
ı
w .
w w w \
WM ı w
n ı& u ı
CUMHURİYErr DÖNEMİNDE BİR İSLAMCI PARTİ
69
ve serbesti-j vicdan İle reylerini istimal eylemelerini rica ederiz. Selâmet.! Din ve millet ve saadetti memleket namına çalışmak bizden, hüsn-ü telâkki ve tefekkürle hûsn-ü kabul muhterem ahalîmizden ve tevfik de Cenab.ı Al lah'tandır."^ "İstanbul'da âdâb.ı milliye ve şiar-ı islâmiye ile hiç bir zaman telif edilmiyecek bir takım hareketlerin meydan aldığını ve son zamanlarda o mubâlâtsizlığın pek çirkin bir şekle girdiğini Büyük Millet Meclisi kemâi-i esefle işitiyor. Müslüman nâmını taşıyan bazı kadınlar namus ve iffet nâmı altında takdis et tiğimiz iki muazzam vazifeye karşı tamamiyle lâkayd kalarak fezâletlerini ken dilerine yabcincı erkeklerle hususî ve umumî yerlerde dans etmek derecesi ne kadar ileriye götürüyorlarmış. Büyük Millet Meclisi yakinen bilir ki, bu şenâatleri bîperva irtikâb eden alçak fitneler pek küçük bir ekalliyetten ibarettir. Yoksa o mübârek memleketin ekseriyeti kâhiresi diyânetine. milliyetine has olan seceyâyı hergüzedeyi tamamiyle muhafaza etmektedir. Ve ahlâk.ı keri. mânesine ve an'anât-ı Mukaddesesine vuku bulan bu tecâvüzlerin de vâkıfı olmak itibariyle bizlerden ziyâde müteessirdir. Fakat emri bilmaruf nehyi anilmünker farizasıyle bütün mûslümanların mükellef bulundukları hiçbir zaman hatırdan çıkmamalıdır. Bilhassa oradaki ahalimize mürşidlik vazifesini deruh te eden havas tarafından umur-u millete bu derecelerde müsamahakârlık gösterilmesi elbette mazur görülemez. Bütün Anadolu halkı çoluğuyle çocu ğuyla, kadıniyle. erkeğiyle, maliyle, caniyle, dişiyle tırnağiyle düşmanlara kar şı mücâdele ediyorken İstanbul'daki halkın hiç olmazsa bu mukaddes cihada kalben iştirak etmesi icab etmez mi? Milletimizin istikbali olan gençler ve istikbali kurtarmak için hayırlı evlâtlar yetiştirecek kız ve kadınlar düşünmelidir ki; bugün kendilerinin Anadolu’daki dindaşları onların hayatını, namusunu, şerefini, istiklâlini kurtarmak azmiyle uğraşıyorlar. Karların altında, çamurların üstünde, sarp dağlann tepesinde, engin ovaların içerisinde, mübârek kanlarını döküyorlar. Bu mukaddes gâye uğrunda canlarını fedâ ediyorlar.
5.
Tarih Vesikalar. Dergisi, say. XV. Ankara.
ﺀ،٠٠؟ م٠أا ،;.
| ا.:
٠. . .ج ﺀ ﻇ ﻸ ,ﺑ ﺎ ؛ ز ٠ا = د ه
٠ز
-
i t i l VT wr
م;ث ٠ﺳ ﻪ 1
Üçüncü Bölüm "٠٠
JSL^
t
ki
TBMM ve MUSTAFA KEMAL HALİFESİNİ SEÇİYOR
٠
؛İ٠K ٠â^ ،s '؛؛
.؛..’.r.‘٠ ١:>v■٠ V ٠
- 'r - m
TBMM vc MUSTAFA KEMAL HÂLİFESİNİ S E Ç ^ R J
BUyuk Mille( Meclisinin 309 sayılı karan ile salı.ınailı^a s.n verilini ؛ve (aka( hıiafc(. ٨ا٠ اüsman.a ail bir lıak olarak kaimi!(؛. Salianaiın ا1٤ذل١ اkarannJan 16 ﻟﻼة١ .sonra halifelik makamınca bulunan Valxk(un٠in hayannı (chlikcde gOrüügünü hisse (mesi üzerine, - k i bu 16 gün. luk zaman içcnsintlc Valıüeilin aleyliine güslcrilcr hail s٠٦l١١aya çıkmı ؛vc bizzai Yıldız Sarayı.nın e (rafını saran güslcriciler (arafındiin. "Kahrolsun Vahtlenin'' gibi sloganlar saray duvarlanna yazılmaya ba^lanmı ! (؟- anık lıalifclik iarihinin son günlerim gclindigi de kendini hisscdirir olmuşlu. Sulian.flalifc ١ahdedin ﻢ ﺛ de. Ingilicrc t^vleii.nin Isianbul'da bulunan Şark Kuvvclleri Ba؛k0mu(anı Gc. ncral Haringron'a kendi el yazışıyla yazdığı vc biz-'.a( kendisinin mtllıdrlcdigl mtlracaa( yazışında bu dunımu dile gciircrek ؟Oylc diyordu: "Dersaad.( İşgal K٧ w ٥ ll٠ ri Komulanı G .n .ra! Sir Harington Cenabldfi. nal Islanbul.da hayalimi lahliked. gördüğümden Ingıllere devlelıno illica V. bir an ew el İstanbul'dan mahalli ahara naklimi (aleb ederim elendim." 16 Teşrinisani (Kasım) 1622
Malile.iMUslimin Mehmed Vahdettir)]
Gerçekten Halifc.Sullan Vahdettin bu isteğinden bir gün sonra, yani 17 Kasım 1922 tarihinde sabahın erken saatlerinden itibaren uruk İsianbul'du halife yoklu vc Vahdettin Türkiye'den aynlmıştı. 1.
Naşil Hakkı Utuğ, HaMtğin Sonu, s. 76; Çetin ٥ zok, Türk Anayasa Hukukunda Laiklik Kurah, 8. 32.33.
74
CUMHUKİYKİ^ DÛNKMİ DİN
DEVl.Eri'ILİŞİİJLERİ
٠
Ankara Hükümeti ve Mustafa Kemal Vahdciıin’in îsîanbul’dan aynldh٦ım haber alır almaz. 19 Ekim’den beri Ankara Hükümcli.nin temsilcisi olarak Isranbul'da bulunan Rcfci Paşa.ya (Bele) bir telgraf göndermiş; Meclisin kimi halife seçeceği belli olmamakla beraber, seçilecek kimsenin tekrar padişahlık iddiası na kalkması ihtimalini gözönündc bulundurarak Refei Paşa'dan Abdülmccid Efendinin kanaatlerini ve eğilimini öğrenmesini istemişti. Çünkü saltanatın ilgası hakkındaki kararda, ’.hilafetin ilmen ve ahlükcn er؟cd ve aslâh olan bir Âl-i Osman’a verileceği" ؛çok açık bir şekilde belirtilmiş ti. Böyle olunca da halifeliğin tek adayı olan Âl-i Osman kendiliğinden onaya çıkıyordu: Abdülmccid Efendi. İlginç olan şuydu: Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi Halife.i Müslimin.i seçmek durumunda kalmıştı. TBMM. 17 Kasım - 19 Kasım 1922 tarihlerinde halifelik seçimi şartlan ve usulleri üzerine çok hararetli tanış malara sahne olmuştu. Bu hararetli sahneleri sayfalanmıza almamızın nedeni Türkiye'nin nere den nereye geldiğini ve bu geliş içerisinde hangi serüvenleri geçirdiğini göster mek içindir. Sultan Vahdettin'in İstanbul'dan ayrılışıyla birlikle 18 Kasım 1922’dc Meclis Başkanı Rauf Orbay’ın icklineriylc. TBMM içerisinde halifenin seçimi müzakerelerine başlandı. Meclis Başkanı Hüseyin Rauf Orbay. halifelik kavramını adeta ıstılahî anlamıyla kullanarak, "münlıal kalan İslâmlığın imamlığına" birinin seçilmesi nin acil ve zaruri olduğuna işaret etti. İkinci Grup milletvekillerinin liderlerinden Mersin mebusu Çolak Selahaddin Bey; Halifeyi seçme hakkı meclisindir. Halifeyi burada seçeceğiz" de mişti. Herşeyin ehveni, zaman ve zemine uygunluğu açısından bütün görüşler Abdülmccid Efendi'nin halifeliği üzerine yoğunlaşıyordu. Yalmz bir farkla, se çilecek halifenin artık İstanbul'da duramayacağı ve TBMM’nin başında bulun ması gerektiği söyleniyordu. Çarıkın mebusu c.ski medrese hocalarından Tcvfık Efendi de herşeyin usulüne uv«un olması için meclisten Şer'iye Vekaletinden halifelik için aynca bir fetvanın da çıkmasını ve fetvanın mecliste okunmasını istemişti. Ankara.lı müderris mebuslanndan Mustafa Efendi, yine hepsi İkinci Grup.un "hoca" ve "Ulema" kaynaklı milletvekillerinden Erzurum mebusu Ycşilimamoglu Salih Efendi. Lazisıan mebusu Osman Efendi. Amasya mebusu cs2
TBM M Z abıl Cendesi. 0 ٥ v I, e 24. ٤. 304
TBMM VE MUSTAFA KEMAL MALİFESİNİ SEÇİYOR
75
kİ Kurmay Albay vc nafıa Vekili Ömer Lüifi Bey, Kırşehir mebusu iVlüfiL Kurulluoglu Hoca vc İ/mii mebusu Sim Bcy'lcr, halifenin artık Ankara'da vc TBMM'nin başında bulunması gerekliğini savunmuşlardı.^ Halta Büyükşelur caddelerinde hala adı yaşatılan Tunalı Hilmi heyecana gelerek; "Halife Ankara'da bulunmalı. Şeriat hükümlerine uyacağına dair TBMM'nin iş bu kürsülerinde yemin etmesi kaüyycn lâzımdır" diyerek hararetli bir konuşma yapmıştı. İzmit milletvekili Sim Bey ise, "Yaşasın İslamiyet vc ya şasın halifelik!" diyerek oturduğu yerden bu konuşmalara katılıyordu.*. Bütün bu konuşma vc hararetli müzakereler TBMM Reisi Mustafa Kemal ve Arkadaşlarının gözleri önünde cereyan ediyordu. Müzakerelerin bir yerinde meclisin lider simalanndan Kurmay Albay Schıhaddin Bey, halife seçilse bile bütün bir mebusan'ın vc TBMM reisi olanık Mustafa Kemal’in seçilecek halifeye "biat" etmesi gerektiğini^ söylemişti. "Bi at" kavramını TBMM çatısı altında ilk kez gündeme getiren Kurmay Albay Ço lak Selahaddin Bey. "Şeriat için biat zaruridir" diyordu. Müzakerelere bir müddet ara verilmiş vc ikinci celse açılınca ilk sözü İkinci Grup sözcülerinden Bitlis Mebusu Yusuf Ziya almıştı. Bitlis milletvekili dindarlığıyla, İslâm'a aşın bağlılığıyla tanınıyordu. Ne zaman biri İslâm'a aykm, dine aykm bir konuşma yapsa hemen onun üzerine yürümesi vc mecliste gürül tü çıkarması ile tanınıyordu. Kendisi Anadolu’nun işgal kuvvetlerinden kurtul masında büyük gayretler göstermişti. Yusuf Ziya İstanbul'un halen işgal altında olduğunu söyleyerek: "Halifeyi hakimiyetimiz alundaki bir yerde seçmek vc biat şarttır; biat olmadıkça da se çim tamam olmaz." demiş vc, "Asıl olan halifeyi seçmemiz değil, ondan da öte halifenin vezâifinin vc salahiyetinin ne olacağıdır. Halifenin yetki vc va/ifden belli olmadan halife seçiminin bir anhum yoktur" diyerek halife seçimi mu/ake relerine yepyeni bir boyut kaz،mdıımıştı.٥ Bitlis Mebusu Yusuf Ziya:^ "İslamlık Cumhur üzerine kurulmuş bir var lıktır. Meşveretle idaresi gerektir vc böyle bir Şura’nın tabii reisi ancak llalıic olabilir." deyince Mecliste Icyh vc aleyhle görüşlerde muazzam bir dalgalanma meydana gelmişti. Bu sırada Yusuf Ziya, mecliste bulunan bocalan işaretle elini 3. 4.
S 6.
7
Nasit Hakkt ٧ l ٧g. Halifeliğin Sonu, s. 87. Celin Ozok. Devlet vo Din. s. 475. Şevket SOreyya Aydemif. Tek Adam, e. 3. s 61.83. ٧ 1ﺧﻼ. a.g.e.. s. 83 TBMM Gizli Celse Zab.Uan 140 Birleşim 4. cotso Anactolunun kurtuluşunda b ü y .k gayretler sarteimiş .la n bu insan 1925 yıtında D og j rindaakan irtica ha؛ekollen ve olaylarla ilgili görülmüş ve Bitlis Asken Mahkeme Karanıte (Isti.klat M ahkem elerin, bile gönderilmeden) idam od٠lm ٠şhr (Naşıl Hakk, Ul٧g. ٥ g e . s. 88)
76
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN
DEVLET İLİŞICİLERİ
٠
havada sallayarak: "Şeriatı bilen hocalar bu konuda susmaya devam ederlerse, yarın yevm-i kıyametle, mahşer gününde bunun hesabını vereceklerdir. Şeriata iman eden insanların benim söylediklerim karşısında söz söylememesi lazımdır" diyerek Meclisin itiraz etmemesine zemin hazırlıyordu. Gürültüler devam edin, ce: "Efendiler ben şeriatı İslamiycden bahsediyorum. Burası müslüman bir mec listir. Artık ben meseleyi umuri şeriye ile alakadar olan rüfckayı Kiramın vicda nı insafına terk ediyorum..." ؟diyerek konuşmalanna ara vermişti. Bitlis mebusu Yusuf Ziya Bey'in konuşmalan meclise halledilmesi gere ken iki başlık bırakiırmıştı: a— Halife'y. Biat. b— Halifenin vazife ve selahiycücrinin şeriat sınırlan çerçevesinde tesbit ve tayini.. Durum bu noktaya gelince, daha doğrusu müzakerât hiç beklenilmeyen ve hatla tahmin edilmeyen bir mecraya gelince Mustafa Kemal müdahale etmek durumunda kalmıştı. Müzakereler için hedef şaşırtıp sadece halifenin seçimi ile kifayet ederek başka meselelere geçmek en çıkar yol idi. Çünkü böylccc. halife ye biat ve halifenin şeriat dahilinde vazife ve salahiyetlerinin tayini meselesi Ankara'nın gelecekteki siyasî hayaünı toptan değiştirebilirdi. En önemlisi Mus tafa Kemal’in ta baştan beri düşündüklerinin allak bullak olması sözkonusuydu. Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya meclisi konuşmalarıyla artık halifeye biat noktasına getirmiş ve ondan da Öte halifeliğin sembolik olarak kalmaması için: "Efendiler! Bir camie, bir mescide bir imam veyahut bir müezzin tayin et liğimiz zaman o vazifesinin ne olduğunu bilir. Camie tayin olunan imam bilir ki ٠idcce؛؛i camide imamet edecektir. Bir imamın, bir müezzinin vazifesi ma lum iken, koskoca bir halifenin vazifesini tayin etmek, müşevviş (belirsiz ve kam akanşık) bırakmak muvafık mıdır? Yoksa Efendiler halife yalnız bir kelime ile olmaz. Biz Vatikan Sarayını taklit etmiyoruz. Sembolik bir halife seçmiyoruz. Mahaza Halifenin vazifesi ta yin edilmeli ve intihap, şeraiü la/.ime tahünda olmalıdır."., diyerek meclisi etkiIcyen bir konuşma yapmıştı.
8 9.
10.
C e l^ Zabttlan. 140. In'ikat. 5. celse (18.11.1338)
٠ -
IBMM VE MUSTAFA KEMAL HALİFESİNİ SEÇİYOR
77
işle tam bu sırada Gazi Mustafa Kemal gclccekicld düşündüklerini ger çekleştirmek adına bizce tarihi olan şöyle bir konuşma yapmıştı: .'Arkadaşlar mevzubahis olan meseleyi çok münakaşa etmek, çok tahlil etmek mümkündür. Fakat zannediyorum ki, münakaşat ve lahlilûı da ne kadar ileri gidersek meseleyi halletmekte o kadar müşkülat ve leahhuraia ugranz. Benden önce kürsüyü terk eden Yusuf Ziya Bey, halife olacak zatın vazife ve salahiyetlerinin ne olacağından bahis buyurdular. Zannediyorum ki. ondan önce bir halife intihap etmek daha mühimdir. Sonra seçeceğimiz halifeye hilafetini tebliğ edeceğiz... Binaenaleyh bugün söylenen şeylerin hepsini halletmemiz mümkün değildir." Mustafa Kemal'in hedefi "sözde bir halifclik"lc seçimi yapmak ve halife ye hiçbir vazife verdinmemek idi. İşte bu konuşmayla "biat" ve "halifenin sala hiyetleri" meselesi gündemden çıkıverdi. Son söz olarak Mustafa Kemal, halife lik ve hilafet makamı üzerinde durarak:"... Fakat Türkiye'nin vazifesi Makam-ı Hilafeti kurtarmaktır. Bu bizim için bir davayı mahsustur. Bunu makam-ı Hila fet olarak nihayetine kadar göstermek ve onun kunanimasına çalışmak bizim için hayırlı bir davadır. Bizim için bu dava Alem-i İslam nazannda fevkalSdc takviye eden bir meseledir. Bunu sarsmak doğru değildir." diyerek halifeye sa hiplenme hususunda meclisin nabzına hakim olmaya çalıştı."^؛ İşin ilginç yanı Atatürk'ün çok açık bir dille hilafeti ve halifeliği savunan bu konuşmalanna rastlayan günlerde; 18 Kasım 1922 tarihinde Lozan Banş Konferansı için Lozan'da bulunan İsmet İnönü de bütün bir dünyaya ve dünya müslümanlığına aynı mesajı veriyordu. İsmet İnönü 17 Kasım 1922'de Lozan'da kabul ettiği: "Müslim Standart" gazetesi Genel Yayın Yönelmeni Seyyid Abdülkayyum Melik'e bütün dünyaya duyurulmak isteği ile verdiği beyanatta: "Size ve sizin vasıtanızla bütün müslümanlara şunu söyliyeyim ki... Türk Milleti, İslâmiyet'in kolu ve kılıcıdır. Türkiye Anayasası, Hilâfetin yani hür ve müstakil bir "İslâm Dcvlcti"nin menfaatlerini yürüuncğc çalışacak ellere, bütün müdafaa kudretini vereceğini söylüyor. Bu halde. Hilâfeti nasıl, maddi, desteksiz bırakmış oluruz. Türkiye. Hilâfeti tutuyor ve tutacaktır. Hilâfet Türk Milletine vediadır, emanettir. Türk milleti hür ve müstakildir. Bunun için Hilâfet de taarruzdan masun ve iktidara maliktir. Hilafetin bütün vasıflan mahfuz ve emindir. Kanımızın son damlasına kadar Hilâfeti tutup, yaşatacağız. Fakat tek bir adamın şahsi malı olmasına asla müsaade edemeyiz. İşle Türk Milletinin karan 11
Çeün Ozok.
Tûrkiya'de Gen'd Akımlar, s. 31-34. Varlık Yay İstanbul. 1964,
78
CUMHURİYET DÖNEMİ DlN
DEVLET İLİŞKİLERİ
٠
budur. Biz öyle hissediyoruz ki. Hilâfcl bugün daln müslümanlar arasında, da ha büyük bir anlaşma ve yardımlaşma kaynağıdır. Yeryüzündeki din kardeşleri mizin bu sözlerimi dikkatle okumalannı isteriz ve mihnetli günlerimizde onlann devamlı müzaheretlerini beklemekte olduğumuzu düşünerek bizi haklı gönnclerini bekleriz. Biz. büyük Islâm Aleminin azasındanız. Bizi takviye ve teşeî. etmenizle ve Islâmiyeie yaptığımız âcizane hizmeti takdir eylemenizle bizim. İslâm’ın hür riyet ve istiklâlinin savunucusu sayılmağa lâyık olduğumuzu isbat ettiniz. Türk, bu mütevazi ve asil vazifeden dolayı iftihar eder. Bizim kanaatimiz şudur ki, Hi lâfet hakkı Türk Milletin’dc m a h f u z d u r . ” ^ ؛ 18 Kasım 1922 tarihlerinde Lozan’da böylesine açık bir üslupla hilafet sa vunuculuğunu yapan ismet İnönü gibi. 18.11.1922 tarihli TBMM Gizli Celsesi nin 140. birleşiminin saat 4.18 sonrası başlayan 5. celsesinde de Atatürk çok açık bir dille: "Halifelik bizim için Alcm-i İslâm nazannda fevkâlâdc takviye edici bir meseledir" demişti. Bu sözlerin zaman ve zemin gereği, özellikle de siyaset gereği söylenmiş olduğunu, 3 M an 1924 yılı Halifeliğin kaldıniması üzerine söylenen sözler is pat sadedindedir. O günleri dakika dakika yaşayan gazeteci Naşid Hakkı Uluğ'un tcsbil ve benzetmesiyle söylersek; "Gazi yine soğukkanlı ve sükûn içerisinde ihtilalci kararlannı frenlemiş, başan için en pratik yoldan her safhayı vakti geldikçe tatbik prensibinden aynlmamıştı."^؛ Mustafa Kemal Aiatürk.de özellikle dcvrimlcrin başlangıcına kadar geçen süredeki bu tür değişken politikalar için ortaya koyduğu stratejiyi şu sözleriyle iz:ıh ediyordu: 12.
13
Fendun Kandemir. Hauralan ve Söyliyomedikleriyle Rauf Orbay, s. 96. İstanbul. 1965. Kadir
..İ
Na ؟ıi HakKı Ulu٥. Hatıfofiğin Sonu, s. 67
î
1T3MM VE MUSTAFA ICEMAL HALİFESİNİ SEÇİYOR
79
٠١Bcn toplumumuzun yücelme istidadım ve yapacaklanmı bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak, peyderpey toplumumu/.a tatbik ettirmek mecburiyetinde idim."؛،. Gazi Mustafa Kemal’in bütün meclisi yönlendiren konuşmalanndan sonra halife seçimiyle ilgili fetvanın okunması isteğiyle Konya Mebusu, Şer'iyc Vekili müderris ve müfessir Mehmed Vehbi Efendi (Çelik) kürsiye gelir. 16 ciltlik "Hülasatül Beyan R Tcfsir'il Kur'an" adlı büyük tefsir kitabının da müellifi olan Hadim'li Vehbi Efendi.^ özetle şu konuşmayı yapar: 14. 15.
a g .e s.67. KonyalI Mehmet Vehbi (Çelik) (1861-1949). "Mehmed Vehbi (Çelik) Efendi. İstiklal Mücadelesi sırasında BOyOk Millet Meclisi Hükümeti nin üçüncü şer'iyye ve Evkaf vekilidir. 15 ciltlik "Hûlasat-ı Beyan R Tefsiri'l-Kur'an” adlı tefsiriy le şöhret bulmuş değerli din alimlerindendır. 1861 yılında Konya itinin Hadim kazasında doğmuştur. Hadim ulemasından ÇelıKzâde Hû şeyin Efendi adında bir zatın oğludur. İlk tahsilini köyünde yaptıktan sonra 1677 yılında Hadim Medresesine girmiş üç yıl burada, gerekli temel İslâmî ilimleri öğrendikten sonra 1880 yılında Konya'da şırvamye medresesine kaydolmuştur Konya'da Fıkha ağırlık veren Mehmed Vehbi Efendi. 1888 yılından itibaren Fı kıh. Tefsir. Hadis gibi temel ilimlerden icazet aldıktan sonra ders okutmaya başlamış ve 1899 yılında da Mahmudiye Medresesine mûdems olmuştur. 1901 yılında Konya Hukuk Mahkeme si üyeliğine seçilen Mehmed Vehbi Etendi. 1908 yılında İkinci Meşrutiyetin ilam ile Konya me busu olarak İstanbul Meclisi Mebusam'na katılmıştır. 1911 yılında Meclisi Mebusan'ın dağılması üzerine Konya'ya gelerek 1915 yılına kadar. "HOlasatÛl Beyan" adlı 15 dtdlık tefsirini yazmakla uğraşmıştır 1918 yılında Yunanlılar’ın İzmir'e asker çıkarmasıyla, yurdun değişik yerlerinde oluşturu lan "Kuvay-ı milliye* için. Konya'da vaaz ve irşadiarıyla büyük desteklerde bulunmuştur. Bu desteklennden ve halkın da kendisine karşı sevgisinden dolayı kısa bir müddet Konya Vali Ve killiğinde bulunmuştur Vehbi Efendi 1919 yılında yapılan seçimlerde tekrar Meclisi Mebusan'a Konya Milletvekili olarak katılmıştır 23 Nisan 1920 yılında Ankara'da Büyük Millet Meclisinin açılışıyla Ankara'ya gelmiş, bir müddet Meclis Reisliğinde de bulunmuş, bilahare 6 Kasım 1922'de Abdullah Azmi Efendi'n.n yenne Şer'iye Vekilliğine getinlmiştir. Şerlye ve Evkaf Vekaletinde iken ruhen ve fikren uyuştu ğu İkinci Grup milletvekillenne dahi) olması yüzünden çok sıkı takip ve tazyik ile Mustafa Ke mal Atatürk'ün ve I Grup mılletvekıltennin kuracağı Halk Partisine girmesi için zorlanmış ve fa kat o bütün baskılara vc partiye girmezsen Şer'iye vekaletinden istifa e ti' demelerine rağmen ne Halk Partisi (Fırkası)no üye olmuş ve ne de Şer'iye vekaletinden istifa etmiştir. Mehmed Vehbi Efendı'nin Şer'iye Vekilliği 4 Ağustos 1923 yılında kabinenin istifası He so na ermiştir. 3 Nisan 1923 yılında alınan seçim kararı ile dınİ duşûnce.ennden dolayı mi.lctvekilı seçimlerine alınmayan Vehbi Efendi. Milletvekilliği sonrasından. 1949 yılı. Kasım ayının 2?inde 88 yaşında hakkın rahmetine kavuşuncaya kadar sürekli Tek Parti — Halk Partisi— mn tarassutu altında katmıştır. Onun bu dönemdeki baskı dolu hayatını anlatması açısından şu örnek yeterli olur kanaatin deyiz. "Mehmed Vehbi Elond. basılmış olan "Hûlasat'ül-Beyan" adlı tefsirinin cilt işlerini takıb ıç١n 1926 yılında İstanbul'a gitmişti Birgün köprüde eski Canık mebusu Nafiz Beye tesadüf erm.ş ve Nafis Boy ile birlikte I, dönem TBMfvrnın ateşli İslamcılarından ve İkinci Grup miltetvekılı !١٠ derlenndon Erzurum Mebusu Hüseyin Avnı (Ulaş) Bey.ın KaraKoy'de bulunan burosur» gımruş-
80
||
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN - DEVLEr İLIŞKİLERİ
"Efendiler! İslâmiyet'te müstebit bir hükümet şekli yoktur. Hükümet-i İslâmiye tamamen meşruattır (şartlara bağlıdır). Fakat meşrûtiyeti Şeriat Ahkamı nı icrâ suretiyle meşruttur. Şeriaün ahkâmını icra noktasında zaman zaman suistimâlat da oldu, şeriata hiç yanaşmayanlar da oldu. Halta ahkâm-ı şer’iyye’nin dışına çıkmalar da oldu. Ama bütün bunlar makam.ı hilafette bulunanların ken di haıalandır. Fakat bu durum asla makamı hilafetin ıskaü anlamına gelmez. Halife Islâmlara ait bir ünvandır ve Kur٠an-ı Azimüşşan ile sabittir. Cenab-ı Hak Adem’i halife kıldığını beyan buyurmuştur. Halifenin manası, dünyayı vakti merhumuna kadar, şeriat dairesinde imara say etmektir. Binaenaleyh halife olan zat, şeri şerifin ahkâmını icraya memurdur. Hilafet Islâmlara mahsus bir keyfi yettir derken de bunu kastediyorum. Halife denilen zat tenfizi ahkâma, icrayı hukuka, mazlumun intikamını zalimden almaya... kadir olmakdır. Ve de halife alim olmalı, müetehid olmalı, sahibi re'y ve tedbir olmalıdır. Fakat şimdi bu şcriatin cem'ini bir şahısta bulmak imkanı var mıdır? Elbette yoktur. Onun için biz halihazır şartta en uygun halifeyi seçmek durumundayız. Seçilene biat ede riz. Bu müslümanlar için vaciblir: lazımdır. Hatla tehiri de caiz değildir. Seçilen halife de vezaifi şer'iyesini meclise terk eder ve meclis vasıtasıyla icra ettirebi lir. Bunun için efendiler ben cümlenizden rica ediyorum, evvelcn intihap (halife seçimi) bilelim, sonra da sıfatlannı düşünelim (çok doğru sesleri ve alkışlar).٤٥ ٥ ٠ Baroda sohbet ederlerken, oraya اzm اr 5 ى ﺀ ا ﻻ5 ا أtertipçilerinden olduğu iddia ed.ilerek idam ile n z iy a H.ur^i^ ؛de gelm işti: Eslu bir m e b u s a rk a d a fi olm a ؟.ı hasebiyle Ziya H u rş in e d e o ra ٥ lay ٠ı gerçekleşince !da kısa ، i r s o h ،e tte bulunan Mehmet Vehbi Etendi, bilahare İzmir suikast Ziya Hurşil le kendisine konuyla hiç alakası olm adığı h a J ^ v e وﺑﺈﻵ ٩9 2 7 yılın d a Konya'da tevkil edildi. I rtş m e s i M ünasebetiyle ؛ ؛ ؟n ﺑ ﻠ ﺘ ﻬ ﺄ ﺗ ﺌ ﻘ ﻠ ﺊ: ﺛ ﺔ ه ؛ ه: ٢?:
-
؛ ذ ؛' ج٤ ة ة۶ ر٢٠ﺀ0۴ ﻣﻼ٩3ذ3م
■٠ j s s ؛: ٠i “ î " ؛ ؛ ? ؛٠٢ : ١s
:
ﺣﺌ ﻰ:
Ankara
؟
٥' ' : ; ' M ٠: K .n > .Y i٠٠٠ı٠ı٥" " ؛٠،» ، ٥ ؛٠،i
٠" ة ﺀ; ئ3 ” ه1 ﺋ ﺄ ﻵ ث " ه6 اKOltOr Yayınlan, e. 3. s. 1052-1.53, 2 Baskı, 1965,
TBMM VE MUSTAFA ICEMAL HALİFESİNİ SEÇİYOR
81
Şcr٠iye Vekili Vehbi Efendi bu konuşmadan sonra halife intihabı'na dair fetvayı meclise sunmuş ve fetva kabul edilmişti.*.^ Ancak meclis gizli olum. mundaki tanışmalar bitmemiş ve bu sefer özellikle de İkinci Gmp miUctvckille. ri arasında biatin şekli, biat yeri, gıyabi biat caiz midir, biat için musafaha şart mıdır? gibi henüz seçilmemiş bir halifeye bağlılığın şekli en ince tcfermallanna kadar münakaşa edilir olmuştu. Bu sefer meclisteki hocalar tarafından fıkhî boyutlanndaki farklılıkla be raber, yetişmelerindeki farklılıklar dolayısıyla birbirine girer olmuşlardı. Meclisin Birinci Gmbuna ait milletvekilleri Mustafa Kem٠ü ve Arkadaş ları, sessizce hocalann biat meselesinde birbirine düşmelerini seyrediyorlardı! Müzakerût esnasında her hoca kendi bilgisini ortaya koyarcasına kürsüden arapça ayetler okuyor,( ؟؛Erzumm Mebusu Salih Efendi), bir kısmı da fıkhi aynlıklarla mezhep imamlarının bu konudaki görüşlerini fıkıh kitaplanndan örnekler göstererek uzun uzun tartışmaya katılıyordu.؛. (Ankara Mebusu Mustafa Efen di). Böylcce müzrıkcrai başında İkinci Gmb'un yüklendiği hedef noktadan kendiliğinden uzaklaşılmış oluyordu. Hocalar bu işin çok derinlikli bir mesele olduğunu söyleyerek tartışmaya kendiliklerinden son verme yoluna gittiler. Çünkü sabah namazı vaktine kadar bu hararetli tartışmalar sünmüş ve doğal ola rak hiçbir neticeye ulaşılmamıştı. Sabah olduğunda gelinen nokta, Mustafa Kemal'in başlangıçta ikinci Grup milletvekillerine söylediği nokta idi. Yani "biat" ve "halifenin vazife ve salahiyetleri" konusu görüşülmeyecek ve direkt olarak halife seçimine gidile cekti. Halife seçimi çok kısa sürdü. Mecliste oya katılan 162 mebus vardı. 148 kişi Abdülmccid Efendi için oy verdi. İkisi Sultan Abdulhamid'in oğullarından Abdürrahim'e, üçü de yine Sultan Abdülhamid'in büyük oğlu Selim'e oy vermiş. 9 kişi de çekimser oy kullanmıştı.^،؛
17.
10. 20.
Meclis Olurum Başkanı Dr. Adnan (Adıvar) Bey. sözkonusu fetvayı oya sunduğunda Biö.s Mebusu Yusuf Ziya Bey. 'fetvalar fıkıhla ilgilidir, Allah.ın kanunlarıyla İlgilidir, oya sunulamaz lar!. diyerek karşı çıktığında, Mustafa Kem alin cevabı ilginçtir ..Beyefendi, unutmayın ki bu memleketi yıkmak için de fetva vermişlerdir.’ Mustafa Kemalin bu cevabıyla Islâm tanhınde belki ilk kez bir fıkhı fetva bir meclisin oyuna sunulmuş ve geçerliliğini de bu koşulla kabul et tirmiş oluyordu. Aslında böylece 1299 tarihinden bu yana Osmanlı ülkesinde ilk kez bir fetva böylesine kişilerin istek ve emellerine bırakılmış oldu ve böylece de Islâm siyasal yapısında bu oylamalı fetva ile önemli bir gedik açılmış oldu. (Çelin Özek, Devlet ve Din. s. 475) a .g.... c. 3. s. 1056. TBMM Gizli Celse Zabıtları, İş Bankası Kültür Yayınlan، c 3. s. 1063, Naşıl Hakkı Uluğ, feliğin Sonu, s. 97. Şevket Süreyya Aydemir. Tek Adam. c. 3. s. 63
Hali
82
CUMHURİYET DÛNEMİ DİN ٠DEVLET İLİŞİKLERİ
Seçimden sonra. Ankara hükümetini İstanbul'da lemsilen bulunan Refet Paşa'ya. TBMM Reisliği adına Gazi Mustafa Kemal imzalı Halife Abdülmccid.i tebrik eden bir telgraf gönderilmişti.^؛ 19 Teşrinisani (Kasım) 1338 (1922) Ankara tarihli Gazi Mustafa Ke mal'in telgrafı, konumuz olan "devlete bağlı din" sistemi devrine girerken çok önemli bir belge olarak tarihteki yerini alacaktır. Zira 19 Kasım 1922 tarihinde Atatürk, Abdülmecid Efendi'yi "makam-ı mualla-i hilafete intihap buyurulduklannı hürmeti mahsusa ile Zatı hilafctpenahileri'.ni halife sıfaüyla tebrik etmiş ve bağlılığını bildirmiştir.^ Türkiye Büyük Millet Meclisi Riyaseti başlığıyla, "Hancdan-ı Al.i Osmandan Halifc.i Müslimîn ve Hadimûl Haremeyn'üş Şerifeyn Abdülmecid Efendi Hazretleri'ne" diye başlayan tebrik ve bağlılık karan kavramsal planda da büyük ilginçlikler taşımıştır. Çünkü hilafetle beraber "Halife.i Müslimin", "Hadimül Haremeyn'üş Şe rifeyn" ünvanlan da meclisçe ve Mustafa Kemal'ce onaylanmış ve durum bir duyuru ile de Alem-i Islâm'a ilan edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığı ve Atatürk ilke ve inkılaplan ışığında dü şünüldüğünde bu ifadelerin kullanılmasına belki hiç bir mânâ verilemeyecektir. Ancak düşünülen ve hedefe varmada, bu kavramlar da bir basamak ve bir alla ma taşı teşkil edecekse, ki Atatürk'ün muhtelif konuşmalan bunun böyle oldu ğunu sarahaten belirtir. (Yapılanlann kendi mantığı içerisinde ne kadar doğal ve ne kadar siyasi olduğu zamanla anlaşılmıştır.) Mazhar Müfit Kansu: "Eraurum'dan ölümüne kadar Atatürk’le Beraber" adlı kitabında söylediklerimizi anlamlandıracak mahiyetle bilgiler ortaya koyar. Mazhar Müfit Kansu. 7-8 Temmuz 1919’da kendisine not ettirdiğini bunlann içinde Saltanaun Kaldmimasından, Hilafetin ilgasına ve hatta Latin harflerinin kabulüne kadar her şeyin bulunduğunu ifade ederP Bu şu demektir; 19 Kasım 1922 tarihinde Abdülmecid Efendi'yi halife se çen ve ona "halife-i müslimin". "hadimül haremeyn" diyen Mustafa Kemal, bu ifadelerden, 3,5 sene öncesinde bile halifeliğin kaldmimasını tasarlamış ve ka fasına koymuş birisidir. Hatla 1919 tarihinden önce de bunlan tasarladığını belgeleyen ifadeler mevcuttur. Daha 26 yaşında genç bir subay iken 1907 tarihinde, meşhur Bulgar Türkoloğu Manolov.a söyledikleri bu düşündüklerimizin bir başka kanıtıdır. 21.
Anayasa HukuKunda Laiklik Kuralı, s. 35. Mazhar.Mû^^
.1
131. Ankara. 1960.
^ B ^ u m ’dan ÖfOmOne Kadar AtatOrkla Beraber, TTK Yayını,
1. s.
TBMM VE MUSTAFA J^MAL HA ﺍ ﺍFES ﺍN ﺍSEÇ^O R
83
1907 yılında Bulgar Türkoloğa Musiafa Kemal şöyle demişü:^^ "... Bir gün gelecek ben hayal sandığınız büiün bu dcvrimlcri başaraca ğım. (Konuşmada salianalın, hilafclin kaldmiacağının yanında, giyim-kuşamla ilgili dcvrimlcrdcn. harf devtimine kadar hepsi bahsedilmişiir.) Mensup oldu ğum Ulus da bana inanacaktır. Düşündüklerimin hiçbiri demogoji değildir. Sal tanat yıkılmalıdır. Halifelik ilga edilmelidir. Din ve Devlet birbirinden aynlma. lı; laikliği getirmcliyizdir. Doğu uygarlığından benliğimizi sıyırarak Batı uygar lığına aktanlmahyız. Kadın ve erkek arasındaki her türlü; şekli ve hukuki fark lar silinip yeni bir toplum düzeni kurmalıyız. Batı uygarlığına girmemize engel olan yasağı alarak Latin kökünden bir alfabe seçmeli, kılık kıyafetimize değin herşeyimizde balılılara uymalıyız. İnanınız ki bütün bunlar bir gün olacak ve hepsi de gerçekleşecektir!"^ Evet bu sözler. TBMM Başkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün halife siçimini tamamlayıp, halife Abdülmccid Efendi'ye bağlılığını bild rdigi yukandiiki la. rihi belgeden tam 17 sene önce söylenmiştir. Bir başka dey !؟c. Aiaıürk, Salla’ nat. hilafet. Cumhuriyet ve dcvrimlcrle ilgili serüvenleri ve onların kademe ka deme gerçekleşecek hallerini ta 1906 yılından itibaren düşünmeye başhımış ve planlı bir şekilde bunlan uygulamaya koymuştur. Tasanlannı nasıl uygulamaya geçireceğine dair kopya İzmit'le İstanbul gazetecileriyle yapılan basın toplantısında etrafındakilere bildirmiştir.^. Atatürk'ün bizzat kendisinin belirttiği strateji şu olmuştur: "... Ben düşündüklerimi önce milletin arzusunda, ihtiyaç ve idaresinde gönneyi şart sayan ve bunu gördükten sonra ancak tatbiki ile kendimi mükellef bilen bir insanım. Her insanın mensup olduğu içtimai heyet (toplum) içü١düşün düğü bir fikri olabilir. Fakat sağını solunu dinlemeden söylenmiş sözler, benim telakkime göre, uzun uzun ve derin denemelerle tetkik edilmedikçe kuvveden fiile çıkamazlar. Her toplumsal işte kişisel düşünüş, umumi iradeye mutabık oluncaya kadar başarılı olunamaz..." (Mustafa Kemal, burada düşündüğü ve yapmak istediği tüm reform ve dcvrimlcri dile getirir.) "Eğer ben size bu mese leleri ancak son senelerde düşündüm dersem, inanmayınız. Ben tû çocukluğum dan beri bu davayı (en başla halifeliğin kaldınlması) düşünmüş bir adamım."؟؛؛
24. 25.
özen Ozankaya. AtatOrk ve iaiHJik, s. 155-156. Sami N. Özerdim. B//^7m٠y ٥n ٠A r a i . 5. 32.33 AnKara. 1974, C ıh u n y c t. 19.8.1943.
26
Ahmed Cevad Emre, iki Nesim Tarihi, s 3 ١« ١6. ق٧ار6 اSüreyya Aydemir. Tek Adam. e. 3 ٠s. 317-318; Prof Df. ö z e r OzanHaya. ﺳ ﻬ ﻢ İklık. s. 159. Tekin Yayınevi. Ankara. 1963. 2. Bas^ı.
27.
ve ئ٠
84
CUMHUKlYEl^ DÖNEMİ DİN - DEVLEl'İLÎŞKİLEP^
Dolayısıyla Mustafa Kemal'in halife seçimindeki lavn ve halifeye hitap ve bağlılık bildirileri yıllar öncesinden düşünülmüş senaryolann sadece geçici birer basamaklan olmuştur. TBMM adına Mustafa Kemal'in Halife Abdülmecid'c gönderdiği telgrafa bir gün sonra. 19 Kasım 1922 tarihinde cevabı iclgrafname gelir. Gelen cevabda. Mustafa Kemal'in hitap bölümünde belirttiği gibi Abdülmecid Efendi. "Hali, fe-i Müslimîn" ve "Hadimül Haremeyn" ünvan ve imzasını kullanmıştır. Ayrıca Cum'a selamlığına çıkıp, halifelere Özgü kaftan giyebileceğini, sank saracağını bildirmiştir.^؟ Yine TBMM Riyaseti adına 20 Kasım 1922 tarihinde cevabi telgrafı cevablayan Mustafa Kemal, tekraren «"Halife-i Müslimîn" ve "Hadimü.l Harcme>'niş-Şerifcyn" ünvanlannı lensib ettiğini, aynca halifelere özgü kıyafetle Cum'a selamlığına çıkabileceğini, elbette askeri üniforma giymesinin sözkonusu olmadığım...» beyan eüniştir.^؟. Bu sözlerin yazıldığı anda bile Mustafa Kemal'in gerçek kanaati şu ol muştur: "... Ben şahsen saltanatın ilgasından sonra; başka ünvanla aynı mahi yette bir makamdan ibaret olması lazım gelen hilafetin de. mülga (kaldırılmış) olduğunu kabul ediyordum. Bunun münasip bir zaman ve fırsatta telaffuzunu ta bii buluyordum. Halife Abdülmecid Efendi'nin de bu gerçeği hiç anlamadığı dü şünülemez."؟. "Münasip bir zaman ve fırsatta hilafetin kaldırılacağını telaffuz etmek" is teyen Mustafa Kemal bu fırsatın doğacağı ve yeri ve zamanının gelmek üzere olduğu düşüncesiyle 14 Ocak 1922 tarihinde bir yurt gezisine çıktı. Eskişehir. İzmit, Bursa ve Balıkc.sir gezileri. Cumhuriyet'in temellerinin atıldığı, devrimlerin planlandığı ve özcUiklc "din" kavramının "devlet" kavramı ile ilişkilerinin .clccekıc nasü olması gerektiğini; yani laiklik ilkesinin gündeme gcidigi geziler olmuştur. Bir diğer ifadeyle anık "beklenen zaman ve fırsatın doğduğuna" ina nan Mustafa Kemal, yıllardır gizlice düşündüklerini; ancak mahremlerine açtığı konulan, anık bu gezilerinde açıkça dile getirmiştir. TBMLM'dcki halife seçiminden 55 gün kadar geçmiş, bu zaman zarfında meclisteki ikinci gruba ait milletvekilleri Mustafa Kemalde başta hilafet ■konu-
٠
٥
5
“
=“ S ~
mO٠ l٠ Har©fneyn’Oç*0 ؟rifeyn unvanlarını kullanag©lrT١iştlr 29. 30
N،/ru*-S ٥ y/٠ v. e. )1. s 930.931. Nuiuk-Söyfev. e. H. s. 938.939.
٠3
5
î ؛£ =
TBMM VE MUSTAFA KEMAJ. HÂLİFESİNİ S E Ç ^ .R
85
sunda büyük değişiklikler olmaya başladığını görmüşlerdi. Bu duyuş ve sezişler yeniden onlan halifelik makamına sahip çıkmaya ve "halife meclisindir, meclis halifenindir."^٤ anlayışını meclise hakim kılmaya zorladı. Halifenin ve halifeliğin kaybolmakla olan esprisinin yeniden gündeme gciirilmcsi adına, 15 Ocak 1923 tarihinde, Afyonkarahisar mebusu İsmail Şükrü Hoca önceden basıınlmış olan bir risaleyi meclis üyelerine dağıtarak açıkça ha rekete geçmişli. Risalenin adı "Hilafct.i îslûmiyyc ve Büyük Millet Meclisi"^؟ dir. Mcdre.se öğrenimi yapmış vaiz olan Karahisar-ı Sahip (Afyonkarahisar) mebusu olan Hoca İsmail Şükrü (Çelikalay). (1876.1950) 46 yaşında mebus .se çilmiş. ailecek hoca ve müderris yapısına sahipii.^^ Karahisar-ı Sahip Mebusu Hoca İsmail Şükrü’nün yaptığı 55 gün kadar önce mecliste konuşulanların bir tekran gibidir. Şükrü Hoca. Halifenin varlığın dan bahisle "onun tanınmasının şer'an vacib olduğunu" Meclisin halifeyi hemen hemen ittifakla seçtiğini ve bu maksatla hilafet aynı hükümettir. Hilafetin hukuk ve vezaifini iptal etmek hiç kimsenin, hiç bir meclisin elinde değildir..’ ^؟görü şünü savunmuştur. Şükrü Hoca risalesinin başında. "Bazı ulemayı ikram arkadaşlanmızla birlikte, düşündüklerimizi, külüb-ü şcr’iyyc.de mevcut, muayyen ve müstakar (değişmez) İslâm buyruklarını neşrederek... ne yazık ki yanılgıya sürüklendiği, aldatıldığı görülen Müslüman kamuoyunu tenvir etmeyi kaçınılmaz bir vecibe telakki etlik."35 diyerek müslüman kamuoyuna "Halife meclisindir, meclis hali fenindir" demişti. Bu risale mecliste milletvekillerine dağıtıldığında Mustafa Kemal Eskişe hir’de bulunuyordu. Gezi anında meclisteki gelişmeleri duyan Atatürk. Şükrii
31. 32.
33. 34. 35.
Na؛؟l Hakki Uiuğ ٠Halifeliğin ﻻاًﺛﻤﻬﺞ٠s. 100. Ş.Süreyya Aydemir. Tek Adam, e. 3, s . 9 ج٠ Bu Risalenin k^aloglara g .re Erzurunr. AlalUrk Universıiesi K ü tü p h a n e s in i Seyletun Ozege kolleksıy.nunda iki. Turk Inkilap Tarihi kütüphanesinde de bir nüshası vardır. 5ey ٠ett،n Ozege kelleksiyenendaki risaio .riılnaidir. Mele Tunçay. Tek Parti Yönetiminin Kurulması, s. 64. Yurt Yay^nian. Ankara. 1981 Nutuk, e. fl. s.. 705.717. Seçil Akgün. Hilaleiın Kaldırılması ve Senuçlan. (Doktora Tezi) Dil V. Tarih Coğralya Fakültesi. 1975. s. 119. e. II. s. 95'4٠955 ٠ Mete Tunçay. Tek Parti YOnetimi. s, 64. Yurt Yayınlan. A n k ^ ra. 1981.
اا
86
CUMHURİYET D O I M İ DİN - DEVLET İLİŞKİLERİ
Hocanın dağıttığı. "Hilafci.i İslamiyc vc BMM" adlı risaleyi gezinin ikinci du rağı olan İzmit'e acilen istctmişii. Meclisteki beklenmedik bu gelişmeler vc ye niden halifeliği gerçek anlamında görmek isteyenlerin tavrı Mustafa Kemal'i çok sinirlendirmişti. Mustafa Kemal Atatürk meclis içerisindeki bu hareketi dü pedüz irtica hareketi olarak yorumluyor ve Şükrü Hoca'nm taraftarlarına ateş püskürüyordu.^. Mustafa Kemal Atatürk. Afyonkarahisar Mebusu Şükrü Hoca'nm "Hilafet-i Islamiyye vc Büyük Millet Meclisi" isimli risalesine hiddetlenmesinin ya nında. ona İlmî ve dinî bir cevabın da verilmesini istiyordu. Bunun için meclis I. Grubunda bir araştırma komisyonu oluşturularak sözkonusu risalenin ccvaplandınlmasma çalışıldı.^.^ Yapılan çalışmalar neticesinde Hoca Şükrü Efendi'ye ce vap ve Halifelik ile Milli Hakimiyet arasındaki bağı göstermesi açısından aşağı daki şu risale yayınlandı. Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti Umumiyesi Neşriyatından 22 No ile yayınlanan "Hilafet ve Milli Hakimiyeı" ؟٥ adlı risale: I— Hilafetin Manası ve Vazifesi II— Hilafetin Saltanattan Aynim asi ve Saltanatın ügası
m—
Hilafetin Son Şekli ve Alcm-İ İslâm üzerindeki Tesirleri
IV— Genel 01 ئHilafet Meseleleri üzerine Münakaşalar ٧Hilafet vc MiUi Hakimiyet üzerine Görüşler adi altında beş bö1Umden oluşturuldu. Türk inkılap Tarihi Kütüphanesi'nde orijinali b u lu n a bu meün sayfa num a r^ ı ve Sirasıyla şu konu ve göriişleri muhtevidir. H İL A FET VE ^ L L İ HÂKİM İYET
vcMllUHaldmiyeiMeselesiHakkmdaMulucllf Z e v c U in M a itv c MutalaattruianMürekkep Bir Risaledir. H ilafet
(Ankara Matbuat ve İsU h b ^ t M. 1339,240 sayfa)
36 37.
38.
Na^it Hakki Ulüğ.a٠ .٥ .. s. ا0ة
TBMM VE MUSTAFA I^EMAL HÂLİFESİNİ SE Ç ^O R
I. Kısım— Shf 5 11 33 50 55 58
87
H؛l۵fe،în Mânâsı ve Vazîfelen:39
Si. 1) 2) 3) 4) 5) 6)
Ziya Gökalp B.. Hilâfetin Hakiki Mahiyeti Ağaoğlu Ahmet B.. Tarihî Celse Hoca Rasif Ef٠, İslâm’da Hâkimiyet veTesis.i Hükümet Hoca Abidullah Ef.. Hilâfci.i Sahiha Ziya Gökalp B.. Hilâfetin İstiklâli Ziya Gökalp B.. Hilâfetin Vazifeleri
II. Kısım ٠ Hilâfetin Saltanattan Tefriki ve Padişahlığın İlgası: 65
7)
76 81 85 89 90 95 97 113 117 122
8) 9) 10) 11) 12) 13) 14) 15) 16) 17)
Ağaoğlu Ahmet B., Padişahlığın Türkiye'nin Başına Getir diği Felaketler İki Teşrinisani İhtilâli (Tanin. 30 Teşrinisani. 1338) Yunus Nadi B., Hükümet ve Hilâfet Ahmet Emin B.. Canlı Bir Ölü Falih Rıfkı B.. Asıl Bayram Günüdür Falih Rılkı B., Korkak Kaçtı Necmettin Sadık B.. Milletin iradesi M.K.Bcy. Saltanal.ı Milliye Vardır Ahmet Emin B.١İki Teşrinisani İnkılabı Ahmet Emin B.. Halife.i Müslimin Celal Nuri B.. Hilafet ve Halife
IIL Kısım— Hilâfetin Son Şeklî Âlem-i İslâm özerinde Ne Tesir Kısıı III. Yaptı? 129 18) Ağaoğlu Ahmet B.١Âlcm-i İslâm Ne Diyecek? 137 19) Ağaoğlu Ahmet B.١İslâm Âlemi Ne Diyor? 142 20) Ağaoğlu Ahmet B.. Açık Mektup "Hindistan'da Muhterem Hilâfet Komitesine. Londra'da Ağa Han. Seyir Emir Ali ve sait Hint Müslümanları Reisleri Hazretlerine" 149 21) Hilâfetin Son Şeklini Mısırhlar Nasıl Buldular "Firari Mustafa Sabri'ye Bir Mısırlının Mühim Cevabı"
39.
Bu bölOmdo Oc yazışına yer verilen Ziya Gökalp. ayni yıl yayımladığı Doğru Yol.da da *YeryOzûnde bir hilâfei makam ؛bulunmazsa İslâm ateml kendisini imamesız telmiş bir tesb،h gi^ dağılmış perişan görür diyerek. "muHaka İslâm limmeıinin başır^^ haille ^ m ı veriterj şahsî bîr timsalin bulunr^ası. gerekligın.ı iten sürmekteydi. Baki <Haz) Möjgan Cumhur. Ziya Gökalp Yeni HayatZOoğru Yol, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay. 1976. s. 65.
88
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN - DEVLET lUŞKİLERl
157
Makam.ı Hilâfet Hakkında Âlcm.i îslâmın Kanaat ve Hissi yatı
IV. Kısım— 167 173 177 186 191 199
22) 23) 24) 25) 26) 27)
202 28)
Hilâfetin Saltanattan Tefriki ve Padişahlığın İlgası:
Ahmet Emin B., Hâkimiyet ve Mesuliyet Necmettin Sadık B٠. Hükümdarlık Karşısında Milliyet F.C., Hoca Şükrü Efendiye Cevab Hoca îlyas Sami Ef.. İslâm’da Hilâfet Ağaoğlu Ahmet B.. Mutcrizlerin itirazdan Maksatlan Hilâfet ve İslâmiyet Hakkında Kangn (Çankm) Mebusu Tevfik Ef.'nin TBMM.dcki Beyanatı Ağaoğlu Ahmet B.. Kann (Çankın) Mebusu Tevfik Ef.’yc Açık Mektup
V. Kısım— Hilâfet ve Hâkimiyet Meseleleri Hakkında Halife Haz retlerinin ve Diğer Zevatın Beyanatları 211 213
27) 30)
216 30) 218 30) 225 30) 239 30)
Halife Hz.’nin Beyannameleri Halife Hz.'nin BMM'ne Teşekkür Tclgraflan. diğer beyanatlan (Tanin) Mustafa Kemal Paşa Hz.'nin Beyanatından Bir Parça (TBMM) İsmet Paşa Hz.lcriyle Mülakat (Müslim Standard) Refct Paşa Hz.'lerinin Beyanatı (Akşam) Şeyh Sünusî Hz.'nin Beyanaüan (Yeni Gün)
Burada Hoca Şükrü Efendi'ye doğrudan doğruya karşılık veren tek yazı 24'üncü makaledir. F.C. Şükrü Efendi’nin risalesinin 8 ve 26'ncı sayfalanndan şu alıntılan aktanyor: "Halife haiz olduğu vazife-i diniye ve siyasiye iübariyle Mccalis-i İslâmiyenin. memleketlerine has örf ve adet icabatına» zaman ve me kân muktezasına (gereğine) imiisalen kararlaştıracaklan kavanin ve nizamata da mühim bir dahi ve tesiri vardır. Bu gibi mecalisin taht-ı karara aJdıklan mcvad-ı ıcamüliycnin mesağ olunması için halifenin tasdik ve tasvibine iktiran cunesi tahl-ı vecibededir. Ancak o sayededir ki bu gibi mukarrerat ahkam-ı şeriye âdadına dahil olur. ... Şu hale göre tanzim-i kavanin ve icra-yı hükümet sclahiyctini deruhte eden meclisimizin riyaset-i labiiyesini halifenin haiz olması, yani kavanin.i devlet ve mukaddcrai-ı hükümeün halifenin nazar-ı tasdikine iktiran cı-
TBMM VE MUSTAFA KEMAL HAÜFESİNİ SEÇİYOR
89
mcsi bir cmr.i zarurî vc şcr'idir... Yazar buradan hareketle. Şükrü Efendi'nin TBMM'nce o vakte kadar alınan kararlan da gayr.i meşru saydığını ileri sür mekledir. Şükrü Efendi'nin görüşlerini cevaplandırmak için hazırUınmış bir başka risale ise. Hakimiyet-i Milliye ve Hilafei.i Islâmiye'dir. "Karahisar-ı Sahip Me busu Hoca İsmail Şükrü Efendi’nin Bu Meseleye Dair Neşrettiği Risaleye Red diyedir... (Ankara) Yeni Gün M.. 1341 İkinci tab'. yirminci bin; 36 sayfa, fiyatı 5 kuruş; ilk basım 1340-1924'tc yapılmış olmalı.) Bu risalenin müellifleri üç me bus hocadır. Antalya Mebusu Rasih (Kaplan: 1883.1952); ölümüne kadar ara lıksız milletvekili seçilmiştir. VII. dönem Maraş. I-VI ve VIII. dönemlerde An talya), Muş Mebusu Elhaç İlyas Sami (Muş: 1881-?;) I. dönemde Malta'dan ge lip Muş, II. dönemde yine Muş, III. dönemde Bitlis, V. dönemde Çoruh), Siird Mebusu Halil Hulki (Aydın: 1876-1940; ölümüne kadar ilk altı dönemde Siird). Bu risalede, bir "Mukaddcmc"dcn sonra, şu başlıklar bulunmaktadır: s.l 1— s.15— s. 18— 5.24— 5.25— 5.30— 5.31—
İslam'da Hükümet Nedir vc Nasıl Teşekkül Eder? Şekli Hükümetimizin İslamiyet’e Tatbiki Bugünkü Hilafetin Vaziyei-i Umumiyesi Papalık vc Hoca Şükrü Efendi Perdenin Arkasında Kimler Var? Padişahlık Hakkında Bir Isiiirad Birbirine Uygun Hedefler
Üç hoca efendi, çeşitli halifelik kurumlanna karşı '.Millî Hakimiyet" kav ramını savunmakta ve içtihat kapısının açık olduğunu ileri sürmektedirler. "İşle, ehven-i mcsâmizlc biz, dar düşünen bir kaç kişi ile bu usul mesailinde ayrılıyo ruz. Biz yalnız Kur'an vc Hadisle mukayyetiz. Bunlann haricindeki muâil için ise asnmız erbab-ı hâl vc akdini kıyas vc icmûa sclahiyattar gömlekteyiz." (s. 7) "Hakimiyeti milliyemiz, şer'i enverden Hakk.ı inkilâpıan, hukuk-u tabiiye ve sarfadan. maslahattan doğmuş, kan dökülerek mücadelesi) le iLsa-ı zafer vc galibiyet etmiştir" (s. 3) diyen yazarlar, aynca "İslâmiyet’te ruhanî ve cismanî farkı yoktur. Böyle bir farkı delâlet edecek şekilde bulunmak kâfiri taklittir" (s. 9) görüşünü savunmaktadırlar. Hoca efendiler, Şükrü Efendi'nin "Hiç şüphe yok ki bu vaziyet muvakkat tir. Ve inşaallah çok geçmeksizin hâl-i aslî vc tabî avdet edecektir. İslâm cfkar-ı umumiyesi yakinen bilmelidir ki TBMM'ylc Mcelis'in intihap vc biat ettiği Halifc-i MüsUmin arasında hiçbir aynlık yoktur. Halife Mcelis'in. Meclis halife.
90
CUMHURlYEfr DÖNEMİ DİN
DEVlETl' İLİŞKİLERİ
٠
nindir" görüşüne karşıbk. "Hayır efendim! Vaziyet muvakkat değildir. Hâl-i tabîi ve aslî budur" demekledirler (s. 32). Onaltı ay boyunca sürdürülen bu resmî görüş, özünde Şükrü Efendi'nin o anki çözümün geçici ve Hilâfet ile saltanatın aynı şey olduğu anlayışına hak ve rircesine terkedilmiştir. Ancak, Hoca Şükrü Efendi'nin umduğu gibi, eski duru ma dönülmemiş, tam lersi bu sefer de TBMM'cc kabul edilen ve övülen Halife lik de kaldınimışür. Bu son hareket bilahare Meclis içerisinde dince de temel lendirilmiş ve İzmir Mebusu, Adliye Vekili Seyid Bey'in, aynca Adliye Vekale ti tarafından yayımlanan şu konuşmasıyla da, Hilafetin kaldmhşma şer٠i bir kılıf bulunmuştur:... "TBMM'nin 3 Mart 1340 tarihinde mün.akJl ikinci içtimâında "HİLAFE TİN HAMİYET-İ ŞERİYESİ" hakkında Adliye Vekili Seyit Bey tarafından irad oluntın nutuk" (Ankara: TBMM 1924, 63 sh.) 16 Ocak 1923'de İzmit'e gelen Atatürk burada 4 gün halkla, basın mensuplanyla, öğretmenlerle ve diğer kesimlerle değişik değişik toplantılar yaptı ve halka hitap elti. Konuşmalarda uzun cümleli, terkipli ve ağdalı bir Osmanlıca ile halka hitap ediyordu.^^ Mustafa Kemal din ve hilafet konusunda yaptığı ilk konuşmada: "Türkiye Büyük Millet Meclisi halifenin değildir ve olamaz." diyerek Şükrü Hoca’yı ve risalesini ccvablamak istemişti. Mustafa Kemal ilk kez açıkça halka hitaben: "Dini devlet biçiminin ve buna bağlı bütün toplumsal düzenin ve çıkarlann yıkı lacağının" belirtilerek yapacağı dcvrimleri anlaüyordu. Mustafa Kemal hilafet le ilgili olarak da, Meclisin 18 Teşrinisani (Kasım) 1338 (1922) tarihindeki gizli celsesinde söylediklerinin lam tersine, hilafetin dinle Ugisi olmadığım ve yıkıl ması gerektiğini söylüyordu. O günkü söylediklerini adeta birnev’i "idarc'i maslahatçıhk"a benzeten Mustafa Kemal, idare-i maslahatçılıkla devrim yapılama yacağını, herkesi memnun etmeye çalışılırsa başanlı olunamayacağını söyledik ten sonra; "inkılabın kanunu her kanunun üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafamızdaki devrim düşüncesini boğmadıkça, başladığımız inkılap ve ilerleme bir an bile durmayacakur"..^ dedi. İzmit toplanusının bizce en önemli kısmı gazetecilerle yapılan uzun soh bet toplantısında gerçekleşmişti. Düşünülen devrimler için yardımcı olmalan 40. 11/5. 659-61 41.
42
Ş evK el S O r e ^ a ٨ y٥٠nn70
8*٠٠ 4 8ق.4 9 , ؛ ق:. ﺀ: ٠ ﻗ ﺎ ; ه٠; ا. ا ﺀ: ﺀ. ٠U ٠a nb ٧M 9 6 9 : D . ؟D r.E rg u n A y b .rs ,
Isbklal Mahkemeten. Kûltûr ve Turizm Bakanlığı, s. 11, A n ^ . 1981.
ا TOMM VE MUSTAFA KEMAL J.IALİFESİNİ S E Ç ^ .R
91
maksadıyla Izmlı'e ؟agınlan gazetecilerle Mustafa Kemal arasında şu ilgin ؟konuşmalar geçmişi؛.: ilk som dinden geldi ٧c bir gazeteci Gazi'nin anlattıklanndan da esinlenerek: ''Yeni devletin dini olmayacak mı?"43 diye sordu. Mustafa Kemal hi ؟beklemediği ve aşınlık kokan bu somdan pek hoşlanmışa ^zcm iy o n lu . Bu somnun kafasındaki gerçek kadılığını 0 günün şartlan içerisinde agızdan çıkamıak istemiyordu: halifeliğin tasfiyesini düşünürken, bir devletin dini de olamaz diklemiyordu.''44 Mustafa Kemal som kaçışındaki düşüncelerini bizzat kendisi şöyle dile getirir: ''Açıkça söyleyeyim bu suale muhatap olmayı hi ؟de arzu etmiyordum. S c^bi pek kısa olması lazım gelen 0 günkü şartlar içerisinde akimdan çıkmasını henüz istemiyordum. Çünkü tebası mcyanında, değişik dinlere mensup topluluklar bulunan ve her din mensubu İçin adilane ve bitarafanc muamelede bulunmakla mükellef olan bir hükümet, din ve düşünce özgürlüğüne saygı göstermek zomndadır. Hükümetin bu doğal niteliğini tozacak ve şüpheli mânâ etrafina sebep olacak Sifatlarla sınırlamak e litle doğm değildir. (İşte bu sc^plerlc) Efendiler gazeteci muhatabının sualine ؛Hükümetin dini olamaz! diyemedim, tam tersini söyledim: "Vardır efendim, devletin dini İslâm dinidir" dedim. Ama hemen: ''İslâm dininde düşünce özgürlüğü vardır'' diye sözlerimi açıklamak ve y o ru m lıa k gereğini duydum'.. (...) Gazeteci verdiğim cevabi, şüphesiz akla yaikın bulmadı ve sualini biraz değiştirerek şu tarzda tekrar etti: "Yani hükümet bir dine bağlı olacak mı?'' ''Olacak mı. olmayacak mi bilmem., dedim. Meseleyi kapatmak istedim, fakat kapatamadım..'45 Mustafa Kemal'in İzmit'te en çok üzerinde durduğu hilafet konusu idi. Gazetecilerle ikinci bir görüşme daha yaptı. (19 Ocak 1922) ٧ e gazetecilerle yapılan bu soh^tin ^zli kalacağım ve gazetelerde şim. dilik -y a n lış anlaşılmaya meydan vereceği İ ç in - yayınlanmaması gerektiğini söylcmişli.46 Mustafa Kemal toplantıya katılan bütün gazetecilere bir som yöneltti ve herkesin ayn ayn cevaplandırmasını istedi. Som. "hilafetin yannım nasıl düşünüyorsunuz?'. somsu idi. 43. 44. 45. 46.
Naşİt Hakki ٧ ﺟﻼا, a.g.e., s. 102. a.g.0.,s. 102. Ismall Arar. A.taiûrk.ûn İzmît Basın Toplantısı, s. 48-49. İstanbul. 1969: D٥ ؟.Dr. Ergun Aybars, istiklal Mahkemoteri. Kültür V. Turizm Bakanlığı, s. 11. A n k a . 1 ^ 1 .
92
CUMHURİYEl' DÖNEMİ DlN - DEVT/En. İLİŞKİLER!
Sıra ؛le ayağa kalkan ba5yazarlar bu sual karşısında düşündüklerini söylemeye başlamışlardı. Cevablann hepsi birbirine y^tın ve benzer şeylerdi. Hilaferin devam etmesi gerektiğini. îslûm âlemi İçin bunun Türkiyc.yc faydalar getirecegini ve halifelik makamının daha faydtdı ve daha tesirli hale getirilmesi İçin çalışmalar yapılması gerekliğini...'' söylemişlerdi. Mustafa Kem٤ü ٠hepsini ve verilen cevaplan sabırla dinledikten sonra: ''Hepiniz birden haklisiniz. Hilafetin mutlak ilga edilmesi (kaldınlması) lazımdır."47 demiş ve devam etmişti: "GOriiyoreunuz ki tereddütleriniz, müşkülleriniz var. Hilafetin İlgası çaresiz bir şeydir. Halifelik devam cdcrec. memleketle iki rakip otorite karşı karşıya çarpışır. 0 zaman terakki etmek İçin muhtaç olduğumuz huzura, bcreakiığa kavuşamayız. 1-2 Kasım I922'de saltanat ilga edildiği zaman, hilafet meselesinin de ayni dakikada hal ve tasfiye edilmesi lâzımdı ؛fakat bu tarihi davanın azameti dolayısıyla hedefi iki merhaleye ayıımak tabii göriildü.''4S Gazeteciler.'.halifelik davasının Alcm-İ İslâm nazannda fevkalade takviye edici, itibar sağlayıcı bir meseie.' oldu^ınu vurguladıklannda Mustafa Kemal: u٧ ç yüz küsür milyon müslUmanın hilafet makamına baglıtık iddiası kuru bir laftır. Hilafet yüzünden siyasi dünyada nüfuz ve itibar kazandığımız düşün, cesi de birkumntudan ibarcttir.٠'5٥ Bu konuşmalar esnasında Cumhuriyet gazetesi başyazan Ahmet Emin Yalman, bir aralık şunlan söylemişti: ..Memlekette nüfuzlu bir yobaz sınıfı vardır. Halk bu ztimrenin tesiri alundadır. Yobazlar hilafetin İlgası katkısında halkın hislerini galcyma gcUmeye ve Ortalığı kanştırmaya çalışacaklardır. Bunu nasıl göze alıyorsunuz?'' Bu endişeleri şu cevabla karşılamıştı: '.Bahsettiğiniz insanlann kendilerine mahsus bir nUfiız ve tesirleri yoktur. Bunlar iki tarafii ve kurnaz insanlardır. Kullandıklan nüfuz sadece devlet otoritesinin nüfiizudur. Yobazlar hükümet kapışına başvumrlar, derler ki: Halk bizim dediğimizi yapar, memleketi rah a t^ idare etmek isicrecniz, bizimle hoş gccinirsiniz, bizim dediklerimizi yapınız.'' Sonra halka dönerler, şunjan söylerler: ':^ v lc t nüfuzu bizim avucum ^un içindedir, işlerinizin ^iriimesini istemeniz.
47
4S. 49.
[
ئ: ةاا ﻵأا3 ؟: ٧ ا ; ﻫ ﺊ: ' 0ئ7 ﻟ ﻪ ؟ اﻳﺎ ئToplantısı, s. 65-75. İstanbul, 1969.
0
50. ا
ﺎ
ﻋ
ﺀ
ﺀ
ﺞ
ﺤ
ﻤ
ﺘ
ﺷ
TBMM VE MUSTAFA KEMAL HALiFESİNİ SEÇtYOR
93
bizim arkamızdan geliniz, bize sanlımz." Hükümet otoritesi olarak bizicr bu in sanlara yüz vermediğimiz dakikada onJann hiçbir tahrik gücü kalmaz. Bunun için hiçbir endişeye mahal yoktur!’’* ؛ İzmit toplantısı hedefine varmıştı. Gazeteciler Atatürk'ün kendilerine söy ledikleri hususları gazetelerinde ve köşelerinde işleyerek halkı aydınlatacaklar dı. Ve çoğu genel yayın yönetmeni veya başyazar olan gazeteciler; Ahmet Emin Yalman, Falih Rıflcı Atay, Naşit Hakkı Uİuğ. Yunus Nadi, Ocak ayının sonun dan iübaren (1923) hararetli bir şekilde istikbaldeki devrimleri anlatmaya ve bu na halkı alıştırmaya başladılar.2؛ Mustafa Kemal Atatürk'ün halifeliğe karşı cephe aldığı bu günlerde, mec lis içinde ve dışında hilafet lariışmalan da devam ediyordu. Ve en önemlisi hila feti savunmak ve onun şeriî mahiyeti adına ilmi çevrelerde bu sırada bir hayli eserler yazılmıştı. İleride bu mevzuu etrallıca öğrenmek ve yazmak isteyenlere bir kolaylık olmak üzere o günün halifelik mevzuu ile ilgili kitaplan ve çalışma ları burada zikretmek istiyorum.^؛ 1— İslam'da Hilafet: Mustafa Zihni Paşa. İstanbul. Maibaai Ebuzziya 1327. Büyük kıtada 132 sayfa. (Bu eserde hilûfctin ilk şekli, bilhassa Hülafâ-yi Raşidin denilen dört hali fenin intihap şekilleri din bakımından fıyctler ve hadislerle uzun uzadıya anlaulmaktadır.) 2— Medeniyet-i Şer’iye. Terakkiyat-ı Diniye: İskilipli Mehmet Atıf. İs tanbul Matbaa! Ahmet Ktımil 1329. Sayfa 16. (Eser tamamlanmamıştır). (Hükümetin, hilafet şeklinin mutlakiyct, meşrutiyet ve Cumhuriyet şekil lerinden üstün ve daha esaslı olduğunu müdafaa eder.) 3— Nazan İslâm'da Makiimı Hilâfet: Ömer Lütfi: Sclanik.Asr Matbaa sı 1330. Orta Kıtada 88 sahife. (Bu kitap OsmanlI Kanunu Esasisi’nin 35. maddesinin tâdili ve padişaha meclisin feshi hakkının verilmiş olması dolayısıyla mebusân meclisinde ve mai51. 52
53.
Nasit Hakki ٧ ﺟﻼا. . . . . . . . s. 110. 1 Kanunuevvel (Aralık) 1339 (1923) tarihinden itibaren Ak^am. Cumhuriyet Hakimiyet . Milli, ye. Vakit gibi gazeteler ve başyazarları hemen hergOn yayınlarında halilelik aleyhine ve geleOekteki devrirnler üzerine yayin yapmaya ve bu ugurda kamuoyu oluşturmaya başlamışlardı. .Zamanın bu meşhur gazeleCileH hakkında yeterii i^ o lo jik m alum at A n a ^ lu ve Rumeli Mü. .dafaa-ı Hukuk Cemiyeti; A-RMHC'nin Van te m s iia iiğ in ^ n Cumhunyet Halk Partsi Van millet, vekilliğine gelen İbrahim A ^ a s Bey.in. "Tarihi Hakikatler" isimli hatıratının 23. Bölümüne bakmak yeterektir. (s. 6 ^ ^ . O s m ^ Nuri Ergin'in. Türk Maaril Tarihi isimli eserinde (e. 5. s. 1628-1629) HaliteSğin kaldınl. dı ٥٠ gUne dek yapılan hilaletle ilgili eserlerin to p lu » bir a lış m a s ı yayınlanmışnr.
94
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN - DEVLET lUŞI^LERl
buatta çıkan münakaşa vc müzakerelerden mülhem olarak yazılmıştır. Bu da bundan evvelkiler gibi İslâmî kaynaklara dayanılarak yazılmıştır.) 4— Hilüfcii Islâmiye: İslanbul.Elâdil Matbaası 1334. Orta Kıtada 24 s. (Mısırlı Abdülaziz Çavişi tarafından aynı adda yazılmış olan bu eserin bir tercümesidir. 1914'dcki Cihan Harbi içinde Osmanlı İmparatorluğu ile harp eden Ingiliz vc Fransızlara karşı hilâfet makamını ve bu makamın bütün İslam âlemine şâmil olduğunu müdafaa eder.) 5— Hilafet vc Hakimiyeti Milliye: Hilâfetin saltanattan aynidığı sırada Büyük Millet Mcelisi.nde söylenen sözlerin zaptıdır. Ankara, Matbuat vc İstih barat Matbaası, 1338. (Atatürk’ün hilâfet müessesesinin tarihle vc hükümet idaresindeki mevkii ni gösteren ve 10 sayfa tutan meşhur nutku bu eserdedir.) 6— Hilafet ve Milli Hakimiyet (Hilafet vc Milli Hakimiyet Meselesi Hakkında Muhtelif Zevatın Makalai ve Mütalaatından Mürekkep Bir Risaledir.) (Matbuat ve İstihbarat Matbaası 1339. Büyük Kıtada 240 sayfa. Ankara). Hilafet saltanattan aynidığı sırada matbuatla neşriyatta bulunmuş olan 15 kadar muharrir ve mütefekkirinin 40 parça yazısını ihtiva eder. Bütün bu muhar rirler vc mütefekkirler Büyük Millet Meclisi'nin bu iki müessesenin birbirinden aynlışını onaylamışlardır. Eser beş kısımdan mürekkeptir: Birinci Kısım: Hilafetin mahiyeti, vazifeleri, tarihçesi vc geçirdiği devir ler. İkinci Kısım : Hilâfetin saltanattan tefriki, hilâfetle saltanatın içtimaındaki mahzurlar. Üçüncü Kısım: Hilâfet vc Alcm-i İslâm, hilâfetin son şeklinin Alcm-i Is lâm üzerindeki tesirleri. D ördüncü Kısım: Hilâfetin mesaili hakkmdakı münakaşalar. Beşinci Kısım: Hilâfetin son şekli hakkında salâhiyctlar zevalin beyanatı. 7— Hilafci-i İslâmiye ve Büyük Millet Meclisi: Karahisar-ı Sahib Me busu Hoca Şükrü, Ankara-Ali Şükrü Matbaası 1335 Orta Kıtada 28 sayfa. (Hilâfetin Saltanatla birlikte olmasını ve eski Osmanlı Hükümdarlığı şek linin devamını ve Halifenin bütün Müslüman âleminin başı olması lüzumunu m u d a f ^ c r .) ^ .^
٠٤٠
٧٠
islâmiye: Siirt Mebusu Hoca Halil
Hulki. Muş Mebusu Hoca İlyas Sami. Antalya Mebusu Hoca Rasih. Ankara. ٦^'"؛٠٠(H ؛ ؛r ş ؟rii٠ ün r i s S n I 'c^vlpur ve reddiyedir. Atatürk'ün bu risaleye karşı cevabını büyük nutkundan alıp bu bahse koydum.)
TOMM VE MUSTAFA KEMAL HALİFESİNİ SEÇİYOR
95
9— Hilûfci vc Hakimiyeti Milliye: Orta Kıtada 78 sayfa. (Bu eserin müellifi ile basıldığı şehir vc matbaa ve basılış tarihi üzerinde yazılı değildir. Fakat eseri yazanın Adliye Vekili Seyid Bey olduğu, bu zatın ay nı mütealayı Usulü Fıkıh Dersleri adlı eserinde daha önce müdafaa etmiş olma sından ve hilâfet müessesesi büsbütün kaldınldığı sırada bu eserdeki ifadesini Büyük Millet Meclisi.nde aynen tekrarlamış bulunmasından anlaşılmaktadır. Bu eser Abdülgani Seniy tarafından Elhilâfc vc Sulıanül-ümmc adıyla Arapça’ya tercüme edilerek. Mısır'da basılmıştır.) 10— Hilâfetin Mahiyeti Şeriiyesi: Ankara-Büyük Millet Meclisi matba ası. 1340 Orta Kıtada 63 sayfa. (Hilâfet müessesesinin büsbütün kaldmimasına Büyük Millet Mcelisi'nin 3 Mart 1340 tarihli toplantısında karar verildiği gün Adliye Vekili Seyid Bey ta rafından söylenmiş olan uzun nutkun ayn baskısıdır vc evvelki sayıda gösterilen eserin daha açık ifadeli bir şeklidir.) 11— İslâmiyet vc Hükümet: Ömer Rıza. İslanbul-îkdam Matbaası 1927. Orta kıtada 108 sayfa. (Bu eser Ezher Üniversitesi müderrislerinden vc Mısır hâkimlerinden Ali Abdürrczzak’ın "cl-îslâm vc Usulül-Hüküm" adındaki eserinin tercümesidir. Eserin Arapça'sı 103 sayfadır. 1925'dc Mısır’da basılmıştır. Mısırlı mütefekkir de Büyük Millet Mcelisi’nin karannı tasvip ederek Hilâfet müessesesinin lü zumsuzluğunu müdafaa etmiş vc bu yüzden Mısır'da afaroz edilmiş, memuriyet ten çıkanlmıştır.)؛.. "Devlete Bağlı Din Sistemi" devrine giden çalışmalarda ikinci durak Izmit'ten sonra Bursa olmuştu. 22 Ocak 1923'dc Şark sinemasında toplanan halka Mustafa Kemal uzun bir konuşma yaplı.^^ Konuşmanın özeti, halkın gericiliğe vc gerici akımlara karşı uyanık olması, yapılacak inkılaplara sahip çıkması vc "irticaya" prim verilmemesi şeklinde idi. Bilhassa irticaya değinerek: "Yenileşme hareketlerimizin mutlaka bir kaı؟ı hareketi getireceği hatınnızdan çıkmamalıdır. Bu harekete özel tanımı ile "irtica" derler. Yaptığımız vc yapmayı düşündüğümüz işlerin sonuçlanna göre, bu gibi hareketler her zaman beklenebilir. Kanla yapılan devrimler daha muhkem olur. Kansız devrimler ebedileş mez; fakat biz bu inkılaplara ulaşmak için gerektiği kadar kan döktük. Bu kan54.
55 .
Hiİafello ilgili yapılan çalışmalardan bir diğer çalışmada. Mele Tunçay’ın. "Tek Parti Y ٥nei،m r İsimli eserinde mevcuttur. Tunçay. eserin 64.67. sayfalanrH (ARA EK..). "Bir Risale Savaşı, diyerek hilafetle ilgili yapılan çalışmalara ayırmıştır. Naşil Hakkı Uluğ. ag.e., s. 110.111.
96
II :(
CUMHURİYEI^ DÖNEMİ DİN
DEVLET İLİŞKİLERİ
٠
1ar sadece savaş alanında dökülmedi. Aynı zamanda memleket içlerinde de dö küldü: Hendek'te. Bolu'da. Düzce’de. Gerede'de. Konya’da ve Yozgat'ta bir çok yerlerde inkılaplarımız aleyhinde isyanlar oldu ve hepsi de tepelendi! Biz isteriz ki, bu dökülen kanlar yetmiş olsun. Hepinizi saadete götüren devrimlerimizin aleyhinde fikir ve his taşıyanlan aydınlatma ve uyarma, bütün aydın vatandaşlann.ulusal görevlerin en önemlisi ve en birincisidir."^^ 22 Ocak 1923 Bursa konuşması zaten düşünülen devrimlerin birer kanlı devrimler olacağının adeta habercisi gibiydi. Çünkü Mustafa Kemal çok açık bir ifadeyle; "Kanla yapılan devrimler daha muhkem olur. Kansız devrimler ebedileştirilemez." diyordu. Bunun manası çok açıktı. Düşünülen devrimlerin benimsenmesi ve ebedileşmesi için gerekirse kan dökmekten kaçınılmayacaktı. Zira "muhkem" oluşun şartı buna bağlıydı. Gerçekten Bursa konuşmasında da belirtildiği gibi, henüz "ilke ve inkı laplar" başlamamış olmasına rağmen müstakbel geleceği görenlerden karşı ta vırlı olanlar. Mustafa Kemal'in tanımıyla "irtica taraftan"" olanlar çoktan karşı devrim hareketini başlatmışlar ve yurdun çeşitli yörelerinde "irüca isyanlan" çı karmaya başlamışlardı. İrtica isyanına sebep olarüarla, ilticaya katılanlar yine Mustafa Kemal'in tanımıyla "tcpclcnmişlcrdi." "îç ayaklanmalarda en çok göze çarpan sebep, halife-sultana olan dinsel ve geleneksel bağlılık" ؟؛idi. Bu durum "gerici akım"lara ؟؛sebep oluyordu. TBMM'nin kuruluş yıllannda dinsel ve geleneksel bağlılığı ağır basan, din kaynaklı resmi ifadeyle irtica kaynaklı isyanlar şu şekilde özetlenebilirdi. İÇ İSYANLAR VE İSTİKLA L M AHKEM ELERİ 1-)
Şeyh Receb İsyanı ve Sivas Ayaklanması (20-22 Ekim 1919)
Sivas bölgesinde şeriat idaresiyle idare edilmek ve hayata şeriatı hakim kılmak amacıyla gerçekleştirildi. 20 Ekim 1920'dc göreve başlayıp, 15 Mart 1921'c kadar çalışmalannı sürdüren Sivas İstiklal Mahkemesi (Mahkeme genel likle Amasya'da çalıştığı için resmi kayıtlardaki adı Amasya İstiklal Mahkemesi olarak geçiyordu)؛, bu ve buna benzer ayaklanmalar sonucu, 12 kişiye idam, 1
56 57. 58 59.
Yayınevi. Birinci Basım, Ankara, 1975. a.g.e., s. 31. 3g.e..%. 124.125.
1.BMM VE MUSTAFA KEMAL HALİFESİNİ SEÇÎYOR
97
kişiye de gıyabctcn idam olmak üzere 13 kişiye idam cezası verildi. Toplam 13 kişi idam edildi... Yakalananlardan 109 kişiye de ”müeccelcn idam cezası" verildi.٥٤ Sivas İstiklal Mahkemesi için bkz. Sivas Î.M. T.B.M.M. Arş.. T٠9٠Dos ya 145/1612. Evrak No. 12). 2. )
Şeyh Eşref Ayaklanması (26 Ekim, 24 Aralık 1919)
Gümüşhane-Bayburt bölgesinde gerçekleşti.. Bayburt ve havalisinde he men hemen iki ay süren bu ayaklanmanın tek gayesi şeriat devleti kurmak idi.٥؛ İsyan çok sert tedbirlerle bastmidı. Bölgede yüzlerce kişi öldürüldü. 3. )
Bozkır Ayaklanmaları (27 Eylül-4 Ekim ve 20 Ekim, 4 Kasım,
1919)63
İki kez gerçekleşen bu ayaklanmada halk başlannda bölgenin tanınmış ulema ve ve hocalanyla hükümet binasına doğru yürüyüşe geçmiş, Milli Müca delenin İstanbul Hükümeti'nden ayn olarak değil, birlikte yürümesini isteyerek, "hilafet ve şeriat yönetimi" isteğinde 4 gün süren çatışmalar çıktı. 4 Ekim'de is yancılar teslim olduğunda bir çoğu öldürülmüş idi., geriye kalanlar muhakeme edilmek için alıkonuldu. Fakat bunlann da çoğuna "idam" cezası verilmesi üze rine Bozkır halkında yeniden bir ayaklanma kendisini gösterdi. Halk: "Hocalanmızı astılar, şeriat isteyenleri öldürdüler, şeriat isteyenleri öldürmek şcr٠an kü fürdür" diyerek 20 Ekim tarihinden itibaren bir ayaklanma daha başlattı. İkinci ayaklanma, birincisinden şiddetli olmuştu. Hükümet birlikleri ile halk arasında 15 gün çalışma ve kovalamaca sürdü. İkinci ayaklanma çok daha sert tedbirlerle bastmidı. Başlangıç ve bilişi itibariyle bir ayı geçen Bozkır olaylarında ayaklan maya kanlan yüzlerce kişi öldürüldü. Ve bir o kadar da idam başta olmak üzere çeşitli cezalarla tecziye edildiler. 4-) Düzce ve Gerede Ayaklanmaları (13 Nisan, 4 Haziran. 8 Ağustos, 23 Eylül 1920): Toplam beş aya yakın bir zaman süren ayaklanmalar tarihe Düzce Ayak lanması diye geçü. Düzce merkezde başlayan hareket kısa bir zaman sonra Bo60. 61. 62.
TBMM Arşivi, T - 14. No. 5. Zarf: 48. Ergun Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s. 25. Bilgi Yayınevi. Ankara. 1975 Ergun Aybars. a.g.e., s. 32. BSk?r a y a k l^ m ^ ^ y a k m a k ta *olan 80 yaş Ozerindekiterin çok iyi bidıkleri bir ayaklanmadır. O gOnün görgü tanıkları ayaklanmada öldürülen ve kurşuna dızüenlerin sa yısının bin rakamının ûzerinda olduğunu ılade etmişlerdir.
98
CUMHURtYET DÖNEMİ DlN ٠ DEVLET İLİŞKİLERİ
lu. Gerede gibi ycrklcri de içine alarak Adapazan.na kadar uzandı. Hendek. Ge rede. Düzce ve Bolu 1920'de ayaklanma başlatan şeriat isteklilerinin eline geç mişti. Hükümet birliklerine bağlı jandarma ve askerler bu bölgelerde çok kesif bir faaliyetin içine girdiler. Haziran ayı girdiğinde bölge ayaklanmacılan yüzler ce ölü vererek teslim olmuştur, iki ay sonra tutuklu bulunanlann salıverilmesi üzerine tekrar hilafet istekleriyle 8 Ağustos.da yeniden ayaklanmalar başgösicrdi. Öncekinden daha şiddetli olan ayaklanmalann bir ucu.Bcypazan’na kadar uzanmıştı(Ağustos 1920). Mustafa Kemal özel tanımı ile .'irtica" dediği bu isyanlardan Düzce isya nına çok önem vermişti. Çünkü boyutlan çok büyümüştü, isyanın kendi ifade siyle: "Düzce ve havalisindeki isyanlar pek mühim"^.. idi. "Abaza ve Çcrkczlcrden oluşan dört bin kişilik düzenli bir kalabalık. Düzce'yi basarak, hapishanele ri boşalttılar. (İki ay önceki isyanda tutuklananlann hepsi salıvcrilmişür.) Mey dana gelen çarpışmalarda oradaki askeri birliğin silalılanna el koydular. Hükü met mcmurlanyla zabitanını haps cttiler."٥^ Daha sonra Hendek ve Geyve böl gelerini de ele geçiren isyancılar bu bölgede bulunan 24.Fırkayı muharebe et meksizin. kan dökmeden teslim aldılar. Tüfekler, loplar ve her türlü askeri mü himmata el kondu. Güçlenen ayaklanmacılar, Geyve boğazından Nallıhan ve Beypazarı tari kiyle Ankara'ya ulaşmak istiyorlardı. Hükümet bütün gücünü bu bölgeye gönderdi ve her ne pahasına olursa ol sun isyanın bastıniması istendi. İsyanın büyüklüğünü göstermesi açısından bölgeye gönderilen kuvvetle rin dağılımını göstermek kifayet edecektir sanınz: 1— Salihli ve Balıkesir Kuvay-i Milliyesinden müteşekkil Çerkez Ethem
٥٥٢ ^؛cebcl(dağ) topu ve beş makinah tüfek ile üçyüz atlı efe'den oluşan Binbaşı Nazım Bey Birliği, 3__ iki tabur piyade, sekiz makinalı tüfek, iki sahra ve iki dag topundan k u n ı l m ^ V j T b a y A n l ؛B c y
,٠٠ , ٠؛. ٠٠٠٠؛. ٠٠٠٠
٠,٠ „ ٠ ؛٥٠„ , | „
"isyancı” vc "vaian haini" olarak TBMM yasaJanna bırakılınışü.
64. 65 66
Nutuk-SĞylov, c. 2. s. 596-597. a . ... .. c. 2. s. 596. a.g.û., c. 2. s. 598-600
...
'1.BMM VE MUSTAFA KEMAL HALiFESiNl SEÇtYOR
99
Kendilerine Hilafet Ordusu diyen ayaklanmacıların ele başılan da yaka lananlar içerisinde idi. "Bölgenin hilafet ordusu komutanı Yüzbaşı Ali. Mülazimmevvel (asteğmen) Şerafettin. Mülazimevvel Hayrettin. Makinalı Tüfek Su bayı Mehmet Hayri. Tabur Levazım Subayı Haşan Lütfi. Operatör Doktor (Cer rah) İbrahim Ethem Efendiler isyancı ele başısı olarak işlem gördülcr.٥؟ Tabi yakalananlar için, yapılan işlemin "ölüm cezası" olduğunu söyleme ye gerek yokturherhaldel Düzce isyanı diye bilinen bu isyanda da binlerce insan öldürüldü ve telef edildi. 5-) 1920):٥«
Yozgat Ayaklanmaları (15 Mayıs. 27 Ağustos. 5 Eylül. 30 Aralık
Halife ordusu olma iddiası ve şeriat isteği üzerine Yozgat'tan başlayıp, Yenihan. Boğazlayan. Zile ve Tokat'a kadar uzanan bu isyanlar toplam sekiz ay kadar çeşitli aralıklarla sürdürüldü. Ocak 192l٠c girildiğinde Sivas. Erzurum, An kara, Eskişehir, Bolu ve İzmit dolaylanndan getirilen askeri birliklerce ayaklan ma yeni bastınimış oluyordu. Postacı Nazım Efendi ve Çerkez Hoca diye bilinen Kara Mustafa efendi lerin ilk önce Yenihan'da başlatlıklan ayaklanma, bölgenin dinsel duygulan ve halifeye bağlılığı ile kısa zamanda büyüdü ve genişledi. 15 Mayıs Yenihan, 27/ 28 Çamlıbel, 1 Haziran Tokat civan, 7 Haziran Zile, 13 Haziran Sorgun ve 14 Haziran 1920'de Yozgat'ı tamamen ellerine geçiren. ؟isyancılar buralarda hali feye ve makamı hilafete bağlı müstakil bir bölge oluşturdular. Sekiz ay süren çatışma ve takibatlar sonunda hükümet birlikleri Ocak 192l'c girerken bölgeye hakim oldular. Sekiz aylık bilanço her iki taraftan binlerce insanın ölümüyle sonuçlan. dı.Yozgal ve havalisindeki en ilginç nokta, bölge ayaklanmasını bastırmak için gönderilen ve Düzce ayaklanmalannda başarısı kanıtlanmış(!) Çerkez Ethem ve fedailerinin tavırlan idi. Çerkez Ethem Yozgat ve havalisinde yakaladıklan in sanları sorgusuz-sualsiz kurşuna diziyor, çeşitli şekillerde öldürüyordu.؟. Hana yapılanlann sadistlik ve vahşetin ötesine gitmesiyle Ankara Hükümeti de El. hem'in hareketlerine karşı koymak durumunda kalmışlardı.
67.
68 . 69. 70.
Nutuk-Söylev, c 2. s. 600.601. Ergun Aybars. İstiklal Mahkemeleri, s. 32. Bilgi Yayır١evi Nutuk’Söylev. c. 2, s. 600-603. Ergun Aybars. İstiklal Mahkemeleri, s. 89. Bilgi Yayınevi. Ankara. 1975.
100
CUMHURİYET D İ M İ DİN - DEVLET İLİŞKİLERİ
(Gariptir ki. Hükümet adına "irtica isj,anlan" denilen isyanlan basümıakla görevlendirilen ؟erkez Ethem. Ankara istiklal 9 Mayıs 1921 tarihinde verdiği kararla '"vatana ihanet" suçundan kardeşiyle birlikte idama mahkum edilmiştir. TBMM Arç.. Ankara İ.M. T.2, Dosya:274, Karar Defteri. IV-2, b-l٠Karar No: 576.) Yozgat ayaklanmalarına katılanlar. Amasya Harp Divanınca yargılandılar ve Ankara istiklal Mahkemesi tarafından suçluluk derecesine gOre ' dılar.71 'ا 6-)
Konya İsyanı (2 Ekim, 15 Kasım 1920):
Delibaş ve Zeynelabidin isimli iki şahsın elraftanna topladığı l^şyüz kadar kişi ile başlayan ayaklanmanın görüntüsü de halifeye bağlılık ve Kuvay-i Milliye'nin hilafet ordulanna uymayışı dolayısıyla idi. TBMM’ne katşı başlati" lan "irtica" kaynaklı ayaklanmalardan birisiydi. Ayaklanmaya katılanlar 2 Ekim'de Çumra'yı, 3 Ekim gecesi Konya'yı; Konya Valisi Haydar Bey ve Konya Komutam Avni Paşa'yı da esir alarak ele geçirdiler. ilgin. Karaman ve Karapınar’da Ekim'in (1920) ilk haftasında isyancılann eline geçmişti. Daha sonra Kadınhan, ؟ığıl ve Yalvaç ele geçirildi. Kasım'ın baçında Seydişehir, Beyşehir ve Bozkır Zeynelabidin kuvvetlerinin eline geçmişti. Bölgenin kısa zamanda hemen hemen bürtin ilçeleriyle isyancıların eline geçmesi, bölgedeki dini hissiyahn ve halifeye bağlılığın tonu idi.
M ılst^a Kemal Konya İsyanının özellikle üzerinde durayordu. isyan hakkında çok aynnhlı bir rapor aldı.72 Bölgeye gönderilen kalabalık askeri güçler çok şiddetli ve acımasız bir şekilde İsyanı bastırdılar. (15 Kasım 1928 .( ؟.U.1920 rarihınden itibaren de Konya'da İsUkl^ Mahkemesi göreve başlam.ış bulunuyordu. Oldüriilenlerin dışında kalanlar yakalanıyor ve hemen Konya istiklal Mahkemesi'ne gönderiliyOrdu. Askerlerce yakalanlann sayısı 0 kadar fazla idi ki, onlan muhakeme euneye İstiWal Mahkemesi de yeterli olmayınca bölgede, ؛Isاﻻ،1 ةMahkemesinin bulunduğu yerlerde Harp Divam bulunması kanuna aykın 0ldugu halde)73 lo'u aşkın Harp Divani kuruldu ve suçlu^n cezdandınnakiçin ^ m e n herkeSe birkaç dakika aynlarak muhakemeler yapılmaya başland.. ؟akat toplanan insanlar 0 kadar çoktU ki, neredeyse kadın, çocuk ve ihtiyarlar hariç ٠
71. 72. 73.
TBMM VE MUSTAFA KEMAL HÂLİFESİNİ SEÇİYOR
101
sanki bütün Konya halkı mürteci ve isyancı görülerek tutuklanmıştı. Bu yüzden on adet Harp Divanı da yargılamalarda yeterli olmadı! Bunlar da yetmeyince (yakalananlann çokluğunu artık siz düşünün!) 9.12.1920 tarihinde TBMM.ne Konya'ya iki veya üç adet daha İstiklal Mahkeme si kurulması için önerge verildi.^". Konya İstiklal Mahkemesi bir ibret olsun için isyancılara en ağır cezanın verilmesini düşünüyordu. Ve gariptir Konya İstiklal Mahkemeleri bir/iki küçük kaza dışında bütün bir Konya'yı ve Konya bölgesi ni ayaklanmış gözüyle görüyordu..^^ Bunlann kanunen idamı gerektiğini, idam gibi sen bir cezanın, başkalanna ibret olması ve suçun tekranna engel teşkil edeceğini düşünüyordu. Sonunda mahkeme bütün bir Konya halkına ceza verilemiycccğinden, olayla ilgili olanlan suçlarına göre: 1— Zorla ayaklanmaya katılanlar (Affedilmeli) 2— Cahil olup kandmlmış olanlar (Yumuşak ceza) 3— Bilinçli olarak ayaklanmaya katılanlar (Şiddetli) diyerek üçe ayınp. derecelerine göre cezalandırılmalarını uygun gördü.٠^٥ Konya'da lO'u aşkın harp divanının çok hızlı çalışmış olmasına rağmen vc eczalar da yerine getirilmiş olmasına rağmen ilçeler hariç sırf Konya Merkezde 1500'dcn fazla tutuklu bulunuyordu. Hapishanelerde yer kalmamıştı. Yüzlerce insan "isyana kaülmıştır" gibi iki kelimelik bir yazıyla tutuklanıyordu. Tutuklananlann ayaklanmaya katıldıklan, katılma derecesi vc ilişkisi nedir, delil var mıdır? bilinmiyordu. Ayaklanmanın durdurulduğu tarihten. 15 Kasım I920'den, mahkeme karannın verildiği 18.2.1921 tarihine kadar (90 güne kadar) geçen süre içinde çeşitli yerlerde, çeşitli kuruluşlarca suçla bağdaşmayan çok sert eczalar verilmiş ve yakalanlann bir çoğu öldürülmüştü..^ O kadar ki îsüklal Mahkeme si bile haksız yere mağdur olanlann ve bir ifüra sonucu cczalandınlanlann suç. lu.suçsuz aymmı yapılmadan uygulanmasından dolayı çok tedirgin olmuş, re jim adına cczalann uygulanışında "intikam hissi'.nin hakim olduğu kanaatine varmıştı. Sadece Konya ve Bozkır çev resinde yakalanan iki binden fazla tuıuklunun 780 kadan idam edilmiş, geri kalanlara müebbet hapis, kürek, kal'a, bend. nefy ve teb'id cezalan verilmişti.^؟ İsyanı bastırmakla görevli askerler de, her önüne gelenin "burası isyancı evidir!" demesiyle yüzlerce evi yıkmış vc yakmış, bir kısım halk da hiç delil ol maksızın tutuklanmıştı. Kuvay-ı Tedbiye’ce bütün bir Konya halkı fark gözeul74. 75. 76. 77. 78.
Ceride, c. 6. s. 182. 275: c. 7 ٠s. 98. Ergun Aybars. tslildal Mahkemeleri, s 118٠1 l9 .B ؛lg'،Ysy،nevl Konya I.M. Raporu. T.I.T.E. A r17/2986 .. ؟. s. 6 ؛Ceride ٠. 9 5 . 159 ا. TBMM Ar ؟.. Konya istiklal Mahkemesi T.14. No: 5 ٠Zarf. 48. Ergun Aybars. istiklal Mahkemeleri, s. 120. Bilgi Yaynevi. Ankara. 1975.
102
Ş H U R İY E T
dönem i
DİN - DEVLEl'İLİŞKİLERİ
meksizin c e z a l a n d ı n l m ı ş ü . 7 9 Sokak اa gezen bir sakallı, sarıklı; henüz §apka devrimi .İmadıgı İçin d.gal olması lazımken, cübbeli görüldü mü ..bu da bir müriccidir. öyleyse bu da bir isyancıdır'' denilcrck suçsuz nice insan harb di. vanlannın acımasız cezalanna ؟a^tmlmışü.so Doç.Dr. E r ^ n Aybare. Doklora ve Doçenilik lezi olarak incelediği 19211923, 1923-1927 dönemi Isiiklal Mahkemclcri'ni anlaurkcn. kitabinin Konya istiklal Mahkemesi ve Konya Isyam bölümünde bütün bu haksızliklan ve acımasızlıklan açıkça ^indem e getirir. Konya istiklal Mahkemesi, karar zamanına kadar, uygulanan bu adaletsizlikleri gidennek İçin olsa gerck. önce Harp Divanlarının çalı§malanna son vem iç. daha sonra da hakkında ciddi delil olmadan tutuklananlann serbest birakılmasını sağlamıştır, ilk etapla 2300 kişilik tutuklu listesinden 805 kişi ancak suçlu görillmüş. 1495 kişi mesnedsiz tutuklandığı gerekçesiyle se re si bırakıl. mıştır. 805 kişinin cczalandım a tablosu ile, 1 Ekim 1920 tarihi ile 18 Şubat 1921 tarihleri arasında cczalandınlan 3600 kişinin ceza lablolanna bakıldığında bun. lann 800 kişi kadannın idam edildiği görülür.sı Kanla biten ve kanla basiınlan. ÖZCİ tanımiyla .'inica'' denilen isyanlann bu şekilde alu ana başlıkla toplanması mümkündür. Ancak bunlarla hirlikıc Bandırma. Gönen, Karacabey. İzmit. Adapazan, Nallıhan, Beypazan. Çorum. İskilip. Tokat. Erbaa. Zilc82 gibi yerlerde de ''inica'' kaymaklı ayaklanmalar olmus. oralarda da onlarca insan öldüriilmüş ve cezaJandınImışlır. SadccC !tilavet ve şcrialı hakim klima isteğiyle gerçekleştirilen bu ayak!arenalarda kaba bir ta h m ile 10-OOO.in üzerinde insanin kani akıtıldığı aşikârdır. T c n ^ l edilen bunca in sa n d a dolayıdır ki. 22 Ocak I922'dc Bursa Sctbaşında yapılan tarihi konuşmasında Mustafa Kem ^: .'Kanla ya ؟ılimdcvrimlcr mu٣ rn olur. K elsiz devrimler c^dilcştirilcm cz. Yenileşme hareketlerimizin elbette kakışında olanlar olac^tır. Bunu hatırdan Çikaımamak gerekir^ Bu harekete bkcl unırnı ile irtica., derler.'' diyerek adeta irticailin lıcr zamiuı başının czilecegini ve kan akıtılacağını h a ^ rv e m iş tir. ح:
٠١. ٥.
n
i i k
f . c
2 .5 ...
ﺀ
س
ﻣ ﺎ
د
)
TBMM VE MUSTAFA ICEMAL HALİFESİNİ SEÇİYOR
103
LAİK DEVRİMİN TEMELLERİNİN ATILDIĞI SEYAHAT: İZMİR s e y a h a t i Bursa gezisinde de halka verilmesi gereken mesaj verilmiş ve Mustafa Kemal devrimlcre ait düşüncelerini anlatacağı gezilerinden bir başka durak olan İzmir’e doğru yönelmişti. Trende giderken yanında Fevzi Çakmak ve Kazım Karabekir Paşa.lar da bulunuyordu. Trende giderken sürekli Meclis'teki Afyonkarahisar Mebusu Şük rü Hoca'nın başlattığı "hilafet" isteğinin kendisinin tabiriyle bu irtica teşebbüsü nün yankılarını alıyordu. Mcclistekilerin havasına pek güvenemediği ve yakın arkadaşlarından bir kısmının da temayüllerine güvensizliği nedeniyle Fevzi Çakmak ile Kazım Ka. rabckirPaşa'yı gezi için yanına almıştı. Özellikle Kazım Karabekir Paşa'yı yanı na alarak geleceğe dair (devrimler) düşüncesine onu yaklaştırmak istiyordu. Mustafa Kemal en yakın silah arkadaşlan olan Kazım Karabekir Paşa ile Fevzi Çakmak Paşalan kendi düşüncesine yakınlaştırmak için yanında bulun durma çabalarının semeresini devrimin ve inkılaplann ilk yıUannda çok açık bir şekilde görür. İnkılaplar bitlikten sonra özellikle Kazım Karabekir Paşa'nın Mustafa Kemal'e karşı muhalefeti yoğunlaşmıştır. Bu muhalefetin derecesi ve fi kir uyuşmazlıkları konusunda Karabekir Paşa’ya yazdığı "istiklal Harbimiz" ki tabı (İlk baskı-1960) önemli ipuçlan verir. Zamanla Karabekir Paşa nın bu kitabı yasaklaulmış, içerisindeki belli bölümler çıkartıldıktan sonra I969'da ikinci bas kı olarak yeniden yaymlanmışur. Buna rağmen yasaklanan kitabın üçüncü bas kısı ancak 1987 yılında gerçekleştirilebilmiştir. Gazi. Karabekir Paşa ve Fevzi Çakmak paşalara özel treninde en çok meclisteki "irtica girişimi" diye tanımladığı Afyonkarahisar mebusu Şükrü Ho. ca’nın davranışlanndan anlatıyor ve bu gibi irticaî faaliyetlere ateş püskürüyordu."؟. Trcn Alaşehir'e geldiğinde durmuş ve Mustafa Kemal Alaşehir Hükümet binasından halka bir hitabede bulunmuştu. Konuşma açıkça irtica ile mücadele ve bu mücadeleye halkın liazırlıklı olması idi. Mustafa Kemal bir ara inica di\c gösterdiği Şükrü Hoca vc bcn/crlcrinin faaliyetlerini anlatarak ”Vaiandaşlannı. bir Şükrü Hoca çıkıp milli egemenliğimize elini sürmek isterse ne ).apaı^mı/.' diye sormuştu. 83
Naşit Hakkı Uluğ. Hahk-ftğm Sonu, s 111.U 2.1§ Bankası Ku.tûr Yaymlafi. Yayın rınd Baskı. 1975. Isianbul
84
û g .e .y \2
Ho. IW B.
11 ؛1
li
٠
i ؛
104
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN ٠DEVLET İLİŞKİLERİ
'٠— Parçalanz Paşam !.'sesleri bu sorunun cevabı oldu.^؟ Halkın burada da yeterince aydınlaüldığını düşünen Mustafa Kemal 26 Ocak'ta Alaşehir'den aynlarak Salihli'ye yöneldi. 27 Ocak 1923 günü Salihli vatandaşlanna söylenenler İzmit. Bursa ve Alaşehir’den farklı değildi. Mustafa Kemal yine irtica merkezli harekeücri işareüe: "Memleket içinde hemen mille tin karşısına çıkması ihtimali olan düşmanlan yere sermek için daima hazırlıklı bulunmalıyız."^, şeklinde konuşmalar yapmıştı. Artık halka açıkça düşmamn irticai hareketler olduğu, hilafet taraflısı ha reketlere karşı teyakkuzda bulunulması gerekliği (TBMM'nin seçtiği halife ve makamı hilafet varlığını devam ettiriyorken) söyleniliyordu. 27 Ocak 1923'de İzmir'e vanimıştı. Halifeliğin kaldıniması tarihçesini anlatanlann birleştiği tek nokta. Halifeliğin aslında İzmir'de düşünce alanında ke sinkes kaldınimış olduğudur.٥.^ Mustafa Kemal İzmir seyahatinde dört büyük toplantı yapmıştır. 27 Ocak 1923 günü-şimdi yanmış olan- hükümet konağının büyük salonunda halkla ve yöneticilerle. 31.1.1923 günü İzmir gazeteleri başyazarlan ile, 2.2.1923 günü İkti sat Kongresi için hazırlanmış olan büyük salonda işadamlan ve tüccar kesim ile ve 17.2.1923 günü de İktisat Kongresinin açılış konuşmasını yaparak dört büyük halife taraftarlanna karşı uyanık olunması ve yapılacak devrimler de halkın kendi devrimlerine sahip çıkmasıydı.٥٥ Hükümet konağındaki yemekli toplantıda İzmir Mebusu Vasıf Çınar, (da ha sonra 2 Mart 1924 tarihinde halifeliğin kaldıniması tardşmalannda halifelik lehinde konuşma yapan Gümüşhane Milletveküi Zeki Kadirbeyoğlu na hararetli hücumlarda bulunmasıyla ianınacakur.) İzmirliler adına yaptığı konuşmada. Mustafa Kemal'e atfen: "İzmirliler eserlerinizle beraberdir. Eserleriniz karşısın da her türlü irtica hareketleri ölmeye mahkumdur. Sizicr çok yaşayın ki, sîzler yaşadıkça dehanızın ışık vereceği terakki yollarında milletimiz layık olduğu egemenliğe kavuşacaktır..." demiştir.^. 86. 87
88 . 89.
Raşft Hakkı Uluğ. Haİifefiğin Sonu, s. 113. Bernord Lewis, Modem Türkiye’nin Doğuşu, s. 263.
TBMM VE MUSTAFA KEMAL HALİFESİNİ SEÇİYOR
105
Mustafa Kemal mukabelede bulunarak İzmirlilere şöyle demişti: "Efendiler! Henüz kurtulmuş değiliz. Atılan adımlar bundan sonra atılma sı gereken adımlann sadece başlangıcıdır. İnsan başlangıçta iken, sonuca ulaştı ğını sanırsa, gözünü açınca en derin gaflet uykusuna dalmış olduğunu görür. (Gazi, düşmanın yurttan kovulmasıyla herşeyin bilmediğini ve asıl bundan son ra önemli işlerin başlayacağını (inkılaplan kastederek) işaretle (bu ifadede bu lunmuştur.) Biz bunun için daha çok adımlar atmak mecburiyetindeyiz. Bu adımlar hem çabuk, hem de uzun olmalıdır. Bu adımlan doğru ve belli bir yerde atabilmek için mukadderatımıza kendimiz sahip çıkmalı ve ona hakim olmalı yız."؟. Mustafa Kemal açık gibi gözükse de biraz kapalı mesajlarla yüklü olan konuşmasını açmak için de: "Beyler! bu sözlerimle ne kastettiğimi ve neleri ifa de etmek istediğimi kolaylıkla arüayabilirsiniz."؟. demişti. 31.1.1923 günü İzmir'de yayımlanan Anadolu. Ahenk. Saday-ı Hak. Şark ve Yeni Turan isimli gazetelerin başyazarlan ile bir görüşme olmuştu. İzmit toplanüsında olduğu gibi Mustafa Kemal, halkı aydınlatmada en müessir güçler den birinin ve belki en önemlisinin basın olduğunu biliyordu. Ege Bölgesine ha kim bu gazetelerin başyazarlanyla en başta Meclis içi muhalefet; hilafet taraftan hoca miUctvekilleriyle. hususen Şükrü Hoca.nın "Hilafet-i Islamiyc ve Haki. miyet-i Milliye" isimli risalesinin üzerinde dunılmuştu. Konuşmalardan sonra en etkili İzmir gazetesi olan Anadolu'nun buşyazan olan Haydar Öktem, gazetesinin başlığını; bugünkü anlamda manşetini şöyle çekmişti: "Egemenlik için Gazi’nin ortaya koyduğu esaslar. "Kur٠ûn" ibaresi mertebesinde önemlidir!" Haydar Öktem. bu başlığı Atatürk'le yapüğı özel mülakattan alarak koy muştu. Zira gerçekten Mustafa Kemal, söyledikleri hususlar için: "Bunlar Kur٠an ibaresi mertebesinde önemlidir!" ^؟demişti. 2 Şubat 1923 toplanusı adeta bir açık oturum havasında geçer. Halk otuz kadar soru sormuş ve bunlann cevabını Mustafa Kemal'den istemişü. Toplantı da verilen cevaplar adeta gelecekteki devrimlerin karşısında olacaklann yerleri ni tayin ediyordu. Mustafa Kemal, miilcü inicaya sürüklemek isieycnlarin. "başlannın ezileceği", "yerlerinin zindan olacağı" ve "parçalanmalan gerekece ği" gibi şiddet kavramlannın üzerinde duruyordu.
90. 91. 92.
Naşit Hakkı Uluğ. a.g.ö., s. 115. a.٠ .o.. s. 115.
Halifeliğin Sonu, s. 114.115.
106
CUMHURİYET DÛNEMİ DİN
DEVLE!'İLlŞlClLEKl
٠
Konuşmada kadın-crkck eşiüiğinden. kadının giyim vc önünmc mesele sinden, eğitim inkılabından -Tevhid-i Tedrisat Kanunu- bahseden Mustafa Ke mal kurulacak rejim için şu noktalara değinmişti:٠٠Unutulmamalıdır ki, milletin egemenliğini bir şahısta, yahut mahdut şahıslann ellerinde (halifeliğe işarcüe) bulundurmaktan çıkar bekleyen cahil ve gafil insanlar var. Halife hükümdarlar, kendilerini vehmettikleri bir kuvvetin temsilcisi sanırlar (ruhanî kuvvet), oysa onlann etrafındaki çıkarcılar bunu din kisvesine büründürerek millete yaymaya ve halkı kandırmaya çalışırlar. Sonunda da milletin kulağı bunlarla dolar ve dini kisveye büründürülerek anlatılan o telkinleri sanki dinin icab ve gerçeğin ta kendisi sayar. Bu gibilere ve bunlann yaptıklan gerici hareketlere irtica denir. Fakat bütün cihan kanaat getirmelidir ki. milletimizi bu gibi gerici telkin lerle kandırmak ve ilerleyeceği yolundan çıkarmak imkûm kalmamıştır. Fetvalar ile.^ veya şu, bu gibi telkinlerle milleti ilticaya sürüklemek iste yenlerin yeri zindan olacakür. Kesinlikle hiçbir kayıt altına almak isteyenler, en koyu mürtccilerdir. Böylclerinc karşı milletin yapacağı şey onlan parçalamaknr.٠٠9٠. Mustafa Kemal. İzmir konuşmasıyla hem hedefini belirlemiş ve hem de hedefine giden yolda kendisine engel olacak kişilere ne tür müeyyideler uygula nacağını, yerleri "zindandır", "başlan ezilecektir", "parçalanacaktır" gibi kav ramlarla ifade etmişti. İzmir'de gündeme gelen irtica.dan sonra birdiğer başlık, gelecekte Cum huriyet Halk Partisi'nin temelini oluşturacak olan Cumhuriyet Halk Fırkası'nm kurulması gerekliği ile ilgili idi..^ Mustafa Kemal kendisine sorulan sorulan cevaplandınrken, sıra medrese lerle ilgili bir soruya gelmişti. Soruyu yönelten kişi daha sonra Köy Enstitüleri nin kurucusu ve yaşatıcısı olmakla ünvanlanan CHP'nin meşhur Maarif Vekille rinden Haşan Ali Yücel idi. Haşan Ali Yücel o sıralar İzmir’de genç bir öğret mendi ve Mustafa Kemal'e sorduğu soruda medreselerin, düşünülen yeni rejim-
93.
■ ٠
1977. isimfi eserler.
94. 95
٠
■
٦^ ^
TBMM VE MUSTAFA KEMAL HALİFESİNİ SEÇİYOR
107
de yerinin olmasının devrim düşüncelerine aykm olacağını söyliyerek, medre seler için neler düşünüldüğünü sormuştu. Genç ögrcünen Ali Yüccl'in sorusu Gazi'yi kcyiflcndirmişii. Haşan Ali Yücel de sorusu ve düşünülen devrimlcrc yaklaşımıyla göz doldurmuştu! Mustafa Kemal'in uzun uzadıya cevaplandırdığı sorulardan biri bu oldu ve şöyle dedi: "Bizim toplumumuzda en ziyade göze çarpan bir nokta var ki. herkes ne dense din gibi, dinî eğilim ve medreseler gibi konulara değinmekten çekinir. Nedense,medreseler ne olacak, vakıflann bugünkü hali ne olacak? dediğimiz zaman derhal bir direnme ile karşılaşırsınız. Efendiler! Bizim dinimiz akla en uygun ve en tabii bir dindir ve ancak bundan doayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, il me ve mantığa uygun olması gerekir. Elbette her fen dinini, diyanetini öğrete cek bir yere muhtaçtır. Orası "medrese" değil, "oku!"durî.. Medreselerin bugün kü akim ve verimsiz hallerinden ve bu hususla kendi yapugım inceleme ve araş tırmalardan anladım ki. medreselerde güya Arapça öğretilmesi için, masum in sanların en verimli yıllan kaybolmaktadır... Artık milletimizin kültür evleri "bir" olmalıdır. Bütün memleket evladı, kadın ve erkek aynı surette oradan çık malı ve eğitilmelidir.؟. Mustafa Kemal bu konuşmasıyla medreselerin kapatılacağının ve Tevhidi Tedrisat Kanunu denilen "Öğretimin Birleştirilmesi" kanununun çok yakımla çıkacağının mesajını vermişti. ^؟Hatta bu mesajlar dolayısıyla, sonradan Cum huriyet Halk Fırkasından mebus olarak meclise girecek olan İzmir Maarif Mü dürü Vasıf Çınar heyecanlanarak bazı taşkınlıklarda bulunmuş ve sağa sola ba ğırarak yapılması düşünülen dcvıimlcri kutlamak istemişti. Kalabalık içerisinde Vasıf Çınar’ın bu harckcücri fazla dikkat çekince. Mustafa Kemal kendisini seri bir şekilde uyarmıştı. İzmir’de yapılan dört heyecanlı konuşmadan sonra Akhisar ve Balıkesir’e hareket edildi. Akhisar toplantısında dikkati çeken husus kendisinin "Medrescl'ül Kudat" mezunu olduğunu söyleyen İsmail Haki isimli birinin Mustafa Ke mal'e hitaben yapüğı konuşmasıydı. Bu kişi: "Son günlerde bazı fesatçılann din perdesi arkasında Halifelik meselden ni konu edinerek milletin fikirlerini kanşlırdığını. ortalığa fesat saçmaya başla dığını..." belirterek TBMM’nin şeriata ve İslâmlığa uygun olduğunu, asıl şeriata ve İslâmlığa uymayanın bu fikirleri ortaya alanlar olduğunu söyledi.؟؟
96. 97. 98.
Naşit Hakkı Uluğ, Ûç Bûyûk Devrim, s. 12-13. Ak Yayınlan. İstanbul. 1973. Ali Fuad Cobesoy. Siyasi HaUralar, e. 1. s. 64-65 Vatan Neşriyat. 1957. İstanbul. Naşit Hakkı Uluğ, Halifeliğin Sonu. s. 118.
108
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN ٠DEVLET İLİŞKİLERİ
Akhisar halkı bir müftünün böyle bir konuşma yapac ağını hiç düşünmcmişü. Mustafa Kemal, bir müftünün kendi düşüncelerini destekleyen bu tavn yüzünden çok sevinmiş ve ona duygulanarak teşekkür etmişti..؟ Gezilere katılan gazetecilerden Naşii Hakkı Uluğ da o zamana kadar böy. leşi bir müftüyle karşılaşmadığından olsa gerek onu aydın ve olgun(!)bir insan olarak yonımlamışiı.Bu aydın ve olgun müftü de kendisine yapılan iltifatlar sonrasında yeni Tüıkiye için ve düşünülen inkılaplar için uzunca bir dua da bu. lunmuştu. Mustafa Kemal 14 Ocak 1923.de başladığı yurt gezisinde, yukanda belirt tiğimiz yerlerde yapılan konuşmalann tam tersine. Balıkesir'de çok farklı bir alanda konuşma yapıyordu. 7 Şubat 1923 tarihinde Atatürk ilk kez bir camide hutbe vermiş ve halka camiden hitap etmiş oluyordu. Atatürk'ün Balıkesir Lala Paşa Camiinde yaptığı konuşma din-dünya ay. nlmazlığmı dile getiriyordu. Evet yanlış okumadınız! '.Camilerin din ve dünya işlerinin konuşulduğu, işlerin çözüme ulaştığı, dünyada yapılması gereken işler için "istişare merkezi" olduğunu belirtiyordu Mustafa Kcmal!١٥٥ Devlet-Din ilişkileri üzerine hemen her fırsatla bahis konusu edilen ve Devlet adına değerlendirilmek istenen bu konuşma, kuruluşundan bugüne kadar bir tek Diyanet İşleri Başkanlığı'nca değerlendirilememiştir. Çünkü Diyanet İş leri Başkanlığı'run kuruluşundan bugüne pek az zaman müstesna yıllarca cami ler sadece din yeri, ahirei yeri, ibadet yeri olarak telakki edilmiştir. Camileri din ve dünya yeri saymak, orada ibadetten başka dünya işleriyle uğraşmak ve hele hele devlete ve millete ait hususlan bu merkezlerde istişare etmek yıllar yılı suç sayılmıştır. Hem de laiklik adına. Mustafa Kemal, Balıkesir Lala Paşa Camiinde minberden hutbesini okur ken özellikle bu hususlann altım çizmiş vc camileri "milletin hal ve istikbalin deki meselelerin görüşüldüğü ve müşavere edildiği yerler" olarak nitelemişti. Medreselerin kapatılması. Hilafetin kaldınlışı ve din eğitim ve öğretimi nin yasaklanışıyla birlikle, 1924-1950 yıllan arası laikliğe aykın davranış ve ko nuşmalardan en çok ceza yiyenlerin camilerde din ve dünya işlerim birlikte ko nuşanlar ve camileri sadece ibadet merkezi değil, bir istişare merkezi olarak gö ren hocalarımız olduğunu söylersek, burada Balıkesir Lala Paşa Camimdeki hutbe ile beliren bir çifte standardı vc bir hakikati da bu vesileyle belirtmiş olu ruz.
,s
’ ؛I : . 7. ٠. . . . . . . ١-
TBMM VE MUSTAFA KEMAL HAL!FES،Nİ SEÇ ^O R
109
Bundan da öle camilerde yıllarca Kur٠an okutan ve öğrelerüerin lakip. taz yik, tedhiş ve baskıya maruz kalması, Balıkesir Lala Paşa Camiisindeki hutbe nin düşündürdüğü acı gerçeklerden sadece bir kısmıdır. Cami.Cemaai ve Hutbe kavramlanna 7 Şubat 1923'te Balıkesir Lala Paşa Camiinde bizzat Mustafa Kemal tarafından yüklenen mana ve muhtevalar maalesef- yıllarca Atatürkçülük adına inkar edilmiş ve o mana ve muhtcvalan yaşatmak istcyerücr de yıllar yılı en acımasız cezalara çarptınlmışlardır. Bir tarihi nutuk ve müslümanlar için bir vesika olması niteliğiyle Balıke sir Lala Paşa Camii hutbesini aynen aşağıya alıyorum: "Sevgili arkadaşlarım! Hepiniz bilirsiniz ve kabul buyurursunuz ki. Allah birdir ve şanı büyüktür. Bunun için Cenab-ı Hakk'ın selamı ve atıfeti ve hayn üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Ccnab-t Hak tarafından insanlara, hakaik-ı tebliğe memur bir "resul" olarak gönderilmiştir. Onun Kanu nu Esasi'si, anayasası Kurian'dır ve Kur٠an-ı Azimüşşan’daki husûs٠ıur(ayeüerdir). O, insanlara feyiz ruhu vermiş ve dinimiz de yeryüzünde son din-i mübin olmuştur. İslûm dini mükemmeldir. Aklî ve mantıkîdir. Bu, böyle olmamış ol saydı, kendisiyle diğer kavanin-i tabiiye arasında tezad olması icabederdi. Çün kü bilcümle kavanini kevniyeyi, kainaün bütün kanunlannı yapan, Ccnab-ı Hak'Dr. Arkadaşlar!... Cenab-ı Hak Peygamber'e mesaisinde, çalışmalannda iki hane layık görmüştü. Biri kendi ikamet eylediği hanesi, diğeri din işleriyle işti gal buyurduğu Allah'ın evi idi. Kendi hususi işlerini evinde görür, ammenin, ümmetin hizmetini de Allah'ın evi olan camii şerifte rü'yci eylerdi. Biz de Hazreti Peygamberin usulüne (işrine)؛. ؛iktiza ederek mUletimize, milletimizin hal Ve istikbaline taalluk eden hususlar için şu bcytullaha toplandık, şimdi Hazred Allah'ın huzurundayız. Bana bunu müyesser eden Balıkesir’in dindar ve kahra man insanlanna arzı şükran ederim. Çok memnunum ve bu yüzden büyük bir sevaba nail olacağımı da ümid ediyorum. Efendiler, camiler, birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Her şeyden evvel itaat ve inkiyadı lamme ile ibadet, din ve dün ya için neler yapılması lazım geldiğini düşünmek için yapılmamışür. Millet işle rinde her fen başlıbaşına bir hizmet ifa etmelidir. Biz de burada din ve dünya
101. HulbedoW asil ifade; "Peygamberlerimizin İşrine, yani "senatine". "sünnetine u^un olarak.3اأ٠ desinın kUllanılması cok dkkal çekicidir. Gerçeklen de I peygamberler ve Peygamberimiz (s.a.s.) camiyi din ve dünya işlerinin g٥rt!d0٥0 bir merkez olarak kullarunışiı Bu merkeztefde d û ^a işlerinde to!İrtik،ği gibi. "Kur.an.1 Azîmûşşan.daki nus.s. (ayeltor) İ٥ (HHC)
110
CUMHURİYET DÖNEMİ DlN
DEVLEl' İLİŞKİLERİ
٠
için, istiklal ve istikbalimiz için neler yapılmak lazım geldiğini konuşacağız. Ben yalnız kendi düşündüklerimi söylemek istiyorum. Hepinizin düşündüklerini anlamak isliyorum. Amal-i Milliye. İradc-i Milliye yalnız bir şahsın düşünme sinden değil, bilumum efradı; milletin arzulannın. elemlerinin muhassalasından ibarettir. Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı sizlcrdcn rica ederim..'؛،. Bu sözü müteakip Mustafa Kemal hutbesini tamamlamış, minberden ine rek. halkın karşısına bağdaş kurarak olunnuşlar ve kendilerine yöneltilen yirmi yi aşkın soruya cevap vermişlerdi. Bunlardan en mühimi, hutbeden ne kastedil diği merkezinde idi. Buna şöyle cevap vennişlerdi. "— Efendiler, hutbe demek, nâsa hiiab eunek demek, yani söz söyle mek dcmcktir.Huıbeyi irad eden hatiptir. Hazreti Peygamber olsun, Hulafay-ı Raşidin efendilerimiz buluasun. hutbeyi bizzat irad buyururlar ve günün mese lelerine temas ederlerdi. Yani hutbelerinde o günün (askeri, idari, malî. siyxsî ve içtimaO hususlarına yer verirlerdi. Fakat Memalik-i İslâmiyc türlü fütuhatı İslamiyc ile ıcves.sül edince Cenabı Peygamberin ve Hulafay-ı Rtışidin Hazretleri nin bizzat bütün İslam alemine hıiabcimclcrine imkân kalmamış, bu hususta memur emği zevat da aynı v:ı/.ifcyi onlara vekâleten ila etmiştir. Bunlar da hiç şüphesiz en büyük rücsa idi. Camilerde veya meydanlarda nâsa hitab cimişlcrdıj. ;؛ünün meselelerini anlatmışlardır. Bu tarzın devamı için zaruri olan bir şan vardı. O da. rniliclin reisi olan zaün halka söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması lâzımdı. Halk umumî ahvalden ancak bu suretle haberdar edilmiş ،üacaktı. Ancak bu sayede halk, iyi ile kötüye tefrik edecek ve rasigclcn kimse nin atkuMiıdan gitnıcvccckli. Fakat K u ram Azimüşşanın beliğ ve açık ibarelcnn. anlatmak somadan müsicbid hükümdarlara ve oıüarın kul kölesi sayılan deviel jJam lannın isine çelmemiş, hulbelenn halkın anlıyamıyacağ. bir lisanla ilade ١e günün icjbal ve ılui>açlarına temas edilmemesi muvahk ;..örülmüştü. HuiK’Jen tîKik.sal. halkın tenvir ve iı>adı iken bu >apilman>ağa başlamıştı. Bu se.beple sent. cv\clki hutbeleri X٠ L١ıe O inbin s e iK ev١ v iM ]se٠ اا ٧ ا ا ا ا ﺋ ﺄokumak, ،ا٠ ١ ﻻ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ﺀ ١ ٠ halkın ٠ ٠ “*٠ '٠ * ٠ unlamadığı ~٠ ٠ ٠ - .٠ --- ٢ l١ır dille hilabt.y ; lk.rm.k e m e k nA١-ı n â s - ı elkânıı e l k a n ı ı lem l e m ıre ı r eim t m ec/. z , bıl.ıkis b ıl.'ık îs k.vvış t e v v ı ş eder. e d e r . Geçen G e ç e n sene s e n e üu>uk B ü > u k Millet -M illet N i c e l i s i n d e i r a d e t t i ğ i m b i r n u t u k t a aN Jie n ş ö N İe d e m i ş t i m -M i n bM e rinberler, le r — . iﺳ ﺎ ا ı n ا ﻻd١ cı mkauğdl a/nd. ı mV ai cğal aa mn .a nv i cا١ d ااأ a ı ı ٧l aا اn *اİاçاin ٠ ا٧٠ bﻻi r ٠اm. ٠eﺀn b. aVı ٠١ lﻻ e١ y٠-
- ،•،
-
-ﺀ
ا- _
ﻻ،ا، ٠٠، .....،..٠١
ح٠ ا١ ﺀ م٠# ا
..n
l.K tI n iM
V،.
د ا ا٠
r r t i t r . F a k a t b (١> l c 0 د ا، > 1ا١١0 اi v i n ı n ı n b c ı J c t ı ; ı k s o ı l c ı ı s o / u ı ı a n ) a ؛-ı!n ı.iM v e İ1.J
t ı y j ، . ; iitniy« ve fcneuyc de njuljhık 0ا ذ د » ﺀا
٠٠ .٠ ٩
١i / ' n " g c a - k n ı c k ı e d i r
Haüpleri ٠ih -
ﻻ ﺀ م: ش ﺀ٠ ؟: ٠: ﺀ ل: ’ة٠ ﻫ ﻼ ﻋ ﺘ ﺔ: ; ع ﺀ م
TBMM VE MUSTAFA I^EMAL HALİFESİNİ SEÇİYOR
111
v a li s iy a s iy c y i v e iç iim a iy c m iz i h c r g ü n d ik k a tle ta k ip e tm e le r i e lz e m d ir . Ş im d i d a h a m ü h im b ir m e s e le y e g e liy o ru m . B e n i ç o k s e v e n v e h a y a tım ı d ü ş ü n e n b a z ı a r k a d a ş la n m b a n a b i r s iy a s î fırk a te ş k il e tm e m e k liğ im i ta v s iy e e tm iş le r d i. F il. h a k ik a z a fe rd e n s o n ra v a z ife -i m illiy e n in h ita m ın d a n s o n ra b ir k ö ş e y e ç e k ile re k i s ü r a h a t e tm e k b e n im d e m e n f a a tim ik tiz a s ı id i. F a k a t b u n u y a p a b ilm e k iç in b u g ü n e k a d a r te s b il e lliğ im iz m ü h im
m e s e le le r in d e v a m ın a in a n m a k la z ım g e li
y o rd u . A ç ık s ö y liy e y im k i. h e n ü z b irç o k m ü h im m e s e le le r ü z e rin d e e n d iş e le rim m c v c u tu jr. Ş im d iy e k a d a r e ld e e ttiğ im iz m u v a ffa k iy e tle r k ü ç ü m s e n e m e y e c e k d e r e c e d e d ir k i. d ü n y a n ın h e r y e r in d e o ld u ğ u g ib i b iz d e d e b u n e tic e le r i h a z m c d c m c y e c c k le r b u lu n a c a k tır. M a a le s e f b u h e r y e rd e b ö y le d ir. N ite k im
M e c lis te
b u n e v i n k ir lc r i ile ri s ü r e n le r , h a tla O s m a n lı İ m p a r a to r lu ğ u n u n ia d e s in i is te y e n le r o lm u ş tu r . B u n u is te m e k b i r ir tic a d ır. H a lb u k i b iz g e r iy e d e ğ il, ile ri g itm e k k a r a n n ı v e rm iş b u lu n u y o ru z . K a z a n ıla n ş e y h a y a l v e n a m u s tu r. B u n u n b ir d a h a t e c a v ü z e u ğ r a m a s ı n a t a h a m m ü l e d e m e y i z . İ ş te b u n o k t a d a n m i l l e t i n i ç i n d e b i r fe rt
o la ra k ç a lış m a k is le rim . Ş a y e t te k r a r m ille tim in itim a d ın a m a z h a r o lu r v e
s e ç i l i r s e m M i l l e t M e c l i s i 'n d c b i r a z a o l a r a k m e s a i m e d e v a m e d e c e ğ i m , e f e n d i l e r n e b e n im , n e d e b a ş k a ş a h ıs la rın d u r u m la n ü z e rin d e y en i b ir la k ım v a z if e le r ih d a s ın a ç a lış m a lıy ım . B iz h e p im iz o s u r e tle ç a lış a lım k i. k u r a c a ğ ım ız m ü e s s e s e m illi o ls u n . B u d a m ille te te rb iy e - i s iy a s iy e v e r m e k le o lu r . A s n n b iz e v e r d iğ i d e r s te n lü z u m u k a d a r m ü ıe n c b b ih o lm u ş u z d u r. M ille tim iz in e v s a lı m a h s u s a s ı h e r iş im iz d e m u v a f f a k iy e iim i/in z a m ;ım d ır. M u v a ff a k iy e tim iz v a lıd e tle o l a c a k t ı r . E ğ e r m i l l e t m ü ş t e r e k g a y c w e l b i r l i ğ i ile g a y r e t e d e r s e , b e h e m e h a l m u v a f f a k o l a c a k t ı r . B u m i l l e t i n s i y a s i f ı r k a l a r d a n ç o k c a n ı ) .; i n m iş t i r . Ş u n u h e m e n s ö y l e y e l i m k i . b a ş k a m e m l e k e t l e r d e s iy a .s i p a n i l e r b i l h a s s a i k t i s a d i m e s e l e l e r ü z e r i n d e k u r u l u r . Z i r a o m e m l e k e t l e r d e s ı n ı l l a r v a r d ı r . V e h e r s ı n ı f ı n m e n f a a t i b i r ١ ٠ğ e r i n e u y m a z b i r ş e k i l d e v ; ı z 'o l u n m u ş l u r . G ü y a
b i z d e d e b i r ç o k s ı m n a r \ ١t ١m ş
k i. s iy a s ı p ;ı n il c n n ih d a s e ttik le r i v a z iy e t ş a y a n .ı e s e ftir . B e n
،M ;ılk
PmW
lim c s ı ;ılım d a b ü tü n b ir m ille ti k ; ı s ld c d iy o m m . B u n u n iç in b a k ın ız n e J
V.
mv - .-
m m a rk a d a ş la r B ilİ N O r s u n u z k i . m c r n l c k e l ı m i z ç i f t ç i b i r ı ı ı e m l c k c U 'f . O h ، ı ! J e m ٠٠k .^ın
n.
b ü y ü k b i r e k s e r i y e t i ç i f t ç i v e ç o b a n d ı r B ö y l e o l u n c a , h a i ı r a d e r i ٦.،' ؛١ ١ ^ ؛
a r a z i v e ç i f t l i k s a h i p l e n e e l e r e k ı ı r B i z d e b u M tn f d a p e k ، iz d ir B i ı v ü k e k s e n y c ı k a r s ı s ı n d a h a k i k i h ı r v a t l ı k l e ş k d e d e m e z l e r l ) a ! ١a d o ğ a i ١u e t î n e m C u n la z . ' .!.r B u n la r d a n s o m a k ü ç ü k tü c c a r la r g e lir . B iU a b ؛b u n la r ın d a m e n la a ü e r i k c r u r e ı i ilıd ır
H ıç N r z a m a n k o y u ğ ru n a k a s a b a y ı Ic d a e tm e k a k lım ız d a n g e ç m e z Ç ü r k o
k ö y lc n n is tik b a li k a s a b a d ır
B ü y ü k tü c c a r v e sa n a y i
crbabıda DH٠ mki.cümî
de
ş i m d i l i k z i k r e d i l e m c y c e c k . k f c c c d c a z d ı r . P a ra M o l a n l a r a d a a s l a d ü ؟t ١a n < k ğ ١^
112
CUMHURİYET D Û I M İ DİN - DEVLET 1L!ŞI(1LEF<J
liz. Bilâkis küçük tüccar ve esnafın istikbaii büyük milyoner ve milyarderlerin meydana g e b e s i şefin d e inkiçaf etmelidir. Bir memleketin sem aye sahipleri, üzerine titrenccek kıymetlerdir. Bugün memleketimizde fabrika ve ٠ icr ^ k azdır. Amelemizin miktan, yirmi bini geçmez. Memleketi yüceltmek İçin çok fabrikaya muhtacız. Unutmamalıyız ki, çiftçi kaldıkça, geri kalmış, sanayilcştikçc ilerlemiş olacağız. Bu sebeple tarlada çalışan çiftçiden ameleyi ayırdetmck ve onlann inkişafına gayret eylemek lâzımdır. Bir memlekete mün ew er de lâzımdır. Bunlann yetişmesi sayesinde 0 memleket mesut ve mUreffeh olur. Velhasıl yapılacak çok İşler, atılacak mühim adımlanmız vardır. Şimdi niçin lâik olmalıyız? sualine gcliyomm. Degcrli arkadaşlanm, sizler de pek iyi bilirsinizki. devletin muayyen bir dini olamaz. Çünkü bir devlet dahilinde muhtelif dinlere mensup insanlar vardır. Muayyen bir dini resmen kabul etmek 0 vatandaşlara üvey evlât muamelesi yapmakur. Kaldı ki, bizde oldugu gibi Bâb-ı Meşihatın her fırsattan faydalanarak ve herşeyi bahane ederek memleketin her türlü tcrakkiyatına engel olması hiçbir zaman tecviz edilemez. Din fertlere ne kadar !âzımsa, hükümetlere de 0 k ad ar faydasızdır. H üküm et adam ı zamanın siyasi iktisadi İşleri İçinde zaten b u n alm ıştır B ir de onu din gibi tam am en bir emri vicdani ile alâkad a r klim am ız hem m ânâsız, hem lüzumsuz bir gayret olur! Büyük Millet Meclisi ve Anayasası, fertlerin dinini tanım akta, onlara serbestçe ibadet hakki verm ektedir. Bunun dışında bir devletin, dinî bir siyaset takibeuncsi ve iradesi altındaki anasınn vicdan hürriyetlerde maddeten de olmasa m ^ e n baskı yapmasını istemek takdir bu^rureunuz ki, aklen ve mantıken dogre olmaz. İşte bunun İçin lâisizmi, yani din ile dtoya işlerinin birbirinden ayn! ؟asım talep ettik. Ve kuracağımız partimizin bir okunu bOylcce tesbit ellik..."1.3 B ^ıkesir L ^ a p ^ a Camisinde kocaman bir minderin üzerine bağdaş kur ^ ^ , en başta hultx; ve c^nii fonksiyonlannı açıklayan Mustafa Kemal, camiin Itrisin d e hJlafet, saltanat, Lozan görüşmeleri, siyasi pilliler, kumlacak o l ^ halk partisi, irtica odaJdan, gerici faaliyetleri, laiklik ve Peygamber zam ؛nında C2UT1İ ve hutbeler gibi İlginç konulara değinmişti. Ve en önemlisi Mustafa Kem ^ . camide ve hutbede dünya işlerinden de öte siyasi partilere, vekuımayı_ta^ س1 ذ0 ﻟﻬﻞH i Perisine d e ğ in m iş ti.K ıs a c a hutbe sonrası cami konuşm^ı
'
٠
ﺀ
ﺀ
194$-194Sd
ﺀ
ع
ﺔ
ﺠ
ﺠ
ﻬ
ﻌ
ﺠ
ﺗ
ى
؟
٠
TBMM VE MUSTAFA KEMAL HÂLİFESİNİ SEÇiY .R
113
la m b i r s iy a s i a t m o s f e r iç e r i s i n d e g e ç m iş ti. B u n u e n ta b ii b i r iş o l a r a k g ö r ü y o r d u . M u s t a f a K e m a l . Z i r a P e y g a m b e r d ö n e m i c a m i v e h u tb e u y g u l a m a l a n n ı a n la tır la r k e n , ş im d ik i c a m i g ö r e v li le r i n in v e h u tb e o k u y a c a k h a t ip le r i n P e y g a m b e r d ö n e m in d e k i g ib i f o n k s iy o n la r ı ic r a e tm e s i iç in , " h a tip l e r im i z in a h v a li s iy a s iy e y i v e ie t i m a i y e m i z i h e r g ü n d i k k a t l e ta k ip e t m e le r i e l z e m d ir " d e m iş ti. Ç ü n k ü a n c a k o ş e k il d e s iy a s i v e t o p l u m s a l o l a y l a n a y d ın la ta b ilir d i c a m i g ö r e v li le r i v e h a tip le ri! 7 Ş u b a t 1 9 2 3 B a l ı k e s i r L a l a P a ş a C a m iis in d e k i h a t i b i n v e o k u d u ğ u h u t b e n in f o n k s i y o n l a n n ı a y n ı m u h t e v a d a y e r in e g e t ir m e k i s t e y e n l e r a c a b a ş im d i g e r ç e k t e n l a i k l i ğ e a y k ı n d a v r a n m ı ş o l u y o r l a r m ıy d ı? B u n u 4 M a r t 1 9 2 4 ٠ie n itib a r e n " d e v le te b a ğ lı d in s is te m i" d e v r in i y a ş a d ığ ı m ız s i s t e m i n s a h i p l e r i n e s o r m a k l a h a k lı d e ğ il m i y i z ? 14 O c a k 1 9 2 3 ’tc E s k i ş e h i r 'd e b a ş la y a n İ z m it, A la ş e h ir , S a li h li, M a n is a , İ z m i r v e B a l ı k e s i r s e y a h a t le r i v e k o n u ş m a l a n , d e v l e t - d i n i l iş k ile r i a ç ı s ı n d a n C u m h u r i y e t d ö n e m i u y g u l a m a l a n n ı n te m e ll e r in in a ü l d ığ ı s e y a h a t l e r v e k o n u ş m a l a r o lm u ş tu r . Z a m a n l a d e v l e t i n d in e o l a n b a s k ıs ın ı v e ö z e l lik l e 1 9 3 8 s o n r a s ı M u s l a f a K e m a l 'in ö l ü m ü y l e te k p a r ü ik t i d a r ı n ı n d i n d a r l a r ü z e r in d e k i z u lm e v a r a n u y g u la m a la r ı n ı a n l a y a b i l m e k iç in b u g e z i v e k o n u ş m a l a n n b il in m e s i n d e ç o k f a y d a l a r v a r d ır . K a r a n lı ğ a y a k ı l a n a t e ş l e a n c a k k a r a n l ı k l a n a y d ı n l a t a b i l m e k m ü m k ü n d ü r . B iz im b u a r a ş t ı r m a m ı z C u m h u r i y e t d ö n e m i d i n - d e v l e t il iş k i l e r i n d e k i b u t ü r k a r a n l ı k n o k t a l a n a n l a t m a k v e a y d ı n la tm a k iç in d ir . H e m d e s i s t e m i n k e n d i a n a k a y n a k v e b e l g e le r i ış ığ ın d a ! ..
104. Aslında Mustafa Kemal İslâm toplumunda camilerin g e re k te n yüklenmesi gereken fe n kstyyl^rina d e ğ in m iş; Sugün camide ve hutbede bir imam v.eya l^r vaiz, konuşmasını Mustafa Ke ي3 اgibi s iy a s i ve kültürel olaylara ayırsa ne denli A ^ O ^ ç O lû k yapmış olur? Herhalde böyle bir ır^am ve vaize ilk s ٥y le n e w k suçlama" Atatürk^JlOk ^ ş m a n lıg ıl. olur.
٠ا
; ا
.
'
. -
-.,.-..ص
س ٠ ٠ ٠صﺀ
'.ﻟ ﻲ
•.
ئ
1
.
ﺑ
ﺠ
ﺞ
Dördüncü Bölüm
halifeliğin
KALDIRILMASI
h a l if e l iğ in
KALDIRILMASI
Balıkesir Lala Paşa Cami.indc verilen hutbe ve Cami içi konuşmalannda Halk Partisi fikrinin de temelleri atılmış oluyordu.^ Temeli diyoruz: Çünkü Halk Partisi düşüncesi 7 Kanunievvel (Aralık) 1922 tarihinde ؛bizzat Mustafa Kemal tarafından Ankara basını vasıtasıyla halka duyurulmuştu bile. Yurt gezilerinde edinilen intibalar ve bir an önce partinin kurulması için acele eden bir takım insanlann yazılı mütalaaları sonucu Mustafa Kemal. 8 Nisan 1923 tarihinde, daha sonralan adı Cumhuriyet Halk Partisi olacak olan "Halk Fırkası’.nın kuruluşunu ilan eder. Halk Fırkası'nın kuruluşu memleket seçim atmosferinde iken gerçek, leştirilmiştir. 1 Nisan 1923 tarihinde TBMM mebusluk seçiminin yenilenmesi kararını almışü. Karardan tam bir hafta sonra 8 Nisan 1923 tarihinde hem Ana dolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı ve hem de TBMM Reisi olarak Mustafa Kemal. "Dokuz umde" hîüindc Halk Fırkasının kurulduğunu ilan ediyordu.^ "Dokuz umde"^ halinde belirtilen program bugüne kadar Musta fa Kemal'in düşünmüş oldukları şeyleri ihtiva ediyordu. Bir farkla: "Programa dahil edilmemiş çok mühim vc esaslı bazı meseleler de vardı. Mesela. Cumhuriyet'in ilanı. Hilafet'in ilgası. Medreselerin Kapatılması, Tekke ve Zaviyelerin Lağvı ve Şapka Devrimi^ gibi şeyler programa dahil edilmemişti. Sebebi mi? Sebebi açıktı. Açık olan sebebi de Mustafa Kemal belirtiyordu: "Bu söylediğim meseleleri programa dahil ederek, vaktinden evvel, cahil ve
1. 2.
3. 4.
5
Atatürk'ün Söylev ve Demeçlen. c. 2. s. 97-98. 7 Aral.k 1922 tarihli Hakimıyel.i Mill.ye. A S D .c 2. s 46-48. Mele Tuncay, Tek Parti Yönelimi, s. 51. 'Dokuz Umde, demlen Halk Fırkası programına ait daha geniş bilgi i ؟١o M e l. Tunçay ın. 'T û r ٠ kıya Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması’ (1923.1931) isimli kitabına bak ٠lm ٠lı. dır. Özellikle. "Dokuz Umde’ üzerine aynı kitabın "Ek belgeler’ böJümûnOn IV. bölümüne ba kılmalıdır Nutuk-Söytev, c 2. s. 956.957
118
CUMHURTYET DÖNEMİ DlN
DEVLET İLİŞKİLERİ
٠
mürtecilcrin. Bütün milleti tesmînc (aldatmaya) fırsat bulmalannı muvafık bul madım. Çünkü bütün bu sorunların zamanı ve fırsatı gelince çözümleneceğine ve sonunda da milletin binnctice memnun olaeağına kat'iyyen kâni idim ٠' ٥ Atatürk'ün bizzat kendisinin Nutuk'ta belirttiği, "Cumhuriyet.in İlanı, Hila fetin Kaldırılması. Şer’iye Vekaletinin Lağvı, Medrese, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması ve Şapka Devrimi..." gibi hususlann, Halk Fıricası proğramına bi linçli bir şekilde ve tamamen siyasi maslahat için dahil edilmemiş olması. Halk Fırkasının zamanla hangi fonksiyonları icra edeceğini de göstermiş oluyordu. Mustafa Kemal'in Halk Fırkası’nı bir an önce teessüs ettirmekteki diğer amacı da, seçimlere girilcn-ikinci dönem seçimleri- bir Türkiye'de artık eskisi gibi, yani I. TBMM'de olduğu gibi hocalardan, hacılardan, ulemadan müteşek kil milletvekili sayısını en aza indirmek idi. Çünkü seçime yalmzca HF katılmış oluyordu. Halk Fırkası'nın adaylanm ise hep Mustafa Kemal seçiyordu. Bu yüz den Mustafa Kemal !.Meclisteki kendi grubu olan I. Gruba.^ ağırlık veriyor ve seçim atmosferinde bulunan ülkede yalmzca Birinci Grub üyelerinin müntehib-i sani (Milletvekili) olmalan için büyük çaba harcıyordu. ؟Bugünkü seçim konuşmalannı andıran bir konuşmayla da Halk Fırkası'na bağlı milletvekillerinin seçilmesi için halka çağrıda bulunuyordu. Bunlardan İstanbul halkına hitaben yayınlanan bir bildiride Mustafa Kemal tarafından özellikle şu hususlann altı çi ziliyordu: "Bugüne kadar nice engeller içersinde bize hep yakınlık göstermiş olan İs tanbul'umuzun düşmam umutlandıracak biçimde oylannı bölmeyeceğine inanı yorum! Oylann bölünmesinden kimlerin yararlanacağını her an gözönünde tu^ mak özellikle sizin göruvinizdir. Tek vücut olarak bize yönelin vc güvenin ki. .tiveninize layık olduğumuzu cemiyetimiz (Halk Fırkası kastediliyor) her fırsat٤٥ O ^ la n T S n m e m c s in in istenmesi, tek partiyle seçime girilen bir Türki ye'de (Nisan 1923 tarihlerinde) belki sizlcre biraz garib gelecektir. Fakat söyle nenler ve uyanlara dikkaüe bakügmızda tek parti olarak da seçimlere gidilmiş olsa. Meclisteki İkinci Grub'un düşüncelerini yansıtan bağımsız milletvekilleri nin kazanamaması için elden gelen itina ve gayretin gösterildiği dikkat çeker. 6.
8.
9. 10.
BIZSSIItEHeeE'BF"
h a l if e l iğ in
KALDIRILMASI
119
Neden buna gerek duyulmuştur? Çünkü Saltanaun kaldınldıgı 1 Kasım 1922 tarihinden, seçimlerin başlayacağı Nisan 1923 tarihine kadar yedi ay bo yunca Mustafa Kemal'e ve onun düşüncelerine engel olanlar hep hoca menşcili milletvekillerinin çoklukta bulunduğu İkinci Grup milletvekilleri olmuştur. Mustafa Kemal, TBMM'nin ikinci döneminde yedi ay boyunca yaşadığını bir daha yaşamamak ve işleri engelsiz halledebilmek için bu tür duyuru ve seçim çalışmalarına ihtiyaç duymuştur. İşte bu tür düşüncelerden dolayıdır ki, "Meclisteki İkinci Grup üyelerinin seçimlerde bir varlık gösterememeleri için elden gelen herşey yapılmış ve "gü dümlü seçimler", bckIenileccği üzere Halk Fırkası adaylannın başanlanyla so nuçlanmıştır.".. Bağımsız ik milletvekilinin dışında seçilen milletvekilleri hep Halk Fırkasına ait millctvck 1leri olmuştur. Bağımsız iki milletvekilinden, Eskişehir mebusu Emin Sazak, b laharc düşüncelerinin Halk Fırkası'nın düşüncelerine uygunlu ğunu görerek HFyc dahil olmuştur. Geriye kalan ve aslında 2. Dönem TBMM'nin tek bağımsız milletvekilliğini elde eden kişisi. Gümüşhane milletve kili Zeki Kadirbcyoğlu olmuştur. Zeki Kadirbeyoğlu'da ileride de görüleceği gi bi mecliste tek başına adeta İkinci Grubun temsilcisi gibi çalışmış ve hep İs lâm'ın, dinin, özellikle de hilafetin savunucusu olarak kalmıştır. Yalnız bu ikinci dönem seçimlerinde İkinci Grupdan olduklan sanılan üç eski milletvekili de. Halk Fırkasından TBMM'ne girebilmiştir...^ Bunlar: — Amasya mebusu Ali Rıza Efendi (Özdarende 1876-1952) — Biga mebusu Mchmcd Bey (Dinç, 1873-1952) — Kırşehir mebusu Hoca Rıza Efendi (Daha sonra ailesi Silsüpür soya dını almıştır, 1877-1926) Çünki Hoca Rıza Efendi 28 Haziran 1934 tarihinde çı kartılan Soyadı Kanunundan önce ölmüştür, öldürülmüştür, demek daha doğru olacaktır. Zira Rıza Efendi 1926 yılı başlannda irticai faaliyetlere önayak oluyor düşüncesiyle Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından idam edilmiştir. 1923 yılının müntehib-i Sâni (İkinci milletvekilliği seçimleri) ile ilgili; Me te Tunçay'ın tanımıyla. "Güdümlü seçimler" ile ilgili tafsilatlı bilgi verecek de ğiliz. Konumuzun dışında olmasına rağmen Gümüşhane milletvekili ve TBMM'nin II. Dönem tek bağımsız milletvekili Zeki Kadirbeyoğlu'nun kendi
11.
1٤
Mele Tuncay. Tek Parti Yönebminirt Kurulması, s. 55.56. Bu seçimler için bkz: Kılıç AS Hatıra larım Anlatıyor, s. 120-125, Hilmi Uran. Hatıralarım, s. 160-163, Mahmud Goloğlu. Türkiye Cumhuriyeti (S. Ser\i, s 191-194. Mete Tunçay, ..Bir Hoy’eM F.sadiye Davası ve Kuvay.ı MUliye" Birikim. Sayı 33. Kasım 1977, s. 51-62.
120
CUMHURİYET DÛNEM! DlN
DEVLET İLİŞKİLERİ
٠
hatıralanndan o dönemin seçim baskılannı ve tek taraflı uygulamalan görmek mümkündür. Çok dindar ve İslâm için sözünü hiçbir şeyden esirgemeyen biri olarak mecliste kendini tanılan Zeki Kadirbeyoglu’nun bu özellikleri sebebiyle özel hayatında olmadık şeyler başına gelmiştir. îleriki bölümlerde devletin dine ve dindarlara baskılarını anlatırken Zeki Kadirbeyoğlu.nun hatıralanna da yer vereceğiz. Tekrar konuya dönecek olursak Mustafa Kemal. TBMM’nin seçimle ve seçtiği Nisan 1923 tarihinden itibaren Halk Fıricasını oluşturarak gelecekle yap mak istedikleri devrimler için zemin hazırlığına başlamıştı. Dikkat çeken husus Nisan 1923 tarihinde bile meclis ve Türkiye'deki atmosferin henüz Cumhuriye tin ilanı, hilafetin ilgası. Medrese, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması. Şapka İn kılabı gibi konularda muhalefet oluşturacak yapıya sahip olduğudur. Bunun için Mustafa Kemal "Cumhuriyet" kavramını, ilanına kadar pek öy le ağzına almamıştır. Cumhuriyet yerine daha global bir ifade olarak hep "Ulu sal Egemenlik" kavramım kullanmayı tercih etmişür. Bu durum Mustafa Kemal'in o yılllardaki bütün gezilerine iştirak etme fırsaonı elinde bulunduran. Ankara'da yayınlanan Vakit gazetesinin muhbir ve ya zan Naşit Hakkı Ulug'un da lesbiılcridir. Naşit Hakkı Uluğ. Mustafa Kemal'in uyguladığı siyaset için şunlan söylüyor: "Mustafa Kemal, saltanatın kaldınimasından sonra dahi. Cumhuriyet kur mak karannı ve Halifeliğin kaldıniması konusu üzerinde fikirlerini tekrarlamayı sakıncalı buluyor ve devlet şeklini, ağzına "Cumhuriyet" sözünü almaksızın, "Ulusal Esemenlik" formülü içinde her an Cumhuriyet'e doğru yürüyen bir yö ne sevkediyordu. Onun bu gidişatının hedefini sezen muhafazakarlar (meclis içerisindeki şeriat ve hilafet isteklileri kastediliyor), zaman zaman Mustafa Ke mal'i konuşturmak istiyorlardı. Mustafa Kemal ise, bu sorulara zamanın icabına göre cevaplar vererek karşısındakilcri idare ediyordu!.."*^ Mustafa Kemal'in bu siyaseti ancak en mahrem yakmlannca biliniyor ve öylece gizleniyordu. Bunun içindir ki. I Kasım I922'dc kaldınlan Saltanaüa bir likte aslında hilafet de kaldınimış oluyordu. Mustafa Kemal ve arkadaşlan için, 1 Kasım I922'den, halifeliğin kaldmlacağı 4 Mart 1924 tarihine kadar geçen süre içerisindeki hilafet uygulamasına bu yüzden "sözde halifelik"*', denmişti. ٠ Öyle bir siyaset güdülüyordu ki, hiç kimse Mustafa Kemal'in Cumhuriyct'ı kuracağına, halifeliği kaldmp. Osmanlı-Türk loplumunun geleneksel yapısına 13. 14. von 1922. Die W olt d ٠s Istam ،. 5 195-217).
HALİFELİĞİN KALDIRILIŞI
121
aykın dcvrimlcrin gcrçcklcşiirilebilcccğinc inanmıyordu. Buna çoğu zaman ina. nılmamışiı: Çünkü Mustafa Kemal yıllarca hep '.halifeye sadakatim" ilan etmiş ti. Fakat böyle olmasına rağmen Atatürk daha Eraurum'da (Ağustos 1919) mah rem olarak Cumhuriyeı'in. Türkiye'nin gelecekteki yönetim şekli olduğunu da söylemişti."^؛ Mustafa Kemal'in yıllarca "halifeye sadakat" sözüne rağmen onun halifelik için düşündüklerini ortaya koyan en çarpıcı örnek 1922 yılının ilkbahannda ger çekleşmiştir. "Halife Abdülmccid oğlu Ömer Faruk'u Ankara'ya göndermek için o zamanlar İnebolu'da bulunan Mustafa Kemal'in yanına göndermişti. Mustafa Kemal ise halifenin bu arzusunu duyar duymaz Abdülmccid Efendi'nin oğlu Ömer Faruk'u "Padişah soyundan hiç kimse Ankara'ya sokulmayacaktır"؛٥ di yerek terslemiş ve geri göndermişti. Bu önemli gerçeği vurgulayan Edgar Pceh. "Les Allicsct la Turguic" isimli eserinde buna yakın şu bilgilerde de bulunur: "Ankara halefini belirtmeden Vahdettin'i tahtından indirmeye karar vermişti. Bunun tabii sonucu da OsmanlI sülalesinin bütün saltanat-halifc haklannın kesin olarak kaldırılması ve saltanai'la birlikte hilafetin ilgası idi. Fakat manevi desteği Ankara'ya hala faydalar sağlayan "halifelik" sebebiyle, Osmanlı hanedanının halifelik haklannı alarak bu'Taydalı gelenck'.in sarsılmaması için Ankara, halifeliği kaldırmayacak ve makamı hilafete hanedanın Ankara açısından en az kuşku uyandıracak kişisi ge tirilecekti!.."؛.^ Edgar Pceh'in Ankara’nın ve Mustafa Kemal'in yapısını iyice tanımlayan bu tcsbitlerinin zamanla Edgar Pcch'lc birlikte herkes tarafındim gerçekleştirildi ği görülmüştür. Biz bu araştırmamızda "Cumhuriyet’in ilanına ait safhayı ya/ı konumuzun dışında tuttuğumuz için bir dini olay ve devlct-din ilişkilerini yansıtmasından dolayı halifeliğin kaldınimasını ve buna dair olay ve sorunlan aktarmaya devam edeceğiz. Yalnız 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet'in ikuııyla birlikte şaşıran ve şaşkınlığını "bu bir aceleye getirilmiş karardır" ^؛diyerek karara muhalefet eden
15.
Mazhar MOfit Kansu. E rz u rv m 'd a Ğ û m O n e K a d a r A ta tO r k le B e ra b e r, s. 3 5 7 4 ٠١39 اKarştla ؛. tırma İçin bkz., Gotthard Jaschke Yeni TOrkiye.de Islamirk. s. 117. ye Y.ne G Jaschke.nin. "Mustafa Kemal et la Proclamation ete lâ Republique en Turquie". ( D r ie n t - P a n s l^ ) . sayı
16.
^ 'tth a ^ d ja s c h k e . Y e n i T ü rk iy e ’d e Is fa m lık . s. 117, Bilgi Yayınevi Ankara. 1872.
17. Edgor Pech. L e s A llie s ef La 7 ﻻ/ ﻻ و/ ج٠ s 35.50. Paris. 1925. 18.
Naşit Hakki Uiuğ, Halileli٥ln Sonu. s. 124.
122
c u m h u r iy e t
DÖNEMİ DlN - DEVLET ٤L!ÇKİLER!
Rauf Ortjay (TBMM I. Dönem Jkinc ؛Gnjp millcYckilIerinin liderlerinden) ve Kazım Karabekir Pa؟a gibi insanlann tavırlanna açıklık geiinnck İçin bir kaç detayı izah etmek dummundayız. 29 Ekim 1923 Pazartesi ^ n ü ilan edilen Cumhuriyet acaba gerçekten "sikboğaz edilerek a l ı .1 5 bir karar'' واmı idi. y.ksa ''yeterince istişare edilmeden ve gerekli kişilere danışıireadan alınmış bir karar', mı idi?2٥ Bizim bu noktada cevabimiz haylidir. Yukanda anlatmaya çalıştığımız siyasi davranışlar dolayısıyladır ki. Rauf Orbay ve Kazım Karabekir Paşa gibiler bir anda Cumhuriyetin ilanıyla şoke olmuşlardır. Çünkü zahiri anlamda bu İŞİ Mustafa Kemal'den hiç bir zaman beklememişlerdir. Hele Kazım K ara^kir Paşa 11 Temmuz 1921 tarihli Mustafa Kemal'e gönderdiği şifre telgrafından açıkça, "halifelik ve padişahlığın Cumhuriyete kalbi (dcğiştirilece^)٠'2٤hususunda soru sormuş ve Mustafa Kemal'den aldıgı 20 Temmuz 1921 tarihli cevabi telgrafta da: .'Cumhuriyet olmayacak, Türkiye.nin başında halifc-i İslâm olacaktır. Bazılannın halifelik ve padişahlığın Cumhuriyci'c çevirilcccğini sezmiş olması iddiası tamamen bir fikri vehimdir (kurtintudur)22 sözlerine muhaiap olmuştur. İşte bu ve benzeri zamanın gereği siyasi davranışlar yüzünden Rauf Orbay ve Kazım Karabekir Paşalar Mustafa Kemal'in gerçek düşüncelerine vakıfola. mamışlardı. Bunun İçinde *'Cumhuriyet'in ilam onlan şoke e ^ i ş ve hiç ^ k lc medilUeri — bizce asil yanılan k en d ilerid ir- bu hareket kakışında ister istemez muhalefet başlatmışlardı. Hatta bu şaşkınlığı yaşayanlardan bir kısmı da g^ctecilcr ve b ^ ı İstanbul gazeteleri idi.. Bazı İstanbul gazetelerinde Cumhuriyet'in ilam d an hemen sonra yazıİJuılar şunlardı: ilan tarzı gadiblirve Cumhuriyet Siktoğaz'a getirilerek ilan edilmiştir.'' "iyi bir şey yapmak İçin, fena bir yol tutulmuştur." "Birdenbire bir kaç saat İçinde, anayasanın değiştirilerek. Cumhuriyetin ilan edilmesi, en yumuşak tabirle gayr-1 tabii bir b u k e ttir." 19.
Tanin. 30E k٠m 1923.
20
Tasvir.. E ؛kar. 30 Ekkn 1923.
21
22
ع
:
ة ث2 ا5ب ؟ ﺳ ﺲﺀ:
ى. s. 978. 1960. İstanbul. Belge verileblUr.
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
123
..Cumhuriyet karan., medeniyet dUnyasjnı anlam١ş٠ okumuş, araşlıımalar yapmış. dc٧lct yönelimine ehil olmuş dimağlardan ؟Ikacak bir muhakeme eseri olmamjştjr...'' ''Cumhuriyet, alkışla, şenlikle yaşayamaz, dua ve donanmalar yaparak lop alışlanyla ayakta duramaz..."23 '.Cumhuriyet bir tılsım değildir. Millet Meclisin'de bir afsun yapıldı. (Cumhuriyet karan kastediliyor). Bu afsunla bundan sonra her İş kendiliğinden düzelecek her derdin ؟arcsi kendiliğinden bulunacak değildir.'' ''Balonu uçurdular ama galiba ipin ucunu kaçınyorlar!" .'Hadi devletin adını koydunuz, bakalım İşleri düzeltebilecek m is i n iz 2 4 ''؟ Hatla İş karikaiUrlerc bile dökülmüş ve ansizın alman bu kararla. 0 güne kadar Mustafa Kemal'i alkışlayanlar bile aleyhte yazilar yazmaya başlamıştı. Bir gazeteci İŞİ daha ileriye gölürcrek Mustafa Kemal'i şahsi ihtirasla su؟layarak şöyle demişti: Bizi üzüntüye sevkeden nokta, milli rehberimizin - Mustafa Kemal'in şahsı ile ilgilidir. En büyük ruhlu adamlar bile, şahsi kuvvet sahibi olmanın cazibesine dayanamamışlardır.''25 Bu ve benzeri yazılar bir ay boyunca İstanbul gazetelerinde yayınlanır. Özellikle 0 gün İçin Velid Ebuzziya'nın başyazarlığını yapügı T a^i^i E^ar. ٧ atan ve Tarih gazeteleri muhalif yazılannı devam ettirirler. 1.11 Kasım 1923 tarihli ٧ atan gazetesinde, Rauf Orbay'la yapılan bir mUlakat, sadece İstanbul'la kayıtlı kalan muhalefetin bir anda bürtin yurda yayılması, na sebep olur.2٥ Mülakatta yeni kumlan Cumhuriyet hükümeti kastedilerek Rauf Orbay'a: ..Kuvvetli hükümet nasıl olabilir?.' diye somimuş ve Rauf Orbay'da bu somyu Mus^fa Kemal'i de kastederek şöyle cevaplamıştı: .'Benim anladı^m kuvvetli hükümet, ödev ve yetkilerini ve bunların icaplarım idrak eden, milli hakimiyet esaslannı benimsemiş, kanaatlerini ve ugrayaca^ zorluklan ancak ve ancak MiUet Mcelisi'nde samimi ve açık hasbi hallerde hal ve fasletmek esaslanna sadik, tecrilbcli ve olgun bir hayat demektir. Yoksa bazılannın sandıklan ^b i, pa. 23.
30 £kim 1923 tarihli Vatan. Tanin v© T a s^r.i Efkar gazeteleri Cumhuriyetin Uanını onaylama,
24.
yan yaz. ve yowm laria doliJ ، ق. ^ v k e t SOreyya Aydemir. Tek Âdâm. ٠. 3. s. 1 3 ج٠ Na ؟it Hakki ٧ lu ٥ .
25. 25^
12ج Naşit Hakki اﻻ٧ ا ةHalifeliğin Sonu. s . 26 ا. Rauf . * a y Beyin mülakatı İçin bkz. Nutuk’Söylov. c. 2, s. 1 0 ^ 1 1 . .
Halifeiiğin 5 .0 0 . s. 125.
124
C U M H U R İY E T D Û N E M I D İN ٠ D E V I.E T IL İŞ K JL E I^
zu zoru» bilek gücü ve yumrukla iş görmek isleyen bir heyete kuvvetli hükümet demek asla doğru olmaz!'.^.^ Ömrü boyunca Cumhuriyei’çi kalacağını ileri süren Hüseyin Cahil de: Şahsi politika hırsıyla, bilinçsiz bir biçimde Cumhuriyet'i kuranlar..."^٥diyerek Tanin’de Mustafa Kemal'i ilham ediyordu. Hüseyin Rauf Orbay Bey, "pazu zoru, bilek gücü ve yumrukla iş görmek" derken Mustafa Kemal'in "kanla yapılan devrimler muhkem olur!", "yolumuz dan döndürmek isteyenleri parçalanz!" gibi sözlerine işaret etmek isliyor ve böyle hareketlerde güçlü hükümet olunamaz derken yeni kurulan Cumhuriyet'i kastediyordu. Rauf Orbay'ın bu sözleri. Halk Partisi.nin ileri gelen ifraiçılan tarafından büyük bir koz olarak kabul edildi ve Orbay'a, Cumhuriyet'i zayıf düşürmek. Mustafa Kemal ve İsmet İnönü'ye karşı gelmek gibi mülahazalardan dolayı Halk Fanisi Grubunda "imtihana çekildi."^. Çünkü Mustafa Kemal, Rauf Orbay'ın bu uyanlannı. "inicâkarânc teşebbüs ve birer yaygara^, olarak nitele, mişti. 22 Kasım 1923 tarihinde meclis grubunda yapılan sekiz saatlik bir görüş mede Halk Fırkası mensuplan Rauf Orbay'ı bu suç(!)lardan dolayı adamakıllı sıkıştırdı. Rauf Orbay yaptığı konuşmada suçlamalan bir birccvablandırdı. Sözlerin de bir takım kişileri sevmediğinin anlaşıldığı söylendiğinde: "Efendiler! Hiçbiri miz melek olduğumuzu iddia edecek kadar cahil değiliz. Hepimiz beşeriz. Beşer de sevmek de sevmemek de bir haslettir. Ben bazı kimseleri sevmeyebilirim. Bazı kimselerde beni sevmeyebilirler, bunun için hiçbir sebeb de göstermeyebi lirler. Bu itibarla "Cumhuriyet" gibi önemli bir meselede sözlerimi şahsi sevgi ve düşmanlıklara bağlayarak Cumhuriyet'i dcgerlcrdirdi diyorsanız yanılıyorsu nuz. Bizim tenkit cünek istediğimiz varsa, o da onaya konan eserdir. Eseri ten kit ederken, bazılannı sevsek de. sevmesek de görüşlerimizi açıkça ortaya koy malıyız." Rauf Orbay konuşmasına devamla: "...Çok halis niycüc başlanıp, uğrunda canlar feda edilmiş, çok kuvvetli prcasiblerin tatbikatında yapılan hatalar yü zünden (eserin) sakaüandığını zannederim ki. hiç birimiz ceffcl kalem bunu reddederaeyiz" diyerek Milli Mücadclc'yle başlayan ruhun ve prensiplerin zamanla
s 30.
' ٥٠'■ Nuluk-Sdyfev, e. 2. s. 1100.1101.
HALIFEUĞIN. KALDIWLM/\S1
125
bozulduğunu vc prensiplerde sapmalar görüldüğünü. Cumhuriyci’i de böyle bir sapma gibi telakki etliğini anlatmak istemişti. Hele Rauf Orbay.ın: ’.Cumhuriyet kelimesinin manası yoktur. Cumhuriyet dönmekle bir milletin refah vc saadeti sağlanmaz hcrhangibirusul. refah vc saa deti temin ederse, en iyi idare şekli o olur.”^. demesi. Halk Partisi üyelerini iyi den iyiye sarsmıştı. Konuşmalan salondan izleyen Mustafa Kemal'de Rauf Or. bay'ın mütalaalannuan hiç hoşnut olmamışa benziyordu. Hatta Mustafa Kemal Rauf Orbay'ın Ankara'dan aynlırkcn kendisini vc Cumhuriyet le birlikle düşün celerini kastederek Kazım Özalp'e: "Buna mani olabilirsen memlekete büyük hizmet etmiş olursun" dediğini hatırlayarak Rauf Orbay’ı bir türlü affetmiyordu.^؛ Rauf Orbay’ın Halk Fırkası'nda imtihana çekildiği günde kendisine yönelti len sorulardan biri de. halife Abdülmecid'i niçin ziyaret ettiğiydi? Halk Fırkası mensuplan ve başla İsmet İnönü. Rauf Orbay. Kazım Karebekir vc arkadaşlan. nın İstanbul'da halifeyi ziyaretlerini "inicûkarûnc bir davranış" olarak görmüş lerdi. Hüseyin Rauf Orbay. irtica suçlamasına kadar varan bu ma.sum ziyaret için şunlan söyledi: İstanbul'da İstanbul milletvekili sıfatıyla bulunduğum zam؛m Halife Haz retleri benimle görüşmek islediler. Bende Halife Hazrctleri’nin bu ar/ulannı ye rine gelirdim. Bu bir suç değildir! Çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi Halife Hazrcüeri.ni makamı hilafete çıkartmıştır. TBMM.nin halife seçtiği bir zatın ar zusunu yerine getirmemek suç olurdu. Eğer ben bu davete icabet etmeseydim dünyanın en saygısız adamı olurdum. Şimdi hepinize söylüyomm: Gittim vc Halife'yi ziyaret ettim. Efendiler! Yann davet ederse yine giderim... Şimdi söyler misiniz Türkiye Büyük Millet Mcelisi’nin dayanak olduğu yüce halifelik makamını işgal eden vc BMM tara fından seçilmiş olan bu zatın davetine nasıl icabet etmezdim? Ben bu davete uy mayı ahlakî, dinî vc millî bir vazife telakki ettim!.. Bana arkadaşlanm parti kararlanna aykın hareket elliğimi söylüyorlar. Efendiler! ben de insanım, hata edebilirim. Fakat duygulanmla. imanımla vc ka naatlerimle hareket ederim. Öyle bende, "herkesin istediği gibi hareket etmek kabiliyeti arayanlar" aldandıklarını vc yanıldıklannı bilmelidirler.
32!
Inönü’n0n؛s ٧^^^ ve Demeçleri, e. 1. s. 8. İstanbul. 1946. Na ؟il HaKkt Ulu٥ . s. 134.
Halifeltğin Sonu.
126
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN - DEVLET İLİŞKİLERİ
herkesin hoşuna gidecek hareketleri yapmaya müsait dcgilIsmct İnönü ise. Halk Fıılcas، Grup Başkanı olarak Rauf Orbay'm konuş malarına çok sen bir cevab verdi: Cumhuriyet ilanının aceleye getirildiğini ve bunu yapanlann hata ettiğini söyleyen Rauf Orbay'a: .'Hata ediyorsunuz Rauf Bey! Hata ettiniz. Özellikle böyle inkılap zamanlannda hükümet ve siyaset adamlan herhangibir şüphe gösteremez. Bilerek ve ya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek, inkılabın kuvvetlerini şu hassas gün lerde şu veya bu noktada tereddüde düşürmek fahiş bir hatadır. Rauf Bey'in söz leri büyük talihsizliktir"^", denilerek cevap verildi. Asıl cevabı halifeyi ziyaret noktasında toparlayan İsmet İnönü: "Halifeyi ziyaret bir halifelik meselesidir", diyerek söze başlamış ve: "Devlet adamlan olarak hiçbir zaman hatınmızdan çıkaramayız ki. Halife ordulan bu memleketi baştan başa harabeye çevirmiştir... Türk milleti en elim acılan hilafetten çek miştir. Bir halife fetvasının, bizi cihan harbi fcirıkeıinc attığını hiçbir vakit unut mayacağız. Bundan böyle tarihin herhangi bir devrinde bir hiüifc. memleketin mukadderatına kanşmak isterse ve kafasından böyle bir arzu geçirirse, o kafayı bchcmalıal koparacağız.""^^ diyerek tehditlerde bulunmuştu. Son olarak da: "Rauf Bey. şimdi bizim tam zıddımıza olan bu noktalan geri alarak, Halk Partisi içinde yürümek karanndamıdır? Yoksa yine bizi aykın bu görüşleri mu hafaza ederek bizimle karşı karşıya mı kalacaktır? Karar kendilerinindir!..." di yerek Rauf Orbay'ı Halk Partisinden ihraç karan ile korkutmak istemişti. Rauf Orbay ise İsmet İnönü'nün bu konuşmalanna hiddetlenmiş: "Efendiler! Ya birbirimizi namuslu insanlar olarak tanır, sayar ve severiz, veyahut namus ile siyaset ve politik konuşmalar arasında farklar tahayyül ede riz! Şunu açıkça söylemek islerim ki ben siyaseti namussuzluk olarak telakki eden adamlardan değilim! Tersine politikada da imanını, kanaatini ve düşünce lerini saklamadan söylemeyi namusluluk sayanm."^٥ Hüseyin Rauf Orbay. daha önceleri İsmet Paşa.nın halife ve makam-ı hila fet hakkındaki söz ve davranışlarını bildiği için. İsmet Paşa'ya karşı bu ağır ko-
:
ا
ا
ا
ا
35. 36.
Şevket SOreyya Aydem ir. TekAdaiDr ٠. ' ؟s. 164. Naşft H akki U lu .. Haiifenğin Sonu, s. 140.
ا
ا
ا
HALİFELİĞİN KALDIRILMA١Sl
127
nuşmalan yapıyordu. Nitekim sözünün bir yerinde. İsmet Paşa.mn sözlerini hile ve entrikalarla iş görmek olarak telakki edip. ”... Ben siyasi adam deyince, bu vatan ve milletin mukadderatını idare ve yürütmek için toplanmış olan bu yük. sek hcy'ct arasında hile ve entrikalarla iş gören adam anlamam? Ben bu gibi ha reketlerin namus ile tclinni kabil görmem!” sözleriyle İsmet İnönü'ye şiddetli hücumlarda bulundu. Söz halifelik meselesine gelince de: "Yüksek Meclisin Halifelik hakkındaki kanunla teyit edilmiş karan çok sarihtir (açıktır). Ben de aynı kanaatteyim. Türkiye oldukça, yüce halifelik makamının mahfuz kalacağına kaniim. İsmet Paşa, cihan harbi badiresinden sözederek, Halifelik fetvasının bizi cihan harbine allığını söylediler. Kendileri o zaman Başkomutanlık Karargâhı Hareket Şubesi Müdürü idiler. Elbette benden daha iyi bilirler ki. Halifeye cihad fetvasını, umu mi harp icaplanndandır diyerek, harbe girdikten sonra zorla yayınlattılar.^^ BöyIccc halifeliğin şeref ve haysiyetini de ihlal citiler.Yoksa önce fetva çıkartıp sonradan harbe girmediler. Harbe hiç kimseye haber vermeden girenler, Halife Sultan V.Mchmed Reşad Han'ı zorlayarak fetva verdirdiler...” diyerek hem hali felik makamına açıklık getirmişler ve hem de yıllar yılı "Cihad fetvası” denile rek alay edilen bir konuya çok ciddi ve tarihi bir açıklama getirmişlerdi. Cum huriyet tarihi boyunca sıkça sözü edilen ve sürekli hilafet ve müslümanlık aley hine değerlendirilmek istenen, "Cihad fctvasr'nın Halifeye zorla im/alattmldıgı ve zorla yayınlatnnldıgı gerçeği de böylccc su yüzüne çıkartılmış oluyordu. Gerçekten OsmanlI Devleti. 29.10.1330 (1914) tarihinde Cihan harbi için sa vaş halini ilan etmiş, iki gün sonra da hazırlanan fetvalara dayanarak bütün dün ya müslümanlanna cihad ilan edilmişti. Hazırlanan cihad fetvasını da Şeyhülis lam Suat Hayri Ürgüplü imzalamıştı. Sözkonusu cihad fetvası şudur: ..UMUM MÜSLÜMANLARA DUYURULUR!
M
1— İslâmiyet aleyhine tehacöml âda vâki ve Memalik-i Islâmiye.nin gasp ve garetl ve nüfusu Islâmiyenin seby ve esir edilmeleri mûtahakkak olunca padişahı Islâm hazretleri nefisi âm sureliyle cihadı emrettikte “Inffirû hifâfen ve sikâlen" âyeti çelilesi hükmü mûnifınce kâffei müslimin üzerine ci.
37. 36. 39.
Ferudun Kandemir. Hatıraları ve Söylemedikleri ile Raif Orbay, Sinan Matbaası. Yakın Tarihi miz Yayınlan, Yayın No: 4, İst., 1965. Naşit Hakkı Uluğ, Halifeliğin Sonu, s. 142-143. (Rauf Orbay.ın bu sözlerini en mufassal şekliyle anlatan Uluğ. konuşma metinlerini 22.11.1923 tarihinde yapılan ve sekiz saat sûren Halk Partisi Grub Birleşiminin tutanaklanndan aldığım belirtir, (s. 143) Rauf Orbay.ın bu tesbiö. gerçeklen Cumhuriyet tarihinde karanlık bir nokta olarak kalan ve her fırsatta da müslûmanlar aleyhine işletilmek istenen “cihad fetvası'nın ne olduğunu ve nasıl alındığı ortaya koymuş olmaktadır.
128
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN » DEVLETr lÜŞKlLERl
had farzolup genç ve ihtiyar, piyade ve süvari olarak bilcümle aktardaki Müs. lûminin malen ve bedenen cihada musareat eylemeden farzı aynı olur mu? — Elcevab: Olur. 2— Bu surette elyevm makamı hilâfeti Islâmiye ve memaliki mahrusei şahaneye şefaini harbiye ve asakiri berriyesiyle hücum etmek suretiyle hilâfe ti Islâmİyeye adıv ve neuzu billâhi teala nuri âliî Islâmiyenin itfa ve imzasına saî bulundukları muhakkak olan Rusya ve Ingiltere ile anlara muîn ve zahîr olan hükümetlerin tahtı idarelerinde bulunan kâffei müsliminin dahi mezkûr hükümetlerin aleyhine ilânı clhadd ederek bilfiil gazaya mûsaraat eylemeleri farz olur mu?
— Elcevab: Olur. 3— Bu surette maksudun husulü cemii Müsliminin cihada mûsaraat et melerine mütevakıf iken bazıları neuzu billâhi tealâ tahalluf etseler tahallüfleri masiyetl azime olup gazebi İlâhiye ve bu ma'siyeti şenianın cezasına müsta hak olurlar mı? — Elcevab: Olurlar. 4— Bu surette hükümeti Islâmiye ile muharebe eden hükûmâtı ahalî Islâmiyenin kendilerini katil ve hattâ camii ailelerini mahvile ikrah ve icbar edil miş olsalar bile hükümeti Islâmiye asakiriyle muharebe etmeleri şer’an haram kafî haram olup katil olmalarıyla narı cahime müstahak olurlar mı?
— Elcevab: Olurlar. 5— Bu suretle harbi hazırda Ingiltere ve Fransa ve Rusya Sırbiye ve Karadağ hükümetleriyle zâhirlerinin tahtı idarelerinde olan Müslümanların hûkümet-i seniyye ile hûkûmatı Islâmİyeye muin bulunan Almanya ve Avusturya aleyhine harp etmeleri hilâfatı Islâmiyenin nefretini mucip olacağından ismi azîm olmakta âzabı elime mûstehak olurlar mi? — Elcevab; Olurlar. (Bu fetva Ccridei İlmiyenin Muharrem 1333 tarihli ve 7 sayılı nüsnasiyle neşrolunmuştur. Bu nüshara fetvanın Arabça, Farsça. Tatarca ve Urduca lan oT du،١u gibi, 1914 Harbine Osmanlı hükümetinin iştirakini gösteren ilânı harp be yannamesi de vardır. Aynca Bâbı Fetva'da toplanan 29 kişilik Meclisi Al-i İlmî tarafından tanzim ve imza edilmiş olan dini beyannamenin de Türkçe metnin den başka yukanda yazılan dillerde tercümeleri de bulunmaktadır. Bu beyanna melerden milyonlarca nüsha basünlarak İslâm ahalinin bulunduğu kıtalarda daIs'tanbul Milletvekili ve meclis eski başkanlanndan Rauf Orbay'ın bu ko nuşması Halk Partisi içinde ve yun sathında büyük yankılar uyandırmıştı.
b yordu.
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
129
Kasım 1923. genellikle meclisle, basında ve Efkar-ı umumiye'de halifelik tartışmalanyla geçmişli. "Saltanaim kaldınlmasından sonra oluşan hilafeıçi akım, giiiikçe arlan bir şekilde Türk Devrimi'nin karşısına çıkıyordu’.^, denile rek. Cumhuriyet karşıtı, hilafet taraflısı kişilerle, devrimi gerçekleştirmek iste yenler arasında kıyasıya bir mücadele başlıyordu. Yeniden Cumhuriyei'in ilanına dönelim: Bu ilginç şanlar altında Cumhuri. yet'in kuruluşuna şaşıran ve bu harekeli hiç beklemeyen muhalefet grubunun düştüğü durum birtakım garipliktirarzediyordu. Cumhuriyei'in kuruluşuyla birlikte harekete geçen hilafet taraftan akımın, Cumhuriyci'e karşı oluşuna bir anlam veremeyen rejim iarafiarlan: "Cumhuriyei'in ilanı. Mustafa Kemal'in bir milli sır olarak sakladığı ve za manı geldikçe de aşama aşama uyguladığı Türk Devrimi'nin önemli bir adımıy dı. Nitekim o Cumhuriyet için. 22 Eylül 1924 tarihinde. "Nen-Trci Presse" adlı Viyana.da çıkan bir gazetenin muhabirine yaptığı bir açıklamada, "Türkiye'nin yapısının Cumhuriyet olduğunu" açıkça söylemişti".؛, diyerek Cumhuriyet ilanı na şaşıranların ve Mustafa Kemal'den bunu beklemediklerini belirtenlerin asıl kendilerinin yanıldıklannı ve Mustafa Kemal'i doğru dürüst tanımadıklannı id dia ediyorlardı. Cumhuriyet.in ilanına şaşıranlar da kendi mantıklarınca haklı olduklannı, çünkü Mustafa Kemal’in kendilerine karşı defaten "Cumhuriyet'in kurulmayacagı'"؛؛nı belirttiğini söylüyorlardı. Kısaca yeni rejimi kuranlar "biz sizi ta başından beri aldatıyorduk".؛- de mek isliyorlar, rejime taraftar olmayanlarda, "biz sizden bunu beklemiyorduk" demek istiyorlardı. "Mustafa Kemal'in bir milli sır olarak sakladığı, zamanı geldikçe de aşama aşama uyguladığı devrimlcr*؛؛in başı Cumhuriyei’in İlânı sayılabilir. Ne de olsa
39 40. 41.
42
43
Ergun Aybars. İs tik la l M a h k e m e le ri, s. 26. Kûltürve Turizm Bakanlığı Yay. 1982. Ankara Ferudun Tülbentçi C u m h u riy e t N a s ıl K u ru ld u , $ 41. İstanbul. 1955. Ergun Aybars. fsüklaJ M a h k e m e le ri, s. 17. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay Kazım Karabekir. Is b k la l H a rb im iz , s 921. Türkiye Yayınevi. İkinci Baskı, 1969. İstanbul (Ger çekten Mustafa Kemal Atatürk. ..Şark Cephesi Kumandanı Kazım Karabekir Paşa Hazreöen. ne. başlığı ile .11/7/1337. lanhii şifreye cevab olarak gönderdiği. 26/7/1337 (1921) tarihli ؛eJg. rafında, .Saltanat şeklinin Cumhunyete dönüşmesi hakkındakı fikir bir kuruntudan ibarettir, di yerek "CumhuriyeDn kurulmayacağı’ nı açıkça ilan etmişti. Yine Mustafa Kemal Atatürk. Kazım Karabekir Paşa ٠ya gönderdiği dört bölümden oluşan telg rafında hükümetin hilafet ve saltanatın kaldırılması gibi bir meselesinin olmadığım beM erek Türkiye.nın başında Halife.l Islâm olacak ve bir hükümdar sultan bulunacak" demişi... (Kazım Karatekır. İs tik la l H a rb im iz , s. 923 (1969). 1/8/1337 (1921) tanhlı telgraf Ferudun Tülbentçi. C u m h u riy e t N a s ıl K u ru ld u ? s. 41
I.
130
t.
c u m h u r iy e t
D O I M İ DlN
DEVLET!' İLİŞKİLERİ
٠
rin, sırasıyla u y g ıılıa y a koyulabilcccginln zamanın geldiğini İşaret ediyordu. Cumhuriyetin İlân edildiği 29 Ekim 1923 Pazartesi ^inünden tam 120 gün kadar önce Temmuz 1923te. zaten Cumhuriyetin İlanı fikrinin kuvveden fiile ؟ık an laca.n ın egzereizi yapılmıştı. Bu c^ereizi uzun yıUar Mustafa Kemal'in lUzmetinde bulunmuş olan Hasan Rıza Soyak. ''Atatürk'ten Hatıralar'' isimli iki ciltlik anılannda dile getirir. Hasan Rıza Soyak Cumhuriyet'in ilânı İçin yapılan son hazırlıklan şöyle an!atır:44 ٠٠— 1923 senesinin Temmuz ayındaydı. Büyük Millet Meclisi ikinci Devre seçiminin arkası yeni alınmıştı. Atatürk. Halk Fırkası'nın^artisinin kuraluşunu tamamlamakla m eş^ildü. Lozan Muahedesi de 0 günlerde ya imza edilmiş. yahut imza edilmek üzereydi. Bircin ؟ankaya Köşkü.ndcn. Ankara istas. yonundaki Hususi Kalem binasına gelen kalem müdürt rahmetli Hayati Bey. beni Paşa'nın (Atartirk) istediğini söyledi ؛sc^b in i sordum, '.bilmiyomm'. dedi. Gönderilen bir otomobille köşke çıktım. Yanımda arkadaşım Bolu meb'usu ve Atatürk'ün eski yâveri Rahmetli Cevad Abbas (GUrcr) da vardı. 0 sıralarda bir bağ evi olan eski köşkün genişletilmesine karar verilmişti. Bu maksatla evin arkasındaki kayalann bir kısmı atılıyor. yapılacak İlâve İçin müsait yer açılıyordu. Atatürk benim g e ld i.m i göriince. yanında b u lu n a sayın eşi Lâtife H ^ ım ٠ efendi ile, Cevad Abbas, Siirt mebusu Mahmud Bcy'lcre ve şimdi kimler oldu^ jn u hatırlayamadığım daha bir iki misafirine: ''isterseniz bahçeye çıkıp kayalann nasıl atıldığını görelim. Biraz da hava almış oluruz'' dedi ve arkasından İlâve etti: ''Hadi siz buyurun, ben de gcliyortim". Onlar çıktıktan sonra yanıma yaklaştı, yelek cebinden birkaç küçük k ؛ğıt parçası çıkanp bana uzaitı ؛Bu kağıtlar 0 z a m ^ daima kullandığı bir not defterinden kopanimış yapraklardı. « _ Bunlan Müsvedde halinde tebyiz edeceksin. Yazılar biraz kanşıktır, dikkat et. o k u y ıa d ıg ın y . u t ^ay am ad ıg ın yer olursa beni buraya çağırıp sonırsın. Ayni zamanda şunu da söyleyeyim ki. bunlan şimdilik yal^z sen ye ben bileceğiz^ Amirlerine dahi bahsetmeye lüzum yoktur'' buyurdu. Bıma çalışmak İçin kendi masasını göstcrtli, faah٩eye çıktL iik s a rtrl^ b ü O ÇI^P gittikte^ sonra kâğıüan okumaya başladım. Daha ilk !؟ﻋﺔ:ل !ا: ﻻﻷﻋﻪ: yük b ı r h e y c c ; kapddım. Bullar. 0 zaman mevcud olan 20 Ocak 1337 (1921)
ﻣﻪ.
H asan Rıza Soyak. bul. 1 . ^ .
AtatOrkten HatğraJar Yapi ^ ٠٥ ؛Bankası Kü(l٥r Yayınlan. (2 clid). Islan)
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
131
larihli TcşkHat.1 Esâsiye K ın u .n u n (Anayasasının) bâzı maddelerini la'dil mahiyyeiindcydi. E٧vcla birinci maddeye ''Türkiye Dcvlcıi'nin hükümd şekli Cumhuriyci'lir'' cümlesi İlâve edilmişti. ؟ok küçük harlleric ve e۴ yce kanşık olarak yazılmış olan bu yazılan teb. yiz ederken, kendisi bir iki defa salona gelerek yazdıklanmı kontrol elli. İş bitince de yazdıklanmı aldı, cebine koydu ve kendi notlannı yırtıp atıı. Bundan sonra bir gün daha ؟alıştı0 ؛zamanki Tcşkilat-I Esasiye Kanunu ile eski "OsmanlI Kanun.i Esasisi'nin siyasi, idari, teşrii, mali ve kazai hükümlerini yeni dunıma uy^in şekle sokarak bir Anayasa tasansı vücuda getirdi ve؛ ؟imdi bunu al. Adliye Vekili Seyit Bey'e götür, yanna kadar okusun, halk hakimiyyeti ve Cumhuriyet mcl^umlanyla umumi hukuk kaideleri bakimından tetkik etsin, mütalaalarım bildirsin. Meselenin şimdilik üçümüz arasında kalmasını arzu ettiğimi de söylersin'' emrini verdi. Seyit Bey'i evinde ziyaret ettim. Atatürk'ün ricalannı bildirerek lasanyı kendisine verdim. Ertesi gdn yine evinde buluştuk: '.Pek mükemmel, esaslarda tamamen mutabıkız, yalnız birkaç tali noktada emirlerine uyarak mütalaalanmı not ettim.'' dedi. Tasanyı aidim, köşke çıkıp Atatürk'e takdim etlim. O günden Cumhuriyci'in İlân cdildigi 29 Ekim 1923 tarihine kadar geçen üç dört ay İçinde bir daha ben, dognıdan dogruya kendisinin bundan bahsettiği" ni işitmedim. Yalnız, Viyana'da ؟ikan ''Ncu Treic Presse'' gazctcsinin45 bir muhabirine verdigi beyanat! arasında .'Yeni Türkiye Devleti.nin Tcşküaı-ı Esasiye Kanunu.nun ﻛﻼلmaddelerini size tekrar edeceğim: ''Hakimiyyet kayıtsız şartsız miUetin tek hakiki temsilcisi olan BMM.de tecelli ve temerküz etmiştir. .'Bu iki maddeyi de birkelime ile hülasa etmek kabildir: Cumhuriyet....' demişti...''46 Hasan Rıza Soyak'ın anılannda göze ça^an nokta Cumhuriyet'in İlânından tam 120 gün kadar önce. "Türkiye Dcvlcti'nin Hükümet şekli Cumhuriyci'lir!" karannın verilip kayda getirildiğidir. Birdiger nokta da 120 gün boyunca bu karann Mustafa Kemalin en yakın silah arkadaşlarından ؛Kazım Kara^kir. Rauf .rb ay . Rcfct Paşa ve Fevzi ؟akmak gibi kişilerden saklandığıdır. Halta Soy^c.ın hatıralannda ^ lir tti^ gibi .'Cumhuriyet'lc ilgili müsveddelerin bulundugu kagıtlan —başkalannın eline geçer düşüncesiyle- yırtıp imha etmiştir.''٠7
45. 46.
ErgunAybars. Is tik la i M a h k e m e le ri, 17. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. Haşan Rıza Soyak. A ta tû rk 'te r\ H a tıra la r, Yapı Kredi Bankası Kûllür Yayınlan (2 dW). Istan-
47.
Mustafa Müftüoğlu. C u m h u riy e t T a rih in d e M ü h im O la y la r, s. 8-9. İstanbul, 1988.
132
I
٠
!i
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN ٠DEVLEİ. İLİŞKİLERİ
Cumhuriyci’in ilk dönemi din-devict ilişkileri açısından dikkat çeken nokta da bu egzersizler anında. Dariül Fünun îlalûyat Fakültesi Dekanı ve İslam Hu kuku Profesörü olan, Adliye Vekili Seyid Bey'in de, bu çalışmaların temelinde yer almış olduğudur. Profesör Seyyid Bey. daha önce "Saltanatın Kaldınlması" hususunda söy lediğimiz gibi yine Mustafa Kemal'e en derinlikli yardımı yapan kişi olmuştu. (Aynı kişinin hilafcün kaldınlması üzerine İslâm Hukuku Profesörü sıfatı ile Mecliste yaptığı konuşma "devlete bağlı din sistemi" devrini başlatan konuşma olması itibariyle çok önemlidir!) Bugünkü anlamıyla söyleyecek olursak, Dar’ül Fünun İlahiyat Fakültesi Dekanı Profesör Seyyid Bey, Cumhuriyet Anayasası'nı hazırlayan kişi olmuştu. Seyyid Bey'in adı da bu yüzden, "aydın ve olgun bir din adamı'.'.^na çıkmışu. İlginçtir, bir taraftan yurt çapında ikinci dönem seçimleri ve seçim çalışmalan yürütülüricen, bir diğer taraftan da bu tür rejim çalışmalar Mustafa Ke mal ve birkaç adamı ile mahremce yürütülmüştür. Seçimler bittiğinde, düşünüldüğü ve programlandığı gibi, İkinci Gruba ait eski milletvekillerinden hiçbirisi meclise gelememiştir. İkinci Gruba ait millet vekillerinin meclise girememesi dolayısıyla, Cumhuriyct'le birlikte başlayacak olan devrimler için meclisin tek düze olacağı düşünülmüş ve bu sebeple, Ağus tos 1923'ten itibaren Halk Fırkası mebuslannı da büyük bir sevinç almıştı. Ne de olsa anık sanklı. sakallı ve kendilerini dini yönden zorlayacak olan ve din aleyhine her hangi bir kanun ve kararnamenin çıkmasını engelleyecek olan "ho ca menşeili" milletvekilleri meclise girememişlerdi! TBMM.nin ikinci dönemi 11 Ağustos 1923 günü açılmış ve iki gün sonra da Meclis Başkanlığına yine Mustafa Kemal seçilmiş, yeni hükümetin başkanlı٠١ına da Rauf Orbay.ın, İsmet İnönü ile yukarda izah etliğimiz karşılıklı müna kaşa ve mücadelelerden dolayı, başbakanlıktan istifa etmesi üzerine Fethi Okyar Bey getinimişti.'؛. 11 A،١ustos 1923٠den itibaren Cumhuriyet.in ilanına kadar geçen süre için de TBMM'nin ikinci dönemi de, düşünüldüğü ve programlandığı gibi, bütü nüyle uysal bir meclis olmamıştır. "Bütünüyle uysal bir meclis'.in oluştumlamamasında en büyük faktör, ikin ci grub.a ait milletvekilleri kazanmasın da kim kazanırsa kazaasın düşüncesi ol muştur. Böyle olunca da kendi içlerinde tam bir tutarlılığı olmayan ve bir tek
"؛,
43 49. 50
٥.
, ٨٠١
Ns؟rt Hakkf UKı Oç BOyOk Devrim . . . . . ٠. 57 .
h a l if e l iğ in
KALDIRILMASI
133
Özelliği İkinci Gmb’a ve onlann düşüncelerine karşı ortak hareket edebilen bir meclis oluşturulmuştur. Bir örnek olsun için Reisliğini Mustafa Kemal'in ve Başbakanlığını da Fet hi (Okyar) Beyin (daha sonra Cumhuriyet'le birlikte Başbakan İsmet Paşa ola caktır.) yürüttüğü TBMM'nin ikinci döneminde cereyan eden olaylardan bir ka çını buraya zikredelim. 14 Ağustos 1923.de IV. İcra Vekilleri Heyeti'ni kuran Ali Fethi (Okyar) kabinesi, iki ay on gün sonra, 24 Ekim 1923 tarihinde istifaya mecbur kalıyor du. İstifadan sadece dön gün sonra bu kabineye bir "İmar. İskan ve Mübadele Vekaleti" eklenerek başına da İzmir mebusu Mustafa Necati bakan olarak getiri liyordu! Mustafa Necati. Halk Partisi'nin düşüncelerini tam olarak içine sindir miş biri olarak tanınıyordu. İzmir Bölgesi Halk Fırkasının etkin kişilerindendi. Yalnız meclis içerisindeki (tek parti olmasına rağmen) muhalefet. "İmar. İskan ve Mübadele Bakanlığının sırf Mustafa Necati'ye iş bulmak için ihdas edildiği düşüncesinde idi.^^ Bu maksatla parti içi, dolayısıyla hükümet içi hizipleşme ar tıyordu. Çünkü o günlerde muhacirlerin iskanı üzerine bir sürü yolsuzluğun ya pıldığı iddialar gündemdeydi. Dönemin Sıhhiye Vekili (bugünün Sağlık Bakanlığı) olan Dr. Rıza Nurda, hatıralannda yolsuzluk iddialarına yer veriyordu: Rumlann bıraktığı evlerin çoğu bilhassa İzmir'de şu bu tarafından yağma edildi. Gelen muhacirler açıkta kalmıştı. Bu yağmacılar içinde Ismet١ Necati ve Gazi dahi vardır...^^ İskân yolsuzluğunun ayyuka çıkması üzerine muhalefet, hükümete bir isti zah (gensoru) önergesi verir. Gensoru Ali Fethi Okyar’ın istifa edip, hükümet başkanlığını İsmet İnönü'nün yürüttüğü zamana rastlar. Muhalefetin iskan yol suzluğunda suçlama yönelttiklerinin başında İmar ve İskan Bakanı, İ/mir Mebu su Mustafa Necaü gelmektedir. Gensoru Halk Partisi üst düzey milletvekilleri arasında büyük kargaşa çıkartır. Gerçi herşeye rağmen hala meclis içerisinde: '.Padişahçılar. hilafetçiler, mürıcciler. eski devre (birinci meclis kasdediliyor) hasret çekenler, mevcut yapının bozulmasını isleyenler..."^ ^؛vardır, ama, M us tafa Kemal, buniann varlığından öte belki biraz daha fazla —meclisteki bu gibi kargaşalık ve muhalefetten— İstanbul'daki bazı arkadaşlanndan —onlann yön lendirdiğinden— kuşkulanır.. 51. 52. 53. 54.
Yakın Tarih Ansiklopedisi, c, 1. s. 102. Yeni Nesil Yayınlan. İstanbul. I960 Dr. Rıza Nur. Hayat v . Hatıratım, o. 4. s. 1296. Şevket Süreyya Aydemir. Tek Adam. c. 3. s. 140. ^ v k e l Süreyya Aydemir. Tek Adam, c 3. s. 140.
134
|l il
c u m h u r iy e t d ö n e m i d in
- DEVDE!' İLİŞKİLERİ
Muhalefetin istizahı (gönsoru önergesi) sen tartışmalara neden olur. Yeni kabinede Sıhhiye Vekaleti elinden alınan Dr. Rıza Nur. Sinop Milletvekili ola rak gensoru gününü hatırasında şöyle anlatır:^^ "Ağalar bakmışlar ki. iş fena. M. Kemal derhal tertibat almış. Ertesi günü Meclis'e geldi. Locasında oturdu. Baktım, gözleri şaşı olmuş, demek fena ga zapta. Sağ tarafa ön sıraya Kılıç Ali. Salih, Ali Sahip gibi tulumbacı takımı otur muş. Yunus Nadi, Vasıf, Necati. Recep gibileri de söz aldılar. Bunlar onun ha tipleri. Ve bir tarafta durdular. Tulumbacı takımlan tabancalannı takmışlar ce ketlerinin eteğinden, kıçlanndan gözükmek üzere sarkıtmışlar. Arasıra kalkıp geziniyorlar. Tabancalan görünüyor. Ve belki görmemişlerdir diye, tabancalannın bellerindeki kayışını bir bir tarafa, bir diğer tarafa çekiyorlar. Sarkan taban calar gıcırdıyor. Heıkes görüyor. Koridorda muhalif meb'uslara çatıyorlar, kav ga çıkarmak istiyorlar. O gün bunlardan biri Erzurum meb’usu Raif Hoca'ya da koridorda tabanca çektiydi. Topçu İhsan, koridorda avazı çıktığı kadar bağınyor: "Yapmayın! Yapmayın! Siz bu Sanoğlan'ı bilmez misiniz? Kızarsa bütün Türkiye’yi ateşe yakar!" diyor. Sanoğlan dediği M. Kemal. Tehdit müthiş. ’Tulumbacı takımı söz vermiyor, söyletmiyor, kapak vuruyor bagınyor. küfrediyor. Zaten onları ilk hatla yerleştirmişler. Vazifeleri bu ve tehdit... Hana bir aralık kürsüye çıktım, lakmıyı boğazımda bırakülar. Kapak, vurma, gürültü, tehdit, ilh... Pek edepsizlik yapıyorlar. Meclis Meclisliktcn çıkmış, hâlis bir tu lumbacı koğuşu olm uştu...’’^. Dr. Rıza Nur. "tulumbacı takımı" diye tanımladığı Gruptan Yunus Nadi'nin de bir sözüne dikkat çeker. Yunus Nadi kürsüye çıkmış ve meclis içi mu halefete seslenerek: "Böyle adamların kafası ezilir!" diye bir konuşma yapmış tır. Yunus Nadi'nin konuşması zamanla görüleceği gibi Cumhuriyet sonrası muhalefet odaklarına — ne olursa olsun— devletin ve hükümcün bakış açısını sergileyecektir. Nitekim 30 Ekim 1923’tcn itibaren Cumhuriyet'in kuruluş şekli ne muhalefet eden ve aleyhte yazılar yayımlayan Vatan. Tanin, Tevhid-i Efkar ve Tasvîr-i Efkar gazeteleri gerekli tahilala uğramış ve zaman zaman da kapatıl mışlar ve yazarlan da İstiklal Mahkemelcri’ne yargılanmaya gönderilmişler dir.^ ؛ 55
S:
Yakın Tanh Ansiklopedisi, e. 1, s. 102-103, Yeni Nesil Yayınlan, İstanbul, 1938.
d.
»
v.
1 .- .,.
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
135
Türkiye ve TBMM. Cumhuriyct.in ilanıyla birlikle Kasım 1923'tc halifelik konusunu konuşarak girmişti. İstanbul gazetelerinde Halife'ye ait bazı haberler birbirini izliyordu. Akşam gazetesi sahiplerinden ve İstanbul Dar٠ül fünun profe sörlerinden Necmeddin Sadak'ın bir yazısı, iç politikaya ait enteresan haberler yayınında dikkati çekiyordu. Necmeddin Sadak. Afyon’dan mebus çıkmıştı; Af. yon mebusu Ali Çetinkaya ile daimi lemaslan Ankara'da gözden kaçmazdı. Ak şam. Halifelik konusunda İsmet Paşa'yı açıkça tutan bir gazete idi. Bu sırada manidar bir haber hepimizin gözüne çarpmıştı. Gazete, Halife Abdüîmccid Efcndi.nin istifasından bahsediyordu. "Zatı Hazreti Hilafcipcnahî istifayı tercih ederek, bu karannı tatbik mevkiine korsa, bugünkü şekilde amelî hiçbir görevi olmayan Halifelik, daha faal bir şekle inkılap eyleyebilir. Düşünülen şekillerden biri de bütün İslam memleketleri temsilcilerinden kurulu bir Halifelik kongresi nin İsianbul.da toplanmasıdır."^® Bu haber hayli merak ve ilgi uyandırmıştı; herkes ondan soruyor. Sadak, haberin doğruluğunda direniyor, fakat kaynağını bir türlü söylemiyordu. İstan bul gazeteleri istifadan Halifenin haberi yoktur, diye yazılar yazıyorlardı. O günlerde, Büyük Millet Meclisi Başkanı, eski İcra Vekilleri Heyeti Reisi Fethi Okyar, İstanbul’a gelmişti. İstanbul gazetecileri Gazi Mustafa Kemal'in en eski ve en yakın politika ve şahsî arkadaşı olan Fethi Bey'den, günün konulan üzerinde aydınlanmak için Pendik'e kadar giderek onu karşılamışlardı. Ona so rulan bir soru "Halifc"liğin kaldınlıp kaldmimayacagı hakkında idi.^٥ "— Ne münasebet, böyle bir şeyi aklımıza bile gelirmiş değiliz, Halife Hazrcücri’nin istifası keyfiyeü hilafı hakikattir. TBMM bu sorunu geçen yıl hal ve fasletti; Halife.nin seçimi bu şartlar içinde devam edecektir. Halifenin nasıp ve seçimi, Millet Meclisine ait bir haktır. Bunun diğer Islümlarla hiçbir ilgisi yoktur. Madem ki Halifeliği muhafaza eden ve koruyan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Seçimin de ancak Türkiye Cumhuriyetine ait olması lâzım gelir. Hilafet makamı Islâmlar arası en büyük müessesedir. Ancak bu makamın başım TBMM seçer. Bu hak yalnız bizimdir, bunu hiç kimseye vermeyiz." Eski Başvekil Fethi Okyariın bu sözlerine rağmen, bu yoldaki haberler ga zete sütunlarında devam ediyordu... Fethi Okyar^ın bu sözlerinin ancak kendisini ve kendi görüşlerini bağladı ğını zamanla Fethi Okyar da görmüştü. Fethi Okyar Halifelik konusuyla birlikle 58 59 60.
Aksam. 16 Kaşım 1 ه23 اNecmeddin Sadak.ın haber ve yorumu Fethi Okyar, Devirde Bir Adam, s. 465 (Hazıriayan: Cemal Kulay). Tercüman Tarih Yay İstanbul. 1980. Naşit Hakki ٧ lu ٥ . Halifeitğm $or)٧ , s. 128
öç
II
136
c u m h u r iy e t
DÛNEMİ DlN - DEVLET İLİŞKİLERİ
diğer birkaç meselede; "Güdümlü bir demokrasi deneyi".* olan "Serbest Cum huriyet Fırkası’nın kuruluşu meselesinde, verilen sözlerle yapılan ve uygulama ya koyulanlar arasındaki farklılığı ifade ile Mustafa Kemal Atatürk'e atfen: ı:
"... Bana hususi ve açık teşviklerde bulunan ve tarafsızlığı hakkında na musuyla teminatta bulunmuş olan o günkü Gazi ile. bugünkü Gazi arasında bü yük fark"٥2 olduğunu söyliyecek, dikkaüi seçilmiş sözcüklerle de olsa, Mustafa Kemal'e ağır bir suçlamada bulunuyordu..^ Fethi Okyar Bey’in TBMM Reisi sıfatıyla Halifeliğin kaldınimayacağı hakkında İstanbul gazetelerine verdiği teminat günlerinde gerçeklen "Yeni Tür kiye'yi kuran ve idare eden önder kadro.'.'.nun düşüncesi tam tersine idi. Musta fa Kemal'e göre hilafet, "zevaittcn-lüzumsuz. fazlalıktan" ibaretli..^ Yeni Türkiye'nin yönetim kadrosundaki düşünceler halife Abdülmecid'in de kulağına kadar gitmişti ve bilinçli bir şekilde çıkartılan "halife istifa edecek" şeklindeki dedikodulara cevab vermek isliyordu. Bu maksatla 9.11.1923 günü Halife Abdülmecid'in, Vatan gazetesinde şu sözleri yayınlandı: "— Halifelik makamına seçilmenin meşru bir suretle yapıldığını ve ic mal ümmetle — imamlann ve fakihlcrin şeriat belirtmede oy birliği etmeleri ile— olduğunu biliyorsunuz. O zaman yapılan bu seçim, İslâm alemine bildir miş ve her taraftan iyi kabul görmüştür. Bütün İslâm aleminin, her daim teveccühlerine mazhar olmaktayım. Asya'nın en ücra köşelerine vanneaya kadar İslâm aleminden binlerce mek tup ve telgraf aldım ve birçok yerlerden heyetler gönderilerek bu duygu lar tekit ediliyor^ gördüğüm bu teveccühler karşısında ufak tefek kilükaldcn 61 62.
63. 64. 65
66 .
M ele Tuncay. Tek Parti Yönetimi, s. 245. IV Bölüm Felhi Okyar. Ûç Devirde Bir Adam. s. 465.466 (Fethi O kyar Bey.in kitabı Cumhuriyet dönemi içerisindeki yönetim kadrolanndaki bu tür dûalisi düşünceyi anı ve konuşmalarla ortaya koy m aktadır.) Mete Tuncay. Tek Parti Yönetimi, s. 254. Şevket S üreyya Aydem ir. Tek Adam. c. 3. s. 165.
HALİFELİĞİN KALDIRILMAK
137
—dedikodulardan— alınarak çekilmek küfranı nimet —nankörlük— olur. İsti fam hakkındaki haberlerin nereden çıktığına dair bilgim yoktur. Ben İslâm âleminin işleri ile meşgulüm. Siyasetle ilişkim ve ilgim yoktur. Bu gibi yayınların üzerimde hiç bir etkisi olamaz. İslâm âleminde şahsıma bir itiraz olursa çekilirim. Ben asla bir yere yapışıp orayı bırakmayacak tabiatta de ğilim. İstanbul'da İslâm memleketlerinden mürekkep bir Hilafet kongresi yapıl ması ve halifelik makamına ait dinsel görevlerin belirtilmesi hakkındaki yayın lara gelince, inşaallah ileride bu gibi hususlar gözönünc alınacak ve İslâm âle minin menfaatlerine hizmet etmeğe çalışılacaktır. Halifelik makamının dayanağı olan Milli Hükümet, bugün savaşlann yarattığı bir çok iç meseleleri halletmekle uğraşmakta olduğundan, şimdiye kadar bu mesele ile uğraşmaya imkân bulamamıştır. Bu ciheti İslâm âlemi de elbette kıymetlendirir. Tekrar derim ki. ben siyasetle uğraşmıyorum. Hak kımda, müminlerin—müslümanların— tevaccühü baki kaldıkça. Halil'dik ma kamından çekilmekliğime sebep görmüyorum...".^ Halife Abdülmccid'in 9 Kasım 1923 tarihli Vatan gazetesinde çıkan beya nına rağmen halife ve makamı hilafet konusunda dalgalanmalar devam ediyor du. Birgün sonrası dönemin tanınmış muhalefet gazetesi "Tanin'.de Halilc Abdülmecid Efendi'ye atfen, eski Dersim mebusu Lütfl Fikri Bcy٥^ tarafından şu açık mektup yayınlanıyordu:
Muslihıddin Efendilerin İstanbul'a geldikleri, daha başka temsilcilerin de y.lda oldukları haber verilmiştir. Daha sonra. Pilipinler. malezya, Endonezya bOlgelennde de haljleye biat İçin Müslüman hey'etler İstanbul'a gelmiştir. Golihard Jasehke'ye göre Çın ve Romanya gibi memleketlerden de biat heyetleri geliyordu (YeniTO^ıye'de İslâmlık, s. 123). Ayrıca 0 yıllarda İslâm Dünyasındaki etki ve otontesiyle tanınan "Hindistan Hılalet Konl^ ransları örgütü" ve Hind Müslümanları adına "CemiyetUl Ufemâ". 24.27 Aralık I922'de Go. ya.da yaptıkları ortak toplantıda, TBMM'nin Vahdeltin.in yerine Abdülmocıdl halife seçmesini Onaylamış ve ancak halifenin şeriatın gerektirdiği iktidar ve itibari sürdürmesi halinde halifelik fonksıyonUnu icra ^bileceğini işaretle, halifenin bu slatUsUnOn İslâm dunyasına danışılma, dan değiştirilmeye gidilmemesi hatırlatılmıştı. (Toynbee. Su^y. 1925 yıl». sayı t. saya 54> Görüldüğü gibi hütün bu gruplar, hilafetin kaldırılmaması gerektiği ıma^ı her zaman Turkıye Cumhuriyeti yetkililerine venlmiştir. 67. 68 .
Vatan, 9 Kasim 1923. Naşıt Hakki Uluğ. H a life liğ in S o n u , s. 129. Ibid, s. 129.
Eski OsmanlI Mecüs.'i Mebusanında Dersim mebusluğu yapan Lûtfi Fikri Bey. Ittihad Terakki ......................................................
٠ ، ٠ --٠ ، ﺀ٠ ﻻ- - -
ط- ا د٠
L ..
1ﻋﻌﻞ٠، ﻣ ﺎ ﻣﻞ٠،.٠ ﺗ ﻢ٠ ط.. ٠ذ.،٠٠ د٠
dipnot. 28٠den. Naşil Hakkı Uluğ, H a life liğ in S o n u , s. 130). LOtfI Fikri Bey.in kendi isteğiyle milletvekilliğinden istifası, onun ideaHerıne ne kadar samımı ve Ciddi bir şekilde bağlı olduğunu gösterir.
138
t'
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN ٠DEVLET ILIŞKİLEI^
"Huzur-u Hazret-i Hilafetpenahryc" başlıklı yazısında Lütfı Fikri Bey: "Halifenin istifasının Türkiye için büyük bir kayıp, Osmanlı hanedanı için yı kım vc İslâm Birliğinin bozulması için en büyük söylentiler dolayısıyla fevkala de üzüntü içerisinde olduğunu; eğer halife istifa ederse memickcün büyük bir uçuruma sürükleneceğini^ ؟ileri sürerek; gerekirse kendisine karşı olanlara karşı direnmesini istiyordu. Mustafa Kemal. Lütfı Fikri Bey.in yazılanndan çok etkilenmiş, ve hele. "Halifeye saldıranlar düşmanlar değil, biz kendimiziz" ifadelerinden kendisinin kastedildiğini anlamıştı.^. 11 Kasım 1923 tarihinde de "Tanin" başyazan Hüseyin Cahid. "Şimdi de Halifelik Meselesi" başlıklı yazısı ile muhalefeti, mücadeleye dönüştürmüş olu yordu. Mustafa Kemal bu yazıyı da okuyunca: "Cumhuriyet'in ilanına karşı ko yamayanlar. şimdi halifelik makamını, ne olursa olsun tutabilmek gayretine gir mişlerdir".^ ؛diyerek, yazı sahiplerine karşı oluşan hiddetini belirtiyordu. Hüseyin Cahid yazısında, halifenin bilerek çıkartılan istifası söylentileri üzerine: "Arka arkaya verilmiş kararlar karşısındayız" diyor ve: "BMM’nin bu kadar baskı altında kaldığını, meclisin, meclis dışından verilen kararlan tescile zorlandığını görmek gerçekten çok acı oluyor" sözleriyle de Cumhurbaşkanı ol ması sıfatıyla Mcelis.in dışında saydığı Mustafa Kemal aleyhine meclisi hareke te geçirmeye çalışıyordu.^^ Hüseyin Cahid. yazısını bitirirken: "Halifelik bizden giderse beş-on mil yonluk Türkiye devletinin İslâm âlemi önünde hiç itiban mevkiine düşeceğimi zi anlamak için büyük bir dirayete gerek yoktur. Milliyetçilik bu muduf? Ger çek Milliyet duygusunu yüreğinde duyan her Müslüman Türk, hilafet makamına dört elle sanlmalıdır." ^؟diyerek meclisin halifeye ve makam-ı hilafete sahip çıkmasını istiyordu. Aynca Hüseyin Cahid. "Halifeliğin tamamen kaldmlacagını veya Mustafa Kemal’in hilafeti kendi üzerine alacağı endişesinde olduğunu vc hükümetinde işi bir oldu bitliye getirerek halletmek isteğinde olduğunu" belirterek.^.. Halife liğin kaldırılmasını vargüçIcriyle durdurmaya çalışacaklannı söylüyor vc bu
69. 70 71. 72. 73. 74
Tanin 10 Kasım 1923, Nutuk, s. 594-597. Ergun Aybar ؟. /stifdat Mahkeme/eri. s. 27. Kültür Bakanlığı Yay.
. ٥ . ٠٠ . . Tarih C oğrafya F ٠k 1975. s. 159.162.
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
139
mcyanda da; "Biz şeriat müdafiiyiz. Çünkü şeriata tecavüz edilmesini memleke te muzır görürüz".^^ diyerek şeriat propagandası yapıyordu. Bu durum, dini devlet düzenini yıkıp yerine laik bir devlet sistemi oturta cak olan Mustafa Kemal'i "devrim yasalan'.na daha sıkı bir şekilde sanlmaya itecektir!.^. Devrim yasası ise, en başta Hıyanet-i Vataniyyc kanununa göre muamele etmek olacaktır!.. İçerde bu tür muhalefet sürerken, Hindistan Halifelik Komitesi adına Hindli Ağa Han ile Emir Ali’nin. Halifelik Mevkiinin manevi kuvvetini anır mak için Başvekil İsmet İnönü'ye bir mektup göndermeleri ve aynı mektubun Tanin, Tevhid-i Efkar ve İkdam gazetelerine de yollanılıp, orada bu mektubun yayınlanması, başta Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’ye yapılan muhalefet hissini uyandmnıştı. İçerde sürdürülen muhalefete, aynı ton ve benzerlikte dışardan Aga Han ve Emir Ali’nin muhalefeti de katılınca, gazetecilerin mektup yayınla ması kökü dışanda bir olay olarak görülüp. "Hiyanet-i Vataniyye".^^ Kanunu'na 75. Tanin. tSKasım 1923 76 Ergun Aybars. is tik la l M a h k e m e le ri, s. 28. Kültür ve Turizm Bakanlığı Vay. 77. .Hıyaneti Vataniyye" Kanunu daha One. de izah ettiğimiz Anadolu'daki İç ayaklanmalar ve bu ayaklanmaları bastı^ak amacıyla çıkmıştı. Kanun, özellikle irtica diye tanımlanan hareketlen bastırmada kullanılmak isteniyordu. Zaten "Hıyanet.i Vataniyye Kanununun 14 maddesi okun, duğunda. asil hedelin hilalet ve şenat isteklilerini ve özellikle de buna bağlı irtcal faaliyetleri «zalandırmak adına çıkartıldığı görtilecektir. Gelecek bölümlerimizde görecegımız ؛din٠^ ٧ let ilişkileri açısından cezalandırılan nice kimseler bu kanuna gOre cezalandırılmışlardır. 29 Nisan 120 وyılında —İç isyanların başladığı zamanlar—, kanunlaşan “Hıyanet.! Vataniyye Kanunu'nu bu açıdan bilmekte fayda venr: HIYANET-I vataniyye kanunu (29 Nisan 1920) Madde 1 - Makam.ı muallâ.yı hilâfet ve saltanat! ve memaliki mahrusa.! şahaneyi y^.i ecanipten tahlis ve taarruzatı def.i maksadına ma'tuf olarak teşekkül eden Büyük Millet Medı. sinin ^eşmıyetine İsyanı mutazammın kavlen veya fiilen veya lahnren muhalefet veya Ifsadal. ta bulunan kesan. hain.i vatan atW٠ lunur. Madde 2— Bi'l.fi.l hiyanet.i vataniyede bulunanlar asılarak idam olunur. FeTan ztmedhal olanla ile müteşebbisleri kanun.u cezanın kırk beşinci ve kıri^altıncı maddesi mucibince t^zı٠ yeedılırier Madde 3— Vaiz ve hitabet suretiyle alenen veya ezmıne-i muhıelıfede eşhas.1 muhteli اeyا Sirran ve. kavlen hiyanet- ؛vataniye cOrmOne tahrik ve teşvik edenlerle İşbu tah . ve teşyıK٠i suver ve wsait٠l m.uhtelife ile tahriren ve tersimen irtikâb eyleyenler muvakkat küreğe konur, lar. Tahrikat ve teşvikat set»biyle madde-l fesat meydana gıkarsa muhamk ve mûş8w، klef Idamolunuriar. Madde 4— Hiyanet.i vat^lye maznunlarının merci.! muhakemesi ika^ cOrüm erilen ma* hal^w bidayet ceZa mahkemes'ıdir. Ahval.i mOsta^le ve fevkalâde^ maznun derest edılckgı m^١al mahkemesi de icra.yi muhakeme ve ita.yı karara salahıyattardır. W adde S— Hiyanet.i vateniye maznunlarının mahkemesi b^ayet c٩ za m^kem^rir^ veril^k .ayri muiakkat tevkif fhüzakeresi Ozenne her h a l. mevkuten icra edilir
140
c u m h u r iy e t
D O IM İ
d in
" DEVLET iLlSKlLERl
muhalefetle cezalandmimak istendi. Hemen bir "İstiklal Mahkemesi" kurularak İstanbul'a gönderildi. Mahkeme Başkanlığına da, Topçu İhsan (Eryavuz) gcıirilCumhuriyet dönemi din-devlet ilişkileri anlanlırkcn Mustafa Kemal ve et rafındakiler için: "Halifeliğin kaldmlmasına en büyük fırsat bu olay oldu!"■^ ؟de-
Zabıta.i adliye me'murtarının tanzim edecekleri tahkikat.! iptidaiye evrakı dai. . Madde 6٠ -re:İ istintaka tevdi olunmaksızın mahallin en böyOk mülkiye memumna İ'ta olunUr ve onun ta .rahndan dahi mü^^ı umumiler vasıtasiyle yirmi dört saat zartında mahkemeye verilir Hiyanet-i vataniye maznunlarına ait muhakemat. bir sebeb٠i ^Ocbir olmadıkça Madde 7٠ -a'zamı yirmi günde hükme rabtolunacaktır. Bu müddeti biia sebeb.i mOcbir tecavüz ettiren ma .hallin zabıtası ile mahkeme hey'eti kanun.u cezanın yük ikinci ma^esı zeyli mucibince cür mOnûn derecesine g٥ re tecziye edilmek üzere mâ' ؛e٧ ki mahkemesince mUhakemesi, bi'licra .a'zami yirmi gön zartında hUkme rabtedilecektir Madde ﺀ جİşbu kanuna tevfikan mahakimden sadr olacak mukarrerat kafi olup Büyük Millet Meclisince bad-el-tasdık mahallennde inlaz olunur. Tasdik edüm^iği takdirde Meclis'e .ittihaz edilecek karara tevtik-i muamele olunur Madde ؤ İşbu ceraimin emr-i muhakemesi İçin mahkemelerce istenilen şahsa) celp ve .davete hacet kalmaksızın bilâhüküm inhizar müzekkeresi tasdik kılınır Madde 10— isyana iştirak etmeyen eşhas hakkında ligarazin isnadatta bulunanlar isnat .ettikleri cûrm ûn TOzasıyle mUcazat olunurlar
.Madde 11— Haklarında gıyaben hüküm sadr olan eşhas, derdestlerinde İşbu kanuna lev .fikan yeniden ve vicahen muhakemeleri icra olunur Madde 12— İşbu kanun her mahallin idare amiri taralından nahiye ve kaza, liva ve vilayet -merkezlerine ve köy hey'et.i ihtiyariyeleri mUetemian celp edilerek ilham ve suret-i tebliği mu özammın hey'el- ؛.mezkâre azalarının imzalarım havi zabit varaklan tutarak idare meclislerin ce hırzedilmekie beraber kavaninin neşir ve ilam hakkındaki kanuna tevfian neşir muamelesi .dah'1 yapılacaktır .Madde 13— İşbu kanunun İcra-yı ahkâmına Büyük Millet Mm Iİs'1 me.murdur Madde 14— l ؛bu kanun her mahalde terih-i tebliğ ve İlânından kırksekiz saat sonra merii olacaktır. (Düstur, c. l.s. 4. Kanun No ؛2) *Dini siy'asete alet ederek, vatanin bölünmezliğini ve milli varlığı tehlikeye alacak .her tür ini ,rai faaliyetin cezalandırılmasına bu kanun yeledi görfjlmeyip. sucuların, daha şiddetle ceza -landırıirnası ve Iranunun daha kapsayıcı olması İçin, 25 Şubat 1925 tarihinde TBMM'ra Hıya neti Vatanıyye Kanunu.nun bınnO maddesi İçin şu şekilde değişikliğe gıdilmiş ؛r؛ "Madde 1— Dini veya mukaddesat! diniyeyi. siyasi gayelere esa.s veya !ttih۶ z m۴ ٠ s.ad.ıyla cemiyetlere cemiyet teşkili yasaklanmıştır. Bu tür ramiyetleri te.şki! edenler veya b٧ ﻵ3 ؛ ؛0ا3_ و٠ lar han ؛ya ^ ١' add٠١ unuriar. Dini veya dince mukaddes sayılan şeyleri siyasete alet ittihaz ederek şeklen de^etitebdil ؛e ؟ ؟yi ﻫ ﻞ ? ؛ ﻟ ﻪ ؛٧ ! ؛ ؟ ج ﺀاا ؟ا٠ ﻷ ة2: ؟ااﺀ ئ: ا١ أ ه وآﺟﺖ0 س: kadde^sayHa! ؟î ! ؛: ! l ^ ! ! l i ! ı n ? ı ٧mı٥I h i n r i e ٥ w r ٠٧inirier٥٠rTBMM^ ٥brinCe٥:^"4nsd370}sT!a٥؛375t ﺋ ﺆ ؟ ة ﻫ ﻪ0 أ؛؛ئ9 ا ة١ ^ ؛ ذ ؛ ئ
d e s U L h t ^ 2 ٥ira r8 n a rtık :b 7 ;d ın v 0 d :n c ;:z u lm O ile k ;n d im g ö sle r;k llr ...
78. 79.
|
.I- mad
11ئﺀةﺗﺔﻳﺔةﺗﺔ؛ةت£'!ة٠'“ﺗﺔ
h a l if e l iğ in
KALDIRILMASI
141
dirtcn mektup olayını gerçekleri görmek açısından hakikaten incelenmeye değer bir olay olarak görüyoruz. HALİFELİĞİN KALDIRILMASINA UYDURMA BİR SEBEP: AĞA HAN ve EMİR ALİ’NİN MUSTAFA KEMAL’E MEKTUPLARI Ağa Han ve Emir Ali'nin Başvekil İsmet Paşa'ya ve Reisicumhur Mustafa Kemal'e ayn ayn gönderdikleri İstanbul gazetelerinin yayınladıklan mektuptan şunlardı: TBMM Başvekilliğine... ANKARA
"Cihanın hür milletleri, cemiyetin müstakil bir âzası olan Türkiye'nin dai mi dostları ve amellerinin hakiki taraftarları sıfatı ile biz. Halife İmam Hazretteri'nin şimdiki müphem vaziyetlerinin, ehli sünnetten olan halk üzerinde icra et tiği pek endişe veren tesirlere Büyük Millet Meclis'inin, müsaadesi mahsusanızla, dikkat nazarını çekmek istiyoruz. Halife'nin şeref ve kudretine, nüfuz ve tesiratına târı olan zaaftan dolayı içtimai ve manevi büyük bir kuvvet sayılan İslâmiyet'in. Ehl.i Sünnet olan hal kın. geniş tabakaları arasında gevşemekte olduğunu kemal-i teessüfle müşa hede eyledik. Hilâfet dıştan hücumlara maruz bulunduğu zaman, bütün yeryüzünde bulunan mûslümanların, duyguları galeyana gelmiş ve Törkler'in istiklali için çalışmak, uğraşmak, aynı zamanda, müslüman tesanûdünü temsil eden mûesseseleri tam ve kâmil olarak muhafaza etmek demek olduğu kanaati ile Hint müslümanları da. bu meyanda Türk milletine muhabbet ve muavenet göstermişti. Bu tehlikeli zamanlarda, biz "Türkiye Davası" için çok çalıştık. Trablus ve Bingazi.de olan Türk-ltalyan harbinden beri biz. Ingiliz müslüman müessesesi olarak. Türkler arasındaki yeis ve ıstırabı tahfif ve tadile bü tün kuvvetlerini hasrettik. Bu itibarla butun müslümaniarla beraber, derinden ilgili olduğumuz bir mesele hakkındaki bütün düşünce ve tekliflerimizin, zat-ı devletlerinin hükümeti tarafından iyi kabul göreceğine itimadımız vardır. Müla hazalarımızdan dolayı millet mümessilleri nüfuzunu zerre kadar azaltmak is tediğimiz bir an bile hatıra gelmemelidir. Hür milletten talep etmek istediğimiz şey. Islâm Alemi.nin dini riyasetinin şer'i şerife göre tam ve kâmil olarak mu hafazasıdır. Halife'nin nüfuzunun azaltılması veya âmil gibi. Türkiye Teşkilatı Esasiyesi.nden onun uzaklaştırılması, bizim fikrimizce. İslâm Alemi’nin dağılması ve manevi cihan kuvvetinin ameli surette ziyaı demek olacaktır. Bu öyle bir haldir ki. ne Büyük Millet Medisi'nin. ne de Cumhur Reisi Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin dikkat gözünden, mümkün değil, kaçamaz.
142
CUMHURİYET DÖNEM! DlN
DEVLET iLtŞKİLERl
٠
Bizim fikrimize göre, Halife.lmam Ehli sünnetin birliğini temsil eder, hila fetin Türk Milleti'nin bir ferdi olması Türk Devleti'nin kurucularının torunların dan bulunması. Islâm milletten arasında. Türklüğe mübeccel bir mevki bahşe der. Bu. ondört asırdan beri, Ehl-i Sünnet arasında bir esas olarak telâkki edilmiştir. Halifenin Islâm cemaatının İmamı olduğunda icma-ı ümmet vardır. Onunla müminler arasında bir nifak hasıl etmeksizin bu dini unsur. İslâm fik rinden çıkarılıp atılamaz. Eğer İslâmiyet dünyada büyük kuvvet olarak muhafaza edilmek isteni yorsa. Halifenin nüfuz ve şerefi, hiç bir zaman Papa'nın nüfuz ve şerefinden az olmamalıdır. İşte bu ve bunlara benzeyen diğer sebeplerden dolayı, Türkiye’nin haki ki dostları sıfatı ile biz. hilafet ve imamlığın müslüman milletlerin itimat ve hür metine layık olan bir mevkie konulmasını ve böylece Türkiye’ye de kuvvet ve şeref bahşedilmesini kemâl.i hürmetle Türkiye Büyük Millet Meclisinden ve onun büyük basiretli reislerinden istirham eyleriz."^ Aga Han ile Emir Ali'nin. Reisicumhur sıfatıyla Mustafa Kemal Atatürk'e gönderdikleri mektup ise şu şekilde idi: TBMM Cumhuriyeti Reisicumhuruna. .. ANKARA
Hint Hilafet Merkezi Komitesi, zât-ı devletlerini, Hind müslumanlarının. Türkiye Cumhuriyeti’nin selamet ve terakkiyatı hususunda besledikleri temenniyat-ı halise edây-ı kalbiyeleri hakkında temin ederek, Cumhuriyet.in teşkilini Islâm’ın ilerlemesi nazarında büyük bir gelişme ve itibar addeder. Hint müslümanlan Türk Cumhuriyeti’ni ve Hilafetin Cumhuriyet tarafından tanınan şeklini Islâm’ın terakkisi (ilerlemesi) için bir ümid olarak telakki ederler. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti'ne zarar verecek yahut onun gelişme ve iler lemesine mani olacak her türlü siyasî entrikalara karşıdırlar. Zât-ı devletlerini ze arz.ı ihtiram."٥١ İşte bu iki mektup: muhtevası da gözönündc bulundurularak, — açıkça Cumhuriyet rejimi desteklenmiş olmasına rağmen— Türkiye'yi yönelen kadroya devrim yasalannı uygulamada büyük bir fırsat vermişti. İçerdeki geriye dö nüş eğilimlerini; özel tanımıyla inica eğilimlerini basunnak için yönetimin eli ne bir daha böylesi bir fırsat geçmiyebilirdi!
٠ T«
٠ ٠ «
V n . » i , . 7^77,
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
143
Nitekim Başbakan İsmet İnönü 8 Aralık 1923’ie konuyu meclise getirdi. Çok önemli ve gizli açıklamalarda bulunmak üzere gizli celse yapılmasını iste di. Teklif kabul edilip konu gizli oturumda görüşülmeye başlandı.٥^ TBMM 8 Kanunuevvel 1338 (8 Aralık 1923) Gizli Celse’sinde bu konuyu müzakere etti. Meclisin 64. In'ikat'ının 2. Celsesinde yapılan müzakerede, ko nuyla ilgili konuşmayı ilk önce İsmet İnönü yaptı. Özetle: Sözkonusu mektupla rın yayınlanmasıyla. "Alemşümul İslâm ve Halifelik propagandasımn yapıldığı nı. halifeye, vazifc.i siyasiye ve vazife-i dünyeviye vermek esasını güdüldüğü nü" belirterek, mektupların "propaganda için yazılmış ve yayınlanmış" olduğu nu söyledi. İnönü "Bunun mevcut kanunlara göre hıyanct-i vataniyyc ccraiminden olduğunu" tesbitlc "yapılanın TBMM’nin meşruiyetine isyanı mutazammın neşriyat cürmünden olduğunu ve derhal duruma vaziyet edilmesi ve bunun için derakap (hemencecik) İsianbul'a bir İstiklal Mahkemesi göndcrilmcsi"ni teklif etti.٥^ İnönü konuşmasına devamla. "Yok eğer bunu böyle yapmaz ve gazetecile ri cezalandımnazsak. içerde ve dışarda TBMM'nin zayıf olduğu imajı verilecek ve artık her önüne gelen kavli, fiili ve neşrî hilafet taraflısı yayın yaparak yeni kurduğumuz Cumhuriyet'i zayıllaimaya girişeceklerdir" diyerek tecziye için za man geçirilmemesi gerekliğini belirtiyordu. İsmet İnönü, ayrıca "Ağa Han ve Emir Ali'nin İngiliz telkini ile hareket et liklerini, ülkeyi bölmek için bunu yaptıklannı ve Hint Hilafet Komitesinin daha önceki davranışlanyla bu mektubun çeliştiğini ifade ctmişıi.^^ İsmet İnönü'nün Vatan. Tanin ve Tevhid-i Efkar gazetelerinde yayınlanan mektup için sözkonusu gazetecilerin derhal cczalandınimasını isteyen harcrcüi konuşmasından sonra sözü Bazistan Mebusu Ekrem Bey almıştı. Ekrem Bey. İs met İnönü'nün sözlerini teyiden: "Efendiler! Bu işte çok geç kaldık! Tarihe bir bakınız, hangi Cumhuriyet kansız olmuştur. Cumhuriyet'i ilan etliğimiz zaman bunun elbette birtakım ihtilaller vücuda gciireceğini hatırlamak lazımdır.'.s^ ٥؛. yerek. İstanbul'a gönderilecek olan İstiklal Mahkemesi'ne adeta kan dökme da vetiyesi veriyordu. Oysa Başbakan ve Rcisicumhur'a gönderilen mektuplar çok dikkatli göz lendiğinde olayın hiç de öyle suçlama yöneltildiği gibi olmadığı görülecektir.
62. 63. 84. 85.
TBMM ZabJl Ceridesi, c .4 . s. 128.129. TBMM Giz!. Celse Zab.tlan. c. 4. s. 314.317 TBMM G'؛؛l! C e ln Z ablti^r !؛r 4Î T t l 7٠ 64٥٠n ؟i t o r ٤ ’c e t e f 8 Aral.k 1923
I'
144
CUMHURİYET DÖNEMİ DlN - DEVLET iLlŞKlLERl
I!
'؛؛I
i■
Çünkü "İleri sürüldüğünün tersine mektuplar bu kişilerin daha önceki hareketle riyle hiç çelişmemektedir. Ağa Han ve Emir Ali daha önce de, Hind Hilafet Ko mitesi ve Londra İslâm Cemiyeti adına gönderdikleri mektup ve bildirilerde "Hilafetin mutlaka yaşatılması gerektiğini, İslâm Alemi'nin dayanışması için bu nun şart olduğunu ve bu sebeple halifenin vezaifinin düzenli ve meşru bir esas üzerine oturtulması gerektiğini" belirtmiş ve bunu resmen Türkiye'ye duyurmuş kişilerdir.٥٥ 5 Aralık 1923 tarihli Tanin ve İkdam ile, 6 Aralık 1923 tarihli Tevhid-i Ef kar gazetelerinde yayınlanan mektuplar bu eski istek ve arzulann tekranndan başka bir şey değildir. Üstelik sözkonusu kişiler, yeni Cumhuriyet’i tanıdıklarını ve desteklediklerini ve fakat halifelik konusunun bütün müslümanlan ilgilendi ren bir mesele olduğunu söyleyerek halifeliğin korunmasını istemişlerdir. Ağa Han ve Emir Ali'nin görüşleri. 8 Aralık 1923 tarihli meclis gizli oturu munda da belirtildiği gibi" ^؟tezvir maksadıyla tertib" olarak tanımlanmıştır. Bu resmi görüş zamanın Maarif Vekili Yusuf Hikmet Bayur'un 1934 yılında yayın ladığı. "Yeni Türkiye'nin Harici Siyaseti" ^؟isimli eserinde de mevcuttur. Maarif Vekili Yusuf Hikmet Bayur bir resmi değerlendirme olarak Emir Ali ve Ağa Han'ın. "İngiliz'lerin adamı" olduğunu ve "Hilafetin sürdürülmesini istemeleri'’nin bir İngiliz politikası uyannea Türkiye'nin çağdaşlaşmasını engel lemek ve Türkiye'yi geri bıraktırmak amaçlanndan kaynaklandığını ileri sür müştür. Oysa, hilafetin kaldıniması gibi — İmparatorluklanndaki müslüman uyruklulann varlıklan bakımından— son derece işlerine gelecek bir hareketi İngUizİcrin istemiş olamayacaklan açıktır. Nitekim. Halifeliğin kaldıniması işi gerçekleşince, İngiltere'nin Musul'daki resmi görevlisi. "Halifeliğin kaldırıldığı haberini hayrcüc karşılayıp inanmakla güçlük çektiklerini yazmışur."؛؛. Musul'daki İngiliz görevlisi, "Halifeliğin kaldırılacağı zamana kadar Kürdistan'ı patlamaya hazır bir volkan gibi kaynaştıran Türk propagandasının, kürt-
86 .
124). 87.
88 .
69.
^ c S r ^ Ğ n S O . y T m ^ a ^ i y İ B . TOrk Tanh Kurum unca, *Türkiye Devletinin Dış Siy ٠s ٠ s t. adıyta hiç de ٥ iştirilm ٠ d 0n yemden basılmıştır. C J.Edm ons. Kurds. Turks and Arabs, s. 383
h a l if e l iğ in
KALDIRILMASI
145
halifeye kesin baglılıklanna dayandırdıklannt, hilafetin kaldınlmasıyla da. TürkJcr'in kendi bindikleri dalı kestiklerini ve bunun da İngiltere için inanılma yacak kadar mükemmel bir şey olduğunu"؟, belirtmiştir. Ömer Kürkçüoglu'nun yazdığı ve Türk-lngiliz ilişkilerinde bir başvuru ya pıtı niteliğindeki. "Türic.ingiliz İlişkileri" isimli eserinde de konuyla ilgili olarak İngiliz Büyükelçisi Ronald Lindsay.ın 8 Şubat 1926 tarihli bir raporuna dikkat çekilmektedir. İngiliz Büyükelçisi Ronald Lindsay'da halifeliğin kaldırılması ile ilgili olarak: "Laik Türkiye'nin Müslümanlan. artık İngiliz İmparatorluğu için bir tehlike olmaktan çıkardığını; Laik Türkiye ile yakın ilişkilerin Ingiltere'ye yarayacağını" belirtmiştir.*؟ Bir İngiliz yazan oları Phillips Graves'de. hilafetin kaldmlması ile ilgili olarak İngiliz Büyükelçisi'nin tcsbillerini aynen tekrarlamıştır. Graves: "Türk Cumhuriyetçileri, müslüman vatandaşlan olan herhangi bir devletçinin her za man güçlükler yaratabilecek bir kurumu; makam-ı lülafcli ortadan kaldınmakTaC niyetleri öyle olmasa da. Britanya İmparatorluğuna olağanüstü bir iyilik yapmış lardır." ^؟demektedir. Bütün bu gerçekler gözönünc alındığında İstanbul'a gönderilen İstiklal Mahkemesi’nin. gönderiliş nedenlerinin ne kadar temelsiz olduğu ve hele İsmet İnönü’nün, Tanin, İkdam ve Tevhid-i Efkar gazetelerinde yayınlanan mektuplar için "İngiliz telkini", "İngiliz teşviki" ve "Hilafet isteğinin İngiliz politikası ge reği olduğu'.nu söylemesi de çok temelsiz ve tutarsız kalacak şeylerdir. Aslına bakılırsa olay, birtakım şeylere zaten karar vermiş olan Türiciye Cumhuriyeti yöneticilerince iyi bir fırsat olarak görülmüş ve ihtilal yasası gere ği düşünülen şeylerin de uygulamaya konması için kaçınılmaz bir fırsat telakki edilmiştir. Bu kanaatimizi içerde ve dışarda doğrulayan çokça yazı ve belgeye rastla mak mümkündür. Yukarıda belirttiğim dış örneklere ilaveten Toynbce’nin de kanatlcri. kanaatlerimizi doğrular niteliktedir. Toynbcc'yc göre olay: "İsmet Paşa’nın İngiliz düşmaıüıgı varsayımının, mevcut olaylarda hiçbir temeli, mesnedi yoklu; ve kendisi (İsmet Paşa) gerçeklerden daha iyi haberdar olsaydı ve ger çekleri görebilseydi. Ağa Han'la, Emir Ali'nin hareketlerinin gerisinde Britanya Hükümeti'nin "gizli eli"ni görmenin ne kadar saçma olduğunu anlardı. İsmet PaİClin
90. 91 . 92
aktaran ٥ mer KürkçU٠٥l ٧ . TUrk-lngiliz ilişkileri (1919-1926). s. 309-310 Siyasa, Belgiler P a k Yay. 1978. Ankara. Ömer Küfkçûoğlu. Tûfk-lngiliz iHşkilen, (1919-1926). s. 307. ^hiliips Graves. Brilon a n d T O ^ .'s . 2 ١3. e . n ^ n . 1941; M eteTuoçay. Tek R a i s 78. <،pnoi 22'den.
146
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN - DEVLET İLİŞKİLERİ
şa'nın bu yargılama yanlışı, olsa olsa Türkiye'nin o andaki iç sorunlanyia ilgili ve biraz da onun sinirliliği ile bir ölçüde açıklanabilir." ؛؛؟sözleriyle açıklığa ka vuşturulmaktadır. Ki bu ifadeler kanaatlerimizi besleyen ifadelerdir. Benoisl-Mechin de. Türk Hükümeti'nin ve İsmet Paşa.nm. Ağa Han ve Emir Ali olayını, ilgisizliğini bile, bile İngiliz etkisine bağladığını ileri sürerek: "İstanbul'a İstiklal Mahkemesi'ni gönderen ve gazetecileri suçlayan vesile çok zayıftı, hatta gülünçtü. Mustafa Kemal, bu iki Hint'li prensin mektubu ile Türki ye Cumhuriyeii'nin tehlikeye girmeyeceğini pek iyi biliyordu, fakat yapacak başka bir şey olmadığı için bu mektubu da Vahdeitin'i devirdiği zaman yaptığı gibi, bir yabancı müdahalesi şekline soktu ve bu manevrasında hiç de aldanma dı."'؟. iddiasını ortaya atmaktadır. Görüldüğü gibi resmi çizgideki tepkiler temelsizdir ve hatta iddia edilen şeyler. Benoist-Mechin'in de dediği gibi "çok gülünçtür".^؟ Bu "gülünç vesile" ile İstiklal Mahkemesi hemen İstanbul'a hareket eder. 10 Aralık 1923 günü saat 11.30'da İstanbul'a varan İstiklal Mahkemesi kendile rine aynlan eski Mcelis.i Mebusân binasına yerleşerek çalışmaya başladı. İlk olarak suç unsuru sayılan gazetelerin incelenmesine başlandı ve 10 Kasım 1923 tarihli Tanin Gazetesinde çıkan Halifeye açık mektubundan dolayı. İstanbul Ba ro Başkanı Lütfi Fikri Bey gözalüna alındı. ؟٥ Aynı gün gazete sahipleri Hüseyin Cahit. Vclid Ebuzziya ve İkdam'dan Ahmed Cevdet beylerle sorumlu yazı işleri müdürleri de tutuklandılar.؟؟ Görevine böylece başlamış olan İstiklal Mahkemesi 11 Aralık’ta bütün ga zetelerde yayımladığı bir beyanname ile kuruluş nedenini şöyle açıklıyordu: ..... Son zamanlarda bazı tahrikaün yine eskisi gibi ika.ı fesada başladığı anlaşıldığından Cumhuriyeti'mizi her ne pahasına olursa olsun muhakkak mu vaffak etmeye azm eden Büyük Millet Meclisi mcvcud kanunun mahsusa’yaHıyanet-i Vataniyye maksadıyla mahkememiz teşkil ve ilzam etti. Mahkememiz. Cumhuriyet’imizin mevcudiyet ve csasau hilafına hareket ve icşebbüsata cür'ct edenleri mcvcud olan — Hıyanct-i Vataniyye kanununu
i.
94.
M ete
95
S in
Tunçay.
Tek P a rt YOnetknK s. 75-76 d.pnoi 18'cten (Kaplan v . Pars M usiafa Kemal, s
؟zg٥٠o ^
bu
٠
٧
٢
I. Tur.ç.y'.n. I١٠٠ıye. Sanat L>٠r٠٠٠٠™n ،o٠. «ıyı٥٠ıpu. ١ı١? ٧٠/«.، ٠« züy٠e t mız.’ başlıklı yazı b 3
٠٠٠٠
96 .7
٧
HaMı Ul٧0. HaMM٥m Senu g. 146
T
Z
HALİFELİĞİN KAJDIRILMASI
147
tatbik ederek şiddetle cezalandıracak ve böylccc muhterem İstanbul halkına çok muhtaç olduğu sükûn ve refahı temin edecektir.. ؟Cebel-i Bereket Mebusu Top çu Ihsan’ın da belirttiği gibi İstanbul İstiklal Mahkemesi^, sırf İstanbul'daki Cumhuriyet muhaliflerine, hilafetin kalmasını arzulayanlara karşı şiddetle ceza verebilmek için kurulmuştu. Mahkeme kişilerin samimiyanc tenkidleri bile olsa, "bunlarda muhalefet ediyor" düşüncesiyle ceza vermek için hareket ediyordu. Beyannamedeki. "... Bu gibi hareketleri imha etmek ve şiddetle tecezzi" gibi ifadeler cezalann hiç de hafif olmayacağını daha başlangıçta belinmiş oluyordu. Lülfi Fikri Bey. Hüseyin Cahid. Vclid Ebüzziya ve Ahmcd Cevdet'in tutuklanmalanyla beraber İstanbul İstiklal Mahkemesi'nin. gazetelerde çıkan gö zaltına alma ve tutuklama haberlerini şöylcce sıralayabiliriz: "İstanbul ve Havalisi İstiklal Mahkemesi Müdde-i Umumisi (C. Savcısı), kendisine vuku bulan iş'ar üzerine. Tanin sermuharriri Hüseyin Cahit İkdam ser muharriri Ahmed Cevdet. Tevhid-i Efkar sermuharriri Velid Ebüzziya Beylerle. İkdam mesul müdürü Ömer İzzetlin ve Tevhid-i Efkar mesul müdürü Hayri Mu hittin Beyler Tahkikatı evveliycleri icra edilmek üzere tahu nezarete alınmışlar dır."10) . . ؛Aralık 1923) İstanbul İstiklal Mahkemesi Müdde-i Umumisi (C. Savcısı) Vasıf Bey. bu tutuklamalann üzerine İstanbul halkına yaptığı açıklamada: "... İstiklal Mahkemesi savcısının bir emri ile her vatandaşın tutuklanabi leceğini ve bunun için "tevkif tczkcrcsi.'nc bile gerek olmadığını(!) İstiklal Mahkemelerinin olağanüstü şartlar karşısında kurulduğunu ve sivil-asker herke sin mahkemenin emrinde olduğunu, idam yetkisinin Meclise ait olmakla birlik te, gerektiğinde Mahkemenin de infaz yapabileceğini"؛. ؛söyleyerek durumun "azamei-i ehemmiyetini" belirtiyor, halka adeta ihtilal yasalannın ne kadar ağır olabileceğini ifade ediyordu.؛.^
98. 99.
100.
V a t^ . 11 Aralik 1923. Tanın. ١1 Araltk 1923. Ayin Tanhı. c. 1. sayı 4. s 122*123. TBMM A r^ . viT . 8. Dosya s, Z a r fl. KurtuIus savaşı döneminin istiklal Mahkemelen 1923 Mayısında laaliy.liennı durdufmuş (1921*1923). Cumhuriyet donemının ilk mahkemelen de 8 A ؛al٠k ١923 ٦0 ls!anbü ٢٥a 1013? •؛ Sıyla başlamış oluy.rdu. Cumhunyet oncesı istiklal Mahkeme!© ؟İçin 60 guzd çalışma Proi Dr Brgun Aybars.m. 1921.1923 arası l ؛٥kla! Mahk©m٠٠©nnı anlatan " i s i M٠hk٠m ٠^
(Q gi y tarihi. Istanbul V . Ankara Gazet^enrxn hemen hep» bu dnemlı tutuklamalara yer vermişlerdir. 101 ErQ٧n A y b a rs ./s f ٠W a ü k ٥m ٠len(1923 ٠1927)s 35. KOllüf 8 ا ﻫ ﺴ ﺎYay ؛03 ; 1 ؛Araİık ا92 فtorihli Tanın اﺀئ ©ﻷىihtilal yasalarının çok a a ı ı ı z ٥ﺧ ﺴ ﻪ halkın dıkkaunı çekıyorcfcj.
[ 148
c u m h u r iy e t d ö n e m i d in
- DEVLET İLİŞKİLERİ
11 Aralık tarihli Tanin'dc yayınlanan açıklamalar halkı korkutmaya yet mişli. İstiklal Mahkemesi Ocak başına kadar şu tutuklamalarda bulundu. (Gaze te başlıklanndan alınarak verilmiştir.) '.İstiklal Mahkemesi Savcılığı'ndan verilen emir üzerine Halife Abdülmecid'in yaverlerinden Ekrem Bey ile Tanin Gazetesi yazı işleri müdürü Baha Beyler tutuklandılar." (14 Aralık 1923 Vatan) Hilafet yaverlerinden Ekrem Bey'in tutuklanma sebebi çok gariti: Halifeyi ve makam-ı hilafeti arzulamak!.. Ekrem Bey’in davasında bu gariblik. hatta gülünçlük, verilen beraatlc ka patılmış oluyordu. TBMM’nin seçtiği halifeyi bir hizmetçisi olarak halifenin ya nında bulunan birisinin arzulamasından dalta tabii ne olabilirdi? Mahkeme de Ekrem Bey'in hareketlerinin kışkırımacası olmadığına, yapılanlann doğal oldu ğuna karar vererek Ekrem Bey.i beraat ettirdi. "Kör İbrahim tevkif edildi. Sabık İstanbul mebusu Şükrü Bey ve Sabık An kara Valisi Abdülkadir Beylerin de ortalıkta görtinmemclcrinc ve her tür konuş ma ve gezilerinin men'ine karar verildi." ٤٠؟ Kör İbrahim ile Şükrü ve Abdülkadir Beylerin suçlan şeriat isteğiyle bir likte halifelik makamının devamlı kalması için gezi ve konuşma yapmış olmalanydı. Kör İbrahim diye bilinen kişi İstanbul’un çeşitli semt halkını halifelik adı na kışkırttığı için hemen tutuklandı vc 1 yıl hapis cezasına çarptınldı. Sabık İstanbul Mebusu Şükrü Bey üc. Sabık Ankara Valisi Abdülkadir Beyler de. kendilerini suçlayan vc ihbar eden Hulusi Efendinin tanıklığına baş vurularak cezalandırılmak istendi. İhbarcı Hulusi Efendi, sanıkların düşünce vc tavırlarıyla meclisteki İkinci Grubu desteklediklerini vc onlara dahil olduklarını, Aksaray Valide Kıraathancsi'ni kendilerine toplanma yeri yapiıklannı vc hükü mete küfür etliklerini, halife iaraflarlannın daha güçlü olduklannı ihsas ettikleri ni ve .'Biz OsmanlI Padişahlığını yaşatacağız., bu hükümet gavurdur, yakında onu dağıtacağız vc parçalayacağız" diyerek Cumhuriycı'c tehditler savurduklannı belirterek: ..Hafız Rami Efendi. Akzadc İbrahim Efendi. Bakkal Mustafa, Sa atçi Hafız Hüseyin vc Yüzbaşı Halid Bcylcr' in de onlarla beraber hareket ettiği ni .söyledi..،” (Tanin. 22.24.27 vc 30 Ocak 1924) Mahkeme yapılan ictkikatlar üzerine Şükrü Bey vc Abdülkadir Beylerin. Sözkonusu suçlamalar üzerine gerekli belge vc şahit bulamadığı için vc en
m
٠«
/U ö c .،،^
100-12<. Ita n b u l. 1957
149
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
ö n e m lis i d e . ih b a r c ı H u lu s i E f e n d i 'n i n b u İ§İ s j r f e s k i İ s ta n b u l M e b u s u Ş ü k r ü B e y ile . e s k i A n k a r a ٧ a lis i A b d U lk a d ir B e y 'e o l a n ş a h s i b i r k in i n d e n d o la y t y a p ttg ı İç in b c r a a t l c r i n e k a r a r v e r d i . ( وﻫﺎT a n i n . 6 ؟u b a t 1 9 2 4 ) G c i c e e k s a y f a l a n m t z d a d a g ö r iilc c c g i g ib i ş a h s î v e y a s i y a s i n e d e n l e r l e
Is-
t i k la l M a h k e m c l c r i 'n c Ş ü k r ü B e y v e A b d ü l k a d i r B e y g ib i j u r n a l e d i le n n ic e in s a n la r o l m u ş t u r . ٧ e İ s ta n b u l is ti k la l M a h k e m e s i b e lk i b a ş la n g ı ç m a h k e m e o l d u g u İç in b u t ü r m a s u m s a n ık l a r a c e z a v e m e d i y s e d e . Ş a r k is t i k l a l M a h k e m e le r in d e d u n t m h i ç d e b ö y l e o lm a m ış tır . O n la r c a , y ü z l e r c e m a s u m is tik la l M a h k e m e le r i n c e t e c z i y e e d i lm i ş t ir . ''M ü r t e c i b i r ٧ a i z İ b r a h im E lh c m E f e n d i , B e y a z i t C a m i'in d c v e r d ig i le s c tt ü r .'ö r tü n m e " k o n u s u n d a k i g e r ic i v a a z ı n d a n d o la y ı t u t u k la n d ı v e d in i s iy a s e te a l e t ( )؛e d i y o r d ü ş ü n c e s i y l e s u ç lu b u l u n a r a k t e v k i f e d ild i..' ( 2 9 K a n u n u e v v e l 1 3 3 9 - 2 9 A r a l i k 1 9 2 3 . V a ta n ) Y i m ٦i y a ş ın d a k i h a f i z - v a i z . ı ^ İ b r a h im E th c m İç in y a p ı l a n s u ç l a m a g î^ .c tc d e b e l i r t i l d i ğ i g ib i ''d i n i s iy a s e t e a le t e t m e k '' id i. O y s a v a i z İ b r a h im E t h c m , B e y a z ıt C a m i 'i n d c m u t a d ı o ld u g u v e c h i lc 0 g ü n k ü v a a z ı n . ''İ s l a m i y e t 't e te s c tıü r ''* ٥7 k o n u l u v a a z ı n ı v e r i y o r d u . N o m ١a l o l a r a k v e h e r d i n g ö r e v l i s i n i n y a p tığ ı g ib i k o . n u s u n u a y e t v e h a d i s l e r l e iş le y e n g e n ç V a iz İ b r a h im
E l h c m . " t c s c t t ü r ''ü n b ir
e m r - i ş e r 'i o l d u ğ u n u v e h iç b i r g ü c ü n o n u d e ğ i ş t i r e m e y e c e ğ i n i , t e s e t tü r e r ia y e t e t m e y e n k a d ı n l a n n g ü n a h k a r o l a c a ğ ı n ı '' b e l i r t e r e k , k a d ı n l a n n ö r t ü l e r i n e d ik k a t e t m e l e r i g e r e k l iğ in i v u r g u l a m ı ş t ı .8ﻫﺎ İ s t a n b u l is t i k l a l M a h k e m e s i , b u g e n ç v a i z i , d in i s i y a s e t e a l e t e d i y o r d iy e r c k ıc n t u t u k la d ı v e m a h k e m e s o n u c u l y ıl e c z a y a ç a r p t ı r d ı . 9 ﻫﺎB ö y l c c c g e n e v a i z in İ s ta n b u l h ı k ı n ı d in i y ö n d e e t k i l e y e c e ğ i a te ş li v a a z l a n n a s o n v e r i l m i ş o l u y o r d u ؛.. ا ا٠ H a p i s c c z a s ı n ı ç e k e n H a f ız - V a iz İ b r a h im E l h c m 8 O c a k 1 9 2 4 d e ç a ^ u n l d ıg ı c e z a d a ta m 1.5 y ıl s o n r a b u s e f e r d e Ş a r k i s t i k l a l M a h k e m e s i ta r a f ı n d a n .'ir tic a i e t k in li k le r e .' k a t ıld ı ğ ı v e .'i r t i c a i f a a l iy e tl e r i y O ^ e n d i r d i g i '' d ü ؟ü n c c s i ) l e id ia
m a ltk u m e d i l m i ş v e 6 T e m m u z 1 9 2 5 t a r i h i n d e U r f a 'd a h a l k a ib r e t o ls u n
İç in . f la l il- U r - R a h m a n C a n r i i'n in y a n ı n d a id a m e d i l m i ş t i r . . * ؛
١٥
5 TBMM Arşivi IV. 8. b٠ 1. s. 8-16. Adet 4. EvraKno.039/4. T 8. 0 ٠ 5ya-2 . ٠ 4ﺢ
107. 108 109 110. ١١١.
ﺀ ﺋ
TBMM Istanbul istiklal Mahkemesi Arş T, s. Dosya no^ s. Vatan 8 Kanunili 1340 TBMMİIM Arş. T 8. D٠ ٥ ya٠ 4. Tann. 7 - 8 2 4 و ا ئA g Arşiv. T. 8 Dosya no. 4. Esas-s. Katar 3 Vatan. 29 Kan٧ n ^ ^ l 1339 Cumhu^et. 7 Temmuz 1342 (192S)
150
CUMHURtYEl^ DÖNEMİ DlN
DEVLET İLİŞKİLERİ
٠
Genç Vaiz İbrahim Ethcm için yapılan suçlamalara bakıldığında icsbit etli ğimiz bir kaç noktanın aydınlanması için şu sorulara cevab verilmesi gerekecek tir. 1— İstanbul Beyazıt Camii vaizi olan İbrahim Eihem niçin Urfa’da idam edilmiştir? 2— Şark İstiklal Mahkemelerinde İbrahim Ethem'in yargılanmasının se bebi nedir? Tabii herkesin aklına bu sorular takılınca cevab aramak durumunda kalına caktır. Yaptığımız tahkik gereği. İbrahim Eihem genç, dinamik ve etkileyici bir vaiz olduğu 4 M an 1924 tarihinde halifeliğin kaldmiışından sonra da tesbit ve leyid edilmiştir. Resmi makamlann ve Şark İstiklal Mahkemesi.nin belirttiğine göre bu genç vaiz sadece İstanbul'da vaaz etmekle kalmamış, halifeliğin kaldı rılması ve medreselerin kapatılmasıyla birlikte, yeni kurulan devletin dine karşı tavırlı olduğunu söyleyerek. Adana. Urfa. Malatya. Elazığ ve Diyarbakır bölge lerini gezerek halkı hükümete karşı ayaklanmaya sevketmişıir.**^ İSTANBUL İSTİK LA L M AHKEM ESİ VE G A ZETEC İLER DAVASI İstanbul İstiklal Mahkemesi gazeteciler davasına 15 Aralık 1923'dc başla mış ve 2 Ocak 1924 günü okunan mahkeme karanyJa dava sonuçlandmlmışü. Buna göre Ağa Han vc Emir Ali'nin mektuplun muhteva olarak suç sayılmış, ancak mektubun neşri suç sayılmayarak Hüseyin Cahid. Vclid Ebuzziya ve Ahmed Cevdet Beyler beraat etmişlerdir. ؛.^ Hüseyin Cahit savunmasında: "Evet, memlekette bir halifelik vardır. Ve bu TBMM’cc lesdl edilmiştir. Ben de halifeliğin kalmasını, bunun Türkiye
113
TOMM ^ * ١٠٩^
M ahkem esi Karar Dehen. IV-8., b ٠l . adet.2. Evrak No: 39/2.
h a l if e l iğ in
KALDIRILMASI
151
Cumhuriycli.nin genel menfaallcrine uygun olacağını söyledim. Halifelik, bülün müsliimanlann bağlandığı, ıcveccUh elliği ananevi bir müessesedir. Bunlan §im٠ di söylüyorum.. . " 4 الdiyerek, yayınladıklan mektubun da ajmı muhtevaya sahip olduğunu belirtmiş ve devamla:..... Sizden ne merhamet ve ne de müsamaha is. lemiyorum. Sizden yalmzca adaleti istiyonım!.' diyerek kadın-erkek salonu١٤5 dolduran yüzlerce kişi içersinde mahkemeye suçsuz olduğunu bagınyordu. HUseyin Cahit, yazılanndaki eleştirilerin eğer anlaşılırea "vatanin iyiliği İçin', olduğunu belirterek: .'Ben vatan haini demlim beni Hıyanet-İ Valaniyye Kanunu'na göre mahkum cdcmczsiniz!٠٠J١٥ diyerek savunmasını bitimişti. Vclid Ebuzziya ise: .'Hükümet başkam ismet Paşa, yazilanmdan şikâyetçi ise. hkirlcrimdcn fedakarlik edemiycccğim. Onun yerine bana hiç yazma, gazc. teyi birak dcrecniz. hatınnız İçin onu kabul ederim. Fakat memleketin hayn ve selameti İçin düşündüklerimi bir gazeteci olarak söyleme ve yazma derseniz bu. nu asla yapamam. Çünkü bunu yapmak ^ n im İçin namussuzluktur'؛, diyerek savunmasını yapmış v e ,..... Ben memleket İçin değil ama kendim İçin bazı şeylerdcn feragat edebilirim, illa yazmamam islcniyorea, ismet Paşa'ya ''şu kalemi alınız, bunu bana geriye vereceğiniz zamana kadar gazeteciliği bırakıyomm'. derim... dedikten sonra da mahkemeden şcl^at ve merhamet Eklemediğini, y^nızca adalet istediğini belirterek savunmasını ıamamlamışiır.ıi7 Ahmcd Cevdet Bey de uzun ve samimi bir konuşma yaparak yazdıklannın suç olmadığını söyleyerek savunmasını tamamlamışlı.**8 Savunmîdarda dikkat çeken şey, her üç sanığın da en başta samk sandalyaSina oturtuluş şelfine itiraz edişleri olmuştu. Halifcyi istemekle suçlanan gazeteciler. hakli olarak TBMM.nin 140. İn.ikalının 5. celsesinde (18 Kasım 1339. 1922) bizzat kendilerinin halifeyi seçtiklerini, arzuladıklannı ve ona bağlılıklannı ifade etliklerini anlatmışlardı.. Gazeteciler, özellikle Hüseyin Cahil ve Vclid Ebuzziya mahkemelerinde daha çok bu çifte standart davranıştan dolayı Jstanbul istiklal Mahkemesi'ni sanki muhakeme etmişler ve TBMM'nin bu konudaki davranışlanna anlam veremediklerini söylemişlerdi. 114 Na ؟،t Hakki Ul٧0. Hal٠(el٠()in Sonu, s 152 ١ ١5 Mahkeme 14 Aralik 1923ü© yayınladığı bildiriyi© mahkemeye kadınlann da ٥eleb،i©c©٥ ını ve bunun ıçın kadınlara ezel yerler ayrıldığım belırtmı14) .. ؛Kanunievvel 1939. Tarvn s ١. sulun 116. Bu uzun » w n m a ıçın bkz TBMM ı r ؟ivi T 8. Dosya 1/2. Tanın 2 2 .2 3 .2 4 .» .» .2 7 Ara.ık 1923 ve Ayin Tanhı c. 2. s 308.487. 117 T ^ m . 2 S .» .2 7 A ra lık 1923. A y ı n T ^ . c . 2 . s ^ i ١3 TBMM ar ٠jvı: T. 8. Dosya 1/2. lila n b u l IstıKİal M a h k ^ « ^ G . » -
ه٠١ م٠ا
152
c u m h u r iy e t
DÖNEMİ DlN - DEVLCT İLİŞKİLERİ
konuşmacının sözlerinden ve yazılanndan laviz vermeden konu؟m٥h n basında ve kam uo^nda beklenenden fazla ilgi loplamıçn. Jsı^bul Jstiklal ^abkem esinin Karan beraatle neticelenince kîunuoyu da yaü؟tınkni5٠basma da Türk Devrimi adına nelerin yapılabileceği gösterilmi ؟o l u y o r d u . 9 ا اFındıklı Sarayındaki eski OsmanlI Parlcmentosunda y a p ılı duruşm^ar sonucu beraat eden gazetecilere İstanbul balkı büj^ik bir sevgi gösterisinde bulundu ve onlan alkı؟layarak karçıladı.2 ؛٠ ? ﻻ٢ ÜÇ
B a s ، n d a n S ır a t- ı M ü s ta k im d e r g is i — E ş r e f E d ip B e y v e d ö n e m in m ü s lü m a n a y o ın la n ta ra fın d a n ؟Ik a n la n g a z e te —
d e rg i tu tu ld u ب
savun-
m a d a k i t a v ı r l a n n ı ö v ü p , h i l a f e t i s t e k l e r i n i n d o ğ r u l u ğ u ü z e r i n e d u n ı n c a . V a ta n g a z e t e s i n i n 2 5 A r a l ı k 1 9 2 3 t a r i h l i n ü s h a s ı n d a A h m c d E m in ( Y a l m a n ) . S ı n ı t .ı M ü s t a k i m D e r g i s i y l e b i r l i k t e , m e m l e k e t t e h a l i f e l i ğ i a ı z u e d e n l e r e k a rç ı ؟id d e tli b ir m a k a le y a y ın la d ı. A l m ı e d E m i n Y a l m a n y a z ı ş ı n d a . . 'İ z m i t b a s ı n t o p l a n t ı s ı n d a M u s t a f a K c . m a l 'd e n i ş i t t i k l e r i d c v r i m l c r l e . h i l a f e t v e d i n i d ü ş ü n c e l e r l e a la k a lı i n k ı l a p l a n n d e r h a l u y g u l a m a y a k o n m a s ı n ı h a t ı r l a t ı y o r v e .'g e r i c i l i ğ e t a v iz v c ı m c n i n d e v l e ti v e h ü k ü m e t i z a y ı f d ü ş ü r c c e g i n i '' J 2 i s ö y l e y e r e k . M u s t a f a K e m a l 'i n b i r g n ı p g a z c t e c i y e ö z e l o l a f a k b a h s e t t i ğ i d c v r i m l c r i n b i r a n ö n c e m e r 'i y y e t e g e ç m e s i n i h a t ı r . la u y o rd u .
؛1
A h m e d E m i n Y a l m a n . " B u n u e n ؟o k M u s t a f a K e m a l P a ş a 'n ı n a z m i n d e n b c k l i y o n ı z ! ٠' ٤22 d i y e r e k ''d e v r i m d a v c t i y c s i . 'n i d e ç ı k a r m ı ş o lu y o r t lu . L u t f ı F i k r i B e y 'i n d u n ı ş m a s ı d a 1 9 A r a l ı k 1 9 2 3 Ç a r ş a m b a g ü n ü b a ş l a m ı ş t ı . S u ç u T a n in g a z e te s in in
10 K a s ım
1 9 2 3 ta rih li n ü s h a s ın d a . " H u z u r-u H a z rc t-i
H ilâ f c ı۴ n a h i- y e .' b a ş lık lı y a z ış ıy la h a lif e y e a ç ık m e k tu p g ö n d e rm iş o lm a s ıy d ı. S u ç l a m a l a r d a n b i r d i g e r i d e . ''h a l i f e l i k k a l d ı n l a c a k l " d e d i k o d u l a n n ı ç ı k a n n a W a m e m i c k c a c t ^ I ü c ü l ü k y a p t ı ğ ı ü z e r i n e i d i . *23 L ü t f î F i k r i B e y s a v u n m a s ı n d a . H i l a f e t i n k a l d ı n l a c a g ı s ö y l e n t i l e r i n i n , ta r a h n d a n ؟ık a r tJ İ m a s ın ın m ü m k ü n o lm a d ığ ın ı, z a te n k e n d is in in h ila f e tin v a rlığ ın d a n y a n a o l d u ^ j n u . o l s a o l s a b u t ü r s ö y l e n t i l e r i n m ^ a m - ı h i l a f c t - i k ^ d ı n n a k is te y e n le r c e Ç ik a r tjla b ile c c ğ in i s ö y le y e r e k g e r ç e k te h a life liğ i k a l d ı m ^ is te y e n le -
119. Erg un A yb ars, htiklaJ M ie m e le ı i, s. 4Q٠ Kültür Bakantığt Yay.
12 ؟: v^anO 2 5 Ağalık 1 3
ﺧﻮ٠
A h m e d Em in Yalm an. İ z m ıi Program ı Ele al؛nmalı" b a 5İıW. yazısı,
122: ٨ ؛٦ﻲ ﺑ ﺤ ﺜ٠ . m 0 ﺊ ﻫ ﻠ ﺌ ﺎ ؛ ﺀ ﺗ6ا ا ة M e t 0 yyazıları a z ıla r ı'؟؛n ١ 23 CHİmşnıa ve S a v a n ın tuluW ^na istegi ile su ؟unsunj olarak kabul edilen g gazete ıçîn b kz 1 8 M M A rçlvî T.
٠
. D osya. 1.
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
153
rin m e m le k e tle b ö lü c ü lü k y a p m a k is te d ik le r i n i b e l i r t t i . 24 اB u d u r u m u n m cm IC " k e tle a n a r ş i O rtam j d o ğ u r a c a ğ ı n ı s ö y le y e n ! s ta n b u l B a r o B a ş k a m L ü t ٢ı F ik ri B e y , ''C u m h u r i y e t i k u r a lı m d e r k e n , h i l a f e t i n f e d a e d i l m e s i n i n ؟o k y a n lış b i r ş e y o l a c a ğ ın ı '' ٧ u r g u l a d ı .٤25 L ü t ٢ı F ik r i B e y . 2 4 A r a lık .ta y e n i d e n b a ş la y a n d u r u ş m a s ın d a . ''H ıy a n c t- İ V a ta n iy y c K a n u n u .'n u n g e n iş a l a n d a y o r ti m la n m a s ın ın b i r ç o k k im s e y i g ü ç d u . r tim d a b ır a k a b ile c e ğ in i, g lo b a l i f a d e le r le d o l u k a n u n m e t n i y l e is te y e n in is ic d ig i k iş iy i s u ç la y ı p ''h a i n - i v a t a n '' a d d e d e b ile c e ğ in ! h a t ır la t a r a k : ''M il li e g e m e n liğ in b i r k iş iy e v e r i l m e s i n e k e s i n l i k l e k a r ş ı o l d u ğ u n u , b u n u n ''M i l l i E g c m c n li k ''c tam a m e n z ıd ş e y l e r o ld u ğ u n u s ö y le y i p : ''F i k i r l e r i n s u ç o l a m a y a c a ğ ı m '' b e l i r t t i . ا2ﺀ 2 7 A r a lik 1 9 2 3 g ü n ü m a h k e m e L ü lf i F ik ri B e y d a v a s ı n ı s o n u ç la n d ı r d ı. B ü tü n s a v u n m a v e a v u k a t l a n n i 2 7 d i r e n m e s i n e r a g m e n LUtFı F ik r i B e y , ''h a i n .i v a . la n '' a d d o l u n a r a k 5 y ıl k ü r e ğ e m a h k u m o ld u . M a h k e m e B a ş k a m T o p ç u Ih s a n k a r a n n a g ı r o l d u ğ u n u s ö y l e y e r e k k a r a r a k a t ı l m a d ı y s a d a k a r a r g e r ç e k l e ş t i . ا2ﻻ B il a h a r e L ütFı B e y .e v e r i l e n c e z a T B M M 'd c L ütF ı F ik r i B e y 'i n itir a z ı ü z e ri" n e 11 Ş u b a t 1 9 2 4 t a r i h in d e g ö riiş U lm c y c b a ş la n m ış v e 13 Ş u b a t 1 9 2 4 ta r i h in d e d e v e r il e n 5 y ıllık k ü r e k c c z a s ı a g ı r b u lu n a r a k . LütFı F ik r i B e y a f f c d i l m i ş i i r .١2‘) H a p is h a n e - i U m u m i 'd e n ؟I k a r k e n t a r a f t a r l a n t a r a f ı n d a n a l k ış la r la k a r ş ı l a , n a n L ütF ı F ik r i B e y , a ltı a y g ib i k ı s a b i r z a m a n s o n r a y e n i d e n y a p ı la n b i r s e ç i m , le B a r o B a ş k a n l ığ ın a g c t ir ilm iş ü .J 2 ٥ 1 0 A r a lik 1 9 2 3 'te n 5 Ş u b a t I 9 2 4 'c k a d a r ç a l ı ş a n İ s ta n b u l is ti k la l M a h k c m e s i , H ıy a n c t- İ ٧ a i a n i y y c K a n u n u 'n a m u h a l e f e t t e n to p la m
1 7 k iş iy i y a r g ıla d ı
v e g ö r e v in i s o n a e r d i r e r e k A n k a r a 'y a d ö n d ü . ا5 ا E rg U n A y b a r s .ın i s t i k l a l M a h k c m c l c r i - K ü l l ü r B a k . Y a y . s . 6 4 - 6 5 k it a b ın d a İ s ta n b u l is t i k l a l M a h k e m e s i 'n i n v a t a n a i h a n e t s u ç u n d a n 1 6 . K o m i n i s t l i k ı c n d e 1 k i ş i n i n y a r g ıl a n d ığ ı n ı t ^ l i r t i y o r . O y s a k i M c t e T u n ç a y . ı n d a ^ l i r t t i g i g ib i. (s . 8 4 , d ip n o t : 3 7 ) i s t i k l a l M a h k e m e s i 'n d e k o m i n i s t l i k ı c n y a r g ı l a n a n h i ؟o lm a m ı ş t ır . Y a r g ı l a n a n l a r a r a s ı n d a R iz e li K o m i n i s t M c h m c d d i y e b i l i n e n b ir i s i n in bU" lu n m a s ı A y b a r e 'ı b u y a r g ı y a v a r d ı m n ş t ı r . O y s a k i. R i z e l i K o m in i s t M c h m e d a d .
124. 125. 125. 127.
12.. 129. 130. 131.
Tanin. 20 Aralik 1923. s. 1.2. Ayin Tarih؛, c. 2. No 4. s. 130*140. Ergun Ayhars. istiklal Mahkemeleri, s. 50. Tanin 25 Aralik 1923, Ayin Tarihi, c. 2. No: 4, s. 160.171. İstanbul istiklal Mahkemelennde belki Cumhuriyet dönemi ilk istiklal Mahkemeleri o ld ı^u iç.n sanıklara avukatlar verilmişti. Daha sonraki istiklal Mahkemelerinde hi ؟bir sanığa avukat hak. ki tanınmamıştır! TSMM arsıvi IV ... ^1.1.1.M. Karar Detteri, Karar No: 1 ,5 .1 . Evrak No: 3 9 / l D ٠ sya ٠١. TSMM Zabit Ceridesi, c. 6 ٠ s. 10. 14. 16. DOstur. ٠. 5, s. 291. Kanun No.412. Vatan. 29 Ağustos 1924. TBMM Arşivi T. 8 ٠ İstanbul istiklal M ahkanesi. suça ^ r e tasnil.
154
c u m h u r i y e t DÖNEMİ
DlN - D E V lE rr İLİŞKİLERİ
h kişi hıyanet-i vataniyye suçuyla ve hilafet la٢allılanna yardımcı olmasından dolay ؛yarg ؛Ianm؛-ştır. Ve en önemlisi de Rizeli M e ^ c d . Cumhuriycfc ve Mus tafa Kemal Atatürk'e suikast edebilir düşüncesiyle yarg؛Iaıw ؛şı؛r .؛52 İstanbul istiklal Mahkemesi efkar- ؛umumiycdc gündeme gelen halifelik iartjşmalanmn kesilmesini saglayamamjşt؛. İzmir Harp Oyunlannda kararlar veriliyor!.. Ocak sonu itibariyle Mustafa Kemal dinlenmek İçin izmir.de bulunuyortu. 22 Kanunisani 1340. Ocak 1924 tarihinde Mustafa Kemal. Ankara'dan başvekil ismet Paşa'dan çok önemli bir -telgraf almıştı. Telgrafla ismet İnönü. Halife AMülmccid'in son aylarda meyda -na gelen olaylardan duydugu üzüntüleri dile getirerek halifenin şikayetlerini SI ralam ؛şl؛.؛:Halife Abdülmccid'in telgrafta belirtilen şikayetleri şunlardı 35 -Bir müddetlen beri gazetelerde halifelik makamının dunım ve halife — 1 nin şahsı hakkında kötüye çekilecek yayınlar oluyor. Sebepsiz olarak yapılan bu .yayınlar saygısız ve kincidir Özellikle İstanbul'a gelen hükümet erkanı ve askeri yetkililer halife - 2 -ile temastan uzak ve çekingen durtjyorlardı. Halife bundan büyük bir üzüntü du -yarak saraydan bir görevliyi Ankara'ya göndermek istemiş Ankara'dan bir gö -rcvlinin Saray'a gelmesini istemişti. Fakat kötüye alınması ihtimaline karşı hali .fe bu karanndan vazgeçmişti -M ^ ta fa K em ^. ismet İnönü'den aldı^ bu telgrafa hemen ayni gün ve bek lemeden makina başında cevab vermişti. ﺗ ﺎCevabında 4: ٠٠! — H ^ ife n ^ ve makam . ؛hilafet hakkındaki kötü anlayışlann ve kötü -yorumlann zemini, halifenin kendi hareket tarzından ve tutumundan dogm ^ia .dır Halife Saray İÇİ ve dışı hayau ile dedeleri olan padişah!ann hayatini özler ٧e saray hayau vc sarayında kabu! Cuma sc^am^jklan, geziler ettigi k !؛؛؛erin 5؛٧e dertlerini dinlemesi hep bu ،kaye ؛eylcrdcndiri Halifenin Ankara'ya kendi adamınl göndemesi veya Ankara'dan — 2 -kendisi ile görüşmek İçin resmi hey'eder islemesi bile Cumhuriyetin bağımsızlı iyi Ankara'ya (TBMMye) gön-!gına açık bir ş a d ın d ır Hele saraydan bir göre٧ -dererek, hükümete duygu ve dileklerini ulaştırarak istemesi apaçık Cumhuri yei'e karşı vaziyet almak demektir. Aynca B a ş m a ^ n c is in i bu işe aracı yap1 3 a TBM M Arşivi, T. 8, Dosya: 2, Esas No; 4. Ilyas Sam i Kalkavanoğlu,
nm, s. 92-110. İstanbul, 1957. 133 Nutuk-Söyfev, c. 2. s. 1120-1127. 134. A . . . . . c. 2 . . . 1127-1129.
Milli Mücadele Hatırala-
H A L İFE L İĞ İN K A LD IW LM A SI
ل55
masj yersiz bir davranışiır. Başma^yinci'nin bu lür saygjsjzca da٧ran١§!a^an sakjnmasj gcrckdği de aynca kendisine bildirilmelidir. ا أ3 ةgibi konulan İşlemiş, ،i. Aldığı bir telgrafa hemencecik ٧e böylcsine bir cevap vercbilmcsi hi ؟kuş. kusuz Mustafa Kemal'in halifeye ve makam.ı hilafete karçı olan duygulannda e۴ ycc hazırlık yapugını gösteriyordu. ٧ c birazda makam-ı hilafet üzerine kendi kendisine aldıgı kararlan yansımış oluyordu bu cevabi telgraf. Dikkat cdilirae 22.1.1924 tarihli İzmir'den gönderilen telgrafta TBMM'nin kendisinin seçtigi halife ve halifelik makamı olmasına rağmen, halifenin davranışlanna - k i bu davranışlar Cuma selamlığı gibi ؛zaten halifenin halifeliği gcregi yaptığı geleneksel davranışlardır— tahammül bile edilemediği göriilUr. Çünkü artık Mustafa Kemal'in kafasında ne makamı hilafet vardır. ne de halifel. Ayni tarihli iclgrafbu kararlann işaretini de venniştir؛ '.Halifelik makamının bizce en nihayet tarihi bir hatıra olmaktan öte bir önemi yoktur''. ''Türkiye Cumhuriyeti varlığını ve istiklalini lıakikatle asil olma, yan bu gibi davalarla ve safsatalarla tehlikeye ugratamaz.''٤3٥ ifadeleri bu işarcii ؟ok ؟Iplak bir bi ؟imdc yansıtmıştır. Artık Mustafa Kemal bu tarihten itibaren halifelik makamına, .'hakikatte asli olmayan dava.' ve "milleti tehlikeye düşürecek bir s a f s a ta ٠ ٠ n 7 gözüyle bakmaktadır. Vanlan bu düşünce ve kararlar dolayısıyla halifeliğin kesin olarak ilga edilmesi ile ilgili nabız yoklamaları. Şubat 1924 tarihinde İzmir'de yapılmış olae akli. .'15-20 Şubat 1924 tarihleri arasında İzmir'de düzenlenen ''Harb D unlan', bu konudaki nabız yoklamalannın en önemlisini teşkil cdiyordu.''i38 Bunun İçin de Mustafa Kemal ülke içindeki etkinliklerini göze alarak şu ü ؟zümreyi Izmir'de yanında bulundurayordu: Basın, UnivcRİtc ve Ordu. Alaca^ kararlar ve yapacagı devrimler öncesi bu ü ؟zümrenin tam desteğini almak isiiyonlu. Gazetecilerden Ankara, İstanbul ve lzmir.de yayımlanan gazete başya؛٠arlan nabız yoklamasına bizzat Mustafa Kemal tarafından davet edilmişlerdi. ٧ niversite adına Rektör İsmail Hakki (Baltacioglu). Edebiyat Fakültesi ıskanı Fuad (Köprülü). Hukuk Fakültesi Dekanı. Hasan Tahsin Aynizade. Tip Fakültesi Dckanı, Dr. Vasıfve Fen Fakültesi MUdereisi Şükrii Beylerden oluşan Dariilfiinun heyetini de ismet Paşa İzmir'e gölümüşlü. 135. N٥ ؟tt Hakki Uluğ, Halifoliğin Sonu, s. 153-155. 136. Gotthard Jaschke, Yeni TOfUiye'de Islamhk, s 124. ٧ 1 ؤﻻ, a.٥٠e.. 137. Nutuk$öyİ0 V,6 . 1127.1129. 138. Mele Tunçay. Tek Pani, s. 85.
156
c u m h u r iy e t
DONEM! DİN - DEVLET !IİŞKILERİ
Ordudan, yüksek rütbeli Subaylar (Paşalar) da. zaten "Harb Oyunlan*. do layısıyla İzmir’de bulunuyorbardı. Ahmcd Emin Yalman, Atatürk'ün İzmir toplantılarında gazetecilerden ken disini ve Cumhuriyet'i destekleyen "Çelikten bir kale" olması gerektiğini belirt tiğini anılannda dile getirir.؟^؛ Yalman'ın anılannda belirttiği sözler, Mete Tunçay’ın da işaret ettiği gibi. "Mustafa Kemal'in Jakoben demokrasi" anlayışına göre, basını gerekirse halka karşın, kendi kişiliğinde ve önderliğinde anlatımım bulan genel iradenin destek çisi olarak görmek istediğini ortaya koyar." ٤^٥ Gerçekten gazeteciler bu görüşmeler sonrası Mustafa Kemal ve Cumhuri yet'i öven yazılara ağırlık vermişler ve böylccc kamuoyunu yapılması düşünü len devrimci atılımlara hazırlamışlardır.^..؛ Üniversite camiasıyla yapılan temaslarda en az basın görüşmeleri kadar —düşünülen hedefler açısından— verimli olmuştur. Mustafa Kemal üniversite rektör ve dckanlanyla da eğitim sistemi üzerine ve eğitimde düşündüğü devrim ler üzerine görüşmüştür. Eğitimin dinî mi, millî mi? oluşu üzerine rektör ve dekanlarla yapılan gö rüşme, dinî eğitimin olmaması .erektigi, eğitimin ancak millî olabileceği müla hazasıyla sonuçlanmış ve bu istişari toplantı medreselerin ve her çeşit dinî eğiri min yasaklanmasına kaynaklık teşkil etmiştir. Din eğitiminin yasaklanması, medreselerin kapaülması ve Tevhid-i Tedri sat Kanunu'nun karar altına alınmasından önce bu görüşmelere ait bazı belgele rin su yüzüne çıkması, eğirim üzerine gelecekte yapılacak olan dcvrimlere ışık tutacaktır. Dariul-Fünun Rektörü Profesör İsmail Hakkı Baltacioglu, o günkü Mustafa Kemal'le yapılan görüşme ve konuşmalan "Halıralanm" başlığıyla "Yeni Adam "da yayınlamıştır.^^؛ Baltacıoğlu hatıralarında laik eğitime nasıl geçildiğini ve din eğitiminin de nasü sona erdirildiğini anlatmaktadır. Baltacıoğlu o günleri şöyle anlatır: 139 A hm ed Emin
ya\m 3S).YakmTarihdeGörOpGeçirak}orim,c. 3 .5 .1 0 0 .1 0 6 ,
1924
ﻫﻤﻞ٠
tarihli
nüshasındaki ;G a zi Reisimiz. Ictimai Islahatımız ve
t i n e r i n i A n latjyo ria r. yazısı bu lOr yazılara sadece bir örnektir. 142. Yeni Adam , ، a y ı : ^ .
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
157
"Şubal.ın sonlanydı. Ankara'dan. İsmet Paşa ile birlikle Üniversiteden bir heyetle İzmir'e Gazi'nin yanma gidiyorduk. İzmir'e vardığımızda bizi Gazi kar şıladı ve tek tek elimizi sıku. Ve bize hoşgeldiniz dedi. Gazi yanımızdan ayrılıp gidince bir yaver geldi. "Bu akşam saat beşte Gazi Paşa hazretlerine davetlisi niz; sizi saat tam beşte Gazi'nin arabasıyla alacağız" dedi. Biz çok heyecanlı idik. Saat beşi dön gözle bekliyorduk. Saat beş oldu. İki büyük otomobil Naim Palasın önünde durdu. Biraz sonra Göztepe'ye doğru oto mobiller hareket elti. Köşke vardığımız zaman doğrudan doğruya kabul edilece ğimizi anladık. Sessiz ve müteheyyiç merdivenleri çıktık. Kendileri ufak bir odada bizi bekliyorlardı. Gazi tunçtan bir sanat eseri, bir heykel gibi ayakla ve hareketsiz duruyordu. Bu manzara çok haşyet verici idi. Bütün samimiyetimle söylüyorum, ulu bir mabette mabudunun huzuruna çıkmış bir âbit gibi vccd. huşug duymakla idim. Elini sıktım. Hiçbir şey söylemedi ve oturmamızı işaret etti. Heyetin duyduğu saadet hûlini kendilerine ifade etmek için müsaadelerini iste dim. Hemen ilmi bir görüşme başlamıştı. Mesele şu idi: Terbiye dini mi olmalı, yoksa milli mi olmalı? Bu soruyu bana soruyordu. Bu, Türkiye'de yıllarca terbi ye mevzulan üzerinde çalışmış, ders vermiş, şimdi de memleketin en yüksek ilim müessesesini temsil eden bir adama karşı sorulan soru idi. Bahsin büyük ve tarihi ehemmiyetini kavnyordum. Bütün dikkatimi topladım Verdiğim cevabın hulflsasını buraya yazıyorum. "Din içtimai bir müessesedir. Realitede yaşıunaktadır. Fakat devlet onu mekteplerinde öğretmeye mecbur değildir. Devlet terbiyesinin karakteri ancak milli olabilir. İnkılfıp Maarif müessesclerini lûikleştirmclidir." Gazi doğru veya yanlış demiyorlardı. Bir sorunun cevabını alınca İkincisi ne geçiyorlardı. İkinci bir soru sordular: Böyle bir lûisizasyon harekelini halk nasıl telâkki eder? Hiç tereddütsüz cevap verdim: "Türk millcü laik terbiye esa sını çok iyi kabul edecektir. Çünkü dünyanın en realist, en müsbei kafalı bir milletidir." Bu cevabımın iyi karşılandığını seziyordum. Fakat Gazi mücerret id. dialan tasvip etmiyordu. Delil ve isbal islediğini ihsas etmişti. Ben 1908’i takip eden yıllarda İstanbul Darülmuallimat ve Darülmualim'indc yurdun her tarafın dan gelen gençler üzerinde yaptığım psikolojik bir anketin mevzuundan bahset tim. Bu anket gençlerin din. milliyet ve hayat anlayışlannı açıkça gösteriyordu. Gazi bu tecrübeden çok memnun olmuştu.
158
I'
I
٠
'♦ I
i!
CUMHURİYET DÖNEMİ DlN - DEVLET İLİŞKİLERİ
Yemeğe inmiştik. Mübahase aynı yolda ilerlemekte idi. Yemekten sonra o katta geniş bir salonda oturduk. Bahis tarihi ve yaşama hakkı olmayan ve dini olmaktan ziyade politik olan bir müesesenin halifeliğin tabiatine intikal etmişti. Hiç şüphe yok ki ağır imtihan geçiriyorduk. Bu işte asıl sıkıntıyı çeken bendim. Çünkü arkadaşlarım ya hiç birşey söylemiyorlar, yahut la arada bir teyit ediyor lardı. Bazan Köprülü yardımımıza koşuyordu. Bütün enerjimi toparlamaya, ilmi kanaatlerimi olanca vuzuh ve katiyetle söylemeye çalışıyordum. Aradan on yedi yıl geçtiği halde o gece verdiğim cevabı hemen hemen aynen haiırlanm. "Ça nakkale'de büyük bir şehamet yaratarak Türk'ün namusunu kurtaran bir Erkânı harp, günün birinde saikai kaderle aksayı Anadolu'ya memur olur, gider. Orada yolunun üzerinde türlü isükameticr belirir. Biri servet ve sâmana öteki rütbe ve nişana götürür. Fakat bir istikamet vardır ki ölümle birlikte istiklâl, şan ve şere fe götürür. Hangi istikametle yollanmalı? Tarihin ne büyük ve ne mesut hâdise sidir ki sonuncu yol. şan ve şeref isükametinde ilerliyor. Yolunun üzerindeki bütün anzaîan kaldınyor bütün çalı ve dikenleri söküp atıyor, bu yolun üzerinde bir de asırlık bir softalık ve taassup ağacı var. Gerçi bu ağacın da dallan budak lan kesilip atılmış. Fakat iri kökleri henüz toprağın içindedir. Bu toprak yaş, üzerindeki güneş ise yakıcıdır. Asırlık ağacın kütüğü bir gün sürecek ve eskisin den daha çok gürbüzleşecektir. Bu, büyük bir tehlikedir. Köklerini de hemen sö küp atmalıdır" diyerek halifelik ile ilgili kanaatlerimi de beyan etmiştim. Gazi bu sözlerim üzerine çok iltifat ettiler. Fakat arası çok geçmeden çok ağır bir soru karşısında kaldım. İnkilâpiann üniversel veıiyresi nedir? İnkılâpçılar için hangi metot tabii, daha normaldir. Elkân tenvir ellikten sonra emri vakileri ihdas etmek mi, yoksa evvelâ emri vakileri ihdas edip bilâhere efkân tenvir etmek mi? Bir an için durdum; adeta sarsılmıştım. Fakat bir den kendimi toplayıp hiç tereddütsüz cevabımı vermiştim: "Bu vetiyrenin şahe seri bizim İnkilâp Tarihimizde vardın Önce emri vâkileri ihdas etmek, İnkılâbı mızın veıiyresi yanılmış değildir ki bir başkasının tecrübesi bahis mevzuu ol sun. İnkılâbımızın bu veıiyresi lâyuhtidir..." Bu sözlerimle büyük dâhinin tam emniyet ve teveccühünü kazanmıştım. Tekrar iltifat buyurmuşlardı. Artık hiç sıkılmıyor ve serbestçe konuşabiliyor dum.”؟^؛ 143. O lm a n Nuri Ergin.
Maarif Tarihi, c.5, s. 1648-1650, E *e r M albaası, lsU nb uM 9 77 ,
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
159
Mustafa Kemal, Üniversite rektörü İsmail Hakkı Baliacioglu'nun neredey se kendi düşündüklerini aynen ve halta daha ileri boyutla dile getirmesinden fevkalâde memnun olmuştu. Baltacioglu. olaya olan yaklaşımlanyla; kendi ifa desiyle. '.Büyük dahfnin tam emniyet ve teveccühünü"^؛. ؛kazanmıştı. Çünkü Baltacıoğlu Mustafa Kemal'e sadece halifeliği kaldırmakla hedefe varamayacağını, "yol üzerindeki bütün anzalann. bütün çalı ve dikenlerin sökü lüp aulması" gerektiğini ve en önemlisi de "bir asırlık softa ve taassup agacı'٠؛.١٥ dediği medrese eğitim sisteminin, "köklerine kadar söküp almak" gerekliğini ve böylece eskiye ait ne varsa kökünün kazınmış olacağını söylüyordu. Mustafa Kemal. Basın ve Üniversite kesiminin lam desteğini kazanınca si lah arkadaşlanna düşündüklerini anlatmaya başladı. İzmir'den Ankara'ya hare ket edeceği gün 21-22 Şubat 1924 gecesi Ali Fuat Cebesoy'u odasına çağırarak O'na. "Laikliğe geçilmesi. Halifeliğin İlgası, Şeriye ve Evkaf Vekaletlerinin Kaldırılması ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nu؛... gibi yapmayı düşündüğü devrimleri anlatmaya başlamıştı. Ali Fuat Cebesoy da kendisine açılan bu fikirlere şu sözlerle mutabakatını bildirmişü: "Buyurduğunuz esaslar ve laiklik, demokratik prensipler icabındandır. Söylediklerinizin derhal tatbiki kanaatindeyim. Halifeliğin ilga edilmesine gelince. Halifeliğin durumu hakkında ya susu lacak. yahut halifelik TBMM'nin manevi kişiliğinde mevcuttur denilecek. Fakat ben derhal halifeliğin kaldınlması ile Osmanlı Hanedanının Türkiye’den ihraç edilmesi kanaatindeyim. Bahis konusu edilen laiklik ile de. din ve ordunun siya setle uğraşmamasını sağlamış oluruz... Mustafa Kemal Atatürk, gerçekleştirmek istediği devrimlerlc alakalı ola rak. "Basın, Üniversite ve Ordu desieği"ni aldıktan sonra Şubaı’m son haftasın da Ankara’ya döner. Anık Meclis’te hararetli günler başlayacaktır. Büyük Millet Meclisi 25 Şubat 1924 tarihinde müzakereleri açmca düşün ü ld ü p gibi hemen "ihtilalci konuşmalar"'؛.^ kendini gösterir.
144. 145. 146. 147. 148.
Osman Nuri Ergin, a.g,e. c.S. 1650. Mahmud G olo.lu. Halifelik Ne idi-NasılAlmdı-NiçinKaldınldı? s. 54.55. Ankara 1973 Şevket Süreyya Aydemir. Tek Adam. c. 3. s. 1650. Ali Fuat Cebesoy. Siyasî Hatıralar, c 2. s. 65.75. Naşit Hakkı Ulu٥ . Halifeliğin Sonu. s. 150.
160
CUMHURİYEI' DÖNEMİ DİN - DEVLET iLlŞKlLERl
Prof. Yusuf Akçora: "Bütçedeki halifeliğe ödenek veren bölüm. Anayasa'nm Cumhuriyei’in temel ilkelerine tamamen aykındır" diyerek TBMM için arlık halifeliğin yeri olmaması gerektiğini ve halifeye hiçbir şey verilemeyece ğini belirtir..^؟ Şükrü (Saraçoğlu) ise (İzmir), "dinin siyasetten ayniması gerektiğini" ve "zaman geçirilmeden bunun yapılmasını" dile getirir..؛. İhtilaller öncesi yazı ve konuşma planında Mustafa Kemal'in en büyük destekçisi olan öğretmen, gazeteci. İstiklal Mahkemesi Başsavcısı mebusu Vasıf Çınar da: "Saltanatı kaldırdık. Fakat halifelik bütün ihtişam ve debdebesi ile du ruyor ve yaşıyor. Yann bizi yıkmak için çalışacak olan bu müesseseyi maalesef bugün biz kendi ellerimizle yaşatıyoruz. Anık halifeliği kaldırmanın zamanı gelmiştir. Cumhuriyct.i ilân eden meclisi, şimdi de gerçeğin, tarihin ve hayatın çizdiği yolda yürümeye çağınyorum!؛؛. diyerek, açıkça TBMM.yi halifeliğin kaldmlmasına davet ediyordu. Bu konuşmalar TBMM kulislerinde: "İzmir kararlan'.nın da neler olduğu nu açığa çıkartıyordu. Konuşmalar, "dine ve otoriteye son verilmesi" ve "dinde bağımsızlık alanında son derece aktif ve cür'etli girişimlere geçilcccği"ni ortaya koymuştu.^؛؛ Bcmard Levvis.e göre: "Hilafet denilince direkt olarak İslâmlıkla bir bağ kurulduğu için, halifeliğin kaldırılmasına, dolayısıyla İslâmlıkla bağlann koparülmasına karar verilmişti. Hakimiyet-i Milliye'de 27 Şubat 1924 tarihinde ilk kez ve açıkça halifeli min kaldınlması gerektiğini yazdı. Gerekçe olarak da. hem TBMM ve hem makam-ı hilafetin ülke yönetiminde ikilik meydana getirdiğini gösterdi ve bu ikili ğin de son bulması için halifeliğin muüaka ilga edilmesi gerektiğini yazdı. Meclis içerisindeki herkes bu sebeple Mustafa Kemal in yıllık açılış konuş masında neler söyleyeceğini merak ediyordu.
150. ^ i t h a r d Ja sd ıke .
Yeni Türkiye'de Islâmhk. 5. 125.
M٥ s ،a ö K . m . / ،٠ 153
^ ı ؟٠a'rd ؟٥ w s . 1 9 8 8 .3 Baskı,
Uyanan Doğu. s. 57. Kültür v . Turizm Bakanh.ı Yayım, An-
Modem TOriuya'nm Doğuşu, s 263, Türk Tanh Kurumu Basımevi, Ankara-
ﺍ٠
161
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
Mustafa Kemal'in 1 Mart 1924'dc meclisin yeni çalışma döneminde yaptı, gı konuşma kısa, fakat devrimleri anlatan bir konuşmaydı. Özellikle şu sözler göze çarpıyordu: "Millet. Cumhuriyet'in bugün ve gelecekle her türlü saldmdan korunması nı istiyor. Bu istek. Cumhuriyet'in bir an önce müsbet bir takım esaslara dayan ması suretinde ifade edilebilir. Millelio isteklerini izlemek, Anayasa'da hepimi ze verilmiş bir görevdir. "Milletin oyu ile tesbit olunan"^؛., eğitim ve öğretimin birleştirilmesi ilke sinin zaman kaybetmeksizin tatbikini lüzumlu görüyoruz. Bu tavrımız her anla mı ile milli bir nitelik arzeimcktedir. Bunun gibi "Diyanet-i Islâmiye'i asırlardan beri mütcammil olduğu üzere siyasi bir vasıta olmaktan kurtarmanın elzem olduğu hakikatini de müşahede ediyoruz. Kutsal ve Tannsal inancımızı ve vicdanımızı kanşık ve her türlü ren ge giren ve her türlü çıkar ve ihtirasların sahnesi olan politikadan ve politikanın bütün kötülüklerinden bir an önce ve kesinlikle masun bulundurmak bir zaruret tir..."٤55. 1 Mart 1924'teki bu konuşma kısa fakat kesin ifadelerle, özellikle dinî ısla hatlar üzerine devrimlcrin başladığını işaret ediyordu.٤^٥ Mustafa Kemal'in kesin ifadelerle belirttiği bu hususlar, Halk Partisi (Fır kası) tarafından direktif olarak algılamp ihtilalin üç ana kanununun hazırlanma sına yetki veren kanun tckIiOcrinin hazırlanmasına yelli. Kanun teklillcri ise şunlardı: 1— Hilafeün ilgasına ve Hanedan-ı Osmani'nin Türkiye Cumhuriyeti Memalik-i Haricine Çıkaniması Kanunu. 2— Medreselerin Kapatılıp. Eğitimin Birleştirilmesi Adına, "Tevhid-i Tedrisat Kanunu". 3—
Şerliye vc Evkaf Vekaletlerinin İlgası Kanunu.
Birinci kanun teklifi. Mustafa Kemal'in en açık beyanatı olan "Halifelik kaldınlmalıdır" direktiflerine göre hazırlanmıştı. Dikkat çeken en önemli nokta 154. .Milletin .y u ile tesbit .lu n a n " derken, bUtUn bir Etlenin, yani halkın İsie ٥ l de^rl. herhalde İ2٠
٥
155. TBMM Zabit Ceridesi.
Oe^. III. c.
٠ﺀﺀz frin d e y a p M ^ n a b a y o ٠r a T a n k a s t e d ^ ؛t ^ ı ٣ 7/1. s. s. ٧ 1' ﻫﺬ. HaJifelfğin Sonu. s. ١59. Çelin OzgK Devht
ve Din. s. 4 ^ . Ada Yay.nlar.. Bilim Dbısi, Istanbul. 156. Paul Gent ئon Mustafa Kemal ve Uyanan ٥٠٥٧ . s. 58.
162
c u m h u r iy e t
DÛNEMİ DİN ٠ DEVLET İLİŞKİLERİ
"İslâmlıkla ilgili bir bağ" olduğu için kaldınlmak istenen halifeliğin kaldınima teklifini en başta sanklı hocalann yapmış olmasıdır.7^؛ 3 Mart 1924 tarihinde TBMM’ne ellişer imzalı sözkonusu üç kanun teklifi sunuldu. Urfa Mebusu Şeyh Saffet Efendi ve Bursa Mebusu Şeyh Servet Efendi "Halifeliğin Kaldıniması" ve "Hancdan-ı Alî Osman’ın yundışına çıkartılması" teklifinin baş imza sahipleri idiler. Şer٠iye ve Evkaf vekaletinin kaldırılması tek lifini yapan imza sahiplerinin başında da yine din adamlan (!) bulunmaktay d ı . S o n Şeyhülislamlardan Musa Kazım Efendi. Eskişehir Mebusu Hoca Ab dullah Azmi Efendi ve Siirt Mebusu Müderris Halid Hulki Efendi ile elli arka daşı ise Şer’iye ve Evkaf Vekaletinin kaldınimasını teklif ediyorlardı. Gerçeklen garip olan bir durum teklif anında Musa Kazım Efendi'nin, Şer'iye ve Evkaf Ve kili oluşu ve Abdullah Azmi Efendi’nin de eski Şer'iye Vekili oluşu idi. Halil Hulki Efendi Siirt'in tanınmış alimlerinden (!) idi. Bu hareketlerinden dolayı da bu hoca efendiler Mustafa Kemal'den, "aydın din adamı" ünvanı almışlardı. Nihayet medreselerin kapatılıp, her türlü din eğilimini yasaklayan "Tcv. hid-i Tedrisat" kanunu teklifini de Saruhan Mebusu İstiklal Mahkemesi Savcısı Vasıf (Çınar) ve elli arkadaşı sunmuştu.^؛. İlk teklif için; Halifeliğin kaldırılması ve Hanedan-ı Al-i Osman’a ait kim varsa hepsinin sımrdışı edilmesi ile ilgili teklifin gerekçesi şöyle yazılmışü: "Halifelik makamı Türkiye’yi içerde ve dışarda iki başlı olmaktan kurtaramamıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin görünüşte veya örtülü olarakta olsa ikiliğe tahammülü yoktur. Hanedanın varlığı da aynca Türkiye için her halükârda tehli ke teşkil etmektedir."
157 TB M M 'nin lk ١n d Dönem m illetvekilien arasında bulunan hocaların en büyük özelliği dinî haya.
-
ع ﻟﻢ.ﻟﻤﻴﻪ:;جﺀ ﻻ ! ه ﺀ وﻗﻪ ؟؟ ﻫ ﻤﺌﺎ ? !ا ﺀ: ﻋﺎ: ا ؟: ؟٠ﻫﺎ?ئ;ا٠ئﺀ٢■ ﺟﺎة١^ ةأ ةإ ج. ا ﻹ ﺀ ؟ ﻟ ﺔ ج ؟ ل5ﺳﻬﻴﻪ.٠. ا ة ﺳ ﺔ١ﺑﺔ:؛؟؛؛إ؛ﺣﺈ ?ﻻ٢ااﻟﻖ ا0ﻫﻪ ٦٠ هﺀ8ﺀ٠اﺀت:ا: ٢ﻫﻐﺎ:
c ahiâer. ، : 434. S ebil Yay. lstanbul-1977).
« ٠ • ٠.» ٠ ٠ ٠ ٠
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
163
Özellikle bu teklif büyük tanışmalara yol açmıştı. Çünkü "halifeliğin kal. dınlışı ile dini devlet düzeninden, laik devlet düzenine geçilmiş oluyordu."١٥٥ Hilafetin kaldınlmasına en büyük tepki Mustafa Kemal'in yakın silah arkadaşlanndan gelmişti. Hüseyin Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Cafer Tayyar, Ali Fuad Paşa ve Cevat Paşa’lar ve Dr. Rıza Nur, Mustafa Kemal'e büyük tepkilerde bulunmuşlardı. Onların bu muhalefeti daha sonra Halk Partisi'nin karşıtlığını ya pacak olan ve özellikle dine bağlılığı ile öne çıkacak olan Terakkiperver Cum huriyet Fırkası. TPCFnin kurulmasını sağlayacaktır. Dr. Rıza Nur anılannda. "hilafetin kaldmimasının tam bir cinayet olduğu nu ve bunun yalnızca Mustafa Kemal'in işi olduğunu ileri sürcrkcri';١٥١ Kazım 160 Ergun Aybars. istiklal Mahkemeleri, s. 70, KUllOr Bak. Yay. 161. Rıza Nur. Hayat ve Hatıratım, c. 3.969, lslanbul.1967. Dr Rıza Nur. 'Hayat ve Hatıratım“ isimli ©serinde, bu cinayete ertak olanlardan bir tanesinin ve hatta halıleliğın kaldınimasını hazıriayanlardan bir tanesinin de ismet Pa ؟a olduğunu zikre, ^ r. Dr. Rıza Nur'a gOre halifeliğin kaldırılması Lozan gbrtişmeleri sırasında İstanbul Yahudi Hahambaşısı Haham Haim Naum ile ismet Paşa arasında .gizil görüşme" korkun ؟pazarlıK.larla halledilmiş bir olaydır Rıza Nur dılındiğı gibi Lozan görüşmelerinde ik in , murahhas azadır ve ismet Paşa'nın g .ru ş. me ve diyaloglarım en yakından izleyen birisidir, ismet Paşanın çok sik görüştüğü kişilerden yahudi hahambaşı Haim Naum Rıza nurun ؟ok dikkatini çeker ve hiçbir gereği yokken. Ism e tö n .n ü ile teklifsiz samimiyetleri ve İçli-diŞİİ görüşmeleri Rıza Nuru rahatsız e ^ r . Lozan gorOşmelen sırasında başvekil olan ve başlangıçta AtatOrk.ûn en yakın sırdaşlarından .la n Rauf bey de (Orbay): ismet Paşa, yahudi Haim Naum ilişkilerini doğrulayanlardandır Dr. Rıza Nur, “Hayat ve Hatıratım' isimli eserinin 3 cild. 1081. s a h ife s ın . bu ilişkileri şöyle a n la tır. " Bir müddettir eski Istanbul Hahambaşısı Haim Naum bizim kaldığımız otelde gorUn. meye başladı. Ne yapmış, kimi vasıta yapmış bilmem. Ismet'e yanaşmı.ş Yemek zamanını b iliy .r ya.' asansOnjn kapı.sında bekliyor Biz asansörden çıkınca derhal Ismet'ın koluna gınyor ve elle'riyle d© (sanki kırk yıllık dostlarmışçasına) belinden kavrıyor.. Sonra yemek salonunda. herkesin İçinde Ismerie şakalaşıyor, gülüyor... Anlaşılıyor ki Hahambaşı Haim Naum her. kese, "ismet te nim samimi teklifsiz arkadaşımdır, diye göstermek istiyor ve goslerıyor. (٠ . ٠.) ^ im tf odasından da çıkmıyor. 0 kadar içli.dışl! oldular, ismet onu mU^avır tayin etti öğren'dim ki. gündelik vermeye de başlamış (günlük harcırah). Bana da söylemiyor. Heyet-I mu. rahhasa ('d e lk e le r heyeti) çiftliktir, keyfi gibi kullanıyor . Derken (en mahrem görüşmelerimiz esnasında) Hahambaşı١n soframıza da aldı. Artık dayanamayıp. Ismet'e te d ım ki: "Senin te y le ya'pudı haham ile bOyle laubali bir tarzda görüşmen, kendi haysiyetini ve Türk milletinin haysiyetini kırar. Buna bu kadar yUz verme. Hiç olmazsa herkesin ıçinte yuz ver. me. Bana kızdı. . bu hahambaşı ile kimbilir nesi var? ؛ben de fsmet'e kızıp başka sofraya geçöm Çünkü yemek yerken kendi samimiyet muhıtimizdeyiz. düşünmeden ağzımızdan b؛r laf k^ı.ra . cağı. 0 bunu derhal düşmanlara yetiştirecek (ispiyonlayacak). Aramızda bulunduğunu herkese gOsterwek ve dalaw rasını y O r t i t ^ .
Hahambaşı Naum. bizim lsme ؛e, "bOtUn Fransız ve Ingiliz yetkililerini tandırını. he ؟s^m kendısinİn ahhabı olduğunu, işleri ıstetfıği gıb. yaptıracağını sOylOyonmuş. Tab.. ayni Haha^ba. şt٠ kimbilir Ingiliz, l^lyan V ؛Fransız delegelerine de iSmetı avucunda tununu sOylOyorter.
164
c u m h u r iy e t
D Ö N E M İ D JN
D E V L E n .lL lŞ K JlK K l
Karabckir ؛se. ..M.Kcmal.in - o io r iıc ve gü ؟bazında— önceleri halife olmak is. ؟n ؛nda ؛m etten إأ ﻻ ؛3 'ﻫﻼ ؛haham ! أ: ;ا060 6 ا: ج32 ٠ ﻟﺊ٢ m e n fa :: temı^ ؛؛؛٠ ﺟﺌ ﻢHmta de istem i (Türkiye adına) W ashington BQyükelç ١tlğin ١؛؟. Herttese . " 1 ﺀ ا إ ا ة ة ﻣ ﻈ ﻮ٢ hhahım؛ ؛
Sözümden d، ؟arı ؟٠kmaz؛diyermu 7٠ ؟.. Sonralan bu haham Mısır'a gidip âyân azası . ؛..muştur ٠ras,Ltozan görüşmelen s!٠nda ba ؟١tek ؛otan Rauf Orbay da bu görüşmeleri doğrular ve Haham, .٥ aş. Ham Na٧ mun Ingilızler adına ismet Paşa ile Ingılızler adına görüştüğü ve gizil pazarilk .laria halifeliğin kaldırılmasına sebep olduğunu' agıklar :Rauf Ofaay. Peridun Kandemı^e konuyla ilgili oiarak bakin neler anlatıyor Ism^ ! ؟Ra ؟a. an.a.şıldığ'na gdre. Lozan'da İngilizlerle bir çeşit gizli arabuluculuk rolü oynayan lstanbul٠yah٧ d. Hahambaşısı Haim Naum Efendinin telkınlenyle. hilafetin artık ne ؟ekîlde olursa 0 İs٧ n Türkiye'de devamına mbsade edilmeyip, derhal kaldırılması fikrini tamam؛.yie be nimsemi ؟bulunuyordu." أPerid ﺑ ﺎn kan^mir. H a v r a la r ı v e S ö y le y e m e d ık fe ri He R a u f O rb a y . s 96-97) Necib Fazıl Kısakurek de Halifeliğin kaldırılması fikrinin bu gizil görüşmelerde kesinleştiğini ve olayın kahramanının sOzkonusu yahudi hahambaşı Haim Naum olduğunu ilen Sürer -Necıb Fazıl, kendisinin çıkartmakta olduğu. " B ü y ü k D o ğ ıT mecmuasının 29. sayısında konuy :la ilgili olarak şu imlalarda buluur -Haim Naum. bu korkunç teşebbüse eweia Amerika'da TURKLER lehinde bir seri konfe" ,ranslar vermek sureliyle başladı, bu konferanslarda Emperyalizm Şertlenne "Tu^un maddesi "ni sertest bırakmaları, buna mukabil rtJhunu. ta içinden, kendi oz adamlarına yıktırmalarım .telkin diyordu Yeni Masonluk hesabiyle Kuriân'ın ahkâmını kaldırmak, milleti dinsiz yapmak. Haim Naum'un müthiş planı idi. Amenka'da bu zemini hazırladıktan sonra IngiltereYe geçmiş ve halis Yahudi olan Lord Gurzon ile temas e^rek şu teklifte bulunmuştur. "٠ Siz Türkiye'nin mOlkî lamamiyetinı kabul edin, ben Islâmıyeti ve İslâmî temsilciliklerini onlam ".ayaklar altına çiğnetmeyi taahhüt edenm B ü y ü k ٥ ^ ٧ . ayni sayıda (29) ؟:unlan da eklemektedir Ing.ılız murahhas heyeti reisi Lord GOrzon. niyaheien mânidâr sözünü söyl^ı. Dedi k" ؛: ".Tür kiye İslâmî alâkasını ve İslâmî temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atara bizimle hulUs biri. ؛.et mı ؟.olur. Hristiy^ dünyâsının htırmet ve minnetini de kazanır. Biz de kendisine dilediğini ven ... . t a
(29) "Nihai Vesika ٠ başlığı ile sözü ؟٧ .sonuca ba^amaktad.ır .bOzan M٧ ah'edeslnden sonra Ingiltere Avam kamarası'nda "TOrklerın istiklâlini niçin tanıdı" nız" diye yükselen itirazlara Lord GOrzon'un verdiği cevap ٠ İşte ة5 ااbundan sonradır w TUrkler bir daha eski savlet ve ؟ ؟.vketlerine kavuşamayacaklar "...dır. Zira biz onları m^eviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz B O yO k D o ğ u
٥٠٥ d n u n ve bazı başka kiteplatın bu bakışları İçin açık belge ve kaynaklar verilmemi BOyOk ؟.
وا
Y u ^ r ıd a venlenler arasında en k u w e tiisi. bir gözlemO olarrak Rıza Nu^un ya zdıkla rıl ١e Ra ٧f t^ y 'ın Kandernir'e anlattıklarıdır. ÇünkO Rauf Sey. 0 zam an başbakan b ؛-l٧ nuyordu. "Gizli Pa zaritkia r'ın ıçind e olm'asa bile. gOçlO birtakı ؟.bilgi ve sezişleri olduğu kesindir .G a z 'e te c ıY .ia r. A hm et KabaMı da. "TOrkEdebiyatr dergisinde iki yıldan fazla b ir zaman sOr ٧na g f niş yer ve! dürdûğo .TemeJ.erin D uruşm ası, isımli dizisinde hilafetin kaldınlmas. kon ٧. ق ٠ ل٠ ﺀع. LİAim Ki.ıım . iiiiA nr\\ İIŞ A ٠ ا ا ( ا ا ا€؛٢١ ه٧ ٠ ٧ Â
HAJJFEUCIN KALDIRILMASI
165
icdifini vc bunu başaramayınca da yüz seksen derece dönüş yapiı^ım, bunun müthiş bir garabet olduğunu, zikreder.؛،^ Kazım Karabekir Paşa kanaatlerini ispat sadedinde: "Mustafa Kemal Pa. şa'nm Hilafetin lüzumu hakkındaki. benim de dinlediğim Balıkesir Lala Paşa Camii hutbesi vc meclisteki saltanatın kaldmldıgı günkü nutku vc TBMM reis liği adına İstanbul ahalisine gönderilen beyanname yanyana getirilir vc başları na da mefkure hatıratı hocalar grubu ortasında vc aynı kisvede sanklı. cübbeli resmiyle Mustafa Kemal Paşa.nın resmi konursa vaziyet daha iyi anlaşılır...".^١ diyerek "müthiş garebet" dediği şeyi onaya koyar. Mustafa Kemal ise hilafetin kaldınlmasıyla ülkenin kazanacağı yararlan açıklarken; muhalefetin baskısı vc kamuoyunun tedirgin olmaması açısından vc özellikle de Laik hükümet tabirinden dinsizlik manası çıkarmaya mütemayil vc vcsilcci olanlara fırsat vermemek maksadıyla "hilafcün kaldmlışından bir buçuk ay sonra; 20 Nisan 1924.de. Tcşkiiat-ı Esasiye (Anayasa) kanununda yaptmiıgı bir değişiklikle. 'Türkiye devletinin dini. Din-i IsISmdır" hükmünü koydurtt٧٠iM Cumhuriyet döneminde din vc devlet ilişkilerindeki tereddüt vc ıcnakuzlan vc zaman zaman oluşan çifte siandariı belirtmek açısından şu hükümleri yan. yana getirmemiz faydalı olacaktır. Türkiye Devlcti'nin dini vardır. (29/30 Teşrinievvel 1923 tarihli vc 364 sayılı kanun) ؟٤ ؟Türkiye Devletinin dini yoktur! (3 Mart 1924 Halifeliğin kaldırıp. Di yanet İşleri Başkanlığı'run kurulduğu gün vc 429 sayılı kanun.) 'M Türkiye Devlcti’nin dini vardır! (20 Nisan 1924 Tcşkilai.ı Esasiye Ka nunu) bu değişken tavır bile, din-devlet ilişkilerindeki iartışmalann boyutlannı ve yer yer devletin din adına, muhalifleri susturmak için ne tür tavizler verdiğini ortaya koyar. Son değişiklik ve taviz gerçekten devlete Mustafa Kemal'in de dcum ilişkisini Rauf Orbay gibi. Dr Rıza Nur. Necib Fazıl. kadir M.sıroğlu gibi doğrulamaya çalışır l 62r/ ؛KMimyKarafc«lor٥ /sr/ ؛/ ٥/٠: m ، z ٠s. 992 اd ip n o t; Vden aynca Bkz l ^ B a s k ı s ١٠s 1 9 S 2 163. Kazım Karabekir. is tik la l H a rb im iz , s. 992. İ9 6 9 ٠lslanbul. Kadir M ıs ır^ lu . S a n M t M a c a h ğ . 164. E rg u n ./^rsY ./sD k/a U to h kö m .te ri. 5 ,7 1 .KOltûr Bakanlığı Yay C.4 E 104 P ro lD r.A liF u a d Ba١gil. D in v e L ğ i k , s. 19^1 91 . Yağmur Yayınlan. 5 Baskı I962 ٠ls la n ^ l
166
c u m h u r iy e t d ö n e m i
DİN
DEVI٠Err il iş k il e r i
٠
digi gibi, "dinsiz devlet"*.^ denilmcmesi için yapılmışiır. O yüzden devletin di ninin varlığı kabul edilmiştir. Urfa Mebusu Şeyh Saffet ve elli arkadaşının imzası ile görüşmeye açılan teklife karşı o günkü Meclis’te bir tek Gümüşhane Mebusu Zeki Kadirbeyoglu konuşma yapar. Zeki Kadirbeyoglu, daha önce de belirttiğimiz gibi, mecliste ciddiyeti, mertliği, aşın dindarlığı ve özellikle de din adına lavizsizligi ile tanın mıştır. Bir başka ve Önemli özelliği de meclisin tek bağımsız milletvekili oluşu dur. ٤٥٥ Bu özelliklerinden dolayı ne konuşacağı belli olan Zeki Kadirbeyoğlu'nun yanında oturan kişi Rcceb (Peker) Bey, yapacağı konuşmadan alıkoymak iste m iş ve kolundan tutarak: "Zeki Bey, vazgeç de bu karar oy birliği ile meclisten geçsin! Oy birliği ile geçerse meclisimiz için bir şeref olur!" demişti. Zeki Bey. Recep Pcker.e dönerek: "Bırak beni! Ben de konuşacağım. Asıl mecliste konuşmak bir şereftir! Ben de düşündüklerimi açıkça söyleyeceğim." diyerek kürsüye yöneldi ve TBMM tarihinde halifeliğin kaldınlmasına şiddeüc karşı koyan tek konuşmacı olarak şu konuşmasını yaptı: "Efendiler! Bu millet kürsüsünden herkesin, hür olarak konuşmaya hakkı vardır. Beyler Hanedan-ı Al-i Osman'ı dışan almaya çalışıyorsunuz. Bilesinizki, beğenmediğiniz o hanedan içinden Fatihler, Yavuzlar ve Kanuni'ler çıkmıştır. Elbenc aralannda kötüleri de olmuştur. Vasıf Bey benden önce konuşuricen her kesin Halk Partisinin 9 umdesini kabul ettiğini ve bu umdelere göre hareket et mesi gerektiğini söylemiştir. Fakat bilesiniz ki ben bu milletin bir ferdiyim. Halk Partisinin değil. Acaba Halk Partisi içinde — 9 ilke içinde— böyle ani bir suretle milli geleneklerimizi ve değerlerimizi sarsmak ve yıkmak usulleri var mı idi? Bizim öncelikle ekonomik alanda kalkınma yapmamız gerekirken, yurdun dört bir tarafıru imar etmemiz gerekirken, halifelik gibi konulann ele alınması ve onun kaldıniraaya çalışılması çok yanlış bir şeydir.
I.
,1
Efendiler! Halbuki bizler, 2,5 sene önce 1 Kasım 1922 kararında ne demiş tik'^ Halifelik Osmanlı hanedanına ait olup Büyük Millet Meclisi tarafından bu hanedanın ilim ve ahlâkça en olgun ve en uygunu makam-ı hilafete seçilir de miştik. Biz de bu karar üzerinde büyük çoğunlukla Abdülmccid Efendi-yi ha ıfeligc seçmiştik.^؛
B
M٠n ١٥24
HALİFELİĞİN !ÇALDIRILMASI
167
٠٠— O zaman öyleydi, bu gün dc böyle! O kararla bugün alacağımız ka rar arasındaki farkı bilmiyor musun?"؛٥٥ diyerek kendisine bağıran miUcivekil.. lerinc karşı; Zeki Kadirbcyoğlu: "Arkadaşlar, ben mutedil ve fakat bununla beraber müüıiş Islâm birliği ta. raftanyım. Tarihin bu azametini kendi miUctimde görmek isterim. Benim ga yem budur! Bunun içindir ki. memleketimin iç ve dış siyaseti bakımından Hali feliğin kaldırılmasını kabul edemem. Halifeliğin kaldmlmasım kabul ederek, bu müthiş kuvveti düşmanlann vc diğer devletlerin kucağına atmayalım." ٤٥ ؟diye rek olaya karşı olan hiddetini dile getirmişti. Meclis Zeki Kadirbeyoğlu'nun bu sözlerine karşı konuşmayı protesto için sıra kapaklanna vurmaya başlamıştı. Bunun üzerine Zeki Bey: "Efendiler! Burası milei kürsüsüdür. Millet kürsüsünden istediğimi söyle yebilirim. kimseden de korkum yoktur" diye bağırmıştı. Bir kısım milletvekili de Cebeli Bereket mebusu Topçu İhsan ve Kozan mebusu Ali Saip Bey. "Damat Ferid'in dostu, jurnalci... Ne olacak!" diye Zeki Bcy'e bagınnca. Zeki Kadirbcyoğlu: "Bunu söyleyenler namussuzdur. Damat Ferid gibi olanlar da namussuz dur" diyerek Topçu İhsan'a karşı mukabelede bulunmuş ve Topçu Ihsan'ın. sa vaşta bataryasını bırakıp, düşmana sığınacak kadar hain, namussuz bir insan ol. dugunu dile getirmişti. Erzurum mebusu Rüştü Paşa’da Zeki Bey'i teyid ederek: "Doğru söylüyor! Ben o zaman İhsan'ın idamı için emir vermiştim. Lâkin kaç mıştı" diye mukabelede bulunmuştu.؛.^. Zeki Bey, son olarak: "Efendiler, biz saltanata düşmanız, diyoruz amma, bugün Cumhuriyet devam ettiği halde tam bir saltanata doğru yürüyor. Bizim düşmanlığımız sisteme değil şahıslara karşıdır" deyince meclis büsbütün kanşmıştı. Meclis Reisi Fethi (Okyar) Bey. sükuneti muhafaza için: "Arkadaşlar! Si nirlerimize hakim olalım. Zeki bey zaten Halk Partisinden değildir!" diyerek Halk Partisi milletvekillerini soğukkanlı olmaya davet etmişti.؛.^؛ 168. TBMM Zabıt Ceridesi. Dev II. c. 7/1. Uluğ. H a life liğ in Mart 1924 169 Prof Dr Çelin Özek. D e v le t v e D in . s. 478 170. Nasil Hakkı Ul٧ 0. H a life liğ in S o n u . s. 162-163 171 age..s 163. TBMM Zabıt Ceridesi. Dev. II. c. 7/1
Sonu,
s. 162.
H a k im iy e t i M U liyeu
3-4
168
c u m h u r iy e t
D Ö I M İ DlN
DEVLET İLİŞKİLERİ
٠
Zeki Kadirbeyoglu’nun konuşmasından sonra önerge sahibi Şeyh Saffet Efendi konuşmuş ve meydana gelen kargaşayı dini tonlarla, şeriatta halifeliğin olmadığı v!) düşüncesini ispatla bir konuşma yapmıştı. Saffet Efendi, halifeliğin kaldırılması önergesinde kullandığı kendince dini olan gerekçelerini konuşma sında da kullanmak istedi ve şöyle konuştu: "— Önemli olan devletin ve hükümetin hak ve adalet üzere işlerini yü rütmesidir. Kim kamu işlerini adil bir biçimde yürütürse o, yeryüzünde Allah'ın halifesidi... Halifelik bu manada kullanılmıştır. Bugün hak ve adalet üzere ancak Cumhuriyet ile hükümet icra etmek kabildir. Bugünkü idaremiz de bu adaleti sağlayan Cumhuriyet idaresidir. Ne kadar hamdcısck yeridir! Halifeliğin mahiyetini düşündüğümüzde, akıl ve mantık bakımından bu nun Büyük Millet Meclisi'nin manevi varlığında tamamen tecelli etmiş olduğu nu görürüz. Meclis dünyevi ve uhrevi iktidan kendi kişiliğinde taşıdığına göre, hilafete de bir gereklilik kalmamıştır. Artık fetvalar değil, meclis kararlan söz sahibidir. Halifeliğin tarihsel gelişimi sonucu vardığı nokta siyasal iktidann "müstekidane” kullanılmasından öteye giünemişür. Bu nedenle de halifelik şeri ata aykın bir dini kurumun da behemehal kaldıniması gerekir."!^؟ Urfa Mebusu Şeyh Saffet Efendi'nin konuşması, her ne kadar halifeliğin kaldınimasını şer.i temellere dayandırdi}'sa da mecliste pek o kadar tepki olma mış vc Zeki Kadirbeyoğlu.nun konuşmasıyla oluşan havayı dagıiamamıştı. Şeyh Saffet Efendi.den sonra, Kastamonu Mebusu 42 yaşlannda ordunun kurmay subaylarından olan Dadaylı Halid Bey (Akmansû) konuştu. Halid Beyin fikri ise Zeki Kadirbeyoğlu ile. Şeyh Saffet Efendi'nin fikirlerinin ortası sayılırdı. Halid Bey "Halifelik yine meclisin manevi kişiliğinde saklı kalsın. Toptan kaldırmayalım onu" diyordu. Dadayh Halid Akmansû konuşmasına devamla: "Verilen teklifte halifelik makamı mülga —kaldırılmıştır—dır deniliyor. Bendeniz kaldırılmıştır sözü nün akçıkça söylenmesini şer'an değil, siyasetten mahzurlu görüyorum. Halife lik 1300 Nildan fazla bir zamandan beri Hulafa-i Raşidin, Emeviler. Abbasiler, soma Faiımiler ve sonra Mısır derken bize kadar gelen bir silsiledir. Böyle tarihi yeri olan bir makamı "kaldınlmışür" demek için herhalde uzun boylu düşünmek 172. ج
I
s ٠ ftaı
»çın bkz
3م
mart ١٥24. ؟.tin
h a l if e l iğ in
KALDIRILMASI
169
gerekir, kanaatindeyim. Sözlerim yanlış anlaşılmasın ben şeriat yönünden hali feliğin kaldırılmasında bir mahzur görmüyorum! Arkadaşlar, biliyorsunuz İstiklal mücadelesi ilan edildiği zaman halkımı zın halife makamına olan bağlılığını gözönüne alarak hepimiz. .’Halifeyi kurta racağız!.’ diye telkinlerde bulunuyorduk ve hatla bu sebeple bir çok şeyleri ve ulemayı Büyük Millet Meclisi'nc gelirdik —Şeyh Senusi gibi—. Bu harekelimiz halkın İslâm'a ve halifeye olan bağlılığına karşı saygı gös termek içindi. Sonra ben bir askerim arkadaşlar. Biz askerler arasında da bu su rene telkinde bulunarak, vatanı ve hilafeti kurtaracağız dedik. Halid Bey'in sözleri en başla üyesi bulunduğu Halk Fanisi üyelerini sıkma ya başlamıştı. Bir parti üyesinin böyle konuşmasına tahammülü yoklu Halk Par tili mebuslann. Hemen Halid Bey.e de karşı çıkan sesler duyulmaya başlandı. Halid Bey aldırış etmeden. "Arkadaşlar, ben en ziyade bunun yun içindeki telakki tarzına işaret ediyorum. Dinimizde müslümanlar kardeştirler! Bütün İs lâm âleminin bize karşı gösterdiği teveccüh yalnızca müslüman oluşumuzdan dolayı değil, Makam-ı Hilafetin bizde bulunmasından dolayıdır. Acaba niçin. İran. Afganistan ve Fas'taki müslümanlara gösterilen teveccüh, bize gösterilen teveccüh kadar değildir. Elbette bunun bir manası vardır. Bizde Makam-ı Hila fet olduğu içindir. Ben vicdani kanaatimi söylüyorum; çünkü bakınız Cumhurbaşkanı bile bu rada konuşurlarken makam-ı hilafet hakkında açık bir beyanda bulunmadılar yalnız Cumhuriyci'in bugün vc gelecekle masun bulundurulmasından bahsetti ler. Ben şu kanaatteyim ki. bu kadar asırlarca yer yer kötü idarelerimize rağ men düşmanların gözü hep İstanbul'da olmuştur. Türklcrin halifelik makamını korumasına inanıyorum. Ben illa halifelik hanedan'da kalsın demiyorum. O yü ce makam TBMM'nin manevi bünyesinde sakb kalsın diyorum. Hem biz bundan allı ay önce, buraya Halk Partisince yayınlanan 9 ilke ile seçilerek geldik ve bu ilkelerle 1 Kasım 1922 tarihinde saltanata son veren karann değişmez bir prensip olduğunu ilan etlik ve dedik ki: "Türkiye Büyük Millet Meclisi. Halifelik makamının dayanağıdır vc halifelik makamı Islamlararası yü ce bir makamdır."
173. TBMM Zab.t Ceridesi. Dev. II. c 7/1
170
CUMHURİYET DÛNEMİ DİN - DEVLE'I' İLİŞKİLERİ
Efendiler! Halifelik makamı yüce bir makam değilse, neden o zaman mcclisce böyle ilan etmeyi uygun gördük?" diyerek lopyekün meclise bir soru yöncİLmişti. Halid Bey (Akmansû) haklı olarak, gerek Halk Partisi milletvekilleri ola rak ve gerekse 1 Kasım 1922 karannı onaylayan milletvekili arkadaşlanna: "O gün böyle yaptığımız halde ve halifelik için bunlan söylediğimiz halde, bugün niçin bunlardan dönüyoruz?" diye sormadan edememişti. Son söz olarak da Halid Bey: "Ben bütün bu mülahazalar dolayısıyla "hali felik kaldmlmışiır!" sözünde siyaset bakımından büyük bir mahzur telakki edi yorum !" ٤٠^٠١demişti. Halid Bey.in sözleri meclisi fazlasıyla etkilemişti. Çünkü kendisi Kurtuluş Savaşında çok büyük fedakârlıklar göstermiş halta bir Yunan Generali olan Trikopis'i esir almıştı.* ^؟Dolayısıyla isteklerini ve düşüncelerini samimi bir tarzda ortaya koymuştu. Kendisinin Cumhuriyet aleyhtan olmaması da meclisi etkile mesinde büyük bir rol oynamıştı. Gümüşhane bağımsız milletvekili Zeki Kadirbeyoğlu ile Kastamonu me busu Kurmay Albay Halid Akmansû’nun konuşmalan, meclisteki kanaaücrin halifelik makamının en azından manevi olarak bulunması şeklinde değişmesine neden olmuştu. İşte böyle bir atmosferde medrese çıkışlı. Profesör Seyyid Bey gündeme gcidi/gctirildi. Profesör Seyyid Bey değişen havayı yeniden Şeyh Saffet.in teklif etüği konuma getirmek isüyordu. Bunun için de tamamen dini ve kendince şer٠i kurallarla temellendirilmiş bir konuşma yapması gerekiyordu. Meclisteki hava ancak olayın İslâmî yönü aydınlatılırsa değişebilirdi. Seyyid Bey'de Medrese kökenli ve eski sanklılardan olması hasebiyle bu iş için biçilmiş kaftandı... Dar'ul fünun İlahiyat Fakültesi Dekanı ve İslâm Hukuku Profesörü olan Seyyid Bey'in önemli bir özelliği de, Milli Mücadeleden bu yana Mustafa Ke mal'le arasının çok iyi olduğu idi. Daha önceki bölümlerde de söylediğimiz gibi sallanaıın kaldırılması ve Cumhuriyet'in ilanında kendisinden beklenen vazifeyi fazlasıyla yapmıştı. Onun bu Özelliği dolayısıyla tanınmış gazeteciler, Naşit 174 Naşit Hakki Ulu٥ . H a life liğ in S o n u. s. 163.166, TBMM Zabıt Ceridesi. Devre.il, c. 7/1, Çelin Özek. D e v le t ve Dm . s. 47B.Mustafa Müftüoğlu. M Obim o la yla r, s. 55. lsianbuM988 175 Ulüû H a life liğ in S o n u s. 167. Dadaylı Halid Akmansû.rıun meclis hatıraları ve hayalı ile ılgın deha geniş b ljı içm b kz : Dr. Ziya Göğem. "Dadaylı Haltd Bey (AkmansO). İstanbul.! 954
1^
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
171
Hakkı Ulug, Falih Rıflcı. Ahmcd Emin Yalman ve Yunus Nadi gibi kişiler ona: "yüksek vatansever".^؛, "aydın din adamı", "fazıl kişi" gibi lakaplar vermişler, di! İslûm Hukuk Profesörü işte böyle bir atmosferde meclis kürsüsüne çıktı ve 3.5 saat süren ve bütünüyle İslâm dolu, dinle ve hilafet tarihi ile dolu bir konuş ma yapmıştı. Meclisteki Halk Partisi Millctvckillcri'nin ve İsmet İnönü’nün de dediği gi bi. asıl Profesör Seyyid bey'in konuşması, halifeliğin kaldırılmasını sağlamıştı. Eğer Seyyid Bey'in sözkonusu konuşması olmasaydı. Kadirbcyoğlu'nun bıraktı ğı tesirle halifeliğin kaldıniması mümkün olmayabilirdi. Bir İslâm Hukuku Profesörünün ve bir İlahiyat Fakültesi Dekanının, hali feliğe son verdiren ve bizce de, "Din-i Devlet" dönemine son verip, "devlete bağlı din sistemi" devrini başlatan konuşmasını, hilafetin sona erdirilmcsindeki etkenler açısından daha sağlıklı bir değerlendirme yapılabilmesi için önemine binaen aynen buraya almak istiyorum. Aynca Prof. Seyyid Bey'in halifeliğin kaldınimasını sağlayan konuşmasın daki perspektif ile. Mustafa Kemal’in saltanata son verilmesini sağlayan konuş masındaki perspektifin ayniliği çok dikkat çekicidir. Her iki konuşmada yan ya na getirilip incelendiğinde bakış açılarındaki aynılik hemen farkcdilccckıir. Sey yid Bey'in. yer yer ayakta alkışlanan ve meclise, halifeliğin kaldmlması mesele sinde. îslâmi yönden inandmcılık veren. "Hilafetin Şer^i Mahiyeti" isimli tarihi konuşması şöyle idi: HİLAFETİN ŞERÎ MAHİYETİ «Muhterem Elendiler. Müsaade buyurursanız bendeniz de bu hilafet meselesi hakkında biraz iza hat vereyim. Mesele çok mühim olduğundan ve hatta tarihimizde ve belki de bü tün İçtimaî hadiseler arasında en büyük bir inkılap demek olduğundan bu konuda ne kadar söz söylense yine azdır. Onun için sabrınızı suistimal edersem beni ma zur görün. Benden önceki konuşmacılar özellikle Eskişehir milletvekili Abdullah Azm. Efendi hazretleri bu konudaki kanaatim açıkladılar. Pek güzel ve pek samimi söy lediler. Bendeniz de bu mesele etrafında uzun senelerden beri yaptığım araştırma
176. Naşil Hakkı uluğ,
Oç Bûyûk Devrim, s. 95.96
172
CUMHURİYtrr DÖNEMİ DlN ٠ DEVLEl. İLİŞKİLERİ
٧8 incelemeİGr n©tic٠es؛nd٠ ortaya, ؟،kan kanaatimi aç.kİamak isterim. Nitekim ge ؟en sene Hiiatet ve Hâkimiyeti Milliye adıyla bir de kitap neçretmiştim, P fd؛şi٢n gibi İslâm tarihinde büyük bir inkılap yapıyoruz. Diyebilirim ki bundan daha büyük inkilap olamaz. Zihinlerin bununia ؟ok m e^ul Olması, İnkılabın azameti ve büyüklUğündendir. Kalpler endişe ve tereddüt ! ؟indedir. Bunun İ ؟in hegimizin vicdani ve İzanı istiyor ki mesele tümüyle açıklansın, ortaya konsurı. dost düşman herkes ne yaptığımızı ve no yapmak istediğimizi bilsin, ؛uurlu mu şuursuz mu yaptığımızı anlasın. Büyük Meclis, hilatet meselesinin dinî ve siyasi mahi. yetini bilere ؛m! karar alıyor, yoksa bilmeyerek mi? bu konular tamamiyle açıklığa kavuşsun, ؟ünkü te k r a r ediyorum— mesele hakikaten gayet muhillidir. ا5 ة ا dünyasında şimdiye kadar böyle bir İnkılâp olmamıştır. Değil İslâm dünyaSinda bütün yeryüzünde meydana gelen inkılapların en büyüğü, en mühimi, dir. Bunun İçin zihinlerde ve ,؛kirlerde şüphe ve tereddütler bulunmamalıdır. Me. seleyi bilerek halletmek gerekir. Gerek dini ve gerekse siyasi yOnünü bizim bilmemiz lâzım gelir. Bu yönleri bilirsek ne yapmak istediğimizi, ne yapacağımızı bilmiş oluruz. Benim asil maksadım, meselenin dini yönünü: Islâmiyetin hilatet meselesi hakkindaki telakki tarzını izah etmektir. Siyasi yönünü açıklamak maksadımın dışında kalmadadır. Ben ona karışmam. 0 taratı Büyük Meclis bilir. ilk önce şunu a^edeyim ki hılalet meselesi dini olmaktan çok dünyevî bir meseledir, itikadî meselelerden değil, millete ait haklar ve kamu menlaatlerindendır. itikatla ilgisi yodur. Gerçi akaidle ilgili teli, edilen İslâmî eserlerde de bu mese. leden uzun uzadıya bahsedilmektedir. Fakat bu hilalet meselesinin İslâmî akîdelerden sayıldığı İçin değildir. Belki bu mesele etralında sonradan teşekkül eden birtakım hura,e ٧ ةbâtıl ,؛kirleri iptal etmek ve reddetmek içindir. Bu nodayı İslâm âlimleri kitaplarında açıkça beyan ederler. Bilirsiniz ki İslâm Aleminde Asr-1 Saadetten sonra muhteli, ,ırkalar ve itikadî mezhepler zuhur etmiştir. Onlardan biri de Şia ,ırkasıdır. Bu Şia ,ırkası sonradan muhteli kollara ve fırkalara ayrılmıştır. Bunların bir kısmına Ismailiye fırkası denir ve ayni zamanda bu fırt^aya Bâtıniye, Talimiye, Seb'iye adlan da verili.r. Bu.nlar imanl adını verdikleri halifelerinin ulUhiyet (؛lahlık)ine inanırlar, imam, ilimleri ve bilgileri doğrudan Allah’tan alır, derler, imamdan son.ra hüccet denilen zat ge.lir, ondan son^a bâb, ondan sonra da mümin gelir. Allah imama, imam hüccete, hücce bâba. bâb da mümine öğretir, derler. Onun İçin bunlara Talimiye fırkası adi da verilir. Bunlarca Ku^an-1 Kerîmin hem zâhir, hem de bâtın mânâsı vardır. "KastediJen Kur-an-1 Kerîm.ın bâtınî mânasıdır.-dedikleri İçin bunlara Bâtıniye do denir. Bunların itikatları baştanbaşa hurafelerden ibarettir. Haddizatında b٧ nlar ؛in. sizdirler. En ce ie ze li ve Cin fikirli başkanları meşhur Hasan Sabbah٦ ır. ٠B٧ .ada^ ﻗ ﻌ ﺆ خ٠ ا ؛ا ﺧ ﺎ. ب٠ ﻫﺎ ﻏ ﻤ ﻖ٠?٠ﺀ١ ! ا ﺀ ﻋﺄاا ه: : : ٠: ق0 ا ﺛ ﺎ ا: : ﺗ ﻪ٧ل: اﻗﺎ٢3 أ00٢: ٧ ة
اﻫﺎﺀدﻷة١ﻣﻐﻸ٧ ه٧ق
C'ı'n artıklarıdır (Tahtacılar). Fakat bunlar a^ık kendi mezheplerini unutmuşlardır.
I.
h a l if e l iğ in
KALDIRILMASI
173
İran'da buğun yürürlükte olan Imamiye fırkası da Mehdî'nin varlığına inanır. Bunlara göre mehdî hayattadır ve yaşamaktadır. Münasip bir zamanda ortaya ço• kacak (zuhur) bütün dünyayı hak ve adaletle dolduracaktır. İşte (Ehl-i Sünnet'in dışında kalan bir takım) fırkalar, hilafet meselesi hakkın da türlü türlü hurafelere inanmışlardır. Onun için Ehl-i Sünnet âlimleri kendi Akâid kitaplarında imamet başlığı altında hilafet meselesini sözkonusu etmişlerdir. Mak satları bu mesele etrafında dönen hurafeleri red ve iptal etmektir. Yoksa hilafet meselesini bir itikat meselesi olarak açıklamak değildir. Nitekim Ehl-i Sünnet âlim leri demin dediğim gibi bu durumu sarahaten açıklarlar. Öyle değil mi efendiler? *Öyle, doğrudur*, sesleri. Bu cihetler bu suretle bilindikten sonra şimdi de hilafet meselesinin asıl şer-î ve dinî mahiyetini izah edeyim: Herşeyden evvel şu noktayı arzedeyim ki hilafet hükümet demektir. Doğru dan doğruya millet İşidir, zamanın gerektirdiklerine tâbidir. Onun içindir ki Hz. Pey gamber Efendimiz vefat ettikleri zaman Ashab-t Kiram hazretlerine hilafet mesele sini açıklamamışlardı. Yüksek bir ateş içinde irtihal etmişlerdi. Bir aralık. **Bana ka lem kağıt getiriniz, size bazı vasiyyetlerde bulunmak isterim*, demişlerdi. Ashaptan bazıları derhal kalem kağıt getirmek istedilerse de Hz. Ömer mâni oldu. "Ateşin şiddetinden sayıklıyor" dedi. ..Bize Kitabullah (Kur'an) kâfidir" demişti. Bunun üze rine biraz gürültü oldu. Hz. Peygamber, "Gürültü etmeyin, dışarı çıkın, beni yalnız bırakın" buyurdular. Ondan sonra da dudak açıp konuşmadılar. Zannedersem o günü veya ertesi günü vefat ettiler. Muhterem efendiler, asıl dinî kanun olan Kur.an-ı Kerîm'e müracaat ederseniz görürsünüz kİ bizim hilafet şekli hakkında, yani Islâm hilafeti hak kında hiçbir âyet.l kerime yoktur. Kur.an-1 Kerîm hükümet ve memleketin idare si konusunda bize iki düstur gösteriyor: Biri bugün medeniyet âleminde yürürlükte olan meşveret (şûra) kaidesidir ki bunu Kur'an bize 1300 sene evvel ortaya koy muştur. O da "Onların işleri kendi aralarındaki şûra iledir" (Şûra 42/38). düsturu dur. Gerçi bu âyet-i celile Medine halkı hakkında nazil olmuştur. Medineliler kendi ortak İşlerini, memleketlerine ait olan işleri kendi aralarında meşveretle görüşür ve hallederlermiş. Hz. Kur'an onların bu halini güzel buluyor ve medhediyor. Demek ki memleket idaresi hususunda meşveret usulü, Allah'ın takdirine mazhar olan gü zel bir usuldür. Bir usûl kaidesi vardır: "Husûs.l sebep, umûm-i lafza mâni değildir" (Sebebin Özel olması, söylenen sözün genel olmasını engellemez). Diğer bir tabirle "İtibar, lafzın umum ve şumûlünedir, sebeb-i nüzûlün hususiyetine değildir" (Bir ifadeden mâna çıkarırken onun, ortaya çıkış ve iniş sebebinin özel olmasına itibar edilmez. İtibar lafzın genel ifadesine ve şümulüne aldığı mânayadır), denir. Bu itibarla zik redilen âyet, doğrudan doğruya müslümanların memleket idaresinde almaları la zım gelen hatt.ı hareketlerini gösteriyor, denilebilir. Şüphe yoktur ki İlâhî övgüye mazhar olan bir hatt-ı hareket, müslûmanlar İçin uyulması gereken bir harekettir.
II 1 I
174
I
٠
p! ٠
CUMHURİYET DÖNEMİ DlN - DEVLE!'İLİŞKİLERİ
Hülasa, meşveretle iş görmek, İlâhî takdire mazhar olan bir durumdur. Bu gün medeniyet âleminin meşveret usûlünü kabul ettiği gibi biz de —ona uyarak— karar alıyoruz: Fertlerin haklarım, memleketin selâmetini en çok üstlenen idare şekli de budur. Kur’an'da zikredilen ikinci düstur da ulu.l-emre (devlet başkanı) itaattir. Kur.an-1 Kerîm.de, "Allah’a, Peygamber'e ve İçinizden emir (idare) sahibi olanlara itaat ediniz". (Nisa, 4/59) buyurulmaktadır. İşte bu ikinci düsturdur. Bu da anarşiyi, hükümetsizliği ortadan kaldırmak ve uzaklaştırmak içindir. Asayiş, emniyet ve inti zam memleketin emniyeti içindir, dolayısıyla hükümetin emirlerine itaat etmenin dinen vacip olduğunu beyan etmektedir. Bu âyet, fertlere salahiyetli olan devlet adamlarının emirlerine itaat hususunda bir dinî vazife yüklemektedir. İşte memle. ketin idaresi konusunda Kur'an-ı Kerîm'de bu iki âyetten başka bir âyet yok. tur. Her ne kadar emanetleri yani memuriyetleri, hükümetle ilgili vazifeleri ehline vermek, hak ve adalete riayet etmek gibi hususlarda âyetler varsa da bunlar doğ rudan doğruya idare tarzı ile ilgili değildir, bu konu ile ikinci dereceden ilgilidirler. Kur'an-ı Kerîm’de halife ve imam tabirleri vardır. Fakat bunlar Hz. Peygam ber hakkında veya sonra gelecek olan halifeler hakkında değildir. Hz. Peygam. ber'den önceki peygamberlerle ilgilidirler. Bir âyette, "Ey Davud, biz seni yeryü zünde halife kıldık, öyleyse insanlar arasında hak ve adaletle hükmet". (Sâd 38/ 26) buyurulmuştur. Usûl-i fıkıh ilmine ve Arap Edebiyatı’na âşinâ olanların bileceği gibi, bu âyette "hakka mukarin hüküm yani adalet, fâ-ı takibiye ve tefriiyye ile hila fete terdıf olunuyor". Yani "Seni halife kıldık, öyleyse, o halde hak ile hükmet" de niyor. Bundan anlaşılmaktadır ki hilafetten maksat adaletin dağıtılması ve yay gınlaştırılması (tevzl'-l adalet)dır. Hakka saygı duymak, haklıya hakkını ver mek ve bâtılı ortadan kaldırmaktır, İnsanların haklarını korumaktır, işte halife nin vazifesi bu maksat ve gayeyi elde etmek için çalışmaktır. Zaten hükümetin va zifesi de budur. Kur’an-ı Kerîm. Hz. İbrahim hakkında imam tabirini kullanıyor. Kur.an bir âyette Allah Teâlâ ile Hz. İbrahim arasında geçen manevi bir konuşmayı anlatı yor; Allah Teâlâ. Hz. İbrahim’e hitap ederek diyor ki: — "Ben seni insanlara imam yapacağım." Hz. İbrahim de: — "Benim neslimden de imam yap", diye niyaz ediyor. Bunun üzerine: _ .Benim ahdim ve emanetim zulmedenlere asla ulaşmaz", (Bakara 2/ 124) buyuruyor, işle bu âyetten açıkça anlaşılmaktadır ki Allah Teâlâ'nm katında zulüm ve yolsuzluktan ibaret olan mülk ve saltanat asla meşru değildir. Şimdi bu iki kelimenin yani hatife ve imam tabirinin mânalarını izah edeyim: Hilafet, lugatta birinin yerine geçmek (halef olmak) demektir. Halife de halef demektir. Şu halde Hz. Davud halifedir, yani halefdir. Kimin halifesidir? Nerde halifedir?
HAIJFELİĞİN KALDIRILMASI
175
Adaletin icrasında, haklıya hakkını vermek, hakkı korumak ve bâtılı ortadan kaldırmak konusunda, demektir. İmam tabirine gelince; imam önder ve kendisine uyulan kişi demektir, önde giden demektir. Bunun içindir ki mahalle imamlarına da. cami imamlarına da imam denir. Halifeye de imamu'l-müslimin deniyor. Hatta bir ilim dalında önder olan en büyük âlimlere de imam deniyor. Imam*ı Azam. İmam Şafii gibi büyük âlimlere imam denmesi bundandır. Bu kelimelerde kudsiyet ve ululuk mânası yok tur. Yahya Galip Bey (Kırşehir): Şu azamete bak. Hay Allah senden razı olsun. Halil HulkI Efendi (Siirt): Hadislerden de bahsediniz. Seyyld bey (devamla): Müsaade buyurunuz. Eğer daha kısa kesmemi ister seniz özetleyeyim. "Hayır, hayır", sesleri. Bendeniz beş on gündenberi konuştuğum muhterem arkadaşlardan aldığım intihalara göre zihinlerde bazı şüpheler vardır. Onları da elimden geldiği kadar çö. züme ulaştırmak, şüpheleri gidermek isterim. Araya laf karışırsa konuşmanın insi camına, muhakemenin sürdürülmesine halel geliyor. "Devam, devam" sesleri. Halife tabiri ile imam kelimesi arasında genellik (umum) ve özellik (husus) vardır. Halife daha hususi, imam ise daha umumi bir tabirdir. Yani her halife imamdır, fakat her imam halife değildir. Halifelere imam dendiği gibi gerçekten ha life olmayan padişahlara da imam deniyor. Onun için bu iki kelime arasındaki far ka dikkat edilmelidir. Yine bunun için İslâmî eserlerde bu konu "İmamet" başlığı al tında ele alınmıştır. Karesi mebusu muhterem Süreyya Beyefedi bir de "imareHen, "emîrü.lmüminin" tabirinden bahsettiler. Fakat bu tabirin bu bahisle ilgili ve pek o kadar değeri yoktur. Emir, âmir demektir. Sıfat.ı müşebbehedir. Her hükümdar için "emir" kullanılabilir. Meselâ Afgan emiri deriz. İşte Kur'an.ı Kerîm.de imamet veya halife ve İmam tabirleri hakkındaki âyetler bunlardan İbarettir. Bir de Kur'an umumi bir ifade olarak insanlar hakkında da "istihiaf" tabirini kullanıyor. Adalet işlerinde bîrini yerine bırakmak mânasında kulanılmıştır. Kur’an'da bunlardan başka âyet yoktur. Burada seçkin âlimler var. Başka âyet var mıdır efendiler hazretleri? Halil Hulki Efendi (Siirt): Hayır. Zİyaeddİn Efendi (Erzurum): Hadis.i şerifler vardır, ümmetin ıcmaı vardır. Adliye vekili Seyyid Bey (devamla): Evet onlardan da bahsedeceğim: Bilindiği gibi Isiâm.da Kur'an şeriatın esas metnidir. Hadisler İse şeriatın şerhi ve açıklaması mahiyetindedir. Fakat hadisten maksat sahih olan hadistir. Çünkü bugün kitaplarda mevcut olan, dillerde dolaşan hadislenn bir kısmı yalan dır, uydurma hadistir. Sonradan uydurulmuştur, bir kısmı da zayıftır. Böyle mühim meselelerde bu zayıf hadislerin İlmî bir değeri yoktur. Bunlar delil olmaya elverişli
176
C U M H U H r r DÖNEMİ DlN ٠ DEVLEl' iLiŞKlLERj
değillerdir. Onun i ؟în hadis deyip geçmek d.ğru olamaz. Onu tetkik etmek, ne tUr bir hadis olduğunu anlamak vaciptir. Önceden de .söylemiştim: Hilafet meselesi dinî olmaktan çok dUnya ile ilgili ٧ ٥ fjyasî bir meseledir. Doğrudan doğruya milletin kendi İçidir. Onun için dinî n3slarda bu mesele hakkında tafsilat yoktur.
Halife nasıl tayin edilir, hilafetin ؟artları nelerdir, her halükârda ve her za. manda halife tayin etmek millet üzerine vacip midir?., gibi meseleler hakkında ne Kur.an-1 Kerîm.de, ne de hadislerde bir açıklık yoktur. Efendiler, nazar.! dikkatimizi celbederim: Tırnak kesmek, sakal bırakmak gi. bi en detay konularda, edep, âdet ve sıhhî konularla ilgili birçok hadis mevcut Ol" duğu halde ؛halifenin nasıl nasp ve tayin edileceği, hilafetin ؟artlarının neden ibaret olduğu, her zamanda halife nasp ve tayin etmenin vacip olmadığı konusunda açık ve kesin hiçbir hadis yoktur. Bunun hikmeti nedir? Edep ve âdetlerle ilgili bir. ç.k hadis mevcut olsun da niçin hilafet meseleleri hakkında açık bir hadis mevcut olmasın. Bu nazar.! dikkati celbeden b؛r؟ey değil midir? Bunun sebebi ؟udur? Hilafet meselesi Oyle zannedildiği gibi esas dinî meselelerden değildir, siyasî bir meseledir ؛zaman, örf ve âdete göre değiçir, zamanın gerektirdiği ؟eylere tâbidir. Onun İçin Hz. Peygamber Efendimiz, ö e m in söyle, diğim g ib ^ hilafet meseleleri hakkında susmayı tercih buyurmuşlardır. Bununla beraber hilafet hakkında hiç de hadis- ؟ ؛erif yok değildir, vardır. Pakat bu konudaki hadisleri" ؛imamlar Kurey ؟٠ten olur". "Ayni zamanda iki halifeye biat edildiği zaman diğerini, yani ؛kincisini ^ i m olursa olsun- öldürünüz", gibi iki üç hadisten ibarettir. Bunlar ise halifenin nasp ve tayin ؟eklini, hilafetin ؟artlarıyla ilgili meseleleri çözmeye yeterli değildir. Kısaca Hz. Peygamber Efendimiz, hilafet İşini tamamen ümmete bırakmıştır. Vefatları sırasında bir halife nasp ve tayin etmedikleri gibi, bu hususta, hiç bir tav. siyede de bulunmamışlardır. Her ne kadar Çiîler Hz. imam Ali hakkında, bazı Ehl.i sUnnet de Hz. Ebu Bekir hakkında ؟erî nasların olduğunu iddia ediyorlarsa da Ehl.1 sünnetin ekseriyetine göre bu iddialar doğru değildir. Ashaptan hiçbiri hakkında yeterli dereced.e ne açıktan ne de gizlice bir nas mevcut değildir. Eğer mevcut olSaydı ashab.ı kiram hazretleri kimin halife nasp ve tayin edileceği hakkında kendi aralarında ihtilafa düşmezlerdi. Halbuki Hz. Peygamberin vefatından sonra Ashab.ı Kiram içlerinden birini halife seçme konusunda ihtilaf ettiler: Sakîfe.i Benî Saide denilen yerde toplanarak aralarında hayli münakaşalar cereyan etti. Acı tatil sözler söylendi. Medineliler Mekkelilere. "bizde.n bi ؛emir. siZ: den bir e.mir olsun", dediler, takkeliler, "Bizden emir, sizden vezir" diye cevap verdiler. Nihayet Ebu Bekir'e biat edildi ve "Halifot Resulullah" denildi. Hatta isim , ذ ذ ذkonusunda önce tereddüt ettiler, Hz. Ebu Bekir'e ne isim vereceklerlrji, na ﻵ نhitap ^e^klerinlbirdenbire kestirip atamadılar. Nihayet dediğim gibi halifedediler. Hz Ebu Bekir ömrünün sonunda Hz. öme.r ؛veliaht tayin etti (istihfaf). A.S. ﻪ
ﻘ
ﻗ
“
ﺔ
ﺗ
! ﺊ
ﺘ
ﺣ
'
ﺲ
ﺴ
ﺘ
ﻳ
٠ ﺔ
ﺗ
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
177
Hz. Ebu Bekir'in halefi. Hz. Ebu Bekir de Hz. Peygamber'in halefi demek oluyor. Fakat bu suretle İzafetler altıncı, yedinci, özellikle onuncu, yirminci dereceye ulaş tığı zaman adlandırma çokça uzayacağından zincirleme tamlamadan vazgeçtiler ve umumi bir ifade olarak "Halife" dediler. Arasıra da "Emiru'l-Mü'minin” dediler. İşte Emiru'l-Mü'minin tabiri buradan çıktı. Sonra biliyorsunuz. Hz. Ömer yaralandı. Kendisi yaralı olarak Ölüm anına yaklaşmışken yanıbaşında hilafetle ilgili pek çok gürültü ve konuşma oldu. Bir top luluk gelerek Hz. Osman'ı veliaht yapmasını istediler. Hz. Ömer kabul etmedi. "Ben Osman'ı halife yaparsam Ümeyyeoğullarını Muhammed ümmetinin başına musallat eder onlar da onun boynunu vurur" dedi. Nitekim öyle de oldu. Onlar Hz. Ömer'in yanından çıktıktan sonra Haşimîler geldiler. Hz. Ali'nin halife yapılmasını istediler. Hz. Ömer onu da beğenmedi: "Hz. Ali Allah adamıdır, ben onu halife ya parsam o sizi doğru yola sevkeder. Fakat tabiatında mizah, yani latıfecilik vardır, dedi ve yapmadı. Bazıları da Aşere-İ Mübeşşere (Cennetle müjdelenen on kişı)den Hz. Tal. ha'yı veliaht yapmasını tavsiye ettiler. Hz. Ömer "O cicili bicili ve süslü elbiseler giymesini bilir. O mu halife olacak?", diye cevap verdi. Bir kısım halk da yine aşe. re.i mübeşşereden Zübeyr b. Avvam'ı tavsiye ettiler. Hz. Ömer. "O çarşı pazarlar da ölçek başlarından kalkmaz", cevabını verdi. Nihayet bazıları da Hz. Ömer'in kendi oğlu âlim sahabilerden meşhur Abdullah b. Ömer'i tavsiye ettiler. Bu Abdul lah b. Ömer hakikaten âlim sahabilerin en büyüklerindendir. İbadete düşkün, züh dü seven ve takva sahibi bir zattır. Her yönüyle hilafete layık idi. Onun için bazı sahabiler Hz. Ömer'e onu tavsiye ettiler. Fakat Hz. Ömer. "Bir evden bir kurban kâfidir", dedi. Kısaca Hz. Ömer sahabiler İçinde kendi istediği gibi halife olacak bir şahsı bulamadı veya bu meseleyi üzerine almak istemedi. Düşündü, düşündü, nihayet —bildiğiniz gibi— hilafet işini ahi kişiden meydana gelen bir şûra (komisyon)ya havale etti. Yani Osman. Ali. Abdurrahman b. Avf. Zübeyr b. Avvam. Talha, Sa'd b. Ebu Vakkas'dan teşekkül eden meclis-i meşveret (danışma kurulu, şûra) bırak tı. Onlar da kendi içlerinden birini seçmek üzere Abdurrahman b. Avf'ı hakem ta yin ettiler. O da Hz. Osman'ı tercih etti ve O'nu seçti. Hz. Osman'ın bilinen şehadetinden sonra Hz. Ali'ye biat edildi. İşte bu dört halifeye "Hulafa-yı Raşidîn" deniyor ki bunların hilafet müddetlerinin toplamı oluz seneden ibarettir. Hz. Peygamber'in bu konuda bir hadisleri vardır ki burada bilinmesi lazımdır ve dikkat çekicidir: "Bendert sonra hilafet otuz senedir, ondan sonra ısırıcı saltanata dönüşür." Bu hadis en muteber hadis kitaplarından olan Sünen-i Tlrmizîde ve bütün Akâid kitaplarında mevcuttur. Bazıları bu hadisi zayıf kabul et mekte iseler de doğru değildir. Hasen hadistir. Hadisler üç kısımdır: Birincisi sahih hadis, İkincisi hasen hadis, uçüncüsü de zayıf hadistir. Bunlar ıstılahtır, hadis usûlü ıstılahlanndandır. İşte bu hadis ıkına tür hadislerdendir ve en muteber Akâid kitaplarında zikredilmektedir. Rica ederim, sözlerimde katiyyen kimseye karşı kin ve husumet yoktur, kim şeye yağcılık yapmak ve riya da yoktur. Maksadım İslâmî hakikatları bildirmeklır.
178
CUMHURİYEl\ DÖNEMİ DlN - DEVLErr İLİŞKİLERİ ؛ ﻻجzahlarımı
Islamiyele hizmet ؛؟؛.n yapmaktayım. İslâm Dlnl.nl birtakım hum elerden arındırmak. ،؟.In sOylUyerum Bravo" sesler"؛, .alkışlar S ir i
Isırıcı saltanattan maksat zâl،m saltanattır. Mecazî b٤r ؛laded٤r. istiare vardır. Görülüyor ki sahabiler de hilafet meselesini açık bir şekilde izah etmemişler dir. Demek oluyor ki ne Kur٠an-ı Kerîm.de, ne hadislerde, ne de sahabilerin sözle rinde hilafet meselesi hakkında bizim aradığımız, öğrenmek istediğimiz meseleleri bize anlatacak açık ve kesin şekilde izah edecek birşey yoktur.
؛ ،٠
' I:
وإ
ا؛
■■
Şimdi de sonraki İslâm âlimlerinin bu mesele hakkındaki telakkilerini ve dü şüncelerini tetkik edelim. Bilirsiniz ki bugün Ehl-i Sünnet doğrudan doğruya İslâmi yet’in anayolunda giden ve doğru yol ve "sırat.ı müstakim" üzerinde bulunan dört mezhepten ibarettir: Hanefî, Şafiî, Malikî, Hanbelî mezhepleri. Değil mi efendim? İşte bu dört mezhebin tümüne Ehl-i Sünnet denir. Doğru yol bunların gittikleri yol dur. Bu zatların hilafet meselesi konusundaki telakkilerine gelince, burada üç mezhep bir tarafa, bir mezhep de bir tarafa ayrılır. Malikî. Şafiî. Hanbelî mezhep leri ittifak halinde hilafetin şartlarında ağır davranırlar. Halife olacak kişinin müçtehid derecesinde âlim olmasını, tam bir adaletle muttasıf bulunmasını ve herhalde Kureyş kabilesinden olmasını şart koşarlar. Hatta İmam Şafiî, "Halife adaleti tam mânâsıyla tatbik etme yolundan saptığı zaman kendiliğinden vazifeden düşer (az ledilmiş olur), ayrıca düşürülmesi ve azledilmesini beklemez" demektedir. Şafiî mezhebinin umumi görüşü de böyledir. En muteber Şafiî Fıkıh kitapla rından biri olan Minhac-ı Nevevî.de ve onun şehri olan Muğni.l-Muhtac’da bu ko nuda açıklık vardır. Merak edenler, sözüme güvenmeyenler bu kitaplara müracaat etsinler. Yalnız Hanefîler hilafetin şartları hakkında biraz müsamahakâr davranırlar. Meselâ onlara göre halifenin müçtehid olması şart değildir, âlim olması kâfidir. Yi ne onlar, halife adaleti tam mânâsıyla tatbikten saptığı zaman kendiliğinden vazi feden düşmüş olmaz, azledilmesi gerekir, diyorlar. Bununla beraber bu dört mez hebin dördü de hilafetin aslî şartlarında, meselâ halifenin âlim ve adaletli bir kişi olmasında ittifa ediyorlar. Âlim ve adaletli olmayan bir kişiye halife demiyorlar, me lik ve sultan diyorlar. Akâid kitaplarını tetkik ederseniz görürsünüz ki Ehl-i Sünnet âlimleri hilafeti iki kısma ayırırlar. Birine gerçek hilafet (Hilafel-i hakikiye), diğerine görünürde hila fet (Hilafet-i sûriye) diyorlar. Hilafet-i sûriyeye. hükmen hilafet (Hilafet.i hükmiye) de denir. Şimdi bu iki tür hilafeti ayrı ayrı açıklamaya çalışalım: Hilafet-i hakikiye (gerçek hilafet), hilafet için gerekli şartları taşıyan va mille tin seçimi ve biatıyla gerçekleşen hilafettir. İşte hakiki ve dinî mânada hilafet buna
HAIJFELICIN KALDIRILMASI
179
fet‘i hakikiyedir. Hanefî âlimlerinin en büyüklerinden olan ve bugün de eserleri bü tün Islâm dünyas.nda okutulmakta olan Sadru'ş.Şeria, Ta'dilü'l-Ulûm adlı eserin de bu hilafet-i hakıkiyeye hilafet-i nübüvvet (Hz. Peygamber'in koyduğu şartlara uygun hilafet) demektedir. Büyük Hanbelî müçtehitlerinden Ibn-i Teymiye'nin Minhacu's-Sünne adlı eserinde de aynı görüş kaydedilmektedir. Yani Ibn-i Teymiye de bu hilafet-i hakıkiyeye. hilafet-i nübüvvet demektedir. Nitekim bahsettiğimiz ha dis başka bir rivayette. "Hz. Peygamber'in şartlarma uygun hilafet-i nübüvvet otuz senedir..." şeklinde rivayet edilmiştir. Şimdi ismini zikrettiğim Sadru’ş-Şerîa Türk'tür. Buharah'dır, (747/1346)'da Buhara’da vefat etmiştir. Zamanının en büyük âlimlerindendir. Yalnız şerî ilimlerde değil, zamanında mevcut olan bütün ilim ve tenlerde sözsahibidir. Gerçekten her mânâsıyla allâmedir. Hanefî mezhebinde altıyüz senedenben onun ayarında bir âlim yetişmemiştir. Gerçek hilafetin şartlarına gelecek olursak, bunlar on tanedir; Müslüman ol mak, hür olmak, aklı başında ve büluğ çağına ermiş olmak, erkek olmak, bedenen ve zihnen sıhhatli olmak (havass ve azaya malik olmak), memleketin işlerini, mil letin maslahatlarını yürütme ve korumada tedbir ve güzel bir siyaset sahibi olmak ve aynı zamanda halk üzerinde nüfuz ve idare gücüne sahip olmak, tam mânâsıy la adaletli olmak. Kureyş kabilesinden olmak, işte hilafetin şartları bunlardır. Bun lardan bin eksik olursa (gerçek) hilafet geçerli olmaz. Bu şartlardan başka bir de ilim şartı vardır. Yani halifenin âlim olması şarttır. Fakat bu (ilim) şartında İslâm âlimleri iki kısma ayrılırlar. Mevakıf (adi. eser)de açıkça belirtildiği gibi Ehl-i Sünnet âlimlerinin ekseriyetine göre halife olacak kişi nin sıradan bir âlim olması yeterli değildir. Dinî konularda esas ve teferruat mese lelerinde içtihad edebilecek derecede âlim olması şarttır. Fakat Hanefîter bu konu da müsamahakâr davranıyorlar: Hanefîlere göre müçtehid olmak (hilafet iç،n) şart değildir. Normal bir şekilde şerî hükümleri, hilafetin maslahatlarını bilmesi yeterli. dır (Hak olanı hak olmayandan ayırdedebilmelidir). Burada adalet şartını biraz izah etmek gerekiyor: Adaletin ıstılah olarak iki mânâsı vardır: Birinci mânâsı hakkı tahakkuk ettirmek, hakkı hak sahibine vermek ve bâtılı ortadan kaldırmak (ıhkâk.ı hak ve ibtal-ı bâtıl)tır. İkincisi kişinin yaşayışın da istikamet üzerinde olması mânâsına gelir kı fışkın zıddıdır. Bu mânâda âdil de mek, fâsık değil demektir. Adaletin bu ikinci mânâsı birinci mânâsından daha umumi bir mânâdır ve birinciye de şâmildir. Şu halde zâlim ve gaddar bir insan hi lafete ehil olamayacağı gibi fısk u fücur sahibi bir kişi de hilafete ehil oeğildir. İs lâm âlimleri, "Zulüm ve yolsuzluk yapmakta olan bir kişiyi halife yapmak de mek. kurdu koyuna çoban yapmak demektir", diyorlar. Bundan önce imamet konusunda Allah Teâlâ ile Hz. İbrahim (as) arasır>da geçen bir mânevi konuşmayı Kur.an-ı Kerîm.den aktarmıştım. O âyette, kend. zür. riyetinden de imam yapılmasını isteyen Hz. İbrahim'e cevap olarak Allah Teâlâ. "Benim ahdim ve emanetim zalimlere ulaşmaz", buyuruyor. Zaten halife tayin et mekten gaye zâlimin zulmünü ortadan kaldırmaktır, yoksa insanlar üzerin, zulmü musallat etmek değildir. Bunun içindir ki bütün Islâm âiımlenne gere zâlim ve yolsuzluk yapan bir kişiyi halife seçmek caiz değildir. Ayrıca zulmetmeye baş.
180
CUMHURİYETİ' DÖNEM! DİN ٠ DEVLETr İLİŞKİLERİ
layan bir halife de bütün âlimlerin ittrfakıyla. vazifeden alınmaya (azl) müstahak olur, hatta başta İmam-ı Şafiî olmak üzere ilk Şafîî âlimlerine göre halife millet ta rafından azledilmemiş olsa bile kendiliğinden azledilmiş ve vazifeden ayrılmış ka bul edilir. Hanefîler ise, "Müslümanların birbirine düşmesi ve birbirlerini öldürmesi ihtilal gibi durumlar sözkonusu değilse halifenin vazifeden alınması gerekir", de mişlerdir. Alimlerden bazıları, "Hanefî fakihlerine göre adalet hilafetin sıhhat şart larından değildir. Öyleyse fâsık ve günahkâr bir kişinin hilafeti mekruh olmakla be raber sahihtir" (azledilmesi gerekmez) demişlerse de bu doğru değildir, yanlıştır. Sadru.ş-Şerîa'nm biraz önce ismini zikrettiğim Ta.dilü'l.Ulûm'unda ve Hanefî fakihlerinin Sadru'ş-şerîa derecesinde araştırıcı ve tetkikçilerinden olan meşhur Ibn-i Hümam'ın Müsayere adlı eserinde açıkça belirtildiği gibi Hanefî fakihleri de adaleti hilafetin sıhhat şartlarından sayarlar. Onlara göre adalet, meliktik ve salta natın sıhhat şartı değildir. Yani şimdi aşağıda zikredeceğim hilafetin ikinci çeşidi nin şartı değildir. Çünkü hilafetin ikinci çeşidi hükümdarlıktan ve saltanattan iba rettir. Bu ise seçim ve biat üzerine kurulmuş bir hilafet değildir; kuvvet, kahr, gale be üzerinde kurulmuştur. Bu noktada hilafetle saltanatı birbirine karıştırmamak gerekir. Hakiki hilafet başka, şeklen hilafet yani saltanat ve padişahlık yine başka dır. İkinci çeşit hilafete gelince; buna sûreten ve şeklen hilafet (hilafet-i sCıriye) demiştik. Bu sûreten ve zâhiren hilafet şeklinde ise de hakikatte hilafet değildir. Belki meliklik ve saltanattan, galebe ve sultadan ibarettir, padişahlıktır. Bu ya hila fet şartlarını kendinde bulundurmamak, veyahut kahr ve istila, zorlama ve galebe yoluyla elde edilir. Bütün Ehl-i Sünnet âlimlerinin ittifak halinde açıkladıkları bir ha kikattir ki Emevî ve Abbasî halifelerinin halifelikleri bu ikinci çeşittendir. Çünkü bunların hilafetleri milletin arzu seçimiyle meydana gelmemiş, kahr ve istila, zorla ma ve galebe yoluyla elde edilmiştir. İslâm tarihine âşinâ olanlar bilirler ki, Emevî halifelerinin yapmadıkları zulüm ve sefihlik, PeygaTnber Evlatları.na (Eh!-i Beyt) reva görmedikleri zulüm ve alçak lık kalmamıştır. Abbâsî Devleti ise tamamen zulüm, yolsuzluk, kahr ve galebe üzerine kurulmuştur. OsmanlI halifelerinin ise, saltanata olan hırs ve tamahlarından dolayı nice masum ve günahsız şehzade kanı döktükleri bilinmektedir. Hulafa-yı Raşidîn haz retleri beytülmale (hâzineye) ait olan devlet ve milletin malına "malullah (Allah Teâlâ.nın malı), halkın haklarında da "Haklullah" (Allah Teâlâ.nın hakkı) derlerdi. Dolayısıyla bütün hakların güzel ve uygun bir şekilde muhafazası konusunda son derece titizlik ve gayret gösterirlerdi. Bunlar ise (Osmanlı padişahları) müslümanların haklarını (ve mallarım) müsadere ederler ve devletin sahip olduğu mal ve mülkleri şuna buna peşkeş çekerlerdi. Şimdi insaf edelim, böyle bir zulüm ve halka galebe çalmaya hilafet denilebi lir mi? ؟İslâmiyet gibi yüce bir din. böyle ezici ve kahredici bir saltanatı kabul eder mi? Mutlak adalet sa^hıbi olan Cenab-ı ^ 3 ٠<k. ;Benirn .ahdim Bu"tür hüklTmotter.hilafl. değil, Hz. Peygamberimizin buyurdukları gibi ısırıcı sal-
w
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
181
tanattan ibarettir. Onur١içir١dir ki Hz. Peygamber Efendimiz gaipten haber vermek suretiyle bir mucize kabilinden olarak, "Benden sonra hilafet otuz senedir, ondan sonra ısırıcı saltanattan ibarettir. Onun içindir ki Hz. Peygamber Efendimiz gaip ten haber vermek suretiyle bir mucize kabilinden olarak. "Benden sonra hilafet otuz senedir, ondan sonra ısırıcı meliklik ve saltanata dönüşür", buyurmuşlardır. Tarihî hakikatler de bunu teyit etmektedir. Tarih tetkik edilir ve araştırılırsa görülür ki hakiki hilafet, Hulefa-yı Raşidin'in sonuncusu olan Hz. Ali'nin vefatıyla veyahut Hz. Hasan.ın altı aydan ibaret olan imametiyle son bulur. Ondan sonra artık "Hü küm ve tahakküm, galip olanındır" (el.Hükmü li.men galebe) kaidesi geçerli olu yor. söz kılıç ve kuvvetin eline geçiyor Bu suretle Hz. Peygamber'in ısırıcı meliklik (mülk-i adûd) diye ifade buyurdukları ezici saltanat kurulmuş oluyor. Burada ek bir bilgi kabilinden garip ve şaşılacak bir durumu zikretmek iste rim: Allâme Taftazânî adıyla meşhur bir zat vardır ki hepinizin bildiği bir zattır. Un vanından anlaşıldığı gibi büyük bir âlimdir. Fakat İslâm tarihine ve âlimlerine hal tercümelerine hakkıyla vakıf olmadığı anlaşılıyor. Bu zat Şerhu'l-Akâid adlı eserin de. "Din âlimlerinden halifeyi tayin ve azletme gücünde olanlar (Ehl-i hail u akd) Abbasî Halifelerinin halife oldukları konusunda ittifak etmişlerdir", demektedir ki doğru değildir. Tarihi hakikatlere tamamen aykırıdır. Bilirsiniz ki İmam-ı Azam hazretleri dinî konularda imam olanların en büyük lerindendir. (80/699) tarihinde doğmuş, (150/767) tarihinde vefat etmiştir. Hem Emevî ve hem de Abbasî devleti zamanında yaşadı. Ne Emevî hilafetine ve ne de Abbasî hilafetine cevaz vermemiş ve bu hilafetleri kabul etmemiştir. Henüz Eme. vîler iktidarda iken, İmam Hüseyin'in oğlu Zeynelâbidin'in torunu ve bugün Ye. men'de yaygın olan Zeydiye mezhebinin meşhur imamı İmam Zeyd hazretlerine biat edilmesi konusunda, el altından gizlice fetva verdi. Onun için Emevîler zama nında Irak valisi ve kumandanı olan meşhur İbn-i Hubeyre tarafından tartaklanmış ve hapsedilmiştir, ibn Hubeyre hergün, İmam-ı Azam.ı hapisaneden çıkararak in sanların huzurunda kırbaçla döver, sonra yine hapsederdi. Abbasiler zamanında İmam-ı Azam hazretleri. Hz. Hasan'ın çocuklarından Nefs-i Zekiye demesiyle meşhur olan Muhammed Mehdi'ye yardımda bulunulma sına ve biat edilmesine: zekat, ganimet, öşür gibi şerî vergilerin ona verilmesine gizli gizli fetvalar verdi. Bundan dolayı da Abbasîlerin ikinci halifesi olan Ebu Cafer Mansur tarafından hapsedilmiş ve nihayet hapishanede iken vefat etmiştir. Hanefî fakihlerinin ileri gelenlerinden ve usûl-i fıkıh âlimlerinden Cassas diye meşhur olan İmam Ebu Bekir Razî'nın Ahkâmu'l-Kur.an adındaki tefsirinde ve Fahruddin RazTnin Tefsir-i Kebir'inde ve meşhur Tefsir-i Keşşafta demin zikretti ğim. "Benim ahdim zâlimlere ulaşmaz" âyetinin tefsirinde yukarda anlattığım gibi geçmektedir. Aynı şekilde büyük mütehhlerden her biri; İmam-ı Azam gibi fıkıh mezhebi sahiplerinden biri olan Süfyan Sevrî, İbn Cureyh ve Abbad b. Kesir gib١ ümmetin ileri gelenleri dahi adı geçen Mansur tarafından hapsedilmişlerdi. Maükî mezhebinin kurucusu İmam Malık hazretleri ise yalnız dayak yemekle kurtulmuş tu. Fakat dayağın şiddetinden kolu çıkmıştı. Bu tarihî hakikatler meydanda iken ve en güvenilir, muteber tarih ve tefsir ki taplarında mevcut iken Allâme Taftazânî'nin "Eimme-i dinden ehl-i hail u akd. hita-
182
CUMHURlYEl^ DÖNEMİ DlN ٠ DEVLErr İLİŞKİLERİ ﺀ6 إ- أAbbasiy ؟nin ^hhattnda ittifak etmişledir", tarz.nda söz söylemesinin hiçbir il-
mî k.ymeti y.ktur. Bunu tereddütsüz ve k.rt^usuzca söyleyebilirim. Bununla berab.er, imam Ebu Yusuf ve imam Muhammed gibi lmam-1 Azam ؟؛.ebelerinden .l^n Hanefî, alimleri. Abbasîler zamanında kadılıklar kabuletmişlerdir. Hatta imam Ebu Yusuf Bağdatma Abbasî halifelerinden Mehdî, Hâdî ve Harun Reşid zamanlarında kadılkudallık vazifesinde bulunmuşlardı. Fakat bu durum enİarın hakiki hilafetlerini tasdik ettikleri mânasına gelmez'. ؟UnkU bütün Hanefî fıkıh kitaplarında zikredildiği gibi Hanefi imamlarının içtihatlarına göre, zâlim ve günahkâr bir padişahtan kadılık ve valilik gibi memuriyeti kabul etlnek zaruret gerekçe, siyle caiz ve sahih olur. Yalnız bunda da zulme ve haksızlığa alet ve vasıta ٥l^a ٠ mak şarttır. İşte bu fikir ve içtihada dayanarak. İslâm âlimleri melik ve sultanların (Halifelerin değil) kadılıklarım ve diğer memuriyetlerini kabul etmiş ve yürütmüş, lerdir. .zetleyecek clursak. gerek Emevî halifeleri ve gerekse Abbasî halifeleri ha. kikatte halife değildirler, sultan ve padişahtırlar, .nlara halife denmesi insanlar arasında Wyle bir örtün .imasındandır. Tefsir- ؛Keşşaf٠ta az önce zikredilen âye. tin tefsirinde Abbasî ve Emevî halifeleri hakkında. "Gâsıp ve mutegallibedirler, kendi kendilerine halife ismini takmışlardır", şeklinde bir açıklama yer almaktadır. Hatta demin ismi geçen Müsayere adil eserde açıkça Zikredildiği gibi. Hanefî mezhebinin ileri gelenlerinden bir kısmı ashaptan Muaviye'ye bile halife demiycr. lar. malik ve sultan diy.rlar. Efendiler, kendi kendimizi aldatmayalım, İslâm âlemini biz hiç aldatamayız. Onların İçinde birçok âlim vardır. BugUn tümü bizden daha bilgilidir. İslâmî kitaplar ellerindedir. Onlar İslâmî hilafetin ne demek olduğunu bilmezler mi? Mısırlı âlimler. Yemenli âlimler. Necidli âlimler. KUrdistanlı âlimler halifenin Kureyş'ten olması gerekeceğini bilmezler mi efendiler? Bu saydığım yerlerin âlimlerinden hiçbiri bizim padişahlarımızın halifeliğin ؛dinî açıdan kabul etmez. Mısır'da, Hindistan'da, Kürdistan.da hilafetten bahsedildiği vakit bunun ciddi olduğuna inanıyor musu. nuz? ''Bravo" sesleri... Onların âlimleri bizim padişahlara hiçbir zaman halife dememiştir. Kitapları meydandadır, ؟afilerin en muteber kitabi olan Minhac.ı Nevevî ؟ilerde dolaşrnakı tad؛r, basılmıştır. Bütün Şafiî medreselerinde, bütün Şafiî aiimle.rinin ellerinde hürmetle dolaşmaktadır. Ona bakınızı ŞafI mezhebine mensup ٥l ؟nİ3 ra gG٢e .bizim ^adi ؛ahlar3 halife denilip denilmeyeceğini anlarsınız. Malik.i ve Hanbe٩ kitaplarına da bakiniz, onların da bizim padişahlara ne dediklerini görürsünüz. Hatta bizim ؟srnanli alırnleri bile kerıdi p^işahlarına halif? dem؟mişlerdtr. ^ ؟nefîfakthlernn ustat^rmdan ve Türkistan’ın en büyük âlimlerinden imam
! ؤ٢.? اﺗﻪ٠ع:ة!ﺋﺎ؛! ئ^ا؛ا: ٠;ﺀ!ال؛!اﻣﻘﻘﺖ٩ ﻫﻪ2ش^ا لhuﻫﺜﺎ ٠ ^aka ه: هrاdقe":^mrsl;rاقBurzatاın ئek.
b٧yük ^ r .akih olduğu İçin kendisine *؛اؤﺀ ؟اإ ؛ ه ؛8 ﻻr r ç^rkıta^anjardırH aneirm ^hefndeım am .dırB^ ؛ ؛ ^ ؛ ; ؛
E 11
İ
l ü
ü
:
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
183
ğer bütün İslâmî kitaplarda halHe olacak kişinin Kureyş’ten olmasının şart olduğu ve Kureyşlen olmayanın hilafetinin caiz olmayacağı mutlak ve kesin bir dille açık lanıyor. "Kureyş olanlardan başkası caiz olmaz*., deniyor. Onun içindir ki demin is mini zikrettiğim Allame Taftazâni. Şerh-i akaid'inde, *Abbasî halifelerinden sonraki hilafetin durumu su götürür*, diyor. Şu halde bu güçlükleri ve vuzuhsuzlukları ortadan kaldırmak için ne yapmak lazımdır? Ne demeli ki bu zorluklar ortadan kalksın? Bu hususta söylenecek söz şudur: Halifeliğin şartlarını taşıyan bir kişi bulunmadığı müddetçe, halifenin tayin edilmesi ve seçilmesi önermesi ortadan kalkar, vacip olmaz. Şimdi burada gayet kuvvetli bir itiraz ortaya çıkar: Denilebilir ki, müslümanlar üzerine bir imam (halife) tayin etmek ve seçmek vaciptir. Bu konuda icma.yı üm met vardır. Bütün İslâm âlimleri imam tayin etmenin vacip olduğu konusunda itti fak ve sözbiriiği etmişlerdir. Buna ne cevap vereceksiniz? Bu soru hakikaten çok kuvvetli bir sorudur. İşin içine İcma girince tarafımız dan ne söylense fayda vermez, hiç kimse dinlemez. Çünkü icma en kuvvetli delil kabul edilir. Bizim tarafımızdan ne söylenirse söylensin, bize cevap olarak. "İcmaa katılan âlimler senden daha iyi bilir*., denilir. Şu halde buna nasıl cevap verilmeli dir? Bunun cevabını Şafiî âlimlerinin en büyük mütehassıslarından Allâme Adudiddin vermiştir. Bu zatın Mevâkıf isimli çok muteber bir eseri vardır. Ehl.i Sun. net'in akâidi ile ilgiii bir eserdir. Büyük bir kitaptır. İstanbul'da Matbaa-yı Âmire'de üç cilt halinde basılmıştır. Bütün Islâm âlimlerinin elinde hüccet gibi tutulur ve için deki bilgiler güvenilir bir senet kabul edilir. İşte bu kitabın imamet bahsinde bu so ru müellif tarafından sorulduktan sonra ona cevap olarak demin dediğim gibi, *imametin şartlarını kendinde toplayan bir kişi bulunmadığı müddetçe müslüman lar üzerine bir imam tayin etmek vacip olmaz"; diye kayıtlıdır. Sözümün doğrulu ğuna ve sıhhatına inanmak istemeyenler bu esere müracaat etsinler. Fakat bu durumda memleket anarşi, millet de karışıklık ve ihtilal içinde kal maz mı? Evet millet fuzuli bir şekilde başıboş, kendi haline terkedilir. Hükümet ku rulmazsa şüphesiz memleket anarşi, millet ihtilal içinde kalır Fakat Mevâkıf yaza rının maksadı bu değildir. Şartlarını taşıyan, gerçek halife manasına bir imam ta yin etmek mümkün olmadığı zaman artık o mânada imam tayin etmenin vaciptıği ortadan kalkar demek istiyor. Bundan "Hükümet kurmaya da lüzum yoktur*, mâ nası çıkmaz. Maksadı "Halifelik şartlarını taşıyan bir imam tayin etmek imkânsız olduğu zaman yine hükümet kurmak vacip olur. Fakat artık ona hilafet, hükümet başkanına da halife mânasına imam denmez ve bundan dolayı Islâm milleti gü nahkâr olmaz", demekledir. Nitekim bundan önce ismi geçen Sadru'ş-şena Ta.dilu.l-ulûm.da halifelik şartlarını saydıktan sonra, şartlarını taşıyan halifeliğin ٠ hadis-i şerifte açıklandığı gibi—otuz senede tamamlandığını, ondan sonra dünye vî başkanlık ve galebe başkanlığı (riyaset.i dünyeviye ve tagallubiye)den ibaret olan meliklik ve saltanatın kurulduğunu açıklıyor. Sonra da "Şu zikredilen hilafet şartlarından zaruretlerin ortadan kaldırdığı şartlar düşmüştür. Bunun gibi zamanı mızda Kureyşten olma şartı da düşmüştür, diyor. Bu sözü söyledikten sonra "Hepsi de Allah'ın rahmetinden koğulmuş olarak. Nerede ele geçirilirse yakalanır.
184
c u m h u r iy e t
DÖNEMİ DlN ٠DEVLET İLİŞKİLERİ
!ar ٠ n؛ar ٠٧ ؟öldürülürler de öldürülürle^ (Ahzab 33/61) ayetini iktibas ediyor. Bu suretle hilafet çartlar.nt taşımayan melik ve sultanlara şiddetle hücum ediyOr. İşte bu izahlarımdan gerçek hilafetle şeklî hilafetin neden ibaret olduğu tamamiyle.anlaşılmıştır, sanırım. Gerçek hilafet asil hilafettir ki Raşid hailelere ٢٢١ahs٧ s idi. geldi geçti. Şeklî hilafet ise Raşid halifelerden sonra gelen halifelerin hijafetidir ki kahreden sultanlıktan başka birşey değildir ve dinen gayet kötülenmiştir. Gerçek hilafette halife. Resul.i Ekrem efendimizin izini takip ederek Peygamberâne bir idare hayati ve babacan bir siyaset takip edecek, elinde H^ret.i Kuran hidayet şulesi ve hareketlerinin rehberi olacak, kalbinde Allah korkusu onu her halükârda adaletten ayırmayacak, makam ve memurlukları birer İlâhî emanet kabul ederek ehlini bulup ona devredecek. müslUmanların haklarının kaybolmasına ve hazine malinin zerre kadar israfına meydan vermeyecek. Islâmiyetin inkişaf ve yücelmesi ve İslâm ehlinin saadet ve ilerlemesi neye bağlı ise onu elde etme'ye kudretinin elverdiği ölçüde gayret şadedecek. Şimdi zamanımızda bOyle gerçek bir hilafet kurmak mümkün müdür? Hz. Ebu Bekir-i Sıddîk hilafet makamına seçildiği zaman minbere çıkıp, Ce. nab-1 Hakk'a hamd u sena ettikten sonra şu hutbeyi irad etmiştir: "Ey insanlar, ben size velıyyü'l-emr oldum. Halbuki ben sizin en hayırlınız değilim. Eğer iyilik edersem bana destek olunuz, kötülük yaparsam beni doğru yola sevkediniz. Doğruluk emanettir, yalancılık hıyanettir. Sizin zayıfmız, hakkini zâlimden alıncaya kadar katimda kuvvetlidir ؛kuvvetliniz de ezilmişin fıakkını alıncaya kadar katimda zay،ftır. Hiçbiriniz cihadı terketmesin, cihadı terkeden topluluk zelil olur. Ben Allah.a ve Resulüne itaat ettikçe siz de bana itaat ediniz. Ben Allah'a ve RasulUne rtaat etmezsem siz de bana itaat etmeyin. Kalkınız namaza. Allah size rahmet etsin." Hz. Ebu Bekir.in vefatında hiçbir nakdî varlığı (para, altın. gümüş) çıkmamıştı. BeytUlmalden takdir edilen nafaka ile orta halde yaşardı. Devlet, malından kendisinde bir köle ile bir deve ve bir de kaftan vardı. Vefatından çok az bir zaman Once kızı müminlerin anası Hz. AişeVi çağırarak. "Biz halife olalıdan beri milletin dirhem ve dinarını yemedik, kaba ve bayağı yemeklerini yedik ve kati elbisesini giydik. Bu köle ile bU deve ve kaftan benim malim de^if, müslü۴ anlar)t٠n beytülmainindir. Ben mUslümanların maslahatları ile meşgul olu.en onları kullanırdım.٠Si26 miras olarak kalm ^. Vefatımdan sonra üçünü de Ömer'e gönder", diye vasiyet etmiştir. Hz. Aişe vasiyet İcabı onları Hz. Ğmerte gönderin ؟e Hz. Ömer.٠٠^E٠y Ebu Bekir. kendinden sonra gelenleri zahmete soktun, müşkil bir duduma düşürdün", diyerekağladı. ٧ ٥ ٠ ا ا ج0 ه٧ 0 ;ا ; ﻋ ﺎ5 إ أ ه ﺣ ﺎ أ ا ﺟ ﺢ ة ا ق ؟ إ ﻻ ﻻ ج٢ ى أ ﻟ ﻬ ﺐ8 ا ﻻ ؟ ﻻ٦ ﻳ ﻬ ﺔ ﻷ0ﺣ ﻬ ﻢ ه hernlik kOhne kaftanın ne değeri olur? Emrelseniz de onları Hz. Aîşe'ye iade etseîe^.d'ey'ince Hz.'Ömer, "O â^ertîn zamanında olamaz", cevabini vermişti. ؛٠ ٠ ٧ nafaka « ?٥ ؟r i f ٥٠٠ rn frrd fr ٠:D n lü k U v M ٧ i ç : ٢ ؟n r : d a r r ؟u t r ٧n .olduğundan günlük ا1 ةgoginirdlve günlük yiyecek İçeceğini çok dar tutmuş olduğundan
h a l if e l iğ in kai . d ir jlm a si
185
ailesi sıkıntı çekerdi. Diğer hak sahiplerine ise kendi istihkakından fazla verirdi. Birgün hutbe okumak için minbere çıktığında üzerindeki elbisenin oniki yerinde yama görülmüştü. Geceleri Medıne-i Münevvere sokaklarında ta sabahlara kadar bekçi gibi dolaşır, bizzat şehrin asayişini muhafazaya çalışırdı. Hatla kapalı olup olmadıklarım anlamak için kapıları yoklardı ve "Fırat nehrinde bir oğlak boğulacak olursa korkarım ki yarın Cenab-ı Hak beni ondan mesul tutar., diyerek ağlardı. Mesuliyet hissi ve Allah korkusu kalbinde o kadar yer etmişti ki ara sıra. "٤ y Rab• bim. İslâm memleketleri çok genişledi. Her tarafta ilâhı adaletini neşretmek ve yaymak benim için zorlaştı. Artık bu mesuliyet yüküne tahammül edemiyeceğim. ruhumu al", diye dua ederdi. Vefat ettiği zaman borçlu olduğu için malları satılıp borçları ödendi. Hz. İmam Ali de geceleri biri beytülmalin, diğeri kendi parasıyla alınmış ıkı mum bulundururmuş. Milletin maslahatlarıyla meşgul olurken beytülmalin mumu nu kullanırdı. Fakat o sırada kendi şahsî işiyle meşgul olacağı zaman veya yanına biri gelip hususi konuşma başlayacak olursa hemen o mumu söndürür, kendi pa rasıyla alınan mumu yakardı. Hz. Osman ise şahsî sen/ete sahip olduğu İçin hali felik masrafları adı altında beytülmalden hiçbir şey almazdı. İşte gerçek hilafet böyle olur. Halife diye de böyle zatlara denir. Zamanımızda böyle halife bulmak mümkün müdür? Mümkün olmayınca halîfe aramanın manası kalır mı? Sözler min başında da söylemiştim: Şerefli şeriat nazarında hilafetten maksat hüküme tır. bir adaletli hükümet kurmaktır. Kur'an-ı Kerim de hükümet işinde idare tarzı o mak üzere bize meşvereti (şûra) tavsiye ediyor. "Onların işleri kendi aralarındak şûraya dayanır", diyor. Bizim de bugün mümkün olduğu kadar kurmaya çalıştığ mız idare usûlü ve tarzı meşverettir. Hükümeti meşveret esası üzerine kurmak is tiyoruz. Ve hatta kurduk da. Bu idare usûlü. İlâhî güzelliğe ve beğenmeye mazhar olduğu halde daha ne istiyoruz, başımızda heyula gibi bir halife bulundurmanın ne mânası vardır? ★
*
*
İşte efendiler, hilafet meselesinin kelâm ilmi yani itikadiyat açısından şerî mahiyeti budur. Bunu bu şekilde bilmek, halkı aydınlatmak, hakikati bildirmek la zımdır. Böyle bir zamanda bu bizim için bir farizadır. Alkışlar... Gerçekten bazı kişiler var. Meselâ bizim muhterem Gümüşhane mebusu Ze ki Bey. muhterem Kastamonu mebusu Halit Bey Efendiler hazretleri gibi, İçte ve dışta daha birçok kişi bulunabilir ki bu konuda tereddütleri var. Endişelen pek tabii bir endişedir. Çünkü mesele pek büyüktür. Kendilerini mazur görürüm. Hiç şüphe etmem ki meseleyi olduğu gibi bildikleri zaman o endişeleri giderilmiş olur. Onlar da tam bu itidalle bizim bakış açımıza katılırlar. Muhterem Halit Bey Efendi, "Ben meselenin şerî tarafına karışmam, siyasî yönünü düşünürüm" dediler. Yani meselenin siyasî yönünden endişelendiklerini söylediler. Bu konuda da bir iki söz söylemek isterim. Kimsenin kanaatini kötüye kullanmak İstemem. Söyleyeceğim sözler sırf benim şahsî kanaalımdır. Bunu yani
186
I .
ı; ا
أ
ا
CUMHURİYErr DÖNEMİ DlN . DEVLErr İLİŞKİLERİ
hilafet meselesinin siyasi yönünü ben de çok düşündüm. Geçen senedenberl bazı yayın organlar, da bundan ^ahsettl. Zannediliyor ki biz hilale^! lağvedersek Mi. Sida. H.ndistan.da ve diğer İslâm memlekellerinde kötü tesir yapaCak. Bu bence ؟ok boş bir fikirdir. Emin olun efendiler, bunun İslâm dünyasında hiçbir tesiri ola. m32. Once de söylediğim gibi İslâm dünyâsının âlimleri kimin halile'olacağını ve nasıl halife olmak lazım geleceğini bizden iyi bilirler. İslâm dünyâsının bize olan y.ardımı bilmiyorum, gerçekten var mıdır? Elendiler, beş on lira vermekle ona yardım denmez. Vaktiyle İstanbul'da "Cihad letvası" yayımlandığı zaman İslâm dünyasından higbir kabul ve katılma sesi çıkmadı. Irakı, Suriyeli ve hatta hilalet merkezi sayılan İstanbul'u İşgal eden ordular Hindistan'ın müslüman askerlerinden meydana gelmekte idi. Beni Arabyan hanında bir odaya kapayarak başımda nöbet bekleyen de müslüman Hint askeri idi. Hanımım ve çocuklarım ziyaretime gel. digi zaman onlarla benim arama girerek elinde hançerle nObet bekleyen müslüman Hint askeri idi. içimizde Şeyhülislâmlık yapmış olan kişi de beraber Malta'da esir yaşadığımız zaman İslâm dünyâsının hiçbir taralından bize yardim eli uzatıl. mamıştı. Efendiler kendı'mizi aldatmayalım, gerçeği olduğu gibi görelim ve görme, yenlere de gösterelim. Evet İslâm dünyâsının bize ve bizim onlara yardim etme, miz lâzımdır, hatta vaciptir. Bütün müslüman lertlerin de birdiğerine elden geldiği kadar yardim etmesi vaciptir. Fakat bu hilalet meselesi değil, hilaletten dolayı de. ğil, din kardeşliği meselesidir. MüslUmanlar birbirlerinin kardeşi olduğundandır. Kur’an-1 Kerim ..Mü.minler ancak kardeştirler" (Hucurat 4910 رbuyuruyor. Yani mü. minler birbirinin kardeşidir diyor. İşte İslâm dünyâsının üzerine bize yardim etmek bu din kardeşliğinden dolayı vaciptir. Yoksa bir kişinin halile adıyla heyula gibi bir makamda oturmasından dolayı değildir. İslâm'da insanlar hakkında kudsilik söz. konusu değildir. İslâm’da Oyle Hristiyanlıkta olduğu gibi ruhaniyet yani ruhani hü. kUmet yoktur. Ayni şekilde Islâr^.da ne dini teşkilat, ne d ؟idari teşkilat yoktur. İslâm ؛eriatı dini teşkilat kurmadığı gibi, idari teşkilâtı da İslâm ümmetine bırakmıştır. İslâmiyet mukaddes olarak yalnız bir şeyi tanır ki 0 da haktir. M٧ kaddes olan yalnız h3klardır. Cenab-I Hakk.ın bir ismi de Hakk٦ır. Kudsiyet de o.ndadır. Bazı dinlerin bazı şeylere verdiği kudsiyeti İslâmiyet vermemiştir. Hele insanlara hiç kudsiyet vermemiştir, zerre kadar vermemiştir. Peygamberlere bi.l ؟kudsi.yet vermemiştir. Hz. Peygamberin en büyük duası "Ey Rabbim, eşya ؛varlıklar)yı bana olduğU gibi göster" idi. Diğer bir duası da. "Allah'ım, kabrimi tapılan bir put yap. ma" idi. Tunalı Hilmi Bey (Zonguldak): Yaşa hoca yaşa! Varol؛
M devrinde sa Jnatlann yapm.ş olduklan zulümleri önmek için, müstebit hükumdartarm etrafında bulunan ryakâr şahısların bilerek yaptıkları telkinlerden ve bir takım bilgisiz ve saf kişilerin yanlış telkinlerinden doğmuş ve giderek umumi bir fikir haline gelmiş bir hurafedir. Kısaca müslûmanların birbirine yardımda bulunmaları lüzumlu dini bir görev-
I
،1 HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
187
hadis vardır ki müslümanlar arasındaki dayanışmanın lüzumluluk derecesini gös. terir. Bu konuda daha pekçok hadis.i şerifler vardır. Herbıri bir ahlâkî düstur ve pek yüksek bir içtimai vazifedir. Onun için Hind'in, Mısır'ın. Afgan'ın, Türkistan’ın ve diğer Islâm dünyasının bize ve bizim onlara irtibatımız hep bu dinî tesanütten doğmuştur. O zavallılar da kendilerini esaretten kurtarmak için medet umacakları bir yer ve bir el arıyorlar. "Bravo" sesleri. işte bunun içindir ki biz hilafeti ilga etsek de etmesek de onlar daima ellerin den geldiği kadar bize yardım etmeye devam edeceklerdir ve etmeleri gerekir. AH Şuurî Bey (Karesi): Evvelce yayınladığınız risalenizde (Hint ve hâkimi. yet.i milliye adlı risale) hilafeti vekâletle tarif ediyordunuz. Hilafet bir çeşit vekâlet tir. Halife Islâm milletinin vekilidir, diyordunuz, bu bakış açınızdan vaz mı geçti niz? Hayır, o görüşümden vazgeçmedim. Fakat bendeniz pek uzun sürecek diye bu mesele hakkında bütün bildiklerimi söylemek istemiyorum. "Söyle, söyle, dinleriz" sesleri. Mademki istiyorsunuz o halde ben de söyleyeyim. Fakat sabrınızı kötüye kullanıyorum. Sözlerim biraz daha uzayacaksa meselenin pek büyük ehemmiyeti olduğundan affınızı dilerim. "Söyle, zevkle dinliyoruz" sesleri. Evet Ali Şuurî Beyefendi, hilafet bîr çeşit vekâlettir. Mîlletle halife arasında akdedilmiş olan vekâletten başka birşey değildir. Millet müvekkil (vekil eden), hali fe onun vekilidir. Halife seçmek ve ona biat etmek demek vekâlet akdini icap et mek demektir. Bilirsiniz ki her mukavele iki tarafın icap ve kabulüyle akdedilmiş olur, işte hilafet de bir akit ve mukaveledir. Hem de bütün fakihlehn ittifakla açıkla dıkları gibi vekâlet akdi çeşidindendir. Hakkında vekâlet kaidelerinin hükümleri ge çerli olur. Çünkü efendiler, defalarca arzetmiştim ki hilafet şerî mahiyeti itibariy le hükümet demektir. Bilirsiniz ki Hz. Peygamber, bir taraftan şerî hükümleri ortaya koyar, teşri' eder, diğer taraftan da bizzat o hükümleri icra ederdi. Et rafa valiler, kadılar, kumandanlar tayin ederdi ve harplerde bizzat başku mandanlık vazifesini yerine getirirdi. Hatta pek iyi bilirsiniz kı Uhut harbinde ya nağından yaralanmıştı. Bu durumlar ise —söylemeye ihtiyaç yoktur— hükümetin İcrası demektir. Onun içindir ki hilafet de hükümet demektir. Fakat gerek Asr-ı sa adette ve gerek sonraları hükümet tabiri ıstılah olarak kullanılmamıştır. Hükümet kelimesi lugatta hâkim olmak, emretmek ve yasaklamak, tahakküm etmek demek tir. Şeriat açısından pek makbul bir şey değildir. Onun için vakitler hükümet tabın kullanılmamış, onun yerine hilafet tabiri kullanılmıştır. Hanefî lakihlerinın sonraki leri arasında Ibn Hümam adında bir kişi vardır ki müctehid derecesinde büyük bir fıkıhçıdır. Sivasla doğup İskenderiye’de yetişmiştir ve orada talebe okutarak ga yet bereketli ve feyizli eserler meydana getirmiştir. Hicrî dokuzuncu asrın ı؛en gelenlerındendir. Bunun kelâm ilmine, yani itikada ait Müsayere adında bir kitabı var dır kı basılmıştır. Bundan önce do birkaç defa adını verdiğim işte o kitapta, ima meti, yani hilafeti, "müslümanlar üzerine kamu tasarrufuna (tasurruf-ı imme) hak
188
CUMHURİYET DÖNEMİ DlN - DEVLET İLİŞKİLERİ kazanmaktır... diye tarif atmişlir. İçte hilafeti fıkıh yani hukuk ilmi açısından tarifi ﻫ ﻼ ة٧٢٠ Akaid. ilmi kitaplarında hilafet, daha doğrusu imamet baçka çekilde tarif edi. lir: “Din ve dUnya içlerinde Hz. Peygamberden halef olarak mUslU^anlar üzerinde ؛eisliktir", diye tarif edilir. Ibn HUmam bUyUk fakih olduğundan imameti fıkıh ve' hukuk açısından tarif etmek istememiç, onun İçin "imamet, mUslUmanlar üzerine ka. . ^ ٠٧ tafarrufuna hak kaza.nmaktır", demiçtir. İçte efendiler imametin, diğer tabirle hilafetin en güzel ve en doğru tarifi budur. "Kamu tasarrufuna hak kazanmaktır", diyor. Kamu tasarrufu demek, bütün mUslümanlara çamil olmak üzere onların umumi ve ortak içlerinde tasarrufta bulunmak demektir. Buna fıkıh dilinde yani Is. la ^ hukuku ıstılahında kamu velayeti (velâyet. ؛âmme) denir. Velâyet ne demektir? Ve kamu tasarrufuna hak kazanmak ne çekilde meydana gelir? Bütün müslümanlar üzerinde kamu tasarrufuna hak kazanacak bir kimse var mıdır? Bunları açıklamak gerekiyor. Rica ederim, mesele derinleçiyor. Gayet ilmi bir safhaya giri. yor, dikkatle dinlememiz gerekir. Velâyeti İslâm âlimleri, "ister istesin isterse diretsin bir baçkasına sOz geçirmek", çeklinde tarif ederler. İçte velayetin manası budur. ؟٧ halde İslâm çeriatına göre böyle "ister istesin, ister istemesin baçkasına söz geçirmek hakkına sahip olan kimse var mıdır? Bu zorla söz geçirmek demektir ki tahakkümden baçka birçey değildir. Tahakküm çeriat açısından caiz midir? Evet bir kimsenin diğerine zorla söz geçirmeye kalkıçması meçru olmazsa ona tahakküm denir, galebe çal. mak denir ve nihayet saltanat denir. Fakat meçru olursa İçte 0 zaman velâyet denir. ?imdi bu meseleyi birgiriçle açıklayayım: Muhterem efendileri İslâm flukukuna göre üç hak vardır ki bu üç hakka her k؛çi eç؛t çartlarda sahiptir ve üçü de değiçmez ve sarsılmaz haklardır. Birincisi hürriyet hakki, İkincisi korunmuçluk (ismet) hakki ^ i z çimdi buna çahsi korunmuçluk (masUniyet-i çahsiyye) diyoruz-. Nefsin ve ırzın korunmuçluğu demektir. Üçüncüsü de mülkiyet hakkidir. İçte bu üç hak Islâm'ın temel hak anlayıçını meydana getirirler. Diğer bütün haklar bu üç haktandoğar. Bu üç hak bütün hakların anası ve çıkıç yeridir. Zamanımızda medeni memleketlerin temel haklan bu üç hak değil midir? Evet öyledir ama ne yazık ki hilafet adi altındadır sonra gelen mUstebIt hükümetler bu temel haklara gerektiği gibi uymadılar. Isiam.da hiçbir ferdin diger bir fert üzerinde kendiliğinden bizzat veiayet hakki yoktur. Hiç bir kimse diğerine zorla sö z geçirmek hakkin ؟sahip değildir. Hİçblr kIçI diğerine öyle zorla şunu yap, bunu yapma, şurada ot.ur؛ oraya gltmO d ly errıeı Herkes hürdür, istediği yerde oturur, kalkar, ؛stediğl g lb ؛hareket eder. B aşkasına zaran dokunm adıkça ona l<arışıla^ ؟z٠.٠ Ay٠n٠ı şekilde herkesin nefsi. ırZı. hürmete lâyık ve saldırıdan korunmuştur. MUlk edinm؟ hakki da. hoyledir. Herkesin mail, mülkü saldırgan korunmuştur. Herkes kendi
ا؛ل0 أﻗﺎه9ي١ااﻷ:قyoktur. ::ﺋﺌﺎﺀﻫﻤﺘﺎ ٠<ا86ق5أاوhukukönündG ٧ ه ; ا ة٠ﻫﺖ٧: ة: هeşıttir.Öyle ٢5: أ س0 ; ٦si: ؛ bif kımsenın müdahaleetmeyehakkı Herkes
Allah n ^ a rın d a eşittir Allah katinda en makbul ve mükerrem'olan kişi, kimin oğlu
/
r
h a l if e l iğ in
KALDIRILMASI
189
olursa olsun Allahsan en ؟ok korkan kişidir. Bunun ! ؟indir kl İslâm'da h١ ؟bir kimsa kandi şahsî Imllyazından dolayı diğer bir lert üzerinde zorla sOz geçirmek, ona emrelmek ve yasaklamak hakkına sahip değildir. İslâm'da yalnız bir kişinin diğeri üzerinde veiayeli. zorla söz geçirmek hakki vardır kl 0 da babadır. İşle yalnız babanın ؟ocukları üzerinde söz geçirmek hakki vardır ki velayettir. Baba gocuğunun velisidir. Bu velâyel babanın babalık vaslın. dan gelmekledir ve ؟ocuk hakkında mükemmel bir şefkat safıibl olduğundandır. Ortada bir ؟ocuk var, bakılmak ister. Kendisine miras olarak intikal eden mallannın korunması lazım. ؟oculttur kendisine bakamaz ve mallarım koruyamaz. Buna kim bakacak ve mallarım kim koruyacak? İslâm şeriatı çocuğa bakmak, diğer bir tabirle ؟ocuk üzerinde velâyet hakkına sahip olmak konusunu, gocuk hakkında en çok şefkat safiibi olan, fıerkesten çok onun menfaat ve iyiliğini düşünecek olan ki. şlye veriyor ki 0 da babadır. İşte babanın bu velayetine şahsî velâyet (velâyet.1 şahsiyye) denir. Babanın kendisinden, babalık vasfından doğan bir velayettir. Ba. badan başka ve baba hükmünde olan büyük babadan başka higbir kimsenin diğer fert üzerinde böyle ve!âyet-i zatiyesi yoktur. Herkesin kendi şahsında ve malların, da velâyetı, diğer bir tabirle tasarruf hakki vardır. Onun bu velâyet ve tasarrufuna kimse karışamaz. İşte bu esasa dayanarak "Herkes kendi âleminin pâdişâhıdır" denir. Bir kişi diğer bir şahıs hakkında velâyete ve tasarruf hakkına sahip olabilmek İçin mutlaka 0 şahıstan velâyet hakkini alması gerekir. Meselâ bir kimsenin dığen. nin bir malını başkasına satabilmek İ ؟in mal sahibinden izin almış olması gerekir. Daha Once öyle bir izin almamışsa 0 satış geçerli olmaz. Bu konuda izin almak demek ne demektir? 0 mail satmak velâyetini onun rızasıyla ondan almak de. mektir. İşte 0 velâyeti almış olan kişiye vekil denir. Ona ve velâyeti veren kişiye de müvekkil denir. Vekil ^ y le velâyet almamış ise ona vekil denmez, fuzulî denir. ٠ ٧ . zulînin tasarrufları ise geçerli olmaz. Sonradan mal sahibi muvafakat ederse bu durum müstesnadır. Bu durumda da sonradan verilen icazet, izin, geçmiş bir ve. kaiet hükmündedir denir (İcazet-İ lâtııka vekâlet.! sâbıka hükmündedir) ve 0 itibar, la fuzulînin tasarrufu muteber olur. Hakem meselesi de bOyledir. Yani bir kimse diger biriyle olan davasında başka bir kişiyi kendi rızasıyla hakem kabul ve tayin et. medıkge 0 kişinin 0 kimse aleyhinde meydana gelecek hükmü muteber değildir, fuzuli olur. Bir kişi kendi aleyhinde hükmetmek hakkini başka birine vermelidir kl 0 kişinin 0 kimse aleyhindeki hükmü muteber olabilsin, ؟unku demin ne demiştik? Babadan başka higbır kimsenin diğer bir kişi hakkında velâyeti, tasarruf hakki yok. tur dememiş mi idik? İşte bunun İçin kim olursa olsun diğer bir kişinin lefiinde ve. ya aleyhinde tasarrutta bulunabilmesi igin 0 kişiden kendi rızası ile velâyet alması ve tas.arruf hakki alması zaruridir. Babanın ç ^ u k hakkındakı velayetine, velayet"! zatiye (ve şahsiye) denildiğini söylemiştik. Başka bir kişinin diğer bir şahsa velâyet vermesine ve 0 şahsın bu şekilde velâyet sahibi olmasına dadevredilmiş velâyet (velâyet.î tefviz) denir. Demek oluyor ki velâyet iki kısı.mdır: B٠i؛i velâyot-1zâti, yedir ki ،abanin velayetidir, diğeri velâyet.i tefvizdir ki akıllı ve bulûğ çağına ulaş, mış bir şahsın diğer bir kişiye vermiş olduğu velayettir. İşte vekilin, vasinin, mütevellinin ve hakemlerin sahip oldukları velâyetter hep velâyet.1tefvîz cümlesindendir. İşte halifenin sahip olduğu velayet de bu voia.
190
CUMHURİYEI^ DÖNEM! DlN
DEVLEl'iLlŞKlLERl
٠
y0 t-İ tefvîz türündendir. Çünkü hiçbir kimsenin kendiliğinden veya miras yoluyla halife olmak hakkı yoktur. Ibn Hümam'ın yukardaki tarifinden anlaşılmıştır ki halife olmak demek kamu tasarrufuna hak kazanmak demektir. Bu hak kazanma ise millet tarafından bir şahsa bu kamu tasarrufu salahiyetini vermekle olur ki vekâlet demektir. Kamu işleri denilen şey milletin kendi ortak işleridir. Bir memleketin ida resi demek, o memlekette millete ait olan işlerde tasarruf etmek demektir. Bu ise doğrudan doğruya milletin kendi işidir, milletin kendi hakkıdır. Millet bu hakkını başkasına vermedikçe hiçbir kimse o hakka malik olamaz. İşte bu esasa dayana rak İslâm fakihleri yani Islâm hukukçuları. "Hilafet, milletle halife arasında akdedil miş bir vekâlettir.", derler ve bu konuda tamamen vekâlet kaidesinin hükümlerini tatbik ederler. Meselâ mutlak vekâlet olabileceği gibi mukayyed (sınırlı) da olabilir. Ve vekil olan kişi müvekkilinin, vekil kılma sırasında öne sürdüğü kayıt ve şarta uymaya mecburdur. O kayda uymazsa tasarrufu geçerli olmaz. Bunun gibi hilafet de vekâlet türünden olduğundan, halife seçim ve biat sırasında müvekkil olan mil let tarafından ileri sürülen kayıt ve şarta uymaya mecburdur. Millet kendi kamu ve!âyetini yani kamu işlerinde kamu tasarrufu salahiyetini halifeye mutlak surette bahşetmiş ise halifenin bu çeşit mutlak halifeliği, mutlak hükümet demek olur; raşid halifelerin hilafeti gibi. Yok eğer millet biat sırasında halifenin hilafetini yani ka mu velayetini bazı kayıt ve şartlara tâbi tutmuşsa o zaman bu tür hilafet de meşru tî hükümet demek olur. Osmanlı meşrutiyetinde olduğu gibi. Bunun her ikisi de ca iz olduğu gibi milletin kendi kamu işlerinde hiçbir kimseye tasarruf hakkı bahşet memesi de esas itibariyle caiz olmak lazım gelir. Millet, kendi işini kendim görece ğim. artık ben rüşde ulaştım, kendi ortak işlerimde kendim tasarruf etmek için ge reken ehliyet ve bilgiye de sahibim, dolayısıyla kamu tasarrufu hakkını artık kim şeye vermeyeceğim diyecek olursa ona ne denilebilir? İşte şimdi biz de böyle yapmak istiyoruz. Buna fıkıh ve hukuk itibariyle hiçbir engel yoktur. Yeter ki millet gerçekten rüşde ulaşmış olsun. Ve bu konuda olması gereken siyasî ve İçtimaî terbiyeye sahip bulunsun. Kur.an-1 Kerîm'de "Müslümanların işi kendi aralarında meşveretle görülür", dendiği için buna şerî müsaade bulunduğunu bildiriyor. Za manımızda birçok büyük devlet de kendilerini bu şekilde idare ediyor. Pek güzel idare ediyor. Önce de söylemiştim: Hilafet demek hükümet demektir. Maksat memleket ve milleti adaletli bir şekilde güzelce idare etmektir, foksa hükü metin şekil değildir. Bu konuyu biraz daha açıklamak lazım gelirse deriz ki. velâyet —ister uygun bulsun ister bulmasın— başkası üzerine söz geçirmek demektir ki zorla söz geçir mek demek olur. Böyle zorla söz geçirmek meşru olmazsa ona zulüm ve tahak küm denir. Meşru olursa velâyet olur. Bir kanuna dayanırsa ona hüküm denir. La fızlar başka başkadır. Fakat mâna hep birdir. İtibar edilen şey ve yönler ayrıdır. Dolayısıyla velâyet Hk önce iki kısma ayrılır: Kamu velâyeti. hususi velayet. Kamu velâyeti demek hükümet demek, hakimiyet demek, saltanat demek, şu yüce Mec lisin tasarrufu demektir. Kamu veiâyetinin mânası budur. Memleketin her tarafını, bütün fertleri ve cümle kamu işlerini içine alır. Bugün Türkiye'de bu yüce Meclisin kararları olmadıkça hiçbir kimsenin diğer bir kimse üzerinde zorla söz geçirmeye hakkı yoktur, geçiremez, geçirirse meşru ve kanunî olmayan bir şey olur, cezayı gerektfren birL^am teşkil eder. Ne zaman siz bir karar verir ve bir kanun yapar-
HAÜFELİĞİN KALDIRILMASI
191
sanız o zaman ondan önce zulüm olan şey şimdi bu karardan sonra, bu kanun dan sonra meşru olur, adalet olur. Çünkü bunlar izafi işlerdir. Adalet de zulüm de İzafî işlerdendir, nisbîdlr. Zaten dünyada mutlak bir şey yoktur, herşey nisbıdir. Onun için bir zaman adalet olan diğer bir zaman zulüm olur. O halde halifenin, imamın, hükümetin veya sultanın emirleri, tasarrufları, na sıl geçerli oluyor? İşte seçim ve biat onun için şarttır. Halifeyi seçmek, imam deni len kişiyi seçmek, hatta mebusları seçmek onun için şarttır. Size basit bir hukuk kaidesi arzedey m: Hepiniz bilirsiniz, bir insan gerek kendi şahsında ve gerekse kendi malında d lediği gibi tasarruf eder. Dilerse bu tasarruf hakkını başkasına da bahşeder. Nitek m başkasına verdiği zaman o kişiye vekil denir. Ve o kişi sizden aldığı tasarruf hakkına dayanarak sizin malınızda tasarruf eder. Onun alım salımı artık geçerli olur ve siz onu kabul etmeye mecbursunuz. Çünkü onun yapmış ol duğu o tasarruf müvekkili olan kişi tarafından bahşedilmiş bir velayettir. Müvekkil kendi şahsında, kendi malındaki velayeti ona vermiştir. Bu bakımdan o bu verilen velayete dayanarak tasarrufta bulunuyor. Bir kişi böyle olduğu gibi beş, on. yüz bin ve daha çok fertlerden meydana galen bir ortaklık bîr cemaat da bunu yapabi lir. Büyük küçük bütün şirketler, cemaatlar da aynı durumdadır. Onlar isterlerse ortak işlerini doğrudan doğruya kendileri görürler, dilerlerse kendi içlerinden veya dışarıdan bir veya birkaç kişiyi müdür yani vekil tayin ederler. Yanı kendilerinin müşterek işlerinde sahip oldukları şahsî velâyetlerîni o değişik kişilerden meydana gelen bir heyete veya bir şahsa bahşederler. Hakem meselesi de boyledir. Ha kem de meselâ sizden velayet almadıkça sizin aleyhinize onun hükmü sizin üzeri nizde geçerli olur. Neden geçerli olur? Çünkü siz o velayeti ona vermişsiniz, bun dan dolayı geçerli olur, işte bu ve benzerlerinin hepsi velayetin konusudur. Diğer bir açıdan ise velayet, velâyet-i zatiye ve velâyet.i tefviz (devredilmiş velayet) adıyla ikiye ayrılır. Velâyet-i zâtiye bir tanedir, o da babanın velâyetidir. Şeriat babaya kendinden varolan babalık sıfatı, çocuğu hakkındaki tam ve ger çek şefkat sebebiyle o çocuğun lehine tasarruf hakkını bahşediyor, çocuk tarafın dan velâyetin babasına devredilmesine bağlı değildir, doğrudan doğruya şeriat o velâyetı babaya veriyor. Çünkü ortada bir çocuk var, bakılmak ve terbiye edilmek ister. Miras yoluyla kendisine intikal eden mallarını korumak gerekir. İşte şeriat bu gibi şeyleri babaya vermiştir. Babadan başka hiçbir kimsenin o çocuk özerinde emretme ve yasak koyması geçerli olmaz. İsterse iki yaşında çocuk olsun kimse nin ona şuraya git. burada otur gibi emretmeye hakkı yoktur. Bu emretmek nedir? Zorla söz geçirmek demektir. Velâyettir. Tefviz ister, velâyetin ona devredilmesi gerekir. Tefviz olmadıkça kimse bu velayete sahip olamaz. Fakat baba yaratılış tan tam bir şelkata sahip olduğundan şeriat bu velayeti babaya vermiştir. Fakat baba da bir ihtirasa mağlup olarak çocuğun malını veya kendisini kötüye kullana bilir. Buna meydan vermemek için şeriat babanın velayetini çocuğun menfaat، şartıyla bağlamış ve o kayıt ile garanti altına almıştır. Onun .çın babanın mutlak zarar olan tasarrufları çocuk hakkında geçerli olmaz, bâtıl olur. Velâyet-i tefvize gelince, bu bir kişiye başkasının bahşettiği velâyettir. Ona devrediyor. Vekil, vasi ve mütevellinin velâyeti gibi. Valilerin, hakimlerin, kuman danların ve Büyük Millet Meclisi٠nin velâyetleri hep bu velâyet-i tefviz !üründendir. Yüce Meclis sahip olduğu kamu velâyetini milletten almıştır. Onun içindir k. mud.
192
c u m h u r iy e t
DÖNEMİ DlN
DEVLET İLİŞKİLERİ
٠
det ؛ge؛؟cid!٢. 2!fa kendisinde varolan bir velâyet değildir. Millet vermiştir ve bir zamanla sınırtandırılmıştır. Halifenin velayeti de bOyledir. o da kamu velayetini milletten alm.şt.r. Millet bu velayeti se؛؟m ve biatla ona devretmiştir. İşte etendiler. Ali Şuurî Beyetendi.nin sormak istedikleri mesele budur. Fa. kihler yani Isiam hukukçuları. "H.alite milletin vekilidir", derler. Çünkü millet kamu velayetini ona devretmiştir. Seçim yoluyla devretmiştir. Millet Onu seçmeseydi, 0 kamu velayetine sahip olamazdı. Onun İçin millet 0 kamu velayetinin sahibidir ve aslidir.. Kamu işlerinde tasarruf kendisine aittir. Fakat millet kendi işlerini bizzat kendisi icra etmeyip 0 İcrayı seçim ve biat yoluyla halifeye devretmiş. İşte bu şekilde halife kamu velayetine Ibn HUmam'ın dediği gibi kamu tasarrufu.na hak kazanmıştır. Ondan dolayıdır ki ümmetin fertleri üzerinde tasarruf hakkına sahip olmuştur ve yine ondan dolayıdır ki halife milletin vekili olmuştur.
٠ ١
Sonra burada bir kaide daha var: 0 da vekâlet kaidesinden çıkıyor, 0 da şu. dur: Vekâlet bazan mutlak olur, bazan mukayyed (sınırlı) olur. Çünkü bir kimse diğerini vekil edeceği zaman dilerse mutlak şekilde vekil eder, istediğini yap der. bu. na vekâlet.i mutlaka deniri dilerse vekilin yapacağı İşleri tayin eder, bazı kayıt ve şartlara tabi kılar. Buna da vekaiet-i muyakkede denir. Bu durumda vekâlette mut. lak ve mukayyedlik müvekkilin hakkidir. Ona kimse birşey diyemez çünkü 0 kendi sahip olduğu velayeti vekiline veriyor. Nasıl isterse Oyle verir, bu onun hakkidir. Çu halde bu kaide hilafette de geçerlidir. Millet dilerse halifeyi mutlak bir şekilde seçer, onun hiçbir tasarrufunu kayıt altına almaz, mukayyedleştirmez. Bu du. rumda bu hükümet.i mutlaka demektir. Dilerse millet halifenin tasarruflarım bazı kayıt ve şartlara tabi tutar. Bu durumda da hükümet.i Mukayyede olur. İşte meşru, tî hükümet denilen hükümet bu tür bir hükümettir. Millet hiçbir kişiye vekâlet vermez, yani bir halle, bir imam seçm ٠٥zse hilafet yok demektir. 0 vakit de cumfıuriyet olur, buna ne mâni vardır? Millet kendi İşimi ben yapacağım , neden bana h aşk ası zorla yaptırsın derse nlgin caiz olm asın? Millet diyor ki hayır kendi IsliTil ben göreceğim , ne zam an aciz olursam ٠ vakit hall!e veya imam adıyla başkasını vekil tayin ederim . Fakat ş ؛m ٥ l ben elhamdülillah acI ؛değilip, rüşdüm ü elime geçirdim . Vekile İhtiyâcım yoktur. Milletler İçin en faydalı bl؛ hüküm et şeklî d e ^ e k olan cum huriyet ve m eşveret usûlüyle kendi İşimi kendim göreceğim . 0 halde buna kim ne der? Kimse birşey diyemem Çünkü hak milletindir. Arkadaşlar! Kurtan.ı Kerim de bunun caiz olduğuna açıkça denilecek şekilde İşaret ediyor; “Müslümanların İŞİ kendi aralarında meşveretle görülür", diyor. Alkışları
٠l ؟٠٥kB٠?^; ^؛:u kt T؟i ٥٢a ::r d T bbir ٠٥m d u ٠Bunubüü٧ tm k m eM.İe^ldu İr ı!n rb ؛ı ıi:: lanlayacağı : ^M 0: e؟oIdu: Bunu büyütmek ye buna başka tü^rlü manalar ٧!
؛
ﺢ
ﺘ
ﻗ
٠ '؛ﺀ. r . r . L . p . r ٥r ٥.llı٥r أا ؟ﻗﺊ ! ﻓﻪ(ا ؟: ٠اا
: : : : : :
mış. başka birşey d ^ il.
ة
:
ﺔ
ﺗ
؛
م
ﺎ
ﻳ
٠
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
193
Tunalı Hilmi Bey (z.nguldak): Zeki Bey'in kulakları ؟ınlasınl Maalesel her türlü zulümlerine katlanarak alışmışız. Memleketi melıkâneleri. ne ؟evirmişler Milleti uşak gibi kullanmışlar, birşey dememişiz. Bilirsiniz vadiyle herhangi bir kişinin mallarım müsadere ederlerdi, ؟una buna istedikleri mallan, araziyi peşkeş ؟ekerlerdi. Avrupa'dan utandıkları l ؟in meşhur GUlhane Hatt-1 Hu. mayunu yayımlandığı zaman mUsedere kaldırılmıştır, demişler. ﻣ ﺔedeni bir devlet haline geleceğiz, artık müsadere kaldırılmıştır demişler ve 93 Kanun-I Esasi'sine de k.ymuşlardır. Halbuki 0 vakte kadar bUtUn zenginlerin mallarım istedikleri gibi tasarrul ederler, istedikleri gibi müsadere ederlerdi. Ahali mallarım bundan kurtar, mak İçin bir çare aramağa başlamış, bir adam büyük bir zengin .lursa, sivrllirse derhal mail müsadere olunur. Bunun önüne geçmenin çaresi nedir diye ahali kıv. ranmağa başlamış. Recep Bey (Kütahya): Haydi vakıll Ne yapsınlar tabii, vakit usûlünü iyi bir çare olarak buldular. Etendiler! Zan. neder misiniz ki bu vakit hayır İçin yapılmıştır! Hayır, vakıtnâmelere bakarsanız görürsünüz: Ellibin lira kıymetinde bir mal senede beş onbin lira gelir getiren mülk, ler vazediliyor. Fakat hayra topu topu yüz liralık bir kısım ayrılıyor. Meselâ talan sebile kırk okka kar. talan camiye seksen okka zeyt؛r١yağı٠ talan mescide otuz kırk tane mum verilmesi şart olarak (vakıtnâmeye) konuyor. Ust taratı vakti kuranın çocuklarına, nesil be nesil şart ediliyor. Gülüşmeler, alkışlar! Neden? Çünkü müsadere ediliyor. Müsadereden kurtarmak İçin başka çare yok. Maksadım çamur atmak değildir. Tarihî tıaklkatları a^etmektir. Tunalı Hilmi Bey (Zonguldak) ؛Bir müşklüm var. Hoca Etendi hazretleri. Bir insan cuma namazı kılmak İçin başkasından izin almaya mecbur mudur? Evet bu konuda bir risale gördüm. Geçen seçim dOneml mebuslarından HO" ca Şükrü Etendi'nin kitabidir. Kendisiyle tanışma şeretine ulaşamadım. Kendisini gOrmediğim İçin şu anda kanaatinin ne olduğunu bilemiyorum, o kitapta, .Mezhebımiz gereğince cuma ve bayram namazlarının sahih olması İmamın (halitenın) iZ" nine bağlı olduğundan hatipliğin hilatet makamı taratından tevcih edilmesi gerek, mektedir", deniyor. GOrUlUyo^ı Hoca ؟UkrU etendi, bu makamda Ikı şeyden bah. sediyor: Biri cuma ve bayram namazlarının sahih olması İçin İmamın iznini şart ol. ması, diğeri de hatiplerin hallte taratından tayin edilmesinin lüzumudur. Bu iki m ^ selenin ikisi de yanlıştır, büyük hatadır. Muhterem Kastamonu mebusu Halıt Be. yetendi Hazretleri de "Ahalice Oyle telakki ediliyor, halite olmazsa cuma.namazı Sahih olm ^, deniyor", buyurdular. Bir kere şunu arzedeyim ki etendiler ؛İslâm dı. nlnde Allah ile kul arasına girecek bir vasıta yoktur. Bu bir İslâmî hakikattir. Ne şeyh, ne mürşid, ne müçtehit, ne imam, ne de b!lmem kim asla vasıta olamaz. Islâm'da ruhaniyet, dinî teşkilat yoktur. Papa Hz. İsa'nın hata yapmaz vekilidir. Hz. Isa adına emirler verir, yasaklamalarda bulunur. Islâmiyette ^ y le bir şey yoktur. Hiçbir kimse Hz. Peygamberin hükümler teşriinde vekili değildir. Teşrıdo vekillik c a i değildir. Islâmiyette Allah yolu açıZır. Allah ile insan arasında açık bir yol var. dır. Herkes 0 yolda gidebilir. Hlgbir vasıtaya ihtiyacı yoktur. Ne Kur^n.da ne de hadiste bOyle bir şey bulamazsınız, bilakis aksini bulursunuz.
il
194
CUMHURtYErr DÖNEMİ DİN - DEVLETİ. İLİŞKİLERİ
Cuma namazı siyasî bir ibadettir. Bayram namazı da öyledir. Onun içindir ki büyük şehirlerde ve kasabalarda kılınır, köylerde cuma namazı sahih olmaz, mut. laka şehirde olacak. Çarşı ve pazarı olan kasabalarda kılınacak ve mümkün ol dukça bir yerde, bir camide kılınacak. Onun İçindir ki önceleri şehir içinde veya şehir kenarında. Özel şekilde hazırlanmış meydanlarda kılınırdı. O yerlere namaz gah denir. Hâlâ bazı şehirlerde namazgâh denilen yerler vardır. Sonra Efendiler! Hatip memleketin en büyük kişisi, en büyük âlimi olacak. Hutbe siyasî, İçtimaî, ah lâkî. İktisadî. İlmî izahları ve irşad edici ifadeleri ihtiva edecek. Dolayısıyla böyle bir hutbe okumaya herkes muktedir olamaz. Ona göre hatip bulmak gerekir. Onun için Islâm'ın ilk devirlerinde hutbe meselesi mühim bir mesele idi. Hutbe okumak ve o yolla halka kendisini göstermek, insanların fikriyatında bir mevki edinmek şüphesiz büyük bir şereftir. Kendine güvenen herkes buna heves edebilir. Onların taraftarları da olabilir. Bu okusun, hayır o okusun diye aralarında ihtilaf ve tartış ma çıkabilir, işte bu ihtilaf ve tartışmaya meydan vermemek için Hanefî fakihleri hatibin, cuma namazını kıldıracak kişinin sultan tarafından tayin edilmiş olması gerekir, demişlerdir. Dikkat ediliyor mu? Burada halife tabiri yok, sultan tabiri var. Türkistan’ın en büyük âlimlerinden, Hanefî fakihlerinin en büyüklerinden Burhanüddin Merginanî adında büyük bir fakih vardır. Merginanî. Türkistan'da Fergana eyaletinin idare merkezidir. Bu kişi oralarda ve Semerkant civarında İslâmî ilimleri yaymıştır. Hidâye adında gayet feyizli, gayet tebcil edilmiş, kıymetli bir kitabı vardır. Bugünler de Mısır'da basılmıştır. Islâm dünyasında bu kitabı bilmeyen bir âlim yoktur, âlim ler arasında hüccet kabul edilir. Ondan sonra yazılan bütün kitapların kaynağıdır. Hanefî mezhebinde en güvenilir en muteber bir kitaptır, işte bu kitapta, "Cuma na mazını bizzat sultan veya onun özel olarak görevlendirdiği kişinin kıldırması gere kir", deniyor. Bu kitabın şerhi olan meşhur Fethu.l-Kadir'de. bugün her âlimin elin de bulunan Dürr-ı muhtar.da "İsterse sultan galebe yoluyla sultan olmuş olsun ve hatta bir kadın olsun, beis yoktur" deniliyor. Adı geçen Hidâye'de de bu şartın, bu meselenin illeti (sebebi), gerekçesi olarak şöyle deniyor: "Çünkü cuma namazı bü yük bir cemaatla eda edilir. Ve bazan imamlığa hevesli olanlar tarafından birim imamlık için öne geçirme ve birinin öne geçmesi konusunda münakaşa ve çekiş me olur. Bazan da sebeplen dolayı çekişme ve ihtilaf ortaya çıkabilir. Bundan do layı farz işini tamamlamak İçin böyle bir şarta lüzum görülmüştür", işle bu sözler Hidaye'nin kendi sözleridir, benim sözlerim değildir. Şüphe edenler oraya başvur sunlar. İşte pek açık olarak görülüyor k. cuma günü hutbe okumak (veya hutbe oku makla birini görevlendirmek) öyle zannedildiği gibi halifeliğin gerekli unsurlarından biri değildir, yalnız inzibat ve asayiş meselesidir. Çekişme, ihtilaf ve düşmanlıkları ortadan kaldırmak için gereken hükümetin vazifelerındendir. Hatla Şafii mezhebi ne göre cuma namazının sıhhatında böyle bir şart yoktur. Hanefi fakihleri de. sul tan olmayan yerlerde hutbe okuyacak hatibi ve imamı halk kendisi seçer ve tayın eder derter. fşte meselenin gerçek mahiyeti budur. Fakat nasılsa -üzülecek bir şeydir ki— bu mesele zihinlerde çok yanlış olarak yerleşmiştir. Anlattığım şekilde tashih edilmesi gerekir.
h a l if e l iğ in
KALDIRILMASI
195
Efendiler, bir seneden beri memleketimizde hatipler yalnız Şeriye Vekili tara fından tayin ediliyor. Şimdi bir seneden beri memleketimizde kılınan cuma ve bay ram namazları sahih değildir mi denilecek? Bu büyük bir hata olur. Gerekli olan hatibin, cuma ve bayram namazlarını kıldıracak olan imamın hükümet tarafından tayin edilmesidir. Bu gerçekleştikten sonra başka bir şeye lüzum yoktur. Izn-i İmam (Cuma için halifenin izin vermesi) meselesine gelince, efendiler, bu da yanlıştır. İzn-i İmam tabirindeki imam lafzı 'elifle imam değil, 'ayn' İle âmm. dır. Yani isim tamlaması ile Izn-i imam değil, sıfat tamlaması ile izn-i âmm (umu mi, genel müsaade, herkese açık olma) demek lazımdır. İşte doğrusu budur. Yani cuma namazının sahih olması için izn-i âmm şarttır. Bu izn-i âmmdan maksat da cami veya kale kapılarının herkese açık olması, herkesin o cami veya kale içinde cuma namazını kılmaya izinli bulunmasıdır. Çünkü cuma ve bayram namazları Is lâm şiarlarındandır. Onların açıktan açığa yapılması gerekir. İşte cuma ve bayram namazlarının sahih olmasında izn-İ âmmın şart olması bu hikmete dayanmakta dır. Dolayısıyla bir padişah, bir halife, bir vali veya bir kumandan yalnız kendine bağlı olanlarla cuma namazını kılmak isteyip de cami veya kale kapılarını kapattı rarak halkı içeri girmekten menederse o namaz sahih olmaz. İşte bu meseleyi oe bu şekilde tashih etmek gerekir. Ne yazık ki âlim geçinen birçok kişi bu meseleleri —pek basit oldukları halde— yine yanlış bellemişlerdir. Bu meseleler fıkıh kitapla rının hepsinde bu şekilde yazılı olduğu halde bilmem nasıl olmuş da bunlar çok yanlış, pek açık bir hata olarak bellenilmiştir. Buna bir türlü aklım ermedi. Ben fı kıh kitapları içinde şu söylediklerimin zıddını iddia eden bir kitap, bir ibare görme dim. Hac emiri (Hac mevsiminde hac işleriyle görevlendirilen kişi) meselesi de böyledir. az önce ismini zikrettiğim Hoca Şükrü Efendi, hac eminni tayin için de halifenin varolmasının gerektiğini söylüyor. Halbuki asla öyle bir lüzum yoktur, bu da İnzibat ve asayiş meselesidir. Ötedenberi hacılar arasında emniyet ve asayişi korumak, çekişme ve ihtilafları halletmek için bir kişiyi hac emiri tayın ederlermiş. Mesele bundan ibarettir. Bu da hükümetin vazifelerinden biridir ve hiçbiri hilafetin lüzumlu şeylerinden değildir. Hutbelerde halifelerin, padişahların İsimlerinin anılması meselesine ge.ınce. bu artık büsbütün sonradan ortaya atılmış bir durumdur. Katiyyen hutbenin şanla rından değildir ve hutbe ile dini bakımdan hiçbir ilgisi yoktur. Tamamen idari ve si yasî bir durumdur. Raşıd halifeler devrinde hutbelerde hiçbir kimsenin ismi anılmazdı. Biraz evvel söylemiştim. Hutbe nutuk demektir. Onda anılması gereken şeyler siyasî, İçtimaî, iktisadi, ahlâkî nasihatler, meselelerdir. Hutbe halkı ikaz ve irşad için okunur. Yoksa bir kişinin ismini anmak için okunmaz. Emevî Devlet, za manında hatipler hutbelerde Hz. İmam Ali'ye lanet ediyorlardı. Bunu sırf o.^ propa ganda olmak, halkı Hz. Ali'den soğutmak için Muavıye çıkarmıştı. Hz. Ali nin kabul gördüğü yerlerde de hatipler. Emevî hatiplerine karşılık olarak Hz. Ali'ye dua edi yorlardı. Daha sonraları Tavaif-i mülûk ortaya çıktığı zaman her yerde hatip o ye re hakim olan sultanın ismini anar oldu. Bundan maksat da o yerin hang. sultanın hangi hükümdarın idaresi altında bulunduğunu göstermektir. Bizde de hai.ple' hutbe sırasında Osmanlı padişahlarının isimlerini anarken 'Halife b. Ha١٠fe'. de mez, 'es-Sultan ibni's-Suttan. der. 'Halife b. Halife, diyen hatip hiç gördünüz mu.؟
196
CUMHURİYET DÖNEMİ DÎN ٠DEVLE'F İLİŞKİLERİ
Hutbelerde Hulefa.y، raşidinin yani Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'nin isimlerinin anılması da bu kabildendir. Yani bu da sırt siyasî bir meseledir, Şiîlere karşı zikre dilir ve bu hutbenin okunduğu yerdeki ahalinin Ehl-i Sünnet olduğu bununla ilan edilmiş olur. İran'a giderseniz orada da camilerde hatipler Ebu Bekir, Ömer ve Os man ın isimlerini zikretmezler. Hulasa bu gibi şeyler sonradan ortaya çıkmış şey lerdir. Asıl Islâm şeriatında böyle şeyler yoktur. işte efendiler, hilafet ve onun teferruatı hakkında size pek çok açıklamalar yaptım. Bu açıklamalarımla artık hilafet meselesinin şerî mahiyeti tamamiyle anla şılmıştır sanırım. Şimdi de müsaade ederseniz bir iki sözle mukaddes dinimi dost düşman herkese karşı biraz yücelteyim: Muhterem efendiler, İslâmiyet gayet yüce ve yüksek bir dindir. İlim ve bilgiyi, ilerlemeyi (terakki) çok sever. Akıldan, mantıktan hiç ayrılmaz. Yeryüzünde Islâm dini kadar hürriyetperver, terakkiperver bir din yoktur. Bütün dinî hükümler, yüceli ği ve yüksek duygulan ihtiva eder. Hedef aldığı gaye, ahlâkî olgunluklar ve beşeri faziletleri kurmak ve emniyet altına almaktır. Hz. Peygamberimiz en sahih hadisle rinden birinde "Ben ancak ahlâkî olgunlukları tamamlamak için gönderildim" buyu ruyor. Bir hadis-i şeriflerinde de akıl için "Huccetullah" (Allah'ın hücceti, delili) tabi rini kutlanıyor. Bakınız ne diyor: "Hak nerede ise sen de onunla beraber orada ol. Ondan ayrılma. Sana şüphe veren şeylerin hakikatim aklınla temyiz et. Çünkü Al lah'ın senin aleyhine olan hücceti şendedir, kendindedir ve onun feyiz ve bereketi de senin yanındadır”. Ne yüce sözdür, ne kadar mânalıdır ve akla ne büyük kıy met veriyor. Zaten Kur'an-ı Kerim baştan başa aklı, akıl sahiplerini yüceltir. Onun için İslâmiyet akıl ve mantık ite ikizdir. Bir âyet-i kerimede, "Değişik sözleri işitip de onların en güzeline uyan kullarımı ilah? mükâfatımla müjdele" (Zümer 39/18), buyuruimaktadır. Bu âyetin alt tarafında da, "İşte Allah'ın hidayete mazhar kıldığı ki şiler bunlardır ve işte ancak onlar akıl ve izan sahipleridir", deniyor. İşte gerek hadis ve gerekse bu âyet, taklitçiliği, ötekinin berikinin mukallitiiği. ni, yani delilini bilmeksizin körükörüne herkesin —ulemadan olsa bile— mücerret sözlerine uymayı yasaklıyor. Daima her şeyin akıl ve mantık ile, delillere dayanan aklî muhakemelerle tetkik edilmesi lüzumunu gösteriyor. Bir âyet-i celilede de Hz. Peygamber’e hitaben, "Sözlerinizde doğru iseniz delillerinizi getiriniz" (Bakara 2/ 11) buyuruyor. Burhan, kesin delil demektir. Istılahta, kesin öncülerden teşekkül eden delile denir kı kati ve kesin delil demektir. Diğer bir âyet-ı celilede de "İlminin ulaşmadığı şey üzerine durma" (Isra 17/36) buyuruluyor. Pek açık olarak görülü yor ki Hz. Kur'an akıl ve mantığa ve İlmî delillere çok büyük kıymet veriyor. Efendiler. İslâmiyet bilgi ve ilimle ikizdir. Hikmet ve marifetten hiçbir zaman ayrılmaz. Hep bilirsiniz: Meselâ "İlim Çin'de de olsa gidiniz, tahsil ediniz" ve "İlim ve marifeti beşikten kabre kadar tahsil ediniz", hadislerini hep bilirsiniz. Bilmeyen yok gibidir Size bir hadis daha nakledeyim: Bakınız burada Cenab-ı Peygamber efen dimiz ne diyor; "Hikmet müminin yitik malıdır. Onu nerede bulursa o ona en layık olandır". Bu hadis-i şerif sahih ve hasen hadislerdendir. Meşhur kütüb-i sittede Sünen-i Tirmizi.de ve diğer hadis kitaplarında mevcuttur ve çok meşhurdur. Muh telif tabirlerle rivayet edilmiştir. Öyle vaaz ve nasihat kitaplarındaki hadislerden
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
197
değildir. Abd.i âciz öyle mevaiz kitaplarmm hadislerir١den bahsetmem. En mute ber hadis kitaplarında görmedikçe o gibi zayıf hadislerden bahsetmem. Hikmet, eşyanın hakikatına uygun olan söz, ilim ve marifet demektir. Yitik (dâlle), ne de mektir bilir misiniz? İnsanın kaybedip de aradığı mal demektir. Meselâ bir çakıyı üzerinizden düşürürseniz aramaya başlarsınız. İşte o sizin yitiğiniz (dâlle)dir. TürkçesiniTunalı Hilmi Bey kardeşimiz söylesin. Tunalı Hiln٦l Bey (Zonguldak): Yitik٠tir. Seyyid Bey (devamla): işte Cenab-ı Peygamber böyle buyuruyor: Hikmet olan söz. eşyanın hakikatlerine uygun olan bir söz. hukukî. İçtimaî, felsefî, İktisadî ve ahlâkî bir düstur, her nerede bulunursa bulunsun, her kimin ağzından işitilirse işitilsin, işte o söz, işte o doğru kelâm, işte o düstur müslümanın kaybedip de ara dığı malıdır. Hiç tereddüt etmesin, hemen alsın, nerede bulunursa bulunsun, her kesten çok bir mümin ona daha çok müstahaktır. Herkesten evvel alsın, onun öz malıdır. Bakınız bu ne büyük ve yüce bir sözdür. Delâlet ettiği mâna ve meal itiba riyle, taşıdığı mana itibariyle büyük bir düsturdur, işte bu hadisten de anlaşılıyor ki, İslâmiyet maarife, eşyanın hakikatlerine pek büyük kıymet veriyor. Hukukta hürriyetperver bir din olduğu gibi ilim ve tenlerde de hürriyetperver bir dindir. Akıl ve mantık ve maarifi pek çok sever. Bilgisizlikten ve körükörüne ötekini berikini taklitçilikten çok nefret eder. ..Biz babalarımızı böyle bulduk, onların izinden ayrıl mayız", diyen inatçılara Hz. Kur'an, ..Siz ve babalarınız bariz ve âşikâr bir sapıklık tasınız" (Enbiya 2/54) diyor. Efendiler, bir vakitler Avrupa bilgisizlik karanlığı içindeyken. Doğu medeniyet yollarında hayli ilerlemişti. O zamanlar yeryüzünde en ilerlemiş ve en medeni yer ler Islâm âlemi idi. Bütün Avrupa, meselâ Ingilizler bütün ilimleri ve tenleri şimdi Is panya denilen Endülüslen almıştır. Amerika Üniversitesi Profesörlerinden Draper İlim ve din çatışması adıyla bir kitap neşretmişlir. Tavsiye ederim mühim bir di mağda din ile ilim aynı anda bulunamaz, âlım ise dindar değildir, dindar ise âlım değildir", diyor. Ve bu konuda üzerinde mütalaalarını, tarihî tetkiklerini yürütüyor. Fakat yine kendisi o kitapta açıkça şunu diyor: "Benim bu kitapta dinden maksa dım. Islâm dini değildir, diğer dinlerdir, özellikle Katolik dinidir, İslâm dini değil". Sonra Endülüste vaktiyle İslâm âlimleri tarafından kısmen yem başlan icat, kıs men de ikmal edilen ilim ve tenleri birer birer sayıyor. Trigonometrinin tamamıyle İslâm âlimleri tarafından icat edildiğini, eski Yunanlılar zamanında bunların icat edilmemiş olduğunu söyler. İki ve üç X٠li cebir ilkelerini, iki rakam arasında miktar ca olan farktan doğan hesabı ve hatta logaritmayı, eczacılık ilmini, pehlevan ve nuhud yakılarını ve bunlara benzer daha birçok usûl ve kaideyi doğrudan doğruya ve ilk defa İslâm âlimlerinin icat ettiğim söyler. Işık kırılmasını Ebu Bekir Razrmn keşfettiğini ve yeryüzünün küre şeklinde olduğunu aynı şekilde İslâm âlimlerinin keşfettiğini söyler. Yerkürenin ilk defa Bağdat civarında Sincar ovasında fennî usûller kullanılarak ölçüldüğünü ve AvrupalIların yerküreyi ölçerek bulduğu miktar ise İslâm âlimlerinin bulduğu miktar arasında pek cüzi bir fark olduğunu söyler EbuTKasım denilen bir doktorun Belçika kralı tarafından kendisini tedavi için özel olarak çağrıldığını ve bu doktorun iki defa Belçika’ya gittiğini, hatta bir defasında ahi ay kadar bir müddet Belçika’da oturarak kralı ve başkalarını tedavi ettiğim. Av rupa'da ilim meraklısı birçok gençlerin ve hatta daha sonra papa olan bir İki kişinin
198
CUMHURİYET DÖNEMİ DlN - DEVLET İLİŞKİLERİ
;i
؛Mm tahsili İçin Endülüs.e kadar gittiklerim, ingilizlerin denizcilik tennini End٧l٧s٦e tfhsil ؟ttiklerini. uzun uzadıya sıralar ve izah eder. 6 اواbunun içindir ki İngilizce denizcilik terinrılerinin ؟0 و٧ Arapça kelimelerden alınmadır. Bu hususta daha pek ؟.k beyanlarda bulunur ise de uzun süreceği İçin hepsini birer birer saymak iSte^ mem. Esasen .nun söylemesine de ihtiyaç yok. zaten bizce bilinmektOdır. Fakat başkasının ağzından işitmek hoşa gideceği İçin kısaca da olsa onun sözlerini ve hUsnüşahadetini, takdirkâr itadelerini nakletmeyi uygun gördüm. Efendiler, şurasını arzedeyim ki doğuda, fslâm âleminde İslâm medeniyetine ilim ve tenlere hizmet eden âlimlerin çoğu Türk’tür, içlerinde çok büyük filoZoflar. çok büyük mülefennin ve mUtebahhir âlimler, büyük h'ukukçu fakihler.vardır. Birta. kim zâlim ve müstebit hükümdarların zulüm ve istibdadı neticesinde böyle zebun VQ harap, cahil bir hale gelmiş olan Semerkant, Buhara. Nisabur, Bağdat, Belh gi" bi şehirler vaktiyle üçer beşer milyon nüfuslu cesametli memleketlerdi. Meşhur edib-i azam Kemal Bey merhum, bir eserinde bu şehirler için "Herbiri Paris, Lond. ra gibi", diyerek bunların bugünkü Paris ve Londra derecesinde büyük şehirler ol. duğunu söyler. Ben merhumun bu eserini okuduğum zaman bu sözünü çok mubalağalı bulmuş, İnanmamıştım. Sonraları Arapça eserlerde görünce merhumu tasdik ettim. Efendiler, bazı Arapça eserlerde gördüm. Horasan'la Afganistan arasında bulunan Belh denilen şehir vaktiyle 6 milyon nüfuslu cesametli bir memleket İmiş, !ginde altıyUz kadar kubbeli ve minareli cami varmış. Bugün ise ihtimal bu şehirlerin enkazı bile kalmamıştır. Şimdi sorarım size. 0 vakit İslâm medeniyeti 0 derecede ilerlemiş ve İslâm âlemi 0 ölçüde mamur ve medeni iken şimdi neden harabzâre dönmüş, ahalisi bilgisizlik ve cehalet İçinde kalmıştır, bunun sebebi nedir? Islâmiyet 0 vakit terakkiye mâni olmuyordu da şimdi mi mani oluyor. Veyahut sözü tersine çevirelim: İslâmiyet şimdi terakkiye mani oluyor da 0 vakit olmuyor muydu? Bunun hiçbiri değil. Efendiler, zamanımızda memleketimizde terakkiye mân! olan hal gerçek Is. lâmiyet değildir. Cehaletten, körükörüne taklitçilikten doğan zihniyettir. Zamanımızda Islâ^ dini pek garip kalmış, hurafelerle dolmuştur ve bu hurafeler !slâm âlemine diğer dinlerde^, başka milletlerden sirayet etmiştir. ٧ ٠ ksa gerçek !slâm dini hurafelerin, bâtıl fikirlerin en büyük düşmanıdır. Esasen İslâm dini hurafeleri, bâtıl İnançları kökünden yıkmak İçin gelnıiştir. Nitekim vaktiyle yıkmıştı da. ؟a ٩ at sonraları şuradan buradan İslâm âleminin İçine bir çok hurafe girdi, neticede Islâm dini bütün bütün garip kaldı.
Tereddütsüz diyebilirim ki. bugünkü İslâm dini başka, asr-1 saadetteki İslâm dini başkadır, G er^k İslâm dini fıtrî ve mantıkî bir dindi؛: hayalleri, hura إele؛.٠bir takım tatil fikirleri hiç sevmez, bilakis onlardan nefret eder. Biraz once de söylemiştim. Hz. Peygamberin en büyük duası. .Ya Rabb؛, e؟yayı olduğu gibi bana goster“, idi.. Ne güzel, ne büyük duadır. insan eşyanın hakikatlerini olduğu gibi lırse daha ne ister? En büyük hikmet, on büyük itim ve marifet de eşyanın hakikatl.rini olduğu gibi bilmek değil mi? İçte efendiler, hilafet ve İslâmiyet hakkında bildiğimi, anladığırnı size söyle, dim. Bu soyt^iklerim y'irmi otuz seHelik uzun ve yorucu senelerin mahsulü olan çalışma ve araştırmalardır.
HALİFELİĞİN !DALDIRILMASI
199
Yahya Gallb Bey (K.rçehir): A!Iah sizi mJI.aljmlzI© beraber payidar etsin. Seyyid Bey (devamla): Sözlerimde asla riyakârlık, bir gizil maksat yoktur. Bil. diklerimi tam bir samimiyetle size adettim. Maksadım muazzez dinimin hakikatle, rini olduğu gibi bildirmek, bu suretle islâmiyeti dost ve düşmana karşı yüceltmek, tir. Elendiler, ahali bu hakikatleri anlamazmış, bilmezmiş. Anlatalım, bildirelim, vazilemizdir. Ahali anlamamış, bilmemiş ise kabahat onlarda değil, anlatmayan, lardadır, bildirmeyenlerdedir. Bundan sonra olsun anlatalım, ikaz edelim, yol gOs. terelim, aydınlatalım ve bu zavallı memleketi artık yürütelim. "Bravo" sesleri. Hilafet, hilafet diye çökmüş gitmişiz, harap ve türab olmuşuz. Ne mail, mız, ne canimiz, ne mülkümüz kalmış, bütün memleket yoksulluk ! ؟inde kalmış. Bu mu hilafetin lylllk ve faydalan efendiler.. "Bravo" sesleri. Artık yürüyelim, dirilelim. Bütün medeniyet aieml almış yürümüş, ilerleme yolunda dev adımlarla gidiyor. Biz bunların arkasından boynu bükük ve yetim gibi bakıp bakıp da ..Göçtü kervan kaldık dağlar başında'' mi dlyeilm? Gülüşmeler. Doğrusu insan üzülüyor. Ne yalan söyleyeyim, ayni zamanda insana hiddet de geliyor. Ne acayip şey: İslâm dini bu kadar yUce ve terakkipen/er birdin olsun da biz mUslümanlar, milletler ve kavimler İçinde en geride kalalım. Gülüşmeler ve alkışlar. Efendiler, sözlerimi bitirmeden önce zamanımızda, hele şu Sirada ؟ok mü. him olan bir mesele hakkında müsaade buyurunuz da bir iki sOz söyleyeyim.
"Söyle, söyle, sabaha kadar söyle dinleriz" sesleri. Bundan ٧ ؟beş sene önce bir açık oturumda, genel toplantınızda muhterem İzmir mebusu arkadaşım Saraçoğlu Şükrü Bey, ''Türk'ün ruhundan doğan kanunlar isteriz'', demişti. Ben 0 oturumda bulunamadım, sonra gazetede okudum, ؟ok doğru söylemiş, tasdik ederim. Tûrk.ün örf ve âdetine uygun kanunlar isteriz demek istiyor değil mi? Saraçoğlu Şükrü Bey (Izmlr): Evet, evet. Adliye vekili Seyyid Bey (devamla): Kur'an.1 Kerim de ^yle sOyluyor.. Bir âyet* ؛cel.ile vardır. ؟؛timal ve hukuk! bir vecize, bir hikmetli düsturdur. Bakiniz Kur.an-1 Kerim ne diyor: "Fazla olanı (afv) al. ört ile emret, cahillerden yuz ؟evir." (Araf 799 ر١). Alkışlar. İşte görülüyor ki Hz. Kur.an "örf ile emret" diyor. Efendiler, bütün doğu ve batinin, bütün Avrupa hukukçularının, bütün filozof. İarırt birleştikleri bir şey vardır ki, 0 da: bir memleketin kanunlarının 0 memleketin ört ve âdetlerine uygurı olmasıdır. Kanun yapılırken esas budur. Bir kanun ^ m -
200
c u m h u r iy e t
DÖNEMİ DlN
DEVLET İLİŞKİLERİ
٠
!.،؛e tin ö rf v e â d e tle r in e u y g u n .I m a z s a ٠ k a n u n p a y id a r .I m a z . Ç ünkü huk ٧k ؟e m e k ö rf v e â d e t d e m e k tir. Bir m em leketin k 3 nunî hükümleri, hukukî kai ؟eleri ٥ m em leketin örf ve âdetlerinden d .ğ a r ve 0 örf ve âdetlerin değişm esi ile değişir. F ak at a c a b a bu âyet-i lü l e d e k i örf kelim esi bugün dilimizde kullanjlan örf ve â d e t m a n a s .n a m ıdır? Ah! dertlerim büyüktür. Bu âyet-i celile hakkıyle tetkik edilm em iş. m ân.as! Işlenem em iştir. Tefsirlere b a k a rsa n ız birbirine zıt b a şk a m ânalar verildiğini .görürsünüz. Bu âyetteki örf. m aruf (iyi) m ânasınadtr, müdkerin (kötü) zıddıdır. H alkın dilinde kullanılan örf ve â d e t n lâ n a sın a değildir, derler. Hdlbuki efendiler, bu yanlıştır. B en bu m eseleyi uzun m üddet, s e n e le rc e tetkik ettim. Mes e le c ،. E şarîlerle, yani Şafiî ulem asıyle Maturidilerin, yani Hanefî ulem asının fikir, leri birbirine karşıdır. Bunu ayırdetm ek lâzım dır. Ş a f ؛؛ulem ası tarafından yazılan tefsirlere, m e s e lâ Kadı B eydavî tefsirine b a k a rsa n ız , örfün, "şeriat tarafından güzel v e iyi c ld u ğ u bildirilen şeydir" diye tefsir edildiğini görürsünüz. Halbuki Hanefi, ler ta ra fın d a n y azılan tefsirlere, m e se lâ Hanefilerirt en büyük muhakkik âlimlerind e n v e fıkıh usûlü im am larından olan C a s s a s Ebu Bekir R azî'nin AhkâmUl-Kur.an ad ın d ak i tefsirine b a k a rsa n ız , örfü, "Aklin güzel ve iyi olarak b e ü rl^ iğ i şeydir", diye tefsir ettiğini g ö rü rsü n ü z. Bu zıtlığın se b e b i hüsün-kubuh (iyülk-kötülük, güzellik^irkinlik) m e selesid ir. Bu İslâm felsefesin d e ؟ok önem li bir konudur. Bugün Av. 'Upa filozofları d a bu konu ile m eşgul olm aktadır. Bunu siz e izah etm ek istem em , uzun gider, b u n u n yeri b u rası değildir. Ş u k a d a r söyleyeyim ki, örf irfandan türe, m edir. M aturidilere g ö re, yani H anefî fakihlerine göre akil ve irfanın caiz gördüğü ş e y dem eW ir. A detle a ra s ın d a şu k a d a r bir fark vardır ki, âd et bâtıl üzerine d e kurulabilir, bâtıl v e kötülenm iş şey ler d e â d e t olabilir. Nitekim b irç o k kötü şeyin, ins a n la r a ra s ın d a â d e t olduğu gibi. F ak at örf irfan üzerine kuruludur, bâtıl üzerine kurulm az, red d ed ilm iş v e kötülenm iş şey lere örf d en m e z . Ş u halde örf ile âdet a ra s ın d a m utlak bir u'mum ve h u su slu k vardır. ö rf d a h a hususi (hâs), âd et d a h a um um idir (âm m ). Yani h er örf âdettir a m a h er â d e t örf değildir. Bazı âd etler akil ta ra fın d a n kabul edildiği İçin örftür, fakat bazı â d e tle r d e akil tarafından reddedildiği İçin örf değildir. İşte örf ile â d e t a ra s ın d a bu f a ^ vardır. b a şk a bir fark yoktur. E vet m aruf d a örf dem ektir, fakat 0 d a bu m ân ad ad ır. S o n s ö z o larak şu ciheti d e arzedeyim ki, adlî ıslahat adi altında alelacele bir k a n u n y a p m a k d o ğ ru o l m ^ , zararlıdır. A lm anlar so n m.edeni k a n ٧nlarını an cak o n b e ş S e h e d e m e y d a n a getirebildiler. M em lekete, milletin örf v.e adetirıe, milleJin İçtimaî b ü n y e s in e Uygun k a n u n la r y ap m ak kolay bir şey değildir, ؟eşitli ج ؟٧ ٠ ج!؛ﺟﺎr؛n, ؟eşitli u'sül v e kar ٦ untarı var. B atinin örf v e âd.eti ve hukuku 0İdu ٤u gibi d o ^ u ٠ nun d a . m em leketim izin d e örf ve âd eti ve hukukî kaideleri vardır. Bunları uzun u z a d ıy a ؛Clkik etm ek , etüt etm ek, d ü şü n m ek , hangi kaidelerin, hangi hükümlerin : : milletimizin İçtimaî şartların a, y a ş a m a biçim lerine .uygun olduğufiu te ^ b il.e tm o k gerekir. B ö y le y a p ılm a y ıp d a
ق٠ ل:ا ﻵ؟
(? ا ا ة ا
yapılacak o l u r ^ fayda y e rin e Z a ra r o ^ a y a ؟Ikar^ S o n ra واهS i k j k l g ü n rfe : ٥٠
ج
|
|
ﺢ
ﻘ
ﻘ
ﺗ
vechlIe Türk.ûn ruhundan doğan kanun d en m e، Alman veya levlçre kanunu
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
201
denir. Almanya ve İsviçre başka. Türkiye başkadır. Türkiye'de Türkiye kanu nu lazımdır. Bu da uzun uzadıya tetkike muhtaçtır. Kaş yapalım derken göz çıkarmayalım, metin ve sağlam esaslar üzerinde yürüyelim. Tekrar geriye dönmeyelim. İşte ben bildikierimi, kanaatlarımı bütün samimiyetimle en açık bir şekilde ar. zettim. Artık ötesi size aittir. Her şey kararınıza bağlıdır. Müsaadenizle sözlerime son vereyim. "Teşekkür ederiz" sözleri, alkışlar.»»^^^ Dikkatle okuduğunuzda göreceğiniz gibi, bütün bir tslâm Tarihini vc hali felik tarihini en ince teferruatıyla meclis kürsüsünden dile getiren Seyyid Bey'in bu konuşması beklenen etkiyi yapar ve meclisteki iki kişi hariç: Zeki Bey ve Halid Bey Hariç, halifeliğin kaldıniması karan onaylanmış olur.١؟١٤ Tarih 3 Man 1924. Anık halifelik sona ermiş ve makamı hilafet de ne ruhani vc ne de cismani olarak gündeme getirilmemek üzere tarihteki yerine terkedilmiştir. TBMM.de, 431 nolu kanunla, 3 Mart 1924 tarihinde meclisin ikinci içlimaında kanunlaşan halifeliğe son veren vc hancdan.ı Osmani.nin Türkiye haricine çıkanimasını uygun gören kanun şudur: HİLAFETİN İLGÂSINA VE HÂNEDAN-I OSMANİ.NİN TÜRKİYE CUMHURİYETİ MEMÂLİKİ HÂRİCİNE ÇIKARILMASINA DAİR KANUN (26 Recep 1342 ve 3 Mart 1340.1924) Kanun no: 431 Madde 1— Halife hal’ edilmiştir: Hilafet, hükümet ve cumhuriyet mânâ ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan. Hilafet makamı mülgadır. 177. İsmail kara. Türkiye'de IslâmalıkDOşOncesi. c. 1. s 179.220. Risale Yay ١n!ar٠. B١nnc ٠.e a s ^ . Istanbul. 1986 (Türkiye Yazariar Birliği Araştırma Ödülü), Uluğ. Halifeliğin Sonu. s. 167.173. Ayrıca Seyyid eeyın bu konuşması İçin ozet olarak. Hakimiyet i Milliye, 3.4 Mart 1924 VGda. ha geniş bilgi İçin bkz. C um h uriye t. 24 Mayıs 1924 ve sonraki sayılar. Konuşma t ^ me ٥n olarak. ^Hilafetin Mahiyeti Şeriyest adıyla yazar adi b e lir t ilm e n 1924 yılında Ankara'da yayınlanmıştır 178. Profesor Seyyid Bey. halifeliğe son verdiren bu konuşmasından sonra. 20 Nisan 1924 tan hm. de kabul edilen yeHi anayasa ve bu anayasanın getirdiği m ı l l e t . i l l ^ ı ite memurluğun bag. daşmazlıgı hûkm ünd.n t^ a d d e 23) dolayı, milletvekilliğinden istifa, etmiş kabul i l e r e k mU. d e rs lik yaptığı Darülfünun ilahiyat FakOltesiOekanlığına ve İslâm Hukuku Kürsüsü h ^ l ı g ı n ؛ gönderilm iştir: Meclisteki "hilafetin şer.1 mahiyeti. İsır^li 3.5 saat suren konuşmasından tam 45 gOn sonra meydana gelenbu olayla Izmir ^ b u s u Seyyid ^ y 'ı n m ılle^kıU ıgı h aya , da sona erTniştir. Bazılarına g٥ re de m w liste ki "tarihi vazife.sinı icra eylediği i^n , artık dıne ait bir unsurun kal. madıgı m edisto ona yer vemıeye gerek kalmamış ve b٧ sebepte de Istanbura ؟onderıtm. ؟: Belki bu anlayışı Seyyid ^ y . d e farketmiş olacak ki. Is ٥ nb٧l’a dönüşünden hemen sonra üzüntüsünden hastalanmış ve kısa bir m ü ^ e l sonra da vefat eimişbr
202
C U M H U H n%
d o n e m i d in
D E^C T
٠
il iş k il e r i
Madde 2— Mahlû’ Halife ve OsmanlI saltanatı münderisesi hanedanının erkek, kadın bilcümle azası ve damadlar Türkiye Cumhuriyet memaliki dahilinde ikamet etmek hakkından ebediyen memnundurlar. Bu hanedana kadınlardan mü tevellit kimseler de bu madde hükmüne tabidirler. Madde 3— İkinci maddede mezkur kimseler işbu kanunun İlânı tarihinden itibaren azami on gün zarfında Türkiye Cumhuriyeti arazisini terke mecburdurlar. Madde 4— İkinci maddede mezkûr kimselerin Türk vatandaşlık sıfatı ve hukuku merfûdur. Madde 5— Bundan böyle ikinci maddede mezkûr kimseler Türkiye Cumhu riyeti dahilinde emvali gayri menkuleye tasarruf edemezler. İlişkilerinin kat'ı için bir sene müddetle bilvekâle mahakimi devlete müracaat edebilirler. Bu müddetin mürurundan sonra hiçbir mahkemeye hakkı müracaatları yok tur. Madde 6— İkinci maddede mezkûr kimselere mesarifi seferiyelerine muka bil bir defaya mahsus ve derecei servetlerine göre mütefavit olmak üzere hükü metçe tensip edilecek mebaliğ ita olunacaktır. Madde 7— ikinci maddede mezkûr kimseler Türkiye Cumhuriyeti arazisi dahilindeki bilcümle emvali gayri menkullerini bir sene zarfında hükümetin malu mat ve muvafakati ile tasfiyeye mecburdurlar. Mezkûr emvali gayri menkuleyi tas fiye etmedikleri halde, bunlar hükümet marifetiyle tasfiye olunarak bedelleri kendi lerine verilecektir. Madde 8— OsmanlI İmparatorluğunda padişahlık etmiş kimselerin Türkiye Cumhuriyeti arazisi dahilindeki tapuya merbut emvali gayri menkulleri millete inti kal etmiştir. Madde 9— Mülga padişahlık sarayları, kasırları ve emlâki salresi dahilinde ki mefruşat, takımlar, tablolar, asarı nefise ve sair bilumum emvali menkule mille te intikal etmiştir. Madde 10— Emlaki Hakaniye namı altında olup evvelce millete devredilen emlak ile beraber mülga Padişahlığa ait bilcümle emlâk ve sabık Hazine! hüma yun, muhteviyatları İle birlikte, saray ve kasırları ve mebani ve arazi millete intikal etmiştir. Madde 11— Millete intikal eden emvali menkule ve gayri menkulenin tespit ve muhafazası için nizamname tanzim edilecektir. Madde 12—
İşbu kanun tarihi neşrinden itibaren meriüticradır.
Madde 13—
İşbu kanunun icrayı ahkamında İcra Vekilleri Heyeti memur
dur. ٤^؟؟
79 ا
Bu fo n u n u n m üzakere tutanağı, TBM M Z a b it C eridesinin 7. aidinin 26. sayfasından 78. say. tasm a kadar devam etm ekledir
h a l if e l iğ in
KAI.DIRILMASI
203
Yalnız 431 no.'lu 13 maddelik bu kanunun, ikinci maddesi üzerine değişik likler istenmiş, ikinci maddedeki kadınlar, çocuklar ve damatlannı yurtdışında sefalete düşecekleri, hasla olup belki kendilerine bakan olamayacağından dolayı rahatsız olacaklan. bu güne kadar iyi gün görmüş ve yaşamış bu kadınların ihti yaç sebebi ile ahlâk zayıflığına düşebileceği'. Ve bunun da Türk.lük şerefini ze deleyici olacağı" mülahazalanyla bunlann yurldışına çıkanimaması ve memle ket dahilinde kalmalan için teklif verilmişti. Teklifi verenler, Trabzon mebusu Muhtar. Diyarbakır Mebusu Fevzi. Erzurum mebusu Halci ve Niğde mebusu Ebubekir Hazım idi. Meclis o halde bulunuyordu ki sırf acıma ve merhamet hissinden doğan bu teklifi "hepsi gitmelidir. Ne erkeği kalsın, ne kadını!" şeklinde itirazlarla karşı lamıştı. Halta meşhur İstanbul İstiklal Mahkemesi Başkam Topçu İhsan; "Hanedan'a mensup kişilerin ölülerinin bile kemiklerini mezarlanndan çı. kanp atmak lazım gelir!" diye avazı çıktığı kadar bağırmışü.*؛؛. A) !!؟gün. 3 Mart 1924 tarihinde, dini devlet dönemini sona erdiren; med reseleri kapatıp dini eğilime son veren ve Şeriiyc Vekaletini sona erdirip Diya net İşleri Reisliğini kurdurtan "Tevhidi Tedrisat Kanunu" ile, "Şeriye ve Evkaf Vekaletlerinin İlgası" ile ilgili iki önemli konuda meclisçe yasalaşmış oldu.؛؟؛
180. Mustafa MUftûoğlu. C um huriy.l Tarihinden Mühim Olaylar, s, 61. Seha NeşnyaL İstanbul. 181
1988. Sözkonusu "Tevhîd.i Tednsat Kanunu" Şar'ıye ve Evkaf vekaletlerinin Kald ٠rılmas( Kanunu. 3 Mart 1924 tarihindeki meclis bırieşiminin 1 celsesinde, hükümetçe venlen b ١r teklif üzenne "Halifeliğin kaldırılması Kanunu.ndan önce müzakere edilmiş ve kanunlaşmıştır. (Naşıt Hakkı Ulu ٥. ٧ ؟Büyük Devrim, s. 81. A k Yay.)
.
؛ ٠-::': ٠اا :ﻣ ﻊ; ; ٠; :ﺑ ﺸ ﺆ ; ا ا ^ ^ ا
ب٠ي ٠ت:ﻋﺔﻟﻲﺀ : 4ئ
4
٠ا،؟م| ر
٠ ١أ ﻷ -ا
Beşinci Bölüm
"HİLAFETİN İLGASI VE HANEDAN I ÂL-İ OSMÂN’IN TÜRKİYE CUMHURİYETİ MEMALİKİ HARİCİNE ÇIKARILMASI" İLE İLGİLİ KANUNUN UYGULANMASINDAKİ ZULMÜN BELGELERİ
٠،٠٠٠٠
ا:ﺳﻈﻬﻔﻐﺨﺨﻆ^
4 3 1 SAYILI YASA İLE
SON "HALİFE-İ MÜSLİMİN.. TÜRKİYE'DEN NASIL KOVULDU? BELGELERLE BİR ZULMÜN HATIRASI
1 Kasım 1922 tarihinde Saltanat kaldmhrkcn. ’.makam.ı hilafet bizim için en âli makamdır ve Türk'ün başında da ebediyyen bir halifc-i İslâm bulunacak tır". sözlerinin söylenmesinden tam bir buçuk yıl sonra en başla bu sözlerin sa hipleri ve bu sözleri alkışlayanlar makam.ı hilafei-i bir "mcnba-ı şer" addederek ona küfürler ve en ağır hakaretler yagdınnaya işte bu kanunun kabulüyle birlik te başlamışlardı. Hatta 1922 yılına kadar her vesileyle padişaha ve onun etrafındakilere ve Al-i Osman'a "îhıiramat.ı faika" arzeden kişiler. "Hanedan.ı Al-i Osman'ın Tür kiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine Çıkmasına dair kanun müzakere edilir ken yukanda gördürünüz gibi insanlıktan çıkacak kadar kendi öz ccdadlanna iğrenç sözler sarfcdcbiUyorlardı. O.smanorullan'mn yun dışına çıkaniması ile ilgili kanun müzakere edilir ken kanunun geneli üzerine konuşan Rize Milletvekili Ekrem Boy şu garip ko nuşmayı yapar ve Sulıan Fatihe kadar büıün padişahlara en ağır bir şekilde ha karetlerde bulunur. Riza Milletvekili Ekrem Bey.in konuşması şöyledir:١ "Ekrem Bey (Rize): Meşrût.yet.in hidâyeti idi. Henüz mektepten çıkmıştım. Mekteb i Harbıye.nin —biliyorsunuz— Talimhaneye müteveccih olan mermer sü. tunlu mermer merdivenleri vardır Bunun kapısından bakıyordum. Mermer meroıvenin aşağısında Sadâret Mevkii.ni işgâl etmiş vükelâmızdan b،nrM .erik ٠po ٠et؛٠fi ve mehâbellı vücûduyla arkasında butun yâverlenyle ve mâıyyet٠y l. iyi tâum ve terbiye görmüş bir nefer vazıyetinde gördüm. Bu zat ve mâ٠yyetı mukettel b٠r ara-
1
TBMM Zabıt Cendes.. c 7. s 31 •33
208
c u m h u r iy e t
DÖNEMİ DlN ٠ DEVLEP İLİŞKİLERİ
banin önünde duruyordu. Faka, arabanın ^ındekınl goremiyordum. Tabiî merak ettim, baktım. Bu. Sultan Hamid.ln ondOrt onbeç yaşındaki şehzadelerinden bıriy. di. Bu levha bana derhal garip bir te.sir yaptı. Çünkü bu gocuk bir higtl ve hıg. ©V. salı olmaya bir insancık idi. Düşündüm: 0 zaman bu gocuğa eğer 0 hürmet Sul. tan Hamid'in oğlu olduğundan yapılıyorsa. Sultan Hamld denilen adam 0 caniler, dendir ki. cinayeti yalnız Mithat Paşa gibi nice insanları mahvetmekten ıbâret değil. bir milleti inkıraza mahkUm etmiştir. Hâlâ Onun cezâsını gekiyoruz. Sonra haber aidim kı. meğer saraylarda beş altı yaşındaki ocukların önünde vükelâ, ricai ve ekâbır hepsi bOyle el.penge divan dururlarmış, insanların bOyle kendi kendilerinl esâret aitina sokmalarına karşı 0 zaman derin bir nelret hissetmiştim. Etendiler! Bugün bu melkUre tamâmiyle değişmiştir ve ben bugünü gördüğüm igin ölürsem de gam yemem. rUhum ebediyyen istirâhet edebilir. Artık kimse beş altı yaşındaki gocukların önünde el.penge divan durmayacak ve higbir zaman “arzu.yı şâhâ. nem. millete ihsan ettim" sözlerini işitmeyecek. Yalnız milletin sayesinde yaşadıklan halde onu uşak gibi kullanan bu saltanat devrildiği halde, garip olan şurasıdır ki ؛hâlâ biz gözümüzün önünde bu ailenin Hiiaiet kisvesi altında, ayni debdebeyi sürmesine tahammül etmek ve rızâ göstermek satderUnluğunda bulunuyoruz. Bir gün gelecek istikbâlde bugunUn târihini yazan müverrihler, Anadolu.da. Türk istiklaiini kazanmak İgın boğaz t^ğaza gelirken. İstanbul'da onun düşmanı ile dan seden bu hânedan âileyi derhal tardetmediğimizden dolayı hayret edeceklerdir. Tarih bize gösterir kı ؛bu zevât, her zaman bu tahta bütün kuşetleriyle sarılmışlar ve onu elde etmek igin İcâbında TU^ Milletinin boğaz boğaza gelmesini is. temışlerdir. (Bravo sesleri) Nigin bunlar bu tahta bu kadar sarılıyorlar? Millete hiZ" met etmek igin mi? Elendiler ؛Millete hizmet etmiş tarihimizde b ir^ k sadrazamlar gösterebilirsiniz. Fakat Padişah göstermek igin müşküat gekeceksiniz. Bunların tahta merbut olmalarına sâik yalnız. menlaat. ihtiras, bundan ibârettir. Padişahla, rın yapmış olduklar, bu lenalıklar üzerinde biraz durmak istiyorum. Çünkü, ben in. !؛yorum. Elendiler ؛Bugün memleketimin, milletimin terakkiyâtının bu kadar geri kalmasından dolayı inliyorum. Bir ecnebi ile karşı karşıya geldiğim zaman, onun memleketi ile kendimi mukayese ettiğim zaman, görüyorum ki ؛onun memleketindeki şimendUlerler kadar, benim memleketimde yol yoktur. Bu üstümdeki, başım, daki gömdüğünüz düğmeleri ve hatta bazı yerlerde yiyeceğim ekmeğe varıncaya kadar onlardan satın almaya mecbur oluyorum. Bundan dolayıdır kı ؛bir ecnebî ile karşı karşıya geldiğim zaman yüzüm kızarıyor. 0 halde kendime soruyorum ؛Türk Milletinin bu kadar geri kalmasındaki sebep nedir? Ya Rabbil Biz kabiliyetsiz, isti, datsiz olduğumuz igin mi bu kadar geri kaldık? Bütün ecnebî devletler en yüksek z ı ^ e ٠biz alttayız... Buna sebep din midir? Bu suâlime karşı derhal görüyorum ki ؛mazide Arap Milleti'nın İslâm Dini ile mücehhez olan Arap Milletinin medeniyeti bana gösteriyor ki ؛h i^ ir zaman din buna mâni değildir. 0 halde kabiliyetsiz olan biz Türkler miyiz? Hayır dendiler, bunu da görüyorum. Bir zâbit, bir doWor. bir mühendis, mühitini bulduğu zaman derhal orada lerdî toleşuklar yapıyor. Etendi, lerl Turk Mılletı'nin bu kadar geri kalmasına sebep, mes'ul padişahlardır. Padişahİardır. günkü onlar milleti kahhar bir idâr٠. ؛mutlaka akında toğarak ve yalnız kendi menfaatlerini düşünerek, onun terakkisi igin h i^ ir şey yapmamışlardır. Millet د٠ اﻻkendisi olurdu, şayet hâkimiyet k . ^ i elinde olduğu halde bu kadar geri
b elc eler im e b ir z u l m ü n
HA'HRASI
209
kalsa idi. Şöyle bir bakarsak ve son inkılâp fikri istisna edilirse, Türk Mılleti'nin attı yuz sene evvelki ruhuyla son zamanlardaki ruhu arasında hiçbir fark yoktur. Hu dutlara bakınız. Aşağı yukarı altı yüz sene evvelki vaziyete şahıd oluruz. Ümran noktasından yollar, köyler hiç değişmemiştir. Yalnız ormanlar azalmıştır. Bütün bunların sebebi, mes'ullerı padişahlardır. Bugün İstanbul'da ve memleketin sair ta rafında elleri böğründe, kuvvetleri olduğu halde. İş bulamamaktan dolayı sefil ka lan. binlerce halk bilmelidir ki. biz altıyüz senenin biriktirdiği nekâisin altında ezili yoruz. Ve bu altıyüz senenin biriktirdiği nekâise çâre bulmak bir kaç senede müm kün değildir. Bu padişahlar bidâyet-i saltanatlarında tarihin kendilerinden evvel vermiş olduğu derslerden hiç ibret almamışlardır. Düşünmemişlerdir ki; bir yeri iş gal etmek o yeri zaptetmek değildir. Memleketin ümranı nokta-i nazarından çalış mamışlardır. Hiçbir şey yapmamışlardır. Bana tarıh-i Osmânî'nin. Sultan Os man'ın. istıklâl-l Osmâni'yi temin etti diye, tebcil ettiği şeylerden mı bahs oluna cak? Efendiler! Ben bunu, bu efsâneyi on yaşında iken pek tatlı olarak dinledim. Fakat bugün artık bu masalları dinlemeye tahammülüm yoktur. Kimi esâretten kurlarmış, kimin istiklâlini temin etmiştir. Şark-Türk Hakanlığı’nın Türkleri bir nok taya toplamak için olan hareketine karşı, bazı Selçuk sultanlarının yaptığı gibi ona tâbi olsaydı, bugün ihtimal ki; merkezi Asya'da olmak üzere büyük bir Şark veya Türk Hakanlığı te'sis etmiş olabilirdi. O zaman bizim ecdadımız da ha Şark Türk Hakanlığ.ının idaresi altında bulunmuş, ha Sultan Osman'ın idaresi yahut Kara man Beyı'nin idâresıne girmiş. Bugün bu bizim için musâvi olurdu. Bu ancak Sul tan Osman'ın şahsı ve O'nun ailesi için, ihtiras nokta-i nazarından mühim olabilir. Binâenaleyh efendiler, bu tarihi yukarıdan aşağıya doğru tetkik edersek, hep cinâyet. şahsî ihtiras görülür. Yıldırım Beyazıt'ın Kosova meydanında—tahtını, tabu ta tahvil ettirdiği— biraderini görürüz. Sultan Fatihlen mı bahsedeceksiniz? Be nim gözümün önüne O'nun sırt bu arzusu için, en kıymetli sadrazamımız olan Mahmud Paşa’yı getiriyorum. Bu adamı çocuğu öldüğü akşam, beyaz entari giye rek, satranç oynadığı için katlettirmiştir. En kıymetli sadrâzamlar ki. o zaman yal nız onlar memleketi bir derece tedvir edebiliyorlardı. Hepsinin kadınların eli altın da kesildiğini görüyoruz. Binaenaleyh yukarıdan aşağı hep bu laht.a ihtiras görür sünüz. Ve başlan aşağı cinâyellerdir! Zanneder misiniz ki Efendiler! Bu tahta olan merbütıyet, bugunkü tard etmek için teklif edilen şu âılede yoktur? Hiç şüphesizdir ki; vardır. Fakat o fırsatı bulamamışlardır. Binaenaleyh neticeye geliyorum. Hiç düşünmeksizin yapılacak olan şey. derhal bu hanedanın bilaistisna hudud hârici ne çıkarılmasıdır. Sair Cumhuriyeti ilân eden milletlerin birçok kanlı tecrübeler pa hasına bulmuş oldukları bu neticeyi elde etmek için aynı tecrübeleri yapmak ister misiniz? Bunlar çıktıktan sonra bir nokta gelebilir. Hilafet Mevkii, bendeniz hakika ten hayretler içinde kalıyorum. Hilafetle bu âılenin münasebeti nedir? Mazisi, cina yetlerle dolu ve Türk Mılleti'ne hizmet etmemiş olan bu ailenin Hilafetle münase beti nedir? Hilafet, esasen İslâm Dim'nin hükümetinde mündemiçtir, bundan iba rettir. Bununla beraber ben bu isme de çok ehemmiyet vermem. Artık bu ismin oy nayacağı siyasî rol çoktan geçmiştir. Bugün pek güzel gördük, Harb-i Umûmî.do. Kanal Seferi bize Hilâfet kuvvetinin hiçbir işe yaramadığını pek acı ve pek pahalı ya oturtarak anlatmıştır. İrak ve Filistin cephelerinde Hint askerlerinin pek kanlı ta.
210
c u m h u r iy e t
DÖNEMİ DİN ٠DEVLET İLİŞKİLERİ
arruzlarına bu isim hiçbir zaman mâni olamamıştır. Son zamanda görüyoruz ki; Yunanistan'ın bazı siyasi menfaatler görmesi onun Hıristiyanlığından öte batınm menfaatlerine uygun geldiği için bazı siyasi menfaatler elde etmiştir. Fakat Türk orduları tarafından ezilince ancak batı tarafından terkedilmişlerdir. Binaenaleyh artık bu ismin, yani hilafetin düşmanlarımıza karşı oynayacağı hiç bir rol kalmamıştır. Neticeye geliyorum; Artık bundan böyle hanedan ailesine mensup her ne kim varsa hepsinin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine çıkartıl masını istiyorum."
Rize Milletvekili Ekrem Bey'in, "bilaistisna kadtn-crkek. çoluk-çocuk, genç-ihîiyar ne varsa Osmanogullannın cümlesinin hudut haricine çıkarılması gerekir" sözleri ile birlikte kifayeti müzakerede tamamlanınca Türkiye Büyük Millet Meclisi Hancdan-ı Âl-i Osman'a yurt dışına çıkmalan için on günlük bir zaman ihsanında(!) bulundu. 431 sayılı kanunun metninden açıkça anlaşıldığı gibi hanedan mensupla. nna vatanı terk için sadece on günlük bir mühlet tanınmıştı. Fakat o sırada İs tanbul Valisi bulunan Haydar Bey ile İstanbul Emniyet Müdürü Saadettin Bey kanunda belirttikleri resmi mühlete bile uymayarak Ankara'dan üst yöneticiler den aldıklan gizli emir gereği hemen harekete geçerek, kanunun çıktığı gece ve resmi gazetede yayınlanmasını dahi beklemeden Halife Abdülmecii Efendi.yi nihayet bir-iki saat zarfinda yakınlanndan sadece birkaç kadın ve çocuk ile bir likte yurt dışına çıkmaya icbar ettiler. Ve güya halifeyi Sirkeci'den trene bindi rerek göndermeyi can güvenliği (!) açısından mahzurlu bulduklan için bir oto mobile bindirerek Çatalca'ya götürdüler. Halife ve yakınlannı 4 Mart 1924 Perşembe sabahından itibaren trenle yurt dışma çıkarmaya memur edilen polislerden biri olan ve "resmi ağız" olarak sonradan bu hatıralarını da neşretmiş olan Polis memuru Rıza Yalkın. yayınladı ğı hatıralarda herkesin tüylerini diken diken edecek olan bu acıklı serüveni tüm boyutlanyla dile getirir. O gece İstanbul Valisi Haydar Bey ile İstanbul Emniyet Müdür Sadettin Bey sarayın etrafını yüzlerce polis ve zabitanla kuşattırdıktan sonra en güvendi ği 30 kadar eli silahlı polisle sarayın içersine girer. Her polis önemli bir noktayı tutar ve ellerinde silah olduğu halde asayiş nöbeti (!) tutmaya başlarlar. Ve S a d e tti B eyle v ^ i Haydar Bey Halife AMülmccid Efendi'nin odasına çıkarak 0 'n a T B ^ 'n i n kendisi İçin ^dıgı 431 sayılı kotunu ve onun 13: madde.sini VU^İU bir şekild ؛I k u y L : kendisinin Türkiy^den kovuldUgunu dile getirirler.
BELGELERLE BİR ZULMÜN HAVRASI
211
KENDİLER، SEKTİLER, KENDİLERj KOVDULAR Halife AMUlmecid Efendi Aynine y٠ldjnmla٢ düşmüşçesine şaşkın bir vaziycile. hayalında hi ؟bcklcmcdigi/bcklcycmcycccgi böyle bir şey İçin hemen s٠rar:2 Nasii ٠ﻻا٢?" dly.rdu, is!âm؛yel' ؛s اyas© ا٧3أاج35 اo!maklan kurtarmak İçin Hjialet Makamı'n، yakmak. Haiile.i ResUiuiiah'. memiekel haricin© almak mı ةا٠ zımdır?.. Hay.r hay.r Vali Bey, boyle bir karar.n Millet Mecl.si'nden sudUruna ihli. mal veremiyorum bir türlü... Hanedanımdan irsen intikal eden Saltanat Makamı'nı ؛mahzâ milleti h.şnud ve memnun etmek İçin terk ve teragate muvâtakal ettim. Fakat Hıiatet Makam.ı bUtUn Ehl.i İslâm'ın hânedanıma ve dolayısiyle ؟ahsıma bir vediası olduğuna na. zaran. Millet Meciisi'nin bu kararını kabul etmekte mazur olduğumu, hiç vakit ge. girmeden Ankara'ya bildirmenizi, bu karara mutavaatım İçin beyhUde yer© ısrar etmemenizi ve huzurumdan derhal çekilip gitmenizi ©mir ve ihtar ediyorum Sız'e Va. li Beyi.. Vali Haydar Bey» muhatap olduğu bu acı sözleri ve hele kovulma keylıyetı. ni. bUyUk bir sabır ve sUkUnetle ve bı.raz da mânâlı gUlUmsemelerle karşılıyor. Ha. lıte.nin bu karar ve ısrarlı talebinden teragatini, BUyUk Millet Meclisinin irâdesine mutavaatım temin İçin dil dökmece, nezâket göstermekte devam ediyordu: Bu emrinizi yerine getirmeğe, ihtiranıza l»yun eğmeye mevki ve mamUriyetimln mâni olduğunu, aldığım emrin Türkiye'nin yegâne hâkimi olan BU. yUk Millet Meclisi.nin verdiği bu kararın, zâtıâlinıze yalnız tebliğinden İbâret değil, ayni zamanda behemehal tatbik etmek vazilesinin de bana tahmil edilmiş bulun, duğunu lUrten nazar.! dikkate almanızı tekrar rica edeceğim. Bu emrin kat٩ ve SI. zin İçin de kabul ve mutavaatın mecbur olduğunu da..." Abdülmecld» Valinin sözünü kesiyor ve azâmelli bir eda ile: Hayır hayır Vali Bey" diyordu. "Sizin de bir mUslUman sıfatı ile Hilâfeti en büyUk dini bir merci ve makam tanımaz, şahsıma mutlak sUrette merbut ve hUrmetkâr bulunmanız ve bunu en kudsi bir vazife tanımanız icabetmez mi?.. Bu mecburiyet ve mutavaatı bana tahmil ederken neden bu icapları düşünmeyi ihmal ٧©ısrar ediyorsunuz. İşte size kat٠î olarak ihtar ediyorum kı: memleket hârici şöyle dursun, saraydan ve hatta ŞU salondan bile dışarı çıkmam ve çıkaramazsınız da benil Tâciz ve tazyike devamdan vazgeçiniz... Yoksa... Ben de..." Bu defa da. Vali Haydar Bey, Abdülmecid'ın sözünü bitirmesine meydan vermeyerek, Hallfe'ye doğru bir iki adim ilerliyor, ciddi bir edâ ve kat? bir Ilade ile;
2
Razi Yalkın. Son Halife Abdülmecld ve Henadan.ı Al. ؛Osman Istanbul.dan Nasıl Çıkanidı؟ T a rih D ü n y â s ı D e rg is i, sayı. 1.5. lstanb٧ l٠19S0.
212
CUMHURİYEI^DÖNEMİ DlN - DEVLETrlLlŞKlLERl "Atfınızı rica ederim Efendi Hazretleri!" diyor. "Ben Türkiye Büyük Millet Mec lisi nin büyük milletimizi temsil etmekte bulunduğunu ve sadır olan millî iradeye gerek zâtiâlinizce ve gerekse bence. kat٠î surette riâyet mecburiyetinde bulundu ğumuzu tekrar arz ve Ifham etmek isterim. Bilhassa, bu millî irâdenin tatbik ve in fazı hususundaki mes'uliyet önünde vazifemin ifâsına daha ziyâde mümânaat et mekten fâide olmadığını da ilâveyi pek lüzumlu buluyorum ve hemen millî iradeye mutavaat buyrulmasının zâtıâliniz için daha hayırlı olacağını da arzetmeyi insan? bir vazife addediyorum. Tekrar istirham ederim, beyhûde ısrar ve itirazları terk ile vazifemizi teshil ve hareket hazırlığını tacil buyurunuz." Bu başı örtülü ve nazikâne tehdid karşısında Halife Abdülmecİd biraz sarsı lıyor. Bu esnada Polis Müdürü Saadeddİn Bey de söze karışıyor. Telaşlı bakışla rını bileğindeki saat ile Halifenin büsbütün çatıklaşan yüzünde gezdirerek: "— Efendi Hazretleri!.." diyor. "Size tahsis olunan trenin Sirkecı'den hare ketine bir buçuk saat kadar bir zaman kaldı. Lütfen hazırlansanız da bizleri. sizi hazırlığa ve harekete icbar gibi, hiç de şâyân-i arzu olmayan teşebbüslere müra caat mecburiyetinde bırakmamak lûtfunda bulunsanız. Hem bizi hem de kendinizi beyhude yere üzüp yormasanız, daha münâsip olacağı zannındayım." Biraz daha açıklanan ve o nisbette de acılaşan, ricâdan daha ziyâde âmirâne bir ihtarı andıran bu sözler. Halife Abdülmecİd Efendi.yi ye'se düşürüyor... Ni hayet, alnını karıştırarak mânâlı bir gülümseme ile, Valiyi ve Polis Müdürünü baş tan ayağı süzdükten sonra soruyor:
٠٠—
Sarayımdan beni cebir ile mi çıkaracaksınız?"
İkisi birden aynı zamanda cevap veriyorlar: "—
Evet... Icabettiği takdirde maalesef öyle efendim!.."
٠٠_
Evet!.. Aldığımız emrin icabı olarak!.."
Çehresi sararan Halife kaşlarını çatarak: "—
Ya öyle mi?!.."
Diyor ve bakışlarını Vali ile Polis Müdürünün yere eğik yüzlerinde gezdirerek sert bir seste ilâve ediyor:
٠_ ٠٠ Muhâlefet ve mukavemet gösterirsem ne olacak?.." Abdülm ecİd Efendi'nin bu suâli kadar da tavırlarından anlaşılıyordu ki, sa rayın iç ve dış vaziyetlerinden haberi yoktu. Kendini de, güvendiği adamlarını da, herhalde serbest sanıyor, kimbilir ne gibi kuruntulara kapılıyor, ne gibi leşebbüslere atılmayı arzuluyordu. Fakat hiç bir şey yapacak ve yaptıracak; eğer hakikaten varsa, taraftarlarını ayaklandıracak vaziyette değil idi. Çünkü daha
farın önlerine nöbetçiler konmuştu.
BELGELERLE BiR ZULMÜN HATIRASI
213
Halife Abdülmecid Efendi, çok âni olarak alınan bütün tedbirleri bittabi biN miyor ve Vali ile Polis Müdürü'nün mâlûm kararı kendisine tebliğ için geldiklerini tahmin ediyordu. Bu sebeple de. sık sık kükrüyor ve bu hareketleri ile, ne de olsa Vali ile Polis Müdürü'nü sinirlendiriyordu. Halife Abdülmecid Efendl'nin son suâlini, kısaca cevaplandıran Vâlı ile Po lis Müdürü Beyler, muhataplarını daha fazla heyecanlandırmamak için, sükutu ter cih etmişlerdi. Fakat, onların bu sessizliğini ve hareketsizliğini, kendi tahminlerine uygun olarak yoran Abdülmecid Efendi gazap püsküren bakışları ile hırpaladığı muhataplarına doğru hırs ve hışım ile sokuluyor ve dik bir sesle: Yapacağınız cebri, ikrar ediyorsunuz değil mi?.. O halde, tekrar ediyo rum işte!.. Ne Hılâfet.in ilgâsı, ne de memleketten ihracım kararını kat’iyyen kabul etmiyorum. İstediğinizi yapmakta serbest ve muhtarsınız efendiler!.... diye bağıra rak. kendini gerisindeki kadife koltuğa atıyor. Geriye doğru yaslanıyor. Ayaklarını tâ ileriye doğru uzatarak, gittikçe büyüyen ve kan bürüyen gözlerinin yakıcı bakış larını Vali ve Polis Müdürü'nün yüzlerinde gezdiriyor. Adeta meydan okur gibi, di renen bir tavır takınıyor ve söyleniyor: "— Hilâfet.i Muazzama-i Islâmiye'nin timsali olan şahsıma karşı revâ görü len bu muâmeleye tahammül edemem artık. Hânedânımın huzur ve selâmeti nâ mına şimdiye kadar ne dedilerse kabul ve icradan istinkâf etmedik. Selâhiyeti tahdid edilmesine rağmen Hilâfet Makamı'nı kabulde de zinhâr tereddüt göster medik. Milletimizin hâtırına hürmeten gösterdiğim bu ferâgat ve fedâkârlık sanki kâfi değilmiş gibi, şimdi de Ben'i ve hiç şüphesiz benden sonra da hânedânımızın bütün erkân ve efradını yâd ellere atmak istiyorlar..." Vali ve Polis Müdürü artık Abdülmecid Efendi'nin sözlerine kulak bile ver miyorlardı. Kapı önündeki paravananın gerisine çekilmişlerdi. Yüzyüze gelmişler di. Alınan emrin yerine getirilebilmesi konusu üzerinde, Polis Müdür Muâvini Kâ mil Bey ile âcizinizin işitebileceği kadar hafif bir ses ile konuşuyorlardı: "— Ne yapacağız Saadeddin? Bu adam bizi çok üzecek ve yoracağa ben ziyor!.." "Evet... Maalesef öyle Vali Bey!.." O halde?" "—
Şiddetli harekete geçmek zorunda kalacağız galiba..."
-—
Ben de öyle görüyorum. Fakat, nasıl yapacağız bunu?...
Polis Müdürü Saadettin Bey, biraz düşündükten sonra gülümseyerek:
٠٠—
H iç şüphesiz ki" diyor, "kucaklayıp otomobile atacak ve kaçırır gibi bir
vaziyet yaratacak değiliz.. Bütün ümidlerini kıracak ve millî irâdeye uymaya mec bur bırakacak bir çâreye başvurmamız lâzım Vali Bey!.."
٠٠— Meselâ ne gibi Saadeddin?" ٠٠— Hatırıma gelen şu... Meselâ; ileri sürdüğü taleb ve itirazları Büyük Mil let Meclisi Relsliği'ne arzetmiş ve daha şiddetli hareket lüzumuna dâir yeni bir emir almış gibi görünsek. Bu sûretle inad ve mukavemetini kırarak biraz da korku tarak..."
214
CUMHURHTEI'DÖNEMİ DİN - DEVLErr lUŞKlLERJ Vali Haydar Bey. Polis Müdürü'nün sözünü kesiyor, memnunluk ifâde eden bir gülümseme ile: ’٠— Saadeddin, bu çok mükemmel işte!" diyor. Hemen buna bir şekil vere lim ve harekete geçelim. "— ٠ halde, zâtiâliniz tekrar O'nun yanına gider, vaziyeti Ankara'ya telgraf la bildirdiğimizi ve cevap beklediğimizi söylersiniz kendisine. Biraz sonra da, ben deniz yanınıza gelir alınan cevabı, nasıl emir buyurulur ise ya zâtiâlinize veririm yahud da yüksek sesle okurum. Tabiî ki, bu cevabı O.nun maneviyatını hırpalaya cak ümidlerini kıracak bir şiddette ve çok kalT bir mâhiyette tertip edeceğim. Müs terih olunuz." Vali Haydar Bey. Halîfe Abdülm ecid Efendl’nln yanına girerken, Polis Mü dürü Bey yanımıza geldi... Salondan işitilecek kadar yüksek sesle muâvini Kâmil Bey'e hitap ederek: "— Haydi Kâmil Bey; Saray telgrafhânesine ineceğiz. Ankara ile muhabe re edeceğiz." dedi ve eliyle, kendileri ile birlikte gelmemi işâret etti. Biraz sonra, telgraf odasında ve telini akşamdan kestirdiğimiz makinenin bulunduğu masanın başında idik. Muâvini ile kısa süren bir görüşmeden sonra. Müdür Saadeddin Bey söylüyor.. Ben de müsvedde halinde not ediyordum. Beş dakika içinde cevap hazırlanmış, bir telgraf kâğıdına yazılmış ve resmî mühürle de damgalanmıştı. Saadeddin Bey, o gün. Halîfenin şevkine âid yapılan hazırlıklar ile alınacak tedbirler üzerinde uğraşmaktan ve bilhassa Halîfeye yapılan tebligat esnasında aşın derecede üzülmekten yorgun ve halsiz düşen vücûdunuzu biraz olsun din lendirmek ve bu suretle geçirilecek vakit ile. Ankara ile muhabere edildiği kanaati ni halifeye edindirmek için, postahanede koltuklardan birine serilmişti. Fakat din lenmek değildi, oturduğu yerde didiniyordu. Muâvini Kâmil Bey'e, bana ve diğer alâkalılara emirler veriyor, nakil esnasında karşılaşılması ihtimali bulunan ters du rumlar. anî saldırımlardan bahsediyor ve bunlara karşı alınacak çeşitli tedbirler tavsiye ediyordu. BÖylece yirmi dakika kadar vakit geçiren Saadeddin Bey, telâşlı olduğu kadar da yorgun, az buçuk da kırgın bir edâ ile, Halîfe’nin bulunduğu salo na girdi. Vali Bey’e doğru tez adımlarla ilerlerken yüksek sesle:
-٠
Cevabı aldık Vali Beyefendi! Sadır olan emrin tâyin edilen müddet zar fında yerine getirilmemesinden dolayı şiddetle muâhaze ediliyoruz. Emir buyuru larsa okuyayım efendim.." dedi ve Vali Haydar Bey’in cevabını beklemeden, yük sek ve titrek bir sesle okumağa başladı: "İstanbul Vilâyetine.. Cevap... Hâkimiyet milletindir. Milleti temsil eden Meclis kararının tatbik ve infazında,
'؛âdeye"»^^^
!H . i S H . S S 3
cevaba İntizardadır.
Bûyûk Millet Meclisi Riyaseti..'
BELGELERLE BiR ZULMÜN MAHRASI
215
Okunan cevap, hele Polis Müdürü Saadeddin Beyin okuma esnasındaki heyecanlı jestleri. Abdülmecİd Efendİ'nin üzerinde, tahmin edilenden çok daha fazla tesir yapmıştı. Başı önüne sarkmış, çehresi oldukça sararmış, derin bir dü. şünceye dalmıştı. Dudakları oynuyor, bir şeyler söylemek istiyordu. Fakat söyle yemiyordu. Belli ki geçirdiği şiddetli buhran buna mâni oluyordu. Koca salonu derin bir sessizlik kaplamıştı. Haydar ve Saadeddin Bey.ler de yanyana ve oldukları yerlerde kalmışlar vaziyetteki bu ânî değişikliğin karşısında kimbilir ne gibi düşüncelere dalmışlardı, pek haklı olarak birazcık da şaşırmışlardı hani, ikisi de çehresi gittikçe solup sararan vücûdu baştan ayağa seyirip sarsılan Halîfe Abdülnrtecld Efendl'ye bakıyor, bakıyor, arasıra da birbiri ile manâlı bakışı yorlardı. Belki de kapıldığı buhranın vermesi ihtimalini gördükleri neticeden, Abdûlmecld Efendİ'nin o esnada yüreğine inip ölüvermesinden çekiniyor, korkuyor lardı. İkisinin de ahnfarı kırışmış, kaşları çatılmıştı. Onlar da tıpkı Halife gibi, belki de O'nunkinden daha derin düşüncelere dalmışlardı.> Vakit geçiyor, Abdülmecİd Efendl'yi sarsan ve kıvrandıran buhran, bütün şiddetiyle devam ediyordu. O aralık, kendini biraz toplayan Vali Haydar Bey, Po. lis Müdürü Saadeddin Bey'e doğru döndü. Çok hafif bir ses ile:
٠٠— Ne dersin Saadeddin, Saray doktorunu getirisek mi acaba?...' dedi. Saadeddin Bey. üzüntülü bakışlarını Vali Beyin yüzünde gezdirerek cevap verdi:
٠٠— Evet... diyeceğim amma, çok çekiniyorum Vali Beyi... "—
Neden?.."
Saray halkının kadınlı erkekli telâşlanmalarından, feryad ve figana baş lamalarından..." Evet haklısm... Amma bu vaziyette ne yapacağız?... "—
Biraz bekleyeceğiz..."
٠٠—
lyj... Fakat... Ya büsbütün fenalaşırsa?.."
٠٠٠_ Ya bir emr-l Hak vaki oluverirse?.." ٠— Pek sanmıyorum ya... Öyle bir şeyin vukuunda herhal Ankara'ya bildi rir, tâlimat isteriz hattı hareketimiz hakkında..." Vali Bey, üzüntülü olduğu kadar da telâşlı bakışlarını uzandığı yerde kıvran makta olan Halîfe Abdülmecİd Efendİ'nin üzerine şöyle bir gezdirdikten sonra. Saadeddin Bey'e çevirerek: Ne dersin Saadeddin?.. Şöyle göğsünü bağrını açıp havalandırsak. sırlını ve kollarını yavaş yavaş oğuştursak... Belki açılır... . ٠ ٠
216
c u m h u r iy e t
DÖNEMİ DlN
DEVLET ﺍLI ﻭKﻝLERﻝ
٠
Ney© tereddüt ed؛y٠ rs٧n Saadeddin?.." “ Vehme kapılıp bağırmasından ٧ 3 ااBey! Sonra da sarayın karışıp bir hadise ؟Ikmasından..." Polis Müdürü Saadeddin Bey bu düşüncesinde çok hakli idi. Çünkü, akşamdanberi odalarında kapalı bulunan, hiç şüphesiz ki hepsi de endişe ve merak İçind ؟k؛v ٢an؛p bunalan saray erkân-1 ve hele harem dairesindeki saraylılar, bu tered. dütlü vaziyette sabırsızlanmaya, sızlanmaya, hatta bir kısmı da huysuzlanmaya başlamışlardı. Bulundukları odaların kapılarını içerden hırs ve hışımla vuruyOr, sarsıyor, pencerelerden uzanıp sarkıyor ve bekleyen memurlara sik sik soruyorlar ؛:': y Aslanımızı götürdüler mi?.." Ne oluyoruz?.." Kapalı odalarda daha ne kadar kalacağız?.." Sakin sultanımıza bir hal olmasın?.." içlerinde somurtanlar, homurdananlar, kaş çatıp gazaplı gazaplı baş sallayanlar, civarlarındaki nöbetçi memurlara dil uzatan ve meydan okuyanlar da yok değildi. Memur arkadaşlar, bu sorulan münâsip sözlerle cevaplandırıyor, bazılarına teselli veriyor, taşkınlıklara karşı da göz yumuyorlardı. Fakat, İŞİ aşırı dereceye vardıranlara karşı da, soğukkanlılıklarım muhataza etmekle beraber, lâyıkı veçhile mukabelede kusur etmiyorlardı. Gittikçe kararmakta olan hal ve vaziyeti de, sik sik Müdür Muavini Kâmil Bey'© bildiriyorlardı. Bu durumda, Halite A M ü lm e cld tle n d l'n in herhangi bir sebep ile Çikaracaği dikçe bir ses, saray halkında bir şüphe uyandırabilir, velevki mevzii bile olsa saray İçinde, vukUu hiç de arzu edilmeyen bir hâdiseye sebep olabilirdi. Polis Müdürü Saadeddin Bey, bilhassa bu ihtimali düşünerek Vali Beyin, Abdülmecld EIer١dinin göğsünü açmak ve masaj yapmak teklifini çok mânâlı bir sükut ile karşılamıştı.
Fakat Vali Bey.in ısrarı üzerine, zihnini kemiren ihtimali açıklamak ve bu arada odalarında saatlerden beri kapalı duran saray erkân-1 ile memur ve müstahdemlerin, bilhassa, yaygaracılıkla ma.ruf olan harem ağalarının 0 andaki durumlarım olduğu gibi anlatmak mecburiyetinde kalmıştı... Vali Haydar Bey, aldığı bu izahat üzerine, vaziyetteki nezâk.eti, ihtimalli yehameti anlarmış, salon kapıSı ile denize nâzır pencerelerden birinin arasında dur3n ٠ abanarak. Halife Abdülmecld Efend؛ye ٠ baka baka derin bir düşünceye dalmıştı. Polis Müdürü Saadeddin Bey, soğukkanlılığını, muhatazaya ^alışıyOr. vaziyeti ıslâh İçin zihnin.de çareler araştırtığı ka ؟٧ د؛؟ﺑﺆ ه٠_۶ ا ح٠ و ؟larından. d u d ^ kıpırdatmalarından antaşılıy.rdu. .Bir taraftan da salonda dolaşıyor, gözünü Haltfo AbdOlmecld Elendl'den ayırmıyordu. Böyle bir çeyrek saate yakın bir za^aç ge^ikten r : H٥! ﻫ ﻪ: ا: ; ه baktıl.. Nihay.؛. yavaş yavaş kımıldanarak, sik sik yutkunarak davrandığı kanepe-
B E L G E L E R L E B ÎR ZU L M Ü N HATIRASI
217
de doğruldu... Ümidsizlik ifâde eden bakışlarını, salonun tavanında ve duvarlarda gezdirdikten sonra, Vali Haydar Bey'in, üzüntüden kırışmış yüzüne mıhladı. Bu bakışlardan ne de olsa ferahlanan ve cesareti de artan Vâli Bey. güler yüzle Hali. fe٠ye doğru ilerledi. Vali Bey'in tavır ve hareketlerinden. Hal'ıfe'yi teselli etmek ni yetinde olduğu anlaşılıyordu. Fakat, buna meydan kalmamıştı. Halife Abdülmecid Efendi, sakin bir edâ ile sormuştu:
٠— Vâli Bey!.. Gönderileceğimiz mahal tayin edilmiş midir Ankara'ca?.." "—
Hayır Halife Hazretleri!.. Bu husus arzunuza bırakılmıştır."
"—
Ya!.. Şu halde ne ile ve ne tarafa hareket edeceğiz?.."
"—
Rükûbunuza tahsis olunan bir tren ile Balkan hududuna..."
"—
Peki... Bu tren bizi nereye kadar götürecek?...
٠٠— Bu da. arzu ve karar.ı âlinize bırakılmıştır efendim!.." "— Bu gece, herhalde yola çıkmak mecburiyetinde olduğumuza göre, artık hazırlanmamız icâb eder değil mi?!.. Şu halde ben harem dairesine kadar gideyim ve yapılacak işlere nezaret edeyim... Olmaz mı?.." Bu söz üzerine alnı yine karışan, kaşları aşağı.yukarı oynamağa başlayan. Vali Haydar Bey, Abdülmecld Efendİ'ye biraz daha eğilerek: "— Kendinizi yormasanız daha iyi olur. Halife Hazretleri!.. Çok üzüldünüz ve buhranlar geçirdiniz. Vücûdu âliniz herhalde istirahate muhtaç bulunmaktadır. Emirlerinizin tebliğine Saadeddin Bey'in tavassutu daha münâsip olur gibi geliyor bendenize..." diyor ve Saadeddin Bey'e dönerek: "— Efendi Hazretlerİ'nden tebellüğ edeceğiniz emirleri bu emirlere muha tap olacaklara tamamiyle tebliğ eder ve şayet Efendi Hazretleri tensib buyururlar ise, yapılacak hazırlıklara nezâret ile tasri edersiniz..." Halife Abdülmecld Efendi, Vali Haydar Bey'in bu teklifine evvela cevap vermiyor, başını önüne eğerek düşünüyor, acı acı gülümsüyor... Biraz da islihzakâr olduğu sezilen bakışları ile hırpaladığı Vali Bey'e: "— Kuzum şunu açık söyleyin Beyefendi!.. İmâli sözlerinizden nezâret al tında, temas ve ihtilâftan memnu bir vazıyette bulunduğumu anlıyorum. Bir şey daha teklif edeceğim size... Polis Müdürü yanımda bulunmak şartıyla. Harem Dâıresı'ne geçmemizde de bir mahzur mutazavver mi sizce acaba? Her halde olma sa gerek!.." diyor ve gözlerini elinde tez ve titiz hareketle çevirmekle olduğu teşbi he dikiyor. Bu esnada Polis Müdürü Saadeddin Bey'le gözgöze gelen ve manâlı mânâh gülerek gözlerini yine Halife٠y0 çeviren Vali Haydar Bey. daha nazik bir jest ile:
٠٠—
Bizce, yalnız rahatsız olmamanız, her hangi bir sebep ile ânî olarak tekrar teessüre kapılmamanız matlubdur. Efendi Hazretleri!.. İçeriye teşri! buyrula. cağına, hazırlık işleriyle alâkalı bendelerinizi, emir buyursanız da. huzur.، âlinize gelirsek daha iyi değil mi Efendim?!. Bu ricamı kabul buyurmanızı bilhassa istif ham ediyorum zâtiâlinizden..."
218
C U M H U R T y E T D Û N E M İ D İN - D E V L E F İL İŞK İL E R İ
"Abdülmecld Efendi. Valinin nazikâne ve devamlı ısrar ve ricaları, daha doğrusu yaptığı taleplere apaçık itirazları karşısında nihayet, Harem Dairesl.ne geçmekten de sarfınazar etmek mecburiyetinde kalıyor. Hazırlık için kimlerin çağrılması icab ediyorsa, salona getirtilen Harem.i Hü mâyun Hazinedar Ustası ile kalfası ve bir de haremağasına. kendince gerekli olan emirleri vermişti. O esnada Vali Haydar Bey de hazırlanacak eşyanın cins ve ne vilerini, miktarlarını tâyin etmişti. Bu tenbihin Halife Hazretleri'nin arzu ve iradesi icabından olduğunu da sözlerine eklemişti. Halife Abdülm ecld Efendi. Vali Haydar Bey'in bu nazikane tenbih ve ihtar larını. lüzumsuz bir müdahale ve şahsına karşı bir tecavüz saymış, yine de fena halde celallenmemişti. Somurtkan bir çehre ve celallenmenin verdiği titizlik ve tez lik ile salonda, aşağı yukarı dolaşıyordu. Hırçın bakışları, ağırca hitapları ile Vali Bey'i hırpalıyordu. Pencereden denize bakmak suretiyle kendi kendine oyalanmaya başlayan Halife Abdülm ecld Efendi, bir aralık yine Vali Haydar Bey'e doğru geliyor, yarı gazaplı yarı meraklı bakışlarını yüzünde gezdire gezdire soruyor: "—
Trene nereden bineceğiz Vali Bey?.."
Vali Haydar Bey bu sual karşısında biraz duraksar gibi olmuş, saatlerdenberi üzülüp didinmekten daralan yüreğine bir bu sual, çok acı ve pek haklı bir şüphe sokmuştu. Çünkü Halife Abdülm ecid Efendl’nin trene Sirkeci’den bindirilmesinin münasip ve muvaffık olup olmayacağı, daha o günün sabahında alakalılar arasın da görüşüldüğü sırada, Halife Hazretleri'nin şevki işi ile alakalı bulunan selahiyetli zatlardan biri, Halife ve Hilafet taraftarlarının bulunduklarından şüphe edilen bazı kimselerin, büyük ve küçük topluluklar halinde istasyon ve civarlarında bir hadise çıkarmak, bu suretle de Halife.nin gönderilmesine mani olmak teşebbüsüne geç meleri İhtimalini, hazır bulunanlara hatırlatmış ve bu ihtimal üzerinde ehemmiyetle durulması, buna karşı gerekli tedbirler alınması tavsiyesinde bulunmuştu... Diğer alâkalılar ve bilhassa Vali Haydar Bey tarafından da varid ve kabule şayan görüldüğü için. Halife Abdülm ecid Efendl'nin trene Sirkeci istasyonundan değil de Çalalca’dan bildirilmesi kararlaştırılmıştı. Verilen bu karar ve hele bu ka rarın tatbiki için alınan bütün tedbirler ve yapılan hazırlıklar, bu işle vazifelendirilen kimselerden gayrilerine tamamiyle gizli tutulmuştu. Halife Abdülm ecld Efendl'nin böyle durup dururken mânâlı bakışlarla bu suali sorması Vali Haydar Bey’e gündüz görüşülenleri hatırlatmıştı ve pek haklı olarak da kuşkulandırmıştı. Vali Bey’in duraklamasındaki başlıca sebep bu İdi iş te!.. Vali Haydar Bey'in tavır ve halinde ansızın vuku bulan bu değişiklik de hiç şüphesiz çok^^zeki b / z a t olan Halife Abdülm ecld Efendl’nin tabii ki; gözünden kaçmış değildi. O da. suali sorduran ve zihnini tırmalayan şüphe ve endişe her ne
nın tellerini çekip koparmağa başlamıştı.
B E L G E L E R L E B ÎR ZU L M Ü N HATIRASI
219
Fakat, bu hâli çok sürmedi. Kendir١i pek çabuk toplayan Vali Bey vaziyet ve halindeki değişikliğe, koltuğu altında çıkan ve kendisini günlerdenberi kıvrandıran çıbanın o esnada birdenbire başlayan ağrı ve acısının sebep olduğunu tam zama nında ileri sürüvermesi. hele Halife Abdülmecİd'den af ve özür dilemesi ve o sıra da da, trene Sirkeci'den binileceğini inandırıcı bir eda ile söylemesi, yüzde yüz muhakkak olan acı bir münakaşanın çıkmasını önledi. Halife Abdülmecld Efendi, Vali Haydar Bey.in sözlerine inanmış gibi görün mekle beraber, herhalde zihnini kemiren endişesinin şevkiyle yüzünü tekrar bu ruşturdu ve sert bir sesle sordu: "—
Sirkeciye karadan mı gideceğiz yoksa denizden mi?....
Vali Haydar Bey, solu gerisinde duran ve Halife'nin bu sualleri sıralayıp sor masından. ne de olsa, kuşkulanan Polis Müdürü Saadeddin Bey'e dönerek. Hali feye hissettirmeden bir göz işareti verdi ve sözüne devam etti. "—
Hangi tariki tercih buyurursunuz efendim?.."
Halife Abdülmecld Efendi, yine düşünceye dalmış kaş ve gözlerini oynat mağa. sık sık yutkunmağa başlamıştı. Bir aralık yine ayağa kalktı. Titiz adımlarla ilerleyerek, Vali Bey'e yaklaştı. İtimatsızlığını hissettirecek bir eda ile yüzüne bak tı. baktı ve nihayet: Ben mi Vali Bey?.." diye haykırdı. Yine biraz düşündükten sonra sözü nü tamamladı: "—
Deniz tarikiyle geçmeyi tercih ediyorum Sirkeciye ben!.."
Vaziyetin yine çapraşık bir şekil almak üzere olduğunu hisseden Vali Hay dar Bey alnını kırıştırarak sordu: -— B٧ tercihinize sebep nedir Efendi Hazretleri? Lütfen söyler misiniz âci. zinize?" ٠٠— Karayoluna çıkmakta karşılaşılmasın! hatırladığım bazı ehemmiyetli mahzurlar!.." "—
Meselâ ne gibi mahzurlar efendim?.."
Söyleyeyim. Yolda bir taarruz ve harekete maruz kalmamız., yahud da görünür görünmez, bir kazaya uğramamız filan gibi." Halife Abdülmecld Efendi nihâyet zihnini kemiren endişeyi açığa vurmuştu Milletten korktuğunu apaçık ortaya koymuştu. Bu yersiz ve yakışıksız endişeye, kendiliğinden mi. yoksa yakınlarından herhangi birinin veya kaçının tahrik ve tel kinleri ile mi kapıldığı bilinemez ve o an için kendisinden de bu husus sorulup öğrenilemezdi de tabii... Vali Haydar Bey de esasen bunu Öğrenmeyi ve bu işi eşelemek ile mevzuu deşip genişletmeyi lüzumsuz görmüş, belki de bu suretle hem kendim hem de muhatabını sinirlendirmekten çekinmişti. Amma, sualin cevabını vermekte de hiç gecikmemişti. Tam bir idare amirine yakışacak tatlı sert bir ciddîlikle: Efendi Hazretleri.." dedi. "Müsaadenizle arzedeyim ki; zâtiâliniz yok ye re vehme kapılıyorsunuz. Hâtır-ı âlilerine gelen yahud da bazı kendini bilmezler
220
C U M H I İ E T D Ö N E M İ D lN ٠ D E V L E T İL İŞK İL E R İ
tarafından yapılan telkinler ile zât-ı aiInlz ؛endişeye düşüren bu menfî ihtimaller kariyyen vârid değildir ve olamaz da. Büyük milletimiz...Vali Bey'in sözünü bitirmesine İmkân kalmamıştı. Tam 0 esnâda biraz evvel salondan ؟ikan Polis Müdürü Saadeddin Bey, telâmla gelmiş ve Vali Bey.e hita. ben, hazırlığın bittiğini, eşyaların otomobil ve kamyonlara yerleştirildiğini bildirdik١en sonra eli ile Halife Abdülmecld Efendiyi İşaret ederek sözüne şöyle devam-
"٠
Efendi Hazretleri.nin mâliyet-î âlilerinde götürmek istediği bendegânının isimleri de mahdumu mUkerremleri Efendi Hazretleri'nden öğrenilmiş ve kendileri otomobillere bildirilmiştir. Ne emir buyuruluyor..." dedi ve bir kenara ؟ekildi. Koca salonu, hüzünlü bir sessizlik kaplamıştı. Vali Haydar Bey, merak ve bi. raz da tereddüt Sizan bakışları Halife Abdülmecld Efendl'nin yüzünde gezdiriyor, ellerini oluşturarak ve sik sik yutkunarak haliyle, hareket zamanının geldiğini an. latmak istiyordu. Halife Abdülm ecld Efendi, ayrılık zamanının artık yakınlaştığını anlamıştı. Birden yaşarıveren gözlerini yummuş, düşmemek İ ؟in sağ eliyle yandaki orta ma. sanın kenarına tutunmuştu. 0 da acı acı yutkunuyor, sol eli ardsız arasız seyiren sakalında olduğu halde kara kara düşünüp duruyordu. Polis Müdürü Saadeddin Bey de, heyecandan kırpışan gözlerini kol saatinden ayırmıyordu. Ara Sira Vali" Bey'e telâşlı ve istifhamlı bakışlar fırlatıyor, lisan-ı hal ile daha ne duruyonız, de. mek istiyordu. Bir ka ؟dakika süren bu sessiz fakat 0 nisbette heyecanlı sahneyi Halife Ab" dülm ecld Efendinin mütevekkil bir eda ve kısık bir sada ile söylediği şu sözler ni. hayetlendirmişti: Takdir.i HUdaya uymaktan başka ne gelir elden? Haydi beyler, biz de inelim ve derhal hareket edelim. Yalnız evlâtlarımı bulundurmak isterim. Buna da itiraz etmemenizi ve arzumu yerine getirmenizi bilfıassa rica ederim." Halife Abdülm ecld Efendi nihayet bu sert tavırlara karşı bovnunu bükm üş ve ؟ocuklar ؛ile birlikte perdClerl kapalı otomobile binm işti.’’^
Tarih Dünyâsı Dergisinde tefrika edden bu acıklı ve in s ^ olan herkesi üzünrtiyc boğan bu seriiven üstelik "rcsmi agız"Jardan birinin hatıralanyla ifade cdilebiimiştir. Onun dilinden bile ifade edileıdcre baktığımızda TBMM.nin 1 ؟kardığı k ^ u n a hi ؟riayet etmeyerek ve 10 günlük müddeti de kullandırmadan halifeye nasıl zalimane ve sen bir tarzda davranıldıgını bu hatırattan öğrenmiş oluyonjz. Hatla polis memunı Rıza Yalkın bu hatırasında VaJi Haydar Bcy'le. Ern. niyet Mödüı^ Sadeddin Bey'in Ankara'daki üst düzey yöneticilere yağcılık ol3
Razi Yalkın.
Tarih Dergisi, sayı. 1.5. 1950-Istanbul
B E B E L E R L E B iR ZU L M Ü N H A V R A S I
221
sun i؛؟n daha kanun ؟Ikmadan saray ؛kuşalma emri verdJklerini ve billdn hazır!؛klan geceden itibaren halifeyi Türkiye'den ؛؟karmak ad؛na yapnklanm uzun
٠
uzun itiraf cder.4 SARAYDAN ZULMEDEREK KOVDULAR Aynca son halife AMüJmccid Efendi'nin yurtdjşma ؛؟kanl§؛١ esnas؛nda yan؛Bcy'de bu actki nda bulunan ÖZCİ katibi s. KerSmet NigSr ؛an ؛ve cereyan :eden olaylan günü gününe tuttugu notlarda şu şekilde anlatmaktadır Mart 1924 / Do!mabah 3" ؟.e Saray Sarayın maiye ؛binasından gece yarışına d.ğru mabeyne çağrıldım. Kapıda bekleyen nöbe؟؛.i. beni başyâver odasına götürdü. Yüksek rütbeli bir zâbit teleton la şitre yazdırıyordu. Beni görünce beklememi Işâret etti ؛-İşini bitirince de kim ol duğumu sordu. Sonra dnündeki elyazılı bir kâğıda bakarak" ؛Bu gece yola ؟Ikacak -olan Abdülmecld EJendl'nin siz de maiyetinde bulunacaksınız, ona gOre hazırla nınl" dedi. Sonra, karşısındaki bir meslekdaşına. önündeki kağıdı göstererek ve -gülümseyerek "Son .smanlı Halitesinin maiyetinde bulundurmak istediklerini bil .diren bu yazısını hatıra olarak saklayacağım" sözlerini ilave etti .Koridorda Emniyet Umum Müdürü.ne rastladım. Benden pasaport İçin iki re sim istedi. Sonra üst kata ؟ıktım. Halite Hazretlerinin namaz odasında Kur'an-1 .Kerîm okumakta olduğunu açık duran kapıdan gördüm Duasını bitirince huzuruna girdim. Bana "Vali Bey birka ؟saate kadar yola ؟1kaçağımızı bildirdi. Nereye gönderileceğimizden tiaberim yok. Sizin de beraber bulunmanızı istedim. Bizimle geleceğinizden emîn olduğum ؛cin de adınızı kafile defterine geçirdim." dedi. Hazır bulunduğumu areederek ve tazimle elini operek .huzurundan ayrıldım .Aşağıya inince mâiyet binasına dönmek, eşimle vedâlasmak. bavulumu al mak istedim. Kapıdaki nobetçi" ؛.Siz artık oraya gidemezsiniz. Eş.n.zı ouraya çağır ".tir bavulunuzu da getirtiriz" dedi. Böyle de oldu Mart 4" 1924 Yol hazırlıkları ancak sabaha karşı tamamlanabildi. Halife Hazretleriyle oğlu ؟ahzâde. Ömer Faruk, kızı Dürrlşehvâr Sultan ve Kadınefendiler, verilen fıaber üzerine, alt kata indiler. Binek taşında bekleyen ve elimi open eşime Efendimiz؛ "Sizi de birlikte göiuremediğimize esef ederim kızım ؛ileride imkan olursa ayrıca .çağırtırım" dedi. Kendisini son defa selâmlayan yaverini kucakladı, arabasına bin eden Once de ellerini açarak milletimizin ve memleketimizin selâmetine duâ etti^ ,
4.
RızaYalkın, Kadir Mısıroğlu.
S a y ı.l-S . Istanbul.1950 OsmajıoğullarinınDrarm, s. 170. Sebil Yayıntarı. ls ٥ nbul-١9 ^
222
CUMHURİYETİ' DÖNEMİ DlN ٠ DEVLETİ' İLİŞKİLERİ Efendimizin maiyetinde mabiyincisi Hüseyin Naklb Turhan Bele hususî ta bibi Doktor Selahaddin Bey de bulunuyordu. Aile otomobillerinin önünden ve ar dından 9؛d٠٨ arabalar uzun bir kafile teşkil ediyordu, Edirnekapısına vardığımız sıralarda gün ağarmağa başlamıştı. Çekmecelerden sonraki yolculuk epey zahmetli oldu. Bozuk şosede arabala rın çamurlara saplanmaması İçin jandarmalar yol kenarlarından büyükçe taşlar topluyor, tekerlek geçitlerine döşüyorlardı. Arada iki üç kere de mola vererek niha yet öğleden sonra Çatalca demiryolu istasyonuna varabildik. Rumeli Demiryolları Şirketi'nin oradaki âmiri meğer bir musevî yurddaşımızmış. Efendimizin ve ailesi âzâsının dinlenmelerine elverişli başka bir yer bulunma dığı için üst kattaki dairesini böyle habersiz gelen yüksek misafirlerin istirahatine tahsis etti, çoluk çocuğuyla da izaz ve ikramlara koyuldu. İçten gelen bu saygı ve sevgi yardımlarına Efendimiz tarafından takdirle te şekkür ettiğimiz zaman da: "OsmanlI Hanedanı Türkiye musevilerinin velînîmetidir. Atalarımız Ispanya'dan sürüldükleri, kendilerini koruyacak bir ülke aradıkları zaman onları yok olmaktan kurtardılar, devletlerinin gölgesinde tekrar can, ırz ve mal emniyetine, din ve dil hürriyetlerine kavuşturdular. Onlara, bu kara günlerin de. elimizden gelebildiği kadar hizmet etmek bizim vicdan borcumuzdur" dedi ve gözlerimizi yaşarttı. Kafilenin bineceği Simplon Ekspresi ancak gece yarısına doğru Çatalca'ya geldi. Yataklı vagonun kapısında Efendimize Vali Bey büyükçe bir zarf takdim etti ve iyi yolculuklar diledi. Öbür vagonlardaki yolcular koridor pencerelerinden başla rını çıkarmış, merakla bizlere bakıyorlardı..."^ Türklerin son Halifesi bu şartlar altında azîz vatanından kovulurken bir Yahu di, evet bir Yahudi vatandaşı O’na bu suretle ihtiram ediyordu. Peki, ya bizim ken dilerini Türk kabul ettiren vazifelilerimiz nasıl hareket ediyorlardı!.. Bunu da Millî Mücadele olayları içinde sık sık geçen Manavoğlu Nevres Bey (Paşa).den dinle yelim. Manavoğlu Nevres Bey son Halife Abdülmecld Efendi'nin bir gece yarısı yatağından kaldırılarak derhal vatanını terkelmesi emrinin kendisine verilişini ve Çatalca'da bekletilen trene bindirilmek üzere Sarayın kapısında otomobile konula rak hırsızdan mal kaçırırmışçasına millete gösterilmeden götürülüşünü pek şaira ne bir surette tasvir ettikten sonra: "... Otomobil ilerleyemiyordu. Fakat... Efendilerinin emirlerini icra etmeye, bu hanedan âzâsını huduttan çıkarmak için Çatalca.da bekleyen trene ortalık ağarmadan yetiştirmeye mecbur idiler... böyle emrediyor ve... böyle istiyordu... Binaenaleyh süngüler ve tabancalarla müsellah... Otomobili çamurlarda bırakıp bu kuzuları yürüyerek götürmeyi kararlaştırdılar. Ömründe halıdan başka yere
mecbur bırakıldı. En fecî levha şimdi başlamıştır. 5.
SaBh Ntgar Keram et. Halife II. AbdOlmedd. lstanbuM964. s. 79-83.
٠.
BELCELERLE BiR ZULMÜN HAİİRASI
223
Daha Orhan zamanında babasının mülküne katılmış olan Istranca'nın soğuk rüzgârı Halife.nin beyaz sakallı üzerinde dondurucu bir tesirle mazlumane kudsı bir hâle meydana getiriyor bir zamanlar bilistihkak başlarında bulunduğu bu nefer* ciklere tâbi olmak ıstırarında bulunan Faruk Efendi'nin gözlerinden yıldırımlar ça* kıyor, zavallı Sultanla biçâre kadınefendiler de dinmeyen gözyaşlarıyle sanki bas tıkları topraklardan biraz yürümek imkânı talep ediyorlardı. Fakat böyle aç susuz ve dermansız bu kafile nereye gidiyordu?.. Murad, hudud haricine çıkmak ve şi mendiferle gitmek ise. bunu Çekmece'den. Yeşilköy'den. Bakırköy'den ve hatta Sirkeci'den tertib etmek niçin düşünülmemişti. Madem ki; millet beraberdi kimden korkuluyordu. Hayır eziyet edilecekti. Halife ağlıyordu. Gözlerinden vech-i mübarekine inen yaşlar nûrâni sakalını bulmadan, hiddetten, teessürden, milletinden gördüğü lâkaydîden ateş-kesılen ya nakları üzerinde tekrar eriyor veyahud şebnemler güneşe döndüğü gibi, o inci damlaları da yarın rCız.ı kıyamette bu feci günün şahidi olmak üzere gökde huzuru ilahide ağlayan mübarek Peygamber'in gözyaşlarına karışmaya gidiyordu. Halife ağlıyordu. Düşman karşısında ağlamayan, civanmerdlikte bütün milletine numûne.l İmtisal olan bir hanedanın son halifesi, mağlûbiyetine, aczine, felâketine değil, ecdadının meydana getirdiği milletten vefa görmediğine ağlıyordu. Halife ağlıyordu... Gidildi, gidildi. İskarpini çamurda kalan Sultan dipçik yememek için, sakalı fecir gibi ağaran Halife hakaret görmemek için bumülevves. bozuk yolu mütevek kil bir sabır ile katetti. Çatalca bekliyordu. Hayır Çatalca uykudal.. Çatalca pusu suna memur olanları bekliyordu. Tren bu yorgun, bezgin, ter ve çamura mustağrak Halife-İ Mü'minîn ailesini alır almaz kalktı ve teessürden kilitlenmiş ağızların etrafında muhafızların alkolden açılmış çeneleri bir halka teşkil etmiş olduğu hal de Ankara'dakilerin rüyasına girmekten başka kabahati olmayan bu masum aileyi sınırdışt etmek için olan süratiyle yollandı...".
Son OsmanlI Halifesi Abclülmecid Efendi ve yakınJannın İstanburu ıcrkcdişlcri vc yurt dışına çıkışlan üzerine çcşiUi tefrikalar yapılmıştır. Biz konu nun tamamına açıklık getirmesi vc cn başta Halife'ye bile böylesinc zalimane davrananların diğer yakınlanna kimbilir hangi zulümleri revâ gördüklerine dair ipucu vermesi düşüncesiyle bu kadarcık bir hatıratla iktifa etmiş oluyoruz. Yavuz Sultan Sclim'lc başlayan Osmanlı Hilaldi bu acıklı sonla da fizik olarak da tarihe kanşmış oluyordu. İşle 431 sayılı kanunun Osmanoğullanmn ve Halifenin dramını onaya koyan neticeleridir bunlar.
6
Nevres Paşa (Manavoğlu). E lleyl.tü Hablâ (Hamile Geceler) Şam. 14 Man 1340.
|
... .٠٠
"''
ﺀ ﻟ ﻎ >:٠ذ ت /ﺀ
.
;
ﻳ
ﺊ
ARA EK—II
MUSTAFA KEMAL: "CUMHURİYET KURULMAYACAK VE HİLAFET VE SALTANAT KALDIRILMAYACAKTIR, TÜRKİYE’NİN BAŞINDA DAİMA BİR İSLÂM HALİFESİ BULUNACAKTIR! ”
I
-i■ ^
I
w
. u
•٠ ; • ٠ ﺱ ﺀ ﻭ ﺫ ؛
V • ;! • ل٠ﺀ j
ل
٧
k
ئ٢ ﻻ
S
] J iU H iD
:: أ T
n
n
MUSTAFA KEMAL: "CUMHURİYET KURULMAYACAK VE h il a f e t v e s a l t a n a t KALDIRILMAYACAKTIR. TÜRKİYE'NİN BAŞINDA DAİMA BİR İSLÂM HALİFESİ BULUNACAKTIR!"
Daha 1921 yıllan iken. Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeii'nin Er/unım’un otoriter alimlerinden Kadı Raif Efendi. Mustafa Kemal'in ileride hem saltanat ve hilafeti kaldıracağını ve hem de hükümet şeklini Cumhuriyet’e dönüştüreceğini hissedince 1921 başlannda Mustafa Kemal'in saflanndan ve Müdafa-i Hukuk grubundan ayrılıp '.geleceğin tehlikesi" dediği olaylar hakkın da etrafı uyarmaya çalışan ve bu uğurda da "Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti" adı altında bir de parti kuran bir insandır. Kadı Raif Efendi'nin özellikle, "gelecekte bu adama dikkat edin! bakın bu hiç söylemiyor ama. göreceksiniz ileriki zamanlarda bu adam hem saltanatı kal dıracak. hem de hilafeti yok edecektir. Aynca Cumhuriyet gibi bir rejimi kura rak kendi isteklerini daha iyi yerine getirmeye çalışacaktır!... diyerek uyarmaya çalıştığı insanlardan birisi de Kazım Karabekir paşa hazretleridir. Kazım Karabekir Paşa, o günler Şark Cephesi Genel Komuiaru olarak or duda hizmet ifa etmektedir. Kadı Raif Efendi'nin söylediklerini,"Olamaz, o öy le bir şey katiyyen düşünmez!" diyerek geri çevirmişse de. yine de bu şüphe uyandırıcı sualleri Mustafa Kemal'e bir şifre telgrafla sormadan edemez. C.11.7.1337 (1921) tarihli şifre telgrafında bunları Mustafa Kemal'e sorar ve acilen cevab verilmesini ister. Mustafa Kemal’de 26 temmuz 1921 tarihli bizzat kendi cl yazısının foto kopisiyle ve hemde bugünün Türkçe'siyle bir belge olarak sizlerc aktarmak isti yorum.
228
c u m h u r iy e t
DÖNEMİ DlN - DEVLET İLİŞKİLERİ
ŞARK CEPHESİ KUMANDANI KAZIM KARABEKİR PAŞA HAZRETLERİNE; C.11.7.1921 ŞİFREYE CEVAP Kad) Raif Efendi.nin düşünceleriyle Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ve Müdafaa-i Hukuk Grubu hakkındaki önerileriniz üzerine sunduğum aşağıdaki açıklama yük sek komutanlığınız için kanaat verici olacağından , bu esas dairesinde icabedenlerinden münasip surette aydınlatılması ve yanlış düşüncelerin de ortadan kaldırıhmasını bilhassa rica eylerim.١ 1— Bugünkü BMM. Müdafaa-i Hukuk Teşkilâtı.nın gerçek amaç olarak tesbit etmiş olduğu görüşler üzerinde büyük bir tutuculuk ve azimle yürümektedir. Müdafaa-i Hukuk Grubu, bu grubun programını oluşturan temel maddede açık landığı gibi, memleketin tam bir bağımsızlık çerçevesinde selâmete kavuşmasını sağlamak gibi kısa ve kesin bir amaçla vücuda gelmiştir, aynı temel maddede Teşkilât.ı Esasiye Kanunu’nun uygulama yolu da vardır. Teşkilât-ı Esasiye Kanu nu tüm (fürüat) idari sürüatı ve Türkiye Hükümeti'nin hukuksal varlığını içeren ge niş ve tam bir yasa olmayıp, memleketin mülki teşkilât ve idaresinde zamanın ica. bettirdiği ve benimsediği halkçılık temelini ifade eden bir düsturdan ibarettir. Bu yasada Cumhuriyet manasını ifade eden zerrece bir belirti olmadığı gibi. M.H.G. 'nun asıl amacında da kesinlikle böyle bir nokta mevcut değildir. Bununla birlikte Raif Efendi.nin saltanat şeklinin Cumhuriyet'ciliğe dönüştürülmesi anlaşılıyor gibi fikri açık bir vehimden başka birşey olamaz. Merkez yönetimindeki kişilerin ara sında. kişilikleri ve geçmişteki durumlarının eleştirilmesi gerektiği hakkındaki iddia ise, olumlu bir ifade ile incelenmesi gerekebilir. Her işi tüm ahlâkî ve seviyesiyle yönetecek, mükemmelen yetişm ş adamlara vermek, pek değerli ve tatil bir dilek olmakla birlikte, memleketimiz g bi yönetici kıtlığı İçinde bulunan bir çevre İçin de. ğü , hatta dünyânın en ileri grtm ş milletleri İçin bile, her toplumun tüm meslek sahipleri tarafından saygıyla kabul edileceği bu kadar çok adam bulmak mümkün değildir. İşte böyle kavram (mevhum) olumsuz fikir ve iddialar ile memleketin tek dayanağı olacak güç ve örgütü bulunan Anadolu ve Rumeli MUdafaa-i Hukuk Grubu.nu zayrf düşürecek önlemlere başvurmak eğer cahilce bir delilik değilse, herhalde bir hiyanet olarak kabul edilmelidir. Bir kongre toplayarak, bugünkü hükü-
-
1924 DEVRİMLER! SONRASI İtiRKİYE
229
met şeklini doğuran A.R. M. H. Teşkilatı.nın bugünkü duruma yarar, yeni bir proğ. ram vücuda getirilmesi gerektiğine o denli inanıyoruz ki. meclisle kurulan grubun iç tüzüğüne. Grup yönetim kuruluna ancak o kongrenin kuruluşuna kadar. M.H.T'na bir başvuru yeri olabilmesi kaydını koydu bugünkü durum ve koşullar şimdilik kongrenin toplanmasını geciktirmeye neden olması, grup yöneticilerinin bu görevde devamını zorunlu kılıyor. — T.E.K.nun uygulanması sonucunda tutucuların (muhafazakârların) iş başına geçmeleri ve bazı kanaatkar kimselerinde mevki kavgasına koşmaları sa kıncalı olabilir. Ancak sizce malûmdur ki ilerlemek yolunda meydana gelecek her önemli girişimin kendine göre önemli sakıncaları vardır.Bu sakıncaların en aza ka dar indirilmesi için gerekli önlem ve girişimlerde hata etmemelidir. Bugün yalnız ana hatlardan ibaret olan T.C.K 'na eklenecek diğer yasalarla bu durumun gözönünde tutulması zorunluluğunda sizinle tamamen aynı düşüncedeyim. 2
3— Teşkilât Kanunu yapılırken mülkiye ve askeriyeden elemanlarla ve M.H.T. dan onaylatma fikrini şöyle açıklayabilirimi Sizce de bilindiği üzere bir hü kümet şeklinde yaşıyoruz ve onun diyelim ki görünürdeki tüm kavramlarına uy mak zorundayız. Kanunun. Meclis encümenlerinden sonra Heyet-i Umumiye.de geçen tartışmalarda belirecek şekli üzerinde uzaktan telakki edilecek fikirlerle etki lemeğe imkan olmadığını elbette kabul edersiniz.Durumu böyle bir hükümet şek linde yönetme imkanı doğuncaya kadar, bütün siyasal konularda,, ilgili arkadaşla rın fikirlerine başvurulduğu gıbi.icra-i hususta uygulamak konusunda şimdiye ka dar da aynı yoldan sapılmamıştır. 4— Açıklamasını arzu buyurduğunuz üç noktayı da arzedeyim! Teşkilât Kanunu'nun yapılmasında acele edildiğini iddia ettiğiniz, hükümet tarzının nedeni, tüm dünyada ve memlekketimizde görülen halkçılık akımını esaslı bir şekilde üze rinde tesbit ile. bu konuda başka çelişkilere yer vermemek ve aynı zamanda yüz yıllardan beri sürekli beceriksizler elinde kötüye kullanılan ulusal hukuku korumak için, bu hakların asıl sahibi olan millete de söz hakkı vermek ve yüce fikrin geliş mesi için, bugünkü olağanüstü koşullardan yararlanmaktır. Yasanın uygulanma sındaki olanağın derecesini ölçmek için de bu işle uğraşmaya fırsat bulacaklarım azim ve irade yeteneği söz konusu edilmesi gerekir. Hilafet ve saltanatın kaldı rılması gibi bir ana sorun mevcut değildir. Türkiye'nin başında Islâm halifesi olacak ve bir hükümdar sultan bulunacaktır. Sözkonusu olan konu, hükümda rın haklan olup, bunun tayın ve sınırlanması için son birkaç yüzyılın deneyimler, ve devlet kavramındaki millet haklarının gerçek anlamını taşımalıdır. Bu esas üze rinde henüz saptanmış kesin bİr düsturumuz yoktur.
230
c u m h u r iy e t
D O IM İ
d in
DEVLET İLİŞKİLERİ
٠
5— yönelim kurulu hakk١ndakj görüşünüz İçin birşey söylemeden önce, bu yönelim kurulunun kimlerden olmas. gerekli ٠lacağ٠na ilişkin düşüncelerinizi scrmak isterim. (Bu scrunun yanıtını alelıtlak (gelişi güzel) hiçbir taraftan maruz-u tenkid olmayacak (olunamadı) isim göstermek suretiyle muvaftakıyetle verebileceğinizi sanmıyorum). ؛Muhtelit işlerde, çeşitli azınlıklarla çalışmak zorunluluğunu gözönüne alır ve çevremizdeki tikirler ve siyasal İnançları, erdemi, bilim, sel değeri vd. maddi kişisel niteliğiyle gerekli koşullan taşıyan adam bulmanın mümkün olmadığı düşünülürse ve buna Grup Yöneticilerin yüzlerce üyenin Ç0ğunluğuyla seçilmiş oldukları eklenirse sonuç ortaya çıkar. Grup Başkanlığının taralımızdan yapılmaması gereğini ileri sürmeniz tamamiyle doğrudur. Bu İŞİ ya. parken, buyurduğunuz esasları tamamiyle düşündük ve bu konuda uzun tartışmalar yaptık Meclisfte retorm MUdataa- ؛Hukuk, istiklâl Gruplarıyla halk zümresi v.b. gibi birçok örgüt vücuda gere^iği halde, bunların hiçbirisi yeterli bir çoğunluk gö٠ rünümü alamadı. Bununla birlikte Meclis'ce hükümeti tutmak ve herhangi bir İŞİ yUriftmek imkânı da kalmadı. Bu zümrelerin herhangi birisini tutarak ve dolaylı olarak güçlendirip aydınlatarak, varlığımız İçin dayanak olacak bir toplum meydana getirmek İçin harcadığımız tüm çabalar bir sonuç vermedi ve bunun sonucunda duruma tek egemen olan şey düzensizlik ve anarşiden ibaretti. Şu halde iki yotaan birinin seçilmesi kesin zorunluk halini aldı. Ya bu m^lis ile kesinlikle İş gorUlemeyeceği gerçeği üzerine yeni önlemler almak veya yaptığımız gibi bir ^ u n luk zümresi meydana getirmek. Biz tabii ikinci şıkkı seçtik ve takat benim iştirakim bulunmayan herhangi bir grup oluşturma girişiminin mevcut düzensizliği çoğaltmaktan başka bir sonuç vermeyeceği deneyimle saptanmıştı. Uzun ve sürekli çalıçmalaria ve Meclisin çoğunluğuyla Ozet olarak yaptığımız bır^k toplantılar ve tartışmalar sonunda ancak boyle bir kuruluşu vUcuda getirdik. Ve bu gOrevt benim yapmafttığımın zorunluğu bir^k arkadaştan başka. Vekiller Heyetince de zorun, lu görüldü. Konunun hukuksal yönüne gelince; M.clİs-1 Mebusan mahiyetinde bir Medisin r٠ ısi bulunuyorum. BOyle dahi olsa bir tırkaya mensup oluşum doğaldır. Halbukı ben Millet Meclisinin yap yetkisinde bulunduğumdan, görünüşle hükümet maht. yetindeki bir meclisin reisi mevkiındeyim. Icra-İ t^r heyetin reisi ıçm bir çoğunluk fırkasının mensubu bulunmak gerekli bir şeydir. Bu durum ve değerlendirmeye gOre değil, bOyle bir grut^jn mutassal
2
9 m
ı
د
.,
m â v p i ı M. ٠س
biljH if kı«T)٠r١■ ٠ bıkınız.
İ M t m d ı n ü re n 92٠٠mı ؟٥r Mektubun ٠٠!٠ ıçm
1924 DEVRJMLERI SONRASI TORKİYE
231
bir proğram etrafında toplanmış siyasal bir fırkanın da reisi olabilirim. Ancak, bu günkü şekilde Meclis'teki durumu korumak için, grubun Meclis içindeki önderliğini fiilen yapmaklığım gereklidir ki hareket biçimimiz de o yoldadır. Bu görevi bugün, grubun reis vekilleri yapmaktadırlar. Şu halde gruba özgü Başkanlık görevim fahri bir şekil göstermektedir. Bu konuda esaslı bir neden daha ileri sürmek mümkün dür. Teşkilat-ı Esasiye içine bütün varlığımla karışmış bulunduğum Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nden ayrılmaklığıma imkân olmadığından o Cemiyet'in çalışma şeklini oluşturan Meclisle gene, o Cemiyet.i temsil eden gru bun içinde kesinlikle bulunmak zoruniuğundayım. Aslında, grup Meclis Heyet-i Umumiyesi'ne yakın büyük bir çoğunluğunu içermektedir. Bunun dışında kalanlar Erzurum Meb'us'ları Celâlettin Arif Bey ve Hüseyin Avni Efendi’yle birkaç benze rinden ve davranışlarında serbest kalmak isteyen bir kısım kimselerden oluşmak tadır efendim.^ M. Kemal
3
Iwtustafa Kemal in, Kadı Raif Efendiye ٠Cumhu^٠t٠in kuculmayacı٠ı. hia٠e٥nka٠d»n١m٠yicı٠ ٠ı٠nın teminat! verdiği bu ...raf 26 Tem iz 1921 lariNnde Kazım ﺟ ﺒ ﺐp٠٠٠>٠ ه٠يﺀ٠ rtmıstır٥ : : ﻻ: ; ر ﺳﺎ: ئ: . 293 ( ا969)،;ت g e k r i m A t a m D a n e m g x k M u h i l e h t ı ٠. 6س . D ılf i» 1964 ه٠١ م. ﻟ ﺴ ﺴ ﺎ ا أ.
-٠٠
ﺀ
٠ ٠ ٠ - ٠٠
د أ ٠٠٠٠د ٠ب •
Ü
N
٠ﻟ ﺞ٩
ﺻ
ﺴ ﻪ
Altıncı Bölüm
MEDRESELER. DİN EĞİTİMİ VEREN YUVALAR KAPANIYOR. ŞER İYE VE EVKAF v e k a l e t i KALDIRILIYOR VE REJİM E UYGUN DİYANET İŞLERİ REİSLİĞİ KURULUYOR
REJİM E UYGUN DİYANET İŞLERİ REİSLİĞİ KURULUYOR
431 sayılı kanunun uygulanmasındaki bu içler acısı durumu gördükten sonra yine 3 Man 1924 tarihinde yasalaşan Tcvhid.i Tedrisat Kanunu ile Şeriyc vc Evkâf VekalcLleri.nin İlgası kanununu ele alarak, medreseleri kapatan ve va kıf müessesesine son veren zihniyeti belgelerle tahlil edelim istedik. Acaba kapatılan medreseler 3 Mart 1924 tarihine kadar hangi fonksiyon ları üstlenmişlerdi? Onlan bir '.menba.ı şer", "kötülük yuvası" telakki ettirecek özellikler nelerdi? Gerçekten Meclisçe onaylamrken belirtildiği gibi "Şeriye Ve kalet" ile "Evkaf Vekaleti" bizi geri bıraktıran müesseseler mi idi? Bu iki bakan lığın kapatılmasında rejimin "takıyyesiz" niyyeti hakikaten ne idi? İşle bütün bu sorulara sıhhatli cevaplar verebilmek için bu kez dc projek. lörümüzü tarihin bu kesitine çevirmiş olduk. Tek arzumuz 3 Mart 1924 tarihinde kaldınlan veya kapatılan mücsscscle. ri gerçek kimlik ve fonksiyonlanyla sizicr için aydınlauttaktır. Şimdi "dirü devlet" dönemini sona erü.n.n; medreseleri kapatıp dini eğiti me son veren vc Şer'iye Vekaletini kaldınp. "sisicmc uygun" Diyanet İşleri k،. isligi.ni kurdunan tarihi 429 vc 430 sayılı yasalan ele almak istiyonım:
236 ______________________ c u m h u r i y e t DÖNEMİ DlN - DEVLET İLİŞKİLERİ TEVHİDİ TEDRİSAT KANUNU (26 Recep 1342 ve 3 Mart 134.)
Kanun N٠ : 43. Madde 1— Tü^jye dahilindeki bütün müessesat. ilmiye ve tedrisiye Maarit Vekaletine mesuttur. Madde 2 - Şeriye ve Evkat Vekaleti veyahut hususi Vak.tlar tarat.ndan idare clunan bilcümle medrese ve mektepler Maarit Vekaletine devir ve raptedil" miştir. Madde 3 - Şeriye ve Evkat Vekaleti bütçesinde mekâtip ve medarise tah" sis clunan meballğ Maarit bütçesine nakledilecektir. Madde 4— Maarit Vekaleti yüksek diniyat mUtehass.slar. yetiştirilmek uze. re Dar'ül Fünunda bir ilahiyat Fakültesi tesis ve imamet ve hitabet gibi hidemat. di" niyenin Has. vazitesiyle mükellet memurlann yetişmesi İçin de ayrı mektepler kü" şat edilecektir. Madde 5— Bu kanunun neşri tarihinden itibaren terbiye ve tedrisat، umu. miye ile müştegü olup şimdiye kadar Müdataai Milliye'ye merbut olan askeri rüşti ve idadilerde. s،hhiye Vekaletine merbut olan DarUleytamlar bütçeleri ve heyeti talimiyeleri ile beraber. Maarit Vekaletine raptolunmuştur. Mezkûr rüştî ve idadilerde bulunan heyeti talimiyelerin ciheti irtibatlar، atiyen art olduğu vekaletler aras،nda tenvil ve tanzim edilecek ve zamana kadar orduya mensup olan muallimler or. duya nisbetlerini muhataza edecektir. Madde 6— İşbu kanun tarihi neşrinden muteberdir. Madde 7 - İşbu kanunun İcrayı ahkâmına icra Vekilleri Heyeti memurdur.! ?ERİYE VE EVKAF ERKAN"! HARBİYE"! UMUMİYE v e k a l e t l e r in in İLGASINA DAİR KANUN (26 Recep 1342 ve 3 Mart 134.)
K^un No: 429 Madde 1— Türkiye Cumhuriyetinde muamelat.ı nâsa dai ؛olan. ah ؛â ؟ı٠n teşri ve i û i a z \ .Tü^iyo B٧y٧k Mille.t Weclisi ile o ؟٧n teşkil ettiği hükümete art olup d ! m : ٧bini lslamT:bundan maada ; ; : ; ! ذve ibadata İçin Cumhuriyet.in mukar" rında bir (Diyanet İşleri Reisliği) makamı tesis edilmiştir. Madde 2 ؟eriye ve Evkat Vekaleti mülgadır. Madde 3— Diyanet İşleri Reisi Başvekilin İnhası üzerine Reisicumhur tara, tından nasbolunur. Madd. 4 - Diyanet İşleri Reisliği Başvekâlete merbuttur. Diyanet İşleri Re٠
١٠ ﻣﻰﺀﺀﻫﻪ.ﺀ. 5. 5. 322.
ŞER.ÎYE VE EVKAF VEKALETİ KALDIRILIYOR
237
îslîği.nin bütçesi Başvekâlet bütçesine mülhaktır. Diyanet İşleri Reisliği Teşkilâtı hakkında bir nizamname tanzim edilecektir. Madde 5— Türkiye Cumhuriyeti memaliki dahilinde bilcümle cevamı ve mesacidi şerifenin ve etkâya ve zevayanın idaresine, imam, hatip, vaiz, şeyh, mü ezzin ve kayyumların vesair müstahdemin tayin ve azillerine Diyanet işleri Reisi memurdur. Madde 6— Müftülerin mercii Diyanet İşleri Reisliği'dir. Madde 7— Evkaf, umuru milletin hakiki menafiine muvafık bir şekilde hal ledilmek üzere bir müdiriyet umumiye halinde şimdilik Başvekâlete tevdi edilmiştir. Madde 8— Erkan-ı Harbiye.l Umumiye Vekaleti mülgadır. Madde 9— Reisicumhur'a niyabeten ordunun hazarda emri kumandasına memur en yüksek makamı askeri olmak üzere Erkan-ı Harbiye.l Umumiye tesis olunmuştur. Erkan-ı Harbiye.l Umumiye Reisi, vezaifinde müstakildir. Madde 10— Erkan-ı Harbiye.l Umumiye Reisi Başvekilin inhası ve Reisicumhur'un tasdiki ile tâyin olunur. Madde 11— Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi vazifesine müteallik hususatta her vekaletle muhabere eder. Madde 12— Türkiye Büyük Millet Meclisi muvacehesinde umum askeri bütçenin mesuliyeti Müdafaa-i Milliye Vekiline aittir. Madde 13— İşbu kanun tarihi neşrinden itibaren meriyüllcradır. Madde 14— İşbu kanunun icrayı ahkamında icra Vekilleri Heyeti memurdur.؛ ŞER'İYE VEKALETİ / ŞERİAT İŞLERİ BAKANLIĞI NİÇİN KAPATILDI? 26 Receb 1342 - 3 Mart 1924 tarihinde ele alman ve en başta da ulema (!)nın imzalarıyla kaldırılma teklifi gündeme gelen Şer'iye Vekaleti'nin 429 sa yılı yasa ile kaldınlmış olmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nde din işleri ve şeriaüa ilgili hususlarda yeni bir dönem başlamış oluyordu. Anık ne Şeyhülislamlık, ne şeriat mahkemeleri ve ne de Din-i Mübin-i Islûm'm itikat, ibadet ve siyasetine dair işlerin mercii olan Şer'iye Vekaleti kalı yor, yepyeni bir müessese ile din-i mübini IsISm'ın itikad ve ibadet işleri Diya net İşleri Rcisligi'ne bırakılmış oluyordu. Din-i Mübin-i İslâm'ın ,siyasî işleri ise zaten men edildiğinden ve dinin siyasi boyutu hayattan ve sistemden soyutlandı-
2.
Düstur, C.5.
s. 323.
238
c u m h u r iy e t
DÖNEMİ DlN - DEVLET İLİŞKİLERİ
d.Iayı da d؛n؛n s؛yasaJ boyutu veya devlet ^ y u tu bu tarih ve bu yasadan itibaren tarihin derinliklerine havale cdilmi ؟oluyordu. "Türkiye Cumhuriyeli'nde muamelat! nasa dair olan abkamın te§rî ve infaz] TBMM ile onun teşkil etli^ hükümete ait olup din-i mUbin-i İslâm'ın bundan maada itikat ve ibadata ait hususlan İçin Cumhuriyet nezdinde bir Diyanet İşleri Reisliği makamı tesis edilmi؟tir.''3 Ve: ''Çe٣iye Vekaleti mülgadır١'4 maddeleri ile bir yerde Şeriat Bakanlığı'nın kaldınlması. yerine sistemin gözetiminde bulunan ve tamamen Başbakanlığa bagh olarak çalışacak olan Diyanet İşleri Rcisligi'nin kunıiması ile, 429 sayılı yasayı bilerek veya bilmeyerek ^indeme getirenler (özellikle saf ulemâ İçin söylüyonım)5 tarihin derinliklerine ne muazzam bir mUesscseyi gömdüklerinin fa^ m a bile varamamışlardı. Çünkü Şeriiye Vekaletinin kaldınlmasını teklif edenlerin başında gariptir, her gün dine, İslâm'a küfreden mebuslar yerine, koca koca filimler ve Şc^iyc Vekilleri var idi.٥ Son Çeyhulislfimlarfan Musa Kazım Efendi, Eskişehirili, ulemfidan ve yine eski Çekiye Vekillerinden olan AMullab Azmi Efendi, Siirt Mebusu Halid Hulki Efendi ve benzeri kişiler dini mUbin-i Islfim'ın itikadî, i badi ve siyasi hayatma taalluk eden işlerle İl^li bu merciin kaldınlmasını icWif edişlerdi. Gerçekten de İşin en garip ve anlaşılır olmayan tarafı, eski ve yeni Çekiye Vekillerinden Şeyhulislfim Musa Kazım Efendi ile, ulemadan Abdull^t Azmi Efendi'nin bu teklifiçin niçin öncü rol üstlendikleridir. Oysa Çeriiye VeJriBeri, Sirasıyla Burea Mebusu Mustafa Fehmi (Gerçeker) Efendi. Hasan Fehmi Efendi. Eskişehir Mebusu Abdullah Azmi Efendi. Konya Mebusu Mehmet Vehbi Efendi. Şeyhülislam Musa Kazım Efendi ve M us^fa Fevzi Efendiler vekillikleri Sirasında süreWi hîtikı dini m eselelere uyanp. onlara beyanname neşretmişler ve özellikle de Cumhuriyetle birlikle
3
26 R e c e b 1342/3 Mart 1924 tahhli 429 sayılı yasanın bifinci maddesi
S:
ﺞ
ﻋ
ﺤ ﺔ
ﻋ ﺜ
: ا: ا: : ٠ ة٠شﺀ :ﻻ7: ; ﺗ ﺚ٠ﻋ ﺔ ع ﺀ
bunlaroaTOir. 6.
Şevket Süreyya Aydemir.
TekA dam ,
c. 3. 6.169.
ŞER'IYE VE EVKAF VEKALETİ KALDIRILIYOR
239
başta İstanbul vc Ankara'da halkın ahlâk dışı hareketlerinin önünü almaya çalış mışlardık Şer’iye Vekilleri, özellikle Saltanat'ın kaldınimasından sonra vc sanınm Mustafa Kemal'in Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmada. "Türk'ün başın da ebediyyen bir İslâm Halifesi bulunacaktır. Zira Hilafet Makamı bizim için en âlî makamdır!"* demesinden de cesaret alarak Cumhuriyet'e giden yolda ve Cumhuriyet'ten de Makam-ı hilafetin ilgasına kadar geçen süre içerisinde çok güzel beyannameler neşrederek halka şeriata bağlılığı, haramlardan kaçınmayı vc helallerle meşgul olmayı özendiriyorlardı. Böyle olduğu içindir ki 24 Ağustos 1922 tarihinde Perşembe günü TBMM'de Şeriiye Vekaleti Bütçesi müzakere edilirken, 3 Mart 1924 tarihinde Şeriiye Vekaleti’nin kaldıniması teklifini verenlerden Eskişehir mebusu Şer’iye Vekili Abdullah Azmi Efendi."... Bu teşkilat Büyük Millet Meclisi'miz açısın dan en zarurî ve en vazgeçilmez bir teşkilattır", diyerek Şer'iye Vekaletinin var lığının mübremliğini (elzem) dile getirmiştir. Sizce dc garip değil mi, 24 Ağustos 1922'de Mustafa Kemal vc İsmet İnö nü'lerin huzurunda Şer'iye Vekaletini üstlendiği bir sırada o vekalet için, "bu teşkilat çok elzem vc vazgeçilmez bir teşkilattır!" diyen kişinin, bu tarihten tam 1.5 yıl sonra. 3 Mart 1924 tarihinde "bu teşkilat mutlaka kaldınlmahdır!" diye rek "Şer'iye Vekaletinin İlgasına..." teklifini vermiş olması... 1.5 yıllık bir zaman içerisinde sözlerinde düalist davrananlar vc inanan kitleye karşı çifte standart uygulayanlar görüldüğü gibi sadece rejimin başında bulunanlar değildir. Bu çifte standart poliükalarda. özcUikle inananlara karşı uy gulanan politikalann başında bir kısım sarıklı ulema da vardır. İŞTE ŞERİAT BAKANLIĞI'NIN BÎR KISIM FAALİYETLERİ Biz şimdi Şer’iye VekiUeri'nin, Şer’iye Vekaleii’nin ilgasını isteyecek, ka dar değişmesinin temel politik nedenlerini tahlil etmezden önce Şer'iye Vekaleti
8.
Seriye Veki)lerir١in halkı diril meselelerde uyarmak için neşrettikleri beyannameler. SebMrre■ şarta 19. ve 20. ciltlerde ve 192. 499. 500. 5 0 1 .5 0 2 ... sayılarında geniş olarak mevcuttur Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 3. Belgeler, Belge no : 264 (Saltanalm Kaldırılması Konuş.
9.
TBMM 24 A .u sto s 1338 (1922. Şenye Vekaleti Bütçe Müzakereleri. S ٠W ٥rr ٠şat, c.
7
240
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN
DEVLET İLİŞKİLERİ
٠
neydi, nasıl çalışırdı ve ne tür hizmetlerde bulunurdu? onu tanıtalım istedik. Ki Vekaletin kaldırılışının gerçek sebeplerini daha iyi kavramış olalım. Önce ilk Şer’iye Vekili olan Karacabey eski müftüsü ve Bursa Mebusu Mustafa Fehmi (Gerçekler)'nin. Büyük Millet Meclisi adına, ahlaksızlığın ço ğalması üzerine İstanbul halkına yayınladığı Şer'iye Vekaleti bildirisiyle bu teş kilatın muhtevasını incelemiş olabm. TBMM adına yayınlanan bildiri de Şer'iye Vekili Mustafa Fehmi Efendi Istanbul'lulara şöyle sesleniyordu: İstanbul ahalisine karşı Şer'iye Vekaletinin Beyannamesi: "İstanbul'da âdâb-t milliye ve şiar.ı Islâmiye ile hiçbir zaman telif edilmeye cek bir takım hareketlerin meydan aldığını ve son zamanlarda o mübâlâtsızlığın pek çirkin bir şekle girdiğini Büyük Millet Meclisi kemâl.i esefle işitiyor. Müslüman nâmını taşıyan bazı kadınlar namus ve iffet nâma altında takdis ettiğimiz iki muaz zam vazifeye karşı tamamiyle lâkayd kalarak fezâietlerini kendilerine yabancı er keklerle hususi ve umumi yerlerde dans etmek derecesine kadar ileriye götürüyorlarmış. Büyük Millet Meclisi yakinen bilir ki. bu şenâatleri bîperva irtikâb eden al çak fitneler pek küçük bir ekalliyetden ibarettir. Yoksa o mübarek memleketin ek seriyeti kâhiresi diyânetine, milliyetine has olan seceyâyı hergüzedeyi tamamiyle muhafaza etmektedir. Ve ahlâk-ı kerimânamesine ve an'anât.ı mukaddesesine vuku bulan bu tecavüzlerin do vâkıfı olmak itibariyle bizlerden ziyâde müteessir dir. Fakat emr-l bi'lmaruf nehy-i ani'l-münker farizasıyla bütün müslümanların mü kellef bulundukları hiçbir zaman hatırdan çıkmamalıdır. Bilhassa oradaki ahalimi ze mürşidlik vazifesini deruhte eden havas tarafından umur-u millete bu derece lerde müsamahakârlık gösterilmesi elbette mazur görülemez. Bütün Anadolu hal kı çoluğuyla. çocuğuyla, kadınıyla, erkeğiyle, malıyla, canıyla, dişiyle, tırnağıyla düşmanlara karşı mücadele ediyorken İstanbul'daki halkın hiç olmazsa bu mukad des cihada kalben iştirak etmesi icab etmez mi? Milletimizin istikbali olan gençler ve istikbali kurtarmak için hayırlı evlatlar yetiştirecek kız ve kadınlar düşünmelidir kİ; bugün kendilerinin Anadolu daki din daşları onların hayatını, namusunu, şerefini, istiklalini kurtarmak azmiyle uğraşı yorlar. Karların altında, çamurların üstünde, sarp dağların tepesinde, engin ovala rın içerisinde, mübârek kanlarını döküyorlar. Bu mukaddes gaye uğrunda canları nı fedâ ediyorlar. Namusunu şerefim her şeyden üstün selâbet-i imanına azamet-ı vicdanına dünyaları hayran eden milletimiz arasında bu fezâhatler ve bu fozahell irtikâb edecek kadar sefil fıtratlar acaba nasıl oluyor da bulunuyor. Hiç şüphe yok.
.
....
.1 ___،« i ^ n ı l l ı m
۵
^ 7 ؛n
ŞER.ÎYE VE EVKAF ١^ K A ^ . ^ K A L D IR IL IR
241
rehberlerinin bütün millet matbuatının elbirliğiyle çalışmaları en mukaddes vazife leridir. Zira ahlâksız bir millet için imkânı hayat tasavvur olunamaz. Ahlâkın sükutu bünyan-ı milliyenin inhizamıdır.. Millet şahıslar gibi türlü türlü ukbelere uğrar. Lâ kin bütün bu ıstırapları bütün bu ukbeleri muvaffakiyetle atlatanlar ancak ahlâkını sükutdan muhafaza edenlerdir. Binaenaleyh mekârimi ahlâkı itmam için gönderil miş bir dinin muhafaza-i esâsiyesini kendilerinde umde ittihaz eden, bu hısle İs tanbul'daki sukut-i ahlâkiden son derece müteessir bulunan Büyük Millet Meclisi bütün ruhuyla temenni eder kİ; inâyet-i Hak'la İstanbul'u tahlis ettiği zaman orada velev pek küçük bir ekalliyet tarafından irtikab edilmiş otsun bütün bir ekseriyetin namusunu lekeleyebilecek bu kabil fezahetleri görmesin, bilâkis necâbet-i milliye ve İslâmiyet'imizin her türlü ilcaatı mühacemata rağmen saffet-ı ezeliyesiyle payi dar olduğunu müşahade etsin. Bununla beraber Büyük Millet Meclisi İstanbul'un namuslu, hamiyetli, faziletti evlâdına iştiyaklarını iblâğ ederken şunu da ilâve ede riz ki; kadın olsun erkek olsun milletin mukaddesatını hiçe sayan namusunu leke leyen nefsi hevâsına esir bir takım erâzil emin olsunlar yakında hareketlerinin he sabını vermekten kurtulamayacaklardır. Veyl o kimselere ki. mevcudiyet-i milliyede elîm rahneler açarak cezâ-yı sezâlarını dünyada, ezlan-ı ukbada sermedi bir hüsran suretinde görürler. Febeşşürühüm ibâdellezine yesmeûnel ükûl feyettebiûne ahsenehû. BMM Adına Umuru Şer'iye Vekili Mustafa Fehmi"؛. Mustafa Fehmi Efendi'den sonra bu bakanlıkta görev yapan Haşan Fehmi Efcndi'de şeriata bağlılık noktasında halkı uyarmış ve bu uyanlannı da Büyük Millet Meclisi adına yapmıştır. Şer’iye Vekili Haşan Fehmi Efendi yayınladığı bildiride halkın cepheler, de düşmanla savaştığı bir zamanda cephe gerisindekilerin millî vc dinî vekar ile bağdaşmayan hareketlerini şiddetle kmayarak. halkı haram, günah ve ayıp olan şeylerden uzak kalmaya davet etmiştir. Haşan Fehmi Efendi bildirisinde şu konulara temas etmiştir: "Zaman ciddiyet ve faaliyet zamanıdır. Cephelerde kahraman askerlerimiz din namına, valan namına canlan ile. başları ile muharebe ederken gerideki müslümanların millî vekâr ile mütenâsip olmayan hareketlerde devamı hem günah hem de ayıptır."
10 .
Bu b e y a n n a i 16 Ocak 1922 tarihinde ؟enye Vekili M usta ^ Fehmi E lerdi larafmdan Iston. bul haîkına hitaben yayıntenmıştır. Bkz Kazım Karabekr. Ishklal R a im iz , s. 1056. SeMurreşat. c. 19. s a y ı: 192. s. 25S.256.
2 42
C U M H U K lI^ DÖNEMİ ülN * UEVLCTlLlŞJdLEKl
Allah'a hamdolsun. müskirat yasaklandı. Bu gibi yasakları esasen İslâm Dini haram etmiştir. Bunların memnuniyetini muhafaza ise bütün müslümanlar üzerine tereddüp eden dinî ve millî vazifelerindendır... "Müslüman kadınlarına taallûk eden vazifelerden birini de. bilvesile, burada zikretmek İsterim: İffet, ismet, haya, âdab, bilhassa İslâm kadınına has mümtaz manevî meziyyetlerdendir. Islâm adabına, millî muhite uymayan hal ve hareketler den son derece kaçınmak icab eder. Aksi takdirde bu gibi ahvale müsamaha edi lemeyeceği tabiîdir." "Milletimiz içinde orucu bozmak rezilliğini irtikâb edecek bir ferdin bile bulu nabileceğine kânî değilim. Çünkü hem Yaradan'a mâsiyet, hem de İslâmî terbiye mize ve B.M. Meclisi’mizin meşrû emellerine muhâlefet ve hakaret demek olan bu rezillikte Islâm sıfatı asla birleşmediğı gibi bu gibilerin cezaya uğrayacakları da muhakkakt!r."١٤ diyordu. Islâm'ın yaşanması ve tatbiki istendiğinden bu devrede Meclisle bir tesanüt vardı. Şer.iyye Vekilleri de muslüman halkımızı dinî vazifelen ifâya dâvet ediyor lardı. Zırâ dinin getirdiği hükümlerin fertler için olduğu kadar cemiyet için de lü zumlu olduğu kabul ediliyordu. Mustafa Fehmi Efendi bu hususta diğer bir beyan nâmesinde de şöyle diyordu: "Cenab-ı Hakk’ın farz kıldığı namaz, oruç, zekât gibi bir bakışta yalnız ferdî ve uhrevi bir kulluk vazifesi gibi görünen ibadetler, hakikat te böyle değildir. Bunlarla yalnız ferdin değil, cemiyetin de saadeti istihdaf olun maktadır. Binaenaleyh bu vazifelerin ifası hem Allah'ın rızasını kazanmayı, hem de cemiyetin saadetini tamamlayacağı gibi, bunların yapılmamasından doğacak mahzurlar da yalnız ferde âid ve uhrevî olmayıp, dolayısiyle cemiyetin ahenk ve hayatının muhafazası ile de alâkalıdır." (...) "Evet, istihdaf etliği gâye münhasıran ummetırt saâdetı olan Müslümanlık, beşerin hayat ve saadetinin teminine tek vasıta olan "insan hurriy.eti ni her insanin zât ؛ve tab؛î hukukundan saymıştır Fakat bundan mutlak hürriyetin meşru' olduğu manâsı anlaşılmalıdır. Bir cemiyetin mukaddesatına, istinat etti ! ؟düstûr ve kanunlara karşı gelmek, hürriyet dec.1- aksine "vicdan hürriyetine, şahsî hürriyete, diril ouygulara apaçık birtecavUz"dur. Binaenaleyh şer.îatın ahkâmı dairesinde h٥٠ reket etmeyi esas umde ittihaz etmekle bu ahkâmın her türlü l^âvuzlerden k' ؟ runmasını tekeffül etmiş olan Büyük Millet Meclisi Hükumeti'nın bu hususla göz yummayacağına hiç şüphe edilmemektedir..»؛
ا
Sonraki Şer.ivc Vekili Eskişchir'li Abdullah Azmi Efendi de Şeriatı, Kuran ve Sünnci’i muhafaza adına aym bıldinlcrden i٠ı/laMv٠ia yayınlatunışıır. ü/elJik!e kendisinin Meclis te Bakan olduğu gün 11 Mayıs 1922 lanhındc yaptığı konuşma ile bütün müftülere, din gOfevhlcrine %c Şer.iyye memurlarına
١١ ١2
: : ﺀ ; ﺀ ﺀ٠ ; أ: ﺳ ﻞ ؛ ? ذ ﺀ ; ﺀ ١٠٥
Ş E R .İY E V E KVKAF VEKALETİİ K A LD IRILIY O R
243
gönderdiği tamim dönemin Şcr’iye Vekûleiinin fonksiyonlannı vc ruhunu lanı, mak açısından çok önemlidir. 11 Mayıs 1922 tarihinde Büyük MiUei Meclisince Şer'iye Vekalcünc se çilen Abdullah Azmi Efendi şu konuşmayı yapar: “İkinci defa Şerİyye vekaletini deruhde etmiş bulunan Mustafa Fehmi (Gen. çeker) Efendi'nin sıhh? sebeplerden dolayı istifa etmesi üzerine yerine Eskişehir Milletvekili Abdullah Azmi Efendi intihab edilmiştir. Bunun üzerine Abdullah Azmi Efendi B.M.M.’nde kürsüye gelerek şu hitabede bulundu: “Efendim, hükümet idaresi şubelerinin anası makamında bulunan bir maka mın yükü zayıf omuzlarıma yükleniyor. Bu yükün altından kalkmak, mes’ul.yet ve vazife noktasından hem Meclis’e karşı, hem şeriat, hem de Şeriatın Sahıbı’ne kar şı bu mes'uliyetten bir dereceye kadar kurtulabilmek için Meclis'i teşkil eden aza nın bu meselede, yardım ve alakalarına ihtiyaç vardır. Bir iki asırdan ben bu ma،١amın bir *Tarihî Hatıra“ olmak üzere muhafaza edildiğini görüyorum. Vaktiyle Kanün-i Esası, salnamelerin (Devlet Yıllıklarının) baş taraflarında basılır ve muha faza edilirdi. Bu kudsî makamın da bir asırdan, belki bir buçuk asırdan beri böyle muhafaza edilmekte olduğunu görüyorum. Çünkü bütün devlet idaresi şubeleri kendisinden doğmuştur. Bunu ihmalden ziyade imal edebilmek Meclis.imizden ve rilecek setâhiyete, yani o makinanın işlemesine mütevakkıf olan teşkilata bağlıdır. “Efendim, o teşkilât öyle katıbler teşkilatı değildir. İlim erbabı ve âlim vücuda getirmekten ibarettir. O makamın bugün Devlet İdaresi şubelerinin her yerme kar şı bir müdahale hakkı vardır. Bunu istimal edebilmek bir takım teşkilâta mütevak kıftır. Böyle yalnız başına idare işine memur olan bir Şer'iyye Vekilı.nin yapacağı bir iş değildir. Hükümetimiz, yanı Büyük Millet Meclisi Hükümeti her mânâsı ile ve tamamiyle bir İslâmî Hükümet.dir Eğer böyle bir zamanda biz o makamı ımai edemezsek, hiç bir zaman da imal edemeyiz. (Çok doğru sesleri). B١nâena)e>٠١ Meclisten muzaheret gördükçe idrakim Kaoar orada çalışmaya gayret edece ğim. Muzaheretinizin kesildiği gün —çünkü o makamın hem Şeriata, nem Şeriat Sahıbi.ne. hem de Meclise karşı mes.uliyeti olduğu için müzaheretinizin kesıld.. — Bendenizi de oradan çekilmiş göreceksiniz Binâenaleyh müzaheretinizin manâsı. ıtimad manâsında değildir. Yani vâki, olacak tekliflerde müzaheretin es. gendiğı. oranın teşkilâtının yürüyecek b؛r halde bulunması için vâki, olan tek ;؛enn red edildiği gün. Bendenizi oradan çekilmiş göreceksiniz. Binaenaleyh zay omuzlanma yüklediğiniz bu yuKu oeraber taşıyacağız Çunku şu ikine. me5٠uı..٠0 t ki; doğrudan doğruya Şeriata ve Şenat.ın Sahıbi.ne karşı mes٠ui v،،tî٠؛. ؛:.١ ١K؛nc. mes.ulıyet Meclise de şâmildir (Alkışlar, Allah muvaftakıyel versin, sesten؛. ١
13
TBMM, n May .؟ . 19Z2 iaf»h!ı Şef.ıye Vekili AbduUah Azrr١،٠nınk٠ r>uşr١٠S ؛١dart îayı 50? 18 M ay ,2 0 .، ١ 92 ?
٠
244
c u m h u r iy e t
DONEMÎ DJN - DEVLET İLİŞKİLERİ
Bu k o n u ş m ın hemen akabinde de 13 Mayıs 1922 iarihinde bülün miiftü!üWere ve §e۴؛yye memurlannca halkın ؟eriaia sımsıkı sanlması adına şu lamimi gönderir Büyük Millet Meclisi, Şer'iyye ve Evkaf İşlerinin tedvirini omuzlanma tevdi' etmesi üzerine, Allah'ın yardımı ile vazifeye başlanmıştır." "Islâm'ın üstünlük ve esasları içinde hareketi bir esas umde ittihaz eden Bü yük Millet Meclisi Hükümeti için Şer'iyye Vekâletinin ne derecede ehemmiyeti hâiz olduğu ve bu ehemmiyeti nispetinde kendisinden beklenen vazifelerin de muaz zam ve ? bulunduğu izahtan varestedir." Bilhassa içinde bulunduğumuz bu nâzik ve mühim tarihî anda Şer'iyye Ve kâleti ile onu temsil eden müftüler ve ulemâ efendilerin ve bütün ilmiye memurları nın vazifeleri çok mühimdir." "Bugün milletimiz muazzam bir cihâda girişmiş; hürriyetini, İslâmî hakimiye tin ve tam istiklâlini gasp ettirmemek için Kur'an-ı Kerîm'in yüce emirlerine uygun hareketle. Allah yolunda cihad meydanlarına dökülmüştür." "Hayat ve hürriyet, fertler için olduğu gibi, cemiyet ve milletler için de en za rurî bir haktır. Hakimiyet ve istiklâli olmayan bir millet için hayat hakkı yoktur. Bil hassa bütün ahkâmı hakimiyet ve istiklâl üzerine müesses bulunan Müslümanlık, mahkûmiyet ve esâretle asla birleşemez. İslâm'ın ahkâmının tamamiyie tenfîz ve tatbiki için her halde istiklâl ve hakimiyet esas şarttır. Buna sahip olmayan bir hükümet, bu hükümlerin yerine getirilmesini temin edemez. Binaenaleyh esâret, mahkûmiyet ve himâye altına girmek gibi Islâm'ın izzet ve şerefi ile aslâ te'lîfi kabil olmayan bir hale düşmemek için istisnasız bütün müslümanların çalışmaları Kur'an.ın ahkâmı iktizasındandır. Herkes bu mücâhedeye maliyle, caniyle, diliyle ve kalbiyle iştirak etmelidir." "Her Müslüman bilmelidir ki; Islâm istiklâlinin. Islâm hakimiyetinin son bul m ası tevhîd yerine şirkin, hayır ve fazilet yerine şer ve mefsedetin, adâlet ve mer hamet yerine zulüm ve sıkıntının ikame edilmesinden başka bir şey değildir. Ümmetlerin en hayırlısı olmak üzere zuhûra gelen ve dünyada hakikî adâlet, hürriyet ve istiklâl, hak ve fazilet esaslarım koyan, bir diriin me٠ns٧ pları Ku'r'an'm ş^detle yasakladığı yabancı velâyet ve hâkimiyetine nasıl râzı olur?"
:١
'Bunun içindir ki; İslâm'ın alemdarı olmak şerefine mazhar olan milletimiz her zamanki gibi bugün de bu uğurda malını, canını, âilesint. evini-barkını, ticareti ni... her şeyini Allah yolunda feda etmekten çekinmemiştir. Milletimizin bu hareke ti tamamiyie Kur’an.ın ruhuna uygundur. Hiç şüphe edilmesin ki; Allah'ın dinini ya şatmak. Islâm'ın hâkimiyet ve istiklâlim lemîn etmek için cihad meydanlarına dö külen bu millet, Allah'ın yardımına mazhar olacaktır." . Anadolu'daki bu
ا
ﺔ
ﺴ
ﻳ ﺎإ ة' ﺀا
ﺤ
٠؟
ﺠ
n^ihim âm !؛l:: ؛r
ﺟ
٥r
٥٥ ٥n
'
ج
!s ٥ y٠ ﻻ: ه:
ف
Ş E R .tY E V E E V K A F ^ K A L E ^ K ALDIRILIYOR
245
miz mukaddes mUcaheden؛n ulviyet ve azametini anlatmaktan bir an geri kalma, malar, ulemân.n en mühim dini vaziteleridir." "Esasen kardeşten başka bir şey olmayan müslUmanlarm bugUn her zamandan tazla kale gibi sarsılmaz y.kılmaz bir birlik a^ etmeleri icab eder. Bunun hiiaiına hareket, agıktan açığa Kur٠an٠a karşı gelmektir.. "Diğer taraltan cemiyet arasında birliğe sebep olacak, lertler arasında sağ" lam bir bağ teşkil edecek yegâne esas, ahlâkî taziletler olduğu ؟؛in İslâmî ahlâk ve terbiyemize aykırı hertUrlU hareketlerden kagınmak lüzumunu halka anlatmak mil" let rehberlerinin en mühim vazrfelerindendir. Tabiatıyle bu hususta İslâmî cemiye, timizin İçtimaî hukuk ve hürriyetini Hükümetimiz şunun bunun emel ve heveslerine çiğnetecek delidir." " ؟er'iye Vekaleti, kadın.erkek, hiç bir mUslümanın İslâm âdabına muhalil kU" çük bir hareketini bile millî şerel ile mütenâsip bulmadığı gibi mücâhedemizdeki samimiyetle de kabil.i telîl göremez. Binâenaleyh bu hususta emr.i bi'l.mârül. nehy.i ani'l.münker mevkiinde bulunanların, cemiyetimizin İslâmî hukuk ve hurri" yetine riayet etmeyenleri en gUzel şekilde İrşad etmeleri en mühim, en esaslı vazi" telerinı teşkil eder." "Hasılı Müslümanların bütün hal ve hareketlerini Kur'an.1 Kerîm'in itikadî. ahlâkî, İçtimaî, siyasî bütün ahkâmına uygun hale getirmeye çalışmak, bu hususta elden gelen İrşad ve mUcahedede bulunmak millet rehberlerinin en mUhim vazite. leridir. Bu sahada hareket edildikçe fevz ve zalerin mutlaka tecellî edec^ine. mil. !etimizin halâs ve hakikî istiklâle mazhar olacağına hiç şüphe yoWur." (Siz Allah'a yardim ederseniz, Allah da siz eyardım eder. Tevlik ve inayet Allah'tandır.) Çer'iye ve Evkal Vekili Abdullah Azmi١4 İşte tamim, bildiri ve beyannamelerde görüldüğü gibi ?er'iye Vekaleti adt üzerinde halkjn şeriat bilgisini ve şeriata bağlılığını artırmak adına göre١ ذااel. mektedir. Daha açık bir şekilde ?er'iye Vekaletinin fonksiy.nlannı ve bu Bakanlı, gın müslüman Türk halkı nezdindeki ehcmmiycdi yerini k a v r^ a k İçin onun teşkilatlanma şemasına ve ifâ ellikleri görevlere bakmak yeterli olac^Lir. 24 Agustos 1922 tarihinde P erçem i günü sözkonusu Bakanlığın bütçe müzakerelerine geçilmezden önce ?er'iye Vekili Es^şehir M eb^u AMullah Azmi Efendinin, bu Vekaletin teşkilatlanma, eğilim ve öğretim hususlarındaki
14.
Şer٠iy 0 ve Evkat Vekaleti. Tamim no . 71 13 Mayıs 1.22. Sebılurreşet c 20. s ıy ı ; 502. sh 67-88
246
CUMHURİYET DÖNEMİ DlN ٠ DEVLEl. ILİŞKİLEI!؛
durumunu gösteren ve ?er'lye bütçesinin ١(esbab-ı mucibesi.’ni oluşturan ve meclis huzurunda da okunan aşağıdaki rapora gözattıgımızda ?er'iye Vekaleti, nin niye kaldınimış oldugtınu da anlamış olunız. ٤§tc Çekiye Vekaletinin bütçe tahsisiyle ilgili gerekçeli karar rap0nt:i5 ?E R ..Y E VEKALETİNE MÜSTEŞARLIK KADROSU VERİLMELİDİR ..H ukûm el denilen m akinenin hiç bir a n z a y a u ğ ra m a k s ١ 2 ؛n islenen şekilde İş. leyebilm esi İçin h er dairesinin fa s.la sız m u n lazam an çalışm ası lâzımdır. Vekillerin ayni z a m a n d a M eclis m üzakerelerini takip etm eleri ve Vekiller Heyeti içtim aında bulunm aları zaru ri bir keyliyettir. Bu mUhim vazilelerde kendisinin e s a s vaztfeleri cü m lesin d en olan bir vekil, üzerine aldığı vekaletin teferru ata aid İşleri ile daim a m e şg u l o la m a y a c a ğ ı a p a ç ık bir hakikattir. Bunun içindir ki, vekillerin yanında birer m U steşar b u lu n m ası zaru ri görülm üş ve her v ek âlete birer m ü ste şa r verilmiştir. Bu um um i k a id e d e n ؟er.iyye Vekaleti m ü s te sn a tu tu lam ay acağ ın d an ؟eriat'a ait um um i işlerin hakkıyle yuratuim esi İçin bir m ü steşarın tayini zarûrî görülerek talisi" sa tı b ü tç e y e konulm uştur." ?E R JY Y E VEKALETİNİN E S A S VAZİFELER. İFA, KAZA, TALİM v e İRŞAD " Ç e r 'ı^ e V ekaletinin şâm il olduğu e s a s vazifeleri üç ş e y d e h ü lâ sa edilebilir: Iha. K azâ, Ta.lîm v e İrşad. İslâm 'd a İftâ ile k a z â Hz. P e y g a m b e r Efendimizin zam an ın d an rtıbaren b a ş. lam ıştır. Bu iki vazife b izzat P e y g a m b e r Efendim izde toplanm ıştı Alemle؛in R a b binin P e y g a m b e ri Efendim izin p ek çok kazâları. fetvâları vardır. ResUl.i Ekrem. EfendimiZ z a m a n ın d a v e o .n d a n s o n ra bu iki vazife b a z a n ayrı ayrı zatlara tevdi olunm uş, b a z a n d a ayni z a tta içtima, etm iştir. F ahr.i K âinat Efendim izden sonra fetv a İşleri ıle m e şg u l o lm u ş yuzIerce s a h a b e vardır ki. bunların en m ؟ş h ٧ ٠ rları Ö m e r b. H altab. A fıb . Ebi Talip. Abdullah b. M es'ud. Z eyd b. s a b i t Abdullah b. A b b as. A bdullah b Ö m er, m ü'm inlerin a n a s ı Hz. Aişe.dif.
,
.
S a h a b tte rd e n s o n ra ifta ve k a z â m eselelerin e tabi, olarak pek fazla itina edil, m İş ve bir t akim z e v a t "M uftiyuTEnam " v e "Kâdıyu'l-Kuzat" adlartnı almışlardır. ilk d e fa "M eşîhal"i Islâm iye" M akam , Fatih S ultan M ehm et H an devrınd؟
^
I'؛
,
barryle ؟er'iyye V ekaletı'nın d e vazifesi .Im a k gerekir,"
١5
S â i ğ ^ d t ,
اﻫﺎاا!!'ا5اا9ﻻة اه
a d la n verilm iş v e bu s ü ؛etİ0 ifta k a z â , ta ;n m va v aT ileterın ı 1 اةذإاetm işlır. Bu bu rnuhim vazılelar e s a s ااا.
c 20. seyı : 514 sh ٠230.233. 25 Ağustos 1922
Ş E R .IY E V E E V K A F VEKALETlI KALDIRILIY O R
247
FETVÂHANE.IFTA HEYETİ (ŞURÂ-IİFTÂ) "Şer'iyye Vekaleti'nin aslî vazifelerinden olan iftâ m es'elesİ gerek dinî işler gerek dünyevî hizm etlere taallûk eden herhangi bir m eselenin, yeniden yeniye or taya çıkan hadise ve vakaların ş e r l icaplarım beyan etmek. Islâm'ın esasları için d e onları hal ve fasi etm ek suretiyle müslüm anları karışıklık ve sıkıntıdan kurlar mak, halkın işlerinin şer.î hükümler içinde cereyanını tem în etm ek dem ek olacağı n a nazaran Islâm Dini dâimi şekilde bunlarla m eşgul olacak bir heyetin varlığın ve her kısa m esafede bir fakîhin bulunm ası lüzûmu zarurî görülmüştür...
iftâ (fetvâ vermek) selâhiyetıne hâiz olan Şer'iyye Vekâleti bu kadar mühim ve Islâm ٠ şumût olan iftâ işini taşralarda müftüler, merkezlerde bütün müftülere merci ve kendisine emîn bir muavin olacak dini bir müessese ile ıbkâ edegelmış ve bu müesseseye ’'F e tv a h a n e ” ve fetva verme heyetinin en yüksek memuruna da "F e tv a E m în i” adı verilmiştir. Fetvâ Emanetı'nın bazı yardımcıları ve birçok âzâları mevcut olup bunlara «Fetvâ Heyeti.» adı verilmiştir. Şu halde Fetvâ Emini ile azalardan müteşekkil bulunan, hem de Islâm memleketlerinin her tarafındaki müftülerin verdikleri fetvaları ve mahkemelerin fetvâ isteklerini —icabında— tetk.k ve onların mâruz kaldıkları müşkülâtı hal edecek olan büyük bir dinî ve hukukî müessesedir. Hattâ yabancı memleketlerde bulunan fetvâ vermekle alâkalı ve teşkilâtlardan sâdır olan ı'lâmların tetkik mercı'i de bu yüce müessesedir.. .Şer'iyye Vekâleti iftâ heyetini, mâhiyeti noktasından tetkik ettiği cihetle bu heyeti yalnız sorulan suallere cevap vermek vazifesiyle mükellef bir hey'et değil, aynı zamanda İslâm kanunu olan Fıkhımızın zamanın icaplarına gere tecelli ve in kişâfını. diğer tabirle zaman ve mekânların, hâl ve vazıyetlerin değişmesi ile yeni den yeniye ortaya çıkan durum ve hadiselerin Islâm Fıkhına tatbıKinı te’mîne ye gâne vasıla olan yüce bir heyet olmak Özere telâkki ve kabul eder. Çünkü hayat şartları teceddüd ettikçe, mütemadiyen tehavvül etmekte olan beşerin muamelâtı nı tanzim, halkın işlerinin Şeriat ahkâmı dairesinde cereyanını te’mîn edebilmek için bütün yeni hâdiselerin unsurlarını Fıkhımızın medenî ،malhânes١ne arz etmek, bunları şer.î usûl ve kaidelere tatbik etmek ıcab eder. Zirâ Şeriatım.? ،nsanhğın ih tiyaçlarını temin esasına dayanmaktadır. Sebeplerin kaldırılması. htzmt٠ııer١n ter cih edilmesi gibi her asır için tatbiki kab.l esasları ihtiva eden Islâm Şeriatı, her za mana, her mekâna uygun gelen fıtrî ve İnsanî bir şeriattır. Bütün hükümle' adalet merhamet, hikmet, yaşayış ve ölümde kulların hizmetleri üzerine Kurulmuştur. B-. nâenaleyh Islâm Şeriatı hiç bir zaman ümmeti sıkıntılı bir tazyîk ve ؟cKi.ı çembe. içinde mahsur bırakmak gayesini takip etmemiştir. Elverir ki; zaman ve mekâ'. ٠٠ değişmesi, hizmet ve hadiselerin yenilik kazanması ve ıhtıyaçlann çoğn .Tasm r. iktizâ ettiği zamana en uygun, halka en yakın o،an ahkâm ve kan٧r١٠arı ٠٠ esaslın dahilinde tahaffî ve hadiseleri onlara tatb.k edebüecek ilmi b'f neyel mev cud olsun. Bunun içindir kı. ıslâm Cemiyeti arasında böyle mütehassıs b٠r hey٠?f١٠١ devamlı bir şeklide mevcOdiyet.ni muhafaza etmesi Kur.an.ın huKumlen ١k٠.7as '٠' dandır."
248
c u m h u r iy e t d ö n e m i d in ٠ DEVLET
İLİŞKİLERİ
nu ifâde etmektedir. Binâenaleyh fetvâ vermek selâhiyetınin. beşerî takati mikta. nnca, kitap ve sünnetin güçlüklerine, mezhep imamlarının sözlerine, zamanın ikti. zasına ve kulların işlerine vâkıf ihtisas ve ilim sahiplerinden meydana gelmiş bir heyete verilmesi, İslâmî bir hükümetin en mühîm vazîfesidir. Bu itibarla Fetvâ He yeti hâlin iktizasına uygun ahkâmı takrîr, İçtimaî hadise ve ihtiyaçlarımızın içinde husule gelen yeni anlayışlarımızın birbirine bağlı âhengini temîn, muhtelîf mezhep sahipleri arasında neş'et eden fakîhlerin sözlerini toplayarak, bu sözler içinde hal kın ihtiyaçlarına, şeriatın esasına uyanları temyîz ve tefrîk edecek bir kuvvet ve kudrette olmak iktiza eder. Bununla beraber fetvâ verme selâhiyetini zamanın icapl٠.٩rına ve Şeriatın ruhuna vâkıf bir ilmiye şûrâstna tevdî. etmek bir meşveret dini olan Müslümanlığın ruhuna da en uygun olan bir durumdur. Bu şekil, beşerin hukukunu, adâlet ve hakkı araştırmayı daha fazla tekeffül etmektedir. Ümmetin saâdetıni, devletin bekâsını daha ziyâde te’mine hâdimdır. Peygamberimiz ilk as rında zaten böyle idi. Ashab-ı Kirâm kendilerinden bir fetvâ sorulduğunda, fetvâ isteyeni başkasına göndermekten yahud bir hükmü takrîr için birbirlenyle istişare etmekten aslâ çekinmezlerdi. Maksad haksızlığı izâle veya bir hataya düşmekten kaçınmaktır. Hele içtihada muhtaç olan meselelerde müslümanlann ileri gelen ulemâsı ile istişâre etmeden hiç bir hüküm verilmezdi. İşte bu muâmelât ve mülâ hazata mebnî Şer.iyye Vekâleti Devletimizin asırlardan beri mevcûd en mühim bir müessesesi olan Fetvâhâne Teşkilâtı.nı şeriatın esaslarına, asrın icaplarına ve Büyük Millet Meclisi.mızın yüce İslâmî emellerine uygun olarak esaslı bir surette canlandırmaya karar vermiş ve bu maksatla —ilende genişletmek üzere— şimdi lik bir Fetvâ Emîni ile üç azadan müteşekkil bir Iftâ Heyeîi’nin kabulünü teklîf et miştir." .TETKiKAT VE TE'LIFAT.I ISLÂMİYE HEYETİ.' "Diğer taraftan Türkiye Büyük Millet Meclisi Islâm Âlemı.nin önderi olması iti bariyle Şer*iyye Vekâleti bütün müslümanlann dinî mercii olduğunu takdir ve bu noktaya husûsi bir ehemmiyet atf etmektedir. İnkâr edilemez bir hakikattir ki. bu gün hadiselerin zorlaması ile bütün cihanda büyük buhranlar, mühim İnkılâplar meydana geldi. Şu andaki medeniyetin insan hayatında açtığı rahneler, halkın iş lerine yüklettiği .çt.maî şiddetler müthiş aksü'l-ameller (tepkiler) husûle gelirdi. Her tarafta dinî, siyasî, içtimai ve iktisadi sıkıntılar, ıztıraplar yuz gösterdi. Dünya ala nı büyük sarsıntılarla dengesini kaybederek ıçtimaî nizamlar yıkılış buhranlarına mâruz bulunuyor. İfrat ve tefrît cereyanları zamanımız cemiyetim meçhul ummanlara. belki de girdaplara sürüklüyor. Bu cereyanlardan memleketimizin de mütees sir olduğunu söylemek mecburiyetindeyiz. Son asırdaki cereyanlar maatteessu memleMt.mize d . sirayet etmiş olduğundan, dinî esaslara karşı b٠r takım tereddüt
ŞER.ÎYE VE EVKAF VEKALE'11 KALDIRILIYOR
249
de tatmin ؛le hem Ierdاn hem de cemiyetin bugUnkU ve yarinki saadetini, diğer tabirJe bütünü İnsanlığın tekaü.ünü istihdal eden İslâm esaslarım iyi telkin etmemiz icab eder. Yapılacak telkinlerle, yazılacak dini ve ahlâkî eserlerle, va.z ve irşatlarla İslâmî duygularım canlandırmak, kalblere ânz .lan şüphe ve tereddütleri ve bunların geride bıraktığı elemleri yüreklerden silip atmak. Umit ışığını parlatan ve bizi dâima geleceğe hazırlayan bekâ ve ebediyet likirlerini en kuvvetli bir şekilde yaşatmak lâzımdır. Beşeriyetin saâdetini istihdaf eden Müslümanlık esaslarım neşr ve telkin etmekledir ki ؛hem kendi milletimizi, hem de beşeriyeti bu itikadi buhran ve İçtimaî kar^ıklıktan kurtarabilmeğiz. Binaenaleyh crta bir Ummet olma, mız hasebiyle ifrat ve tefrldin son haddine varmış medeniyetlerin ortasında yerini alan İslâm Medeniyetimizin yeni baştan inkişaf ve teâlisi. dini hakikatler ve İslâmî üstünlüklerin yayılması sebeplerini düşünme ve tetkik. İnsanlığın yegâne kurtuluş sebebi olacağına iman ettiğimiz fıtrî düstûrlar ve İslâmî hikmetleri tesbit ^e re k beşeriyetin arkasından koştuğu kemal derecesine bir an ewel ulaşılmasını temin etmek, İnsanlığın arzu ve emellerinin üstünde olarak herkes üzerinde hükmünü yürüten âdil esaslar ve fıtrî kanunlar etrafında insanlık âleminin toplanmasına ؟a. lışmak. ümmetlerin en hayırlısı olmak üzere meydana gelen bu muazzam Ummete âid beşerî ve insani bir vazifedir. Bu itibarla yeryüzünde mevcut bütün İslâm milletlerinin İçtimaî ahval ve dini durumlarım. İslâm ve medeniyet âlemindeki ilim, leri. cereyan eden fikir ve ihtisasları, hayatin tavır ve neticelerini taklb ve tetkik et. mek. İslâm Tarihi'nin hâdiselerini, dâhil olduğu dini ve İçtimaî safhaları tedvir et. mek. mUslümanların dini terbiyelerine ve İslâmî üstün meziyetlerinin İnkişâfına ça٠ lışmak. hasılı, dini hakikatler ve İslâmî yüceliklerin neşr ve tamimi ile İslâmiyet'in ulviyetini ve bütün beşerî ihtiyaçları tekeffül eden fıtrî bir kanun olduğunu herkese tanıttırmak İçin lâzım gelen tetkikat, te.llfat ve neşriyat! te.mîn etmek ?er'ıyye Ve. kaleti'nın en faydalı ve en feyizli vazifesidir." "Fakat bu Oyle (bir) çalışmadır kı ilim ve ihtisasa tevakkuf eder. İslâm düşün, cesine ve aşrımızda bulunan cereyanlara vâkıf, Şa^ı ve Garbi anlayan ulem. ؛ancak işidir. Bununla beraber ؟er'iyye Vekâleti en esaslı vazifelerinden 0.3 hete lâyık olduğu ehemmiyeti vermiş ve bunun İçin '‘T e tk îk a t v e ٢ ه٠ﺀا.٠، ﺀأ- ٠W٠T ٠۴ H e y 'e t- İ ll m i y e s r adi ile bir heyet teşkiline karar vermiş ve mümkün Oldukça gen'Ş. leimek Uzere şimdilik bir reis. dOrt azâ ve bir başkâtibin tahsisatından 1338 Butgesıne ilâvesini teklif etmiş ve mezkUr heyetin vazifelerini açıklayan ا أ ا؟٠٠٢١ •i٠ıâ ٠ meyi hazırlamaktadır. Heyetin bir taraftan tetkikler ile. diğer tarattan neşı y3٠ c ا١ tıgal ve ayni zamanda ilim ve fazilet erbabının kıymetli yardımlarından da ا5 أ:ا٠ق٠\ ت edilmesi İçin 219. taslın 2. maddesine "Tetkik ve te'.îlat ile neşr ve rşad masraf •: rı. adiyle 20.000 lira tahsisat konulmasına luzum görmüş ve bu leşk٠l٧؟٠،an oar ve harici beklenen büyük hizmetlere karşı teklif olunan bu miktarın muhtera^ he yetge kabul buyurulacağına şüphe edilmemışt.r" ..m e d r e s e l e r .t e d r Is At h e y . ^ . ç.r.ryye Vekâleti, esas vazifelerinden olan eğ.tım ve oğretım »şlerıne de h ، ı susl bir ehemmiyet vermektedir. Ma'lUmu alileridir kı. asrin -im ve fenlen ٠ م١د cehhez. §er؛at٠ın ruhuna vâkıf gençler y٠t٠ştırn١٠k maksadıyla evvele. Anad.. lu.nun bazı yerlerinde Darü أ-Hıli آ٠ Medresesi Teşkılat.ı yapılmış ve Ders
250
C U M H U H n% DÖNEMİ DlN - DEVLET İLİŞKİLERJ
؛؛n ؟e tetkik ile lüzum .gösterilen mahallerde Meçîhatça peyderpey (birb.rj ardtnca) teşk^ât yap.labilecğ ؛de 21 Muharrem 1336/19 Teşrinievvel 1333 (1917) tarihli ٧٠ 3044 numaral. Takvlm.i Vekavi* ile intişar eden nizâmnâmenin 17. maddesinde tasrih edilmiştir. BugUn Anadolu’da mevcud IS Dârü’l.Hilâle’den başka - son se. nelerin zarurî mecburiyetleriyle hemen hemen yıkılma tehlikelerine ^aruz kalmış olan i.lmiye medreselerinin bazıları da Büyük Millet Meclisinin teşekküre değer müzahereti ile gepen sene ta.dîl ve zamanın icap ve halkın ihtiyaçlarına gOr emUmkUn mertebe İsiah edilerek yeniden ihya edilmiş ve bu sUretle halkın dinî hukUmler hususunda ma'rüz kaldıkları inhidat ve gatletin önüne geçilmek istenil, mişti." "Maamalih bir müessese ne kadar ulvî düşüncelerle açılır, ne kadar iyi esaslara bina ettirilirse ettirilsin ciddî bir murakebe ve teftişten mahrum kalacak olursa kendisinden beklenen intizam ve faydayı kemaliyle gösteremeyeceği ve belki de fayda yerine zarar tevlîd edeceği şüphesiz olmasına ve DanJ'I.Hüâfe Medreseleri ile ilmiye Medreseleri'nin talebe ve müderrislerine ait bütün İdarî mua. meleler ve tedrîs işlerini Merkezde yalnız bir umum müdürün tedvîr edebilmesi im. kan dışında bulunmasına binâen umum medreselerin tedrîsatını. talebe ve mü. derrislerin umum İş ve hizmetlerini ve idarecilerini ciddî bir teftîş ve murakabe altında bulundurmak, tedrîsatı tetkîk ve programlarım durumun icabına göre İslâh. tert^ ve tanzîm etmek İçin Tedrîsat ﻻmum Müdürlüğü'ne bağlı uç azâ ile bir kâtip, ten mürekkep bir " T e d r i s a t v e T e f t i ş a t H e / e t ı ' " n i n kabulü yüce heyetinize teklif olunmuştur... "Memleketin irfan ordularım teşkil eden müderris ve muallimlerin mümkün olduğu kadar İhtiyâçlarının yerine getirilmesine çalışmak, sefalet ve perişanlığa düşmemelerim temîn etmek şüphesiz ilim namına en büyük bir vazifedir. Boyle ol" duğü halde Dâru.l-Hüafe Medreseleri müderrislerinden bazılarına ancak hademe maaşı kadar yani beş yüz kuruştan ibaret bir maaş verilmesi ilim şerefi ile gayr-i mütenasip görülmüş ve maaşları beş lira ile altı lira arasında olan bu muallim0ا6 ًاا bir kısmına üçer, bir kısmına oorder lira zammedilmesi. evvelce mevcud olduğu halde bilâhare hangi sebebe mebnî kaldırıldığı anlaşılamayan yabancı lisan dersi' nın Dârü.l-Hüafe Medreselerine tekrar konulması ve Farsça dersi İçin de ayrıca b.r muallim ve yemden altı (Talî) medrese ile bir (Sahn) medresesinin açılmasına müsaade olunması lekfîf olunmuştur".^؛ Ş c ٢'i y c
VcKaJeiine m u a y y e n
b i r b i i i ç c n i n t a b i i s i y l e ilg ili o l d a k i A b d ٧ lla h
A '^ rn i t a r a f ı n c l a n m e c l i s h u z u r u n d a o k u n a n b u r a p o r d a n s o n r a A M u l l a h A z m i E J c n d i ■ ؛.isle b u .s e b e p l e r d e n d o l a y ı Ş e r f iy e V e k a l e t i e n m U b re m v e e n z a m r i b ir
Cçkilatiır." d i k e r e k ıC ş k i la iı n S i n t r l a n n t ı ı r e de b ü t ç e tahsisini i s t e m i ş t i r . S e riy e
V e k a le tin in
B ü tç e
la m b i r ş e k i l d e a ç ı k l a m a s ı n ı v e o n a g ö -
M ü z a k e r e ٩t_٠ C u m h u r i y e t ؛
g e ç iş
s û re s in d e
T O M ^ 'n î n u n u tu lm a y a c a k v e k o la y k o la y d a h id ız a la r d a n s ilin m e y e c e k k o n u ş , m a la r a ؛a h it o lm a s ın a s e b e b iy e t v e r m iş tir.
ﺪ
ﺑ
١٠
. sıyı 614
ŞER.İYE VE EVKAF v e k a l e t i KALDIRILIY.R
251
Büyük Millet Mcclisi.nin 24 Ağustos 1922 tarihindeki birleşiminde müza keresi yapılan Şer.iyc Vekaleti bütçesinin Meclis tutanaklanndaki kayıtlan şöy le idi: Bütçe Müzakeresinin Meclis reisliğini ulemadan ‘’Hulasalu.1 Beyan Tefsi ri" sahibi KonyalI Mehmed Vehbi Efendi üstlenmişti. Mehmed Vehbi Efendi: "Şimdi Şeriiye Vekaleti bütçesine ve onun müzakcrâtına başlıyoruz" diyerek BMM'nin 90. Birleşimini açmış oluyordu. İki celsede geçen ve ikinci celsesi de 28 Ağustos 1922 tarihinde yapılan Şer.iye Vekületi bütçe müzakerelerinde 60٠a yakın milletvekili söz olarak konuş ma yapmışlardı. Hiçbir konu bu kadar ateşli ve uzunboylu ele alınmamıştı. Cumhuriycı'in kuruluşundan yaklaşık bir yıl önce BMM.de yapılan bu ko nuşmalar nasıl yapıldı diyerek âh eden nice milletvekilleri olmuştu. Planlanan bazı hedefler gereği bu tür konuşmalara sistemin yetkilileri de şimdilik kaydıyla ve mecburen hoş bakıyorlardı. İki celse devam eden bu konuşmalan, Şeriiye Vekaletinin kaldınimasmm ardındaki gerçekleri göstermesi açısından meclis zabıtlanndan aynen ya>ınlamak isliyorum. ŞER.İYE VEKALETİ BÜTÇE MÜZAKERELER^؟ '.Reis: — Şimdi Şer.iyye bütçesine başlıyoruz. Şer.lyye Vekili Abdullah Azmi Efendi (Eskişehir): — Etendim. Şer.iyye Vekâletini bu âciz kulun omuzlarına tevdi* etliğiniz gün. kısa bir beyanatla bulun muştum Şimdi onu hatırlatmak istiyorum. Demiştim ki: Vaktiyle Kanun-i Esası Salnamelerin baş tarafından muhafaza edildiği gibi bir çok zamand؛.- ■ Şer.iyye Vekâleti de Devlet’in İdare şubeleri arasında bir ' ' T a r i h i H a t ı r a ' o \ a r a k sak lanmakta bulunmuştur. Bunun artık İmalı zamanı gelmiştir. Bunun Tma؛. için bir ta kım zihnî teşkilata lüzum vardır Yüce huzurlarınıza bir bütçe ile geleceğim KîDl. ettiğinlz takdirde elimden geldiği kadar ve arkadaşların yardımları nisbeî ١oe Q r . ret edeceğim, demiştim. Gerçekte bunun kullanılması zamanlarını goz önüne geı٠nrs€،٨ Osmanl. Bayrağı'nın Viyana burçlarında dalgalandığı zaman bu Vekâlet. Adi.ye, Maâf ؛ve Şer٠î işlerde diğer bazı daireleri de idare etmekteydi. Yani denek .sîenn Kı: bjmjn faaliyete geçirilmesi terakkîyaia manî değil, belki âmil olduğuna î-arıhî vaK.n.ar e ٠٦ büyük âdil şahittir. .Bunun teşkilât zamanlan da mevcut olduğu ve o zam۵'٩ c?؛. ١7.
515 . ب. s 244 252 31 Ağuilos ١9 ة ةTBMM 1 ذاضCendw Devi ا ( ذ و ذا2 ذAğustos 1922, $eöılûnvşat. c. 20. «y. 8 ة١ ة٠h 2€ ١ 262 ۴ Ey١٠>ı ١ﺣ ﻪ
252
c u m h u r iy e t
D Û I M İ D lN - D E V L E T İL İŞK İL E R İ
kullanılnrıadığ^^: mukadder s.rusuna cevap vermek isterim. Çünkü İstanbul Fetvâ ؛ane.si'nde, Dârü'1-Hikme.sinde. sâîr yerlerinde de bir çok teşkilat mevcuttu. Ya^i "teşküat.n varlığ. ile mutlaka bunun imal edilmesi Iâzını gelmez." mukadder soru s ٧na cevap vermek isterim. 0. imal edilmemiş, yani imal edilmek maksadıyle teş. kilat yapılmamıştır. Bendeniz imal etmek sUretiyle teklit ediyorum ve bu. mesâi hibariyle bir ؟ok kısımlara taksim edilmiştir. Meselâ ihtisas itibariyle Fetvâhane. Fıkıh gibi. Yine bunun gibi Islâm'ın şuûnat ve ictimâiyatına taallûk eden kıSı^İar İ؟in de bir meclisin varlığına ihtiya ؟duyar. Kezâlik elde bulunan medreseler ve DârU.l. Hilâle Medreselerinin tedrisatım tanzim ve yoluna koymak i؛؟n de üçüncü bir teŞ" kilata lüzum görüyorum." "İşte bunlar sayı itibariyle belki kabule iktiran etmez. Bütçemizin durumu na. zar-1 dikkate alınarak tasdike iktiran etmez, tikriyle İmkân nisbetinde az miktarda olmak Uzere Fetvâhâne, Tetkikat ve Te'lîtat-1 Islâmiye ve Ders Vekâleti Teşkilâtı sayı itibariyle miktarı şimdilik sınırlı olarak teklit edilmiş ve sonradan ikmali tasav٧٧ r olunmuştu. Arkadaşların bu babtakl arcularını ve bu babtaki teşviklerini görm ekle sayılarını az teklif ettiğimden dolayı Bendeniz de biraz mahcUp kaldım. Bu hususta Yüce Meclisinize mazeretimi beyan etmek isterim, ؟ünkü görüyorum ki؛ arkadaşlarım bir takım takrirleri imza İçin dolaştırarak bunların sayısının çoğaltılmasını a ^ u ediyorlar. Bendeniz de zaten sayıları kâfi olmak üzere teklit elmiş değilim. Evet, bütçenin mUsaadesizliği itibariyle belki kabul edilmez diye seneden seneye 0 mimara İblağ etmek İçin böyle teklit etmiştim. Mademki arkadaşlar bOyle a ^ u ediyorlar, büyük bir iftiharla kabul ve teşekkür ederim. Bunların teşkilinde de yine arkadaşların yardımı ile hiç bir kimsenin gönül ve hatırına bakmayarak 0 ma. kamlara ehil olanlar, burada mı bulunur. îaşra.a mı bulunur, nerede olursa olsun, arayıp bulmak, yâni müminin kaybolmuş mail gibi nerede olurlarsa oradan, Çin'de bulunursa Çin'den, Mısır'dan, Türkistan'dan ve daha nerelerden bulabilirsek ora. dan getirip Şer'iyye Vekaleti'ni devlet idaresi ا5ا٠ب٢ أarasındaki diğer vekâletler gibi imal etmeye Yüce Meclisiniz muvaffak olacaktır. Daha fazla bu hususta mukaddi" me y a p m ^ istemem. Artık fasıllar geldiği zaman izahat lâzım gelirse arz ©derim." "Mehmet ?eref Bey (Edirne) — ؛Efendileri Siyâset- ؛Çer'iyyemizin ilk defa olmak üzere Milli Meciis'imizde bahis mevzu' olduğu dakikada Hz. Fahr-İ Ale. min ruhundan şefaat dileyerek her İşin başının mutlaka anahtarı besrnele ile ۶ lduğ ٧ na göre, onUn hayır ile biteceğine dair olan emre istinaden "Bis^illa.hirrahmanirrahi^" ile işe başlıyorum. Dinleme nezaketinizi suistimal edeceğim b؛r sırada Bendenizi b ir ^ derin dinlemenizi istirham ederim. Bütün acz ve samimiyetimle bahis mevzu, etmek istediğim mes'ele memleketin dini hayatini yaşatmak İçin ar. zetmiş olan yü.ce Meclis’in yUce duygularının tercümanı olabilirsem benim İçin en büyük ^ih a r ve sevinci bu teşkil edecektir." "Efendileri Meşruti hükümetlerin tek gayesi her bir nezâret veya vekaletin bütçeleri geldikçe 0 vekâletin veya n .za re tte re ^d olan ve is tik b ^ ة٧ﻻا: n rn b û tü n tra Ç fm © : ! : : : e n L r d a tafsilatına k^adarburadamevzubahrs ol0;ا
ا0 ;ا. Ve bu Meşrutiyetin âdet ve kaidelerindendir. Ben d© ona dayanarak İş©
başlıyorum."
Ş E R .IY E V E E V K A F V EK A LE Tİ K ALDIRILIYOR
253
"Muhterem Şer'iyye Vekili abdullah Azmî Efendi Hazretleri'nin burada gayet hazin ve bir lisan ile söylemiş oldukları bir söz benim kalbimde derîn bir aksi tesir bıraktı. Efendiler, altı asrın muhteşem mevcûdiyetini omuzunda taşıyan bu Türki ye Devleti yalnız ve yalnız bir esasa bina edilmiştir. O da dünyada yalnız Cenab-ı Hak'kın hakikî muhafızı olduğu Islâm Dini'dir.” "İtimat ediniz ki; şanlı günler yaşayan tarihimizin mazisine doğru nazarlarını zı çevirirseniz her lütuf, din ve devletin muhafazası, yanı din ve devlet gayreti adınadır. Ve her tenzir ise din ve devlet gayretinin eksilmesiyledir. Onun İçin İslâm Camiası'na dahil olan ve bütün Islâm Camiası'nda çalışan ve Allah'ın birliği’ne. Fahr-i Kainat (sas) Efendimizin risâletine itimat edenler artık sadık imanın karar yeri olan göğüslerine ellerini koyarak 20. asırda en yüksek, en hür bir sesle haki kati ilan zamanının geldiğine inanmalıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Şer'iyye Vekili demin burada hazîn bir lisan ile "ihmal edilmiş ve nasıl ise îmal edilmemiş olan bir mevcudiyeti ben imal etmek için sizden rica ediyorum.” dediği vakit onun gözlerinden benim kalbime doğru akseden kıvılcımlarda, pek acı bir elem gör düm. O ihmaldir ki; Efendiler, tâ Basra'dan Vistül kenarına. Arz-ı Yesrîbten Kaf kas eteklerine kadar koca bir kıtayı bunu ihmal ettiğimiz için verdik. (Bravo sesle ri) Bu îmal edilecek hakikattir, ihmal edilemez. Çünkü hakikat bir güneştir ki güne şe kendi vücududur delil, başka bir delil onu isbat edemezi Onu ihmal etmek iste yen alçak bir haindir ki; Islâm Mileti o alçak hâini sinesinde yaşatamazl" "Efendiler! Yüce Islâm Dini'nI, Kur'an'ın indiriliş hikmeti gibi kabul etmek dünyada beşerin saâdetini temin etmek için tek vasıtadır. Çünkü sair dinler ayrı, ayrı hususi milletlere hitap ettiği halde İslam Dini'nin. Allah'ın kitabı umuma aittir. Beşere ilk hitab olan "De ki: Ey örtüsüne bürünmüş olan..." kavlindeki İlâhî emir hem Fahr.i Risalet'e, hem de ona ittiba'a memur olan bütün beşeriyete aittir. Onun içindir ki; İslâmiyet'in nüfuz etmeyeceği, girmeyeceği, nüfuz ve hakimiyet sahasında almayacağı, hükmetmeyeceği bir mevcudu, Allah yaratmamıştır. Şu halde ilk yapılacak mesele, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Şeriat siyaseti ne ola caktır.^ Onu tayin etmektir. Tayin edilmiş olan düsturu ise tatbik etmek vazifesi TBMM Hükümetinin Şer'iyye Vekilinin tek borcudur. Fakat rica ederim Efendiler, mümin ve muvahhid olan Türk halkından aldığımız vergiler ki 70.80 milyon lira tu tuyor, bu kadar para aldığımız halde bunu veren bir millete dimağını bitirerek ya şatmak gibi 320 bin liralık bir bütçeyi Şer'iyye Vekili’nin eline vermekle bu memle ketin siyaset-i şer'iyyesine nasıl hizmet edeceğiz? (Aferin, sesleri) Bunun içindir ki bunun genişletilmesinin lüzumlu veya lüzumsuzluğunu Yüce Meclisimizde ısbat etmek üzere biraz sabretmenizi ve dinleme lütfunuzu suistımal etmemek için va'd ve ricada bulunmuştum." "Efendileri Bir milletin iki hayatı vardır: Biri zahirî hayatı, diğeri derCınî. yanı dinî hayatıdır. Eğer millet zâhirî hayatiyle yaşamak için yalnızo nunla yürüyecek olursa o bir millet teşkil etmez, ancak bir topluluk kabilinden kalır. Nitekim insanlar sırf madde ile, yani et ve kandan, safra ve yağdan İbaret olan vücudu ile yaşaya mazlar. İnsanlar ancak ruhu ile yaşayabilirler. Ve insanlarda en kudretli ve bâriz olart sıfat, şuûru, yani ruhudur. Şu halde bir milletin maddiyatını nasıl kı; Sıhhiye Vekâleti kendi tıbbî teşkilatı ile onun hayatını yaşatmak istiyorsa, işte Şeriyye Ve kaleti de kendi teşkilatı ile o milletin ruhunu yaşatmaya memurdur. Yalnız bedeni
254
c u m h u r iy e t
D Ö N E M İ D lN - D E V l.tn . IL IŞ K İL E İ^
saglam ve fakat ruhu sakat olan insanların bu memlekete faydası yoktur. Bunu si. ze tarihi bakımdan isbat ederim.. Efendileri Hi ؟bir zamanda insanlığı sarsan, beşeriyeti bOyle zelzeleye tut. ؛urmuş olarak yapılan inkılaplar din namına yapılmış delildir, gir çok tedrisatta, bir çok konuşmalarda ve bir çok yerlerde goniyorum ki ؛gUya Garbin (Batinin) bu^ tUn terakkiyatı dinsiz olmasından ortaya çıkmış, binaenaleyh din, terakkiye engel olduğundan ve Garbin terakkiyatı dinsizliğinden neş'et etmekte bulundUğundan Garbi taklit etmekle adam olacağız, kanaati vari Heyhat!.. Efendiler, Garp ile ?ark, sağ ile sol gibidir." ''Yahya Galip Bey (Kırşehir): ''Her ikisi de dindarl... ''Mehmet ?eref Bey (Devamla): - Garp ile ?ark, sağ ile sol. Garp hayati başka, ?ark hayati başkad.r. Binaenaleyh hayatımızda bir kere bizim ferdî, son. ra ^tim al şeklî gOz OnUne alırsak ferdî hayatımızda teşkilât itibariyle, aile teşkilatıyla Garba benzemediğimiz gibi. İçtimaî teşkilat ile de Garb'a hiç benzemeyiz. Bir zaman geldi ki Garpta inkılâplar ortaya çı^ı. Zannettiler kı: Garp'ta ortaya çıkan bu inkılâplar bUyUk şeylerdir. Hayır Efendiler, Garpta ortaya çıkan 0 inkılâplar, ?arktan Garp'a giden nUr. orada inkılâbı meydana getirirken biz dalgın dalgın kendi dinimizin ve ?eriatımızın Öğrettiği hUkUmlerle hükmetmediğimizden nasıl bir hale geldik. Ve sırf bu riayetsizliğimiz yUzUnden bir duraklama devresine daldık. Bakiniz nasıloldu." "Bildiğiniz gibi iki bUyUk tarihî hadise vardır. Bunlardan biri MUslUmanların EndUlUs'e geçmesi, diğeri de MUslUman TUrklerin İstanbul'u fethetmesidir. İslâm, lann EndUlUs'e geçmesiyle Ibni RUşd gibi buyUk adamlar, bUyUk felsefeleri doğrudan d o ru y a Garb'a intikal ettirerek orada fikri sarstılar. İkincisi de ?ark'a doğru yurUyen Garplılar, Barkta insan yiyen, ağızları kanlı bir takım mahlUkat gördeklerıni tahattur ederek Pıyer termn'ın OnUne dUşerek geldikleri vakit baktılar ki. güller, bulbUller. gUlşenler İçinde yaşayan ve İnsanlığın en kuvvetli esaslarım muhafaza eden ve isusnasız herkese İnsanî muameleler yapan bir İslâm Camiası ki onları zalim ve hunhar olmak uzere kendilerine tasvir etmişlerken kendi hükümdarları hasta olduğundan Selâhaddin Eyyübî. kendi tabibini gerekil ،havide bulunm.ak uzere hasta olan hUkümdariarına göndermek gibi insanin bugün bilealkışlayabılecegi gUzel bir muamelede bulunmuştur. Ve İşte E h li Salip Oldularının Garb'a avdenerinde ? a ^ ٦a gOrdUklerı 0 nUru yavaş yavaş Garb'a sokmala^nı v.e fikı ؛denilen pencereler kapansa, deliklen girecek olan nUru yavaş yavaş Garb'a nUfUz el؟irmesi uzerine Garp daldığı uykudan uyandı.' "Fakat Eler.diler. Garpla yapılan İnkılâp dine yönelmiş bir İnkılâp değildir. Doğrudan doğruya ruhbanlığa karşı y a p ı lm ^ f f ؛١ةاب٩ ^ا. ٨ ﺛﺔاا٠ ه: ١٥: ﺀ ه: . ??ktaTChbSıkVyok^ur O n u n İçmdir ki: istıMâl d ٥ ; ٠ ؛ ﻷ س٠ﻫ ﺔ ا ﻫ ﻘ ﺔ ؟ط oicJuğj İçin bUtun topluluk; butun mahlUkat hıç bir hakka sahip o^maz. ه: ﻻﻳ ﺢ:.
Üİİ
Ş E K İYE V E EV l^A F V E K A L E .il KALDIKH.IYOR
255
de zikretmek istiyorum. Napolyon Bonabartlan fcizla bir askerî dehaya malık olar١ meşhur inkılâp generallerinden General Huş doğrudan doğruya Vande denilen eyalette isyan edenlere karşı hücum etti. Onların kiliselerini, papazlarını iade et< medikço isyanı teskine muvaffak olamadı. Ve nihayet Napolyon da Papayı 96t١٢. diği halde elini öpmekten başka çare bulamadı. Hatta son asırda Bısmark bite bir aralık "Fatusaya gitmeyeceğiz dediği halde Katolik Partısi'ni kucaklamadıkça ve dine sarılmadıkça siyasette muvaffak olamadı. Ve hatta bugün Efendiler. Fran> sa'da sağ cenah azasım teşkil eden Katolik Fırkası, ki en fazla Şark siyâsetini mü dafaa eden bir partidir, o fırkayı hükümet tutmadıkça asla muvaffak olamaz. Şu halde kim diyor ki; Garp dinsizdir? "Efendiler, kulunuz Garb.ı da gezmiştir. Ingiltere'de Vestminster Kilisesı.nde yapılan âyinde Ingilızler.in almış olduğu vaziyeti gördüm. Roma'da Papa’nın bizzat idare etliği bir âyinde bulundum, gördüm. Hayır. Efendiler. Garp dinsiz değildir. Bir millet esasen dinsiz olamaz. Garpta başlayan inkılâplar dini yıkmak için yapılmış inkılâplar değil, aksine derûni hayatı takviye için yapılmış inkılâplardır." "Gelelim bize: Bütün düşkünlüklerimizin sebeblerıni araştıran buyuk adamla rımız, memlekette bir yenilik devri açmak lüzumunun iktiza ettiğini bağırdıkları hal de çaresizler zannettiler ki; butun mukadderat değişebilir. Hayır Efendiler, onlar şuna itimat etmediler ki, daima dirileri idare eden mezardaki ölülerdir Ondan dola yı bizi Garb.a benzetmek için tuttular. Gülhane Hatt-ı Humâyûn.unu ilân eltiler. Ve Gülhane taşının üzerinde Reşîd Paşa'nın ilân etliği 1255 (1839) tarihli bir Hatt-ı HumayCın.la biz artık Garb.a benzemiş olduk. Ve.Garp kuruluşlarını memleketimi ze almış bulunduk. Ne aldık Efendiler, izah edeyim; Şunları aldık; kı Efendiler, o güne kadar Osmanlı Milleti, bir metelik borç yapmamış iken o günden sonra evve. lâ bir para borç aldık. O borçlarla bir çok saraylar yapıldı. Ma.hûd konaklar, salon lar yapıldı. Salon hayatı başladı. Memleketin ahlâkına, iktisadi hayatına'doğru bir düşüş ve nihayet koca bir millet ve zavallı bir hakanlık sallandı, sallandı. Çünkü mazisinden koparılarak kendine ait olmayan bir hayal içine atıldı. Halbuki Efencı. ler, bir millet ancak hars (kültür) ve örfünü kendi esaslarından alırsa yaşar. Hars ve örfüne tâbi, olarak hareket ederse ve dinine tâbi, olarak hareket ederse yaşar. Dediler kı; Ne yapalım ki: biz böyle yapmaya mecburuz. Çünkü fabrikalarımız yok, şuyumuz yok. boyumuz yok." Size sorarım Efendiler, Garb.a meftun olan Etenoı ler size sorarım: Siz ne zaman memleketin hangi köşesinde bir fabrika yaptınız bir te’sisal yaptınız veyahut mekteplerinizden çıkan zevat bize şomendoferler |de. miryolları) yaptı da hangi camiin imamı, hangi medresenin müderrisi, hangi kasa banın müftüsü karşınıza çıkıp da "Bunları yapmayacaksınız." dedi.?. "Hamdullah Suphi Bey (Antalya): — Şeref Bey Etendi. Sızı böyle ian.T. yoruz. Hareketlerinizle sözleriniz birbirine uymuyor. Hareketleri ile ougune kaça؛. kendini tanıtan adam, kendim red ve inkâr ediyor." "Şeref Bey (Devamla) — Hayır Efendim. (Güruilul.r. devam devam sesleri)." “Hamdullar Suphi Bey (Antalya): "—Devam ..sini Devam etmesm dem. yorum."
256
C U M H U R ÎY E l^ D Ö N E M İ D lN - D E V L E T İL İŞK İL E R İ
"Şeref Bey (Edirne): — Gelir cevap verirsiniz. (Devam devam sesleri). Efendiler, dikkat ediniz. Dönüm yerinde bulunuyoruz. İstikbal maziden hesap so ruyor. Dönüm yerindeyiz. Benim söylediğim söz. dinsiz bir millet yaşayamaz. Ah lâksız bir millet yaşayamaz. Ve benim inancım, bir Türk oğlu Türk’üm ve Türk hars ve örfünün memlekette yükselmesi taraftarıyım. Bunun için hiç şüphe etme yiniz. Benim katT bildiğim bir şey varsa, bir millet, derûnî hayatını yaşarken dinî hayatını da yaşamak mecburiyetindedir. Yaşamadığı takdirde o millet yoktur. Beni ister tanıyınız, İster tanımayınız. Bunun ehemmiyeti yoktur. Ben, olduğu gibi görü nen, göründüğü gibi olan bir adamım." "Doktor Mustafa Bey (Kozan): — Bunun aksini iddia eden kimdir, rica ederim." "Şeref Bey (Edirne): — Aksini iddia etti. Isbal edeyim sana... (Devam sesleri)." "Mazhar Müfit Bey (Hakkari): — Şeref Bey'in beyanatı kimseyi ilham için değil, bütçenin tümü hakkındadır. Rica ederim, bunlara ne oluyor?" "Şeref Bey (Edirne): — Rica ederim. Çok rica ederim. 1255 (1839) tari hinde ihmal edilmiş olan —ki ben tarihi isbat ediyorum, ben tarihi iyi bilirim.— 1255 tarihinde ihmal edilmiş olan, bizim Şeriat siyasetimizdir. Başka bir şey değil dir. Hatta size şu misal ile söyleyeyim ki. yeniliğe doğru sevk edilen Sultan Mahmud’a karşı itirciz eden bir zat ki. isterseniz tarihinin sayfasını göstereyim okuyu nuz. Sultan Mahmud.un bu zata verdiği cevap: "Ben Islâm Dini.nin hadimi ve hali fesi olmam itibariyle iftihar ederim. Ve ancak o sahada memleketime yeniliğin gir mesini kabul ederim." "Fakat Efendiler, ondan sonra no oldu? Memlekette bir Garp hayatı taklidi başlamadı mı? Çok rica ederim, dikkat ediniz. O Garp hayatı taklidi ile, memleket te açılan rahneler, İçtimaî hayatımızda gittikçe böyle genişleyen çukurlar nedir? O’nun dibine doğru bakınız. Orada göreceğiniz ahlâksızlıktır. Ne oldu Efendiler? Memlekete ilim ve fennin girmesini Islâm Dini yasaklamıyor. Hattâ emrediyor. Yal nız memleketi harekele getiren kuvvetler, memleketin edebiyatı, bedi ı hayatı, şiiri ve musikîsidir. Eğer bunlar olmazsa, muhit harekete gelmezse, o memlekette millî denilen hareketler hasıl olmaz. Bunların hasıl olması için muhitin harekete geçme si lâzım. Kaynağını kendi milletinin ilhamından, kendi varlığından alan bir musikî, bir bediî hayatın uyanması icab eder. Bizim yapma ve kukla edebiyatımız hangi kaynaklardan ilham almıştır? Bu hastalık anlaşıldıktan sonra yavaş yavaş iman ve fecini göstermiş, hakikî hayata doğru dönüş başlamış ve bütün ilhamlarını kendi millî hayatımızdan almaya başlamıştır. Ve millî hayatımızdan ilhamlarını almayan
bundan sonra imal edeceği sağlam bir ip olmak üzere yapışmış olmak şartıyla yü rüyeceği şeh ٠râhdır." "Efendileri Türkiye BMM Hükümeti’ne bu hususta ٧ürrü ١rname^^ Kübra-yı Hılaf.l’i haiz olan bir Islâm camiası burada mevcuttur.
Ş E R .IY E V E E V K A F V EK A LETİ K A LD IRILIY O R
257
"Sonra Efendiler! Sorarım size! Bugün bütün dünyada metruk olduğumuz halde bizim için ağlayan sızlayan, hatta mümkün olduğu kadar maddî ve manevî yardım eden kimdir? (Islâm Alemi, sesleri). Pekiy Efendim, bu kudreti, bu kuvveti ihmal mi edelim? îmal mi edelim? İşte onu îmal edebilmek için Şer'iyye Vekaleti, hatta diyeceğim ki; âciz ve nâçiz bir bütçe ile Meclisimizden müteredditçe istediği paradır. Kendisinin tevazu'la istediği bütçede, ben Tetkîkat ve Telifat.ı Islâmiye" için dört kişilik bir meclis istedim. Fakat arkadaşlarım bunu çoğaltmak istediler, buyurdular. Çok rica ederim. "Tetkikat ve TeTıfat.ı Islâmiye" denince burada bir saniye için durunuz. Bu heyetin burada yapacağı işler, işte burada saydığımız ta'lîm ve irşad ve İslâmî vazifelere müteallik İşlerdir. Bu işleri müdafaa etmek için Tetkîkat.ı Islâmiye Cemiyeti kurulduğu vakit onu dört kişiden ibaret bir heyet İdare edebilir mi? Nasıl edebilir ki; bugün üç yüz elli milyonu mütecaviz olan Müslüman. lar'a teveccüh edecek vazife buraya teveccüh edecektir." "Sonra Efendiler, Ittihad-ı Islâm, demiyorum. Ben Ittihad.ı Islâm denilen sö ze gülerim. Efendiler, çünkü ittihat, bilfiil, bil.kuvve mevcuttur. Çünkü müminler kardeştir. Onun için Ittihad-ı Islâm siyaseti yoktur. O esasen vardır ve mevcuttur. İtimat ediniz ki; karşımızda bulunan en sefîl ve rezîl düşmanımız dinden başka bir kuvvetten istifade etmiyor. Efendiler, diyor ki: "Ben Salip Muharebesi ilan ediyo rum. Orada bulunan dindaşlarımı kurtaracağım." Ve bu Fransa ile Ingiltere arasın da bir rahne açarak yürümek istiyor." "Düşününüz ki; karşımızdaki düşmanımız kendi dinî kuvvetinden kuvvet ala rak bir Salîp Muhârebesi yapmak suretiyle Anadolu'nun sinesine girmek isterken bizim için bağıran milyonlarca Islâm'ın o kudretten istifade etmeyecek kadar dün yada zannederim ki; sersemlik olmaz. Şu halde Efendiler, o kuvvetten istifade edebilmek için şimdiye kadar ne yaptık? (Hiç, hiç sesleri.). "Ingiltere'yi kökünden sarsan Hindistan Umumi Valisi'nin bir beyanatı vardı. Hindistan Umumi Valisi'nin o beyanatını yaptıran işte Hint Müslümanlan'dır. Ve hatta Hint Müslümanları değil mi idi ki. Efendiler, "Edirne Yunan.ın olamaz. Çünkü orada Türk'ün millî mefâhirinden ve İslâm'ın adetâ Kâbesi gibi bir Sultan Seıîm vardır." demişlerdi. Demek ki; oraya o hissi veren, dinî hissi veren bu kuvvettir Başka bir kuvvet değildi." "Bunun için Efendiler, mazide çektiğimiz kötülüklerin sebeplerim arayarak hukukumuzu helâl ettirelim. Diyelim ki: "٠٠ Ya Müsleân (kendisinden yardım iste nen Allah!) Şimdiye kadar ettiğimiz musibetlerden nefsimizi tenzih ederek işte sa na sığmıyoruz!.." Bugün Islâm Camiasının yalnız ve yalnız göz diktiği ve güvendi ği bir kuvvet varsa, onu da çok büyük olan Türk meydana getirdi. İşte o da Türki ye BMM Hükümeti'dir kİ her şeyi haizdir." "Binaenaleyh rica ederim, bu havâî bile olsa, hiç olmazsa siyâseten bu kuv vetten istifade etmek farz-ı ayindir. Halbuki bil.fiil, bil.kuvve ve bil.madde var olan ve yaşayan bir mevcudiyettir. Var olan ve yaşayan bir şeyden istifade etmemek tuhaflıktır." "Şer'iyye Bütçesini müzakere ederken bunu böyle naçiz bir meblağ üzennd. bırakmayıp orada teşkil edilecek olan te'lif ve tetkik encümenine en yüksek ve se-
258
c u m h u r iy e t
DÛNEMİ DÎN ٠ DEVLCT ﺍL ﺍSKﻝLERﻝ
lâhiyetl ؛.lan Şer.iyye Vekili.nin buyurduğu gibi Islâm'ın dimağını teşkil edecek zevatı bulup koymalıdır. Onlar dini ve milliyeti yaşatacaklardır." "Etend؛ler ؛On٧ da söyleyeyim: Her milletin kendi harsı, örtü dahilinde yük ؛ölmesini, ko؟di İrfanı ve an'anesiyle yükselmesini üstün tutarım, hi ؟şüphesiz. Faka ؛derünî bir haya.t, manevî bir hayat vardır. Bütün milletler 0 şirazeye bağlı plarak 0 nas altında yürümeye mecburdur. Başka es ٩s yoktur. Ve bUrada Çer'iy ؛e Vekili nin söylediği esaslardan birisi de esasen budur. İşte gerekçe mazbaiasıl" Etendilerl Bir ؟ok se^bten dolayı bütün İçtimaî hayatimizin bir çok noktalan .Zilmiş, malmış, eksilmiştir. Hatta ağlayarak, sızlayarak bir tıkrasında diyor ki: "Zamanımız medeniyetinin İçtimaî tıayatımıza açtığı yaralar, halkın omuZlanna yüklediği İçtimaî güçlükler müthiş aksUlameller meydana getirdi. Her taraha dinî, siyasî. İçtimaî ve İktisadî dağınıklıklar. ızdıraplar yü ؛٠gösterd٠. Alem büyük sarsıntılarla dengesini kaybederek içtimai nizamlar yıkılma buhranlarına mar٧z kalıyor. Aşırı cereyanlar zamanımızdaki insanlığı meçhul ummanlara, belki de girdaplara sürüklüyor. Bu cereyanlardan memleketimizin de mütee'ssir olduğunu söylemek mecburiyetindeyiz. Son asırdaki cereyanlar, maaleset memleketimize do sirayet etmiş olduğundan dinî esaslara karşı bir takım tereddUd ve şüpheler uyandırmış ve bu suretle ahlak esasları, aile hisleri yavaş yavaş gevşemeye başlamıştır)." "Evet. Etendilerl Boyle olmadı mı? (Evet sesleri) Bu âdeta milletimizin ezik sînesinden çıkan gonUl.yakan ve can-alan bir feryat halinde Meclis'inizin yüce tavanında size haykırıyor. Başka bir şey değildir. Evet Etendiler, ezilmiştir. Çünkü biz memleketimizin dinî hayatini millî hayatımızdan ayrı bir şey zannediyoruz. Ha. yır Etendim, ayrı değildir. Çok rica ederim, ayrı olmadığını dört kelime ile size is. bat edeyim. Bir millet kim olursa olsun, bediî hayatini kendi taât ve ibadetlerinden alır. başka bir şeyden almaz. Çünkü milletlerin terakkisine memur olan, yüksek şeref sahibi adamlar، yet'Ştiren, ancak üstün duygulan yeşerten, dindir. Çünkü din, vecde sâik olduğu ıç،n vecd ile dolu olan velâyet ٠ vecdin şevkiyle dünyada en kahraman saydığımıZ din ve vatan kahramanlan meydana getirmiştir. İşte Islâm Tarihi! Bendeniz İslâm Tarihi.ni bütün inceliği ile tetkik etmişim. Atfedersiniz, selahiyet sahibiyim bunu söylemeye. Çünkü Efendiler, ben de icazet .almış bir ho. cayım^ İşte içiniZde ders arkadaşlarım var. 0 halde söz söylemen, bilmiyorsunuz, demekte h ^ ı yoktur. Bilirim ve" İmanım vardır. Bir milletin bütün an'anelerını ka. nunlar gibi seven bir Türk'üm. Fakat bütün yüksekliği ile de, tam m.anasıyla mü.minim. Binaenaleyh İmanım vardır ki ؛memleketin siyasetinin düzelmesi ve ona bir istikamet vererek doğru gitmesi İçin yükselen, sıçrayun ve bizi tutmak .isteyenlere karşı biz do elimizi Uzatarak istifade ile İslâm Camiası'nı lehimize İşlek bir hale getirmemiz zaruridir. (Şiddetli alkışlar.)" 1 ١4uıret Efendi (Erzurum); - Efendim. Şer'ıyye Vekili Efendi Haz؛otleri yenilikçi bir bütçe ile yUce huzurunuza geldiğinden dolayı kendilerine şükranlarımı ؛ra Udori:. Vekil Efendi آ ة ؛0؛ ؟ ؛ ؛ ؛ ؛ إ أ ذ ayırnıı^ır. Birisi istiftâ, İkincisi tedrîs. üçüncüsü kazâ ٠v٠٠dörd٧c ٠üsü İrşad; ٧٠ ﻻه
in bu!:٠٠ :! ؛"؛: hasIl ٧: ؛r ٠^؛ n r L . sonra h ^ : ٥artık I :٧٠٥hükümet ه٧٧ا٠: : makinesi ﻻ: ا قyürüyecek ٠ ااﻻ٧ 00؟:؛ ةdort (!ﻃ ﺬ ةte ^ اnVe Uıefhum olduktan V. halka refah ve saade.! temin edilecektir."
Ş E R İYE V E E V K A F
vekaleti
KALDIRILIY O R
259
.Esbab.ı mucibe mazbalasmda Vekii Elendi Hazrelleri kaza ve ifta hakkmda akli ve nakil deliller ileri sürmüşlerdir. Bu mevzuda lazla söz söylemeye ihliyaç ycklur. Ancak mes'eleyi lamamiyle aydınlalmak İçin İslâm Tarihi'nden bir ka ؟salır söz söylemeye ihliya ؟hissediycrum." "Ma'lum.u âliniz Cenab.j Peygamber (sas) Elendimiz Hazrelleri'nin irtihalin. den scnra Ashab.ı Kiram Hazeralı kendi içtihadları ile âmil ve kendi iglihadlarına hakim ve lâbi' .larak hayallarını devam ettiriyorlardı. Birinci asrin sonlarına kadar hal böyle devam etti. Ve 0 vakrt hadisat çoğaldı. MUslUmanlar adil. §ark٠ta ٠ Garp'ta İslâmiyet genişledi. Hadiseler çoğaldıkça İstihâ meseleleri de çoğaldı. İşte bundan dolayı idi ki ؛gaye bir olmak şartıyla V m m e t im in ih tila fı g e n iş b ir ra h m e tI/'٢. ٠had؛S"l şeriline imtisâlen mUteaddid meşrU' mezhep teessUs etti. Ve bu saha, da Imam-ı A'zam Elendimiz Hazretleri Bağdat'ta yUce İçtihadı te'sîs ettiği zaman, lar etralına bir çok ulemâ toplandı. Hazreti Imam'ın uleması tedrise başladı. Ve 0 vakit miçtihat b il- m e z h e b " dediğimiz şey zuhur etti. Ve yine biliyorsunuz ki: 0 zamanlar Abbasi Halitelerı, Hanefi Mezhebinden olduklarından §er٦ Mahkemelerde bütUn hükümler Hanefi Mezhebi özerine cereyan ediyordu. Bu sUretle mezhepler genişledi. Genişledikçe meseleler de ç^aldı. Bu, ikinci mezhebin ortaya çıkması, na sebeb oldu. Ki bu da fm ü c te h id fi1 ım e z h e b '’ ö \r. "M ü ç te h iö b il- M e z h e b " lmam.ı A'zam Hazretleridir. "M ü g te h id fH - M e z h e b ” 0'na tabi' olan Ebu Yusut ve lmam.ı Muhammed'lerdir. Ve bunun tabi'leridir. UçüncU asırda erbab.ı tercih arasında h٧. sule gelen ihtilatları hal ve tasi İçin mUçtehidler zuhur etti. Sonunda delil ihtilalin, dan veya asrin ihtilafiarından ortaya çıkmış meseleleri bilirine tercih ıçın bir ta. kim lakihler zuhur etti. Hasılı dokuzuncu asra kadar yedi tabaka ؛stıkrâen ve Ha. nefi tabakası yedinci tabakada temerküz etti. Yedinci mertebede bulunan mü^e. hidler Hanelilerin sözlerini tercih ediyor ve bu yolda tetva veriyor ve hUkUmeti de. vam ettiriyorlardı. Demek oluyor ki ؛bizde mUçtehidler Hanefi Mezhebinde yedi ta. bakada karar kılmıştır. Maaleset dokuzuncu asrin sonlarına doğru OsmanlIlar Hi. lalet merkezleri olan İstanbul'da bir takim rUtbeler, bir takım resmiyetler vücûda getirerek ulemâyı zata uğratmışlardır. İşte bu sebebe mebnldır ki ؛IX. asırdan sonra bizde mUçtehid zuhUr etmemiştir. UzUlerek rtirat ederim ki ؛bugUnkO mUftU‘ ler mûçtehid değil, nakilci birer katidir. Etendiler, sizden çok rica ^erim. Memle. ketimizde kUlliyeler vücuda getirelim. Medreseler vücuda getirelim Ve 0 medreselerde büyük âlimler yetiştirelim. Ve hatta mU^ehidler yetiştirelim. Yoksa din tehli. kededir. Muhakkak bilesiniz!“ "Kazâ mes'elesı hakkında bir şey demıyeceğim. Çünkü bundan yedi sene evvel (1916/1917) kaza tevhid edilerek Adliye' Vekaletinin idaresi altına verilmişti, maaleset." "Tedris İşine gelince, tedris bizde bugün za٩a Uğramıştır. Hakkıyla tedris olunamıyor. Ve bugUnkU Dârö'l.Hilateler bu emniyeyi te'mlne kâfi d ^ ٠iw٠r. ؟Unku "MedresetU'l.MütehassisIn" yoWur. Etendiler, meml^etimizde kUlltyeler ^Ilma. mütehassisler medreseleri vücûda getirilmeli ve bu şekilde Tetsir. H^.s. Kelâm ve sair İslâmî ilimler neşir ve tedris edilmelidir ki ؛memlekette hakkıyle ulamdan IstHade edilebilsin. AksiHe, şu andaki durumu ile h^ bir Istrfade mevcUd ve melh^ değildir..
260
C U M H U R fY E T D Û N E M I D lN - D E V L E T İL İŞK İL E R İ
Islâm Tarihinden bir iki satır daha arz edeyim. İmam-ı Azam zamanında " C ./îm " adında bir zat Imam.ın huzûruna gelerek, kaza ve kader hakkında kendi leri ile mûbahese ettiler. Kaza ve kader meselesini Hazreti İmam kendilerine şerh ve izah ettikten sonra "Cehm" İmamın huzurundan çıkarak ”K a d e r iy e M e z h e b i” adı altında bir mezheb vücuda getirdi. Ve ondan sonra Şarkla vakit vakit muhtelif mezhepler ortaya çıktı. Zerdüşt Felsefesi'nden veya Brahman Felsefesi.nden isti fade ederek ve türlü sakat mezhepler meydana getirerek Müslümanları zala uğ rattılar. Hazreti İmam, o zaman Bağdat'ta bunlara karşı e l- A lim u v e 'l- M ü te a llim ” adında bir risâle neşretti. O vakit Bağdat, diyebilirim ki. iki buçuk milyon nüfusu ih tiva ediyordu. İşte, o vakitten beri Müslümanlar, sahîh tâbiri ile Ehl-i Sünnet, fâsit mezhebler, bâtıl mezhebler ile karşı karşıya gelmiş ve mücâdele halindedirler. Ve tam 1300 seneden beri bu cidal devam ediyor. Vakit vakit Büyük İskender'in İs kenderiye'de bırakmış olduğu felsefeden de delâlet mezhebi sahipleri istifade ile, İslâm'a karşı geldiler. İslâmiyet bundan da müteessir olmadı. Ve bunlara karşı da müdafaada bulundu. Kâh âlem kadîdir. dediler, kâh şöyle dediler, kâh "bizi helâk eden zamandır" dediler. Hasılı türlü türlü nazariyelere saparak İslâm'ı zayıflatma ya çalıştılarsa da muvaffak olamadılar." "Fakat bu inat ve fesat, bu dalâlet, zaman zaman türlü türlü kisveler altına giriyor. Bugünkü İslâmiyet'in karşısına gelip İslâmiyet'i zala uğratmak isteyen nazariyefer, maatteessüf, Garb'a intikal etmiştir. Garp٠ta bugün de dinlerden bahse diyorlar. Bu mübâheselere İslâmiyet cevap vermekten asla âciz değildir. Yeter kı biz derli-toplu bulunalım. Ve ulemâ toplansın ve ileri sürülen nazariyelere karşı mükemmel cevap versin. Doktor ".oz/Tıin " Is lâ m T a r ih lin e mükemmel bir şekilde cevap verildi. Fakat İstanbul Hükümeti bu cevabı, korkusundan tamamen tab' ve neşr edemedi, ettiremedi ve halâ duruyor. İsmail Hakkı Efendi merhum bu esen ile doktor "Do2 /٠٠bin " Is lâ m T a rih iy d i yukarıdan aşağıya cerh etti. Ve o tarihe mü kemmel cevap verdi. Hatta 1300 (1884) tarihinde tâ Hindistan'da Kalküta şehrin de. Britanya'dan gelen büyük bir papaz da bulunduğu halde, toplanan bir kongrej —Rahmetullah Efendi üç gun mütemâdiyen müdâfaalarda bulundu ve Hristiyan rahiplerini orada susturdu. Ve bu hâl. İngiliz siyasetine alel-acele geri çekil meyi gerektirdi. Ondan sonra merhum, Mekke'ye gelerek orada İ z h a r u 1 - H a k ” adında bir kitap yazdılar ve Islâm âlemine hediye ettiler. Bugün ulemâda bu mev. Züdaki nazariyeleri müdafaadan bir an geri durmamaktadırlar. Fakat, maattees süf bu hususta biz henüz bu yolda bir teşkilata malık değiliz. Bu teşkilatı vücuda getirmeye, bütün İslâm Alemi'nin ihtiyacı vardır. Bu mevzuda Tetkîka! ve Te'lıfat-ı Islâmıye Hey’etini bu vech ile teklif buyurduklarından dolayı Vekil Efendi Hazretle rine tekrar arz-ı teşekkür ederim." İrşad Heyetine gelince, bildiğiniz gibidir ki. dinde ırşad iki yol ile olur. Biri nasihat yolu, başka bir tabirle, söz ile irşad, yani vicdan üzerine ikna edici sözler söylemek buna hitabet derler. Bunu medreseden yetişen ulemâ yapabilirler, İkin ci frşad yolumuz, tekke ve zaviyelerimızdir. Ve milleti birinci irşad
٠٠
Ş E K İYE V E E W A E V E K A L E 'fl K A L D I R I Y O R
261
.!unmuş demektir. Binaenaleyh Çer٠iyy٠ Vekaletinin bu bütçesinin. mUnakaşay. uzatmayarak, aynen kabulUnU yUce heyetinizden rica ederim." Etendi (Kırşehir): - Etendim, bendenizden ewel bu yUce kUrsUde mütalaalarını a ^ eden arkadaşlarımdan Edirne Mebusu muhterem ؟eret Bey Etendi teberrUken bUtUn amâl ve mekâsıdımızın hayırlı bir neticeye ulaşmasına yegâne delil .lan ﻻmur٠ ﻻÇer.iyye ve Evkat Vekaleti Bütçesinin müzakeresine besmele ile başlayarak ve bu suretle sena erdirmesini hayırlı bir söz sayarak ٠ hisle sOze başladılar. Bendeniz de "ElhamdU lillah" diyeceğim. Çünkü bütün arkadaşlarımız bu maksad hakkında emel ve tikirleri birlik clarak Umur.u Çer'iyye ve Evkat Vekaleti hakkındaki hissiyatımızı izhar ediycruz ki. bu gerçekten şükre şa ٠ yan bir meseledir. Umur.u Çer'iyye ve Evkat Vekaleti Bütçesi... Evkattan da bah. sediycrum. Zira Teşkilat.! Esasiye Kanunu mucibince Umur-u ؟er'ıyye ve Evkat Vekaleti Unvanını da ilave ederek diy.rum ki ؛Umur.i ؟er'iyye ve Evkat Vekaleti bütçesi geçen senelerde tanzim edilen bütçelerden bir iki derece daha yüksek . 1. mak suretiyle yUce heyetinize a ^ ediliy.r ve yeni bütçenin diğerlerinden bir ıkı derece yüksek elmasında da esbab.ı mucibe .tarak bazı hususlar izah ediliyer." "M üm
"Bu iki dereceden birisi Eeh,âhane ٠i Al.î Teşkilâtı, ikicisi de Tetkıkat ve Te.litat adi ile meydana getirilecek bir heyet teşkil ediyer. Eetvahane-i Al-Î ile, ؟er'iyye Vekilinin de buyurdukları gibi tıkhı meseleler üzerinde bugüne kadar vU. cuda getirilmiş .lan ؟er ؟eserleri tetkik ederek .radan bütün mUsldmanların ٠çtı٠ mâî. ahlâkî, medenî muhtaç .Idukları mühim mes.elelerin hâl ve taslı ciheti umde rttihaz edilmiş clması itibariyle Fetvahane yalnız tetva ile meşgul clacaktır, buyuruycrlar. Bu husus hakkında bendeniz de bir iki nekta ilave etmek suretiyle Fetva* hane.i Celıle.nin hususi ehemmiyetini yüce heyetinize arz etmek istiyorum. Ve Fetvahane-i Al٠؛٠nın yalnız letva vermek suretiyle vazıleli olmayıp bütün insanlık alemi ve beşeriyete karşı İslâm Alemi.nin elinde mevcud bulunan her tUrlu ihtiyaç* İarı ve her türlü camiayı kati ve tekettul ettiğini isbat etmekle de meydana çıkara* cağım."
"Etendiler, tetva. hadise üzerine verilir. Ve tetva beşerin İşlediği İşler içensin* de beşeriyet arasında muhtaç olduğu insicam ve intizamı ne suretle te'min eoM. « ğ؛ni açıklayan şer ؟meseleleri 0 suretle bulup meydana çıkarmaktır Bاnaen^-'٠بn fetvada yalnız Fıkıh esas değil. Bendeniz diyorum ki. Felseteden (hikmetten), Rıyaziyeden. Tarihten, coğratyadan da ıstitade etmek suretiyle beşerin muhtaç oldu* و٧ meselelere de cevap vermek ister. ؟unkU bugün teşekkül ^ e n İslâm H . u. betleri gerek biz Müslüman TUrkler'in, kurduğumuz hükümet, gerek sâ١r muslu* manların teşkil ettiği hUkUmet ve gerekse bizim hükümetimiz harı.nde kalan ٥٧٠ tün hükümetlerin hukuk-i tasarrutiye, ırsiye ve kjtimaiyesi vardır. Bir de zaman ٠٠ icab ettirdiği bir çok şeylerin ؟er٩ Çerît ile te.lît ve te^^ı var Meselâ rniras huku. kundan Kur.an.1 Kerîm'de âyetle beyan buyurulan ahkâmı tatbîk ^ebilmek ؟in hesap ilmini. Riyaziyeyi bilmek adetâ hocaların üzerine ta^ gıb^ir. Bılnassa R١y â ٠ z ] ilimleri ve hesabi bilmek mUttu olacak kimselerin üzerine —tarz gıb. d ^ ı ^ tarzdır. Sonra Fe^âhane*ye müteallik bu gibi mes'eleler halledildiği zaman. Ben. deniz ve bir çok arkadaşlarımız tesadut buyururlardır ki. miras hukuklar. b ٥ ım elimizde ve kOnulmur miras hukuku kanunlarına muvatık olmayan mıtietlerde b '. meydana gelen bir çok meselenin halli ؟in onlar da Fet١٠han٠^e mUre^atia bu ٠ ٠١
262
C U M H U R İY E T D Ö N E M ! D İN
D E V L E T İL İŞK İL E R İ
٠
ahkâmı bizim elimizde mevcut esaslardan hâl etmişlerdir. Bu suretle kabul etmiş oldukları noktalar vardır. Çünkü, Efendiler. Kur'an ahkamı insanlıktan hiç birinin, hiç bir fırkanın, hiç bir zümrenin kendi arzularına göre tertip edilmiş bir kanun ve kaideden ibaret olmayıp Kur'an ahkâmı doğrudan doğruya beşeriyetin refah ve saadetini temin eden İlâhî bir kanundur. Bunun için, bunun umumi düstûru vardır. Bendeniz öyle diyeceğim ki. teşkil edeceğimiz Te'lifat ve Tetkik Heyeti bunu aleni yet sahasına koyacaktır. Elimizde mevcud bulunan İlâhî Kitab'ın beşerin saadetini te.mînden başka bir gayeye matuf edilmediğini isbat edecek ve bütün insanlık âlemine gösterecektir." "Maattessüf, bizde ilmin gerilemesi ve adetâ inkıraza yüz tutmuş bulunması. Islâm hakikatler ve İslâmî hikmetlerde mevcut olan bir çok hakikat ve vak'aların inkişaf ettirilememesi ve hiç bir ferde Kur٠an-ı Kerîm'in emrettiği içtimâi, ahlâkî ve sair hususları içme alan ahvalin kendilerine tamamiyle anlatılamaması yüzünden adetâ bir perde altında kalmış gitmişlerdir. Ve nihayet bu perdeyi yırtmayacak olursak ve uzennden bu perdeyi kaldırıp Kur'an hakikatlerini insanlığın yükselme, sine hizmet ettığmi isbat edemeyecek olursak işte o zaman gittiğimiz, öldüğümüz bir zamandır." "Bunun için Fetvanane-i Celîle'ye Şer'iyye Vekaleti tarafından tayin edilecek üc âzâ ile bir Fetva Emîni acaba bu kadar mes'eleyi mevcud kitaplardan istihraç, taharrî ve tetkik ederek meydana çıkarmak ve bu suretle beşerin halli için müra caat edeceği mes'eleleri asra tevfik ederek vücuda getirmek mümkün olabilir mi? Elbette olamamak dolayısıyla muhterem heyetten istirham ettim, bir takrîr ile Fetvâhâne azasının sayısını on'a çıkarmak ve bir de Fetvâ Emini bulundurmak sûretiyle asıl Fetvâhâne'den asıl ve maksad olan hususları meydana çıkarttırmayı teklif edeceğim ve yüce heyetinizden bunu rica edeceğim." "İkincisi: Te'lifat ve Tetkîkat Heyeti ile bir ilmi heyetin de meydana gelmesi hakkında Şer’iyye bütçesinde bir fasıl konulmuş. Onu da gördüm. Bu Te'lifat ve Tetkîkat Heyeti'nin esas vazifesi acaba nedir?, diye kendi kendime düşündüm. Bu heyetin elde mevcut bulunan İslâmî kitapların ihtiva ettiği mes’eleleri, maddeleri İslâm Câmiası'nın esas teşkilâtına tevfik ederek bütün halka ve bütün Islâm Âtemi’ne ne kadar faydalar te.mîn edeceğini kafî karinelerle isbat edebilecek İlmî bir heyet olduğuna bendeniz kani oldum. Hattâ bu ciheti düşünürken aklıma bundan dört sene evvel Anglikan Kilisesi tarafından vuku'bulan dört soruya gayet sınırlı kelimolerie cevap verilmesi Bab.ı Meşihattan istenildiği halde, üzülerek söyleyeyim ki. bugüne kadar hazırlanmaması, İslâm Âlemi.nin iftiharını mûcibolan mese lelerin halâ onların fikrine, nazarına konulmaması hatırıma geldi. Bundan dolayı da Te'lifat ve Tetkîkat Heyetinin burada teşekkül eden BMM Hükümeti'nce bir an evvel vücûda getirilip buradan bu cevabın verilmesini. BMM'nin insanlık âlemine ne şekilde hizmet ettiğini göstermesini, bendeniz, yüce heyetinize arz ederek bu heyetin do başka bir şekilde başka bir heyet olarak kabulünü rica edeceğim. (Hay hay sesleri).” "Efendim, bu Anglikan Kilisesi'nin bizim Şer'iyye Dairesi.ne vuku' bulan soru larından dördüncü sorusu, asıl gerçek bir meseledir ki; bu hususla düşünülerok. Şehat'ın bütün ؛çaplarını dikkat nazarına alarak cevap venlmesı lâzım geliyor. On-
Ş E R .IY E V E E V K A F V E K A L E 1İ KALDIRILIY O R
263
lar diyorlar ki. .İslâmiyet’in kurucusu olan Hz. Muhammed'in koyduğu Islâm’ın esa sı ne gibi bir esastır?” Suallerinin en mühimi olan dördüncüsü de "Beşeriyeti bu günkü ızdıraplan altında inleten meseleleri. Islâm’ın esasları acaba nasıl hailede cek, nasıl fasi edecek, nasıl vücuda getirecek? O ızdırapların ortadan kaldırılma sini nasıl düşünüyor?” Asıl soru budur. Gerçekten insanlık birbirinin hukukuna ta arruz ve tecâvüzde devam etmiş, menfaat noktasından bir takım küçük hükümet leri yiyip bitirmek hususunda ittifak etmiş bulunan Batı Milletleri ve Hükümetler birbirlerine bu mes’eleden dolayı düşman olmuş ve ortada Islâm vahdeti noktanazarından muvahhid tâbir olunan Islâmlar’ın vücudu kalkmadıkça, mahv edilme dikçe kendi emel ve fikirlerine hizmet etmeyeceklerini anlamış olduklarından dola yı daima muzdarip bir halde bulunan onlar, bizden bu ızdırabın ortadan kaldırıl ması şeklini soruyorlar. Bendeniz düşünüyorum ki; bizim elimizde mevcud olan düstûr, bir takım felsefî ve kimyevî kanunlardan daha kuvvetli olan bir düsturdur Bu yüce düstûr ile bu karışık işleri halletmemek, tatbîk şekli hakkında bırleşıp de sağa.sola vuku.bulan saldırmalardan ortaya çıkan bir takım birbirine aykırı fikirler de bulunmaktan bizi bütün Hristiyan Âlemi’ne karşı hiç hükmünde gösteriyor. Ve bundan dolayı yüce heyetinizd'en istirham edeceğim ki; bizim ve bütün münevver fikirli arkadaşlarımızın gayesi bu Islâm’ın ulviyetini, bu İslâm’ın yüceliklerim Batı Alemi'ne isbat ederek onları utandıralım. Bizim hakkımızda, daha doğrusu aleyhi mizde yabancılar tarafından ortaya atılmış bir takım hususlar vardır kı; onlar süs lenmiş. tertib edilmiş ve yine biz Müslümanları birbirimizden ayırmak hususunda tertib edilmiş bir takım hile ve dalâverelerden. dolablardan ibarettir. Halbuki bizde yapışmak istediğimiz, sarılmak istediğimiz bir ip. bir bağ vardır ki; işte o ip bizi bir lik noktasına, o ip bizi gayeye ulaşma noktasına birlik olarak sevk etmekte büyük bir delil, büyük bir sebeptir. Bu ip, bu ipten maksadım Allah’ın h a b N m e tîn tiU . Bu Allah’ın sağlam ipi olan Kur’an.ı Kerîm bizim Teşkilât-ı Esâsiyemizi {Anava<؛amızı) de, Teşkilat.ı Islâmiyemizi de vücûda getirmiş, hattâ bir kaç derecede ay٠٠n٠ışiif. Efendiler!” "Teşkilât-ı Islâmiye. öteden beri bizim gözümüzün önünde bulunduöu halde maatteessüf, kendisinin yalnız bir şekilden, bir binadan ibaret olduğuna b ٧ o ١.^ ■ı/. küm verebileceğiz. Camilerimiz, cuma ve bayram meseleleri ve şâir hususl.foakı teşkilâtımızda. Biz İslâm Teşkilâtında bütün müslümanların birliğini te’mîn edebil mek için, '’câm/./ /?ay/"tâbir ettiğimiz teşkilât ile. haftalık vukuatı her müslumana anlatabilmek için "m٠ sc/٠d./ cum'a" dediğimiz "c u m ’a c â m ıV teşkilâtıyla, ondan sonra insanlar arasında büyük bir kongre meydana getirebilmek için b a y ra m mescAd/en." dediğimiz ve büyük câmi’in etrafında toplamakla mükellef olduğumuz halde, ne yazık, bunları her birimiz ihmal ederek, buradaki gayeleri unutarak, bun daki İslâmî esasları tebliğ etmeyerek, bugün oraları acınacak b٠r şekle sokmaktan başka bir şey yapmamışızdır. Bu hususta bir ferdin diğer bir ferde karşı kusur atf etmeye hakkı yoktur. Hepimiz bu mes’elede, bu kusurda müsâviyiz. Yalnız bende niz. bu hususta Evkaf Vekâletinin nazarlarını çekmek için mâ.ruzatta bulunaca ğım. Çünkü Şer’iyye Vekâleti ile ikisi bir olduğu için burada arz etmek istiyorum."
264
C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D lN
D E V L E T İL İŞK İL E R İ
٠
Ma lûm u âlileridir ki, Efendiler, bizde her yer mesciddir. Gelip geçmeye mâ ni olmamak için umûmî yolun gayrı, herkesin gelip geçtiği yerlerden başka diğer mahallerde namaz kılmaz caizdir, sahihtir. Fakat şu İslâmî teşkilât Kibarİyle mey dana getirdiğimiz mahalle câmilerine, cuma ve bayram câmilerine, rica ederim, bugün şöyle bir bakınız. Namazgâh denilen Ankara'nın Gurebâ Hastanesi civarın da bir câmi minberinin taşlarının parçaları katmış bir umumî toplanma yeri vardır. Rica ederim, oraya hiç bakılmış ve dikkat edilmiş mi? Bu gibi teşkilâtı, bu gibi esaslar ile ortaya koyan Islâm Câmiasının bekâsını temine ma١ûf olarak vücûda getirilen İslâm Vakıfları senelerden beri bir takım kimselerin elinde kalmış ve hattâ bugün diyebilirim ki. Hükümet, yani Müvâzene.i Maliye, Evkafın parasını alarak E /kafa milyonlarca lira borçlanmıştır." "Burada arz edeceğim bir nokta vardır. O da hocaların vazifelerini hakkıyla ifâ etmedikleri halde Evkaf.ı Islâmiyeyi kendilerine yiyecek yapmak sûretıyle ara larında taksim etmiş oldukları fikrinde bulunanlar varsa, onların bu fikirleri yanlış tır. Efendiler, câmilerde gerek mahalle câmiinde, gerek derecelerini arz ettiğim di ğer câmilerde. Islâm cemaatine, İslâmî ve dinî vazifelerini yaptırmak, Cenab-ı Hak'kın kendilerine bahş etmiş olduğu nimetin şükrünü edâ enirmek vazifesiyle muvazzaf olan imamlara imamlık ücreti olarak verilen para, yıllık olarak madenî para hesabiyle azamî bin kuruşu geçmez. Ondan sonra câmiin temizliği için kay yım diye tâyin olunan kimselere verilen ücret ise otuz kuruştan ibaret bir paradır." "Efendiler, biz Islâm teşkilât ve câmiasına hiç atf-ı nazar etmedik, bakmadık. TBMM'ni toplayan bu dâirenin temizliği için istihdam ettiğimiz hademelere aylık yirmişer liradan aşağı para vermediğimiz halde câmilerde müslümanların sıhhati ni. hayatını muhafaza için yapılacak temizlikleri ifâ edenler hakkında niçin cimrilik gösteriyoruz. Evet, haklısınız, diyebilirsiniz ki, "Siz câmilerdeki imamlara. Islâm'ın ulviyetini Cenab-ı Hakk’ın minarelerinden ilân eden müezzinlere, câmilerde kürsü lere çıkıp halkı va'z ve irşad vazifesini ifâ eden müderrislere bir bakınız." Evet, hakkınız vardır, doğrudur. Öyle müezzinlerimiz vardır ki; okuduğu ezan ve ikamet ile cemaatı soğutup, câmiden kaçırır. Fakat bu gibi müezzinlerin tayın ve seçimin de. İşın ehline verilmesindeki kabahat acaba Şeriatın mıdır, yoksa o vazifeyi ifâ et tirmek için işin başına geçenlerin mi?" "Efendiler, hiç birimiz, bilhassa bendeniz; Islâm’ın esas teşkilâtının emrettiği hiç bir işi hakkıyla ifâ etmiyorum. Fakat ben hakkıyle ifâ etmediğim, halde bile aca ba diğer ifâ etmeyen arkadaşlarıma söz söylemek salâhiyetini hâiz mıyım, değil miyim? Orada ulanarak, onların karşısında mahcûb ve hacîl olarak onlara İslâm ın esLlarını açıklamak, onlar arasında bütün Islâm Aleminin. İslâm'ın gayrı millet ve devletlere karşı müdafaasını temin edecek samimî bir kardeşlik vücûda getirmek .Çin —benim kusurumu affedin— söz söylememi, elimde bulunan Krtab bana omr ediyor. Ve buna "emr-ib i ' l - M a r O f v e n e h y i a n i 1’ M ü n k e r ' ‘ \ a b ^ r o l u n u r . Efendiler, zan etmeyiniz ki; marûfu emr ve münkeri nehy meselesi başında sarık bulunanlara mahsustur. Hayır, bütün müslümanlar. İslâmiyet'in samım^ı kar. deşljmi
٥٥٥'٥k٢٢fi|i٥' ؛ha ' ؟r
Ş E R .tY E V E E V K A F VEKALETIl K ALDIRILIYOR
265
metten ibarettir. Şimdi dağların, taşların ağırlığına tahammül edemediği, titreyerek kabul etmediği bir emânet bize tevdi' olundu. Bu. millet ve ümmetin hukukudur. Milletin bu hukukunu, ümmetin bu hukukunu. İslâmiyet'in bu hukukunu pek zâlim ve câhil olduğundan dolayı bılemiyerek sırlına alan, bu hukukun müdâfaasını sini* na yüklenen Müslüman Türkler٠in hükümet teşkil ettikleri günden bugüne kadar İs lâmiyet'e ettikleri hizmet kadar hiç bir müslüman millet hizmet etmemiştir. Bu hu sus tarihî araştırmalarda bulunan arkadaşlarımızın hepsınce kabul edilmiştir. Türkler kurdukları hükümetin tâ başından bu ana kadar hiç bir zaman boş. hiç bir zaman rahat kalmayarak evlâdını bu İslâmiyet uğruna, malını, canını bu İslâmiyet uğruna fedâ etmiştir. Fakat, ne yazık ki; o Müslüman Türkler.in fedâkârlığına karşı onun geride kalan İslâmî abidesini, onun geride kalan İslâmî âilesinı müslüman olarak bizim hiç bir münevverimiz yetiştirmemiştir. Bizim bir kısmımız ecdâdımı. zın, eslâfımızın, bize bıraktığı İslâmî âbideleri, onun çocuk ve torunlarını Müslü man olarak tenvîr etmek hususunda bir çok muhtelif yollar göstermeye başlamı şız." "Efendiler, istirham ederim, bu yolların ihtilâfı, bu yolların ayrılması eğer ha kikî. ciddî bir muhakeme, hakikî, ciddî bir münâkaşa, bir münazara kapısı açman için ise onların ellerini öpmek suretiyle onları davet edelim. O mücadeleler», o mü nakaşaları yapalım, ortaya koyalım. Fakat ne ilmin peşinde gidenlerde, ne de ılım yolunda gidenlerin dışında bulunan arkadaşlarımızda ne yazık kı; hiç bir münâzara kuvvet ve kudreti göremiyorum. Binâenaleyh Şer'iyye Vekâletı.nın arzı. ..n.g» Tetkîkata ve Te'îîfat Hey'etini dikkat nazarına alıp da şöyle ortaya koymak, Islâm'a en büyük hizmeti ifâ etmiş olacağız." "Efendiler, âlim dediğimiz, başı sarıklı hocalar değil, âlim dediğimiz, Cenab-ı Hakk.ın yüce ilimlerinden beşere bir nokta olarak bahşettiği İlmî kudret sahipleri dir. Vücûda getirilen bu kadar tenler, bu kadar ilimler, bu kadar İcatlar, bu kadar hikmeti tetkik ederek düşünülürse hepsini, arz ettiğim Allah'ın sağlam ipi olan Kur’an-ı Kerîm'in içinde bulacaklardır. Ve diyeceklerdir ki: "Biz şimdiye kadar hata ettik." Binaenaleyh bunun ehemmiyetin» bendeniz âcizâne yüce heyetinize arzdan mustağnî gördüğüm ve yüce heyetin yüreği İslâmiyet'in terakkisiyle titrediğinden dolayı bunun yapılacağına her halde kaniim. İstirham ederim kı; bu Tetkîkat ve Te'lifât Heyeti'nin sayısını çoğaltalım. Fakat öyle çoğaltalım kı: demin arz elliğim bahse döneceğim, bu vazife ehline tevdi' olunamadığmdan, İlmiyenin mütehassis ten buraya alınamadığından, Efendiler, milletin parası da heder olmasın, bekleni len gayenin, beklenilen emelin bu Tetkîkat Hey'eti tarafından vücûda gel.nimesr.e Yüce Meclıs.iniz nezâret etsin, bunu vücûda getirsin. Efendiler. Yoksa biz bc١٠٠e birbirimizi anlayamamak noktasından, biz böyle hiç bir ferde murakabe hakkını vermemek gibi bir takım meçhul gayelere gittiğimizden dolayı bir takım !ıK.Her. düşüyoruz. Allah korusun, bu fıkır ihtilâfı bizi mahv ederi Bu ihtilâfın ortadan k ٩ kjırılması neye dayanıyorsa, bunu Yüce Meclisten rica ve istirham ediyorum " "Yalnız Şer'iyye ve Evkaf Vekâleti.nden istirhamım şudur kı. vazife ve r.Hjd olmak üzere boşalacak olan yerlere ehlini koysun. Islâm yavrularını. Islâm Cema atim İslâm mâbedlerine doldurabilmek için oraları bediiyat ile tezyin edıls.n. bura ları temiz tutulsun. Onu rica edeceğim. Bu nedir. Efendiler? Açık soyi،ye١ m Cum'a Günü hatîb efendinin o battaki vukuatı cemaata beyan etmek suretiyle ter.
266
C U M H U R T y E T D Ö N E M İ D lN - DEVLETT İLİŞK İLER İ
tîb edeceği hutbelere çok ehemmiyet vermek lâzımdır. Halbuki bu hutbeler inkârı kabil değildir, bir takım adamların müteahhid defa okuduğu hutbelerdir. Bu hitabet vazifeleri ehil ve erbabına verilmek suretiyle okunsun, efendim. Ve sonra yine ec dadımız tarafından o camie، cemaatin o hutbeyi anlamaması hesabiyle koymuş olduğu bir kürsü vardır ki; onun meşihatı vardır. O kürsünün şeyhi o kürsüde o gün okunan hutbenin manâsını anlatsın, cemaat dinlesin, işte Efendiler, o vakit arkadaşlarıma diyeceğim ki: İşte size va'z, işte size hatîb işte size temiz ve nezif bir câmil Yine dinlemezseniz, kabahati hepinize yükleyeceğim.. "Binaenaleyh sizi böyle bir takım boş sözlerle yormaktansa İslâmiyet’in, hat tâ bütün insanlığın muhtaç olduğu esasları, dindar olan bütün milletlerin dünya ve ahirette nail olacağı mükafat ve mücâzatı tâyin eden Kur’an.ı Kerîm’le. o Kur.an.ı Kerîm.den istinbal eden müçtehitlerin sözlerinden asrın icabına göre mevcud mes’eleler ile telkin ederek almak ve sonra bütün İslâmî ilimleri Batı (Garp) âlimle rine en mükemmel ve en şâşaalı bir şekilde gösterebilmek ve onları utandırabilmek için Te.iîfat ve Tetkîkat Hey'etine de sayısını on veya sekize iblâğ etmek lâ zımdır. Bunu muhterem heyetinizden rica ederek sözlerime nihâyet veriyorum.” "Reis: — Efendim, söz isteyen arkadaşlar. Tahsin Bey. Dursun Bey, Ham dullah Suphi Bey. Ziya Hurşid Bey, Çelebi Efendi, Hüseyin Avnî Bey. Mustafa Bey. Abdülkadîr Bey, Şeyh Servet Efendi. (Müzakere kâfi sesleri).. "Abdulkadlr Kemâlî Bey (Kastamonu): — Herkes görüşünü söylesin. Müzâkere iki gün devam etsin, üç gün devam etsin, ne çıkar, efendim!" "Reis: — Müsaâde buyurunuz, söz söyleyen arkadaşları dinleyiniz. Müzâ kerenin yeterliliğine dair altı arkadaşımız tarafından takrir veriliyor. (Hayır, hayır sedâları) Müsaâde buyurunuz, efendim, şimdi mecburum reye koymaya, diğer fık ralar müstesnâ... Efendim. Ş e r’.yy ؛؛Bütçesi'nin umûmi hey.eti hakkındaki müzâ kerenin kifâyetini kabul poenler, lütfen ellerini kaldırsın. (Anlaşılmadı, nedir, sesle ri). (Red sesleri). "Mustafa Efendi (Ankara): - ٠ Müsaâde buyurun, anlaşılmadı, yanlış ol du, efendim." -Reis: — Şer'iyye Bütçesinin Heyet-i Umûmiyesi.nin müzâkeresini kâfi görenler, lütfen ellenni kaldırsın. Ekseriyet vardır. Kabul Edilmiştir. Efendim, Çelebi Efendi, bir takrir veriyor. Diyor ki, Şer'iyye Vekâleti Bütçesini münâkaşasız kabul edelim. (Hayır, hayır sesleri) "Mehmet Şükrü Bey (Karahisarısahip): — Millî Müdafaa bütçesinde bir defa böyle leklif oldu, sonra pişman olduk. Olmaz." "Mustafa Sabrt Efendi (Siirt): — öyle olduğu takdirde Meclis'in mevcud hükümeti ne oluyor?" (geri alıyor sesleri) ■|٩٠l٥ ; — öyle ise, mes’ele bitmiştir. Şimdi elendim, bütçenin tümü üzerin deki müzâkere bitmiştir. Maddelere geçilmesi takarrür etti. Fakat vakit geçti. Cu martesi günü aynı saatte toplanmak üzere celseyi ta١il ediyorum." İkinci celse 28 Ağuslos 1339/1922 Pazartesi günü açılmıştır. Riyâset maka mında Musâ Kâzım Efendi vardı. Şer'iyye Vekâleti bütçesi için tahsisi islenen ve
Ş E R İYE V E E V K A F V EK A LETİ K A ^ I W L I Y O R
267
teklif olunan meblâğın zikrinden sonra, maddelerin müzâkeresine geçilmiştir, ilk olarak Çer'Iyye Vekili Abdullah Azmi Efendi söz aldı.) "Çer'lyye Vekili AMullah Azmi Efendi: - Efendim, bütçenin ikinci '.Müsteşarlık" maddesi hakkında mâruzatta bulunmak isterim, ikinci madd«fe alelade müsteşarlık denmek lâzım gelirken, .٠٧mör-u ?er'lyye ve Evkaf" diye bir mGlerlze yapılmıştır. Bu mU٦erize karışıklığı mUcibtir. Yalnız ''Müsteşarlık'' den. melidir. Zaten bütçe Çer'ı١^re Vekâleti bütçesidir. Binaenaleyh bu mu'terlzenln kal. dırılması lâzımdır." "Reis: — Fasıl hakkında başka sOz isteyen var mı٣ ؟.er.lyye Vekili Abdullah Azmt Efendi: — Fasıl hakkında bir çok takrir var, zannederim." "MOfIt Efendi (Kırşehir): - Efendim, ؟er'lyye Vekili Hazretleri.nin beyan ettiği veçhile ؟er'lyye Bütçesinin "Müsteşarlık., maddesinde bir mulerıze kon. muş, bendeniz", geçende arz etmiştim ki, Teşkllât.1 Esâsiye Kanununda icra Vekil, lerl Hey.etinI teşkil eden kanunda, ؟eriiyye ve Evkaf Vekaleti ünvanı zikredlldlğ ؛ci٠ hetle ؟er.iyye Vekaleti İçin ayrı bir müsteşar. Evkaf Vekaleti İçin de ayrı müsteşar olmaması hasebiyle burada zannedersem, bu mu.terizeyi koymuşlar. Halbuki ؟.rt İşler ve Vakfa ait İşler ayrı ayrı İşler olması mUnasebetyie ؟er.^e Vekaleti" ne ayrı bir müsteşar ünvanı vermek lüzumu vardır. Ve zaten bu nokta kanunun açıklığı ile anlaşılır. Binaenaleyh ؟er'lyye Vekili Efendi HazretlerI'nin ^yanatına bendeniz de iştirak ederim. Bu suretle 0 mulerizenin kalkmasını muhterem heye. tinizden rica ederim." “Mazhar Mdfld Bey (Hakkâri): ٠ Efendim. Mâliye Muvâzene Encum«nı bu mulerızenin içindeki m٧m û r - i Ş e r ' i y y e ve Evka^" cümlesini bilerekten kabul etmişlir. Çünkü ؟er'iyye Vekâleti ayni zamanda Evkaf Bütçesinde de Evkaf MUste. şan olarak göstermiştir. Halbuki MUfid Efendi Hazretleri'nin buyurduk.ları gibi Şer)iyye ve Evkaf bir idare ediliyor. Hem oraya bir müsteşar, hem buraya bir mUs. teşar Teşkilat*! Esasiye Kanununa (Ar١ayasaya) muhalif olmakla t«raber bir mUsteşarın bu vekaletin her ikisine de şâmil olması için her ikisini de r n U m O r ^ i Ş e r ı y y e ve E v k a f M u s t e ş a r r ö e m l ş l i r : "Mustafa Tfikl Efendi (Sivas): - Efendimi Bu faslın üçüncü maddesinde Fetva Hey.eti mevcuttur." "Soysallı Ismall Suphi Bey (Burdur): — Daha oraya gelmedik." *.Reis: — Efendimi Müzakere fasildir. 0 maddeler hakkında sOz söylenilir." "Mustafa Tâki Efendi (Sivas): - ؟er'iyye Vekaleti'nin tekirfınde bu heyy. tin sayısı az gösterilmiştir. Çünkü hey'et yalnız bizim Turkiye Memleketle d^ll. bütün İslâm Alemi'nde vak؛, olacak hadise ve vak'aları ؟eriat nokta.ı nazarından halledecek bir heyettir. Onun İçin pek mühim meselelere ve hatta asrin ilim ve fenlerlne vakıf ule.madan buraya üç dört d^il ٠ sek؛z-٠ n zat aza olmalı ki m.^sat temin edilmiş olsun. Biz Fetva Emaneti denire, şimdiki eWe bulunan f٠١va kitap, larından düşürtüp de manayı oraya hasretmiyelim. Her asırda bir çok h ^ is ٣ r vaki, olur ki, sekiZ asır evvel, yazılmış olan bir fetva krtabı^an, oraya muvafık fet.
268
C U M H U R lY E n ^ D Ö N E M İ D lN ■ DEVLETİ' İL İŞ K İL E R İ
va alabilmek hemen muhaldir. Onun İçin şu asırda dinî esaslarımızdan mes'ele çı karabilecek ileri gelen ulemâ lazımdır. Aynı zamanda bunlar zamanın ihtiyaçlarını idrak etmiş olmalı. Zamanın ihtiyaçları ile tevafuk edebilecek ve İslâmî ahkâmımı za da uygun gelebilecek ahkâm ve hadisatı fetvalar ve yahut yeni yeni meseleler sürelinde âleme gösterip isbat etmeli ve göstermelidir. Bunun için bu meclisin mevkiî gayet yüksektir. Yani bendeniz aczimle bu heyetin ehemmiyetini takdir edemem. Çünkü heyetin mesaisi bütün Islâm Âlemi.ne aittir. Ve bütün dinî ahkâ mımıza âittir. Bütün asrın terakkiyatına aittir. Bu mevcuda bir takrir verdim. Bu tak. rîrden, bendenizin, maksadı fetvâ heyetinin sayısını hiç olmazsa, reis ile beraber dokuza iblağ etmek içindir. Bendenizin teklifi budur." ..Sonra. T e t k î k a t v e T e ' l ı f a t • / I s l â m i y e H e y ' e t i ” a r z ettiğim veçhile, bu madde nin başka bir ehemmiyeti daha vardır. Ki o da dinimizin aleyhinde güyâ yeni hik metler, yem nazahyeler, yeni yeni felsefelerle hücum etmek isteyenlere karşı bun ları ilzam edecek aklî ve naklî burhan ve delilleri toplayacak bir heyetin bizim içi mizde bulunması lâzımdır. Bu, yalnız bize değil, bütün Islâm Âlemi'ne, bütün in sanlığa âittir. Bütün insanlığın terakkisini ve saâdetini en üstün derecesine çıkma sını ve bütün hakikatleri halka bildirmeye bizim dinimiz kâfidir. Fakat biz, dinimi zin. ne yazık, şimdiye kadar olan bu yeterliliğini, bilfiil, isbat edemedik, göstereme dik. Bundan yalnız birinci ve ikinci asırları istisnâ edebiliriz. Ondan sonra, bilfiil, is bat edemedik. Bizim dinimiz her bir ulviyeti içine almaktadır. Nasıl? Yani nazarî ve amelî şümüiu itibariyle değil, belki aynı meseleleri o kaidelerden istihraç edebile cek mâhiyettedir. Fakat buna İlim ister, zekâ ister, İlmî vukûf ister, zamanın icablartna vukûf ister. Bunun için bizim bu heyete getireceğimiz zevatı ihtimal ki; Hin distan’dan getireceğiz, ihtimal ki; Londra’dan getireceğiz, ihtimal ki; Amerika’dan getireceğiz. Çünkü bunun ehemmiyeti arz ettiğim gibi âlemşumûldür." "Bey Efendileri Bendeniz de âcizane sarık sarmak itibariyle şu mesleğe inti sap etmişim. Aczimle beraber itiraf ederim ki; mutlaka bu asırda yeni bir fikir, yeni bir içtihad meydana gelmelidir. (Bravo sesleri). Hâşâ! Şu sözümden İslâm Fıkhı noksandır, anlaşılmasın. Hâşâ! Öyle bir dâvayı edemem. Fıkıh pek mükemmeldir. Aslî kaideleri pek mükemmeldir. Onun kaynakları gayet şümullüdür. Fakat bazı feri meseleler vardır ki; Zeyd şöyle derse. Amr şöyle olursa gibi bir takım fetvalar vardır. Bunlar ferden ferdâ (fert feri, tek tek) hadiselere göre vuku’ bulan fetva is teklerine birer cevabtır. Bunların hepsi İçin dinî hükümlerimizden birer hüküm çı karılması mümkündür. Ve bizim Kur٠antmız bunu tekeffül etmiştir. Çünkü bizim id diamız ve herkesin de teslîm ettiğine göre Efendimiz (sav)’den sonra bir peygam ber gönderilmeyecektir. Şu halde Cenab-ı Hakk’ın murad ettiği, kıyamete kadar ٠
...
.. ..
^1____
^ .٠
Kııl/ıım r٠âr?Hir rİAmpk b fid â .
çizâne ben hiç bir hadise görmedim ki; ona bizim dinimizde bir yol bulunmasın. Meşru’ kâfidir. Ne yazık ki; yine arz ettiğim gibi bu , bilfiil, isbat olunamadı. Nazarı-
Ş E R .IY E V E E V K A F VEKALETIl KALDIRILIY O R
269
lemez. Bunlara yolluk da vermek lâzımdır Bunun için çok masrafa, çok himmete ihtiyaç vardır. Fakat bugün bu masrafları, bu himmetleri acaba masraf mı addede* rız? Bundan biz maddeden istifade etmez miyiz? Şüphesiz edeceğiz. B١z iddia ediyoruz ki; Hilâfet-i Islâmiye.yi hâiziz. Evet, biz bütün müslümanların dinî mer. cilyiz. diyoruz. Halbuki bugün müslümanlara örnek olacak olan bir kuruluşumuz, bir müessesemiz yoktur. Şimdi harb zamanıdır. Belki mümkün olamıyor. Inşaallah Şer'iyye Vekâteti.nin gelecek sene bütçesinde daha mükemmel bir teşkilât arz edilmek üzere bugünlük bu heyetin bazı azalan tarafından tekfîf olunan miktara ulaştırılması ile kabulünü teklif ederim.. "Abdullah Azmi Efendi (Şer.iyye Vekili): — Efendim, ma.lûm.u alîleridir ki; şimdiye kadar Şer'iyye Vekâletinde teşkilât yoktu. Yanı Şer'iyye Vekâleti, yahud herhangi bir vekâlet demek, teşkilât demekti. Meselâ, Nâfia Vekâleti denildiği zaman göz önüne müdürler gelir, umum müdürler gelir, onlar birer makinadır. O makinalar kurulmadıkça o dâire işlemez. Ne yazık Şer'iyye Vekaletinde. Şer'iyye Vekili ile bir kaç kâtıbten başka kimse yoktur. Bir Tedrisât Müdürü var. bir de Me murin Müdürü. Ne İlmî bir müdüriyeti, ne de ilmi bir heyet var. Matteessüf Şer'iyye Vekâleti demek "Fetvâhâne" demek olduğu halde bir Fetvahâne'si yoktur." “Abdullah Fevzi Efendi (Karesi): — Teklif olunup da kabul edilmedi değil ki." "Abdullah Azmi Efendi (Şer'iyye Vekili): —"Arş kuruldu, sonra süslendi" kaidesince. evvelâ bunların esaslarını kurmayı düşündüm. Fetvahane'ye ve Şer'iyye Vekâleti nezdinde bir de İlmi Meclis.e şiddetle ihtiyaç vardır. Çünkü bir ih tisas meselesidir. Nasıl ki. tıp ilminin ayrı ayrı boğaz, burun mütehassısları olduğu gibi şer٠i ilimler denince bunların hepsi ayrıdır, bir değildir. Fıkıh mütehassısı, akaıd mütehassısı ayrıdır, edebiyat mütehassısı ayrıdır. Akaid. kelâm mütehassısları ayrı ayrıdır. Bir Fetvahane ile ayrıca bir de İlmî Meclise lüzum vardır. Fetvahane için bir Fetva Emini ile üç âzâ, Meclis.i İlmî için de bir reis ile dön âzây. bütçeye Koyn٢١ı tuk. Bunu koymaktan maksadım ise tabiatıyla kabul ettirmektir. Çünkü bu^ ٠■ bu zumu behemehal vardır, şer'iyye Vekâleti'nin mevcud olabilmesi için mutlaka bun lara lüzum vardır. Bütçenin müsaadesizliği dikkate alınarak böyle adetlerim az koyduk. Tabii böyle kalacak değildi. Esbab-ı mucibe mazbatasında da goster.ıd.o■ gibi her sene ikişer, üçer aza ilâve suretiyle bunu ikmal etmek istiyorum. Madem ki Meclis bu hususta fevkalâde müzâheret gösteriyor ve sayısının yeterli dereceye ulaştırılmasına dair takrirler verilmiştir, bendeniz de bunu iftiharla kabul edenm. Bunu esasen bütçeye koymamak, bu kadar kâtıdır, demek değildir. Seneden se neye noksanını ikmal etmek üzere biz bu miktarı teklif etmiştik. Ve Muvâzene-i Maliye Encümeni'ne de bu şekilde arz etmiştim. Şimdi görülüyor ki; bu musavver teşkilâtın esası hakkında itiraz yok. Abdulgafur Efendi Hazretleri bu esası muvafık görmekle beraber heyet azasının sayısını noksan gördüler ve bendeniz de sayısı nı noksan koyduğumdan sebebini arz ediyorum. Bu mevzuda takrirler vardır. Tak rirler kabul buyurulduğu takdirde zaten maaşları Encümence takarrür etmiştir, ıs terseniz er>cümen٠e gider, nasıl kabul ederseniz..." "Reis: — Yahya Galip Bey, buyurunl"
270
C U M H U R İY E T D Ö N E M ! D lN
D E V L E T İL İŞK İL E R İ
٠
Yahya Galip Bey (Kırşehir): — Efendim, bendeniz Şer.ıyye Vekâleti Müsteşarlığına Umûr-u Evkafın da dahil olmasına Muvâzene.! Maliye Encüme ninde taraftar değildim. Şimdi de taraftar olmadığımın sebeplerini arz edeceğim. Şer'iyye Vekaleti devletin resmî dairelerindendir. Bütçesi Umumî Bütçeye dahildir. Evkaf ise Devlet müesseselerindendir. Ve bütçesi muvâzenenin dışındadır. Evkaf doğrudan doğruya bir dairedir. Arzu edilirse Şer'iyyeVe bağlanır, arzu edilmezse başka bir yere verilir. İstanbul'da şimdiye kadar bir Nezâret idare etmişti. Burada ise bir Umum Müdür idare ediyor. Şer'iyye Bütçesi müzâkere edildiği zaman yal nız Şer'iyye Vekâletine bir müsteşarlık ilâve edilmiştir. Evkaf Bütçesi müzâkere edildîğ izaman buraya da Umum Müdürlük adını kaldıralım da bir müsteşarlık ya palım. denildi. Ve bu şekilde karar verilmişti. Sonra İkinci müzâkere de tabiî âzâlar değişmişti. Şer'iyyeVe bir müsteşar yaparak buraya buna tam bir ünvan verelim. Şer'iyye'ye de baksın, denildi. Bunun için buraya Evkaf da ithal edildi. Halbuki Şer'iyye Vekâleti hassaten bir resmî dairedir. Bendenizin görüş noktası budur. Di ğer dairelerde nasıl müsteşarlık doğrudan doğruya varsa buraya da bir müsteşar olur. Evkaf muamelât-ı Şer'iyyeVe bağlandığı takdirde Vekil isterse müsteşara emreder, işlere müsteşar bakar. İstemezse emretmez, kendisi bakar. Şimdi bura da bir de Şer'iyye Müsteşarhğı'nın yanında Evkaf Müsteşarlığı adını ilâve etmek doğru değildir.. "Fetvahane Teşkilâtına gelince, bendenizin de en ziyade arzu ettiğim, bir şey varsa o da şer٦ muâmeleleri en iyi bir şekilde yürütmek için bir İlmî daire mey dana getirilmeli. Ben buna taraftarım. Ve nitekim verilen takrirlere ben de imza koydum." Tetkîkat ve Te'lîfat-ı Şer’iyye'ye gelince, bunu lüzumu dairesinde kabul edi yorum. Bugün bizim içimizde şeıi muamelelere taalluk eden o kadar hususlar var dır ki; bunlar müslüman ahaliye kapalıdır. Bunu yalnız ulemâ kısmı bilir. Şeriata taalluk eden her hususu münevverlere bile vermelidir, onlar da anlamalıdır. Şeriat nasıl şeydir? Şeriat denildiği zaman yalnız tekliflerden İbaret değildir. Bunun ukubatı da vardır. Muamelâtı da vardır. Buraya taallûk eden hususlar nedir? Ne gibi şeylerdir.^ Bunları millet anlamalı ve bu suretle cehalet dolayısıyla hasıl olan bir takım li./jmsuz şeylere son verilmelidir. Binâenaleyh bu teşkilâtın da yüce heyeti nizce kabul edilmesini teklif ediyorum. Bu konudaki mütalâalarımı da özetle arz ediyorum." "Emîn Bey (Erzincan); — Efendim, bendeniz müsteşarlık hakkında söyle yeceğim. Halbuki Yahya Galip Bey söylediler. Bendeniz de fikirlerine iştirak ediyo rum." -R.İ5 ; -٠ Çelebi Efendi Hazretleri, buyurun!" "Abdûlh.rî Efendi (Konya): — Efendim. Şer'iyye ve Evkaf Vekili. Abdullah Azmi Bey Efendi Hazretleri'nin Yüce Meclisinize teklif ettiği bütçe münâsebetiyle fakir de bazı şeyleri ilâve etmek isterim. Gerçi marOzatım Yüce Meclislerine karşı bilineni söylemek kabilinden ise de (Ben kullarımı sevenm...) hadisi mûcıbince
؛: r . ؟1 ؛ ؛ ؛: yım.
s ı
٠ ٥
::
Ş E R IYE V E E V K A F
vekaleti
K ALDIRILIYOR
271
Efendiler! Yüce Hükümetimiz, bildiğiniz gibi. Dîn.i Mübîn-i Ahmedi üzere ku rulmuş bir Islâm Hükümeti.dir. Ve o Islâm Hükümeti'dir ki; bütün insanlığın İçtimaî hayatına uygun ve yeryüzü sâkinlerinin maddî ve manevî menfaatlerine en muva fıktır. Yalnız kusurlarımız, onu lâyıkı ile tatbik edemediğimiz, lâyıkı ile riâyet yapamadığımızdandır. Cenab-ı Hak bol bol rahmet etsin. Sultan Mehmet Reşat Han Hazretleri âcizi Topkapı Sarayı.na misafir etmişti. Bir gün sabahleyin kurenâsından (yakınlarından) ismi hatırımda kalabildiğine göre İbrahim Bey olacak, İbrahim Bey'ı göndeıerek Padişah'ın bazı mühim meseleleri soracaklarını ve hemen Dolmabahçe Sarayı.na azimet etmemizi selâmları ile tebliğ etti. Hazırlanan arabaya binerek Saray'a gittim. Padişah'ın beklemekte olduğunu söylemeleri üzerine he men huzurlarına kabul olundum. ٠— Aman Çelebi Efendi, beni bu gece sabaha kadar size soracağım sual rahatsız etti. Beni irşat ediniz." buyurdular. "Onlarla işlerinizde müşavere et." âyeti ile hepimiz memuruz, buyurmaları ile fakîr de "Ve sakın bir şey isteyeni azarlama. (Duhâ; 10) ayetini okuyarak suallerine muntazır bulunduğumu arz ettiğimde bu yurdular ki: "— Kur'an ahkâmından istinbat edilmiş olduğu malûm ise de gerçi tatbikin de hata olması muhtemel olan idam kararlarını irademe iktiran için getirdiler Bu mühim husus benim pek ziyade rahatımı kaçırıyor. Bu mühim husus için beni ikaz ediniz." buyurduklarında. -— ٤ vet. Padişahım, bir insanı hataen dahi imhâ (Maddeye dair söyleyi niz. sesleri), geleceğim efendim, imhâ gibi büyük bir vebal ve elim bir mes.ulıyetı mucip olan bir fiil yoktur. Ancak Allah'a hamd olsun, saltanatımız Şeriat-ı Ahmediye üzerine müesses bir İslâmî Saltanattır. Bizde dâvalar mahkeme tabakaların dan geçtikten sonra bir de Bab-t Fetvâmız vardır. O gibi iradeleri oradan alınacaK fetvâlar üzerine isnat buyuracak olursanız büyük vebalden kurtulursunuz." demiş tim. Beyanatımı fevkalâde güzel bulmalarından dolayı bunun üzerine "İslâmî Saltanatlarının yüce ahkâmına riâyet ettikçe ve hakkıyle Şeriata sarılarak ٠' ٥ .؛١٠ nat ettikçe Saltanatlarının kıyamete kadar bakî olacağını. Allah korusun, onun âK• si bizim perişan ve mağlubiyetimizle neticeleneceğini, arz ettiğimde: Şüphesiz hakikatin tâ kendisidir." buyurdular. (İşitmiyoruz, sesleri). Maksadım. Efendiler! Bizim için refah, selâmet ancak ve ancak Dinimizin b.z،^ ." ١• rettiği şekilde hareket etmektir. Ancak ve ancak Dinimizin bize emrettiği üze.e nareket edersek Islâm'ın şevket ve saltanatını muhafaza etmiş oluruz. Bu da Buyuk Millet Meclisi'nin bütün meşru azalarının ve onun hükümetinin üzerine terettüb et miş bir farîzadır. işte Efendileri Biz bu mühim vazifeler karşısında bulunuyoruz. Onun için her ne lâzım gelirse pek derin ve etraflı düşünerek Islâm'ın saltanat ve şevketini idâme etmek yol ve vasıtalarını aramalı ve her ne fedâkârlığı gereklin, yorsa fazlasıyle îta ve tahsis ederek Dîn-i Mübînimizin kudsiyyetini yaymalı yük seltmeliyiz. Fakirin ma'rözatı bundan ibarettir." "Mönd Efendi (Kırşehir): — Etendim. Şer'iyye Vekili Efendi Hazreilen bu faslın muhteviyatında bulunan Fatvâhâne ile Tetkikat ve To’lîfaı-ı Islâmıye'nin sa.
272
c u m h u r iy e t
DÛNEM İ
d in
D E V L E T iL lŞ K lL E R l
٠
V. ؟. .hakk.ifida faeyanatta bulundular. Ve YUce Meclisinizde de butçeye bir zam أahs آs اlalebinde bulunduğu zaman dahiR nizâmnâmemiz mUcibince 50 zat tara, ؛.ndan bi ؛tak؛îr ve؛ilmodiği takdirde 0 zamm.n kabul .lunamayacağ. apaçık bulunduğu.hasebiyle.bbyle bir takrir vUcuda getirerek Riyâsete takdl ،ttik Takrirde d؛yoruz ki: hor ne kadar Vekâlet Fetvâhâne sayısını ŞU kadar göstermişse de bu heyetle islenen laydayı elde etmeye İmkân yokt'ur. Çünkü bu heyetin vaZtfesi d٠ğ rudan doğruya elde mevcud bulunan me٦eber kitaplardan terce^e edilen telvalar. 0 ﻫﻲa!.va vermek değildir. Ma'lûm-U âlileri Iıkhın, ümmü.l-.ıkh (fıkhın anast, esasi) olan diğ.er esasların ihtiva etmiş olduğu meselelerde fetva verebilmek İşin Çer'iyye Vekaleti, diğer tabirle Şeyhülislâmlar taşra müftülerine verdikleri menşUrda de'rler ki: "Retvayı şu suretle yaza ve onu kaynağını da beyan edesiniz." Açık kaynağı beyan olunmayan fetvalar dorudan doğruya mühUler tarafından verilir. — Meşihatın emri ile d eğ il- Meşihatın emri mUcibince müftüler bu suretle fetva veremezler." . ؟imdi elde mevcud gerek Ankaravi. gerek Behçe, gerek AWurrahİm, gerek Fetâvâ-I Hayriye, gerek ibni Ni^eym gibi bir çok muteber fetva kitabları vardır. Bu fetvalarda derg olunmuş meselelerden birisine temas etmeyen bir mesele ortaya gıkarsa. bu meseleyi eski idare merkezimizde (İstanbul'da) bir usUl vardı ki: Ana. dolu ve Rumeli kazaskerleri, Sadreyn Müsteşarı ve İstanbul Kadısı ؟eyhUlislâm'ın başkanlığı altında yüce bir meclis şeklinde Fetvâhâne Emini ile beraber teşekkül ederek meydana gelen mes.eleleri halkın istimali noktasından bir hüccet olarak kabul ettirebilmek İçin, fıkıh kitablarının esaslarına müracaat ederek araştırırlar, hangi İmamın sOzünde ise, 0 İmamın sözünün, asra uygun olduğunu kabul ede. rek 0 şekilde terceme ederek ..Memua-/ Cedzde.adı ile meydana getirdikleri bir kitaba derg ederlerdi. Efendiler, ؟er'iyyo Vekili Efendi Hazretleri. "Ben bu sene üg zât ile. gelecek sene tedricen iki ZHt ٠٠ ٠٦hıif ١^بﺀ ’مmatlUb olan miktarına irca' ile bu mes'eleyi yapacaktım. Maksaoım oa bu teşkilâtı tedricen vücuda getirmekten ibarettir." buyur, malarına gOre bir gok mühim v^ife ve esaslı noktalan kendilerine tahmil edeceğimiz bu heyet, ilk, orta ve yUksek derece gibi tahsil görerek ikmal edilecek. b؛r heyetten mürekkep olmadığını ve bu heyet teşekkül edecekse bir. an ewel Islâm.'ın esaslarım, bu asrin icablarından bulunan medeniyeti, bu asrin icablarından bulunan terakkiyatı ve bu asrin icablarından bulunan bizim terakkimizi omuzla؛ına yüklenen bir gok hususlar, ؟eriatımızda mevcud olması hasebiyl؟., ؟zerindeki nifakı kaldırmak sUretiyle orta.ya koyarak dost ve düşmana, yani Müs!îm ve gay.r-1 mUslime karşı bunu göstermek suretiyle halka karşı düşmanlar tarafından söylenen sözlere nihayet Gerilmesi ve bu teşkilâtın tamamıyla meydana gelmesi İçin bOyle bir takrir verdik." "Tetifat Heyetine gelince: Efendileri ç.r'iyye Vekâleti —yine arz ed^e.ğ.im tb e n d e n iz c e إ' ؛ ؛ ؤ۶ ؛٠٧ا ؛ ؛ د. ؛ أ ﺀ٤ ﻗ ﺢ ؛اt : : ٥ y٧? iırilenyuce z^b^lün şer ؟mes.eleler ile, bütün meselelerin esasları ileuğraşacak v . onları ^nıamiyleteikîn ederek vücûda getirecek bir vazyette olamaz.. Çünkü kendisinin bir do devlet siyâseti^ ifesi vartr Odevlet siyaseti Ilem e^ r س: ا ﻫ ﻪ teşkilatındaki mem٧rlarını teşkilat vesarıeyı ve bunlar hakkında
h e y etaşra t e ^ l tınd
T a h k ik :rm e k -i v^ıfe ile de kendisi mu"
Ş E R .fY E V E E V K A F V EK A LETİ K ALDIRILIYOR
273
vazzaf olduğu münasebetiyle— bütün şer٦ meselelerle uğraşamaz. Uğraşamadı. ğı için bütün kendi idaresi altında bulunan gerek medreselerin, tedrisatın yüksek bir dereceye ulaşması için idare, gerekse Tetkîkat ve Te'lîfat|.| Islâmiye'de — Yahya Galip Bey Efendi'nin buyurdukları gibi— terceme edilmeyerek Müslümanla rın anlayamayacağı bir halde kaldığından bunun anlayacak bir şekle getirecek bir heyetin vücuda getirilmesini elbette kendisi düşünecekti. Ve bunu da düşündü ğünden dolayı Tetkîkat ve Te.lîfat Heyeti adı ile yine böyle üç azalı bir heyetin kabulünü yüce meclisinize teklif ediyor." "Şer'iyye Vekili Abdullah Azmi: — Beş azalt olacak." "Müfîd Efendi (devamla): — Beş mi idi efendim? Beş azalı bir heyetin ka bulünü teklif ediyor. Bendeniz düşünüyorum. Te'lifat.ı tslâmiye nokta.ı nazarından vücûda getirilmesi tasavvur olunan bu yüce hey'et. Efendiler! İslâm Âlemi nokta sından o kadar ış görecektir ki; Islâm Âlemi'nin bütün hususlarını, Islâm Âlemı'nın bütün ulvî fikirlerini. İslâm Âlemi'nin terakki yollarında atmak istediği bütün adımla rı, maatteessüf, kimsenin göstermediği yolları ortaya koyacak yüce bir heyet, bu Te'lîfat ve Tetkîkat-ı Islâmiye Hey'eti olacağı münâsebetiyle bunu beş zatın, on zatın, hattâ on-beş zatın vücûda getireceğine kanaat etmem. Fakat, Efendi Haz retlerinin düşündükleri derde ben de mübtelâ olduğum için bir de bütçemizin şu andaki vaziyetini, ahvalimizin şu andaki vaziyetini nazar-ı itibara alarak bu cihette Efendi Hazretlerinin fikri ile kendi aşın fikrim arasında muledii bir yolun bulunma sını düşündüm. Bendeniz, esbab-ı mûcibe olarak şunu arz etmek isterim ki bu Te.lîfat Heyeti ne yapacak? Ne görecek? Bu hey'et Efendiler; Bakınız ısbat edeceğim: Benim ağ zımda altından diş yapılmış ve umumunuzun ağzına altın dış kaplamaları geçmiş, bu mesele İstanbul'dan sorulduğunda cevaz ve adem-i cevazı hakkında sükût edilmiş, fakat bu mes'eie umum mesele sırasına girerek bütün Müslümanların yapmış olduğu yani —kadınlı erkekli yapmış olduğu— bir iş sırasına girmiş. Aca ba bunun cevazına, kabulüne ve Müslümanları, şayet burada diğer bir imamın sö zünü almak suretiyle kurtaracak cihet varsa, bunu alıp, bu meseleyi vücuda geti rip V i l a f e r Hukukunu hâiz olan Yüce Heyetinize arz ederek bununla amel otun sun. emrini aldıktan sonra amel ettirerek Müslümanları kurtarmanın çaresin, bul mak câiz değil midir? Düşündüm Efendiler! Bu gibi bir çok mesele vardır. Halkın kullandığı bir çok cihetler vardır ki; onunla amelin vücubunu yine bu Hey'et ortaya koyarak Fetvaha ne Hey'etıne gösterecek, irâe edecek daha bir çok mesele vardır. Meselâ deniyor ki; RüVet-i hilâli, rasathaneler vasıtasıyle görmek ve onun hesabı ile amel imkânı var mıdır, yok mudur? Ma'lûm-u alîleri Ramazan Orucu, rü'yet-i hilâl ile Musiu manların bu orucu tutması dinin zarûriyatındandır, dinî farzlardandır. Bu hususta bir çok söz söyleniyor. Bu söylenen sözler acaba halledilebilecek mi? Elde mev. cud bulunan fıkhı, vaktin bu noktalarına bağlamak imkânı Şeriatımızda acaba yok mudur? Bunları da araştırarak, bularak bu gibi bize sürülmek islenen cehalet leke lerini ortadan kaldırmak için bir heyetin çalışmasına Yüce Heyetinizin bütün varlığı ile müzaheret edeceğine İnandığım için bu heyet arasına bir kaç âzânın daha ilâ vesini bendeniz bütün arkadaşlarımla beraber talep ettim."
274
C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D lN ٠ D E V L E T İLİŞK İLER İ
Bu hoyete girecsk kimlsr olacaktır, Efendiler! Eğer bu heyet yine dost ve akraba gözetilmek suretiyle meydana getirilecek ise veya getirilmek istenilecekse, asla tarafınızdan kabul edilmemesini istirham ederim. Fazilet burada, ehliyet bura da, kemal burada, iktidar burada aranmalıdır. Hangi fazilet, hangi kemal, hangi İk tidar derseniz, bugünkü mevcud olan İlmî terakkinin her noktasında bir adam ihti sas peyda edemediği için ayrı ayrı mütehassisleri bu hey.etin içine sokarak bütün sayfalar içinde kapanmış kalmış olan ve daha doğrusu arapça yazılmış olduğun،^٥٢، —٧٥ arapça tahsilimizin de noksan olduğundan dolayı— anlaşılması zor olan hususları anlaşılması mümkün olacak bir hale sokalım. Bizi kurtarmaya çalışacak olan bu heyetin bu arz ettiğim mütehassıslar tarafından teşkilini istirham edece ğim. Sonra Şer’iyye Vekili Efendi Hazretlerinden yine rica edeceğim ki; bu tahsisa tı Yüce Meclisinizin kabulünü müteakip bu heyete girecek zatların ne gibi vasıflar ile mevsûf olması lâzım geldiğini ve ne gibi şartları hâiz ve hâvi olması icab ettiği ni. Temyiz Mahkemesi azalarına verdiğimiz sıfatlar gibi bu kanûn ile buraya gele rek Mecİis'e arz etmek suretiyle bu heyeti vücûda getirmelidir." "Mustafa Sabrİ Efendi (Siirt): — Nizamname vardır, efendim!" "Müfit Efendi (devamla): — Binâenaleyh bendeniz Yüce Heyetinizin fikri ni daha fazla yormamak için aşağıdaki "Medr.se/er"faslında da söyleyecek sözle rimiz vardır. Bu tekliflerimizin kabulü ile sayılarının gösterdiğimiz miktara ulaşması ile bu şekilde ilim sayılarının gösterdiğimiz miktara ulaşması ile bu şekilde ilim nokta-i nazarından hasıl olan ayrılığı birleştirmeye çalışmanızı ve zaten vahdet ile. tevhld ile bu dâvayı bugünkü şekle getirdiğimizden dolayı Cenab-ı Hakk'ın da bizimle beraber olacağını ve bu fikir ve emel birliği ile ordumuzun da muzafferiyeti tevali edeceğini arz ile bu teklifimizin kabulünü istirham ederiz, Efendim." "Reis: — Efendim, müzâkerenin kifâyetine dâir takrir var.".. (Müzakere yeterli görüldükten sonra Fetvâhane'nin on ve Tetkik ve Te.lîfat-ı Islâmiye Heyeti.nin sekiz azadan teşekkülüne dâir takrirler verilmiştir. Bunların ka bulünden sonra celse kapanmış vs nyaset makamında Musa Kâzım Efendi oldu ğu halde 20 Ağustos 1338/1922 Pazartesi günü ikinci celseye başlanmıştır. Bu celsede İlmiyeden olanların maaşları hakkındaki maddeye geçilmiş ve şu şekilde müzâkereye devam edilmiştir:) ŞER.İYE VEKALETİ BÜTÇESİNDE İKİNCİ BİRLEŞİM "Selâhaddin Bey (Mersin): — Müstehikkîn-i İlmiye kimlerdir? Biraz izahat versinlerl" ٠Ş٥٢٠yy٥ ؛ V.kâleti Medreseler Umum Müdürü Aksekili Ahmet HamdI Efen di. — Efendim. Şer.iyye Vekaletinde iki çeşit maaş vardır. Birisi merkez müderile maaş atanlar is. bulundukları memleketten kendilerinin maaşa ehil ve muste-
18
S e b /U k r e ş a !, c .
20, sayı . 517. sh . 267-274. 14 Eylül 1338/1922.
Ş E R .İY E V E E V K A F V EK A LETİ KALDIRILIY O R
275
hak olduklanna dâir mazbata gelen ve kendileri de yaşça yaşlanmış veyahut Hmî bakımdan memleketine hayli hizmet ettiği halde bugün yardıma muhtaç bulunmuş olan zatlardır. Bunların aldıkları maaş yüz kuruş, yüzelli kuruş, azamî iki-yüz ku ruştur. Ve bunların tahsisatı diğer maaşlar gibi değildir. Diğer tahsisatların yarısı derecesindedir. Meselâ iki-yüz kuruş maaşı olan bir zat (sekiz yüz kuruş) tahsisat alıyor. İşte Müstehikkin-i Rical-i İlmiye maaşı denilen bunlardır. Ve bu, Muvâzenei Mâliye Encümeninde evvelce nasıl kabul edilmiş ve nasıl veriliyorsa şimdiye ka dar da öylece verilmesi kabul edilmiştir." "Basrî Bey (Karesi): — Fakat bu verilen maaşlar acaba kifayet edebilir mi?" "Ahmet Hamdİ Efendi (devamla): — Efendim, burada iki kişiye sekiz, bir kişiye dört buçuk lira, diğer iki kişiye de üçer lira vardır." "Neclb Bey (Mardin): — Beş lira da vardır." "Ahmet Hamdi Efendi (devamla): — A'zami iki liradır. Bir buçuk lira da vardır. Bakınız daha orada bir lira var. Yüz yetmiş kuruş var. yüz elli kuruş var. Yani her halde üç liradan fazla, çok yoktur." "Refik Şevket Bey (Saruhan): — Hamdi Bey! Müstehikkîn maaşı almak için ne gibi şart ve vasıfları hâiz bulunmak lâzımdır?" "Ahmet Hamdi Efendi (devamla): — Müstehikkîn-i İlmiyeden sayılmak için medreseden mezun olmak ve memlekette ders okutabilecek veyahut okut muş olup şimdi ihtiyar ve ihtiyaç içinde bulunmak lâzımdır. Memleketindeki idare heyeti böyleterinin zaruret ve ihtiyaç içinde olduğu, Müstehikkîn-i limiye'den bulun duğu hakkında mazbata gönderirse biz onlara bu maaşı verebiliriz. Böyle bir maz bata gelmedikçe öyle bir şey veremiyoruz." "Refik Şevket Bey (Saruhan): — İlmiyeden olan bir zata ilmi hizmet, geç miş ve emeği tasdik olunan bir zata yetmiş beş kuruş, yüz kuruş, bilmem y٧z ook. san kuruş kadar bir maaş vermek ne dereceye kadar muvafık olur? Bendeniz bu miktarı ilmiye sınıfı ile kabil-ı te'llf görmüyorum." "Ahmet Hamdi Efendi (devamla): — Şimdiye kadar bu miktar ve.-'egelmiş, biz de şimdiki halde aynen muhafaza ettik. Ancak müderrisler var. ders okutabilecek müderrisler. Biz az zam yapmak istedik. Çünkü bunlara ders okut mak şart değildir. Bunda şart olan ihtiyaç sahiplerinden ve yardıma muhtaçlardan olmak, ders okutacak diğer kısım var ki. onların maaşlarının tezyid edilmesini Ma lî Dengeden istedik." "Bir Mebus: — Bunlar geçen sene verilmiş mı?" "Ahmet Hamdi Efendi (devamla): ٠ Çok zamandan beri verilmişti. İstan bul'dan devr alınmıştır." "Mustafa Sabri Efendi (Siirt): ٠ Efendim. Müstehikkîni İlmiye maaşı ule mânın ileri gelenlerinden olan zevata mahsustur. Malûm-u âlîniz, bazristanbul ho caları hasta olur, nuzûl isabet eder, bizzat tedrîse İktidarı olmazdı. Maz١jl٠yet maa şı da bulunmazdı. Bu ilmiye mesleğini tebcîlen, hanı askerryenin ve diğer mülki memurların mâzuliyet ve tekaûdiyesl meyanında bulunmak üzere böyle ileri gele-
276
C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN
D E V L E T İLİŞK İL ER İ
٠
ne ulemâya verilegelmekte olan, yani kendilerine arız olan hastalık yahut başka bir sebeple verilegelen. bir tahsisattır. Meselâ bir kadı bir livada bulunurken delirir (o başka sesleri), ona buradan maaş verilir. Şimdi Adliye Vekâletine bağlı da öyle. Meselâ Harputta tedrisat ile uğraşan ve meşhur eserleri ile. kitap ve risaleleri ile meşhur ulemâ var. Ve bunların tahsisatı vardır. Tedrisat öyle mekâna münhasır olmadığı İçin buralardan, kazalardan her kes gelemediği İçin bu maaşlar onların ayağına istihkakını göndermek mesabe sindedir. Bunu şimdi az görüyorsunuz. Fakat vaktiyle bu çok para imiş ve herkesi müreffeh ve mes’ud edermiş. Fakat şimdi bu işletilmeye işletilmeye böyle bir hal de kalmış ve bu tahsisat pek az bir hale gelmiştir. Tabiî bu meblağ pek azdır. Sonra Fetvahane'nin kazaî bir sıfatı vardır. (O fasıl geçti, sesleri). Şer.ıyye Vekilinden bir soru sormak isterim. Kadılar şimdi Adliye Vekâletine bağlanmıştır. Fakat dışardan gelen, yabancı memleketlerdeki müftülerden gelen i'tâmları tetkik etmek üzere Fetvâhâne bir sıfatı hâiz değil mi? Bu soruya cevap İs terim. İkincisi Adliye Vekili Kapitülâsyonların ilgâsından dolayı bir komisyon teşkil etmiş ve bu komisyon ihzari bir surette fiilî bir teşebbüste bulunmaktadır. Acaba sair Islâm memleketlerindeki Evkaf Teşkilâtı İçin ne gibi teşebbüste bulunmuşlar dır. Sonra Tetkîkat ve Te.lîfatı Islâmiye Hey’eti Arapça haberleşme olacak olursa bunlar hakkında ne muamele yapabilir? Cevap isterim." ..Reis: — Cevap verecek misiniz (Hacet yok seslen). Başka söz alan yok tur. Yalnız iki takrir var. efendim." "Yüce R İ y â s e t e . M ü s t e h i k k î n - i İ l m i y e m a a ş l a r ı n ı n e n a z ı û ç l i r a o l m a s ı n ı t e k l i f e d e r i m . ”( R e d , r e d s e s l e r i ) ”.
"Emin Bey (Erzincan): — Efendim, eldeki müfredat kadrosu tetkik edile cek olursa görülür ki; bunların ekserisinin maaşı otuz, elli kuruş, azamî yetmiş-beş kuruştur." İbrahim Bey (Mardin): — Oluz kuruş yoktur." "Emin Bey (Erzincan): — Sayfayı çevirin, olduğunu göreceksiniz. Binaena leyh Refik Şevket Bey'in de hakkıyle söylediği gibi Müstehikkîn-i llmiye'den oluyor da. yani ilmiye mesleğinde bir çok zaman hizmet ifâ ederek maaşa hak kazanmış oluyor da sonra nasıl olur da otuz kuruş veriliyor?" *Tahsin Bey (Aydın): — Onlar kanaatkar adamlardır." "Emin Bey (Erzincan): — Tahsin Bey Efendiye sormak islemiş, ki yelmiş beş kuruşla bir adamın idare edebilmek imkânı var mıdır? Yoktur. Binaenaleyh bunun tekrar encümene gitmesini teklif ediyorum." (Hakkâri Mobusu Mazhar Müfîd Bey, bunun mümkün olmadığı
maaşlarına âkJ fasla geçilmiştir.)
Ş E R .IY E V E E V K A F V EK A LETİ K ALDIRILIYOR
277
"Mazhar Mûllt Bey (Hakkari): — Efendim, malûmunuz, bu fasıl Dârü.l. Hilâfe Medreseleri ve mülhakat medreseleri hakkındadır. Bendeniz affınıza mağrûren bu faslı tenkit edeceğim. Bu fasıl Meclise böyle gelmemeli idi. Bu fasıl, da ilme taalluk eden mekteblerin sayısını daha fazla förmek isterdim. Arkadaşlar! Müsaade buyurursanız ve eğer başınızı ağırtmazsam Dârü'l.Hilafe Medresesi ne demektir, bundan maksad nedir? Bu babtaki kendi mütalaamı, kendi ftknmi — belki noksandır, belki değildir— arz edeceğim. Ma.tûm-u alileridir ki. OsmanlI Hukümeti'nin kuruluşundan beri, o zamana mahsus müterakkî medreselerin yetiştir, diği büyük âlimler vardır ki; bunlar yalnız idaremizde değil, millî ve fikrî hayatımız üzerinde ilimleriyle, faziletleriyle ve siyasette gösterdikleri üstün kabiliyetle mevki' sahibi olmuşlardır. Ve millî ve fikrî hayatımız hiç bir zaman, bu müterakkî medre* selerin yetiştirdiği büyüklerin te'sîrınden uzak duramamıştır. Bunu ısbat için tarih meydandadır." "Efendiler! Meselâ Hüdâvendigâr zamanındaki Kara Halîl Efendi zamanın en büyük âlimi olmakla beraber yine zamanın siyâsetinde en büyük bir dâhî idi. Ve yine biraz daha aşağıya gelelim. Fatih Devrindeki Molla Güranîler. Molla Müs. revler..." "Cemil Bey (Kütahya): — Biz tarihi biliyoruz. Mazhar Müfîd Bey... zaman kaybetmeyelim." "Mazhar Müfit Bey (devamla): — Belki tarihin tekrarından istifadeniz ar tar. Belki bilmediğimiz bir kelime söylenir, istifade edersiniz. Sonra efendim, pek alâ malûmunuzdur ki; Yavuz Sultan Selim'e Ittihad-ı İslâm fikrini —adetâ diyece ğim— zerk eden, ona o cevval fikri veren hiç şüphesiz Ibni Kemal idi. Ve yine hiç şüphesiz devletin tehlike ve inhidat devrinde İV. Sultan Mehmed'e sabır ve meta net tavsiye eden Hoca Saâdeddin idi. Yine Malûm-u âliniz Köprülü Fazıl Ahmet kimdir efendiler? İşte o müterakkî medreseden yetişmiş bir kazaskerdir. Bu müte rakkî medreseler nedir? Müterakkî, müterakkî... peki anladık, fakat bu nedir? Efendiler! Tarihin pek basit beyanatındandır k٠. Fatih'in tâ Türkistan'dan getird.û■ Al. Kuşçular, Molla Hüsrevler, Molla Güranîler ve diğer büyükler b irle şiyo n a r. oıioığıniz gibi. Fatih civarında Sahn denilen sekiz medreseyi yapıyorlar. Ondan sonra hepinizin bildiği İbtidaî Dahil, Ibtidaî Hariç. Musıla. Tet.mme Medreselerini yapıyorlar. Efendiler, İbtidaî Hariç denilen bugünkü ilk mekteblerdır. İbtidaî Dahil dediğimiz, bugünkü rüştiye (orta-mekteb)lerimizdır. Musıla ve Tetim. me de bugünkü i'dadi (lise)lerimlzdir. Fransızların kolej dedikleri işte bunlardır. Sahn dedikleri de bugünkü dârü'l-fünûn (üniversite)lar idi. Bir çocuk tahsil, nasıl görüyor? İlk önce ibtidaî Harlc'e giriyor, ondan çıkan İbtidaî Dahile giriyor, yani rüştiyeye giriyor. Ondan çıkan Musıla Tetimme٠ye giriyor. Bakınız bugünkü teşki lâta ne kadar uygundur. Şimdi fazla bir şey mi yaptık? Ibtidâîden çıkan rüştiyeye, oradan çıkan i'dadiye, i.dadiden çıkınca, ona mülâzım adı veriyorlardı, ki ondan sonra Sahn denilen sekiz medreseye —ki onlar birer üniversitedir— giriyordu. Oradan çıkanlara müderris diyorlardı ki şimdi ona Frenkler (Batılılar). ’‘U s a n i y e " diyorlar. Ve bugün Avrupa’da âlimler .Tez. imtihanını verdikten sonra "Dokfor٠ûnvanını aldığı gibi o sahalardan çıkan müderris, şehâdetnamesini alanlar da
278
c u m h u r iy e t
D Ö IM İ
d in
- D E ^ ^ r İL İŞK İL E R İ
te.lıfatta bulunacak, ؛Iml bahlslarde, münakaşalarda bulunacak, ؛IJm ve lazjlette gayeye erecekllr. Yanj denilen Imllhanı verdikten scnra, bugUn " D o k t o r ö G nllen "/</dv٥ 7٠٧/٠/77٠؛â"ünvanmı akrd.. Tabii Pallh Sultan Mehmet zaman.nda medreseler İnşas.na gayret edilmiş ve ilk dersler küşat edilmiştir, ilk ders, Tâbhâne Medresesind.e ckunmuştur. 0 gün maiyetinde bütün vükelâ, vüzerâ bulunduğu halde Sultan Fatih de ilk derste bu. lunmuş. ilim ve tazla hürmetini göstermiştir. Acaba şimdi neden ٠ derece büyük alimler yetişmiyor? Ve neden medreselerimiz Inhldata uğruyor? Etendim, bunun sebebini ben şöyle görüyorum. MaiUmunuz insanda sehpâ.1 hayat var. Doktor Bey itiraz buyurmastn. Bunu hepimiz biliriz. Bizde böyle olduğu gibi zann.t âcizâ" ne.r.e gör. milletlerin de bir se/rpâ-/hayati vardır. Bunu bendeniz kendim söylü. yorum. Eserlerini yeni okuduğum ve pek sevdiğim bir müellitin kitabından söylüyorum. Milletlerin sehpai hayati vardır. Yani sehpâ.1 saadeti vardır, diyor. 0 da ahlâ‘ kî necâ^t. aslî n^abet, ahlâkî taziletler, maddî satvet ve tikrî kudrettir, diyor. Bi. rlnclsini ele alalım: Aslî ve ahlâkî necâbet bizim ırkî bir necâbetımizjir. Ma'lUmunuz köhne Bizans'ın zabtı ile ؟؛kl ve eğlencenin, keyît ve hevânın girme, siyle bizde ahlâkî sukUt başlıyor ve ahlâkî necâbet bozuluyor, sonra maddî satvet dedğimiz..." "Doktor Mustafa Bey (Kozan): - Rica ederim, Mustafa Bey, İtirazınızı çı٠ kar burada söylersiniz. Mutadı üzere Azmayalım, (devam sesleri) Maddî satveti. miz, yani askerliğimiz., bunu da pekâlâ bilirsiniz. Hatırımda kaldığına gOre, zannediyorum, h. 990 (m. 1582) tarihinde Üçüncü Sultan Murad.ın bir sünnet düğünü vardı. Surtanahmed Meydanında hokkabaz mi derler, canbaz mı. bilmem ne der. ler. onlar toplanmış, oynanııştır. Sultan Murad'ın hoşuna gitmiş ve onlara demiş kl: ٠Di.eyin benden ne dllereeniz.. Onlarda: ٠Yen؟؛er!iğe girmek dileriz, demiş. Zdr ١ /enlçeri-başısı Fsfhad Ağa, bunun kabı! .!madiğin, gaye( gUze! iki m.sal ile isbal etmiştir: Ecdadımızdan Yavuz Suhan SeRm’in muharebeden avdednde bir (âc؛rin eviadını askere alm ^ İçin vuku' bulan mUracaadnda verdiği cevabi unu((unuz
ﺗ ﺤ ﺠﺔ ﺟﻬ ﺠﻌ ﺨﺆ س:٠:1٧1 :: ث٠ اşeyi yaptı ve maddi satvetın de sukutu oradan başladı.”
Ş E R .ÎY E V E E V K A F
vekaleti
KALDIRILIY O R
279
mesine sebebiyet veren, s٠ n derece kızdığım zâdegânİık usüiüdür. Bir zâdegân. ilk ﻻ$ ﺋﺎﻻçıkmıştır. Müderris .imak İçin arz ettiğim terakkıyat İçinde ta en üst dere, ceye çıkıp ve tahsli görüp de müderrisiik rütbesini aian ve sonra 4 ' k i d v 0 t û 1 - u l e m â m oimak İçin bu kadar mertebeierı atiayan. bu kadar emekler çeken zatin yerine ata. sının karnından müderris doğan ilim ve mâriletten habersiz, yalnız babasının asâletinden, mevki.inden dolayı müderris adını alanların ellerine bu mektepler, bu medreseler geçerse ne olur? Ne beklenir ؟Tabiatıyla bozulur. Yine müsaadenizle söyleyeceğim, ki ١bni Sinaların, Farabllerin, Gazalllerin telsetesi yerine, onlara nisbetle belki yirminci tabakada bulunan "S/rg/V/'ler telselesi okunmuştur. Binae. naleylı medreselerimizi yavaş yavaş bu haie geldiği gibi en sonunda AbdUlhamid zamanında icâzete bir ay kaldı mı, git hemen derse otur, hertt daha doğru "nasa. ra"yı görmemiş. Çünkü ıcâzeti alırsa beş kuruş tayda var, imtihan da yoktur. Pe^ aia İşte medreseler de bu hale gelmiştir. Medresenin bu hale gelmesinden dolayı ulemâdan arkadaşlarımız memnun mudurlar? Hayır, ayni onlar da sizin gibi gonUlleri yaralıdır. Ayni onlar da hepimiz gibi bu halden feryat ediyorlar. Onlar da di. yorlar ki: Medreseler inhitata yüz tutmuştur. Bunu onlar da İnkâr edemezler, ؟unku bana Ebu's.SuUd gibi ZenbillI Ali Etendi gibi bir âlım bugün gösterebilir misinız? Tabii bu öyledir. Efendileri Çimdi yapacağımız nedir? Ne yapalım? Ne istiyoruz? Çunu da a^ edeyim ki, bilhassa muhterem arkadaşım doktor Mustafa Bey Etendi'ye: EndUlUste bir İslâm Dârü'l.pünün.unda okuyan ve sonra papa olan (Silvister) 0 , arz etmiş olduğum terakkıyat yok mu, onu Avrupa'ya götürmüş ve orada tatbik ettirmiştir. Bu bOyle olmuştur. Zât-I âlinizin f d o k t o r ' Unvanı da öyledir. 0 " k i d v e t ü ' 1 u l e m â m d a { ] kalmıştır." "Çimdi Efendileri ilim ve fen istemeyen kimse yoktur. Ve bilhassa Hadls-i Nebevi mUcibınce. hikmet mUslümanların kaytolmuş mail olduğuna gOre ve tâ Çin'e kadar, dünyânın öbür taratma kadar 0 hikmeti tanımakla memur olduğumu, za gOre ve yine ١slâm Ahkâmı mUcibince, Çer٦ Ahkâmın mükellefiyeti akıllılar Uze. rine olduğuna göre, !slâmiyet aklin kabUl etmediği bir din değildir. Aklin kabul etti. ğ| bir dindir. Boyle olduğuna göre İslâm Çeriatının asrimiz ilim ve tenleri ile. asM■ mızın mUsbet ve kafi olan delilleriyle uyuşamayacak hiç bir noktası yoKtuf pgkat denilebilir ki: musbet ve ve kafi olan akli delillerle, nakli deliller arasıno - V fa tearuz vâki, olabilir, !slâmiyetteki ulviyete, büyüklüğe bakiniz Diyor kı, öt ler arasında bazı defa tearuz vâki' olabilir. Islâmıyetteki ulviyete, buyük.jğe 0 ﺀ٦١ا nız. Diyor ki, akn delillerle nakU deliller tearuz ^ ^ e k (çatışacak olursa ٠١.^ 7Ce!. lor tercih olunur, nakli delillerin en güzel şekilde tevili Islâm'ın ahkâmmdanö؛۴ ا ؤ halde mUsbet ilim ve tenlerle uyuşamayacak bir halimiz yoktur." "Biz bugun ne istiyoruz? Efendiler? Çahsım .çın soyluyor ve Vallah' h^ b.r kimse ıçın soylemıyor ve bunu yeminle te.mîn diyorum. Eski yuks^ m٠Web٠e ٠den mezun olmak dolayısıyle bildiğimi söylemek uzere koylulerden b٠f٠sjne dyo■ rum kı; Sitma budur, bulaşıcı hastalık budur. falan... Tam soztefim• kanıyor ben zannediyorum, kı herif inendi. Halbuki arkadan, ne yazık. koyun imifM ben soy. lorken başını kaldırıyor, bunun fikrini çeliyor. Bizim ^ z ^ r ٠ • bo. 1 gidyor. E ^ bu nedir? İşte görüyor musunuz, medreselerin ٥ ٥ hı k ^ mal okıyoc? Bundan hep،• mızın bir gidesi vardır. Halkı okutmak V. mi».،, maârifin nüruftu vermek٠
280
C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D lN - D E V L E T İLİŞK İL ER İ
Millete asrın İlim ve tenlerinin bahşettiği saadeti anlatmak istiyoruz. Pekala buna vasıta nedir? Mekteblerimiz fazla miktarda açılamadı. Binaenaleyh elimizde vasıta olarak başka ne var? Elimizde bir koy imamları, müderris ve vaizler kalıyor. Pekala köy imamları ile müderris ve vaizlerimizi asrın ilim ve tenlerinin de okutul makta olduğu Dârü.l-Hilâfe Medreselerinde yetiştirir veyahut yeniden yapılmakta olan yüksek mekîeblerde tahsil etririr ve asrın ilimlerini de ŞerT Ahkâm ile birlikte öğretir, bu suretle bunları yetiştirir ve bundan sonra köylere gönderirsek çok mü essir olur. Sebebi, neden müessir oluyor? Çünkü o zavallı imam, o köyden yetiş miştir. Köylüye telkînatta bulunurken köylünün ruhuna vakıftır. Köylüye munis ge.ecek cihetleri bilir. Onları ürkütmüyor. Ben ise. köylünün ruhunu ve ona mûnis ge. ecek cihetleri bilmediğimden hoşuna gitmem. Ben ona. bilmem ne mikrobu gelir de sıtma olur, veya karpuz yersen kolera olursun dediğim vakit bana inanmıyor. Fakat bu köylünün rûhuna vâkıf olamadığımdan böyle oluyor. Belki hata şenindir. Belki de benimdir" "Onun için Efendiler, imamı okutmaya mecburuz. O okuduktan sonra köylü nün ruhunu, zihniyetini b١١diği için yavaş yavaş maârifin nûrunu ve feyzini aşılar. Şu halde bizim buğun muhtaç olduğumuz nedir? Efendileri At önce bahsetmiş ol duğum Sultan Fatih devrindeki müterakkî medreselerin bugün olmayacağına ben de kaniim Çünkü ne o ilmi okutacak —maalesef— adam var, ne de okuyacak kim se var. Bunları kabul ediyorum. Biz o dereceye ulaşamayacağımızı biliyoruz. Onun için bugün basit birşey istiyoruz. Nedir? Meselâ, vâiz yetiştirmek ihtiyacında bulunduğumuzu hepimiz tasdik ediyoruz. Bu en mühim bir meseledir. Öyle kalb keşfi ile, okumakla vâiz olmaz. Bunların vâiz olmadıklarını hepimiz müdrikiz. De min bir arkadaşımız ikaz buyurdular. Dârü'l.Hilâfe Medresesinde muhâzerat (ce vap ve mubahese) dersi varmış. Çok güzel. Hakikaten vâizi yetiştirecek derstir. Şer.ıyye Vekâletinden bunu çok istirham ederim. Bizim istihdaf ettiğimiz gaye için bunun fevkalâde ehemmiyeti vardır. Bu derse son derece ehemmiyet versinler?" "Bakınız arkadaşlar! Dinleme iütfunuzu tekrar rahatsız ediyorum ama b،r şe yi daha musaâden.zle arz edeceğim. (İstifade ediyoruz, sesleri) Geçen gün Millî Müdafaa Vekâletinden geliyordum. Şurada hastanenin yanındaki kapıdan geçer ken bir kadın kapının birini çalıyor ve diyordu kı; Molla gelen falan çocuğu sıtma tutuyor, sıtmasını bağla." Buna karşı ben "Bağlamakta sıtma geçmez. Bunun mikrobu vardır. İlâcını alırsan geçer, deseydim. arkamda da mahalle imamı bulunsaydı benim bu sözümün hilâfında bir şey söyleseydi imamın sözüne kanar ve bana inanmazdı! "Demek kı, bu bir çok tecrübelerle sabit oluyor. Biz Dârü.l-Hilâfe Medresele rine çok muhtacız Çünkü orada okutacağımız yalnız şer٦ ilimler değil. ola rak a ؟٠mızın ilim ve fenleri d . vardır. Zaten bizim istediğimiz de bu değil mı? Biz ne istiyoruz'^ Zamanımızın ilim ve fenlerini mekteblerimiz. koyalım, zamanımızın rum. (Halun rtaai> maVulâladır.)" ..b d ü tg ılû r Ef٠ ıdl (K٠ r••،): - Et.ndim,
Ş E R .İY E V E E V K A F
vekaleti
K ALDIRILIYOR
281
vucCıb ve ehemmiyetinden bahsedecek değilim. Çünkü lüzûm, vücüb ve ehemm^ yetten bahis Yüce Meclısce izah ve arzdan mUstağnklir. Ancak ؟er٠iyye Vekâleti kadrosunda 15 Dârü'l.Hilâte Medresesi mevcuttur. Bunun üzerine 6 tane daha ilâvesi İçin leklit vâki, olmuştur. Fakat Maliye Muvâzene Encümenince bu lekflt kabul edilmemiştir. Çimdi muhterem elendiler, bütün TUrkiye.de bütün Anadolu'da meV" cud İslâm ulemâsının -tekrar diyorum— çıkış ve kaynağı bulunan ancak ve an. cak 15 Dârü.l.Hilâte Medresesidir. Çunu da İlâve olarak arz edeyim ki ؛İşgal edil, miş olan memleketlerde 4 İ benim memleketim de dahil olduğu halde- m^muu ile beraber 22'ye ulaşıyor. BugUn İslâmî hadiselerin ve insanların mUbrem ve mü. him ihtiyaçlarından olan irfan gıdasını, dinî gıdayı tatmîn ve te'mîn ed^ek bu mü. esseseler kâ.i midir? Asla yeterli değildir. Gerçi bunlara İlâve olarak geçen sene, den beri bazı İlmî medreselerin kurulmasına başlanmıştır. Fakat ne derece rağbe. te mazhar olmuştur? Bendeniz bilmiyorum. Bugün yalnız şunu arz etmek isterim kı ؛altı medrese daha ilâvesi ile yirmi bire ulaşacağı ve İşgal edilmiş memleketlerin de Allah.ın inayetiyle yakın zamanda kurtarılmasın, müteakip elimize geçmek yedı medresenin daha ilâvesiyle 28 Dârü.l-Hılâte.den ibarettir. Gerçi muhterem arkadaşlar tarafından Gaziantep Melezi ile Çavşat M e^" zince de birer Dârü.l-Hilâte Medresesinin te'sîsî hakkında 50 kişilik bir takrîr yUce başkanlığa takdîm edilmişse de, bendeniz, buna kani değilim. Çer'iyye Vekâletinin teklttıne gOre iki Sahn Medresesi ile altı Dârü'l.HlIâle Medresesinin kabulUnU yUce heyetten büyük bir samimiyetle rica ediyorum. Ondan bahsettikten sonra DarU'1. Hiiate Medreselerinden de kısaca bahsetmek isterim. MalUmları olduğu Uzere Dâ٠ rü'l.Hılâte Medreseleri 3'ü İhzarî, 3'ü İbtıdaî hariç ve 3'ü de İbtıdaî dahil olmak uze. re dokuz (9) sınıtı ihtiva ediyor. İbtıdaî Haric. isminden de anlaşılacağı uzere Ibiı. daî Dahile talebe yetiştiriyor. Diğer İslâm mekteblerınden de rağbet edenler tabii altı seneyi ikmal ettiği takdirde İbtıdaî Hariç kısmına girebiliyordu. Fakat medrese, nın doğrudan doğruya kendi mail ve ilk mektebe muâdil olmak uzere uç sınıtı ihti. va eden İhzarî kısmı vardır. İhzarî kısmında talebe dâima muallimler taralından İdâre, ta.lîm ve terbiye ediliyorlar. Bunlardan muallimi ewele 4 ı müdürlük vazrte. sini ilâ eden z a ta - Çer'iyye Vekâletince aylık 10 lira verilmesi, ikinci muallimimi itâ eden zata 8 lira, üçüncü muallimimi rfâ eden zata 8 lira verilmesi, tekitt kıldığı halde, ne yazık. bu tekitler Maliye MUvâzene Encümenine kabul edilmemiştir. Şimdi Maliye Muvâzene Encümenince birinci muallim İçin 7 ile 6, ikine. .Tiuaı ım için 5, tJçüncü muallim İçin 5 lira kabUl edilmiştir. BugUn taşra ilk mektebler.f.-" bu tün muallimlerinin maaşları, taşra umümî milislerime, acaba bu miktardan nc^١٠ san mı kabul edilmiştir? Yoksa tazla mı kabul 6diاmış اir وHer halde twia ۴ ﺀ٩وedilmiştir 600 aşağı maaşı olan bir muallimi tasavvur etmiyorum. tH.-’؟٠a o؛١'dt" aşağı, sesleri) Taşra Umumi Meclislerince ilk mekteb muallımiennın maaşla. ٠١ -en aşağısını, bendeniz 600 kuruş biliyorum. Binâenaleyh daha once Se. ؛vye ١؛ kâletınce tekit edilmiş olan baş —Muallim için 10. ıkıncı muallim iç٠n 8 ١Tr uçüncu muallim için de 8 lira— kı bunlar dâ.mı muallimlerdir, sabah’ar 3٩د ﻣ ﻬ ﺦ kadar vatan çocuklarının la'lım ve tediyeleri ile dâımî meşgul bulunuyoriar. ٠٣١33 şın kabulünü samimiyetle r^a ediyorum. Ma'ruzatım burrtan ibarette." (Gaziantep, Şavşat ve اazاs اan —Rize— da ^ e r Dârj1٠Hı٥ f٠ medreses؛ nın açılması ile alâkalı takrirler ile personelin maaştan hakkıma cereyan eck?"
282
C U M H U R İY E T D Û N E M İ D lN - D E V L E T İL İŞ K İL E R İ
müzakereler sırasında bir kaç kısa konuşmadan sonra Kırşehir Mebusu Müfid Bey. kürsüye gelir.) "Müfit Bey (Kırşehir): — Efendim. Fetvahane Hey.etine zammı havî olan takririn mûnderecatından Fetvahane Hey’etİni bir kaç kısma taksîm etmek suretiyle teşkil edilmesi talep edildiği anlaşılıyor. Halbuki burada o takriri İzah etti ğimiz esnada Fetvâhâne Hey.etinin birbirine eşit olmayan derecelere ayrılmasının mahzurunu Yüce Hey.etinlze arz etmiştim. Ve demiştim ki. Fetvâhâne Hey.etl bir hey'et ki —heyet tâbirini âzâdan alarak söylüyorum— başlarında Fetvâ Emîni ol duğu halde heyetin reylerinin toplanması ile bir fetvâ verebilmelidir. Yoksa bir Fet. vâ Emîni kendi kendine fetvâ verecek olursa, Osmanlı Tarihine atf.ı nazar eder sek görürüz ki, başımıza gelen birçok hadîse ve belâlar bu gibi kendi reyi ile veril miş fetvâlardan neşet etmiştir. Bu hususu yüce heyetinizin dikkat nazarına tekrar arz ediyorum. Bunlar birleşik bir heyeti ve bu heyetin hepsinin derecesi birdir. Bunların muhtelif derecelerde bir heyet olmadığını arz etmek isterim. Çünkü bakı nız Efendiler! Bundan üç sene evvel bu muhterem heyetin aleyhinde neşredilen bir fetvâ için vuku' bulan tekliflerin nasıl red ve nasıl kabûl edildiğini hatırlatmak is terim. Haydarî-zâde İbrahim Efendi Meşihatta iken Padişah tarafından çağrılıp Anadolu'da içtima, edenlerin hareketleri isyan hareketi olduğundan, onlar Sultan'a karşı isyan hareketi yaptıklarından dolayı bir fetvâ vermesi istendi. İbrahim Efendi buyurdular ki: "— Ben böyle fetvâ veremem. Ulemâyı toplarım. Onlarla beraber birlik ola rak fetvâ verirsek, ben böyle fetvayı veririm. Olmazsa bu fetvâyı ben kendi reyim le veremem... Bunun üzerine Haydarı zâde'yi istifaya mecbur kıldılar. Dürrî٠zâde٠yi getirdiler. DOrrI-zâde orada bulunan ulemânın reyini, fikrini almaksızın re'sen fetva verdi. Meşru Anadolu Hareketini isyan şeklinde göstererek bizi üç seneden beridir uğraştırdı. Biz İstanbul'da mevcud bulunan bu teşkilâtın zaman zaman başımıza getirdiği belâyı yıkmak için bîr Fetvâ Heyeti İstiyoruz ki bu Fetvâ Heyeti birlik ola rak İlmî bir şekilde karar verir ve imzalarını o fetvâya koyar. Fetvâ Emîni o kararın üzerine mza koyar. Şeyhülislâm o fetvâyı te'yît eder ve bu suretle amel olunur. Ve mutlaka bir adamın eline, bundan sonra şerl meseleleri verip de milleti uğraş tırmak taraftarı olmadığımızı ilân edelim. (...)٠ "Hüseyin Avnl Bey (Erzurum): — Efendiler, maaşların eşitçe olması ve o makamın kıymeti hakkında bir söylenmez. Yalnız asıl mesele burada nazar-ı dik kate alınması lâzımdır." "Şükrü Efendi (Karahisar-ı sâhip): — işte biz de onun için müsâvi olsun diyoruz." "Hüseyin Avnî Bey (devamla); — Biz daha fazla veririz. Fakat o zatlar memlekette mahduttur." "İsmail Şükrü Efendi (Karahlsar-ı sâhip): — Hâriçten gelsin." "Hûeeyln Avnî Bey (Erzurum): — Şer*iyye Vekilinden istirham edeceğim.
Ş E R .ÎY E V E E V K A F ^ K A L E ^ K A LD W LIY O R ١
١
283
ilim VQ faziletiyle temâyUz etmiş zevat vardır ve bunlar muayyendir. İşte bu zevat, bulsunlar, getirsinler. Yoksa kadro dolduralım diye, gelişigüzel oteden beriden adam bulup koyarsak ٧1٧ أmaksad k٧ ؟ük dUşürUlmüş olur. Bu tabJ bir haktir. Be. şerî bir ha^ır. Bunları bulacağız. İşte ؟er'iyye Vekili Efendi Hazretleri bulacakları zevâtın ehliyetini tekeffül ederlerse bendeniz hesabıma kabul ederim. 75 değil 1.5 veririz. Sonra en mUhim bir derdimiz var, memleketi ikilik uçurumuna sUrUkleyen, aramıza nifak ve tefrika sokan bir şey. Te.lîf ve terceme heyetinden bahs olu. nacaksa a^ ederim." .Şer.lyye Vekifl Abdullah Azmf: - Mes.ele te.lîf değil, fetvadır.“ “Hüseyin Avnî Bey (Erzurum): - Fetvada değil, zevat meselesidir. Bunu tekettUl ederseniz bir diyeceğim yoktur. Adam kayırmamak üzere istenilen parayı veririz. 75 değil 1.5 lira veririz. Biz parayı herkesin faziletine gOre veririz. 75 vere, ceğinize Hindden, ؟İn'den getiriniz. Ehlini getiriniz. 75 yerine 105. 205 lira veriniz. Yoksa fazileti, ilmi olmayan kimseye şekline, şöhretine aldanarak on para veremi, yeceğiz ve vermeyeceğiz." "?er'lyye Vekili Abdullah Azmf Efendi (Eskişehir): - Efendim, bu teşki. lattan maksad, düştüğümüz vaziyetten kurtulmadır. Bundaki niyetimizden şüphe eden hı ؟bir şahıs yoktur zannederim, ؟imdiye kadar memur tayin etmediğimize gOre belki tecrübem olmamıştır. Onun İçin bir şey sOylemiyeceğim. Faka, maksad budur. tabiî maksada gOre hareket olunacaktır. Sonra cömertlik varlıklau.r Tabiî mevcuttan getireceğiz. Mezarlara girerek, ölülerden getirecek değiliz. Yan. hayat, ta olanlardan getireceğiz. Cömertlik varlıktadır. Mevcuttan 5٩ eceğiz. Meclisin bu. tün İlmî heyetini toplayarak bunların tensîbine arz ed^eğim. Bunda bendenizin şahsî düşüncesi yoktur. Şimdiye kadar hiç kimseyi ne vasıta ile. ne de vasırasız اا٠ zam etmedim. 15 senelik mebusum. Hiç kimse, hattâ vekillerden hiç birisi Çı^.p da falan kimseyi tavsiye etti, diyemez. Burası mevzu'bahs olmayınca "mutlaka dun. yada en birinci adam budur, ben bunu tekeftül ederim." Tabiî kimse bunu diye, mez. Çünkü bu zatlar imtihana tabi' olmayacaktır. Bunlar eser neşr etmiş, hizmetler ifâ etmiş, herkes nazarında hürmet kazanmış olan adamlardan seçilecektir. Bunlar imtihana tâbi, olamaz. Bu gibi şeyler kanUna, nizama sığmaz. Ter١yiz Mahkemesi İçin bir esas kurulmuştur. îsti'nâf müddei umûmîlerinden şu olacak. 0 ا٠ ğerlerinden şu olacak. Fakat âlim olan herhangi bir zat ders okutur. İcâzet verir, fetvahanede bulunur, eser neşr eder. Fakat falan ve filân memuriyette bulunmuş, tur. diye bunun derecesini gösteremezsin. Meclisin bütün İlmî heyeti arasıca arz edeceğim. Herhangi bir şekilde, yani nizamname mi yapılması lâzım gelir, yoksa kendileri mi ıntihab etmeleri lâzım gelir, tabî bunu yüce heyetinize arz ^eceğim. Bu hususta bir esas tensîb ettireceğim. Çünkü bu şahıs meselesi değildir. ٥ yl٥ bir esas te.sîs edeceğim ki ben değil, hiç kimse buraya ehliyetsiz kim.
seyi getiremesin. Ne gibi bir esas yapmak lâzım gelmeğini yUce heyete arz eoe ceSim. Yalnız Hüseyin Avnî Bey.in dedikleri gibi ben tekeffül ^emem. ki t^jraya en yüksek adam geleceWir. Fakat bunlar imtihana tâbi' tutulmayacaktır. Eserlerin, den anlayacağız. Bizde bulureak bizden, başka yerde, meselâ Arabistan'da bulur, sak oradan getireniz. Fakat Wzde fıkıh ve fetva meseleterı hançten d.aha ziyadedir. Meseli bir ara Fe^âhâne.ye Arabistan.dan iki zat getirilmişti. Bunlar tHf şey
284
C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D lN ٠ D E V L E 1 İLİŞK İLER İ ١
edemediler. Onlar en ziyade hikemiyatta. edebiyatta, hadîste yüksek adamlardır. Binâenaleyh bu hususta gayret edeceğiz. Fakat imkân dairesinde. Çünkü, cö mertlik varlıktandır." "AH Rıza Efendi (Amasya): — Çin.de olsa bile..." Vehbî Efendi (Konya): — Efendim Meclis gayet esaslı ve mühim bir me seleden bahsediyor. Bu herkesin tasdik edeceği bir husustur. Yalnız müftüler, ve yahud Fetva Emini kendi reyi ile fetva verir gibi şeyler söylenmiştir. Hiç bir müftü kendi reyi ile fetva veremez. Vermez değil veremez. Refik Şevket Bey, ekseriyetle fetva verirler mi, dedi. Evet, mezhep imamlarının ihtilâf etmiş olduğu yerde, zama na en uygun geleni ekseriyetle tercih olunabilir. Fakat ekseriyetle yeniden bir me sele ihdas edebilir mi? Hâşâ. Bu olamaz, bu olamaz. Binâenaleyh Şer'ıyye Vekili Hoca Efendi'nin buyurduğu vech ile. bu aranacak, tetkîkattan geçecek, memleke timizde ve sair İslâm memleketlerinde mâ'rûf olan zevattan intihab edilmesine gayret edilecektir. Hakikat bundan ibârettir. Bunun için müzâkereyi uzatmakta, manâ yok. maaşlarını tesbit edelim." (...)
"Hüseyin Avnl Bey (Erzurum); — Efendim. Tetkîkat ve Te'lifat-ı Islâmiye Hey'eti görülüyor ki. on zattan teşekkül edecektir. Demin söze başlarken arz etti ğim gibi memlekette iki şekil gösteriyoruz. İki evlâdımız oluyor, aynı derecede iken birbirinden değişik terbiye veriyoruz. Bu iki terbiyenin ıztırarı işte bu iki mad dedir. Bu da iddiamız üzere, dünya ve âhiret saâdetimizi ihtiva eden İslâm Dini ve bu meselede te'lif edilen krtablar bu Islâm milletinin dünyevi ve uhrevî ihtiyaçlarını asrın anlayışına susturacak ve bu ihtiyaçlarımızı temin edecek kadar, ne yazık, Türkçe bir kitaba sahip değiliz. Ben Türk olarak Garp felsefesinden kopan Garp Felsefesine karşı, akidesine karşı mücâdele edecek dilimde bir kitabın varlığına kani, değilim. Ve bir tek kitaba mâlim değilim, işte ciğerlerimizi yakan, memleketi tefrîka٠^a sokan budur. Memleketi izmihâle götüren budur. İşte yine burada bir ted bîr P'.Ksandfr. Yine burada adam düşünülmüştür. Tetkîkat ve te’lîfat demek, arap dilinde herhangi bir dilde bilhassa İngilizcede bugün İslâmî eserler daha çoktur. Efendiler! Türk dilinden de çoktur. Binâenaleyh İslâmî tetkik ve te’lîfatı biz Arap kitablarından aradığımız gibi Ingiliz kitablarından da alacağız." "Ali Rıza Efendi (Amasya): — Nazar-, dikkate alınmıştır." "Hüseyin Avni Bey (devamla): — Onun için efendiler! (Nazar-ı dikkate alınmıştır, sesleri) Müsâade buyurun, lüzumlu tedbîrler nazar-ı dikkate alınmamış tır. Hoca Efendi, emîn olunuz ki; yine ihmal edilecektir. Yalnız beni soğuk kanlılıklı lyt dinleyin. Şimdi kabıl.i inkârdır ki, mümkün değildir ki; hiç bir zaman bir t٣ı؛٠٠٠١؛n kendi lisanı diğer bir milletin lisanına dönüşsün. İşle 1300 seneden ben Müslü man olan Türkler Arap Dili.ne vukuf peydâ edememiştir. Esâsen dinimiz bizi icbar etmemiştir. Fakat, maalesef, diyeceğim ihmal edilmiş ve bundan beş-altı asra ka dar çalışmış ulemânın kitabları olduğu gibi kalmış, biz bunlardan bir zerre ve bir katre alarak tedrici sûretie kendi çocuğumuza lam bir felsefe, tam bir akide vere cek şeye mâlik değiliz. Böyle sendeleye sendeleye. başı-boş şarkın medeniyetin-
Ş E R İY E V E E V K A F V EK A LE Tt K ALDIRILIYOR
285
Bunun cevabin, kim vere^llr Elendiler? §؛md؛kj Çer.iyye Vekili değil, bUlUn ÇeyhU. Ilslâmların lakîb ettikleri mUşevve? yol fecaatiyle karşımızdadır, ne yapmışlardır? Ancak ölgün bir fikir bırakmış. Diğer tarattan Garba akmak ızdırabını, İhtiyâcını duymuşuz. İşte Efendileri Ben Oyle te.rfat ve tetkikat istiyorum kı ؛akide ve şâir muamelata beni Garptan müstağnî bulundursun. İşte bugün Garb٠tan müstağni kalamayan bizler oraya gittiğimiz zaman a^a. mızdan bir tokat vuruyorlar. Bu boşlukta kalmış millete Allah acısın ve insaf ede. Ilm. Cehalet aiimlyZ. Bu milleti yürüteceğiz demek i؛؟n şu mevcut te'lifat ve tetkl. kat ne ise bize onu çıkarın. Bize serpin efendiler. Yoksa başı.toş bir tazyikle "al. mayacaksınız", ben irfan alırım. Efendileri Ne vakit almam? ?ark beni Garpsan müstağnî bulundurduğu zamani (Bravo sesleri). Efendim, bize diyeceksiniz, alma. Sizin İçin bir vicdandır. Almayın diye Garptan kıskanacaksınız. 0 da sizin dini vazifeniz icabındandır. Beni Garptan kıs. kanmayan müslümana, ben müslUman diyemem. Evet, beni Garbtan kıskanmalı. Eakat İhtiyâcımı tatmin etmeli. İşte görüyorsunuz ki ؛bugün yine resm.i geçit yapı* yorsunuz. Var mı yok mu? BugUn iman etmemiş bir adam "senin kitabında ne var, hüner var mıdır?" deyince "varmış" diyorum. "Vardır" diyemiyorum. ؟Unku bil. miyorum kil Bir esere mâlik değilim kil Hilafeti ihraz etmiş, asırlardan beri dinin ha. misiyim, diye İlân etmiş olan insan, kendi de Türk olduğu halde bir kitaba mâlik değil. İşte Efendiler, tetkik ve te.llfat en mühim ve muazzam derdimızdir. DUnya saadetini nasıl tekeffül etmiştir, maddi bakımdan göstermeli. İşte Efendiler, bizde bir hayal kalmıştır. Bir efsâne diyorlar. Efendileri Efsâne diyorlar. Efendileri Efsâne diyene karşı ben hakikati, gOsterecek ikna' edecek iktidarı hâiz değilim. Gerçi Ara^a'da varmış. Ne fayda ki ؛Türkçe'de yok. Onun İçin bu ihtiyaç filim gibi önümüzden geçiyor. Tetkik ve te'lifat şu matbua ve teşküâtı, şu felsefeyi gocuklarımıza bırakmak İçin eser neşr edilecek olsayd. vprcfdım. efendiler. Ben bugün 12 kişiye bu parayı versem ne yapacaklar? Bu pd٠<ı Oü.dya İş görmemek İçin mi konmuş? Koyarken demek hiç bir şey düşünülmemiş. Bura, da arkadaşların fiimmetiyle üç kişi on kişiye tebliğ edilmiş, fakat ou ihtiyacı tatmin edebilecek mi? Ve bu on kişi bu vazifeyi yapacak mıdır? Cihanın fei>؛٠٠١H١١.fi، ٥٧٠ nun huzurunda diz çOktUrebilecek miyiz? Ben mahdud bir fikirle hiç bir d^ıceye bağlı kalamam. Herkes de 0 sınırlı felsefe önünde diz çöksün. Aksi takdirde ıntısa. bımı iddia edemem. Çürük zihniyetle yaşayan insanlar kendini insan tasavvur et. mesın. Din Oyle değil, efendileri Bunun İçine üç.yuz milyon insan girmiş. Bunda fazilet olmasaydı, acaba herkes deli mıdır ki İçeri girsin? Bunları cevabsız bırakmak günâhtır. Biz Türk milletiyiz. Bunu bilmeliyiz. Bunu bilmek lâzımdır. Efendiler. Bu 10 kişi bu ihtiyacı tatmin edemez. Ya bUyuk bir teşkilât kurunuz veyahut bii olamaz. İşte nur vardır. Yok diyenlere karşı onu isbat etmek lâzımdır. Cihadın ma. nâsı budur." "Alf Rıza Efendi (Amasya) ؛- Biz para verelim. "Hüseyin Avnl Bey (devamla): - Efendim, verelim. Fakat bu şekil İş gör. mek İçin düşünülmemiştir. Bu. çürüklüğü devam ettirmektir. Falan, falan âlim çalışıyor. Bakin Efendiler, telif ve terceme heyetinde şu kadar, âlim meccânen ga. !ışıyor. Bakin Efendiler, te’Rf ve terceme heyetite şu kadar âlim meccânen çalışı.
286
c u m h u r iy e t d o n e m i d in ٠
il iş k il e r i
yor. Şunu basmak İçin, para İçin galdik deselerdi, isledikleri kadar para verirdik. E!endim. Tü^çe^e şu lerceme edilmiş deselerdi, yine para verirdik. Bugün İş gO" rülmemiştir; 9و ؛ ؛ 9 وآ AH R٠z٥ Elendi (Amasya): — Allah aşkına kim maaşsız İş görmüştür. Onun da nelsi vardır." "Hüseyin Avnl Bey (devamla): — Tabii dnu istesinler. Elendi Hazretleri! Eski zamanda hiç bir hdcanın bütçeden maaşı y.ktu. Ve halkımız yine dnlan müstağni bırakmıştır. Onlardan kaç kişi maaş alıyor? Hralar bütçe ile geginmiyor. Daha acı yarayı arz ^eceğim. Yalnız şu madde üzerinde arz ediy.rum. Milleti bu halde bırakmamak ^ynunuzun Ocudur. 0 da laila değil, hüner ve mağri. letle, hikmet ve lelsele ile olur. Bunun dışındaki sözleri kimse dinlemez ve atar gider Bunun vebali toynunuzda kalır. (Bravo, sesleri.) "Mazhar Mûfll Bey (Hakkâri): - Hüseyin Avni Bey. bu heyetin azlığından bahis buyurdular. Zannederim bu bahis mevzuu olamaz. Onu 0 gün söylemeliydiler. Takrir geçen celsede yüce tasvibinize iktiran etmiştir. Bunu ise 0 gün sOyleyeydiniz. Azâ azdır. sayısı, teşkilâtı daha büyük olmalı demeli idiler..؟؛ (...)
"HacI llyas Sami Elendi (Muş): - Diğer bir arkadaşımız bu azdır, küâyet etmez diyor. Eğer kilayet etmez denilirse bendeniz. Tetkik ve Te.lîIat-1 Islâmiye Heyeti üzerinde söz söyleyeceğim. Müzâkere mevzu.u da budur. Bendeniz diyeceğim ki: bir çok Isiami eseri, Tü^çe'ye terceme edecek, neşredecek olan bir heyetin üç kişi, beş kişi diye sayısı üzerinde söylemekten ziyâde bunun kemiyeti üzerinde söz söylemek daha uygundur. Bendeniz diyorum ki, bu tabir altında şey vardır. Bunun ifade ede^ği manâ bu ise üç de kâfidir. Bunlar İslâm akaidini terceme edecek, bizi ٠ hedefe sevk edecek şâhısların şartlan nedir? Bunlar söylenirse hiç bu gibi şeylerin a^ına mahal kalmaz. Neticede gayet iyi şeyler olur ve yarin, mesele bu delidir, denilebilir." "Abdülgafur Efendi (Karesi): - Efendim. Vekâlet takdî ettiği bütç^e. esbab-ı mücibe lâyihası vardır. Bu. maksadı temin etmiştir." -Reis: - Efendim, sözünü kesmeyiniz, hliçin sözünü kesiyorsunuz? Devam etsin, söylesinler, sonra da siz söyleyin." "Hoca Ilyas Sam. Bey (Mu۶ devamla): - Efendi.m, bendeni ؛d^oruı^ k! umümî hey'eti^ızı pek mükemmel bir şekle sokacak, göz on.ünde göz٧ken bu İlmî ve dinî teşikiat —kı Hüseyin Avnt Bey.'în ve onun gibi alabaşların ruhun٧ tatm.in edeCek^ olan bu tH؛-k)iâım yapılmas'ı İçin ihtisasın şartlarına riayet ederek, r^akE ^ ةı !ائ؛^يr h ^ ﻫﺎ: r اىﺑﺖı r i : ± ا: ö r r ﻷo؛a f م: : ه:âzarı■اﻫﺎr1لe^:latﺀı^ﻗﺚik:|:: f٠ ! d?٥٧!ös٥٠î9eÇ|re؛n ال6ﺋﻪsonra : übırdaV ;اf ٠ﻪn ﻘ؛٠^ ﻓ٠w / - سi l;^ ٠>ال٠:;7/l^m;U٠ 'ا- ا5 ﻫ ﺎ7ل/ / . ..diye teşkîl edilen ve bir dâire et^kilannda^şf; teşkilatından baş.
آ٠
S e lm
^ a d .
.A nk«
c. 20, 8. SIS. *h . 2721 ..2 ؤ٠ Eylül 1338/1922 Matbuat ١٠ istihbarat Mattoası
Ş E R .ÎY E V E E V K A F V EK A LETİ KALDIRILIY O R
287
ka bir işd yaramayan bir müessase vardır biiir misiniz? 0 zaman bunun manâsı gayal yUksek mUJâhaza adlierek yaplimıştır. s.nra oradan buradan, sırf iâşe adli, mak maksadıyla, bir lakım adamlar getirilmiş, oraya getirilen insanlar maksadı te. mîn edememiştir. Bu teşkilât yarin bUyUk İslâmî ve dinî kararlar arelesınde hakîkî bir müessir olacaksa, şimdiki gibi şahıslar hesabına mukaddesattan bahse mey. dan vermeyerek ve hecesi metîn kararlarına sürükleyecektir. Binaenaleyh Eten, diler, böyle bir teşkilât olacaksa, bu teşkilâtın, bendenizce, olması lâzımdır. Et" kâr-ı umumîye dinî, örfî İçtimaî muhtelit tikirlere. cereyanlara kapıldığı zaman ki, bu heyet bütün kahramanlığı ile meydana ؟Ikacak ve diy^ek ki ؛dinin, mukaddes tanıdığımız şeyin, vechesi budur. Halbuki terdin buna karşı söz söylemeye hakki yoktur. Bu teşkilâttan maksad bu mudur? (Budur, sesleri)." "Abdülgatür Etendi (Karesi): - Millet bundan sonra yiyecek olmayacak, tir, inşaallahl" "Hacı ilyas Sami Etendi (Muş) ؛- Şimdi bu maksada vusUl İçin "cömertlik, varlıktandır." düstUru, maksadı te.mîne kâtî değildir.ﻻmum MUslümanlara şâmil olacak bir mUesseseye adamlar getireceğim, demek değildir. (٥ yle demedi, sesleri). Binâenaleyh, maksadın bu olduğuna gOre bu şâhısların şartlan, lierhalde muhtelit tenlerde, muhtelı.t mesleklerde ihtisas kazanmış olmalarıdır. Bunlar, te. nevvUr etmiş insanlardan olmalıdır. Yalnız arabî ilimlerdeki İdmanı ile değil, ayni zamanda Garp ilimlerindeki ilm ve telseteyi de idrak etmiş bulunmalıdırlar. Eünûnu idrak etmemiş, İlmî araştırmalarda bulunmamış zatlardan olmamasını rica ederim. Bu, şu şekilde kayda geçsin. Benim en maksadım, bunun tahkîkid.f. bu söylenilen sözlerin ve şartların zabta geçmesini ve yapılacak teşkilâtın bununla kı. yas edilmesini ve buna göre hareket edilmesini bendeniz, teklît ediyorum. Bunun kabulü zarurî ve muvatı^ır." "Reis ؛٠ Etendim, müzâkerenin kitâyetine dair Konya Mebusu Musa Kâ٠ Zim Etendi'nin takriri var. Reyinize koyuyorum."
(Reye konulup, kati görülmüş ve Tetkîkat ve Te'lîtat Heyetinin bütün azalan, nın maaşlarının ayni olması kabul edildikten sonra medreseler taslına geçilmiştir.) "Mustafa SabrI Etendi (Siirt) ؛- Söz istiyorum. Etendim. Medâris-1 ilmiye ile Dârü'l.Hilâte Medreselerinin gerek tedris usullerinde ve gerek idare usullerinde ikilik var. Ma.lUmunuz zamanın icabatı olan bazı derslerin Dârü'I.Hilâtet'1-Aliyye Medresesine İlâve bilmişti. Halbuki MedâriS'i llmiye.de yok. (Ne gibi sesleri). Usül.ı inşâ, mükâtebe.1 re.smiye, mUkâtebe.i arabıye, Medâris-İ llmiye'de var mı. dır? Tabiiyat var mıdır? Tedris usûlü böyle eskisi gibi IS sene devam edecek mi. dır?" "Ali Rıza Etendi (Amasya) ؛- Programlarına bakiniz, kalkmıştır, onlar." "Mustata SabrI Etendi (Siirt) — ؛Ya Medâris-İ ilmiye olsun, veyahut Dâ. rü.l.Hilâtet Medresesi olsun hor halde bunun ikisinden biri iyidir. Bir taraha bir ş ٠. kil. diğer taratta bir şekil. Bu tedris usûlüne son verilmelidir. Dârü'l-HılâtetnAlizede okunan iyi ise onu kabul ^elim. Bu ikilik n^ir? Buna dâir ؟er'iyye Vekili H^retlori medreselerin gerek tedrîs usûlü ve gerek İdâre usûlü hakkini ^ y a . natta bulunsunlar."
288
c u m h u r iy e t
D Ö N E M İ D !N . D E V I E T İL İŞK İL E R İ
"٠١1a^h٥٢ Müm Bey (Hakkâri): - Reis Bey ؛Usûle dâir sOyleyeceğim. Bu ات.ﻟﻖ٠ ﻫﺎ ? ه٢ r?٥٠l١ında geçen celsede uzun uzun sOylenmi ؟ve cevaplan verilmiştir. Bu deta müzâkere olunaMk şey encümene havâie edileH zamdan ﺋ ﺂ3ز6« ﺀ' ذbunlar geçli." Mustata SabrJ Etendi (Siirt): - Böyle yalntz rakamlar kabul etmiycruz." Mazhar Müfît Bey (Hakkâri): — Geçen deta bazı arkadaşlar sordular, cevabim da aldılar, sen de dinleyeydin. (Gürültüler)" "Reis: ~ Böyle müzâkere olmaz ki etendim." "Retik Çevket Bey (Saruhan): - Mazhar Mütît Bey.in söylediği bu hususta varit değildir. Müzakere edilip kanaat hasıl olmalı ki ondan sonra..." "Mazhar Müfît Bey (Hakkâri): - Efendim, zammı meclis kabul etti. Al bu. nu, kabul ettik, dedi. Biz de İlâve ettik getirdik. Neyi müz^ere edeceksiniz?" "Mustafa Sabri Efendi (Siirt): - Efendim, bütçe esnasında her şeye iti. raz edilir. Gerek tedrîs şekli, gerek İdâre şekli hakkında elbette izahat isteriz." "Hüseyin Avnl Bey (Erzurum): - Mazhar Müfit Bey değil, bu itirazı Çer'iyye Vekili Efendi Hazretleri yapsın." "Mazhar Müfît Bey (Hakkâri): - Usûle dâir herkes itiraz edebilir." ٩ edrîs8t Müdürü Hamdi Efendi: - Sabri Efendi Hazretleri iki medrese, den bahsettiler. Şer.iyye Vekâleti'nin iki medresesi vardır. Birisi DârU'I.Hilâleti'1. Aliyye, diğeri Medâris-İ ilmiye buyurdular. Dârü'l.Hılâfe Medreselerinde yeni ilim ve fenler tahsîl edildiği haWe Medâris-İ llmiye.de yoktur, buyurdular. Halbuki bu asla ^y le değildir. Bir defa Dârü.l-Hilâfe, demek, Medâris-İ llmıye.nin tekâmül etmİŞ bir cinsidir. Ve bu 133. (I914)'da neşr Çilmiş bir nizâmnâme ve yahud bir kanun ile bunun bütün idâresi. bütün tedrîsatı tâyin ve tesbit edilmiştir. Umumî harbte bütün medrese talebesi de diğer mektebler talebesi gibi asker olduklarından Anadolu'da bulunan medreseler tamamen kapanmıştır. Fakat Dârü.l-Hilâfe devam eden Anadolu'nun 15. yerinde Dârü'l-Hilâfe açmışlar, yani medreselerin is. lâh edilmiş şekli 15 yerde tatbîk edilmiştir, ؟imdiye kadar 0 şekil devam ediyordu. Geçen sene Yüce Meclis Harb-İ Umumî (Seferberlik) esnasında kapagmış olan med.reselerin İhyâ edilmesi İçin tezahüratta bulunmuş ve bunun nizâmnâme, si tensıb edilmiş, yakılmış, bugünkü ilmiye medreselerinde tamamiyle değilse de Dârü.l-Hilâfe'de okunan d'erslerin hemen' hepsi konmuştur. Riyâziyat vardır, tarih vardır. tabiiyat vardır. Yalnız yabancı dil yoktur ki. 0 yabancı dil g©؟en sene hangi sebebe istinat ettiğini bilmiyorum- Dârü'l-Hilâfe Medreselerinden, ؟aatte^ essUf. kaldırılmıştır. Fakat bu ne için kaldırılmış? Kim kaldırmış, niçin kaldırm^؟؛ Kimse bılmiyor. Bendeniz bu sene yabancı dili k>üt^ye koyd٧m Encümene teklif ettik. MaaleSef encümen kabul etmedi. Halbuki bu yabancı dil mutlaka medresele: 7 e k0 nn٦alıclır. Çünkü İstanbul’da bulunan Dârü٠ l-H؛âfe Medre؛ele؛٠inde yabancı ؛.il tedrîsatı dovan^ ediyor. Nizâmnâmesi de vardır. Frans^ca İngilizce, Rusça. Aln;؛ rnullaka bu dört dilden ؛İ ؛ni öğrenmek ا٠ا:اه ﺀأا: ﺛﺎ٠f ; ؛: cümen kabul etmernıştir ﻳ ﻼ ﻫﺄا ت ! س ! ة٧ y٠n٠ ıs٢3 ؛la :|c٥ ٠٥؛y . : : . ﻫﻴﺌﺎ ﺀا0\ ؛ ﻫﻪ:
yonim. Wutlaka'Dar٠û؛-Hilâf٠ Medreselerine yabancı dil konulmalıdır. Sonra Efen-
ŞER.fYE VE EVKAF VEKALETİ KALDIRILIYOR
289
dim, ilmiye medreselerine gelince bunlar mutlaka bu halde kalmayacaktır. Medâ. ris-i llmiye'ler, Dârü'l-HIlâfeler ile birleşeceklerdir. Fakat bunun mükemmel olanı, mükemmel olmayanını mutlaka ortadan kaldıracaktır. Eğer Medâris-i İlmiyeler mükemmel ise. Dârü.l.Hılâfeler kalkar. Medaris-i İlmiye kalır. Eğer Dârü.t-Hilâfe Medreseleri mükemmel ise öbürlerini ortadan kaldırır ve ikisi birleştirilir. Bir mües sese haline getirilir. Ve bugün bunun esası konulmuştur. Medâris-i İlmiye ve Oârü'l-Hilâfe ayrı ayrı olmayacaktır. Her ikisi bir hale gelecektir. Medâris-ı llmiye'ye yeni ilimlerin konulmasına sebep de bundan ibarettir." "Mustafa SabrI Efendi (Siirt): — Bir talebenin tahsil müddeti kaç sene devam edecektir? Ibtidaî Oalıil Medresesinden icazet almış bir talebe ruûs mud. detine dahil oluncaya kadar kaç sene devam edecektir?" "Tedrisat Müdürü Hamdı Efendi: — Efendim, Dârü'l.Hilâfelerın dört kıs mı vardır. Birisi "/hzar/" yani ilk mekteblen mezun olanlar oraya alınır. Yahud hiç olmazsa üç senelik bir ibtidaî mektebi ikmal etmiş bir efendi oraya alınır. Orada üç sene kalacaktır. Sonra " Ib tid a î H â ric "e geçebilir. Ondan sonra "A//٠"kısmına geçer. Üç sene de orada kalır. Bu sene " A lî K ıs ı m " a n c a k iki yerde açılabilecektir. Biri "e lA z î z " ö a , diğeri de " K o n y a " d a . Binâenaleyh tahsili de "12" senedir. Bir de ihtisas kısmı vardır. O ihtisas kısmı üç senedir. Orada bir talebe tahsilini ikmal ile ihtisas kısmını ikmal eder. Ondan sonra kendisine ruûs verilir." "Refik Şevket Bey (Saruhan): — Hamdı Efendi burada "21" tane yabancı dil muallimi görüyorum. Encümenin de kabul ettiği görülüyor." "Hamdı Efendi: — Encümen, rakamlarını isabetli diye kabul etmiş, Fakat parası konurken koymamıştır. O suretle geçmiştir." "Refik Şevket Bey (Saruhan): — Efendim, bunu kabul ederseniz Umûmî Muvâzeneye geçirmek meselesi kolaydır. Madem ki encümen kabul etmiştir." "Hamdl Efendi: teşekkür ederiz."
— Biz de böyle telâkki ediyoruz. Meclis kabul ederse çok
"Hüseyin Avnl Bey (Erzurum): — Mazhar Müfîd Bey müsaade ederlerse bir nokta-i nazar arz etmek isterim. Efendiler! Elimizde bir program var. Ki göste rirseniz bu program bir kaç asırlık programdır. Son zamanlarda da İstanbul'da bir program yapıldı. Farz ediniz ki. mektebler kapandı. Bu İslâm Ümmetinin doktora, san.atkâra lüzumu yok mudur? Demek programımız her an, her sene için yenilen mek ihtiyacı karşısındayız. Bu dinimizin ahkâmı icablarındandır. Bir kere demin söz başlarken bizde en mühim yara çocuklarımızı çocukluğundan itibâren arala rında hiç bir mesele olmadığı halde birbirine zıt bir şekilde bulundurmaktır. Benim bir kardeşim var, hâfız. Ben avukat. Sırt sırta veririz Birbirimizin yüzüne bakma yız. (Gülüşmeler). Sebebi nedir? İkimiz de bir babanın evlâdı, ben de o ismi taşı yorum. Ve benim boynumu kesseler ismim değişmez. Akidem de odur. Ne ise or tada ne var? —Allah tarafından demiyeceğim, hâşâ!— bize nifak için bir belâ gel miş. Bu belâ nereden gelmiş? Bu bela cehaletten geldi. Efendileri Bu dünya ve ahıret saadetinin mevcut olduğuna kani, bulunduğu muz dinimizin ahkâmı dahilinde dünyevî ve uhrevî ihtiyaçlarımızı lemîn edecek eserleri dilimizde bulamadık. Bugün İlmiyeye intisab eden adam, maddiyatta müs.
290
CUMHURİYET d ö n e m i DİN ٠ DEVLE!' İLİŞKİLERİ tağni görünmek ister. Cübbe giymez, yemek yemez. Çalışmaları öyle bir hazırlık ki; hiç bir ihtiyacı temine muktedir değil. Vazifeleri yalnız nasihat, öbür tarafla di ğer bir kısım da kendini lâkaydiye (umursamazlığa) bırakıyor. Şimdi rica ederim iki tarafın beşeriyete yaptıkları, hizmet midir? Bir millet tıptan anlamaz, san.attan anlamaz, sonra felsefeye nasıl geçer? Bir kısım için olsa kabul olunur. Fakat umûmî düşünce böyle olursa ne dereceye kadar doğrudur? Bir kere hayat için maddî ihtiyaç, ondan sonra manevî, ruhî zevk. Bunu tatmîn etmek için bu prog ramlar kati olarak kâfî ve doğru değildir. Demek ki, Efendiler! Bu ilk tahsil değil, bu yüksek İlimleri tahsil için ibtidâî ve talî tahsilinden sonra bu devletin arzu ederim ki. on yerde leylî ilahiyat Mektebi ol sun. Bana nasihat için değil, efendiler. Allah'ın Kitabı, bunun üstünde hiç bir kuv vetin olmadığını isbat edecek, nurlu ağızlar bütün insanlığa felsefesini huzurunda diz çöktürecek bir merci' olsun. Böyle anlarım. Hatta bundan elli sene, yirmi sene önce icazet almış hoca efendiye zor ders okuturum. O. İlahiyat şubesinde her se ne imtihan vermeye mecburdur, öyle gelişi.güzel latayı giyip sarığı koyduktan sonra artık âlim böyledir. demek değildir.. .Bir şeye yaramazdan, bir şeye yaramaz gibi değil, bu her sene imtihan ve recek o yüksek merci'deki, tâ kıyamete kadar bekâsını iddia ettiğimiz dini hayatı nız, mekteblerinizin noksanlarını ve beşerin maddi ve manevi ihtiyaçlarını da te'min ediniz. Mektebler yanlıştır. Efendi, Dârü'l-Hilafeier noksandır. Yanlış yola götürür bir mektebtir. Bizim Maarif Mektebleri de öyledir. Müslüman mektebleri de noksandır. Ona göre ihtilafa sebeb yoktur. Mademki müslüman çocuklarını kabul etmişsiniz, açarsınız bir mektep, dinî ihtiyaçları nedir, dünyevi ihtiyaçları nedir? Orada kardeşçe yetiştiriniz. İhtisas meselesi geldiği zaman açarsınız diğer bir leyli mektep. Gelişi-güzel hoca efendinin okutması değil. İmtihan verir. İlmî kudreti olan bir heyetin huzurun da her sene ilmini, ehliyetini isbat etmedikçe ders okutmak, va'z etmek hakkını
vermeksiniz. ٠
İşte E(٠- ٠٠١o ٠.Hf' Hastalık nereden? Bir kere aramıza nifak sokuyoruz. Birbirin den böyle mahrum iKİ zihniyetle yapılan mektebler böyle his ve hükümdarlık entri kası, rr it٠ıi oynatmak için yapılan tuzaklardır. Bunlar mektep değildir, Efendileri (Bravo, sesler i Hükümdar kendi nefsi bazlarına âlet etmek ve câhil insanlar yetiş tirmek için bir kaynaktır. Efendiler, buradan âlim çıkmaz! Onun için Büyük Millet Meclisi. Müslümanlığınızı da kJdia ediyorsanız, kitabınızın kudsiyetini iddia ediyor sanız o kitabın kudsiyetini izhar edecek merci' gösterin. Böyle nifak tohumu mahi yetinde olan, cehalet menbaı olan yerlere Darü'l-Hilafe adını vermeyiniz, efendi ler. Efendileri Bu programlar hangi ihtiyacı te'mîn edecektir. Müslümanlar melek midirler? Hayır, Islâm'ın esaslarında Peygamber diyor ki: "Önce beden ilmi, sonra din ilmi.. Bu noksanları ikmal eden kimse cehaletten uzaklaşmıştır. .Mûftt Efendi (Kırşehir):
— O hadîs-i şerîf değildir..
”HOeeyln Avnl Bey (Erzurum ): — Hadîs olmasın. Temenni edeceğim şu dur: Biz küdsiyyetine kanîîz Bu feyzi birinden mahrum etmeye ne hakkınız var? Eğer nursa bütün millete niçin saçmıyorsunuz? Mektebi ayırmak, ihtilâf sokmak,
ŞER.ÎYE VE EVKAF VEKALETİ KALDIRILIYOR
291
bu mahiyetteki mektebe para vermek günahtır. Dersiamlarını bile bilmezsiniz. Orada gelişi güzel bugün mektep açacağız. Muallim nerede, kim okutacak? Yirmi senedir icazet veren o adamın ilmi bu asrın ilmini kâfil değildir. Çünkü kendisi bu asrın İmtihanını vermedikçe onun huzuruna talebe vermem. Sonra Efendileri Mektebte talebe noksan, o adama neden dinî, dünyevî ve uhrevî bilgisi nedir, hük. mü nedir, onu dinî malumatı esirgiyorsunuz, açarsınız bir mekteb. ona bir kere tet kik ve umûmî programını tesbît edersiniz. Bu nifak ocağı mâhiyetinde olan eski teşkilâtları yıkar, hepsini birleştirirsiniz. Büyük Millet Meclisi vahdet üzerine yürü türse vazifesini yapar, ibtidaî ve talî kısımlarını ikmal ettikten sonra âli kısımlarda meslekler ayrılır. Herkes istidâdına göre ilâhiyat. tıp, hukuk, riyaziye... ilh. ihtisas şubelerine tefrîk olunurlar. Eğer böyle vazifesini yapamaz, mâzinin hatası içinde yuvarlanırsa, ebedi izmihlâldir. Efendileri Başka bir şey söylemem.. "Şer'iyye Vekili Abdullah Azmî Efendi: — Hüseyin Avni Bey tam zıddıyle tesmiye ettiler. Bu mekteb esasen ikiliği kaldırmak ve nifak ocağını yıkmak için dir." "Hüseyin Avni Bey (Erzurum): — Şimdi üçiük vardır. Mektep, medrese. DârüTHilâfe..." "Şer'iyye Vekili Abdullah Azmî Efendi: — Ulûm ve fünûn ile dinî ilimleri cem. etmek maksadıyla bu mektebler açılmıştır. Esasen ikiliği thdâs eden biz de ğil, Tanzimat'tır." "Tanzimat'a gelinceye kadar tabîb de, her şey de bir yerde yetişiyordu. Tan zimat ile bunlar ayrılmıştır. Meslekler tutulmuştur. Bugün Hüseyin Avni Bey.in bü yük bir dikkatle vâki' olan beyanatlarını tahlil edecek olursak, acaba ihtisas mekte binden başka hangi mektebte tıp ilmi tahsil olunabilir? Yani herhangi bir maarif mektebinde tıp tahsil olunur da tabib olunur mu? Rica ederim? Binaenaleyh bura da tıp tahsili olmadığından dolayı bunu nifak ocağı sayarak buraya nifak yuvası demeleri, gayet insafsızlıktır. Ve haksızca bir ta'rizdir." "Hüseyin Avni Bey (Erzurum): hakkında konuştum."
— Yanlış anlamışsınız. Ben umumi tahsil
"Şer'iyye Vekili Abdullah Azmi Efendi: "Hüseyin Avni Efendi:
٠— İyi dinledim, Efendim٣
— öyle demedim."
"Şer'iyye Vekili Abdullah Azmi Efendi: bilmiyor."
— öyle ise öfke ile ne söylediğim
"Hüseyin Avni Bey (Erzurum): — Hayır, biliyorum efendim. Dârü'l-H.id.e iyi bir kanaatle yapılmış mekteblerdir. Çünkü Tanzimatlan sonra mektep, medre se adı ile ikiye ayrılmıştır." "Şer'iyye Vekili Abdullah Azmi Efendi: — Bu ara yerdeki münaferetın gittikçe derinleşmekte olduğunu gören nazar sahibleri bu ikiliği birleştirmek ،çın or taya Dârü'l-Hilafe diye bir şey atmıştır. Her şey tekamül kaidesine labi.dir. Bu da henüz ihtisas mektebi açılacak derecede terakki etmemiştir. Çünkü bu mektebler açılalı henüz beş-altı ve yahut sekiz senedir. (On sene, sesleri) Binâenaleyh bu maksatla açılan bir mektebi I s s a t ocağr.tabiri ile levsif etmek insafsızlıktır."
292
CUMHURtYET DÖNEMİ DİN - DEVLET İLİŞKİLERİ -Hüseyin Avnl Bey (Erzurum): — O sözü gen alın Efendi Hazretleri! Bendeniz, öyle demedim. İkiliğin fesat olduğunu söyledim. Fesat saçmak İçin hü kümdarların yapmış olduğu şeylerdir. Yalnız medreseler değil, mektebler de o zih niyetlerin mahsulüdür, diyorum." -Şer’iyye Vekili Abdullah Azmî Efendi: — Bunlar hükümdarın hükümlerma olduğu bir zamanda yapılmamış. Bunu millet hakkını hükümdarın elir١den aldı ğı bir zamanda kendi arasında düşünmüş, taşınmış ve bu şekil mektebleri koy muştur. Medreseler tekamül kaidesi icabınca tekamüle tâbidir. Liselerde tahsil olunan butun tenleri ihtiva ediyor. Bunun neresinde bir mahzur var. Yani ortadan bu ikiliği kaldırmak için ortada ne gibi engel görülüyor? Binaenaleyh DarüTHilafe Medreselerini çoğaltmalıyız. Eğer Hüseyin Avni Bey bu ikiliği kaldırmak istiyorsa, bu Darü'l-Hilafe Mekteblerinin çoğaltılmasını teklif etmelidir" "Hüseyin Avnİ Bey (Erzurum): Tevhîd edelim, ihtilâf kalksın, diyorum."
—
Mektebleri birleştirelim, diyorum.
"Şer'lyye Vekili Abdullah Azmî Efendi: — Bu tevhîd. sonradan tekâmül yolu tutulduktan sonradır. Ya o onu ortadan kaldıracak, ya o onu." "Hüseyin A vnl Bey (Erzurum): — İşte bunu bekliyorsanız bu olmaz. İhti lâfın devamını arzu etmektir. Maarif Vekili anlaşınız Efendi Hazretleri!... "Mustafa Takı Efendi (Sivas): — Hüseyin Avni Bey biraderimiz iki muhte lif terbiyenin memleketimize soktuğu zıtlıktan bahsetti. Tezattan bahsetti. Gerçek ten bu bizim en büyük derdimizdir. Evvelce mektep medrese farkı yoktu. Gerek mektep tâbir et, gerek medrese tabir et, bir tarz ile yapılmış ve bu ılimyuvalarından çıkan efendiler işlen idare ederlerdi. Hattâ devleti de onlar idare ederlerdi. Sonra nasılsa bu nifak araya girdi. Hususiyle bu nifak Tanz/Tna؛-/Hayn. ye.dediğimiz meş.ûm zamanda başlamıştır. Affınıza mağruren meşum zaman di yorum. Avrüc.anın asıl maksadı bize Tanzimat’ı kabul ettirmek değildi. Aksine bi zim perişan jimamıza, mahvımıza bir sebeb bulmaktı.٠ "Ne se onlar Islâhat ve Tanzimat diye sokuldular. Bizim hükümetimize bir takım tehditlerde bulundular, O zaman, maalesef bizim dinimiz güyâ tanzimata. İslahata salih değliimiş, gibi bütün yabancı teşkilâtı aldılar ve memleketimize sok tular. İşte mektebler ve medreseleri de muattal bir halde bıraktılar. Medreseler te rakki devirlerini çoktan, asırlardan beri bıraktılar. Sonra mektep adı ile içimize bir tefrika soktular. Onlarla yalnız Avrupa nazariyelerınl. Avrupa felsefelerini, hattâ Avrupa âdetlerini bize anlatmak istediler. Bizim o zamanki din erbabımız, ulema mız bile, ne yazık ki, bu cereyana mukavemet edemediler. Hatta bu cinayetin en büyük sahipleri, Allah rahmet etsin, Cenab-ı Hak onlar hakkında da afv.ıle muâmele etsin, o zamanki ulemâ idi. O zamanki ulemâ çıkıp demedi ki; Yahûl Bizden ne istiyorsunuz? Tekammülât mı. terakkîyat mı.? Bizden akli ilimler ve felsefe ile milleti idare etmeyi isliyorsanız, bunlar bizde yok değildir. Bizim dinimiz bunlara engel değil, işte şöyle şöyle deyip lâzım olan tedvinleri, lâzım olan teşkilatı ortaya koymadılar. Her ne sebebe dayalı ise, ihtimal ki; hayatlarından korksalar yine ben onları mes ul tutarım. Bakınız burada şu âciz adamlar hayatlarından korkmadılar, böyle bir zamartda burada toplandılar, içtima, etliler. Millete yeni bir hayal verdiler.
ŞER.ÎYE VE EVlUVF VEKALE1İ KALDIRILIYOR
293
O zaman toplanabilirlerdi. Gizli gizli teşkilatlarla bile cemiyet meydana getirip, bu suretle meydana çıksalardı. Avrupa maarKini ayrı bir şey gbsterselerdi. milletin içi* ne bu tefrikayı sokmasalardı. Büyük bir sevap işlemiş olurlardı. O zaman da o merhumlar vazifelerini tam olarak yerine getiremediler. Sonra Tanzimat'a halef olanlar da bunun izinde yürüyüp kaldılar. Ta Meşrutiyet zamanına kadar bu böyle idi. Meşrutiyette ise millet kendim toplayamadı. Meşrutiyet ilan edildi. Aman bunlar uyanacak diye korkan yabancıların her tarafından vuku' bulan hücumları ile. leca. vüzleri ile uğraşıldı. Şimdikileri ma'zûr görürüz, eskileri ma'zûr görmüyoruz. Ama ihtimal ki; onlar da bizi ma'zûr görmezler. Belki başka şeyler de vardır. İşte muhte lif terbiyeler bu şekilde içimize girdi. Halbuki hiç bir şer٦ ve İlmî unsur terakki et meye mânı değildir. Arkadaşlarımızdan bir çoğu da söylediler ki; "Hikmet bir mü.minın yitiğidir, bulduğu yerde alır." Çin'e kadar bile gider. Çın Peygamberimizin zamanında uzak bir memleket sayılmıştı. İlim için yabancı bir memlekete kadar gi dilmesine Peygamberin teşviki vardı. Dünya ahıretin tarlasıdır. Dinimiz dünyevi te. rakkiyatı yasaklamış değildir. Çünkü dünyada insan refah bulmazsa ne Halık.i bu labilir, ne dünyasını anlayabilir, ne de ahiretini tanır. Onun için dünyamız, ahiretın tarlası olması itibariyle dünyanın da imarı Allah’ın isteğidir. Hatta diyebilirim ki. in sanların yaratılış sebebi dünyanın imandır, harab edilmesi değildir. Bu da kati olan şerl ayetlerle sabittir. Ayeti hatırımda yok ki; okuyayım, dünyanın iman mat. lub.i İlahidir. Onun için de Cenab.ı Hak insanları yeryüzünde halife halk etmiştir. İnsan yeryüzünde Cenab.ı Hakkın emri dairesinde kulluğunu ifa edecek, fakat tuğyan etmeyecektir." "Meşrutiyet’ten sonra bazı himmet sahihlen bu tefrikayı kaldırmak için m٠،kteblerde dini derslerin saatlerini çoğaltmak, medreselere fenlen sokmayı arzu etti ler kı; mühim bir teşebbüstü. Şimdi Süleymaniye Medresesi.nden yetişmiş talebe, hoca efendiler göremediğimizin sebebi nedir? Çünkü orası ıbtidâî (ilk) me١٠t-o، g>. bi çocukluktan başlıyor. Yani ihzari sınıflar vardır. Medrese ne yapsın ortada okuyacak kimse yok. Altı yaşındaki çocuklar var ortada. 15.18 yaşında efendi yok ki; onları okutsun. Ona hadîs, tefsir anlatsın. Onun için ihzari (hazırlık) sınıfı adı ile üç sınıf teşkil edilmiştir. Oralara küçük talebe konmuştur Bunların hepsi çocuk, adetâ ibtıdâî mektebi gibi okuyorlar. Yalnız bir parça fazla olarak Arapça var. Ha sılı ıbtidâî bir mektebtir. Oralarda üç sene tenlerin ilk kısımları gösterildikten sonra ibtidâî Haric'e çıkıyor. Ibtidâî Hariçle Arapça ilimleri ve tenleri biraz ilerletmiş olu yor. Sonra ibtidâî Dahil.i ikmal ediyor. Ibtidâî dahih bitirdikten sonra "Sahn. ola caktır. Sahn.dan Sonra Süleymaniye olacaktır. Bunlar henüz başlamamış ışlerd Çünkü başlayacak kimsemiz yoktur. Yemden çocuk yetiştiriyoruz. Hüseyin Avnı Bey biraderimiz buyurdular ki; bu tefrika kalksa, mektep medrese lyı olur Doğru dur. Bendeniz de öyle diyorum. "Amannâ. bunun kabili varsa .. Sonra butun mek teblerden, biz dinde mütehassis adam çıkartabilir miyiz? Biz bunu hep.mtz ıtıra( ederiz ki; her meslek bir ihtisas mes'elesıdir..
٠١٠
٠
"Meselâ i.dadî ve Sultanî mekteblerinde biz dinî ilimleri, arabî lümier, m٧ kemmel bir mülâzım bir hoca çıkartmamız mümkün müdür’ Elben. mümkün de ğildir. Orada bizim göstereceğimiz yalnız ilk bilgilerdir. Akaidini bilecek kadardır. Yine biz tenleri medreseye alalım, tamamıyla alalım, oradan bir tabîb ç.kar mr^
294
CUMHURİYErr DÛNEM! DlN ٠ DEVLET İLİŞKİLERİ Efendinin buyurduğu gibi medreseden bir tabib, bir ulûm.i tabiiye mütehassisi çık. ması imkânı yoktur. Oradan tünün mütehassisi çıkamaz, bu olamam. İmkân dışın dadır. Fakat arapça ilimlerinden o kadar bigâne olamaz. Dinî ve arabl ilimlerde mütehassis olur. Onun için bunların ayrılması pek zaruridir. Sonra Hüseyin Avni Bey evvelki çıkışında biraz aşırı bir lisan kullanarak dediler ki. akidemizi tatmin edecek Türkçe bir kitap yok. böyle bir kitab görmedik. Bu kadar da insafsızlık et. miyelim. Biz noksanımızı biliriz. Evet, noksanımız var... Bunu itiraf ederiz." "Mehmet Şükrü Bey (Karahisar.ı sahip);
— İhtiyaca kâfi yok."
T a k ı Efendi (Sivas): — İhtiyaca yeterince kâfi değil. Fakat arayana kâfi dir. ..orla gözüne sokulamaz. Akidemizi tatmin edecek eserler pekâlâ vardır. İn şa... arasa bulur. Onun gözünün içine sokacak birisi bulunamaz. Bununla senin akidelerin tamam olacak diye bir teşkilâtımız yoktur. Çünkü dinde zorlama yoktur. Kendi ararsa bulur Nasıl ki; Fransızca'yı güçlüklerine varıncaya kadar arıyorlarsa, dinî ilimlerin de zorluklarını arayıp bulmakla olur. (Türkçe'de arayacak eserler var mı? sesleri). T â k i Efendi (Sivas); — Türkçe'de var. Meselâ, misal arz edeyim. Hüse yin el-C.srî Efendi Hazret.er.nin yazdığı " R is a le tü 'l’ H a m id iy e ’' a ö \\ eser Manastırlı İsmail Hakkı Efendi merhum tarafından Türkçe'ye terceme edilmiştir." "Besîm Atatay Bey (Kütahya):
— O Arapça'dan daha beterdir."
T a k I Efendi (devamla): — Onun dördüncü cildini de kendi yapmıştır. Orada ne bileyim, insanın aklını ikna edebilecek derecede deliller ileri sürmüştür. İhtimal ki; o daha sonra zuhur eden felsefî nazariyelere göre kâfî değildir. Daha sonra gelen âlimler de onu ikmal edebilir. Fakat ulemamız işte böyledir. şöyledir. diyecek kimse yok Efendil Bugün biz dokuz zattan meydana gelecek bir Te'lîfat Heyeti ve Fetvâ Emâneti Heyeti mükkemmel kimselerden ibâret olsun diyoruz. Fakat bu teşkilâtı tehir edersek gelecek sene hiç bulamayacaksınız. Bir iki tane varsa onlar da ölecek. Yoktur, yokl Bugün dünyada nerede varsa, masrafı esirge meyelim. adam celb edelim, şu İslâmî ilimleri muhafaza edelim. İşte Hükümetimiz o aman buyjk bir muvaffakiyet göstermiş olacak ve dünyada adı ebediyete kadar devam edecektir." .Vehbî Efendi (K onya): ٠ Ortada bir mesele dolaşıp duruyor. Herkesin arzusu veçhile k o n u ş u ؛dCâK bir mesele Efendiler! Peşin söyleyeyim, Hükümet ye tişeni takdir etsin. Hüseyin Avnl B ey." Biz Diyânet-i Islâmiyyeyi Türkçe den arıyo ruz. bulamıyoruz. Bundan dolayı Avrupa'ya muhtaç oluyoruz, dedi. Sorarım Hü seyin Avnî Bey'e: Avrupa'ya gidinceye kadar islediğini —içinde bulunduğu— memleketten arasaydı. bulamaz mıydı? Acaba oraya kadar yorulmakta ne manâ vardı? Ve herhangi bir hoca efendiye şer٠î bir mesele sorup da cevap alamadı mı? Avrupa'ya neden muhtaçmış? Muhtaç isen neden buradan aramadın? Aramı yorsun ki!... Peki؛... Aramamak kabahati nereden geldi Efendiler? Aramamak ka bahati hükümetindir. Hoca Efendi'nin buyurduğu gibi tanzîmat-ı Hayriye'de hükümetin koymuş olduğu ikilik milleti bu hale getirmiştir. Yoksa Islâm Milleti içinde, Islâm diyânetini, Ş erl ahkâma dair bizi tatmin ettirecek Türkçe eserler yoktur, demekle Hüseyin
ŞER.ÎYE VE EVKAF v e k a l e t i KALDIRILIYOR
295
Avni Bey mes.uliyetlen kurtu!acak mı? Hayırl Kurtuimayacaktır. Lakin hükümet Avrupa'yı takfide yekenmlşt؛r. 0 vakitten beri. Avrupa'yı takttde yeftend. ؛günden beri, bu kapıiarı kapatmak i ؟m çalışan hükümettir. Kabahat hükümetindir. Etendi, lerl s.nra Etendiler! s.rarım size! Türkçe, ؛slâm'm esaslarım yoluyla tanzim ede. cek eser arıyorsunuz. N er^en ve kimden? Hocalardan değil mi, rica ^e rim ? Be. dava kalem batıranınız var mıdır? Meccanen şuraya buraya ayak atan hanginizdir? Kimdir, söyleyiniz? (Doğru, sesleri) Ve bugüne kadar bu bahsi Meclis.؛ Mebûsan.ın, hatta teşkilinden beri bile, şu kUrsUdo kim ağzına alabildi? Sorarım size Etendiler! Bu mesele hangi günde bahismevzuu oldu. Allah'a hamd olsun, bugün her şey meydana dökülmüştür. Te.fit ve terceme ile ١slâm'ın hakikatlerini ortaya koymak İçin hangi hocaya beş kuruş verdiniz? Şimdiye kadar da ne bekli, yorsunuz? Bununla beraber Etendiler, bakin bugün resmi dairelerde musewidle. rin maaşı üç yüz kuruştur. § ٧ derecede üç yüz kunjşu kabul edeceksiniz, rica ederim. Soruyorum Etendiler ؛Hangi papucunuzun, hangi hademenizin maaşı üç yüz kuruştur. و٧ derecede üç yüz kuruşu kabul edeceksiniz, rica ederim. Soruyo. rum Etendiler! Hangi pabucunuzun, hangi hademenizin maaşı üç yüz kuruştur. و٧ bütçede mUsevvidlerin maaşı 2٠٠٠3٠. kuruştur. (0 da livalarda, sesleri) Evet, 0 da livalarda. Hüseyin Avni Bey bir şey söyledi. "Bu mefsedet ocağını, bu tıtne cağını ka. patmalıdır. Bu teşkilât yine ondan ibarettir." demek istedi. Haşâ Etendiler! Hıc bir zaman medreseler metsedet ocağı olmamıştır. Onlar daima salah ocağıdır. Yok. layın tarihi Bey Etendiler! Medreseler h'ıç bir zaman tftne ^ ğ ı olmamıştır. Frtneyi yapanlar başkalarıdır. Medreden titne çıkmaz. Çünkü medreseler İslâm'ın esasları üzerine kurulmuş olduklarından İslâm'ın esaslarında tesat yoWur ki ؛medreselerde detesat olsun!" "Atıt Bey (Bayezld):
-
Hüseyin Avni Bey böyle söylemedi."
"Mehmet Vehbi Efendi (Konya)i - Boylece söyledi. (Gürültüler) Sonra rica ederim. Ben başka bir şey söylemiyorum. Müsaade buyurun, medreseleroe tesat yoktur, diyorum." "Hamdullah Suphi Bey (Antalya): ihtilaftır."
٠ Onun dediği iki taratın arasındaki
"Mehmet Vehbi Etendi (Konya): - Varsa söyleyin. Medreselerde salah vardır her zaman... Ve her ne zamanki hükümetin başı sıkılır koşar medreselere.. Hatta Etendiler, şu teşkilâtı bu meclisi meydana getiren yine medreselerdir. Med. reselere müracaatla bu teşkilat meydana geldi. Her yerde medreselerde müracaat olunmuştur. Her yerde One düşen hocalardır. Bundan tesat mi oldu. Etendiler, yoksa salah mı? (Salah, sesleri) Sonra Huseyin Avni Bey'in bir dediğini teslim edı. ؛orum: "Bizim bundan haberimiz yoktur. Yani İslâmî hakikatleri bize göstermemiş. Siniz.. İknâ edememişsiniz. Avrupa'dan bizi mUslağni kılaydınız. Binaenaleyh bizi İknâ edinceye kadar biz Avrupa'ya gideriz." dedi, ilk Mebusan'da bizi Ayesl^anos (Yeşilköy).e biri davet etti. îsmini söylemeye hacet yok. teklifsiz konuşuyorduk. "Derdiniz n ^ ir? " dedim. "H٠٠ jm ٠ bilmiyoruz." dedi. "Çarkın ilminden, ahkamından. Diyân.l.i Islâmi-
296
CUMHURİYET DÖNEM! DlN
DEVLET İLİŞKİLERİ
٠
ye.den haberimiz yoktur. Biz gözümüzü açmışjz Avrupa'yı görmüşüz. Biz Garplı laşmaya çalışacağız ve çalışmaktayız. Siz de Islâm Dini dairesinde çalışın, milleti yürütmeye çabalayın, bakalım sız mi alet olursunuz, biz mi alet oluruz." Peki, rica ederim. Şimdi bu adamın babası da bir paşa!.. Bu paşacağtza sorsak, oğluna Fransızca, riyaziye okutan muallime kaç kuruş verdin, dinî ilimleri okutana kaç kuruş verdin, dersek ne cevap verecek? Mutlaka dini ilimleri okutana 50 kuruş. Fransızca okutana 10 lira vermiştir. (Bravo, sesleri) Bakın Efendiler! İçinizde bazı bileniniz vardır. Rica ederim. Milaslı Topal Hnmza Bey vardı. Allah ona emsalsiz bir kız vermiş. Rum lisanı okutmak için beş l.ıa, Fransızca okutmak üzere beş lira. Almanca okutmak üzere beş lira —ki cem.an 15 lira— bir Ermeni kadına mürebbiye olmak üzere üç lira, çalgı çaldırmak için bir Rum kadına dört lira veriyor. Hesap ettim. (Nerede, sesleri) Üsküdar'da!.. Hesap ettim. Ayda 2 0 şu kadar Hra veriyor. Çocuğa dedim: "Kızım bir ’' S ü b h a n e k e oku, "Bilmem" dedi. "Bir Fatiha oku", "Bilmem"."Kızım bir ihlâs oku.""Bilmem." "Amcazademe dedim ki,"dıyor. "Amcazade, ben senin neseb bakımından kardeşi nim, yani akrabayım . Ben 5 0 gün gelmeyeceğim. Bu 5 0 gün nelmeyeceğim . Bu 5 0 gün zarfında şu çocuğa bir dinî ilimler muallimi tutar, İhlâs, Sübhâneke. Fatiha V Amentü'yü belletirsin, 5 0 gün sdonra her zaman gelip gideceğim. 5 0 gün sonra gelip çocuğu bu halde görürsem bir daha ne selâmün aleyküm, ne aleyküm* selâm, diyeceğim" dedim. Şimdi 4 0 gün kadar oldu. 10 gün kadar daha durup gi deceğim ." Bakın Efeniler! Bu paraların hepsi nereye gidiyor? O çocuğun Islâm Dininden haberdâr olmamasından hocalar mı mes'ukJür? Bunda suç Türkçe med reseler bulunmaması mıdır? Medreselerin kabahati midir? Rica ederim! Bu kadar İthamın manâsı yoktur. Şimdi meseleyi uzatmıyalım. İşte Meclis bugün buna mu vaffak oluyor. Bu âzâların, Şer.iyye Vekili ehlinin arar bulur. Altı ayınız kaldı. Bu al tı ay içinde meclis kurulur, aradan bir sene geçer. Bir sene geçtikten sonra ben de sizinle beraberim. Sizinle beraber olduğumu söylediğim şu esas dairesinde bir iki tane eser bulamazsak o zaman Şer*iyye Vekilı.nin yakasına yapışacak en evvel benim (Bravo, sesleri). Fakat ortada fol yok, yumurta yokken "Bilmem bunu yiye cek yapacaksınız, bunu bilmem ne yapacaksınız, burası mefsedet ocağı, bu bil mem ٠٥ ıcağıdır" demek insafsızlıktır. Efeno.ler, bir kere mesele bitsin. Paraları verelim. Efendileri Her zaman kahr, lütuf karşısında otur. Rica ederim, lütufunuz nedir ki; kahr ediyorsunuz? Lütfunuza gör،- kahrediniz. (Doğru, sesleri) Ha! Şimdi lutfunuz var. şu bütçeye 3-5 bin lira ko> ;yorsunuz. Bunun mükafaatım islemeye hakkınız vardır. Fakat bugün değil Bir sene sonra isteyeceğiniz vardır. Şahsımdan bahsetmek fena bir şeydir. B ^ Allah'ın inayetiyle Kur'an-ı Kerîm.in başından sonana kadar Türkçe tefsirim yazmışımdır. Buyurun ."٥ "Mehmet Şükrü Bey (Karahlsar-ı sâhip):
— Bunun basılmasını isteriz.
"Vehbi Efendi (Devemle): — Rica ederim, Allah'a hamd olsun, okur yazar adamlarsınız. Alıp birer cüz. okursunuz. Beğenirseniz bastırırsınız. Hiç bir şey ıs-
20
S٠ ،N٠<٠r٠ ş ٠ rf. c 20. sayı
519 . s. 290.296. 20 Ey.ö. 1338/1.22
ŞER.fYE VE EVKAF VEKAI.ETl KALDIRILIYOR
297
temem. Hep benim yazışımdır. (Basttrın. sesleri) Mâlî kudretim tahammül etmez, efendim. "Yoktur, diyorlar da *Var" diye cevap veriyorum. Vardır, efendim vardır. Fakat para yoktur." "Reis:
— Efendim, müzâkerenin kifâyetine dair bir takrir vardır."
"Besim Atalay Bey (Kütahya): — Kifâyetin aleyhinde söyleyeceğim, efendim. Müzâkere kâfi değildir. Çünkü lâyıkıyle aydınlatılamadı. Yüce Heyetiniz bendenizi dinlemek lütfunda bulunur mu? Bendeniz, tâcir olmadan, şâir olmadan evvel medreseli İdim. Feyzi oradan aldım. Binâenaleyh ilmin hadimiyim. İki dakika bendenizi dinleyin. (Devam, sesleri). Bendenizi memnun eden şeylerden biri son senelerde medreselerin ıslahı hususunda atılan adımlardır. Fakat arkadaşlar! Bu adımınız atılırken bazı yanlışlıklar yapılıyor. İlk önce ibtidai (ilk mektep) derecesin den başlanıyor. Arkadaşlar! Her millete, her devlette terbiye, ta.lîm yeknesaktır. İlk tahsilini çocuk umûmî müesseselerden alacak, nasıl ki; eskiden de çocuk "ilk dinî bilgileri aldıktan sonra nüshaları ikmal ve ilim tahsili için Buhara'ya gitti, Rey'e gitti, şuraya gitti, buraya giti" diyorlardı. İlk bilgileri çocuk mektebte mi. medresede mi. nerede elde edecek? Milletin itim için, terbiye için te'sis ettiği müesseselerinde alacaktır. Orada memleket nasıl terbiye verecekse, o terbiyeyi aldıktan sonra, doktor olacaksa doktor mektebine dinî, ruhanî ihtisas kazanmak istiyorsa yüksek İlmî medreselere, hülâsa herkes ih tisas derecesinde bir takım medreselere gidecektir. Şubelere ayrılacaktır. Böyle daha ibtidaî derecesinde başlayarak sonunu açmamak, açamamak muvafık değil dir. Bunda her halde Hüseyin Avni Bey arkadaşımızın, ifratı mı diyeyim. —bir ar kadaşımızdır. herkesin kendi kanaati muhteremdir— hemen onun kanaatine doğ ru varırız. Arkadaşlar daha ibtidaî derecesinde çocuğa verilecek umumî terbiye, mil terbiye ve vatanî terbiye tamamiyle verilmeden evvel başka muhitlerde başka yer lerde terbiye uygun değildir. Ben candan, ruhtan arzu ediyorum ki; Islâm Dmi ku ru. mihaniki şeklini kafi olarak kaybetsin. Ben İlâhî cezbe. İlâhî vecd istenm. Arka daşlar! Ben Yunus Emre.ler isterim. Ben Ahmed Yesevî.ler isterim. Bırgivîler ist yorum. Ben Gazalîler istiyorum. Allah dediğiniz zaman vecdle yürek trtremeli. Yok sa bu tarz terbiye ile. bununla bir çıkmaz. Vehbî Efendi Hazretleri buyurdular ki "Hükümet adam yetiştirmez Mukumet yetişen adamları himaye eder." Çok doğrudur. Onun içindir ki; ben milletin bütçe sini Darü’l.Hilafe Medresesi, Fetvahane Emaneti, Meşihat bütçesi anlama", lar devlet daireleri sırasında değildir. Dinî velayet, dinî meclis, ömî ve،. - - ١ müesseseler ayrı olur. Bugünkü meclis 100 kuruş tahsîs eder, yarınki n'٠٠ciıs 50 kuruş. Belki öbür seneki 150 kuruş. Bugünkü Şer’ıyye Vekili yarın başk ab٠r fırka nın, başka bir grubun emellerinin hadimi olur. Bunları görmedik mi? Arkadaşlar! Şer'iyye Vekaleti, ne derseniz deyin, o çok yüksek, çok kudsî ve İlahî b٠r dairedir. O, devlet daireleri sırasından çıkmalıdır. Arkadaşlar!" "Tevflk Ef.rtdl (Çankırı):
— Zaten öteden beri istenen de odur."
"Baari Bey (Kartal): — Söyleyiniz, söyleyiniz. Zaten maksadınız dm ı.e devleti ayırmaktır. Fakat buna muvaffak olamayacaksınız."
298
CUMHURİYET DÖNEMİ DlN - DEVLET İLİŞKİLERİ "Besim Atalay Bey.(devamla): — Değil. Efendim! Eskiden böyleydi. İşte Islâm Tarihi! Acaba Emevîler zamanında böyle miydi? Acaba Abbasîler zamanın da da mı böyleydi? Yoksa Endülüslo mİ böyle? Yoksa Buhara'da mı böyle idi? O zamanlar böyle değildi, efendim. Iftâ Makamı mukaddes idi. Iftâ Makamı erişil mez. bir mevki İdi, muallâ idi. Kaza ile iftâyı karıştırmamak için Hz. İmamı Azam hayatını bile feda etti." "Sonra ikilik mes'elesi... Arkadaşlar! Tanzîmat-ı Hayriye’den beri değildir. Is lâm Tarihi’ni açınız. Halîfe Me.mûn.a, rasathane memuru mudur, Hafife midir, de diler. Hûccetü'l-lslâm İmamı Gazafi'nin eserleri Endülüs'e girmezdi, yakılırdı, işte " T a b a k a t ü l’ Û m e m " adlı kitaba bakınız. İkilik bugün değil, dünden vardır. Evet, TanzimaHan sonra şiddet kazandı. Bunun sebeblerini ben burada izah edecek değilim. Sorarsanız bildiğim kadar izah ederim. Sonra medreseden hem tabib, hem âlim, hem müderris, hem her mesleğe âşinâ adamlar yetişirdi, deniliyor. Ha yır, böyle de değildir. Burada da tegâfül buyuruluyor. Arkadaşlar! Bugün İstanbul medreselerini tetkik ettiğinizde Darü'l-Hadİs ay rıdır, Tıp Mektebleri ayrıdır. Tegâfül istemem. Burada bilen söylemelidir. Sonra yi ne deniyor ki, bu devleti idare eden adamların hepsi medreseden çıkmıştır. Efen diler. ben âlimin ayağının türabıyim. İlme hürmet ederim. Arkadaşlar, ilmin hadimi yim. Fakat evvela hakikati bilelim. Vaktiyle bütün memleketi muhafaza eden efen diler, paşalar, idare adamları, askerî rical medreseden yetişmişti. Bilhassa Enderûn'dan yetişti. Bana medreseden bir tane yetişeni gösterin." "Vehbi Efendi (Konya): yetişmiştir. (Gürültüler). "Basrî Bey (Karesi):
— Çandarlı Halil Paşa’yı unutma! Medreseden
— Enderûn medreseden başka bir şey midir?"
"Besim Atalay Bey (devamla): — Pekiy, efendim, bırakıyorum. Medrese lerin bugünkü taşradaki teşkilatı çok bozuktur. Çok fena bir mecraya girmiştir. Şer.iyye Vekaleti sorsun, söyleyeyim. Babası, oğlu, damadı aynı medreseden ma aş alıyor. Sebebi ne imiş.? Şayan-ı hürmet adamlar imiş! Verin buna! Sonra rast gele şayan.ı hürmettir diye (Diğer daireler de öyle değil mi? sesleri). Devâırı takdir eden kimdir? (Gülüşmeler). Neme lâzım Allah onları ıslâh etsin! Sonra ellerine fener alıp talebe arıyorlar. Hele bilhassa, askerlikten istisna mes'elesi meydana çıktıktan sonra saatçi çırakları, falan bilmem, falan ve filanlar da başlarına sarık sarmağa başladılar. (Doğru, sesleri) Bunları arz ettiğim gibi yi ne her halde medreseleri ihtisas medresesi şekline koymaktan başka çare yoktur. Çocuk ibtidaî mektebinde ilk tahsilini ve yüksek mektebte ihtisas tahsilini al sın. Ibtidaî mekteblerimiz de dinî terbiye hususunda noksan ise. Maarif Vekili bu na şahittir. Maarif Vekili ile beraber encümende çalıştık. Evet, maneviyat lazımdır. Maneviyalsız olmaz. Halkın manevî ihtiyacı tatmin edilmeli. Arkadaşlar, edilmeli ama arz ettiğim gibi, bu şekilde değil. Anlayabileceği bir şekilde, sade bir üslûp ile okutulmalı. Çocuk umûmî mektoblerde, din tahsilini millî terbiyesi aldıktan sonra Dârûl-Fünûn'un llâhıyat Şubesi gibi büyük bir şûbe olmalı, çocuk orada mütehas sıslar tarafından okutturulmalıdır. Onlar tam Cizvit ruhu ile dinî terbiyesini aldıktan
ŞERİYE VE EVKAF VEKALEll KAﺩﻟﻞIW ^ ﺍO R
299
sonra, nasıl ki. Cizvîîi.r cihanın her tarafına dağıfıyorfar ve kendi şeyierin ؛neşre ؟alışıyorlarsa, buradan yetişecek talebeler de ٠ ruhu almalıdırlar. A.adaşlarI Biz bazı yerlerde tanassur edenleri (Hrıstıyanlığa dönenleri) görmüyoruz da şer ؟tetkîkat ve te'Rfat ile uğraşıyoruz.. (Reis müzâkerenin kifayetine dair bir takriri reye koyuyor ve müzâkere brti. yor. ikinci celsede Medreselerin merkez ve mUlhakatı masrafları kabul 6۶ اااهve müttü. vaiz ve müderrislerin maaşlarına geçilir.) "?er.lyye Vekaleti Tedrisat Müdürü Aksekllf Ahmed HamdI Efendi: Efendim, ilmiye Memurları faslinin bu 217. faslında müftüler var, müsevvioler var. bir de müderris ve vaizler denilen bir şey var. Müftülerle mUsevvidlere aid bu fasıl. da bir fazlalık yoktur. Yalnız müderrislerle vaizlerde biraz fazlalık vardır. Bunu izah edeceğim. Geçen sene Mâlî Denge Encümeninde müderris ve vaizler adına verilen 1 .1 5 lira kaldırılmış ve bu para 3 14 müderrise veriliyormuş. Bunlar belki bir hata ve anlaşılmamazlık sonucu olarak birdenbire kesilmiş. Halbuki müderrisler maaşı denilen bu maaşın bir kısmı 2 ٠ seneden beri dı. ğer kısmı 15 senden beri verile.gelmiş bir maaştır. Bunların bir kısmı Istanbul.da vaktiyle 150 kuruş maaşla taşralara gönderilmiş olan vaizlere verilirdi. Bir kısmı da 1325 (1 9 0 9 ) senesinde Meşrutiyetken sonra ..Müsfe/t/kk/n" faslından değil, .akat yine mUstehikklne verilmek üzere bazı kaza, liva ve vilâyetlere birer vaiz gOnder. miştir. Onlara verilmiş. Bunların hemen hepsi İkişer yüz kuruş maaşlıdır. Geçen sene bu maaşlar arz ettiğim veçhile anlaşılamamış. Bunların vazifesi yoktur, denilerek hepsi kesilmiştir. Sonra şunu da arz edeceğim ki ؛hatta 0 Sirada maaşları kesilmiş olan zevatın bir çoğu memleketi İçin köylerde, kasabalarda ge. ziyor, va'z ediyor. Milli Hükümetin meşrUıyeti hakkında va'z ve irşadda bulunuyorİardı. Tam 0 sıralarda maaşları kesilmiş ve onlar bazı yerlerde mütemadiyen vazi. felerine devam etmiş, kendilerine maaş verilmişti. Bunların fedâkârlığına bakarak oranın mülkiye memurları kendilerine takdirname yazıyorlar. Ve buraya da diyorlar ki “Bunlar Milli Hükümetin meşruiyetini anlatmak İçin şu kadar fedakâr.ا، ﻣﺎاr،u٠ lunmuşlardır. 200 kuruş maaşları 400 kuruşa İblağ bilsin." Vekâletten cevıp ..«rılir" ؛Bunların maaşları bütün bütün kesilmiştir, ?imdiye kadar aldıklarım da derhal geri alin." deniyor. 0 zaman emrin karşısında adetâ onların maaşının tezyidini ta. leb edenler şaşırıyor. Yani kendileri sebeb olmuş gibi bir vaziyette kalıyo'l.r Sonradan taşrada Medaris-I !Imiye açıldığı cihetle bu paranın bir kısm. laş. rada ilmi tedrisatta bulunan zevata verilmek üzere Mali Denge 9015 lıranın 2500 lirasını kabul ediyor. Bu 2500 lirayı kime vereceklerini tabii şey ediyorlar. Yani 314 kişiden ancak medresede ders okutanların bir kısmına. yani 97 müderrise veril.y.r, geri kalanı maaşsiz kalıyor. Tam bir seneden beri maaşı kesilen bu zatlar 5er٠iyy٠ Vekâletine, Yüce M ^ is e istidalarla müracaatta bulunuyorlar ve diyorlar ki" ؛Maaşlarımızı hangi kanun, hangi maddeye te^ikan kestiniz. Biz şu kadar sene tekaudiye verdik. Biz vazifede devam ediyoruz." Bu şekilde maaşlarının yeni, den bütçey. ilavesi teklifinde bulunuyorlar. Eakat gerçekte bakıyo^m ki ؛eğer bunların maaşını kesersek, bunların zaten maaşları. İstanbul'da hususi fasıWa var. devam ed.iyor. Ve şimdi oraya bağlı bulunanlar ٠ maaşı alıyorlar.
300
CUMHURÎYET DÖNEMİ DİN - DEVLET İLİŞKİLERİ Hiç bir sebeb göstermeyerek bunların maaşlarının kesilmesi bilhassa bu sı rada, onlardan İstifade edeceğimiz bir zamanda halâ maaşlarının verilmemesi muvafık olmasa gerektir. Bunun için bendeniz, kesilen maaşlarının verilmesini ve bununla beraber Medaris-i llmiye.de İlmî ve fennî tedrisatta bulunan müderrislere de verilmek üzere 17.000 liranın daha maddeye ilavesiyle yekûn 26.000 liradır. Geçen sene kesilen 9.000 lira ile bu gösterilen 17,000 lirayı daha zam ediyoruz ki toplamı 26,000 lira ediyor. İşte Vekâlet, (bu) meblağın bütçeye vaz. ve ilâvesini teklif ediyor. (Muvafık, sesleri)". "Müfld Efendi (Kırşehir) — Efendim, 217. faslın ihtiva ettiği iki maddeden birincisinde mülhakat müftülerle vilayet ve liva müsevvidleri maaşları, İkincisinde müderris ve vaizler maaşları adı altında iki kalemde 39.000 lira Maliye Encüme nince teklif olunuyor. 60.000 lira da hükümetçe teklif olunuyor. Şer'iyye Vekaleti bütçesini müzakere ettiğimiz esnada yüce heyetinize bir çok hususat arz edildiği gibi iftâ'nm ehemmiyet derecesi ve bunun hükümet teşkilâtındaki mevkiini arka daşlarımız bütün İlmî kudret ve lisanî fesâhatleriyle yüce heyetinize bildirdiler. Bendeniz de buraya bir noktayı ilâve etmek isterim ki. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu muzun birinci maddesi kayıtsız ve şartsız hakimiyeti millete vermekte ve onun dördüncü ve yahud da rakamım tayin edemiyorum, yedinci maddesi, kayıtsız ve şartsız kendisinin idaresine hâkim olan milletin işlerinin idaresi hususunda vücuda getireceği kanun ve nizamları, teşkilat ve içtimaiyata müteallik esasatı, fıkhın esaslarından alacağını tasrîh ve teşrih etmiş olmasına binaen teşkilatımızın hiç bir zaman doğrudan doğruya şerl ve fıkhî esaslardan ayrı bir şey olmadığını ha tırlatmak isterim. Burada hiç bir arkadaşımızın Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun o maddesini ve hakimiyetin kayıtsız ve şartsız milletin olduğunu unutmuş olduğunu katiyyen tasavvur edemem. Hepsinin hatırındadır. Bizim Hükümetimiz Hükumet-i Akliye değil. ak ١. ne yüce hakikatleri tayın eden ŞERİAT ile mecz olmuş bir hükü mettir. " S e ia h a d d ln
Bey (Mersin):
— Asıl hangisidir?
"Müfid Efendi (Devamla): — Arz edeceğim. Yüce ŞERİATı akıt ile mecz ederf-٩ Vücuoa getirilecek bir hükümete takıp edilecek esaslar, yine FIKH'ın. ŞERlAVın esasları olmakla beraber akıl ite nakil tearuz ettiği zaman akıl, tercih, nakil ve le'vil edilmek suretiyle insan vücudunda hakim olan aklın nakilden ayrılmadığı nı isbat ederek bu İslâmî Hükümeti idare etmekte buluyoruz. Şimdi bu suretle memzuc bir İslâmî Hükümet kuran biz Türkler. ayrıca bir kudreti, ayrıca bir kuvveti haiziz ki o da İSLAM HlLAFETİ.dir. Evet. Hılafet.ı Islamiyeyi uhdemizde cem.elmış bir hükümetiz. Saltanat-! Muhammediye.nin vücuda getirdiği." "Besim Atalay (Kütahya):
— Saltanat değil, Hz. Muhammedde saltanat
yoktu. *Mûffd Efendi (Kirşehir): — Merhamet buyurun! İsbat edeceğim... Sallanal-ı Muhammediye.nin vücûda getirmiş olduğu bu toşkılat-ı Islâmiyoyi... "Besim Atalay (Kütahya):
— Saltanat değildir."
"Hacj TevflK Efendi (Çankm):
— Tabir sakal ise de leVıl mümkündür."
ŞERİYE VE EVKAF VEKALE1İ KALDIRILIYOR
301
"Müfid Efendi (Kırşehir): — Besim Atalay Bey.e karşı yine ısrar ederim ki; şeklî ve manevî saltanatını, bütün dünyada kendisini gösteren bu Islâm Hükü• meti'nin şa'şâasım inkâr edecek bir fert tasavvur edemem." "Besim Atalay Bey (Kütahya):
— Efendi, ben inkar etmiyorum."
"Müfld Efendi (Kırşehir): — Besim Atalay Bey'in beyanatını biz kemal.i sükûtla dinledik. Ve beyanatına hürmetkâr olduk. Beyanatı arasında zuhulen vuku' bulan bazı hatalarından dolayı muahezeye kalkışmadık. Ve kalkışmak da hakkımız değildir. Kendisinden istirham ederim, beyanatımız vicdanî ve derunîdir. Bütün arkadaşlarımız bu millet için en büyük musibet olan ve onun gerilemesine sebeb olan cehaleti yıkmak hususunda mütelaalarını söylüyor, dertlerini döküyor. Onu şükranla dinlemeliyiz ve kabul etmeliyiz. Şimdi Sadr.ı İslâm'da bu İslamiyet'in doğrudan doğruya kurucusu olan Haz ret! Fahr-i Alem'in zamanında vuku' bulan ihtilafları halledecek mahkeme hangi mahkeme idi? Sorarım. İslâm'ın esaslarını, hadlerini yıkmak isteyen düşmanlara karşı harb eden, hudutlarda. Uhud Muharebesi'nde Bedir Gazasında ve diğer ga zalarda canını, malını, herşeyini ortaya koyup feda edip Islamiyeti kurtaran acaba Sahanat’ i Muhammediye değil mıydı? Rica ederim. Efendiler! Saltanatın manası nı bendeniz zat-ı alinizden daha iyi bilirim. Eğer saltanat kelimesinin lügat ve ıstı lah manası hakkında ders okuyacaksak, okumayalım. Madem ki Sadr.ı İslam'da müftî olan Hz. Sıddık, daha doğrusu hakim olan Hz. Humammed, hükme razı ol mayanların kendisine imanı olmadığını Cenab.ı Allah "Hayır. Rabbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmaz lar." (Nisa: 65) âyetinde kasem ederek beyan buyuruyor. O halde biz elbette kıya mete kadar onun hakimiyetini muhafazaya çalışacağız ve bu uğurda öleceğiz Bunda hiç şüphemiz yoktur. (Hay hay. sesleri). Şimdi bu suretle teessüs eden, hakkı batılı tefrik eden —Hak mabudu, batı) mabudu değil— hak ile batılı tefrik eden bir kitabın İslâm cemiyeti için bahşettiği, vücûda getirdiği esasları bulabilmek ancak belâlıların azami olan cehaletin yıkılmasıyle mümkündür. Bu cehâletin yıkılmasında deminki fas.ida Daru i.Hi ٠١e Med reseleri doğrudan doğruya medrese-i aliye olmak üzere telakki buyur٧>oj . hakkında beyanatta bulunuldu. Ve halta bir çok muhterem arkadaşlarımız kanaat lerimize muvafık olarak söyledikleri halde, biraz da yanlış aniaş.ıan nokıa.ar oldu ki; onu da bendeniz arz ve izah etmek isterim. Meselâ Hüseyin Avnı Bev t. ٠ ٠٠miz buyurdular ki; (Bu mesele geçti, sesleri). Rica ederim.Müsaade buyufut uz Hüseyin Avnı Bey biraderimiz buyurdular ki "Bizde mekteble medrese akasma at. ٠ mış nifak ve şikak tohumu vardır, mekteble medrese arasına atılmış oia’٦ n'Tak . ٠؛؛ şikak tohumunu izale etmek, ancak bu ikiye ayırdıkları daireleri tevh٠d etrreMe olabilir. Binaenaleyh nifak ve şikak Maarif mekteblerinde de olması, medreselerde de olması kabul edilmez. Bunu yıkın, tahrib edin." dediler. Bu yanlış anlaşıldığı için bendeniz, izah etmek istiyorum. Maariften maksao doğrudan doğruya cehaletin izalesi için irfan müessesefen açmaktır. Bunlar da ev lerdir. mekleblerdir. Cehaletin izalesi hangi evede yap.Iacakt.r’ Medrese ne oe.
302
CUMHURİYET DÖNEMİ DlN - DEVLET İLİŞKİLERİ mektir. mekteb ne den١ektlr? Bugün gazetelerde şükranla görüyoruz kİ, Darü’l. Fünunlarda (Üniversitelerde) kİ muallimlere " m ü d e r r is " adı veriliyor. Müderrisler bir araya gelerek aralarında dersleri taksim ediyorlar. Mesele tedrisat mes'elesi ol duğundan dolayı mekteb meselesi, mekteb zihniyeti — latife olarak arz ediyo rum— şuradan isbat ediyor, zannederim. Vaktiyle medreselerde mektup yazacak kudreti olmayan hocalarımız vardı. İlim nokta-i nazarından yed-i tûlâya mâlik, fa kat zavallı bir mektup yazamaz. Mektup yazamadığından dolayı demişler ki; bir de mektup yazacak adam yetiştirecek bir yer açalım. Oraya da mekteb diyelim. (Gülüşmeler) Mektebin manası arap dilinde y a z f h a n e " m e n a s m ö a ö ı r . Yaızıhane manasında olduğundan mektep denilmiştir. Yoksa bunların hepsi medresedir. Şimdi Efendiler! Medreseye gelince: Medresede ne okunacak? Ne okutaca ğız? Burada buyuruldu ki; medreselerdeki tahsili ikiye ayıralım. Elbette ayırmak lazımdır. Birisi ibtidai (ilk) tahsil, diğeri yüksek tahsil. Yükseği de olacak tabii. De receler itibariyle. (Bu fasılda yok. sesleri). Nasıl yok. efendim? Görmediniz mi? 200 kuruş maaş ile tedrisat yaptıracağız. Şimdi taşradaki medreseler. İlmî medre seler olmakta beraber ibtidai şeklinde bir medresedir. Halbuki bu medreselerin ibtidaî şeklinde olmadığını isbat edeceğim. Taşra medreselerinde hadis ilmi oku nur. Fıkıh ilmi okunur. Taşra medreselerinde hikmet ilmi okunur. Tefsir ilmi oku nur. Tarih ilmi okunur. Bunlar okunduğu halde Darü’l-Hilafe Medresesi bir şekle, bir usule girdiğinden dolayı buralardaki müderrisler 1000 kuruş. 800 kuruş alıyor da. .٠ .Vehbi Efendi (Konya):
— Kabul olunacak efendim, kabul olunacak."
"Mûfld Efendi (Kırşehir): — Taşra medreselerindeki müderrislere verilen parayı tetkik ediyorum. Bir tane müderrise 850. diğerlerine 500-300 kuruş görüyo rum. Rica ederim, tedrisatı aynı tedrisat olduğu halde bunların bir İanesi 850 ku ruş alıyor da diğerleri neden 500-300 kuruş alsın? Taşradaki cehaleti bu şekilde mi ortadan kaldıracağız^ "Abdûlkadîr Kemali Bey (Kastamonu): — Çoğaltılması için takrir veri niz." "Müfld Efendi (Kırşehir):
— Hükümet 26.000 lira teklif etmiştir (...)"
"Feyzi Efendi (Malatya): — Medresede müderrislere verilen 26.000 lira hiçbir vakrt ehemmiyeti haiz değildir, hiç ehemmiyeti yoktur. Yalnız gelişi güzel. Şer٠iyye Vekilinden rica ederiz ki; hocalara 200 kuruş. 150 kuruş. 300 kuruş verıb de parayı heder etmesin. 500 kuruş versin. 1000 kuruş versin, vazife islesin. 150 kuruş alırlar, vazife görmezler. Hangi hocaya gidersen "Ne yapayım, bu para lie geçimimizin temini p S güçtür." der ki; doğrudur. Ayakkabısına verse kafi gelmez. Evet Efendi Hazretlerinden rica ederim ki; her memlekette bir medrese ihdas el sin Bunlara versin. İş çıkarsın. 150 kuruşla ne çıkar. Sonra gelelim müftülenn rnû•evvitfome. Bunların parası fazladır. Müftüler ayda, yahut senede bir veya ıkı de fa veya beş defa fetva verirler.. . f ^ v y u A li Bay (Yozgat):
— Kaldıralım mi. lağv edelim mı?"
s r s ؛.., — ،؛
٥
:
٥
Ş E R .ÎY E V E E V K A F
vekaleti
K A LD IRILIY O R
303
be yetiştirsin. Bu suretie fazla para telef .İmasın ve bu 26.000 lira da heder olmasin." "Vehbi Efendi (Konya): - Kifâyet takriri vardır. Reis Bey Kifâyet takririni reye koyunuz. (Müzakere kâfi değil, sesleri).. "Reis: — Takrir var. Müsaade buyurun, efendim. Kabul buyurmazsanız efendim." "Refik Şevket Bey (Saruhan): - On kişi söz alır. iki kişi söz söylemekle kifayeti reye mi konur. Efendim?" "Reis: - Takriri reye koymaya mecburum." "Ziya Hurşld Bey ( اazاs اan)^ — Nizamnameyi Efendiye takdim buyuru. nuzl" "Reis: - Yüce heyet kâfi görmezse devam eder. Benim vazifem reye koymaktır. Kabul etmezseniz sabaha kadar devam ederiz. Müzakereyi kâfi görenler lütfen ellerini kaldırsınlar. (Saymalar) Müzakerenin keyfiyeti büyük ekseriyetle kabuledilmiştir.21 Bu müzakerelerle ?er٠٤yc Bakanlığı en gen٤ş şekliyle kuruluş ve leşkilaılanma şeması tamamlanıyor ve büyük bir aşkla hemen bakanlık ؟alışmalara kO" yuluyordu. Ancak ne var ki bakanlıgın bu şevki Nisan 1923 seçimlerine kadar sürdü ve yeni seçimlerde yaklaşık birinci mecliste bulunan 181 kadar sanklı ve sakallı mebustan, ancak ve ancak ikinci meclisle 10 kadan bulunabilmişti. Kadrosuzluktan ve ekipsizlikten dolayı yapayalnız kalan Çer'iye Vekaleti. Cumhuri. yet sonrasında dognı dürilst bir vazife yapamamış/yapiınimamış ve İş başındakilerin art niyetleriyle de 3 Mart 1924 tarihinde 429 sayılı yasayla kendi İdamını kendisi hazırlayarak hayatiyetine son vennişiir Kendi İdamını kendisi hazırlayarak diyortiz ؛ÇUnkü dünyânın hiç bir ا١ اا٠ ا٠ lisinde bakanlığını yaptığı mUcssescnin kaldınimasını isteyen bakanlar bulunamaz. Fakat bizim ülkemizde Musa Kazım Efendi ve AMullah Azmi Efendi ^bi sadece ulemadan olmak degil. ayni zamanda Şeriiye Vekili olan insanlar en başla kendi bakanlıklarının kaldınlışını teklif ederek, kendi hayaiiyedcrine son vermişlerdir. Bu nasıl olur diyoreanız hemen cevablandıralım. Burası Tü^iyc.... Ve burası devrimler ülkesi...
21.
S
0b M Q r r a ş â d c. 20. sayı 520. 6 Ka.ım 1922
ﺳ ﺪ ٠ذ
ه
ا ٠ص
'م
ﺀا ﻣﺎ ﺀ
ﺗ
:
\ ل.
' ا' ﺑ ﻢ ' ر ' ذ أ -دى ﺀأﺛﻢ ٠إ ' ' .ا - ، .د .
■٠ﺀ
ﻹزﺀا .ﺩ ﺏ-ﺭ ٠٠؛ ﺩ ٠ذ٠ﺳ ﺋﻞ ﺄﺀ ٠ﺭة ؛د ﻋ ﺲ٠
٠أ
ﻉ '.
۶
ﺑ ﻞ' ةا
?
٠٠٠،ا ٠
أ ٠:٠٠ﺀ ﺳ ﻚ ﺀ ٠؛ ل
١٠-
ﻋ ﻐ ﺎ ٠ .. ىﻟ ﺠﺄﻳ ﻪ ٠؛ﻗﺘﺚ>:لﺀ ٠
؟.٣١ا
ز ٠ة. 'م'آ « * -د٠ﺗﻴﻤﻴﻐﻞ
٠.
ﺳﺎ'٠ي ٠:ا،٠
٠ﺀﺑﻮ ٠ف ٠٩ا د ﺀ ﻣ ﺞ ﺀ ج > ^
,ﺗﻤﺄ،
ﻋ
ﺊ؛
ﺘ
ﺔ
:
ﻳ
ﺲ
: ﻓﻲ ذ
? ، a in c iB b lü m
١١
1924
d e v r il e r i t Ur k ^
- ئ,>ه؛
S .^ A S I
ﺲ ؛؛
ﻓ
٠ﻗ ﻞ
ذﺋ ﺨ ﻪ ﺀ
1924 D E V R IlE R İ SONRASI t
Ur
k
^
Cumhuriyet ihtilalinin bu üç ana kanunundan sonra, meclisin havasım, özellikle üyesi bulunduğu Halk Partisi'nin havasmı ve dine karşı olan tutumlan. m beğenmeyen Kurmay Albay. Dadaylı Halid Akmansu, Halk Partisi Riyase. ti'ne verdiği bir dilekçe ile partiden istifa ettiğini bildirir. Halid Bey. Halk Panisi'nden istifa eden ilk milletvekili olmuştur.؛ Halid Bey'in istifa mektubunun metni şöyledir: "Halk Fırkası Grubu Riyasetine... ... Halk fırkasının seçimleri için ilan ettiği 9 umdeye (İlkeye) aykırı olarak ta kip ettiği siyaset, kanaati vicdaniyeme aykırıdır. Fırkadan istifa ettiğimi bildırinm. 3 Mart 1924. "Kastamonu Mebusu Halid"؛ Halid Bey'in istifasına neden olan bu üç kanun için dönemin yazar ve yı٠mmculan. bir tek cümle ile özetlemek gerekirse şöyle diyorlardı. "— Türkiye Büyük Millet Meclisi Türkiye Cumhuriyeti Devlen. Amk bir din devleti olmaktan çıkmış. Şeriat baskısı ile bağlarını tamamen k٧paniM١ tır."3
1 2. 3.
Mete Tuncay T e k P a r t i Y ö n e tim i, s. 101. dipnot: 83٠den. Uluğ, û ç B O y O k p e v rim . s. 124-125. Ziya 0.1٠ (0٥ ٠ ; ( ٨ ة ﺀs 272. Halk Bankası Yayınl^ 1954 1. cild.1956 II. Cild.lslanbul. ٧ luğ٠ H afifeliğin Sonu, ،. 175.
308
CUMJİDKIYET DÖNKMİ DİN ٠ DEVLET iLlŞKİLEKl
٠٠— Türkiye'de teokratik devlet düzeninden, modem düşünceye ve laik devlete geçişin yolu bu üç kanunla açılmıştır.”.^ "Modem Türkiye’nin Doğuşu" isimli kitabın yazan. Cumhuriyet Dönemi Türkiye araştırmacılarından Bernard Lewis de sözkonusu kanunlarla ilgili ola rak şunları söylüyor: "Hilafeti kaldırırken Mustafa Kemal. İslâmî Orladoks'luğun lahkimatlı kuvvetlerine ilk açık taarruzu yapıyordu. Geleneksel İslâmî devlet, teoride ve pratikde. Tanrı'mn, iktidar ve hukukun tek meşru kaynağı olduğu; halifenin de yeryüzünde onun vekili bulunduğu bir teokrasi devleti idi. Aynı kaynaktan ge len Şeriat da. ibadet ve itikat kuralları yanında, medenî, cezaî ve anayasal kural ları da kucaklıyordu. Halife bu manada şeriatın en yüksek timsali idi. Halife şe riatı. şeriat da halifeyi idare ediyordu. Ulema ise şeriatın ve de halifenin sözcü leri idi. Bu sebeple Ulemanın elinde büyük bir güç ١e büyük bir nüfuz bulunuyor du. (3 Mart 1924 Kanunlanna kadar) Kanunlar, halâ Ulemanın uyguladığı şeria tın egemenliğinde idi. Saltanat kaldmimış olmasına rağmen. Türk toplumunda yeni rejimin (Cumhuriyet'in) liderliğine meydan okuyabilecek tek güç olarak yi ne bunlar (Ulema) vardı. Ulema, geçmişte bir çok kereler reformculann işlerini geciktirmiş veya bozmuştu: Mustafa Kemal, hilafetin kaldınlmasıyia birlikte. Ulemanın kendi dcvrımini engellememesi gerektiğinde kararlıydı. Hilafetin kaldırılması onların bütün hiyerarşik örgülüne ezici bir darbe oldu. Sonra Şeyhülislamlık makamının kaJdınhşı. Şer'iye Vekaletinin ilgası ve dinî okullarla her çeşit medresenin kapa tılmış olması gibi tamamlayıcı darbeler bunu izledi.. Bernard Lewis, açıkça 3 Mart 1924 kararlarının, "en başta şeriata indiril miş ezici bir darbe olduğunu", daha sonra, medreselerin kapatılmasıyla birlikte de. *.şeriatın sözcüleri olan Islâm Uleması na indirilen bir darbe olduğu , görüşü nü ilen sürüyor. Yine McGıl) Unı\ersiiesı (Monire.'il-Kaiiada). Mâm Tetkikleri Enstuusu Direktörü Wilterd Canlwell Smıllı de. .١ Mart 1924 kanunları ile. ’Turklerin l.١-
S
٤ ...........
1924 DEVRJMLERI S O ^ A S ! TORKIYE
309
lâm dininden vazgeçtikleri" ve "Türklerin İslâm Milletleri Camiasına mensup olmamak kcranna vardığı" fikrini ileri sürüyor. İhtilalin bu üç ana kanunu müzakere edilirken iç ve dış muhalefet de dü şünüldüğünden. ayaklanma, isyan kanşıklıklar gibi şeyler de düşünüldüğünden aynı günlerde —özellikle ayaklanmanın tahmin edildiği bölgelerde— mahke meler kurulmuştu.٦^ Hilafetin kaldınimasıyla birlikle bazı yerlerde ferdî tepkiler görüldüyse de alınan önlemler (mahkemeler) vasıtasıyla çok sert tedbirlere başvurularak tepkiler susturuldu.^ Silifke'de gerçekleşen "Askeri Hoca İsyanı" derhal bastmlmış. çıkartılan kanunlan tenkid eden ve bu kanunlara "dinsizlik kanunu" diyen asker kökenli Abdurrahman Hoca ölümle cezalandınimışiır. Ölüm cezası, idamla hemen yeri ne getirilmiştir. Maksat, kendisinden sonra muhalefet yapacak ve isyanda b u lu nacaklara "devletin çok sen olacağı" imajının verilmesidir. Silifke olayım. Re şadiye. Bursa. Adapazan ve Konya olaylan izlemiştir.؟ Daha önce belirttiğimiz gibi, bu tür hareketlere karşı müessir tedbirler abndığı için ferdi başkaldıranlara çok ağır cezalar verilerek ayaklanmalara engel olunulmuştu. 1924 Mart’ında cercyan eden ve ihtilalin üç kanunuyla Ugili olarak söyle necek şeylerden birisi dc. Devletin artık din olarak bir şeyi görmek istemediği dir. Nitekim 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen 429 sayılı kanunla: "Tüıioye devletinin dini yoktur!" sözleri Meclisçe kabul edilmiştir. "Devletin dininin olmadığı"؛, ve "Devletin dinden aynidığı" ؛؛bu dönem için resmi dcgcrlcndinnclcrde de çok ilginç yaklaşımlar görürüz. Devletin. Mat buat Umum Müdürlüğünce bastırdığı ve bir gazeteci olan M.Zekcriya Scncl’e. 1924 yılını nasıl gördüğünü anlattırdığı, bir nevi resmi "almamak.' olan "Resim-
6
7. ج 9 *"
W illlred Cantwell Smith. ..Modern T u .e y . Islamic Retormalioo. . - n TOfKiye Dtr. B٠r R f lorma mt Gld،yor١■ adh risalesinde bu gbrUşe y ^ verir {ilahiyat Fakültesi DergfSi. Say. ؛yı. 1953. s 7٠2 ﻟﺔAyrıca yazarın yine Modern TurKıye ile Ilg ilf: .Is tfm m Modem W،5KV>٠. 3â\ esen vardtr. (PnfK.lon-1957) Paul Gentizon. Mustafa Kemal V. Uyanan Doğu, s s .٥ Secıl AkgOn, Hitalebn kaldtrilmasn/e Sonuçtan (Doktora T e . ) 270^ 2 ا. Çetin Özek. Despot ve Din. s 476 ٩ مZekenya Senel. Resimli Yıl. s 11.18. Matbuat U ı m Möd ٧rlQ٥ ü i92S ٠AnKar٥ Dr. Ali Puad Ba ؟g ٠l. Din ١٠ u m ، ١٠١ Y ٠٥m ٧ r yay
310
c u m h u r iy e t
D Ö N E M İ D lN - D E V L E T İL İŞ K İL E R İ
1 ؛Yıl" adli yayında bu ü ؟konumun ve yapılan devrimlerin bir degcrlendimes؛ vardır. (5.11-28). M. Zekeriya Sertel. Resimli Yıl adli ya^na yazdığı. .'I924'٠de Türkiye'nin Siyasi Tarihi.' başlıklı makalesinde ؟unlan söylüyor: "Geçen 1924 senesi Türk؛ye٠n؛n yıkmak senesidir, !ki sene evvel Sakarya zaleriyle başlayan inkılâbı rtmam İçin, geçen sene eski devirden mUnlaklI mUesse. selerin hedmiyle (yıkımıyla) vakit geçirilmiştir. Teşkilât.1 Esasiyemiz hedm edilmiştir. Maarlt, Adliye. Aile teşkilâtımız yıkılmış, hülâsa cemiyetin müesses nizam-ı İçtlmâisl baştan başa tarümar edilmiştir. Yapmak İçin yıkmak lâzım geldiğine naza, ran geçen bir sene, inkılâpçı Millet Meclisi hesabına büyük bir taaliyet senesi ola. rak kaydedilmek icap eder. Memleketi yeni bir hayata, yeni bir nizam-ı İçtimaîye İsâl etmek isteyen Millet Meclisi,'geçen bir sene zarfında İnkılâp yolunda tesadUt ettiği engelleri yıkmak hususunda çok muvaffakiyetle ilerlemiştir. Millet Meclisi'nin geçen sene zarfında yaptığı en mühim İş Teşküat-I Esasiye Kanunu'muzu itmam etmiş olmasıdır. Bu kanun Devlet teşkilâtımızı büsbütün yeni asri esaslar Uzerıne istinat ettirmektedir. Evvelâ bu yeni kanun ile Türk Devleti'nin ؟ekli İçin idaresi olmasına nazaran, yeni devlet şekli, şimdiye kadar kabul edilen devlet ؟ekillerin.n en asrisi, en mükemmelidir. Bu kanunun kabul tarihinden itibaren TUrk milleti kendi mukadderatına hâkim olmuş ve asırlardan beri başında tuttuğu tuteyll hükümdarların istiMat ve ceberrutundan kurtulmuştur. Teşküat-I Esa. siye Kanunu İlân ettiği bu yeni prensip İcabı olarak s^asî hayat ve teşkilatımızda birçok yeniliklerin ve mühim ini. ıa،,١^rın âmili olmuştur. Adliye. Maaril, Maliye. Harbiye, hulâsa bütün teşkilat.mız bu yeni ruhtan mülhem olarak yeni bir istikamete tev.cih edilmiştir. Ma^m^fıh (Cumhur.yet) şeklinin kabulü ilk evvel hilatetin İlgası (3 Mart) ve halitenin memleketten t^'o.nı (4 Mart) İntaç (doğurma) etmiştir.. Millet Weclisi İslâm âleminde tevlit eimesı muhtemel her türlü itirazlara rağmen hilaleti lağv etmi ؟. ve din ile Oevieti ayırmış olması hasebiyle, memlekette ruhani bi ؛hü٠ kUmdarın mevcudiyetine ihtiyaç kalmadığını ilan etmiştir, hilatet müessesesinin yi. kılması ve halita ile beraber, altı asırdan beri Türk köylüsünün sırtından geçinen tufeyli bir neslin memleketten tardı ile başlı başına bir İnkılâptır. Avrupa ve Ame؛ikalılar bile bu inkılâbın bu kadar süratle ve bu derece muvaffakiyetle mevki-i tille konabilmesine hayret etmişlerdir. Cumhuriyetin ilan ve hilafetin ilgasından sonra devlet ve .dinin, lefriki nazariyesinın tam anîen tatbiki lazım geliyordu. Meclis ا3آ. ؛bif ﻫ ﻪ٧ ا٠ ﻵ أ ا ؛ ه ا! ﻳ ﻤﺎ ؟ ﻫﺎ أ٠!! ﻫ ﺎ أ ل ediyordu. Şu halde laik bir hUkUmet İçinde din teşkilâtının manası yoMU; ﺑ ﺴ ﺎ ث ^ ا
^üesseseieri^izde bir nebzO din kokusu varrf.. : ة٠ ﻓ ﺎ٠ : ﺗ ﺎ: ل٠
1
İ
ﻖ
ﺌ
İ
ﺴ
ﺣ
ة
Ü
ﺀ
ﺞ
ﻘ
ﺛ
ة
1 9 2 4 D E V R İM L E R İ S O N R A S I lO R K fY E
311
ve mevcudiyetidir. Bu müesseselerin imhası. bütür١bu akide ve umdelerin imhası demektir. Onun içindir ki inkılâpçılar daima tedrici tekâmüle taraftardırlar; ve yeni sini ikame imkânını temin etmedikçe eskisini yıkmağa teşebbüs etmezler. Fakat bizim için sabır ve tereddüt göstermek mümkün değildi. İnkılâplar o kadar süratle gidiyordu ki. bunun önüne durmak mümkün değildi. Zaten Meclis ve Hükümet va ziyetinden emin olmak için bu yıkma ameliyesinde tereddüt etmedi. Binaenaleyh Millet Meclisi hanedanın memleketten ihracına karar verdiği gün (3 Mart) Şer'iye Vekâletinin ilgasına, Mehakim-i Şer٠iyenin Mehakim-i Nizamiyeye rabtına. ve Er. kân-ı Harbiye Riyaseti'nin kabineden ihracına da karar verdi. Bu üç karar devlet teşkilatımızda mühim inkılâp yapıyordu. Millet halife ve hanedandan kurtuluyor, devlet dinden ayrılıyor ve hükümet askerlerin nüfuzundan uzaklaşıyordu, ismet Paşa Kabinesi (5 Mart) Şer'iye ve Evkaf Vekâletlerini lağvetti. Ve bu iki vekâleti müdiriyet haline kalbetti. Maarif Vekâleti (6 Marl)ta bütün medreseleri lağvederek talebeyi tâlî, İptidaî ve askerî mekteplere tevzi etti. Bir hafta zarfında memleket müthiş bir İnkılâba şahit olmuş bulunuyordu. Din namına ne kadar müessese varsa hepsi bir hafta zarfında yıkılmış bulunuyor du. Ne Şer.iye ve Evkaf Vekaletleri kalıyor, ne Mehakim-i Şer'iye ve medreseler yaşayabiliyor, ne de hilafet yerinde kalabiliyordu. Bu yıkma ameliyesi İçtimaî ve siyasî hayatımızda bir sarsıntı vücuda getir mekten halî kalmadı. Fakat bu büyük bir ameliyattan çıkan ağır bir hastanın geçir meğe mecbur kaldığı hafif bir hummadan farklı değildi. Daha küçük inkılâplar için dökülen kanlar nazar-ı dikkate alındığı zaman bu muazzam inkılâbın ne kadar buhransız ve zararsız meydana geldiği kolaylıkla anlaşılabilir. Filvaki bu İnkılâptan Adliyemiz. Maarifimiz, Evkaf teşkilâtımız müteessir oldu. Fakat bu kadarcık bir sarsıntı olmaması da mümkün değildi. Görüldüğü gibi M. Zekeriya Scrtel, Devletin resmi lutanaklannda, "Din namına ne kadar müessese varsa hepsi bir hafta zarfında yıkümış bulunuyor du" ؛؛diyerek bir hafta içinde gerçekleştirilen inkılâba daha kısa bir tarifle, "dini yıkım inkılâbı" ؛؛diyordu. Bu yaklaşımlard:tn dolayıdır ki. biz Türkiyc.de başlayan bu yeni döneme: devlei-din ilişkileri açısından, "devlete bağlı din sistemi" devri adını verdik. Dinin etkinliğini yitirdiği ve kendini devletin kullanımına devrettiği bir sistem.
12. Mete Tunçay. Tek Parti Yönetimi, 13. Mete Tunçay, a g.e., s. 122.
s.
121-122. Ara Ek 6٠d٠n.
ูก f ;
Sekizinci Bölüm
KAPATILAN MEDRESELERİN TEKKE ve ZAVİYELERİN İLMÎ HAYATTAKİ YERİ VE FONKSİYONLARI NE İDİ?
1*
١؟
ﺀ١
ا ٠أ:'.١ط.ﺀ
CUMHURİYET ÖNCESİNDE MEDRESELERİN, FONKSİYONLARI VE İLMİ HAYATTAKİ YERİ
3 Mart 1924 tarihindeki temel dcvrimlerden 430 sayılı yasa ile ka nunlaşan ٠Tevhid-i Tedrisat Kanunu" ile OsmanlI'nın kuruluşundan bu yana 600 yıldır aralıksız devam eden ilm ve dini müesseseler de ömürle rini tamamlamış oluyordu. Özellikle Osmanlı Devletinin temel dayanaklanndan biri olan medreseleri bu kanundan nasibini alarak, bir daha açıl mamak üzere kapılanna kilit vuruyorlardı. Şeyh-ül İslamlığa bağlı "Dar’ül Hilafeti.l Aliyve" Medreseleri ile ta mamen bir ihtisas alanı, bugünkü anlamıyla tam bir doktora çalışmalan. nın yürütüldüğü enstitülerden olan. "Mcdresetü'l Mütehassisın" 430 sayılı yasa ile yok edUen temel kurumlanmızdan biri olmuştu. Bir "Mcnba-ı Şer" ve bir "Mehaz-ı İrtica" kabul edilerek kapaülmalan arzulanan medreseler acaba gerçekten tam bir kötülükler yuvası veva ilticanın kaynağı mı idi. yoksa ilmin, ahlâkın, edebiyann. kültür ve sana tın; kısaca ilericiliğin birka)Tiagı mı idi? Bu sorumuzun cevabım bulmak için önce bu kunımlann Cumhuri yet öncesindeki işlev ve fonksiyonlanna bakmak yeteıii olacaktır kanaa tindeyim. O s m a n lI İ m p a r a t o r l u g u .n u n s o n d e v i r l e r i n d e il im h a y a t ı b i r ta k ı m d e ğ iş ik lik le re u ğ ra m ış , e ğ itim ş e k lin e y e rü b ir y ö n v e rilm iş tir. M e d re s e le r y e n i d e n i s l â h e d i l m i ş , y e r ü i h t i s a s m e d r e s e l e r i a ç ı lm ı ş t ır . B u n l a n n y a n ı n d a D â r ü l - H i k m c t i l - l s l â m i y c a d ı n d a a s n n i h ü y a ç l a n v e ilm i m ctC K İlan g ö z ö n ü n c a l ı n a r a k b i r d e a k c d a m i k u r u l m u ş t u . ؛H a r p d e n y o r g u n v e p e r iş a n
Bkz. Sadık Afbayrak Son Devrin IslAm Akademısî (0ârUVHıkm#t٠l٠ l4n٦fy.) VarHAt١ra Yayıo■ iarı, Şubat 1973.
316
c u m h u r iy e t
DÖNEMf DlN
٠
DEVLET İLiŞKlLERi
çıkan Türk Milleti ilmi hayata dönerek eski yaralan şam aya başlamışü. Yalnız ulemânın çoğu harplerde şehit olmuş, medreseler yıkılmış ve tale beler maddi ve manevi sıkıntılar içinde kalmışlardı. Zaten Kurtuluş Savaşı'nın gerçek kahramanlan da sanklı mücahidlcr. ulema ve müderris efen diler idi.^ Bu durum içerisinde lakib edilmesi gereken yolu çizmek için "Meşihât Makamı” bir takım raporlar hazırlamaya başlamıştı. Aşağıdaki belge Şerî Mahkemelcr٠in Adliyeye bağlanmasının doğurduğu yanlış yolu gös termesi bakımından enteresandır. 7 Teşrinisânî 1336 (1920) tarihinde ha zırlanmış olan Meşihat Tezkere'sine ilave rapor şöyledir:
..BÂB-I FETVÂ DAİRE.Yt MEŞİHAT-! İSLÂMİYE. TAHRİRAT KALEMİ (6 Muharrem 1922 tarihli ve 50 numaralı Tezkere-i Meşihat MelfÛfudur.)
"OsmanlI Devlet'inin kuruluşundan itibaren siyasi ve idari tarihi dikkatle tetkik edilirse görülür ki ulemâa sınıfının görüş ve fikirlerin müracaat ve şeriatten mül hem olan hayırlı vasiyetlerine tabi' olundukça felah ve salâh asarı vücuda gelmiş, hiç olmazsa OsmanlI Milleli'nin ve İslâm Ümmeti’nin tekâmülü esaslı arızalardan mahfuz kalmıştır. Ulemâ'nın nüfuz sahibi olduğu bu zamanlarda, sonradan ortaya çıkıp milli tarihimizi lekeleyen facia ve cinayetlere meydan verilmemiştir. Çandarlı Halil Efend' ile başlayan bir münevver ulemâ silsilesi, gerek devletin kuruluşunda, gerek hal .^e mevkinin hususiyeti dolayısıyla maruz kaldığı türlü türlü müşkülâta rağmen günümüze kadar hayatını devam ettirmeğe ve baki kalmağa muvaffak ol masında şayan.ı şükran mebrûr hizmetleri görülmüş olan yüce zevat arasında hakkı ıle hürmete lâyık mümtaz bir mevkii kazanmışlardır. Bununla beraber hakikî ulemaya tevdi'i vecaibten olan şerî vazifelerin zaman zaman ehliyetsizliklerin za lim ve gasbedici ellerine geçmesi yüzünden bazı münasebetsizliklerin ortaya çıktı ğı, örtülüp gizlenmesi kabil bulunmadığı gibi bilhassa son zamanlarda tekâmül seyrimizde ma'ruz kaldığmız satmelere ve milli hayatımıza arız olan inhitat ve tedenniyattan ulemâ sınıfı da azade kalamıyarak bugün diğer bütün devlet müesse seler! derecesinde itina ve islâh nazarlarını dâvet edici bir halde bulunmuştur." "Meşrutiyet'in bidayetinde islâh vadisinde yayılan bazı icraat ise mevcudu da lahribten başka bir netice vermeyerek yolun izmihlâlini sür'atlendirmiş ve islâh ihtiyacını şiddetlendirmiş olduğu gibi bir zaman idaremizin başına musallat olan
^٠
CUMHURlYErr d ö n e m in d e
m edreseler
317
rezillerin mağdur milletin temayüllerini asla nazar-ı İtibara almaksızın Hark>-i Umu miye iştirak etmeleri ٧e mağlubiyete duçar olmalarından naşi zaruri olarak imzala dığımız sulh muahedesinin tatbik hükümleri de mühim İslâhat ve tensikatın icrası nı emredici bir hale getirdiğinden ve İdarî teşkilatımızda devlet işlerinin en iyi şekil de yürütülmesini ve kul haklarının muhafaza ve sıyanetini tefekkül eden esaslar dairesinde İslâhat icrası takdirinde sulh muahedesi ile devlete tahmil olunan şid detli hükümlerin bir dereceye kadar hafifletilmesine muvaffakiyet hâsıl olacağı kuvvetli bir ümit ve İslâhat işine en evvel ulemâ sınıfı ile Fetva Dairesi'nin itizam ve yükselme sebeblerinin temini ile başlanması iktiza ettiğinden Meşihat-ı İslâmîye’ye tevdi' edilmiş vazifelerle bu vazifelerin icra ve ifâsı için teşkil olunan müesse seler tetkik ile aşağıdaki mütalâaların arzına cesaret edilmiştir”. "Vukuf sahihlerine ma'lum olduğu üzere bugünkü hale göre Islâm Meşiha. tı'na dört vazife tevdi' edilmiş olup bunlar da kazâ, iftâ. tedris, tenvir ve irşaddan ibarettir." "KAZA: İslâmî bir heyetin asla müstağni olamayacağı bu dört vazifenin bi rincisi kazadır ki Makam-ı Meşihat-ı Islamiye bu vazifesini şer'i mahkemeler vasıtasıyle icra ve ifâ eder. Kazâ'nın ifasına ve buna dair olan teşkilat şimdiye kadar bir çok tekâmül safhalarından geçmiş ve bugün İstanbul ve Taşra Şer'i Mahkeme leri ve bu mahkemelerin Fetvahane ile beraber temyiz mercii olan Meclis-i Tetkikat-ı Şer'iye ile İstanbul şer'i mahkemelerinin istinaf mercii makamında otan Ka zaskerlik Mahkemesi'nden ibaret bulunmuş olup, vilâyet r٧٠'kezleri ile liva ve ka zalarda bulunan şer'i hakimlere "kadı" tesmiye olunmakta umumen Hilafet Ma kamı tarafından taklid-i kaza etmeleri ve eşh selâhiyetlere .lalikiyetleri esası mer'i olmakta ve bu hal maslahata bulunmakla olduğu gibi kadılara mahreç ve menşe'e bulunan Medresetü'l Kudatla okutulmakta olan muhtelif fıkhı ve hukukî dersler de müdâvimlerin kâfi ma'iümat iktisab etmelerini te’min edecek mahiyette bulundu ğundan bu cihetçe de islâha muhtaç bir şey görülememekte ise de bizde maale sef eslâf dâima ahlâfa takaddüm edegeldiğinden mezkûr medrese mezunlarının tahsillerini ikmali müteakip hangi durumda olursa olsun muayyen bir müddet Şer'i Mahkeme'lerde kadılar ve müşavirlerin nezdinde ve Fetvaname.de mümarese ikti. sab etmeleri ve bilâhare halkın haklarını yerine getirmeğe kadir ve dâvalara bak maya kefil, anlayışlı, emin, müstakim ve metin birer kadı olmak üzere yetiştirilme leri sebeblerinin temini mutlak gibi mülâhaza edilmiştir. Medresetü'l-Kudat Nizamnamesi'ne bu babta bir madde ilâvesi düşünülmüş ve idâri teşkilatın temeli mesa besinde olan nahiyeler de ihmal olunmayarak bazı nahiyelerde bulunan naibliklerin teşmili ve naibler ile bütün şer' hâkimlerin intihap ve tayin işlerine ve taltif, terf? ve tecziye şekillerine mütedair lüzumlu hükümlerin ait olduğu kanuna derç ve tezyîli. mahkemelerin sür.at ve intizamını te'min kasdıyla Usul-u Mehakime-i Şer'iyye Kararnamesi hazırlanmakta ve l'lâmat.ı Şer’ıyye’nin sür'atle tenfiz ve icrası zım nında l'lâmat-ı Şer'iyye İcra Dairesi'nin de bağlı olduğu Meşihat Makamı'na bağ lanması ve Adliye Nezareti.nin de tasvib ve muvafakatiyle terekelerin yazılması ve verasetin isbatı işleri ile iştigal etmekte olan Muhallefat-ı Umumiye Kassamlığı Mahkemesi ile yetimlerin mallarını muhafaza ve çoğaltması ile meşgul Emval-ı Eytam İdaresi muamelatının da böyle sür٠atll ve salim bir surette cereyanını temin için Meşihat Makamı'na bağlanması muktezi ve münasib görülmektedir."
318
C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D lN
٠
D E V L E T İL İŞ K İL E R İ
KdzaliK rnurakebeden azade kalan kuvvet ve selahiyetlerin bilinen hudutları tecavüze temayül edegeldikleri nazar-ı itibara alınarak Abdülaziz Han'ın saltanatı nın ilk yıllarında te.sis ve bilâhare lağv edilen teftiş usulünün İlmiye Dairesi'nin bü tün vazifelerine şamil olmak üzere iadeten ihyası ve akranlar arasında temayüz etmiş mütehassıs müfettişler tayin etmek suretiyle kadı ve müftülerin, medrese ve tekkelerin ve sair şer'i müesseselerın muayyen ve gayr-ı muayyen zamanlarda teftiş ve murakabeye tabi, tutulması ve bu hususların bir kanun ile te'yit ve tevsiki lazım görülmektedir. İFTA: Makam-ı Meşihat-ı Islâmiye iftâ vazifesini merkezde Fetvahane tara fından ihzar edilmek üzere bizzat taşralarda müftüler vasıtasıyla ifa etmekte oldu ğundan eskiden beri İstanbul'da iftaya mütedair vazifelerle meşgul teşkilat bulun duğu gibi taşraya da müftüler tayin ve i'zam edilmekte ve iftaya mezun kılınmakta iseler de maaşları pek az ve ifta ile beraber mahallin dini hususlarına nezaret ve idare meclislerine iştirak, evkaf komisyonlarına riyaset de uhdelerine tevdi' edilmiş olduğundan vazifeleri cidden mühim ve yorucu bulunduğu cihetle maaşlarının ço ğaltılması. mahalli tesirlerden azade olabilmeleri için mahalli ulemanın tercihi şartı ile münhasıran Meşihat tarafır>dan tayin edilmelerinin te'mini maiyyetinde birer müsevvrt bulundurulması, tayin ve terfi' suretinin ve şahsi durumlarının hususî bir kanun ile tesbiti muvafık görülmüştür. TEDRİS: İslâm memleketinde İslâmî ilimlerin lâyık olduğu ehemmiyetle eğitim ve öğretimi. Umumi Harp dolayısıyla dinî vazifelerde halka rehberlik ede cek imam ve hatiplerin hissolunacak derecede azalmasına binaen bunların da ih tiyaç nisbetinde yetiştirilmesi ihmal olunamayacağı gibi lazım olan ilimlerin mem leketimizde intişar ve tamimi, medeni hatıra ve izlerin en iyi bir şekilde takdir ve telâkkiye mazhar olması da din uleması ve dinî tedris müesseseleri tarafından ter viç edilmekle kabil olabileceğinden ulemaya riyaset ve dinî müesseselere müraca at makamı olan Meşihat-ı Islâmiye’nin mühim vazifelerinden birisi de tedris olup şimdiye Kadar bu vazife Ders Vekaleti vasıtasıyla icra edilmekte ve bundan sonra da oylec►» devam etmesi lâzım bulunmakta ise de tedris teşkilatının ta.mim ve teş milinin t،, minine ve ders proğramları ile tedris usulünün asrın icaplarına ve ta.lim ve terbi, e ilmi kaideleri dairesinde mümkün olduğu kadar ıslahına ihtiyaç hissedil mekle bu hususla evvelâ taşralarda hususî bütçelerden tahsisatını temin ederek hazırlıK medreseleri açmasına muvaffak olan mahallere Ibtidai Hariç ve Ibtidai Da hil (tali) derecesindeki medreselerin ta'mimi sebeblerinin tamamlanmasına, sani yen medreselerde tedris olunan ilim ve tenlerin birbirleri ile münasebetlerine göre mal edilmemekle beraber medreselerin as muallimle idaresi imkanının hazırlan masına salisen; her yerde asli derslerin ayniyeti muhafaza ederek ilâve edilen derslerde mahallin hususiyeti nazar-ı kibara alınmasına ve binaenaleyh bazı ma hallerde licafî derslere ehemmiyet verilmeğe mukabil diğer yerlerde zirai ve sair derslere itina edilmesine ve bilumum tedrisatın m؛ümkün te v e e e û ibulunmuştur. İRŞAD VE TENVİR■ İmam ehlini tenvir ve trşad, müslümanların ahlâk-ı fa. zite .،،mae ile süslü, kendi mazi ve haline agâh, cihanın siyasi, dini. İlmî.
cumhuriyet dön em ind e m ed reseler
319
sınaî, bediî bütün olaylarından haberdar olmalarını te'min. aynı zamanda müsiü. mantarın seciye ve faziletlerini, ilim ve sanayiini. hüsn-Ü nazarından hiçbir zaman müstağni olamayacağımız medenî alemin gözünün önüne koymak da Meşihat Makamı'nın aslî vazifeleri cümlesinden bulunduğu cihetle mezkûr hususların ifası nı mütekeffil olmak üzere Dârü'l-Hikmeti'l-lslâmiye önceden te'sis ve teşkil edilmiş ve şimdiye kadar vazifesini ifaya devam etmekte bulunmuş ise de mezkûr mües. seseden azami derecede istifade edilebilmek için maiyyetine kâfi miktarda müter cimler verilmesinin faydalı olacağı mülahaza olunmuş ve bu babta lüzumlu mad delerin Dârü'l-Hikme Kanun'una ilâvesi derpiş kılınmıştır. Zikredilen hususlardan başka gerek merkez daire ve gerek taşralarda Meşi hat Makamı'na bağlı teşkilatın İdarî cihetinde her makam ve memurun mezun ol duğu hudut ve selahiyeti gayet sarih talimatnamelerle tesbıt ve tayin edilerek bil dirmek ve sormakla vaktin yok olmasına ve işlerin fevt olmasına meydan verilme mesi ve kırtasiyecilikten mümkün olduğu kadar kaçınılması da ayrıca düşünülmüş ve bu babta icabeden muamelât hemen hazırlanmıştır.”^ Görüldüğü gibi memleketin içinde bulunduğu şartlar göz önüne alınarak savaştan çıkıldığı ve yaraların sanimağa çalışıldığı bir dönemde bile ilim hayatı nın da yeni bir şekilde kurulmasına çalıştbyordu. Devrin en ileri gelen alimleri sırf bu maksatla bir araya gelerek memleke tin geri kalmasına sebeb olan cehaletin izalesi için gayret sarfediyor ve ilmin \c. niden asnn ihtiyaçlanna göre neşri için faaliyetlerde bulunuyordu. Meşihat Makamı'nın asırlar boyu sergilediği büyük vazifelerin daha iyi bir şekilde yapılma sına çalışılırken geleceğe ait planlar da düşünülüyordu. Bu sıralarda vatanın her tarafı işgal edilmiş bulunduğu halde memlekette din birliği lâzım gelirken ve halta İslâm Dini'ne karşı bulunanlann susması gerekirken, maalesef tslâm.j \،ı pılan hücumlar bütün şiddetiyle devam ediyordu. İslâm'a ve dini uygulamalara karşı girişilen tazyik ve tahrike ileride de geniş yer verileceği için, biz mcdrc.selerin kapatılmasından önce, bu kurumlann ve başlanndaki müderrislerin, naMilı. gı ve niceliği üzerine biraz olsun durmak isliyoruz. '.M Ü D E R R İS L E R C E M İY E T İ.'^
Bu cemiyetin kurucuları devrin cn büyük alimlerinden oluştuğu için takip etlikleri gaye de o derece büyük, faydalı ve yaygın idi. Bu bakımdan bu ccmiyc3
Sadık Alb٠ yrâk. T ü r k iy e 'd e D m Kav٠ as/. %. 139-144. Şam. Yayınlan. 4 Baakt I964.b ٠anb٧ i Bab٠ı Fetva Daır٠ -yi Maşıhat-ı Islâmcya lahnral Kalem., 6 Muhartam 1922 lanh. S no٠u Tt٤k٠. re-ı Matihai Raporu Balgati. Mudemtin Cemıyatı. Evkaf-ı itlâmıya Matbaan. 1921
320
CUMHURtYEH^ DÖNEMİ DlN - DEVLET ILIŞKİLERJ
lin fonksiyonlan üzerinde biraz durmak gerek. Cemiyet Ana Tüzügü'nün başın da son derece ibretli ve isabetli fikirler taşıyan ve devrin yaralandı ve hastabklannı en iyi teşhis eden bir "Beyanname" mevcuttur. Bu "beyanname" şöyledir: CEMİYET BEYANNAMESİ
"Bir milletin vücudu ve siyasî bekası, kendisini teşkil eden bir veya birkaç kavmin ihtiva ettiği sınıflar tarafından insanlığın fıtratında müesses bulunan bütün ihtiyaç ve istidatların kitlece düzeltilip, geliştirilmesine dayanmaktadır. Bir kavmin yalnız cengaverliğini yahut yalnız zihnî ve ticarî mevcut kabiliyetini temine kâfi de ğildir. Ulûm ve fünûnda. hars ve sanayide, ticarette, adalette, siyasette, diyanette, askerlikte ve sair medenî unsurlarda gösterilecek mevcudiyetlerdir ki millî varlık pâyldâr olur." "Bir milletin teallisi onu terkip eden sınıfların ferdlerinin izhar edecekleri mevcut özelliğin tealisine bağlıdır. Her sınıf, üzerine aldığı vazifeyi ne kadar yük sek mikyasta ifa ederse millet o nisbette terakkî ve tealî eder. Ve bunun aksine her sınıf ne kadar aşağı derecede vazifesine bağlı kalırsa millet de o nisbette geri ler." "M ille tle rin ta rih in d e ş u ra s ı d a ş a y a n .ı m ü ta la a d ır k i b ir m ille tin y ü k s e lm e s i b ü tü n s ın ıfla rın ın y ü k s e lm e s i ile, b ir m ille tin e v v e lc e u la ş tığ ı y ü k s e k m e d e n iy e t s e v iy e s in d e n d ü ş ü ş ü d e d e n ile b ilir k i b ü tü n s ın ıfla rın ın g e ri k a lm a s ı ile m e y d a n a g e lir. M ille tin ih tiv a e ٢ı ٠q. s ın ıfla rd a n b ir k a ç ı te ra k k i e ts in d e d iğ e rle ri k a ls ın y a h u t b ir k a ç ı g e ri k a ls ın o a d iğ e rle ri k a lm a s ın , b u o lm u y o r. H e p si b ird e n te ra k k î h e p b ird e n te d e n n i e d .y o r. B u n u ş ü p h e s iz fe rtle r v e s ın ıfla r a ra s ın d a k i k a rş ılık lı te s irle re ham i e tm e K ie iz a h edH D ٠tır;z. İş te d u ru m b u ra d a n n eş.et e d e r k i te ra k k i e tm iş m ille tle r d e n y e tiş e n a ٠" ٢١٠e r v e s a ir z ü m re le r ile te ra k k î e tm e m iş m ille tle rd e n y e tiş e n a lim le r v e ؟..i ’’ Z ü m re le r a ra s ın d a a y n ı m e s le ğ e m e n s u p o ld u k la rı h a ld e b ü y ü k fa rk la r g o ru ıu r."
"Hangi sınıftan olursa olsun insanlık fertlerinden her biri muhafaza ve şahsî bekâsının icab ettirdiği hayat mücadelesinde yaratılış bakımından şahsî menfaati ni dığerlerınkine tercihe meyyaldir. Bu meyillerden mütevellit büyük hazırlıklara beşeriyet tecrübe ede ede, türlü türlü çarelerle karşı gelmek istemiştir. Bu çarele rin zamanımıza kadar gelen mükemmel şekillerinden biri hükümettir. Hükümet et me mevkiinde bir milletin sınıflarının menfaatlerini kuş bakışı yüksek bir noktadan görecek ileri görüşlü ricat bulunacak, hükümet, hükümet etmenin iktiza ettiği şekılÖ B her sınıfın, hef ferdin arzusunu tatmin ve başkalarının emelleriyle müsademe
.0 da muhiaç-ı âta-i Hak’tır."
٠6 ٠8t٠-î M٠vh،)٠-I mutlaktır."
CUM HURA
321
d ö n e m in d e m e d r e s e l e r
واواterakki etmiş milietierin hareket prensipieri! İşte milietierin miirebbi s.mliarma dahii .lan medeni milletlerin esas terakkiyat.l Bu şekildedir w zaman؛m٠2 da beşe,
rî t.pluluklara tesir edici insaniyet ve laziletler medeniyeti yine hükümetin nezareti altında, lakat hükümetten intizar etmeyerek bizzat vücuda getirmişler, ^şeri saa. det bu şekilde muvattakiyete ulaşmıştır." .Yukarıda geçen hususlara binaen İslâm Milletinin tealisi sair cihetler araSinda diyanet cihetinin de kâmil bir inkişala mazhariyetini lüzumlu kılmış ve sair kavimlerin misal ve tecrübelerine İlâve clunarak uzun seneler bizdeki tecrübelerden alman dersler ilmiye mesleğinin tealisinin, bu mesleğin yakından alâkadar clanları taralından ihtimama mazhar elmasına vabeste bulunduğunu gOstermiş ٠!٠ duğundan bu mesleğe hadim clmak üzere Cemiyeti Müderrisin" kurulmuştur. "Cemiyetin ibraz edeceği mesai tek gaye clarak millet lertlerinin dinen tenvi. rine ve ahlâken tehzibine, içtimai bağlarının kuwetlenmesine ma١ul clacag.ndan bu maksadın husulü en büyük şart ittihaz edilmiş ve halka yük olunmaması hakkında varid olan Hazret! Peygamber'in emirlerine imtisalen mUslümanların şahsi çalışma İnkişalı esasi da dikkat nazarlarından uzak tutulmuştur. Ancak bu maksadin husulü vakitlerini ilmi ve lennl tetkiklere hasredecek mUderrislenn muvattaki. yet dairelerinin genişlemesine ve ilmiye talebelerinin, İslâmî ilimler ve zamanımızdaki lenlerle mücehhez bir halde yetiştirilmesine vabeste ve bu halin en mUkemmel şekilde ortaya konması, bunların haricinde diyanet ve İlmiyeye muha٤*et ٠ile temayüz eden zevatın müzaheretine dayandığından cemiyet şartlan ve maksatları ona gOre ortaya çıkmıştır." "Her hususta «rat ve telridin muvaffakiyeti İhlâl Geçeği açık bulunmasına ve şer'i şerrfle hareketlerinin hudutları muayyen bir şekilde çizilmiş bulunan ulemâ.nın .«iyasi maksatlar takip etmesi dava uğrunda zaruri olduğu veçhile siya, si .ihyalardan nazar-ı dikkatle kaçınmış olmakla beraber cemiyet ve lerdin hukuk ve seiahiyeti yine kendilerine mahluz bırakılmıştır." "Yukarıdaki esaslar dairesinde cemiyet resmen teşekkül etmiş olmakla din V. ilim erbabının yardımsever ؛eveccUhirinden gurur duyarak laydalı laalıyet.ne başlamıştır. Tevfik Allahlandır.^ Kumlan bu cemiyetin gayesi de şu maddelerle izah ediliyordu: "Madde 2) a— İslâm Milletinin yUco tedris mesleği ve m^enl âlemdek. sair mesleklerle mütenasip yüksek Irtan seviyesine çıkarmak ^ n iktiza ^ e n teşetoUslerde bulunmak. tH İslâmî ilimlere hakki ile vakıl ve sair ilimlerden zamanın ihtryacma k^^ malumat! ha ىve ulemanın evsalı ile mütemayiz ilmiye lalek^si yetelirm^e gayret sartelmek.
s.
Mjıterriıın Cımıyali. Evhaf-I l٠ l٠ m ^ Matbaul ا921-ط K ıvgul. ٠ . 145-149. Şamil Yay. 4 Baıkj lıtanbul.19.4
ﺳﺎا
: 8س
٨ﺳ ﺎ
T û A i r f . D٠r
322
CUMHURİYET DÖNEMİ DÎN ٠ DEVLET İLİŞKİLERİ 0“
Muntazam bir usul dairesinde dinî hakikatlen. Islâm’ın yücelik ve terbi yesini mûslümanların ruhlarına doldurmak, Islâm adab ve şeairinı muhafaza, müs. lümanlar arasında kardeşlik bağlarının takviyesi ite içtimai mükellefiyetler ve şahsi çalışmaların inkişafına büyük bir azim ve metanetle çalışmak, d— Müderrislerin hukuk ve menfaatlerini korumak, refahlarını temin hu suslarına gayret sarfetmektir.. Kırkyedi maddelik bir tüzüğü ihtiva eden bu cemiyetin kurucu ve idarecileri şu zevatH kirâmdan teşekkül etmiştir: Kurucuları: Fatih dersiamlarından Abdülfettah. Fatih dersiamlarından Geyveli İbrahim Hakkı. Fatih dersiamlarından Muhammed Atıf. Beyazid dersiamların dan Ermenekti Mustafa Safvet. İdare Hey'eti: Birinci reis: Fatih dersiamlarından Mustafa Sabri Efendi. İkinci reis: Dârül.Hilâfeti’l-Aiiyye Ibtidai Dahil Medreseleri Umum Müdürü İskilipli Mu hammed Atıf Efendi. Kâtib٠i umumi: Dârü'l-Hilâfeti'l.Aliyye Ibtidai Dahil Medresele ri OsmanlI Edebiyatı müderrisi Ermenekli Safvet Efendi. Azalar: Daru’l-Hikmeti’l-lslâmiye azasından Eşref Efendi Zâde Şevketi, Dârü'l-Hikmeti.l-lslâmiye azasından Sakl-i Nursi, Fatih dersiamlarından Düzceli Zahid. Dârü’l-Hı'âfet.'l-Aliyye Sahn Medreseleri Fıkıh müderrislerinden Seydişehirli Haşan Fehmi. Dâru.i-Hilâfeti’İ-Atiyye Ibtidai Dahil Medreseleri Mantık müderrisi ManisalI Mustafa, Fatih dersiamlarından İstanbullu Hafız Abdullah, dersiamdan Sinoplu Muhammed Emin Efendiler.. Görülüyor ki Müderrisler Cemiyeti son derece büyük zevatı ihtiva etmek le ve tamamen memleketin maddi ve manevi imanna yönelik yüce gayeler taşı makta idi. ٠
tSLÂM .A YAYIN YOLUYLA YAPILAN HÜCUMLAR KARŞISINDA MÜDERRİSLERİN ROLÜ
Kurxıluşunu ve gayelerini açıkladığımız müderrisin cemiyetinin mensup lan her fırsatta İslâm'a saldtran ve hücum eden şahıslara cevap vermekten ve Islâmiyeti müdafaa etmekten de geri kalmıyorlardı. 19211i yıllarda edebiyatçı Cenab Şahabeddin. "Peyam-ı Sabah" Gazete sinde "Siyasi Hasbıhaller" başlığı alünda neşredilen "İmkan-ı Kıyam" adlı ma kalesinde şöyle diyordu: ^
6.
Ll
Möd٠rri٠in Cemiy.b. Evkaf-ı lslâmtyei^tb ٠ a،ı.
٥٥^ ٥ ٠٢٥^٥٥،^ ö ٠ywî2١ ؛Bölümü).
c u m h u r iy e t d ö n e m in d e m e d r e s e l e r
323
”... Her şeyden ziyade dini saadetimiz için şâyan<ı temennidir ki ilk önce içtihat kapısı artık açılsın. Bir müstebitin keyfi için bu kadar asırdan beri kapalı durduğu kâfidir. Esaret, taaddüi.i zevcâl. resim ve hcykcltraşlık memnuniyeti gibi şeyler var ki İslâmiyet'e garp alemini yan baktmyor. Ve bizi medeniyet ka filesinden çıkanyor. Halbuki insafla araşunlırsa bugün esaretin bilfiil mülgâ ol. dugu. taaddüt-i zcvcât'ın ameli kabiliyeti kalmadığı. Lât ve Menal hatıralan taze iken konulan resim ve heykel memnuniyetinin idamesine artık mahal görülemi. ycccgi teslim edilsin... Bugün bir Dârü'l.Hikmc’miz vardır ki eğer yanılmıyor sam en önce gelen vazifesi. İslâm'ın vazifelerini tanıtmak, sevdirmek, içtimai bir amil olması itibariyle de kuvvetlendirmektedir. Bu gâyeyc vasıl olmak için kestirme yol mufassal ve müselscl kıyaslarla cOcân uyuşturmak veyahut din na mına jandarmalığa kalkışmak değil, mukaddes csaslanna dokunmayacak ta'dilât ile İslâmiyet'i zamanımızdaki hayatın icaplanna uygun bir hale getirmektir. Cenab-ı Şehabeddin'in dini meselelere ait makalelerine uzun uzadıya ce vap vem Mustafa Sabri Efendi şöyle diyordu : ”... Edib-i muhteremin İslâmiyet'te en ziyade zihnini işgal eden 'Taad. düt-i Zcvcât” meselesi için "kıymet-i İlmiyesi kalmamıştır” demesi müsellem değildir. Eğer ilmi kıymeti kalmamış ise yerini fuhuş ve sefahata terk ederek iç timai sahadan çekildiğini takdir etmeleri lazımdır. Mesele gâyet basittir. Gaıpta hayatın en mutenâ hazlan (güzel kadın) sayesinde tatmin edileceği kanaati inkân kabil olmayan bir halde teessüs etmiş olduğuna göre güzelden güzele doğru teselsül ve teceddütten bu arzu karşısındaki kadınlan İslâm şeriatı hem tahdit ve hem de tayin ve tesbit etmiştir. İşte o kadar..." "... Heykel-iraşlık gibi güzel san'aılan İslâmiyet'in takdir etmemesi tarzın daki yadırgamaya karşı da sözüm şudur ki: hayatta havaic-i asliyeyi icıı.m ، .len san'aüar bir tarafta dururken insanlar ciddi ve maddi faydası olmayan ve ekseri yetle müslümanlarca bilinmesi gösterilmesi yasak olan insan azalanru da tasvir ve teşhir ettiği cihetle İslâm’ın adâb ve edebine uymayan san'aılan dinimi/ ih male mahkûm bırakıyor. Ve bedii vezki tatmin için bunca bedâyi-i hilkati kâfi görmeyip de taştan insan vc hayvan yapmağı İslâmiyet sefihlikle «Ugal le.âkki ediyor."^ S.
Alemdâr G uetesi. sayı : ^27,7، 7 15 l u n i s a n i 1337 (1921). Mü، iaf• s^)n Atom, dara 19 KAnunisanı 133r6e ٠lkl tzah bir iKtah' V . 2 4 KânunİMni I337.de "Ûçûncû izah, adil cMer iki makala ite Ce^ab Şehabeddin'e cavap vermiştir. A^îca !، kilıplı IvAjhammed Abf Efendi de c in a b ^ . - ٠٠ Atomdar'da 20 KAnurotani l33 ۶da IftlAmİyet ١٠ 20. Asır.Taa^Ol^ ZevcAt Hakkifxia’ adil m a k ^ la uzun bir oevap ymmişllr.
324
c u M H U R tY E n ^ D ö
n e m i d in
٠
d e v l e t il iş k il e r i
Bu lür neşriyatın milleti huzursuz etmesi ve önünün alınması gereken bir zamanda icab eden zecri tedbirler alınmak isteniyor. Fakat bir netice de almamıyordu. Zira basın serbcstiyeti istismara son derece müsaitti. Bunun sebebi de sallantıda bulunan bir imparatorluk ve onun can daman olan milletin Anado lu'da müstevlilerden vatam temizlemek için yaptığı kavgadır. Basıriın İslâm'ı hedef alarak yaptığı neşriyata Padişahlık genel sekreterliğinin bu sıralarda yaptı ğı tamim şöyledir: MABEYN.I HÜMAYÛN-I MÜLÜKÂNE BAŞ KİTABETİ (Sayı : 9) "Matbuat hakkmdaki hususi müsaadeler her yerde mevcut meşru hudutlarla sınırlanmış bulunduğu halde bu müsaade suistimal ve mezkûr sınırlar ihmal edile rek Islâm âdabı ve OsmanlI terbiyesi hilafında gayet çirkin hikâye ve makalelere matbuat sayfalarında intişar mahalli buldurulmakta ve cür'etin maksadı bir kat da ha arttırılarak bazı dini emir ve nehiylere ve itikada ait düsturlara uymayan maka leler dere olunmakta bulunduğu gibi Kurân-ı Azimüş-Şan'ın yazılış imlâsının teb dil ve tağyiri hakkında geçende garip bir mütalâaya da tesadüf edilmiş olup bilindi ği vech ile Furkân-ı Kerim’e mahsus olarak öteden beri Müslümanlar arasında ka bul edilen yazı ve imlâ tarzından bir harfin bile değiştirilmesi nice nice mahzurları mûstelzim ve böyle şeyler bid.at-ı seyyie değil, bid'at-ı şenia demek olacağından başka, bu sahadaki yalan sözleri yazan ve neşredenler çapkın-meşrap bulunduk ça cür.et ve cesaretleri kat kat artarak ayât-ı celile'nin nâsihmı mensubundan ayırmak ve Furkan-ı Kerim tilavetini Türkçe’ye hasretmek ve saire gibi çeşitti ma nasız sözlerin peyder-pey intişarı durumun gelişinden anlaşılmakta ve o türlü menfur h،٠٠âye, makale ve mütalâaları yazan ve neşredenler ya yüce İslâm ahlâkı ve güzel Osmanlı edebinden, dini ve itikadi esas ve meseleleri ledünniyatı ile id. Vakten na.ibi olamayan halkın cahil ve sefillerinden yahut kasıtlı bir hissi İnada uyularal. gençlerin zihinlerini ve saf gönülleri idlâl ve içinde feyz, felah, minhac, necat ve necah olan mezheblere ait bağları ve prensibleri.Allah korusun ٠ dalâlete düşürmek kötü maksadına hadim fasitlerden bulundukları açık bir iş ise de. her ne olursa olsun öyle müstehçen ve yalan makale ve hikâyelirin her şeyden önce Hilâ fet Merkezi.ndeki Türkçe Matbuatın sayfa ve sütunlarında görülmesinin pek çok şekillerle kıskanılmasından başka Islâm Âlemi.nde hasıl edeceği kötü tesirlerin ve fevlit edeceği elim akıbetlerin dereceleri bilhassa teemmüle şayan bulunduğuna ve Hazreti Şehriyarİ Şevketmeab Efendimizin gerek halk olunmuş oldukları salabet ve gerek ha ؛ve sahip oldukları Islâm Hilâfeti.nin sıfat ve yüce vazifesinden aşağıda yazılı adi makale ve münderecatın intişarına asla rıza gösterilemeyeceği apaçık bîlunduğuna mebni Zât.ı Meşihat-Penahiye şifahen de emr ü ferman bu yurulmuş olduğu vech ile bundan sonra bu türlü yazıların
CUMHURİYET DÖNEMİNDE MEDRESELER
325
ddn bulunmuş olmakla, ol babta emr.ü ferman veliyyûl emrindir. 20 Cumadelaher 1339<28 Şubat 1337, (1921) Serkâtib-İ Hazret! Şehriyari Rıf.at"^ Gazete yayınlannm halkı son derece dalalete sürüklemek istediği açık bir şekilde görüldüğü gibi bu tamimden alınacak pek çok ibretler de vardır. Zira bu tarihlerde memleketin bulunmuş olduğu ahval pek elim ve karanlıktır. Bütün bunlara rağmen İslâmiyet'e karşı olan düşmanlık dinmiyor ve inançsızlık vata nın kurtulması sözkonusu olduğu bir zamanda bile kendini göstermiş oluyordu.
9.
Sadık Albayrak, Türkçe'de Din Kavgası, s. 151.153. Şamil Yayınevi 4. Basım. İ5،anbul٠1964, Mabeyn-İ Hümayun MülOkâne Baş Kitabeti. 9 nolu tamiminden Belge : "Padişahlık Genel Sekreteri؛.!. . .M abeyn-i HOmayun.ı MülOkâne Baş٠Kltabetı٠n؛n 9 noKi bu ta. mimi ile. basının Islâm'a yayın yoluyla y a p tı.ı saldırılara derhal oeza ver٠ece ٥ ı bildriliyordu...
>r،
I
-ﺀل ١ﺗﻢ
ﻳ ﺆ د
^١
ع
أ : | ،ي |
ﺑ ﺢ ، 1ﺀ ،«< ٠؟ ،٠ ٠ﻋ ﻢ ٠ل
j
آ ٠ ٠ ٠ة ﺀ و :ت
.٠
ب ا ج ٠آ
ز
س٠٠٠
;ذ
ة ..ز
.İ٠!٠٠
٠ ا؛ ٠ﺀ ، ،ا ج
I
7ج؛
İ
İ
٠ ٠٠
^ ٠ .ﻣﺒﻔﻴﺴﺤﻤﺢ؛ا٩٠١٠اﺀ٠ﺀأذفﺀ
٠.ﺀ٩
; ؟ :ﺑﻲ:
٠،٠٠
ي؛
I
a ٤M . ^ I
Dokuzuncu Bölüm
d in d e
W ... •t
İNKILAPLAR BAŞLARKEN
٠ Lill r .،>i!؛ı^ ıL ٠ ^ ؛Ö â
V ::
٠ ٠
DİNDE İNKILÂPLAR
3 Mart 1924 tarih vc430 sayılı kanunla. ’Türkiye dahilinde dini tedris ve ren bütün mektep ve medreselerin kapatılması ile Türk toplumunun 600 yıldır dayandığı İlmî ve dinî müesseseler tarihe kanşmış oluyor ve en önemlisi dinî hayan zenginleştirecek olan medrese eğitim ve öğretiminin sona ermesiyle de. bir yerde dine dayalı hayat sona eımiş bulunuyordu. OsmanlI İmparatorluğu zamanında gerek İslâm dünyasında ve gerekse batı dünyasında şöhrete ulaşmış insanlar hep bu medrese ve mekteplcnn tedri sinden geçerek yükselmiş kişilerdi. 1924 Maıt’ında kapatılmadan önceki durumlanna bakıldığında hıu . h،٠r türlü aleyhte şartlara rağmen medreseler hem dinî eğiümin ve hem de toplumsal hayann vazgeçilmez unsurlan olmuştu. Tanzimat harekeüyle başlayan yenileş tirme cereyarüanndan o yıllarda etkilenen kurum ve kuruluşlardan biri de med reseler olmuştu. En kötü zamanlannda bile ne tür vazifeler ifâ eylediğini ve nelerle meş gul olduklarını göstermesi açısından medreselerin son durumu ile ilgili bilgiler vermek istiyorum. Sadık Albayrak. "Türkiye'de Din Kavgası" ؛adlı konuyla ilgi li olarak şunlan dile getiriyor ö n e. Medreseler: Medreseler hakkında en esaslı düşünce ve fikirler İkin. Meşı٦ıhyet٠in başın da ortaya atılmıştır. Bu devrede her şeye hakim olmaya başlayan ht.hat ve Terak. ١.
S ıd ık Albayrak.
M i y o 'd e D i n K a n . s. 171.172. Şam« Yayım v ١.<4 ) ﻟ ﺴ ﻪ. 1٠ ﺳ ﺪ ا م
330
C U M H U R İY E T D Ö N E M ! D lN - D E V L E T iL tŞ K lL E R l
ki Cemiyeti daha önce de görüldüğü gibi medreselere de el atmıştır. Medrese ile alâkası olmayan bir sürü zevat medreselerin ıslâhı hakkında fikirler serdediyor ve bu cemiyetin İstanbul'daki kulüplerinde medreselerin ve verdikleri tahsillerin fena lığı ve geriliği anlatılıyordu.؛ 1908.de medreselerin Islâhı düşünülmüş ve bu yolda çeşitli fikirler serdedile. rek medreselerin tahsil müddeti on iki sene kabul edilmiştir. Bu devrede yapılan değişiklik ve proğramlar gerekli görülmeyerek 1325 (1909)٠da ikinci defa medrese lerin islâhına doğru gidilmiştir. Nihayet 13 Şubat 1325 (26 Şubat 1909) tarihinde Ders Vekâleti ve Meclis.i Talebe teşkilâtlarınca tanzim olunan proğram kanunî yol lardan geçerek tatbik mevkiine konulmuştur. Böylece "Medaris-i İlmiye Nizamna mesi" ortaya çıkmıştır. Fakat bu nizamname pek yararlı olmamıştır. Filhakika okutulan dersler yük lü ve çoktu ama plânsız bir şekilde idi. On iki senelik tahsil müddeti içinde bir medreseli çok şey öğrenebiliyordu. Ama zaman buna müsait değildi. Eğitimde metodsuzluk hakimdi. Nitekim yapılan bu değişiklik çok sürmemiş ve nihayet da ha mükemmel bir şekilde medreselerin yen dan tanzimi için 1914.de yeni bir ka nun çıkarılmıştır. 18 Eylül 1330 (1914) tarih nda çıkarılan 24 maddelik bir nizamname ile İstanbul Medreseleri "Darü'l-Hilâfet 'I Islâmiye Medreseleri" adı altında bir tek medreseye çevrilmişlerdir. Yeni teşekkül eden Dârü'l-Hilâfeti'l-Aliyye Medreseleri yine on iki senelik bir tahsil müddetini ihtiva ediyordu. Nizamname'de belirtildiğine göre bu medrese; (Tali kısm-ı evvel), (Talî kısm.ı sani) ve (Alî) adlarında olmak üzere üçe ayrılmıştı. Her kısmın tahsil müddeti dörder sene idi. Kısımlar dörder sınıfı ve sınıflar da dör der şubeyi ihtiva ediyordu. (Talî) kısımlara 2030 talebe alınması mukarrer olduğu gibi sın.f.ar 260 ve şubeler ve 60٠ar talebe alıyordu. (Alî) kısmına ise 800 talebe alınacak ve bu kısımda sınıflar ikişer yüz ve şubeler de ellişer talebe alacaklardı. Bu medreselerden yetişen ve son zamanımıza kadar gelen pek büyük zatlar vardır. Hattâ son devirde Türk irfanına ve ilmine büyük hizmetler; dokunan alimler buralardan yetişmişlerdir. Bu medreselerin tahsil müddeti sonunda ihtisas sahibi alimler yetiştirmek üzere bunun üstünde "Medresetü'l-Mütehassisîn. adında husu sî bir kısım daha kurulmuştur. Bunun müddeti iki sene idi. 1914’de kurulan vs yeniden teşkil olunan bu medreseler aynı yıl içinde tedri sata başlamışlardı. Bu tarihte Osmanlı İmparatorluğu harbe girdiğinden istenen neticeye vasıl olunamıyordu. Sadece bir yıl sonra Şeyhü'l-Islâm Musa Kâzım Efendi.nin zamanında 15 Nisan 1915.de bu medreselerin adları değişiyordu. Tali Kısm-ı Evvel; (Ibtidaî Hariç). Talî Kısm-ı Sanî; (Ibtidaî Dahil) ve Alî de (Sahn) adı nı almıştır. Medresetü’l-Mütehassisîn'e de "Medrese-i Süleymaniye" adı verilmiş tir. Daha önce tahsil müddetleri dörder sene iken bu sefer üçe indirilmiştir. Bu medreselerin dışında yeniden kurulmuş veya islâh edilmiş ihtisas medre-
Z.
Osman Ergm.
T ü r k i y e M a a r i f T a r ih i,
c. 1, f
102.
D İN D E İNKILÂPLAR
331
seleri de vardır. Bur١lar da şüphesiz büyük faydalar sağlamışlardır. Hattâ o günle. rin nâ-müsart şartları içinde kurulan bu dinî müesseselere bugün bile kavuşama mış ve laikliğin ters işleyen çarktan arasında ezilip gitmişizdir. Bu dini medreselerden biri .*Medresetü'l-Kudât. idi. Bu medrese hususiyle .kadı, yani şer'i hakim yetiştiren bir yüksek mekteb. bir fakülte idi. İlk olarak 1854.de kurulmuş ve "Muallimhane-i Nüvvab. ve 1910'da da "Mekteb.i Kuzât" adı nı almıştır. 1914‘de yeniden ıslâh olunan bu mekteb son şeklini almış ve adı da "Medresetü'l-Kuzât.a çevrilmiştir. Bunun tahsil müddeti iki sene idi. Medresetü'l-Vaizîn; Halka hîtab edecek ve halkla devamlı temas halinde bu lunan vaizlerin daha kültürlü ve metodik bir tarzda yetişmeleri için kurulan bu medrese 19 Şubat 1913'de faaliyete başlamıştır. Üç senelik bir tahsil müddeti var dı. Gaye bakımından son derece derin vazifelerle yükümlü kfi. Aslında bir Islâm misyoner mektebi havasında idi.^ Medresetü't'Eimme ve'l-Hutebâ: Bu medrese de 1913'de imam ve hatiplerin gelişi güzel yetişmelerini önlemek için kurulmuştur. Ders proğramı itibariyle iki kıs ma ayrılmıştı: a) İmamlar ve hatipler kısmı, b) Ezan ve İlâhi kısmı. Görüldüğü gibi ulu camilere tayin olunacak bir müezzinin bile bu mektepten mutlak olarak mezun olması icab ediyordu. Böylece mektepten yetişmiş bir din görevlisi halka ve mes leğine daha çok fayda sağlamış olacaktı. Medresetü'l.irşad: Medresetü'l-Vaizîn ve Medresetü'l-Eimme ve'l.Hutebâ, sonradan .Medresetü'l-lrşad" adı altında birleştirilmişlerdir. Bu medrese iki şubeyi ihtiva ediyordu: a) Vaizler şubesi, b) Hatip ve imamlar şubesi. Vaizler şubesine kaydolan talebeler yüksek tahsil talebelerinin haklarına haiz idi. Tahsil müddeti uç sene idi. İmam ve hatipler şubesinin tahsil müddeti ise iki sene idi.. Yeni teşkil olunan medreseler bir ihtisasa dayanmadığından İslâmî ilimlerde mütehassıs din uleması yetiştirmek üzere yeni bir medrese kurulmuştur. Bunun adı da .Medresetü'l-Mütehassisîn" idi. Medresetü.l-Mütehassisîn: 2 Nisan 1917'de medreseleri yeni bir şekle sok mak için 37 kişilik bir komisyon kurulmuştu. Bu komisyonun kabulü ile .Medresetü'l-Mutehassisîn. kurulmuştur. Yukarıda da bir nebze bahsedildiği gibi medrese teşkilâtı değiştirildiği zaman bu medrese "Medrese-ı Süleymaniye. adını almıştı. Bu medrese üç.er sınıftan ibaret üç şubeye ayrılmıştı: a) Tefsir ve hadis şubesi. b) Fıkıh ve Usûl-u Fıkıh şubesi. c) Kelâm. Tasavvuf ve Felsefe şubesi. Bu medrese, medreselerin yukarıda zikrettiğimiz kanundan sonra kaldırıl ması ite .llâhiyat Fakültesi" adını almıştır. Bilindiği gibi bu fakülte talebe olmadığı gerekçesi ile sonradan kapatılmıştır.
3.
//m/y«. c. 1. s. 572. C e r i d e - i İ l m i y e , c. 5. s 1639. C e r id e -i
332
c u m h u r iy e t
D Ö N E M İ D lN . D E V L E T iL lŞ K lL E R J
Darü٠l-Hilâfet؛٠l٠Aliyy0 Mddreseleri harp İçinde kurulmasına rağmen Anado. İu.da pek ç٠ k eşi kurulmuş ve meri١ezce "Taşra DârU'1-Hilâle Medreseleri" ad. al. lında idare edilmişlerdir. Harbin başlangıç, ile İstanbul'da bulunan medreseler ekseriyeti rtibariyle tedrislerine s .n vermişler ve taleplerini memleketlerine göndermişlerdir. Anadclu'da ؟Iduğu gibi yoksul ve kimsesiz insanlarla askerler bu medreselere yerleştirilmiştir. Bir bUhtan ve iftira olmak üzere bu harpte ve Kurtuluş Savaşında, med.reselerde kagak mollaların bulunduğu ve vatan mUdataasında bulunmadıkları şayiaları hâlâ etrafta dolaşmakta ve m preseleri yukarıda zikrettiğimiz kanunla kapatanlar da bu durumu gerekge olarak ileri atmışlardır. Halbuki durum tamamen bunun aksine cereyan etmişti.5 İslâm inancına gOre vatanin kurtuluşu mevzu bahis olunca cihada koşmak herkesçe tarz olmuş oluyordu. Bunun içindir ki herkes cepheye koşmuştu. Harbin bitimi ile ilim hayati başlamış oluyordu. İşte biz bu yalanlan mevsUk bir şekilde çü٠ rirtmek İçin aşağıdaki vesikayı almayı uygun bulduk. Dârü.l-Hilâteti'l.Aüyye Ibtidai Dahil Medresesi Umum Müdürü (İskilipli) Mu. h a m m p Atıt Efendi'nin Şeyhülislâmlığa gönderdiği 414 sayılı müzekkere şöyle, dır: "HuzUr.u Alî-i Meşîhat.penah^re. Ma'ruzdur. "SUleymaniye, Şehzade. Ankaravî, İsmail Etendi, Cedit Hasan Paşa Medreseleri harp esnasında Harbiye Nezareti taratından İşgal edilmişti. Harp nihayet bulmakla ulUm ve tünün tahsili devri hulUl etti, ilim ve ma’ritete gönül veren talebe. i ulûm, h a ^ e art olan v^rtelerini ikmal eyledikten sonra ilim tahsil etmek üzere Istanhul.a avdetle meskenlerini talep İçin müracaat ediyorlar. Halbuki esasen alâka, dar bulundukları eski meskenleri askeriye taratından İşgal edilmiş olmakla bunca senedir harp meydanlarında setalete düçar olan talebe.! ulUm.un meskensizlik yü٠ zUnden setaletlerinin uzaması adalet ve şetkatle kabil.i kıyas olmadığı ve derslere başlanmak zaman, hulul syladiği halde Mezkûr İşgal dolayısıyle !blida, Datlil tale. beSini tedris İçin hiçbir dershan.emiz bulunmad.g, ve arz olunan se,bebl,e؛le ne.t٩leb. aras.nda zabt u rabtm tanzimi ve ne de derslere başlanman.n te'mini kabi ؛olmadiği Cihetle mezkUr beş medresenin hemen tahliye olunması İçin « ؛؟biye NeZarOt^nce. lu'zumlu teşebbüslerin icra buyurulması Zimnında İşbu müzekkere tak. dCn kıCCdı elendim. Ol babla ve her halde emr ü ferman Hazreti veliyyU'l: eCr'indı'r. 3 ReCiulaher 1337/6 KânUnisanJ 1335 (1919) Mühür, imza (Muhammed
Atıf,^ Bütün bu zahmet ve sıkıntılara rağmen medreseler ve dini müesseseler ^ - . ^ Halbuki bu müesseseler memleket ilmine ve irfanına
5. 6.
bitaıiyn-BırinaPtlnya
O p ; 0 ﺳ ﻢ: اvesikaya b^m.z.
٥٥' m٠k٥l٥y٠
DlNDE INK1L٩İ>LAR
333
büyük hizmetler yaptığı gibi mensubları vatan mUdataasınba canlarım vermekten çekinmemiştir. Birinci Dünya Harbi'nde Alay ve labur imamlıklar, ve askerlerimizi c٠؟t٧rmuşlardı٢. Hattâ ^nlar İçinde cepheye atılıp şehid .lan ile crdu taralından hizmetlerinden dolayı da taltıl ile madalya alanlar ^ k çcktur. Bunu bılmemezlikten gelenler bir İnkılâba yaranmak İçin olanca kin ve netretleri ile bu ilim yuvalan, na ve mensuplarına saldırmışlardır.? Vatani kurtarmak İçin milletçe giriştiğimiz savaşın kaçkınlan arasında sayı. lan medreseler ve onların mensubları tarih önünde temize çıkmaları çok yakındır. Bizzat yaptığımız araştırmaya gOre şimdi İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşıvi'nde bulunan medreselere art kayıt ve imtihan detterlerinde bu yalanın ne kadar asilsiz olduğunu gOrmüş bulunuyoruz. Zira .Tali Kısm.1 Sani ٠ Ibtidaî Dahil" Medresesin, de 1332 (1916) senesinde kayıtlı bulunan talebeler 372 olarak görülmektedir. Imti. han sonu'nda yapılan dokUmde şOyle bir netice ortaya çıkmıştır: imtihana giren ta!ebelerden 81٠İ sındını geçmiş, 21'i ikmale ve 5 talebe de Sinılta kalmıştır. Geriye kalan 265 talebe ise asker olup harbe iştirak ettiklerinden haklarında bir muamele yapılmamıştır. Hatta 0 devirde harbe iştirak eden talebeler imtihan haklan mahluz kalmak şartı ile döndüklerinde tahsile devam edebileceklerdi. Hasılı medreselerin İslâh edilmeyip, kâmilen kapatılması tanht bir hata ola. rak tavsıt edilmesi en doğru yoldur. Medreseler kapatıldığı sıralarda, bu medreselerde okuyan talebeleri şu şe٠ kilde tesbit etmiştir. M art 1 337 (1921 )'de ١btîdaî H a riç M e d re s e s in d e 1 ؛. Sinrf 1. şu be : 27,2 . ş u . be: 3 4 2 ؛. sın ıt 1. şu be : 19, 2. ş u b e 3 ؛2 3 ؛. S inıtta 41 t a l e ^ o lm a k ü ze re 144 ta le . be vardı. Ib tıd a l D ah il M e d re s e s i'n d e is e 1 ؛. S inıfta: 15. 2. S inıtta: 32 ve 3. Sinıfta: 35 ta le b e o lm a k ü zere 82 ta le b e v a rd ı. S a h n M e d re se si'n d e 1337.de 88. N isan I3 3 8 .d e 1 . 0 v e 19 T e m m u z 1339 (I9 2 3 )'d e ise 1. Sinıtta: 38, 2. S inıfta: 3 9 , 3. SInıfta : 26 ta le b e o lm a k üzere 103 ta le b e va rd ı. S ü le ym a n iye M e d re se si'n d e 19 M art . 20 N isa n 1337 (19 21 ) ta rih in d e y a p ıla n im tih a n la rd a ta le b e iştira ki şö yle idi: F ıkıh Ş u b e s in d e 1 ؛. Sinıfta: 14, 2. s ın ıfta : 17. 3. S inıfta: 8 ta le b e . K e lâm ş u b e s in , d e ؛l. s ı n ı f t a : 8. 2. S in ıfta 3 .3 ؛. Sinıfta: 5 ta le b e . T e ls ir.H a d ıs ş u b e s in d e 1 ؛. Sinıfta: 20, 2. Sinıfta: 10, 3. S inıfta: 6 ta le b e o lm a k ü z e re 91 t a l e ^ im tih a n a g irm iştir.
Bu medreseler yukarıdan beri sıraladığımız şartlar ve sıkıntılardan sonra kapanmışlar ve mensuplarından devrimin karekte.rine ve anatoimısine uyanlar terfi, diğerleri ise kaderleri ile başbaşa kalmışlardır...؛
Nice vatan evladı ılım tehsılını bırakıp d٥ rt « p h e * savaşarak şehid düştükten sonra arta kalanlar yeni ilim müessesetennın başına geçmişler ve yelışöklen yuvalara vef-yansın eim ٠١؛٥rdir. Bunlardan biri do Islarıbul UnıvOrsıteSintte Ord. Prol. olan Mehmet Ali Aynî ş ٥yle diyordu BOyleco ricali okuyup yazmaktan mahmm. hakim ve m O ^m ste n n ^ çoğu tamamen ٠ h،l ve memurîyetlerini rüşvetle satın almağa mecbur, motebıt bir idarene memleket »çın mOi0r?٠dT ielâketten mucib olması zarun idi. Halka gelince onlar da bu cahrf ve gafil surl akmlenn f ١û ٠uzu
ا ﻋﺎﺀ ا;ﻷﺳﻖ٠ﻓﺄ :
1 :
'
D/n
Kavgası, s, 177.
(7٦n c i ٠ pn ٠ fu n j ٠ n t » “ t t ^ - )
334
C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN
D E V L E T İL İŞK İL E R İ
٠
3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı kanunla devrimin karakter ve yapısına uyanlar da dahil, bütün medreselerin kapatılması karan alınınca arük Türkiye'de müstakil olarak Fıkıh, Tefsir, Hadis gibi ana İslâm bilim dallannda eğitim gören insanlar kalmamış, bir nevi ulema yetiştiren kaynaklarda kesilmiş olmuştur. Ar tık 1924'ten itibaren kendi imkanlanyla ve inkılabın kanunlarına yakalanmadan dinî eğitim görenler ve gizlilikle bu işi yürütebilenler, ulema eksikliğini biraz olsun giderebilenler olmuştur. Bugün Türkiye'mizde sayılan elliyi bile zor bu lan İslâm uleması dediğimiz zevat işte bu saklı eğitim ve öğretim zamanlannda, gerektiğinde de ölümü göze alarak, kendilerini ilmen yetiştirmiş olan insanlar dır. İslâm ulemasının yetiştiği mekteplerden ve özellikle batınî/manevî mek teplerden sayüan tekke ve Zaviyelerin 30 Kasım 1925/30 Teşrinisani 1341 tarih ve 677 nolu karar ile kapanmasıyla da. ulemanın yetişmesini sağlayan ve onlan ilmen ve ahlaken yetiştiren müesseseler de bütünüyle sona erdirilmiş oldu. 3 Mart 1924 tarihinde medreselerin kapatılmasıyla dinî ilimlerin ٠ tahsil ve tedrisi genellikle tekkeler etrafında ve Tasavvuf dergahlanrun etrafında gayr-i resmi bir şekilde yürütülüyordu. 677 sayılı kanunla bunun da önüne geçildiğinden. 1925 yılından itibaren Türkiye'de ciddi bir oranda din eğitimi ve kuraklığı ya şanmaya başladı. Şapka isyanlannda da görüldüğü gibi, en başta Şeyh Said İsyanında, is yan bölgesi İstiklal Mahkemelerinin. "İsyanlann çıkmasında tekke ve zaviyele rin dini yapılan vc dini etkinlikleri büyük ehemmiyet arzelmektedir" diyerek Tekke ve Zaviyeleri birer, "mcnbu-ı şer ve fesad yuvası’’^, addetmesi neücesindc Tekkeler ve Zaviyeler başlangıç olarak 29 Haziran 1925'de İsyan Bölgesi İs tiklal Mahkemesi mınukası dahilinde kapatılmışlardı.؛؛ Başlangıçta bir kanuna dayanmadan ve sadece İstiklal Mahkemesinin, "menba-ı şer ve fesad yuvası" mülahazasına dayanarak kapaülan Tekke ve Za viyeler, bu tarihten beş ay sonra, 30 Kasım 1925 tarihinde çıkarılan 677 sayılı kanunla aynı mülahazayla bütün yurt sathında, hükümetçe de kapatılmış oldu lar.^؛ Acaba gerçekten TBMM görüşmelerinde de belirtildiği gibi Tekke ve Za viyeler birer fesad yuvası, her türlü şerrin kaynağı ve gericilik hareketlerinin merkezi yerlerinden biri miydi?
٠ .
İl;
özer O zankaya.
M.
s. 261-252.
d in d e i i l
335
Ap l a r
Bunun ٤ ؟in önce Tekke ve Zaviyelerin fonksiyonلa^nلn ne oJduguna kjsa da .Isa değinmek gerekecektir. TEKKE ٧E ZAVاYE اER اN FONKS اY٠N اARI NE İDİ?
Tekk© V© zav؛y©!©r kaynak itibariyi© İslâm’ın batıniZmanevi taratını tarikatlarla yayan mü©ss©s©l©rdir. Tarikatlar Is© İslâm’ın zuhuru il© Hazret-i Paygamber (sas).© dayanmakta v© kaynak ©sas .Imak ûz©r© zamanımıza kadar g.lmiş dinî t.lkîn v© eğitim vasıtalarıdır. K.nunun derinliğin© girmeden I918'd© Meclis.i Me. şayîh’In idare tarzına ait gıkmış olan rapordan bu konuyu agıkga izah ©delim.3ا Bu raf»r üç bölüm üzere tertip Çilmiş on yedi maddeyi ihtiva etmektedir. Bu nizamnamenin tatbiki Igin de üç ^lüm ve on dOrt maddelik bir talimatname çı٠ karılmıştır. Ayrıca taşra meşayih encümenleri İçin de on altı ve tekkelerde tatbik olunacak hükümler hakkında da yirmi yedi maddelik talimatnameler çıkarılmıştır, diğer taraftan bütün tekkelerin sağlık ve temizlikleri İçin de on maddelik bir talimat" name çıkarılmıştır. Burada tekkelerde tatbik olunacak hususlar hakkında kalem© alman talimat" namenin bir bölümünü almakla bu mUesseselerin esas gayeye hizmetlerini daha iyi anlamış oluruz. Açıkça görüleceği üzere tekkeler halka hizmet gayesini güden manevi tıbbî müesseseler hükmünü ita etmekte idiler, zaten kaynak itibariyle Pey. gamber Etendimiz'e dayanması ve asırlar ^jyu İslâm'ın yükselmesine büyük ya. rarlıklar göstermesi tarilıen sabit olduğuna göre bunun aksini iddia etmek ilme ve tarihî akışına set çekmecen başka bir gaye taşımaz. Tekkelerin Tasavv٧؛î hiz. metleri yanında ruhî tedavi müesseseler! olarak asırlar boyu müslümaniara h٠z٠ met ettikleri artık ilmen Isbat edilmiştir..^ Bunun birtakım ^litik sebeplerle her zaman halka tenâ bir şekilde tanıtılması hakikatin ortaya çıkmasını engellemez ve nitekim engelleyememiştir. Bu talimatname önce bazı Tasawutî kavramlarla başlamakta ve bunların delâlet ettiği manaları izah etmektedir: "Madde : 1 - Tarikat: Hak olan İslâm akaidi ile mu٦ekld ve sahih olan büyük şeriatla amil olarak kâmil bir şeyhin Irşad ve ruhanî terbiyesi il©manevî merte. be. menzil ve makamlarda terakki ve tekemmüle sebep hususî bir yoldur." "Madde: 2 - Şeyh ve Halrte: Tarikat silsilesini, mUteselsilen Hatemü.1" Enbiya Elendlmiz Hazretlerine muttasıl kâmil bir isnat, mükemmel bir Irşad ve ru. hani tediyesi ile büyük tarikatlerin seyr ü sUlUkunu itmam il© zahiren ve batınen
13.
ا،ا
Takvim-î Vekayi, s a y ı: 3296، 9 Şevval 1336-16 Temmuz 1334 (1918) Bu nizamname ve talimatnameler toplu olarak Darü'l-HilâfetiVAliye. Evkaf.ı Islâmıye Matbaa sında 1337'de basılmışlardır. Prof. Dr. Ayhan Songar da bu konuda şöyle dem ektedir: .Anadolu’da, daha ortaçağda. Sel. çukîler devrinde, akıl hastalıklarının tedavisiyle uğraşan hastahane-köylenn varlığı bilinmekte dir. Birer dini ve sosyal kuruluş olarak ortaya çıkan tekkelerin de bu konuda büyük h.ızmetfeo geçmiştir Akıl hastalan nı tedavi eden tekke şeyhleri, hatta bu işi kenelerine nesıHer boyunca vazife edinmiş «ûleler mevcuttur." (Psikiyatri, s. 2 vd. Gûl Matbaası. İstanbul 1971).
336
C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D ÎN
D E V L E T İL İŞK İL E R İ
٠
yüce ahlâk ve kemalât. kazanarak İnsanların irşadına memur olan kâmil ve mükemmil kimselerdir." "Madde: 3— Derviş ve Mürid: Bir mürşid-i kâmile intisab ve seyr-i sülük ile iştigal edenlerdir." "Madde: A — Tekke: Bir şeyhin zahiren ve batınen İdaresi altında olup İçin de muhîb ve dervişlerin ikâmet ve mülâzametleri ile seyr ü sülük, ahlâk güzelliği, feyz ve kemalât kazandıkları hayırlı bir müessesedir." "Madde: 7— Şeyhlere ait olan vazifeler iki kısımdır: Biri dahili vazifeler, di ğeri haricî vazifelerdir. Dahilî vazifeler tekkeleri içinde, haricî vazifeler de tekkeleri haricinde ifası ile muvazzaf oldukları vazife ve hizmetlerdir." "Dahili Vazifeler" "Madde: 8— Meşayih-i kîrârn. tekkelerin mensup ve meşrut oldukları yüce tarikatın sanih olan aslî usûl, erkân ve adâbı ile tayin edilmiş olan vakitlerinde vird ve zikirlerim ٧e vakfiyesinin mu٠teber şartlarım tamamiyle ifâ etmekle mükelleftir." "Madde 9— Tarikatın hak olan İslâm akaidi ve sahih olan şeriat üzerine bina edilip kurulmuş olduğu daima nazar-ı dikkate alınarak derviş ve muhiblerin rtîkaden ve amelen dinî meselelerde kemale ermelerine medâr olmak üzere ke lâm. fıkıh, ahlâk ve tasavvuf tedrisatına çalışmak ve bilhassa asrın zan ve şüphe lerinden kelâma ait meselelerin ve dinî İtikatların tenzîh ve istihlâsına ihtimam ey lemek şeyhlerin vazifeleri cümlesindendir." "Madde: 10— Tekkelerde ikamet eden dervişlerin itikaden ve amelen her bir kadın ve erkek müslümanın üzerine bilinmesi vacib olan şerl meselelerde gö rülecek cehaletlerinden dolayı şeyhler mes’ul olacaklardır." "Madde: 11— Tekkelerde bulunan sair vazifelerin sahipleri tarafından ta yin edilmiş zaman ve vakitlerinde ifasına tekke şeyhleri nezaret edecekler, kusur tembelliği görülenleri derhal Meclis-i Meşayîh.e ve taşralarda Encümen-i Meşayih Hey'etlerine bildireceklerdir." "Madde: 12— Mevki'nin ehemmiyeti ile genişliği mütenabis ve müsaid olan tekkelerde, mıntıkaları dahilinde bulunan komşu ahali için okuma ta'limi. dinî ve medenî bilgilere dair gece dersleri açılmasına ve bunlann devam ve rağbetlerinin te.mini hususunda müessir teşviklerin ifasına şeyhler tarafından gayret olunacak tır." "Madde. 13— Tekkelerde zikir, ibadet, tedrîs. kıraat talimi yahut ihvan
hürmet-i kâmile ile dinlenecek ve susulacaktır.’ "Harici vazifeler.
D İN D E İNKILÂPLAR
337
en güzel ahlâkının muhafazasmı son derece iltizam ve bu şanlı meslekte bütün derviş ve muhibler İçin birer nûmune-i imtisal olmakta cidden ilina ve ihtimam edeceklerdir." "Madde: 15— Tekkelerin mıntıkaları dahilinde bulunan fakir ahaliye imkân nisbetinde hizmet ve yardımlarda bulunmak, hastaları ziyaret etmekle sağlık ve teselli bulmalarına çalışmak ve tedâvileri hususunda delâlet etmek; dul ve yetim, lerin. müslüman mücahid ve gazilerin ailelerinin korunması uğrunda din kardeşle rine yol gösterici olmak meşayih-i kirâm'ın manevi meslekleri iktizasındandır." "Madde: 16— Şeyh ve dervişler cenaze merasimlerinde ancak cenazelere ittiba dinî vecibesinin sevabına nail olmak İçin umum sırasında bulunabilirler. Bu gibi merasimde hükümetçe meşayih namına hususî bir hey'etin bulunmasına lü zum görülürse Meclis-i Meşayîh tarafından tertib olunur." "Madde: 17— Meşayih-i klrâm sofiye mesleğine leke getirecek tezellülde bulunmaktan ve şerl bir zorunluk olmadıkça halkın sadakalarını almaktan sakınır lar." "Madde: 18— Tekkelerin şeyhleri Meclis-i Meşayîh'e malûmat vermeyince ve yerlerine münasip bir zatı tevkil eylemeyince tekkelerinden ayrılamazlar." "Madde: 19— Meşayîh-i kirâm. dinî meclis ve mahfellerde derecelerine göre yaşça büyük olanları kendilerine takdîm ile hürmet ve saygı gösterirler." "Derviş ve muhiblerin vazifeleri:" "Madde: 20— Tekkelerde mukîm dervişler, tayin edilmiş vakitlerde dinî va zife ve vakfiye şartlarının ifasına ve Meclis-i Meşayîh’e ta’limat ve kararları ahkâ mı ile şeyhleri tarafından verilecek emirlerin infazına mecburdur." "Madde: 21— Vazifeleri Ha, emir ve hükümlere uymayanlar şeyhleri tara fından tekkelerde yatıp kalkmaktan men olunurlar." "Madde: 22— Bir tekkeden diğer bir tekkeye yer değiştiren dervişler elle rinde, evvelce içinde ikamet ettikleri tekke şeyhinin vesikası bulunmadıkça kabul olunmazlar." "Madde: 23— Tekkelerde mukîm dervişler vazifelerini ifa eyledikten sonra vakitlerini boş geçirmeyerek aklî ve bedenî kuvvetlerinin müsaadesi nisbetinde şeyhlerinin tensibi veçhile muayyen zamanlarda umumî menfaatlere hadim birer hayırlı san.at ve mesleğe Intisab ile o san.at ve meslekte terakki ve ihtisas için gayret sarfetmekle mükelleftir." "Madde: 24— Dervişler, tekkeler haricinde töhmet altında kalmaktan ve tarikatlerin mensuplarına yakışmayacak uygunsuz ahval ve hareketlerden içtinaba mecburdurlar." "Madde: 25— Muhibler. tekkelerde bulundukları zaman tekkelere mahsus olan adâb ve erkâna hürmet ve riayetle mükelleftirler." "Madde: 26— Sema’hânelerde vird ve zikirlere iştirak etmeyerek zikir hal kasının haricinde bulunanların, gülmek ve konuşmak gibi terbiye bozucu ahval ve hareketlerden içtinab ve korunmaları mecburidir."
338
C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN - D E V L E T İLİŞK İL ER İ
"Madde: 27— Bu talimatname'nin tekkelerde en güzel bir şekilde tatbikine merkez ve tekkelerin şeyhleri ile Meclis-i Meşayih müfettişleri nezaret edeceklerdir."^؛ Tekkelerin iç ve dış hizmetlerinin ne olduğu açık bir şekilde yakardaki maddelerden anlaşılmaktadır. Dikkatle incelendikleri takdirde halka ve millete ne türlü hizmetleri olduğu açıkça anlaşılmış olur. OsmanlI Imparatorluğu.nun tarihî tekâmülü içinde tarikatlerin ve bu tarikâtlere mensup olan şeylerin devletin yükselmesinde ve harplerde savaşların kazanıl masında büyük hizmetleri olmuştur. Hattâ Birinci Cihan harbi'nde ve Kurtuluş Şavaşın.da kadirî. nakşı ve mevlevî tabur ve alayları teşkil olunmuş, vatanın kurtulu şu için savaşılmıştır. İlmen yapılan hizmetlerin yanında, vatanın kurtuluş ve saadetinde de bü yük görevler üstlenen Tekke ve Zaviyeler, maalesef varlıklannın tamamen hila fına bir gerekçeyle: '.Menba-ı şer ve fesad yuvası" telakkicileriyle kapatılmıştır. Gerekçe, tek taraflüığın yanında dine ve dini müesseselere karşı açılan cephenin boyutlarını da sergilemiş olur. Medreselerin kapatılması, Tekke ve Zaviyelerin kaldıniması. Türbelerin Sedd edilmesi gibi kararlann aslında basil birer karar olmadığı ve tamamen dinî dejenerasyona yönelik olduğunu söylemekte fayda vardır. Şapka inkılabı için de bu böyle olmuştur. Olay sadece kafaya basit bir şapka giyme olayı değil, şap kayla dinî düşüncede reformasyona giune olayıdır. Nitekim uğruna binlerce in sanın kanı dökülerek muhkemleştirilen bu devrimler, zamanla— toplumdaki di ni dejenerasyon gerçekleştirildikten sonra— yürürlükten kaldırılmışlardır. Bu .ünün Türkiyesi’nde arlık şapka giyen insanlar neredeyse mumla aranacak duru ma gelmişlerdir ve özeUikle artık şapka. 1988 Türkiyesi.ndc. sanki bir köylülü ğün ve geri kalmışlığın alameı-i farikası olarak telakki edilmektedir. Türbelerde yeniden açılmış ve türbelere devlet kendi bekçisini, eski adıyla hizmetçisini kendisi oturtmuştur. Peki neden böyle olmuştur? Çünkü bazı devrimler tamamen "konjüklürcl devrimlcr"٤٥di de onun için. 15
16.
Atec//s-/
Meşayih Nizamnamesi ve Sekiz Taiimatname s 17-20. Darü ٠l ٠H)lâfeti٠l ٠Alıye. Evkaf.ı
d in d e inkii A i ^la r
339
Bu tür devrimlerin daha 15 yılı geçmeden sona ereceğini bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün kendisi belirtmişlerdir. "Bal'dan Damlalar" adıyla gazele sohbetleri yapan ve bir diğer adı da "Bal Mahmud" olan, Mahmut Bey de, Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan bir ya zısında Atatürk’le olan hatıralannı dile gelirmiş ve sözkonusu edilen devrimle rin adeta bir konjüklürel devrim olduğunu ifade etmiştir.*؟ Mahmut Baler'in 9 Kasım 1970 tarihli Milliyet Gazetesi’nde çıkan "Atalüılc'ten Anılar" başlıklı sohbetinden alâkalı bazı bölümleri buraya almak isliyo rum. Mahmut Balcr şöyle diyor; "Blrgün Kılıç Ali’nin evinde... Refik Koraltan "Paşaml" dedi. "İtimat buyurun, Anadolu'nun en ücra bir köşesinde bir çobanın kalbini açtığınız zaman orada Mustafa Kemal yazar. Bu böyledir Paşam!" Atatürk: "Ya!" dedi. "Beyefendi, Ana dolu’nun ücra bir köşesinde bir köylünün bir çobanın kalbini açtığınız zaman ora da Mustafa Kemal yazdığını ben de zât-ı âliniz kadar biliyorum. Amma benim ka dar sizin de bilmesini istediğim bir şey var ki o da şudur: Orada, o çobanın bulun duğu yerin on dakika ilerisindeki bir köy imamı gelip o ismi oradan on dakikada si ler. İsterse istediği bir başka ismi yazar. Bunu da sizin benim kadar bilmenizi iste rim." "... Bir gün gene o küçük köşkte, yukarıda, Hamdullah Suphi Bey: "Paşam." dedi. "Talebeler büyük kumandan Fatih nerede medfundur, gidip ziyaret edemez miyiz? Türbesi niçin kapandı? Yavuz gibi Kanunî gibi büyük kumandanların, bü yük padişahların yerlerini türbelerini bilmesin mi talebelerimiz? Sordukları zaman aciz kalıyoruz. Hiç olmazsa götürüp gösterebilsek ve onlara lâzım gelen izahatı yerinde verebilsek," Atatürk: "Hamdullah Suphi Beyi.. Ne demek istediğinizi anlı yorum" dedi. "Bakınız" dedi. "Ben medreseleri kapadığım zaman medreselerden aş ye meyen adamlar müteessir olmadılar ve medreselerde çocukları okumayanlar te essür duymadılar. Kapanır mı medreseler, ne oluyor, falan denildi... Ama unutul du geçti gitti. Tekkeleri kapattım. Tekkelerde oturup ikamet edenler ve orada meccanen yiyip içenlerin dışındaki insanlara, tekke ile alâkası olmayanlara tesir yap madı. Ben on beş milyonun taassuplarına hitab ..onceK şu hareketi yaptım: Şapka giydirdim. Anlasınlar ki İnsan kisve ile din değiştirmez. Ve dini herhangi bir kisve ye alet etmez. Kısa bir zamanda bunu anlayacaklardır. Din ile kisvenin farkının ne olduğunu da idrak edeceklerdir. Ben bu hesapları bir gardrop mevzuu ûzennde duracak kadar basit görmüş veyahut üzerinde durarak onu inkılâb kabul etmiş bir
17. Mahmut Baler. A t a t O r k l o n
A n ıla r . M illiy e t G a z e t e s i ,
9 Kasım 1970. s. 7.
340
c u m h u r iy e t d ö n e m i
DİN - DEVLET İLİŞKİLERİ
İnsan değilim. Şapka giydikten bir müddet sonra bu iş ayrı o iş ayrı diyecekler. An layacaklar ki şapka giymekle kimse dinini değiştirmez. Bu budur. Ben size on beş sene müddet veriyorum. On beş sene bu böyle devam edecek. Hamdullah Beyi On beş sene sonra gelin, hangi türbenin türbedarlığını istiyorsanız, ben onu size vereceğim. Orada entari giyin, oturun, türbedâr olun." dedi.^® Görülüyor ki bizzat Mustafa Kemal'in ağzından devrimlerin bazılanna bi. çilmiş olan ömür 15 yıllıktır, "Ondan sonra ister entari giyin, ister türbedâr olun vc isterseniz şapkayı çıkartmış olun bir şey farketmez!.." denilerek asıl amacın bu 15 yıllık zaman zarfında gerçekleşeceğine işaret edilmiştir. Çünkü dcvrimlcrdcn hedeflenen dini dejenerasyon tamamlanmış ve arlık 15 yıl sonrasında devrimler hedeflenene çoklan ulaşmışlardır. İşle Şapka Devrimi, işle Tevhidi Tedrisat Kanunu ve işte Türbelerin ka patılması ile ilgili kanun. Bu gün hangisi yürürlüktedir acaba?.. Bugün kaç milletvekilinin, kaç bakanın şapkası vardır acaba? En önemlisi uğruna onbinlcrin feda edildiği şapka, gerçekleştirilen en kanlı devrim olması cihetiyle, bugün neden bir Cumhurbaşkanının ve başbakarun kafasında hemen hemen hiç olmamaktadır? Yoktur, olamaz da: Çünkü devrim vc devrimler belirtilen o 15 yıllık za man zarfında toplumda beklenenden fazlasıyla bir kültürel dejenerasyon meyda na gclirmişür. R E JİM İN İSTEĞ İN E UYGUN DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI Türkiye. Salıanatın ve sonra Hilafetin kaldnlıması ile laik devletin temel lerini alarak "din dcvleıi"ndcn uzaklaşmış oluyordu. Bunun en belirgin örnekle rinden birisi de aruk 7 M an 1924'ıen iıibaa٠n camilerde okunan hutbelerin "halıfe-ı müslimın" adına değil. "Cumhunyet hükümeti vc Islûm millc'i" adına okun muş olm asıdır... 3 M an 1924 urihindc Şer'iye Vekaletinin kaldıniraasıyla kumimuş olan Diyanet İşleri Reisliği nin ilk icraau da böylccc camilerdeki hutbelerde yaptığı
d in d e
İN KILAPLAR
341
değişiklik olmuştur. Yeni Diyanet İşleri Reisi eski Ankara Müftüsü Rıfat Börek çi,^ Diyanet İşleri ReisHgi’ne, Mustafa Kemal Atatürk tarafından atanır atan maz: ’’Bundan böyle cami görevlileri tarafından hutbeler, ”halife-i müslimin' adına değil, 'Cumhuriyet hükümeti' adına okunacaktır. Bütün görevlilerin; müf. ti, vaiz ve hayrat hademesi (imam-müezzin) efendilerin bu konuya dikkatlerini rica ederim!^ ؛diye bir tamim yayınlayarak bu uygulama için müftü, vaiz, imam ve müezzinlerin gerekli hassasiyeti göstermelerini istemiştit Cuma hutbeleriyle ilgili Diyanet İşleri Reisîiği'nin tamimi, sadece Türki ye Cumhuriyet’in bağladığından, aynı tarihlerde ve sonraki yıllarda değişik İs lâm ülkelerindeki hutbeler halife-i müslimin" adına alınmaya devam etmiştir. Bir farkla bazı Islâm ülkelerinde Halife Sultan II. Abdülhamid Han adına hutbe ler okunuricen, bazı İslâm ülkelerinde de Halife Abdülmccid Han adına hutbeler okunmaya devam etmiştir. Cami hutbelerinde yapılan değişiklikten hemen sonra ülke içinde devam etmekte olan "Şeriat mahkemelerinin tamamiyle kaldmlması" işi gerçekleştiril di. 8 Nisan 1924 tarihli 469 sayılı kanun olan ülke içindeki "Şeriat Mahkcmcic. ri’nin Yürürlükten Kaldmlması"^ ؛ile, "şeriatten tamamen aynbşa" ؛؛bir engel olarak gözüken bir İslâmî kurum da yürürlükten kaldınimış oldu. 3 Man 1924'tcn itibaren her türlü din eğitimi veren okullara getiril، ... ya saklama ve medreselerin kapatılması ile henüz ülkenin tam olarak "din bo>un20 .
Rıtat B o re k . (IS 6 ..1 9 4 1 ) Diyanet İçleri Teçkilalt'mn ilk başkanı .la n Rıfai Böreke ا٠٠ 'ح٠ﺀ ve dînî eğitimini Is ta n b u l'^ tamamladıktan s٠n ٢a. Ankara p ^ lıy y e Medresesine m اﻣﺎ.-.' ١ muştur Meşrutiyetle birlikte Ankara MOtfOlüğû'ne getirilen Rıfat Borekçi. Ankara Multusu iken Mayıs 5 1 ة وtarihli ve makam، hilalet aleyhine verdiği letvadan dolay، hakfe taralından g٥re ٠0 ,rinden azl olunmuştur Azl gerekçesi “Ankara Müftüsü Borekçtzade Rıfat Etendi, ا٦ا.-.ذاا alî (Yuce çeriat.n zıddınaj fetva lasn، etmesine (vermes.ne) baglı olarak, şılaen te la k i .Halife Hazretlerinin emir ve kanaatierı ،le müftülük g ö r e v in in azl olunmuştur., (e Şaoar N.san 1338/25 1338/1920 ) Halife tarafından 25 Nisan 1920 ta n h ın ^ müftülükten azt olunan Rıfai Borek^. w r ٠ $١ ç e ^ t ٥ rafından ^ m a mah. hilafına fetvalar cihetiyle. 6 H a z ir ^ 1920 tarihinde de, Divan.، Harbî ١con)’kum edilmişti Artik bu tarihte Ankara ve fstantwl olarak hukUmet ayrılıkterı zuhur eîng .،ıdamı yap،lamam،çt R.fat Boreka bu konumda iken 3 mart 1924 tarıhıntte Şer'.ye Vekaletinin ف0 ﻷ ﺳ ﻬ ﺒ ﺎ. kur lan D ıy ^ e t İşlen Baçkanl،٥ ،'Mustafa Kemal.ın atamasıyla ilk Diyanet İşlen Rejsj na ٠؟. muştur ٥zell،ği. ın k ıla ^ ،l ٥ a yakın w oniann Bu makama SegilmeSındek، en büyük ﺀجﺀ٠ ( M٠،K p ٥rts ١١ ٠n ٠٠K •y rıl programıntn tasvip etmiş olmasıdır. Bu ozell^ı ^la y ıs ıy la d .r w. ofûmü - t e ; اﺧﺎذDiyanet Reisliğine 1941 yılına kadar. --ve d z e l . م ﺳ ﻪ١ ٠ب٠ ﺀ س١٠ ezTyet vreren VO ٠ 0 اﻣﻼذا-manevi sıkıntılara sokan turn kararlar, keru،sinin ımzası ifa n d a çıkm ış
21
-Nisan 1.24 tanhH Diyanet İçlen Raisi Rıfal imza*, tamim 1 Gonahd Jasehke, Y m rurtûy^'öe د ﺳ ﻬ ﻠ ﻢ22 . Ja ٠ k٠ . . . . . . . . 23
22 23.
342
c u m h u r iy e t
D O l M l D İN - D E V I E T İL İŞK İL E R İ
duruğundan*, kurtulduğuna inanmayanlar çok seri bir şekilde dinî reform ve in kılaplara başlamışlardı. Şeriat Mahkemeleri'nin kaldırılmasıyla da "1500 yıllık din boyunduruğundan tam olarak kurtulunduğu"^.. iddia ediliyordu. Devletin, dinin etkisinden kurtulmak için yaptığı bu hukuksal düşüncelere rağmen, laikliğe adım atmış Türkiye Cumhuriyeti için 1924 Anayasası, rejim ve rejim yöneticileri tarafından halâ dinî etkinliklerin tesirinde olan bir Anayasa olarak görülmüştür. 3 Mart 1924’ıe yapılan köklü değişikliklere rağmen halâ mevcut sistemde dinî unsurlar olduğunu ileri sürenler, 1924 Anayasasının 2. maddesiiıde yer alan "Türkiye Devletinin dini, din-i İslâm’dır" cümlesine takıl mışlar, bu ifadenin bile mevcut Anayasayı "teokratik" bir anayasa yapmaya yet. ügini söylemişlerdir.^ Hele hele Anayasa'nın 26. maddesinde belirtilen "ahkâm-ı şer'iyyenin tenfizi" cümlCM ile, "Anayasa tannsal görevler yükleniyor!”^ denilerek, mevcut durumun modem Tüıldye.nin laiklik anlayışını yok edebileceğini ve her iki maddenin dc bu mülahazayla acilen kaldırılması gerektiğini vurgulamışlardır. Bu iki maddenin 1924 anayasasına niçin alındığını ve güdülen siyasetin nc olduğunu Mustafa Kemal’in ağzından dinleyelim: "Efendiler, halifelik ve din sorunlarıyla uğraşıldığı sıralarda, kamuoyu ve özellikle aydın kamuoyu için. Anayasa'daki bir noktanın şaşkınlık konusu olduğu nu öğrendik. Cumhuriyet'in ilanından sonra da yasada aynı anlaşılmaz konu ko runduktan başka anlaşılmıyan ikinci bir noktanın daha anayasaya katıldığını gö renler şaşkınlıklarını gözlemlemişlerdi... Bu noktaları açıkiiyaytm: 20 Ocak 1921 günlü Anayasa’nın yedinci maddesiyle 21 Nisan 1924 günlü Anayasa'nın yirmiallıncı maddesi Büyük Millet Meclisi'nin görevlerinden söz eder. Maddenin başında. Meclis’in ilk görevi olarak. " şeriat hükümlerinin uygu lanması" saptanmıştır. İşte bunun nasıl bir görev olduğunu ve şeriat hükümlerinoden de ne amaçlandığını anlamakta duraksayanlar vardır. Çünkü sözü geçen maddede Büyük Millet Meclisi'nin: "Yasaları yapmak, değiştirmek, yorumlamak, kaldırmak vb. gibi" sayılan görevleri o denli geniş ve açıktır ki, ayrıca " şeriat hü kümlerinin uygulanması " diye bir deyimin bulunması gereksiz görülmektedir. Çünkü "şer. demek, yasa demektir. "Şeriat hükümleri" demek de yasa buyrukları kavramın büsbütün başka bir şey olması gerekir. 24. Paul Gentizon. M u s t a f a K e m a l 2 5 . Prof. Dr. Çeön özek, D e v l e t v e 26. 0 .6 ه., s. 480.
ve U yanan D in .
٥٠٥٧. «. 255.
s. 480.
d in d e
İNKILÂPLAR
343
Efendiler, ilk Anayasayı hazırlayanlara ben Başkanlık ediyordum. Yapmakta olduğumuz yasa ile ..şeriat kuralları" teriminin bir ilişkisi olmadığını anlatmaya çok çalıştık; ama bu terimden, kendi sanılarınca bambaşka bir anlam çıkaranları inan dıramadık. İkinci nokta, efendiler, yeni Anayasa.nın ikinci maddesinin başındaki; Türki ye Devleti.nin dini. İslâm dinidir, cümlesidir. Bu cümle daha Anayasaya geçmeden çok önce, IzmiHe. İstanbul ve İzmit gazeteleriyle yaptığımız uzun bir konuşma ve sohbet sırasında bir gazetecinin şu sorusu ile karşılaştım: "Yeni hükümetin dini olacak mı?" Açıkça söyleyelim ki, bu soruyla karşılaşmayı hiç de istemiyordum. Çünkü, pek kısa olması gereken yanıtın o günkü koşullara göre ağzımdan çıkmasını da ha istemiyordum. Çünkü uyrukları arasında çeşitli dinlerden topluluklar bulunan ve her dinden olanlar için adaletli ve eşit işlemler yapmak ve mahkemelerinde adaleti, kendi uyruğuna ve yabancılara eşit olarak uygulamakla yükümlü olan bir hükümet, din ve düşünce özgürlüğüne saygı göstermek zorundadır. Hükümetin bu doğal niteliğini, ikircikli anlam çıkmasına yol açacak niteliklerle sınırlamak kuş kusuz doğru değildir. "Türkiye Devleti.nin resmi dili Türkçe’dir" dediğimiz zaman bunu herkes an lar. Hükümetle yapılacak resmi yazışmalarda. Türk dilinin kullanılması gereğim herkes doğal sayar. Ama. Türkiye Devİeti’nin dini. Islâm dinidir" dedim. Ama he men: "Islâm dininde düşünce özgürlüğü vardır" diye sözlerimi açıklamak ve yo rumlamak gereğini duydum. Demek istedim ki hükümet, düşünce ve inançlara saygı göstermekle bağım lı ve yükümlüdür. Gazeteci, verdiğim karşılığı kuşkusuz akla yatkın bulmadı, sorusunu şöylece yineledi: "Yani hükümet bir dine bağlı olacak mı?" "Olacak mı. olmayacak mı bilemem!" dedim. İşi kapatmak İstedim; ama ka patamadım... Gerçek bu olmakla birlikte, o gün İzmit’te bu konuda gazetecilerle daha çok konuşmayı uygun bulmadım. Cumhurİyet.in kuruluşundan sonra da, yeni Anayasa yapılırken, "laik hükü met" teriminden dinsizlik anlamı çıkarmaya eğilimli olanlara ve bundan yararlan mak isteyenlere fırsat vermemek amacıyla, yasanın ikinci maddesini anlamsız kı lan bir terimin konulmasına göz yumulmuştur. Anayasanın ikinci ve yirmialtıncı maddelerinde gereksiz görünen ve yeni Türkiye Devleti ile Cumhuriyet yönetiminin ilerici niteliği ile bağdaşmayan terimler, devrim ve Cumhuriyet yönetimi bakımından, o zaman için sakınca görülmeyen ta vizlerdir. Millet, Anayasa.mızdan bu gereksiz şeyleri ilk elverişli zamanda kaldırmalıd٠r.”’؛ ٤ 27.
Prof. Dr. ö z e r Ozankaya. Atatürk 222; Nutuk, c. 2. s. 714-715,
ve Laiklik. "Anayasada Üzüntü Konusu Noktalar!., s 217.
344
C U M H U R İY E T D Ö N E M ! D İN
٠
D E V L E T İLİŞK İL ER İ
Gereksiz görülen ve yeni rejimin yöneticileri tarafından .'zaid" addedilen bu iki maddenin, 20.4.1924 günü kabul edilen 491 sayılı Anayasa'ya yerlcşüril. meşinin bu konuşmalar ışığında da tamamen siyaseten ve dinî odaklann "din siz" suçlamalanna m uhaub olmak için olduğu açıkça ortaya çıkar. Buna rağmen Islâmcı çevrelerin "din elden gidiyor" düşüncesiyle Mart. Nisan aylarından başlayarak yoğun bir şekilde rejime karşı muhalefete geçtikle ri görülür.؟؛ PAŞALARIN MUSTAFA KEMAL.E MUHALEFETİ Muhalefet gruplanndan bir kısmı da Mustafa Kemal'in yakın silah arka daştan olur. Özellikle Kazım Karabekir Paşa^ Ali Fuat Paşa. Rcfct Paşa. Cevat ve Cafer Tay\ ar Paşa ile Hüseyin Rauf Orbay beyler, yapılan ve yapılması dü şünülen dcvnrıılcrc karşı en başla "dini mülahazalarla" karşı çıkılarak ve muha lefet oluşiurmava başlamışlardı. Paşalann Kazım Karabekir vasıta.sıy1a Mustafa Kemal'den istekleri, onun bir Cumhurbaşkanı olarak meclisin ve partinin üzerin de kalması ve tarafsız kalması idi. Böyle bir tarafsızlığı temini ile Halk Parti. si'ne ve İsmet İnönü'ye yüklemek, "kötü gidişata" dur demek isüyorlardı.؛. Mustafa Kemal tarafsızlığı konusundaki isteklere: "Bunda şüphe yoktur ama. iş Cumhuriyet'in ilanı ile bitmemiştir. Medeniyet alemine katılmak için da ha bazı inkılaplar yapılması gerekmektedir. Bunun için de geçici bir süre muha lif bir cephe yaraülmaması gerektir!؛, diyerek, aslında bu tür muhalefete asla göz yumamıyacağını da belirtmiş oluyordu. Aynca onlann — paşalann— ordu içindeki lavırlan ve bilahare hepsinin de birden Mcelis.e gelerek siyasî faaliyetin içine girmek islemeleri Mustafa Ke mal'i endişelendiriyordu. Mustafa Kemal Atatürk, Kazım Karabekir ve Ali Fuat Paşalann askeri görevlerinden ayrılarak Meclise milletvekili olarak dönmeleri üzerine bizzat bu endişelerini kendisi dile getirir. Atatürk'ün "Paşalar Komplo su" diye iddia ettiği bu endişe: asker kökenli bu mebus paşalann, halifeliğin kaldınlmast ve din üzerine cereyan eden gelişmeleri halkın hoşnutsuzluğuna sebep
28
Tank Zafer Tunaya. Islamcılık Cereyanı, s. 167. Islanbul.1962. ٠٠ S o n r a s ı . Istan،xjl٠1970; E^un Aybars.
ج:
(1923.1927).•. 73.
\sV M a l M a h k e m e h n
d in d e
İNKILÂPLAR
345
o ld u ğ u n u ile r i s ü r e r e k , C u m h u r i y e t v e k e n d i s i a le y h in e m u h a le f e t h a r e k e tin in b a ş la t ılm a s ı o la y ıd ır . A ta t ü r k , s ö z k o n u s u p a ş a l a n n o r d u d a k i g ö r e v le r i n d e n a y r ıl a r a k B M M ’y c m i ll e t v e k i l i s ı f a t ı y l a d ö n m e le r in i " ş u u r l u b i r h a r e k e t! " d iy e t a r i f e d e r e k ş ö y le d e r:
"8ir sene evvelden, Rauf Bey'in Heyet.i Vekile Riyasetinden çekildiğinden beri, Rauf Bey, Kâzım Karabekİr Paşa. Ali Fuat Paşa, Refet Paşa ve saire arasın da bir tertip düşünülmüştür. Bunda muvaffak olabilmek için orduyu ele almak lüzu mu görülmüştür. Bu maksatla. Kâzım Karabekır Paşa Birinci Ordu Müfettişliğine tayin olunduktan sonra, sabık kumandanlığı mıntıkası olan. Şark vilayetlerinde do laşırken, Ali Fuat Paşa da politikadan hazzetmediğini ve hayatını askerlik mesle ğine hasreylemek istediğini ileri sürerek terfian İkinci Ordu Müfettişliğine gitti. Üçüncü Ordu Müfettişi olan Cevat Paş'nın ve bu müfettişlik dahilindeki kolordunun kumandanı olan Cafer Tayyar Paşa'nın da aynı tertibe dahil olabileceklerini kabul ettiler. Bir sene, ordular üzerinde, kendi nokta-i nazarlarına göre çalıştılar ve ordu ları kendi lehlerinde kazandıklarına zâhib oldular. İstifalarından evvel, bazı ku mandanları kendileriyle beraber harekete imâle İçin çalıştılar. Bu bir sene zarfın da. Cumhuriyet'in ilânı, Hilâfetin lağvı gibi icraatımız, müşterek tertip sahiplerini daha ziyade birbirine takribederek müşterek harekete sâlik oldu. Harekete, politi ka yolundan geçeceklerdi. Bunun için, münasip an ve fırsata müterakkıp idiler. Si yasi sahada ve orduda hazırlıklarını kafi addediyorlardı. Filhakika Rau. H٠-y ve emsali، Fırka içinde muhafazasına muvaffak oldukları vaziyetleri ile M&t.it٤»>r- tatil devrine tesadüf eden aylarda, âzâ üzerinde ve yeni intihapta muvaffak olamay ~ İkinci Grup mensupları vasıtasiyle bütün memlekette, milleti aleyhimize ifsat için çalışmak fırsatına malik oldular. Memleket dahilinde bazı hafî teşkilat ve t^spbbüsata da geçtiler. Istanburda. Vatan, Tanin. Tevhıd-ı Efkâr ve Son Telgraf ve Ao^ na'da Abdülkadir Kemali Bey tarafından çıkarılan Toksöz gibi gazetelerle birleşti ler. Bu gazetelerle aleyhimize bir anonim taarruza geçtiler. Memlekette umumî bir teşettut-ü efkâr hâsıl ettiler."^؛ M u s t a f a K e m a l 'i n e n d i ş e e t liğ i g ib i 2 0 E k im 1 9 2 4 t a r i h in d e g e r ç e k t e n K a z ım K a r a b e k İ r P a ş a a s k e r î g ö r e v i n d e n i s t i f a e t m i ş v e M e c lis e d ö n m ü ş tü . R a u f B e y , R e f e t P a ş a v e K a z ım K a r a b e k İ r P a ş a y l a g ü ç l e n e n m u h a le f e t, 3 0 E k im 'd o A li F u a t P a ş a v e C e v a t P a ş a n ı n d a a s k e r i g ö r e v l e r i n d e n is tif a e d i p m e c lis e d ö n m e l e r i y l e . M u s t a f a K e m a l A ta t ü r k 'ü k o r k u l m u ş v e y u k a n d a b e l i r t t i ğ i m i z g ib i. " P a ş a l a r k o m p l o s u " o l a r a k y o r u m l a n a r a k . M u s t a f a K e m a l 'in o r d u ü z e r in d e k i d e n e t i m v e h a k i m i y e t i n i a r t ı m ı a y a , b i r a r d a m d a s a ğ i a r a l a ş ü r m a y a y ö n e ltm iş ti.^ .'
31. N u tu k , s 854.855; Mete Tunçay. 32. Mete Tunçay. T e k P a r t. s. 101
T e k P a rti Y d n e th v i,
ARA EK.3. .Paşalar Komplosu...
110.
346
c u m h u r iy e t d ö n e m i d in
- DEVLET İLİŞKİLERİ
İlk önlem olarak da. Fevzi Çakmakla birlikte kendilerine güvendiği askcrmebuslan, millelvekili görevinden istifa enirerek orduya dönmelerini ve sözkonusu Paşa'lann yerlerini kendisine bağlı bir askerî.mebuslann doldurmalannı is temişti. TBMM içerisindeki durumlar ve özellikle de dinle ilgili gelişmeler nede niyle. paşa-mcbuslann dışında diğer birtakım milletvekillerinde de bir hareketli lik başlamıştı, tik olarak. Cumhuriyet ve Hilafet tartışmalannın renkli siması Hüseyin Rauf Orbay Bey. Halk Partisi.ndcn mevcut gelişmeler üzerine istifa et tiğini bildirerek partiden aynldı.؟.^ Rauf Orbay’ın istifasını takiben on milletve kili daha Halk Partisi'nden istifa etti. Bu grubun istifa gerekçesi de partinin en başu kuruluş ilkelerine aykırı hareket etliği düşüncesi idi.^^ Ertesi günkü gaze teler de bir kişinin daha Halk Panisinden istifa ettiği yazılıydı. İstifa eden kişi dindarlığı)U ،.،in، i n،r٠،h١ıe tanınan Erzurum Mebusu Ziyacddin Efendi idi.^^ BÎR DİNt PARTİ DENEMESİ: TERA K K İPERV ER CUMHURİYET FIRKASI Paşalann meclise iltihakı ve meclisteki 11 mebusun Halk Partisinden isti fası din-dcvlci ilişkilerinde çok yeni gelişmelerin de olacağını haber veriyordu. Nitekim istifalardan bir hafta sonra. Cumhuriyet tarihinin dinî misyonu ağır ba san ve din adına onaya çıküğını ifade eden ilk Islâmcı parti^ denemesi gerçek leştirilmiş oldu. Çünkü 17 Kasım 1924 tarihinde başkanlığını Kazım Karabekir Paşa'nm yürüteceği Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TPCF) resmen kurulu şunu ilân etmiş oluyordu. Halta, bu hareket, Vakit gazetesinde 18 Teşrinisani 1340 tarihli nüshasın da '.Bâsübadclmevie Doğru mu Gidiliyor^.'', denilerek ..Biz saltanat, hilafet, medreseler. Seriye ve Evkaf gibi dine ait unsurlan öldürmüşken, şimdi bu hare ketle yeniden "öldükten soma dirilmeye mi gidiliyor?" gibi yommlara tabı tutul muştu.' ؟ 33 34
o• ^ . t a n n 6z٠ ٠zmd٠n din. « y..،. v . hünm٠tKAr o،u٠،an ،؛،
35 36 ({ K H C
37
Tm ٠. t . K٠٠m٠١ 1.24
d in d e
INKJLAI)LAK
347
T e r a k k i p e r v e r C u m h u r i y e t F ı r k a s ı ’n ı n k u r u l u ş u n d a n ü ç g ü n s o n r a İ s m e t İn ö n ü , s a ğ lık b o z u k lu ğ u b a h a n e s iy le b a ş v e k illik te n is tifa e d in c e , k a m u o y u b u o l a y ı T p C F n i n b i r b a ş a n s ı o l a r a k d e ğ e r l e n d i r m i ş t i . İ s m e t P a ş a 'n ı n b a ş v e k i l l i k te n is tifa e ttiğ i 21 K a s ım
1 9 2 4 g ü n ü . M u s ta fa K e m a l o la y la rı d c ğ e rle n d in n e k
iç in g iz li b i r to p la n tı y a p m ış tı.^ * M u s t a f a K e m a l b u g iz li t o p l a n t ıd a . 'T p C F n i n k u ru lu ş u y la v e P a ş a la r h a r e k e tiy le b ir lik le d in s e l g e r ic iliğ in , b ir k a rş ı d e v rim te h lik e s i y a r a tiığ ı" n a iş a r e t e d e r e k , p a rti ü y e le r in in ç o k u y a n ık o lm a s ın ı v e a c i le n o la ğ a n ü s tü ö n le m le r a lın m a s ı g e r e k tiğ in i ifa d e e tm iş ti. D iy a r b a k ır m e b u s u P i r i n ç ç i z a d c F e v z i B e y 'l e b i r k a ç a r k a d a ş ı , o l a ğ a n ü s t ü ö n l e m l e r i g e r e k t i r e c e k g e liş m e le r in o lm a d ığ ın ı s ö y le y in c e . M u s ta f a K e m a l A ta tü r k . " B e n im b u rn u m a b a r u t v e k a n k o k u s u g e liy o r! D ile rim b e n y a n ılm ış ım d ır!" d iy e r e k o n la r a m u k a b e le d e b u lu n m u ş tu .^ . M u s t a f a K e m a l 'i n " O l a ğ a n ü s t ü ö n l e m " d e d i ğ i ş e y i n , " k a n " o l d u ğ u k e n d i s ö z le r iy le ifa d e e d ilm iş o lu y o rd u . B u ifa d e a s lın d a iltic a y a k a rş ı e n b ü y ü k ö n le m d iy e ta r if le n e n " T a k rir-i S ü k u n " k a n u n u n u iş a re t e tm e k te n b a ş k a b ir ş e y d e ğ ild i. M u s ta fa K e m a l, b u
y e n i p a r t i y e k a r ş ı t a v ı r l a r ı n ı N u t u k 't a a ç ı k l a i f a d e
e d e r: " ... M u h a lif le r a r tık m a s k e le r in i a tm ış la rd ı. M a lu m o ld u ğ u ü z e r e " T e ra k k ip e r v e r C u m h u riy e t F ırk a s ı" d iy e b ir p a rti d e k u rd u la r. B u p a r tin in g iz li e lle r t a r a f ı n d a n ç i z i l e n p r o g r a m ı n ı d a o r t a y a a t t ı l a r . '. .
36 39. 40
Bu gizli toplantıyı. Avni Do^an. Kurlvluş ve Kurvluş ﻣ ﺎSonresı adil kitabında an.Htr. ...tadır (Dünya Yayınlan. ! . * İ s t a n b u l. ) Mete Tuncay. Tek Parn, s. 105-106 Mustafa Kemal Atatürk'ün. TpCFnin programına .gizil eller٠ın bazıriadı.ı ^ r a m dem. ١ل onun Islâmla. dınte ve mukaddesatla »Igılı goruşlen dolayısıyla ıdı ve bu gorüşlen ٦^ ٢ اد٠ o la fik de ٥ertendırdı٥ı ıçın .gizil eller. ıfa ^ s ın ı kullanmıştı Hatta TpC P.ye "moftealenn ua. hi ümıd-ı Istınad،.“ . .gencılenn sığınağı ve dayanağı oldu, derken bu ifadeyi kas ٠٠im،;١ ج، yordu TpCFnin oluşumu. Cumhunyei dOnemı din devlet riışkiierı bazında çok Oneml. bir ۴ ٢? san ٠p olduğu ٠çin. Wustafa Kemal A la tü .'u n “m ٧r t ^ w n sığınak ve dayanağı, diye ٥٢ '. e r 5 T p c ۶٠nır١٠Parti Beyannamesinden bırt^ag maddeyi bir belge olsun ^ n sayfalarımıza a٠ma ٩ ١ tıyorum . Madde ١- Türkiye Oevleh halkın hakımiyehne müslemd b ٠r Cumhunyertır Madde 2— HOmyelperverlık ve Demokrasi fırkanın m e s ^ . i esasısıdf ktedde 3— KanUnlann y a p ılm a n d a halkın ıh.yacı, ^ n a h ı. tamayüiAiı ١٠ ^ 1 bakim olacaktır س ﺀ٠ ٠— Umumi bı^ ١١٠ OzgürlüMıre. paramız fid d e to ﻣ ﺪ Madde 5-1 Teşkılal-ı Esasiye (Anayasa miSenen a çtkçı izin Iknm adan ١٠ د ٠ madan değıştınlemiyecekiv
348
C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D lN ٠ D E V L E T İL İŞK İL E R İ
"(Cumhuriyet) kelimesini telafluzdan dahi içtinap edenlerin. Cumhurıyel.i doğduğu gün. boğmak isteyenlerin, teşkil ettikleri fırkaya (Cumhuriyet) ve hem de (Terakkiperver Cumhuriyet) unvanını vermeleri, nasıl ciddi ve ne dereceye kadar samimi telakki olunabilir? Rauf Bey ve arkadaşlarının teşkil ettikleri fırka, muhafazakâr unvanı altında meydana çıksaydı, belki manası olurdu. Fakat, bizden daha ziyade Cumhuriyet.çi ve bizden daha ziyade Terakkiperver olduklarını iddiaya kalkışmaları, bittabi doğ ru değildi. "Fırka efkâr ve itikadat-ı diniyeye hürmetkardır" düsturunu bayrak olarak eli ne alan zevattan, hüsn-i niyete intizar olunabilir miydi? Bu bayrak, asırlardan beri, cahil ve mutaassıpları, huafeperestleri iğfal ederek hususî maksatlar teminine kal kışmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi? Türk Milleti, asırlardan beri, niha yetsiz felâketlere, içinden çıkabilmek için, büyük fedakârlıklar istilzam eden, mü. levves bataklıklara, hep bu bayrak gösterilerek sevkolunmamış mıydı?
Cumhuriyetçi ve Terakkiperver olduklarını zannettirmek isteyenlerin; aynı bayrakla n^^ya atılmaları, dinî taassubu galeyana getirerek, milleti, Cumhuriyet’in, tera^^ ^e teceddüdün tamamen aleyhine teşvik etmek değil miydi? Yeni fır ka, efkâr ve ıtıKadat.ı diniyeye hürmetkârlık perdesi altında; biz hilâfeti tekrar iste riz; biz y^' i ،kanunlar istemeyiz bizce mecelle kâfidir; medreseler, tekkeler, cahil softalar. şeyh'٠٠r. müritler, biz sizi himaye edeceğiz; bizimle beraber olunuz. Çün kü Mustafa Kemal'in fırkası hilâfeti lağvetti. Islâmiyeti rahnedar ediyor. Sizi gavur yapacak, size şapka giydirecekler diye bağırmıyor muydu? Yeni fırkanın kullandı ğı formül bu. irticakârane feryatlarla dolu değildir denilebilir mi? Bakınız Efendiler, bu formül taraftarlarından birinin daha çok evvel (10 Mart 1923 tarihinde) maslup Cebranlı Kürt Halit Bey'e yazdığı mektuptaki şu cümlelere: "Alem.i İslâm'ın ebediyen kalması icabeden esasatına hücum" ediyorlar. "Bu hu sustaki teşrihatınızı arkadaşlara da okudum. Hepsinde tezyıd-i gayreti mucip ol du." "Garba temessül etmek, tarihimizi, medeniyetimizi kaybeylemek"i zaruri kılar. "... Hilafet müessesesini yıkmak, lâdinî bir hükümet tesisini düşünmek, hep ıslık. bal-ı İslâm'ı tehdit edecek âmilleri vücuda getirmekten başka bir netice veremez... Efendiler, vakayi ve hadisat dahi izhar ve ispat etti ki. "Terakkiperver Cum huriyet Fırkası" programı en hain dimağların mahsulüdür; bu fırka, memlekette su-
E l 'I S S S S S S S
tn V..٥nzi„٥nn,
d in d e in k i ^
la r
349
ikastçilerin. mürtecîldrin tahassungâhı. ümid.i istinadı oldu; haricî düşmanların, yeni Türk Devleti'ni, taze Türk Cumhuriyeti'nı mahvetmeğe matuf plânlarının sü. hulet-i tatbikatına hizmete çalıştı. Tarih; (mürettep. umumî, irticaî) olan Şark İsya nı esbabını, tetkik ve taharri ettiği zaman, onun mühim ve bariz sebepleri meyanında .Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasrnın dinî mevaidini ve şarka gönderdikleri kâtib.i mes.ullerinin teşkilât ve tahrikatını bulacaktır. Hatırat defterini (nafile ve teheccüt namazlarının) sevabından bahis hadis lerle dolduran, bu kâtib-i mes'ul, şark vilayetlerimizde tahrikât-ı diniyede bulunur ken. fırkasının proğramını tatbik etmiyor muydu? Masum halka, beş vakit namaz dan maada, geceleri de fazla namaz kılmağı vaiz ve nasihat etmek, belki de öm ründe namaz kılmamış olan bir politikacı tarafından vaki olursa, bu hareketin he defi anlaşılmaz olur mu? Efendiler, yaptığımız inkılâbın vüs'at ve azameti karşısında, eski hurafat ve müessesatın birer birer sükutunu gören mutaassıp ve irtıcakâr anasır, "efkâr ve itikadat.ı diniyeye hürmetkar" olduğunu ilân eden bir fırkaya ve bahusus bu fırkanın içinde isimlen şöhret bulmuş zevata dört el ile sarılmaz mı? Yeni fırka yapan ze val bu hakikati müdrik değil midirler? O halde, ellerine aldıkları, din bayrağı ile mil let ve memleketi nereye götürmek istiyorlardı? Böyle bir suale verilmesi lazımgelen cevap da. hüsn-ı niyet, gaflet, kayıtsızlık gibi sözler; memleketi terakkiye isal edeceğim diye ortaya atılan bir fırka rüesası için mazeret teşkil edemez١ Efendiler, yem fırka, unvan ittihaz ettiği "Terakki" ve "Cumhuriyet" namları nın zıdd-ı namlarıyla inkişaf etmiştir. Bu fırkanın ruesası, hakikaten mürtecılere ümit ve kuvvet vermiştir. Buna misal olarak arzedeyim; Ergani'de, usatın valiliğim kabul eden mastup Kadri. Şeyh Said'e yazdığı bir mektupta: "Millet Medısi'nde, Kâzım Karabekir Paşa.nın fırkası, ahkâm-ı şer٠iyeye riayetkâr ve dindardır. Bize muzaheret edeceklerine şüphe etmem. Hatta Şeyh Eyüp'^* nezdinde bulunan kâ. tib-i mes'ulleri, fırkanın nizamnamesini getirmiştir.." diyor. Şeyh Eyüp de, muhake mesi sırasında: "Dini kurtaracak yegane fırkanın. Kâzım Karabekir Paşa'mn teşkil ettiği, fırka olup, ahkâm-ı şeriyeye riayet edileceğinin fırka nizamnamesinde ilân edildiğini söylemiştir." Efendiler, "Terakkiperver" ve "Cumhuriyet" kelimelerini kullanarak, ve müneweran-ı millete karşı din bayrağını gizlemek tedbirinde bulunanlar, memlekette umumî irtica ve isyan yapmak için dahil ve hariçte, tertipler ve teşvikler yapmakla meşgul olanların mevcudiyetinden bihaber farzolunabilirler mi.^ Yeni fırkaya dahil olanların, tekmil azası mevzu.l bahs olmasa bile, dinî mevaidi, muvaffakiyet içm. müessir âmil kabul eden ve buna da formülü nizamnamelerine ithal eden kımse41.
Mustafa K e m ^ A öturk, TpCF.den tçm "onlar şenat ahkamına nayet edBceklefi ip n pek ^ ^ m le dost olabileceklenne ve anlaşabileceklerine ihtimal v e riy o ru m " dedikten sonra TpCFde و٠٧ا٦ Eyüb gibi bir utemanın varitğını buna delil g٥ stermi۶lır. Nitekim u te m ^ a n ve tasavvuf bû^kJennden ^ y h Eyub. hiçbir 6UÇU yoldan irtjca kayna ؛ ؟ayaWanmalara ٠kat؛kp. etebaşilıK yapiıOı gerekçesiyle \ö m edıimıçbr. Hatta idam Kjin b ızza tM u sia fı K٠m al٠NüWk; ur١Tp ؟٣ ٠٠ ctoserek "Ritesay-l U sâten o lu ^ s ı t e r ^ idam edlm iş ٥r٠. . "ırbca is y a n c ın ın . ٠٥b a ş ،a n n d i olup, asılarak idam edılm؛ş ٥r٠ d ^ .r e k bu hadiseyi kendi al yazışıyla doğrutamıştır.
350
c u m h u r iy e t
D Ö N E M İ D lN
D
٠
E
^
İL İŞ K İL E R İ
ler. memlekete mUteveajh şâhıslarımıza müteveccih suikastlerden bihaber kabul edilemezleri »syanın vukuurtdan aylarca mukaddem, memleketin şûrasında burasında, yapılan hali ^timalardan ve "Cemiyet.l Ha.^e.i !slâmiye" teşkilâtından, !stanbul'da Nakşibendi meşayihinin yaptığı ؟؛timada, ihzar edilecek kıyama muzaharet vaadedildiğınden ve nihayet milli hudutlarımızın haricinde bulunup, ؟ark İsyanını tahrik tenlerin ^yannamelerinde Kâzım Karabekir Paşa.nın lırkasından Umrt ile bahs.lunduğundan haberdar olmadıklarım larzedelim. Fakat, Fethi Bey hükümeti zamanında, bizzat Fethi Bey vasıtasiyle, kendilerine, hrkalarının muzır ve isyan V . irticaa mUşeveik vaz'1 ve mahiyetinde olduğu bildirildiği zaman olsun, hakikati mütalea ve müşahede etmeleri lazım gelmez miydi? Hükümetin ve benim, pek halisane olarak bu ihtaratımızdan sonra olsun hakikati anlamaları ve ona gOre ha. reket eylemeleri icap ederdi. Onlar, bilakis, bu deta da "etkâr ve itikadat.ı diniyeye riayetkarız, klişesini, büsbütün aksi manada tetsire kalkıştılar. Güya, malum tormül ile nazarlarında, her dinin ve her din salikinin etkâr ve rtikadatına riayetkar ol. duğunu itade etmek... Geniş hUrriyetpenrer olduklarım anlatmak istiyorlarmış.. Etendiler, bu ta^-ı harekete dürüst, samimi denemezi Polrtika aleminde, birgok oyunlar gOrUlUr. Fakat mukaddes bir metkUrenin, te llis i olan Cumhuriyet. ؛idareye, asri harekete karşı cehil ve taassup ve her ne. vi husumet ayağa kalktığı zaman bilhassa Terakkiperver ve Cumhuriyet' ؛؟olanla, rın yeri, hakikî Terakki ve Cumhuriyet' ؛olanların yanidir: yoksa mUrtwilerin Umrt ve taalıyet menbaı olan sat d^il... Ne oldu Etendiler! Hükümet ve Meclis, tevkaiade tedbirler almağa lUzum gördü. Takrir. ؛Sükün Kanununu ؟ıkardı. istiklâl Mahkemelerini taalıyete geçirdi. Ordunun sekiZ dokuz seterber tırkasım. uzun mUddet tedıbata hasretti, terakki, perver Cumhuriyet Fırkası demlen muzır teşekkül. ؛siyasiyi seddetti (kapattı). Netice ^tttab ؛cumhuriyetin muvaffakiyetiyle tecelli etti. Asiler imha ^iWi. Fakat, cumhuriyet düşmanlan, buyuk komplonun satahatı hrtam faulunduğunu ka. bul e؛m^ıler^ Namerdane. son teSebbUse giriştiler. Bu teşebbüs Izmir suikasti su٢٠ امnoe tezahür etti. Cumhuriyet mahkemelerinin kahhar pençesi, bu deta da. cumhuriyetçi, suıkastgılerın elinden kurtarmağa muvatt^ oldu. TpCFrun Parti P ro g rıın d a n seçerek aldığımız bu maddelere vc maddeicrin mutılcvalanna bakjnca. büiün bu maddelerin bezirinin. Halk Partisi nin şâ sm d a hükUmcun takip cnigi u y g u lıa Ja n n her birine birer reddiye ?؛ ةإل ! ا ي: Ğc oldugu açıkça görülecektir. Nitekim Mustafa Kemal.in Nutuktaki. TpCF ile ilgili kınıaiJcri dc bunu dogruliakıadır.43
٠
mimâ 8ğ p h f i 2 I 1190
43
. . . . . ٠١٠٠٠١١»
DlNDE İNKILÂPLAR
351
Mustafa Kemal Atatürk'ün TpCF ve Kazım Karabekir Paşa ve arkadaşları için kanaatleri böylesine açık suçlamalarla dolu olunca ve neredeyse Karabekir Paşa ile arkadaşlarının "vatan haini" olarak değerlendirmek isteyince, ister isle mez TpCF. Kazım Karabekir ve arkadaşlannın kanaatleri de Mustafa Kemal ve rejimi hakkında değişmiş oluyordu. Artık muhalefet açık seçik yürütülüyordu. Parti programındaki; "Fııka, efkar ve itikad-ı diniyeye hürmctkârdır" maddesi özellikle Cumhuriyet rejimine aykın kabul ediliyor ve bu maddenin "irtica kaynaklı isyanlar"ı çoğaltacağına, başkaldınya meşru bir zemin oluştura cağına inanılıyordu...^ Parti programındaki maddeler için yapılan yorumlarda, özellikle "karşı devrimci hareket'". ؛yorumunda birleşiliyordu: "Milletten yetki alırunadıkça ye ni devrimlerin yapılmayacağı", "Teşkilat-ı Esasiye — Anayasa—" de hiç bir de ğişikliğe gidilmeyeceği" ifadeleri ile, 3 Mart 1924 kanunlannın millet yetkisin den uzak olduğu inancı vurgulandığı ve bunlarla yapılacak devrimlerin de Önü ne geçilmek istendiği iddialanna yer veriliyordu. Özellikle programdaki, "halk tan yetki almadıkça" cümlesi, devrimlerin "halka karşı ve halka rağmen" yapıla mayacağını ikrar elliği öne sürülüyordu.^.. Programdaki bir diğer önemli madde de. "Cumhurbaşkanı seçilen kimse nin, mebusluk sıfatının kalmayacağı" hükmü idi. Bu hükümle, daha önceleri Kazım Karabekir, Rauf Ortay ve Ali Fuat Paşalann. Mustafa Kemal'i partiler üstü politika izlemeye davet ettikleri ileri sürü lerek, Atatürk'ü yönelim dışında tutmak isliyorlar iddiası onaya anlıyordu. Böyle bir muhalefet onamı içinde iken Mustafa Kemal, meclise dönen TpCFli paşalann yerine kendi görüş ve düşüncelerini paylaşan asker mebusla. nn milletvekilliğinden istifa ederek orduya dönmelerini isiemişü. Bu çağnya uyanlardan birisi dc, 2. Kolordu Komutanı Ali Hikmet Paşa (Ayerdem'ı idi. Ali Hikmet Paşa Bursa Livası mebusluğundan istifa edince, kendisinden boşalan yer için 1924 Aralığında ara seçim yapılmıştı. Bursa miUeivekilliği için yapılan ara seçim iktidar açısından da halkın kendilerini kabulü veya reddi olarak değer Icndırilmişii. Mustafa Kemal dc Bursa seçimi için ağırlığını ko)muş. mutlaka
44
Tank Zatef Tunaya TüfKıye.d• S٠ya ٥ Par١)،٠ f s 616-622, Al. Fuai C٠ b ٠٠oy S iy .. .4Mn.lv
45
Eryun Aybar... Isökl.1 Mahk٠ m ٠tori 1923-1.27. ٠ 78
46
ag
e .،
7.
352
CUMHURİYET DÛNEM! DlN ٠ DEVLET İLİŞKİLERİ
Halk Partisi adayının kazanmasını isliyordu. Çünkü yine Kazım Karabekir paşa lar gibi kendisinin ve düşüncelerinin aleyhinde olan biri; bir asker paşa bağım sız olarak Bursa.dan adaylığını koymuştu. Bu kişi daha sonra meclisle .'Sakallı Nurettin Paşa" diye tanınacak olan eski Merkez Ordusu ve 1. Kolordu Komutan lıklarında bulunmuş olan Korgeneral Nurettin Paşa idi. Nurettin Paşa Bursa ara seçiminde Halk Partisi adayı Operatör Emin (Erkul) Beye karşı 236 oy farkıyla milletvekili scçlidi. Ancak bu kadar açık farkla milletvekili seçilmesine rağmen, Askeri Şura üyeliğinden istifa etmediği gibi, basit bir gerekçeyle milletvekilliği nin TBMM'cc iptali istenmiştir...^ Sonuçta TBMM'dc, onun özellikle milletveki li olarak meclise girmesini isiemiyenlcrin faaliyetleri ve tazyikleriyle mesele uzun uzadıya tanışılarak. 156 oya karşı 130 red oyu ile Nurettin Paşa'nın miUeıvekilligi iptal edilmiştir. Bunun üzerine yeniden yenilenen Bursa milletvekilliği için Askeri Şura üyeliğinden istila ederek giren Nuretün Paşa, Halk Parüsi'nin desteklediği Mu hittin Baha (Pars)'a karşı, eski aldığı oy oranını da artırarak büyük bir ekseriyet le milletvekili seçilmiştir. Mazbatası da —herşeye rağmen— mecburen 10 Mart 1925'lc TBMM'dc tartışmasız olarak onaylanmıştır.^. Nuretün Paşa köylerde aldığı büyük oy farkına rağmen şehir merkezinde de ezici bir çoğunlukla Halk Partisinin desteklediği Muhiddin Baha'ya karşı — 39'a karşı 364 o>la— seçimi kazanmışü.؛. Sakallı Nurettin P.ışa’nın mebusluğunun üzerinde bunca durulmasının tek nedeni vardır. O da ،Nurettin Paşa'mn Mustafa Kemal'in tabiriyle 'yobaz' oluşu idi. 'Yobazlık kavramım simgelemek için de kendisine Halk Partisi tarafından
Haberde, "Nuretün Paşa'mn Davramşlanna Dikkat!" denilerek şunlar ya. zılmışü:
47. m
!
Ibid. s. 95. ؛Sele Tun(»y٥ r ٠*
P a r i.
٠ 117-119, ■Sakallı Nuretün Paşa'mn Mebusluğu'
50
Cumhunyet, 6 Şubai 1925
61
Y e n F tfo r G e z e te s i
(Bursa) 25 Şubat 1926.
D lN D E I I L A P L A R
353
'Geçenlerde gezilerini sürdüren Nurettin Paşa rastladığı yolsuzlukları dü< zeltme girişiniine geçmiştir. Kemalpaşa'da cami yakınında öğrenciler müzik dersi vererek toplumun dini düşünüşünü zedeleyici hareketinden dolayı öğretmenin gö revden uzaklaştırılmasını Vilâyet ve Eğitim Müdürlüğüne bildirmiş, ayrıca bir din büyüğüne yakışır biçimde olmayan Müftülük binasının da yeniden yapılması için tahsisat istemiştir. Dinsizlere oy vermeyiniz! diyerek bugünkü belediyelere bağlı iki yobaz ho canın mahallelerde dolaşarak propaganda yaptıklarını öğreniyoruz. Hükümetin dikkatini çekeriz." Aynı gazetenin 16 Mart 1925 tarihli sayısında yayınlanan, eski Vilâyet Daimî Encümeni üyelerinden ve Orhaneli ikinci seçmenlerinden Ahmet Ziyaeddin tara fından yazılmış bir okuyucu mektubunda da şunlar eklenmektedir: "Görevden uzaklaştırılması istenen öğretmenin Kemalpaşa öğretmeni olma yıp Orhaneli öğretmeni olduğu bildirildikten ve Nurettin Paşa bağlı olduğu tekke nin camisinde müzik çalındığını bilmiyor mu? Toplumun dinî duyguları müzikle de ğil. belki de kendisinin milletvekili olması için zavallı toplumun cehalet ve ne yaptı ğını bilmezliğinden yararlanarak dinin âlet edilmesiyle incitilmiştir. Ali Hikmet Paşa'nın abdest almadığı. Muhittin Baha'nın namaz kılmadığı gibi çirkin küçük'üklerle yapılan propagandalardan doğan bu son milletvekilliği Nurettin Paşa için her halde övünülecek bir durum değildir' denildikten sonra" şöyle denilmektedir: "Buradan yapılan ısrarlı davet üzerine Boyacı Emin Efendi ile birlikte 8 Şu bat 1925 Pazar günü öğleden önce otomobille Orahaneli'ne gelen Nurettin Pasa Beyce'de kendisini bilmeyen cahil ve akılsız bir topluluk taralından mehdi gibi kar şılanmış ve kendini bilhmez bu topluluk karşısında o kadar küçüklükler yapmıştır ki. yarın için bir uyarı anlamına gelmesi bakımından özellikle Tarih de yer verilme lidir. Milli Savunma Bıakanı Recep (Peker) içln:'0 bir süre önce emir subayımdı. Kapımı çalmadan, benden izin almadan içeriye, yanıma giremezdi. Bir zamanlar avucumun İçinde olan Recep Bey ve Recep Bey gibiler-el işaret ederek- dirsekle rimize. şimdi tepemize çıktılar, demiş ve şu sözleri de ilâve etmiştir.' Dumlupmar Zaferi çok ucuz bir zaferdir. Asıl zafer benim komutam altındaki ordu tarafından kazanılmıştır."^^ Sakallı Nurettin Paşa özellikle meclis içi dinle İlgili konularda yaptığı muhale fetle tanınacak ve adının başına "Cumhuriyet" kavramı ilave edilen "Cumhuriyet Halk Partisi" mensuplarının düşmanlıklarını kazanacaktır. Kendisinin Şapka İnkı labı zamanında teklif aleyhine yaptığı ve şapkanın giyilmemesini isteyen konuş ması^^ en başta Mustafa Kemal'in ve tüm Halk Partisi milletvekillerinin dikkatini çekmiştir. Kendisini çok ağır sözlerle kınayan Mustafa Kemal, ona "irtica paşa sı"^.. derken iktidar yanlısı basın da bu kınamalardan gen kalmamıştır. 12 Aralık
52. Mümtaz Şükrü Eğilmez, (Hatırat), M illi M O c a d e l e d e B u r s a , s .1 1 8 3 . ﻫﺔ, Ter^man Tarih Yayınlan. 198^lstanbul. 53. - ٠. 19, s. 247-^2. 26 Kasım tanhlı konuşması. 54. N u t u k S d y l o v . i 991.997.
354
C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN
D E V L E !' İL İŞK İL E R İ
٠
1925 tarihli Cumhuriyet Gazetesi: "İrtica Paşası.nın Millet Meclisi.nde İşi Ne?" diye sormuştur. Yine Cumhuriyet Gazetesi.nin 2 Kanunuevvel 1341/Aralık 1925 tarihli nüshasında:.... Şaipkayı değil fesi, teceddüdü değil, taassubu. İnkılabı değil, irti cai müdafa eden Sakallı Nurettin Paşa'nın Türk İnkılap Meclisinde yeri yoktur" de nilmiştir. İşte zamanla böylesine kendisine cephe alınacak olan bir kişinin ve böyle olacağı tâ baştan bilinen birisinin Bursa’dan milletvekili olmasıyla 1925 yılına çok elektrikli bir havaya girilmiştir. Bir tarafta Kazım Karabekir Paşa ve Halk Partisi zihniyetinin en büyük muhalifi TpCF, diğer tarafta da Sakallı Nurettin Paşa, Mec listeki bu görüntülere İlaveten İstanbul basınından özellikle Tanin ve Tevhid-i Efkar'ın muhalefeti de eklenince, herkes yurtta olağanüstü şeylerin olacağını rahat lıkla tahmin edebiliyor ve Mustafa Kemal'in deyişiyle "kan ve barut kokulan" ^؛et rafta koklanılmaya başlanıyordu. Tanin Gazetesi de; Başyazarı Hüseyin Cahit'le birlikte muhalefete devam ediyordu. Kasım 1924'de yazdığı bir yazı ile Hüseyin Cahit şimşekleri üzerine çek mişti. Hüseyin Cahit yazısında; Haiti Devleti'nin de bir Cumhuriyet olduğunu, fakat bunun gerçekçi bir demokrasi Cumhuriyet.i değil, diktatörlük olduğunu vurgulaya rak: "Soydan gelen bir devlet başkanı yerine, zorla Cumhurbaşkanlığı'na çıkmış bir zorba görürüz!"^, diyerek aleni olarak Mustafa Kemal'e saldırıda bulunuyordu. Saldırılardan İsmet İnönü de nasibini alıyor ve Halk Partisi hükümeti: "Çirkin hükümet"^^ olarak kamuoyuna takdim ediliyordu. Türkiye'deki genel gelişmeler ve özellikle iç.dış muhalefetin geldiği nokta bu olunca, rejim tedirgin olmaya başladı. İşte tam bu atmosfer yaşanırken birden 13 Şubat 1925 tarihinde "Doğu İsyanı ve Şeyh Said Ayaklanması" denilen direniş başgösterince. devlet 'irticaya yönelik' addettiği Takrir-i Sükûn" kanunuyla, genel de tüm muhalefet odaklarının üzerine gitmeye başladı. Şubat 1925 tarihinde artık yeni Türkiye'de kan ve barut kokuları vardır. Artık idamların, kurşuna dizilmelerin, özellikle Doğu İsyanları itibariyle kitle teleflerinin ardı arkasının ta 1930 yıllarına kadar kesilmeyeceği bir dönem başla maktadır. Bu dönem Ankara İstiklâl Mahkemesi, ile Şark Bölgesi (İsyan Mıntıkası) İs tiklâl Mahkemeleri'nin "kan ve barut kokusu.nun olduğu Türkiye’ye Jandarmayla beraber mührünü vurduğu bir dönemdir. Bu dönemin başlangıcı 13 Şubat 1925 günü Genç’te başlayan Şeyh Said Isyan. ve doğudaki dİnİ ayaklanmalardır.
55. 21 Kasım 1924 tarihli idare Heyetinde Mustafa Kemal'in yaptığı gizli konuşmadan.
A^/w^ ٥So923-l927. s. 75.
OnuncuBoliim
ŞEYH SAID ISYAM VE DOĞU.DAKİ D İ^ AYAKLANMALAR
I
٠٠
l
١٠٠٩٠
i
|س
ŞEYH SATO İSYANI VE DOĞU.DAKİ DİNÎ A V A yT A ^A T A tt
Doğu İsyanı dediğimiz Şeyh Said İsyanı: 13 Şubat 1925 günü, (bu tarih bazı olaylarla karışarak 2 yahut 11 Şubat olarak da anılır) şimdiki Bingöl ilinin bir ilçesi olan Genç'te (o zaman il idi) vc Gcnç'in. Eğil Bucağının bir köyü olan Piran'da başlamıştı. Şeyh Said ayaklanması, şimdiye kadar Doğu Anadolu bölgesinde çıkan ayaklanmalara; hazırlanışı. uygulanışı ve sonuçlan bakımından hiç benzemiyor du. O güne kadar çıkan ayaklanmalann kökeninde, derebeylik ve yağma sebep leri yataricen; bu isyanda, Cumhuriyet’c ve Cumhuriyet.in getirdiği temel ilkele re karşı koymak; şeriat düzenini kurmak ve halifelik ile saltanatın yeniden ku. rulmasmı sağlamak gibi sebepler yatıyordu.؛ Her ne kadar bazılan bu ayaklanmanm "Bağımsız Kürdisıan". Devleti için yapıldığını iddia etse de. Şeyh Said ayaklanmasında kullanılan dinsel tanı lar ve karşı oldukJan kavramlar açısından bakıldığında, olayın dinî bir kimlikle ve "dinsel bir giysi alunda" ؟ortaya çıktığı açıkça görülür. Metin Toker, Şeyh Said'in öyle söylenildiği gibi. "Bağımsız Kürdisıan" için değil, Hilafeti geri getirmek için harekete geçtiğini, onun şeriat ilkelerine bağlılığını öne çıkartarak dile getirir,'. Aynca. "Şeyh Said bir kürt lideri gibi 1.
2. 3. 4.
Ergun Aybars. ! s t ı k l a i M a h k e m e f e r i . 1923-1927. s. 91: Şevket SOreyya Ay^m^. T e k A d a m . ٠ 3٠s. 2ia Behçet Cemal. Ş e y h S s ı d l s y a n ı . 5 113.ج٠ اyayınlan. lstanbüM955: Metm Toker. Ş o y h S a k i İ s y a n ı , s. 131. Akis Yaymları. Ankara-1^8. Mete Tunçay. T e k P a r t i , s. 129. Metin Toker. a.g.e. s 93.
358
c u m h u r iy e t
D Ö N E M İ D İN - D E V I E T İL İŞK İL E R İ
davranmaktan z؛yade. bir karşı ihtilalin ilk darbecisi gibi hareket ediyofdu ve açtığı bayrak hilafet bayragıydı. şeriat bayragıydı...''5 diyerek Şeyh Said hareketinin lam bir karçı-devrim hareketi .Idugunu vurgular. Nitekim yakalandıktan sonra. 6 Mayıs 1925 tarihinde yargılanmak üzere 0 ﻻ كMüföttişügi.nin !..5.1925 tarih ve 374 nolu yazışıyla, Elazıg !.siiklal M al^emesi'ne gönderilen ؟eyh Said ve orezsekiz arkadaşı verdikleri ifadelerle ''din İçin k ı y ı " ettiklerini ve "müstakil bir İslâm Hükümeti vücuda getirmek” istediklerini, ''put۴ resllik dinini ihyaya ve ayini metrukelerini icraya çalışan bu laik Türk HUkümeti'ni de yıkmaya', çalıştıklannı açıkça söylemişle^ir.٥ Şeyh Said Elazıg istiklal Mahkemesinde yaptıgı konuşmada: "Yüce şeriatin hükümlerini uygulamayan bir hükümete karçı, ayaklanmak vaciptir. Bu bizim fıkıh kitaplanmızda yazar. Biz de bunun İçin kıyam ettik ve hükümete biraz olsun şeriat meselesini anlamıak istedik. Hiç olmazsa şeriatın bir kısmını uy^ılamalannı teklif edecektik..' diyerek. Allah'ın kaderi doğrultusunda bu İşin geliştigini ve .'şe^an vacip'' oldugu İçin bu kıyama ''gayr-i ihtiyari., katildik!annı söylcınîştir.7
ya
Göriiyorsunuzl vaktiyle şeyhülislamlık binası olan dairede şimdi Romanünivereitesi'nden gelen Hrisriyan öğrenciler kız ؛grencilerle ^ r a ^ r c e otu... ٠ ... ﺀﺓ٠٠ ﺻﺬ٠١٠ A i r ) i% ٠8.ﺩ
is ia m a m in e g o re
aiiuii a u n y a y a
an ı^ıçıı uv u y r u
U i i luuuvil
ه٠ى٠ب٠ ﺀ٠ - - ٠- ٠٠٠
l ^ ü ı g a g ö r e d c g i l d i r î '. 9 d i y e r e k m e v c u t h ü k ü m e t u y g u l a m a l a n m d a t a m a m e n d in b a z ın a o m r ta r a k te n k id e d i ş t i r .
Şeyh Said ayaklanmasının niteligi bu olmasına ragmen. Şey ؛Said otuzsekiz arkadaki. "Ba٠ msız Kürdistan" oluşlum a çabasıyla ve dolayısıyla 5 6.
7.
İ
0
ﺔ
I
ﻌ
Ü
ﻘ
54-16. . 81.
ﺠ
İ
ﺛ
!
ج
=
ﻊ؛
ﻫ
F
ة
: 'ل: أ٠ : : : ٠ - س
' ل- ﺀ٠ ل٠ :
ŞEYH SAID İSYANI VE DOĞU.DAKl DİNÎ AYAKLANMALAR
359
" T ü r k i y e ’y i b ö l ü p - p a r ç a l a m a " s u ç l a m a s ı y l a * , y a r g ı l a n m ı ş l a r v e ö y l e c e h a k l a r ı n d a id a m k a r a n v e r ilm iş tir . O y s a İs y a n ın b a ş la d ı ! ؛g ü n le rd e T ü rk iy e k o m ü n is tle rin in y a y ın o rg a n ı o la n v e h a fta d a b ir y a y ım la n a n O ra k -Ç c k iç g a z e te s in d e b ile o la y ın " B a ğ ım s ız K ü r d i s t a n " i ç i n d e ğ i l , i r t i c a i ç i n ( ! ) ç ı k t ı ğ ı y a z ı l ı y d ı . O r a k - Ç e k i ç 'i n 2 6 Ş u b a t v e 5 M a r t 1 9 2 5 ta rih li n ü s h a la n n d a Ş e y h S a id a y a k la n m a s ıy la ilg ili o la r a k ş u f ik ir le r ile ri s ü rü lü y o rd u : " İ rtic a a n ın b a ş ın d a Ş e y h S a id v a r . . . İrtic a a k a rş ı m ü c a d e le d e h a lk ım ız h ü k ü m e tle b e ra b e rd ir!" " K a h r o l s u n i r t i c a a . . A n k a r a B ü y ü k M i l l e t M c c l i s i ’n d e m ü f r i t s o l u n t ı r n a k l a n , k a f a s ı n a k u r u n - u v u s t a 'y ı ( o r t a ç a ğ z i h n i y e t i n i ) d o l a m ı ş o l a n y o b a z l a n n . g e ric ile rin g ır tla ğ ın a y a p ış tı." " M ü lte c ile r in , y o b a z la n n s a n k la n , k e n d ile rin e k e f e n o la c a k ! Y o b a z la n y . la . ş e y h le r iy le , h a lif e le r iy le , s u l t a n l a n y l a . ir tic a v e d e r e b e y lik ! " Ş e y h S a i d i s y a n ı , İ n g i l i z 'l e r i n o y n a t t ı ğ ı b i r i r t i c a k u k l a s ı d ı r . " * . Ş e y h S a id .e y a p ıla n s u ç l a m a l a r d a v e k e n d is in in s a v u n m a l a n n d a d a g ö r ü l d ü ğ ü g i b i . D o ğ u ’d a i s y a n ı n b a ş l a m a s ı v e D o ğ u 'n u n a t e ş l e r i ç i n d e k a l m a s ı n ı n n e d e n i ta m a m e n d i n î id i. D in s e l b ir g ö rü n ü m a lü n d a b a ş la y a n D o ğ u İ s y a n la n . d e v le t a ç ıs ın d a n y e n id e n İs tik la l M a h k e m e le rin in v e b u
tü r is y a n la n
ö n le y ic i ö n le m
o la ra k d a
" T a k r i r - i S ü k u n K a n u n u '. n u n g ü n d e m e g e l m e s i n i s a ğ l a m ı ş ü r . C u m h u riy e t d ö n e m i İs tik la l M a h k e m e le ri d e y in c e ilk a k la g e le n Ş a rk i s tik la l M a h k e m e le ri v e A n k a r a İs tik la l M a h k e m e s i, b u n e d e n le g ü n d e m e g e le n m a h k e m e le rd ir.
10.
örneğin Şeyh Said Davasının sonunda Şark İstiklal Mahkemesi reisi Mazhar Müf.ı Bey. "Kimi niz hasis şahsi menfaatlerinize bir zümreyi alet, kiminiz ecnebi kışkırlmasmı ve siyası hırsları nı rehber ederek, hepiniz bir noktaya, yani müstakil Kürdistan teşkiline doğru yOrudunüz. diye rek davaya olan resmi bakış açısını dile getirmiştir. 28 Haziran 1925 tarihinde karara bağla nan dava için, devletin bu resmi bakış açısını sergilemek açısından bkz TBMM Arş.vı. T-12. Dosya 69 ve lV-12, b. 1. Şark İstiklal Mahkemesi Karar Defteri, s. 15. Dosya 4/32. Hakımiyet.ı Milliye 28 Haziran 1925. S a v . A Süreyya (Orgeevren) (Hatıralar). 22.24 Temmuz 1957.
3. Basım.
360
CUMHURTVET DÖNEMİ DlN
DEVLET İLİŞKİLERİ
٠
Is ü J d a l M a h k e m e le r i ü z e r in e ( 1 9 2 1 - 1 9 2 3 ) . ( 1 9 2 3 .1 9 2 7 ) b u g ü n e lim iz d e ç o k ö n e m l i b i r e s e r i b u l u n a n D o ç . D r . E r g u n A y b a r s d a ١^ s ö z k o n u s u m a h k e m e le r in k u r u lm a s ın ı s a ğ la y a n ik i ö n e m li s e b e p le n b a h s e d e r. A y b a r s . B irin c i S e b e p , " g ö r ü n m e y e n u z a k s e b e p d i y e " T ü r k İ n k ı l a b ı 'm n g e r ç e k l e ş m e s i i ç i n , o n a k a r ş ı ç ık a n tü m u n s u r la r ın y o k e d ilm e s i z o r u n lu lu ğ u n u d ile g e tir ir . İk in c i v e e n y a k ın s e b e p o la r a k d a . s a lt o la r a k d in a d ın a k ıy a m a k a lk a n Ş e y h S a id a y a k la n m a s ın ı i f a d e e d e r .* ^ K ila f e ıin k a l d ı n i m a s m d a n ta m b i r y ıl s o n ra , b ö y le c e h ila f e t v e ş e ria t is te ğ i ü z e rin e
a y a k la n a n la r iç in
o lu r. T a m
h ila fe tin
İ s tik la l M a h k e m e le ri y e n id e n k e n d in i g ö s te rm iş
k a ld ın id ığ ı
gün
o la n
3 M a r t 'a r a s t l a y a n
günde, hüküm et
M e c lis e b u a y a k la n m a la r ın a m a n s ız b ir ş e k ild e b a s tın im a s ı iç in " T a k rir-i S ü k u n " k a n u n u te k lif in i v e r ir . T a k r ir - i S ü k u n K a n u n u d a 4 M a rt 1 9 2 5 ta rih in d e 5 7 8 s a y ılı k a n u n la g e r ç e k le ş m iş o lu r. S ö z k o n u s u k a n u n u n b irin c i m a d d e s i şö y Ic d ir. " M a d d e : 1—
İ r tic a v e is y a n a v e m e m le k e tin iç tim a i n iz a m ın ı, h u z u r v e
s ü k u n u n u , e m n i y e t v e is y a ıu n ı v e a s a y iş in i ih la le s e b e p b ilu m u m te ş k ila t v e ta h r ik â t v e te ş v ik â ı v e t e ş e b b ü s â t v e n e ş r iy a t h ü k ü m e t v e R e is ic u m h u r u n ta s d ik i i l e m e r 'i o l u n u r l a r . İ ş b u f i i l l e r e k a t ı l a n l a r I s ü k l â l M a h k e m e s i n e v e r i l i r l e r . " * '. H ü k ü m e tin ir tic a y a k a r ş ı o ld u ğ u b u s iy a s a l n ite lik li ö n le m in y a n ın d a e n ö n e m li ö n le m
d e ; " H ı y a n c i - i V a t a n i y y e K a n u n u '. n u n b i r i n c i m a d d e s i n i n , d i n i n
s iy a s e te a le t e d ilm e s in i e n g e lle y ic i b ir h ü k ü m le d e ğ iş tir ilm e s i o lm u ş tu r. 15 N is a n
1 9 2 3 y ılın d a k a n u n la ş a n H ıy a n c i-i V a ta n iy y e K a n u n u n u n , h ü
k ü m e tin 2 5 Ş u b a t 1 9 2 5 ta r ih in d e , s ı r f d in in s iy a s e te a le t o lm a s ın ı e n g e lle m e k a m a c ı y l a d e ğ i ş t i r d i ğ i 1. m a d d e s i ş ö y l e d i r ..1 5 N i s a n 1 3 3 9 t a r i h l i k a n u n a m ü z e y y c i ( i l a v e e d i l m i ş ) K a n u n : 2 5 Ş u b a t 1 3 4 1 /1 9 2 5 -K a n u n N o : 5 5 6 . M a d d e : 1— esas
t?
1. .4
D i٥i v e y a d in c e m u k a d d e s s a y ıla n ş e y le r i, s iy a s i g a y e le r e
v e y a a le t iiu h a z e d e r e k c e m iy e tle r in te ş k ili y a s a k la n m ış tır . B u ç e ş it c e m i-
361
ŞEYH SAJD İSYANl VE DOĞU DAKİ DİNÎ AYAKLANMAMAK
y e l v e d e m e ld e ri te ş k il e d e n le r v e y a b u c e m iy e t v e d e m e k le r e d a h il o la n la r " v a ta n h a in i" a d d o lu n u r la r . D in i v e y a d in c e m u k a d d e s s a y ıla n ş e y le r i, s iy a s e te a le t e d e r e k , d e v le tin te m e l n iz a m ın ı te b d il v e ta ğ y ir v e y a d e v le t e m n iy e tin i ih la l v e y a d in i d in c e m u k a d d e s s a y ıla n ş e y le ri a le t ittih a z e d e re k h e r n e s u re tte o lu rs a o ls u n , a h a li a r a s ın a f e s a t v e n ifa k b ır a k a n la r , g e r e k fe rd i, g e r e k to p lu c a s ö z lü v e y a y a z ılı v e y a h u t f i i l î b i r ş e k ild e v e y a n u tu k ira d ı v e n e ş r iy a t ic ra s ı ile b u ç e ş it h a r e k e tte b u lu n a n la r k e z a lik " v a ta n h a in i" s a y ıla c a k la r d ır ." * ؛ O r d u n u n D o g u 'y a s e f e r b e r e d i l e r e k i s y a n ı b a s u n n a s ı g ö r e v i g i b i a s k e r i ö n le m le rin y a n ın d a . S ık ıy ö n e tim
M a h k e m e le r i, İs tik la l M a h k e m e le ri. T a k rir-i
S ü k u n K a n u n u v e H ıy a n c i- i V a ıa n iy y c K a n u n u g ib i s iy a s a l ö n le m le r d e a la n T ü r k iy e C u m h u r iy e ti H ü k ü m e ti D a h iliy e V e k a le ti ile d c (İç iş le ri B a k a n lığ ı), B a k a n lığ a b a ğ lı b a z ı ö z e l ö n le m le ri d e a lm ış tı. B u n la n n b a ş ın d a c a m ile rd e k i h u tb e v e ö z e llik le v a a z la n n e m n iy e tç e ta k ib i v e v a iz le r in ir tic a î k o n u ş m a la n n a m e y d a n v e r m e m e k iç in o n la n n s ık ı k o n tr o lü g ib i ö n le m le r g e lir. A rtık is y a n ın b a ş l a d ı ğ ı Ş u b a t 1 9 2 5 ٠ı c n i t i b a r e n ö z e l l i k l e v a i z v e i m a m l a n n d e v l e t ç e s ı k ı k o n t r o lü d e b a ş la m ış o lu r. B u k o n tr o lle r d e d e v le te y a r d ım c ı o la n v e m ü rte c i v a iz le ri (!) d e v le te ih b a r e d e n k u ru lu ş d a . h ila fe tin k a ld m ld ığ ı g ü n k u m la n D iy a n e t İ ş le r i R c i s l i g i 'd i r . B ir ö r n e k o ls u n iç in C u m h u r iy e t G a z e tc s i.n in 2 7 Ş u b a t 1 9 2 5 ta rih li n ü s h a s ın a b a k m a k y c ic r lid ir. G a z e te v e rd iğ i h a b e rd e : " M ü r te c i h o c a v e v a iz le r , c e v a m i-i ş e rife d e — b ü tü n c a m ile rd e — v a a z d a n m e n e d ile c e k tir ." * . H a b e rin d e v a m ı n d a d a D a h i l i y e V c k a l e i i 'n i n b u t a m i m i n i n u y g u l a n m a s ı n a D i y a n e t İ ş l e r i R c is lig in c c tc s b ii e d ile n o n v a iz in d c b u n d a n b ö y le c a m ile rd e v a a z v e re m e y e c e ğ i b e lirtilm iş tir. B e lk i b ir a z d a b u tü r u y g u la m a la r s e b e b iy le o la c a k . 13 Ş u b a t 1 9 2 5 ta r i h i n d e . G e n ç i l i n i n . E r g a n i ! i l ç e s i n i n . E ğ i l b u c a ğ ı P i r a n k ö > ٦l n d c b a ş l a y a n Ş e y h S a id is y a n ı, ç o k k ıs a z a m a n d a b ü tü n b ir y ö r e y e d a ğ ılm ış v e a y a k la n m a n ın b a şg ö s ic r d iğ i h e r y e r d e : " H il a f c t s i/ , M ü s lü m a n lık o lm a z ! .' " Ş e r ia is ız y a ş a n m a / ... H ü k ü m e t d in s iz lik y a p m a k ta d ır!" * ^ " K a d ın la r ç ıp la k o la r a k d o la ş lın im a k is ic n -
١5
TBMM ce a)١r١an 114 sayılı H a ya ti U m u ^ y e K a rin tas Şubat 1925)
m M Z a b ıt
c
H ıya n .t .1 Vatanıyye Kanunu nun ö ٠ ٠ ) ؛tinten bu madc.e.1. zaman*. TurK ﺀ ح٩ ﺀK a o u n u 'r im .h ur 163 maödbden çok daha ٠ آا وo ia n k uy٠ ul٥nm ٠ ؟١٠ نn١٧h٠l٠ ten©n asılarak idam .(*lm ı ؛٥f bif kısmı da kı٥٠l ٠f h ^ ı ^ ٠ ﻫ ﺒ ﻌ ﺲ٠ ﺳ ﺔ٠٠ !ا:. ; . h ttfH ﻧ ﺦ١٠ addolunarak lopyekun ya . v i y a ا٠ب y ٠۴" (rmslardır. < H H .C
C ^ ^ r ^ .l 16. 27 ^ﻫﻊ٠ ا1.26 İ M A rvvi T.12. Doaya .17 69. 92
362
CUMHURtYET DÖNEMİ DİN ٠ DEVLET İLİŞKİLERİ
m e k te v e k a d ın - e r k e k b ir lik le a y n ı s ın ıf la o k u tiu m lm a k is le n m e k le d ir!" . " İs ta n b u l v e d iğ e r b ü y ü k ş e h irle r d e m ü ftü v e v a iz le re b a s k ı y a p ılm a k la , o n la n n d in î v a a z l a n m e n e d i l m e k t e d i r ! . . " g ib i p r o p a g a n d a l a r k e n d i n i g ö s t e r m i ş t i .؛٥ D o ğ u n u n j e o p o l i t i k y a p ıs ı v e g e n e ld e in s a n la r ın ın d in e b a ğ lılığ ı y ü z ü n d e n b u p r o p a g a n d a la r h e m e n tu tm u ş v e a y a k la n m a ç o k k ıs a z a m a n d a D iy a rb a k ır. E la z ığ . E r g a n i. P a lu . H ın ıs v e B itlis b ö lg e le r in e u z a n m ış tı. B u s e b e p le 21 Ş u b a t 1 9 2 5 t a r i h i n d e M u s t a f a K e m a l ’i n b a ş k a n l ı ğ ı n d a B a k a n l a r K u r u l u a c i l b i r to p la n tı y a p ıp , a y a k la n m a n ın b ü tü n b ir b ö lg e y i s a r m a m a s ı iç in a ş a ğ ıd a k i k a r a n a ld ı:
’‘Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Ankara, 21 Şubat 1925 Ergani Vilayetinin bir kısmında devletin silahlı kuvvetlerine karşı meyda na gelen ayaklanma, kısa zamanda Diyarbakır, Elazığ ve Genç vilayetlerine de geçmiş ve genişlemeye de müsait görüldüğünden, Muş, Ergani Dersim, Diyar bakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Van, Hakkari vilayetleriyi, Erzurum vilayeti ve Kığı ve Hınıs kazalarında sıkıyönetim ilân edilmiştir... 1 5 4 7 s a y ılı b u k a r a r a d ik k a tle b a k ıld ığ ın d a , s ık ıy ö n e tim ilâ n e d ile n y e r le rin ö z e l o la r a k s e ç ild iğ i v e d in î y ö n ü a ğ ı r b a s a n y e r le r o ld u ğ u g ö rü lü r. G e r ç e k te n b u b ö lg e le r d e s ık ıy ö n e tim e r a ğ m e n a y a k la n m a la r k e n d in i g ö s te r m iş v e Ş e y h S a id k u v v e d e n d e ö n c e D iy a r b a k ır , s o n r a E la z ığ ilin i v e P a lu . S ilv a n . H a n i. P ira n .ı e le g e ç i r m i ş l e r d i .^ A y a k l a n m a n ı n g e l i ş m e s i n i v e T ü r k i y e 'd e k i g e n e l d u r u m u y a k ı n d a n i z l e y e n İ n g ilte r e , e lç iliğ i a r a c ılığ ıy la o la y la r d a n g ü n ü g ü n ü n e h a b e r d a r o lu y o rd u . 2 4 Ş u b a t ta rih li r a p o r u n d a B ü y ü k e lç i M r. L in d s a y : " Ş e y h S a id k u v v c ü c ri y ö re d e k i a s k e r i b ir lik le r d e n ü s tü n d u r u m d a , b a z ı a s k e r le r v e ja n d a r m a b irlik le ri Ş e y h S a . i d s a H a n n a k a u l ı y o r . T B M M d e a y a k l a n m a n ı n a r k a s ı n d a İ n g i l t e r e 'n i n o l d u ğ u i d d ia e d i l i y o r . A m a g e r ç e k t e s e b e b in d in î o ld u ğ u n u v e ş e r ia u g e tir ip , h ila f e ü ilâ n e tm e k o ld u ğ u n u b e lir tm e k is te r im . A y a k la n m a d iğ e r fe rd i o la y la ra h iç b c n /c m e r o c k ı c '. l a i k l i ğ e ' , v c . Y e n i T ü r k r e j i m i n e k a r ş ı b i r h a r e k e t " o l a r a k g ö / ü k m c k i c d ir.
10 10 ao
g
65-7S
ŞEYH SAJD isy a n ! v e DOCü .DAKİ DlNİ AYAKLANMALAR
363
T i i r k D ı ş i ş l e r i B a k a n l ı ğ ı 'n a . b u a y a k l a n m a y l a I n g i l i c r c 'n i n h i ؟b i r a l a k a s ı n ı n o l m a d ı ğ ı n ı v e I n g i l i e r e 'n i n a y a k l a n m a y ı d e s ı e k l c m e d i g i n i b i l d i r d i m . ''2 ٠ d i y e r c k , d ö n e m in I n g ilie r e D ış iş le r i B a k a m M r. C h a ^ r l a i n 'i ؟e y h S a id o la y ın d a n h a ^ r t a r e lm iş o lu y o rd u . A y n i g ü n l e r d e T i m e s g a z e i c s i d e : ''Ç e y h S a i d v e i a r a f t a r l a n . G e n ؟. H a r p u l . D i y a r b a k ı r v e E l a z ı ğ 'ı e l e g e ç i r d i l e r v e A b d U l b a m i i 'i n o ğ u l l a r ı n d a n o l a n A M ü r r a h i m 'i 2 2 d e g ı y a b e n h a l i f c i l a n e l l i l e r . A y a k l a n m a s ö y l e n i l d i ğ i g i b i " K u r t M i l l i H a r e k e l i '' d e ğ i l , t a m a m e n ''f a n a t i k b i r d i n î h a r e k e t ' . t i ^ d i y e o l a y ı I n g i l i c re k a m u o y u n a d u y u rtiy o rd u . O la y la n n b ö y le s in c g e liş m e s i ü z e rin e B a ş v e k il F e th i (O k y a r) B e y . h ü k ü . m e t b a ş k a n l ı ğ ı n d a n i s t i f a e l m i ş , i s l i f a s ı n ı R e i s i e u m h u r M u s i a f a K e m a l P a ş a 'y a v e r m i ş i i . M u s t a f a K e m a l i s t i f a y ı h e m e n k a b u l l e n d i . Z i r a F e t h i O k y a r 'ı n ı l ı m l ı v e s e r tlik y a n lış ı o lm a y a n s iy a s e ti ile in k ıla p la n n y a p ıla m a y a c a ğ ım v e s e r t le d b irle r e m ü r a c a a t e d e m e y e c e ğ in i b iü y o r d u .2 ٠ B u itib a r la s e r tlik y a n lış ı v e in k ıla p t a r a f t a n J s m e t P a ş a 'n ı n b i r a n ö n c e h ü k ü m e t i n b a ş ı n a g e ç m e s i n i i s l i y o r d u . I n g i l t e r e 'n i n A n k a r a B ü y ü k e l ç i s i M r . L i n d s a y 'ı n L o n d r a 'y a y o l l a d ı ğ ı r a . a r l a r d a . F e th i B e y i n y e r in e is m e t P a ş a rn ın B a ş b a k a n lığ a g e tir ile c e ğ in i, b ö y lc c c " G a z i" n in a rz u s u n u n y e rin e g e tirilip , b ü tü n y u rtla b a s k ı ۴ litik a s ın a g e ç ile c e ğ i ﻻ كb i l d im e s i , a rtık b ü tü n y u rtta u y g u la n a c a ğ ı k e s in k e s ta h m in e d ile n b a s k ı v e
ş id d e t ۴ litik a s ın ın b a ğ lıy a c a ğ ım İş a re t e d iy o rd u . N ite k im ö y le d e o ld u . 4 M a r t 1 9 2 5 ta rih in d e is m e t İn ö n ü k e n d i k a b in e s in i k u r a r a k h ü k ü m e t b a ş k a n lığ ın a g e ld i.2 ٥ B a ş b a k a n lı ğ a g e ld iğ i g ü n İç iş le r i m i o la r a k s e r tlik y a n lış ı ik i k a n u n te k lif in i m e c lis te n g c ç in li. B u ik i m a d d e o z e llik lc ir tic a ؟s u ç la r d iy e b ilin e n s u ç lu la r a m a h k e m e e d ilm e k s iz in id a m
k aran m
o n a y l a m ı ş o l u y o r v e h ü k ü m e t a l e y h i n e y a y ı n y a p a c a k g a z e t e l e r e d e ü c r i ٠.j
.٠ ٠
p a t m a c c z a s ı g e tir iy o r d u .2 7 i s m e t İ n ö n ü 'n ü n b u a ş ı n s e n k a n u n m a d d e l e r i n e i l a v e t e n y i n e a > m g ü n . y a n i h ü k ü m e t i k u r d u g u g ü n . C u m h u r i y e t t a r i h i n d e b ü y ü k ) . a n k ı l a r a y o l 3 Ç ^ la -
21 22
.
23. 24 25 26 27
Btlal Şimşir, Ingıhz Beigelenyle KOn Sonjnv, s 19.21, Mr ürKJsay.ın Mr Chabefia،n ٠e Vö^٥dı 2 .23.24 ا هZ Şubal 1925 Urıhlı rapodan Sultan Abdülhamıfın ٠٥١٧ olan Abdurrahim. T B M M d tkj Sultan AbchJ،rT١٠c ٠t٠. bafcfe yap٠ n Ofia mada da ıK. oy aimışt.
The Times. 26 Şubat 1925. ٥ . 12 Er٠ un Aybar*.
IsttklaH Mad٨ Bilal Ş im .ff. Ingiliz ه٠ - ص ٠
1
١92100 ، Tûrhye'öe K ürt
.(١927 ؤ
Sofvnu. 8. 27.37.
15.. 136. .Takrir.. Sutam Kanunu.
T٠nW.4M^١925
364
CUMHURİYET DÖNEMİ DlN - DEVLET lUŞKİLERl
iklige aykın hareketleri sind ؛٧e d ^ a önce de izah m ede hü^ik roller üstlenen ettiğimiz ''Takrir.i Sükun'' kanunu hükümete kabul etürildi.2٥ .Hükümetin kabul e tti^ Takrir.i Sükun kanunu, özellikle irticai ve dini fa -aliyetleri İçerdiği İçin ve de Genç'te başlayjp neredeyse bütün bir doguyu sar makta olan Şeyh Said isyam ve ^ n z e ri isyanlara karçı ç.kanldıgı İçin, hükümet -hem kanundan ve hem de d o d a k i din adamlanmn irtica isyanlanna karşı uya nlmalan İçin Diyanet İşleri Başkanhgı'na bir tamim gönderdi. Tamim hükümet adına Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal tarafından gönderilmişü.25 Diyanet İşleri . Başkam Rıfat Börekçi de. Reisicumhur tarafından gönderilen tamimi hiç ^ k le t Di- meden 8 Mart 1925 tarihinde ..acil., kaydıyla bütün müftülüklere göndcrdi.3٥ -yanei İşleri Başkam Rıfat Börekçi, gönderdi, tamim girişinde müftüleri uyara -rak. din adına kıyama kalkan isyancılann mürteci olduklannı ve bu hareketle riyle de .'vatan hainligi'.nde bulunduklannı telirttikten sonra Mustafa Kemal'in -kendisine g ö n d erd i, beyannameyi aynen yayınlayarak teşkilata baglı tüm müf tiilerden ordu b ile tle r in e yardımcı olmasını istedi.3ا Mustafa Kemal Atatiirk adına. Diyanet İşleri Başkam Rıfat Börekçinin :Müftülüklere gönderdiği tezkere şöyle idi Genç'te başlayıp Elazığ ve Diyarbakır merkezleri hudutlarına kadar yayılan.. .hadise, kanunen suçlu olan bazı mentaatçilerin din maskesi altında gizil mahiyet te çalışan ؛.eşebbUsIerı mahsulüdür. Asiler memleketin her tarafından Devlet k٧v -velinin zayıflaştırılması İçin bir müddetten beri muhtelif şekillerle devam eden faa I؛yellerin sumuIIU tesirler vUcuda getireceğine istinat etmişle؛di؛. -Hadise bUlun va c<، nefret ile telakki edilmiş ve civar mıntıkaların' tandaş ٠٥ ؟ha^si ani bi ؛mukav؟^ et hissi ؛،٠ .Cumhuriyetin müdafaasına kıyam etmişlerdir. Büyük ^illet-M ecli si.nın maddi ve manevi kuvvetleri ile mücehhez olan Cumhuriyet Hükümeti, İC3P OdOn ıslâh vasıtalarım asiler aleyhine tevhit eylemiş ve pek yakında kati neticeler husule getirecek müessir tedbirler alınmıştır. Bununla beraber c ؟m* ؛٧ny٠et Huku :rnetı. hutUh memlekette huzur ve sükunu, emniyet ve asayişi tehdrt edebilecek bu İUh UnSuhlara karşı hususi kanunla engelleyip 5 و13 ؛ ؛ ؛ ؛ ؛1^ وا ح ؛٧8 herhang bir seb^pl.0 istihkâr ve istihfafa vasıta addedecek olanlaın en ؟.iddetli ka ".nunl h^Um lerle takip ve tenkilleri mukarrerdir Vatanin bir koşesimje- ه: : ﻫ ﺎ,ﺀ٦٠٠ﻻ-ﻻت: أ٧٢١* ﻻh٠٥ d ^ i vata n d ^la ri d ^ ıl. en uzak yerlerdeki vatandaşların rahatını, saadetini, ؟alış-
»
7: : ﻊ
٠
ﺊ
او
ﻌ
ﺀ ﺗ ﺘ ﺌ ﺳ
; ٠ : ٠ ل;ﻻت؟اا-وه٠ا٠ اا٠ﻫﺎ0 ﺀﻷﺀ٠^)٠٠0 ه٠٠0ي٠.
٠ا٢ ﺻ ﺄ ئ٠ س٠ » ا د
i
1925 . 962
اﻣﺎل٠»ا٠0٠٠٠ ا٠
ŞEYH SAID İSYANI VE DOĞU.DAKİ DİNÎ AYAKLANMALAR
365
ma hayatını, iktisat ve istihsalini müteessir ve mutazarrır ettiği sabittir. Binaena leyh her saadetin, her faaliyetin ve bilhassa İktisadî ve ticari inkişafların ilk şartı, huzur ve sükûn île emniyet ve asayişin ihlâli kabil olmayan bir emniyet ve kuvvet te bulunması ile kaimdir. Bu sebeple de Cumhuriyet polisi، jandarmanın ve Cum huriyet Ordusu'nun şeref ve itibarı her mülâhazanın fevkindedir. Bu şeref ve itiba ra riayet için vatandaşlarının teyakkuz ve intibahını talep ederim. Bu münasebetle ve büyük bir iftiharla açıklarım ki vatanın her tarafındaki hissiyat ve tezahürat kah raman milletimizin Cumhuriyet'i. sükûn ve asayişi behemehal muhafaza için kuv vetli ve metin iradesini bir daha tecelli ettirmiştir, idarecilerin ve mazisi şan ve şe refle dolu olan Cumhuriyet Ordusu mensublarının vatanını dahili ve harici bütünlü ğü İçin fedakarlık hislerine ve yüksek vazife duygularını intizar ederim." "Mülkî ve askeri devlet memurları her şeyden evvel yüksek vazifelerini te reddütsüz büyük bir azim ve şiddetle ifâya davet ederim.” Türkiye Reisicumhur٠u Gazi M. Kemal."
İsmet Paşa'nın Başbakanlığa geldiği gün gerçekleştirdiği bu aşın sertlik yanlısı hareketler, mecliste büyük tartışmalara yol açmıştı. Muhalefet kanadından TpCF Başkanı Kazım Karabekir Paşa, "Memleke tin her yerinde alınan sert tedbirlerle nice masum insanın mazlum duruma düşü rüleceğini, hatla bütün hak ve hürriyetleri kısıtlayan ve basını susturan bu ka nunlarla. Meclis kürsüsünde söylenenlerin bile halka ilctilemeyecegirü ve halk egemcrüiği esasının yıkılacağını ve çıkanlan "Takrir-i Sükun Kanunu'٠nun Cumhuriyet için asla şeref sayılamayacağım söyleyerek yeni kanunlara şiddetle muhalefet etmişti. Kazım Karabekir Paşa, İstiklal Mahkemeleri için de: "İstiklal Harbimiz zamanında yapılmış ve yapılması gereken mahkemelerdi. Binaenaleyh bunlann şimdi tarihe kanştmlması lazım gelir. Asıl meclis için bunu yapmiik bir şereftir. Eğer İsmet Paşa. İstiklal Mahkemelerini ıslahat için kullanıyorsa, yakında pek ziyade yanıldığını anlayacaktır." diyerek, mahkemelerin devam ettirilmesine vc idama varan geniş yetkilerle donaulmasına karşı çıkmıştı. Kazım Karabekir Paşa.dan sonra söz alan Rauf (Orbay) Bey de: Sükun ve huzuru sağlayacağız diye, böyle şiddet kanunlanyla büsbütün huzuru bo/nu. yalım!" diyerek, çıkarulan kanunlara karşı çıkıı.^. Muhalefete rağmen bu tür kanunlar, ilticaya karşı kcsin_vc mutlak önlem almak isteyenler tarafından önceden programlandığı için .Meclis'ıcn de geçmesi kolay olmuştu.^؟ 32. 33
c. 15. ، 160-166. 0 ٠5 ٠٧r. c 6. ٠ 144, 4 M ٠ t l9 2 5
366
c u m h u r iy e t d ö n e m i
DİN
DEVLET İLİŞKİLERİ
٠
4 Mart 1925 tarihinde kabinesini kuran Başvekil İsmet İnönü, aynı gün çıkartmış olduğu sözkonusu kanunlara dayanarak. 6 Mart 1925.de. ta hilafet tarüşmalanndan bu yana kapatmayı düşündüğü, devrimlerin engelleyicisi gördüğü Islâmcı gazete Sebil'ür-Reşat ile Velid Ebuzziya.nın çıkardığı Tevhid-i Efkar ı, z ^ r t ı ve yıkıcı yayında bulunuyorlar gerekçesiyle kapam. Zararlı ve yıkıcı ya yın diye tarif edilen yazılar, İslâm'la ilgili dinî gidişatla ilgili yazı ve yorumlar d ı.^ Bir ay sonra da HüSfiyjn_Cahil^in başyazarlığını yürttügü. hilafet taraflısı diye bilinen Tanin gazetesi. Bakanlar Kurulu karanyla kapatılmış oldu.^^ Tanin için kapatma gerekçesi de aynı idi. “Ülkenin geleceği için zararlı ve yıkıcı faali yetlerde bulunmak!" İsmet Paşa hükümetinin 1925 yılı başlangıcında ülke müslümanlannda ve hususen muhafazakar basın üzerinde başlattığı şiddet uygulamalan için Metin Toker. “kurtla kuzu öyküsü" gibi bir benzeunede bulunarak, şu yorumda bulun muştur: "... Ankara'da Meclisin, hükümetin sert tedbirlerini kanunlaşurmış olma sı havayı yumuşatmamıştı. Bu ortamda ancak mezar sessizliği hakim olacaku. Hiç kimsenin yapılanları tartışması istenmiyordu. Yapılanlar sadece övülebilecekti. 1925 Türkiyesi.nde Gazi nin, İsmet Paşa'nın ve onlann yanında yer almış, “silahendaz mcbusiar“ın memlekete müsaade cüneyc niyetli bulundukları hürri yet ancak bundan ibaretti.“^ Metin Toker.in. “milli damat" oluşunu da gözönüne alarak, onun 1925 Türkive'sine yorum ve yaklaşımıru değerlendirecek olursanız, döneme tek keli meyle. “diktatörlük" dönemi demekten kendinizi alamazsımz. Ondan da öte zamanın Milli Savunma Bakanı Rcceb Bey'in (Kütahya). Takrir-i Sükun Kanununun müzakereleri sıntsında sarfeıiiği sözlerden de anlaşı lıyor ki, İktidar. İstanbul basınının sadece tenkidlerinden değil, kendisini yeterli derecede övmemesinden de şikayetçi olmuşiur^^ ki bu durum 1925 Türkiye sini ve iktidanru hangi adla adlandırmamız gerektiğini göstermesi açısından ilginç tir. Gcrçckırn de. devrim vc uygulamalan iıibanyle. 1925'ien itibaren tam bir "(SktmMOkr döfKmi kendini göstermeye başlamıştır. Sertlik vc şiddet yanlısı
.f.
M.
îî!ı5ie5?Y *ıw .Q ûıdU W «nm w G iegn**firn. c 3. s. 164
V
M İ i i y a r .M A . ^
Ş E Y H SA İD İSYANI V E D O Ğ U DAKİ DİNÎ AYAKLANMALAR
367
uygulamalann başladığı bu yeni dönem için Halide Edip Adıvar da aynı şeyleri söyleyerek dönemin "diktatörlüğe doğru yol aldığını" ifade eder.^٥ İsmet Paşa Hükümeli'nin 4 Mart 1925 tarihinde Heyci-i Umumiye Kara rınca (HUK). aldırdığı kararlardan biri de. "İsyan Bölgesi İstiklal Mahkemeleri" ile. "Ankara İstiklal Mahkemesi" kararlan idi. 7 Man 1925 tarihinde. Hükümet hemen İstiklal Mahkemesi üyelikleri seçimine gitmek istedi. Gerekçe mahke melerin bir an önce vazifeye başlaması diye gösterildi. Terakkiperver Cumhuri yet Fırkası'ndan Muhtar Bey. arkadaştan adına söz alarak, kanunun en başia Anayasa'ya aykın olduğunu söylediyse de. hükümet hemen oylamaya geçmek isledi. Bunun üzerine Muhtar Bey, TpCF mebuslannın kanunu protesto enikle rini söyleyerek böyle bir oylamaya katılmayacaklannı bildirdi. TpCFde 29 kişi lik milletvekili^, sayısı ile İstiklal Mahkemeleri oylamasından çekilmiş oldu. Buna rağmen. CHP'li milletvekillerinden 15 tanesi Isüklal Mahkemeleri için çe kimser oy kullandı. Bir kısım CHP’li milletvekili de oylamaya gelmemişti..٠٧ Yapılan seçimde de her iki İstiklal Mahkemesinin kuruluşu şu şekilde be lirlenmiş oldu:^؛ "İsyan Bölgesi İstiklal Mahkemesi: Reis: Mazhar Müfit Bey (Kansu) (Denizli) Müdde-i Umum (Savcı); Ahmed Süreyya Bey (Örgeevren). (Karasi) Uye: Ali Saip (Ursavaş) (Urfa) Üye: Lülfi Müfit (Kırşehir) Yedek: Avni Doğan Bey (Bozok) Ankara İstiklal Mahkemesi Reis: Ali Bey (Çetinkaya) (Afyon) Müdde-i Umum: Necip Ali Bey (Küçüa) (Denizli) Üye: Kılıç Ali (Gaziantep) Üye: Ali Bey (Zırh) (Rize) Yedek: Raşit Galîb Bey Böylece Sıkıyönetim Mahkemeleri, Hıyanci-i Vaianiyyc Kanunu. Taknri Sukun Kanunu vc İstiklal Mahkemeleri gibi, eline geçirdiği dön önemli silahla
38 39 40
Hal١de Ed.b ”DictatorshıpandRefOfms in Turka/. Yate R٠wi٠ v. ١٥2٠ Güz ..y iM . s 27 Tank Zal٠r Tunaya. Styasi Panâm . s 621; M . » Tunçay. Tek Pare ٠ 108 E ryu n A yb a rt /stMai fJahkBmetan 1923-1927... 109.110 Oylama ١٠ üy ٠ ،ık S٠ ç i « T B m f Z a b it C e n d e a .c 15 ٠ 216-253 T B A M Z a b it C eridaa. c 15 ٠ 4 3 9 599.623
bkz
368
CUMHURİYET DÖNEM! DİN
DEVLETlLlŞKlLERl
٠
devrimci uygulamalara geçen İsmet Paşa hükümeti, tam iki sene sürecek olan en sert ve en şiddetli cezalandırmalarla "devrim havası"nı bütün bir yurtta estir meye başlamış olur...^ En sert ve en şiddetli cezalandırmalann esmeye başladığı yurtta. TBMM.de bulunan tek muhalefet partisinin de hissedar olacağı belliydi. Çünkü yurt sathında yürütülen genel sindirme eylemi "sınır tanımaz"..^ bir tarzda de vam ediyordu. Ortadan kaldınlacaklar listesinde TpCFnin de adı vardı. Terak kiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kapatılma karan da şöylece sahnelendi: "Şark İstiklal Mahkemesi’nde, ayaklanmayı dini yaşantısı ve dinî tavırlan sebebiyle dolaylı olarak destekleme suçlamasıyla yargılananlar arasında TpCF Urfa Katib.i mesulü, emekli yarbay Fethi Bey de vardı. Fethi Bey’in duruşma sında TpCFnı suçlu gösterecek herhangi bir kanıt meydana çıkanimamasına karşın, kendisi — dini yaşantısı ve dini lavırianyla ayaklanmacılara "manevi destek" veriyor düşüncesiyle 5 yıl hapse mahkum..^ edildikten sonra; Mahkeme 25 Mayıs 1925١te. görev bölgesi içindeki bütün TpCF şubelerini kapatma karan verdi."*^ Fethi Bey yargılanmasının devam ettiği günlerde Yakup Kadri (Karaosmanoglu) Bey de. "Hakimiyet-i Milliyc"deki başyaıcısında. "TpCFIı Fethi Bey in; "Halk Partisi dini batırdı. Biz onu kurtaracak ve koruyacağız" sözüne işaretle, "Bu söz. TpC Fnin nasıl çalıştığım gösterir" diyerek TpCFnin tümden
kümelin bu fırsatı çok iyi kullanıp Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası nı kapata cağı haberini ilk veren de IngUıere'nin meşhur "The Times" gazetesi olmuştu. The Times TpC Fnin pek yakında hükümetçe kapaulaca ؛ını bildiriyordu. ..ttekim Ankara İsiiUal Mahkemesi’nde. "dini siyasete alcı etmek" iddia sıyla yargüanan. TpCF İstanbul Şubesi üyesi Salih Başo ve arkadaşlannın hak42
٠.
«7
C rm r * ı " —
1١ .
٠٠٠*٠..^!٠١٠2؛
T»— ■ 71 M . i ' •
1Q23-1927. s İ H
Ş E Y H S A lD i S Y i ^
D O C U DAKl D lN İ AYAKLANMALAR
369
kındaki dava dolayısıyla Ankara İstiklal Mahkemesi. TpCFnın İstanbul Şubesi ni kapatma karan vermiş ve Salih Başo ve arkadaşlarını da 5-15 yıl arası deği şen kürek cezalanyla, müebbet hapis cezasına çarptırmıştır. Mahkemede sanık lar ”dine ve mukaddesata hürmetkâr olmak suç mu?” demelerine rağmen, sanık lar dine ve mukaddesata duyduktan saygı ve sevgiden dolayı müebbet cezasına kadar uzanan (Salih Başo) cezalara çarptınlmışlardır..*® İşte bu fırsatlar dolayısıyla hükümet. Kazım Karabekir Paşa’nın partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı. "dinsel düşünce ve inançlara hürmetkâr" olma ilkesiyle, gericiliği ve inicaı kışkırttığı gerekçesiyle 3 Haziran 1925 günlü toplantısıyla, Takrir-i Sükun Kanunu'na dayanardk[kapatmış]pldu.'*^ Haziran 1925'ten sonra hükümet, siyasi-adlî terörünü amkTpCFnı kapat mış olarak devam ettirir. Amerikalı yazar ve Cumhuriyet Dönemi Türkiye araş tırmacısı M. Phillips Pricc, yazmış olduğu, "A History of Turkey” adlı eserinde bu teröre yer vererek:"... Bütün bu siyasi-adli terör hükümlerinin haksızlığı or tadadır." der. M.Phillips Price: "Mustafa Kemal, Takrir-i Sükun Kanunu ndan sonra başka bir çıkış yolu göremediği için Tiranlaştı. Türkiye’nin doğru yola gir mek için bir süre bir diktatöre ihtiyacı olduğu iddia edilebilirdi! Fakat tarihinin bir dönemini kirleten bu gibi eylemlere gereksinimi yoktu. Mustafa Kemal bu rada en kötü sultanlardan bazılannın yöntemlerine dönmüştü, (İzmir Suikasü davasına işaret ederek) ^٥ diyerek. Türkiye'de yaşananların .'acıklı bir güldü rü"^ ؛niteliğinde olduğunu ifade eder. Dönemle ilgili tesbitlerden Ali Fuat Cebcsoy.un yaptığı tcsbiticr dc diğer lerinden farklı değildir. Cebesoy. "Siyasi Hatıralar'ında. Türkiye Cumhuriyeti nin 1925'lerdc geldiği idare şekli için çıkardığı sonuç: "Türkiye Cumhuriycıi.nın idare şeklinin anık demokratik bir idam olmayıp. İtalya’da tatbik edilen totaliter rejimin aynı olan bir idare" olduğudur.^.
48 49
50 51 52
Cumhunyel. 18 N،s٥ n 1925. "Mahalefeiter ٧٥ b c a " ismat Pasa hükümetinin ses، durumundaki Cumhunyel gazetesi olayı. "Heyet.» Vekıiep.n Çoi Y e n r^e Bir Karan, diyerek " . verd، (4.5 Haz.ran 1925 tanh .1 ikdam ١ Terakkiperver Cumhunyel Fırkasının. kapanlişı ve Kazırn Karabekir Pa ؟a uzenne o r r oyunlar lan. Kazım kırabekıTm damadı Pro، Dr FaAik ٥٤٠ re ٩ ،n ﻻ٠ Islanborda yapılan t»' mülakatı, bu "Tek Parti" uygulamalannın anlKtemokrahklıgmı göstermesi açısından ٧١, vo ^ m l ı « ٠'A ^ e n ^ l ٠ı٠yazar. Cumhunyel Donemi, Turtuy. ar٠٠٥^ ' ٠ ٠ $، M Pnca n،n ‘ A History of Turkey" id il esennde^ l ٠١h٠s٠yl٠ •T ifin la .m ış be yöoelm .ın h ık a y iirv ymaniarf) (kimden vermek açısırydan ARA.EK bO!umür١e alıyoruz W PhıHıpt P ric e . . مHtiiofy of Turkıyi. i 134 ktete Turgay. Tek P gv. I 166. dNJnol $3١en
Ak F u aici^ esoy S tym siH ib n k c. 2. ٠- H 8
١
370
C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN
D E V L E T İL İŞK İL E R İ
٠
Cumhuriyet Halk Partisinin İsmet Paşa.dan önceki ılımlı Başvekili Fethi Okyar’ın dönemi tanımlaması da Cebesoy ve Phillips Price'den daha iyimser de ğildir. "... TpCF. Şeyh Said hadisesini takip eden günlerde Takrir.i Sükun hü kümlerine göre kapatılınca. .Tek Parti" devri bütün özellikleriyle işlemeye baş lamış ve politik hayat seçimden seçime, mündehib-i sânilerin (seçmenlerin) san dıklara attığı, önceden ellerine verilmiş isimlerin sayılmasından ibaret olmuş tu. Gerçekten tanımlamalarda da görüldüğü gibi sindirme politikalanrun — her tür muhalefete karşı— tam bir diktatörce uy^lanm aya lw ^^jğıj_925 yılı ortalan, artık, ülkeyi elverişli bir devrim ortamına çevirmeye başlamıştır.^^ İsyan Bölgesi İstiklal Mahkemeleri ile. Ankara İstiklal Mahkemelerinin verdiği idam kararlan ve milletin gözü önünde asılan binlerce insan,^^ devrim ortamının oluşturulmasını daha da hızlandırmış olabilecekse de karşı hareketle rin daha dogmadan ölmesine ve sessiz kalmasına neden olmuştur. Biz burada her iki mahkemenin sadece ve sadece, özel tanımıyla, "irticakarane tesebbüsat ve tahrikâfdan idam etUğj Idşileıin başlıcalanna değinerek dönem hakkındaferrel b i ı ^ ^ m a t vermek istiyoruz. Söylediğimiz gibi bizim burada vereceğimiz isimler tamamen devletin "dinî suç" diye telakki ettiği, şe riat ve hilafet istekleri٠’nc ait suçlara veya bu iddia ile ayaklanmalara kaulmış kişilere ait olacakür.
^
Fethi O kyar
Ûç Devirde Bir Adam. s. 531 Tercüman Tarih Yayınlar.. (Hazırlayan Cemal Ku-
m ٠f î 9 ٠ r٠k60 ؛an،a ٠ıim i|tır.
Ş E Y H SA İD İSYANI V E D O Ğ U DAKİ D İN İ AYAKLANMALAR
371
26 Nisan 1925: Şeyh Eyiib ve Dr. Fuat Şeyh Said İsyam'nı teşvik ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı dinî yönden takdik ettikleri ve destek verdikleri için idam edilmişlerdir. Halka karşı: '.Halk Partisi dini bastırmaktır. Bu gidişe bir dur demeliyiz. Bunun için TpCFnı desteklemeliyiz. Ve ancak böyle olursa dini kurtaracağız ve onu muhafaza etmiş olacağız" dedikleri için idam cezasına çarptınimışlar ve 17 Nisan 1925 tarihinde yerel savcılıkta yapılan infazı Diyarbakır Ulu Camii önünde asılarak idamlan gerçekleştirilmiştir.^ 23 Mayıs 1925: Seyyid Abdülkadir, Seyyid Mehmed, Kör Hafız Sadi, Hoca Askerî, Avukat Hacı Ahdî, Hacı Kemal Fevci ve Nakip Bekir Sıtkı. 14 Mayıs 1925 Perşembe günü başlayan duruşma başlannda beyaz sank ve yeşil takkelerle ^؛gelen Seyyid Abdülkadir ve arkadaştan, dinî ve dince mu kaddes sayılan değerleri siyasî hedeflerine alet etmekten ve bağımsız Kürdistan devleti kurmaktan yargılanıp. 23 Mayıs 1925 tarihinde idama mahkum edildiler. Seyyid Abdülkadir "Bağımsız Kürdistan" diye bir devlet kurma iddiasını redde derek. "amacımız, yıkılmakta olan şeriat değerlerini, dini değerleri yeniden ya şatmaktı. Bunun dışında devleti bölmek diye bir düşüncemiz yoktu" dedi. ؛٥ Seyyid Abdülkadir ve arkadaşlan 27 Mayıs 1925 tarihinde Çarşamba sa bahı Diyarbakır Ulu Cami önünde kalabalık bir askeri topluluk karşısında idam edildiler. İdam edilenlerden Hoca Askerî Efendi. İstanbul'un tanınmış alimlerin den ve Beşiktaş'ta Harbiye Camii Kürsüsü Şeyhi idi. O da diğerleri gibi. Doğu isyanlannı yönlendiriyor diye İstanbul'dan alınarak Diyarbakır'da idam edildi. 2-4 Haziran 1925: Şeyh Abdurrahman, Şeyh Muhyiddin ve 28 Arkada şı: "Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmak ve inkılıplara karşı gelmek amacıyla din ve dince kutsal sayılan şeyleri birer basamak olarak kullanarak ayaklanmaya ka-
56. 57. 56.
HakimiyeU A٠/٥y ٥. 6 Mayıs 1925. s. 3. Eraun Aybars. İstiklal Mahkamaten, s. 147. Kûllûr ve Turizm Bakanlt٠ ı Yay. Seyyid Abdülkadir ve arkadaşlarının davası iç٠n 18 Mayıs 1925 lanhlı .The T ٠r>es. gazetesi şu yorumda bulunmuşlu . "Mahkemenin "B a.ım sız KOrdısian. ıddıalvı doğmlayıcı b٠،ge٠ere da yanmamakladır. Inail.zlef.in teşviki idd a si da asılsızdır. Sanıklar. bûy٠ . fal gib ؛hurafe،#« maThe T im e s 'i^ lS Mayıs 1925 tanhü yorumu, alaycı bir ifade ila de anlatmış olsa. sanıKlann a ٠٠t suçiannın "dîni, olduğunu ortaya koymaktadır
372
c u m h u r iy e t
DÛNEM İ
d in
٠D E V L E T
İL İŞ K İL E R İ
tılmâk suçundan 2 Haziran 1925 tarihinde idam edildiler. Malıkeme yine aynı suçlan 21 kişiyi de gıyaben idama mahkum cui.^؟ 28 Haziran 1925: Şeyh Said ve 49 Kişi İstiklal Mahkemeleri tarihinde çok önemli bir yer tutan ve hakkında yerli yabancı onlarca kitap yazılmış olan Şeyh Said. 10 Mayıs 1925 tarihinde yargı lanmak üzere İstiklal Maiıkemesi'ne gönderildi. 50 gün kadar süren soruşturma ve yargılama müzakereleri sonunda 28 Haziran 1925 tarihinde mahkeme "din ve şeriatı araç ederek ayaklanmaya katıldıklan ve laik Cumhuriyeti' yıkmak he deflerini güllükleri"^ iddiasıyla Şeyh Said ve 49 arkadaşını idama mahkum eili٠٥١ İdama mahkum edilenlerden Çapakur Kaymakamı Hilmi Bey'in Kuvay-ı Milliye dönemindeki '.vatana hizmeı"lcri düşünülerek, cezası 15 yıl kürek ceza sına çevrildi! Salih Bey oğlu Haşan da henüz 11 yaşında küçük bir çocuk oldu ğu için idam edilmekten "oybirliği" ile vazgeçilerek, cezası 10 yıl hapse çevril d i« Şeyh Said'in savunmasında dikkat çeken bazı cümleler şunlardı: Diyarba kır ve Elazığ gibi illeri kurlarabilscydim, kapatılan medreseleri açıp, diğerleri nin açılması için de hükümete baskı yapacaktım."« "Bizim Fıkıh kitaplarımızda vardır. İmam ve Nakibi Şeriatı uygulamazsa ayaklanma şer’an vacib olur. Biz hükümete şeriattan vazgeçmemelerini haıırlatacakiık. Allah'ın kaderi böyle ge lişti!.. Eğer bir bölgeyi (Diyarbakır ve çevresi) elimde tutabilseydim. orada "kı sas. uygulayacak, yalancının dilini, hırsızın elini kestirecek, içki ve kuman ya saklatıp. kadınlan açık gczdirmeyecckiim. Çünkü bımlar yüce dinimizin birer em ridir..'^ Şevh Said savunmasında bütünüyle din ve lslâm"ı istemiştir: Türkiyeli müslümanlann. Peygamber'in dünyada yaşadığı günlerdeki kadar, muüu bir ha-
Davanın bUiünû Içuı b k r TBM M Arçjvı. T-12. Zart No
8,
HahmiyeN MUİyo. 24 28 Mayıs
59
1925 Er٠ un Aybars.
6؟
٠١٠n, M ٠unm . » 82
IsiMal Mahkemalen. 1923-1927 . * 154 -
SaKİ ،،•v «،٠ r karar va d ٥kum ar ١l ٠r b e ، ^ k?A bkz T B ^ A n ؛.;؛. ، ٠١•؛
160.161. Ha*٠w. pmH I . . « . 2٥ -2٠ ،،N r ٠. 1 0 »
Ş E Y H S A lD ISYANI ^
373
D O C U DAKJ D lN İ AYAKLANMALAR
yal sürmelerini, yeni "Asr.j Saadetler oluşturmayı planlamıştım. Kesinlikle müstakil bir Kürt devleti ve Kürk krallığı degil. şeriatın yaşanmasını araulamışIim.''65 "Putj^;resilik dinini ihyaya ve ayan-i meirtikelerini icraya ؟alışan bu laik T ü ^ Hükümeti'ni٠cemiyyeti JslSmiycye tenkü ederek bir IsISm Hükümeti vücuda getimek inancında idim.ظ'ا Genelde bütün sanıklar bu ve ^nzeri savunmalarda bulunarak hakkındaki suçlamalara cevap vermişlerdi. 47 kişilik idam heyeti birbirlerine birer halatla bağlanarak Diyarbakır hapishanesinin giriş kapısı önünde 28'İ, 29 Haziran'a baglayan gece sabaha karşı gnıp gnıp idam edildiler..^ Şeyh Said son söz ola. rak: .'Mahşer gününde yann hepimiz muhakeme olacagız'' deyip, kclime-i şefıadet getirerek idam olundu. Çeyh Said 46 arkadaşının kendi göz önünde gnrp gnıp asılmasından sonra İnfazı yapanlarca. ..söyleyecek bir sözün var mi?" sorusu üzerine, cellattan bir kagıi bir kalem isleyerek kendi el yazısı ile ve ^izel bir a ra^ a dize ile şunlan yazdı: "Bu s e h p â asılmama asla değer vermem Yeter ki mücadele ve savacım Allah ve Din uğrunda olsun! MuhammedSaidPalevıel-Amedt 28 Haziran 1925, Saat:2." ﻫ ﻮ Alim ve mücahid bir sülâleden gelen ve kendisini ilim açısından da çok iyi yetiştiren ؟eyh Said'in İdamı ile 46 kişinin İdamı tamamlanır. Diyarbakır istiklal Mahkemesi Adliye Savcısı Şeyh Said'le birlikle idam edilenlerin lam listesini isim ve özellikleriyle birlikte şöylece zikreder. 12٠ 3-
Ayaklananlann Reisi Şeyh Said. Varto ve Muş Cephesi Kumandam Melikânlı Şeyh AMuli^ı. Varto'ya Sîildıranlardan. aşiret reisi Tokliyanlı Halil oglu Ku' ٠٠،
Bey. 4 - KSmilBcy'in kardeşi Baba Bey. 5 - Elaziz Cephesi Komutam Eski Milis Kaymakamı Şeyh Şerit. 6 - ^ ra h in i inzibat Komutam ve Geri Hizmetler Amiri Fakih H ؛K،in Fehmi (Fıkıh otoritesi olarak bilininli.) 7 - Gen ؟mıntıkasındaki isyan hareketlerime bulunan reislerden Vehr lı Hacı Sadık Bey. 66 66 67
TBMM A f ؟١v٠١2 ١. ًا. O o ıy ı 6®. ZdTİ; 1.6, E s i. 5 م٠١6 . 6 ه٠ ه١٠ A y b n
B ehçet 0
o l g M İ . l y a . 2S Temmuz 1.57 Hikjmijfli t ٠ج . Şâyh Isymnı. ، ,1 1 4 .1 1 7 ; A y t u . ■ g • 117
٠٢ذا
ك٠ه
٠
ا60- ا6 ٢
٠ . ? Temmuz
ﺀ١١٠
374
c u m h u r iy e t
D Ö I M I D!N - D E ^ ^ r ،L ﻭ ﺍKﻝLERﻝ
8 - Palo. Eiaziz. Çapakur cephelerinde ؟aljşan ٧e isyancılar namına ؟apakurida idareyi ele alan r c i s l e . n ؟anlı §eyh Ibrahim. 910— H a ^ u t cephesinde savaşan ve isyancılar üzerinde etkisi .lan şeyhlerden Çeyh Ali ve Çeyh CelSl. 11— ÇeyhHasan. Diyari^akır ve Lice D iyari^akırveLice - 12 ؟atışmalannda müfreze komutanlıgı yapan Garipli izzet Bey oglu Mehmet Bey . 13- - Hanili ﻧﺎﻧﺒ ﺞ ؟Mustafa Bey, Bey . Salih Bey. 1 ، 15— Çanlı Şeyh Abdullah. 16— Şeyh Ömer. 17— Tekkesinde, ayaklanma hazırlıklan için toplantılar yapan Hanili Şeyh Adem, 18— Maden Şehri İnzibat Komutanı. Madenli Kadri Bey. 19— İsyancıların temsilcisi olarak çalışan Piranlı Molla Mahmut. SilvanlI Şeyh Şemsettin. 2ى 21— İsyan propagandacılanndan TermiUi Şeyh İsmail. 22— TcrmiUi Şeyh Abdüllatif. 23 — Belikanlı Molla Emin. 24 — Hanili Salih Beyoğlu Haşan. 25— Arab Abdi. 26— Varto'ya yüz atlısı ile saldıran Kargapazarlı HaUl oğlu Mehmet. n — Şeyh Şerifin kâtibi ve arkadaşı Şinikli Haşan oğlu Süleyman, 28— Köy öğretmeni Musyanlı Molla Cemil, Aşiretiyle ayaklanmaya katılan Az Aşiret Reisi Demirci Omeroğ2 9 lu Süleyman. Şerif oğlu Süleyman, 3 9 31— Fakih Hasan'ın kâtibi Tahir. 32— Hanili Mustafa Bey oğlu Mahmut Bey, Varto'dan Şeyh Abdullah ile çalışan Şeyh Musa oğlu Şeyh Alı. 3 9 Bolikanlı Hacı Halil. 3 4 Diyadinli Timur Ağa, 3 9 Hımslı Kâmil Bey oğlu Abdüllatif. 3 9 37— Muşiu Mehmet, Süleyman Bey. 3 9 Bahri Bey. 3 9 Zorıb٠dh Şeyh Cemil. 4 9
Ş E Y H SA JD İ S Y İ ^
41— 42— 43— 44— 45— 46— 47— 48—
DOÖU.DAJKl D İN Î AYAKLANMALAR
375
Çapakçurlu Süleyman oğlu Yusuf. Yamaç aşireti Ali Baban. Şeyh Abdullah'ın yanında savaşan Kargapazarlı Halit. Mehmet oğlu Tahir. Nahiye Müdürü Tayyip Ali. Çapaçur Kaymakamı Hüseyin Hilmi. Şeyh Sait'in hizmetçisi Yusuf oğlu Çerkeş Jandarma Hamil. Salih oğlu Hasan."٥®
25 Temmuz: Hafız Vaiz, Hoca İbrahim Efendi Beyazıd Camiinin ateşli vaizlerinden idi. Önceki bölümlerde de ifade etti ğimiz gibi, yaptığı konuşma ve vaazlan. "iıticakârane teşebbüs" olarak değer lendirildiği için 5 Temmuz’da HaliFur-Rahman Camisi'ndeki vaazında yakalana rak idama mahkum edilmiş ve 6 Temmuz 1925'ıe Halil’ur.Rahman Cami'isi önünde infaz gerçekleştirilip, asılarak idam edilmiştir... 18 Temmuz 1925: Madenli Hafız Osman EfendÜ^ 20 Temmuz 1925: Palulu Hacı Mehmet, Kasap Süleyman Efendi ve S elman Faris Efendi?^ 23 Temmıa 1925: ElazığU Abdullah ve Haşan E fen d f27 Temmuz 1925: Mühendis Ali ve 4 ArkadaşP 27 Temmuz 1925: Elazığ ayaklanmasında Seyfıılah ve Ö m erE fendP 4 Eylül 1925: Osmaniye ayaklanmacılarından Zülfikar Hoca ve Demir EfendP^ 12-24 Eylül: Elaz.ığ isyanı dolayısıyla halkı Cumhuriyet aleyhinde ayak lanmaya ve "dini dcvlei" kurmaya sevkeden, özellikle bölgede şeyh ve seyyid ünvanlanyla umnan toplam 110 kişi idama mahkum cdildi.12 ؟٥ gün içerisinde
68 . 69
E Aybars a g e s 176*1 ؟. Cumhuhyet, 7 TemmiiZ 1925.
Hakffjuyetii Mllıye 6.7 Temmuz 1925. Aybere. ٥ 9 ١83 ٠ . ﺀ-
184 70. 71. 72. 73 74 75 76
HakjfDfyet-ı MHiye. I ^ T e m m u z 1925, HakJmİys^•^ MUtye. 22 Temmuz 1925 ٥ ٠ gazete. 2^ 26 T w ١m ٧z 1925 . . . gazele. 29 Temmuz •ة ة ﻫ ﺎ ٥ ٠ gazete. 30 T ^ m u z 1925. a g . gazete. 6 Eylul 1925. a g . gazete. 21.25 Eylül 1925.
376
c u m h u r i y e t d o n e m i d in ٠ D E ^ E r İLİŞK İL ER İ ١
1855 kişi mahkemeye ؟Ikanldı ve 1lO.u idam olup, diğerleri dcgişik agır cezalaraça^unldjlar. 19 Eylül 1925: Palulu Said ve وArkadaşı Büiün bir P a lu ^ Elazıg ayaklanmasına sevkeimek ve onlan dinî yönden tahrik ederek Palululan isyana kışkırtmaktan 19 EylUl.de idama mahkum olup. 20 EylUl I925٠te asılarak idam edildiler.^؟ 22 Kasım 1925: E ski Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey ve Galib Beyler. Eski m ille^ekili Hasan Hayri Bey ve Galib Bey. ^ r s im bölgesinde dini siyasete alet etmekten ve siyasi nüfuzuna ^ivenerek halkın ayaklanmasına yar. dımcı olmaktan idama mahkum oldular. 23 Kasım'da asıldı!ar.78 28 Aralık 1925: Palulu Hasan oğlu İbrahim} Zafı oğlu Molla Yusuf) Cundallah oğlu Feyzi• Hazo ayaklanmasına katıldıklan İçin yargılanan mahkumlardan ilk etapla yakalanan 140 kişi İçinde bunlar hemencecik idama mahkum edildiler.7. I Ocak - IS ؟abat 1926: Gerici hareketlere kartldtgt ve ”irticakdrane faaliyefffte bulunduğu gerekçesiyle 909 kişi hakkında karar verildi. 2)5 aylık bir zaman zarfında yargılaması bilenlerden 57 kişi idam e d ild ik 2,5 ay gibi kısa bir zaman z a ^ n d a 57 kişiyi idam eden Jsyan Bölgesi Istiklal Mahkemesi yapılanlar İçin: " ^ g u illerinde feyizli bir devir başlıyor" diye h a^îr veriyordu. I I M a n 1926 larilfnc kadar, ؟apakçurlu Şükrü Efendi, Ali .glu Said. Ali oglu Eaik, Ali oglu Ibrahim, Mehmet oglu Selim. Ömer oglu Ahmed. Safa oglu Osman, MehmCd oglu Abddikerim. Ibrahim oglu Ali, Mo٧a Hacı Yusuf. C^indioglu Feyzullah. Hasan oglu OOTan. Halil oglu Mustafa. Silu Atımcd: YaoglU Ömer. Davud Efendi. Veysel ve Tiran aşiretinden 10 kişi daha idam cdildilcr.8١
77. 78. 79 80 81.
24 Kastm ١925٠TOrit InkıIap Tarihi Ensütüsû Arşivi. 1 4 7 3 9 ﺟﻶج. s. 16-
١ ة ذة ﺀ ب٠ آsuçi٠ r1a yargtİ8ndıKJanr١١ gö.terrm ş . l u r (H.H.C.)
Ş E Y H SA İD !SYANI V E D O Ğ U DAKİ D lN l AYAKLANMALAR
377
11 Mart - 25 Mart 1925 arası Hazo ayaklanmasıyla ilgili olarak 21 kişi daha idam edildi. Bu arada yakalandıktan sonra hemen idam edilmek üzere de 56 kişiye gıyabi idam cezası verilmişti.٥^ Mart. Nisan. Mayıs. Haziran (1926) aylan. Biüis. Van. Hakkari. Mardin. Agn bölgelerinde yöresel ayaklanmalarla geçti ve Mahkemeye intikal etmeden binlerce insan ayaklanmalarda öldürüldü. Bu aylarda idam etme olayının azlığı, nın bir nedeni de bu olsa gerektir! Bu aylarda meydana gelen ayakianmalann en başlıca nedeni ’.her yerde isyancılann başında şeyhler veya mollalar bulunuyor‘, düşüncesiyle, bölgedeki şeyh ve mollalann tutuklanması olmuştur.^؟ Prof.Dr. Ergun Aybars, Isüklal Mahkemeleri isimli (Doktora ve Doçent lik Tezi) kitabında bu duruma şöyle bir yorum getirmekte: "Görülüyor ki. şeyh lerin (hükümet kuvvetlerince) toplanması yeni ayaklanmalara yol açıyordu. Do ğuda yüzyıldır kökleşmiş olan bu "feodal yapı.’yı bozmak. Genç Türkiye Cum huriyeti için oldukça büyük problemler yaratıyordu."^؟ Feodal yapı diye ifadelendirilen, şeyh ve mollalara göre cereyan eden do ğu hayal şartlan, onlann tutuklanmalanyla isler istemez altüst olmuş ve hemen her bölgede devlete karşı bir başkaldın başlamıştı. Halk. "Efendilerimiz tutukla nıyor. şeyhlerimiz, molla ve seyyidlerimiz asılıyor, dini hayatımız sona erdiril mek isteniyor" sözleriyle çok rahat bir şekilde başkaldın hareketine katılabiliyordu. Bir de buna suçsuz olanlann da cezalandınlması ^؟ve hemen herkese is yancı gözüyle bakılması ilave edilince Doğu ve İsyan bölgeleri tam bir ateş için-
82 83. 84. 85.
Hakimıyet-i Mlliye. 11-25 Mart 1926. Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi. 195/54739. s. 56.58. Üçüncü Ordu Müfett،sl؛eıın٠n 27.3.1926 tanhi. raporu E. Aybars. a.g.e,. s. 206 Süçsuzlann topluca cezalandırılmalarına örnek Pötürge Olayı venlebilir Ayaklanma ؟،kiığı ve ayaklanmaya katıldığı İddiası ile 290 Pötürgeli yakalanmış ve yargılanmak üzere mahkemeye sevkedılmişlerdı 20 gün boyunca hem muhakeme edilen ve hem de işkence gore.^ .uiukiula. 20 Şubat 1926٠da mahkemeleri sonuçlandığında hepsi birden beraat etmişlerdi. Beı. ı ; çesi. "Pötürge’de kesinlikle ayaklanma çıkmadığı anlaşıldığından, ayaklanma çıkart'٢٠٥M٥ ؛؛ ayaklanmaya katılmaktan tutuklu bulunan 290 kışının topyekun beraatlenne karar venimişür denmışu. Mehkeme bu kararının hemen arkasından, yalan tutanak hazırlamak ve görevim masum in sanları cezalandırmak adına kötüye kullanmak suçundan. Poturge CHF Nahiye M üdurj ve ٥٠ ğer yetkilileri birer yıl hapse (I) mahkum etmek mecburiyebndo kaldı 1926 yıllarında gerçekten -isyan bölgeleri için, bir kaymakamın, bir jandarma komutanının ve ya basil bir nahiye müdürünün. .İşte bu kaza da ayaklandı, demesi, kazanın lopyekûn ceza. landınimas. İçin kifayet ediyordu. Pötürge olayı bu manada istiklal Mahkemelerinin nasıl işle diği hakkında yeterli ipucu venr sanınz. (H.H.C.) Pötürge Olayı için bkz ٠Aybars. a.g.e. s. 202.203.
378
C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D lN
D E V L E İ. İL İŞ K İL E R İ
٠
de kalmış oluyordu. Bu ateş içerisinde de mahkemeye sevkedilcn binlerce insa nın yanında, binlerce insan da çatışmalarda hayalım kaybediyordu. Kaldığımız yerden isyan bölgesi İstiklal Mahkemelerinin verdiği idam kararlanna dönecek olursak karşımıza yine ürkütücü idam kararlan çıkmış ola caktır. Unutmayalım bizim bu listelerde verdiğimiz idam kararlan, tamamen "irticakârane teşebbüs" ve "din adına kıyam" suçlanndan dolayıdır. 6 Temm uz 1926: Silvan ayaklanmasını gerçekleştiren, SilvanlI Nakşi bendi Şeyhi, Seyyid Pîr A hm ed ile 10 arkadaşı idama mahkum oldu,^ 10 Mayıs, 18 Tem m uz arası Diyarhakır^da kalan İstiklal Mahkemesi, bir aylık zaman zarfında da 840 kişiyi yargılayıp, 30 kişiyi idam etti. 420 kişiyi değişik cezalara çartnırüıLıan sonra. 381 kişiye de beraat karan verdi.؟؟ İdam rakamliinnı çoğaltmak ve idam edilenlerin listelerine yenilerini ek lemek mümkün. ancA buraya kadar anlaitıklanmız. İstiklal Mahkemeleri'nin "vatan hainliği" suçunu kimler için kullandığını ve bu maksatla kimleri cezaian”dînnış olduğunu ortaya koyar sanmz. Son bir isim olarak. Elazığ isyamnda. vaazlan ve dini etkinliğiyle bütün Elazığlılan etkileyen, Elazığ M üftüsü Kemaleddin Efendi ؟؟ile ailesinden idam edilen 5 kişiyi zikretmek yeterli olur kanaatindeyiz. Ki Kemaleddin Efen di Milli Mücadele tarihinde vatamn kurtuluşu için halkı galeyana getiren vaaz larıyla tanınmış şöhretli bir müftü efendi idi. Fakat o da kendini ipten kurtaramamıştır. Verdiğimiz listelere, Sıkjyöneüm Mahkemeleri'nin, gerekli gördüğü için __^yargılanmadan— idam elliği binlerce insan bu listeye dahil edilmemiştir. Vann artık siz hesaplayıp idam edilenlerin sayısım!..
66 87.
86
^
٠
٠
ARA EK—III
FARKLI BİR DEĞERLENDİRME ŞEYH SAİD İSYANI DEĞİL. ŞEYH SAİD KIYAMI!
١م٠بﺀ٠ ﻵت١ ؛- - . . . -
I ■ r
m I ﻋﻤﺖ
FARKLI BİR D E Ğ E R L E N D İR ^: ŞEYH SAİD İS Y A ^ DEĞİL, ŞEYH SAİD K IY A İ!
1985 yılında radikal İslâmî çizgide yayın hayatına anlan ’.Girişim.' Dergi, si 4. yayın yılında 47. sayısını çıkartırken (Ağustos 1989) hemen herkesin Şeyh Said İsyanı diye bildigi/bcUeıildiği olaya. "Şeyh Said Kıyamı'’ diyerek olayı farklı bir yaklaşımla incelemiş ve kitabımızın .’Şeyh Said ve Doğu Ayaklanma. lan” isimli bölümünde de belirttiğimiz gibi kaynaklara ve yaşayanlara inerek gerçeğe uygun bir Şeyh Said Kıyamı ve Şeyh Said ponreti çizebilme gayretini göstenmiştir. Tarihin aydınlatılmasında önemli bir yer tutacak olan bu inceleme ile in sanımız belki. 65 yıl önce cereyan eden ve kendisini çok fazla ilgilendirmesi ge٠ reken bir olaydan bütün yönleriyle ancak haberdar olabilmiştir. Biz Girişim Dergisi sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Hüseyin Okçu'nun. Ağustos 89 tarihli. 47. sayıda onaya koyduğu "Şeyh Said Kıyamı” dosyasım ki tabımızın bu son bölümünde Şeyh Said’i hakkıyla tanımak isteyenler açısından bir belge olsun için ara ek bölümünde vermek isledik. Kıyamın Felsefesi ”Mcdrcscler kapatıldı. Din ve Vakıflar Bakanlığı kaldınidı. Ve din mektepleri Milli Egiıim'e bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye. Peygamberimize dil uzatmaya cür'ct cdiyoriar. Ben
tzşJü٥٠ ي! ؟ ؟:!ا5! ا٠yıhnda yaym hayatına ﻻ ذ ! ا7 aülfTu « ب اkim 1985 ؟١٠Kendiıma hju .fDastatom.h٥! ؟
G tn ftm
m
٠ اluttunrıK 1990 y.I ؛na kadar yayjn hayal.n. devam ٠٥im١ ؛؛٠r. Dfg، y،،،nda ١ ۴ addı nedenler., kapanmak durumunda kalm٠٠٧r; ( . ٠ س١ م١ yen be■ dı ٥i )
382
C U M H U R İY E T D Ö r ^ M I D lN
D E V L E T İL İŞK İL E R İ
٠
bugün elimden gelse, bizzat dövüşmeye başlar ve dini yükseltmeye gay ret ederim.'. Tarih: 13 Şubat 1925 Yer: Ergani kazasının Piran Köyü Camii. Cumhuriyet dönemi İslâmî hareketi içerisinde mühim bir yeri bulu nan Şeyh Said. köylülere yaptığı va'azda bu çerçevede bir konuşma yapı yor vc bu konuşma ünlü Şeyh Said kıyamının ana hedefini, temel felsefe sini yansıtıyordu. Şeyh Said kardeşi Abdurrahman'ı ziyareti esnasında yapüğı bu ko nuşma ile hareketinin ilk adımını atmış oluyordu. Cumhuriyet Türki ye'sinde oturtulmak istenen İslam dışı ideolojik yapılanmaya karşı kesin lavnnı böylece ortaya koyuyordu. Bu konuşmadan sonra olaylar seri bir şekilde birbirini takip ediyor, kıyam hareketi birçok, il, ilçe ve köyde yay gınlık kazamyor. hükümet kuvvetleri ile kıyamcılar arasında şiddetli çar pışmalar oluyor ve neticede Şeyh Said ve arkadaşîan yakalanarak idama mahkûm ediliyordu. Olay Neden Önemli? Cumhuriyet Türidyesi'nin karşı karşıya bulunduğu en önemli prob lemlerden biri, hiç kuşkuuz Şeyh Said'in başlattığı kıyam hareketidir. Bu hareket önemli bir hedefi gözettiği ve Cumhuriyet ideolojisinin bizatihi kendisine karşı çıküğı için her türlü tedbire başvurularak söndürülmeye çalışılmıştı. İsyan başladı, yayıldı, çarpışmalar oldu, kanlar aktı ve neticede bi lindiği gibi çok kanlı biçimde basünidı. Ama hiçbir zaman isyanın bastırılmış olması ve önde gelerüerin dar ağaçlarında sallandınlması, olayın tarihe kanştığı anlamına gelmedi. Bu hareketin kökleri olduğu gibi dallan, yapraklan da vardı. Hem geçmişi ve hem de geleceği vardı. Belli bir geçmiş birikimin ürünü olarak onaya çık mışa ama geleceğe ait tehlikeleri de bünyesinde barındırmıyor değildi. Bu yüzden resmi ideoloji olayı olabildiğince tek yanlı olarak kamuoyu nun blucginc yerlcştinneye çalışa. Askerf tedbirler ise uzun yıUar bütün
günde gözdağı verildi, gövde gösterisi yapıldı.
Ş E Y H SA İD İSYANI D E Ğ İL , ŞE Y H SA İD KIYAMI!
383
Genel Bir Tepkinin Özel Bir Yansıması Cumhuriyet ideolojisinin yerleştirmeye çalıştığı zihniyet İslâmî çev relerin ve müslüman kamuoyunun hoşnutsuzluğunu arttırmıştı sürekli. İs lâmî çevrelerin yerleştirilmek istenen sisteme karşı genel bir antipatisi ve pasif bir muhalefeti vardı. Ancak bu pasif muhalefet içerisinde yer yer ak tif muhalefetlere de rastlanabiliyordu pekâla. Bu dönemde sanklı başlannı darağacına uzatmış alimlerin sayısı hiç de az değildi. Hapishanelerde ve sürgün yerlerinde uzun seneler çile çekmek zorunda bırakılanlar ise cabası. Şeyh Said Kıyamı bu aktif muhalefetler içerisinde belki de en et kili olanıdır. Ancak bu kıyamı genci muhalefellcn bağımsız ele almak, resmi ideolojinin iç politikada yansıtmaya çalıştığı gibi salt yöresel ve ulusal bir hareket saymak mümkün değildir. Bilakis genel İslâmî direni şin en etkin ve en önemli tezahürlerinden biridir ancak. Nitekim İstiklal Mahkemeleri'nde yargılandığı sırada Mahkeme Heyeti Başkam Mazhar Müfid (Kansu)'in niçin ayaklandıkîan hususundaki somsuna Şeyh Said şu cevabı vermişti "—
Din hükümleri zayıflamıştı. Gereğini yapmak istiyor
dum..' Aynı şekilde "Diyarbakır'ı aldıktan sonra müstakil bir Kürdistan Krallığı istiyor mu idiniz?" sorusuna Şeyh'in cevabı net ve açıktı: "— Krallık bilmiyoruz. Benim yegâne maksadım din hüküm lerini tatbik ettirmekti. Kürdistan istiklalini kat'iyyen düşünme dim ..." Şeyh Said'in sorgulama sırasında söyledikleri Şeyh Said'in İslâmî şahsiyetini ve düşüncesini yansıtmaya yeterli bir kamtur. Aslında Şeyh Said'in sorgulama sırasında dile getirdiği hususlan dönemin bütün İslâmî şahsiyetleri de dile getinniş ve bu yüzden türlü cezalarla cezalandınlmışlardır. Hatta Şeyh Said'e memleketteki din karşıtı gelişmeler konusunda fikir verdikleri. Doğu.daki isyana yayın yolu ile zemin hazırladıkları ba hanesi ile aralannda Eşref Edip. Ahmet Emin Yalman. Velid Ebuzziya. İsmail Müştak ve Sabri Eüıem gibi ünlü gazetecilerin de bulunduğu bir sürü gazete ve mecmua yetkilisi Şark İstiklal Mahkemesi'nde yargılan mıştı.
384
CUMHURİYET DÖNEM! DİN ٠ DEVLET İLİŞKİLERİ
Yanıltılan Kamuoyu Şu bir gerçek ki. bir çok konuda olduğu gibi Şeyh Said konusunda da esrar perdeleri henüz lam anlamıyla çözülebilmiş değildir. Ancak esrar perdesi lam anlamıyla açılmamış olsa bile olayın gerçek karakterinin res mi tarihçiler ve resmi yelkililer tarafından anlatıldığı biçimde olmadığı da apaçık ortadadır. Gerek olayın görgü tanıklan, gerek İstiklal Mahkemele. ri’ndeki tutanaklar ve gerekse Şeyh Said.in çocuklan ve lorunlan. Şeyh Said Kıyamı'mn gerçek çehresini göstermesi açısından önemli ipuçlan vermektedir. Şeyh Said Kıyamının resmi kaynaklarca sunuluş biçimi iki türlüdür; a) b) m iştir.
İçerideki kam uoyu için; ulusal bir hareket. Dış dünya (Batı) için; İrticai bir hareket olarak lanse edil
Bu lânse edilişte gösterilen başan kıyamın basüniması noktasında önemli avantajlar sağlamıştır rejime. Türkiye sınırlan dahilinde İslâmî kesimlerin, yerleştirilmek islenen Batıcı rejime karşı besledikleri allerjinin bilincinde olan devlet erkanı tarafından Şeyh Said’in İslâmî istekleri nin etkisiz kalması, hatta muhalefetle karşılaşması için kendisine "Kürt çü” damgası vurulmaya çalışümış ve bunda muvaffak olunduğu için Şeyh Said kıyamı Anadolu sathında herhangi bir Îslâmî desteğe sahip olamamışur. Batı'ya sunulan isyan gerekçesi de aynı neticeyi doğurmuştur. Bi lindiği gibi Batıhlar ulusal hareketleri desteklemek konusunda son derece hassas davranıyorlardı bu dönemde. Çünkü ulusal harekeüer İslam dün yasında yaygırüık kazandığı oranda İslâm ümmetinin gücü parçalanacak demekti. Bunu çok iyi bilen Batıhlar Kürüerin ulusal bir hareket içerisine girmeleri halinde kısa zamanda yardım elini uzatmaya hazırdılar. Ancak harekeün İslâmî olması Baühlar için destek olma yerine köstek olma dü şüncesini çagnşünyordu. Bu yüzden Cumhuriyet Hükümeti'nin kıyam ile ilgili olarak yaptığı icraatlara Baü hep göz yumdu. Hatta bununla kalma yarak Cumhuriyet Hükümeti’ne destek sağladı. Nitekim kıyam hareketi nin paüak verdiği sırada Ankara^Hükürrıçli ile Fransızların işbirliği sonu cu askeri birliklerin Suriye'nin kuzey sımnndaki dcmiıyollannı kullana rak Şeyh SaTd'e b a p savaşçılân kuşatmaya çaîışiıklan kayıüarda yazılı dır bugün. Kuşkusuz Türkiye Cumhuriycu Şeyh Said kıyamını ırücaı bir hareket olarak sunduğu için Batıhlar meseleye kayıtsız kalmış değillerdi.
Ş E Y H SA ID İSYANI D E Ğ İL . ŞE Y H SA İD KIYAMI!
385
B ila k is B a tılıla r d a ç o k iy i b iliy o rla rd ı ki Ş e y h S a id 'in k ıy a m ı u lu sa l b ir
^
h a re k e t o lm a k ta n ö le İs lâ m î lü y a m d ır v e bu y ü z d e n ^ b a s u n lm a s ın d a y a ra r v a rd ır. B u n o k u d a re sm i a ğ ız ta ra fın d a n asıl y a n ılııla n la n n Ş e y h S a id 'c " K ü rtç ü ', d e m e g a fle tin i g ö s te re b ile n z a m a n ın b ilin ç siz v e b ilg is iz m ü s lü . m a n ia n o ld u ğ u n u s ö y le m e k y a n lış o lm a s a g e re k tir. H a k a r e t v e K a r a l a m a D o lu Y a y ı n l a r T ü rk iy e C u m h u riy e ti k u ru ld u ğ u g ü n d e n b e ri, re sm i id e o lo jiy e ters d ü ş e n le r h e p ith a m a ltın d a b u lu n d u ru lm u ş , tü rlü k a ra la m a v e h a k a re tle re m a ru z k a lm ış la rd ır. B u d u ru m h e m e n h e m e n b ü tü n m u h a le fe t y a p m ış k e s im le r iç in g e ç e rli o lm a k la b irlik te , m ü s îü m a n k e s im a ç ıs ın d a n d a h a k a b a n k b ir d o s y a y ı iç e rm e k te d ir. İlk ö rn e k le rin i ise Ş e y h S a id k ıy a m ın d a g ö rm e k m ü m k ü n d ü r. İşte ö rn e k le r: " B u g ü n D iy a rb a k ır h a p is h a n e s in in k o ğ u ş u n d a e lin d e n b ıra k m a d ığ ı
C j)
te şb ih in i ç e k e rk e n g ü y a z ik re d iy o rm u ş g ib i d u d a k la n n ı o y n a ta n Ş e y h S a . id m c l'u n u P a lu d a N a k ş ib e n d i ş e y h le rin d e n A liü ss ıp li s o y u n d a n b ir h a y d u ttu r. ١ " S a id . s a v u n m a s ın ın o k u n m a s ın ı b itirin e c " d o ğ ru d e ğ il m i? " d e r gibi s a ğ a s o la b a k tı. D in le y e n le rd e n m e rh a m e t d iliy o rd u . F a k a t o n la n n n a z a n n d a n e f re t v e h a ş y e t g ö rd ü . B a ş ın ı Öne e ğ d i, s a k a lıru n k ılla n n ı k o p a r a ra k b iıh irle riy le ö lç m e k s u re tiy le a k ıb e tin i d ü ş ü n rn e y e b a ş la d ı. A ra d a b ir p is p is y e re tü k ü rü y o rla rd ı. S a id 'd e n b a ş k a ş e y h le r o k u y u p s a ğ a s o la ü llü . y o rîa rd ı."
" S a id 'in k a y ın p e d e ri (A li)’y e g e lin c e , o b e rm u ta d u y u y o rd u . H a ş a n F a k ih ise . h a in b a k ış la rla h e y e ti s ü z ü y o rd u . S a id 'in h iz m e tç isi ile ç o b a n ı ta v a n d a k i d ire k le ri s a y ıy o rla rd ı. M e s u liy e tte n h a b e rs iz , la k a y t b ir te m a ş a a h a lin d e id ile r."^ " D i y a r b a k ı r İ s t i k l a l M a h k e m e s i irtic a v e is y a n ın g iz li ta ra fla rım a n la m a k ü z e re tır n a k la n ile v a z iy e tin s u ra tım b ira z k a z ın c a a lü n d a n s m tıp ç ık a n g e rç e ğ in n e o ld u ğ u g ö rü ld ü : D ış g ö rü n ü ş te ş e ria t n a m ın a b ir kı-
1. 2.
Cumhuriyet Gazete، ı’nin şark illeri muhabirinden naklen. Behçel Cemal. Şayri Sait Isyam, ، 1 8 .1955'Ankara. Son Saat, 29 Haziran 1925.
____✓
386
C U M H U R ÎY E T D Ö N E M İ D İN
D E V L E T iL iŞ K lL E R j
٠
y a m v e is y a n , h a k ik a tle ş e r ia ite n d e ğ il, h a lta d ü n y a v e iç in d e k ile rd e n h a b e r le ri o lm a y a n , h a n a im z a l a n n ı a ta c a k k a d a r o k u y u p y a z m a la n b ile b u lu n m a y a n b ir ta k ım c a h il v e a lç a k k iş ile r in y a ln ız v e ş a h s i m e n fa a tle ri e n d iş e s i ile iç in d e y ü z d ü k le r i h u d u ts u z b i r h e z e y a n !..".^ " G e re k d in i b a k ış a ç ıs ın d a n v e g e r e k D in le r T a rih i n o k ta s ın d a n bu ilk e l in s a n la r a M ü s lü m a n a d ın ı v e r m e k im k â n ı y o k tu r. B u n la r k e n d i k e n d ile r in e n e is im v e r ir le r s e v e r s in le r , d in in e n v a h ş i v e ilk e l ş e k ille rin e b a ğ lıd ır la r "
" B u k ıy a m t u tu c u lu k v e g e r ic ilik y ıla n ın ın s o n k ıp ırd a m a s ıd ır. D o ğ u d a k i ü f ü r ü k ç ü l e r s a lta n a u a r tık e b e d iy y e n s o n b u lm u ş tu r. B ü tü n iz le ri ta s f iy e y e u ğ r a y a c a k tır .
ı،4
M ü s l ü m a n l a r ı n T u t u m u v e B e d i ü z z a m a n 'ı n M e k t u b u M e s e le s i Y u k a n d a d a b e lir ttiğ im iz g ib i C u m h u r iy e t.le b irlik te y e rle ş tirilm e y e ç a lış ıla n B a u c ı e s a s l a r a k a r ş ı c id d i b ir a n tip a ti d u y a n A n a d o lu 'd a k i m ü s l ü m a n k a m u o y u g ü n ü n ş a r t l a n g e r e ğ i Ş e y h S a id K ıy a m ı'n ın a s ıl v e ç h e s i n i k a v r a y a m a d ı k l a n i ç in Ş e y h S a id 'e v e k ıy a m ın a s o ğ u k b a k m a , C u m h u r iy e t H ü k ü m e t i 'n in k o n u ile ilg ili tu tu m u n u is e d e s te k le m e y o lu n u b e n im s e d ile r . B u tu tu m h a d is e n in ü z e r in d e n u z u n s e n e le r g e ç m e s in d e n s o n ra b ile b a z ı m ü s l ü m a n y a z a r la r ia r a f m d a n ş u v e y a b u ö lç ü d e s ü r d ü r ü le b ilir d i. A n c a k s o n z a m a n la r d a m ü s lü m a n a r a ş tır m a c ıla r ın k o n u ile ilg ili a ra ş t ı r m a l a n m e s e le n i n İ s l â m î k im liğ in i v e a s ıl v e ç h e s in i o r ta y a ç ık a rm a s ı b a k ı m ı n d a n ö n e m li i p u ç l a n ta ş ıy o r . B e d iü z z a m a n S a id N u r s i ’n in k o n u ile ilg ili tu tu m u n o k ta s ın d a d e ğ i ş ik v e b ir b ir iy le ç e l i ş e n r iv a y e tl e r v a r . A ç ık ç a b e llid ir k i b u r iv a y e tle r in b i r k ıs m ı d o ğ r u d u r b i r k ıs m ı d a u y d u r m a . B a z ı a r a ş tır m a c ıla r a v e g ö z le m c ile r e g ö r e B e d iü z z a m a n ilk in o l u m s u z b i r tu tu m ta k ın m ış a n c a k d a h a s o n r a ü lk e d e g e r ç e k l e ş t i r il e n İ s lâ m d ış ı y a p ıla n m a la r v e k e n d is in e u y g u l a n a n b a s k ı l a r ü z e r in e Ş e y h S a id 'in h a r e k e tin e k a ü lm a d ığ ı iç in p iş m a n o l m u ş . k o n u ile U g ili f ik r in i d e ğ iş tir m iş tir . B a z ıl a n B e d iü z z a m a n 'ın h a re k e -
3
Yunus N٠dı. C o m h u n y B t 28 Haziran 1925. Ahm٠i Em٠n Y^man Vatan. 24 Haziran 1925.
Ş E Y H SA İD İSYANI D E Û IL . Ş E Y H SA İD KIYAMI(
387
tin z a m a n la m a s ın a v e o lu şu m b iç im in e g ü v e n s iz lik d u y d u ğ u iç in a k tif b ir k a tılım d a b u lu n m a d ığ ını a s lın d a k e n d is in in ta b a ş ta n be ri Ş e y h S a id 'i d e s te k le d iğ in i s ö y lü y o rla r (Ç o k z a y ıf o la n b ir g ö rü ş e g ö ı ^ — ki b u g ö riiş ile B e d iü z z a m a n 'ı b a ğ d a ş tırm a k m a n tık e n m ü m k ü n
g ö z ü k m e m e k te d ir. —
/ / ٠
B e d iü z z a m a n . Ş e y h S a id 'in h a re k e tin i ta s v ip e tm e m iş v e s o n ra d a n d a bu g ö rü ş ü n d e n c a y m a m ış tır. O n la n n d e lille ri is e B e d iü z z a m a n 'a n is p e t e d i le n b ir m e k tu p tu r. B e d iü z z a m a n ta ra fın d a n Ş e y h S a id 'e g ö n d e rild iğ i id d ia e d ile n m e k tu p ta ş u n la r y a z ılıd ır; .'Y a p tığ ın ız m ü c a d e le , k a rd e şi k a rd e ş e ö ld ü rtm e k tir v e n c ü c e s iz d ir. Ç ü n k ü ; T ü rk M ille ti b in s e n e İslâ m iy e t'e b a y ra k ta rlık e tm iş , d in i u ğ ru n d a y ü z b in lc r. m ily o n la r ile ş e h id v e rm iş v e m ily o n la rla v e lî y e tiş tirm iş tir. B in a e n a le y h k a h ra m a n v e fe d a k â r İslâ m m ü d a filc rin in to r u n la n n a yani T ü rk M illc ti'n c k ılın ç ç e k ilm e z v e b e n d e ç e k m e m ." ^ B e d iü z z a m a n ta ra fın d a n k a le m e a lın d ığ ı id d ia e d ile n b u m e k tu b u n B e d iü z z a m a n 'a a it o lm a y a c a ğ ı k o n u s u n d a y ığ ın la k a n ıt b u lu n m a s ın a ra ğ m e n B e d iü z z a m a n ’a a it o ld u ğ u n a d a ir k e n d is in e n is p e t e d ile n m e k tu p d ı ş ın d a b ir k a n ıt b u lm a k m ü m k ü n d e ğ il ad e ta . H e rş e y d e n ö n c e m e k tu p ta k i ifa d e le rle . B e d iü z z a m a n ’ın y a şa m b o y u n c a v e rd iğ i m ü c a d e le ç e liş k i a rz e d iy o r. B ir ç o k a ra ş tırm a c ı, İslâ m h u k u k u n d a n a z b u ç u k h a b e r d a r o la n b i rin in b ile b ö y le b ir m a n tık la h a re k e t e d e m e y e c e ğ in i, B e d iü z z a m a n g ib i İslâ m H u k u k u 'n a d e rin le m e s in e v a k ıf b irin in ise h iç b ir z a m a n b ö y le b ir tu lu m ta k ın m a y a c a ğ ın ı s ö y lü y o rla r. B e d iü z z a m a n 'ın Ş u a la r k ita b ın d a — Ş e y h S a id v e rü fc k a s ı h a k ik i ş e h itü rle r.— ib a re s in i k a y d e ttiğ i b ilin iy o r. A n c a k y a s a l s a k ın c a la rd a n d o la y ı m e v c u t b a s k ıla rd a b u ib a re y e y e r v e r il m iy o r. H e le B e d i ü z z a m a n 'ı n İ s p a r t a 'd a g ö z e tim a l t ı n d a i k e n Ş e y h S a . i d 'i n t o r u n u A b d u lm e lik F ı r a t 'a " B e n b i r a d e r - i a 'z a m ı m Ş e y h S a id E f e n d i n i n h a y f ın ı ( ö c ü n ü ) a la c a ğ ım , a ld ım ! " d e m e s i, b ö y le b ir m e k tu b u k a le m e a lm a sı ile a ç ık b ir ç e liş k i g ö s te rm e k te d ir. M e k tu p k o n u s u ile ilg ili d iğ e r b ir m a k u l g ö rü ş d a h a v ar. D a h a C u m h u riy e t H ü k ü m e ti k u ru l m a d a n ö n c e . O s m a n lI'n ın so n z a m a rü a n n d a V a n 'd a b u lu n a n b ir o la y B e d iü z z a m a n 'a d in e b a ğ lı b ir g ru p g e le re k b ir te k lifte b u lu n u y o rla r. B u te k lif h a d is e s in i
Dava DergisPudtn
d in le y e lim : " V a n 'a g e ld ik le rin d e k o k u ş
m a y a b a ş la y a n İttih a t v e T e ra k k i H ü k ü m e ii'n d e k i Ş e ria t a m u h a lif h a re -
5
Bediüzzaman Sa، d Nursı. HayaU, Mesleği. Terceme-î Hak. 1958٠Ankar٠١Abdullah Ya٥in. Ye ni Lügat, Hizmet VaKf. Yayınları 196^!stanbul. Said N u r . maddet، r١ d ٠n
0
٠٠■
388
c u m h u r iy e t d ö n e m i d in
D E V L E T İLİŞK İL ER İ
٠
k e lle r d e n d o la y ı b i r h e y e t B c d iü z z a m a n H a z re tle ri.n i z iy a re le g e lirle r. Ş u a la r d a k e n d i if a d e s i ile m e a lc n ş ö y le d e n ilm e k te d ir : " B e n V a n 'd a ik e n d in d a r v e m u tta k i b a z ı z a tla r y a m m a g e ld ile r v e d e d ile r k i; O s m a n lı O rd u s u 'n d a b a z ı d i n s iz lik le r z u h u r e tm e y e b a ş la m ış u r . G e l b u n la ra v u ra lım . B e n d e c e v a b e n d e d im k i: O d in s iz lik le r o g ib i ş a h ıs la r a m ü n h a s ırd ır. O r d u ( O s m a n lI O r d u s u ) o n u n ile m e s u l o lm a z . B u O s m a n lı O rd u s u 'n d a b in le r c e d i n d a r la r v a r . G e lin b u n la n irş a d e d e lim . B e n i d in le m e d ile r, n e tic e s iz B itlis H a d is e s i m e y d a n a g e ld i. (B u i b a r e le r v e h a d is e . O s m a n lI'd a n s o n r a o la n b i r o la y la k a n ş t ı n l ı p ; ( Ş e y h S a id K ıy a m ı k a s te d iliy o r!) m e k tu p v a r id d ia s ır u n , g e r ç e k le h iç b ir a la k a s ı y o k t u r .. B u a lın tıd a n d a a n la ş ıla c a ğ ı ü z e r e B e d iü z z a m a n 'ın m ü c a d e le e tm e k is te m e d iğ i o r d u d a h a ö n c e k i ta r ih le r e y a n i O s m a n lI la r d ö n e m in e iliş k in d ir . B u d ö n e m d e k i t a v n n ı C u m h u r iy e t'te n s o n ra k i Ş e y h S a id o la y ı ile b a ğ d a ş t ır m a k g e r ç e ğ e a y k ın d ır . K ö k .s ü z b i r İ d d i a : K ü r t ç ü l ü k Ş e y h S a i d ’in K ü rtç ü b iri o ld u ğ u k o n u s u n d a s a d e c e re s m i id c o lo g la n n g e liş tir d ik le r i te o r ile r le y e tin m e k d o ğ r u o lm a z . A y n ı id d ia y ı g ü n ü m ü z d e k i ç o ğ u K ü r tç ü le r d e h a r a r e tle ile ri s ü r m e k te d ir le r . B ir id d ia y a g ö re Ş e y h S a id h a r e k e ti ö n c e le r i " d in s e l irtic a " s o n r a la n is e U lu s a l b ir h a r e k e t o la r a k g e l i ş m i ş t i r (I). D r . K e m a l M a z h a r A h m e d 'ın K ü rt ta rih in e iliş k in o la r a k v a l i l i ğ i d o k to r a te z i. S o v y e t B ilim le r A k a d e m is i’n in Ş e y h S a id is y a n ı k o n u s u n d a k i " irtic a i h a r e k e ttir " y a r g ıs ın ı s a r s m ış v e g ö rü ş le rin i y e n i d e n g ö z d e n g e ç ir m e le r in e n e d e n o lm u ş tu r . A y n ı ş e k ild e E r m e n is ta n S S C B i l i m l e r A k a d e m is i.n in k o n u ile ilg ili b ir e s e r in d e d e a y a k la n m a n ın u lu s a l n ite lik li o ld u ğ u id d ia s ı is p a tla n m a y a ç a lış ılm ış tır . B u k o n u d a o rta y a a t ı l a n u lu s a lc ı te z in tu ttu r u lm a s ı iç in y ığ ın la b ilim s e l( l) ç a lış m a y a p ıl m a k t a d ı r b u g ü n . A n c a k b ilim s e llik ism i a l u n d a İ s lâ m î h a r e k e tin a m a c ın d a n s a p t ı n i m a y a ç a lış ıld ığ ı d a g ü n g ib i a ş ik â r d ır . B a z ıla n n a g ö r e Ş e y h S a id ö n d e r liğ in d e k i k ı y a m d a b a z ı d in i m o tif le r in k u lla n ılm ış o lm a s ı v e h a r e k e t in b a ş ın d a b i r g e n e r a l y e r in e b i r İs lâ m b ilg e s in in b u lu n u y o r o lm a s ı b a s it b i r y ö n d ü r , d o ğ a l k a r ş ıla n m a lıd ır . O n l a r z a n n e d iy o r la r kı Ş e y h S a . id 'in h a r e k e ti b a ş a n y a u la ş ü k ta n s o n r a te m e lle r i İ s lâ m 'a d a y a n m a y a n b i j o lu ş u m a g id ilc c e k ü . K a m t o la r a k d a M u s ta f a K e m a l'i g ö s te n y o r la r .
6. 7.
٥. . .
Yıl. 1. Sayı. 1. sh: 5. G û r m ş i . sayı: 7. s 28.
D ^ r g ts t.
M fd y a
Ş E Y H SA İD İSYANI D E Ğ İL . Ş E Y H S A lD KIYAMI!
389
M u s ta fa K e m a l'in u lu s a l K u rtu lu ş S a v a ş ı s ıra s ın d a d in i m o tifle r k u lla n m a sı n a s ıl ki o n u n h a life liğ i geri g e tirm e k iste d iğ in i g ö s te rm iy o rs a . Ş e y h S a id 'in d e d in i m o tifle r k u lla n m a s ı, h a re k e tin İs lâ m î o ld u ğ u n u g ö s te rm î. y o rm u ş (!). K e n d i m a n tığ ı iç e ris in d e b ile tu ta rs ız o la n bu g ö rü ş e g ö re en ö n e m li k a n ıt İstik la l M a h k e m e le ri'd ir. S ö z k o n u su d e rg in in ay n ı s a y fa la n n d a şu s p o t ile sö z d e k a n ıt ileri s ü rü y o r; " Ş e y h S A İT ö n d e rliğ in d e k i h a re k e tin g e rç e k k a ra k te ri n e y d i? B u k o n u d a sık ı y ö n e tim (is tik la l) m a h k e m e le rin in tu ta n a k la n h iç b ir k u ş k u y a y e r b ıra k m ıy o r. B a ğ ım s ız b ir K ü rt D e v le ti k u rm a k "
B u id d ia k a rş ıs ın d a k ıs a d a o ls a b azı a lın tıla r y a p m a k
la ve b azı g e rç e k le ri işa re tle m e d e fa y d a var. İ s la m ; H a r e k e t i n Y e g â n e K a r a k t e r i v e G a y e s i Ş e y h S a id k ıy a m ın ın b a ş la d ığ ı d ö n e m d e M e c lis 'te k i m ü z a k e re le rd e İsm e t P a şa . M a h m u l E s'ad (B o z k u rt). v e D r. R e şit G a lip b u h a re k e tin b ir an ö n c e b itirilm e s in i isliy o rla r. G e re k ç e le ri is e şu d u r: "b u h a re k e t g e ric i b ir is y a n h a re k e lid ir" . A d liy e v e k ili M a h m u l E s a t B o z k u rt'u n te k lifi ile H iy a n e t-i V a ta n iy e K a n u n u 'n a o y b irliğ i ile k a b u l e d ile re k e k le n e n m a d d e d e şu k a y ıtla ra y e r v e rilm iş tir: " ... D in i v e y a d in i m u k a d d e s a ü siy a si g a y e le re e s a s a v e y a a le t ittih a z e tm e k m a k s a d ıy la c e m iy e tle r k u ra n la r v e y a bu c e m iy e te g ire n le r v a ta n h a in i s a y ılır ..." Ş e y h S a id 'in y a rg ıla m a s ıra s ın d a k e n d is in e y ö n e ltile n s o ru la ra v e rd i ği b a z ı c e v a p la r. " -N iç in a y a k la n d ın ız ? " " -D in h ü k ü m le ri z a y ıfla m ış tı. G e re ğ in i y a p m a k is liy o rd u m "
" D iy a rb a k ır'ı a lm a k la n e o la c a k tı? " " D iy a rb a k ır'ı a ld ık ta n s o n ra k ıs a s ta tb ik e d e c e k tik . Y a la n c ın ın d ili n i. h ırs ız ın e lin i k e s e c e k tik . D in b ö y le e m re d iy o r.. D ü n y a y ı P e y g a m b e rin z a m a n ın d a k i k a d a r o lm a z s a d a b ira z iy ile ş tire c e k tik .."
" -D iy a rb a k ır'ı a ld ık ta n s o n ra m ü s ta k il b ir K ü rd is la n K ra llığ ı is tiy o r m u id in iz ? "
0.
M edya Güneşi,
sayı: 7. s. 28.
390
C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN
D E V L E T İL İŞ K İL E R İ
٠
" -K r a llık b ilm iy o r u z . B e n im y e g â n e m a k s a d ım , d in h ü k ü m le rin i ta t b ik e ttir m e k ti. K ü r d i s t a n is tik la lin i k a tiy y e n d ü ş ü n m e d im ." ؟ B u if a d e le r d e n d e a ç ık ç a a n la ş ılıy o r k i Ş e y h S a id ’in k ıy a m ın d a k i te m e l d a y a n a k İ s la m 'd ır . V e Ş e y h S a id 'in h a r e k e ti k e lim e n in ta m a n la m ıy la I s lâ m id ir .
Ş e y h S a i d 'in d a r a ğ a c ın d a a s ılm a d a n h e m e n ö n c e y a z d ığ ı ş iir
d e h a r e k e t in I s la m iliğ in i h i ç b i r k u ş k u y a y e r b ır a k m a y a c a k ş e k ild e g ö z le r ö n ü n e s e r m e k te d ir . " B e rü m ö lü m ü m A lla h v e d in iç in s e ö lü m d a r a ğ a c ın d a a s ıl m a m a p e r v a m y o k t u r ." ؛. A s lın d a Ş e y h S a id 'in b iz a tih i k e n d is i b ile ö n o e r l ik e tiğ i h a r e k e t in n ite liğ in i g ö s te rm e s i b a k ım ın d a n y e te rli b ir k a n ıt tır. Ş e y h S a id h e r ş e y d e n ö n c e İ s lâ m 'ı b ir d in v e d ü n y a g ö rü ş ü o la r a k b e n im s e m i ş , İ s lâ m H u k u k u n a . İ s lâ m î D e v le t d ü z e n in e in a n m ış v e İ s lâ m î Ü m m e t a n la y ış ın a s a h ip o lm u ş b i r İs lâ m b ilg in id ir. H a y a tı b o y u n c a bu k o n u d a ö ğ r e n im g ö r m ü ş v e ö ğ r e tm e n lik y a p m ış u r . a c a b a Ş e y h S a id Ön d e r liğ in d e k i k ıy a m h a r e k e ti b a ş a n y a u la ş m ış o ls a y d ı v e Ş e y h S a id h a r e k e t i n b a ş ın d a b u lu n d u ğ u v e d u r u m a h a k im o ld u ğ u b ir h a ld e d ü z e n le m e y e g i d i l s e y d i , k u r u la n d ü z e n h a n g i ilk e le r ü z e r in e in ş a e d ilm iş o lu rd u ? L a i s iz m . D e m o k r a s i. S o s y a liz m . F a ş iz m . N a s y o n a liz m v b . ç a ğ d a ş id e o la jil e r d e n h a n g is in i b e n im s e r d i a c a b a ? H a n g i a k ıl s a h ib i Ş e y h S a id in İ s l a m 'd a n b a ş k a b ir d ü z e n e r a z ı o la b ile c e ğ in i id d ia e d e b ilir?
Ş e y h S a i d 'i n S o r g u s u B a ş l ı y o r 2 6 M a y ıs 1 9 2 5 'd e S a lı g ü n ü . D iy a r b a k ır s in e m a s ın d a k a la b a lık b ir d i n l e y i c i k iü e s i ö n ü n d e m u h a k e m e b a ş la d ı. M u h a k e m e h e y e ti y e rin i a ld ı v e B a ş k a n M a z h a r M ü f ıd ( K a n s u ) s o r g u y a b a ş la d ı: — A d ım z n e d ir ? — M c h m e ı S a id . — B a b a m z ın a d ı. — Şeyh M ahm ud — ^ N e re lisin iz ? __ ^Aslcn P a lu lu y u m . F a k a t H ın ıs 'ta o tu r u y o r u m .
9 10
، M ... 25-26 Mayı* 1925. TBMM Ar٠٠vi, T-12, Dosya 69, Zarf 1
391
Ş E Y H SA JD İSYANI D E Ğ İL , Ş E Y H SA İD KIYAMI!
— K a ç y a ş ın d a s ın ız ? — A ltm ış ı g e ç id n im . S o rg u b u ş e k ild e b ittik te n s o n ra h ü v iy e tle rin te sb iti ile s a v c ı S ü re y y a Ö z g e e v re n id d ia n e m c y i o k u d u . V e d u ru m u ş ö y le d e ğ e rle n d ird i: " T ü rk ü lk e s in in Ş a rk v ila y e tle rin d e b e lirli b ir k ıs m ın d a b ü tü n d ü n y a n ın m u h te lif ş e k ille rd e ö ğ re n d iğ i b ir isy a n h a d is e s i v a rd ı. İs y a n h iç ş ü p h e y o k k i. s e n e le rc e iç e rd e n v e is y a n s a h a s ı d ış ın d a n v a k i o lm u ş te lk in le r v e ta s a v v u rla rla e ş k iy a h a re k e tle rin in fiile n g ö z ü k m e s i ile m e y d a n a ç ık m ış tır. İs y a n h a d is e s i, id d ia n a m e d e a n la tıld ığ ı ü z e re
٠
g ü y a P e y g a m b e r d in i
n in y ü k s e ltilm e s i p e rd e si a ltın d a m e y d a n a g e tirilm iş tir. H a lb u k i a sıl g a y e . T ü r k v a ta n ıru n m u a y y e n b ir k ıs m ın ı a n a y u rtta n a y ırm a k , v a ta n ın b irlik v e b e ra b e rliğ in i b o z u p d a ğ ıtm a k ta n ib a re tti." " H u z u ru n u z d a b u lu n a n s a n ık H ın ıs lı Ş e y h S a id . Y ü z le rc e b in le rc e a s k e rin , h a lk ın m ü s lü m a n ın m a lın ı c a n ın ı y o k e d e n h a re k e tle ri fiile n id are e tm iş v e h e p s in e a m il o lm u ş in a tç ı b ir v a ta n h a in id ir." S a v c ı d a v a s ın ı a ç ık la d ık ta n s o n ra . B a ş k a n M a z h a r M ü fıd . Ş e y h S aid 'in s o rg u s u n a g e ç ti: " A y a ğ a k a lk ın ız , n e re d e ta h s il e tlin iz ? M e d re s e d e ta h s il e ttim ." "- M e d re s e d e n e le r o k u d u n u z ? " "- B e d iî, İs tia re . U su l-i fık ıh . S a r f v e N a h iv o k u d u m ." N iç in a y a k la n d ın ız ? " Y u n a n o rd u s u İs la m iy e t'in m e rk e z in i a y a k la r a lü n d a ç iğ n e rk e n , c ih a d ın f a ız la n n ı n e d e n y e rin e g e tirm e d in iz ?
"٠ O zaman perişan ve muhacirdik." O ğ lu n u z A li R ız a İs ta n b u l'a g itti m i?"
"- Gitü!.' "٠N e
z a m a n g itti?
"٠İs y a n d a n
b ir ay e v v e l ..."
"٠İs ta n b u l'd a
k im d e n f ik ir a lm ış u r? "
"- K im s e d e n fik ir a lm a m ış ü r. K ü rü c re m is a f ir o lm u ş tu r. S e y it A bd ü lk a d if i d e z iy a re t e tm iştir."
392
C U M H U R İY E T D Ö N E M İ D İN - D E V L E T İL İŞ K İL E R İ
N e m a k s a tla İ s ta n b u l'a g itm iş tir ? " ٠ '-
T i c a r e t m a k s a d ıy la . B iz 3 0 s e n e d e n b e r i h a y v a n tic a re ti y a p a rız ."
"٠İ s ta n b u l'd a n
d ö n d ü k te n s o n r a o ğ lu n u z la n e n e d e g ö rü ş tü n ü z ? "
Ş av şar٠ d a g ö r ü ş tü k . G e n ç v ila y e tin in b i r k ö y ü d ü r." "٠ İ s y a n ın
p a tla k v e r m e s in e j a n d a r m a l a n n k a n ş m a s ı s e b e p o ld u , d i
y o r s u n u z . J a n d a r m a l a r g e lm e s e , v u r u lm a s a id i. is y a n o la c a k m ıy d ı? " G e r e ğ in i y a z ılı o la r a k y a p a c a k tım ? " "٠O
h a ld e s iz e n e o l u y o r d a iş e k a n ş tın ız ? "
"٠ K a til
o ld u . N a s ih a t e ttim . R ic a g ö n d e r d im . S e k iz z a n lı ta h liy e e t
tir d im . B e n k ö y d e n ç ı k ü m , g ittim . S o n r a iş in iç in e k ö y lü le r k a n ş tı . A y a k l a n m a b a ş la d ı. B i r d a h a iç in d e n ç ık a m a d ık " "٠B u n u
n e d e n ta b ii g ö r ü y o r s u n u z ? "
V a lla h i b ilm e m . A lla h b ilir." "٠ İ s y a r u n
m a k s a d ı j a n d a r m a g e lm iş a d a m y a k a la m ış g ib i ş e y le rd e n
o l m a z ." J a n d a r m a m e s e le s i o lm a s a y d ı, g e r e ğ in i y a z ı ile y a p a c a k u m . A llı a y s o n r a , b i r s e n e s o n r a . . . T a n n k a d e r e lti d e o ld u ." "٠İ n s a n
ir a d e s in i i n k â r m ı e d iy o r s u n u z ? "
"- İ n s a n ir a d e s i d e v a r d ı r e l b e t t e . . . " "٠ B u
is y a m z a n n e tm iy o r u m k i y a ln ız b a ş ın ız a y a p a s ın ız . İş in iç in d e
e l b e t t e k i k ı ş k ı r t a n l a r d a v a r d ır . " "٠K im
s e y o k tu r . İ ç e r d e n v e d ı ş a r d a n k im s e y o k tu r."
E >eraek k i b u a y a k la r u n a y ı y a l n ı z k e n d in iz d ü ş ü n d ü n ü z ." "٠E v e L
y a ln ız b e n im f ik r im v a r d ı. B ü tü n b ilg in le ri to p la y ıp a ç ık k o -
n u ş m a y a p m a k i s ü y o r d u m . S o n r a h ü k ü m e t e b a ş v u r a c a k v e ıc k lin c r im iz i k a b u l e t m e s e bU e b ü y ü k b i r k ıs m ım k a b u l e d e c e ğ in i ü m it e d iy o r d u k ."
Türkiye Cumhuriycti'rün eski hükümette olduğu gibi şahıslann böyle müracaat ve teliflerini dinleyeceğine nasıl ihtimal veriyordunuz? Kimlerle müşavere ettiniz?" "٠
Müşavere etmedim.'’
"٠ Münhasıran Diyarbakır'ı almakla neyi kastediyordunuz?
ŞEYH SAİD İSYANI DEĞİL. ŞEYH SAİD KIYAMI!
393
R ız k ım ız , n a s ib im iz b u ta ra fa d ü ş m ü ş t ü ." ’’" D iy a rb a k ır'ı a lm a k la n e o la c a k tı? " "٠ D iy a rb a k ır'ı
a ld ık ta n s o n ra k ıs a s ta tb ik e d e c e k tik . Y a la n c ın ın d i
lin , h ıs ız ın e lin i k e s e c e k ü k . D in b ö y le e m re d iy o r? D ü n y a y ı P e y g a m b e rin z a m a n ın d a k i k a d a r o lm a s a d a b ira z iy ile ştire c e k tik . Ü s tü m ü z e b u k a d a r a s k e r g ö n d e rile c e ğ in i ta h m in e tm iy o rd u k ." "٠F e tih "
ta b iri k u lla n ıy o rs u n u z . M e k tu b u n u z d a im z a n ız ın ü s t ü n d e "
E m irü .l m ü c a h id in " y a z ıy o rs u n u z . B u n u n la m a k s a d ın ız n e id i?" "٠B u
ü n v a n d a n s o n ra d a n is tik ra h e ttim .
N e d a m e t d u y d u m . " H a d im ü 'l M ü c a h id in " y a z d ı m ." H a d im " ü n v a n ı. n a d ö n d ü m ." "٠D iy a rb a k ır'ı
b ö y le k o la y lık la e le g e ç ire c e ğ in iz e n e s u re tle k a n i o l
dunuz?" "٠ B e n
D iy a rb a k ır ü z e rin e y ü rü m e k ta ra fta n d e ğ ild im . B a z ı a ğ a
l a r ..." ’’- K im le r d i? ..." K a n ili M u s ta fa B e y . T ü r k â n lıla r ..." B a ş k a k im le r v a rd ı." "٠ M
u s ta fa B e y v a rd ı. B a ş k a la n n ı h a tırla m ıy o ru m . S a lih B e y ’i m u
h a k k a k b iliy o n ım . K â ğ ıt y a z d ı. D iy a rb a k ır ü z e rin e g itm e z s e k a h a li d a ğ ılır d e d i. D iy a rb a k ır’a h ü c u m u ta v s iy e e d iy o rd u ." "٠B a ş a n y ı
n e ile ta h m in e d iy o rd u n u z ? "
A s k e rim in b a z e n k a z a n d ığ ı b a ş a n la r d a n c e s a re t a lıy o rd u k ." D iy a rb a k ır iç in d e s iz e y a rd ım e d e c e k v a r m ıy d ı? " ’’- V a rd ı." K im le rd e n y a rd ım u m u y o rd u n u z ? " "- A h a lid e n ... N a k ib .in d in d a r b ir m ü s lü m a n o ld u ğ u n u . C e m a l P a ş a z a d e le rin d in e b a ğ lı o ld u k la n n ı s ö y lü y o rla rd ı. F a k a t k e n d ile rin i b ilm iy o r d u m . ta m m ıy o rd u m ." "٠B u n u
s ö y le y e n k im le rd i."
394
c u m h u r iy e t
٠ '-
DÖNEMİ D l N . D E ^ !İÇKİLERİ
S a lih B e y . T ü r k â n a g a l a n . . . . . S iz e b ö y le m ü h im h a t ^ r v e r i l i r e e . a s ljm s ٠n n a z m ıs m z ? "
٠ '-
B u ^ b i h a ^ r l e r ؟. t o r . B ö y le y a la n h a b e r le r ؟o k o lu r.'' I s l a m i y e l ş ö y le o ld u . B ö y le o ld u , a y a k la n m a v a c ip li, d iy o re u n u z .
S o n r a a y a k la n ıy o r d u n u z . B u n c a m U slU m an k a n j d ö k ü lm e s in e s e b e p o lu . y o r e u n u z . B u g ü n a h ، d ü ş ü n m e d in iz m i? B u ^ i n a h d e g il m id ir ? .'. '٠ - G U n a h u r." ٠ ٠ - T
e ı t i b a n m j z y o k n ır."
" - T e r tib a ts ız , ŞUURUZ W y le ^ y h u d e y e r e m ü s lü m a n k a n . a k jim a k c a i z m i? B u n u n i y e e v v e ld e n d ü ş ü n m e d in iz ? '' ... Ş c r ia ıı in ş a a lla h ^ z m a m . d e d i m ,( ...)
(...) D iy a r b a k ı r 'a g i r d i n i z ؛m a k s a d ım z n e id i, n e y a p a c ^ n m z ? " '.- D iy a r b a k ır 'd a h e p a r k a d a ş la r g ö r iiş ü p d in m e s e le s in i H ü k ü m c i'e resm en y a z a c a k n m
.٠ ٠
H U k ü m e l m ü r a c a a n m z ı k a b u l e im e s e id i, n e y a p a c a k tın ız ? " ... H ü k ü m e t k a b u l e tm e s e id i. e ١ d m iz e g i d e r o tu n ır d u k . 0 z ^ a n g ü ٠ n a h b o y n u m u z d a n k a l k a r ^ , i z i n is te r d ik . H ic r e t e d e ^ i k . D i y a r b a k ı r ’ı a ld ık ta n s o m a m ü ş t a k ı b i r K U rd ista n K r ٠ gı is tiy o r m u id in iz ? .' ٠ ٠ ،
b ih n iy o r u z . B e n im y e g a n e m a k s a d ım , d in h ü k ü m le rin i ta t-
b i k e t t i r m e k t i . K ü r d i s i n is tiJ r i^ ir e k a tiy y e n d ü ş ü n m e d im ." B u r a d a b i r t e y ^ m ^ e v m . D e m in o k u d u d in le d in iz m i? B e y a n n n a m e d e n h a b e r im y o k tm . K im in y ^ d ı g ı n ı b i l m i y o . ! . ... B e y a n n a m e d e M il l e t M c e lis i'n d e d i n d a r m e b u s l a ؛v a r d in s iz m e b u s l a r d a v a r d i y o r s t m u z . O n la r a n e d e n d in s iz d iy o R u n u z ... A ç ı k ç a g ö r m e s e m d in s iz d e m c m " ." D in s iz lik le r i a ç ık "
Mahkeme UyesiAliSaib(HRavaş) so ru y a müdahale etti؛
395
ŞEYH SAID İSYANI DEĞİL. ŞEYH SAİD KIYAMI!
'٠ - K a rş ın ız d a m ü s lü m a n o ğ lu m ü s lü m a n T ürle a s k e ri v a rd ı. O n la ra n a s ıl k u rş u n a ttın ız ? B u k a d a r k a n d ö k ü ld ü k te n s o n ra p iş m a n o lm a k , s o n ra d a '.E m irü ’l-M ü c a h id in " im z a s ın ı a tm a k n e d e m e k tir? " M a z h a r M ü fid : '٠ - L ic e m ü ftü s ü n e y a z d ığ ın ız m e k tu p ta
٠in tik a m
a ş k ın d a n b a h s e d i
y o rsu n u z . B u . is y a n ın e v v e lc e h a z ırla n m ış o ld u ğ u n u isb a tla m a z m ı?" ’٠ - M e k tu b u b e n y a z m a d ım . ٠ '-
?’٠
A ltın d a im z a n ız v a r."
'٠ - F a rk ın d a d e ğ ilim ." (...)
D in h ü k ü m le rin d e n k a s lın ız n e d ir? " "٠İçk i
y a s a ğ ı..."
"- İs la m a k ılıç ç e k e n . İsla m d e ğ ild ir. H a d is in d e n h a b e rin iz v a r m ı? " "- I s la m la r d in h ü k ü m le rin i b ıra k m ış tı." "٠H a m d
n ız .
o ls u n h e p im iz m ü s lü m a n ız . K u r.a n o k u y o n ız , z e k â t v e riy o -
t. "- D in c e z a la rın d a n h a n g is i v a r ? " ؛٤ "- S o rg u b u ş e k ild e d e v a m e ttik te n s o n ra Ş e y h S a id v e a rk a d a ş la n n -
d a n 4 7 k işi . 2 9 H a z ira n 1 9 2 5 ta rih li g a z e te le rin v e rd iğ i h a b e re g ö re ; " d ü n g e c e saat: 2 .0 0 'd a Ş a rk İs tik la l m a h k e m e s in in k a r a n ile id a m e d ilm iş le r ." ^ ؛ Ş e y h S a id . 4 6 k iş in in k e n d i g ö z ü ö n ü n d e a s d m a s ın d a n s o n ra in fa z ı y a p a n la rc a s ö y le y e c e k b ir s ö z ü n v a r m ı? s o ru s u ü z e rin e , k â ğ ıt k a le m is te r v e ş u n la n y azar. D e ğ e rs iz d a lla rd a a s ılm a m a p e rv a m y o k tu r. M u h a k k a k k i M ü c a d e le m A lla h v e d in iç in d ir. 2 8 H a z ira n 1925 2 .5 M u h a m m e d S a id P a le v i E l. A m e d i
12 13.
28 Ergun Aybars. Ankara
İs tik la l M a h k e m e le ri
H a k im iy e t i M illiy e .
2 Temmuz 1925.
Karar D e fle ri, s. 15. Dosya no : 4/32١, Aynca bkz ; (1923-1927). s. 155.187. Kültür Bakanlt.ı Yayınlar..
396
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN ٠DEVLET İLİŞKİLERİ A lim v e M ü c a h i d b i r S ü l a l e Ş e y h S a id ; Ş e y h M a h m u d F e v z i s o y u n d a n . M a h m u d ; Ş e y h A li P a lo y i.n in
(S e p ti is m iy le m e ş h u r d u r ) , s o y u n d a n . Ş e y h A li P a lo y i; M o lla K a -
s ım 'ın s o y u n d a n . A y n c a M o lla H a y d a r . H a c ı H ü s e y n i v e H a c ı H ü s e y in H ü s c y n T d c S e y y id H a ş im s o y u n d a n g e lir . Ş e y h S a id 'in s o y u ile ilg ili ş e c e r e n in b e lli b i r z a m a n d a n s o n r a b e lg e s iz k a ld ığ ın ı g ö s te riy o r. Ş ö y le k i; S e y y id H a ş im . D iy a r b a k ır v e B is m il a r a s ın d a b u lu n a n Ç ılıs tu n (k ırk s ü tu n ) k ö y ü n d e y a ş a r v e ta le b e o k u tu r m u ş . İ s lâ m î e s a s la r a g ö re ö ğ re n im g ö r e n b u ta l e b e l e r z a m a n ın U le m a s ı o la r a k to p lu m d a k i m is y o n la n n ı y ü k le n ir m iş . B u s ır a d a B a ğ d a t s e f e r in d e n d ö n e n O s m a n lı P a d iş a h la n n d a n 4. M u r a t D iy a r b a k ır .a g e l i r v e o r a d a k o n a k la r . Z a m a n ın ö n e m li u le m a v e e ş ra fı p a d iş a h ı z iy a r e te g e lir. A n c a k S e y y id H a ş im p a d iş a h ı z iy a re te g e l m e z . B u n u n ü z e r in e o n u n B a ğ d a t s e f e r in i te 'y id e tm e d iğ i iç in b ö y le d a v r a n d ığ ı k o n u s u n d a is p iy o n la n ır . P a d iş a h b u n d a n ra h a ts ız o lu r v e D iy a r b a k ı r v a lis in e , k e n d is i a y n i d a k t a n s o n r a , z iy a r tin e g e lm e y e n S e y y id H a ş im .i y o k e t m e s i n i e m r e d e r . P a d iş a h ın e m r i g e r e ğ i Ç ı l ı s t u n k ö y ü m u h a s a r a e d i l i r v e c a n ın ı z o r k u r ta r a n b i r k a ç ç o c u k v e k a d ın d a n b a ş k a h e rk e s in c a n ı n a k a s te d ilir . İ ş t e b u h a d is e d e n d o la y ı Ş e y h S a id ’in d a h a ö n c e k i s o y u ta r i h i n k a r a r ü ı k l a n n a g ö m ü lü r . B u h a d is e s ır a s ın d a h e r y e r a te ş e v e rild iğ i iç in s o y k ü tü ğ ü ile ilg ili ş e c e r e l e r d e y a n a r , k ü l o lu r .B u n u n la b irlik le Ş e y h S a i d ’in n e s e p itib a r iy le H z . P e y g a m b e r ( S .A .V ) ’ e d a y a n d ığ ı k o n u s u n d a s ö z lü r iv a y e t v a r . Ş e y h A li P a le y i ( S c p ii) b i r ç o k k e z k o n u ş m a s ın d a " B iz s e y y id iz .. R c s u l u l l a h ’ın s o y u n a n ız ." g ib i ib a r e le r k u lla n ır. A n c a k ş e c e re i m h a o ld u ğ u i ç in Ş e y h S a id s o y u d a h a s o n r a S c y y id lik id d ia s ın d a b u lu n a m a z . a m a y in e d e O s m a n lI la r z a m a n ın d a Ş e y h S a id ’in m e n s u p o ld u ğ u a i l e y e s ü r e k li o la r a k s e y y id le r e v e r ile n m a a ş v e r i li r ( Ş e y h S a id 'in T o r u n la r ın d a n M u h a m m e d K a s ım F ır a t, Ş e y h S a id 'in a ta la r ın a O s m a n lIla r ta ra f m d a n s e y y id lik m a a ş ı v e r ilm e s in i d o ğ r u b u lm a d ığ ın ı, b u n o ta d a b a z ı t e r e d d ü t l e r b u lu n d u ğ u n u s ö y lü y o r .) İ s l a m 'ı n R e n k V e r d i ğ i B i r Y a ş a m Ç iz g is i Ş e y h S a id , d a h a ç o c u k lu k d ö n e m in d e m e d r e s e ta h s ilin e b a ş la r. M e d r e s e ta h s i l i n i n b e lli b i r a ş a m a s ın d a n s o n r a z ü h d v e ta k v a d e v re s i g e lir. B u n o k t a d a d a d o n a n ım ın ı d e r i n le m e s i n e a la n Ş e y h s ü re k li o la r a k k e n d i a ile s i n e s e v g i v e s a y g ı d u y a n la r a İ s la m 'ın te m e l e s a s la n r u a n la tır , m e d r e s e le r d e d e r s e v e r m e y e b a ş la r . H a lk ıru ir ş a d e t m e k te n g e ri k a lm a z .
ŞEYH SAID İSYANI DEĞİL. ŞEYH SAİD KIYAMIl
397
Ş e y h S a id 'in b u a u n o s f e r iç e ris in d e
b ü y ü d ü ğ ü s ıra d a b irin c i d ü n y a
sa v a şı s o n a enm iş. O s m a n lı m ü lk ü p a rç a la n m ış , bu p a rç a la n m a s ıra s ın d a R u s la r d a Ş e y h S a id 'in y a ş a d ığ ı b ö lg e o la n D o ğ u b ö lg e sin i işg a l c im işti. Ş e y h S a id d iğ e r m ü s lü m a n a lim v e a ş ire t reisleri gibi ç e v re s in d e k i in s a n , la rla b e ra b e r R u s la r'a k a rş ı ş id d e tli b ir d ire n iş e g e ç m iş, s a d e c e k e n d i im . k â n la n n d a n istifa d e e u n e k s u re tiy le R u s la r ٠ ın bu b ö lg e d e k ö k s a lm a s ın a e n g e l o lm a y a ç a lışm ış tı. B u d ö n e m d e K ü rd is ta n o la ra k isim le n d irile n y ö re n in a lim le rin in Ş e y h S a id 'le B irlik le işg a lc i g ü le re k a rşı so y lu b ir m ü c a d e le y e g irişm e le ri ü z e rin e in g iliz ic r v e R u s la r d a h a ö n c e h a z ırla d ık la n b ir d e s is e y le m ü slü m a n la n n A n a d o lu 'n u n d o ğ u s u n d a k i d ire n iş i k ırm a k iç in , o n la ra m ü sta k il b ir d e v le t k u rm a te k lifin d e b u lu n u rla r. A n c a k şe y ta n i d e s is e le rd e n h a b e r d a r o la n alim v e a ş ire t re is le rin d e n h iç b iri b u p a rla k te k lifi k a b u le y a n a ş m a z . Z ira o d ö n e m d e m ü c a d e le n in te m e l e k s e n in i u lu sa l d e ğ e rle r d e ğ il. Isla m i e s a s la r te şk il e tm e k te y d i. K â firle rin İsla m m ü lk ü n ü la la n e n iğ i b ir z a m a n d a ay n ı k â firle re k a n a r a k b u m ü lk ü n d a h a d a k o la y c a la la n e d ilm e sin e z e m in h a z ırla y ıc ı te k lifle rin e y a n a ş m a k . A lla h 'ın d in in e v e İsla m ü m m e tin e ih a n e t e tm e k a n la m ın a g e liy o rd u . G e rç i b u ih a n e ti b ir ç o k u lu s g e rç e k le ş tirm iş ti a m a K ü rt a lim v e a şire t reisleri b ö y le b ir o y u n a g e lm e m e n o k ta s ın d a k a ra rlıy d ıla r. O n la r A n a d o lu 'n u n e n ü c ra k ö ş e le rin d e b ile c a n lılığ ın ı k o ru y a n m ü s lü m a n h a lk ın d ire n iş in e o rta k o lm a y ı v e A lla h 'ın d in in i e m p e ry a liz m in ta h a k k ü m ü n e k a rş ı ü s tü n tu tm a y ı d a h a şe re fli b ir v a z ife b ild ik le ri iç in în g iliz lc rin v e R u s la n n te k lifin i g e ri ç e v ird ile r. H a tta b u te k life sıc a k b a k m a te m a y ü lü n d e b u lu n a n la ra b ile z o rla y ıc ı m ü e y y id e le r u y g u la d ıla r. O n la r a ra s ın d a d o la ş a n te k p a ro la " İs lâ m to p ra k la n n ı k â firle rin işg a lin d e n k u rta rm a lıy ız " id i. B u d ü ş ü n c e y le m ü c a d e le v e re n m ü s lü m a n la r, b ö y le b ir d ö n e m d e K ü rd is ta n d e v le tin in k u ru lm a s ın ı te k lif e d e n le rin sa d e c e ş e y ta n î a m e l v e e m e lle rin in u y g u la n m a s ı y o lu n d a e n g e l g ö rd ü k le ri Ü m m e tin g ü c ü n ü p a rç a la m a k g a y e s iy le te k lifte b u lu n d u k la n n ı iy i b iliy o rla rd ı. H iç ş ü p h e s iz e c n e b ile r b ö y le b ir d e v le tin k e n d i g ü d ü m le rin d e o lm a . sim is te y e c e k v e b ö y le b ir d u ru m u n o lu ş m a s ı h a lin d e ta m a m e n İs lâ m ’d an v e ü m m e tin m e s e le le rin d e n u z a k b ir k u k la d e v le tin a y a k ta d u rm a s ın ı s a ğ la y a c a k la rd ı. A n c a k m ü s lü m a n a lim le rin u y a n ık lığ ı bu te h lik e y i b e rta ra f e tti.
398
CUMHURİYET IDONEMI DİN ٠DEVLET İLlŞKlLERJ B o şa Ç ık a n U m u tla r B ir te h lik e b e r t a r a f e d ilm iş ti e d ilm e s in e a m a ik in c i b ir te h lik e b a ş . g ö s te r m iş ti b u k e z . B ir lik te m ü c a d e le v e r e r e k k u r ta rm a k is te d ik le ri v e A l la h 'ın d in in e g ö r e te m e lle n m iş . Ü m m e t ş u u r u y la h a r e k e t e d e n b ir m e k a n iz m a o tu r tm a k is te d ik le r i İs lâ m to p r a k la r ın ın b a ş k a g a y e le rle e le g e ç ir il m e y e v e k u r t a n l m a y a ( !) b a ş la n d ığ ın ı g ö r d ü le r. B a tı e m p e r y a liz m in e k a r ş ı s a v a ş a n m ü s lü m a ıd a r . k u n a r d ı k l a n to p r a k la r d a m o d e m v e b a tılı b ir d e v le tin k u r u lm a k is te n d iğ in e ş a h id o ld u la r. H a lb u k i b u n u n iç in s a v a ş ıl. m a m ış tı. K u r tu lu ş S a v a ş ı s ır a s ın d a e m p e r y a lis t İş g a lc ile re k a rşı y ü rü tü le n m ü c a d e le b a ş a n y a u l a ş tık ta n s o n r a T ü r k iy e C u m h u r iy e ti'n in re s m e n ilâ n e d i l m e s i . İ s l â m 'a a y k ı n v e İ s lâ m 'a k a r ş ı b i r ta k ım g e liş m e le r g ö z le n m e s i b e k le n e n v e ö z le n e n b ir m a n z a r a d e ğ ild i h iç k u ş k u s u z . G ü n g e ç tik ç e y en i k a r a r l a r a lın ıy o r , k ılık - k ıy a f e t. h a r f v e k ü ltü r a la n ın d a İs lâ m î m o tifle rin k a l d ı n i m a s ı k o n u s u n d a u y g u la m a la r a g e ç iliy o rd u . K u rtu lu ş s a v a ş ı s ır a s ın d a a k t i f b i r g ö r e v a la n İs lâ m u le m a s ı m e s e le y i e n d iş e y le iz liy o rd u . B u n la r d a n b iri d e Ş e y h S a id 'd i. Ş e y h S a id d e d iğ e r b irç o k a lim g ib i h ü k ü m e t e r k a n ın a ç e ş itli m e k t u p l a r y a z ıy o r , d u r u m u n İ s lâ m 'm a le y h in e b ir ş e k il a ld ığ ın ı, m ü s l ü m a n l a n n b u g id iş e g ö z y u m m a y a c a ğ ın ı v u rg u lu y o rd u . A n c a k b u m e k t u p l a r v e u y a n l a r g id iş a tın d e ğ iş m e s i n o k ta s ın d a b ir e tk i v ü c u d a g e tir m iy o r d u . Ş e y h S a id s a d e c e d e v le t e r k a n ın a m e k tu p g ö n d e r in id d e Y C lin m iy o L d ö n e m i n b ü v ü k a lim le r in e , ş e y h l c r c y c a ş i r e t r c i s le rjn e d e d u r u m u ta h lil e d e n , b i r l i k l e m ü c a d e le ç a ğ n s ı iç e r e n m e k tu p la r g ö n d e r iy o r d u .
U zu n B ir Y ü rü y ü ş 1 9 2 5 y ılın ın k ış a y l a n .. D o ğ u n u n s e r t k ı ş m e v s i m i ... H e r ta r a f ta k a r y a ğ ıy o r . Ş e y h S a id H ın ıs 'ta ç e ş itli a ğ a . ş e y h v e a lim le r e m e k tu p la r g ö n d e r e r e k M u s t a f a K e m a l 'i n A n a d o l u 'd a g e r ç e k le ş tir m e y e ç a lış tığ ı b a ü lıla ş m a f a a l iy e t l e r i n e k a r ş ı s u s u l m a m a s ın ı, e t k i n te d b ir le r a lın m a s ın ı is liy o r ., . Ş e y h S a i d 'i n y a k ın ı H a lid B e g i C ib r i'd e a k t i f b i r b iç im d e Ş e y h S a id 'in ç a l ı ş m a l a n n a iş tir a k e d iy o r . H a l i d B e y . Ş e y h S a id ta ra fır td a n a s k e ri m e s e le l e r l e ilg ile n m e k ü z e r e g ö r e v le n d ir ilm iş , a s k e ri o k u ld a n m ir a la y d e r e c e s i n e k a d a r y ü k s e lm e y i b a ş a r m ış , b ilg ili v e y e te n e k li b ir id ir . H a lid B e y 'in ş e h ir d e b u lu n a n ç e ş itli ş a h s i y e t l e r l e g ö r ü ş m e s i h e r n c k a d a r Ş e y h S a id 'in
ŞEYH SAJD İSYANI DEĞİL. ŞEYH SAİD KJYAMI!
399
fn c sa jın ın y a y g ın la ş m a aracı o ls a b ile k e n d isi iç in (e b lik e liy d i. O n u n la g ö rü ş e n le r iç b ö lg e le re d o ğ ru g itm e si g e re k tiğ in i s ö y lü y o rla rd ı. A m a o y ö n e tim in b ö y le b ir ş e y e c e sa re t e d e c e ğ in e ih tim a l v e rm iy o rd u . G e liş m e le r b ö y le d e v a m e d e rk e n m e rk e z i h ü k ü m e t ta ra fın d a n b ö lg e y e g ö n d e rile n ja n d a r m a la r H a lid B ey 'i y a k a la y a ra k B itlis'e g ö tü rd ü le r. H a lid B e y 'in bu ş e k ild e y a k a la n m a s ın d a n s o rv a K a ra k ö s e 'd e b u lu n a n b ir k o lo rd u Ş e y h S a id 'i y a k a la m a k ü z e re H ın ıs'a d o ğ ru y o la k o y u lu r, m e s e le d e n h a b e rd e r o la n Ş e y h S a id y a k ın la n ile b irlik te H ın ıs'ta n ç ık a r, k ışın e n şid d e tli o ld u ğ u b ir z a m a n d a K o lh is a r'd a n Ş u ş a r d a ğ ın a d o ğ ru h a re k e te g e ç e r. G a y e si b a h a r m e v s im in e k a d a r h ü k ü m e t k u v v e tle rin in e lin e d ü ş m e d e n te b liğ a lla n n a d e v a m c im e k tir.O bu s ıra d a b a h a ra k a d a r b ü y ü k b ir o rd u h a z ırla m a y ı ta s a rla m a k ta d ır. Ş e y h S a id d a h a s o n ra Ş u ş a r ٠ d a n K ani R cş.e d o ğ ru h a re k e t e d e r. K ani R e ş 'd e s a y ılır b ir a ş ire t o la n C ib ra n lıla r a şire ti v e re isle ri K âm il B e y ik a m e t e tm e k te d ir. C ib ra n lıla n n h a tın s a y ılır o lm a la n d in le rin e b a ğ lılık ta k i titiz lik le rin rd c n k a y n a k la n m a k ta d ır d a h a ç o k . a n c a k Ş e y h S a id k ıs a bri s ü re s o n ra k a y ın p e d e rin in b u lu n d u ğ u B in g ö l'e d o ğ ru h a re k e t e d e r. K a y ın p e d e ri M o lla Ş e y h A h m e t Ç a n i'n in o tu rd u ğ u m ın tık a d a n bu k e z k ü ç ü k k a rd e şi A b d u rra h im 'in b u lu n d u ğ u P ira n 'a d o ğ ru y o la ç ık a r. Ş e y h S a id ’in P ira n 'a v a rd ığ ı s ıra d a d a m e v s im k ış m e v s im id ir. Ş u b a t a y ın ın şid d e tli so ğ u ğ u v e g e ç it v e rm e z d a ğ la n n a c ım a s ız e n g e lle ri Ş e y h S a id 'in işin i e p e y c e z o rla ş tırm a k la d ır. Ş e y h S a id y a n ın d a k a rd e ş i
٠ çocuk
ları v e Ş e y h A li s o y u n d a n b a z ı y a r a n la n ile b ilik ic b u o lu m s u z ş a n la rın ü s te s in d e n g e lm e y e ç a lış m a k la d ır. Ş e y h S a id 'in H a re k e ti 1925 y ılın ın Ş u b a t a y ın ın 13. g ü n ü o la n C u m a g ü n ü y e n i b ir m e rh a le y e u la ş ır. B u T a rih le T ü rk iy e C u m h u riy e ii'n in re sm e n ila n ın d a n ü z e r in d e n 16 a y g e ç m iş tir. 13 Ş u b a t C u m a g ü n ü g ü n e ş P ira n K ö y ü 'n ü n s e m a la rın ı a y d ın la tırk e n k a r ş ı d a n k a la b a lık b ir allı k a file s in in k ö y e d o ğ ru g e ld iğ i g ö rü lü r. B u g e le n k a file k ö y d e k i d ü ğ ü n iç in y a k la ş m a k ta d ır k ö y e .K a fılc n in ö n ü n d e b e y a z b ir at ü z e rin d e . 6 0 y a ş ın d a
٠
h e y b e tli, b e m b e y a z s a k a llı, g ö z le ri s ü rm e -
li.y a k ış tk lı. a n g ın ın u c u s a ğ ta ra fın a s a rk ık ü n lü Ş e y h S a id b u lu n m a k ta d ır. T e k b ir s e s le ri s a ra s ın d a k a rş ıla n a n Ş e y h S a id v c b e ra b e rin d e k ile r r>ü y ü k b ir iz z e t v e ik ra m la k ö y e b u y u r e d ilir v e s o fa d a b a ş k ö ş e y e o tu rtu lu r lar. Ş e y h S a id sofracla o tu rm a k ta b u lu n a n y ü z k işi c iv a n n d a k i in sa rü a ra m e m le k e t iç e ris in d e g e liş e n o la y la r k o n u s u n d a b ilg i v e rir. M e d re s e le rin k a p a u lm a s t, d in v c v a k ıf la r n a z ırlığ ın ın k a ld ın lm a s ı. d in i ıc d is in m a a rife
400
c u m h u r iy e t d ö n e m i d in
b a ğ la n m a s ı, g a z e te le r d e b i r ta k ım
İs la m
- DEVLET İLİŞKİLERİ
d ü ş m a n ı m u h a r rir le r in in H z.
P e y g a m b e r ( S .A .V .) ’e d il u z a im a la n g ib i k o n u la r d a k im i ta h lille r y a p a r. B u y ü z d e n ilâ -y ı K e lim itu lla h ’ın y ü k s e ltilm e s i iç in s a m im i g a y r e tle r g ö s te r ilm e s i g e r e k liliğ in e d ik k a tle r i ç e k e r. Ö ğ le v a k tin e d o g m k ö y e o n b e ş e r v e ik i s u b a y d a n m ü te ş e k k il b ir a s k e r i g m p g e lir . O la y ı Ş e y h S a id .d e n d in le y e lim ; " Ö ğ le v a k ti is m in i b ilm e d iğ im
b i r te ğ m e n o d a y a g e ld i v e M e h m e d o ğ lu
A h m c d a d ın d a b ir
m a h k û m u n e v in e o n k a d a r m a h k u m u n s ığ ın d ığ ın ı, b u n l a n n te s lim i iç in t e ş e b b ü s t e b u lu n m a m ı r ic a e tli. H e m e n m a h k û m la r a h a b e r g ö n d e re re k te s lim o l m a l a n n ı is te d im . F a k a t m a h k u m la r ü ç lü b o ş a n m a ü z e rin e a k d e t tik le r i i ç in te s lim o lm a d ıla r . S o n r a d a n d u y d u ğ u m a g ö r e m a h k û m la rd a n s e k iz i iç e r id e n v e ik is i d e d ış a r ıd a n ja n d a r m a la r a a te ş a ç a r a k k a ç m a y ı b a ş a r d ıla r " . B ilin d iğ i g ib i K ü ltle r in g e le n e ğ in d e b ir a ş ir e t r e is in in h im a y e s i n e s ığ m a m a ş ir e t r e is i n e s u r e tte o lu r s a o ls u n k a p ı d ı ş a n e tm e z , h im a y e e tm e y i b i r n a m u s m e s e le s i s a y a r . B u y ü z d e n k ö y ü n a ğ a s ı ja n d a r m a n ın is te ğ in e y a n a ş m a z v e n e t i c e d e a r a l a n n d a ç a tış m a ç ık a r. G e liş m e le r b u m in v a l ü z e r e s e y re d c ıic e n h a lk a r a s ın d a , ja n d a r m a la r ın Ş e y h S a id ’i m u h a s a ra a l ü n a a ld ığ ı y o lu n d a h a b e r l e r y a y ılır. B u n u n ü z e r in e k ö y le r d e n v e d a ğ la r d a n e lin e s ila h ın ı a la n P ir a n 'a d o g m y o la k o y u lu r. B ir ta r a f ta n D iy a rb a k ır m u h a s a r a e d i l i r k e n d i ğ e r ta r a f ta n B in g ö l.d e n Ş e y h le ri Ç a n i v e Ş e y h Ş e rifi K ih lis i y a n l a r ın a a l d ı k l a n s ila h lı a d a m la r la E la z ıg ı k u ş a tır la r. K ıs a b ir s ü r e s o n r a E l a z ı ğ e le g e ç ir ilir . A n c a k h a r e k e t p la n s ız v e p r o g r a m s ız g e liş tiğ i i ç in n a h o ş h a d i s e l e r d e o lu r. H a d is e n in b u ş e k ild e g e liş tiğ in i h a b e r a la n Ş e y h S a id . p l a n s ı z v e p r o g r a m s ız h a r e k e tle r in h e d e f le r in e v a r a m a y a c a ğ ı nı
b ild iğ i iç in ç o k r a h a ts ız o l u r v e h a d is e n in k o n tr o lü n ü n s a ğ la n m a s ın ı.
E l a z ı ğ 'd a k i y a n lış h a r e k e t le r e e n g e l o lu n m a s ım is te r. A n c a k h a d is e is te d i ğ i ş e k il d e g e liş m e z . Ü s te lik D iy a r b a k ır k u ş a tm a s ı d a b a ş a n s ız lık la s o n u ç -
B e k le n m c y e n b i r İ h a n e t K a s ım B e y , H a r b iy e 'd e
okumuş, y ü z b a ş ı r i l t b c s ^ c
ŞEYH SAİD İSYANI DEĞİL. ŞEYH SAlD KIYAMI!
401
U z u n z a m a n d a n b eri Ş e y h 'in h iz m e tin d e o ld u ğ u iç in k im s e k e n d is in d e n ş ü p h e le n m e z ; a n c a k o g iz lid e n g iz ile y e m e rk e z i h ü k ü m e tle irtib a t h a lin d e d ir. B u irtib a t n e tic e s in d e Ş e y h S a id 'in y a k a la ru n a sı iç in k e n d is in e k ilit b ir g ö re v v e rilir. Ş e y h S a id ? İra n 'd a n V a rto 'y a d o ğ ru h a re k e t e ttiğ in d e h e r ta ra fta y o ğ u n b ir k a r y a ğ ışı o ld u ğ u iç in a lla h a re k e t e tm e le ri ç o k z o rla şır. D e re le r v e n e h irle r g e ç it v e rm e z d u ru m d a d ır. K a s ım B ey b u ş a n la r a lu n d a h a re k e t e d ile m e y e c e ğ i b a h a s e n iy le Ş e y h i o y a la m a y a ç a lış ır. B ö lg e d e Ş e y h in b ir m ü d d e t o y a la n m a s ın a m u v a ffa k o lu r. D iğ e r ta ra fta n T .C . a s k e rle ri K a s ım B e y 'lc irtib a tla n n ı s ü rd ü rm e k te v e o n la n la k ib e tm e k te d ir ler. A s k e rle rin y a k la ş tığ ı b ir s ıra d a K a s ım , ç e v re d e h iç k im s e n in b u lu n m a m a s ın d a n d a is tifa d e e d e re k sila h ın ı ani b ir m a n e v ra y la Ş e y h S a id 'c d o ğ ru ltu r v e k e n d is in i te slim e d e c e ğ in i s ö y le r. Ş e y h S a id k e n d i ö z h a n ı m ın ın ö z k a rd e ş in d e n b ö y le b ir ş e y b e k le m e m e k te d ir a m a o la n o lm u ş tu r b ir k e re . M u ş v e V a n o a ra sın d a k i Ç a rb ıv ır b ö lg e s in d e y a k a la n a n Ş e y h S a id D iy a rb a k ır'a g ö tü rü lü r. Ş e y h S a id 'in tu tu k la n m a s ın d a n s o n ra B itlis ’le d a h a ö n c e le ri tu tu k lu b u lu n a n H a lil B e y ile B itlis m e b u s u Y u s u f Z iy a , z a m a n g e ç irilm e d e n id a m e d ilirle r. Ş e y h S a id 'lc b irlik te D iy a rb a k ır'a g e tiri le n le r a ra s ın d a Ş e y h S a id 'e b ağ lı a ş ire t re is le ri, b e y le r v e b ir ç o k a lim d e b u lu n m a k ta d ır. B u n la r iç in D iy a rb a k ır'd a " İs tik la l M a h k e m e le ri" k u ru lu r v e ç o ğ u id a m s e h p a s ın a ç ık a rılır.
İ r a n 'd a n G e le n K a t l i a m H a b e r i Ş e y h S a id ’in y a k a la n m a s ın d a n s o n ra , h a re k e tin y e n id e n s ü rd ü rü lm e ye ç a lış ıld ığ ın a ş a h it o lu y o ru z . Ö z e llik le Ş e y d S a id ’in y a k ın la n m n ö n d e r liğ in i y a p ü ğ ı b irç o k a lim v e a ş ire t r e is in in g a y e s i H a k k â ri v e İra k s ın ın n d a h a re k e ti y e n id e n b a ş la tm a k tır. Ş e y h S a id 'in a k r a b a la n n ın y a n ın d a Z ık ti. H a s e n i v e H a lil H e y d e ra n g ib i a ş e re ile r in b a z ı ş a h s iy e tle ri ta ra fın d a n te ş k il e d ile n b ir g ru p bu g a y e ile y o la k o y u ld u k la n n d a H a y d e ra n a ş ir e ti n in b ir k ıs m a ile ja n d a r m a la r ta r a fın d a n la k ib e d ilirle r. A r a la n n d a b a ş la y a n ç a u ş m a la r İra n s ım n n a k a d a rd e v a m e d e r . İra n s ır u n n d a n iç e ri g ird ik le rin d e Ş a h R ız a ’y a h a b e r g ö n d e rile re k g e le n le rin c e z a la n d ın lm a s ı isle n ir. İra n h u d u d u n a g e ld ik le rin d e k e n d ile rin e g e ç iş iz n i v e r ilir v e H o y şe h rin e k a d a r g ü v e n le g e lirle r. O ra d a n a s k e ri b ir k ış la y a g id e rle r. K ış la d a b u lu n a n k o m u ta n m a s la h a t g e re ğ i s ila h la n n ı te s lim e tm e le rin i is te r v e b a z ı iş le m le r b ittik te n s o n ra d a s ila h la n n k e n d ile rin e g e ri v e rile c e ğ in i b ilm e le ri n i s ö y le r. Ö n c e itira z e d e rle r a m a b a ş k a ç a re le ri o lm a d ığ ı iç in s ö y le n e n i
402
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN ٠DEVLET İLİŞKİLERİ y a p a r la r . Iş ic o a n ö lü m k u s a n m ilr a ly ö z I c r o n la r ın ü z e rin e a le ş y a g d m r . B ir a n d a k ış la in s a n m e z b a h a s ın a d ö n e r. E n a z e lli k işi ş e h id d ü ş e r. K a tle d ile n le r a r a s ın d a Ş e y h S a id 'in k a rd e ş i Ş e y h Z iy a e d d in d e b u lu n m a k ta d ır. K a tlia m d a n k u r tu lm a k iç in k a ç m a y a ç a lış a n la r is e h e m e n tu tu k la n ırla r v e m a l l a n m ü lk le r i k ıs a s ü r e d e y a ğ m a la n ır , la la n e d ilir . T u lu k la n a n la r a ç ve ç ıp la k b ir v a z iy e tte a ltı a y T a h r a n z in d a n la n n d a b e k le tild ik te n s o n ra s e r . b e s t b ır a k ılır la r . K ıs a S ü r e n B ir Ü s tü n lü k Ş e y h S a id e s i r d ü ş m e d e n ö n c e k ıs a s ü re n v e ö n e m li ile rle m e le re s a h n e o la n b i r d ir e n iş ö r n e ğ i v e r d i. D a h a k ıy a m ın d ö r d ü n c ü h a fta s ın d a D iy a r b a k ır ’ı k u ş a ttı. O g ü n e k a d a r s a v a ş ü s tü n lü ğ ü n ü h e p e lin d e tu ttu . D a h a ö n c e P a lu v e E la z ığ 'ı e le g e ç ir m iş , ik i s ü v a ri a la y ın ı d a e s ir a lm ış tı. 7 M a n s a l d m s ı . D iy a r b a k ır 'ın s a v u n m a s ın ı y a p a n M ü rs e l P a ş a ta ra fın d a n g e ri
p ü s k ü r tü ld ü . T o p ç u b ir lik le r i d e k a r ş ı s a ld ın y ı b a ş la tın c a " E m ir-ü l
M ü c a h id in " s ıf a tıy la a n ıla n Ş e y h S a id , k o m u ta s ı a ltın d a k ile re g e ri ç e k il, m c e m r in i v e r d i. G e r i ç e k ilm e d e n s o n r a d a d o k u z u n c u k o lo rd u k u v v c ü c r i ta r a f ın d a n Ş e y h S a i d ’in k u v v e tle r i d a g ıü ld ı. İh a n e tle r Ş e y h S a id 'in k ıy a m ın d a ih a n e tle r in ç o k ö n e m li b i r y e ri v a rd ır. Ş e y h S a id k ıy a m ın ın b u d e n li k ı s a s ü r e d e b a s im lm a s ın m b e lk i d e e n ö n e m li n e d e n i o la r a k ih a n e t h a d is e le r in i g ö s te r m e k g e r e k ir. H e r ş e y d e n ö n c e Ş e y h S a i d 'in y a k a la n m a s ın ın y e g â n e n e d e n i s o n d e r e c e g ü v e n d u y d u ğ u
^£٠- ٠
k e n d i k a y ın b ir a d e r i o la n K a s ım B e y 'in k e n d is in d e n g ö r ü n e r e k ^ y r ^ ığı o y u n d u r . A n c a k Ş e y h S a i d 'in u ğ r a d ığ ı ih a n e t s a d e c e b u d e ğ i l . © m e j ^ l a -
٠r ٠ 2
٠٠
ra k ş u h a d is e y i z ik r e d e b il i r i z : G ü n ü m ü z -d e b ile d o ğ u n u n ö n e m li a ş ir c ü e r in d e n b iri o la n v e Ş e y h S a id 'in k ıy a m ı d ö n e m in d e d c b ü y ü k b i r n ü f u z u b u lu n a n H a y d a r i a ş ir e t i n i n o z a m a n k i re is i H ü s e y in P a ş a y ı H a y d a ri'd ir. ( H ü s e y in P a ş a 'y a p a ş a l ık r ü tb e s in i v e r e n II. A b d u lh a m ii H a n ’d ır.) Ş e y h S a id k ıy a m ın ın e n ö n e m li ş a h s iy e tle r in d e n b iri o la n H a lid B e g i C ib ri 4 0 5 0 j a n d a r m a ta r a f ı n d a n t u tu k la n a r a k B itlis 'e g ö tü r ü ld ü ğ ü z a m a n . H a lıd B e y H ü s e y in P a ş a 'y a b i r m e k t u p g ö n d e r e r e k k e n d is in d e n 4 0 s a n a ltın is te r . A s l ın d a is te d iğ i a l u n d e ğ il 4 0 s a v a ş ç ıd ır . A n c a k H ü s e y in P a ş a . H ؟t
i
B e y ’in k a s ü n ı a n la m a s ın a r a ğ m e n s a d e c e k ır k a l ü n g ö n d e n r . H a lb u k i 4 0 a lü n y e r in e 4 0 a d a m g ö n d e r s e id i b e lk i d c h a r e k e lin s e y ri d e ğ iş e c e k v e
' I
ŞEYH SAİD İSYANI DEĞİL. ŞEYH SAlD KIYAMII
403
b u g ü n İçin d e y a ş a d ığ ım ız s ta tü d e n d a h a b a ş k a b ir s ta tü ile k a rş ıla ş a b ile c e k tik . A n c a k H ü s e y in B e y in bu tu tu m u Ş e y h S a id K ıy u m ı'n ın a ld ığ ı en d e rin y a ra la rd a n b iri o la ra k k ıy a m ın ta rih in d e y e rin i a lm a k ta d ır. Y a p ıla n a ra ş tırm a la r g ö s te riy o r ki Ş e y h S a id 'in k en d i y a k ın la rın ın v e y a k e n d i b ö l. g e s in d e k i in s a n la n n ih a n e tle rin e u ğ ra m a s ın ın d e ğ iş ik n e d e n le ri v ar. B a z ı. la n k o r k u la n n d a n b ö y le b ir tu tu m ta k ın ırk e n b a z ıla n d a m a d d i m e n fa a t y ü z ü n d e n b u y o la b a ş v u m ıu ş la rd ır. A n c a k ay n ı a ra ş tırm a la r g ö s te n y o r ki m a d d i m e n fa a t iç in ih a n e ti g ö z e a la n la r d a g a y e le rin e u la ş a m a m ış , h a tta b ir k ısm ı s ü rg ü n e b ile g ö n d e rilm iş . Y e n i d e v le t ta ra fın d a n o n la rd a c e z a la n d ın lm ış u r.
S ü r g ü n l e r v e C e z a la r (!) Ş e y h S a id 'in y a k a la n ıp , id am e d ilm e s in d e n s o n ra ask e ri b irlik le r b ü ٠ y ü k o p e ra s y o n la r d ü z e n le rle r. Ş e y h S a id 'le b irlik te ç a lış a n la n n ç o ğ u bu o p e ra s y o n la rd a h a y a tla rın ı k a y b e d e rle r. B ö lg e d e o p e ra s y o n y a p a n a s k e r le re g e n iş y e tk ile r v e rild iğ i iç in y ö re h a lk ı b ü y ü k b ir b a sk ı ile k a rşı k a rş ı ya k a lır v e ş a h id o lu n a n , y a ş a n a n h a d is e le r h a lk ın ta m a n la m ıy lc " s in m e sin e " n e d e n o lu r. H a le n y ö re h a lk ın ın y a şlı k u ş a ğ ı b ü y ü k b ir k o rk u ile söz e u n e k te d ir a s k e rd e n v e ja n d a rm a d a n . Ş e y h S a id 'in a k r a b a la n n d a n k a d ın , ç o c u k v e y a ş lıla r d ış ın d a k ile r y a tu tu k la n m ış , y a d a d e ğ iş ik y e rle re d a ğ ıl m ış o ld u k la rı iç in k a la n la r, d a ğ la rd a g iz le n m e k ih tiy a c ı d u y a rla r. B u s a ٠ h ip s iz v e k im s e s iz le r g iz le n d ik le ri y e rle rd e n to p la n ıp tu tu k la n d ık ta n s o n ra b a tıy a s ü rg ü n e d ilirle r. M ila s o n la n n s ü rg ü n y e ri o la ra k s e ç ilir. E g e D e n iz i'n in k e n a n n d a g e ç ird ik le ri b e ş (5 ) y ıllık s ü rg ü n h a y a tın d a n so n ra a ffe d ilirle r. B u s ıra d a Ş e y h S a id 'in B a ğ d a t'ta k i o ğ lu Ş e y h A li R ız a E fen d i v e s ü rg ü n d e k ile r g e ri d ö n m ü ş le rd ir. A ra d a n b e ş s e n e g e ç tik te n s o n ra y e n id e n s ü rg ü n e d ild ile r. 1 9 3 5 -3 6 y ıU a n n d a B u lg a r is ta n s ın ın n d a k i ıss ız b ir k ö y . o n la n n ja n d a r m a la r n e z a re tin d e k i y e n i s ü rg ü n b ö lg e s i o la ra k se ç ild i. B u ra d a 13 y ıl k a ld ık ta n s o n ra 1947 y ılın d a m e c b u ri is k â n z o n m Iu lu ğ u n a d a ir k a n u n u n la ğ v e d ilm e s iy le b irlik le g ö z le ri k o rk u tu lm u ş b ir v a z iy e tte y e n id e n y u n la n n a d ö n m e le rin e iz in v e rild i. A n c a k e l k o n a n m a iv a rlık la n n d a n h e rh a n g i b ir k ısm ı b ile ia d e e d ilm e d i k e n d ile rin e . H e r k ıs a d ö n e m s o n u n d a T ü r k iy e 'n in g ird iğ i siy a si b u n a lım d a n Ş e y h S a id a ile si m u tla k a n a s ib in i a ld ı v e h a le n d e a lm a y a d e v a m e d iy o r. K im i a ra ş tırm a c ıla r is y a n d a n s o n ra y ö re d e g e rç e k le ş tirile n ta ra m a la r s o n u c u 3 0 .0 0 0 (o ıu z b in ) in s a n ın c a n ın a k a s te d ild iğ in i s ö y lü y o ria r. Ş e y h S a id 'in to ru n u M u h a ra m e d
١^
404
CUMHURİYET DÖNEMİ DİN
DE:VLET İLİŞKİLERİ
٠
K a s ım F ıra t. Ş e y h S a id 'in k a tib i o la n F e h m i B ila l'in b u s ü r e iç e ris in d e
٠^
s e k s e n b in in s a n ın ö ld ü r ü ld ü ğ ü n ü s ö y le d iğ in i b e lirtiy o r . E s k i is m i D a ra h in i o la n G e n ç ilç e s in d e Z ık ti a ş ir e tin in to p lu m c z a r la n n ın h a le n d u r d u ğ u n u d a b e l i r t i y o r K a s ım F ır a t. G ü n ü m ü z d e y a ş a y a n c a n lı ş a h itle r is e e v le r e to p la n a r a k d ir i d ir i y a k ıla n g ü ç s ü z ç o c u k v e k a d ın la rd a n , d in a m itle rle p a r ç a la n a n s u ç s u z in s a n la r d a n , a ğ a ç la r ın a r a s ın d a g iz le n m e y e ç a lış ır la r k e n ü z e r le r in e b e n z in d ö k ü le r e k a te ş e v e r ile n k a d ın la r d a n s ö z e d iy o rla r. Ş e y h S a id k ıy a m ı g e r ç e k b i r h a lk h a r e k e li o ld u ğ u iç in k ıy a m b a s tın ld ık ta n s o n r a c e z a y ı ç e k e n d e m ü s lü m a n h a lk o ld u .____________________________ Ş e y h S a id v e a r k a d a ş l a n n ı y a r g ıla y a r a k id a m a m a h k u m e d e n D iy a r b a k ı r İ s tik la l M a h k e m e s i 'n i n k a r a r l a n n ı n m e c lis ç e o n a y la n m a g e re ğ i g ö r ü lm e d e n i n f a z ile s o n u ç la n d ın im a s ı b ile u y g u la n a n h u k u k u n Ş e y h S a id k ı y a m ı n a ö z g ü o l a r a k ö z e llik le a c ım a s ız v e a d a le ts iz o ld u ğ u n u g ö s te r m e si a ç ıs ın d a n d i k k a t ç e k ic id ir . H a lb u k i b u d ö n e m d e A n k a r a İs tik la l M a h k e m e s i n i n id a m
k a r a r l a n n ı n M e c lis ta r a f ın d a n o n a y la n m a s ı m e c b u r iy e ü
v a r d ı. A m a a y m m e c b u r iy e t Ş e y h S a id v e a r k a d a ş la n iç in v e r ile n id a m k a r a r l a n n d a k e y f i b i r b i ç i m d e k a l d ın la b iliy o r d u p e k â la iş te b ir b a ş k a z u l m ü n h i k a y e s i d i r b u a n la td a n la r . Ü s te lik y a ş a n m ış b ir h i k a y e ...
I"
-٠٠٠
ARA EK-IV KAZIM KARABEKIR PAŞA TERAKKİPERVER CUMHURİYET FIRKASI VE İSTİKLAL MAHKEMELERİ'NİN DURUMU
1 .
KÂZIM KARABEKİR PAŞA, TERAKKİPERVER CUMHURİYET FİRKASI VE İSTİKLAL m a h k e m e l e r in in d u r u m u
İs tik la l h a rb in d e k i e ş s iz k a h ra m a n lığ ın a ra ğ m e n , z a m a n la d in d e v le t ilişk ile rin d e k i g e liş m e le r s e b e b iy le y ö n e tim c e s ım rta n ım a z h a k s ız lık la ra u ğ ra y a n la rd a n b iris i d c K a z ım K a ra b e k ir P a ş a o lm u ş tu . K a z ım K a ra b e k ir P a ş a .n ın , g e r e k T e ra k k ip e rv e r C u m h u riy e t F ırk a s ı'n d a . g e re k s e İz m ir S u ik a s tı v e a s k e riy e iç e ris in d e u ğ ra d ığ ı h a k s ız lık la ra u ğ ra y a n C u m h u riy e t d ö n e m i iç e ris in d e b ir b a ş k a ü s t k a d e m e y ö n e tic is i o lm a m ış tır. Ö y le k i b a ş m a g e ç tiğ i T p C F 'n in a n a tü z ü ğ ü n d e ,
lara hürmetkâr"
"dinsel dürünce ve inanç
ifa d e s i b u lu n d u d iy e p a rtis i k a p a tıla n K a z ım K a ra b e k ir P a şa ,
h iç a la k a s ı v e ilg is i o lm a d ığ ı h a ld e İ z m ir S u ik a s tın d a d a ö lü m le y a rg ıla n m ış tı. Y ö n e tim le K a z ım K a r a b e k ir a ra s ın d a k i a n la ş m a z lığ ın d in v e d in i d e ğ e r le n d irm e a ç ıs ın d a n k a y n a k la n d ığ ın ı b u g ü n a rtık h e r k e s k a b u l e u n e k ie d ir. H a n a A m e rik a b y a z a r M . P h illip s P ric e .
"A History of Turkey "
is im li e s e rin d e bu
fa rk lılık ta n d o la y ı y ö n e tim in b a ş ın d a k i in s a n ın , s a d e c e K a z ım K a ra b c k ir.e k arşı d e ğ il, b ü tü n d in d a r k e s im le re k a rş ı tira n la ş tığ ın a iş a re t e tm e k te d ir, (s. 134) B iz K a z ım K a ra b e k ir P a ş a ’ru n h e m T p C F . h e m İz m ir S u ik a s ü v e h e m de İs tik la l M a h k e m e le rin d e u ğ ra d ığ ı h a k s ız lık la n g ö s te rm e s i a ç ıs ın d a n v e h e m d c M . P h illip s P ric c .ın d e y im iy le d c
"tiranlanmış yönetim"
in c u m h u riy e t d ö n e m i
u y g u la m a la n n ı a y d ın la tm a s ı a ç ıs ın d a n , İ s ta n b u l'd a y a y ım la n a n h u k u k a ğ ırlık b " T e k l i r d e rg is in in K a z ım K a ra b e k ir P a ş a 'n ın d a m a d ı P ro f. D r. F a r u k O z e re n g in B c y 'lc y a p tığ ı ç o k ö n e m li b ir rö p o rta jı b u ra y a a y n e n a lm a k is te d ik .
Teklif dergisinin 6. sayısında (1987) yayınlanan sözkonusu röportaj döne min tüm haksızîıklanna da ışık tutar mahiyettedir. T a b i k o n u ş a n v e ta rih i d e ğ e rle n d ir e n k iş in in K a ra b e k ir P a ş a 'n ın kazı E m e l h a n ım e fe n d i ile e v le n m iş b iri o lm a s ı, y a n i K a z ım K a ra b e k ir P a ş a .n ın d a m a d ı o l m a s ı. k o n u ş m a y ı " ta rih i" k ıla n h u s u s la rd a n b iri y a p m ış tır.
408
CUMHURİYET DÖNEMİ DlN ٠ DEVLET İLİŞKİLERİ İ ş te P r o f . D r. F a r u k Ö z e r e n g in B e y k o n u ş u y o r:
Soru: Siz Kazım Karabekir Pa§a*nın damadısınız. Paşa hakkında en geniş malumata, belgelere sahipsiniz. İnkılap tarihi kitaplarında Kazım Karabekir ve arkadaşlarının kurmuş olduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası için doğrudan doğruya inkılaplara karşı kurulmuş bir parti olarak bahsediliyor. Bu partinin kurulmasını çekemeyenler de vardır. Demokrasi yolunda ilerleyen yeni Türkiyeğnin, Cunluriyet Halk FırkasTnın karşısına Terakkiperver Cumhuriyet Fırka• sı'nın kırulmasına gerek var mıydı, diye kitaplarda yazıyor. Demokrasiyi tek particiliğe oturtma düşüncesi ne ile açıklanabilir; Çünkü bu parti halkın tasvi bini de ele almıştı. Bu konuda neler diyeceksiniz? P r o f . D r , F a r u k Ö Z E R E N G İ N : B u k o n u d a ç o k ş e y s ö y le y e b ilir im T ü r k iy e İ s t i k l a l H a r b in i k a z a n d ık d a n s o n r a M . K e m a l P a ş a 'n ın e tr a f ın d a b u h a rp ta e m e ğ i o l m a y a n b ü y ü k b i r d a lk a v u k k itle s i to p la n d ı. B u n la r A n k a r a ’d a b ü y ü k b ir d a l k a v u k l u k l a M . K e m a l P a ş a 'y ı g ö k le r e ç ı k a n c ı b ir h a r e k e le g e ç tile r. A p a ş ik a r g ö r ü l ü y o r k i v e g ü n ü n b ir in d e d e n e ş r iy a tı ç ık ın c a g ö r ü le c e k k i. d e v le t b e lg e le ri a ç ılır s a , t a r i h ç i l e r b u n a e ğ ilir s e g ö r ü le c e k ti r k i. M . K e m a l P a ş a , b ü tü n ik tid a n a v u c u n d a t o p la y a b ilm e k . P a d iş a h lığ ı a tm a k , k e n d is i h e m B ü y ü k M ille t M e c lis i. R e is i, h e m b a ş k a n , h e m n a l i f e o lm a k s u r e tiy le , b ü tü n g ü c ü e lin d e to p la m a h a r e k e lin e g i r i ş m iş tir . B u n u n ü z e r in e İ s tik la l H a r b in i y a p m ış o la n b e lli b a ş lı k iş ile r, b u k a d a r a ş m l ı g ı d o ğ r u b u l m a d ı k l a n iç in , b u n u f r e n le m e k iç in M u s ta f a K e m a l'e k a r ş ı d u r m a y a b a ş la d ıla r . K e z a m e c lis te d e ilk m u h a le f e tle r ik in c i g ru p a d ıy la b u ş e k il d e ç ı k ü . D a h a s o n r a b ir d e n b ir e f ik i r l e r d e ğ iş ti. H ila f e t m e s e le s i o lm a y ın c a . K e m a l P a ş a b ü y ü k b i r y ı l d ı n m h ız ıy la , b ir g e c e y a n s ı h a life y i b ir a ra b a y a b in d ir ip g ö n d e r m e k s u r e tiy le o f ik ir d e n v a z g e ç ti.B u s e f e r d e la is iz m v e a ş ın d in d ü ş m a n l ı ğ ı ş e k li n d e b i r c e r e y a n A n k a r a ’d a d o ğ d u . B u b ü y ü k z ik z a k la r , i le n g e ri g id iş le r , k a r a r s ı z l ık l a r , b i r g r u p in s a n : b i z k e n d i ö z k ü ltü r ü m ü z ü m u h a f a z a e d e re k g e l i ş e l i m f ik r iy le b u g r u p ta n u z a k l a ş m a y a b a ş la d ı. M e c lis d ış ı m u h a le f e t, arü k b i r n a z ı m - n iz a m k o y a n - ro lü o y n a m a k iç in b ir p a n i k u r m a f ı k n o r ta y a ç ık ü . V e o t a r ih t e d e T e r a k k i p e r v e r C u m h u r i y e t F ır k a s ı k u m id u . B u n u n b ir m a d d e s i ne de.
^Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası dine hürmetkârdıF*
d e r. T a r ih te de
T ü r k i y e A n a y a s a s ı n d a . 'T ü r k d c v l e ü n i n d in i İ s lâ m ’d ır" y a z ılıd ır . Y a n i d e v le tin d in i İ s l â m 'd ı r . A n a y a s a d a y a z ı l ı d ı r b u . B iz im k ile r in p a r tis i T e r a k k ip e r v e r C u m h u r iy e t F ı r k a s ı , ö l e k i i c r i n i n p a r tis i H a lk F ır k a s ı id i. B u n u n ü z e r in e o n l a r d a C ı u n h u r i y c i H a lk F ır k a s ı a d ın ı a ld ıla r .
KÂZIM KARABEKİR PAŞA VE İSTİKLAL MAHKEMELERİ
409
T e ra k k ip e rv e r C u m h u riy e t F ırk a sı k u r u c u la n n d a n C a f e r T a y y a r P a şa 'ru n b iz z a t b a n a a n la ttığ ı g ib i. " B iz ik tid a r h ırsı d ü ş ü n e n in s a n la r d e ğ ild ik . B iz b ir d e n g e u n su ru o lm a k isliy o rd u k . V e A m e rik a n lib e ra liz m in i e s a s a lm ış ü k O n d a d a d in e h ü rm e ik â rd ık . D e v le t k a p ita liz m in i d e ğ il. A m e rik a n lib e ra liz m in i e sa s a lm ış ü k . V e b u n u n iç in bu p a rtiy i k u rd u k . F a k a t b u p a rti b ird e n b ire b ü y ü k ra ğ b e t g ö rd ü . B u n u h iç s ö y le m iy o rla r v e s e ç im le ri k a z a n m a ih tim a li b ü y ü k ç a p ta b e lird i. B u n u n ü z e rin e D o ğ u ’d a b ü tü n İstik la l h a rb i s ıra s ın d a h iç b ir is y a n ç ık m a m ış k e n . n a s ıl o ld u y s a o ld u . D o ğ u ’d a is y a n a y ö n e lik k ıp ırtıla r b a ş la d ı. B u n u d a h iliy e V e k â le ti b ild iğ i h a ld e , g e re k liğ in d e te d b irle r a lın m a m a k s u re liy le is y a n a (Ş e y h S a it İsy a n ı) d ö n ü ş tü . B u n u n ü z e rin h a lk p a rtis i d e
"Takrir-i Sükun'*
kanu
n u ç ık a rd ı, g a y e t s e n b ir k a n u n . V e o k a n u n ç ık tığ ı g ü n . m e c lisi d e la ıilc s o k tu . O ta rih le b a ş v e k il o la n F e th i B c y ١H a lk P a rtis i’n in y a p tığ ı c e b e rru ü u ğ u n a le y h i n e idi v c istifa e lli. İs m e t P a ş a B a ş v e k illiğ e g e lir g e lm e z , ilk iş T a k rir-i S ü k u n k a n u n u ç ık a rd ı v c m e c lis te k i b ü tü n g a y re tle re ra ğ m e n , m e c lis i o g ü n tatil ila n e tli. M e c lis z a b ılla n n ı ç ık a n r la r s a g ö rü rle r. T a k rir-i S ü k u n k a ra rla rın a d a y a n a ra k d a b u p a rtiy i fe s h e ttile r. B u n la n n d e m o k ra s iy le , ş u n la b u n la a la k a sı y o k tu r. B u a d a m la r ik iid a n c ic g e ç irm iş le r v c d ile d ik le ri g ib i h e rş e y i y a p m a s e v d a s ın d a o la n in s a n la rd ı. N e y a p a c a k la n n ı d a d o ğ ru d ü rü s t b ilm iy o rla rd ı. K im isi k o m ü n is t o la lım p e ş in d e y d i, k im is i d in d a r o la lım p e ş in d e y d i, k im is i b ilm e m n e y in p e ş in d e idi. S o n u n d a ta b ii bu g ü ç lü g u ru p . L a ik lik n a m ı a lu n d a d in d ü ş m a n lığ ın a v e d ik ta tö rlü ğ e y ü rü d ü . İ s lâ m î C u m h u riy e tti a m a . y ö n e tim ta m a n la m ıy la d ik ta tö rd ü . T a m d ik ta tö rlü k tü . B ilin d iğ i g ib i, s o n ra d a d ik ta tö rlü ğ ü n g e re ğ i h e r ş e y y a p tıla r.
Bu Partiyi kurdurtan Atatürk müydü? H a y ır p a rtiy i k u rd u rta n A ta tü rk d e ğ ild i. A ta tü r k 'ü n k u rd u ğ u S e rb e s t C u m h u riy e t F ıık a s ı'd ır. O n u d a n ışık lı d ö ğ ü ş o la ra k k u rm u ş la rd ır. Y a n i b ir d e n e m e y a p m a k iç in , k a rş ım ız d a b ir m u h a le fe t v a r d a . d ış a n y a d e m o k ra s i v a r d iy e g ö s te riş y a p m a k iç in k u ru lm u ş tu r. F a k a t T p C F b ö y le d e ğ ild ir. O n la r ta m a m e n , bu g n ıp K a z ım K a ra b e k ir P a ş a . A li F u a t P a ş a -g e ç e n g ü n C e m a l K u ta y 'ın d ed iğ i g ib i- b u n la r iç in d e b ir te k A ta tü rk bu ta ra fta . H e p s i, b ü tü n p a ş a la r T e ra k k ip e rv e r F ırk a 'd a d ır. B u a d a m la r b u k a d a r k ö tü m ü y d ü . İs tik la l h a rb in i y a p a n , A ta tü rk 'ü b a ş a g e ç ire n , m e m le k e ti k u rta ra n b u a d a m la r b u k a d a r b e rb a t a d a m la r m ıy d ı? K a z ım K a ra b c k irlc r, A li F u a ıla r. A li İh s a n la r, ş u n la r, b u n la r.. H e p si v a ta n s e v e r, h e p s i d ü rü s t in s a n la r, a ş ırılığ a k arşı ç ık a n in s a n la rd ır. K a ra b e k ir P a ş a z a te n söy le r ; " B iz te k a m ü l e s a s ım k a b u l e tm iş tik . B ir to p lu m a y o l g ö s te rirs in , a y d ın la n rs m . o to p lu m k e n d iliğ in d e n te k â m ü l e d e r. A m a to p lu m u z o rla , b a sk ı a lım d a b ir y e re g ö tü re m e z s in , te k ra r d ire n ir N ite k im , -b u b a s k ıla r y a v a ş y a v a ş . II. C ih a n
410
c u m h u r iy e t
DÖNEMİ DlN " DEVIET İLİŞKİLERİ
Harbi geldi. 46 seçimleri, 50 seçimleri, baskılan Ortadan kalk١nca birden bire bir keşmeke ؟İçine düşlük, kam akanşjk olduk, ne yapacagım١zj şakırdık. İşle onun İçin de çeşidi cereyanlar, akimlar kavgalar yıllar yılı sUriip gidiyor. H ocam , ^ﺀ ^ﺀارbağlantılı bir soru sormak istiyorum. Terakkiperver CumKufiyei Fırkası İçine ajanların sızdığını resmi iarib kilapları belirliyor. Bu do٤٠ ru m â r , doğruysa, bunların etkinlikleri nelerdir? T e r a k k l ۴ ^ e r C u m h u r i y e t F ı ^ a s ı . n ı n ta r ih in i k e s in o la r a k b ilm iy o ru m . K ıs a b i r sU re o ld u , o n d a n s o n r a d a d a g m ld ı. A m a b u g ib i h a lle rd e y ü z d e d o k s a n d o k u z ih tim a lle , g e n e llik le p a r tiy e a ja n s o k u lu r . N ite k im İ z m ir s u ik a s ti b u n u n g ü z e l b i r m is a lid ir .
Hocam, h m ir Suikasti ile T e r iip e r v e r Cumhuriyat Fırkasının kuruluşu ve kapatılışı a r a s ı â herhangi bir bağ var mıdır, açıklar mısınız? T a m a m e n b a g v a r . Ç ü n k ü T e r a k k l ۴ rt ﺛﻢe r F ır k a y a , e s k i ittih a tç ıla r d a g ir . m e y e b a ş la d ı. H a tta ş im d i o ld u g u g ib i te ş k ila tın te ۴ s in d e k ile r . b u n a h a k im o la m a z h a le g e ld ile r . H a t i f l e r i o l m a d a n e s k id e n h o ş la n m a d ık ta n , Itlih a d T e ra k k i c l c m a n l a n n ı n 0 p a r tiy e g ir d ig i o ld u . F a k a t a s lın d a d e d ig e m g ib i, T e r ٠ i ۴ ^ c r F ır k a k a p a h i d ı , Ş e y h S a id İs y a n ı b a h a n e e d ild i v e J z m ir S u ik a s ti o y u n u o y n a n d ı. V e
ئm
i r S u ik a s ti o j ^ n u n d ^ r i e s a s n o k ta a rtjk m u h a lif le r e ta m a m e n s ö z h a k .
k ın ı d a k a l d ı m a k , g e r e k i y o r e a y o k e f e k t i . B u n u n İç in T ^ r i r - Î S ü k u n ka.nunu k o n d u , i s t i k l a l m a h k e m e le r i t e ş k il e d ild i. Ş im d i s iz e b ild iğ im k a d a n y la İz m ir S u ik a s ti h ik a y e s in i a n la ta y ım . Z i y a H u r ç it is m in d e 0 ta r ih te L a z is ta n m e b u s u o la n b i r z a t v ؛r. M . K e ؟al P a ş a 'y a M ü th iş d ü ş m a n . H a tla o n u ö ld ü m e .k İç in fırs a t a n y ؟r. K a b ؛d a y ı b ir a d ı m ı s . V e b u n u n a k il f ik r i M . K e m a l P a ş a 'y ı b ir y e r d e .ie m iz le m e k . B u d u y u ^ lu y o r . M e c l is t e k a r a ta h r a y a b ile y a z ılm ı ؟.
kendi tapar"
"Bir millet ki putunu kendi yapar
d iy e ., t a h t a y a y a z m ı ؛a d a m . D o la y ıs ıy la b u n u n ., ş u n la b u n la tema.S:
İ ^ n f a l a ^ g . z a l t m a a lın n i a y a b a ş la n ıy o r , h a r e k e tle r i a d ı m a d ı m M
i
؛ﺀﻻﻟﺲ:اا؛:
:
٧ﺀ
K C ^ a l . ^ a ş a 'y a Z i y a H u r ş it'in b i r s u ik a s t te r tip le y e c e ğ i m e y d a n a ؟k 'y o r :
_^ﺛﺴﻠﻐﻲ د ي٧ ﻟﻪ
1 ! ! ا ه٠„
ا س: "' ا ﻫ ﻊ
! ؛' ؛
;
y .r .f r
٥
١'٢ ؛ ه؛دr s a ٥n ٥E٥fc"E d'ı٠٠' d '
ةﻗ ﺔ ﺣ ﺤ ﺶ:ﺗﺘ ﺔ
n y O rla r. O n d a n s o n r a s u i k a s t I c jf ip lc r i b a ş lıy o r .
Bclirli kişUcr. A rdcara^ayapr.yorlar. Aylar s ü r i i y o r . : n r a b : y . : ^ :
İzmir'e
g lc c k
f i l ^ k ı E v ^ n o ra d a n g eçe rk e n , o rd a n
KÂZIM K A J^E K İR PAŞA VE İSTİKLAL MAHKEMELERİ
411
filan yere gidecek diye program yapılmış. Bunu böyle haber alınca Ziya Hurşii ve hempalan, hemen suikast yapmak üzere bombalı silahlı adamlan getirip bir otele koyuyorlar. Hedefleri Mustafa Kemal'i motorlarla kaçıracaklar. Aslında bu olayın hepsini hükümet biliyor. San Efe Edip vasıtasıyla olayı günü gününe ta kip ediyorlar ve tertipten haberleri var. Ama Ziya Hurşit'in yaptığı hakiki sui kast. Bunu teşvik ediyorlar yapsın diye. Sözüm ona motorcu ihbar etti diye vali lik haberdar oluyor. Halbuki valilik çoktan haberdar. Nitekim. M. Kemal Paşa'da; gelirken, ani olarak yolu değiştiriyor, suikast yapılacak mahalden uzak laşıp gidiyor. Dolayısıyla bu ihbara dayanılarak -sözüm ona- baskın yapılıyor. Adamlar silahlanyla. bombalanyla yakalanıyor. Suikast tamamen vaki. Bunun üzerine San Efe Edip verdiği ifadelerde temizlenmesi gerekenlerin hepsini bulaştmyor. Falan da vardı, filan da vardı. O onla konuşmuştu... Ve yıldmm hı zıyla Kazım Karabekir Paşa dahil. Ali Fuat Paşa dahil, Rauf Orbay dahil. Ata türk'ün en yakın arkadaşlan dahil, bunlar muhalefete giriştiler diye bunlann hepsi suikast ile ilgilidir diye tevkif edilip İzmir’de hapse tıkılıyor. Bu işleri ta mamladıktan sonra San Efe Edip -sözüm ona- suçlu gibi kendisini gösteriyor. Mahkeme heyeti bu işleri bitirdikten sonra karar veriyor. Karar: İDAM. San Efe Edip'i konuşturmamak için mahkemece idam ediyorlar. Adam ciyak ciyak bagınyor, bütün komplololan anlatıyor. Onun bağırtılannı niye yazmıyorlar. "Beni Mustafa Kemal'e götürün, ne yapıyorsunuz, beni bunun için mi çalışurdınız?" diye. Bağına bağına adamı götürüp asular ki. ilerde konuşmasın diye. İz mir suikasünin hikâyesi budur. Sonra da bir grup silahlanmış subay sayesinde Paşalan asamadılar. Onu da çok iyi biliyoruz. M. Kemal Paşa Çeşme'ye çekili yor. Fahrelin Altay vasıtasıyla mütemadiyen haberleşiyor. Bir an evvel bunlan da temizlemek istiyor. Fakat mahkeme bir türlü karar veremiyor. Bunun üzerine silahlı subaylar var çekin subaylan diyorlar, orduya emir veriyorlar, tatbikat ya pılacaktır. Çeşme'ye gelin. Ordu, askerler Çeşme'ye çekiliyor. Fakat büyük bir grup subay çekilmiyor. Orduya isyan ediyorlar. Şuna karar veriyorlar. Eğer Pa şalara idam hükmü çıkarsa mahkeme hcycüni icmizliyeccklcr. Meşhur üç Ali'yi ve ondan sonra da komuianlannı dışan çıkaracaklar ve isyanı başlatacak lar. Rauf Orbay o sırada yun dışında olduğu için 10 yıla mahkum etiler. Ada mın hiçbir suçu yokken 10 yıllık bir ceza. Bilmem anlatabiliyor muyum dikta törlüğü. T e r a k k i p e r v e r f ır k a y a h a l k g ü v e n m e y e b a ş l a y ı n c a . H a l k f ır k a s ı ü r k t ü , s e ç i m y o l u y l a i k t i d a n k a y b e d e c e k l e r i n i a n l a y ı n c a iş i z o r t) a l ığ a d ö k t ü l e r .
412
c u m h u r iy e t d ö n e m !
D ٤N - D E ^ E T !L!ŞKILERI
DaJıa s.nda devir degişii. af kanunu ؟ıkn. Kara^kir Paşa.ya gel dediler h a^ r dedi. Ben suçsuzum, l^ni yeni başlan mahkum edin, bunu isliyomm. Bu. nun üzerine 0 devirdeki başvekil Refik Saydam imzasıyla hükümet bir teblig neşretti burada da yapılan haksızlığı resmen itiraf ettiler. ؟Ikanlan af kanunlan muvacehesinde yeniden muhakemesi mümkün göriilmekle ^ r a ^ r eger muhakeme edilseydi, icraat edecekleri muhakkaktı. Yani mahkemede haksiz karar vemişlerdi. Ben de onun İçin derim ki. tarihçilerimiz bir tarih mahkemesi kura, rarak Jzmir suikastini bu^in larihen yeniden mahkeme etmeliler. Bunu Avrepalılar yapıyorlar. Demokrasi odur. Şu anda reisicumhur olan Kurt Yeldheim'e vaktiyle. Nazi miydi dcgilmiydi diye, tarih mahkemesi kurarak araştınna yapıyorlar. Adam reisicumhur, bizde olsa adamı hemen alıverirler. T e ra k k i^ ^ r Fırka'nın durttmu budur. Yaşatmaya zaten İmkân veımemişlerdir. Ondan sonra asngı astık k e sti, kestik devri başlamıştır. Tek Parti ve Tek Şeflik devri.
٠
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kuranlar Kazım Karabekir P ş ٠Ali Fuat Paş ٥٠ daha sonra R auf Orbay ١ Refet Bele. Adnan Adıvar.da kattidt. inktlap Tarihi kitaplarında bu partinin etkinliğinin birbirini tutmuyor oldugu yazılı, bu ne derece doğrudur? Zaten bu partinin yaşamasına mUsade e d i^ e d i ki e ^ n lig i anlaşılsın. Ama son bir misal söyliyeyim. Refik Koraltanln hanımı ile TY de mülakat yap. ular. Bir iki sene e w e l dikkatli ^leyicder farkına vamışlardır. Orda diyor Ko. cam Ankara da çok meşguldü. B ^ ı geceler hiç göremezdim. Çünkü 0 Sirada se^ ؟imler yaklaşıyordu. Ve Tcrakki۴ ^ c r Fırka'nın k a z ^ a ihtimali çok kuvveüi diyoriaTdı. Kocam da uğraşıp durtiyordu sabahlara k٠adar''_ diye söz ؛tıi kadın. sUndan da anlaşılıyor ki. miUct T c ^ i ^ ^ c r Fırkaya y e n m e y e başlamıştı ve Hidk ^ r tis i bundan ürktü. Jktidan ele geçim ış olanlar, seçimler yoluyla kaybedeceklerini anla^^ca. İŞİ zorb^ıga döktüler. 0 Sirada. az miktarda o l ^ r a e ^ s adedinden f a y d ^ ^ t ^ ^ T a tir-iS ü k u n K anunum çıkarttınlıliar. MecliM ia iılc tu n jiic r. T c r ^ k İ F e r Fırkayı kapatıp ileri gelenlerini de piçleri yettigince i d i c ^ le r Bunun İçin de millete hiç bir şey s o m a d ıl^ HiKom. Kazım K arabdir ve a r k â ş l û r ı tutuklanmıştı. T ğ i r ; i Sükun konum çıkiı istiklal â k e m d e n k u r u l Bu tu tâ n m a la r ile ilgili bir kat;
olay veya hatıradan bahseder misiniz?
KÂZIM K A R A B E K İR PA ŞA V E İSTİK LA L M A H K E M E L E R İ
413
İdam karan vermişler, vakit geç olmuş, kalsın demişler, yann yapalım bu işi. Son anda bir vesileyle adamın suçsuzluğu meydana çıkmış. Hana mahkeme he yetinden biri "Yahu demiş az kalsın, yanlış adamı asıveriyorduk." Bunlar olmuş vakalardır. Düşünün artık, sîzler İstiklal Mahkemelerinin ne zulüm mahkemele ri olduğunu!.. Vicdanlılar da varmış demek ki! Asacakü da assa umrunda değil! O meşhur üç Aliler. Üç Ali'nin biri Kılıç Ali'dir, biri Kel Ali. biri de Necip Ali. Necip Ali’ye Bakkal Ali de derlerdi. İs tiklal mahkemesi hukuktan, hiçbir şey anlamayan, hukuk nedir bilmeyen, sani yede karar veren, iki üç iane ihtilalcinin elinde idi. Bir dakka size birşcy göste receğim. (Doktor Şükrü Tan’ın tarih kolicksiyonundan. İzmir İstiklal Mahkemesi duruşmasını ve idam edilen insanlann foıoğraflannı inceliyomz...) Fotoğraflar kim tarafından çekilmiş? Vaktiyle çekilmiş, tabii hükümet tarafından. Bu yazılar ? İdamlıkların önünde asılı olan tabelalar? İdam kararlan. İdam kararlan böyle bir levhaya yazlır. göğsüne asılır, öy le idam ederlerdi. Eskiden sokaklarda asarlardı. Ben de bir iki idam gördüm. Halkın tepkisi ne olurdu? Halkın tepkisi mi? Sinemaya gider gibi olurdu. İnanılır şey degü. Gazoz cular. simitçiler toplanır, kahkaha atarlar. Adamı orada asarlardı. Kalabalığı böyle toplarlardı. Üç tane idam gördüm. Hepsinde de bu koıkunç manzara var dı. İstiklal Mahkemelerinde konuşulanlar zapta geçiyor mu? Zapta geçiyor, ama bizde bir kısmı var. İşte bunlan tarihçilerin mc\dana çıkarması lazım. Kim ne yaptı, nc müdafa yaptı, ne ifade verdi. San Efe Edip nc söyledi, kim kime iftira cni. sonra bir kısmı kaçü kurtuldu, bulunamadı. Anka ra'da bulundu, orada idam edildi. Bu Terakkiperver Fırka kurucularının hepsi mahkeme edildi, değil ٠« ٠٠’ Üye olanlar da edildi mi? Hepsi tabii. İnkılaplar hakkında ne dersiniz? İnküaplar. kiücIcrin hepsini değil, genellikle çok a/ımn iMcmcsiylc alev.
414
C U M H U R fY E T D Ö N E M İ D lN - D E V L E T İL İŞK İL E R İ
lenen, fakat belirti bir güçlü grubun vaziyete hakim olmasıyla oturtulmaya çalı şılan ve tabii inkılaplardan sonra uzun bir mücadele ve hazım devresi oluyor. İtalya'da Faşizmin gelmesi. Mussolini hareketi. Almanya'daki Hiticr hareketi... Geldiler, çöktüler, gittiler. Türkiye'de Kemalizm’in gelmesi -Karabekir Paşa bu tabirin çok aleyhindedir- şahsa bağlanmayın diye çok ısrar etmiştir. Şahısçılık doğru değildir diyor. Bizde de eski ismi Kemalizm, şimdiki ismi Atatürkçülük namı altında bir sistem oturtulmaya çalışılıyor. Yalnız Atatürkçülüğün de diğer lerinden farklı bir özelliği var. Diğerlerinin bir doktrini var. kitabı var. Lenin'in kitabı var. sosyalizmin kitabı var. Hitler’in kitabı var. Mussoli'nin kitabı var. Fa kat M. Kemal Paşa nın bir doktrini, bir kitabı yok. M.Kemal Paşa, ne icabetliriyorsa. onu konuşmuş, onu söylcmişür. Bazı demeçlerini alın, en koyu muhafa zakârdır. Bazı demeçlerini alın son derece ilericidir. Hoca kıyafeti içinde, hocaların içinde fotoğrafı var. Aslında "Mefkure Hatırası" yazıyor. Bu fotoğraf İstiklal Harbi kazanılmadan çekilmiştir. Mefkure demek, ideal demek. Yani ora da diyor ki: Ben hoca kıyafetliyim. Benim düşüncem ve zihniyetim budur de mek isliyor. Ama her inkılap devrinden sonra, bir çalkantı geçiyor. Garp mem leketlerinin özelliği bu. Çalkantılar kısa sürüyor. Çok eskiden uzun sürmüş. Ingitere’dcki ihtUal. Fransa'daki 1789 ihtilali. Krala karşı olan ihtilal falan... Daha sonraki inkılaplar daha kısa zamanda oldu. Nitekim II. Cihan Harbinden sonra krallıktan gitti. Ispanya'ya tekrar döndü. Bir tek İngiltere sembol olarak devam ediyor. Eğer toplumun alışamıyacağı bir şey empoze etmişseniz ne kadar baskı olursa olsun toplum onu kolay kolay hazmedemiyor. Hatta hiç hazmede miyor. Bu hazım meselesinin en başında din geliyor. Dine dokunma geliyor. Şimdi Rusya'yı gördüm. Bulgaristan’ı gördüm. Romanya'yı gördüm. Bir kere Rusya’nın dini dinsizdir. Devlet dini reddetmiştir. Kiliseler kapatılmışur. dindar lar mahvedilmişür. Fakat din düşüncesini orada da yok edememişlerdir. Yavaş yavaş din serbest bırakılmışur. Şimdi Rusya'da küçük kiliseler müze halindedir. Fakat normal olarak diğerlerinde isteyen istediği ibadeti yapmaktadır. Rusya bir harita olduğu için, müslümanı da yapıyor ibadetini. Ermenisi de. Gürcüsü de hrisüyanı da. Romanya’da imkanı yok. Dini bütünler kilisesine gidiyor, ibadeti ni yakıyor, mumunu adıyor, gittik, gördük. Resim de çekürdik. Kilisede düğün yapmışlar, kalabalık oradan çıkülar tesadüf bizim yemek yediğimiz yere geldi ler. Fakat bizde camilerde düğün yapmak yasakür. Karsılikh. Yani oruç tutan da oruç tutmayan da birbirine karşı hoşgörülü olsun diyorsunuz.
KAZIM KAKAÖEKIK )؛ASA ١^ ly n K ^ A L M AH KEM EL£Kl
415
Olması lazım. Bir <Jc (ahrikJcrc kap.Imamak lazım. Bir kısmı aksine ne yapabilir. Oni^Iunun kakışında rakı k.yar İçer, ^ n sigara İçerim. Fakai bir lop. ianiıda sigara içmcycnلcr ckscriycıie ise. sigara İçmem. Oruç luıaram. Iuimax. sin. dunjmuna görc. vaziyeiine gftre. Tullugun da oiur. iuıamad١gında. ؟ogu za. man luiamam. Fakal bu. hrisiiyan oidugumun delili dcgiIdir. Çckii^rcsilikicn uzaWaşmak. h0؟g٥riiİd olmak. Ben laic^yc ؟unu derdim: ؟ocuklar! Bir i ؟ya. pacaksanız. evveJa bu i ؟mcmiekeiime faydalı mıdır, degilmidir diye düşünün. Ondan sonra bana faydaJı mıdır, aileme faydalı mıdır diye düşünün, ؟ogu za. man mcmickclimc faydalı bi٢dü؟ünce ise. senin ailen senin aleyhinededir. Hocam, hilafetin İlgası meselesinde Kazım Karabekir Paşa'nın tavrı ne olmuştu? A(;ıklayahUir misiniz Duran size Kazım K ara^kir Paşa'nın lavnnı okuyayım."lnkılap harckei. icri nasıl oldu, neden oldu, nasıl idarc olundu?'. Paşa'nın haiırasıdır. aynen el ya. Zisından dakiilo edilmiştir. Tabii uzun bir haiıra. ؟ok uzun larihi hakikaücnlir bunlar hep bilgi yüklüdür. Size bir münakaşayı göslcrcccgim. ‘‘Saltanatın lagvı, hilafetin اق./ Osman'da bırakılması: Teceddiid hareketlerinemiihtag olduğumuzu ve bunu yüksek mıitahassıSi lar meclisine duyurarak ve hâlk meclisi bntrolunde olarak, puanlı bir surette yapmak K u s ıis u ik i teklifimde ufaktan ﻻ0 أتile Mustafa Kemal ile onlaşıyoTuı. ٠ bunu, bu teklifimi beğenmiş görümüyor, fakat itiraz da etmiyordu. Hursa'da Fevzi ve ismet P ş 'la r ın dafıkrini aiacaktt. ben mııtalâmı bu arkadaşlara da söyledim. Onlar da ayrıca M. Kemal ile görüştüler. Ortaya bir farmül ؟ıkıı. Mustafa K en^l Paşa'yt en küçük bir şeyhadeyi hilafet ve saltanat nailii. ^ n ı a n a n d a da diktatör yapmak. Naibligi ismet, diktatörlüğü de bana Fevîi Paşa söyledi. Ben de bııformulun İç ve dış mahzurlarım uzun uzadıya anlattım. Bir şehzadeye naibligin. itilafet ve saltanat makamına çıkmak İçin bir basamak olacagını. hürriyeti gaddar bir hükümdardan kurtaran ve istiklalini de bütün cilıana gögi ئgererek kendi kanıyla katanan milletimizin, vasiye muhtaç olmadığını izahla bu gibi geri fikirlere ordukumandaniarı sıfatıyla l i r olmamaklığım İÜzumunu ileri sürdüm." Fevzi Paşa mi onun diktatör olmasını teklif etmiş? Tabi؛, ؟imdi aslında Fevzi Paşa hakkında bilgilerde çok az. Fevzi Paşa’yı herkes çok muhterem bir şahıs olarak bilir. Son derece düriish dindar_şahsiyeılir. Orası muhakkak ؛y^nız ilk zamanlar görilşlcri başka istikamette. B c E ondan da s u ç l a n . ^ , ؟ünkü düşmanla 0 kadar vuraşulmu؟. memleket istila ol.
416
c u m h u r iy e t d ö n e m i
D İN
٠D E V L E T
İL İŞ K İL E R İ
muş. İstanbul'a Ingilizler gelmiş, almışlar. Bir avuç adam çıkıyor, bunlar en baş ta Ali Fuat. Kazım Karabekir. Ali İhsan ve Cafer Tayyar’lar... Onlar IsiikJal Harbi taraftan. Mustafa Kemal bile İstiklal harbi taraftan değil. O İstanbul'da Harbiye nazın iken, anadolu harekatına Sergerdeler bunlara uymayın .'di ye lelgraflan var. Daha sonra Sivas toplantısında Mustafa Kemal Paşa'yı kandınp. geriye götürmek ve Sivas'taki kumandanlar toplantısında bu hareketi önle mek için heyet.i nasihat olarak gelmesi var. Kazım Karebekir Paşa'nın Mustafa Kemal Paşa aleyhine son derece ağır raporlan var. İstanbul'a dönmüştür, gelme miştir. Ve I920'dc TBMM toplandıktan sonra 27 Nisan'da gelmiştir. Yani Sa karya Haıpleri falan olmamış. Yalnız Ankara'da TBMM toplandı. Mebuslar İs tanbul'dan kaçtılar. Ankara'da toplandı, ondan sonra Fevzi Paşa gelmiştir. Hatta Fevzi Paşa İzmit'e geldiği zaman telgrafla bildirilmiştir. Fevzi Paşa Hazretleri İzmit'e geldiler, deyince M. Kemal Paşa'nın çektiği cevabi telgrafta. "Geldiği gi bi geri gönderin" der. Hiç sevmez Fevzi Paşa’yı. Ondan sonra da Ali Fuat Paşa telgraf başına geçip de ısrarla Harbiye Nazın’nın bize iltifat etmesi büyük ka zançtır. Bunu ille alalım dediği için, müsaade edilip Ankara'ya gitmiştir. Olay lar budur. M. Kemal Paşa yanına iki kişiyi aldı: Biri Fev/i Paşa, diğeri İsmet Paşa. Birini Genelkurmay Başkanı, diğerini Harbiye Nazın, daha sonra cephe kumandanı yaptı... Çünkü ikisinin de M. Kemal Paşa'ya karşı boynu bükük. Her emrine başüstüne diyecekler. Ama Ali Fuat, Kazım Karabekir 1er işi ilk baş latanlar. Onlann bov٠nu bükük değil ki. Onlar direniyorlar, karşı duruyorlar. Ama onlann bo\mu bükük. Her dediğine "peki" dediler. Sakarya harbinde M. Kemal Paşa, kaburgasından yaralandı diye. İsmet Paşa ve Fev/i Paşa müşterek takrir venr. M. Kemal Paşa'yı üç rütbe birden aüaüp. müşir-maraşal yaptılar. Gazi ünvanı verdiler. Mareşalliğin hikayesi de budur. Tarihimizde Mustafa Kemal'den başka üç rütbe birden adayan General olmamıştır. Siikana harbi de ayn hikaye tabi 22 gün 22 gece vuruştuktan sonra bitkin hale düşüyorlar. M, Kemal Paşa geri çekilmek emrini veriyor. Fevzi Paşa diyor ٠ ٠٠ .،...u. w.٠m : ٠.٠i:٠٠١ «..oi.ir roV w.٠٠n ٠:ık d u m m u bir cörclim ' diyorlar. "Sabah-
KÂZIM K A R A B E K İR P A Ş A V E İSTİKLAL M A H K E M E L E R ]
417
şılıklı vurasıya. kırasıya ölüm savaşıdır. Ve bu savaşın hakiki galibi o zavallı Mehmedikle. o sular gibi kanını akıtan yedek subaylar ve genç subaylardır. Hocam. Bir kitapta okumuştum ve bir arkadaş da dedesinden nakletmişti. İnönü Muharebelerinde komutan olan ismet Paşa'yı, bizzat tavuk kümesinden çıkarmışlar. Eskişehir bozgununu, bir aralık TV’de Celal Bayar ağzında geveledi ama söylemedi. Eskişehir muharebesi. İsmet Paşa'nın orduyu son derece yanlış mev. zilendirmesi yüzünden tam bir strateji hatası olarak ordu bozulmuştur. Dediğin gibi, tavuk kümesine kaçmışür. sinmiştir. Ondan sonra M. Kemal onu çadır hapsine almıştır. Ve çadır hapsinde. İnönü.yü kurşuna dizdirmek için Divan-ı Harbe vermeye karar vermiştir. Fevzi Paşa büyük ısrar ve rica ile M. Kemal'i bundan vazgeçilmiştir. Bunu nerden biliyorum? Bunu bana Fethi Dogançay an lallı. Fethi Dogançay. Atatürk'ün manevi kızı Ülkü'nün kocasıydı, sonra aynldı Benim çok samimi arkadaşımdı. Maraşal tekaüt (emekli) olunca -İsmet Paşa za manında tekaüt oldu* İsmet Paşa.ya çok gücendi. Hatta İstanbul'da avukat Ke nan Öner'in kurduğu Millet Panisi'nde Fethi Dogançay Genel Başkan oldu. İnkılap zamarüarında. ihtilal zamanlannda bir takım şeyler olabilir. Fakat, her iş yapılıp bittikten sonra, şu yapılan İzmir suikasti tertibi Türkiye Cumhuri. ycli’nin yüz karasıdır. Ve -benim kanaatim- büyük bir ahlaksızlık nümunesidir. Devrin en ileri gelen, en namuslu, en dürüst insanlanru hiçbir bahane bulama dan uydurma şeylerle idam etmek gibi korkunç bir cinayet işlenmiştir. Bu bir yüzkarasıdır. Ve onun için derim ki. tarihçiler bu mahkemeyi yeniden mahkeme etmelidirler. Ve bunların idam edilenlerin ahfadı harekele geçip ecdadlannı te mize çıkarmalıdırlar. Suikastlc ilgisi olmayanlarda tabii. Bu istiklal mahkemesi İzmir'de kurulmuştu . Evet. İstiklal harbi sırasında İstiklal Mahkemesi kanunu çıkartıldı ve bil hassa Konya. Bolu. Düzce. Gerede gibi yerlerde burada isyan çıkaranlar için bu mahkemeler gerçekleştirildi. Nerede isyan olduysa mahkeme oraya taşındı galiba? Nerede bir olay var. orada İstiklal Mahkemesi. Bu İstiklal Mahkemesino esasında, hukukçu vc hakim değil, doğrudan doğruya meclisin mebu١İ3'٦r١Jx ؛٦ oluşan bir grup gönderildi. Dolayısıyla bu İstiklal mahkemesi bir yere gider C üç kişilik heyette oraya giderdi. Devlet yetkisine, sonsuz yetkiye sahiptiler Isic digini tevkif eder, istediğini alır. islcdigir١c para öder. Böyleydi. Bunlar Bolu Düzce isyanlarının basiınimasında rol oynadılar. Yddınm hızivU giderler. u>-
418
c u m h u r iy e t
D Ö N E M İ D lN - D E V L E T İL İŞK İL E R İ
parlariardı. Kimler ne yapmış, getirir getirir. ası٧erirledi. Çok adam aşariydi. Zafer kazanıldı, bitti, istiklal Mahkemesi kanunu kaldınhnadı durdu. T^trir-İ Sükun kanunu ؟Ikanlarak sulhıen sonra da istiklal M e m e le r in in faaliyet görmesi yedisi verildi. Halbuki 1926 Cumhuriyet kunılmuş, herşey bitmiş. Binaenaleyh bu kanunun hükmü kalmamış, fakat kaldınimamış. Bu kanunlardan ya. rarianılarak muhalifleri kaldımiaya kalktılar. Nitekim daha sonra da Adnan Menderes'i asmak İçin bu sebebi gösterdiler. Anayasaya aykın bir komisyon kurdu diye. Halbuki ayni şeyi bunlar yaptı. ^ m o k ra tik Parti zamanında bir heyel kurtildu: Tahkik heyeti. Tahkik Heyeti'nin yetkilerinde tevkif etme yetkisi de vardı. üyeleri mebuslardı. Halk Partisi kıyameti kopardı, anayasaya aykındır diye. Siz bir Tahkik Heyeti kurtip isicdi^nizin ifadesini alamazsınız, tevkifedemezsiniz. bu mahkemelerin yetkisi diye CHP kıyameti kopardı. Ayni ismet Paşa boş vekilken ؟ıkartıklan Takrir-i Sükun Kanunu ile adam asil. Onunkisi Anayasaya aykلn sajnimadı. Belgelerden okumaya devam edelim : "Teklifimi ve aldığım cevabi yukanda yazmıştım. Hükümetin yeni şeklinde kaı ؟ı karşıya gelmeden fikir ve işbirü^ne imkan olamayacağı da tabii idi. Ve bunu da setepleriyle izah etmiştim. Hükümet şeklinde tetkik ve tetebbulanna görgü ve lecrii^lerim e dayanarak hilafet ve saltanat şeklinin bir arada devamını kalkınmamız İçin oldugu kadar, dış siyasetimiz İçin de zararlı görtyo^um . Hele hanedan degiştim ek. hem milli birligi sarsac^. hem de medeni cihana karşı bir gerilik gösterecek idi. Kalkınmamız İçin zararlıdır. Çünkü her ^ m olursa olsun. halk içinden uzun müddet çekilip saraylarda a n c ^ muhitinin gözleriyle ve kulaklanyla vatan ve miUelin halini seyremıek. artık bu asırda ileri millefler İçin bile zararlı göriilürken. bizim medeniyet camiasında gerilerde k^m ış bir millet İçin, daha zararlı olacak idi. Devlet reisinin e^afını bir ta^m dalkavuk im asına ve bunlann devlet ve miUet arasında sagır bir set teşkil ennesine m ^ olabil, mek İçin, h il^ e t din ile. p a d iş ^ ü t ise dünya İşleri ile ilgili oldugund^.birbirine z ı^ r. Bunun İçin iki ayn ş^siy eie ihtiyaç v^dır. (Aynisin diyor. Tabii kendi göriişü.) Dış siyasetimiz İçin de zararlıdır. Çünkü Papa.nın kral olması ؛ize nc kadar garip gö^inürse. halifenin P a d iş^ rtiması da mUiera^i memlckedere garip görünür. Bu h ^ in devamı. yine aleyhimize türlü neşriyat ve i b e p olacakur. Şu halde hilafeti z : : : : ﺗ ﺞ٤ل:٢٠ ﻻ ﻻ: ; إ: : ﻻ kolayhkla anlatabiliyorduk. Esasen milli hükümet ile b a şa rılı !sliklal Harbi de biZe hak veriyordu. Şimdi mesele, a y n l^ saltanat! nc yapm ^taydJ?Du Çeviriye yeni bir h ı d a n mı geçirecektik? Yoksa eski hanedandan bir k o ؛acak٥ k.? Her iki şık da milleti ikiye ayırabilirdi. Ve ^ n ü n bi-
KÂZIM K A R A B E K İR PA ŞA V E İSTİK LA L M A H K E M E L E R İ
419
rinde kuvvetli şahsiyet kimse, öteki hanedanın elinden diğer unvanı da almaya kalkabilir ve tarihimizin seyri bir daire üzerinde ayrıldığımız noktaya gelebilir di. İslam aleminde Osmanlı hanedanının mevkii daha ziyade hilafet makamı ile tanınmıştı. Şu halde saltanaü lağvederek en tekamül eden bir idare sistemi olan Cumhuriyet ve hilafeti de olduğu yerde ve şahsiyetlerde bırakmak bize en uy gun olan bir tarz olacaku. (Yani o tarihte Karabekir Paşa'nın düşündüğü padi şahlık artık tükenmiştir, bitmiştir. Binaenaleyh Padişahlığı lağvedelim, milleti Padişahlıkla idare etmeyelim. Cumhuriyet ilan edelim, fakat hilafet dini bir ma kamdır ve bütün müslümanlann üstüdür, hilafeti muhafaza edelim.) Onun görü şü bu. Şark halkının ordumuzu bu şekil kabul edeceğini ve halta memnuniyetle karşılayacağını da yakinen biliyordum. Fakat M. Kemal Paşa.nın hilafet ve sal tanatı alması halinde fikren ve fiilen aleyhe tezahüratı şüphesiz görüyordum. ( O sırada başlıyor dedikodular. M. Kema Paşa hem Hilafeti, hem saltanatı alacak diye.. Ona göre alametler var, ondan korkuyorlar.) Bunun için Erkan-ı Harbiye Umumiye reisi Fevzi Paşa.nın İstanbul ve boğazların muahededeki vaziyeti hak kında mütaalamı sormasına karşın, daha 1337 Teşrin-i Sani 12'de verdiğim ce vapta. İstanbul'u makam-ı Hilafet kabul edin demiş ve hükümet merkezinin ar tık oraya gitmesinin lüzumunu izah etmiştim. Saltanatın lağvı ve Hilaldin Ali Osman'da bırakılması hakkındaki mütaalamı Bursa'ya varmadan önce de apaçık Mustafa Kemal Paşa'ya söyledik. Fevzi Paşa.dan bir hatıra geldi aklıma.. Paşa prostat ameliyaü oldu. Ülkü ile Fethi Dogançay da geçmiş olsun ziyaretine gitü1er ve orada maraşal çok üzgün ve aynen bunu anlatmış ve bunu da Dogançay anlattı, tamamen nakletmişiir. Yalan söylemesine de bir sebep yok. Maraşal de miş ki, "Ben bu tsmet’i ölümden kurtardım. M. Kemal bunu çadır hapsine sokup da, ben bu adamı divan.ı harbe verip kurşuna dizdireceğim diye bas bas bagınrken M. Kemal'e ben bin rica minnetle bu fikrini değiştirdim, bu İsmet benim çizmelerimi öptü, demiş aynen bunlar olur askerlikte olur ne yapalım? OsmanlI İmparatorluğu, otokrasi sistemiyle beraber, münkariz olmuştur. Türkiye devleti namıyla, genç, dinç, milli halk hükümet csaslan üzerine müessis BM Meclisi hükümeti teşekkül etmiştir. Yine Türkiye hükümeti, münkariz OsmanlI İmparatorluğu yerine kaim olup onun hudud-u milli dahilinde yegane varisidir. Teşkilai-ı esasiye Kanunu ile. hukuk-u hükümranı milletin nefsine ve rildiğinden, İstanbul'daki padişahlık madüm ve tarihe müntakildır. İstanbul’da meşru bir hükümet mevcut olmayıp İstanbul ve civarında BM Meclisine aittir. Binaenaleyh, oralann umum idaresi BMM hükümeti memurlanna tevdi edil-
4 20
c u m h u r iy e t
D Ö N E M İ D lN - D E V L C T lL lŞ K lL E R l
melidir. T ü ^ iy c hükümeti, hakki me§m olan makam.ı hilafeti, esir bulundu^ ecnebiler elinden ^ ^ r a c a k iır . (Kanun Wyle. Çimdi bundan çıka^ıklan mana ؟u: Türkiye hükümeti. Jsıanbul'u kurtaracak, hilafeti kurtaracak, fakat. OsmanlI Im paratoriu^ menddum oldugu. yok oldu^i i؛؟n ٠ padişahlık ve hilafct B.M. Meclisine ve onu temsil eden hükümete ve onun başındaki kişiye kalacaktı. He. def bu. Yani M. Kemal Paşa'nın halife ve bir nevi padişah olması hareketi... olu. yor. Vaziyet ؟ok nazikti. S ak aca zaferinden dolayı ü ؟rütbe bi^cn alarak müşir olmuş olan ve en büyük bir Unvan sayılan Gaziliği almış bulunan Atatürk, her. hangi bir başkumandandan daha büyük bir mevkide bu rolleri üstleniyordu. Fakat konuşmalan daha farklı oluyordu. M. Kemal Meclise rcsmcn şöyle vaadediyordu : Önce saltanatın ilgasıylc hilafeti OsmanlI hanedanında bırakmak suretiyle, sulhumuzu akdetmek, bundan sonra Cumhuriyeti ilan eunek. "ilk Cumhuriyet fikri nerden geliyor ötekiler de daha henüz yok) Cumhuriyet f i ^ yok .ım h u rtc is li^ n c sırf tarihi bir nam almak suretiyle mUkafatlandımak ve maddi olarak ölünceye kadar bu makamın... menfaatlerinden istifade eunek iizerc M. Kemal Paşa'yı iniihab etmek ve millet kUreüsUnden verdi^ vail mucibhıce de istifasından sonra h^ka Serbest Cumhuriyeti iniihab ettimek. K are^ . kir Paşa'mn ^ k r i buymuş. Yani Paşa diyor ki. salı^ıat ^ k bimiiş. k^dır^ım . hilafeti gene OsmanlIlardan birine bırakalım... M. Kemal Paşayı Cumhurteis yapalım, ama Reisi Cumhur olarak da halka seçtirelim. Bu şekilde s a g l ^ yeri■ ne oiursmı. Karabekir in Fikri bu. Dognı veya yanhş. (Bence dognı.. t^ g ru gdriiyortim.) .'Fakat bir lakım fıraat kollayıcılar, bunu kendi yerine geçmekliğim İçin bir ıcrtip oldugu hakkıma Gazi'ye ispiyon etmişlerdi^ ( ^ te n M K ؛m ^ de K ^ m Karabelri٣den çok korkuyor. Yerime gelir diye...) "Gıyabında K a ra^ . kirile çok ugr^acagım ٠dedigini de işinigimden çok nazikleşen vaziyetimi hüs. nü id^Tdc. aym ^ ^ d a mülelimin menfaatlerine uygun gördüğüm fikrimin k^^ılünc ugraşıyortum. ilk İŞ herkesin iyi k^^ı.adıg, ٧e millilin selametine en uygun olan foıml-
-
iG « r;e k ^ j^ :rü m « iid T F T c ؛
dUn mechsln ckse ) ؛٥linin ٥?٠ü
M}:٧ clnSaM١٠^ : : r : a b y ; b ^ : .
٥s٠: : " ٥:
KAZIM K A R A B EK IR P A Ş A V E İSTİK LA L M A H K E M E L E R İ
421
kİ. yazdınp imzalattığımız takrir, herkesde hilafet ve saltanatı sizin alacağınız endişesini doğurmuştur.Mebuslann çoğu bunun aleyhindedir, ve mesuliyetten korkarak memleketlerine gitmek üzere hazırlanıyorlar. Şark ve Garpla halkın vukuu tabii olacak olan tezahürata karşı ordulanmızın karşı durması imkanı yoktur. Bilakis sonunda bu tezahürata iştirak mümkündür. Bunun için, bu takri. rin geri alınması ve bunun yerine, saltanatın kaldıniması ve hilafetin Osmanlı hanedanında bırakılması esasından yeni bir takririn ortaya konulması lazımdır. Aksi halde hiçbir mesuliyet kabul etmiyoruz. İsmet Paşa teklifimi muvafık bul du. Fakat sözü kendi idare edeceğini bildirdi ve benim mümkün olduğu kadar sükutu muhafaza ile Gazi'yi kızdınp işi inadına fena mecraya dökmek tehlikesi ne maruz bırakmamaklığımı teklif etli. Ben de bu maksadı temin etmeleri şanıy la kabul elüm. 31 Teşrin-i evvel sabahı Çankaya'ya Gazi'yi ziyarete gittik. Salo na girince, "hayrola Şark ve Garp cepheleri kumandanlan bir arada. Ne haber'.^" dedi. İsmet Paşa da ziyaretimizin maksadına teklif ettiğimiz şartı apaçık söyledi. Gazi sükunetle dirüedi. Fakat renkten renge giriyordu. Kızdığı zamanlaidaki mutad uzun çekişleriyle sigarasını da içiyordu. İsmet Paşa'nın sözü bittikten sonra, eline bir kağıt kalem aldı ve bana sert sert bakarak dedi: Peki Paşam nc tarzda istiyorsanız söyleyin yazayım dedi. Dedim 'Paşa hazretleri, umumun ar zusu saltanat mülgadır Hilafet Ali Osman'a aittir" arzusundan ibarettir" dedim. Rıza Nur Bey takririn altıncı maddesini tadil edici yeni bir teklif verir. Netice esaslı bütün milletin sevineceği, kabul edeceği bir kanun yapılmasına ve kabul edilmesiyle mesele hallolur. Bunun üzerine de takriri her üçümüzün de söze kanşmasıyla lesbit ettik. Bu İsmet, Dr. Rıza ve benim gayretlerimle gerçekleşti. Gazi Paşa şu teklifi yaptı: Yann maclisi ekseriyeti temin için, ikinci grup azasıyla da görüşerek, tadil teklifini anlatır. Herhalde yann ekseriyeti temine ça. lışmalısıruz. Tabii. M. Kemal'in hilafetin OsmanlI'da bırakılmasına tahammülü yok, bekliyor, sıra hilafete geliyor, galiba bir sene sonra bir punduna geünp hi lafeti bir gece yansı karar veriyor ve Türkiye'de hilafet kalkıyor. İyi rai oMu kö tü mü oldu, bunu tarih, sosyologlar anlatacaklar. Ama şu var: Bugün İstanbul ،la Ortodoksluğun hrisiiyanlıgın en yük.sck makamlan, Ermcnilcrin cn yiik١ck ؛makamlan İstanbul'da otururken, bizimkisi basil bir devlet memuru olarak gorcN inj yapıyor. Hocam, düşmanların bizi fikri yönden, zaytfiasacagını, yok edeceğim Aj zım Karahebr Faşa söylüyor. Kadir Mısıroglu, Sankh Mucahidier isimli kita bında bunu belirtmişii. htiklai Harbinin Hem Osrnanh sarayında. Hem Anüdc>-
422
c u m h u r iy e t
D Ö N E M İ D ÎN
٠
,
lu.daki hareketin dv5gü ؟le ٢inU»١giUı)YÖneuigihx45usunda görüşleri var.Bu konuda bilgi rica elsek? 0 kadar ؟ok Eyleyecek ؟ey var k؛... Kadir Mısıroglu "Sebil" gazetesinde yazdı. tek 0 yazdı. üsrti kapalı ؟ekilde. ismet Pa؟a somyor. M. Kemal Paşa'ya: Pa§am diyor. Jn^lizler size "Dizbagı w،٠^٥rt،'' vernıi( ؟Dizbagı nişanı Jngilizlerin en bü^ik nişanıdır. Kimseye Yemezler) Bu nasıl oldu, ^ n im baterim yok'' di. yor. O da geçiştiriyor. M. Kemal Paşa. Diyor ki. ''tngilizler beni sever de onun İçin" diyor. Ben bir de tarihçilerden, mütareke zamanı. 0 bir seneye yakın. kısa bir sü٠ rc İçinde, Isianbul'da ilenle söz sahibi olacak kimsenin faaliyetlerini tam olarak meydana Çikamalannı arzu ederim. Tam Eğeleriyle... Bunda göriilUr ki M. Kemal Paşa.yı, ..Bern kim tutarsûf onun tarctftayım ٠٠ ؟eklinde çalışmıştır. Bir ta. rafta sarayda zaten yaverdi, sarayda yükselme gayretleri içindeydi, bir taraftan hükümeti devirip meclise girip çıkmışür. Hana onun İçin Anadolu'ya gönderdi, ler. h ü r m e ti devim e gayretleri içindeydi. Bir t a . n İngilizlerle sıkı ilişkiler içindeydi, bir taraftan İtalyanlarla sıkı temastaydı, herkesle sıkı temaslaydı. Ama deniyor ki, dognı. memleketi kurtam ak İçin yol anyordu. herkesle sıkı tem aslaydı ve yardim vaadediyordu. Kadir Mısırlıoglu derki, ''Hilafetin kaldınl. masını ingilizicr şiddetle istiyorlanlı ve bunu b a ş l ı ğ ı İçin M. Kemal Paşa.yı ^ r i f eraier. Çünkü h il^ e t i s l ^ birliğinin ve dolayısıyla Ingilizlerin Ortadogu'daki hakimiyetini önleyici bir faktör idi. Bunu d a g ım ^ süreriyle Ortado. gu'^m hakikaten paylaşnlar. Suriye'^ en arsızlar ^dı. müstemleke yaptı. Irakا ingilizleraldı. müstemleke yaptı. Hindistan'a d ^ a önceden gim işlerfi. Binaenaleyh Ortadogu.nun en büyük zen^rdigire. ۴ ^ ٠Uerini tngilizler ve Fransızlar paylaşu. II. Cihan H ^bi .de Mtcn onun İçin patladı. Çünkü Almanla ؛herşeyi kayt^lrigi İçin, b u n l . geri almak üzere tekrar silahlandılar ؛teşkilatlandılar. Hocam isterseniz biraz geriye dönelim. . istiklal Harbi nin haşladigı yıh lara... A n â l u ) 'Q geçişleri nasil oldu. M. K e m a r in .A n â lu y a gönderilişi, bu Z im d a Kazım Karabekir Paşa'nın çatışmaları Sultan V â d ettin in M. Kemale yapugı yardim..
Bunlar arok apaçık bilinen şeyler... Fakaı ne ya^ık ki yazılı tarihimize yçmiyor. Fakat gelir geçer helgeler ziy^n ^ ٥r ı ؛: : 'r r d a m İ Z u ş ٥k :٥b :i:d ٥ı:
ة ل ﻟ ﺪ٠ د د ة:
y Z ı
i
f
m
kUnuluş « r e i olacak bilemi. ه٠ ﺑﻤ ﺲ. saray tngjlizlcrin elinde. Jngilizlerin avucuna düşmüş...
KÂZIM K AK A BEK JR P A Ş A V E İSTİKLÂL M A H K E M E L E R İ
423
Gen ؟kuvveili komutanlar var. Ingilizicr bunlan çağ ırışlar, toplamışlar Istanbul'a. hepsini toplamışlar, hepsi İstanbul'da. Ve bunlan tayin eitirek ten ko ^u ٠ yor, tayin emrini ! ؟kanmaktan da korkuyor. 0 hengame ! ؟inde M. Kemal Pa. şa'mn bir kurtuluş hareketinde rol alabilece^ni ve İstanbul'daki siyasi meselelere de bulaşmasını istemediği İçin saraydan uzaklaşmak istiyor ve ilk mücadele fikrini doğuranlar, ilk kumandanlar arasında mücadele fikri İçin Paşa, lara teklif götUriiyor. Cafer Tayyar, Refet Paşa bunlardandı. Bu fikre karşı olanlar bidayette M. Kemal Paşa, fakat reddetmiyor, düşüneceğim diyor. Akıllı adam dogrti. Kül diya karar v e riy o r. Malum olmuş, ordu yok. hiçbirşey yok. Bozguna uğr^nışsm sen nasıl silahlı mücadele yaparsın? Kara^ki^in gUvendigi, D o ^ d ^ i ordu Maglup olmamış bir ordu. I. Cihan Harbinde yegane maglup olmayan, maglu. biyel yüzü g d re y e n ordu. Kara^ki^in ordusu. Ta Erivan'a kadar g i r i ş , zafer üstüne zafer, İşgal üstüne İşgal, bir galip ordunun kumandam ordusunu ıhıyor. "Bendiyor şayiada devlet esasini kuranm, İstanbul yok olursa Şa^ta bir devlet kuranz. bir daha saldirtrtz Gaı^'a diyor. Kara^kir. Vc onun İçin 0 19 Mayıs 19l9'da tarihlere dikkat edin. Samsun'a çıkıyor. 16 Nisan’da İstanbul’dan hareket ediyor. Yani Izmir işgalinden önce... Kazım Karabekir Ankara'ya gidiyor. Ali Fuat 5 Nisan civannda Konya üzerinden Ankara.ya gidiyor. Tabii ondan evvel yalvar yakar izzet Paşa var. 0 Hartjiye azirt olunca 0 tayin emrini ؟ıkanyor. 0 tariliten önce korkuyorlar, çıkaramıyorlar. KaZim Karabekir i gözden kaybetmek İçin evvela Tekirdağ'a tayin ediyorlar. Tekirdag kolodu kumandanlığına, gözden kayl^luyor, ondan sonra usulcacık. Çark'a tayin ediyorlar, gelip gidiyor. M. Kemal Paşa ise. 19 M a^sl919'da... Samsun.da Halbuki 15 Mayıs'ta Izmir İşgal edilmiş, İzmir'in işgalinden sonra hareket ediyor... 0 19 Mayısta Samsun'a çıkıyor. Ve onu Padişah gönderiyor, para da veriyor, sırtını da sıvazlıyor, ''oglum bizi siz kurtaracaksınız, burada artik İş yok” diyor. 0 vaat ile Pâdişâhı kurtaracağım diye gidiyor. Ötekiler de devleti kurtaraca.z diye gidiyorlar. Pâdişâhın ,vaveri... ismet paşa bir ara gelip gid؛yor. O zaman .Albay ismet Paşa, silah tehdidiyle Anadolu'ya gö^crilmişör. si lah tehdidiyle gönderen Yenibahçeli Şükrü Bey.i hastelkader lanıdım. Bu vak.ayı bana oldugu gibi anlattı. I95fi'de ismet Paşa ikiidartan düştükten sonu Hür Adam isminde bir g ^ i e çıkıyordu. Bu ola)٦ 0 gazete yazdı. Vc maalesef ismet P ^ a ailesi de bunu Kazım Karabekir Paşa ailesinin verdiğini zannetmiş, ailece ar^lanndMi güvc^ıriik gibi bir dumm dogdu H a i l de^l. alakası bile yok. ^ n a ismet Paşanın da Ankara’ya dcvamlı gelişi bir sene S ö o ^ ır. 5 mayıs
4 24
c u m h u r iy e t d ö n e m i d in
D E V L E T İL İŞK İL E R İ
٠
1920 midir nedir yani.. Fevzi Paşa ise burada başkanlık elmişiir. Demin söyledi ğim gibi o da meclis açıldıktan sonra gelmiştir. Ankara'ya dolayısıyla İstiklal harbi fikrini millete dayanarak, millete güvenerek yapılabileceği ve bunun mümkün olduğu fikrini, olmazsa da biz ordumuzla sonuna kadar harbedip şere fimizle ölürüz diyenler Ali Fuat, Kazım Karabekir, Refet Paşalardır. Bir de Anadolu'daki hareket var, Af. Kemalin Samsun'a çıkışı, ordan Anadolu içlerine Erzurum'a gidişi Erzurum'da kongrenin toplanışı. Af. Kemalin Erzurum Kongresine kabul edilmeyişi. Kazım Karabekir Paşa'nın şahsi hakla rından jeragat edişi. .. Bunlardan da bahseder misiniz? Şimdi bunlar çok uzun hikaye. Ama kısaca söyliyeyim. İstiklal harbi budur. Ve İstiklal Harbi öncüleri de bu zatlardır. Ötekiler daha sonra gelmiştir. Fa kat Kazım Karabekir Paşa daha İstanbul'da iken M. Kemal Paşa'ya liderliği tek lif etmiştir. "Anadolu'ya geçmekten başka çare yok. gelin, ben sizi sonuna kadar tutacağım, istirahatgah mekanımz benim adamdır." demiştir. Çünkü M. Kemal Paşa'nın liderlik vasfını biliyor, tanıyor, takdir ediyor, ama zaman zaman çevre si "Ahlâkına güvenme, bu adam sana kötülük yapar" dedikleri zaman. "Olsun şu anda bize liderlik yapacak olan budur, ben bununla sonuna kadar giderim. Kötü lük yaparsa, direnirim" demiştir. Nitekim gördüğünüz gibi bazı hareketlerinde direnmiştir. Fakat M Kemal Paşa'nın ve çevresinin gücü fazla ağır geldiği için, bu direnmeye yoldan çeviremedekleri için Terakkiperver Fırka yı kurmuşlar, Fırka yoluyla mücadele edelim demişler, fakat onda da başarılı olamamışlar. Onda da idanüara kadar gidilmiştir... Daha sonra da sürgün hayatına düşmüş tür. HaüraÜannda bu hareketlerinde askeri faaliyetleri vardır, fakat asıl zaferde temel bu adamlardır. Bunu ben. söylemiyorum, tarih söylüyor. Onu da inşallah göreceksiniz. Yoksa Erzurum kongresinde Gümüşhane mebusu Zeki Bey, M. Kemal Paşa'yı salondan çıkartü, Tarih kitaplan diyor ki. M. Kemal Paşa Erzu rum'a gitti, Erzurum kongresini kurdu. Nesini kurdu. Erzurum kongresi hazırdı, delegeler seçilmişti. Karabekir Paşa Trabzon'a çıktığı zaman Müdafaa-ı Hukuk Heyetiyle görüştü, kongre hazırlıklan yıpıhyor o zaman Şark ta merkezi bir yer de bütün Şark vilayeüerini kapsayan bir kongre yapın ve millet adına olsun. Yoksa bir kişinin şahsı olursa olmaz bir kumandanın isyanı gibi olur. O telkin lerle himaye etti, yazılar yazıldı, çizildi ve Erzurum kongresi toplanma havasına O sırada M. Kemal. Samsun'a çıkugı için M Kemal Paşa'yı E r z u ı ^ a ç a ğ ııü ı.Evvda Eramım'a gel.
KAZIM K A R A B E K İR PA ŞA V E IS'IİK L A L M A H K E M E L E R İ
425
yccek kimse de yok. Zayıf kalırsın, yalnız kalırsın gelin Şark hazır, evvela bir orada toplanalım, ben de burada kuvvetliyim orduda kuvvetliyim, ordu kuvvetli. Buraya dayanın, arkasından da Sivas kongresini yapanz. Ve ısrarla Paşa dedi ki. ben geleyim ama, benzin yok. araba yok, güven yok. yollarda Kazım karabekir Paşa benzin temin etli, otomobil temin etti, emniyet, asker temin etti ve M. Ke mal'i öyle Erzurum,a getirdi. Ve M. Kemal "Nutuk'.ta diyor ki. "Erzurum halkı beni büyük bir gayretle bağırlanna bastılar". Ne bağnna... Bütün o törenleri yaptıran Kazım Karabekir Paşa... Ondan sonra ısrarla diyorlar ki. Karabekir٠e, Mustafa Kemal'i başımıza getirme, çünkü Şark muhiti mutaassıptır. M. Kemal Paşa'nın işrete düşkün olduğunu, ahlâkî bazı zaaflannın olduğunu herkes bili yor. Fazla da tanınan bir komutan değil orada. Niçin bunu Erzurum'a getiriyor sun? Karabekir٠lc Erzurumlulann sabahlara kadar münakaşalar oluyor. Diyor ki bu güçlü bir komutandır, hepimizi derleyip toplayacak adam budur. Gelin bu nu reis yapın. Kabul etmiyorlar. Ne münakaşalar sabahlara kadar.. Ve ona rağ men M. Kemal Paşa konuşmaya kürsüye çıkınca, Gümüşhane mebusu Zeki Bey diyor. "Paşa diyor. Yaver kordonlannla gelmişsin, bize tahakküm mü yapmaya kalkışıyorsun? Böyle bir şey istemiyoruz" diyor. Salondan çıkanlıyor. Son dere ce müteessir oluyor adam, ondan sonra sivil elbise giydiriyorlar falan, öyle geli yor. Paşa ısrarla onu başkan seçüriyor. Ondan sonra bu faaliyeüeri duyulur du yulmaz. saray Vahideddin de değil. Damat Ferit. Ingilizlerin baskısıyla. Paşa ya kalk gel diyor, gelmiyor, gelirsin, gelmezsin, azlediyorlar ve tevkif emrini veri yorlar. M. Kemal Paşa'yı tevkif edin diye Kazım Karebekir Paşa’nın bir cevabı vardır, bir tarihi şaheserdir. Vermiyorum tevkif emrini, faaliyeti devam edecek diye. O kadar güzel bir yazıdır ki. Kazım Karabekir'in son yıllarına gelmek istiyorum. Artık Cumhuriyet ilan edildikten sonra, konakta yaşamak mecburiyetinde kalışı, kendisine yapılan sui kast teşebbüsünden bahsetmenizi istesek... Bunlan arüatmışüm. O kadar u/un bir hikaye ki... Bir ömrün hikayesi.. Kısmet olursa yazılır, çizilir. Madem ısrar ediyorsunuz arüatayım. Besbelli .. Ondan sonra bir İzmir suikasti hikayesi ile ikna edemediler Fakat ondan sonra ayrıldı. Mebusluktan da aynidı tabii. Eski kanuna göa٠. >ani en düşük maaşla tekaüt etliler. Sürünsün diye... En düşük maaşla tekaüt cıülcr O da yeni evli . Fakat kansı biraz varlıklı. Aydınlardan, çifüık çubuk sahibi Herhalde biraz onun da yardımıyla veyahut vaktiyle biriktirdiği parayla neyse؟.. İstanbul'a geliyorlar. Evvela Kanlıca'da kalıyorlar. Kanlıca.da bizirrt hanımlar
426
C U M H U R ÎY E T D Ö N E M İ D lN - D E V L E T İL İŞK İL E R İ
doğuyor. İkiz çocukları... Sonra bu Erenköy muhitini araştırıyorlar ve köşk de harap olmuş, yıkıcıya verilmiş, yıkılıp atılacak çerçeve falan kalmamış, hudda halinde ucuz bir fiyata bunu alıyorlar. Ve hatta o sene ancak alı katın camlannı tamamlıyorlar. Üst katta ne cam ne çerçeve var. Öyle yaşıyorlar, Kars’ı Arda han’ı Türkiye’ye hediye etmiş olan insan burada bir soba başında iki çocukla bir likte yaşıyor. Ve çepeçevre etrafı da polis çevrili. Böyle bir mevkuf hayatı yaşı yorlar. Ondan sonra 1933’te o meşhur hadise oluyor. Onda da Milliyet gazetesi aleyhte neşriyata başlıyor. Bir an geliyor ki Karabekir ve arkadaşlarını vatan ha ini yapmaya kadar gidiyorlar. İstiklal mücadelesine karşıydı bu adamlar diye.. Türkiye'nin gerçek kuruculannı, muhalefet yapıyorlar: Atatürk muhalifi. İstik lal Harbine karşıydı diye yazıyorlar. Atatürk zorla bunlan cephelerine yerine geçirdi deyince, artık tepesi atıyor, gayet kibar gazeteye bir mektup yazıyor. Neşriyaiıruzda hatalar vardır diyor, bunlann düzelmesi gerekir, bakın belge yol luyorum diyor. Bir belge bir cevap bir belge bir cevap, bir belge iş alevleniyor. Kıyametler kopuyor. Onun üzerine neşriyatı durdurmaya mecbur oluyorlar. Vc son belgeyi de neşredemiyorlar. Şimdi oradan bazı olaylar açığa çıkmaya başlı yor fakat ödleri kopuyor bu sefer. Demek ki Paşa'nın elinde belgeler var demiş ler. Yıldınm hızıyla evi basıyorlar. Vc bu belgeleri toplamaya çalışıyorlar. İşte o sırada münakaşalar başlamış. İstiklal Harbimizin Esasları diye bir kitap yazıl mış. Sinan matbaasında... Onu da takip etmeye başlıyorlar. Finnalan basıp son ra onu da basıyorlar, kitapları alıyorlar ve evde de 95 dosya halâ ne olduklan belli değil, topluyorlar, götürüyorlar. Fakat Paşa bazı şeyleri başka yerlere gizle miş. Daha önceden tedbirlerini almış. Eline geçiremediklcri de oluyor. Vc bu şekilde bu iş devam ediyor. Bakıyorlar ki Paşa’yı susturmak zor. Gene günün bi rinde bir؟ey çıkar diye ödleri kopuyor. Onun için bu sefer Ankara'dan bir heyet, bir suikast hazırlıyorlar. Bir vesileyle Paşayı temizletecekler. Ondan sonra da işte sokakla kavgada öldü falan diye söyleyip manen de Paşa.yı bitirecekler. Ya Kazım Karabekir de ne adammış diye sokakla dövüş müş. bıçak bıçağa falan diye... Rezil edecekler... Fakat gene içlerinden bin bu kadar alçaklığa gönlü vicdan razı olmuyor vc ihbar ediyor. İhbar ediyor. İhbar edince iş gene alevleniyor. Ondan sonra bakıyorlar bu iş kanşık. bırakıyorlar.
.. . .
.
. . . . _____ ___
nna alffvhinc
dön-
؟ ؛ ؛, ؛ ؟ ؛ ؛. ؛ ؛ ؛ir P٠٠٠y.. Birinde d . k٥«k، g،üy٠r. lsr«l٥K ^bek.r diyor. cs٠
KÂZIM K A R A B E K İR PA ŞA V E İSTİKLAL M A H K E M E L E R İ
427
kİ devir kapandı artık, sen onu unut, biz şöyleyiz, böyleyiz, kardeş sayılırız, gel diyor beraberce çalışalım. Olurdu, olmazdı, çok ısrar ediyor. Aslında bizim an ladığımız onu Ankara’ya çekip el altında tutmak, onun için de ille ısrar ediyor, işte anlaşılan canına tak demiş. Belki de hizmetim dokunur düşüncesiyle 1946 seçimlerinde İstanbul'dan namzet gösteriliyor ve seçiliyor. O da bir münakaşalı oluyor. Münakaşa açılıyor. Demokrat parti kazandı. Halk Partisi kazandı, kaza namadı. Kazım Karebekir Paşa kazandı, kazanamadı, diye bir sürü dedikodu lar... Artık hangisi doğm. o da meçhul ve 46 seçimlerinde mebus olarak mecli se geçiyor. Ondan evvel 40 seçimlerinde zaten ara seçimde namzet gösteriliyor ve 39 da mı ne mebus oluyor? Ara seçimlerde... İsmet Paşa kimi namzet gösterirse o zaten seçiliyor. Ondan sonra 46 seçimlerine... Ama hep Ankara'da mebus ola rak kalıyor. Halk Partisinin vaziyeti zayıflamaya başlayınca, biraz da Karabekir٠in eski şöhretinden de faydalanmak için mi nedir, daha bir ona yakınlık gös termeye başlıyorlar ve daha sonra da meclis onu başkan seçiyor. Ve hakikaten 1946'dan sonra meclis başkanı, hangi tarih bilemiyorum meclis başkanı seçil dikten sonra, çok dürüst, çok tarafsız, çok iyi bir meclis başkanlığı yapıyor. 1948'de ani bir kalp krizi ile Ankara'da vefat ediyor. Ondan sonra da bu hikaye de burada kapanıyor. Ailesi kalkıp buraya yerleşiyor. Hikaye kapanmadı aslın da. Ondan sonra 1960 oldu. "İstiklal Harbimiz" kitabını neşrettik. Bu sefere bi zim hakkımızda takibat başladı. Kitap toplatıldı. Mahkemelere verildi. Seneler ce mahkemeler sürdü, ama bizi aile olarak mahkemeye veremediler. O da ayn bir hikaye... Evvela vereceklerdi, sonra vazgeçtiler. Tahsin Demiray'ı ve kita bın naşirini verdiler. O da mebus oldu, bilmem ne oldu, zaman geçli 6 sene son ra kitap beraat etli. 1967'lerdc tekrar kitap çıktı. Ama halâ da tarihi hakikatler olduğu gibi konuşulamıyor. Hemen bir kıyamet kopuyor. Herkes fikrini söyle sin. Herkes belgesini söylesin, kimse tek başına yüzde yüz haklı olamaz kı. Dünyada böyle bir insan mevcut değil, tek başına her dediği doğru çık.sm. Her insan yanılır. Reisicumhur da olsa yanılır mühendis de olsa yanılır, avukat, ha kim de olsa yanılır, kimbilir kaç hakim var ki yahu keşke bu karan vermesey dim demiştir. Ama. mal meydana çıksın. Hakikat meydana çıksın. Bu hakikat bir milleün kendi devletine ve kendi kültürüne inibaum artmr. Devlet eliyle ya lan söylüyorsan, millet devlete itimat etmez ki.
iii
B
I
B
L
^
O
G
R
A
F
Y
A
Afyonlu İsmail Şükrü (Çelikalay);
Hilofet-i Islamiyye ve Büyük Millet Meclisi, Er zurum Atatür Üniversitesi. Tüıic İnkılap Tarihi Kütüphanesi. Seyfettin Özeğe Koleksiyonu. Ahmet Cevat Emre; İki Neslin Tarihi. Ahmed Emin Yalman;^^٠>^) Yakın Tarihte Gördüklerim, Geçirdiklerim, Is. tanbul-1970. Türk Devrimi'nin Temelleri ve Gelişimi, Anka Ahmet Mumcu; ra-1974. Üçüncü Baskı. Gördüklerim, Yaptıklarım, İstanbul-1945. ^^',^ ^؛١٠ Ahmet Reşit Bey; ل٠م Atbay Hüsamettin ErtUrk; İki Devrin Perde Arkası, İstanbul. 1957. Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Dergah Yayınlan. İs. Ah Birinci; tanbul.1990. Din ve Laiklik, Yağmur Yay., lstanbul-1982. ي ; ة:;. ا5ﻻ ﺟ ﺔ Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul. 1953. Ali Fuat Cebesoy; Siyasi Hatıralar, (2 cilt) Vatan Neşriyat. İsıanAli Fuat Cebesoy; bul-1957. Görüp İşittiklerim, Türk Tarih Kurumu Yay.. Ali Fuat Türkgeldi; Ankara-1951. Hatıralarım FII. Nehir Yay. Ah Ihsan Sabis; İmam Hatip Okulları Davası. Milli Gazele A liR jz a K tr^ g a ; Yay.. İstanbul-1975. Anayasa Hukukunda Laiklik Kuralı. Ankara. Bir Devletin Yeniden Doğuşu. İstanbul-1971. Arnold Toyn^î Atatürk'ün Kişiliği, TDK Yay.. 1969.
Atatürk'ün Söylev vc Demeçleri; Ankara-1984. Avni Doğan; Ayje Osmanoglu;
Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası, lsianbul-1966. Babam Abdülhamit Han, İstanbul-1960.
٠٠ ﺑ ﺪ٠
ﺀ؛
Baskın Oran; Behçet Cemal; Behçet Kemal Çağlar; Bernard Lewis; Bilal Şimşir; C. Dursunoğlu: Celal Arıkan; Celal Bayar; Cemal Kutay;
Charles Sherrill; Çetin Özek; Çetin Yetkin; D. Mehmet Doğan; Da>*ut Dursun; Doğan Avaoğlu; Dr. Mehmet Önder; Dr. Seİahaddin Tansel:
Atatürk Milliyetçiliği : Resmi ideoloji Dışı Bir İnceleme, Ankara - 1988. Şeyh Said İsyanı, Sel Yayınlan, lstanbul-1955. Hatırat, (1913-1922 YıUan). İstanbul-1922. "Tutsak Asya Burcunda İlk Baş Kaldırma Bay rağı", Atatürk'e Saygı, TTK Yay.-1969. Modern Türkiye'nin Doğuşu, TTK Yay.. Anka ra-1988. Dış Basında Atatürk ve Türk Devrimi, Ankara1981. Ingiliz belgeleriyle Türkiye'de Kürt Sorunu. Milli Mücadele'de Erzurum, Ankara-1959. Atatürkçülük ve Kemalizm, T. İş Bankası Yay., Ankara-1974. Ben de Yazdım, lstanbul-1983. Milli Mücadele Öncekiler ve Sonrakiler. Türkiye İstiklal ve Hürriyet Mücadeleleri Tari hi, (20 cilt). İstanbul-1957. Alioğlu Yay. Fevzi Çakmak Atatürk'ü Tevkif Edecekti! İsianbul-1955. Örtülü Tarihimiz, (2 cilt) Hilal Matbaası. îstanbul-1975. Tarih Sohbetleri, (9 cilt) İstanbul-1966. Bir Elçiden Gazi Mustafa Kemal, Tercüman 1001 Temel Eser. İstanbul-1976. Din ve Devlet, Ada Yayınlan, lstanbul-1984. Türkiye'de Gerici Akımlar, Varlık Yay.. Istanbul-1964. Tek Parti Yönetimi, Alün Yay.. Ankara 1983. Darbeler, Müdahaleler ve Siyasi Sistem. Rehber Yay.. 2 Baskı. Ankara-1990. Tarih ve Toplum. Rehber Yay.. Ankara-1990. OsmanlI Devletinde Siyaset ve Din. İşaret Ya yınlan. İstanbul-1989. Kurtuluş Savaşı (4 cilt). Tekin Yayınlan-1989. Atatürk Bildirileri, Kültür Bak. Yay.. Ankara1990. Mondros'tan Mudanya'ya Kadar. 4 cilt Ankara1973.
E. Ulubelen; Edgar Pech; Enver Behnan Şapolya; Ergun Aybars;
Eşref Edip; F. William Frey; Fahir Armaoglu; Fahreddin Altay; Fahri Belen; Feridun F. Tülbentçi; Feridun Kandemir; Fethi Okyar; Fethi Tevetoglu; G. Otmanbolük; Gail Minalt; Galip Söylemezoglu; Gotthard Jaeschke (T. Bıyıkoglu);
Gotthard jaeseke;
H. H im m e to g lu ;
Ingiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, İstanbul. 1967. Les Allies et La Turguie, Paris.1925. Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, I s t a n . bul-1958. İstiklal Mahkemeleri, (1923-1927) Kültür Bak. Ankara-1983. İstiklal mahkemeleri, (1920.1923), Bilgi Yayı nevi Ankara-1975. Kara Kitap, Işıklar Yayınevi. İstanbul-1969. Turkish Political Elite. Siyasi Tarih (20. Yüzyü). İş Bankası Yayınlan. 5. Baskı. Ankara-1987. On Yıl Savaş ve Sonrası, İstanbul-1970. Atatürk Devrimi ve Din, Belgelerle, T.T.D.1968. Cumhuriyet Nasıl Kuruldu? İstanbul. 1955. Mustafa Kemal, Arkadaşları ve Karşısındakiler, İstanbul-1964. Rauf Orbay, İstanbul-1965. Üç Devirde Bir Adam, (Haz: Cemal Kutay). Tercüman Yay., lstanbul-1980. Atatürkçü Samsunca Çıkanlar, Ankara-1971. İsmet Paşa Dosyası, İstanbul-1969. The Khilafat Movement, Bonbay-1982. Başımıza Gelenler, Yakın Bir Mazinin Hatırala rı, İstanbul. 1939. Atatürk Anadolu'da, İstanbul. 1981.2 Baskı. Kurtuluş Savaşı ile İlgili Ingiliz Belgeleri, Ankara-1971. Çev: C. Köprülü. Yeni Türkiye'de İslamlık, Bilgi Yayınevi. Anka ra- 1972. Dos Ende dos Osmanisehen Sultanats. 1951. Mustafa Kemal et la proclamition dela Republigne en Turgie. Kurtuluş Savaşında İstanbul ve Yardunlan, 2 cilt. İstanbul-1975.
Halide Edib Adıvar;
Hamza Eroglu; Hasan Rıza Soyak; Hilmi Uran; İbrahim Arvas; Ilyas Sami Kalkavanoğlu: İskilipli Atıf; İsmail Arar; İsmet İnönü; Jean Deny; John Edmons; K. Atatürk Kadir Misiroglu;
KazımKarabekir;
Kazim Özalp; Kazim öztürk; Kemal A ribu^u;
K e M İ M ck k ;
Dictatorship and Turkey, Yale Re٧ إew Güz. 1929. Ingiliz Belgelerinde Türkiye, !51-1967. Türk'ün Ateşle imtihanı, lsianbul-1962. Türk İnkılâp Tarihi, Ankara-1973. Harp Tarihi Vesikaları Dergisi. Atatürk'ten Hatıralar, (2 cili) Yapj Kredi Bankas ؛Yay.. Istanbul-1973. Hatıralarım. Tarihi H âikatler, Ankara-1954. l â ü 'n ü n Söylev ve Demeçleri, Jslanbul-1946. Milli Mücadele Hauralanm ٠ \^V^٢\١ö\A-\9S1. Frenk Mukallitliği ve Islam, ÇİİC Yay.. Islanbul1976 ( ؟ev-Sadık Albayrak). Atatürk'ün Izmit Basın Toplantısı, ،sianbul. 1969. Hatıralar (2 cilt). Bilgi Yayınevi. Ankara-1987. Yeni Türkiye, ( ؟eviren: s . Kodolbaş). Ankafa1961). Kıırds, Turkis and Arabs. N u tâ , 2 cill. İsianbul-1951. Kurtulup Savacında Sarıklı M ü c ^ id e ٢٠ ﻷ١\\ ه Yayınlan, lsianbul.1977. Lozan, Zafer mi. Hezimet mi?, (2 cilt) Sebil Yay., lstanbul-1977. Osmanogullarıntn Dramı, Sebil Yay.. Jstanbul1978. istiklal Harbimiz, lstanbul-1960. istiklal Harbimizin Esasları, Jslanbul-1972. Dördüncü Baskı. M illiM ü c â le , Ankara-1985. Atatürk'ün TBM M 'dekiGizlive Açık Oturumları ٥٥ Yapngı Konuşmalar, (2 cilt). Kültür B ^ . Yay.٠A n k a r a - l^ . Milli Mücadele ve inkılaplarla ilgili Kanunlar CMcclis Görülmeleri vc Gerekçeli Kararianyla Biriiirtc). 957 ٨ د ٠ ا. DogH Sorunu V، MilU M U c â le n in Dış Politif
ﺋ ﺮ5 ا أ5 ﺳ ﻢ6٧1~1985.
KonyalI Mehmed Vehbi (Çelik) Lord Kinros;
M. Baydar; M. Şükrü Hanioglu;
Mahmut Gologlu;
M a/har Müfit Kansu; Mehmed Emin Bozarslan; Mehmed Önder; Mete Tunçay;
Metin Toker; Mustafa Baydar; Mustafa Müf١üoglu;
Mustafa Nuri Paşa; Münevver Ayaşh;
Hülasatü’l Beyan Fî Tefsiri'l-Kur'ân. Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu (Çeviren: N. Sander). 8. Baskı. İstanbul-1981. Atatürk, 2 cilt, lsianbul-1966. Atatürk ve Devrimleri, lsianbul.1973. Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı ittihat ve Te rakki Cemiyeti ve Jön Türklük (1889-1902). İs tanbul-1985. OsmanlI İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük I. İletişim Yay., lstanbul-1987. Cumhuriyete Doğru, Başnur Matbaası. Ankara1971. Erzurum Kongresi, Ankara-1968. Erzurum Kongresinden Ölümüne Kadar Atatürk (10 cilt). Halifelik Ne idi? Nasıl Alındı? Niçin Kaldırıldı? Ankara. 1973. Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Bera ber, (2 cilt). TTK Yay.. Ankara-1968. Hilafet ve Ümmetçilik Sorunu, Ant Yay.. İstan bul-1969. İzmir Yollarında Atatürk'ün Batı Anadolu Gezi si, İş Bankası Yay.. Ankara-1989. Türkiye'de Sol Akımlar l, (1908-1925) A.U. SBF Yay.. Ankara-1967. Türkiye'de tek Parti Yönetiminin Kurulması. Yurt Yayınlan. Aı\kara-1981. Şeyh Said ve İsyanı. Hamdullah Suphi Tannöver ve Hatıraları. Menleş Yay., lsianbul-1968. Cumhuriyet Tarihinde Mühim Olaylar, Seha Neşriyat; İstanbul. 1989. Yalan Söyleyen Tarih Vtansın (İÜ dil) Çile Ya)incvi. İstanbul" 1989. Netayicü'l Vukuât. İT K Yay.. Ankını-1978. Işinıklenm. Gördüklerim. BUdıkierim. İstanbul1973.
N. Nazif Tepedelenliogiu; Naşit Hakki Ulug;
Ordu ve Politika, lsianbuI-1967. Halifeliğin Sonu, Türkiye İş Bankası Yay.. An. kara.1975. û ç Büyük Devrim, Ak Yay.. Ankara - 1965. Necip Fazıl Kı،sakürek; Sultan Vâidüdâin. Son Devrin Din Mazlumlan Neşet Çağatay; Atatürk O â r ü ğ in d e Saltanattan Cumhuriyete Geçen Türkiye, 50. Yıl. Nevres Paşa; Elleyletü Habld, 5am٠1340. Niyazi Berkes; Türkiye'de Çağdaşlaşma, Bilgi Yayınlan. An. kara-1973. Atatürk Döneminde M âalefet, Dilmen Yayıne. Nurşen Mazıcı; vi. lsi^ u l-1 9 8 4 . Nutuk-Söylev,TTK. Basımevi. Ankara.1987. Milli M ü c â l e Basını, lsianb٧l"1964. O. Sami Coşar; M aarifTarihi, (5 cil،). Eser Yayınlan. IstanbulOsman Nuri Ergin; 1977. OsmanlI Devletine Karşı Arap Bağımsızlık HaÖmer Kürkçüoglu; reketleri, (1908-1918). Ankara-1982. Türk-hgiliz ilişkileri, (1919.1926) SBF Yay.. Ankara-1978. Atatürk ve Laiklik, Tekin Yayınevi. AnkaraOzerOzonkaya; 1983. Mustafa Kemal ve Uyanan Do ٤ u ٠ Çev. ¥e\V\\ Paul GentizOT; Ülkü. Kültür Bak. Yay.. Ankara-1983. Brition and Turk, London-1949. Philips Graves; Hilafet Hareketleri; TDN \ ﻻ ة٠١ K ٢v h u - \9 9 \ ٠١ Prof. Dr. M. Kemal öke; (Bu eser daha Once Kültür B a k tığ ı Y ayılan arasından '.Güney Asya Müslümanlannın istiklal Davası ve Tüt^ Milli Mücadelesi" adıyla 1988 yılında Ankara'da yayınlanmıştır.) Son Halife Abdülmecid ve Hanedan-i AI-İ OsRazi Yalkın: m a n Is ta ğ Id a n N a s ıl Ç ı k a r t l d û H Dünyâsı D eresi, (s. 1-5) lsıanbul-1950. B uG öıU rN elerG ördu? Reni Cevıd ٧lun٠y; Hayat ve Hatıratım (4 cilt). Dr. RızaNur;
*'Atatürk Devrimi ve Hindistan", Türkiye İş Bankası Yay.. Uluslararası Atatürk Sempozyu mu: Bildiriler ve Tartışmalar, Ankara-1983. Pakistan movement and Kemalist Revolution: A S.Q. Fatımi; Comprative Study, I s l a m a b a d . Anadolu İhtilali, İstanbul-1966. Sabahattin Selek; İnönü'nün Hatıraları (2 cilt). Burçak Yayınlan. İstanbul. 1969. Milli Mücadele, Ulusal Kurtuluş Savaşı, I s t a n . bul-1963. Teokratik Devlet ve Laik Devlet, Tanzimat-ı, IsSadri Maksudi Arsel; lanbul٠MEB٠1940. Halife II. Abdülmecid, lsianbul-1964. Salih Nigar Keranet; Bilinmeyen Atatürk, Ankara-1974. Sami N. üzerdim ; Hilafetin Kaldırılması ve Sonuçları, (Doktora Seçil Akgün; Tezi). Mondros'dan Mudanya'ya Kadar, Ankara-1973. Selahaddin Tansel; Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, AnkaraSelahi R. Sonyel; 1973. İki Devrin Perde Arkası, (Anlatan Hüsamettin Semih Nafiz Tansu; Ertürk), lstanbul-1964. İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, İstan ^ n a Akşın; — bul. 1976. Stanford Shaw-Ezel Kurul; OsmanlI İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Çcv: Mehmet Harmancı. Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Semineri, AnkaraŞ. Turan; 1975. Atatürk'ün Kişiliği. TDK Yay. 1969. Suyu Arayan Adam, Ankara-1959. Şevket Süreyya Aydemir; Tek Adam (3 cilt). İstanbul. 1969. T.C. Genel Kurmay Başkanlığı; Türk Istitlal Harbi. Ankara-1981.
S.A. Haggi;
Tahir Kucur; Tarık Mümtaz Göztepe; Tank Zafer Tunaya;
Tayyib Gökbilgin; Tekin Alp (Moiz Kohen); Türk İstiklal Harbi, (5 cilt); Uğur Mumcu; Utkan Kocatürk; Vehbî Cem Aşkun; Vehbi Vakkasoglu; Willfred Cantwell Smith; Yakın Tarih Ansiklopedisi; Yunus Nadi; Yu.suf Hikmet Bayur; Ziya Gögmen; Ziya Gökalp;
Konya Ayaklanma Raporu, T.Î.T.E. Arş. 17/ 2986. Osmanoğullarının Son Padişahı Vahididdun Gurbet Cehenneminde, İstanbul. 1969. İslamcılık Cereyanı, İstanbul. 1962. Türkiye’de Siyasi Partiler, (3 cilt) Hürriyet Vakfı Yay.. İstanbul-1984. Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hare ketleri, İstanbul-1960. Milli Mücadele Başlarken, (2 cilt). Ankara1959. Kemalizm, Cumhuriyet Gazetesi Matbaası. İs tanbul-1936. Ayaklarunalar. Gn. Kur. Başk. Harb Tarihi Dai resi Resmi Yay.. Ankara-1964. Kazım Karabekir Anlatıyor, İstanbul-1963. Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Krono lojisi, Ankara-1983. Sivas Kongresi, İstanbul-1963. Söz Bozgun (3 cilt), Timaş Yayınlan. Istanbul1990. ”Modern Turkey; Islamic Reformation”, ”Mo dern Türkiye Dini Bir Reforma mı Gidiyor?, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, s. 1, 1953. 10. cilt. Yeni Asya Yay., l.stanbul-1990. M. Kem alpaşa Samsun’da. İstanbul-1955. Türk Devletinin Dış Siyasası. TTK Yay. Kurmay Albay Halid Bey (Akmansü) Halk Ban kası Yay.. 2 cilt, lstanbul-1956. Türkçülüğün Esasları. Ankara-1991. Yeni Hayat / Doğru Yol, Haz. Müjgan Cumhur. Kültür Bak. Yay.. Ankara-1976.
Lhrtj, ٠
•١î O f > R ? « V
£ l t ÎINCi،. E ؛؛؛،'I vo^
؛١J ، . ', / ı ı ^ .
İL
٠٠
،،. ؛i ., ? ؛s 150
١PJR٧TUIEN DEC ü, .CANI/ VURÛIULtN BİR MESELE ŞAPKA M ESElBi ARTIK İ S I M HALİNİ ALMIŞTI. O KADAR Ki İSTİKLAL MAHKEMELERİNİN İSTANBUL'DA ALTMIŞ G U N İÇERİSİNDE .ŞAPKADAN DOLAYI İDAM ETTİĞİ KİŞİ SAYISI 57 İDİ a
A
. f G
m
W
؟
a
٠N a ٥ m 4M،،I İ.26 / aWN«XOÖ،U 'J،V؛ll ؛.Sn6>NKA،A١?؟8