Milliyetçiler Demeği Neşriyatı : 6
HUKUK İs l â m î n
m ü h im
İLMİNE y a k d im la r i
ÜZ. PEYGAMBER ZAMANINDA HADÎSİN TEDVİN! P ro f. ■D r .
VI. . îla m id n lla t ı.
İ s t a n b u l 19 5 8
Milliyetçiler Derneği; t alışmalarını imkân nisbetinde ge niş okuyucu kitlelerine arzederek onları, Milletimizi vücuda getiren kıym etler üzerinde düşünmeye sevketmek gayesini gütmektedir. îşte bu maksatla: 28-Ocak-957 tarihinde Eminönü ö ğ ren ci Lokalinde lertib ettiği ve Haydarabad Osmaniye Üniversi tesi Devletler Hukuku Profesörü Dr. M. HAMÎDULLAH'm HUKUK İLM ÎN E ÎSLÂMIN MÜHİM YARDIM LARI mevzulu konferans metnini takdim etmektedir. Kemal KUŞÇU’nun tercüme ettiği konferansa ilâve ola rak muhterem Profesörün, Nafiz DANIŞMAN taraiım lan tercü me edilerek İlahiyat Fakültesi Dergisi'nde neşredilen (fîğer bir yazılarını da sunmayı faydalı gördük.
Milliyetçiler Derneği Merkezi : Çemberlitas, Gazi AtikaJi Pasa Camii So, No. 13/1 İSTANBUL
e
U K 11 K
İ L M İ N E
İSLÂM1N Mt'HİM Y A RD IM LA RI Prof. Dr. M. HAM ÎDULLAH MiisJü ma « ia m ı hukuk ilmine yardımları o kadar mühim ve o kadar çokturki kısa bir konuşmada bunu hakkilc belirt mek g ayr: mümkündür. Bu itibarla burada ancak bazı olayla ra işaret edeceğim ki bunlar kentli kanaatime göre dalıa iyi tanınmağa lâyıktırlar. 1. En eski devirlerdenberi insan cemiyetinde devletler mevcut olm uşlardır; bunların içinden iyi ve hayırhah, hükü met örneği olarak kalm ış olanlar da vardır. Bununla beraber benim bildiğime göre îslâm dan evvelki devirlerde hiç bir hü kümdar, kendi devletine yazılı bir Teşkilâtı Esasiye (A naya sa) vermeği düşünmemiştir. Şüphesiz Aristo tarafından ya zılmış bir A tina Anayasası vardır, fakat bu bir tarihçi tara fından yapılan tarihî bir tariftir, resmi bir Em irnam e, devlel' reisi tarafından ilân edilmiş bir kanunu esasi değildi. Nekndar garip görünürse görünsün, bir devletin- yazılı ilk Anaya sası dünyada b ir ümmiden, îslâm ın mukaddes Peygam berin den çıkm ıştır. F ilh ak ika hicretin birinci senesinde (Milâdın 622. senesinde) Medineye geldiği zaman Peygamberimiz bir Site devlet, kurdu ve ona, devlet reisinin olduğu kadar tebasının da hak ve vecibelerini tasrih eden, gayrimüslim teba için dinî müsamahadan bahseden, bir nevi İçtimaî sigorta tesis eden ve istikrarlı bir siyasetin anahtarlarını gösteren bir Ana yasa verdi. 55 maddeyi ihtiva eden m etin b ir bahtiyarlık ese ri olarak bize kadar tamamile geldi. Türkçe de dahil olmak üzere dünyanın bütün mühim dillerinde tercüm eleri mevcu! tur. 2. Aynı veehle müstakil devletler artısında, sulh zarranında olduğu kadar harp ve bîtaraflık zamanlarında da müna sebetleri tanzim ve idareye yarayan bir kanun olan Devletler Hukuku ötedenberi b ir vakıa olarak m evcuttur: fakat Islâm d?n “vvelki eski devirlerde bu ne hukuktu ve ne de millet
—
4
—
lerarası idi, ve b ir m üstakil varlığa da sahip de değildi. F ilh a kika Konfüçyüs, K otilya, A risto ve başkaları Islâm dan evvel ki devirlerde bu husustan bahsetm işlerdir. F a k a t bundan hu kuk eserlerinde değil siyasî ilimlere ait eserlerde bahsetm işler dir, diğer b ir tabirle hüküm darların kendi aralarındaki mua m eleleri tam am ile keyfi idi ki yalnız şahıstan şahısa, devir den devire değişmekle kalm ıyor, ih lâli ve nazarı dikkate alın maması halinde hiç b ir miieyyedeye de m alik bulunmuyordu. Müslümanlar bunu (S iy er) diye adlandınrlarki bir hüküm darın yabancılara karşı hattı hareketi, muamelesi m ânâsına gelir. Bugün h âlâ m evcut olan ilk fıkıh eseri imam E bu Ha.■nifeııin iistadlarm dan Zeyd bin Ali'nin, (vefatı 120. H.) (Al Macmu) adlı eseridir. B u eserde daha o zaman Siy er faslı mev cu ttu; o zam andanberi bütün fıkıh eserleri yani îslâm huku ku eserleri böyle bir bahsi ihtiva ederler. M illetler arası vas fına gelince, eski zamanlardan bahsetm esek bile modern Avrupada 1856 senesine gelinceye kadar M illetlerarası hukuk G arpte h ristiyan m illetler arasındaki hukuktan başka b ir şey değndi. Türkıyenin o tarih te Avrupalı m illetler cam iasına kabuli ile, şümulü G arplılarca m illetler ai'ası b ir hale getirilm e ğe başlandı. 1956 aralık ayında Sebilürreşadda in tişar eden bir makalede zamanımızdaki D evletler Hukukunun Türkiye dolayısıla m illetlerarası birhale getirildiğinin yüzüncü yıldönümü m ünasebetile bundan bahsetm iştim , ve hatırlatm ıştım ki müslüm nnlar indinde bu hukuk, olduğu gündenberi m illetlerarası b ir m ahiyeti haizdi ve din, h attâ medeniyet seviyesi gözetilme den dünyanın bütün m illetlerine tatb ik ediliyordu. Ve nihayet m üstakil bir ilim olarak m evcudiyetine gelince, bu (H icretin 150. senesinde vefat eden) imam Ebu Hanife ile başlar. Bu mevzu üzerindeki konferansları E bu Yusuf, Muhammed eş Şeybani ve diğer tilm izlerinin eserlerile bize kadar gelmiş bu lunuyor. Aynı suretle m uasırları olan imam Malik, Evzai ve diğerlerinin hepsinin K itabiis:S iy er adı altında yazdırdıkları kitaplar, İslâm ın te’siri altında bu konuya dair Avrupada ilk d^fa yazılan eserden tam bin sene evvel yazılmış bulunuyorlar. 3. Islâm , İnsana ahenkli ve muvazeneli b ir tekâmül bah şetmek için (gelişm e sağlamak için ) hayatın bütün veçhelerin de b ir m utabakat yaratm ak kabiliyeti ile ortaya çıktı. Yalnız ruhun terakkisi, yalnız maddenin terakkisi insanın tam b ir te kâmülü olamaz. Namaz ve oruç üzerinde ısra r eden îslâm m hüküm ete vergi verm eği im anın erkânından biri m ertebesine yükseltm iş olmasına hayret etm iyelim . K u r’anda yirm i kadar
—
5
—
yerde (namaz kılınız) em ri (vergi veriniz) em rile vanyaııa be yan edilm iştir. Zekât kelim esi sadaka (yani m erham et saikasile verilen para) m ânasına hiç gelmez. Peygam berim iz ve Hulâfayi Rasidin zamanında müslümanlarm verdiği her nevi ver giye zekât deniliyordu; çiftçin in verdiğine Z ekât’iil Ard, m a den çıkaranların verdiğine Z ekât’ül Maadin deniliyordu; hülâ sa, tasarruf edilen paranın üzerinden olduğu kadar çoğalmakta olan h er nevi malın üzerinden verilen vergiye o zam anlar ze kât deniliyordu, bu gün yalnız tasarruf edilmiş paranın üze rinden verilen vergi halk arasında zekât olarak biliniyor, fa kat ne K u r’anda, ne de îslâm u ı ilk zamanlarında zekât yalnız ■ bu nevi vergiye m ünhasır değildi. Hükümete vergi vermek m ecburiyetini vicdanlara yerleştirm ek gayesiledirki İslâm onu yalnız im anın erkânından biri m ertebesine yükseltm ekle kal madı, ona ahlâkı güzelleştirmeğe yarayacak isim ler de .verdi: Zekât temizleme, saf kılm a mânasına gelir, ayni mânaya gelen Sadaka doğruluğu, sam im iyeti ve bir diğer muadili olan Hak kelim esi de Hukuk ve ahlâka uygun, dürüst m ânalarına gelir. Hükümet vergilerini bu şekilde kudsî bir m ahiyet verilerek te lâkki edilmesine öyle tahmin ederim ki modern hükümetlerin hiç b ir maliye vekili itiraz etmez. 4. Dünyada devletler mevcut olduğu zamandan beri dev letin tebaası, sakinleri vergi veregelm işlerdir. Vergilerden bah sedenken İslâmdan evvelki müdevvenatı kanuniye vergi topla mak ve geliri çoğaltm ak vasıtalarından baçjka birşey düşünme mişlerdi. Benim bildiğime göre - ister dünyevî ister dinî olsun eski zam anların hiç bir kitabı m ünhasıran ve daima devlet; reisinin keyfine kalm ış olan devlet gelirinin sarfını bir kaideye bağlamamışlardır. İşte mukaddes K u r’andır ki ilk defa ve hat tâ yegâne olarak İslâm devletinin bütçe prensiplerinden bah setmiş ve onu teşbit etm iştir. Biraz evvel gördüğümüz gibi Peygam ber zamanında ve Hulâfayı Raşidin zamanında, gani met, cizye ve saire gibi m uvakkat gelirler istisna edilirse İslâm, devletinin vergilerine zekât, sadaka deniliyordu. İmdi Kur’an zekâtın kaynaklarını ve tarifelerin i tasrih etm ekle beraber bu devlet gelirinden kim lerin istifad edebileceğini, özerinde ısrarid durarak ilân, etm iştir. «Devlet geliri 'münhasıran fukaraya, mesakine, memur lara, kalbleri kazanılması lâzımgoleıılerc, kölelerin ve harp esirlerinin kurtarılmasına, ağır borç atma girmiş olanlara, Allah yoluna ve yolculara mahsustur. Bıı Allahın lur emridir ve Allah tyibilen ve Hâkimdir.»
—
6
-
Hazreti Oraere atfolunan m eşhur bir tefsire göre (fukara) raüslümanlar arasındaki yoksulları, (m esakîn) de gayrim üs lim ler arasındaki yoksulları ifade eder. Zekâttan istifade eden ler çok olduğu gibi o zam anlar zekâtı toplayan, hesap eden, sarieden bütün m em urlar da gerek Peygam ber zamanında ve ge rekse H ulâfayı Raşidin zamanında devlet m em urlarının h ep sini içine alıyordu. K lâsik m üelliflerin açıkça tasrih ettikleri gibi kalbier.i kazanılacak olanlara verilen paralar, büyük bir kısmı gayrim üslim lere verilen devletin Gizli Tahsisatı demekti. Hiç bir din bilmiyorum k i K u r’anın yaptığı gibi hükümete, ge m inden bir kısmını kölelerin hürriyete kavuşturulmasına ta h sisini bir vazife olarak tahmil etsin. A ğır borç altına girmiş olanların yardım ına koşmak öyle b ir idealdirki Y irm inci asrın sosyalist devletleri bile buna hâlâ erişem emişerdir. Halbuki m üslümanlar bunu 14 asır evvel tatbik ^diyorlardı.-Fîsebilillâh (A llah Yolunda) nm şümulü hukukçulara göre ordudan camie kadar A llah dâvasında her şeyi ihtiva eder. Yolculara, nihayet yalnız bedava iskân ve iaşe edilmek suretile değil, em niyet, sağlık ve nakliye şartlarının iyileştirilm esi suretile de yardım edilebilir. Bu günün medeni hüküm etleri turistlere ağır v erg i ler yüklerken, biz onlar için para harcıyorduk. Son b ir söz da ha, Devlet geliri hükümdarın şahsî serveti olmak şöyle dursun Peygam bere ve kabilesine haram ilân edilmişti. E ğ er Devlet reisi umumî itim adı kötüye kullanamazsa, alt kadem edekiler, bunu daha az yapabilirler. 5. M üslümanlardaki Hukuk felsefesi haklı olarak h e rk e sin takdirini kazanm ıştır. îslâm kanunu, tebanm üzerine ağıt basan bir angarya değil akla uyan b ir şeydir. Filh ak ika müslüman hukukçular derlerki hukukî ahkâm Husn (iyi) ve Kubh (fena) üzerine istinad eder: o halde .iyi olanı yapmalı ve fena olanlardan kaçınılm alıdır. Ve şeylerin iyi ve fenası nisbi oldu ğundan ilâve ederler k i eğer birşey safi (tam am ile) iyi ise bu mecburidir, yani (v acib) veya (farz) dır. E ğ er b ir şeyde iyilik yalnız galip ise o şayanı takdir yani (m üstahab) d ir; eğer iyi ve fena birbirine müsavi veya gaynm evcüt ise bu kanun naza rında farksız yani (m ubah) dır: eğer bir şeyde fenalık galip ise onu yapmak çirkin yani (m ekruh) olur; eğer fenalık kat’i surette m evcut ise bu yasak yani (haram ) dır. insanın hâttılıareket kaidelerinin bu beş nev’e taksim i yalnız m a’kul. olmakla kalmaz, İslâm kanununun vahye miistenid ve İlâhi m enşeli olmasıle beraber akle ve akliselim e (sağduyuya) da m uvafık olduğunu gösterir. Bunun-böyle oldğunr keşfetm ek bize düşer..
6, Sözü bitirm ek için Islâm ın en mühim yardımla rıudaiî birisinden bahsedeceğim: tslâm dan evvel Hukuk ilminin m ev cu t olmadığını işitm ekten büyük b ir hayrete düşmeyiniz. T ek rar -ediyorum' Hukuk ilm i îslâm dan evvel mevcut değildi. Ç in lile rin. Babillilerin, Hinduların, Yunanlıların ve Romalıların ve diğerlerinin ancak kanunları vardı, fa k a t hattıh arekct kaidele rinin üstünde m ücerred b ir hukuk ilim leri yoktu. Bu hukuk ilmi, kanunun kaynakları, hukukun-felsefesi, teşri metodlâr.ı tefsir, tatbik vesaire gibi m eseleleri ele alır. Dünyada böyle bir mevzu üzerine, yazılmış en eski eser, mücerred Hukuk ilm i nin vazıi imam Şafinin Hukukun kökleri (Usıü’ül P ıkh) tes m iye ettiği (R isale) adlı eseridir; ona göre bu ilim, kökleri teşkil ettiği halde Kanun Kaideleri dalları (furuıı) teşkil eder. E sk iler yalnız dallara (furua) m aliktiler; müslümanlar yalnız furua maik omaka kalm adılar, (usulü) kökleri düşünen ler de evvelâ onlar olmuş oldu. Müslümanlarda Usul’ül F ıkh tarihini tetkik ederken müessisi imam Ş a fii’den sonra bu ilmin tekâm ül ve inkişafını Türklere borçlu olduğunu görmekle h ay retlere düştüm: Matürdî, Cassas er Razi, Dabusi, Serahsi, E b u ’l Y ü sr Pazdavi, E b u ’l U sr Pazdavi, Alauddiıı Sem erkandi hemen hepsi O rta Asya m enşe’li yani T ü rk idiler. E sk i Türkler dün yanın hiç bir yerinde, ne Rom alılarda ,ne Çinlilerde ve ne de diğer m illetlerde mevcut olmıyan bir Hukuk ilm ini icad etm ek kabiliyetini gösterdiklerine göre öyle ümd edilirki yeni T ü rk 'ler, mazilerinin mirasını tetkik ve onların kıym etini takdir ettikden sonra diğerlerinden iktibas ve onları takip yerine, baş kalarına yeniden şerefli bazı şeyler vermeği ve onlara rehber olmağı bileceklerdir.
Hazret i Peygam ber zamanında Hadisin tedvini Prof. Dr. M. H A M İD ULLA II ilm in afeti unutkanlıktır. Yazıda olduğu gibi ezberde dahi böyledir. Gündelik olaylar arasında gözümüze çarpan şöyle bir olay var. B ir şeyi yazdıktan sonra onu bir daha gözden geçir diğimizde, yanıldığımızı görürüz: bir kelim eyi tekrar etmiş, diğerini : itmiş, bazı im lâ hataları yapmış ve yahut buna benzer diğer hatalara : düşmüş olduğumuz gözümüze çarpar. Ezber işlerinde de vaziyet böyledir. Y ani bazı kim seler, belledikleri şeyi ezberden okurken kim i yerlerini unuttuklarını görürler. Unutkanlık afetinden yalnız Allah masundur. Yalnız yazıya ve yahut yalnız ezbere güvenen bir kim senin bilgisi, hata ve unut kanlıktan şalim olamaz. D olayısiyle insan her iki vasıtadan ayni zamanda yardım dileyip, meram ettiği şeyi hem yazmalı hem de ezberlem elidir. ilim yapmak istedikçe her iki vasıtaya müracaat, etm elidir ki, birisinde yanılırsa onun yanlışını diğeri düzeltsin. İşte İslâm ın ümmî olan ümmeti de ayni şeyi yaptı.. Peygam ber Efendim iz sallaliâhti - aleyhivessellem <cÛmmiler arasında bir Resül» idi. Bununla beraber Resüle nazil olan ilk vahiy, okumak em ri ile - bilinm iyen bir şeyi bilmeye yardım edeıı - kalem in övgüsüne ait idi. Bu m ünasebetle A llah (Cibril vasıtası ile ona) dedi ki: »Oku, yaradan Rabbinin, inşanı kan pıhtısından yaradan Rabbinin adı ile oku. Mükerremlerin en m ükerrem i olan Rabbin kalem le öğretti. İnsana bilm e diklerini öğretti». Hadisi - şerifte boş yere denmemiş: Allah her şeyden önce kalem i yarattı. İşte böyle b ir Peygam bere h er şeyden çok ilim le uğraşması yaraşır. Medineye h icret edince, her istediğini yapmak için burada bol m iktarda \?ardımcı, si lâh, malzeme ve hürriyet buldu. Medinede ilk inşa ettiği bina. Mescidi Nebevi oldu. B u m escitte gündüzleri ilim öğrenen şakirtlere sınıf vazifesi gören ve geceleri yatakhane vazifes; gören bir nevi koğuş vardı ki ona «Sıffa» denirdi. S iffa ’i - Ş e rif, M üslümanların ilk yurtlu üniversitesi idi. Tarihçiler, bize Peygam berin emri ile Sıffada ders veren hocaların isim lerini
—
9
—
zikretm iş ve orada okuyup öğrenen yüzlerce kişinin ahvalinden bahsetmişlerdi. Melekede yazı, İslâm lıktan önce dahi az kim seler tarafın dan olsa da, pek alâ biliniyordu. Ezcüm le Abbasi Halifesi Memûn’un dolabında, Abdül - M üttalibin eliyle yazılmış bir borç lanma senedinin bulunduğu rivayet edilmektedir. (1) Varaka bin N evfeli’in, İslâm lıktan önce İncili arapçaya tercüme etm iş olduğu da rivayet edilir (2 ). Yedi muallâkatınm da yazılarak Kâbeye asılmış oldukları malûmdur. Peygam ber Aleyhisselâıiı, şirki ve putlara ibadeti, takbih etmiş olmak sebebiyle, onun soydaşlan olan Haşim oğullarına karşı bir boykot kararnam e si de yazılıp asılmı.ştı. Hadis, Peygam ber Aleyhisselûnnn sözlerinden, yaptıkla rından ve takrirlerinden ibarettir. Sözün, en sahih ve en sadık olanı her uekadar K u r’an ise de, biz burada yalnızca Peygam berimize ait olan Hadislerden bahsedeceğiz. Hadis üç suretle yazılm ıştır: 1 — Peygam ber" Â leybisselâram em riyle yazılan resmi vesikalar. 2 — Peygam berin em riyle yazılm ış olan gayri resmî vesikalar. 3 — Asri-nebevide Sahabenin yazdıkları ya zılar. Resm î vesikaların tahririne H icretten önce başlandığı gö rülmektedir.. Meselâ M üslümanların H abeşistan» hisret ettik lerinde, Peygamberimiz N ecaşiye bir nâme yazarak ona iki amcazadesi, Cafer bin E b i Talip ile Talibi tanıtm ış.ve Necaşiye «sana Cafer ve başka .Müslüman'lar vasıl olduklarında, onlara mihmandarlık el» diye hitap etmişti (3 ). B ir kaç m üverrih der ki, Tem îm ül-Dârî Mekkede H icreten önce Müslüman olduğu zaman. Peygamberden şöyle bir talepte bulunmuş: Allah, P ey gambere Filistin iıı fethini müyesser kıldıkta, Peygamberimiz, Temîmül Dârîve Hebrun ile başka kasabaların gelirlerini bağışlıyacak. Peygam berim iz dahi mumaileyhin bu talebini kabul etm iş ve ona bu mânada bir de mektup yazmıştı (4 ). Bundan başka Peygam berin H icret yolunda iken, rastladığı müdlicli Sü.rakâya bir emân mektubu yazdığı malûmdur (5 ). Bundan başka Peygam berim iz, Medineye varınca bu şehrin müslim ve gayri, mii,sİ im halkını topladı. Onlara danıştıktan sonra, burada kurduğu şelıir.devletin ana yasasını yazdı (6 ). Bunun asıl mü him olan ta ra fı şudur ki, bir devlet reisi tarafından dünyada yazılan ilk anayasa kanunu olmasıdır. Burada devlet reisi ile - tabaasınm karşılıklı hakları ile vecibeleri yazılm ıştır. Ne gü zel bi r talihim iz varm ış ki, bu kıym etli vesikanın metni elimize tam olarak varm ıştır. Metin 52 maddede» ibaret olup içinde
—
10
- -
savunmadan, adaletten, iştim aî tem inattan, gayri müslim teba anın durumlarından ve onlarla tesis edilecek münasebetlerden bahsedilmektedir. Her devletin arazisi nasıl sınırlanırsa, Peygamebrimiz Medine şehir devletinin de .sınırlarını tahdit e t mişti. R âfi’ bin Hadîc Razivallahu anhü derki: (Medine. Resuiullah aleyhissellem in haram kıldığı b ir Haremdir. Bu ise nezdimizde haklı duran havlânî bir deri üzerine yazılıdır (7 ). Bu sırada Peygam ber Sallallahü Aieyhisselâm , Müslümanların sa yılm asını em retti. Buhârî «Sahih» inde (8) derki: «Resulüllah Sallallahü Aleyhivessellem dediki; İslâm olduklarını söyliyenleri bana yazınız. Ona bin beş vüz er (adı) yazdık.'* P ey gamberimiz, Aieyhisselâm, bu işleri, yoluna koyduktan son ra, Hicretin ilk senesinde Medineden çıkarak Cüheyne, G ifâr, Damra, Müdlic ve daha başka kabilelerin diyarına g itti; onlar la - m etinleri elimize varan - m uahedeler akdedip yazdı; daha sonraki yıllarda, araziyi ve su kaynaklarını dirlik olarak da ğ ıttı; emân m ektupları yani barış muahedeleri yazdı.; askerî ve sivil reislere em irler yazdı; onların sorularını yazıyla ce vaplandırdı; hatalarını düzeltti: hattâ bir defasında M ekkelilerden Zemzem suyunu istedi. Bundan başka Kaysara, K israva, M akavkas’a, Necaşiye ve daha başkalarına m ektuplar y a zarak İslâm dinine davet etti. (M ukavkasa yazdığı mektubun aslı, İstanbul Topkapı Sarayında m ev cu ttu r!. V alilerine zekâ tın kaynaklan, yaralam a vakalarında azanın kıym eti ve ,verire hakkınd;; tarife listeleri hazırlayıp gönderdi. Peygamberimiz zamanında yazılmış vesikaların sayısı üçyüzü geçmektedir. Bunlun (Pevp-amberin ve R a»it Halifelerin devrine ait siyasî vesikalar) adı altında toplayıp bastırm ıştım . Bu -vesikaların ikinci baskısı M ısırda m akina altındadır. Peygam berin em riyle yazılan gayri resmî vesikalar m eya lımda şutiu zikretm ek mümkündür. Buharî (9) der ki: «Pey gamber Aleyhisselam uı Mekkeniıı fethinde irad ettiği mühim nutku, Ebu-Şâh adındaki Yemenli bir Müslüman dinlemiş ve Peygamberden o nutkun yazılarak kendisine verilmesini iste mişti. Peygam berin em riyle adamın arzusu yerine getirildi» Sahabenin çoğu ise rivayet ettik leri Hadisleri bizzat k en dileri kaleme alm ışlardı. Onlardan ancak bir kısmının isim le rini zikretm ekle ik tifa edeceğiz. 1)
Tirıvrizî (10) derki «Ansardan biri, Peygam ber A leybisselamın huzuruna gelerek. Efendim izin söylediği mev’ize ve hikmetleri zihninde iyi t Ramadığından :k â w t etti. P< -
—
11
gamber Aleyhisseiam Ensariye: Sağ elinden yardım dile, yani (söylediklerim i yaz) dedi'. A nsârm in Peygam berin nasihatini m uhakkak tutmuş olması lâzımdır. 2)
Abdullah B in A m ir bin el-As, Peygam berden duyduklarım yazardı. H alk onu bu isten m enederek dediler ki: (Resul bir insandır, bazan razı bazan öfkeli olur» Abdullah bin Am ir meseleyi Peygam ber Aleyhisselâm a sordu. E fen d i mizde ona dediki: «Yazmaya devam et» A bdullah-Bin A m ir b ir daha sordu: «Rıza ve öfkeniz halinde dahi yaza yım m ı?» Peygam ber ona dedi ki «evet n z a ve öfkem ha linde dahi yaz» ve eliyle M übarek ağzına işaret ederek şu sözleri söyledi: «Çünkü buradan yalnız hak sözü çıkar» Abdullah bin Am ir, topladığı hadislerin mecmûuna (E l SahifetüJ - Sâdıka) adını verdi. B u mecmua onun çocuk ve torunları nezdinde asırlarca kaldı (1 1 ).
3)
Y ine Abdullah Bin A m ir Raziyallahü anhii’den rivayet edilirki: B ir gün şakirtlerinden biri ona Kostantiniyye ne zaman fethedilecek diye sordu. B u soru üzerine Abdullah Bin Am ir eski b ir sandık getirdi, ve oradan çıkardığı bir kitabı gözden geçirerek, şu ibareyi okudu: «Günün birinde Peygam ber A leyhisselâm m etrafına toplanmış, söyledik lerin; yazıyorduk. Orada bulunanlardan birisi şöyle bir som sordu: K ostantiniyye mi Rom a şehri mi fethedilecek? Peygam ber dedi ki: ö n ce H irakl oğlunun şehri fethedile cek tir (1 2 ). B u rivayetten şunu da anlıyoruz ki, Abdullah bin Amirden başka sahabe dahi, Peygamberden duydukları Hadisleri yazıyorlardı. Peygam ber Aleyhisseiam , Medineye m uhaceret edince, Enes bin M âlik’in anne ve babası, onu Peygam berin huzu runa getirerek dediler ki «Ya Resul-A llah, bu çocuk yazı yazmasını bilir. Size hizm et etm esine müsaade ediniz) bunun üzerine Enes, Peygam ber Aleyhisselâm m vefatına kadar evinde hizm et etti. Bu suretle herkesin işitip görem iyeceği şeyleri E n es bilip öğrenmek ve onları yazmak fırsatını buldu. E n esin şakirtlerinden biri dediki «Çok o l duğumuz (veyahut başka b ir ibareyle E n esin üzerine çök düştüğümüz) zamanlarda, bize b ir takım defterler çıkarıp derdiki: B u nlar yazdığım ve Peygam ber Aleyhisselâtü vesselama arz ettiğim şeylerdir» (1 3 ). B u rivayetten an la şılacağı veçhile, En es Peygamberden yalnızca gördüğünü
i)
—
:
12
—
ve işittiğini yazm am ış; arasım - Peygam berin boş vakit lerinde - evvelce yazdığı hadisleri ona arzedip, okur, Pey gamber de yanlışlarını düzeltmesini emredermiş. 5)
E bu Hüreyreııin şakirtlerinden biri derki: «Ebu Hüreyre kendisinden rivayet ettiğim b ir Hadisi inkâr etm işti. Ona dediın ki: Ben bu Hadisi senden duymuştum, Ebu Hüreyre dediki: Öyleyse o Hadis yanımda yazılıdır; ve beni elim den tutarak eviııd görtürdü. Bana ve orada bulunan başka, kim selere Resulhıllâhııı Hadislerinden toplanmış bir çok kitaplar gösterdi. Mevzuubahis olan Hadisi de bulduktan sonra dediki: Sana demedim mi.. Şayet o Hadisi söylemiş sem, yanımda yazılı olması lâzımdır» (1 ).
6)
Müslim «Sahih» inde rivayet ederki: «Câbir Raziyaallahu anhü, Hac hakkında b ir risale yazdı. Câbir bu risalede Ve da H acrini ve bu haçta Peygam berin irad ettiği m eşhur nutkunu da zikretm iş olabilir. «Câbirin sahifesi» diye anılan eserin bu risaleden başka birşev olduğu rivayet, edilir.
7)
Sam üre Biri Cündüp Raziyallahu anhin ııezdinde (çok ilim ihtiva eden b ir h ıdis nüshası) nın bulunduğu da ri vayet edilmektedir. (1 5 ).
8)
Saad bin Übâde Raziyallahu anhin dahi Resulün Hadisleri hakkında b ir sayfa yazmış olduğu, çocukları tarafından rivayet edilm işti (16). 9) îb n i Abbasm vefatında, bir deve yükü kitaplar bırakm ış olduğu rivayet edilir. A ncak bunları Peygam berin vefa tından sonra yazmış olması muhtemeldir. Bu rivayetlere benziyen daha nice rivayetler yardır. F a kat şimdi yukarıda verdiğimiz örneklerle ik tifa ediyoruz. Şu kadarki Peygam berin asrında yazılan Hadis sayısının yirm ibini geçtiği söylenebilir. Abdullah b ir A m ir , E n es ve Ebu H üreyre çok Hadis yazmış olan sahabelerdendir. HADİS YAZMANIN NEHYKDİLMİŞ OLMASI M ESELESİ Peygam ber Aleyhisselâm ın Hadîs tedvinini nehyetm iş ol duğu hakkında bazı rivayetlerin bulunduğu ve bu sadette «benden yalnız K u r’an yazınız» demiş olduğu, rivayet edilm ek tedir. Bu m eseleyi yakından tetk ik edince gördüm ki, Hadîsi, hıı şekli ile Peygam bere isnat eden yegâne Şahabı, Ebu Said
El-H udrı Radiyallahü .anhüdür (17). Bu hadisi keserek keudi kafalarına göre rivayet edenler meyanında îbni Abbas, Zeyd bin Sabit ile E b u H üreyre bulunm aktadırlar. Bilindiği gibi, Ebu Said El-H udri ile Zeyd bin Sabil, H ic retin besşinci yılına rastlayan Hendek gazvesinde, henüz onbeş yaşm a basmamış çocuklardı. îbni. Abbas onlardan da küçüktü. Y aşlannıri küçüklüğü dolayısile Peygam ber, onian büyük kim seler gibi, Hadîs yazm aktan m enetm iş olabilir. F a k a t aynı kim seler, erkek sayılacak çağa girince, böyle -bir m ümanaata hacet kalmadığı için, onların da Hadîs tedvinine başladıklarım görü yoruz. Hele bunlardan îb n i Abbas ziyasediyle Hadîs yazmıştı. B u m emnuiyeti bize rivayet edenlerden birisi olan Ebu Hüreyre dahi çok Hadîs yazmıştı. H atıra şöyle b ir ihtim al daha gelebilir: Müslümanlar, kâğıt kıtlığı dolayısiyle bazı anlarda Peygamberden duy dukan Ha dîsleri K u r’an yapraklarının haşiyelerine yazmış olabilirler. Bunu gören Peygam ber Aleyhisselâm , bu halin ileride Hâdis île K u r’anın birbirleriyle karıştırılm alarını ve Hadîsi yazanlar için, veya çocukları için, iltibası mucip olacağını düşünmüş bulunduğundan, Mushaf m kenarlarına Hadîsin yazılmasın) menetmiş olabilir. Bu ihtim ali destekliyeıı olaylardan biri de şudur: Hazreti Ömer, K u r’anm yaprakları üzerine K u r’an dan başka bir şey yazılmamasını emrederdi. Bu nehyi başka türlü te ’vil edenler de vardır. Her ne hal ise, Sahâbei K iram bu nehyi umumî ve k a t’î bir mânada anla mamışlardı. Ezcüm le Ebu B e k ir Hazretleri hakkmdaki riva yet bu merkezdedir. Bizzat kendisi, yazmış olduğu 500 Hadîsi itlâf etti ise, (18)bundan maksadı Peygam berin bu yoldaki ta savvur edilen nehyine uymak değildi. O, yalnızca Peygam ber den naklettiği kelim elerde yanılm ış olmaktan sakınmak iste mişti. Ömer bin El-H attab Radiyallahü Anhü dahi Hadîs top lam ak istem işken bu işten vazgeçti (1 9 ). Onun da bu hususta fik ir değiştirm iş olmasına sebep, başka olup, tasavvur edilen nehiy değildi. B u yüzden diyebiliriz ki, Ebu B ek ir ile Ömer gibi büyük Sahâbe bu nehyi, umumî ve şümullü bir mânada anlam amışlardı. Mümanaat muayyen b ir zamana ve muayyen şahıslara mahsus idi.. HADİSİN N ESİLD EN N E S ÎL E İNTİKALİ Buhârî ve Müslimin Hadîs kitapları ve bunlara mümasil kitapların îslâm lar nezdiııde haklı olarak büyük önemleri var
—
14
—
dır. Öyle ki m uhaddislerin leh veya aleyhlerinde, taassuba ■kapılmadan, sırf İlm î b ir tarafsızlıkla düşünürsek görürüz' k i’ bu Hadîslerin Peygam bere mensup olduklarını iddia eden B u harının yalan söylediğini düşünecek ve bu Hadîsleri bizzat kendisinin yapıp y akıştırarak Peygam bere atfettiğini söyliyeeek kim seler çıkabilir. E v et Buharî bize naklettiği Hadîslerin isnatlarını da (yani kim lerden alındıklarını da) zikretm em iş olsaydı, bu gibi kim selerin şüphelerine cevaz verilebilirdi. Mi sal olarak Buharînin b ir isnat silsilesini ele alalım : Bu harî Ha dîslerinden birini îb n i Hanbelden, bu da Abdül Razzaktan, bu da Ma’merden, bu da Hemmâmdan, bu da ayni Hadîsi Ebu Hüreyreden almış. ilm in ne yaver b ir talihi varm ışki, elimize Buharînin .(Sahihe i nasıl geçtiyse (Buharînin ondan m üstefit olduğu) îbni H anbelin de «Müsned» i boylece elimize geçm iştir. Müsnede baktığım ızda (k i bugün basılm ıştır) Buharînin yalan söy lememiş olduğunu gördük. Zira ayni Hâdis îbni H anbelin (Müsned) inde dahi m evcuttur. Bu durum karşısında şöyle bir fik ir yürütenler çıkabilir. E v et Buharînin kendisi yalan söylememiş ama îb n i Hanbelin yalan söylemiş olması m uhte meldir. îb n i Hanbel ise ayni Hadîsi Abdül Razzaktan aldığını iddia etm iştir. İlim tarihinin ne güzel bir cilvesidir ki. Abdül Razzakın (M usannaf) ı da İstanbul, Hiııd, Pakistan, Yem en ve daha başka yerlerin kitaplıklarında saklı bulunmaktadır. Dolayısiyle (M usannaf) kitabına baktığım ız zaman, ayni Hadîsin orada dahi zikredilmiş olduğunu gördük. O halde Buharı ile îbni Hanbel yalan söylemiş değildirler. B u takdirde Abdül Iiazzakm kendisi yalan söylemiş olabilir; fak at isnat sırasında Abdül Razzakın ayni Hadîsi Ma’merden alm ış olduğu zikredilmiştir. İlm in ne güzel b ir talihi varmış ki Ma’m erin (Câm i’) k i tabından ik i nüsha m evcuttur. Bunlardan birisi Ankarada, di ğeri İstaiibulda mahfuz bulunm aktadırlar. Ma’m erin (Câm i’ ) kitabına baktığım ız zaman, ayni Hadîsin orada dahi mevcut: olduğunu gördük. O halde Buharî, îbni Hanbel ve Abdül Razzak yalan söylem em işler. B u dumura karşısında acaba Ma’mer mi yalan söylem iş?. İsnat, bize Ma’merin ayni Hadîsi Hemâmdan aldığını söylüyor. İlim tarihinin ne güzel bir tecellisi varmış ki, Hemmâmm (Sahife). adını taşıyan Hadîs kitabının b ir nüshası Şamda, di ğer b ir nüshası da Berim de bulunmaktadır. Neşredilen bu kıv-
—
15
—
metli nüshaya bakıldıkta, ayni Hadîsin Hemmâmın (S alıife)sinde dahi mevcut olduğu görülmüştür. 1.01 H. yılmda vefat eden Hemmâm, E bu Hüreyre gibi Yemenli olup, buna şakirtiik etm işti. E bu H üreyre, Peygam berin sözleri arasından seç tiği 138 Hadîse (E l-S ah ife, E l- Sahilıa) adını vererek bunu kendi şakirdi ve m em leketlisi olan Hemmâma bağışlamıştı. Ebu H üreyre 58 veya 59 H. yılında vefat ettiğine göre (E l Sahife. E l-Sah ih a) yı kendi şakirdi için birinci H icret yılının ilk yarısında yazmış olsa gerektir. Zikre şayandır ki muhaddislerin birb iri arkasında yaz dıkları bu kitaplardaki Hadîsler m üdekkikleri dehşete düşü recek kadar, birbirlerine uygundurlar,. Bu sıhhat ve mü tabakatın başlıca âm ili, M üslümanların Peygam berin Hadîslerini toplamakta gösterdikleri dikkat ve titizliktir. Zira Miislümaniar bu gibi hallerde tedvinin her iki vasıtası olan yazıya ve ezbere ayni zamanda ehemm iyet vermişlerdi. Büyük muhaddisler rivayetin yalnız mânasına bakm ayıp onun lâfzı üzerinde dahi ayni titizlikle durmuşlardı. D İĞ E R D İN L E R L E K A R ŞILA ŞTIR M A Musa Aleyhisselâm ın Tevratı, mahdut nüshalarda mahfuz idi. Babil Hükümdarı Buhtunnassar, F ilistiııi fethettiği zaman, bütün Tevrat nüshalarını yaktı. Rivayete göre, bu hâdiseden yüz sene sonra, Azra Peygam ber, Tevratı kendi ezberinden yazmıştı. Daha sctnra Rom alılar F ilistin i fethedip Tevratın büüin nüshalarını bir daha yaktılar. F a k a t halk, kendi hafıza larına güvenebildikleri kadar güvenerek, Tevratı tek rar yaz dılar. Böyle bir Tevrata itim at caiz olduktan sonra, Peygam berimizin Hadîslerini ihtiva eden kitaplara itimat nasıl caiz olmasın! Hind Brahm anlarınm mukaddes kitabı olan Veda, uyun «sırlar boyunca yazılmamıştı. Sonraları, bir tek kişinin riva yetine itim at edilerek yazılmıştı. İsa Aleyhisselâm, İncilin yr>zılmasiyle alâkadar olmamıştı. O, halka yalnız va'z ederdi Onun va’zlarını kavrayan kavrar, unutan unuturdu. Hıristiyanlar, bizim ve kendilerinin Peygam beri olan Hazreti îsaııın ha yatını ilk defa ondan takriben iki yüz sene sonra yazdılar. Bu ilk yazıdan sonra, başka în cil yazıları da göründü. Halk bun lardan dört tanesini esas tu tarak «Dört İncil» adiyle yâdetti. Bugün elimizdeki İnciller, işte bu dört İncilden ibarettirler
—
.16
—
Bunlar, ne K u r’ana ve ııe Hadîs kitaplarına benzerler. în cii kitapları. İsa A leyhisselâm m doğuşunu, nesebini, terbiyesini» vaızİanm (ve iddiaya göre) ölümünü zikrederler. Bu gibi Hind ve H ıristiyan .kitaplarına itim at caiz olduk Um sonra, îslâm ın Hadîs' kitaplarına „,kat k al itim at caizdir. K u r’anı Kerim in, diğer diıı kitaplarına nisbetie, sıhhati onlarla herhangi bir mukayeseye tâbi tutulam ayacak kadar üstüdür. îk i taraf ara sındaki fark çok büyüktür. (O, Allah sizi yerin vârisleri kıldı ve f.izleri birbiri eriniz den k a t k a t üstün tuttu ki, size ihsan buyurduğu nim etlere ne derece lâyık olduğunuzu denesin) Sûre 6, Ayet: 165. B İB L İO fiR A F Y A 1— Makrîzî: EU-Haberü nn-il aşr. Cilt 4, Bab: E l-K itabe (y az ma İstanbu l). 2— S iret kitaplarına bak. 3— Tarihi T a b a n ; sahife 1539. 4— îb n i A sâkir, Kastallânî, Ma lcrizt,' Halebı v.s. 5— S iret îb n i H işâm ; s. 332. 8— Siret. îbn i H işâm ; s. 341-344; Ebu Ubevde Kitabül Em val s. 517. 7-— îbni Hanbel: Müsned C. 4, s. 141. S— Buharî: Sahih, Kitabül Cihad: Bab Kitabül İmam lil nâs 181 - 56. 9 — Buharî: 32-3 K itabül ilm ; Bab Kitabül-ilm . 10— Tirm izî Ebvabül-ilm ; Bab mâ câ’e fil ruhsatı fihi. 11— Aynı kaynak. 12— Darımı: Bab 43 (M eıırahhasa fi kitabetil-ilm ). 13— El Hatib: Tâkyidül-iİm s. 95*96; Ramurmüzî. El-Muhaddis el-Fazıl: Babül kitabe. 14— İbnü Abdil B e rrT îâ m i: Beytül-ilm 4/1. 15— îb n i H acer: Tehzibül-tehzib 198/4; 232. 16— Tirm izî: K itabül Ahkâm. 17— E l-H atib: Takyidül-ilm 29/31. 18— N ercisî: Tezkiratül-H uffaz 5/1. 19— Ma’mer: Câmî; Bab.: Kitabül-ilm ,: Abdül-Razzâk, Musaûnaf: Kitabül-ilm ., (Yazm a Türkiye).
A L P M atbaası