HANEFÎ FIKHININ ESASLARI (Fıkhu Ehli’l-Irak ve Hadisuhum)
Muhammed Zahid El-Kevserî
Çevirenler: Doç. Dr. Abdulkadir Şener Dr. M. Cemal Sofuoğlu
Yeni Pars Matbaacılık 1982
İçindekiler Çevirenlerin Önsözü ..............................................................................................1
Takdim .........................................................................................................................6 Giriş ...............................................................................................................................8
Re’y ve İçtihad ....................................................................................................... 12
İstihsan ..................................................................................................................... 24 Haberlerin Kabül Şartları ................................................................................. 30
İçtihadî İlimler Açısından Kûfe ...................................................................... 39
Ebû Hanife’nin Fıkhî Metodu.......................................................................... 52
Ebû Hanîfe’nin Arkadaşlarından Ve Mezhebinden Bazı Büyük Hafız Ve Hadisçiler .............................................................................................. 59 Ek Bölüm.................................................................................................................. 76
Başvurulan Kaynaklar ....................................................................................... 82
Çevirenlerin Önsözü Bu eserin yazarı merhum Muhammed Zahid el-Kevserî, Türkİslam kültür çevresinin yetiştirdiği değerli ilim adamlarından, şair, edib, yazar ve güçlü bir eleştirici idi. Arap dili ve edebiyatı, fıkıh, hadîs, İslam tarihi ve Kur’an-ı Kerîm ilimlerinde derin ve köklü bilgi sahibi olduğu kadar dindar, mütevazi, medenî cesarete sahip ve aynı zamanda çok nazik bir insandı.. Ancak ilmî konularda muarızlarını tenkid ederken oldukça sert bir dil kullanırdı. Yazarımız, 1296/1879 yılında Düzce’nin Hacı Hasan Efendi köyünde 1 doğmuş, ilk öğrenimini Düzce’de yaptıktan sonra 1311/ 1893 senesinde İstanbul’a gelip Kazasker Hasan Efendi (Ö. 1044/ 1634) Daru’l-Hadis’ine yerleşmiştir.
Fatih Camiinde Eğinli İbrahim Hakkı’nın (Ö. 1318/1900) derslerine devam etmiş, adı geçenin ölümünden sonra Alasonyalı Ali Zeyne’l-Abidîn Efendi’nin (Ö. 1336/1917) derslerini takip ederek yüksek öğrenimini bitirmiş ve 1322/1904 yılında icazet almıştır. 1325/1907 yılında da, Ders Vekili 2 Ahmed Asım (Ö. 1329/1911)
Bu köy, adını 1280/1863 yılında Kafkasya’dan muhacir olarak gelen yazarın babası Müderris Hasan el-Kevserî’den (Ö. 1345/1926) almıştır. Şimdiki adı ise Çalıcumadır. O bölge halkının rivayetine göre bu ad oraya, Selçuklular zamanında askerler çalılar arasında Cuma namazı kıldıkları için verilmiştir. 2 Bu ünvan, ilmiye ve medrese işleriyle uğraşan şeyhulislam yardımcısına verilirdi. 1
1
başkanlığında, daha sonra Şeyhulislam olan Ahiskalı Mehmed Es’ad (Ö. 1334/1918), Dağıstanlı Mustafa b. Azm (Ö. 1336/1917) ve Tosyalı İsmail Zühdî (Ö. 1337/1918)’den oluşan bir heyet huzurunda dersiamlık imtihanını vermiştir.
1325/1907 tarihinden birinci dünya savaşının başlarına kadar Fatih Camiinde müderrislik yapan M. Zahid el-Kevserî, Darulfünunda fıkıh ve fıkıh tarihi derslerini okutmak için açılan imtihanı birincilikle kazanmış ise de, bu göreve mevcut öğretim üyelerinden birisi vekaleten getirildiğinden, tayini gerçekleşmemiştir.
el-Kevserî, Ürgüplü Mehmed Hayri Efendi’nin şeyhulislamlığı sırasında ıslah edilen medreselerde belagat, aruz ve ilmi vaz’ derslerini okutmakta iken, Kastamonu’da açılan yeni bir medreseyi faaliyete geçirmekle görevlendirilmiş ve burada üç yıl kadar kaldıktan sonra, 1327/1909 senesinde istifa ederek, İstanbul’a dönmüştür.
el-Kevserî, İstanbul’a gelir gelmez Darüşşafaka’ya, bir ay sonra da Medresetü’l-Mütehassisîn’e müderris olarak tayin edilmiştir. Ders vekaleti meclisine üye olarak seçilip bir süre sonra da 75 Osmanlı lirası (altın) aylıkla Ders Vekilliğine tayin edilinceye kadar bu görevlere devam eden el-Kevserî, İttihat ve Terakkîcilerle anlaşamadığı için Ders Vekilliğinden azledilmiştir. Ancak Ders Vekaleti Meclisi üyeliği ile müderrislik görevini, 13 Rebiu’l-Ahir 1341 (3 Kasım 1922) tarihinde Mısır’a gitmek üzere Türkiye’den ayrılıncaya kadar sürdürmüştür.
M. Zahid el-Kevseri, bir kaç ay Kahire’de kaldıktan sonra Şam’a gelip bir yıl burada oturmuş, sönra tekrar Kahire’ye dönerek, Camiu’l-Ezher’de okuyan Türk öğrencilerinin kaldığı Ebu’z-Zeheb Muhammed bey (Ö. 1189/1775) Tekkesine yerleşmiştir. 347/1928 yılmda geri Şam’a gitmiş ve bir yıl kaldıktan sonra tekrar Kahireye dönüp Mısır Devlet Arşivinde (Daru’l-Mahfüzati’lMısriyye) bulunan bir kısım Türkçe belgeleri Arapçaya çevirme
2
gibi mütevazî bir işte çalışarak geçimini sağlayan el-Kevserî, bundan sonra eşi ve çocuklarını da yanına getirmiştir. 3
Son yıllarda şeker hastalığı ve tansiyonundan şikayet eden elKevserî geride yalnız eşini bırakarak, 71 yaşında iken 1371/1952 yılında vefat etmiş; Camiu’l-Ezher’de kılınan cenaze namazından sonra 4 Şafiî mezarlığında, dostu İbrahim Selim’e ait bölmede medfun bulunan kızlarının yanında toprağa verilmiştir. 5
Tefsir, hadis ve fıkıh alanlarında çok geniş bilgi sahibi olan M. Zahid el-Kevserî’nin ilmî faaliyet ve eserlerini iki kısımda ele alabiliriz: 1-Türkiye’de iken çeşitli konularda yirmiden fazla eser yazmış ise de, sadece dördü basılabilmiştir. Bunların birisi Farsça, birisi Türkçe, öteki ikisi Arapçadır. Kendisi, Türkiye’de yazdığı eserler arasında tefsire dair iki ciltlik basılmamış eserinin çok önemli olduğunu söylerdi.
2-Mısır ve Şam’da iken yazdığı eserlerin sayısı otuzu geçmektedir. Arapça olarak kaleme aldığı bu eserlerin çoğu basılmıştır. Hadis, fıkıh, fıkıh usülü ve İslam bilginlerinin biyografileriyle ilgili elliden fazla esere uzun önsözler, notlar ve açıklamalar yazmıştır. Mecelletü’l-İslam gibi dinî ve ilmî dergilerde çıkan yüzden fazla makalesi öğrencileri tarafından derlenmiş ve Makalatu’l-Kevserî adiyle yayınlanmıştır. 6
İşte bu Makalatu’l-Kevserî’nin baştarafında, yazarın hayatı ve eserleri hakkında Ahmed Hayri’nin kaleme aldığı 80 sahifeyi bulan
Bir oğlu, üç kızı vardı. Oğlu ile kızının biri İstanbul’da, öteki iki kızı da babaları hayatta iken Kahire’de ölmüştür 4 Merhumun cenaze namazında bulunmak, mütercimlerden Abdulkadir Şener’e de nasip olmuştur. 5 Eşini kaybettikten bir süre sonra ayağına sıcak su dökülüp rahatsızlanan karısı, Türkiye’ye dönmüş ve 1957 yılında Düzce’de hayata gözlerini yummuştur 6 Kahire, 1372 3
3
bir mukaddime yer almaktadır. Biz bu önsözümüzü daha çok Ahmed Hayri’nin söz konusu mukaddimesi ile, yazarın et-Tahrîru’lVeciz 7 adlı eserinden yararlanarak yazdık.
En çok hadisle uğraşan el-Kevserî, Hanefî imamları Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ve İmam Züfer gibi Ebu Hanîfe’nin öğrencilerinin biyografileri, görüş ve ictihadları üzerinde durmuştur. elKevserî’nin, el-Hatîbu’l-Bağdadî’ye karşı Ebû Hanîfe’yi savunmak gayesi ile yazdığı 200 sahifeyi aşan Te’nîbu’l-Hatib adlı eserini 8 burada özelilkle zikretmek isteriz.
Tercümesini sunduğumuz kitaba gelince bu eser, merhum elKevserî tarafından ünlü Hanefî hukukçusu Zeyla’î’nin Nasbu’rRaye li-Ahadisi’l-Hidâye adlı kitabına 9 mukaddime olarak yazılmış olup ilk önce sözkonusu kitabın birinci cildinin baştarafında yayınlanmıştır. Nasbu’r-Raye’nin baskısı yapılırken Muhammed Yûsuf el-Benûrî, bu mukaddimeye bazı notlar ilave etmiştir. Biz bu notlardan lüzumlu olanları da tercüme ettik. Daha sonra da değerli muhakkik Abdu’l-Fettah Ebû Gudde tarafından, bir kısım ilavelerle dipnotlar eklenerek ayrı bir eser halinde Fıkhu Ehli’l-Irak ve Hadisuhum (Iraklıların Fıkıh ve Hadisleri) adıyla bastırılmıştır 10 Biz, genellikle A. F. Ebû Gudde’nin bu ilave ve dipnotlarını da tercüme ettik.
Burada yazarımız M. Zahid el-Kevserî’ye Allahtan rahmet diler, bu kıymetli eserini doğup büyüdüğü ve yetişdiği toprağın insanlarına sunmakla mutluluk duyduğumuzu belirtmek isteriz.
1360/1941 yılında Kahire’de basılan bu eser, yazar tarafından talebelerine verilmek üzere icazetname olarak hazırlanmış olup merhumun kendisi ve hocaları hakkında değerli bilgileri içine almaktadır. Biz, bu icazetnameden Hüseyin Atay adına düzenlenen nushayı kullandık. 8 Kahire, 1361 9 Kahire, 1938 10 Kahire, 1970 7
4
Ayrıca bu eserin tercüme ve neşri hususunda Sayın Prof. Dr. Mehmed Hatiboğlu aracılığı ile kendisinden müsaade istediğimiz muhterem ilim adamı ve Zahid el-Kevserî’nin değerli ve vefakar talebesi Abdu’l-Fettah Ebu Gudde, tercümemiz için bir takdim yazısı ile eserin Arapça ikinci baskısı sırasında “Ebu Hanîfe’nin Arkadaşlarından ve Hanefî mezhebinden Bazı Büyük Hafız ve Hadisçiler” ve “Ek Bölüm” kısımlarına yapmak istediği bazı ilaveleri bize göndermek lütfunda bulunmuştur. Kendilerine bu samimî ilgi ve zahmetlerinden dolayı ne kadar teşekkür etsek azdır.
15.4.1981, Ankara Çevirenler
5
Takdim Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Hamd, her türlü övgüye layık olan Allah’a mahsustur.
Salat ve selam, peygamberlerin efendisi ve sonuncusu Hz. Muhammed’e, O’nun yakınlarına, arkadaşlarına ve onlara uyanlara olsun.
Allah’ın bir lütfu olarak değerli hocamız araştırıcı, muhaddis, fakih, usülcü ve çağımızın nadir eleştiricisi, Osmanlı imparatorluğu son devir Şeyhulislam Vekili Muhammed Zahid el-Kevserî’nin Fıkhu Ehli’l-Irak ve Hadisuhum (Iraklıların Fıkıh ve Hadisleri) adlı bu eserini 1970 yılında neşretmiştim. İlim adamlarınca uzun bir zamandan beri aranmakta olan böyle bir kitabı kaleme alan değerli hocamız el-Kevserî’ye Allah rahmet etsin, onu ve ilim ehlini mükafatlandırsın.
Bu eser, ilim adamları katında layık olduğu yeri almış, çok beğenilmiş ve faydalanılmıştır. Merhum el-Kevserî’nin bütün eserleri ve makaleleri için bunlar söylenebilir. Yani onun bütün eserleri ilmî inceleme ve geniş araştırmalara dayandığı için çok yararlı kitaplardır, her yerde ilim adamlarının elinden, düşmez. Merhum’un 6
bu nitelikleri taşıyan kitaplarının başında Fıkhu Ehli’l-Irak ve Hadisuhum adlı elimizdeki eseri gelir.
A.Ü. İlahiyat Fakültesi mensuplanndan değerli kardeşlerim Abdulkadir Şener ve M. Cemal Sofuoğlu’nun bu kitabı Türkçeye, yani üstadımız el-Kevserî’nin ana diline çevirmeye karar verdiklerini öğrendim. Bu beni son derecede sevindirdi; çünkü bu tercüme, Türk ilim ve irfanına hızmetin ötesinde, yakın kültür tarihinin yetiştirdiği şahsiyetleri yeni nesillere tanıtmak bakımından çok önemlidir. İşte yazanmız Muhammed Zahid el-Kevserî, asırlar boyu İslam aleminin ilim ve irfan merkezi olan îstanbul’un yetiştirdiği alimler zincirinin son halkalarından biridir.
Türkçeye çevirilen bu değerli eserin İslamî ilimlerle uğraşan Türk gençlerine faydalı olmasmı ümid ediyorum. Bu vesileyle Türkiye’nin ilmî faaliyetlere hız vererek, İslam Alemindeki eski şerefli yerini almasını Allah’dan diliyorum.
Ayrıca bu değerli eseri Türkçeye kazandıran sayın mütercimlere teşekkür ve takdirlerimi sunuyor, kendilerine Allah’tan başarılar diliyor ve onu, layık olduğu şekilde güzel bir baskı ile neşretmelerini rica ediyorum. Allah ilim yolunda çalışanlara yardımcı olsun.
3 Zilhicce 1399 (1980), Riyad Abdulfettah Ebû Gudde 7
Giriş Hamd, fakihlerin mertebelerini İslam Dinine yapmış oldukları hizmette gösterdikleri himmete uygun olarak yücelten Allahadır. Salat ve Selam, nebilerin sonuncusu, müttakilerin dayanağı, İslam toplumunu karanlıktan aydınlığa ve nura kavuşturan Hz. Muhammed’e, O’nun al ve ashabına olsun.
Büyük hukukçu ve Muhaddis Abdullah b. Yusuf ez-Zeyla’î’nin Nasbu’r-Raye lî-Tahrîci Ahâdisi’l-Hidâye adlı eseri ahkam hadisleri konusunda gerçekten benzeri olmayan bir kitaptır; çünkü yazarı, araştırmada bir an bile boş durmamış, bu uğurda her türlü engeli aşmış, büyük küçük demeden yitiğini kimde ve nerede bulduysa almış, yorulmadan ve bıkmadan gece gündüz bütün gücünü harcayarak ilme hizmet etmiştir. Bu büyük samimiyet ve derin araştırma sayesinde meydana getirdiği eser, bilginler katında benzerleri arasında layık olduğu yeri almıştır.
Gerçek odur ki, Zeyla’î, bu eserinde herhangi bir araştırıcı için bu konuda tamamlanması gereken bir eksiklik bırakmamıştır. İslam hukukçularının kendi içtihad ve görüşlerinde dayanmış oldukları hadisleri, fıkıh kitaplarındaki bölümlere göre ele almış, incelemiş, kaynaklarını göstererek tenkidini yapmıştır. 8
Yazarımız kadar tarafsız ve insaflı olan pek az kimse vardır. Öyle ki herhangi bir zümrenin benimsediği hadislerle yetinmemiş, muarızlarının delillerini de kaydederek, bunların leh ve aleyhinde belirtilmesi gereken hususları büyük bir titizlikle açıklamıştır. Mezheplerin, dayanmış oldukları ahkam hadisleri konusunda diğer eser yazanlar ise, böyle bir tarafsızlık gösterememişlerdir. Onlar, ya araştırmada kusurlu davranmışlar, ya da indî görüşlerinin peşinden gitmişlerdir. Oysa araştırmada kusurlu davranmak, delili kuvvetli olan meseleyi delilsiz bir duruma düşürür, indî görüşlerin peşinden gitmek ise, İslam’ın kabul etmediği bir taassuptur. Delilleri incelerken, ilim adamının basiretini bağlayan en tehlikeli şey mezhep taassubudur; çünkü taassup, zayıfı kuvvetli, kuvvetliyi zayıf; güçlü delili güçsüz, güçsüz delili de güçlü gösterir. Bu ise din konusunda Allah’tan ve ahiret günü bunun hesabını vermekten korkan bir kişinin yapacağı şey değildir.
İslam hukukçusu, kendinden bilgin ve böyle ciddî bir hadisçi ile karşılaşınca nefsinin hevasına esir olmamalı ve böylesine eşsiz bir ilim adamına sımsıkı sarılmalıdır.
İşte Zeyla’î, bu nitelikleri hakkiyle kendisinde toplamıştır. Bu itibarla kendinden sonraki tahrîcle uğraşan alimler ona başvurmak zorunda kalmışlardır. Mesela: Bedrü’d-Dîn ez-Zerkeşî 11, İbn Mulakkin 12, İbn Hacer ve diğer meşhur alimler tarafından yazılan bu tür eserleri Zeyla’î’ninkilerle karşılaştırırsanız sözümüzün doğruluğunu görürsünüz. Hatta daha ileri giderek onlardaki mezhep taassubu bir yana bırakılırsa, tamamen Zeyla’î’nin eserlerinin taklidi olduklarını söyleyebilirsiniz.
Yazar burada ez-Zerkeşî’nin Fethu’l-Aziz Âlâ Kitabi’l-Veciz (ez-Zehebu’lİbriz fî Tahrîci Ahâdisi Fethi’l-Aziz) adlı eserini kasdetmektedir. (Çev.) 12 İbn Mulakkin, meşhur Şafiî alimlerindendir. Fıkıh, tarih ve hadis sahasında önemli eserleri vardır. 723-804 hicri tarihleri arasında yaşamıştır. Asıl adı Ömer b. Alî b. Ahmed’dir. Daha çok İbn Mulakkin künyesi ile tanınır. (Çev.) 11
9
Zeyla’î’nin bu eserinde Hanefîler, imamlarının delil olarak kullandıkları ahkam hadislerini bulurlar. Malikîler İbn Abdi’l-Berr’in etTemhîd ve el-İstizkar adlı eserlerinde tahric ettiği rivayetler ve Abdu’l-Hakk’ın kitaplarında ele aldığı ahkam hadislerinin özetiyle karşılaşırlar. Şafiiler, Beyhakî’nin Sünen ve el-Ma’rife gibi eserlerinde tahric ettiği, Nevevî’nin el-Hulasa, el-Mecmu’ ve Şerh-i Müslim de zikrettiği, İbn Dakîk el-İyd’in el-İlmâm ve Şerhu’lUmde adlı kitaplarında açıkladığı hadisleri görürler. Hanbeliler de İbnu’l-Cevzî’nin et-Tahkik ve İbn Abdi’l-Hadî’nin Tenkîhu’tTahkik adlı eserlerinde ve ahkam hadisleriyle ilgili diğer kitaplardaki önemli tenkidlerle yüzyüze gelirler. Hatta araştırıcı, Nasbu’r-Rayede, Sahih hadis kitaplarında, sünenlerde, müsnedlerde, el-asar adını taşıyan kitaplarda ve diğer hadis kolleksiyonlarında bulunmayan, fakat İslam hukukçusu için çok önemli bir kaynak olan İbn Ebi Şeybe’nin Musannefi ile Abdurrazzak’ın Musannefi 13 gibi eserlerde yer alan ahkam hadislerini ilgili oldukları bölümlerde bulabilir.
Zeyla’înin bu kitabını övmekle kimsenin azmini kırmak, himmetini küçümsemek istemediğim gibi, Zeyla’î’den sonraki ilim adamlarının şayanı şükran olan çalışmalarını inkar etmek de istemiyorum. Sadece burada herkesin hakkını vermek, ilmi takdir etmek, Zeyla’î gibi bir alimin himmet ve gayretini itiraf etmek için bu satırları yazıyorum.
Zeyla’î, Hanefî hadisçilerinden olup, çağında ve çağından sonra bütün hukukçular arasında takdirle karşılanan bu eseri meydana getirmiştir. Bu kitabın sahifelerini karıştıran ve bölümlerinde yer alan hadisleri inceleyen kimse, Hanefîlerin bütün hukukî konularda hadis ve rivayetlere son derece önem verdiklerini anlar. Buna rağmen yeryüzünde cehaletleri ya da taassupları dolayisiyle Hanefîler hakkında ileri-geri konuşanlar vardır. Bunlar bazan HaAbdu’r-Razzak’ın Musannefi 11 cild halinde Beyrutta Habiburrahman elAzamî tahkikiyle basılmıştır. (Çev.)
13
10
nefîlerin nass bulunmadığı vakitler re’ye göre içtihad yaptıklarını söylerler. Halbuki re’ysiz fıkıh olmaz. Bazan da Hanefîlerin az hadis bildiklerim ileri sürerler. Oysa Hanefîlerin delil olarak kullandığı hadisler her tarafa yayılmıştır. Bir kısmı da, Hanefîlerin ictihad yaparken İstihsan metodunu kullandıklarını, bu metodla ictihad yapan kimsenin kendiliğinden hüküm koymuş olduğunu söylerler.
Hanefîlerin istihsan konusundaki görüşlerine vakıf olduktan sonra bu sözlerin doğruluk derecesi ne olabilir? Kıyası kabul edenler istihsanı nasıl reddederler? Hüküm yalnız Allah’ındır. Hz. Peygamber ise, sadece O’nun tebliğcisidir. İslam hukukçusunun yaptığı ise yalnız nassları kavramaktır. Fakih için hüküm koyuyor diyen kimse, fıkıh ve şeriatı anlamamış demektir. Hatta yanlış bir yola girmiştir…
İşte biz burada, bu tür sakat görüşlerin yerinde olmadığını belirtmeye çalışacağız. Ayrıca re’y, ictihad, Hanefîlerce benimsenen istihsan ve haberlerin kabul şartlarını, Kûfe’nin Kur’an ve Hadis ilimleriyle Arapça bilgisi, fıkıh ve fıkıh usulü bakımından işgal ettiği yeri, buranın doğu İslam ülkeleri için nurlu bir merkez haline gelmiş bulunduğunu ve bütün dünyaya ışık tuttuğunu, Irak Ekolünün diğer İslam hukuk ekollerinden üstün olduğunu, ilk İslamî çağlardan günümüze kadar hadis bilgisi yönünden zenginliğini, ince bir anlayışla mana denizine dalışını belirteceğiz. Bu gerçekleri bütün muarızlar da itiraf etmektedirler. Cerh ve Ta’dîl konusunda yazılmış olan eserler hakkında da kısa bir bilgi vereceğiz.
Bize Allah yeter. O, ne güzel vekildir!
11
Re’y Ve İçtihad Re’y konusunda bir kısım rivayetler vardır. Bunlardan bir kısmı, re’yin kötü, bir kısmı da iyi olduğunu anlatır. Kötü olan re’y kişinin kendi hevesine dayanan bir görüştür. İyi olan re’y ise, Kitab ve Sünnet’e kıyas yoluyla Sahabe, tabiun ve teba-i tabiîn fakihlerinin usulüne uygun olarak yeni bir olayın hükmünü nasstan çıkarmaktır. Bu konudaki rivayetlerin çoğunu el-Hatîbu’l-Bağdadî, el-Fakîh ve’l-Mütefakkihde zikretmiştir. İbn Abdi’l-Berr de bu rivayetleri, kaynaklarını inceleyerek nakletmiştir. 14 Bu konudaki kesin kanaat şudur: Sahabî, tabiî ve Teba-i tabiînin fakihleri yukarıda temas ettiğimiz manada re’yle ictihad yapmışlar; yani nasslara başvurarak yeni olayların hükmünü çıkarma yoluna gitmişlerdir ki bu, inkarı mümkün olmayan icmalardandır. İmam Ebu Bekr er-Razî, 15 el-Fusûl fi’l-Usul adlı eserinde, re’yle ictihad bakımından Sahabî ve Tabiî fakihlerinin durumlarını anlat-
el-Hatibu’l-Bağdadî, el-Faklh ve’l-Mütefakkih, s. 187-216; Hafız İbn Abdi’l-Berr, Câmi’u Beyâni’l-İlim ve Fad-lihi, 11/55-78, 133-150. 15 Cassas diye meşhurdur. 305-370/917-980 yılları arasında yaşamıştır. İleride Hanefî muhaddisleri bölümünde hal tercümesi verilecektir. el-Fusûl fi’l-Usûl adlı eseri, konusunda çok önemlidir. Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye’de iki yazma nüshası vardır. (Prof. Dr. Hüseyin ATAY, Dâru’l-Kütüb’de üç yazma14
12
tıktan sonra şöyle demektedir: “Nihayet fıkıh ve usulünü bilmeyen, selefin metodunu tanımayan, cehalete düşmekten sakınmayan, sahabîlere ve onların haleflerine aykırı bir şekilde nefsî arzularına uyan bir topluluk ortaya çıkmıştır.
“Kıyas ve yeni olayların hükümlerini ortaya koymak için ictihad yapmayı ilk inkar eden İbrahim en-Nazzam’dır. O, bu konuda bilgisizliği yüzünden ve tehevvüre kapılarak, kıyasla ictihad yaptıkları için sahabîlere dil uzatmış, onlara uygunsuz şeyler nisbet ederek, Allah’ın onları nitelediği ve övdüğü şeyin zıddı ile vasıflandırmıştır.
“Sonra Bağdadlı kelamcılardan bir kısmı bu görüşe uymuş, ancak Nazzam gibi selefi yermemiş ve kınamamışlardır. Yine de aşırı gittikleri taraflar olmuştur. Selefe dil uzatmamakla birlikte ictihad ve kıyas konusundaki sözleri onları daha da kötü bir iş işlemeye sevketmiştir; çünkü onlara göre sahabilerin ictihadları kesin bir hüküm vermek için değil, bir kısım yeni olaylarla ilgili hasım tarafları sulh etmekten ibarettir. Bu suretle onlar, görüşlerini böyle bir cehaletle süslemişler ve sanki Nazzam’ın selefi hatalı bulmakla içine düştüğü çirkin durumdan kurtulmuşlardır!
“Daha sonra Davud b. Ali adında cahil biri çıkmış, her iki tarafın ne söylediğini anlamadan onlara uymuş; kısmen Nazzam’ın, kısmen de kıyası reddeden Bağdadlı kelamcıların sözlerini benimseyerek kıyas ve ictihadı reddetmek için deliller getirmiştir. Bununla birlikte o, aklî delillerin hepsini kabul etmemiş, din ilimlerinde aklın hiçbir rolü olmadığını sanarak kendisini hayvan mertebesine indirmiştir.” 16
sının bulunduğundan söz etmektedir. Bkz. İslâm Hukuk Felsefesi giriş kısmı, İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1978, S. 82 (Çev.) 16 İmam Ebû Bekr er-Râzî, burada Nazzam’ın durumunu nezaket çerçevesinde kısaca belirtmiştir. Biz, Nazzam’ı ve görüşlerini bir kaç kelimeyle açıklamak istiyoruz. Tam adı Ebû Ishâk İbrahim b. Seyyar en-Nazzam’dır. Mû’tezile büyüklerinden Ebû’l-Huzeyl el-Allâf’ın kız kardeşinin oğludur. Basra çarşısında bon13
cuk dizip sattığı için kendisine Nazzâm (dizici) adı verilmiştir. İtizal perdesi altında zırdıklık yapanlardan biridir. Ebû Mansûr el-Bağdadî, el-Fark Beyne’l-Firak adlı eserinde (S. 79-80), Nazzâmiye fırkasını anlatırken şöyle der: “Gençliğinde mecûsilerle ve Tekâfuu’l-Edille ye, yani her meselenin ve her hükmün lehinde ve aleyhinde eşit değerli delillerin bulunacağına inanan Senevviyye fırkası mensuplarıyle düşüp kalkmış, yaşlılık çağında da dinsiz filozoflarla arkadaşlık etmiştir. Sonra da mecûsilik inançları, felsefecilerin sapıklık ve şüpheciliklerini İslâm dinine sokmağa çalışmıştır. Brahmanların peygamberlik makamını inkâr etmeleri Nazzam’ın hoşuna gitmiş, fakat korktuğu için bu görüşü benimsediğini söyleyememiştir. Buna karşılık Kur’ân-ı Kerim’in nazım yönünden i’câzını ve ayın ikiye bölünmesi, Hz. Peygamberin elinde çakıl taşlarının teşbih etmesi, O’nun parmaklarının arasından su fışkırması gibi mucizeleri inkâr ederek, nübüvveti de inkâr derecesine varmıştır. Daha sonra İslâm’ın hukukî hükümlerini ağır görmeğe başlamış, fakat bunları da ortadan kaldırmak için cesaret gösterememiştir. Dolayısiyle bu hükümleri çıkarmak için hukukçuların baş vurdukları metodları reddetmiştir. Bu cümleden olmak üzere icma’, kıyas ve bir kısım mütevatir olmayan haberleri kabul etmemiştir. Sahabîlerin fer’î meselelerde ictihad yapma konusunda icmâ’ ettiklerini görmüş ve onlara çirkin bir şekilde dil uzatmış, büyük sahâbîlerin fetvalarını tenkid etmiş, hem hadis, hem de rey taraftarlarını, Haricî, Şiî ve Neccâriye dahil, bütün fırkaları yermiştir. Mu’tezilîlerin ekserisi Nazzam’ın dinsizliğinde birleşirler. Ona ancak kaderiyecilerden Câhız gibi pek az kimse uymuştur. Bir çok Mu’tezilî büyükleri gibi kendi dayısı Ebû’l-Huzeyl de er-Redd ala’nNazzâm adlı eserinde onu tekfir etmiştir. Cübbâ’î ise Ebû Mansûr elBağdadî’nin zikrettiği meselelerde Nazzâm’ı tekfir etmiştir. Mu’tezilîlerden el-İskafî de Nazzâm’a bir reddiye yazmış ve bir çok görüşlerinde küfre gittiğini söylemiştir. Ehl-i Sünnet eserlerine gelince, bunların da çoğunda Nazzâm’a hücum edilmiştir. Bu arada Ebû’l-Hasen el-Eş’arî, Nazzâm’ı tekfir konusunda üç kitap yazmıştır. Kalânisî, onun hakkında bir çok risale kaleme almıştır. Kâdî Ebû Bekr Bakkıllânî yazdığı büyük bir kitapta Nazzâm’ın usulünü tenkid etmiş ve özellikle İkfâru’l-Müte’evvilîn adlı eserinde “biz, burada Nazzam’m iç yüzünü ortaya koyacağız.” diyerek onun sapıklıklarını belirtmiştir. Ebû Mansûr el-Bağdadî de (S. 80-91), Nazzam’m boynunu vurduracak yirmi bir sapık görüşünü kaydetmiştir. Gazali de el-Mustasfâ da (C. II, S. 246-247), kı14
Ebubekr er-Razî böylece, rey ve kıyasın delil oluşunu şüpheye mahal vermeyecek şekilde ispat etmeye çalışmıştır.
Bu anlamda rey’le ictihad bütün İslam hukukçularının övünmeye layık bir niteliği olup derin bir anlayış ve kavrayışı ifade eder. Bunun içindir ki İbn Kuteybe, Kitabü’l-Ma’arifinde rey taraftarları başlığı altında fakihleri zikreder ve Evzaî, Süfyan Sevri ve Malik b. Enes’i bunlar arasında sayar. Yine Hafız Muhammed b. el-Haris elHuşenî, Kudatu Kurtuba adlı eserinde imam Malik’in öğrencilerini rey tarafları olarak gösterir. Hafız Ebu’l-Velîd b. el-Faradî ise Tarîhu Ulema’i’l-Endelus adlı kitabında aynı ifadeyi kullanır.
Hafız Ebu’l-Velid el-Bacî de el-Muvatta’ şerhinde ed-Dau’l-Udal hadisini açıklarken imam Malik’den nakledilenleri reddetmiş ve İbn Abdi’l-Berr’in, “imam Malik’in rey taraftarı taleblerinden (yani fakihlerden) hiç birisi böyle bir şey rivayet etmemiştir” ifadesini kullandığını söylemiştir. 17 Bu konuda daha fazla örnek vermeye gerek yoktur.
Bundan da anlaşılıyor ki re’yi kötüleyen rivayetler, fıkıhta indî görüşlerin bir değer taşımayacağını, insanlık tarihi boyunca ardı arkası gelmeyecek yeni olayların Kitab ve Sünnet nass’larına kıyas yoluyla çözümlenmesi gerektiğini ifade etmektedir. Kısaca, bu rivayetlerin kötülediği re’y, şer’î delillerin reddettiği, nefsî arzuların mahsulü olan indî görüşlerdir.
Hanefîlerin re’y taraftarları diye isimlendirilmesi ise; ancak hüküm çıkarırken re’yi çok iyi kullanmalarından ileri gelmiştir. Nerede olursa olsun, ister Irak’ta, ister Medine’de, fıkhın bulunduğu her yerde re’y de bulunacaktır. İslam hukukçularının hepsi sadece ellerindeki delillere göre, ictihadın şartlarında ihtilaf etmişlerdir. Kitab, Sünnet, İcma’ ve Kıyası kabulde ve sadece bunlardan biriyle yetinmeme konusunda ittifak etmişlerdir. A’meş’in dediği gibi, ha-
yas konusunu anlatırken Nazzâm’m sahabîlere dil uzattığını ve kıyası tanımadığını söylemiştir. 17 el-Bâcî, el-Müntekâ, VII/300. 15
disçiler nakilci olup, eczacı gibidirler. Fakihler ise tabip hükmündedirler. Bu itibarla fakih olmayan bir hadis ravîsi fetva vermeğe kalkışırsa gülünç duruma düşer. er-Ramehurmuzî, elMuhaddisu’l-Fasıl da, İbnu’l-Cevzî Telbîsu İblîs ve Ahbaru’lHamka da, el-Hatîbu’l-Bağdadî de Kitabu’l-Fakih ve’l-Mütefakkih de bunun misallerini vermişlerdir. 18 Burada hadis ekolünden söz etmeğe gerek yoktur.
Hanbelî bilginlerinden Süleyman b. Abdi’l-Kavî et-Tufî, Hanbelî usulüne dair yazdığı Muhtasaru’r-Ravda adlı eserin şerhinde şöyle der: “Bilesin ki re’y taraftarları sözü izafî bir şeydir. Hükümlerde re’y ile ictihad yapan herkese şamildir. Bütün İslam alimleri buna dahildir çünkü müctehidlerin hepsi ictihadlarında akıl ve re’ye başvurmadan yapamazlar. Doğruluğunda münakaşa edilmeyen Tahkikul-Menat ve Tenkîhu’l-Menat 19 gibi ictihad usullerini her müctehid kullanmıştır.
Telbîsu İblîs, 111-113; Ahbâru’l-Hamkâ ve’l-Muğaffelîn. 115-127; elFakîh ve’l-Mütefakkih, 11/81-84. 19 Bu metodları, yani Tahkîku’l-Menât” ve “Tenkîhu’l-Menât ve Tahrîcu’lMenâtı burada açıklamakda fayda vardır. Hanbelî hukukçularından İbn Kudâme el-Makdisî Ravdatu’n-Nazır ve Cennetu’l-Munâzır adlı eserinin kıyas bölümünün baş tarafında (Abdu’l-Kadir Bedrân haşiyeli baskı, II/ 229-234) şöyle der: Tahkîku’l-Menât ikiye ayrılır: 1.) Küllî bir kaidenin üzerinde ittifak edilmesi veya bu kaide hakkında bir nas bulunması ve fer’i bir meselede müctehidin bir kurala uygun olarak ictihadda bulunmasıdır ki, böyle bir metoda baş vurulmasında ihtilâf bulunduğunu bilmiyoruz. Meselâ, ihramlı bir hacının bir yaban eşeği avlamasına ceza olarak bir sığır kurban etmesi gerekmektedir; Çünkü Kur’ân-ı Kerimde “onun, yabanî hayvanlardan öldürdüğü şeyin benzerini ceza olarak kurban etmesi gerekir.” (Mâide Sûresi, 95) buyurulmaktadır. Burada, cezada, öldürülen hayvanla kurban olarak kesilecek hayvan arasında benzerliğin bulunması gerekmektedir. Yaban eşeği ile sığır arasında cüsse itibariyle bir benzerlik bulunduğundan, sığır kurban edilmesi gerekmektedir. Bu meselede benzerlik bulunması nass ve icma’ ile sabittir. Sığırla yaban eşeği arasındaki benzerliğin tesbiti ise bu tür bir ictihaddır. Diğer bir misal Kıblenin tayinindeki ictihaddır. Bilinmektedir ki, namaz kılarken kıbleye dönmek 18
16
nass ile sabittir, fakat kıblenin ne tarafta olduğunu tesbit ise ictihadla mümkündür. İmamın kim olabileceği, adaletin neden ibaret olduğu ve nafakalarda yeterli miktarların tesbiti gib” şeylerde Tahkîku’l-Menât adı verilen ictihad ile olur. Bu tür ictihadlara Tahkîku’l-Menât adı verilmiştir; çünkü aslında hüküm bellidir; fakat bu hükmün olaylara tatbiki, bazı emarelere dayanarak istidlal yoluyle olmaktadır. 2.) Bir hükmün illeti nass veya icma’ ile bilinmektedir. Müctehid sadece o illetin fer’î bir meselede bulunduğunu kendi ictihadiyle ortaya koymaktadır. Meselâ, Hz. Peygamber kedi hakkında “O, necis değildir; çünkü aranızda dolaşan hayvanlardandır.” buyurmuştur. Burada insanlar arasında dolaşmak, kedinin pis olmdığının illeti olarak belirtilmiştir. Müctehid kendi ictihadiyle fare gibi bir kısım haşerelerin de insanlar arasında dolaşmalarından dolayı temiz olduğuna hükmedebilir. Bu açık bir kıyas olup, kıyası inkâr edenler de bunu kabul ederler. Tahkîku’l-Menâtın birinci çeşidi kıyas değildir ve bu ihtilafsız bir husustur. Kıyas ise ihtilaflı bir ictihad metodudur. Tahkîku’l-Menât her hukuk sisteminde zaruri olarak vardır; çünkü her şahsın adaleti ve şahısların yeterlilik dereceleri hakkında nass bulunamaz. Tenkîhu’l-Menât ise, şâri’in hükmü bir sebebe izafe etmesidir. Dolayısiyle hükümde bir rolü olmayan bazı nitelikler bulunur ve hükmü genişletmek için bunlara itibar etmemek gerekir. Meselâ, bir bedevi arap, Hz. Peygambere gelip, “Mahvoldum, Ya Resûlallah” demiş, Hz. Peygamber ne yaptın?” diye sorduğunda, “oruçlu iken gündüzün eşimle münasebette bulundum” demiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “bir köle azad et” diye cevap vermiştir. Burada Hz. Peygambere müracaat eden şahsın, bedevi bir arap oluşunun hükümde bir rolü yoktur. Aynı durumda olan bir Türk veya başkası da aynı hükme tabi tutulur; çünkü hükmün sebebi, fiilin mükellef tarafından işlenmesidir; bedevi tarafından işlenmiş olması değil. Dolayısiyle teklifler bütün şahısları içine alır ve herhangi bir ramazanda bu şekilde orucu bozan kimselere de aynı hüküm uygulanır; çünkü bu hüküm için hadisenin cereyan ettiği ramazan değil; mutlak olarak ramazanda orucun bozulması esastır. Ayrıca oruçlu şahsın ramazanda gündüzün eşiyle münasebette bulunması da bu hüküm için bağlayıcı bir husus değildir. Zira bu münasebet zina şeklinde olursa oruca saygısızlık bakımından daha kötüdür. İşte bunlar, hükümde rolü olmayan kayıtları bir tarafa bırakarak hükmün sebebine dayanan kıyaslar için örneklerdir. Hüküm nass ile bilindikten sonra onun sebebini tayin etmekle ve Tenkîhu’l-Menât yoluyle yapılan böyle bir içtihadı, kıyası tanımayanların çoğu da kabul ederler. 17
Re’y taraftarları deyimi halk-ı Kur’an meselesi 20 ortaya çıktıktan sonra raviler tarafından Iraklı’lara, yani Ebu Hanîfe ve ona tabi olan Kûfelilere ad olarak verilmiştir.
“Bazıları Ebu Hanîfe’ye dil uzatmada ileri gitmişlerdir. Ben ise vallahi Ebu Hanîfe’nin kendisine nisbet edilen şeylerden uzak olduğu kanaatindeyim ve onu bu gibi isnatlardan tenzih ederim. Kısaca, Ebu Hanîfe inat olsun diye hiç bir sünnete muhalefet etmemiştir. Sünnet konusunda muhalefet ettiği olmuşsa, ancak doğru gördüğü ve mevcut olan delillere dayanarak muhalefet etmiştir. Muhalifleri ona karşı pek insaflı davranmamışlardır. Ebu Hanîfe ise ictihadında yanılmış ise bir, isabet etmişse iki mükafat almıştır. Ona dil uzatanlar, ya hasedçilerdir, ya da ictihad yapılması gereken yerleri bilmeyenlerdir. “Arkadaşlarımızdan Ebu’l-Verd’in Usulu’d-Din adlı kitabındaki ifadesine göre, Ahmed b. Hanbel de Ebu Hanîfeyi saygı ve övgü ile
Tahrîcu’l-Menât da, Şari’in herhangi bir konuda hükmü açıkça belirtmesi ve onun illetine işaret etmemiş olmasıdır. Meselâ, Buğday, arpa, tuz, altın, hurma ve gümüşde faizin yasaklanışı böyledir; çünkü Hz. Peygamber “altın altın ile, buğday buğday ile, arpa arpa ile, hurma hurma ile, tuz tuz ile, eşit ve peşin olmak üzere alınıp verilir. Bu sınıflar değiştiği takdirde istediğiniz şekilde alıp satabilirsiniz.” buyurmuştur. Bu hadisi Müslim ve Ahmed b. Hanbel, Ubâde b. es-Sâmit yoluyle rivayet etmişlerdir. Bu hükmün illetini çıkararak şöyle diyebiliriz: Buğdayda ölçüler cinsinden olduğu için faiz haram kılınmıştır. Aynı şekilde ölçü ile satılan pirinci de buna kıyas edip, kendi cinsiyle satıldığı takdirde fazlasının faiz ve haram olduğunu söyleyebiliriz. İşte bu kıyasa dayanan ictihad, İslâm hukukçuları arasında ihtilâflara yol açmış olup ekseri alimler, bu tür kıyası muteber saydıkları halde Zahirîler gibi bir kısmı reddetmişlerdir. 20 Bu mesele hakkında geniş bilgi için, bkz. et-Tehânevî, Kavaid fî Ulûmi’lHadis, Beyrut 1972, S. 361-380’de yer alan ve tarafımızdan yazılan 5 numaralı dipnot. (Bu kısım Dr. Mücteba Uğur tarafından Türkçeye çevrilmiş ve Halk-ı Kur’ân Meselesi, Râviler, Muhaddisler, Cerh ve Ta’dil Kitaplarına Tesiri adı altında İlahiyat Fakültesi Dergisinde yayınlanmıştır (Cilt XX, Si 307-321). (Çev.) 18
anmıştır.” Şihab İbn Hacer el-Mekkî eş-Şafiî el-Hayratu’l-Hisan adlı kitabında (s. 29), “Anlaşılmaktadır ki sonraki alimlerin Ebu Hanîfe ve talebeleri için Re’y taraftarları tabirini kullanmaları onları küçültmek için değildir. Bu, onların kendi görüşlerini, Sünnete ve Sahabilerin ictihad larına tercih ettiklerini söylemek gayesini de gütmez; çünkü Ebu Hanîfe ve talebeleri bu gibi durumlardan uzaktırlar.”
Daha sonra İbn Hacer el-Mekkî, Ebu Hanîfe ve arkadaşlarının fıkıhta takip ettikleri yolu açıklamış; onların önce Kitab, sonra Sünnet ve daha sonra da Sahabilerin fetvalarıyla ictihadda bulunduklarını belirtmiş ve bunun aksini zannedenleri reddetmiştir. Bir müctehid olan Ebu Hanîfe’yi tenkid eden güvenilir hadisçilerin bulunduğunu inkar edemeyiz. Bu hadisçiler Ebu Hanîfe ve arkadaşlarının kabul etmediği rivayetlerde bulunan illetlere dikkat etmedikleri için onun ve öğrencilerinin re’ye karşılık hadisi terkettiklerini zannetmişlerdir. Çoğunlukla bu hadisçiler, Ebu Hanîfe ve öğrencilerinin delillerden nasıl hüküm çıkardıklarım kavrayamamışlardır. Esasen bu, müctehidlerin görüşlerinin çok keskin oluşundan ve hadis nakledenlerin idraklerinin sathiliğinden ileri gelmiştir. Dolayisiyle hadisçiler re’ye karşılık rivayeti terkediyorlar diye fıkıhçıları tenkid etmişlerdir. Onların bu yersiz tenkidleri sadece kendilerine racidir.
İbn Hazm’e gelince o, kıyası toptan reddeder. Bu itibarla kıyası kabul eden diğer müctehidlerle Ebu Hanîfe ve arkadaşlarını ağır bir dille tenkid etmiştir. Kadı Ebu Bekr b. el-Arabî de el-Avasım Mine’l-Kavasımda İbn Hazm’i reddetme görevini üzerine almıştır, İbn Hazm’in kıyası tanımama konusunda elinde herhangi bir delili yoktur. Sadece o, kıyasın hüccet oluşu hususunda sahabilerden intikal eden şeyleri reddederken büyük bir pervasızlıkta ve kıyas aleyhinde varid olan birtakım zayıf rivayetleri sahih saymak cür’etinde bulunmuştur. 21
İbn Hazm’ın bu görüşünü eski ve yeni bilginlerden bir çoğu reddetmiştir. Bu konuda onu susturan en güzel eser Nâsihu’d-Din el-Hanbelî’nin Akyi21
19
Gariptir ki iyi bir alim olarak yetişmemiş olan, bir derginin sahibi 22 dergisini mezhepçilik propagandası için bir araç yapmıştır. Esasen onun savunduğu mezhebin ne olduğu da belli değil. Bundan 10 yıl önce o, “İslamda kolaylık ve genel yasama usulü” konusunda bir kitapçık yazmış, burada İbn Hazm’ın kıyas aleyhindeki görüşlerini, müctehid imamların metodlarına aykırı bir tarzda kıyası savunan, Kitab ve Sünnete uymasa bile kendi mezhebini maslahat esasına dayandıran bazı yazarlara 23 ait bir takım görüşleri toplamıştır. Bunlara dayanarak yine bir takım çelişik sonuçlar ortaya koymuştur ki, aklı başında bir kimse bunları söylemez. Bu tür davranışlar öküz altında buzağı aramaktan başka bir şey değildir.
İbn Hazm, kıyası reddederken Nuaym b. Hammad’ın rivayet ettiği bir hadise dayanmaktadır. Oysa Nuaym b. Hammad’ın bu rivayetine hadis tenkidçilerinin çoğu itibar etmemişlerdir. İbn Hazm ise bu durumu bilmemektedir. Halbuki doğudaki küçük hadisçiler bile meseleleri birbirlerine re’y ile kıyas etme hadisini bilirler. 24
setu’r-Rasûl adlı eseri ve bunun Alâu’d-Dîn Kiykeldî tarafından yapılan muhtasarıdır. Bu eserlerde, kıyasla amel edilebileceğini isbatlayan 150 kadar hadis vardır. Allah kısmet ederse bu iki eseri ilim erbabına sunacağız. 22 Bu zat Mecelletü’l-Menar sahibi M. Reşid Rıza’dır. Burada işaret edilen kitabının adı Yusru’l-İslâm ve Üsûlü’t-Teşri’î’l-Âmm dır. 23 M. Zahid el-Kevserî’nin Makâlâtında yer alan bu konu ile ilgili Nazaru’lMer’i ilâ Şer’illah Mi’yâru dînihi, Eseru’l-Urfi ve’l-Maslahati fî’l-Ahkâm ve Re’yu’n-Necm et-Tufî fi’l-Maslahati adlı makalelerinde maslahat konusunda yeterli bilgi vardır. 24 Z. el-Kevserî, Ebû Mansûr el-Bağdadî’nin el-Fark beyne’l-Firak adlı eseri için yazdığı mukaddimede (S. 5) şöyle der: “…Gariptir ki İbn Hazm, “elİhkâm…” adlı eserinde (VII/113; VIII/25) kıyasın batıl olduğunu söylerken Nuaym b. Hammad tarafından rivayet edilen, “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılır, ümmetim için en büyük tehlike teşkil eden kimseler, olayları reyleriyle birbirine kıyas edip haramı helâl ve helâli haram kılanlardır.” hadisini delil olarak zikreder. Halbuki bu hadis doğudaki ve batıdaki hadis bilginlerinin çoğu tarafından kabul edilmemiştir. Yahya b. Main’e bu hadis sorulduğunda asılsız olduğunu söylemiştir. “Nuaym b. Hammad’a ne dersin” denildiğinde; “o güvenilir bir ravidir” cevabını 20
Ayrıca bu hadisin senedinde Harîz en-Nasibî vardır. Gerçi müctehidlik iddiasında bulunan İbn Hazm, Harîzi Cerîr okumaktadır. İbn Hazm’ın diğer bir delili de İbn Mace’de geçen Sebaya’l-Umem hadisidir. İbn Hazm bu hadisi de hasen olarak görür. Oysa senedleri arasında Süveyd vardır. Süveyd hakkında ise İbn Maîn, “kanı helaldir”; Ahmed b. Hanbel de “rivayet ettiği hadis kabul edilmez” demiştir. Hafız Şihab el-Busirî de Misbahu’z-Zucace de, onu tenkid ederken müsamahalı bir dil kullanmasına rağmen, zayıf olarak nitelemiştir.
Bu hadisin ravileri arasında bir de İbn Ebi’r-Rical vardır ki, Nesaî’ye göre hadisi kabul edilmez. Buhariye göre ise münkeru’lhadistir. 25
İbn Hazm İslam hukukçularını, re’y ve hadis taraftarları olmak üzere ikiye ayırır. Aslında bu düşünce gerçek değildir. Bazı cahil nakilcilerin sözlerine dayanarak Ahmed b. Hanbel’in Mihnetinden sonra bir takım kimseler tarafından uydurulmuştur.
İbrahim en-Neha’î ve bazı arkadaşlarından rivayet edilen “re’y taraftarları sünnetin düşmanlarıdır.” sözü, itikadî konularda sahih sünnete muhalif olan re’y anlamındadır. Yani bu sözle fer’î hükümlerde ictihad etmek değil; haricîler, kaderîler ve müşebbihe gibi bid’at taraftarları kasdolunmaktadır. Bu sözü, başka türlü anlamak, onu tahrif etmektir. Uydurmacılar aksini düşünse bile bizzat en-Neha’î ve İbnu’l-Müseyyib fer’î meselelerde re’y ile ictihad yapmışlardır. İbn Hazm, kıyas konusunda sahabilerden nakledilenlerin hepsini yalanlamağa çalışır. Bilhassa Hz. Ömer’den rivayet edilen hadisi, 26
vermiştir. “Nasıl olur da güvenilir bir ravi asılsız bir hadisi rivayet eder?” sorusuna ise, “doğru zannetmiştir” diye karşılık vermiştir. el-Hatîbu’lBağdadî Tarihu’l-Bağdadta (XIII/308), bu konuda geniş malûmat vermiştir. 25 Buharî, “Bir ravî hakkında munkeru’l-hadîs dediğim zaman: bu, ondan hadis rivayet edilmez demektir.” der. Bkz. Abdu’l-Hay el-Laknevî, er-Ref’u ve’t-Tekmil fi’l-Cerh ve’t-Ta’dîl, 129, 149, 150. 21
doğru bulmaz. Oysa bu hadisi el-Hatîbu’l-Bağdadî ve diğerleri bir çok yolla ve bir birine yakın lafızlarla rivayet etmişlerdir. Diğer sahabilerden rivayet edilenler de böyledir.
el-Hatîbu’l-Bağdadî el-Fakih ve’l-Mutefakkih de 27 re’y ile ictihad konusundaki Mu’az hadisini rivayet ettikten sonra şöyle der: elHaris b. Amrin, “Bu hadis, Muaz’ın arkadaşlarından bir çok kimseden rivayet edilmiştir” demesi onun, meşhur olduğunu ve ravilerinin çokluğunu gösterir. Muaz’ın zühd ve takvası bilindiği gibi, arkadaşlarının dindar, güvenilir, zühd ve takva sahibi oldukları da açıktır. Ubade b. Nüsey bu hadisi Abdurrahman b. Ganm’den, o da Muaz’dan nakletmiştir. Bu senedde bir kopukluk yoktur. Ravileri güvenilir kimselerdir. Ayrıca alimler onu kabul etmişler ve delil olarak kullanmışlardır. Bu da gösterir ki bu hadis, alimler tarafından sahih olarak kabul edilmiştir. 28 Hz. Ömer’den rivayet edilen bu hadisi Ahmed b. Hanbel Müsned’de (1/21); Ebû Dâvud, Süneninin Kitâbu’s-Sıyam’ında (Bâbu’l-kuble li’s-Sâ’im, 11/418) şöyle rivayet ermişlerdir: “Ömer b. el-Hattab’dan, demiştir ki: “Oruçlu iken bir gün kendimi tutamadım; karımı öptüm. Sonra Hz. Peygamber’e gelip, “Bugün kötü bir iş yaptım, Yani oruçlu olduğum halde karımı öptüm” dedim. Hz. Peygamber, “Oruçlu iken ağzına su alır dökersen ne gerekir?” diye sordu; “Bir şey gerekmez” dedim. “Öyleyse bunun için de bir şey gerekmez” buyurdu.” Şevkânî, Neylu’l-Evtar’da (IV/179) şöyle der: “İbn Huzeyme, İbn Hibbân ve el-Hâkim “Bu hadisin, sahih olduğunu söylemişlerdir. Nesa’î de bu hadisi rivayet eder ve münker olduğunu söyler.” Ahmed Şakir de İbn Hazm’ın el-İhkâmında bu hadis vesilesiyle yazdığı dipnotta şöyle demiştir: Bu hadisin senedi sahihtir. el-Munzirî, Nesaî’ye atfederek münker olduğunu söylemiş ise de, Nesaî’de ben buna rastlamadım. Münker olması için bir sebep yoktur.” Bu hadis hakkında daha geniş malûmat için bkz. el-Hatibu’l-Bağdadî, elFakîh ve’l-Mütefakkih, 1/92. 27 el-Fakih ve’l-Mütefakkih, 1/189. 28 Yani, bu hadisin zayıf olduğu farzedilse bile, ümmetin onu muteber olarak kabul etmesi sahih olduğunu gösterir. Daha geniş malûmat için bkz. elLaknevî, el-Ecvibetu’l-Fâdıla, s. 228-238 de verdiğimiz ek bilgi. 26
22
Buna benzer daha geniş açıklamalar Ebu Bekr er-Razî’nin Fusûlunde de vardır. er-Razî, “Kıyası tanımayanlar” 29 bölümünde bu konuyu ele almıştır. Biz burada sözü daha fazla uzatmak istemiyoruz. Zahirîler ve taraftarlarının aşırı tutumlarını reddeden rivayetler hakkında geniş bilgi için Ebu Bekr er-Razî’nin, el-Fusûl fi’l-Usul; el-Hatibu’l-Bağdadî’nin el-Fakih ve’l-Mütefakkih isimli eserlerine bakılabilir. Zahirîlerle taraftarlarını susturacak rivayetler bu eserlerde bulunabilir. 30 Sanırım burada bu kadarcık yeter.
S. 14-17. 30 Akyisetu’r-Resul (s. a.) adlı kitapta ve bizim bu kitapdaki önsöz ve dipnotlarımızda Zahirîleri susturacak bilgiler bulunmaktadır. 29
23
İstihsan İlimle fazla uğraşmamış, anlayışı kıt birtakım kimseler, Hanefîlerin istihsan prensiplerinin, kişinin kendi arzu ve hevesine uyarak hüküm vermesi demek olduğunu sanırlar. Hatta İbn Hazm elİhkam… adlı eserinde istihsanı, -doğru olsun, yanlış olsun- nefsin arzusuna uygun olan şey diye açıklamıştır. Ancak hiçbir İslam hukukçusu istihsanı bu şekilde anlamamıştır. Eğer Hanefîlerin istihsandan maksatları bu olsaydı, muarızlarının onlara hücumda yerden göğe kadar hakları olurdu. Ancak Hanefîlerin muarızları, onları yanlış anladıkları için hücumlarda bulundular. Aslında bu hücumlar kendilerine racidir; çünkü bu konuda Henefîlerin maksat ve anlayışlarındaki inceliği kavramaktan aciz kalmışlardır. Kıyası kabul edenler arasında Hanefîlerin kastettiği manada istihsan yapmayan yoktur. 31 Burada İslam hukukçularının istihsana başvurduklarını gösteren örnekler vermeye yerimiz müsait değildir. İstihsanın batıl olduğunu ilk olarak söyleyen İmam Şafi’îdir. Onun bu konudaki delilleri doğru bulunacak olursa, aynı deliller istihsandan önce kendisinin tamamen benimsediği kıyasın da batıl olduğunu gösterir. Aslında bu konudaki ihtilâf bu prensibe verilen ad üzerindedir. Buna günümüzde terminolojik ihtilâf denilmektedir.
31
24
Bu konuda hoş bir fıkra anlatılır. Rivayete göre Abbasi Halifesi Müttakî Billah zamanında büyük kadılardan biri, İbrahim b. Cabir’e niçin Şafiî mezhebini bırakıp Zahirî mezhebine geçtiğini sorduğu zaman İbrahim, şu cevabı vermiştir: “Şafi’î’nin istihsanı ibtal için yazdığı kitabı okudum ve doğru buldum. Ancak bunun için ileri sürdüğü delillerin kıyası da ibtal ettiğini gördüm. Bana göre, bu açıdan bakılınca kıyas da batıldır.” Güya İbrahim b. Cabir, kendi kendisiyle çelişik olan Şafi’î mezhebini bırakmış, kıyası da, istihsanı da tanımayan Zahiri mezhebine geçmiştir.
Fakat kıyas da istihsan da doğrudur. Bunları kabul edenlerin anladıkları manada birbirlerini ibtal etmezler; çelişik değildirler. Kıyası kabul edenlerin istihsan konusundaki ihtilafları tamamen lafzîdir. Konuyu aydınlatmak için Ebu Bekr er-Razî’nin Fusûl’ünden çok yerinde bulduğum bazı kısımları nakletmek istiyorum, er-Razî, Fusûl’ün istihsan bahsinde şöyle der:
“İstihsanı kabul eden arkadaşlarımızın bu konudaki görüşlerinin hepsi nefsî arzu ve indî şeylere değil, delillere dayanmaktadır, istihsanla ilgili meselelerin başlıca delilleri, mezhebimize ait temel kitaplarda ve bunların şerhlerinde mevcuttur.
“İstihsan kelimesinin kullanılmasının caiz olduğunu belirttikten sonra, burada okuyucuyu bu konuda gerçeğe ulaştıracak bir açıklamada bulunacağız.
Allah’ın iyi olduğunu delil ikame ederek tahsîn ettiği şey, güzel (müstahsen) olduğuna göre, doğruluğu hakkında delil bulunan bir şey hakkında istihsan (güzel bulma) deyimini kullanmamız caizdir.. Allah şu ayet-i kerîmede bu deyimin kullanılmasını hoş görmüş ve güzel olan şeyi yapanların hidayete erdiğim bildirmiştir: “…Sözü işitip güzel olanına uyan kullarımı muştula. İşte Allah’ın
25
hidayet ettiği kimseler onlardır. Ve onlar akıl sahibi kimselerdir.” 32
“İbn Mes’ûd tarafından rivayet edilen merfu bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur. “Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir. Müslümanların kötü gördüğü şey ise Allah katında da kötüdür.” 33 Kitab ve Sünnette istihsan kelimesinin türediği Husn (iyi, güzel) kökünden gelen lafzların kullanılmasını gösteren delil bulunduğuna göre, doğru olduğuna dair delil bulunduğu sürece, maksadı anlatmak ve bir terim olmak üzere İstihsanın kullanılmasında bir engel yoktur.
“İstihsanı kınayan, lafız ve mana olmak üzere iki yönden bizimle tartışabilir.
“Lafız yönünden tartışacak olursa, bu yönden muarızımız haklı olabilir. O da dilediği tabiri kullanabilir. Lafız yönünden tartışmanın bir anlamı yoktur; çünkü herkes istediği terimi kullanabilir. Özellikle bu terimin manası dil ve hukuk açısından uygun düşüyorsa, insan ister Arapça, isterse Farsça konuşabilir; buna bir diyeceğimiz yoktur.
“İslam hukukçuları istihsan sözünü bir çok yerlerde kullanmışlardır. Rivayet edildiğine göre İyas b. Muaviye hüküm verirken, “İnsanlar için iyi olduğu sürece kıyas yapınız” derdi. İstihsan kelimesi İmam Malik’in eserlerinde de geçmektedir. Şafiî de, “Mut’anın otuz dirhem olmasını istihsan ediyorum (iyi buluyorum)” demiştir. Buna göre bu terimi kullanmak veya onun kullanılmasına itiraz etmek yerinde olmaz.
Zümer Sûresi, 17-18. 33 Doğrusu, bu hadis mevkuftur. Bunu Ahmed b. Hanbel Müsnedinde (1179), el-Heysemî, “Mecma’u’z-Zevâ’id”inde (1/177) rivayet etmişlerdir. Heysemî, bu hadisi Ahmed b. Hanbel ve Bezzâr’ın rivayet ettiklerini, Taberanî’nin el-Mu’cemu’l-Kebirinde naklettiğini, ravilerinin de güvenilir kimseler olduğunu söylemiştir. Ahmed Muhammed Şâkir bu hadis vesilesiyle Müsned’e yazdığı dipnotta (V/ 211) “Bu hadisin senedi doğrudur” demiştir. 32
26
“Muarızımız mana yönünden bize karşı çıkarken delil getirmeden bizi haksız bulmaktadır. Oysa istihsanın arkadaşlarımız tarafından kullanıldığı manaların hepsinin doğruluğunu delil getirerek isbatlamak mümkündür. İstihsanın iki manası vardır:
1- İctihad yapmaktır ve bizim görüş ve ictihadımıza bırakılan ölçüleri tayinde re’yin üstün olmasıdır. Nitekim bazı şartlar altında boşanmış olan kadınlara verilmesi gereken mut’anın miktarını tesbit böyledir. Zira Kur’anı Kerim’de “onlara -zengin kendi durumuna, yoksul da kendi gücüne göre- uygun bir şekilde mut’a veriniz. Bu, iyilik yapanlara münasip bir borçtur.” denilmektedir. 34
“Burada Allah, kişiye fakirlik ve zenginlik durumuna göre mut’a vermeyi emretmiştir. Mut’anın miktarı ise belli değildir. Ancak tahmin ve takdire göre bu miktar tesbit edilecektir.
“Karılara verilmesi gereken nafakanın tayini de böyledir. Kur’an-ı Kerîm’de sadece “Onların giyecek ve yiyecekleri uygun bir şekilde çocuğun babasına aittir.” 35 buyurulmuştur. Uygun bir şekilde verilmesi gereken nafakanın miktarı ancak ictihad yoluyla tesbit edilir. Yine Kur’an-ı Kerîm’de, “Sizden bilerek bir av hayvanını öldüren kimseye ceza olarak, ehli hayvanlardan öldürdüğü av hayvanına benzediğine içinizden iki adil kimsenin hükmedeceği ve Kabeye ulaşacak bir kurban kesmesi, yahut düşkünleri doyurmak şeklinde keffaret vermesi, ya da buna karşılık oruç tutması gerekir.” 36 buyurulmuştur. Bu ayette av hayvanına benzeyen ehli bir hayvanın kurban edilmesi emredilmiştir. Bu ehli hayvanın değeri ve hangi ehli hayvanın hangi av hayvanına denk olduğu belirtilmemiştir. İşte bunların tesbiti adaletli iki şahsın ictihadına bırakılmıştır. Bunları tayin hususunda İslam hukukçuları arasında görüş ayrılıkları çıkmıştır. Bakara Sûresi, 236. 35 Bakara Sûresi, 233. 36 Maide Sûresi, 95. 34
27
Cinayetler dolayisiyle ödenmesi gereken diyetlerin miktarları hakkında ne bir nass, ne de bir görüş birliği vardır. Bunlar ancak ictihad yoluyla bilinir. Kaynaklarda bunlara benzer şeyler pek çoktur. Biz, sadece misal olmak üzere bir kaç örnek verdik.
“İşte arkadaşlarımız bu türlü ictihada istihsan adını vermişlerdir. Bu anlamda İslam hukukçuları arasında bir ayrılık yoktur. Hiç kimsenin bunun aksini söylemesi mümkün değildir.
2- İstihsanın diğer manası ise daha kuvvetli bir delilden dolayı kıyası terketmektir. Bu da iki şekilde olur. Birincisi, iki esasa (asıl) benzeyen fer’î bir meselenin bulunmasıdır. Bu fer’î meseleyi bir gerekçeye dayanarak, sadece bunlardan birine kıyas etmek lazımdır. İşte buna Hanefîler, istihsan adını vermektedirler. Eğer ikincisi için benzerlik söz konusu olmazsa diğer asla benzemesi gerekir ve ona kıyas yapılarak hüküm verilir. Bu kabilden olmak üzere çok karışık ve muğlak bir takım fer’î meseleler vardır; çünkü asıllardan birine kıyas yaparken ikisinden birini ötekine tercih etmek; düşünme, araştırma ve dikkat ister…
“İki asla da benzeyen ve sadece birine kıyas yapılan fer’î meselelerden birisi şudur: Bir kimse karısına, “ay hali görürsen boşsun” dese; o da, “ay hali gördüm” dese, kıyasa göre ay hali gördüğü tesbit edilinceye veya kocası onun sözünü kabul edinceye kadar kadının ifadesi tasdik edilmez.. Ancak biz, istihsan yoluyla burada kadının boş olduğunu kabul etmekteyiz.. İmam Muhammed de “bu türlü istihsana kıyasın bazılarını sokuyoruz” demiştir.
“Ebu Bekr er-Razî der ki: “Kıyasa göre kadının ifadesi tasdik edilmez sözünün dayanağını ittifakla kabul edilen bir esas teşkil etmektedir. Buna göre talak’ın vaki olmasında bu ifadeye benzeyen şu olayda kadının sözü doğru kabul edimemektedir. Bir kimse karısına “eve girersen veya Zeyd ile konuşursan boşsun” dese; sonra o da, “yeminden sonra eve girdim veya Zeyd’le konuştum” dese, kocası da onu yalanlasa, kocanın ikrarı veya bir delil ile durum sabit olmadıkça kadının sözü tasdik edilmez ve talakı da vaki olmaz. 28
“Bu esasa dayanılarak yapılan kıyasa göre koca tarafından talakın vaki olması için kadının şart koşulan ayhalini gördüğüne dair sözü tasdik edilmemek gerekir.
“Yine bir koca karısına “ayhali görürsen kölem hürdür veya öteki karım boştur” dese; karısı da “ayhali gördüm” dese ve kocası bunu yalanlasa kölesi azad edilmiş olmadığı gibi diğer karısı da boşanmış olmaz.
“Bu olay anlattığımız esaslara benzemektedir. Eğer bu olay için sözü edilen esaslardan başkası bulunmasaydı; o, bunlara kıyas edilerek bir hükme bağlanacaktı. Ancak burada böyle bir kıyası önleyen diğer bir esas ortaya çıkmakta ve olayı bu ikinci esasa kıyas etmek gerekmektedir.
“Bu ikinci esas, “Kadınlara Allah’ın rahimlerinde yarattığı şeyi gizlemeleri caiz olmaz” 37 ayetidir. Seleften rivayet edildiğine göre kadınların rahimlerinde Allah’ın yarattığı şeyden maksat ayhali kanı ve gebeliktir. Ubey b. Ka’b’dan şöyle rivayet edilmiştir: Ferci konusunda kadına güvenilmesi gerekir. Burada Allah’ın kadınları uyarması ve rahimlerindekini gizlememelerini bildirmesi, rahimlerinin gebelikten berî olduğu veya gebe oldukları, ya da ayhallerinin bulunup bulunmadığı konusunda sözlerinin kabul edildiğini gösterir. Nitekim borçlu kimse ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerîm’de “Rabbından korksun ve O’ndan (borcundan) birşey 38 sin.” buyurulmuştur. Burada Allah’ın kişinin borcunu eksiltmemesini bildirmesinden anlaşılıyor ki, borcunun miktarı konusunda başvurulacak şey onun sözüdür.
“Bu ayet, kadının sözünü kabul konusunda bir esas teşkil etmektedir. Kadın, “ben ayhali görüyorum” dediği zaman kocası onunla cinsî münasebette bulunamaz. Kocasının onunla münasebette bulunması temizlendim dediği zaman caiz olur. Yine kadın iddet beklerken “iddetim bitti” dese, sözü kabul edilir. Kocasının artık araBakara Sûresi, 228. 38 Bakara Sûresi, 282. 37
29
larında karı kocalık bağı sona erdiği için ona dönmesi mümkün olmaz. İddetin ayhali ile sona ermesinde kadına mahsus bir durum vardır; Ancak bu, kadının ifadesi ile bilinir. Dolayısiyle kocası karısına, “ayhali görürsen boşsun” dese, kadın da ayhali gördüğünü söylese, talak’ın vaki olduğu hususunda sözü kabul edilir. Tıpkı kocası inkar ettiği halde iddetinin bittiğini söyleyen kadının sözünün kabul edildiği gibi; çünkü ayhali durumu, yalnız kadın tarafından bilinir; bu durumu başkası bilemez.
“Bundan dolayıdır ki, kölenin azad edilmesi veya diğer bir kadının boşanması onun ayhali görmesine ta’lik edildiği takdirde sözü kabul edilmez; zira kadının kendisi ile ilgili olan hükümlerde sözü delil hükmündedir. Başkası ile ilgili hususlarda ise durum böyle değildir. Bu itibarla Hanefîlere göre koca, karısının kendisine iddetinin bittiğini haber verdiğini ve kendisinin de onun kızkardeşi ile evlenmek istediğini söylese, bu beyan muteber sayılır; başkası hakkında kadının iddetinin devam ettiğini söylemesi doğru olarak kabul edilmez. Onun, iddeti ile ilgili beyanı kendisi hakkında geçerli sayılır ve nafaka hakkı düşmez. Bu beyan kadının “ayhali gördüm” demesi gibi olur. Bunun da iki hükmü vardır: a) Boş olması ve iddetinin bitmesi gibi kendisi ile ilgili hususlarda sözü, delil hükmündedir.
b) Başkasının boş olması veya kölenin azad edilmesi konusu kadının sözüne ta’lîk edilmişse, eve girdiğini veya Zeyd ile konuştuğunu haber vermesi gibi, bu durumda o, şahit hükmündedir.”
Bundan sonra Ebu Bekr er-Razî kadının sözünün iki yönden ayrı ayrı hükümleri bulunduğunu açıklama sadedinde bir çok güzel örnekler vermiş ve sözü, istihsanın ikinci manasına getirerek onun illet bulunduğu için hükmün tahsîsinden ibaret olduğunu söylemiştir. O, bunu doyurucu bir şekilde açıklamış ve istihsanın bu türü üzerinde şüpheye yer bırakmamıştır. Tatbikattan örnekler vererek söz konusu istihsanı anlatırken olayda ayrı bir hükmü gerektiren nass, icma veya diğer bir kıyasa dayanıldığını belirtmiştir. Biz burada muanzların istihsan konusundaki sözlerinin yerinde olmadığına dikkati çekmekle yetiniyoruz. 30
Haberlerin Kabül Şartları Hanefîler, mürsel haberi rivayet eden ravi, güvenilir (sika) ise; müsned haber gibi mürsel haberin de kabul edileceğini söylerler. Hicrî II. yüzyılın başına kadar sahabî, tabiî ve tebai tabiî fakihlerinin büyük çoğunluğu da bu görüştedir. Mürsel haberleri, özellikle ileri gelen tabiîlerin mürsel haberlerini ihmal, şüphesiz sünnetin yarısını terketmek demektir.
Sünen sahibi Ebû Davud, hadisçiler arasında meşhur olan ve Mekkelilere yazdığı Risalesinde 39 şöyle der: “Mürsel haberleri Süfyan es-Servî, Malik b. Enes, Evza’î gibi alimler delil olarak kabul ederlerdi. Hatta Şafiî, bu konu üzerinde çok dururdu.” Muhammed b. Cerîr et-Taberî de şöyle söyler: “İnsanlar, mürsel haber ile amel ediyor ve onu kabul ediyorlardı. Nihayet hicrî II. yüzyıldan sonra onu reddetme fikri ortaya çıkmıştır. Salah elAla’î’nin Ahkamu’l-Merasilinde ve İbn Abdilberr’in sözlerinde, 40 bu konuda icma bulunması gerektiğini belirten bir ifade vardır.
Bu risale, müellif tarafından tahkik edilerek Kahire’de Matba’atü’lEnvarda 1369’da basıimıştır. 40 İbn Abdi’l-Berr, et-Temhîd. Rabat 1387,. 1/4. 39
31
Selef arasında mürsel haber rivayet eden bazılarını sert bir şekilde tenkid edenler bulunduğunu ileri sürerek yapılan tartışmalar yerinde değildir. Çünkü bu tenkidler mürsel haber rivayet eden ravinin güvenilir (sika) olmamasından ileri gelmiştir. Nitekim bu gibi tenkidler müsned haber rivayet eden bazılarına karşı da yöneltilmiştir. O halde mesele, haberi müsned veya mürsel olarak rivayet etmek meselesi değil; ravinin güvenilir olup olmaması meselesidir. İmam Şafi’î, mürseli reddedip kendisinden öncekilere muhalefet ederken farklı görüşler ileri sürmüş, bir ara Said b. Müseyyib’in mürselleri dışındaki mürsel haberlerin mutlak olarak huccet olmadığını söylemiş, sonra bazı meselelerde bizzat Said b. Müseyyib’in mürsellerini reddetmek zorunda kalmıştır. Bunları ben Tabakatu’l-Huffazın zeyline yazdığım dipnotlarda anlattım. 41
Şafi’î, daha sonra başkalarının mürsellerini de kabul etmiş ve mürselin bazı hususlarla desteklendiği takdirde hüccet olarak kabul edilebileceğini söylemiştir. 42 Bunun içindir ki Beyhakî gibi bir kısım alimler bu çelişkiden kurtulmak için uğraşmışlar, fakat bir sonuç alamamışlardır.
İmam Şafiî’nin Müsnedinde 43 de, selef arasında bilinen genel manası ile birçok mürsel hadis vardır. İmam Malik’in el-Muvatta ında ise üçyüz mürsel hadis bulunmaktadır. Bu, el-Muvattadaki müsned hadislerin yarısından fazladır. Salahu’d-Dîn el-Alaî’nin Ahkamu’l-Merasil indeki mürsel hadisin rivayeti ile ilgili araştırmalar kabul ve red bakımından ilgililer için az ve yetersizdir. Şurutu’l-E’immeti’l-Hamse ye yazdığım talikatta mürsel hadisin fakihlerce sahih olarak kabulü ile daha sonraki ravilerce onun za-
Takiyyu’d-Dîn Muhammed b. Fehd el-Mekkî, Lahzu’l-Elbâz bi-Zeyli Tabakât’il-Huffâz Dimaşk 1347, S. 329. Bu konuda müellifin Zûyûlu TezkiratilHuffâz, S. 329’da da dipnotları vardır. 42 Tafsilât için bkz. M. Ebû Zehra, İslâm Hukuk Metodolojisi, Çeviren: Doç. Dr. Abdulkadir Şener, Ankara 1973, S. 117. 43 İmam-Şafiî, Müsned, Kahire 1327. 41
32
yıf olarak kabulünün nasıl bağdaştırılacağını anlattım. Orada mürsel hadisin delil olarak kabulü konusunda yeterli bilgi vardır. 44 Hatta Buharî, kitaplarında mürsel hadisleri delil olarak kullanır. Müslim de Sahîh’inin Mukaddimesiyle ed-Dibağ risalesinde bu konuda aynı yolu benimsemiştir. Yerimiz, bu konuda sözü daha fazla uzatmağa elverişli değildir.
Müsned olsun, mürsel olsun haberlerin kabul edilmesi için kendilerine göre aynı noktada birleşen esaslara aykırı olmaması Hanefîlerin şartlarından birini teşkil eder. Hanefîler, Kitab, Sünnet ve sahabîlerin hükümleri gibi nassların kaynaklarını araştırmada son derece titizlik göstermişler, nassa dayanan ve kabule layık görülen birbirine benzer meseleleri çıkdıkları esasa irca’ etmişler ve bir kaide altında toplamışlardır.
Hanefîler, birbirlerine benzerlik arzeden diğer meselelerde de araştırmayı tamamlayıp istikrara ulaşıncaya kadar aym şeyi yapmışlardır. Böylece bir kısım müşterek esaslara ulaşmışlardır ki, bunlar Kavaid ve Furuk kitaplarında açıklanmıştır. Onlar, ahad haberleri de bu esaslara göre değerlendirmişlerdir. Bu haberleri, söz konusu esaslara uymadığı takdirde sübut bakımından daha kuvvetli olan İslam hukuku’nun mevcut kaynaklannın incelenmesinden elde edilen ve herkesce benimsenen haber niteliği taşıyan genel esaslara aykırı saymışlardır.
İmam Tahavî, eserlerinde bu kaideye çok riayet eden bir alimdir. Bu hususu hakkiyle bilmeyenler Tahavî’nin kıyasa dayanarak rivayetlerin bir kısmını diğer bir kısmına tercih ettiğini sanırlar.
Ahad haberlerin genel olarak bu esaslara mana bakımından aykırı düşmesinin sebebi, ravîlerin hadisleri mana itibariyle rivayette ileri gitmeleridir. Bazan bu, hadisin asıl manasını değiştirmeye yol açmıştır. Ahad haberleri genel esaslara göre değerlendirmede kullanılan bu kaide sayesindedir ki büyük fakihler bir çok rivayetlerin 44
Hâzimî Şurûtu’l-E’immeti’l-Hamse, Kahire 1357, S. 41-51. 33
zayıflık yönlerini tesbit edip iyi bir araştırma sonucu gerçeğe ulaşmışlardır.
Ayrıca fakihlerin, hadislerdeki illetleri anlama bakımında hadis rivayet edenlerde bulunmayan başka imkanları da vardır.
Onlar yaşayan tatbîkat konusunda bir çok haberlerin sahih olup olmadığını anlayacak bir duruma sahiptirler. Bu durum yalnız Medine’lilerin ameli için söz konusu değildir. Aksine sahabîlerin gelip yerleştikleri diğer şehirler de böyledir. Oralarda da sahabîlerin talebeleri ve onların da talebeleri vardı el-Leys b. Sa’d’ın İmam Malik’e yazdığı Risale de 45 bu hususa işaret edilmiştir.
Ebu Hanîfe’ce beğenilen kaidelerden biri de şudur: Ravinin hadisi öğrendiği andan rivayet etme anına kadar devamlı olarak ezberinde tutması ve onu hatırlamadığı takdirde yazıya itibar edilmemesi şarttır. Bu hususa Kadî İyad el-İlma’ da işaret etmiştir. 46 Mana itibariyle hadis rivayetinde ileri gitmemek, Ebû Hanîfe’nin kesinlikle benimsediği bir husustur.
Sübut ve delalet bakımından delillerin mertebelerini göz önüne almak da Hanefîlerin önemli kurallarından biridir; çükü sübut ve delalet bakımıdan kesin olan delilin bir mertebesi olduğu gibi, bu yönlerden zannî olan delilin de bir hükmü vardır. Hanefîler, Kur’an-ı Kerim’e muhalif olan ahad haberleri kabul etmezler. Onu, Kur’ana muhalif olan hususta mücmelin bir açıklaması da saymazlar. Onlara göre böyle bir ahad haberle mücmelin açıklanması Kur’anda bulunmayan bir hükmü de göstermez. Bu tür ahad haberler Kur’anda bulunmayan bir hükmü bildirir kaidesini benimseyen bazı aşırı kimseler, aradaki farkı anlayamamışlar, boş yere kafa yormuşlardır. Bu risalenin Türkçe tercümesi için bkz. Doç. Dr. A. Kadir Şener, A. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. XVI (1970), S. 131-154. 46 el-İlmâ’ ilâ Marifeti Usûli’r-Rivâye ve Takyîdi’s-Sema’, Kahire 1389, S. 139. 45
34
Yine Hanefîlerin kaideleri arasında, kaçınılması imkansız olan ve meşhur bir rivayete dayanması için gerekli şartları taşıyan konular hakkındaki ahad haberleri reddetme esası da yer alır; çünkü onlara göre böyle bir rivayeti, fakihlerce bu gibi konularda haberin meşhur olması şartı ve mevcut durum yalanlamaktadır.
İbn Receb, Ebû Hanîfeye göre, güvenilir ravilerin bir haberde metin yahut senedde fazlalık veya noksanlık yönünden ihtilafa düşmeleri halinde, fazlalığın kabul edilmeyeceğini söylemiştir.
Hanefîlerin bunlara benzer birtakım sağlam kaideleri vardır. Onlar, bu kaidelerin doğruluğu hakkında usul kitaplarında bir çok delil serdetmişlerdir. 47
Yazar, Te’nibü’l-Hatib adlı eserinde (Kahire 1361, S. 152-154) bu konuda şöyle der: “Ebû Hanîfenin az hadis bildiğini veya hadislere muhalefet ettiğini, ya da zayıf hadisleri aldığını zanneden kimseler, imamların haberleri kabul için ileri sürdükleri şartları bilmemekte ve müctehid imamların ilimlerini öyle anlaşılıyor ki ayarı bozuk bir teraziyle ölçmektedirler. “İmam Ebû Hanîfe’nin hükümleri istinbat konusunda gelişmiş bir kısım prensipleri vardır. Onu suçlayanlar, onun prensiplerini bilmeyenlerdir. Bu prensiplerin en önemlileri şunlardır: 1.) Kendisinden daha kuvvetli olan bir delil ile çatışmadığı takdirde güvenilir kimselerin mürsel haberlerinin kabulü. Mürsel haberi delil olarak kabul etmek öteden beri tatbik edilegelen bir gelenektir. İslâmın ilk devirlerinde müslümânlar bu yolda hareket etmişlerdir. Hatta İbn Cerîr et-Taberî, “Mürsel haberi mutlak olarak reddetmek hicri ikinci yüzyılın başihda ortaya çıkan bir bid’attir” demiştir. Nitekim bu hususu el-Bâcî Usûlünde, İbn Abdi’lBerr Temhîdinde ve İbn Receb Şerhu İleli’t-Tirmizî sinde zikretmişlerdir. Buharî de Sahihinde (Ezan 95), mürsel haberleri delil olarak almıştır. Sözgelişi o, imamın arkasında namaz kılan kimsenin Kur’ân’dan bir parça okuması konusunda mürsel hadisleri delil olarak zikretmiştir.. Müslim de Sahihinde mürsel haberlere yer vermiştir. Mevlâna Muhaddis elOsmanî’nin Fethu’l-Mülhim bi Şerhi Sahihi’l-Müsliminin mukaddimesinde (1/36), Suyûtî’nin Tedrîbu’r-Râi sinde (125-126) bu konuda açıklamalar vardır. Hadisleri mürsel oldukları için zayıf sayanlar, tatbikattaki sünnetin yarısını atmış olurlar. 47
35
2.) Ebû Hanîfe, âhâd haberleri İslâm Hukukunun kaynaklarını tek tek inceledikten sonra elde etmiş olduğu müşterek esaslara göre değerlendirir. Eğer âhâd haberler bu esaslarla çatışırsa, Ebû Hanîfe iki delilden daha kuvvetli olanı alır; muhalif haberi terkederek söz konusu esaslara dayanır ve böyle bir haberi şaz sayar. Tahâvî’nin Ma’âni’l-Asar ında bu hususla ilgili bir çok örnek vardır. Burada sahih habere değil, ancak müctehidce illetli bir habere muhalefet söz konusudur. Müctehide göre haberin illetlerden hali olması gerekir. 3.) Ebû Hanîfe, âhâd haberleri Kur’ân’ın genel ifadelerine ve lafızlarına (zahirlerine) göre de değerlendirir. Eğer haber, Kur’ân’da bulunan bir lafza veya genel bir ifadeye (âmm’e) aykırı düşerse haberi terkederek Kitabla amel eder. Burada da iki delilden daha kuvvetli olanı tercih vardır: çünkü Kitab’ın sübûtu katidir. Ebû Hanîf’ye göre delalet yönünden Kur’ân’ın zahirleri ve genel ifadeleri kesindir. Ebû Bekr er-Râzî’nin el-Fusûl ve el-İtkânî’nin eş Şâmil adlı eserleri gibi usul kitaplarında bu hususu destekleyen deliller vardır. “Haber Kur’ân’ın âmm ve zâhir’ine aykırı olmayıp onun mücmel’ini beyan ise haberi kabul eder; çünkü böyle bir açıklama olmaksızın mücmel’in neye delalet ettiği anlaşılamaz. Bu, âhâd haberle Kur’ân-ı Kerim’de olmayan bir hükmü ona ilâve anlamına gelmez. Aşırılığı adet haline getiren bazıları, isterlerse böyle zannetsinler. 4.) Ebû Hanîfe, âhâd haberleri kabul ederken onların, kavlî veya fiilî olsun, meşhur sünnete muhalif olmamasını göz önüne alır. Burada da delillerden kuvvetli olanla amel etme düşüncesi hakimdir. 5.) Ebû Hanîfe, âhâd haberi alırken, onun kendi gibi bir habere zıt olmamasını şart koşar. İki haber çatıştığı zaman birisi diğerine bazı sebeplerle tercih edilir. Bu gibi durumlarda ravilerden birinin diğerine nazaran fakih veya daha bilgin olması gibi müctehidlerce benimsenen farklı bir takım tercih sebepleri vardır. 6.) Ebû Hanîfe, âhâd haberleri alırken ravinin kendi rivayet ettiği habere aykırı bir iş yapmamasını da şart koşar. Köpeğin dilini soktuğu bir kabın yedi kere yıkanması ile ilgili olarak Ebû Hureyre’den rivayet edilen hadisi Ebû Hanîfe kabul etmemiştir. Çünkü bu hadis Ebû Hureyre’nin fetvasına aykırıdır. Selefden birçokları da Ebû Hanîfe gibi âhâd haberi aynı gerekçe ile reddetmişlerdir. İbn Receb’in Şerhu İleli’t-Tirmizisinde bu hususla ilgili misalleri bulabilirsiniz. Gerçi, Zahiri mezhebine yakın olan bazı kimseler bu görüşe katılmazlar. 36
7.) Ebû Hanîfe, İbn Receb’in de belirttiğine göre, iki haberden birisinde sened yahut metin yönünden bir fazlalık bulunursa, ihtiyat bakımından bu fazlalığı kabul etmez. Sonraki bazı Hanefî fakihlerinin muarızlarıyle yaptıkları tartışmalarda bu esası ihmal etmeleri hasımlarını kendi görüşleriyle susturmak içindir. 8.) Ebû Hanîfe, âhâd haberle kaçınılması imkânsız olan umûmu’l-belvâ, yani sık sık vuku bulduğu için herkesin yapmak zorunda kaldığı hususlarda amel etmez. Bu gibi durumlarda haberin mütevâtir veya meşhur olması gerekir. Şüpheli hallerde tatbik cihetine gidilmeyen hadd cezaları ve kefaretlerde durum böyledir. 9.) Ebû Hanîfeye göre, her hangi bir hükümde ihtilâfa düşen sahabîlerden biri ahad haberi terketmemelidir. 10.) Ebû Hanîfe’nin âhâd haberler konusunda diğer bir prensibi de, seleften hiç kimsenin onları tenkid ve ta’n etmiş olmamasıdır. 11.) Ebû Hanîfe ceza ve haddler konusunda değişik rivayetler bulunduğu zaman hafif olanını tercih eder. 12.) Ebû Hanîfe’ye göre râvînin, haberi işittiği andan rivayet ettiği ana kadar unutmaksızın ezberinde tutması şarttır. 13.) Ebû Hanîfe, râvinin haberi kimden rivayet ettiğini hatırlamaması halinde yazısına itimat etmemesini esas olarak alır. 14.) Ebû Hanîfe, şüpheli hallerde uygulanmayan hadd cezalarında değişik rivayetler bulunursa ihtiyat yönünü tercih eder. Meselâ, on dirhemlik bir şey çalan hırsızın eli kesileceğini bildiren rivayeti alır; bu konuda üç dirhemden (1/4 dinardan) söz eden rivayeti kabul etmez. On dirhemle ilgili rivayet ihtiyata daha uygundur ve tercihe şayandır; çünkü bu iki haberden hangisinin önce, hangisinin sonra varid olduğu bilinmediğinden, aralarında nesh’e karar vermek de mümkün değildir. 15.) Ebû Hanîfe, diğer haberlerle desteklenen âhâd haberleri tercih eder. 16.) Ebû Hanîfe’nin esaslarından biri de haberin, bulundukları memleket veya şehir neresi olursa olsun sahâbî ve tabiilerce tatbik edilegelen şeylere aykırı olmamasıdır. Leys b. Sa’d da, İmam Mâlik’e yazdığı risalede buna işaret etmiştir. “Ebû Hanîfe’nin bunlara benzer bir kısım prensipleri daha vardır. Bunlar kendisinin, daha kuvvetli delil ile amel ederek bir kısım rivayetleri terketmesine yol açmıştır, es-Sîratu’ş-Şâmiyyetu’l-Kübrâ yazarı Muhammed b. Yûsuf eş-Sami (Ö. 942/1535), Ukûdu’l-Cuman fî Menâkıbı Ebî Hanîfeti’nNu’mân adlı eserinde İbn Ebi Şeybe’yi red sadedinde anlattığımız hususların bir kısmına işaret eder ve şöyle der: “Bu kaidelerin gereği oıarak Ebû 37
Fitne ve yalanın yaygın olduğu bir devirde Hz. Peygamber buyurdu, diyerek hadis nakleden herkesin rivayet ettiği hadisi kabul edenler, Hanefîlerin hadislere muhalefet ettiğini sanırlar. Halbuki durum böyle değildir. Aksine Hanefîlerin usul ve füru’ meselelerinde dayanakları hadiselerdir. Nitekim bu hususu kör taklide, heva ve hevesine uymaksızın iyi bir araştırma ve mukayese yapan kimseler açıkca görebilirler.
Hanîfe bir çok âhâd hadisle amel etmeyi terketmiştir. Allah, Ebû Hanîfeyi hasımlarının isnadlarından korusun. Gerçekte Ebû Hanîfe hadislere kasden muhalefet etmemiştir. Bir kısım delil ve gerekçelere dayanarak, ictihad neticesinde muhalefet etmiştir. Müctehide içtihadında yanılırsa bir ecir; isabet ederse iki ecir vardır. Ebû Hanîfeye dil uzatanlar, ya onu çekemiyenler ya da ictihad mevkiini bilmeyenlerdir.” “Ebû Hanîfe’nin kabul ettiği bir kısım hadisleri sonraki bazı bilgilerin sözlerine dayanarak senedleri yönünden zayıf saymak doğru değildir; çünkü O, hadis rivayet ettiği üstadlarının durumlarını yakından biliyordu; genellikle kendisiyle sahabi arasında sadece iki râvî bulunuyordu.” 38
İçtihadî İlimler Açısından Kûfe Burada, Kûfe’nin diğer şehirlerden üstün oluşunun ve o çağlarda çevreye ışık saçan Fıkh’ın merkezi haline gelişinin bilinmesi için, kuruluşundan Ebû Hanîfe devrine kadar bu şehrin durumuna temas etmek zarureti vardır. Şöyle ki:
Bilindiği gibi Allah Medine-i Münevvere’yi şereflendirmiş, burası vahyin iniş yeri olmuş ve Hulefa-i Raşidînden üçüncü halifenin son zamanlarına kadar sahabîlerin çoğunluğu için bir merkez teşkil etmiştir. Bir kısım sahabiler cihad, dini yaymak ve müslümanlara İslamî bilgileri öğretmek için muhtelif memleketlere buradan gitmişlerdir. Hz. Ömer halîfe olunca, Sa’d b. Ebî Vakkas tarafından Irak fethedilmiştir. Hz. Ömer bu sırada Kûfe’nin yapılmasını emretmiş ve böylece h. 17. yılda (miladi 638) bu şehir kurulmuştur. Hz. Ömer buraya fasih arapça konuşan kabileleri yerleştirmiş ve Abdullah b. Mes’ûd’u onlara Kur’an-ı Kerim ve gerekli dinî bilgileri öğretmesi için göndermiş, “kendisine ihtiyacım olduğu halde Abdullah’ı size göndermeyi tercih ettim.” demiştir. 39
Abdullah b. Mes’ûd’un sahabe arasındaki ilmî mevkii cidden büyüktü. Hz. Ömer bile fıkıh konusunda onun ilim ve tecrübesine muhtaçtı. Ömer (r.a.) Onun hakkında “Fıkıh veya ilim dağarcığı” derdi.
Abdullah b. Mes’ûd hakkında Hz. Peygamberin de, “İbn Mes’ûd’un ümmetim için beğendiği şeyi ben de beğendim.” “İbn Mes’ûd’un sözünden çıkmayın”, “Kur’anı nazil olduğu gibi okumak isteyen kimse onu okumayı İbn Mes’ûd’dan öğrensin” dediği rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber ayrıca, “Kur’an’ı dört kişiden öğrenin” buyurmuş ve bunların başında İbn Mes’ûd’un bulunduğunu söylemiştir.
Huzeyfe (r.a.) şöyle der: “İrşad ve ahlak yönünden Hz. Peygambere en çok benzeyen kimse tbn Mes’ûd idi. Hatta o, evinde bizden saklanırdı. Sahabîlerden siyasî olaylara karışmayanlar İbn Mes’ûd’un Allah’a kendilerinden daha yakın olduğunu bilirlerdi.” Huzeyfe’nin yüksek şahsiyeti ise malumdur. İbn Mes’ûd’un fazileti hakkında hadis kaynaklarında pek çok rivayet vardır.
İbn Mes’ûd, Kûfe’nin kuruluşundan Hz. Osman’ın hilafetinin sonlarına kadar Kûfelilere Kur’ân-ı Kerim ve Fıkıh öğretmiştir. Bu sayede Kûfe kurra, fıkıh ve hadis bilginleriyle dolmuştur. Meşhur ilim adamlarından biri, İbn Mes’ûd’un talebelerinin dört bin civarında olduğunu söyler. Ayrıca Kûfe’de Sa’d b. Malik -Ebî Vakkas- Huzeyfe, Ammar b. Yasir, Selman el-Farisî, Ebû Müsa’l-Eş’arî gibi seçkin sahabîler de bulunuyordu. Bunlar İbn Mes’ûd’a yardımcı oluyorlardı. Ali b. Ebî Talib, Kûfeye geldiğinde buradaki fakihlerin çokluğuna sevinmiş ve “Allah İbn Mes’ûd’a rahmet etsin, bu şehri ilimle doldurmuş, İbn Mes’ûd’un öğrencîleri bu şehrin kandilleridir.” demiştir.
İlim şehrinin kapısı olan Hz. Ali, ilme ondan daha az önem vermiş değildir. O da Kûfelilere fıkıh öğretmeye devam etmiş, Kûfeyi başkent edindikten ve büyük alim sahabîlerin buraya yerleşmesinden sonra orası İslam şehirleri arasında fakih ve hadisçilerinin, 40
Kur’an-ı Kerim ve arap diliyle uğraşan bilginlerinin çokluğu ile eşsiz bir şehir haline gelmiştir.
Muhammed b. Rabî el-Cîzi ile, Suyutî Mısır’a yerleşen sahabîlerin ancak üç yüz civarında olduğunu söyledikleri halde el-İclî, yalnız Kûfe’ye yerleşen sahabîlerin bin beşyüz civarında olduğunu, bunlardan yetmiş kadarının Bedir Savaşı’na katıldıklarını söyler. Kûfe’de bir süre kalıp ilmî faaliyetlerde bulunduktan sonra Irak’ın diğer şehirlerine veya başka memleketlere gidenler bu sayıya dahil değildir.
Rabî’a ve Malik’den Iraklılar hakkında rivayet edilen gelişi güzel sözler asla doğru değildir. Rabi’a ve Malik’in bu gibi sözlerle bir ilgileri yoktur. Bu hususta sözü daha fazla uzatmak istemiyoruz. Onun için sadece işaret etmekle yetindik.
Hz. Ali ile İbn Mes’ûd’un talebelerinin hal tercümeleri yazılacak olsa çok hacimli bir kitap ortaya çıkar. Bu konuda bir eser yazmak isteyen için saha oldukça geniştir.
Büyük tâbiî Mesrûk b. el-Ecda’ şöyle der: “Hz. Peygamberin ilminin genel olarak sahâbîlerden altı kişide toplandığını gördüm. Bunlar Ali b. Ebî Talib, Abdullah b. Mes’ûd, Ömer b. el-Hattab, Zeyd b. Sabit, Ebu’d-Derda ve Übey b. Ka’bdırlar. Bu altı kişinin ilminin de Ali b. Ebî Talib ve Abdullah İbn Mes’ûd’da toplandığını gördüm.”
İbn Cerir et-Taberî de şöyle der: “Abdullah b. Mes’ûd’dan başka hiç kimsenin fıkıhla ilgili görüş ve fetvalarını yazan belli talebesi yoktu. İbn Mes’ûd Hz. Ömer’in görüşü karşısında kendi görüş ve ictihadından vazgeçerdi. Yani hiçbir konuda Ömer’in görüşlerine muhalefet etmez; kendi görüşünü bırakır; O’nunkini benimserdi.”
Sahabîlerin fakihleri arasında, talebelerine İbn Mes’ûd’a katılmalarını tavsiye edenler vardı. Onlar İbn Mes’ûd’ün geniş bilgiye sahip olduğunu itiraf ediyorlardı. Sözgelişi, Mu’az b. Cebel, öğrencisi Amr b. Meymûn el-Evdî’ye Kûfe’de İbn Mes’ûd’a katılmasını tavsiye etmiştir. 41
Burada Ali b. Ebi Talib ve İbn Mes’ûdun talebelerinin adlarını saymağa imkan yoktur. Ancak bunların bir kısmını burada zikretmemizde fayda vardır.
1.) Abîde b. Kays es-Selmanî (Ö. 72): Kadî Şuayb bir olay hakkında karar veremediği zaman ona danışırdı. er-Ramehurmuzî, elMuhaddis’ul-Fasıl’ında bunu anlatır. Şurayhın fıkıhtaki dikkati ve kazaî hükümlerdeki yetkinliği ise herkesce bilinmektedir. 2.) Amr b. Meymûn el-Evdî (Ö. 74): Mu’âz b. Cebel’in ilk talebelerindendir. Muammer ve Muhadramdır. 48(38) Cahiliye devrinde de yaşamıştır. Yüz defa umre ve hac yapmıştır.
3.) Zirr b. Hubeys, (Ö. 82): Bu da muammer ve muhadramdır. Teravih namazlarında imamlık yapardı. Yüz yirmi yıl yaşamıştır. İbn Mes’ûd kıraatinin ravisidir. Asım da kıraati ondan almıştır. Ebu Bekr b. Ayyaş da Asım’dan rivayet etmiştir. Fatiha ve Muavvizeteyn surelerinin kıraatı bu cümledendir. İbn Mes’ûddan rivayet edilen şaz kıraatler ona ait değildir. Bu şaz kıraatler İbn Mes’ûd’dan tefsir sadedinde rivayet edilen sözlerdir. Bazıları Ebu Ebeyd’in Fadailü’l-Kur’ânında görüldüğü gibi, bunu kıraat saymışlardır. Zira arapçayı çok iyi bilenlerdendi. İbn Mes’ûd ondan arap dili ile ilgili şeyler sorardı. 4.) Ebu Abdirrahman Abdullah b. Habîb es-Sülemî (Ö. 72): Kur’anı Kerim’i baştan sona Hz. Ali’ye okumuştur. Kıraatda ona dayanır. Kırk yıl Kûfe Mescidinde Kur’an-ı Kerim öğretimiyle meşgul olmuştur. Bu hususu Ebu Nuaym senediyle anlatır. Hz. Hasan ve Hüseyn babalarının emriyle Kur’ân’ı ondan öğrenmişlerdir. Asım, Hz. Ali’nin kıraatini ondan almıştır. Hafs’ın Asımdan rivayet ettiği kıraat işte budur. Asımın iki yolla kıraati bütün tabakalarda tevattürün en yüksek derecesini teşkil eder. Sülemî, Kur’an-ı Kerim’i Hz. Osman ve Zeyd b. Sabit’e de okumuştur.
Muammer diye uzun ömür sürüp çok bilgi sahibi olana, Muhadram diye de Hz. Peygamber’in sağlığında yaşadığı halde onu görmeyenlere denir. (Çevirenler) 48
42
5.) Süveyd b. Gafele el-Mezhicî: Fil yılında doğmuş, Hz. Ebu Bekr ve ondan sonraki sahabîlerle görüşmüş, Kûfe’de h. 82 yılında vefat etmiştir.
6.) Alkame b. Kays en-Neha’î (Ö. 62): İbn Mes’ûd onun hakkında “Benim bildiğim herşeyi o da biliyordu” derdi. el-Muhaddisu’lFasıl’da şöyle denilmektedir: Râmehürmüzlülerden Hasan b. Sehl el-Advî-Ali b. el-Ezher er-Râzî-Cerîr kanalıyla yapılan rivayete göre Kabûs: “Babama Hz. Peygamberin sahabîlerini bırakıp da nasıl Alkame’ye-gidiyorsun” dedim, “Oğlum dedi; Hz. Peygamber’in sahâbîleri bile ondan fetva istiyorlar.” Alkame, Şam’da Ebu’dDerda’yı, Medine’de Hz. Ömer, Zeyd b. Sabit ve Hz. Aişe’yi ziyaret etmiştir. İslam merkezlerindeki ilimlerin hepsini bilenlerdendir.
7.) Mesrûk b. el Ecda’ Abdurrahman el-Hemdanî: (Ö. 63): Bu da muammer ve muhadramdır. Cahiliye devrinde de yaşamıştır. İlim tahsili için bir çok seyahatler yapmıştır.
8.) el-Esved b. Yezid b. Kays en-Neha’î (Ö. 74): Muammer ve muhadramdır. 80 defa hac ve umre yapmıştır. Alkame’nin erkek kardeşinden yeğenidir. Iraklı’ların imamı olan İbrahim b. Yezid enNeha’î’nin de dayısıdır.
9.) Şurayh b. Haris el-Kindî (Ö. 70): Muammer ve muhadramdır. Hz. Ömer devrinde Kûfe kadınlığına tayin edilmiş ve bu görevi Haccac devrinde ölünceye kadar 62 sene sürdürmüştür. Hz. Ali onun hakkında “Sen arabın en iyi kadısısın” derdi. Şurayh, Hulefâ-i Raşidin ve Emevîler devrinde uzun bir süre verdiği kararlar tasvip görmüş ve beğenilmiş bir kadıdır. Dikkatli kararlariyle Kûfelilerin fıkhını beslemiş ve onları fıkha alıştırmıştır.
10.) Abdurrahman b. Ebî Leyla (Ö. 83): Yüz yirmi sahabiyi görmüştür. Kûfede kadılık yapmış, İbn Eş’asla birlikte suda boğularak şehid olmuştur, 11.) Amr b. Şurahbil el-Hemdanî,
12.) Murre b. Şerahîl,
43
13.) Zeyd b. Savhan,
14.) el-Haris b. Kays el-Cü’fî,
15.) Abdurrahman b. el-Esved en-Neha’î, 16.) Abdullah b. Utbe b. Mes’ûd, 17.) Hayseme b. Abdirrahman, 18.) Seleme b. Suheyb,
19.) Malik b. Amir,
20.) Abdullah b. Sahbere, 21.) Hılas b. Amr,
22.) Ebû Va’il Şakîk b. Seleme,
23.) Ubeyd b. Nadle,
24.) Rabî’ b. Haysem, 25.) Utbe b. Ferkad,
26.) Sıla b. Züfer,
27.) Hemmâm b. el-Haris, 28.) el-Haris b. Suveyd,
29.) Zazan Ebû Amr el-Kindi,
30.) Zeyd b. Vehb,
31.) Ziyâd b. Cerîr,
32.) Kürdûs b. Hani’
33.) Yezîd b. Mu’âviye en-Nehâ’î gibi Hz. Ali ve İbn Mes’ûd’un diğer talebeleri. 44
Bunların çoğu Hz. Ömer ve Âişe ile görüşmüşler ve onlardan ilim öğrenmişlerdir.
Bunlar, Kûfe’de sahâbîlerin huzurunda fetva veriyorlardı. Hadis ve fıkıh bilgileri çok kuvvetli idi. Bunların hadis ve fıkıhlarını herkes tenkid edemezdi.
Bunlardan sonra gelen tabaka Hz. Ali ve İbn Mes’ûd’a yetişmemişler, fakat onların talebelerinden fıkıh tahsil ettikleri gibi, İslâm merkezlerindeki ilimleri de öğrenmişlerdir. İbn Hazm, bunlardan sadece bir kısmını zikretmiştir. Oysa sayıları pek çoktur; şöhretleri de bilinmektedir.
Burada hepsinin isimlerini saymayacağız. Ancak Abdurrahman b. Muhammed b. el-Eş’as ile h. 83 (m. 702) yılında Deyru’l-Cemâcim ’de Haccac es-Sakafî’ye karşı ayaklanan heriki tabakadan seçkin fakih ve bilginlere dikkat çekmek isteriz.
Bunlar arasında Ebu’l-Bahterî Said b. Firuz, Abdurrahman b. Ebi Leylâ, Şa’bî, Said b. Cübeyr vardı. Cassas, Ahkâmu’l-Kur’anda (1/71) “Haccaca karşı Abdurrahman b. Eş’as’la birlikte tabilerin seçkin fakih ve bilginlerinden dörtbin kişi ayaklanmış ve onu öldürmüşlerdir.” demektedir.
Diğer şehirlerdeki alimlere bakılınca babalarından ayrılan ve hükümdarlardan armağan alıp, onlara ayak uyduranların maddî durumlarının daha iyi olduğu görülür. Fakat aralarında zulme karşı koymak ve bu uğurda herşeyi feda etmek düşüncesine sahip olanlar pek azdı. Böylece din, ahlâk, fıkıh, Kitab ve Sünnet ilmi ve Arap dili konusunda Kûfelilerin örnek durumlarını insaflı araştırıcı göz önünde bulundurmalıdır ki, diğer şehirlerdeki alimlerle onlar arasında mukayese yaparken adaletten ayrılmasın. Asırlarca Kûfenin ilim merkezi olmasını sağlayan işte budur. Böyle olmasaydı, Kûfe, Emeviler devrinin zulüm ve baskısına uğrayan dindarların sığınağı olmazdı. 45
Said b. Cübeyr yalnız başına İbn Abbasın bütün ilmini almıştır, İbn Abbas kendisine fetva sormaya gelen Kûfelilere “Said b. Cübeyr sizin aranızda değil mi?” derdi. Böylece Allah’ın Said b. Cübeyr’e verdiği geniş bilgiyi onlara hatırlatırdı. Onun ilmi Kûfelilere İbn Abbas’ın ilmini arattırmayacak derecedeydi.
İbrahim b. Yezid en-Nehâ’î de bu tabakadandır. Alkame’den fıkıh tahsil ettikten sonra o, bu iki tabakanın ilmini birleştirmiştir. Ebu Nuaym, İbrahim Nehâ’î’nin Ebû Saîd el-Hudrî, Hz. Âişe ve daha sonraki sahâbîlere yetiştiğini söyler. İbn Ömer’in “Ben Resulallahla birlikte savaşlara katıldığım halde bu savaşları o benden daha iyi biliyor” diye övdüğü Âmir b. Şerahîl, İbrahim Nehâ’î’yi bütün İslâm şehirlerindeki alimlerden üstün tutardı. Şa’bi, Nehâ’î’nin h. 95 yılında vefatı dolayısiyle cenazesinde hazır bulunan birine “İnsanların en fakihini defnettiniz.” demiş; o, “Hasandan da mı fakihti?” deyince, Şa’bî “Evet. Hasandan da, Basrahlardan da, Kûfelilerden de, Hicazlılardan da fakihti.” cevabını vermiştir. Bunu Ebû Nu’aym senediyle anlatır. Hadis tenkidçileri Nehâ’î’nin mürsellerini sahih sayarlar, hattâ kendi mürsellerinden bile üstün tutarlar. İbn Abdî’l-Berr etTemhidde bu hususu açıkça belirtir. el-A’meş, “İbrahînı Nehâ’î’ye arzettiğim her hadis hakkında Onun birşey bildiğini gördüm. Nehâ’î hadis sarrafı idi, arkadaşlarımızdan biri hadis işittiğim zaman ona arzederdlm.” derdi.
İsmail b. Ebi Halid (Ö. 145) “Şa’bi, Ebu’d-Duha, İbrahim en-Nehaî ve arkadaşlarımız mescidde toplanır, hadis müzakere ederlerdi. Bir fetva sorulunca, kendileri birşey söylemezler; İbrahim enNehâ’î’nin gözüne bakarlardı.” demiştir. Şa’bî de İbrahim Nehâ’î’den söz ederken “O, fıkıhla uğraşan bir ailede yetişti, onlardan fıkıh öğrendi, sonra bizimle derslere katıldı. Bildiğimiz hadislerin sahihlerini alıp ailesinden öğrendiği fıkıhla birleştirdi. Onun ölüm haberini duyunca ilim adına çok üzüldüm. Kendisinden sonra yerini kimse dolduramamıştır.” diyor. 46
Said b. Cübeyr ise “İbrahim Nehâ’î aranızda olduğu halde bana fetva soruyorsunuz.” demiştir.
Ebu Nuaym Hilyede: Muhammed b. Hayyan-Ebu Useyd-Ebu Mes’ûd-İbn el Isbahanî-Assam yoluyle A’meş’in “İbrahim kendi reyiyle birşey hakkında fetva verdiğini asla görmedim” dediğini nakleder. İbn Mett el-Herevî’nin Zemmu’l-Kelamında buna benzer bir ifade vardır. Bu itibarla fıkıh konusunda Nehâ’î’den rivayet edilen şeyler, Ebû Yûsuf ve Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybânî’nin elAsar adlı eserleri ve İbn Ebi Şeybe’nin el-Musannefi gibi kaynaklarda haber gibi mütalaa edilmiştir.
Gerçekte Nehâ’î, hem hadis rivayet eder, hem de kendi görüşünü açıklardı. Hadis rivayet ettiği zaman O bir otorite, re’yiyle ictihad yaptığı zaman da bir ummandı; çünkü içtihadın bütün şartlarını taşıyordu. O, “Rivayet ancak re’y ile, re’y de ancak rivayetle müstakim olur” derdi. Ebu Nuaym, bunu senediyle rivayet etmiştir. Hadis ve re’yle amel etme bakımından bu, örnek bir yoldur.
el-Hatîbu’l-Bağdâdî, el-Fakîh ve’l-Mütefakkihde (1/203) Ebu Bişr Muhammed b. Ömer el-Vekil-Ömer b. Ahmed el-Vâ’iz-Abdu’lVahhâb b. İsa b. Ebî Hayye-Muhammed b. Mu’âviye-Ebu Bekr b. Ayyaş yoluyla el-Hasen b. Ubeydillah en . Nehaî’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “İbrahim en-Nehâî’ye “Senden dinlediğim her rivayetle fetva veriyor musun?” diye sordum. “Hayır” dedi. “Bizzat işitmediğin şeyle fetva verir misin?” dedim. “İşittiğimi işittim. Bizzat iştmediğim rivayetler de bana ulaştı, onu bizzat işittiğimle mukayese ettim.” dedi.” İşte gerçek fıkıh anlayışı budur.
Ebû Hanîfe’nin hocası Hammad b. Ebi Süleyman işte böyle büyük bir imamdan fıkıh öğrenmiştir. Hammâd, İbrahim en-Nehaî’den hiç ayrılrnazdı. Ebu’ş-Şeyh Târîhu Isbahânda Ebu Bekr Ahmed b. Hasen b. Harun’un şöyle rivayet ettiğini kaydeder: “Babamın dedemden, sövle naklettiğini isttim: Bir gün İbrahim en-Nehaî bir dirhem vererek kendisine et alması için Hammad’ı göndermişti. Bir hayvan üzerinde giden babasiyle karşılaştı. Hammad’ın elinde bir zenbil vardı. Babası onu azarlayıp elindeki zembili fırlattı. İb47
rahim Nehaî vefat ettiği zaman hadisçilerle, Horasanlılar gelip Hammad’ın kapısını çaldılar. O da gece olduğu için elinde bir mumla çıktı. “Seni değil, oğlun Hammad’ı istiyoruz”, dediler. Bunun üzerine içeri girip, “oğlum onları karşıla, anladım ki zenbil seni onlara kadar götürmüş” dedi.” Ebu’ş-Şeyh bundan biraz önce şöyle demektedir: “Ahmed b. Hasen, dayımın oğlu Ubeyd b. Musa’nın şöyle dediğini işittim: Ninem, büyük ninesi Hammad’ın kız kardeşi Atike’den şöyle dediğini duydum: “Numan kapımızda pamuklarımızı çırpar, süt ve sebze gibi şeylerimizi satın alırdı. Birisi gelip kendisine bir şey sorduğu zaman dinler, cevabını verirdi. Sonra biraz bekle der, Hammad’ın yanma gider, durumu anlatır, “Bu konuda siz ne diyorsunuz ?” diye sorardı.. O da bu konu ile ilgili hadisleri, arkadaşlarının sözlerini, Nehâ’î’nin söylediklerini anlatırdı. Numan, “Bunları senden rivayet edeyim mi ?” deyince “evet” derdi. Bunun üzerine Numan çıkar, “Hammad şöyle söylüyor” derdi.” İşte onlar tahsil çağında birbirlerinden ayrılmazlar, birbirlerine hizmet ederler ve ilmin feyzine böylece ulaşırlardı.
İbn Adiy el-Kâmil de Yahya b. Ma’în ve Cerîr yoluyle Muğire’nin şöyle dediğini anlatır: “Hammad b. Ebi Süleyman, “Ata, Tavus ve Mücâhidle karşılaştım. Sizin çocuklar onlardan daha bilgilidir, hattâ çocuklarınızın çocukları da onlardan bilgilidir, dedim.” der. Hammad bu sözleri Allah’ın kendilerine verdiği nimete şükretmek ve fıkıhtan nasibi olmayan, Kûfe Mescidinde yanlış fetvalar veren ve belki bizim bu fetvalara karşı çıkan çocuklar olabilir diyen bazı büyük ravilere cevap vermek için söylemiştir.”
Dirayetten mahrum kimseler için rivayetteki yaşın fazlalığı neye yarar? Burada “Çocuklar” dan maksat, Kûfe’de bulunan Hammâd ve arkadaşlarıdır. Hammâd, fıkıh konusunda onlardan üstündü. Bu hususta şüphesi olanlar her iki sınıfın fıkıh konusundaki miraslarını karşılaştırabilir ve ona göre karar verebilirler. Mesele sırf rivayet işi değildir. 48
Yine İbn Adiy el-Kâmil de, Yahya b. Ma’în-İbn Idrîs-Şeybânî yoluyle Abdul-Melik b. İyâs eş-Şeybânî’nin şöyle dediğini söyler: “İbrahim en-Nehâ’î’ye senden sonra meselelerimizi kime soracağız” dedim. O da “Hammâd’a” diye cevap verdi.” İşte bu, Hammâd b. Ebi Süleyman olup, h. 120’de (M. 737) vefat etmiştir.
Ukaylî, Ahmed b. Muhammed el-Herevî-Muhammed b. Muğîre elBelhî-İsmail b. İbrahim-Muhammed b. Süleyman el-İsbahânî yoluyle şöyle der: “İbrahim en-Nehâ’î ölünce aralarında Ömer b. Kays el. Mâsır ve Ebû Hanîfe’nin de bulunduğu Kûfeli beş kişi bir araya gelip kırkbin dirhem topladılar ve Hakem b. Uteybe’ye başvurarak “Biz kırk bin dirhem topladık ve sana geldik. Başkanımız olur musun?” dediler. Hakem kabul etmedi. Hammâd b. Ebî Süleyman’a gidip durumu anlattılar. O da kabul etti.”
Bu tabaka mensupları pek çok ve onlarla ilgili haberler geniş olduğu için burada hepsini anlatmaya imkân yoktur. Ancak bu devirde Kûfenin rivayet ve dirayet bakımından üstünlüğünü gösteren şu iki hususa temas etmekle yetineceğiz.
er-Râmehurmuzî el-Muhaddisu’l-Fasıl da Hüseyin b. NebhânSüheyl b. Osman-Hafs b. Gıyas-Eş’as ve Enes b. Şirin yoluyle şöyle rivayet eder:
“Kûfeye geldim, burada hadis tahsil eden dört bin kişi gördüm. Dört yüz tane de fakih vardı.” Kûfeden başka hangi İslâm şehrinde bu kadar çok sayıda hadisci ve fakîh görebilirsiniz?”
Bu husus, fakihlik mesleğinin cidden güç olduğunu gösterir. Bu yüzden fakihlerin sayısı hadisçiler kadar çok değildir.
Yine er-Râmehurmuzi, Abdullah b. Ahmed b. Ma’dan yoluyle Mezkûr b. Süleyman el-Vasıtî’nin şöyle dediğini nakleder: “Affan’dan, bazılarının “şunun-bunun kitaplarını istinsah ettik” diyorlar dediğini işttim. Affansa şöyle diyordu: “Bu gibi insanlar iflah olmazlar; birine gelirdik başkasının söylemediği şeyleri işitirdik. Kimisine de gelir ötekisinde olmayan şeyleri işitirdik. Kûfeye gelip dört ay oturduk. İsteseydik yüz bin hadis yazardık, ancak elli bin 49
hadis yazdık. Biz yalnız herkesin kabul ettiği hadisleri aldık. Çok hadis yazmamıza Şerîk mani oldu. Kûfe’de arapçası bozuk ve hadis rivayetinde gevşeklik gösteren kimseye rastlamadık.”
Kûfe öyle bir şehirdi ki Affan 49(39) gibi dikkatli bir kimse, böylesine bir titizlikle dört ayda elli bin hadis yazmıştır. Ahmed b. Hanbel’in müsned’i bundan çok azdır. Böyle bir şehirde hadis az olur mu? Üstelik Mekke ve Medine’nin hadisleri o devirdeki bütün şehirlerin alimlerince biliniyordu; çünkü onlar hac dolayısiyle sık sık oraları ziyaret ediyorlardı. Aralarında kırktan fazla hac ve umre yapan vardı. Sadece Ebû Hanîfe elli beş kere hac etmişti. Buharî hadis öğrenmek için diğer şehirlere kaç defa gittiğini belirttiği halde “Kûfeye kaç defa geldiğimi sayamam” demiştir.
Bu ve bundan önceki rivayetler, Kûfe alimlerinin arapçalarının sağlam olduğunu gösterir. Oysa o çağda Hicaz, Şam ve Mısırda Arab dili hayli bozulmuştu. İbn Paris’in İmâm Mâlik’i müdafaasında bu hususu görmek mümkündür. Hılyetu’l-Evliya da el-Ley s b. Sa’d’ın Rabî’a b. Ebi Abdirrahman hakkındaki görüşü ile İbn Ebi’lAvvam’ın “Kitâb” ında Ebû Hanîfe’nin Nafi hakkındaki görüşünü bulabilirsiniz.
Ebû Hanîfe’den rivayet edilen söze 50(40) gelince, önce bunun, muttasıl bir senedi yoktur. Üstelik Ebû Hanîfe’nin böyle bir şey söylediği doğru olduğu takdirde o sözün arapçadaki manâsı açıktır. Müberrid, el-Lahane adlı eserinde Irak dışındaki islâm şehirlerinde arapçası bozuk olanlarla ilgili geniş bilgi vermiştir. Mes’ûd b. Şeybe es-Sindî Mukaddimetu Kitâbi’t-Talîm inde (S 223-231) bu konuda Müberrid’den bir çok nakillerde bulunmuştur. Öte yandan Mısır’da Kiptiler, Şam’da Bizanslılar bulunduğu gibi, özellikle büyük tabiilerden sonra Hicaz’a da her taraftan yabancı-
Affân b. Müslim el-Ensârî el-Basrî, Buhâri’nin hocalarındandır. İbnu’lMedîni, hakkında “Hadisteki bir harfte şüphesi olsa o hadîsi almazdı”; Ebû Hatim “İmamdır; sikadır.” demiştir. 50 Müellif, bu sözün Ebû Kubeys kelimesi olup Mekkedeki meşhur dağ değil, kasabın üzerindeki et kestiği tahta olduğunu söylemiştir. 49
50
lar gelmişlerdir. Hicaz’da, dili, yanlışlıklardan ve yabancı kelimelerden koruyacak bilginler de yoktu.
Kûfe ve Basra’da ise Arab dili ile ilgili ilimler tedvin edilmiş, Kûfeliler Hz. Peygamber devrindeki bütün arap lehçelerini tesbite önem vermişlerdir; çünkü Kitab ve Sünnetin inceliklerini ve kıraat vecihlerini anlamada arap lehçelerinden yararlanıyorlardı. Basralılar bu lehçelerden geleceğin dili olmaya lâyık olanları seçme yoluna gitmişlerdir. Kûfe ve Basra dil ekolleri birbirinden faydalanmak durumunda kalmışlardı.
Böylece Kûfe’nin fıkıh, hadis ve dil konusundaki yeri anlaşılmış oluyor. Kur’ân-ı Kerim’in kıraati konusuna gelince; 7 kıraat imamının 3’ü Kûfelidir. Bunlar: 1- Asım, 2- Hamza, 3- el-Kisâ’i’dirler. On kıraat imamı arasında Halefi de bunlara ilave edebiliriz. Asım kıraatine yukarıda da temas etmiştik.
51
Ebû Hanife’nin Fıkhî Metodu Burada Ebû Hanîfe’nin hal tercümesine dalmak istemiyoruz. Ebu’lKasım b. Ebi’l-Avvâm’ın ve Ebû Abdillah el-Huseyn es-Saymerî’nin eserleriyle el-Muvaffaku’l-Mekkî’nin eserinde yer alan elHârîsi’nin kitabı ve İbn Abdi’l-Berr’in el-İntikâ’sında büyük bir kısmı nakledilen İbnu’d-Dahil’in risalesi, Ebû Hanîfenin biyografisi hakkında yeterli bilgileri vermektedir.
İbnu’d-Dahil, Ukaylînin ravisi idi. Ukaylî’ye cevap olmak üzere Ebû Hanîfe’nin faziletleri hakkında bir risale yazmıştır. Çünkü Ukaylî müslümanların fakihine ve onun seçkin arkadaşlarına cahilce dil uzatmıştır. İbnu’d-Dahîl, Ukaylinin gerçeğe uymayan bu sözlerine katılmadığını göstermek için adı geçen risaleyi kaleme almıştır. Hakem b. el-Münzir el-Bellûtî el-Endelüsî bunu, Mekke’de İbnu’dDahîl’den dinlemiş, ondan da İbn Abdi’l-Berr dinlemiş, büyük bir kısmını el-İntikâsında Ebû Hanîfe’den bahsederken nakletmiştir. İbn Abil’l-Berr’in Buhârî’den naklettiği haberlerin senedini gözden geçirmek insaflılık icabıdır. Aynı şekilde İbrahim b. Beşşâr erRemâdî’nin İbn Uyeyne’den yaptığı rivayet de böyledir. İbnu’l-
52
Cârûd er-Rakkî 51 ye gelince; onun şahidliği zamanın kadısınca reddedilmiştir, İbn Abdi’l-Berr daha fazla açıklamalarda bulunsaydı iyi olurdu.
Kısaca, Ebû Hanîfe aleyhinde konuşanların bir delili yoktur. Bu hususu Te’nîbu’l-Hatîb adlı kitabımızda açıkladık. Burada ise Ebû Hanîfenin fıkhî metodunu gösteren yönlerine işaret edeceğiz.
Ebû Hanîfenin adı Nu’mân b. Sabit b. Nu’mân b. el-Merzubân b. Zûta b. Mâh olup İran asıllıdır. Ailesi hakkında asla kölelik söz konusu değildir. İsmail b. Hammâd’ın bu konudaki sözü gerçeği ifade eder. es-Salâh b. Şâkir el-Kütübî, Uyûnu’t-Tevârîh de şöyle der: “Muhammed b. Abdillah el-Ensârî. “Ömer b. el-Hattab devrinden bu güne kadar Basra kadılığına İsmail b. Hammad gibi biri tayin edilmemiştir” demiş, kendisine “el-Hasanu’l-Basrî de mi?” denildiğinde, “alim, zahid, abid ve takva sahibi olduğu halde vallahi elHasanu’l-Basrî de dahil” demiştir.” Ebû Hanîfenin soyu konusunda İsmail b. Hammad gibi birisinin sözünün doğruluğundan şüphe edilebilir mi?
Tahâvî, Muşkilu’l-Asar da (4/54) Bekkâr b. Kuteybe yoluyle Abdullah b. Yezid el-Mukrî’den şöyle nakletmiştir: “Ebû Hanîfeye geldim: bana kimlerdensin dedi, ben de Allah’ın islâmı lütfettiği kimseyim, dedim. Ebû Hanîfe bana, böyle söyleme, ancak bu mahallelerden biriyle müvalat akdi yap, sonra kendini onlara nisbet et. Çünkü ben de böyle yaptım dedi.” Bundan anlaşılıyor ki Ebû Hanîfe, mevâlidendir, azatlı kölelerden değil. “Artık haktan sonra sapıklıktan başka ne var?” 52
İbn el-Cevzî, el-Muntazam da şöyle der: “İnsanlar Ebû Hanîfenin anlayış ve fıkhında ihtilâfa düşmüşlerdir. Sufvân es-Sevrî ile İbn’ul-Mubârek, “Ebû Hanîfe insanların en iyi fakihi” demişlerdir. İmam Malik’e “Ebû Hanîfeyi gördün mü?” diye sorulduğunda şöyle
el-Hatîbu’l-Bağdadî, Târîhu Bağdâd’ta bu şahsın yalancı olduğunu (11/61, 69, 247) belirtmiştir. Bu şahsı el-Müntekâ sahibi Ebû Muhammed Abdullah b. Ali b. Cârûd en-Neysâbûrî ile karıştırmamak gerekir. 52 Yûnus Sûresi, 32. 51
53
cevap vermiştir: “Bir adam gördüm, sana bu sütunun altın olduğunu söylese onu ispat eder.” Şafii de, “insanlar fıkıhda Ebû Hanîfenin iyalidir” demiştir.
Tertîbu’l-Medârik de Kadî İyaz şöyle der: “el-Leys b. Sa’d İmam Mâlik’e “Bakıyorum terliyorsun?” demiş, Mâlik de; “Ebû Hanîfenin yanında terledim ey Mısırlı, o, gerçekten fakihtir” demiştir.
Diğer mezhep mensuplarının Ebû Hanîfe’nin mezhebinden nasıl yardım istediklerini Bulûğu’l-Emânî 53 adlı eserimde anlattım. Burada onları tkerar etmiyeceğim.
Ebû Hanîfe mezhebinin en bariz özelliği, istişareyi esas alan bir mezhep oluşudur. Onu bir topluluk diğejr bir topluluktan, sahabilere kadar ulaşan bir yolla almışlardır. Diğer mezhepler ise, imamlarının görüşlerinden ibarettir.
İbn Ebi’l-Avvâm şöyle der: “Tahâvî, İbn Ebi Sevr’in kendisine yazarak Nuh Ebû Süfyan kanaliyle Muğîre b. Hamza’nın şöyle dediğini nakleder: “Ebû Hanîfenin kendisiyle birlikte fıkıh kitaplarını tadvin eden seçkin kırk talebesi vardı.”
Yine İbn Ebi’l-Avvâm şöyle der: “Tahâvî, Muhammed b. Abdillah b. Ebi Sevr er-Ruaynî’nin kendisine yazarak, Süleyman b. İmran kanaliyle Esed b. el-Furat’dan şöyle nakleder: “Ebû Hanîfenin kendisiyle birlikte fıkıh kitaplarını tedvin eden kırk talebesi vardı. Bunların ilk onu arasında Ebû Yûsuf, Züfer b. el-Huzeyl, Dâvud et-Tâ’î, Esed b. Amr, Yûsuf b. Hâlid es-Semtî (Şafiînin hocalarından) ve Yahya b. Zekeriyya vardı. Ebû Hanîfe bunlara otuz sene fıkıh yazdırmıştır.”
Aynı senedle Esed b. el-Furat, Esed b. Amr’ın kendisine şöyle dediğini nakleder: “Talebeleri Ebû Hanîfe’nin yanında bir meselenin cevabında ihtilâfa düşerler ve çeşitli cevaplar ileri sürerlerdi. Sonra meseleyi Ebû Hanîfeye sorarlardı. O da en uygun cevabı verirdi. Bu eser, Bulûğu’l-Emânî fî Sîretil-İmam Muhammed b. Hasen eşŞeybanîdir. Kahirede 1355, Humusda 1388’de basılmıştır. 53
54
O mesele üzerinde üç gün durduktan sonra onu kâğıtlara yazarlardı.”
es-Saymerî, Ebu’l-Abbas Ahmed el-Hâşimî-Ahmed b. Muhammed el-Mekkî-Ali b. Muhammed en-Nehâ’î-İbrahim b. Muhammed elBelhi ve Muhammed s. Said el-Hârezmî yoluyle İshâk b. İbrahim’den şöyle nakleder: “Ebû Hanîfenin talebeleri onunla birlikte bir meseleye dalarlardı. Afiye b. Yezid el-Kâdî bulunmadığı zaman Ebû Hanîfe, “meseleyi Afiye gelinceye kadar bekletin.” derdi. Afiye gelip onlara uygun bir görüş beyan edince, Ebû Hanîfe meseleyi yazın derdi; Afiye onlara katılmazsa yazmayın, derdi.”
Yahya b. Main et-Târîh ve el-İlel de Ebû Nuaym (Fadl b. Dükeyn) yoluyle Züferden şöyle nakleder: “Ebû Hanîfe’nin derslerine devam ederdik. Ebû Yûsuf ve Muhammed b. el-Hasen de bizimle birlikte okurlardı. Biz Ebû Hanîfenin görüşlerini yazardık. Bir gün Ebû Hanîfe, Yûsufa hitaben: “ey Yakub vay haline! Benden her işittiğini yazma, ben bugün böyle düşünüyorum, yarın onu bırakabilirim; yarınki görüşümü de ertesi gün teredebilirim” demiştir.” Ebû Hanîfe, talebelerinden biri, gereği kadar incelenmeden bir meseleyi yazmak için acele ettiği zaman ona engel olurdu.
Bu anlatılanları göz önüne alınca el-Muvaffak el-Mekkî’nin Menâkıbu Ebi Hanîfe adlı eserinde (11/133) Ebû Hanîfenin seçkin talebelerini anlatırken kullandığı şu ifadenin doğruluğu anlaşılır: Ebû Hanîfe mezhebini talebeleriyle istişare esasına dayandırmıştır. Onlarla istişare etmeksizin kendi başına dinde bir ictihadda bulunmamış; Allah, peygamber ve mü’minler için öğüt verirken aşırı gitmemiştir. O, meseleleri tek tek ortaya atar, talebelerini dinler, kendi görüşünü söyler ve onlarla bir ay hattâ daha fazla münakaşa ederdi. Bu meseleler hakkında görüşlerden biri ağırlık kazanınca Ebû Yûsuf bir esas olarak onu tesbit ederdi. Nihayet, O, bütün esasları (usûl) böylece tesbit etmiştir. En doğrusu ve gerçeğe en yakın olanı da budur. İnsanlar için bu, daha tatmin edici bir yoldur. Tek başına ictihad yapanların ve sadece kendi görüşüne bağlananların mezhebinden daha iyidir.” 55
Bundan anlaşılıyor ki Ebû Hanîfe, talebelerini kendilerine anlattığı şeyi kabule zorlamaz; aksine konu iyice aydınlansın diye onların kendi görüşlerini açıklamalarını isterdi. Böylece onlar, delili anlaşılan meseleyi kabul ederler; delilsiz görüşleri kabul etmezlerdi. Ebû Hanîfe, “Bir kimsenin neye dayandığımızı bilmeden bizim görüşümüzü nakletmesi doğru değildir.” derdi. İşte Hanefî mezhebinin her tarafa eşsiz bir şekilde yayılışının sırrı ve Ebû Hanîfe’nin öğrencilerinin üstünlüklerinin ve çokluklarının asıl sebebi budur. Çünkü fıkıh eğitiminde ve gençleri yetiştirmede onun metodu örnek bir metoddur.
Bu itibarla İbn Hacer el-Mekkî el-Hayrâtu’l-Hısân da (S. 26) şöyle der: “Bazı bilginler demişlerdir ki, meşhur İslâm müctehidlerinden hiç birinin Ebû Hanîfe gibi arkadaş ve öğrencileri yoktu. Bilginler ve bütün insanlar müteşabih hadisleri, içtihada dayanan meseleleri, yeni olayları, kaza ve hükümleri açıklamakta Ebû Hanîfe ve arkadaşlarından yararlandıkları kadar kimseden yararlarımamışlardır.” İbnu’n-Nedîm Muhammed b. İshak el-Fihrist de “Karada, denizde, doğru ve batıda, uzakta ve yakında ilmin tedvini Ebû Hanîfe sayesindedir. “ demiştir.
İbnu’l-Esir, Câmiu’l-Usûl de şöyle der: “Allah’ın gizli bir sırrı olmasaydı bu ümmetin yarısı günümüze kadar büyük imâmın mezhebi üzere Allah’a ibadet etmezlerdi.”
Adı geçen bilginlerin üçü de, yani İbn Hacer el-Mekkî, İbnu’nNedîm ve İbnu’l-Esir, Hanefî mezhebi mensûbu değillerdi ki onun tarafını tuttukları söylensin. Kısaca, Hanefî mezhebinin özellikleri şunlardır:
– Meselelerin uzun münakaşalara dayannılarak halli ve yazılması;
– Hükümlerin fakih sahabiler devrindeki f&ıkhın feyizli ve zengin kaynağına ulaşıncaya kadar topluluklardan rivayet edilmesi;
– Yeni olayların hükümlerini açı;klamada ardarda gelen toplulukların sürekli çabalar harcaması. 56
İşte bu sayededir ki Hanefî mezhebi, her devrin ihtiyaçlarına ve insanlığın medeniyetçe ilerlemesinin gereklerine ayak uydurmuştur.
Bu sebeple İbn Haldun Mukaddime sinde Mâlikî mezhebi hakkında aynen şöyle der: “Yine bedevi hayat, Mağrib ve Endülüste hakimdi. Buraların insanları, Iraklıların sahip olduğu medeniyete ilgi duymuyorlardı. Onlar bedevilik sebebiyle Hicazlılara daha yakın idiler. Bunun içindir ki Mâlikî mezhebi onlara göre daha uygundu. Medeniyet bu mezhebi ayıklayıp geliştirmemiştir.”
Asırlar boyu Endelüs’e hakim olan Mâliki mezhebi, İbn Haldun’a göre böyle olursa, uzun süre hükümleri medeniyetle haşir-neşir olmayan diğer mezhepler hakkında ne düşünülür!
Ebû Hanîfe’nin kıraati ise İslam ülkelerinde yaygın olan Asım kıraati’dir. O, delil getirirken en büyük yeri Kûr’ân-ı Kerîm’e verir. Kur’ân-ı Kerîm’in umumi ifadelerinin kesin olduğunu söyler. Onun namazda Kur’ân-ı Kerîm’i hatmettiğini herkes bilir. Bu eskilerden pek azına nasip olmuştur.
Bazı tefsir kitaplannda Ebû Hanîfe’ye nisbet edilen şaz kıraatler asla ona ait değildir. Bu hususun münakaşasına burada gerek yoktur. Ancak el-Hatîbu’l-Bağdâdî’nin tarihinde, Zehebî’nin Tabakâtü’l-Kurrâ sında ve Cezerî’nin Tabakâtında belirtildiği gibi bu şaz kıraatler uydurularak Ebû Hanîfe’ye nisbet edilmiştir. Bunları uyduran ise el-Huzâ’î’dir. Zehebi Mîzânu’l-İ’tidalde (3/501) Ebû’l-Fadl Muhammed b. Cafer el-Huzâ’î’nin hal tercümesini verirken şöyle der: “O, Ebû Hanîfe’nin kıraati hakkında bir kitap yazmış, Dârekutnî ise bu eserdeki görüşlerin uydurma ve asılsız olduğunu ortaya koymuştur. Bazıları Huzâ’î hakkında “güvenilmez biridir” demişlerdir.”
Ebû-Hanîfe’nin çok hadis bildiği de fıkıh bablarında dayandığı delillerden anlaşılmaktadır. Bu hadisler seçkin talebeleri ve diğer hadisçiler tarafından on yedi müsnedde mevcuttur. Ayrıca elHatîbu’l-Bağdadî, Şam’a geldiğinde yanında Dârekutnî ile İbn Şa57
hin’in Musnedu Ebî Hanîfe adlı eserlerini getirmiştir, Bu iki müsned sözü edilen on yedi müsnedden başkadır. el-Muvaffak el-Mekkî Menâkıbında (1/96) şöyle der: “Hasan b. Ziyâd, Ebû Hanîfe’nin dört bin hadis rivayet ettiğini, bunun iki binini Hammâd’dan, iki binini de diğer hadis bilginlerinden naklettiğini söylemiştir.” 54 Ebû Hanîfe’nin ele aldığı meselelerin sgkseiLüc bina/ ulaşjtığı ve hadis üstadlarımn yeterli sayıda olduğu muhakkaktır.
Ebû Hanîfe’nin Arapçadaki gücünü ise, Arap diliyle ilgili ilimlerin beşiğinde yetişmiş olması ve Arapça kaidelere dayanarak fer’î meseleleri dikkatle incelemesi gösterir. Hattâ Ebû Ali el-Fârisî, Sîyrâfî ve İbn Cinnî el-Câmi’u’l-Kebîrde geçen, Ebû Hanîfe’nin yeminlerle ilgili görüşlerini açıklamak için birer kitap yazmışlar, onlar da, Ebû Hanîfe’nin Arapçanın sırlarına nasıl vakıf olduğunu itiraf etmişlerdir.
Müellif Te’nibu’l-Hatib adlı eserinde (S. 152) Ebû Hanîfe’nin bildiği ahkâma dair hadislerin sayısının İmam Mâlik ve Şafiî’nin bu konuda bildiklerinden daha az olmadığını söyler ve bir müctehid için 500 kadar ahkâm hadisini bilmenin yeterli olacağını ileri sürenlerin de bulunduğunu kaydeder. İbn Kudâme’nin Ravdatu’n-Nâzırının mutasarı olan Bulbulu’r-Ravda adlı eserinde (S. 173-174) et-Tûfî, “bir müctehidin, ahkâmla ilgili 500 kadar âyet ve bir o kadar hadis bilmesi gerekir” der. 54
58
Ebû Hanîfe’nin Arkadaşlarından Ve Mezhebinden Bazı Büyük Hafız Ve Hadisçiler 1.) İmam Züfer b. el-Hüzeyl el-Basrî (Ö. 158): İbn Hibban es-Sikât adlı eserinde hıfzının sağlamlığından bahsetmektedir. Ebû Hanîfe’nin seçkin arkadaşlarındandır. 55
2.) Hafız İbrahim b. Tahmân el-Herevî (Ö. 163): Hal tercümesi Tabakatü’l-Huffazda verilmiştir. Çok sahih hadis biliyordu.
3.) İmam el-Leys b. Sa’d (Ö. 175): Bir çok alim onu Hanefî saymış. Kadı Zekeriyya el-Ensârî Şerhu’l-Buhârîde onun Hanefî olduğunu kesinlikle belirtmiştir. İbn Ebi’l-Avvam, el-Leys’den Mekke’de Ebû Hanîfenin meclisine katıldığını senediyle nakletmiştir. Ebû Hanîfenin meclisine şöyle bir mesele getirilir:
Birisi, oğlunu bir çok masraf ederek evlendirmekte, oğlu ise karısını boşamaktadır. Ona cariye satın almakta, fakat o, bunu da azad etmektedir. Ne yapması gerektiğini Ebû Hanîfe’ye sorar. Ebû Hanîfe kendisine bir cariye satın almasını, sonra bu cariyeyi, mahrem yerlerini gören oğluna nikahlamasını tavsiye eder. Eğer oğlu,
Daha fazla bilgi için müellifin Lemehâtu’n-Nazar fî Sîreti’l-İmâm Zufer (Kahire, 1368; Humus, 1389) adlı risalesine bakılabilir. 55
59
onu boşayacak olursa cariye memlûkesi olmak hasebiyle kendisine rücu eder. Eğer âzâd edecek olursa; onun, babasına ait cariyeyi âzâd etmesi caiz olmaz. el-Leys, onun cevabının doğruluğuna, ve cevap vermedeki sür’atine hayret ettim, der. Halbuki el-Leys müctehid bir imam idi.
4.) İmam Hafız Kasım b. Ma’n el-Mes’ûdî (Ö. 175): Çok hadis ve şiir rivayet edenlerden olduğu gibi arapçayı ve fıkhı da en iyi bilenlerden idi. Muhammed b. Hasan ondan arapça ile ilgili sorular sorardı. Ebû Hanîfe’nin güzide arkadaşlarındandı. Hakkında Zehebî’nin Tabakâtu’l-Huffâzı ile Hafız Kureşî’nin el-Cevâhiru’l-Mudî’esinde malûmat vardır.
5.) Abdullah b. el-Mübarek (Ö. 181): Kitapları yirmi bin hadis ihtiva eder. İbn Mehdî onu Sevrî’den üstün tutardı. Yahya b. Adem, “küçük bir meseleyi araştırır, İbnu’l-Mubarek’in kitaplarında bulamazsam çok üzülürdüm.” der. Abdullah b. el-Mübarek, Ebû Hanîfe’nin hususî arkadaşlarından idi. Bazı raviler onun Ebû Hanîfe hakkında söylemediği sözler uydurmuşlardır. Bir çok alimin başkaları hakkında yaptığı gibi… 6.) İmam Ebû Yûsuf Yâkub b. İbrahim el-Kâdî (Ö. 182): Zehebî Tabakâtu’l-Huffâz da onu zikreder ve hâl tercümesini verir. 56
İbn Cerir, “o, fakih idi, alimdi, hafızdı, hadis ezberlemekle ma’ruf idi. Muhaddise gelir, 50-60 hadis ezberler, sonra bunları halka yazdırırdı, çok hadis biliyordu” der. İbnü’l-Cevzî Ahbâru’lHuffâzda, ondan önce İbn Hıbbân es-Sikatta onu kuvvetli hafıza ile vasf ederler. el-Emali adlı eseri vardır. Bunun üç yüz cüz olduğu söylenir. 57 Bu kısım Menâkıbu’l-İmâm Ebî Hanîfe ve Sâhibeyhi el-İmam Ebu Yûsuf ve’lİmâm Muhammed b. Hasen adıyla basılmıştır. Bunu Ebû’l-Vefa el-Efganî tahkik etmiş, Kevserî de buna ta’lîkât yazmıştır (Kahire, 1368). 57 İmam Ebû Yûsuf hakkında müellifin Husnu’t-Tekâdî fî Sireti’l-İmam Ebî Yûsuf el-Kâdî (Kahire, 1368, Humus, 1388) adlı eserine bakılabilir. 56
60
7.) Yahya b. Zekeriyya b. Ebî Zaide (Ö. 183): Hafız ve sağlam fakih, Ebû Hanîfenin seçkin arkadaşlarından. Haltercümesi, Zehebî’nin Tabakâtu’l-Huffâzı ile el-Cevâhîru’l-Mudîe de verilmiştir.
8.) İmam Muhammed b. Hasen eş-Şeybanî (Ö. 189): Çok hadis biliyordu. Hal tercümesi Bulûğu’l-Emânîde vardır. el-Asar, elMuvatta ve el-Hucce Alâ Ehli’l-Medine gibi eserleri vardır. Birçok kimseler takdir etmeseler de hadis ilminde büyük bir yeri vardır.
9.) Hafs b. Ğıyas el-Kâdî (Ö. 194): Ezberden dört bin hadis yazdırmıştır. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.
10.) Vekî’ b. el-Cerrah (Ö. 197): Zehebî’nin naklettiğine göre, Yahya; “Ondan üstün kimse görmedim, Ebû Hanîfe’nin kavli üzere fetva veriyordu.” demiştir. Ahmed b. Hanbel de “Vekî’in musannefatına sarılınız, ilim bakımından daha genişini, hıfz bakımından daha kuvvetlisini görmedim demiştir.”
11.) Yahya b. Said el-Kattan el-Basrî (Ö. 198): Cerh ve ta’dil imamıdır. Zehebî, Ebû Hanîfe’nin görüşüne göre fetva verdiğini söylemiştir. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.
12.) Hafız Hasan b. Ziyâd el-Luluî (Ö. 204): İbn Cüreyc’den on iki bin hadis almış idi. Bunlar bir fakihe yetecek kadardır. Yahya b. Âdem, “Ondan daha fakihini görmedim” demiştir. Bazı raviler bizzat Ebû Hanîfe hakkında olduğu gibi onun hakkında da bazı sözler uydurmaktan çekinmemişlerdir. 58 13.) Hafız Mu’allâ b. Mansûr er-Râzî (Ö. 211): İmamlıkta fıkıh ve hadisi cem’etmişti. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.
14.) Hafız Abdullah b. Dâvud el-Hureybî (Ö. 213): Fıkıh ve hadiste büyük bir imamdır. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.
İmamın hal tercümesi konusunda müellifin el-İmta’ bi-Sîreti’l-İmâmeyn el-Hasan b. Ziyâd ve Sahibihi Muhammed b. Suca’ (Kahire, 1368, Humus, 1389) adlı eserine de bakılabilir. 58
61
15.) Ebû Abdirrahman el-Mukrî’ Abdullah b. Yezid el-Kûfî (Ö. 213): Ebû Hanîfe’den çok şey öğrenen bir âlimdir. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir. 16.) Esed b. el-Furat el-Kayravânî (Ö. 213): Hadis ve fıkıhta Irak okulu ile Hicaz okulunu birleştirenlerdendir. 17.) Mekkî b. İbrahim el-Hanzalî (Ö. 215): Horasan şeyhidir. Ebû Hanîfe’den çok istifade eden bir bilgindir. Bkz. Tabakât ve elCevâhir.
18.) Ebû Nu’aym el-Fadl b. Dükeyn (Ö. 219): Ebû Hanîfe’den çok şey öğrenenlerdendir. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.
19.) Muhammed b. Abdillah b. el-Musennâ el-Ensârî (Ö. 215): Buharî, Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main gibi büyük muhaddislerin şeyhidir. Süleyman et-Teymî, Humeyd, İbn Avn, el-Cüreyrî, İbn Güreye ve İbn Arûbe gibi büyük muhaddislerden ilim tahsil etmiştir. Buhâri, Ahmed b. Hanbel, Yahya Bundâr, İsmail Semûye, Ebû Hatim, ismail el-Kâdî ve Ebû Müslim el-Keccî gibi bilginler onu dinlemişlerdir. Yahya b. Ma’în sika olduğunu söyler. Ebû Hatim ise “imamlardan şu üçüne benzer birini görmedim: Ahmed b. Hanbel, el-Ensarî ve Süleyman b. Dâvud el-Hâşimî” der. Sacî de, “re’y tarafı galib gelen, alim, yüce bir zattır; hadis sahasında ise Yahya elKattan gibisini görmedim.” demiştir. İbn Kuteybe, “Reşid onu Bağdad kadılığına tayin etmişti, Emin halîfe olunca onu azletti.” diyor. Ensarî kendisi 118 yılında doğduğunu söylerdi. Bkz. el-Fevâ’idu’l-Behiyye 179, Tarîhu Bağdad 5/408, Tezkiratü’l-Huffâz 1/371, Mizânü’l-İ’tidâl 3/600, Tehzibu’t-Tehzîb 9/275. 59
20.) İsa b. Eban el-Basrî (Ö. 221): Hucecu’l-Kebir ve Hucecu’s-Sağir adlı eserlerin sahibidir. Hadis ilmindeki büyük yeri bilinmektedir. Bkz. Saymerî, İbn Ebi’l-Avvam ve el-Cevâhir. 59
Bu kısım A. F. Ebû Gudde’nin bize gönderdiği ilâvelerdendir. Çev. 62
21.) Hisam b. Ubeydillah er-Râzî (Ö. 221): Muhammed b. Haserr’in arkadaşıdır. Bkz. Zehebî, Tabakâtu’l-Huffaz.
22.) Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm (Ö. 224): Muhammed b. Hasen’in seçkin arkadaşlarındandır.
23.) Hafız es-Sebt Ali b. Ca’d (Ö. 230): Fıkıh ve hadiste büyük bir imamdır. En önemli kitaplarından biri el-Ca’diyyatdır. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.
24.) Yahya b. Ma’în (Ö. 233): Cerh ve ta’dil imamıdır. Muhammed b. Hasen’den el-Câmi’u’s-Sağiri dinlemiş ve ondan fıkıh öğrenmiştir. Hadisi ise Ebû Yûsuf’tan öğrenmiştir. Uyunu’t-Tevârihde İbnu’lMedinî, Ahmed b. Hanbel, İbn Ebi Şeybe ve İshak’ın ona hürmet ettikleri kaydediliyor. Onun üstünlüğünü biliyorlardı. Babasından bir milyon dirhem miras kalmış; o, bunun hepsini hadis yolunda harcamıştır. Kendi eliyle 600 bin hadis yazmıştır. Ahmed b. Hanbel “onun bilmediği hadis, hadis değildir.” demiştir. Tarihinin ‘Duri rivayetini’ Şam’da Zahiriyye Kütüphanesinde gördüm Cerh ve ta’dil konusunda ondan muhtelif rivayetler vardır. Zehebî, sika kimselerden haklarında bazı şeyler söylenenlere dair yazdığı cüzünde onu mutaassıb bir Hanefî olarak kabul ediyor. Bununla beraber bazı raviler onun ağzından Ebû Hanîfe’nin arkadaşları hakkında bazı uygunsuz sözler söylemişlerdir. Malûmdur ki insanların huyları böyledir.
25.) Muhammed b. Semaa et-Temimî (Ö. 233): Uyûnu’t-Tevarih de sika hafızlardan olduğu, hanefî mezhebinde bizzat görüş sahibi bulunduğu kaydediliyor. Yahya b. Ma’în onun hakkında “hadisçiler, reyde İbn Semâ’a’nın doğru olduğu gibi doğru olsalardı, neticeye ulaşırlardı.” demiştir. Bkz. el-Cevâhir.
26.) Hafız İbrahim b. Yûsuf el-Belhî el-Bâhilî el-Mâkiyanî (Ö. 239): Kuteybe b. Sa’d’a dargın idi, çünkü o, İmam Malik’in yanında onu üzmüştü ve “bu mürciîdir” diyerek meclisinden çıkarmıştı. İmam Malik’den bir hadisten başka bir şey dinlememiştir. Nesâ’î, onun güvenilir olduğunu söylemiştir. Bkz. Tabakat ve el-Cevâhir. 63
27.) İshak b. Behlül et-Tenûhî (Ö. 252): Müsnedi vardır. Ezberinden 40 bin hadis yazdırmıştır. Ebû Hâtim Sadukdur demiştir. Bkz. Tarîhu Bağdad ve Tabakât.
28.) Ebu’l-Leys Abdullah b. Süreyc b. Hacer el-Buharî, (Ö. 258 takriben): Ebî Hafs el-Kebir el-Buhâri’nin arkadaşlarındandır. Ezberinde 10 bin hadis vardı. Abdan onu çok beğenirdi. Ğuncar Tarihu Buhârâda ondan bahseder, fakat ölüm tarihini vermez. Bkz. Tabakât.
29.) İmam Muhammed b. Şüca’ es-Selcî (Ö. 266): İkindi namazında secde ederken vefat etmiştir. Muvaffaku’l-Mekkî, onun musannefâtında 70 bin civarında hadis olduğunu söylemiştir. Altmış cüz civarında el-Menâsik, kalın hacimli Tashîhu’l-Âsâ ve er-Reddü Ale’lMüşebbihe adlı eserleri vardır. Zehebî Siyeri A’lamin-Nübelâ da onun ilim denizi olduğunu söyler. Bazı raviler onun hakkında mutaassıbane sözler söylemişlerdir. Bkz. Fihrist (İbn Nedim), elCevâhir ve müellifin Tebyinu Kizbi’l-Müfteri ve el-İmta bi sireti’lİmâmeyn adlı eserleri. 30.) Hafız Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. İsa el-Birtî (Ö. 280): Ebû Süleyman el-Cuzcanî’den fıkıh öğrenirdi. İsmail el-Kâdî onu çok beğenirdi. Müsnedu Ebî Hureyre adlı eseri vardır. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir. 31.) Cafer b. Muhammed et-Tayalisî (Ö. 282): Nebîz konusunda Züheyr b. Harb ve diğerleri ile münazaralar yaptı ve onları mağlub etti. Bkz. Tarihu Bazdad.
32.) Ubeydullah b. Vâsıl el-Buhârî (Ö. 282 şehid olarak): Buhara muhaddisdir. Harisi ondan ilim tahsil etmiştir. Bkz. Tabakât.
33.) Ebû Bekr Muhammed b. Nadr b. Seleme b. el-Cârud enNeysâburî (Ö. 291): Hakim onun hakkında, hıfz, kemal ve riyaset bakımından zamanın şeyhi demiştir. Ailesi hep Hanefîdir. Talebeliğinde Müslim ile arkadaş idi. 60
60
Bu kısım, el-Kevserî’nin kendi nüshasına yaptığı ilâvelerdendir. 64
34.) Hâfız İbrahim b. Ma’kıl en-Nesefî (Ö. 295): el-Müsnedu’l-Kebîr ve Tefsir sahibidir. Buhâriden Sahih ini rivayet etmişlir. Mustağfirî, “Hafz, fakih ve bilginlerin ihtilâflarına ve ihtilâf sebeblerine çok vâkıf idi” demiştir. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.
35.) Ebû Ya’lâ Ahmed b. Ali b. el-Musennâ el-Mavsılî (Ö. 307):”elMusnedu’l-Kebîr ve el-Mu’cem sahibidir. Ali b. Ca’d ve tabakasından ilim tahsil etmiştir. Ebû Ali el-Hafız, “Ebû Ya’lâ Bişr b. Velid’in yanında Ebû Yûsuf’un kitaplarıyle meşgul olmasaydı; Basrada Süleyman b. Harb ve Ebû Davud et-Tayalîsiye yetişir ve onları dinlerdi” demiştir. Bu, Ebû Yusuf’un kitaplarının çokluğuna delâlet eder. Halbuki muhaddisler Ebû Ya’lâ’nın senedi âlî olmayan hadislerini almak için koşuşuyorlardı. Bkz. Tabakât. 36.) Hafız Ebû Bişr ed-Dûlâbî Muhammed b. Ahmed b. Hammad (Ö. 310): el-Künâ başta olmak üzere bazı faydalı eserleri vardır. Dârekutnî “Onun hakkında bazı şeyler söylediler, ama neticede hep onun iyiliği anlaşıldı.” demiştir.
İbn Adiyy’in “İbn Hammad, Nuaym (b. Hammad) hakkındaki sözlerinden dolayı itham edilmiştir” sözü (bu konu ileride gelecek) İbn Adiyy’e yakışan boş bir lâftır. Bkz. Tabâkat.
37.) Hafız Ebû Ca’fer Ahmed b. Muhammed et-Tahâvî (Ö. 321): Hafızası rical ve fıkıh ilminde son derece geniş ve kuvvetli idi. Bedru’l-Aynî, Rîcalu Ma’âni’l-Asar da hal tercümesini geniş olarak vermiştir. Tahâvî’nin üç üstadı vardır: Bunlar, Bekkâr b. Kuteybe, İbn Ebi İmrân ve Ebû Hâzim’dir. Bunların Her üçü de büyük hadis hâfızlarındandır. 61
38.) Hafız Ebu’l-Kasım Abdullah b. Muhammed b. Ebi’l-Avvam esSa’dî (Ö. 335 takriben): Zehebî’nin Tabakât ında Nesâ’înin hal ter-
Tahavî’nin başlıca eserleri şunlardır: 1. Müşkilü’l-Asar, bu eserin yarısına kadar kısmı dört cild halinde basılmıştır, 2. Maâni’l-Asar, 3. Şurûtu’l-Kebir, 4. Şurutu’s-Sağir, 5. Muhtasaru Akîdeti’t-Tahavî. Tahavî hakkında tafsilât için müellifin el-Hâvî fî Siretil-İmâm Ebî Ca’fer et-Tahavî (Kahire, 1368). adlı eserine bakınız. Çev. 61
65
cümesinde bilgi verilmiştir. Nesâ’î, Tahâvî ve Ebû Bişr edDûlâbî’den tahsil görmüştü. Fadâ’ilu Ebî Hanîfe adlı hacimli bir eseri ve Müsnedu Ebî Hanîfe si vardır. Bu müsned mühim onyedi müsnedden biridir. Torunundan Kudâtu Mısırda ve el-Cevâhir de söz edilmiştir. 39.) Hafız Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed el-Harisi elBuharî (Ö. 30): Menâkıbu Ebî Hanîfe ve Müsnedu Ebî Hanîfe adlı eserlerin müellifidir. Hadis rivayetinde gerçekten çok isnad zinciri kullanmıştır. İbn Mende ondan çok rivayette bulunmuştur. Hakkındaki görüşü müsbettir. Bazıları ise iyi şeyler söylememişlerdir. Onu çok tenkid ettikleri nokta Müsnedu Ebi Hanîfede Necîremî (Ebbâ’ b. Ca’fer)’den çok rivayette bulunmasıdır. Dikkat etmedikleri nokta ise onun Neciremî’den yaptığı rivayetlerin sadece ona ait rivayetler olmaması, bilakis bunları başkalarının da rivayet etmiş olmasıdır. Aynı şeyyi Tirmizî de, Muhammed b. Said elMaslûb ve Kelbi hakkında yapmıştır. Allah şu taassup denen şeyi kahretsin. İnsanı kör ve sağır ediyor. Bkz. Tabakât, el-Cevâhir ve Ta’cilu’l-Menfa’a. 40.) Ebu’l-Kasım Ali b. Muhammed et-Tenûhî (Ö. 342): el-Hatibu’lBağdâdî’nin ifadesine göre sağlam bir hafız ve Ebu’l-Hasen elKerhî’nin arkadaşlarından idi.
41.) Hafız Ebu’l-Huseyn Abdu’l-Baki b. Kani’ el-Kâdî (Ö. 351): Bir çok eseri var. el-Hatîbu’l-Bağdadî “Hocalarımızın çoğu onun sika olduğunu söylerlerdi.” demiştir. Hasan el-Furat ise ölümünden iki yıl önce hadisleri birbirine karıştırdığını ifade etmiştir. 42.) Hafız Ebû Bekr Ahmed b. Ali er-Râzî el-Cassâs (Ö. 370): Hadis, fıkıh ve fıkıh usûlünde imam idi. Ebû Dâvud, İbn Ebi Şeybe, Abdurrezzak ve et-Tayâlîsî’nin hadislerini çok iyi biliyordu. Bunların senedlerini dilediği zaman ve dilediği yerde sıralayabiliyordu, elFusûl fi’l-Usûl, Ahkâmu’l-Kur’ân gibi eserleri, Muhtasaru’t-Tahâvî ve Câmi’ul-Kebîr üzerine şerhleri vardır. Bütün bunlar, sahasında onun erişilmezliğini göstermektedir. Rical konusundaki bilgisi hilafa dair delillerinde ortaya çıkmaktadır. 66
43.) Hafız Muhammed b. el-Muzaffer b. Musa el-Bağdadî (Ö. 379): Musnedu Ebî Hanîfe adlı bir eseri vardır. Dârekutnî ondan sitayişle bahseder. Seçkin hafızlardan idi. Bkz. Tabakât. 44.) Hafız Ebû Nasr Ahmed b. Muhammed el-Kelâbâzî (Ö. 378): Ricâlu’l-Buhâri adlı eseri vardır. Dârekutnî, onun anlayışını çok beğenirdi. Zamanında Mavera’unnehrin en kuvvetli hafızlarından idi. Bkz. Tabakât.
45.) Ebû Hâmid Ahmed b. Huseyn el-Mervezî (Ö. 376): İbn Taberî diye meşhurdur. Hadis rivayeti ilminde çok sağlam idi. Bkz. elCevâhir. 46.) Hafız Ebu’l-Kasım Talha b. Muhammed b. Ca’fer el-Bağdadî (Ö. 380): Musnedu Ebî Hanîfesi vardır.
47.) Hafız Ebu’l-Fadl es-Süleymanî Ahmed b. Ali el-Bîkendî (Ö. 404): Mâverâünnehrin şeyhidir. Ca’fer el-Mustağfirî ondan ilim almıştır. Bkz. Tabakât. 48.) Guncar Hafız Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Buharî (Ö. 412): Târîhu Buhara adlı eserin müellifidir. Bkz. Tabakât.
49.) Hafız Ebû’l Abbas Ca’fer b. Muhammed el-Mustağfirî (Ö. 432): Bir çok eseri vardır. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.
50.) Hafız Ebû Sa’d es-Semmân İsmai b. Ali b. Zencûye 62 er-Râzî (Ö. 445): Hadis ve rical konusunda imam idi. Bkz. Tabakât ve elCevâhir. 51.) Hafız Ömer b. Ahmed en-Neysâbûrî (Ö. 467): Bkz. Abdu’lĞâfir el-Fârisî’nin el-Erba’în ve el-Cevâhir.
Bu gibi isimler nahivcilere göre, Zenceveyh Raheveyh; hadisçilere göre Zencûye, Rahuye şeklinde okunur. Hadisçiler veyh şeklinde okumayı sevmezler. İbn Hacer, İbrahim en-Nehaî’nin “Veyh, şeytanın ismidir.” dediğini söylüyor. 62
67
52.) Hafız Ebû’l-Kasım Ubeydullah en-Neysâbûrî el-Hâkim (Ö. 490): Bkz. Tabkât ve el-Cevâhir.
53.) Hafız Ebû Muhammed el-Hasen b. Ahmed b. Muhammed esSemerkandî (Ö. 491): Mustağfirî’den okumuştur. Ebû Said, “zamanında sahasında doğuda ve batıda benzeri yoktur.” demiştir. Bahru’l-Esânîd min Sıhâhi’l-Mesânîd adlı eseri 800 cüz civarındadır. Burada 100 bin hadisi toplamıştır. Tertip edilip hazırlansa İslâm dünyasında benzeri bulunmayan bir eser olurdu. Bkz. Tabakât.
54.) Nasr b. Ahmed b. İbrahim ez-Zahid (Ö. 510): Herat Müsnidi denir.
55.) İshak b. Muhammed b. İbrahim et-Tenûhî en-Nesefî (Ö. 518): Semerkand müsnidi denir. 56.) Ebû Abdillah el-Huseyn b. Muhammed b. Hüsrev el-Belhî (Ö. 522): Müsnedu Ebî Hanîfe adlı bir eseri var. İbn Hacer, onu Mâristan Kadısının Müsnedini rivayeti dolayisiyle ele alıyor ve “Onun bir müsnedi yoktur: fakat talebesi Sehavi Tedmurîden, o Meydûmîden, o Necibden, o İbnu’l-Cevzîden, o da Mâristan Kadısı el-Câmi’den rivayet etmiştir.” diyor. Burada İbn Hacer’in tehevvürü görülmektedir.
57.) Hafız Ebû Hafs Ziyâu’d-Dîn Ömer b. Bedr b. Saîd el-Mavsılî (Ö. 622).
58.) el-Hasen b. Muhammed es-Sağanî (Ö. 650): Dil, fıkıh ve hadis sahasında imam idi. el-Ubâb, el-Muhkem 63 ve Meşâriku’l-Envar adlı eserleri vardır.
Üstadımız Kevserî’nin burada bir zühulü vardır. Şöyle ki: el-Muhkem adlı eser es-Sağanîye ait değildir. Bu eser Endeluslu Ebi’l-Hasen Ali b. İsmail (İbn Sîde)’ye aittir. Ölüm tarihi h. 458’dir. Öyle zannediyorum ki üstadımıza bu yanlışlık Firuzabadî’den gelmektedir. O, Kâmusu’l-Muhit in mukaddimesinde yazdığı bir kitaptan da bahsederken “…el-Cami’ beyne’l-Muhkem ve’lUbab” diye söz etmektedir, el-Ubab Sağanî’ye aittir. Fakat “el-Muhkem” İbn Sîde’nindir. Ayni hata Muhammed Enver el-Keşmirî’de de görülmektedir. O, 63
68
59.) Ebû Muhammed Abdu’l-Halik b. Esed ed-Dimaşkî (Ö. 564): elMu’cem adlı bir eserin sahibidir. 60.) Tacuddin Ebû’l-Yümn Zeyd b. el-Hasen el-Kindî (Ö. 613). 61.) Ebû Ali el-Hasen b. el-Mübarek ez-Zebidî (Ö. 629).
62.) Huseyn b. el-Mübarek (Ö. 630): Bir önceki maddedeki elHasen b. Mubarek’in kardeşidir. Buharîyi rivayet etmiştir. Bkz. Zuyûlu Tezkireti’l-Huffâz, sayfa 259’daki talikimiz.
63.) Cemaluddin Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed ez-Zahirî (Ö. 696): Fahru’l-Buharî’nin el-Meşyahasını beş cild halinde tahric etmiştir. Bkz. Tabakât ve el-Cevâhir.
64.) Ebû Muhammed Ali b. Zekeriyya b. Mes’ûd el-Ensarî elMenbicî (Ö. 698 takriben): el-Lubab fi’l-Cem’i beyne’s-Sünne ve’lKitab adlı eserin müellifidir. Tahavî’nin el-Âsârını şerhetmiştir. Oğlu Muhammed’den el-Cevâhir ve ed-Dürerü’l-Kâminede bahsedilmiştir.
65.) Ebû’l-Âlâ Mahmud el-Buharî (Ö. 700 Mardin): el-Meşyaha adlı eseri yediyüz civarında hadis şeyhini ihtiva etmektedir. Mizzî, Berzâlî, Zehebî ve Ebû Hayyân ondan ilim almışlardır. Bkz. elFevaidü’l-Behiyye ve el-Cevâhir. 64
66.) Ahmed b. İbrahim b. Abdi’l-Ganî es-Serûcî (Ö. 701): elHidâyeyi şerhetmiştir.
Feyzu’l-Bâri’nin önsözünde Sağanî’nin eserlerinden bahsederken el-Lubab ve el-Muhkem den söz etmektedir. Halbuki el-Lubab, el-TTbabdır. elMuhkem ise biraz önce belirttiğimiz gibi İbn Sîde’ye aittir. Bu malumatı bana Atik Ahmed el-Bestevî ed-Düyubendî yazdı, kendisine teşekkür ediyorum. (Bu kısım da üstad Abdu’l-Fettâh Ebû Gudde’nin bize gönderdiği ilâvelerdendir. Çev.) 64 Bu kısım, el-Kevserî’nin ilâvelerindendir. 69
67.) Alauddin Ali b. Belban el-Fârisî (Ö. 731): Telhisu’l-Hılatîyi şerhetmiştir. el-İhsan fî tertibi Sahibi İbn Hibban adlı eserin müellifidir.
68.) İbn’l-Mühendis Muhammed b. İbrahim b. Ganâ’im eş-Şurûtî (Ö. 733). 69.) Hafız Kutbu’d-Din Abdu’l-Kerîm b. Abdu’n-Nur el-Halebî (Ö. 735): Yirmi cild halinde Sahîh-i Buhâriyi şerhetmiştir. el-İhtimam bi Telhîsi’l-İlmâm ve el-Kıdhu’l-Mu’allâ fİ’l-Kelâm Âlâ ba’dı ahâdisi’lMuhallâ adlı eseri vardır. Bkz. Zeylu’l-Hüseynî Ala’t-Tabakât.
70.) Hafız Eminu’d-Dîn Muhammed b. İbrahim el-Vânî (Ö. 735): Bkz. Zeylu’s-Suyûti Âlâ Tabakât’il-Huffâz. 71.) Hafız Şemsu’d-Din Muhammed b. Ali b. Aybek es-Serûcî (Ö. 744). Bkz. Zuyûl.
72.) Hafız Alâuddin Ali b. Osman el-Mardinî (Ö. 749): el-Cevheru’nNakînin müellifidir. Cemalu’d-Din ez-Zeylaî, Abud’l-Kadir elKureşî, el-Mu’tasar sahibi Cemalu’d-Din el-Malatî ve Zeynud-Din el-Irakî ondan ders almışlardır. Bkz. Zûyulu’s-Suyutî.
73.) Siracüddin el-Kazvinî Ebû Hafs Ömer b. Ali b. Ömer (Ö. 750): Zirikli el-A’lam da (V/218) zamanında Irak’ın muhaddisi olduğunu söyler. 683’te Kazvin’de doğmuş, Vasıt’ta büyümüş ve Bağdad’da meşhur olmuştur. Suyutî Tedrib de (S. 218) onun Hanefî mezhebinde olduğunu açıklamaktadır, el-Fihrist ve Bağavînin Mesâbîhu’s-Sünne sindeki mevzu hadislere dair bir risalesi vardır. Bu risale, Mişkatü’l-Mesabih in Şam baskısının sonunda neşredilmiştir. Bkz. Gâyetu’n-Nihâye (1/94) ve ed-Dureru’l-Kâmine (in/180). Zeyhı Tabakâti’l-Huffaz (S. 358)’da müellifin ölüm tarihi 775 olarak gösterilmektedir. Torunu Ali b. Abdi’l-Muhsin edDevâlibî, dedesinin 748’de öldüğünü babasından nakletmiştir. 65
Bu kısım da Abdu’l-Fettah Ebû Gudde’nin bize gönderdiği ilâvelerden alınmıştır. Çev. 65
70
74.) Hafız İbnu’l-Vânî Abdullah b. Muhammed b. İbrahim (Ö. 749): Bkz. Zeylu’l-Hüseynî.
75.) Hafız Cemalu’d-Din Abdullah b. Yûsuf ez-Zeylâ’î (Ö. 762): Nasbu’r-Raye müellifi. 76.) Hafız Alâu’d-Din Moğoltay el-Bekcerî (Ö. 762): Bkz. Zeylü İbn Fehd. 77.) Bedrü’d-Din Muhammed b. Abdillah eş-Şiblî (Ö. 769): Babası Şam’da Şibliyye medresesinde kayyim idi. Bu nisbeti oradan almıştır. Bkz. ed-Dureru’l-Kâimne. 78.) Hafız Abdu’l-Kadir el-Kureşî, (Ö. 775): Bkz. Zuyûl.
79.) Mecdu’d-Din İsmail el-Belbîsî (Ö. 802): Muhtasaru Ensabi’rRuşâtî adlı eserin müellifidir.
80.) Cemaluddin Yûsuf b. Musa el-Malatî (Ö. 803): el-Mu’tasar adlı eseri vardır.
81.) Şemsu’d-Din Muhammed b. Abdillah ed-Deyrî (Ö. 827): elMesâ’ilu’ş-Şerife fî Edilleti Mezhebi’l-İmam Ebî Hanîfe adlı eserin müellifidir. 82.) Ebu’l-Feth Ahmed b. Osman b. Muhammed el-Kelvetatî elKirmanî (Ö. 835): Bir çok büyük kitapları rivayet etmiş ve pek çok talebe yetiştirmiştir, Bkz. ed-Dav’u’l-Lâmi.
83.) İzzu’d-Din Abdu’r-Rahim b. Muhammed b. el-Furat, (Ö. 851): Senedi âlî çok hadis rivayet edenlerdendir. Bkz. ed-Dav’u’l-Lâmi. 84.) Hafız el-Bedru’l-Ayni Mahmud b. Ahmed, (Ö. 855): Haltercümesi Umdetu’l-Kâri adlı eserinin başında (Müniriyye baskısı) geniş bir şekilde verilmiştir. 85.) Kemalu’d-Din İbn el-Hümam Muhammed b. Abdi’l-Vâhid esSivâsî (Ö. 861): Fethu’l-Kadir müellifi. 71
86.) Sa’du’d-Din b. Şemsid-Din ed-Deyrî, (Ö. 867): Hidâye şerhi Fethu’l-Kadir tekmilesinin müellifidir.
87.) Takıyyu’d-Din Ahmed b. Muhammed eş-Şumunnî, (Ö. 872): el-Vikaye üzerine Kemalu’d-Dirâye adlı bir şerhi vardır. Bu eser müellifin ahkâm hadisleri sahasındaki otoritesini göstermektedir.
88.) Hafız Kasım b. Kutluboğa (Ö. 879): el-İhtiyar ve Usûlu’lBezdevînin hadislerini tahric etmiştir. Hadis ve fıkıhla ilgili eserleri vardır. Bunlar onun bu sahalardaki yüksek mevkiine delalet eder. Bkz. ed-Dav’u’l-Lâmi’.
89.) Abdu’l-Lâtif b. Abdi’l-Aziz, (Ö. 885): İbn Melek diye meşhurdur. Mebariku’l-Ezhâr Şerhu Meşârikı’l-Envâr adlı eserin sahibidir. Bkz. Şezerât.
90.) Muhammed b. Abdi’l-Lâtif: İbn Melek’in oğludur. Bağavînin Mesabîhu’s-Sunnesini ve el-Vikayeyi şerhetmiştir. Bkz. elFevâ’idu’l-Behiyye, S. 107.
91.) Şihabu’d-Din Ebu’l-Abbas Ahmed b. Abdi’l-Latîf eş-Şercî ezZebîdî, (Ö. 893): et-Tecrîdu’s-Sarih li Ahâdîsi’l-Câmi’is-Sahih adlı eserin müellifidir 66 92.) Şemsu’d-Din Muhamed b. Ali ed-Dimaşkî, (Ö. 953): İbn Tolon adiyle şöhret bulmuştur. Hadis ve fıkıh sahasında çok emeği olan bir müelliftir. Eserleri beş yüze yaklaşmaktadır.
93.) Ali el-Muttaki b. Husami’d-Din el-Hindî, (Ö. 975): Suyûtî’nin el-Câmi’u’l-Kebirinin tertibine uygun olarak Kenzu’l-Ummâl adlı eseri meydana getirmiştir. Ebû’l-Hasan e l-Bekri onun için, “Suyûti’ye minnet borçludur.” demiştir.
94.) Muhammed b. Tâhir el-Fettenî el-Gucrâtî (987’de şehid olarak ölmüştür): Muhaddislerin reisidir. Mecma’u Bihâri’l-Envâr ve
Bu eser Merhum Ahmed Naim ve Kâmil Miras tarafından Türkçeye tercüme edilerek, Diyanet İşleri Başkanlığınca bastırılmıştır. 66
72
Tezkiratu’l-Medzû’ât adlı eserleri vardır. Bütün bunlar hadisle ilgilidir.
95.) Ali b. Sultan Muhammed el-Kari el-Herevî el-Mekkî, (Ö. 1014): el-Mişkât ve Muhtasaru’l-Vikaye üzerine yazdığı şerhler ahkâm hadisleri konusunda önemli kitaplardandır. Kutbu’d-Din en-Nehrevalî ve Abdullah es-Sindî’den okumuştur. 67 96.) Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Yunus eş-Şelebî, (Ö. 1021).
97.) Abdu’l-Hak b. Seyfid-Din ed-Dihlevî, (Ö. 1052): Hind Muhaddisidir. el-Leme’ât Şerhu’l-Miskât ve et-Tıbyân fî Edilleti’l-Mezhebil İmam Ebî Haııîfeti’n-Nu’mân adlı eserlerin sahibidir. Ali elMüttakî’nin talebesi Abdu’l-Vehhab el-Muttaki ile Ali el-Kariden okumuştur. Muhammed Huseyn el-Hâfî ve Hasan el-Uceymî de ondan ilim tahsil etmişlerdir. 98.) Eyyûb b. Ahmed b. Eyyûb el-Halveti ed-Dimaşkî, (Ö. 1071).
99.) Hasan b. Ali el-Uceymî el-Mekkî, (Ö. 1113): Rivayet ettiği hadislerin senedlerini ihtiva eden Kifâyetü’l-Müstatli adlı iki cildlik bir eseri vardır.
100.) Ebû’l-Hasan el-Kebir İbn Abdi’l-Hadi es-Sindî, (Ö. 1139): elHavası âlâ Usûli’s-Sitte ve Haşiye Âlâ Müsnedi Ahmed 68 adlı eserlerin sahibidir. 101.) Abdu’l-Ğanî b. İsmail en-Nablusî, (Ö. 1143): Usûl-i Seb’a ile ilgili Zehâiru’l-Mevârîs in yazarıdır.
102.) Muhammed b. Ahmed Akîletu’l-Mekkî, (Ö. 1150): elMuselselât, bir rivayet tefsiri olan beş cildlik ed-Durru’l-Manzum ve
Muhtasaru’l-Vikaye üzerine yazdığı şehrin I. cildi Fethu Bâbi’l-İnâye bi Şerhi Kitâbi’n-Nükâye” adiyle A. F. Ebû Gudde tarafından tahkik edilerek basılmıştır. (Halep 1387) Ali el-Kari’nin mevzu hadislere dair eseri elMevdû’âtu’l-Kübrâ adiyle şöhret bulmuştur. 68 Bu eserin bir nüshası Medine’de Arif Hikmet Kütüphanesinde bulunmaktadır. 67
73
el-İtkanın özeti niteliğinde olan ez-Ziyâde ve’l-İhsan fi Ulûmi’lKur’ân adlı eserleri ve birkaç risalesi vardır. Eserlerinin çoğu İstanbul’da Ali Paşa kütüphanesindedir. Uceymî ve diğerlerinden okumuştur. 103.) Abdullah b. Muhammed el-Amâsî, (Ö. 167): Sahîh-i Buhâri’yi Necâhu’l-Kâri fî Şerhi’l-Buhâri adiyle otuz cild haline şerhetmiştir. İnâyetu’l-Mun’im bi Şerhi Sâhîhi Müslim adlı yedi cildlik eserinde Sahîh-i Müslimin yarısını şerhetmiştir.
104.) Muhammed b. Hasan, (Ö. 1175): İbn Himmât ed-Dimaşkî diye meşhurdur. Tuhfetu’r-Râvî fî Tahrîci Ahâdîsi’l-Beydâvî 69 adlı eserin müelifidir.
105.) Seyyid Muhammed el-Murtazâ ez-Zebidî, (Ö. 1205): İhyau Ulumi’d-Din şârihi ve Ukûdu’l-Cevahiri’l-Munife fî Edilleti Mezhebi’lİmam Ebî Hanîfe adlı eserin müellifidir.
106.) Muhammed Hibetullah el-Ba’li, (Ö. 1224 İstanbul): Hadîkatü’r-Reyâhîn fî Tabakâti Meşâyihine’l-Müsnidin ve beş cildlik etTahkîku’l-Bahir fî şerhi’l-Eşbah ve’n-Nazâir adlı eserlerin müellifidir. Şam’da öldüğünü söyleyenler çıkmışsa da bu yanlıştır. 107.) Muhammed Emin b. es-Seyyid Ömer. (Ö. 1252): İbn Abidîn adiyle meşhurdur. Bir çok eseri vardır. Bunlardan en ünlüsü Reddu’l-Muhtârdır. Rivayetleri ve bunların senedleri Ukûdu’l-Le’âlî fî Esânîdi’l-Avâlî adlı eserindedir. 108.) Muhammed Âbid es-Sindî, (Ö. 1257): Bazı eserleri şunlardır: Hasru’ş-Şârîd, Tavâliu’l-Envâr Ala’d-Dürri’l-Muhtar (16 cild). Ayrıca “Musnedu Ebi Hanîfe”yi şerhetmiş ve ona el-Mevâhibu’l-Latife adını vermiştir.
109.) Abdu’l-Ganî el-Muceddidî, (Ö. 1269): İsnadları el-Yâni’u’lCenîde dir.
Bu eserin bir nüshası İstanbul’da Veliyyu’d-Din Efendi, diğer bir nüshası Esad Efendi kütüphanelerindedir. 69
74
110.) Muhammed Abdu’l-Hay el-Laknevî, (Ö. 1304): Ahkâm hadisleri konusunda çağının otoritesidir. Ancak mezhebce benimsenmeyen bazı şaz görüşlere sahiptir. Cerh kitaplarına fazla güvenir, onlardaki yanlışlıklara dikkat etmez. Bunun için de tenkîd edilir. 70 111.) Muhammed Hasan es-Senbehlî, (1264-1305): Laknevî’nin çağdaşı ve arkadaşıdır. Onun gibi bir çok ve çeşitli sahalarda telifatı vardır. Ömrü çok kısa olmasına rağmen eserleri yüze ulaşmaktadır. Hidâye üzerine bir haşiyesi ve Tensîku’n-Nizâm fî Musnedi’lİmâm adlı eseri hadis sahasındaki kudretini gösterir. 112.) Ahmed Ziyâu’d-Din b. Mustafa el-Gümüşhânevî, (Ö. 1311): Hocalarımızın hocasıdır. Râmûzu Ahâdisi’r-Rasûl adlı eseri çok meşhurdur. Beş cild halinde bu esere yazdığı şerh Levâmi’u’l-Ukûl adını taşır. Telifatı elli civarındadır. Geniş haltercümesi için Bkz. müellifin et-Tahrîru’l-Veciz adlı eseri (S. 26).
Hindistan (ve Pakistan)’da Hanefî mezhebine mensup pek çok seçkin ilim adamı vardır. Burada hepsini tek tek zikretmeğe imkân yoktur. Biz bunların bir kısmını tanıtmağa çalıştık. Allah hepsine rahmet etsin.
70 er-Ref’u ve’t-Tekmî’l fi’l Cerhi ve’t-Ta’dîl adlı eseri, Abdu’l-Fettâh Ebû Gudde’nin tahkikiyle neşredilmiştir (Beyrut, 1389). Çev.
75
Ek Bölüm Büyük üstad Zahid el-Kevserî’nin Hind muhaddislerinin bazılarını veriş tarzına uygun olarak ben de günümüze kadarki muhaddislerden kısaca bahsetmekte fayda mülahaza ettim. Ancak, burada ölüm tarihleri değil, hadis ilmindeki eser ve şöhretlerini ön plâna aldım. (el-Benurî) 1.) Muhammed Hayyâtu’s-Şindî: 1163’de Medine’de ölmüştür.
2.) Haşim b. Abdi’l-Gafur es-Sindî: Fâkihetu’l-Bustan ve Tertîbu Sahîhi’l-Buhârî Âlâ Tertîbi’s-Sahabe başta olmak üzere bir çok eseri vardır. 3.) Ebu’t-Tayyib es-Sindî (Ö. 1140 civarı): Şeyh Ebû’l-Hasan esSindî’nin çağdaşıdır, el-Havası ala’l-Usûli’s-Sitte adlı eserin müellifidir.
4.) Muhammed Muin es-Sindî (Ö. 1180): Şah Veliyyullah Dihlevî’nin talebelerinden. Yukarıda zikredilen Haşim b. Abdi’l-Gafur ve Muhammed Hayyat’ın hocalarındandır.
5.) Şah Veliyyullah ed-Dihlevî (Ö. 1176): Hindistandaki yeni hadis hareketinin başı. Bazı önemli eserleri şunlardır: 76
1. Huccetullah el-Bâliğa, 2. İzâletü’l-Hafâ, 3. el-İnsaf (fî Beyanı Sebebi’l-İhtilâf), 4. Ikdu’l-Cîd, 5. el-Musaffa, 6. el-Musevvâ, Son iki eser İmam Malik’in el-Muvatta ına şerh olarak yazılmıştır. 7. elİrşad ilâ Mühimmâti İlmi’l-İsnâd, 8. Şerhu Terâcimi Sahihi’lBuharî, 9. el-İntibah fî Selâsili Evliyâ’illah,
Bu eserin ikinci kısmı hadis ve fıkıh kitaplarındaki senedlerle ilgilidir ve hadis yönünden çok faydalıdır. Bu kısım basılmamıştır. Mekke’de Ubeydullah ed-Duyûbendî’nin yanında diğer eserleri gibi bunun da bir nüshası vardır. Eser, Duyubend muhaddisleri isnadiyle sona ermektedir. 6.) Muhammed Efdal es-Siyalkûtî: Şah Veliyyullah’ın hadis hocası ve muhaddis Abdullah b. Salim el-Basrî’nin talebesidir.
7.) Şah Abdu’l-Azîz b. eş-Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, (Ö. 1239): Bustânu’l-Muhaddisîn ve el-Ucâletu’n-Nâfi’a hadis sahasındaki mühim eserleridir. et-Tuhfetu’l-İsnâ Aşeriyye ise diğer meşhur bir eseridir.
8.) Senâullah el-Mazharî el-Fânîfeti: Şah Veliyyullah’ın talebesidir. Şah Abdulaziz ona “Zamanın Beyhakisi derdi.” Büyük bir tefsiri vardır. (Daha sonra Hindistan’da on cild halinde basılmıştır. Ahkâm hadisleri konusunda benzeri yoktur. Menâru’l-Ahkâm adlı eseri gayri matbudur. Daha başka telifatı vardır. 9.) Şah Abdu’l-Kadir b. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî. (Ö. 1230).
10.) Şah Refiu’d-Din b. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî (Ö. 1233).
11.) Abdu’l-Hay ed-Dihlevî: Şah Abdu’l-Aziz’in seçkin talebesindendir.
12.) Muhammed İshak b. Binti’ş-Şah Abdi’l-Aziz ed-Dihlevî, (Ö. 1262): Hindistanın büyük hadisçilerindendir.
13.) Muhammed Yakub, (Ö. 1282): Muhammed İshak edDihlevî’nin kardeşidir. 77
14.) Abdu’l-Kayyum b. Binti’ş-Şah Abbdi’l-Aziz ed-Dihlevî (Ö. 1299): Muhammed İshak’dan ilim tahsil etmiştir. 15.) Muhammed İsmail ed-Dihlevî, (Ö. 1246): İngilizlerle savaşırken şehid düşmüştür.
16.) Ahmed Ali es-Sihanfurî, (Ö. 1297): Buhârî üzerine değerli bir şerhi vardır,
17.) Muhammed Kasım en-Nanûtevî ed-Duyubendî, (Ö. 1297): Duyubend’de dinî ve ilmî bir kültür merkezi olan Dâru’l-Ulûm un kurucusudur. Kıymetli eserleri vardır.
18.) Reşid Ahmed el-Kenkûhî ed-Duyûbendî, (Ö. 1323): Değerli eserler yazmıştır. 19.) Muhammed Yakûb en-Nanûtevî ed-Duyûbendî, (Ö. 1300 takriben).
20.) Fahru’l-Hasan el-Kenkûhî ed-Duyubendî: Şeyh Kenkûhî’nin talebelerindendir. Sünen-i Ebi Davud üzerine güzel bir haşiyesi vardır.
21.) Ahmed Hasan el-Emrûhevî ed-Duyubendî: Şeyh Muhammed Kasım’ın talebelerindendir.
22.) Mahmud Hasan ed-Duyubendî, (Ö. 1339): Hind şeyhi olarak tanınır. Hadis, tefsir ve kelâm sahasında faydalı eserlerin müellifidir.
23.) Zahîr Ahsen en-Nimevî (1282-1322): Abdu’l-Hay elLaknevî’nin talebesidir. Asâru’s-Suneni ve hadisle ilgili daha başka eserleri vardır.
78
24.) Halil Ahmed es-Siharenfurî (Ö. 1346 Medine): Bezlu’l-Mechûd fî Şerhi Süneni Ebi Dâvud adlı hacimli bir eserin müellifidir. 71
25.) Muhammed Enver el-Keşmirî ed-Duyubendî, (Ö. 1352): Faslu’l-Hitab, Neylü’l-Firkadeyn, Keşfü’s-Setr ve Feyzu’l-Bârî gibi eserlerin müellifidir. Asrın imamı, büyük muhaddis gibi unvanların sahibidir.
26.) Muhammed Eşref Ali et-Tehânevî ed-Duyubendî, (Ö. 1362): Ümmetin Hakimi denir. 500’ün üzerinde eseri vardır.
27.) Hüseyin Ali el-Meyânvâlî, (Pencapda): Şeyh Kenkûhî’nin talebesi. Yaşının 80 civarında olduğunu zannediyorum. Allah uzun ömür versin.
28.) Şebbîr Ahmed el-Osmanî ed-Duyûbendî: Fethu’l-Mülhim bi Şerhi Sahihi Müslim adlı eserin müellifidir. Şimdi yaşı 60 civarındadır. Daphil’de İslâm Üniversitesinde hocadır. 29.) Hüseyin Ahmed: Duyubend’de Daru’l-Ulum’da hadis hocasıdır. Yaşı 60 civarındadır. Asrımızın hadisçilerindendir.
30.) Muhammed Kifayetu’llâh ed-Dihlevî: Hindistan müftüsü ve Dihlâ’da Eminiyye Medresesinde hadis hocasıdır. Yaşı 60 civarındadır.
31.) Abdu’l-Aziz el-Fencabî: Etrâfu’l-Buhârî adlı bir eseri vardır. Hâşiyetü Tahrîci’z-Zeylâ’î hac bahsine kadar gelmiştir. Hadis ve rical ile ilgili eserlerin tahkikiyle meşgul olmaktadır. Yaşı 60 civarındadır.
32.) Mehdî Hasan eş-Şahcikanfûrî: Yaşı 60 civarındadır. Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin el-Âsârına şerh yazmıştır.
Abdu’l-Fettâh Ebû Gudde’ye Şeyh Benurî’nin 1390’da anlattığına göre kabri Bakiy mezarlığında Hz. Osman’ın kabrinin civarındadır. (Bu açıklama Ebû Gudde’nin ilâvelerindendir. Çev.) 71
79
33.) Muhammed İdris el-Kandehlevî: Mişkâtu’l-Mesâbih şarihidir. Bu eser beş cilddir. Yaşı 80 civarındadır.
34.) Muhammed Zekeriyya el-Kandehlevî: Halen Si-hanfur’da Mazâhiru’l-Ulum medresesinde hadis hocasıdır. Evcezu’l-Mesâlik fî Şerhi Muvattaı Mâlik adlı eserin müellifidir. Yaşı 60 civarındadır.
35.) Ebû’l-Mehâsin Abdullah el-Haydarâbâdî, (Ö. 1387): Zücâcetu’l-Mesâbîh adlı beş büyük cildlik bir eseri vardır.
36.) Muhammed Yusuf el-Kandehlevî (1335-1384): Hind ve Pakistan Tebliğ Cemaati reisliği yapmıştır. Hayatu’s-Sahabe ve Emânu’lAhbâr fî Şerhi Meâni’l Asar adlı eserleri vardır. 72 (Not:Bu adam sahabilere dil uzatan ehl-i sünnet disi birisi)
37.) Muhammed Bedr Alem el-Mirtehî, (Ö. 1385): İmam Keşmirî’nin talebesidir. Hocasının Feyzu’l-Bârî Âlâ Sahîhi’l-Buhârî adlı dört cildlik eserini imlâ etmiştir. Orduca Tercumânu’s-Sunne adlı eseri vardır. Üç cild halinde basılmıştır.
38.) Zafer Ahmed el-Osmanî et-Tehanevî, (Doğumu 1310): Ali etTehanevî’nin kızkardeşinin oğludur. İlâ’u’s-Sünen adlı eseri yirmi cilddir. Hanefî fıkhında Kitab ve Sünnet’den delil getirmekte eşsizdir. Yaşı 80 civarındadır. 39.) Muhammed Yusuf el-Benûrî 73: Enver el-Keşmirî’nin talebesidir. Avârifu’s-Sünen adlı eseri Sünen-i Tirmizî’nin şerhidir,
40.) Habîbu’r-Rahman el-Azamî: Tahkik ve telif olmak üzere bir çok eseri vardır. Sunenu Sa’id b. Mansur, Abdullah b. Mubarek’in Kitabu’z-Zühdü ve Musnedu’l-Humeydî bunlar arasındadır. Ayrıca Ahmed Muhammed Şakir’in Musnedu Ahmed için yazdığı taliklere notlar eklemiştir. Abdu’r-Razzak’ın Musannefine talikler yazmıştır. Hayâtu’s-Sahabe, Hadislerle Müslümanlık adiyle Türkçeye tercüme edilmiş ve yayınlanmıştır. Çev. 73 Bu ek bölümdeki birden otuz üçe kadarki muhaddislerin hâl tercümelerini yazan bu zattır. Yaşı 70 civarındadır. Elinizdeki bu eserin dipnot ve ta’liklerinin bir kısmını yazan da odur. Çev. 72
80
Bütün bunlar onun ilmî gücüne delalet etmektedir. Yaşı 70 civarındadır. 4l.) Muhammed Abdu’r-Reşîd en-Nu’mânî: Bir çok eseri vardır. Ma Temussu ileyhi’l-Hace Limen Yutâli’u Suneni İbn Mâce, Dirâsâtu’l-Lebib üzerine talikleri, Mukaddimetu’t-Talim ve Zebbü Zübâbâti’d-Dirâsât en meşhurlarıdır. Eserleri sahasında otorite olduğunu göstermektedir. Yaşı 50’nin üzerindedir.
Buradaki tercüme-i hallerden 34-41, Şeyh Benurî’ye benim yaptığım ilâvelerdir. Hind ve Pakistan ulemasından elimde eseri bulunan daha bir çokları varsa da kütüphanemden uzakta olduğum için hepsini burada zikretmek imkânını bulamadım. (Abdu’lFettâh Ebû Gudde).
81
Başvurulan Kaynaklar el-Bağdadî, Ebû-Mansur. el-Fark Beyne’l-Fırak, İzzet Attar baskısı, 1367. el-Buharî, et-Tarîhu’s-Sağîr, Allahabad 1325 Ebû Davud, Sünen, M. M. Abdulhamid tahkiki, Kahire 1369 el-Gazzâlî, el-Mustasfâ, Bulak 1322. el-Hatîbu’l-Bağdadî, el-Fakih ve’l-Mutefakkih, Riyad 1389. _____ Tarîhu Bağdad, Kahire 1349. el-Hazimî, Şurûtu’l-Eimmeti’l-Hamse, M. Zahid el-Kevserî tahkiki, Kahire 1357. İbn Abdi’l-Berr el-Kurtubî, Câmi’u Beyani’l-İlm ve Fadlihî, Kahire 1346. _____ et-Temhîd, Rabat 1387. İbnu’l-Cevzî, Ahbâru’l-Hamkâ ve’l-Muğaffelîn, Bağdad 1386. İbn Fehd el-Mekkî, Lahzu’l-Elhaz bi-Zeyli Tabakâtı’l-Huffaz Dimaşk 1347. İbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, Haydarabad 1325. _____ Tevâlî et-Te’sîs, Bulak 1301. İbn Hazm, el-İhkâm fî Usûli’lAhkâm, Kahire 1345. İbn Kayyım el-Cevziyye, el-Menâru’l-Munîf fi’s-Sahîh ve’d-Daîf, Beyrut 1370. İbn Kudame, Ravdatu’n-Nâzır, Kahire 1342. İbn Kuteybe, el-İhtilaf fil-Lafz ve’r-Radd ala’l-Cehmiyye, Kahire 82
1349. İbn Receb, Zeylu Tabakâti’l-Hanâbile, es-Sunnetu’l-Muhammediye baskısı, 1372. Kadî İyad, el-İlmâ’ ilâ Ma’rifeti Usûli’r-Rivâye ve Takyîdi’s-Semâ, Kahire 1389. el-Kevserî, Muhammed Zahid, Bulûğu’l-Emanî fî Sîrati’l-İmam Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybanî, Kahire 1355. _____ Husnu’t-Tekâdî fî Sîrati’l-İmam Ebî Yusuf el-Kâdî, Kahire 1368. _____ Makâlâtu’l-Kevserî, Kahire 1373. _____ Risâletu Ebî Dâvûd fi Vasfı Kitabihi’s-Sunen, Kahire 1349. _____ et-Tahrîru’l-Vecîz, Kahire 1360. _____ Te’nîbu’l-Hatîb, Kahire 1361. el-Kudsî Husamu’d-Dîn, İntikâdu’l-Muğnî ani’l-Hıfzı ve’l-Kitab, Dimaşk 1343. el-Laknevî, Abdu’l-Hay, el-Ecvibetu’l-Fâdıle, Haleb 1384. _____ er-Raf’u ve’t-Tekmîl fi’l-Cerhi ve’t-Ta’dîl, Beyrut 1389 en-Nevevî, Tehzîbu’l-Esmâ’ vel-Lugât, Kahire, tarihsiz. es-Sindî, Mes’ûd b. Şeybe, Mukaddimetu’t-Talîm, Karaçi, 1384. es-Subkî, Tabakâtu’ş-Şafiiyye el-Kübrâ, Kahire 1342. es-Suyutî, Tedrîbu’r-Râvî, Kahire 1379. eş-Şevkânî, Neylu’l-Evtar, Kahire 1389. et-Tehanevî, Zafer Ahmed, İncâ’u’l-Vatan ani’l-İzdirâ’ bi-İmami’zZeman, Karaçi 1389. _____ Kavaid fî Ulûmi’l-Hadis, Beyrut 1370 et-Tufî, Bulbulu’r-Ravda, Riyad 1385. ez-Zehebî, Cüz’ fi Menakıbi Ebî Hanîfe, Kahire, tarihsiz. _____ Mîzanul’-İ’tidal, Kahire 1382. ez-Zeyla’î, Nasbu’r-Râye li-Ahâdisi’l-Hidâye, Kahire 1357. Zuyûlü Tezkirati’l-Huffaz (Zehebî’nin Tezkiratu’l-Huffaz’ına ait çeşitli zeyiller).
83