Süryani abul farac tarihi ii gregory abul farac

Page 1

GREGORY ABÜ’L-FARAC (BA R H E B R A E U S )

ABÛ’L-FARAC TARÎHİ Cilt II

S U R Y A N C A D A N İN G İL İZ C E Y E

Ç E V İR E N

ERNEST A. WALLIS BUDGE

TÜRKÇEYE

Ç E V İR E N

ÖMER RİZA DOĞRUL


ABÛ’L-FARAC TARİHÎ Cilt II.


Birinci baskı : 1950 îkinci baskı : 1987


A T A T Ü R K K Ü L T Ü R , DÎL V E T A R ÎH Y Ü K S E K K U R U M U T Ü R K T A R Î H K U R U M U Y A Y I N L A R I II. DÎZÎ — Sa. ı ı al

GREG ORY ABÛ’L - FARAC (B A R H E B R A E U S )

ABÛ’L -FARAC TARlHİ Cilt II.

S U R Y A N C A D A N İ N G İ L İ Z C E Y E ÇE V İ R E N

ERNEST A. WALLIS BUDGE

TÜRKÇEYE

ÇEVİREN

Ö M E R RÎZA D O Ğ R U L

2. Baskı

TÜRK

TARÎH

KURUMU

19

BASIMEVİ — ANKARA

8 7


İÇİNDEKİLER X. -

ARAP

H Ü K Ü M D A R L A R I (Devam.)

Sayfa Haçlılar t a r i h i ..................................................................................................339 Edessa’nın Frank’iardan alınmasına d a i r .............................................. 378 Tatar olan Moğolların saltanatının başlangıcına dair - . . 476 Cingiz H an’ın oğullarına d a i r .................................... ..............................478 Cingiz H an’ın yaptığı kanunlara d a i r ........................................................ 478 Moğollar’ın putperestliğe ne şekilde bağlanm ış olduklarına dair 480 M oğollar’ın İranhlara ait memleketleri ve bunların garbındaki bölgeleri harap etmelerinin sebebine dair . . • 481 Frank’iarm İstanbul'u Rnm lar’dan almalarına d a i r .............................. 483 Semerkand’ın Tatarlar tarafından alınmasına d a i r ..................... ......... 512 Harezm’in Tatarlar tarafından alınmasına d a i r ........................... ......... 513 Eminüddevle Taoma’nm Bağdad’da katline d a i r .......................... ......... 516 Cingiz H an’ın ölümüne d a i r .................................................... ................... 522 H an’ın, babası Cingiz H an’nın ölümünden sonra Moğol salta­ natının tahtına oturmasına dair . . . . . . . 525 Musul emîri Bedreddin Lulu’nun saltanatının başlamasına dair 533 Goyuk H an’ın kardeşi olan Han’ın yerine tahta geçmesine dair 546 Munga H an’ın Moğol tahtına geçmesine d a i r ............................... ......... 552 BabiPin yani Bağdad’ın zaptına d a i r ................................................... 568 XI. -

A R A P H Ü K Ü M D A R L A R IN D A N HUN H Ü K Ü M D A R ­ L A R IN A G E Ç E N XI. H Â N E D A N

Hanlar hanı Büyük Munga H an’ın biraderi H ulabu . . . . . 571 Kublay H an’ın Moğollar tahtına geçmesine d a ir ................................... 577 H ulabn’dan sonra Abaka, Hanlar hanı oldu . . . . . . . 585 A ntakya’nın zaptına d a i r ................................................................... .........588 Takudar A h m e d .................................... .............................................. .........610 A b aka’nın oğiu A r g u n ............................................... ...................................615 Divan reisi Şemseddın’in katline, dair . . . . . . . . . 616 Argun’un kardeşi Kenyâtu ( K e y h â t u ) ...................................................638 İN DEKS I. — Şahıs adları. ................................................................... ..... . II. — Yer, kavim, devlet ve hanedan adları . . . . . . .

661 700


HAÇLILAR TARİHİ

Y

unanlıların 1408 (m. 1097) yılında iki frank kıralı ve 7 kont akın etmişler ve A ntakya’ya karşı gelerek onu Türklerin elinden almışlardı. Bu seferin yapılmasına sebep şudur: Türkmenler Suriye, Filistin vesair memleketlerde hâkim oldukları zaman, Filistin’i ziyaret için gelen hıristiyanları bilhassa Roma diyarından ve İtalya’nın sair ülkelerinden gelenleri fena mua­ melelere uğratıyorlardı. Franklar bu yüzden kızarak asker topladılar ve evvelâ İspanya’ya giderek buradaki şehirleri zapt ile birçok kan döktüler. Bunlar birçok arapların kulaklarını, burunlarını, dudaklarını kestiler ve gözlerini kör ettiler. Sonra bunlar İstanbul’a karşı geldiler. Rom a kıralı A l e x i s bunlara yol vermediği için şehre karşı yedi yıl muharebe ettiler. Daha sonra bunlar ilerleyerek A ntak y a’ya karşı çadırlarını kurdular ve dokuz ay muharebe ettiler, fakat şehri zaptedemediler. Bunun üzerine bunlar, ismi R u z b a h olan ve Kaşkaruf vadisi üzerin­ deki kuleyi muhafaza eden adamla gizli bir anlaşma yaptılar, ona altın ve güm üş vaadettiler. Bunun üzerine demirden sırıklar uzatıldı ve bunların üzerinde bir kule vücuda getirildi. Franklar de geceleyin gelerek buradan içeri girdiler, başkaları da ipler kullanarak duvarları aştılar. Bunların sayısı çoğaldıktan sonra, gecenin son nöbeti sırasında davullar çalarak işaret verdiler. İsmi G a i s g a n olan Türk hâkimi bu sesler üzerine uyandı ve frankların kaleyi zaptetikleıini sanarak korkudan titredi. Sonra şehrin kapısını açarak 30 kişi ile beraber Halep yolundan kaçtı. G ün d o ğduğu zaman, o adam pişman oldu, “şehrimi, adamlarımı, ailemi, malımı, m ülküm ü ne diye bırakıp kaçtım ?,, diye döğündü. Sonra geri dönerek A ntakya’ya baktı ve ağladı; kederi son derece şiddetli o lduğu için atından düştü. Y anındaki adamlar onu birkaç defa kaldırarak atının sırtına yerleştirdilerse de bu adam tekrar düştüğünden onu bırakıp ayrıldılar. D ağlarda odun kesmekle meşgul olan bir ermeni, G a i s ­ g a n m başını keserek Franklara götürdü. Franklar şehri aldıktan


340

ABU’L - FA RA C TARİHİ

sonra içindeki Türkleri ve Arapları soydular ve birçoklarını öldürdüler. Kontların biri olan B a i m on d (Boemundus) şehre hâkim oldu. Franklar burada 13 gün yiyecek birşey bulam a­ dıkları için, atlarının etini yediler. Sultan T ü r k y a r u k keyfi­ yetten haber alınca, A ntak y a ’ya 100.000 atlı gönderdi. Bunlar da Bagras’a gelerek karargâhlarını kurdular. Bu sırada frank kırallarından biri, bir rüya gördü. Bunun üzerine Mar C a s s i a n o s ’ un kilisesinde bir yeri açtılar ve burada Mesihin üzerinde salbolunduğu haçın birtakım kırıntılarını bularak bu kırıntılardan bir haç vücuda getirdiler ve bir mızrak ucu yap­ tılar. Sonra bunları alarak Türklere karşı yürüdüler. Allah da Franklara zafer verdi ve bunlar yer yüzünü maktullerle d ol­ durdular. Franklar buradan kalkarak Maarra şehrine karşı hareket ettiler ve şehri zaptettiler. Bunlar 100.000 den fazla insan öldürdüler ve burada 40 gün kalarak birçok ganimetler ald ı­ lar. Daha sonra Lübnan dağına karşı hareket ederek burada Nusayrî adını taşıyan kimselerden büyük bir kalabalığı ö ld ü r­ düler. Sonra Trabulus’un civarında olan A rk a’ya karşı geldiler. Buraya karşı 4 ay harbettikleri halde şehri zaptedemediler. O nun çin burasını bırakarak Şaizar’a geldiler ve buradaki M u n k ı d o ğ l u adlı arap onlara teslim oldu, vergi vermeğe razı oldu, onlar da buradan ayrıldılar ve Emesa’ya gittiler. Buradaki C e n a h ü d - d e v l e de onları karşılayarak tabiiyet­ lerine girmeği kabul etti. Franklar da onu bırakarak K udüs’e gittiler ve K udüs’e karşı 40 günden fazla harbettiler. Burada Mısırh’lardan, İ f t i ­ h a r ü d - d e v l e nam ında biri bülunuyordu. Franklar tahtadan iki muhasara kulesi yaptılar ve bunların birini cenupta Sihyon (Sion) adlı yere, birini de şark kapısının orta yerine, yâni Mar îstefan tarafına yerleştirdiler. Araplar, Sihyon tarafındaki kuleye ateş verdiler, fakat bu kule büsbütün yanmadan önce bir sayha koptu ve Franklar şark tarafından yüklenerek aha­ liyi tam bir hafta kılıçtan geçirdiler. Bunlar S ü l e y m a n Mâbedi içinde 70.000 den fazla A rap öldürdüler ve Sahra’dan (yâni Y a k u b ’un Bet’ele diktiği kayadan) 40 gümüş kandil aldılar. Bu kandillerin herbiri 3600 gümüş zuze ağırlığında idi. Bun­ lar 150 zuze ağırlığındaki küçük kandilleri de aldılar. Bunların


ARAP H ÜKÜM DARLARI

341

arasında Mısır altınından yapılma 20 kandil bulunuyordu. Bun­ dan başka ağırlığı (Suriye ölçüsiyle) 40 litre olan ve Bağdat ölçüsiyle altı litre tutan bir gümüş fırrnı kandil sanarak aldılar ve burada buldukları sair eşyayı da bırakmadılar. Frankların K u d üs’te hüküm süren ilk kıralı G o n d o f r e (Godofredus) idi. Bu adam Yunanlıların 1409 (m. 1098) yılında hâkim oldu ve hâkimiyeti 2 yıl sürdü. Daha sonra B a g d u i n (Balduinus, yahut Baldoin) 17 yıl hüküm sürdü. Mısır’daki Mısırlılar hâdiselerden haber alınca, ordu kum andanım a oğlu A f d a l büy ük bir ordu ile hareket etti ve Franklar buna karşı gelerek Askalan civarında döğüştüler ve Araplar m ağlûp edildiler. Franklar bunların birçoğunu öldürdüler, geride kalan­ lar da A skalan’a kaçtılar. Askalan ahalisi Franklara 12.000 dinar verdikleri için onlar da bunları bırakarak K udüs’e döndüler. Arapların 492 (m. 1098) yılında Türk eşrafı vezir Me c d üd -d e v l e ’nin zalimâne muamelesinden dolayı Sultan T ü r k y a r u k ' a karşı isyan ettiler ve veziri öldürdüler. Sonra b u n ­ lar T i i r k y a r u k ’u bırakarak kardeşi M u h a m m e d ' e g it­ tiler ve onu hüküm dar yaptılar. Halife de onu kabul ederek bir ferman yazdı ve onu G ı y a s ü d - d ü n y a v e ' d- d î n E b û Ş u c a ' M u h a m m e d S u l t a n 1 diye ilân etti. T ü r k y a r u k da Bağdat’a doğru kaçtı ve Sultan M u h a m m e d onu takip etti. Bunlar birkaç defa d öğ üştü le r; birbirlerini yendiler ve yenildiler. Arapların 493 (m . 1099) yılı sıralarında C e z l e o ğ l u Y a h y a namındaki Bağdat’lı tabip vefat etti. Kendisi M i n h a c adlı meşhur eserin müellifidir. Bu eser devrimizin tabibleri elindedir ve ilâçlardan, mürekkep ve basit gıdalardan bahset­ mektedir. Bu zat, hıristiyandı. A rap edebiyatını ve m antığı V e l i d o ğ l u E b û A l i adlı arap edibinden öğrenmişti. Sonra Nastuıilerin dediği gibi, İlâhî mahiyette cismanî ve şahsî bir­ liği kabul etmeğe imkân bulunm adığına inanarak yanıldı ve müslüman oldu. Zengin bir adam olduğu, yalnız dostlarını ziyaret ettiği ve fakirlerden tedavi ücreti alm adığı anlatılıyor. yaz

Daha sonra M alatya’da hâkim olan yunanlı G a b r i e l mevsiminde Sebastia’dan gelerek memleketi harap eden,


342

ABU’L - FA RA C TARİHİ

mahsulleri yiyen ve kışın dönüp giden D a n i ş m e n d o ğ l u’nun tazyiki dolayısiyile Franklara haber göndererek Malatya’yı on­ lara vereceğini üç kere vaadetti. Kıral B o h e m u n d ona g ü ­ venerek Malatya’ya gitmek üzere hareket etti. Bunun üzerine P i l a r d o s zamanından beri bazı yerleri ellerinde bulunduran Ermeniler ile K hoj B a s i l nam ında bir eşkıya olup, Kişum, Raban namındaki yerleri elinde tutan reis ve Ermenistan’da bazı yerlere hâkim olan R u f i n o ğ u l l a r ı , Frankların gelip başlarına geçmelerinden ve kendilerini kovm alarından korkarak D a n i ş m e n d o ğ l u İ s m a i l ’ e gizlice haber gönderdiler ve Franklara karşı bir pusu kurmasını istediler. Mel’un G a b r i e l de Frank kiralının, Malatya’dan ötede bulunan Gapna köyüne varması üzerine onu şaşırtmağa ve D a n i ş m e n d o ğ l u n u n muvasalatına kadar onu geciktirmeğe uğraştı. Bu adam kirala karşı pusular kurdu, onu pusuya düşürdü, sonra ona zincir vurarak Sebastia’ya gönderdi. Sonra bizzat M alatya’ya karşı hareket ederek harbetti. G a b r i e l kötülüğüne kötülük katıyor ve şehrin içinde yaşayanları insafsızca soyuyordu. Bunun üze­ rine askerlerinden ikisi ona kızarak şehri Yunanlıların 1413 (m. 1102) yılının eylül ayının 18 inci günü Türklere teslim ettiler. Bazı arap yazmalarında hâdisenin 412 yılında vukubulduğu kaydedilmektedir. Türkler Malatya’ya girince bu talihsiz yerin bütün servetini soydular. Ç ün k ü D a n i ş m e n d o ğ l u şehrin servetini askerlerine dağıtmıştı ve yalnız ahaliye dokunmamıştı. D a n i ş m e n d o ğ l u , bir kimsenin öldürülmesine m ü­ saade etmeyerek bütün ahaliyi kendine ait saymış, herkesi evine göndermiş ve kendi memleketinden buğday, inek vesair lüzumlu şeyleri getirterek ahaliye vermişti. O nun devrinde Malatya birçok nimetlere nail oldu. O da buraya adı B a s i l olan birini k a t a b a n , yâni vâli olarak tayin etti; bu adam Allahtan korkar ve insaflı bir adamdı. G a b r i e l ’ e gelince, o da adaletin elinden kurtulamadı. Türkler de, Hıristiyanlar da mukaddes adamın ve nâhak yere itham ettiği valilerin öldürülmesini hatırlatarak ona en ağır eziyyeti çektirdiler. Bunlar ona hakaretler yaptılar (?); kendisini karısının bulunduğu Katia kalesinin önüne götürdüler. Türkler G a b r i e / ’in karısına bu kaleyi teslim ettirmesini söyledilerse de, bu adam şeytanî bir hile ile Türkleri aldattı ve karısına


ARAP HÜKÜM DARLARI

343

şu haberi g ö n d e rd i: « Kaleyi teslim et ! Ben sana birkaç gün önce M i d a s namında bir genç gönderdim ,,. Midas kelime­ sinin ârâmî dilindeki mânası “ teslim etmemektir,,. Türkler bunu anlayınca G a b r i e l ' i öldürdüler ve cesedini köpeklere attılar. D a n i ş m e n d o ğ l u , Frank kıralı B o h e m u n d ' u Ma­ latya’ya getirdi ve şehri 100.000 dinara sattı. B o h e m u n d da A ntakya’yı hemşiresinin oğluna vererek kendi memleketine döndü. Yunanlıların 1414 (m. 1103) yılında S a n j e l (Saint Gilles), Tarsus şehrinde idi. A raplar onun maiyetindeki askerlerin az olduğunu haber alarak Trablus, Şam ve Emesa’daki Türk or­ dularını ona karşı yola çıkardılar. Frank kıralı yanında yal­ nız 303 atlı bulunduğu için Şam’lılara karşı 100, Trabulus’lulara karşı 100 ve Emesa’lılara karşı 50 atlı göndererek geride kalan 50 atlıyı de yanında alıkoydu. Bunlar muharebe meydanında karşılaşınca Emesa’lılar ve Şam’lılar sür’atle dağa kaçtılar. H al­ buki sayıları 5.000’den fazla idi. Fakat sayıları 3.000 kadar olan Trabulus’lular muharebe ettiler. S a i n t G i l le s , Türklerin üstün geldiklerini anladığı anda yanında alıkoyduğu 50 frankla birlikte bizzat hücum etti ve Türkleri kırdı. Sonra kaçanları takip etti ve 1000 kadar arap öldürdü. S a i n t G i l l e s , Kilikya’dan çıkarak Trabulus’a gitti, bu şehrin önünde çadırlarını kurarak şiddetli bir muharebe yaptı. Antaradus’u zaptederek buradaki bütün Arapları öld ürd ü ve diğer kalelere karşı harp açtı. Deniz yolu ile gelen başka bir kont, A k k â’yı muhasara etti ve onu ağır kayıplara uğrattı. Bunlar Edessa’yı aldılar, Suriye içinde Araplarla Türklerin ellerinde bulunan her yeri alıp soymağa koyuldular. Arapların 498 (m. 1104) yılında sultan R ü k n ü d - d î n T ü r k y a r u k muhtelif hastalıklara yâni verem ve fistül has­ talıklarına ve diğer ağrı veren arızalara uğradı ve kendisi öleceğini anlayarak eşrafın, oğlu M e l i k ş a h ' a sadakat yemini etmelerini temin ederek oğlunu Bağdat’a gönderdi. O ğ lu dört yaşında olduğu halde C e l â l ü d - d e v l e M e l i k ş a h S u l t a n diye ilân olundu. T ü r k y a r u k ise öldü ve İsfahan’da göm ül­ dü. T ü r k y a r u k ' u . n oğlu M e l i k ş a h ' m Bağdat’ta bulunduğu sırada, amcası Sultan M u h a m m e d de buraya geldi. Bağdat


344

ABU’L - F A R A C TARİHİ

ahalisi ikisi arasında kopacak mücadeleye sürüklenmekten fena halde korktular. M e l i k ş a h 'ın saltanatını idareye memur olan Emir A y a z akıllı bir adam olduğu ve T ü r k y a r u k 'un askerleri onun kumandası altında bulundukları ve ona itaat ettikleri için, bu zat Sultan M u h a m m e d ' t and içirerek şu sözleri söy ledi: “Bu çocuk kardeşinin oğludur. O na itina gös­ termen bilhassa sana yakışır. O nu babasının saltanatından ve mirasından mahrum etmek gerekmez. Nasıl ki sizin beni bana ait olandan mahrum etmeniz yakışmaz,,. Buna karşı sultan, “bu çocuk benim oğlumdur,, dedi ve ona iyi muamele etmeği vaadetti. Emir A y a z da sultanın yanına gitti ve onun tara­ fından izzet ü ikram ile karşılandı. Ertesi gün Emir A y a z büyük bir ziyafet verdi ve sultanı davet etti. Sultan da daveti kabul ederek ziyafete iştirak etti. Fena bir tesadüf eseri olarak Emir A y a z 'ın toplantısına, elbi­ sesinin altına zırh giyen bir kâtip karışmış ve hizmetle meşgul olan kimselerin arasında yer almıştı. Bu adam güçlükle kım ıl­ dayabiliyordu. Sultan bu adamı görerek yanındaki küçük köle­ lerin birine şu emri v e rd i: “git bu adamı araştır, üzerinde ne bulunduğunu anla ve onu kımıldamaktan alakoyan sebebi öğren,,. Bu küçük köle, rivayete göre, gitti, adamın üzerini aradı, sonra sultana gelerek şu haberi verdi: “bu adam elbi­ sesinin altında zırh taşımaktadır,,. Bunun üzerine sultan şu sözleri söyledi: “kâtipler zırh giydiklerine göre Türk atlıları ne kullanacaklar?,, ve Emir A y a z 'ın kendisine bir kötülük yapmak niyetinde olduğunu sanarak yanındaki askere Emir A y a z ' m kafasını kesmelerini emretti. A y a z ' a taraftar olan Türkler hadiseyi haber alınca kendi malları ile başkalarının mallarından taşıyabildiklerini alarak Suriye’ye kaçtılar. Arapların 499 (m. 1105) ve Yunanlıların 1417 (m. 1106) yılında ve mart ayında nehirler kabardı ve Fırat nehri (?) taştı ve Bağdat mahallelerinin birçok evlerini tahrip etti. Bağdat zenginlerinden biri suların ev eşiğine kadar yükseldiğini görerek evin harap olmasından korktu, mallarını, karılarını, çocuklarını ve cariyelerini iki kayığa yükledi ve kayıkçıların kendisini yüksek bir yere götürmelerini istedi. Bunlar hareket ettikten sonra kayıkların biri battı. Bunun içinde 9 asil kız, genç bir kadın, 7 yaşında bir çocuk ile anası bulunuyordu. Bunların hepsi de


ARAP H ÜKÜM DARLARI

345

boğuldular ve yanlarındaki servet de kayboldu, ikinci kayıkta bulunanlar bu felâketi görerek evlerine döndüler. Ertesi gün sular çekildi, insanlar A llaha şükrettiler ve insanın kendini kurtarmağa uğraşmasının boş birşey olduğunu anladılar. A ynı yıl T a n u ş m a n , Malatya’da iki yıl hüküm sürdük­ ten sonra Sebastia’da öldü. Haziranın 28 inci günü K ı l ı ç A r s l a n Malatya’nın önüne geldi ve karargâhını kurarak şeh­ rin şimali şarkındaki kuleyi tahribe çalıştı. K ı l ı ç A r s l a n , şid­ detli bir muharebeden sonra Yunanlıların 1417 (m. 1106) yılının eylül ayının 2 inci g ünü burasını kılıç kuvveti ile değil, andlaşma yolu ile zaptetti ve şehre giderek hâkim olduktan sonra bir kimseye zarar vermedi. Arapların 500 (m. 1106) yılında Musul’a hâkim olan Türk emiri G a b a r m ı ş (Jağarmış) Sultan M u h a m m e d ' e karşı isyan hazırlamakta olduğundan sultan, ismi C a v a l ı olan diğer bir Türk emirini ona .karşı gönderdi ve Musul’u ona verdi. C a v a l ı , Erbil’e vardığı zaman, J a ğ a r m ı ş ordusunu topla­ yarak onunla döğüşm ek üzere hareket etti ise de, yenildi ve esir edildi. Bunun üzerine Musul halkı, ismi Z e n g i olan, J a ğ a r m ı ş ın oğluna sadakat yeminin ifa ettiler ve C a v a l ı ile muharebe için hazırlandılar. Bunlar Konya sultanı K a t ­ l a m ı ş ' m torunu ve S ü l e y m a n ' m oğlu K ı l ı ç Arsl a n 'a haber göndererek ondan yardım istediler. Bunun üzerine J a ğ a r m ı ş ' ı elinde esir tutan C a v a l ı , Musul’a karşı geldi ve karargâhını kurdu. Bu adam burada bir çukur kazdırarak J a ğ a r m ı ş ' ı onun içine yerleştirdi. Ç ünkü Musulluların onu kaçırmalarından korkuyordu. J a ğ a r m ı ş da burada öldü. J a ğ a r m ı ş 'ın mağlûbiyeti sırasında yanında Musul yer­ lilerinden Kusairath oğlu E b û T a l i b namında biri vardı ki Erbil’e kaçmıştı. C a v a l da Erbil hâkimi M u s a k o ğ l u n d a n bu adamı kendisine göndermesini istemişti. Bu adamın gönde­ rilmesi üzerine' C a v a 11 elinde esir olan Erbil Emirinin oğlunu serbest bıraktı. K u s a i r a t h o ğ l u n u n , C a v a l ı nezdine gel­ mesi üzerine Musul’u ona teslim etmeği vaadetti ve bildiği yer­ lerden geniş ölçüde altın toplayıp ona vereceğini söyledi ve sözü­ nü tuttu. Sonra ismi V a d a n o ğ l u olan Musul kadısı, K u s a i r a t h o ğ l u ile arasındaki husumet dolayısı ile C a v a l ı ya haber göndererek K u s a i r a t h o ğ l u n u öldürdüğü takdirde Musul’u


346

ABU’L FARAC TARİHİ

ona teslim etmeği vadetti. C a v a l ı da bu ricayı kabûl etti ve düşmanının kellesini ona gönderdi. V a d a n o ğ l u ' nun bu hareketi Musul içindeki Türkleri kızdırdı. Bunlar da ona hücum ettiler ve onu öldürdüler. Böylece birkaç gün içinde bir kötülük diğer bir kötülük ile mukabele gördü. Bu sıralarda K ı l ı ç A r s l a n , Roma diyarından Kardu adasına geldi, C a v a l ı da burasını bırakıp kaçarak Balad şehrini aldı. Sonra Suriye’ye döndü. K ı l ı ç A r s l a n Musul’a karşı hareket etti ve burasını sür’atle zaptetti. K ı l ı ç A r s l a n , J a ğ a r m ı ş ’ın oğlu Z e n g i ' y e d e , yanında bulunanlara da, şehir halkından birine de dokunmadı. Bilâkis “her kim bir kimse aleyhinde iftirada bulunursa ölüme mahkûmdur,, diye ilân etti. Sonra Şahrazur’lu K a s ı m oğlu Kadı U b e y d u l l a h ' ı eski yerine gönderdi. Sultan M u h a m m e d ’in Musul’da namına hutbe okunmasını yasak etti ve bunun üzerine halifeden sonra onun adına hutbeler okundu. K ı l ı ç A r s l a n Musul kalesine adı B a z m ı ş olan bir adamı koydu ve 11 yaşında bir çocuk olan M e l i k ş a h ' ı hüküm dar unvanı ile Musul’da bıraktığ gibi, anasını da onunla birlikte saraya yerleştirdi. K ı l ı ç A r s l a n daha sonra 5.000 atlı ile birlikte H abur’a doğru ilerledi. Bu sırada Emir C a v a l ı , Halep Emiri R ı d v a n ile anlaştı, bunlar cesur ve atılgan adamlardan 4.000 atlı top­ layarak H abur üzerinde K ı l ı ç A r s l a n ' la karşılaştılar. İki taraf saff-ı harp nizamı alınca K ı l ı ç A r s l a n harikulâda bir cesaret gösterdi. Ç ün k ü bizzat C a v a l ı ' nın ordusu içine daldı, sancağı taşıyan zatın bir darbe ile kolunu kestikten sonra C a v a l ı ' yı da bir kılıç darbesi ile yere yuvarladı ve onun giydiği zırhı bir zarara uğratmadan aldı. C a v a l ı ile R ı d v a n ' m askerleri, K ı l ı ç A r s l a n ' n ı n bu kahramanlığı göster­ d iğini görerek geri kalmamak istediler ve K ı l ı ç A r s l a n ' m askerlerine hamle ederek onları kırdılar ve kaçırttılar. K ı l ı ç A r s l a n , askerlerinin kaçtığını ve tek başına kaldığını görünce, hayatının tehlikeye düşmesinden korktu. Ç ü n k ü bu adamlar onu öldürmezlerse de, kendisine zincir vurularak sultanın yanına g ötürüldüğü taktirde sultan onun yaşamasına imkân vermezdi. Ç ün k ü Musul’da, sultanın adının anılmasını* yasak etmişti. Bu yüzden K ı l ı ç A r s l a n , Habur nehrine atıldı ve kendisini


A RA P H Ü KÜ M D ARLA RI

347

takip edenlere oklar atarak su içinde yüzdü. Kendisi ve atı zırhlı oldukları ve arkasından gelenler de ona ok attıkları için atı boğuldu ve o da atı ile birlikte aynı akıbete uğradı. Birkaç gün sonra cesedi nehrin kıyılarına atıldı ve K ı l ı ç A r s l a n , D am şan(?) adlı köye g ö m ü ld ü 1. R ı d v a n ' ı n Calonicuos’a karşı hareket etmesi üzerine C a v a l ı ve J a ğ r a m ı ş ' m kölelerinden bir harem ağasını yakaiıyarak, ondan 40.000 altın dinar aldı. Sonra kalenin teslimi ve Musul’dan almış olduğu her şeyin iadesi için B a z ­ m i ş ’a. haber könderdi. Ve onun, kimlerle beraber geldiyse onları da alarak sulh içinde geri dönmesini istedi. B a z m ı ş mukavemete muktedir değildi, çünkü efendisi olan K ı l ı ç A r s l a n ’ın ölüm ü ile her üm idi kırılmıştı. O nun için K ı l ı ç A r s l a n ' m karısını ve akrabasını sükûnet içinde alarak Ma­ latya’ya gitti, yalnız K ı l ı ç A r s l a n ' m oğlu M e l i k ş a h ' ı birlikte götürmemişti. Ç ü n k ü C a v a l ı onu sultanın yanma göndermişti. Sonra Cezire’ye gitti ve burasını muhasara etti. J a ğ a r ­ m ış 'm o ğ l u H a b e ş î ona 6.000 dinar ile bir arap atı vermiş olduğundan, o da onu bırakarak Musul’a döndü. Bu adam, Ş a h r a z u r i o ğ l u nu kadılıktan azlederek yerine Erbilli E b û B e k i r ’i tayin etti, çünkü C a v a l ı bu kadar muhteşem bir zaferi kazandıktan sonra şımardı, sultana karşı sadakati aza­ larak eline geçirdiği ganimetten gönderilmesi icap eden hisseyi göndermedi. Bu yüzden sultan G ı y a s ü d - d î n M u h a m m e d ondan mütessir oldu ve ona karşı bir çok emirlerle birlikte Emir M e v d u d ' u gönderdi. Bunlarla beraber Arapların 502 ( m . 1108) yılında büyük bir ordu gönderdi. C a v a l ı bunların gelmekte olduklarını anlayarak Musul’u tahkim etti ve Musula hucum için gelen emirlerden B u r s u k ' un hemşiresi olan karısını, burada bıraktı. Askerlerini surların üzerine yerleş­ tirerek kendisine yardım edecek ve şehir içinde kapanmasına mâni olacak adamlar bulm ak üzere buradan çıktı. Ve bir frank kontu olup Musul’d a esir bulunan B o d z u i n ’ id e birlikte getirdi. Bununla yaptığı anlaşmaya göre kendisine 70.000 1 Muhtasar’a göre K ılıç Arslan «Şemsaniye» de gömülmüştür S. 346 İbn ül-Esir Şemsaniye’nin Habur köylerinden olduğunu ilâve eder. C. X. s. 161 ö . R.


348

A BU 'L-FA RA C TARİHİ

dinar verecek; o da yanındaki arap esirleri serbest bırakacak, yardıma muhtaç oldukça frank ordusiyle ona yardım için gelecekti. O da bu adamı Caber kalesine göndererek sözünü yapmasına kadar orada kalmasını istedi. B o d w i n dışarı çıktıktan sonra hemşiresinin oğlu J o s l i n ’ı (Joscely) getirtti, ona kendi yerine rehine olarak bıraktı ve istenen altınları getirmek üzere hareket etti. Bunun üzerine C a v a l ı ' nın Musul’da bırakılan karısı Musul yerlilerine fena muamele etmeğe ve ağır vergilerle bizar etmeğe başladı. Bu yüzden şehirin bazı adamları yani binalar için harç hazırlayan işçiler, kulelerin birini ellerine geçirerek “yaşasın büyük sultan G i y a s ü d - d î n „ diye bağırdılar, Emir M e v d u d ile onunla beraber bulunanları aynı şekilde selâmladılar ve böylece bun­ lar Musula hâkim olduiar. C a v a l ı ' nın karısı da kardeşi B u r s u k ' un yanına gitti. Bunun üzerine C a v a l ı , Nisibis ve Mardin hâkimi İ l g a z i ' nin yanına gitti. İ l g a z i bu sırada H abur köylerinden A raban’da bulunuyordu. C a v a l i onunla anlaşmak için son derece uğraştıysa da İl g a z i razı olmadı ve onu bırakarak Mardin kalesine hareket etti. C a v a l ı , Rahbut’e hücum etti ve burada yetmiş gün kadar muharebe etti. Sonra J o s c e l y n i Caber kalesinden getirterek ona şahane elbiseler giydirdi, bindiği atı ona verdi; sonra onu dayısı B o d z u i n ’e yollayarak altınların süratle gönderilmesini ve esirlerin serbest bırakılmasını temin etmek istedi. J o s c e l y n Antakya ’ya varınca Antakya kıralı Ta g r i t h (T ancred?) ona 30.000 dinar vererek Halep’ten olan erkek ve kadın yüz arap esiriyle J a v a l i ' ya gönderdi, o d a R ahbut’u bırakarak Calonicus’a karşı hareket etti ve burada günlerce muharebe etti. Bunun üzerine Sultan G ı y a s ü d - d i n , A t a b e y o ğ l u H ü s e y i n nam ında bir emiri göndererek teslim olmasını ve eskisi gibi Musul’daki vazifesinin başına dönmesini emretti. Fakat C a v a l ı itaat etmedi ve Balaş şehirine karşı hareket ederek burasını zaptetti, yağma etti ve büyük tahribat yaptı. Bunun üzerine C a v a l ı tarafından m ağlûp edilen Suriye hâkimi R ı d v a n , C a v a l ı ' nın memleketlerini tahrip etmiş olduğunu görerek Antakya kıralı T a n c r e d ' den yardım istedi. O da 1.500 frank atlısi ile geldi ve R ı d v a n ’ın 600 atlısı bun­


ARAP H ÜKÜM DARLARI

349

lara katıldı. C a v a l ı da B o d r v i n ve J o s c e l y n ’e yardım için gelmelerini istedi, bunların gelmeleri üzerine Tel-beşir civarın­ da muharebe için hazırlanıldı. Franklarla, Rıdvan ın Türkleri, Franklarla C a v a 11 ’nın Türklerine galip geldiler ve onları kır­ dılar. Muharebede birçok Türkler m aktul düştülerse de, Frank­ lar birbirlerini öldürmiyerek atlarından düşürmekle iktifa ettiler. B o d w in ve J o s c e ly n kaçtılar, Tel-beşir’e gittiler ve Cavalı ya taraftar olan Türklerin bir kısmı da onlara katıldılar. Bu Türk­ lerin yaraları tedavi edildikten sonra C a v a h ’ya gönderildiler. C a v a l ı m ağlûp edilmiş olduğu için sultanın merhametine ilti­ cadan başka çare bulamamıştı. Bu adam birkaç kişiyle birlikte kıyafetini değiştirerek, ve adını gizliyerek üçyüz altmış fersahlık bir mesafe olan SuriyeHorasan yolunu onyedi günde aşmış, Sultanın karargâhına varınca, muhafızlara “ben C a v a l z’yım, beni Emir H ü ş e y i n ' in çadırına götürün,, demişti. Ç ü n k ü kendisi R ahbut’a karşı hare­ ket ettiği zaman sultanın onu te’dip için gönderdiği zat, bu idi. Emir H ü ş e y i n onun abasını (?) taşıyarak 1 sultanın yanına götürdü. S u lta n d a ona acıdı, onu affetti ve hizmetine aldı. Sultan K ı l ı ç A r s l a n ’m karısını Musul’dan alıp M alat­ ya’ya giden B a z m ı ş , K ı l ı ç A r s l a n ' m küçük oğlu T u ğ r u l Ar slanı hüküm dar ilân etti. Burada ismi A r s l a n olan bir diğer emir bulunuyordu, bu genç adamın anası onunla an ­ laştı, o da B a z m ı ş ' ı öldürerek bu kadınla evlendi. Bu adam Malatya halkını altın toplamakla bizar ettiği için, genç hüküm ­ darın anası oğluyla anlaşarak A r s l a n ı yakaladılar, kapadılar; hattâ onu öldürdükleri zannedilmişti. Bir yıl sonra bunlar A r s l a n ı kapalı olduğu yerden çıkararak Horasan’a, Sultan G ı y a s ü d - d î n ' in yanına gönderdiler. S ultan d a K ı l ı ç A r s l a n ’m oğlu M e l i k ş a h Malatyaya gönderdi ve M e l i k ş a h bura­ da hüküm dar ilân olundu. M e l i k ş a h , küçük kardeşini T u ğ ­ r u l A r s l a n ı azlederek diğer iki kardeşi M e s ' u d ve A r a b ' ı hapsetti. M e l i k ş a h Malatyada yıllarca kaldıktan ve D a n i ş ­ m e n d o ğ l u tarafından rahatsız edildikten sonra Rom a kıralı A l e x i s’ten yardım istemek üzere onun yanına gitti. M e l i k ­ ş a h sevinç ile karşılanmış ve kendisine birçok altın verilmişti. 1 İbn ül-Esîr’e “ göre kefenini taşıyarak,, C. s. 176. Ö . R.


350

ABU’L- FARAC TARİHİ

Geri d ön d üğü zaman D a n i ş m e n d o ğ l u ona bir pusu kurdu, yakaladı ve gözlerini kör etti. Bunun üzerine Malatya’daki emirler M e s ' u d 'u hapisten çıkarttılar ve Sultan ilân ettiler. M e s ' u d kardeşleri A r a p ve T u ğ r u l A r s l a n ' ı Malatyada bırakarak Konyaya gitti, ve burasını saltanatının payitahtı yaptı. Yunanlıların 1421 (m . 1110) yılında Franklar 7 sene m u­ harebeden sonra Trablus’u Arapların elinden aldılar. Bir yıl sonra Antakya kıralı T a n c r e d , Franklardan müteşekkil büyük bir ordu ile hareket ederek birçok kaleler zaptetti ve bunları Araplardan aldı. Rastgeldiklerinin hepsini öldürdü. Daha sonra Franklar Mabbugh'a geldilerse de burada bir kimse bulamadılar ve şehri tutuşturarak yaktılar. Franklar, Trablus’a döndüler ve burada bahar mevsiminde atlarını besliyerek daha sonra geri dönmek istediler. Franklardan son derece korkmağa başlıyan Araplar, Franklara altın vererek, muharebeden vazgeçirmeğe uğraşıyorlardı.Halep hâkimi R ı d v a n , frank kıralı T a n c r e d ' e 32.000 dinar, 20 A rap atı ve kıymetli kumaşlardan 40 balya gönderdi. Sur hâkimi 7.000 dinar, Askalan hâkimi 4.000 dinar, Şiraz hâkimi M u n k ı d o ğ l u 4.000 dinar, Hama emîri K ü r t A l i 2.000 dinar gönderdiler ve sulh yaptılar. Fakat bu sulh mahsulün toplanmasına kadar devam edecek, daha sonra bunlar aldıkları mahsulü teslim edeceklerdi. A ynı yıl Cenoalı Franklar ( yani Cenevizler ) Arapların Tannis ve Dimyat şehirlerinden gelen birçok gemilerine hücum ettiler ve 70 kadar Arap tacirini esir ederek bunları yüksek fiatla sattılar. Bunlardan 400 sandık Mısır şekeri ile Dimyat kumaşlarından 50 balya yükü ve daha birçok şeyler almışlardı. Bu sırada Halep ahalisinden bir A rap olup İslâm şeriatine vakıf olan bir adam Bağdat’a gelerek frank istilâsı yüzünden bağırm ağa ve ağlamağa başladı. Halk onun etrafında toplana­ rak Cum a günü büyük camiye gittiler ve minberi yıkarak ibadeti durdurdular. Halife ve Sultanın din gayretinden mah­ rum olmaları dolayısiyle sızlandılar. Sultan bu hadiselerden haber alınca Emir M e v d u cTun oğlu E b ü ' l - F e t h M e s ' u d ' u hazırladı, ona büyük bir ordu vererek Musul’a gönderdi ve burada Franklarla muharebe için hazırlanmasını istedi. Yunanlıların 1422 (m. 1111) yılında Sultanın Malatya’daki atabeği, franklardan Ceyhan nehri havalisini geri aldı. A rap­


A RAP HÜKÜMDARLARI

351

ların 505 (m. 1111) yılında Musul Emiri M e v d u d büyük bir ordu ile Suriye’ye indi. Y ol üzerinde Şabaktan ülkesindeki ka­ leleri zaptederek içlerindeki Frankları öldürdü. Sonra Edessa’ya karşı hareket ederek bir m üddet için burada kaldı ise de, şehri zaptetmedi ve onu bırakarak Frankların elinde bulunan Tel-beşir’e gitti. Fakat burasını da ele geçiremedi. Bu yüzden onu da bırakarak H alep’e doğru hareket etti ise de, Halep Emiri R ı d v a n şehrin kapılarını yüzüne karşı kapadı. O da H alep’i bırakarak Şam’a gitti. Emir T u ğ t e k i n şehirden çıka­ rak ona karşı nezaket gösterdi ise de, onun bir hiyanet netice­ sinde Şam’ı zaptetmesinden endişe etti ve bu yüzden Franklara haber göndererek onlarla sulh yaptıktan sonra Emir M e v d u d ' dan yüz çevirdi. A ynı yıl Arapların büyük üstadı G h a z a z A l i 1 vefat etti ve K ilikya’daki Tarsus’ta defnedildi. Bu adam Arapların aptest almağa ve dış yüzlerini süslemeğe ehemmiyet vermele­ rine mukabil günahların kaynağı olan kalplerinin temizliğine ehemmiyet vermediklerini söyler ve bu yüzden yazılarında A rapların aleyhinde ağır bir dil kullanırdı. Kendisi büyük bir eser ya-zmış, zühd ve takvaya teşvik etmiş ve çölde yaşıyan hıristiyanlarm hayatından ve sözlerinden örnekler göstermiştir. Biz de bu yüzden onu anıyoruz. Yunanlıların 1424 (m. 1113) yılında Malatya Sultanı K ı l ı ç A r s l a n ' m karısı, Bula kalesinin hâkimi B a l a k ' m yanına gitti ve ona şu sözleri s ö y le d i: “Sultan nice defalar sizi medhederek dedi ki, bütün Türk emirleri içinde B a l a k derecesin­ de akıllı ve kudretli bir kimse yoktur. Ben de, beni de, çocuk­ larımı da adınızla korumanızı istiyorum,,. B a l a k da onu hi­ mayesine aldı. B a l a k ' ın kuvveti gittikçe arttı ve sultanın karısı ile evlendi. Bu yüzden H a t u n Malatya’ya geri dön d üğü zaman atabeyi atarak oğlunu Malatya kalesine yerleştirdi. Zaid ka­ lesine hâkim olarak B a l a k tarafından rahatsız edilen diğer bir türk de kalesini Malatya sultanına sattı. Kısa bir zaman sonra Horasanlı Sultan M u h a m m e d ( M a h m u d ? ) ’un oğlu geldi ve 1 G azali’den bahsedildiği anlaşılıyor. Gazali Hicretin 505 yılında (ra. 1111) de vefat etmiştir. Ve Tarsus’da değil Toss’da defnedilmiştir. Müellifin Gazali hakkındaki mütaleaları, daha fazla, indidir. Ö . R.


352

ABU’L - F A R A C TARİHİ

Z a id kalesini M alatya sultanından aldı. Bu sırada Malatya ahalisi büyük bir merhamet göstererek Zaid kalesinde esir düşenlerin bir çoklarını satın aldıkları gibi, A rka’da esir düşenleri de Türklerin elinden satın almışlar ve hepsini azad etmişlerdi. A rapların 507 (m. 1113) ve yunanlıların 1425 (m. 1114) yılında Antakya kıralı T a n c r e d öldü ve onun yerine R o g e r geldi. Emir M e v d u d ile maiyetinde bulunan 7.000 atlı yanla­ rında 2.000 piyade ve bir miktar frenk atlıları bulunan B o d m i n ve J o s c e l y n ile karşılaştılar ve iki taraf arasında T aberiye gölü civarında muharebe oldu. Franklar kırılmışlar ve piyadelerin­ den 1.300 kişi maktul düşmüştü. Daha sonra Trablus’taki Frank­ lar bunlara yardım için koştular ve S a n j el' in oğlu ile A ntakya kıralı R o g e r orduları ile geldiler. Franklar, Arapların bulun­ duğu mevkie hâkim bir dağa çıkarak muharebeye devam etmek istediler, fakat 26 gün birbirleri ile tutuşamadılar. Franklar buradan Erdün nehrine indiler. Bunun üzerine kendi şehirle­ rinden uzak olmak dolayısiyle açlıktan mustarip olan Araplar mevkilerini bırakarak Şam civarında çadırlarını kurdular. Cuma günü Emir M e v d u d namaz için büyük camiye gitti. Namazı bitirdikten sonra Emir Tu ğ te k i n ile ikisi elele vererek bi­ nanın harikulâde güzelliğine baktılar. Tam bu sırada adamın biri M e v d u d 'un üzerine sıçradı ve onu dört yerinden bıçak­ ladı. M e v d u d kaldırıldı ve Tu ğ te k i n 'in evine götürüldü ise de orada vefat etti. M e v d u d ' u n köleleri katili yakalıyarak oracıkta parçaladılar. Bazı kimseler Halep emiri R ı d ­ v a n ’ ın bu îsm ailı’yi göndermiş olduğunu sanıyorlarsa da, baş­ kaları T u ğ te k i n ' in bu hâdiseyi hazırladığını ve mahbus olan bir caniye mükâfatlar vaadi ile bu cinayeti işlettiğini ve böylece Eimr M e v d u d ' t a n kurtulmak istediğini tahmin ediyorlar. M e v d u d ' un ölmesi üzerine Emir A k s e n k u r B u r s u k askerler içinden başa geçerek 15.000 adam la birlikte Edessa’ya karşı hareket etti ve burada 2 ay kadar kaldı. Arapların 508 (m. 1114) yılında Franklar, Edessa’dan çı­ karak Arapları mütemadiyen öldürüyorlardı. Bunlar biı defa şehirden çıkarak onbir arabı yakaladılar ve şehre getirerek Türklerin gözü önünde ellerini ve ayaklarını kestikten sonra cesetlerini duvarlara mıhladılar. A k s e n k u r bu hâdiselerden müteessir olarak 50 frank esirini getirdi ve bunları öldürdü.


ARAP HÜKÜMDARLARI

353

Türkler açlıktan son derece mustarip olarak Edessa’yı terkettiler ve Ermeni K h o g h B a s i l ' in karısı tarafından idare edilmekte olan Samosata’ya gittiler. Bu kadın ayni zamanda M ar’aş, Kişum ve R aban’a da hâkimdi. Kocasının ölümünden sonra idareyi ele alan bu kadın bütün bu memleketleri akıl ve basiretle idare etmekte idi. Kendisi atlılardan ve piyadelerden büyük bir ordu toplamış ve atlıların herbirine on ikişer, piya­ delerin herbirine de üçer dinar aylık bağlamıştı. Ermeni’lerin sultanı bu mahiyette bir insandı. Romalılar kendilerini toplayarak memleketlerinin bir kısmını Araplardan istirdat ettikleri zaman Türklere karşı mukavemet edememekle beraber, iç ülkelerini istilâ etmişlerdi ve Romalıların idaresi altında yaşayan Ermeniler, dağlara ve erişilmez yerlere iltica etmişlerdi. Bu sırada K ilikya’da R o f i n u s ' un oğlu olan C o n s t a n t i n e ' i n iki oğlu bulunmakta idi. M i c h a i l ile I o h a n n e s , Garğar ve Bet Bula’da bulunuyorlardı. Kişum, Raban, Bet Hesne ve K al’ai Rum ise K h o g h B a s i l ' in yani hırsız W a s i l ' i n idaresinde idi. Samosata’da C o n s t a n t i n e ile T a h t u g bu­ lunmakta idi. Yastafor, S a n b i l ' in oğullarında idi. K h o g h B a s i l ' e ve onun karısının kâhyası olan ve D h e g h a B a s i l , yani Genç B a s i l ' e iltihak edenler Suriyeli idiler. K h u r t i g ( Khurdik ? ) yukarıda anlattığımız kadının idaresine bakan ve Suriyelilerden nefret eden fena bir adam dı. Kendisi K i­ şum civarındaki Daira Sum akta’yı zaptederek onu Ermeni K a t o l i k o s ’u K h r i k o r i o s ( Gregorius ? ) ’a verdikten başka Zabar dağında bulunan Bet Kenaye’deki 5 manastırı da köy­ lere çevirmişti. Arniş kalesi de esas itibariyle bir manastırdı. K h u r t i g buradaki rahipleri kovdu ve onların yerine as­ kerler ve muhafızlar koydu. Bundan başka rahiplerden 2.000 dinar isteyerek işkenceye uğrattı. Antakya kıralı T a n c r e d Kişum ’a karşı iki yıl harbetti ve en büyük güçlükle onu zaptedebildi. Ç ün k ü K h u r t i g hilekâr bir adam idi ve Franklar ancak bir plân hazırladıktan ve ona bir frank kadını gönder­ dikten sonra kaleyi alabildiler. A d ı K a l a m a r i a olan bu frank kadını K h u r t i g ' i zehirleyerek öldürmüştür. K h o g h B a s i l' in karısı, türk askerlerinin memleketini istilâ edip her tarafı tahrip ettiklerini görünce, Habura £m iri A k ­ s e n k u r ' a haber göndererek ona sevgisini vaad etti ve yardım A b 'u b F a ra c ta r ih i F . 23


354

ABU’L - FA RA C TARİHİ

istedi. O da kendisine S e n k u r D ı r az, yani uzun S en k u r nam ında bir elçi gönderdi. K adın şahane taht üzerine oturarak muhteşem elbiseler giyen genç kızlardan müteşekkil hizmet­ çilerini etrafına aldı. S e n k u r içeri girince ona da karşısında ayrı bir taht kurdurdu ve onunla konuşurken kurnazca hareket etti ve en tevazu ifade eden arapça kelimeler kullandı. S e n k u r le beraber gelen Türkler çadırlarını şehir dışında kurdukları sı­ rada o da elçiye “adamlarınıza emrediniz, geceyi şehir dışında geçirmesinler. Ç ün k ü casuslarım tarafından getirilen malûmata göre Franklar onları ele geçirmek için hazırlanmışlardır,, dedi. S e n k u r , gururu yüzünden, bu sözlere ehemmiyet vermedi ve nasihati kabul etmedi. Fakat 700 frank atlısı geldiler, Türkleri yakaladılar ve bunların çok azı kaçabildi. Bu hâdiseden sonra kadın S e n k u r D ı r a z ' ı birçok hediyeler ile birlikte Emir A k s e n k u r ’a iade etti. O da bu kadının memleketinden çekilerek Serug’a gitti. Burada 5 gün kadar harbetti ve y a­ nındaki askerler buradaki sebzeleri ve mahsulleri yediler. A ks e n k u r buradan Şabaktan’a gitti ve burada büyük bir zi­ yafet verdi. Sultanın Harran’da kalan ve M e v d u d ile birlikte Fıratı geçmeyen oğlu Melik M e s ' u d buraya geldi. Sonra A r t u k o ğ l u İ l g a z i ' nin oğlu olan Mardin Emiri A y a z ' ı esir etti ve M ardin havalisini zaptetti. Y unanlıların 1426 (m . 1115) yılında son teşrinin 29 uncu gününde ve arapların 6 ıncı ayının 29 uncu gününde son de­ rece şiddetli bir zelzele oldu. Bu yüzden bütün Mar’aş şehri yer altına göm üldü ve bütün şehir halkı için bir mezar oldu. Sam osata’da b irço k evler yıkıldı ve bu sırada burada bulunan G argar hâkim i C o n s t a n t i n ile birlikte enkaz arasında boğul­ dular. Edessa surunun kulelerinden 13 ü düştü ve Harran suru­ nun bir kısmı yıkıldı. Balaş kalesinin yarısı ile 100 ev yıkıldı. Kişum’da Mar John kilisesi ile K ırk Şehit kilisesi yıkıldı. Fakat bu kiliseler piskapos D i o n i s i u s’un yardımı sayesinde yeniden inşa olundu. A rapların 509 (m . 1115) ve yunanlıların 1427 (m . 1116) yılında A ntakya kıralı R o g e r 500 atlı ile Halep ve Maarra emiri A k s e n k u r ' a karşı hareket etti. A k s e n k u r ile kardeşi Zangi kaçtılar ve bir dağa çıktılar. Franklar, Türk askerlerini öldür­ mekle, çarşıdaki tacirleri ve dükkânları soymakla meşguldüler.


A RA P H Ü KÜ M DARLARI

355

Aksenkur ile kardeşi pek az kimse ile birlikte kaçtıkları için Franklar onları bir fersah kadar takip ettilerse de kendilerine yetişemediler. Sonra geri döndüler ve 3.000 Türkü esir alarak Türklerin çadırlarını kırıp geçirdiler ve hepsini yaktılar. Bundan başka buradaki küçük çocukları ve işe yaramayan ihtiyarlan ateşte yaktılar ve geride kalan halkı zincirler içinde A ntakya’ya götürdüler. Halep emiri R ı d v a n , dostlan olduğu için ona 8 hecin, 3 at, 2 katır, şeriate vakıf 2 adam, 2 genç Türk ile Türk emirlerinden olan E b û ’ l- v e f a ' nın başını gönderdiler. A n ­ takya’da büy ük şenlikler olmuştu. Arapların 511 (m. 1117) yılında Sultan G ı y a s ü d - d i n M u h a m m e d b. M e l i k ş a h İsfahan’da öldü ve ondan sonra oğlu Sultan M a h m u d yerine geçti. A ynı yıl Halife M u s t a t h e r 1 Bağdat’ta öldü ve ondan sonra küçük oğlu M ü s t e r ş i d geldi. A yn ı yıl (Y u n an lıların 1429, m. 1118) kıral A l e x i s , Ağustos ayında öldü. A kıllı ve kudretli bir adamdı. A kıllılığı sayesinde İstanbul’u Franklardan kurtardı.O ndan sonra oğlu I w u n i ( J o a n ­ n e s) yerine geçti. Fakat kardeşi, hemşiresi ve anası ona karşı hainane hareket ettiler. Kendisi, kardeşini ve hemşiresini sür­ güne gönderdikten ve anasının saçlarım tıraş ederek onu bir manastıra yerleştirdikten sonra mevkiini sağlamladı. A ynı yıl Mısır sultanı ve Gazne sultanı öldüler. Kısa bir zaman sonra A ntakya kıralı R o g e r maktul düştü. İki yıl zarfında ölen kıralların sayısı on üç’e vardı. Bunların ölüm ünden önce şiddetli bir zelzele oldu ve kısa bir zaman sonra bu kırallar öldüler. M ü s t a z h i r ’den sonra oğlu M ü s t e r ş i d 17 yıl, 8 ay hüküm sürdü. Tahta geçtikten sonra babasına ait olan birçok şarap küpleri bularak bunların hepsini kırdı ve parçalarını da­ ğıttı. Sonra saraydaki hanende erkekleri ve kadınlan kovdu. M ü s i e r ş i d , bir gece rüyasında babasını gördü ve babası ona şu sözleri söyledi : “ beni sana yakın olmaktan kurtar. Yoksa ben seni yakınım a alırım,,. Titreyerek uyanan M ü s i e r ş i d , afif ve nezih bir adam tavrı ile hareket ediyordu. Kendisi hazinedar A h m e d oğlu E b û T a h i r m sarayını zaptetti ve onun içinde bir kilise ile bir mezbahm bütün levazımını buldu. Bunun sebebini sorunca E b û T a h i r şu cevabı v e r d i: “H ıris1 müştür.

» Müstazhir, İbn ül-Esîr’e göre 512 senesinin Rebiulahirinde öl­ C. 10 S. 201 ö . R.


356

ABU’L- FA RA C TARİHİ

tııjan bir karım var ve benim hareket etmiştir,,.

malumatım olmadan

bu şekilde

A rapların 512 (m. 1118) yılında A r t u k oğlu Emir / / g a z i Harran’ı zaptetti ve buradaki meşhur hükemayı ve kadıyı esir etti. Yunanlıların 1430 (m . 1119) yılında Halep emiri, Antakya kıralı R o g e r e birçok altın vermekle beraber sulhu yalnız 4 ay, yani mahsulü toplayıp anbar edinceye kadar devam ettirebildi. Bunun üzerine R o g e r geldi ve Haleb’e karşı çadırlarını kurdu. Halep halkı da Mardin Emiri A r t u k o ğ l u İ l g a z i ' y e iltica ettiler. O da 7.000 Türk topladı, Franklarla karşılaşmak üzere hareket ederek bunları kırdı ve kıral R o g e r in kendisi de m u­ harebede maktul düştü. Muharebe arasında kaçabilen Franklar A ntakya’ya iltica ettiler. Türkler A ntakya havalisini zaptederek K aradağ’da birçok rahipleri öldürdüler. Nihayet Kudüs kıralı (11 in ci) B o d ı u i n hadiseden haber alarak Türkleri takip etti. Frank piyadeleri Türklerin bir pususunu tahrip ettikten sonra kıral B o d z u i n tekrar bunlara karşı hareket etti ve hepsini kırdı. Sonra İ l g a z i ' y i takip etti ve elindeki ganimetleri alarak A ntak y a’ya gitti. Müteveffa Mar M i c h a i l der ki: “D a n i ş m e d oğlu G a z i , Frankları kırdı ve R o g e r ' i öld ürd ü,,, ihtimal ki bu hata isim müşabeheti yüzündendir. A ynı yıl Malatya sultanı, Ceyhan ve Elbistan havalisini zaptederek Katia kalesine hakim oldu. Bu senenin Şubat ayında Franklar Malatya havalisini aldılar ve Türkler, G a rg a r ’ı zaptettiler. Malatya sultanı, Kemah havalisini almış ve buranın emiri Trabzon’daki rumlara iltica etmişti. G a b r a s da onunla beraber idi. Sultan ile B a l a k Rumlarla harpederek bunları m ağlûp ettiler. G a b r a s ele düşmüş ve 30.000 dinar vererek kendini kurtarıp kendi memleketine git­ mişti. İstanbul kıralı İ ı v a n i (Jo a n n e s ), Türklerden üç kale aldı. İ l g a z i , Edessa havalisindeki mahsulü yaktı ve Antakya havalisini zaptetti. Şam Emiri T u ğ t e k i n öld ü ve yerine geçen oğlu, A l t ı n t a ş adlı bir Türk tarafından öldürüldü ve bu adam kendini Şapı sultanı ilân etti. Arapların 515 (m. 1121) yılında Musul’daki Melik M e s 'u d , kardeşi Sultan M a h m u d ' a karşı isyan etti. Fakat emir Z a n g i onu ila beraber hareket etmedi ve kardeşinin hareketini tasvip etmedi. M e s' u d bir ordu toplayarak kardeşi ile karşılaştı ve


ARAP HÜKÜM DARLARI

357

onu kırdı. Sonra onu yakalayarak kendisine zincir vurdu ve Musul’u, Cezire, Sincar ve Nisibs ile birlikte, B u r s u k î namında bir emire vererek onu bu havaliye gönderdi. Bu sırada İstanbul’un yunanlı kıralı, A r t u k oğlu İ l g a z ı’ye şu haberi g ö n d e r d i: “D ik k a t edin. Suriyeye denizden büyük bir ordu geliyor. Bu ordu ile dövüşmek üzere hazırlan, ihtiyacın versa 30.000 adam göndererek sana yardım edebilirim,,. Bunun üzerine I l g a z i , sür’atle hareket etti, lim anlan zaptederek bir çak Frankları öldürdü ve bunlardan hayatta kalanlar frank di­ yarına döndüler. Bu hadise, Rum ların hiyaneti yüzünden vuku buldu. Bu sırada G argar’daki Ermeniler, Zaid kalesinin, Bula ve Malatya havalisini gizlice tahrip ediyorlardı. Türk Emiri B a l a k , Gargar emiri ermeni M i c h a i l ' t haber göndererek kendisine her yıl 1000 yük buğday ile memleketi dahilindeki köylerden 3 ünü vermesi lâzım geldiğini bildirdi. M i c h a i l hır­ sızlıkların kendi memleketinde bulunm adığına dair mükerrer defalar yemin etti ise de sözünü tutmadı ve hırsızlar H anzit’teki köyleri yakm ağa devam ettiler. Bunun üzerine B a l a k şubat ayında dağların karlarla örtülü olduğu sırada Fırat’ın buzları üzerinden G ubus’a geçti ve Keryona adını taşıyan dağ üzerindeki yola başıboş 1000 atı bırakarak karları düzledi. Türk orduları dağı aştılar ve günün birinde S a w m a oğlunun manastırına vardılar. Türkler Esetha dağını geceleyin aşarak sabahleyin bu memlekete vardılar ve haftanın ikinci günü burasını aldılar. Hadise 1432 ( m. 1121) yılının ocak ayının başlarında vukubulmuştu. A hali ile davarları ve başka her neleri varsa zaptedilmişti. Emir, hıristiyan olan askerlere (yahut köylülere) son dereca merhamet gösterdi, bunları köle yapmaya­ rak H anzıt’da yerleştirdi ve kendilerine ait olan herşeyi ellerinde bıraktı. Bunlar G argar’a dönmeyeceklerine dair yemin ettiler. Döndükleri takdirde bir daha canlarını kurtaramayacaklardı. Yunanlıların 1433 (m. 1122) yılında Sultan M a h m u d İberyelilerin memleketine büyük bir ordu gönderdi. Türkler bu memlekete girince İberyeliler kıralı müstahkem mevkilerini kapayarak Türklerin birçoklarını imha etti. Frank J e s c e l y n , Gubos memleketini aldı. Arapların 516 (m. 1122) yılında A r t u k oğlu I l g a z i öldü. J e s c e l y n , karısının ölüm ü üzerine Antak­ ya kıralı R o g e r in kızını ikinci zevce olarak aldı ve onu


358

ABU’L- F A R A C TARİHİ

Edessa’ya götürmek istedi. B a l a k ona bir pusu kurdu vekadını ele geçirerek Bula’ya gönderdi. Ermeni M i c h a i l , Türkler tarafından mağlup edildikten sonra G argar’ı kıral B o d w i n ’e verdi ve onun memleketinde bir şehir aldı. Arapların 517 (m. 1123) yılında Musul kadısı Ş a h r a z u r î oğlu Bağdat’a geldi, Halifeye 5.000 dinar verdi ve Musul’dan Basra’ya kadar Dicle’nin garbında bulunan memleketlere malik oldu. Yunanlıların 1434 (m. 1123) yılında Franklar Sanga nehri üzerinde karargâh kurmuş bulundukları sırada, Türk Emiri B a l a k ' ın askerleri bir pusudan çıkarak bunlara y ük­ lendiler. Türkler, Frankların karargâhını altüst ettiler ve kıral B o d ı v i n 'i de beyaz elbise haftasının dördüncü günü esir ettiler. Bunun üzerine Kont J o s c e l y n ve Kont G a l e r a n bütün yaz Türklere karşı hazırlandılar ve hazırlıklarını tamam­ ladıktan sonra harbe girdilersede kırıldılar ve J o s c e l y n ile G a l e r a n hac bayramının fecir vaktinda esir düştüler. B a l a k bunların üçünü de Zaid kalesindeki bir m ağaraya kapadı. Şehirdeki Ermeni işçiler kalede çok az asker bulundu­ ğunu bildiklerinden şehir kapısında toplandılar ve aldıkları ücretlerden sızlanıyormuş gibi hareket ederek buldukları kılıç­ lara sarıldılar ve Türk muhafızları öldürdüler. Sonra mağaraya doğru koştular, kıral B o d z v i n ile J o s c e l y n ve G a l er a n ' ı çıkardılar. Bunlar Arapları öldürdüler ve Zaid kalesine, yani Hartabert (yahut Harat-parat) kalesine hâkim o ld u la r./ o s c e l y n bir ermeni ile birlikte geceleyin çıktı, kaleyi muhafaza edebil­ mek ve kıral namına zaptetmek üzere frank ordusunu aradı. J o s c e l y n ' i n gitmesinden sonra B a l a k geldi ve kaleye karşı mancınıklar kullanarak onu zaptetti, 70 frank ve ermeniyi öldürdü ve kıral B o d ı v v i n ile kız kardeşinin oğlu G a l er a n ı alarak Mabhug a doğru hareket etti. B a l a k burada harp ettiği esnada surdan atılan bir ok ile yaralanmış ve ölmüştür. Bunun üzerine B a l a k ' m askerleri Halep’e kaçtılar ve onun ismi Te m ü r t a ş olan amcasının oğlunu başlarına geçirdiler. T e m ü r t a ş kıral ile hemşiresinin oğlu mukabilinde 100.000 dinar aldı ve kıral B o d z o i n K udüs’e döndü. B a l a k ailesin­ den olan S ü l e y m a n , Zaid kalesini, Malatya sultanı, Masara ve G argar’ı aldılar. Bu sırada cenuptan şimale kadar


ARAP HÜKÜM DARLARI

359

gök yüzünü kaplayan bir yıldız göründü. Yıldızın eni bir beygirin boynuna benziyordu ve bu yıldız iki ay görünmekte devam etti. Yunanhların 1435 (m . 1124) yılının 13 Haziran Cuma günü Sebastia emiri D a n i ş m e n d o ğ l u Emir G a z i Malatya’ya karşı hareket ederek bütün memleketi aldı ve şehri bir ay ra­ hatsız etti. Sonra oğlu M u h a m m e d ' i Büyük-Sam an köyünde büyük bir ordu ile bırakarak her gün şehrin kapılarına hü­ cum etmeği ve bir kimsenin şehre girip çıkmasına müsaade etmemelerini emretti. A r a p , D a n i ş m e n d ’lerin memleketle­ rine bir eşkıya gibi taarruz etmekle meşgul olduğundan bu sırada şehir içinde bulunmuyordu. Şehir şiddetli bir kıtlığa uğramıştı. Bir merkep yükü buğday 36 altın dinara, satılıyordu. Nihayet şehir dahilinde gıda namına hiç bir şey kalmadı; in­ sanlar eskimiş derileri, su içinde yumuşatmağa, bunları ve bun­ lara benzer şeyleri çiğnemeğe başlamışlardı. Kedi, köpek, hatta ölü eşek cesetlerine rastgelinmiyordu. Acınacak hale gelen şe­ hir üç ağır darbe ile karşılaşmakta idi. Şehir içinden kaçanlar dışarıda kılıç darbeleri ile mahvoluyor, içeride kalanlar kıtlık yüzünden yıkılıyorlardı. Üçüncü darbe, şehrin içinde bulunan ve ikinci bir J e z e b e l rolü oynıyan valide sultan idi. Bu ka­ dın Musul’dan kurtarılarak buraya getirilmişti. Ve altınlarını almak için hür insanların çocuklarını işkenceye tabi tutuyor ve bunları soymak sayesinde şehirden kaçmağı umuyordu. Bu kadın, bütün şehir halkını öldürmeği göze almıştı. G ö k yüzünde doğan bir takım yıldızlar yeryüzüne düşüyormuş gibi görünmekte idi. Nihayet Allah hayatta kalan Hıristiyanlara acıdı ve 1436 (m. 1125) yılının 10 aralık ayının sabahı bu mel’un kadın ile oğlu şehirden çıkıp gittiler ve Emir G a z i şehre girdi. A ha­ linin kıtlık yüzünden mezardan çıkmış gibi olduklarını gören Emir onlara teselli verdi, çiftçilere tohumluk buğday dağıttı ve her taraftan koyunlar ve davarlar getirtti. Bu sayede şehir yeniden dirilmeğe başladı. M a r M i c h a i l , Halife M ü s t a z ­ h i r ' in bu sene öld üğünü ve oğlu M ü s t e r ş i d ' in yerine geçtiğini söylerse de hata ettiği ve arapların kamerî yılları ile y u ıa ılıla rın yıllarını karıştırdığı anlaşılıyor. Yunanlıların 1437 (m. 1126) yılında Hama Emiri, Kefar Tab’ta Franklar tarafından öldürüldü. Franklar G abala’yı aldı­


360

ABU’L - F A R A C TARİHİ

lar ve Venedik Franklarının gemileri gelinceye kadar Sur’u muhasara ettiler. Kudüs kıralı da yardım a geldi ve şiddetli bir maharebeden sonra burasını aldılar. M e l i k A r a p bir ordu toplayarak Konya sultanı olan kardeşi M e s' u d ile harbetti. Sebebi D a n i ş m e n d l er ile bir anlaşma yapması idi. Bunun üzerine M e s ' u d İstanbul’a kaçtı ve Y un a n kıralı I w a n i tarafından sevinçle karşılandı. Kıral ona bir ordu ile birçok altınlar verdi. O da hareket ederek Emir G a z r’nin yanına geldi ve ikisi birlikte M e l i k A r a p ile harbettiler. A r a p , Toros (T h e o d o ru s?)’a kaçtı. Bu adam K ilikya’nın ermeni hakimi idi. A rapların 520 (m. 1126)- yılında İsmaililerden on kişi Musul büyük camiinde Musul emiri A k s e n k u r B u r s u k ' un üzerine atıldılar. Kendisi bunların üçünü kendi eli ile öldürdü ise de geride kalanlar onu öldürdüler. Yerine oğlu İ z ü d d î n M e s ' u d , Musul, Kardu adası, Bet Nahrin, Hama vesair yerlere hakim oldu ve bir sene yaşadıktan sonra öldü. Daha sonra küçük kardeşi, onun yerine geçti ve babası B u r s u k ’un kölelerinden olan Türk Emiri C a v a l ı onun idaresini ele aldı. C a v a l ı , Musul kadısı Ş a h r a z u r î oğlu E b û ' l- H a s a n A l i ' yi ve S a l a h Y a g u b s â n i ' yi Bağdat’a elçi olarak gönderdi ve böylece B u r s u k i ’nin küçük oğlunun tahtını sağlamlamak istedi. Bunlar sultana şu sözleri söylediler: “Musul, Franklara karşı durm ağa muktedir kuvvetli muhariplere muhtaçtır. Ç ün k ü Franklar bütün arapları titretiyorlar.,, Sonra bunlar Vasıt ve Bağdat valisi olan K a s ı m üd-devle A k s en k u r u n oğlu atabey Z a n g i ' ye işaret ettiler. Sultan, muvafakat etti. Z a n g i için ferman çıkardı ve onu Musul’a gönderdi. Z a n g i evvelâ Bawazigh (Bet Vazık)’ı aldı ve buradan Musul’a hareket etti. C a v a l ı , ona karşı gelmek üzere hare­ ket etti ise de Z a n g i , Rahbut’u ona verdi ve onu buraya g ön ­ derdi. Z a n g i Musul’a giderek kalenin idaresini S a l a h Y a g u b s â n î'y e , Musul ve etrafının kadılığını Ş a h r a z u r î oğluna, ve zürriyetine verdi. Sonra Z a n g i , Cezire,*Erbil, Şigar, Rahbut, Halep, Ham a ve Emese’yi aldı. Yunanlıların 1438 (m. 1126) yılında G a z i ile A r a p muharebe m eydanında tekrar karşılaştılar ve A r a p mağlup


A RA P H ÜKÜM DARLARI

361

edildi. G a z i onu takip ederek çadırlarını yağma etti. Sonra Kum una ve A nkira’ya karşı hareket ederek şiddetli muha­ rebeler yaptı ve M e l i k A r a p tarafından buraya kapatılan oğlu M u h a m m e d . ' i kurtardı. Melik A r a p tekrar bir ordu topladı ve G a z i ile dövüştü ise de yine m ağlûp edildi ve Rumlar tarafına kaçtığı sırada kaybolarak bir daha ona dair haber alınamadı. 1438 (m. 1127) yılında B o h a i m o n d oğlu B o h a i m o n d , Romalılar tarafından gelerek A ntakya’ya hâkim oldu. Franklar arasında ayrılıklar başgösterdi ve j o s c e l y n bütün A ntakya’yı zaptetti. Patrik bu hareketten müteessir olarak kiliselerin kapılarını kapadı, çanların çalınmasını ve ibadetlerin yapılma­ sını menetti ve J o s c e l y n in bütün ganimetleri geri vermesine kadar vaziyet bu şekilde devam etti. Yunanlıların 1439 (m. 1128) yılında Halep arapları J o s c e l y n den korkarak ona her yıl 12.000 dinar vermeği taahhüd ettiler, o da bunun mukabilinde onları tazyik etme­ yecekti. D aha sonra Halep Türkleri, J o s c e l y n in frank ahçılalarını altın ile iğfal ettiler. Bunlar da J o s c e l y n ile yanında bulunan altı atlıya zehirli içkiler verdiler. A ltı atlı öldülerse de J o s c e l y n Allahın inayeti ile ve tabiplerin tedavisi ile kurtuldu ve kendisine zehir verenlerle oğullarını öldürdü. A ynı yıl Malatya’dan atılan T u ğ r u l A r s l a n Malatya’yı istilâ etti, dış kısımlarını aldıktan sonra geri döndü ve bir daha görünmedi. Y unanlıların 1440 (m. 1129) yılında J o s c e l y n , A m id ’e giderek Aşoma dağında yaşayan Türkmenleri ve Kürtleri soydu ve şehir kapısına kadar rastgeldiği bütün köyleri yağm a etti. A rapların 523 (m. 1128) yılında Musul emiri Z a n g i , sul­ tanın Musul’u Dubais'e vermek istediğini işiterek sultanı g ör­ mek üzere Babil’e geldi, sultana karşı tevazu göstererek ona 100.000 dinar takdim etti ve azledilmemek için ricada bulundu. Z a n g i , halifeye de birçok hediyeler vererek D u b a i s' in her­ hangi bir yere tayin edilmesine mani olmak istedi. Eserimiz muhtasar bir hulâsa olduğu için halife ile maadiler (göçebeler) hüküm darı olan D u b a i s arasında vuku bulan muharabelerden, D u b a i s’in sultana tutunarak halifeyi üzmesinden, onun Bağdat’a gelmesinden ve zerre kadar kork­ mayarak şehirde dolaşmasından, ve halifenin şahsından perva


362

ABU’L- FA RA C TARİHİ

etmemesinden, sultanın hastalığı sırasında sultanın küçük o ğ ­ lunu ele keçirerek, kaçmasından Küfe, Basra ve Hille’yi zaptet­ mesinden, birçok altınlar toplamasından, ve yanında 10.000 atlı bulundurmasından, bu atlıları çöle götürmesinden ve buna benzer bir çok marifetlerinden bahsedemeyeceğiz. A nlatıldığına göre, D u b a i s ile halife arasında vuku bulan muharebelerin birinde D u b a i s yenilmiş ve bütün adamları kılıçtan geçirilmiş olduğu halde tek başına kaçmış, Fırat’tan yüzerek geçerken yaşlı bir göçebe kadın tarafından görülm üş ve bu kadın ona şu sözleri söylemişti : “ Dubeyr ( yani bedbaht a d a m ) geldin m i? „ . Fakat kendisi darılmayarak şu cevabı vermişti: “Bedbaht, geri dönmeyen kimseye derler.,, Bu yıl içinde Franklar, Ismaililerle muharebe meydanında karşılaştılar, bunların 10.000 ini kırdılar ve Fenike’de almış oldukları birçok kaleleri yeniden zaptettiler. Suriye’de bulunan bütün Araplar, Franklardan titriyorlardı. Franklar, Şam’a karşı hareket ettiler ve burasını sıkı bir surette muhasara ettiler. Şamlılar her yıl 20.000 dinarlık bir vergiyi kabûl ettikleri için, Franklar d a burasını bırakıp geri döndüler. Bu sırada Franklar M ardin’de Şabakatan’a ve buradan Mısır’ın hududu üzerindeki Ariş’e kadar bütün memlekete hakimdiler. Bütün Suriye’de Arapların elinde Halep, Hama, Emesa ve Şam ’dan başka bir yer kalmamıştı, bunlar da vergi veriyorlardı. Franklar Halep’­ ten mahsulün yarısını alıyorlardı. Bu hususta o kadar ileri git­ mişlerdi ki Halep’in Babü’l -ferec tarafındaki bir değirmenin çıkardığı unun yarısına el koyuyorlardı. Bunlar Şam’da bulu­ nan hıristiyan kölelere a iam lar göndererek bunları saydılar, A raplarla beraber yaşamak istemeyenleri mukabilsiz alıp götür­ düler. Frankların reisleri Am id, Nisibis ve Ras A yn ’a kadar gelmişler, Calonicus ve Harran ahalisi bunların yüzünden en biçare vaziyete düşmüşlerdi. A raplar çöl yolu ile şarktan Ş am ’a güçlükle seyahat edebiliyorlardı. Y unanlıların 1441 (m. 1130) yılında K ilikya hakimi T o r o s öldü ve kardeşi L e o n yerine geçti. A ntakya hakimi Frank B o h a i m o n d , L e o n ile kavga etti. Arapların 524 (m. 1129) yılının mart ayının 8 inci günü Bağdat’ta şiddetli bir zelzele oldu ve birçok evler bir yığın enkaza döndü. Musul’da da büyük bir bulut yükseldi ve sağnak, sağnak yağmur y a ğ d ı; sonra


A RA P H ÜKÜM DARLARI

363

havadan yer yüzüne yanan kömürler düştü ve bunlar birçok evleri eşyası ile birlikte, yaktı. Bu hakikaten dehşet verici bir hadise idi. Aynı yıl Rumların C a s i a n u s adlı valisi D a n i ş ­ m e n d o ğ l u Emir G a z i ’ye giderek Pontus’taki birçok kaleleri ona devretti, o da bütün K apadokya’ya hakim oldu. Sonra birçok askerler toplayarak yağma kastı ile K ilikya’ya gitti. A ynı günde A ntakya hakimi B o h a i m o n d diğer bir taraftan aynı yere geldi. Fakat hiç biri ötekinin burada bulunduğuna vakıf değildi. Bunun üzerine Türklerle Franklar birden bire muharebeye tutuştular ve Ermeni L e o n bunların her hangisi ile birlikte dövüşmekten çekindi. Türkler Frankları mağlup ettiler ve B o h a i m o n d 'u öldürdüler. Ç ü n k ü onun kıral oldu­ ğunun farkında değillerdi. Bunun üzerin'e L e o n kalelerini T ürk­ lerin yüzüne kapadı ve Türklerden birçoklarını öldürdü. Arapların 525 (m. 1130) yılında Şam Emiri göçebe arap D u b a i s ' ı esir etti ve onu Musul Emiri Z a n g i ' y e vererek Z a n g i ’nin nezdinde esir olan oğlunu kurtardı. Y unanlıların 1442 (m. 1131) yılında Kudüs kıralı ile J o s ­ c e l y n K udüs’ten çıkarak A ntakya’ya geldiler ve burada hüküm sürmek istediler. Fakat A ntakya ahalisi kapılarını bun­ ların yüzlerine kapadılar. Bunlar A n tak y a ’nın Bohaim o n d ’un kızına ait olduğunu ve onun namına idare oluna­ cağını, kızm yetişip evlenmesi üzerine kocasının Antakya hakimi sayılacağını söylediler ve bu yolda and içtiler. D a n i ş ­ m e n d o ğ l u Emir G a z i K ilikya’yı istilâ ederek kaleler zap­ tetti. Bunun üzerine Ermeni L e o n ona karşı tavazu göstere­ rek memleketine akıncılar göndermeyeceğine ve her yıl vergi vereceğine dair yemin etti. Fakat L e o n yalan söyledi ve hiç birşey vermedi. Rum kiralının kardeşi İ s a c i u s (?) K ilikya’daki L e o n 'un yanına gitti ve kızını ona zevce olarak verdi ve Masista (Mopsuestia) ve A d a n a ’yı mehir olarak takdim etti. Daha sonra ikisi arasında ihtilâf çıktı ve İsacius (?) ile oğlu, Konya sultanı M e s ' u d 'un yanına kaçtılar. J o s c l y n 'in ölüm ünden sonra ikinci J o s c e l y n , Edessa’ya hakim oldu. A ynı yıl içinde Sultan M a h m u d ' n n Bağ­ dat’tan Horasan’a gitmesi üzerine kardeşi M e s ' u d onun huzuruna gelerek tevazu gösterdi ve onun karşısında bir g a ş i y e, yani bir eğer örtüsünü taşıdı. İki kardeş kucaklaş­


364

ABU’L - FA RA C TARİHİ

tılar ve sultan M a h m u d kardeşine ülkeler ve ordular dev­ retti. Sonra Hemedan’a gitti ve 28 yaşında olduğu halde, burada vefat etti. Bunun üzerine Sultan M a h m u d 'un oğlu D a v u d ile M a h m u d 'un iki kardeşi olan M e s ' u d , ve S e l ç u k Ş a h , Sultan Mahmudun oğulları ve amcası Sultan S e n e a r ile beraber olan kardeşleri Tuğrul arasında savaşlar başladı. Bunların her biri halifeye haber gönde­ rerek saltanatın kendisine tevcih olunmasını istedi. Halife ilk önce S e n e a r ı tercih ederek diğerlerine şu haberi g ö n ­ d erdi: “içinizde her kim M e l i k ş a h 'ın oğlu M e l i k Senc a r ' ı istiyorsa ve ona yazılı bir teahhüd vermek istiyorsa yanıma gelsin, b e n d e onu kabûl ederim,,. S e n e ar' a d a şu haberi g ö n d e rd i: “Biz senden başkasını istemiyoruz. Sen de bir başkasının hüküm sürmesine müsaade etme,,. M e s ' u d halifenin bu cevabını aldıktan sonra Musul’daki Z a n g i 'ye gelerek halifeye karşı harp açmak üzere altın ve yardım istedi. Sonra göçebelerin emiri D u b a i s' i arayarak kendisinin hali­ fenin yanına götürmesini ve kendi hesabına bir yığın imtiyaz­ lar koparmasını istedi. Z a n g i şu cevabı v e rd i: “50.000 dinar ile dilediğiniz kadar köle ve cariye ve at verebilirim. Fakat D u b a i s ' i veremem. Ç ü n k ü Sultan S e n e a r bir emir gönde­ rerek onun bir kimseye verilmemesini istedi. Ben de onun emrine karşı gelemem,,. M e s ' u d bu hareketten müteessir olarak Dicle’yi geçti ve Musul’un garp havalisinde çadırlarını kurdu. Z a n g i şehrin kapılarını kapadı ve muhasara altında yaşamağa kudreti ol­ mayan fakirleri şehirden kovdu. Sonra Musul kalesine yerleşti. M e s ' u d Musul’a karşı harbetmiyerek Bağdat’ın üzerine yü­ rüdü ve halifeye şu haberi g ö n d e rd i: “saltanatımı ilân edersen sana karşı bir dost ve bir tebaa gibi hareket ederim. İlân etmezsen size karşı kılıçtan başka bir şey yoktur,,. Bağdat orduları M e s ' u d ile harbetmek üzere şehirden çıktı. Bunlar kâh galip geliyor, kâh m ağlûp oluyorlardı. Muharebenin de­ vemi esnasında sultan S e n c a r ' ın ordularla Bağdat’a gel­ mekte olduğuna dair haberler yayıldı ve Bağdat ahalisi korktu. Halife, S e n c a r 'dan fazla M e s ' u d 'u ramedebileceğini anla­ yarak M e s' u d ile sulh yaptı ve onu getirterek saraya aldı ve böylece hepsi de S e n c a r ile harbetmek üzere hazırlandılar.


A R A P H Ü KÜ M D ARLA RI

365

A rapların 626 (m. 1131) yılında S e n c a r geldi, Hemed an’ı aldı ve kendisi ile beraber olan M a h m u d a ğ l u Tuğr u Z’u buraya hüküm dar ilân etti. Bunun üzerine halife ordu­ sunun kum andanı M e s ’ u d K a r a c a Hemedan’a gitti ve S e n e a r’ın askerlerini takip etti. Bunlar halifeye haber g ö n ­ dererek kendisinin bizzat S e n e a r a karşı harbe çıkması lâzim geldiğini bildirdiler. Halife hareket için hazırlandığı zaman, Z a n g i ile göçebe D u b a i s' in anlaştıklarına ve B ağdat’ın üze­ rine yürümekte olduklarına dair haberler geldi. Bu yüzden Halife geri döndü, D u b a i s ve Z a n g i ile harbetmek üzere hazırlanmağa başladı. Halife şehirden çıkarak 2.000 kişi ile bunları karşıladı ve m ağlûp etti. Z a n g i , Tagrit’a, D u b a i s de Fırat kıyılarına kaçtılar. Z a n g i , halifeye K a d ı Ş e h r a z u r î o ğ l u ’nu elçi olarak gönderdi ve halifeden affını diledi. Sonra B ağdat’a gelmek ve Sencar havalisinin valisi olmak için izin ve müsaade diledi. Halife şu cevabı verdi : “bizim Sencar üzerinde hakimiyetimiz yoktur ve onun valisini kabûl edemeyiz. Z a n g i bizimle sulh olmak istiyorsa D u b a i s’i bize teslim etsin ve Musul’da sulh içinde kalsın. D u b a i s' i bize teslim etmezse, biz de ona karşı hareket edeceğiz,,. Arapların 527 (m. 1132) yılında Sultan M e s ' u d , B ağdat’ı istilâ etti ve saltanatı ilân olundu. Böylece halife ile oğlu evvelâ S e n e a r ı , sonra M e s ' ıı d 'u , sonra kardeşi D a v v d ' u bir sıra­ da sultan ilân ettiler. Sonra halife M ü s t e r ş i d, Musul’a karşı hareket etti, burasını 80 gün muhasara etti ise de şehri alamadı ve Sultan M e s ' u d ’un kendisine karşı isyan etmiş olduğuna dair haberler gelmesi üzerine M usul’u terkederek Bağdat’a döndü. İkinci J o s c e l y n , Şabaktan kalesini alarak onu temelinden yıktı. Y u n an kıralı İ m a n i (Joannes) Kastamoni kalesini Türklerden sulh yolu ile aldı ve diğer iki kaleyi harp yolu ile zapt­ ederek ikisini de yıktı. K udüs’ün Frank hüküm darı B o d z u i n , A ntakya civarındaki Kusayr kalesini harbederek zaptetti, lam ’a gitti ve burada Türkler, Franklara karşı çekirge yığınları gibi toplandılar. Franklar, Türkler karşısında evvelâ kaçtılar ve onları ovaya çektiler. Sonra birbirlerinden af dileyerek Türkle­ rin üzerine yürüdüler ve akşama kadar dövüşerek birçoklarını öldürdüler. Bu hadiseler Yunanlıların 1445 (m . 1134) yılınde vukubuldu.


366

ABU’L - FA RA C TARİHİ

Bu yıl içinde Edessa çekirge istilâsına uğradı. Hıristiyan­ lar M a r S a zum a oğluna iltica ettiler ve mukaddes adamın sağ kolunu ihtiva eden tabutu getirttiler. Tabutun gelmesi ile bir mucize vukubuldu ve çekirgeler memleketin bir tarafına da dokunmadan çekilip gittiler. Bunun üzerine içleri kıskançlıkla tutuşan Yunanlılar frank metrepolidi P a p y a s tarafından teş­ vik edilerek tabutu açmak ve sağ kolu görmek istediler. R a ­ hipler tabutun açılmasını istemediklerinden Y unanlılar güldüler ve tabutun içinde birşey bulunm adığını söylediler. Bunun üze­ rine rahipler tabutu Frankların kilisesinde açtılar. Tabutun açıl­ ması ile müthiş gök gürlemeleri oldu, bulutlar gök yüzünü kararttı, ağır dolular yeryüzüne yağdı ve çarşılar bu dolu­ larla doldu. Bütün halk Kuryalaison yani “Ey A llahın güzidesi, bize acı!,, diye bağırıp çağırmağa başladılar, Yunanlılar kaçıp saklandılar ve doluların durması üzerine bütün ahali toplana­ rak üç gün ibadet ettiler. Harran Arapları bu mucizeyi görünce sağ kolun kendilerine verilmesini istediler. Fakat Franklar buna razı olmadılar ve tabutu tekrar manastıra iade ettiler. Malatya ahalisi gelerek İlâhiler ve dualar okuya okuya sağ kolu kendi şehirlerine g ö ­ türdüler. Bu sayede çekirgelerin ağzı zincirlendi ve mahsullere hiçbir zarar vermedi. Eylülün 23 üncü günü şimşek çakması yedi öküz ve bir genç adamı yaktı ve Sim nadu’da bir Türkü çarpıp yaktı. Erme­ nistan’da şiddetli bir zelzele oldu ve D ogodap şehri yıkıldı. Malatya’da şiddetli bir kış oldu ve kırmızı kar yağdı. Y unanlıların 1446 (m. 1135) yılında İtalya’dan ismi Bed e w i ( P o i c t i e r s ' l i R a y m o n d ? ) olan bir frank gelerek A ntaky a kıralı olup maktul düşen B o h a i m o n d ’ un kızı ile evlendi ve A ntakya’ya hâkim oldu. A ynı yıl Kudüs Kıralı ikinci B o d z v i n öldü. B o d r v i n , F u g namında ( F u lk —Foulques?) adamın kızı olan bir kadın ile evlendi ve Kudüs’te hâkim oldu. Arapların 529 (m. 1154) yılında Musul Emiri Z a n g i , oğlunu Bağdat’a gönderdi ve onunla birlikte Musul’un anah­ tarlarını ve rehine olarak bazı zevcelerini gönderdi. Z a n g i sadakat yeminlerini ifa ederek itaat vaadinde bulunmuş ve şerefli bir surette kabul edilmişti. Halife, sultan S e n c a r ile


ARAP H ÜKÜM DARLARI

367

de dostluk tesis ederek ona bir taç, bir yaka ve altından nallarla nallanmış bir at gönderdi. S e n c a r yerinden kalkarak atın ayaklarını öptü ve “ben bir köle ve tebaayım,, dedi. Bu sırada Nasturîlerin Katolikusu olan G a b b a r a oğlu bir gece bahçeye çıktığı zaman bir yılanı çiğnedi, yılan onu soktu, o da öldü. Bazı kimseler onun yılan tarafından zehirlenmeyerek korku yüzünden ö ld üğünü iddia ederler. A ynı yıl içinde hali­ fe, Malatya hâkimi D a n i ş m e n d . oğla Emir G a z i ’ye tâbiiyet alâmeti olarak boynuna takılmak üzere, bir altın yaka, altından bir asa, siyah bayrak ve onun huzurunda çalınacak davullar gönderdi ve Emir G a z i , melik ilân olundu. Elçiler onun yanına geldikleri zaman hast^. olduğunu gördüler. O da birkaç gün sonra öldü. Bu yüzden merasim, oğlu M u h a m m e d ' e yapıldı ve elçiler geri döndüler. Bunun üzerine Melik M u h a m m e d çoktan beri harap bir halde olan Kapadokya’daki Kayseri’yi tamir etti ve burada ikamet etti. Melik M u h a m m e d , M alatya halkının kardeşine yardım etmelerinden korkarak Malatya’ya geldi ve hür adam ­ ların oğullarını rehine olarak alıp geri döndü. Melik M u h a m ­ m e d kardeşi Y a ğ a n ile karşılaştı ve onu öldürdü. Diğer bir kardeşi olan D e v l e t ' i Malatya’ya birlikte götürdü. A ynı yılın 7 inci ayında halife, Sultan M e s ' u d ’un salta­ natına son verdi ve 7.000 asker toplayarak onunla harp etmek istedi. Halife M e s ' u d ' un yanında yalnız 1500 asker bulunduğuna dair malûmat almıştı. Halbuki halifenin yanında 5.000 asker bulunduğu halde M e s ' u d ' un yanında 15.000 asker bulunuyordu. Bunlar muharebe m eydanında karşılaştılar, hali­ fenin askerleri kaçmış, bizzat Halife M ü s i e r ş i d esir düşmüş ve yanındaki hazine yağma edilmişti. Halifenin yanında 70 katır yükü altın ve gümüş, 5.000 deve ve 400 katır yükü kumaş, elbise ve yol levazımı bulunuyordu. Denildiğine göre, halifenin yanında 40.000 sarık tülbendi ve kollu aba bulu­ nuyordu. D aha sonra M e s ' u d askerlerine münadiler vasıtası ile şu emri v e rd i: “m allar ve servetler sizin. Fakat kan benim­ dir. K im bir adam öldürürse, öldürdüğü adam mukabilinde öldürülecektir,,. Bu yüzden beş kişiden başka bir kimse ö ld ü ­ rülmedi. M e s ' u d daha sonra şu emri ilân etti: “eskiden hali­ fe tarafından olup içimizde kalanlar muhakak öldürülecek­


368

ABU’L - FA RA C TARİHİ

lerdir,,. Sonra Bağdatlılar birbirlerini ezdiler ve sırtları çıplak ve yalınayak oldukları halde sağa, sola kaçıştılar. Sultan M e s ' u d , B ağdad’a bir vali gönderdi ve halifenin B ağdad’a bir mektup yazarak kendisi tarafından izaz olundu­ ğunu ve yakında B ağdad’a döneceğini bildirmesini istedi. M e s' u d 'u n valisi bu mektubu da alarak B ağdad’a gidince Bağdat ahalisi halifenin bu sözleri korku yüzünden, isteme­ yerek yazdığını anladılar. Şehirde büyük bir gürültü koptu, ayak takım ından 150 kadar kişi maktul düştü. Halk güçlükle teskin edilebildi. Bu sıralarda Bağdat’da sık sık zelzeleler oluyor ve her gün ortalık beş altı kerre sarsılıyordu. Bu sırada Sultan S e n c a r , Sultan M e s ’ u d ' a iki mektup taşıyan bir elçi g ön ­ derdi. Mektupların biri gizli idi ve bunda Sultan M e s ' u d tahkir ediliyor, kendisi ile alay ediliyor ve şu sual soruluyordu: “harp karışıklıkları arasında halifeyi niçin öldürm edin ?„ Diğer mektup açıktı ve bunda şu sözler söyleniyordu: “Bu satırları okuduğunuz anda ey Gıyas-üd-dünya ve’d-dîn M e s ' u d , m ü­ minlerin emiri nezdine gidiniz, huzurunda toprağı öpünüz ve işlediğiniz hata yüzünden af dileyiniz. Ç ün kü bu hata yüzün­ den gök ve yer isyan etmektedir ve bu yüzden fırtınalar, gök gürlemeleri, şimşek çakmaları ve yer deprenmeleri d ünyanın huzurunu kaçırmaktadır. Bu yüzden arap milletlerine şeytan musallat oldu. Bütün İran ve Senar’da ibadetler durdu ve camilerin kapıları kapandı. O nun için halifeyi izzet ü ikram ile tahtına iade et ve D u b a i s' i ona teslim et ki cezasını bulsun. Ç ü n k ü bütün bu fenalıkların sebebi odur,,. M e s ' u d bu sözleri dinledikten sonra emir verdi ve büyük çadırlar kuruldu. Sonra halifeyi bunların içine oturttu. Halifenin karşısında, yarım fersah kadar eğerinin örtüsünü taşıdı. Sonra onu şahane otağa yerleştirdi ve kabahatinden dolayı af diledi. Sultan M e s ’u d kendisine zincir vurulmuş olan D u b a i s’i g e tird i; yanında bir kılıç ile kefeni bulunuyordu. Ve şu sözleri s öy le d i: “herşeyi bu adam yaptı. O nu size teslim ediyorum. Y aptığının cezasını bulması için emir verin,,. Halife onun bu sözlerini kalbi ile değil yalnız dudakları ile söylediğini anladığından D u b a i s' i de affetti. Bunun üzerine M e s ’u d halifeyi B ağdad’a gitmek için teşvike başladı. Halife özür diledi ve “Siz de bizzat


A RA P HÜKÜM DARLARI

369

benimle beraber gelmezseniz, gitmem „ dedi. M e s ' u d da “sizi, hizmetinizde bulunacak emirler ile beraber göndereceğim, izzet ü ikram içinde giderek sarayınızda ikamet edeceksiniz „ dedi. Halife gitmek istemiyordu. Ç ün k ü yolda bir pusuya düşmekten ve halife sıfatı ile apaçık bir şekilde öldürülmiyeceği için, hainane bir surette öldürülmekten korkuyordu. Bunun üzerine M e s ' u d kardeşinin oğlu D a v u d ile harp etmek üzere doğrudan doğrüya A zerbaycan’a hareket etti ve Halifeyi de yanına aldı. S e n c a r , Meraga şehrinin kapıları önünde çadırlarını kurduğu sırada M e s u d'a. elçiler göndererek vakit geçirmeksizin halifeyi B ağdad’a göndermesini tavsiye etti. Sen­ car’dan birçok askerler gelmişti ve bunlarla beraber on yedi İsm ailî de bulunuyordu. Arapların 529 (m. 1134) yılının 11 inci ayının 16 ıncı günü halife çadırının içinde kendi Kitabını oku­ makla meşgul olduğu bir sırada bunlardan 15 kişi bıçaklarını çekerek üzerine yürüdüler ve onunla beraber asilzadelerden 3 kişiyi öldürdüler. M e s ' u d derhal hareket etti, çadırları sardı ve halifenin katillerini öldürdü. Bazılarına göre S e n c a r ' m bu Ismailîlerden haberi yoktu. Fakat hakikat, bunların S e n c a r tarafından gönderilmiş olduklarıdır. M e s ' u d ise bundan ha­ berdar değildi. M ü s t e r ş i d ' den sonra oğlu R a ş i d bir yıl hüküm sür­ dü. Halife M ü s t e r ş i d ' ı n öldürülmesi üzerine Sultan S e n c a r Bağdat valisine haber göndererek asilzadelerin ve kadıların toplanmasını ve M ü s t e r ş i d ' in oğlu R a ş i d ' e sadakat yemini ifa etmelerini ve onu babasının yerine geçirmelerini emretti. Böylece de yapıldı. Bu sırada S a d a k a oğlu D u b a i s, Sultan M e s ' u d ' a hiyanet ederek, Z a n g z’ye şu yolda bir mektup y azd ı: “ben bu adam ın huzurundan ayrılmayı tasarladım. Ben sizin yanınıza geleceğim. Maaddileri toplayacağım ve bunlardan deniz sahillerinin kumları sayısınca asker toplayacağım ve böylece gelecek nesillerin hatırlayacağı bir işi Sultan M e s ' u d ' a yapacağız,,. Bu mektup birinin eline düştü ve Sultan M e s ' u d ' a geti­ rildi. Bunun üzerine eşrafın M e s' u d nezdinde toplanıp kendi­ lerine şerbet verilmesi üzerine kalkıp gitmeleri sırasında Sultan, D u b a i s'e işaret etti ve “seninle gizli bir meseleyi konuşacağım. Sen kal,, dedi. Diğerleri gidip D u b a i s kalınca, M e s' u d iç odaA bnl-F arac Tarihi, F. 24


370

ABU’L - F A R A C TARİHİ

ya girdi ve mektubu kılıç taşıyan bir ermeni köleye verererek “bu mektubu D u b a i s’e ver. Mektubu okumağa başlayınca arka­ sından kellesini vur ve kafasını kes „ dedi. Köle dışarı çıkınca D u b a i s’in parmağı ile toprağı karıştırarak “ölüm ,huzursuz bir hayata müraccahtır,, dediğini işitti. Köle mektubu uzattı. D u b a i s ’in mektubu açıp okuması üzerine köle onu ensesinden vura­ rak kafasını kesti. Hilekâr bir muharip olan D u b a i s bu şekilde ö ld ü ve kendisi düşmanı olan Halife M ü s i e r ş i d ' in katlinden 35 gün sonra ölmüştü. Arapların 530 (m . 1135) ve Yunanlıların 1447 (m . 1136) yılında B a l a k zamanında Gargar kalesini Franklara satarak burasını tahliye eden ermeni M i c h a i l geri d öndü ve burasını Frankların elinden kurtardı. M i c h a i l , Franklarla harbederek buranın köylerini yağma etti. Bir gün Türkler, Fırat kıyıları üzerindeki Zizona köyünde Ermeni M i c h a i Vi ele geçirdiler. O nu her taraftan kuşattıkları için kaçm ağa muvaffak olamadı ve ken­ dini bir kayadan nehre attı. Sırtında demirden zırh bulunduğu için nehrin dibine batan M i c h a i l tekar suların üzerine çıktı ve bul­ duğu bir kayık sayesinde kurtuldu ve ölmedi. Denildiğine göre, bu adam elinde tuttuğu kalkanı bile atmamıştı. M i c h a i l , G nrgar’ı ikinci J o s c e l y n ’e vererek mukabilinde Sopros adını taşıyan yeri aldı. J o s c e l y n , G argar’ı Ermenilerin katolikosunun kar­ deşi olan B a s i l ’e sattı. M i c h a i l bir ordu toplıyarak Kişum ülkesini aldı.Franklar bir pusu kurarak onu öldürdüler. D e g h a B a s i l , K ilikya’daki L e o n a giderek onun dam adı oldu. O da Ermenileri topladı ve Kephar Zaman’daki Franklara karşı harp açtı. Bu yüzden bir çok Ermeniler maktul düştüler. A ynı yıl içinde ve A ralık ayında o kadar şiddetli bir soğuk oldu ki dağlardaki kek­ lik gibi kuşlar ve çöldeki vahşi hayvanlar [yuvalarından ve inlerinden] kaçarak şehirlere indiler ve bilhassa A m id şehrine akın ettiler. Â m id valisi bir kimsenin hayvanlara dokunmama­ sını emretti ve ahali bunlara Nisan ayına kadar yem verdiler. Sonra vali bunları şehirden kovdu. A nlatıldığın göre ortalık donm adan evvel, yani son bahardan itibaren kuşlar ve hay­ vanlar mağaralara girmeğe başladılar. Bu da A llahın bu dilsiz hayvanlara havanın ne olacağını keşfetmek için bir sezgi ver­ miş olduğunu gösteriyor.


ARAP HÜKÜM DARLARI

371

A y n ı yıl Sultan M e s 'u d , Halife R a ş i d ' e haber göndere­ rek, babası M ü s t e r ş i d 'in yanında bulunduğu sırada kendi­ sine vaad etmiş olduğu 300,000 dinarı istedi, bundan başka Bağdat ahalisi tarafından yardım olmak üzere toplanılan 300,000 dinarı ve hilâfet makamına geçmek münasebeti iie verilmesi mutad olan parayı da istedi. Bunun üzerine Halife asılzâdelerini toplıyarak bunlardan akıl danıştı ve “ne cevap vereceğiz ?„ diye sordu. Bunlar da şu tavsiyede bulundular: “Asker toplıyalım ve Türklerle (?) muharebe edelim,,. H alifede bu tavsiyeyi kabul etti, hâzinelerini açarak bir çok altınlar çıkardı ve bir çok as­ kerler topladı. Sonra M e s u ' d ' a elçi göndererek şu cevabı bil­ dirdi: “ Babamın vaad ettiği altın senin elinden kurtulmak içindi. H albuki sen onu öldürdün, ben de senden onun öcünü almağa hazırım. Seninle aramızda kılıçtan başka bir şey yoktur,,. Elçi bu cevabı alınca derhal yüzünü çevirdi ve kaçtı. Halife de surları ve kuleleri takviyeye en büyük ehemmiyeti verdi. Bu sırada Musul emiri Z a n g i ile Sultan M e s ' u d 'un kardeşi oğlu D a v u d Halifeye yardım için geldiler. Sultan1 Mes’ud’u saltanattan atarak onun yerine D a v u d ’u ilân etmek istedi ise de Z a n g i razı olm adı ve “M e s' u d ile oyun oynamağa gel­ mez „ dedi. Genç D â v u d 'a da şu sözler söy le n d i: “Git amcanla harbet. Galip gelir ve mevkiini sağlamlarsan seni sultan olarak ilân ederiz,,, Fakat Halife bu fikirleri kabul etmedi ve M e s'ae/’un saltanatını ilga ederek D a v u d ' u sultan ilân etti. Bunun üzerine M e s ' u d Halifeye haber göndererek şu sözleri bildirdi: “ A rtık sana ihtiyacımız kalmadı ve biz A l i hanedanına mensup birini hilâfete geçireceğiz. Sen de kendine başka bir yer bul, nereye istiyorsan oraya git,,. Halife korktu ve Tagrit emiri B e h r u z 'a haber göndererek Tagrit’e gitmek ve orada emniyete kavuşmak istediğini bildirdirdi. B e h r u z şu cevabı verdi: “Ben M e s ' u d ' u n adamlarındanım ve seni benden istiyecek olursa, ona karşı gelemem,,. Bunun üzerine halife, M e s ' u d ile harbetmeğe mecbur oldu, çadırlarını Bağdat d ı­ şına çıkardı ve Z a n g i ile diğer asilzadeler onunla birlikte hareket ettiler. Daha sonra M e s ' u d 'un büyük bir ordu ile geldiğine dair haberler alındı. Z a n g i asılzâdeler ile konuşa1 Sultan yerine Halife demek icap eder (Ö . R.).


372

A B U ’L - F A R A C TARİHİ

rak şu sözleri söyledi: “ Asilzadeler a'rasındaki ihtilâflar yüzün­ den M ü s t e r ş i d ' in başına gelenleri biliyorsunuz. Gerek M ü st e r ş i d , gerek asiller bu yüzden istifade etmediler. O nun için şayet Sultan M e s ’ u d ile istiyerek muharebe edecekseniz ve niyetinizde samimi iseniz, bunu açıkça söyleyiniz. Y oksa onunla dövüşüp kırılm ağa ve yağmaya uğram ağa ne lüzum var? İyi­ si mi, geri dönün, herkes yurduna gitsin ve kendi malını koru­ mağa baksın,,. Asılzâdelerin hepsi de ses çıkarmıyor ve bakıp duruyordu. Z a n g i de bunların hain olduklarını anladı ve keyfiyeti Halifeye bildirdi. Hepsi de kalktılar, şehre döndüler ve çadırlarını şehrin içinde kurdular. Z a n g i derhal Musul’a döndü. Halife onu alıkoyamadı ve bu yüzden o da Z a n g i ile birlikte Musul’a kaçtı. Bunun üzerine sultan M e s ' u d Bağdat’a geldi. Halka iyi muamele etti ve bir tek evin yağm a edilmesini istemedi. Sul­ tan, asılzâdeleri bir araya toplayarak onlara halife R a ş i d 'in bir yazısını vesika olarak gösterdi. Yazı şu mealde id i: “Asker toplayıp sultan M e s ' u d 'un emirlerinden biri ile dahi harp için yola çıktığım gün, kendimi hilafetten azledilmiş sayacağım,,. Bu vesikanın imzasında hazır bulunan şahitler mecliste bulun­ dukları ve şehadetlerini te’yit ettikleri için, halife R a ş i d hilâ­ fetten azledildi. Halife aleyhinde daha başka töhmetler de ileri sürüldü. G ûya halife babasının cariyeleri ile düşüp kal­ kıyor, şarap içiyor, namaz kılmıyor, top oynuyor, zulmediyor ve masum kanı döküyordu. R a ş i d ' den sonra M ü s t a t h i r'in 1 oğlu ve R a ş i d ' in amcası M ü k t e f i 24 yıl, 2 ay hüküm sürdü. R a ş i d 'in azli üzerine, Sultan, vezir olan Ş e r e f ü d d i n Z e y n î ' y i 2 çağırdı ve hilâfete geçirilecek zatı seçmeği ona bıraktı. O da R aşid 'in atılan amcasını seçti. Ç ü n k ü dam adı idi. Sultan Mes'ud saraya giderek M ü k t e f z’yi çağırdı ve M ü k t e f i , sultana 112.000 dinar vermeği kabul ettikten sonra tahta oturdu. Bu sırada Halifenin hâzinesinde biı tek dinar bulunmuyordu. Halbuki M ü k t e / z ’nin tahta geçmesinden önce 10.000 dinarı bulunuyordu. Ve tahta geçmek masrafını da bunlardan temin etmişti. Bunun üzerine Halife R a ş i d ile Sultan D a v u d ' u n hutbelerde adları okunmaz 1 M üstazhar olm alıdır (Ö . R.). 2 Zeyneb’i olacak; bk. İbn ül-Esir, C. XI, s. 18 (Ö. R.).


A RA P HÜKÜM DARLARI

373

oldu ve M ü k t e f i ile M e s' u d ' tan bahsedilir oldu. Denildiğine göre Sultan, Halifenin sarayından çıkınca veziri çağırtıp bu adamın seçilmesi yüzünden onu azarlamış ve şu sözleri söyle­ mişti: “Olgunlaşmış bir orta yaşlı ve akıllı adamı seçmekle hata ettin. Bir genç adamı seçip yetiştirmiş olsaydın sana daha iyi bir göz ile bakardı. Memleketin idaresi ve kumandası uzun bir zaman elinde kalırdı. Bu adamı seçmek yüzünden istifade etmeyeceğini sanıyorum ve bu düşüncemin doğru oldu­ ğunu göreceksin,,. Arapların 531 (1136 M.) yılı başladığı zaman Malatya hâkimi D a n i ş m e n d o ğ l u B ağdad’da bulunan Sultana haber göndererek vazifesine iade edilmesini istedi. Elçi âdete göre kapının eşiğini öpmeğe davet olunduğu zaman, itiraz etti ve ve “ben efendimin kovulmuş olduğu bir kapının eşiğini ö p ­ mem,, dedi. Bunun üzerine Z a n g i bir ordu toplayarak Tagrite geldi ve Sultan M e s ' u d 'un süvarisini (?) yenerek Musul’a döndü. Halife M ü k t e f i , Z a n g i ' y e haber göndererek ona meşhur 10 yeri (şehirleri ?) vereceğini vaad ederek R a ş i d ' e yardım etmemesini istedi. Z a n g i verdiği cevapta “R a ş i d ' e yardım etmiyeceğim. Fakat bildirdiğiniz yerleri verseniz de onu size teslim etmiyeceğim. Hutbeyi sizin adınıza okutacağım ve sizinle anlaşacağım, fakat R a ş i d 'i buradan çıkarmıyacağım,, dedi. Bunun üzerine bu on yer yani Harbi, Hadıra, Sarifeyn, Hille vesair yerler ona verildi ve Z a n g i , Halife M ü k t e f i ile Sultan M e s 'u d 'un isimlerini ilân etti ve R a ş i d 'i Musul’un Altun adını taşıyan mahallesinde oturttu. Bu sıralarda B ağdad’da malûm bir adamın karısı olan bir acûze vardı ki A zgha Kapısı (Bab Alazaj) civarında zengin bir tacirin evinde hizmet ediyordu. Tacir yola çıktığı zaman, karısı ve kızı evde kaldılar. İhtiyar kadın oğlunu ve hırsız olan bir takım gençleri getirdi ve bunlar evin içinde ne varsa hepsini çaldılar. Bunların dışarı çıkmaları üzerine ihtiyar kadın tacirin zevcesine “A llaha çok şükür ki gözleri kör oldu da kasayı aç­ madılar,, dedi. Hırsızlar bu sözleri işiderek geri döndüler ve kasayı açarak içinden 4.000 dinar, kıymetli taşlar ve inciler alıp gittiler. M e s ' u d ile D a v u d harp m eydanında karşılaşmışlardı. M e s ­ ' u d m ağlûp oldu ve taraftarlarından bir çoğu maktul düştüler.


374

A BU’L - FA RA C TARİHİ

Y unanlıların 1448 (1137 M.) yılında Yunanlıların kıralı İ m a n n i (Joannes) hiddet ve gazab içinde Ermeni L e o ' ya karşı hareket etti ve Tarsus’u, A d a n a ’yı ve Mopsuestia’yı zaptetti. L e o ile karısını ve oğullarını ele geçirerek İstanbul’a gönderdi. Sonra A ntakya’nın üzerine yürüdü, fakat burasını zaptedemedi. Bunun üzerine J o s c e l y n geldi ve / z w a n n z ’n in H a le b ’i vesair Suriye şehirlerini alarak franklara vermesi, buna mukabil A ntakya’nın da ona verilmesi üzerinde anlaştılar. A ralarında fikir birliği hasıl olmuştu. Hepsi de birlikte H alep’e karşı hareket ettiler ve Buzaia kalesini alarak Şeyzer’e karşı askerler diktiler. Sonra Konya sultanı M e s ' u d K ilikya’ya hücum etti, A dana şehrini aldı, ahali ile piskaposu esir ederek Malatya’ya götürdü. Kıral İ z v a n n i bu hâdiselerden haber alınca mancınıkları yaktı, K ilik y a’ya d ön d ü ve Konya sultanı M e s ' u d ile barış­ tıktan sonra İstanbul’a gitti. M alatya emiri Melik M u h a m m e d , kardeşi D e v i e t ' i kovdu ve ondan Elbistan ile Ceyhan havalisini aldı. D e v l e t , H anazid’i geçti, buradan A m id ’e gitti, buradan da J o s c e l y nin yanına vardıktan sonra bir yerden bir yere kondu. Bu sı­ rada bir adı Sabukt olan Sibabarak emiri olup B ağdad’a gidip müslüman olan Ermeni B o g o s 'un neslinden olan İ s a , bir ordu topladı ve G argar havalisini yağm a etmek üzere hareket etti. Memleketin esasen harap edilmiş olduğunu gören bu adam manastırlara ve mabedlere d öndü ve M a r A b h h a i manastı­ rına hücum etti. Buraya Fırat kıyısından girmeğe muvaffak olamayarak bir kayanın tepesine çıktı ve adamlarını oradan sarkıttı. Rahipler korktular ve onu karşılamağa çıktılar. İ s a burada bulunan her şeyi eline geçirdi, kilise içinde bulduğu bütün âlet, edevat ve tefrişatı, buhurdanlıkları, gümüşten ya­ pılm a yağ kaplarını, haçları, velhasıl A b h d o n o ğ l u patrik M a r J o h n devrinden kalma her şeyi ve mukaddes kurnayı alıp götürdü, tariki dünya Rabban D a v i d ve arkadaşlarını Şira manastırına gönderdi ve yalnız E b û C a l i p hüküm ­ darın masasında kaldı. Arapların 532 (1137 M.) yılında Halife R a ş i d Musul’u terkederek Horasan’da sultan D a v u d ' u n yanm a gitti ve onun tarafından izzet ü ikram ile karşılandı. Bunların ikisi birlikte hareket ederek Ham edan’ı Sultan M e s ’ u d ’dan aldılar. R a ş i d


A RA P H ÜKÜM DARLARI

375

buradan İsfahan’a hücum etti ve şiddetli bir hastalığa tutuldu. Kendisi hastalıktan yatıyorken Horasanlı dört kişi üzerine hücum ettiler ve onu İsfahan kapısının civarında öldürdüler. Denildiğine göre kendisi öldürülmemiş olsa idi hastalığı y ü­ zünden ölecekti. Ç ü n k ü kendisine 3 defa öldürücü zehir ve­ rilmişti. R a ş i d İsfahan kapısı civarında ve öld ürü ld ü ğü yerde göm üldü. Nasıl ki babası da Meraga kapısında öld ürül­ müş ve ö ld ü ğ ü yere gömülmüştü. Yunanlıların 1449 (1138 M.) yılında Edessa’nın Türkler tarafından muhasarası sırasında 300 frank atlı ile 4.000 kadar piyade vesaire toplandılar ve Samosata’dan çıkarak Edessa’ya gıda maddeleri götürmek istediler. Mardin emiri T e m u r t a ş ’ın kurduğu pusuya düşen bu hıristiyanların bir çoğu ö ld ü ­ rüldü ve hayatta kalanları köle olarak götürüldüler. Bir vezir, tabip ve filosof olan E b û S a'd, Ş e m ' u n a oğlu M i c h a i l ile oğlu da bunlarla beraberdi. T e m u r t a ş , Kesos kalesini de Franklardan aldı. K onya Sultanı M e s ’ u d , Kişum’a hücum etti ve köyleri zaptederek yaktı. A rapların 533 (1138 M.) yılının 2 inci ayında İran arazi­ sinde bir şehir olan G a n z a ’d a şiddetli bir zelzele oldu ve 230.000 insan telef oldu. Bütün şehir yerin dibine geçti ve yerden siyah sular fışkırdı. Şehirden kaçanlar mezarlıklara il­ tica ederek ölüleri için matem tuttular. Yunanlıların 1450 (1139 M.) y ılıuda M alatya emiri M e l i k M u h a m m e d , K ilikya’ya gitti ve Bahgai ve G abnupirath kalelerini zaptetti. Bundan başka Pontus denizi sahili üzerin­ deki Kasinos ülkesini istilâ etti. Buradaki bütün halkı yağma ederek esir aldı ve hepsini köle olarak sattı. Yunanlıların 1451 (1140 M.) yılında Kalonikus’da yer ya­ rıldı ve 40 atlıyı atları ile birlikte yuttu. Bunlardan ancak ar­ kadaşlarından ayrılan biri kurtuldu. Y er altında kalan adam ­ ların ve atların iniltileri uzun bir m üddet işitildi. A rapların 534 (1139 M.) yılında Sultan M e s ' u d ' un Ve­ zir Ş e r e f ü d d i n ’e söylediği söz tahakkuk etti. O nun bu sözleri, vezirin Halife intihabındaki isabetsizliğine dairdi. Ç ün kü Halife vezir ile danışm adan siyasî meselelere karışmağa baş­ lamıştı. Vezir evinden çıkamıyordu. Veziri huzuruna çağırdıkça onunla lâubali bir tarzda konuşuyordu. Böylece vezir bir çok


376

ABU’L- F A R A C TARİHİ

işlere karışmaz olmuş ve çok geçmeden Halife onu vezirlikten büsbütün atmıştı. A rapların 535 (1140 M.) ve Yunanlıların 1452 (1141 M.) yılı­ nın ekim ayında M alatya’daki Türkler, Bet Zabar, yani Bat Kanya manastırlarına hücum ettiler ve buralarını yağma ederek gittiler. Mayıs ayında Franklar intikam almak için hareket ettiler. Zobatra ve A rk a ’ya gelerek hıristiyanların mallarını taşıdılar, birçok Türkü öldürüp çocuklarını ve karılarını esir aldılar. Türkler büyük bir sür’atle H anazit’den hareket ederek Frank­ ların memleketlerini istilâ etmek istediler. Bunlar A bhdahar dağını geçmekte olan Kalisuralı bir m ukaddes adama tesadüf ettiler, onu ve kendisi ile beraber bulunanları yakalayıp ö ld ür­ mek üzere bağladılar. Fakat birden bire Frankların korkunç nağraları yükseldi, Türkler de rahipleri bırakarak kaçtılar ve Franklar gelip bunların bağlarını çözdüler. Yunan kıralı İmanni (Joannes) hareket ederek Yeni Kayseri’ye geldi. Türkler ve Yunanlılar 6 ay kadar birbirlerine karşı karargâh kurdularsa da harbetmeden ayrıldılar. Bu sıra­ da Yunanlıların, yahut Frankların kiralının ismini anan her hıristiyan, Türkler tarafından öldürülüyordu. Bu yüzden M alat­ ya halkından birçokları helâk oldu. Arapların 536 (1141 M.) yılında Harzemşah müslümanlığı kabul etmedikleri için Arapların “Kâfir Türk,, dedikleri kim ­ seleri H ünler kiralına iade etti ve onu Sultan S en c e r ile muharebeye davet etti. Ç ü n k ü Sultan S en cer, H a r z e m ş a h 'm kardeşini öldürmüştü. Bu Hünlerin 300.000 adam top­ lamalarına mukabil Sencer 100.000 adam topladı. Ceyhun nehrini geçerek harp meydanında Hünlerle karşılaştı ve tarafdarları kâmilen kırıldılar. Denildiğine göre S e n c e r yalınız 6 kişi ile birlikte kaçarak Belh şehrine geldi, Karısı ve kızının kızı ile 4.000 kadın esir düşmüşlerdi. O nun topladığı 100.000 askerden biri de kılıçtan veya esaretten kurtulamadı. Yunanlıların 1454 (1143 M.) yılında M e l i k M a h m u d Kayseri’de öldü ve oğlu D h a o n- N o n u n 1 yerine geçmesini istedi. Fakat karısı onun kardeşi Y a k u b A r s l a n ' ı çağırttı, onunla evlendi, o da Sebastia’da hüküm sürdü. D h u on- N o n, ise Simnadu’ya kaçtı ve Kayseride hükmn sürdü. Diğer bir kardeş 1

=

Z u ’n-Nûn.


A RA P HÜKÜM DARLARI

377

olan D e v l e t de geldi. Masara kalesi hâkimi Y u n u s onunla andlaştı ve ikisi Malatya’ya hücum ettilerse de burasını alamıyarak A rka’ya karşı hareket ettiler. Bunun üzerine Y a k u b A r s l a n ile evlenen Hatun, Malatya’yı korumak ve buradaki Türkleri çıkararak Sebastia’ya göndermek için 2.000 adam istetti. M alatya’da bulunan Türkler isyan ederek şehrin Buridya adını taşıyan kapısını baltalarla yıktılar. Ç ü n k ü hâkim bunların çıkmalarını istemiyordu. Bunlar bu şekilde çıktılar ve içlerinden 2.000 kişi kaçmağa muvaffak oldular. Bunlar aynı gün D e v ­ l e t'ı getirdiler ve M alatya’nın başına geçirdiler. Daha sonra Konya Sultanı M e s ' u d tekrar Sebastia’ya geldi ve burasını zaptederek tahrip etti. Sonra Malatya’ya karşı geldi ve Nisanın 17 nci günü ona karşı çadırlarını kurdu, m ancınıklar kullandı ve şehri harp ile mustarip etti. Şehrin içinde bulunan D e v l e t , muhariplere verilmek üzere Hıristi­ yanlardan to pladığı ağır vergiler ile bunları bizar etti. Uç ay sonra bir Eylül sabahı Sultan mancınıklarını yaktı, ayrılıp gitti ve Malatya halkı nefes aldılar. Aynı yılın Nisan ayında Yunan Kıralı İwanni Kilikya’da avlanırken bir yabani domuzun hücumuna uğrayarak öldü. Büyük oğlu yanında bulunmadığı için daha küçük oğlu M a n u e l ' in işi ele almasını emretti. O d a Yunanlıların 1445 (1144 M.) yılının Nisan ayında hüküm sürmeğe başladı. Kendisi İstanbul’a dönünce kardeşi onu iyi karşıladı ve onu selâmlıyarak saltanatını sağlamladı. Frankların K u d üs’teki kıralı da av esnasında atından düşerek öld ü ve küçük oğlu [ 3 üncü ] Bodwin yerine geçti. Bu zat çok küçük olduğu için anası onun yerine idareyi ele almıştı. Yunanlıların 1455 ( 1144 M .) yılında Zaid kalesi emiri D a v u d vefat etti ve yerine küçük oğlu K a r a A r s l a n geç­ ti. D a v u d ’un en büyük oğlu A r s l a n T o ğ m i ş Musul emiri Z a n g i ile beraber olduğu için Z a n g i , K a r a A r s l a n ' ı alıp, A r s l a n T o ğ m i ş i yerine geçirmek üzere hareket etti. K a r a A r s l a n da Konya Sultanı M e s ' u d ' un yanm a giderek ona iltica etti. M e s ' u d ona 20.000 atlı verdi, o d a bunları alarak Z an g i’ye karşı ilerledi. Zangi keyfiyetten haber alınca memle­ ketine d ön d ü ve Konya Sultanı M e s ' u d da Malatya’ya karşı üç ay muharebe ettikten sonra burasını bırakarak gitti.


378

ABÜ’L - F A R A C TARİHİ

Edessa’nm F ran k’lardan alınm asına dair Yunanlıların 1456 (1145 M.) yılında Edessa’ya hâkim olan J o s c e l y n , Antakya’ya gittiği zaman Harran ahalisi, Musul Emiri Z a n g i’ye Edessa’nın içinde asker bulunmadığını bildir­ mişlerdi. Z a n g i de ordular toplayarak ve Kasım ayının 12 inci gününe müsadif haftanın üçüncü günü gelmiş ve Edessa’ya karşı askerlerini yığmıştı. Bunlar, Şae kapısı önünde ve İtira f kilisesinin yakınlarında çadırlarını kurmuşlar, şehre karşı yedi mancınık koymuşlar ve yağm ur gibi ok yağdırmışlardı. Büyük küçük şehrin bütün halkı ile dağlardaki rahipler, sur üzerindeydiler ve taşlar yuvarlıyor, harp edenlere yiyecek ve içecek veriyorlardı. Dışardakiler yeri kazıp sura vardıkları sırada içeridekiler de yer altını kazarak dışarıdakilere karşı hareket etmişler, yer altında bulduklarını öldürmüşler, ve geri dönerek surun yanlan kısmı önünde bir duvar inşa etmişler, bunun üzerine dışarıdakiler diğer iki kulenin altından yeri kazmışlardı. Kuleler düşmek üzere iken Z a n g i , Edessa’iılara A t a b e g* i göndererek şunları b ild ird i: “İki adamınızı bize vermek muka­ bilinde iki adamımızı alınız da kulelerin düşmek üzere olduğunu görünüz ve şehri, ele geçerek kılıçla helâk olmadan evvel teslim ediniz. „ Edessa’nın içinde bulunan Frankların şefi P apy a s , J o s c e l y n ile Kudüs kiralının yardım için geleceklerine emin olduğu için, bu sözlere inanmamış, bunlarla alay etmiş ve Z a n g i ile istihza etmişti. Bunun üzerine dışarda bulunan­ lar, kuleleri destekleyen ahşap merkezlere ateş vermişler, bunlar da düşmüştü. Türkler, açılan yarıktan içeriye girmeğe başladılar. Bunun üzerine şehir halkı, P a p y a s ve mukaddes adamlar bu yarığın içinde mevki aldılar ve Türkleri içeri girmekten menetmek istediler. Yarık içeridekilerin ve dışarıdakilerin ölü yığınları ile dolmuştu. A hali yarık üzerinde toplanmış oldukları için Türkler muhariplerin suru terketmiş olduklarına dikkat ettiler ve mer­ divenler kurarak surların üzerine çıktılar. Şehrin içindekiler, Türklerin surlara hâkim olduklarını görünce, âciz kalarak şehrin kalesine doğru kaçtılar. Bu ânı tarif etmek o kadar güçtür ki, dilin kekelememesi, elin titrememesi mümkün değildir. Ç ü n k ü O cağın 3 üne müsadif cumartesi sabahının 3 üncü saatinde


ARAP

H Ü KÜ M DARLARI

379

Türkler kılıçlarını çekerek yüklendiler ve onların bu kılıçları genç ve yaşlı, erkek ve kadın, papas ve rahip, rahibe ve bakireler, çocuklar, gelinler ve güveyler, kime rasgeldi ise hepsinin kanını içti. Manzara anlatılmayacak derecede feci idi. M e s i h ' i n dostu olan A b h g a r ' m şehri ayaklar altında çiğ­ nenen bir yığın toprak haline gelmişti. O ğullar babalarını, babalar oğullarını tanımıyorlardı. A nalar çocuklarına şefkat gös­ termeği unutmuşlardı. Herkes dağın tepesine koşuyordu. Şehit­ lerin tabutlarını taşıyan yaşlı papaslar, A llahın gazabına uğramış olduklarını görünce, durdular ve kılıçlar dillerini susturuncaya kadar duaya devam ettiler. Daha sonraları kanla bulaşmış elbiseleri içinde bulundular. Nice valideler, piliçleri toplıyan tavuklar gibi yavrularını etraflarında toplıyarak aynı kılıçla ölmeği yahut çocuklariyie birlikte esarete düşmeği beklediler. Kale muhafızları, ancak P a p y a s ’ın yüzünü gördükten sonra, kalenin kapılarını kaçanlara açtılar. P a p y a s ilk kaçan­ larla beraber hareket etmediği için binlerce kişi ezilip boğul­ du. P a p y a s da kalenin kapısı önündeki ölü cesetleri yü­ zünden buraya giremedi ve bir Türkün attığı okun isabeti ile öldü. Z a n g i bu korkunç manzarayı g ördüğü zaman kılıçların durması için emir verdi. Mukaddes adam B a s i l us, çıplak ve yalın ayak bulunmuştu ve Türkler tarafından bir ip ile sürüklenmekte idi. Z a n g i , onun yüzündeki nuraniyeti sezerek bu adamın kim olduğunn sordu ve metropolit olduğunu anlıyarak kendisine elbise verilmesini ve çadırına getirilmesini emretti. Sonra şehri teslim etmemek ve halkı ölüm den korumamak yüzünden mu­ kaddes adamı tevbih etti. O da şu cevabı v e rd i: “Mukadderat-ı İlâhiye bunun böyle olmasını, sizin böyle bir zaferi ka­ zanmanızı ve hüküm darlar arasında büyük ve muhteşem bir şöhret sahibi olmanızı irade etti. Biz fakir ve masum kimsele­ riz. Hıyanet etmedik ve andlarımızı bozm adık,,. Bu sözler Atabeg’i memnun etti, o da şu mukabelede bulundu : “Doğru söy­ lüyorsunuz metropolit. Ç ün k ü andlarını bozm ıyanlan, A llah da, insanlar da severler. Bilhassa ölünceye kadar andına sadık kalanı herkes taziz eder,,. Kalede bulunanlara gelince, iki gün sonra, teslim oldukları takdirde canlarını kurtaracakları ilân olundu. O nlar da teslim oldular. Türkler rasgeldikleri her Frankı öldürüyorlardı. Fakat milletimize ve Ermenilere dokun-


380

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

muyorlardı. Bu faciayı anlatmak bana değil, Ermiya Peygambe­ re ve ona benzer kimselere yaraşır 1. İnsanlar, onların mersi­ yelerini ve hazin eserlerini okuyarak düşünsünler. Edessa’nın sukutu gününde Kararit manastırında yangın koptu ve bütün hücreleri yaktı, ihtiyar bir rahip ile diğer kimseler fırından kaçar gibi kaçtılar. Aynı gün Maraş’taki bir köy de yandı. Mar Savvma oğlunun manastırında da ateş çıktı ve üç hücrenin yanmasından sonra güçlükle ö nü alındı. Selibhioğlu M a r D i o n y s i u s , Edessa’nın zaptı hakkında üç yazı, Edessa’lı M a r B a s i l üç yazı yazmıştır. Bunların hepsi de M a r J a k o b vezni üzere yazılmıştır. Z a n g i , Edessa’yı aldıktan sonra, Fırat üzerinde âsi bir kale olan B i r a ’ya hareket etti. Kendisi burada harb ile meş­ gul iken Musul’da bir takım ihtilâflar çıktığına ve buradaki vekili olan N a s r ü d d i n ' i n katledilmiş olduğuna dair haberler geldi. O da Bira’yı terkederek Musul’a döndü. Bira’daki Frank­ lar Z a n g i ' nin tekrar geri dönerek kendilerine hücum etme­ sinden korktukları için Mardin emiri ve A rtuk’un torunu I l g a z i oğlu H ü s a m e d d i n

T e m u r t a ş ’a haber göndererek

şehri ona devrettiler. İ l g a z i , Z a n g i ' nin geri dönerek kendi memleketine taarruuz etmesinden ve buradaki kaleleri zaptederek bütün memlekete hâkim olm asından korktuğu için Hurbagar, Tel - Beşme, Tuma, Tel - Şih kaleleri ile Mar H ananya manastırına yakın olup “Kadın kalesi,, diye maruf olan kaleyi tahrip etti. Bu sırada Temurtaş, Hatha kalesini bir yıl dört ay devam eden muhasaradan sonra teminat vererek ve altınlarla köyler hediye ederek bir K ürdün elinden aldı. Zaid kalesi emiri D a v u d oğlu A r s l a n Toğ mı ş , Z a n g i ' den ayrılarak Tel-Arsanyas önünde karargâhını 1 Bar Hebraeus’un hâdiseyi bu derece îzam etmesine mukabil İslâm müverrihleri Z a n g i ' nin burada gösterdiği büyüklüğü şu suretle anlatırlar: «Atabeg Zangi bu şehri beğendiğinden, onu tahrip etmenin siyaset bakım ın­ dan doğru olmayacağına hükmetmiş, onun için askerlerine, erkek, çocuk, namına ele ne geçirdilerse hepsini evlerine iade etmelerini ve bunlara ait olarak eşya ve mal namına ne aldılarsa hepsini vermelerini emretmiş, as­ kerleri de bu şekilde hareket etmiş ve bütün aldıklarını geri vermişler, bu yüzden çok az şey kaybolmuş ve şehir eski haline dönm üştü», bk. İbn ül- esir, C ilt 11, sahife 41. (Ö . R.).


ARA P HÜKÜM DARLARI

383

kurdu ve kalenin teslim edilmesini istedi. Fakat bu kale sahip­ leri, oğullarının Zaid kalesinde rehine olarak tutulması yüzün­ den teslim olmak istemediler. Muharebenin başlaması üzerine kale de sür’atle sukut etti ve içinde memleketin her tarafından alınma 15.000 esir bulundu. Emirin emri ile, başlarında pisko­ pos T i m o t h y olmak üzere, bunların hepsi köle sayıldılar ve satıldılar. Arapların 540 (1145 M.) yılında Z a n g i , Kardu adası tarafındaki Panak kalesine karşı bir ordu gönderdi. Buraya Ö m e r o ğ u l l a r ı y e r i denilir. Dicie üzerindeki bu kale isyan halinde idi ve 300 senedenberi B a ş n a v a Kürtlerinin elinde bulunuyordu. Arapların 541 (1146 M.) yılında Z a n g i vekili olan N a s r ü d d i r i in katlinden sonra Musul yerlileri ile sulh yaparak kendisine ait olan Haleb’e gitti ve bir ordu toplıyarak C a ’ber kalesine karşı hareket etti. Z a n g i , bir gün çadırında bir takım maden işçilerinin kendisine yapmakta oldukları altından bir tasa bakm akta iken zırhlarını taşıyan kölelerinden biri kılıcı ile onu arkasından vurdu ve başını kesti. Bazılarına göre, Z a n g i , sarhoşluk yüzünden sızmış olduğu bir gecede kölelerinden üçü tarafından öldürülmüştü. Katiller şehrin suruna kaçarak surun başında bulunan muhafızlara “Bizi yanınıza çekiniz de size iyi haberler verelim,, dediler. Muha­ fızlar bir sepet sarkıttılar ve bu adamları teker teker çektiler. Bunlar yukarıya çıkınca kale muhafızlarına “Biz Z a n g i ’yi öldürdük. Bu sırada bir kimse de bunun faikında değildir. Siz bu haberi yayın,, dediler. Bunun üzerine muhafızlar boru çal dılar ve “ Uyanınız ve cesedi kokmadan evvel efendinizi gömü­ nüz,, diye bağırdılar. Bunun üzerine Z a n g i ' nin 3:anına giden­ ler onun ölü olduğunu gördüler. Bunun üzerine Z a n g i ' nin N u r e d d i n diye maruf olan oğlu M a h m u d , babasının yanında olduğu için, kaleye daha büyük şiddetle hücum etti. Gerek kendisi, gerek içerdekiler mücadelede yıpranınca, M a h m u d bunlara şu sözleri söyledi: “Bize babam ın katillerini teslim ediniz ve sulh içinde yaşıyalım. Kendisine üç köle teslim olundu, o da bunları şiddetli işken­ celere uğrattıktan sonra öldürdü ve cesetlerini yaktırdı. Z a n g z’nin dört oğlu ve bir kızı vardı. Bunlar S e y f ü d d i n G a z i , N u r e d d i n M a h m u d , K ut b u d d i n M e v d u d ,


382

ABU’L . FARAC TARİHİ

Emir ül-ümerâ N u s r e t ü d d i n ve hemşireleri idi. Z a n g i , Mu­ sul’da meydan karşısındaki bir tek şahane saray bulunmasından dolayı, burada müteaddit saraylar vücuda getirdi. Musul’un sur lannı yükseltti ve surun etrafındaki hendekleri derinleştirdi. Ken­ di adına izafeten / m a d î adını taşıyan kapıyı da o açtı ve etrafın­ da bahçeler vücuda getirdi. Denildiğine göre önceden Musul’da meyveler ve üzümler o kadar nadir idi ki, bir hizmetçi, satmak üzere bir salkım üzümü kopardığı zaman, bir tek danenin yere düşmemesini temin için salkımı ustura ile keserdi. Zangi Musul’daki meyvelerin her çeşidini çoğalttı. Z a n g ?’nin, Sultan sarayında gece gündüz cereyan eden herşeyi kendisine gizlice bildiren adamları vardı. Kendisine bir elçi geldiği zaman onun idare adamları ve şehir halkı ile konuşmasına müsaade etmezdi. Z a n g i , bir gün kıymetli birşeyi kölelerinden birine vererek “Bunu benim için sakla,, dedi. Köle de onu alarak bir mendile sardı ve göğsüne koydu. Zangi bir yıl sonra “O kıymetli şey nerede,,? diye sordu. Köle de elini göğsüne koyarak mendili çıkardı ve ona teslim etti. Kölenin bu hizmeti Z a n g i ' yi hoşnut ettiğinden ona “Oyle ise kale’nin muhafızlığını da bu şekilde yap,, dedi ve Kavaşi kalesinin emirliğini ona tevcih ederek kendisini oraya gönderdi. Z a n g i ' nin daha birçok kıymetli meziyetleri vardı. Mütevazi ve liyakatli idi, kabahatlilere karşı sert davranırdı. Fakat bu meziyetleri hülâsa etmek bile uzun süreceği için bunları bırakmak mecburiyetindeyiz. Z a n g i , Suriye’yi 19 yıl idare etti. A t a b e g Z a n g i ' nin C a ’ber kalesinde katli sırasında yanında E s e d d ü d d i n Ş i r k u h adlı büyük ve akıllı bir adam bulunuyordu. Bu adam Zangi’nin oğlu N u r e d d i n ' e yaklaşa­ rak şu sözleri söyledi : “Benim görüşüme göre, babanın veziri, Musul’a götürmek ve orada hüküm darlığını ilân etmek istediği kardeşin S e y f e d d i n lehine askerleri saptırmakla meşgul oluyur. Bu yüzden senin Haleb’e gitmeni, orada hüküm sürmeni ve buradan bütün Suriye’ye hâkim olmanı daha müreccah g ö ­ rüyorum. Bunu yaptıktan sonra D oğu, yani Musul ve havali­ si de sana tâbi olur,,. Böylece de hareket edildi. Münadîler Suriye orduları arasında bu hatt-ı hareketi ilân ettiler. Bunların hepsi N u r e d d i n' e katıştılar ve bu sayede N u r e d d i n Haleb’i


ARAP HÜKÜMDARLARI

383

ve Haleb’in kalesini zaptederek burada hükümran oldu. Kardeşi S e y f e d d i n ise Musul’u almış ve burada hüküm sürmüştü. Sultan M e s ' u d , babasının hayatı sırasında kendisine büyük hizmetler ifa eden S e y f e d d i n ’i sevdiği için ona şâhâne hil’atler gönderdi ve onun Musul sultanlığını te’yit etti. N u r e d d i n , kardeşi S e y f e d d i n ' den korkuyor ve ona hediyeler göndererek ve hürmetler göstererek korkusunu belli ediyordu. S e y f e d d i n , Suriye’ye gelmesi üzerine andlar içerek teminat verdiği için N u r e d d i n de onun yanma gitti. İkisi karşılaşınca N u r e d d i n iğildi, kardeşinin huzurunda yeri öptü. S e y f e d d i n , kardeşi N u r e d d i n' e sordu : “Niçin benim yanıma gelm edin? Benden korkmuş olmana imkân var m ı? Emin ol ki aklından geçen düşünceler benim aklımdan geçmedi. Kardeşime kötülük ettikten sonra hayatın ve ülkelerin ne değeri k a lır? „ Böylece iki kardeş anlaştılar ve herbiri kendi ülkesine döndü. Z a n g i ' nin katli sırasında A ntakya hâkimi B a y m o n d ( R a y m o n d?) Halep ve Ham a’ya giderek birçok Arapları öldürdü ve birçok esir aldı, fakat Ş i r k u h ona yetişti ve onu geri dönmeğe mecbur etti. Şam emiri M u c i r ü d d i n Ba’lebek’e karşı hare­ ket etti ve buraya karşı harb açarak şehri S e l â h a d d i n i n babası N e c m e d d i n E y y u b ' dan aldı ve N e c me d d i n'e bir takım köyler vererek onu birlikte Şam’a götürdü. Y u n anlı’ların 1458 (1147 M .) yılının Ekim ayında Kişum emiri J o s c e l y n ve B o d z a i n , Edessa’ya geldiler. Geceleyin Frank piyadeleri bir takım Ermeni muhafızlar ile anlaşmış olmaktan istifade ederek kurulan merdivenlerle kulelere çıktılar ve Türkler kaleye kaçtılar. Sabahleyin sur kapısı açılmış ve J o s c e l y n içeri girmişti. Franklar Edessa’da 6 gün kaldıktan sonra 10.000 Türk ile hareket eden N u r e d ­ d i n bunlara baskın verdi. J o s c e l y n Edessa’nın bedbaht halkını rahatsız etti ve erkekleri, kadınları, gençleri ve kızları yakalıyarak gecenin ikinci saatinde yurtlarından yola çıkardı. G ün doğunca Türkler bunlara yetiştiler, üzerlerine dolu gibi ok yağdırdılar ve bunları ağırca yaraladılar. Ortalığı gazap sağanakları kaplamış, gönüllerde merhametten iz kalmamıştı. Gece, ölüm gecesi idi. Sabah, cehennem sabahı idi. Zavallı şehrin halkı, sefalet ve ıstırap içinde boğuluyordu. Halbuki bu şehir, şehirlerin gıpta ettiği bir mamûre idi.


384

ABU’L - F A R A C TARİHİ

Ç ü n k ü Frank atlıları, Türklere karşı duram adıkları için kaçmışlardı. Franklar’ın kaçamıyan piyadeleri Yıldız adını taşıyan harap kaleye göz dikerek oraya gittiler. Acınacak bir halde olan ayak takımı da buraya iltica etti ve Türklerin kılıçları, ateşin samanları yakm ası gibi, bunları mahvetti. T ürk­ ler kan dökmekten yorulunca, geride kalanları, ayakkaplarını ve üstbaşlarını çıkarmağa mecbur ettiler, bunların erkek ve kadınlarını bağladılar ve çıplak bir halde atlarla yarış etmeğe mecbur ettiler. Birinci ve ikinci hamlede maktul düşenlerin sayısı 30.000 e varmıştı. Esir edilerek götürülenlerin sayısı da 46.000 kadardı. Frank piyadeleri ile beraber harap kaleye kaçanların sayısı 1000 kadardı. Bir tek kadın veya çocuk kurtulamamıştı. Edessa toprağı kan ile yuğrulmuş ve kendi evlâtlarının ve kızlarının âzası ile dolan bir harabeye d ön ­ müştü. Vahşî hayvanlar, geceleri buraya gelerek maktullerin etini yiyorlardı. Burası çakalların yurdu olmuştu. Kişum hâkimi Bodwin’in cesedi de bulunamamış ve mel’un joscelyn, Samusata’ya kaçmıştı. Mukaddes adamımız B a s i l kaçmakla kurtulmuş, fakat Ermeniler içinde birçok kimselerle beraber yakalanmıştı. Franklar, Edessa’nın uğradığı felâketi haber alınca, son derece müteessir oldular ve İtalya’dan birçok ordular geldiği gibi, A lm anya kıralı (C o n r a d ?) 90.000 atlı ile A rapların F o n i s ( L o u i s ) dedikleri Afranzis (Fransa) kıralı 50.000 atlı ve sayısız piyade ile gelmişlerdi. Y u n a nlı’ların 1459 (1148 M.) yılında bunlar, Y unanlı’ların hıyanetine vakıf oldukları için, İstanbul’a karşı harb ilân ettiler. Kıral M a n u e l , bunlara birçok altın verdikten sonra, kendilerine hıyanet etmeksizin rehberlik edeceğine dair yemin etti. Fakat bunları susuz dağlara sevkeden rehberler vererek kendilerine dosdoğru ihanet etti. Bunlar 5 gün kadar bu vaziyet içinde dön üp dolaştıktan sonra rehberlerinin kaçmış olduklarını gördüler, içlerinden binlercesi susuzluktan öldü ve atları da aynı şekilde helâk oldu. Türkler haber alarak dağlar arasında dağınık bir halde olan Frankların üzerine yükleddiler ve bunlardan buldukları g ru plan imha ettiler. Türklerin memleketleri, Franklardan aldıkları ganimetler ile dolmuştu Tar tale gümüş M alatya’da kurşun bahasına satılıyordu. K aça­


ARAP HÜKÜM DARLARI

385

bilen Franklar Pontus sahiline vardılar. Yunanlılar buğdaya kireç karıştırarak bunlara verdiler. Bu ekmekleri yiyenler düşüyor ve ölüyorlardı. Almanya kıralı üç kont ile birlikte kaçabildi, K udüs’e gelebildi, burada Mukaddes Mezar da dua etti ve takdis olundu. Bu kıral birkaç gün istirahatten sonra 10,000 atlı ve 60.000 piyade ile Şam ’a karşı hareket etti. Türklerle A rapların sayısı 130.000 piyadeden fazla idi. A tlılar bu sayıdan hariçti. Frank­ lar, A raplarla Türklerin çok olmakla beraber korkunç olm adık­ larını görerek cesaretlendiler ve çadırlarını nehirler üze­ rinde ve bahçeler arasında kuracak derecede ilerlediler. Şam emiri M u i n ümitsizliğe düşerek Kudüs kiralına okşayıcı sözler ile dolu bir mektup ile birlikte hepsi de Mısır altın suyuna batırılmış tunç ( veya b a k ırd a n ) ibaret 200.000 dinar göndermiş, bundan başka Taberiye ( ? ) hâkimine aynı sahte altından 50.000 dinar göndermiş, fakat bu altın denenmiş ve onun sahteliği anlaşılmıştı. Bu altın ufalanıyordu. Gerçi ben 5 A rap yazmasını okudum, fakat bunların birinde de bu hikâyeyi görmedim. Bunu kaydeden biricik muharrir mübarek M a r M i c h a i l 'dir. A lm anya’nın büyük kıralı bu hıyaneti görünce Şam’ı bıraktı ve büyük bir keder içinde kendi memleketine döndü. Bu büyük milletin uğramış olduğu fena âkibet bu merkezde idiSicilya kıralı, Y unanlı’ların hıyanetinden haber alınca çok fena hiddetlendi Tep şehrine karşı hareket ederek bu şehri tah­ rip etti ve içindeki Y unanlı’ları kâmilen kılıçtan geçirdi. Sonra Edirne ve Filibe şehirlerine karşı da aynı şekilde hareket etti ve İstanbul’a gelerek onun bütün etrafını tahrip etti. Bu sırada K ilikya hâkimi Ermeni L e o , İstanbul’da öldü ve oğlu To r o s bir dilenci gibi yaya olarak kaçtı ve K ilikya’ya geldi. Bu adam mukaddes adamımız M a r A t h a n a s i u s ' a giderek A llahın atalarından kalma mirasını kendisine iade için dua etmesini istedi ve dua sırasında bir atın bedelini hediye olarak verdi. Bu adama oniki Ermeni katıldı ve bunlar evvelâ A m uda kalesine hücum ettiler. Kaledeki kimseler efendilerinin gelmiş olduğunu görünce sür’atle teslim oldular, o da kaleye girerek burada bulunan Y unanlı’ları öldürdü. Bu yüzden diğer Abu'l-Farac Tarihi, F. 25


386

ABU ’L - F A R A C TARİHİ

kalelerde bulunan Yunanlılar ondan korktular, o da birçok mevkileri zorluk çekmeden zaptetti. Y u n anlı’lar ve Ermeniler onunla birleşerek Türklerle döğüştüler ve Türklerden 3.000 kadar öldürdüler. Bu adam zaferler kazanıyor ve onun şöhreti yayılıyordu. Türkler ona ehemmiyet veriyor ve onunla mücadele etmemeğe bakıyorlardı. Daha sonraları bu adam Anazarba şehri ile daha başka şehirlere hâkim oldu. A yn ı yıl Z a n g i oğlu N u r e d d i n , Abham ea kalesi ile di­ ğer kaleleri Franklardan aldı. A ntakya hâkimi ona bir pusu kurdu ve ordusunun mühim bir kısmını imha etti. Fakat N u r e d d i n ’in kendisi, birkaç adamı ile birlikte kaçtı ve Haleb’e doııdü. Yunanlıların 1460 (1149 M.) ve Arapların 5443 (1148 M.) yılında N u r e d d i n , H ârim ’e karşı hareket etti ve kalenin dışındaki havali ile binaları tahrip etti. A ntaky a hâkimi P r a y n s onu, H ârim ’den uzaklaştırmak üzere buraya akın edince Franklar Türkler tarafından m ağlûp edildiler ve Franklar içinde Türkler tarafından en çok korkulan Frank hüküm darı P r a y n s maktul düştü. Bunun üzerine Antakyalılar arasında ayrılıklar başgösterdi ve bunların birçoğu şehri N u r e d d i n ' e teslim etmek istediler. Fakat diğerleri Kudüs kiralına sür’atle haber gönderdiler, o da hemen geldi, burada kalan atlıların bakiyesine cesaret verdi ve P r a y n s ' ın oğlu B o h a y a m o n d ’un yetişmesine kadar patriklerini hâkim olarak başlarına geçirdi. Kişum valisi bu sırada maktul düşmüş ve Joscelyn, Kişum ile Bet Hesna üzerinde hâkim kesilmişti. A ynı yıl Konya sultanı M e s ' u d ' un oğlu olup ismi K ı l ı ç A r s l a n olan zat, Maraş’a karşı hareket etti ve onu Frankların elinden aldı. İçmiş olduğu andlar yüzünden Frank atlılarının, piskaposun ve ihtiyarların A ntaky a’ya gitmelerine müsaade eden K ı l ı ç A r s l a n , bunların peşinden Türkleri gönderdi, onlar da bunları öldürdüler. Maraş’ın zaptı sırasında kilisemizin tefrişat ve teçhizatı, piskoposa karşı gelen büyükler tarafından tahribediimiş, bu yüzden M u r o n yağı kutusu, buhurdanlıklar, koku kapları, gümüş buhurdanlıklar, perdeler ve duvar örtüleri zıyaa uğramıştı. Zaid kalesi emiri, yani K a r a A r s l a n , Babhula’yı Frank­ lardan aldı ve G argar’a akıncılar gönderdi. Bütün ahalinin ser­ vetleri ile birlikte Sazvma oğlu d a ğ ın a iltica ettikleri görülerek


A RA P HÜKÜM DARLARI

387

öç yerde pusu kuruldu ve erkenden hayvanlar, yani koyunlar ve keçiler ile davarlar ele geçirildi. Manastırın hademesinden öç kişi ile iki Türk öldürüldüler. Türkler manastıra adam g ön ­ dererek “G argar ahalisini bize veriniz. Biz de sizden aldığım ız herşeyi iade ederiz. Ç ü n k ü buradaki azize hürmetimiz vardır ve biz manastıra fenalık etmek için gelmedik. Elimize verilecek ahaliye gelince, onları köle olarak kullanacak değiliz. O nları köylerine yerleştireceğiz ve araziyi bizim için işlemelerini temin edeceğiz,, dediler. Manastırın içinde ihtilâf koptu. Rahiplerin bir kısmı bun­ ları teslim edelim, bir kısmı da teslim etmiyelim diyorlardı. Az kaldı manastır halkı birbirlerine karşı kılıca sarılacaktı. Nihayet yaşlı bir rahip her iki taraftan ikişer kişi aldı ve hep birlikte Türklerin yanına gittiler ve yaşlı adam şu sözleri söyledi: “Dediğiniz doğru ise ve bu adamları köle etmiyerek tarlalarında çalıştırmak istiyorsanız, içinizden birkaç kişi bizimle birlikte gelsin ve sizin hâminiz olan emire gidelim. O ne em­ rederse onu yapalım,,. O zaman hıyanet açığa vuruldu ve rahipler anlaşarak hep birlikte “Bunlara teslim olmayız,, dediler. Bunun üzerine Türkler, etraftaki bağları yaktılar ve buradan ayrılıp gittiler. Rahipler Zaid kalesine giderek emir tarafından kabul olundular. Emirin gönlüne merhamet geldi, o da alman herşeyi geri verdi. A ynı yıl J o s c e l y n , Tel-Beşir’den çıkarak 200 atlı ile A ntakya’ya gitmek ve orada bir gemiyi karşılamak istedi. Y o ld a birkaç Türkmen’le karşılaştılar. Fakat Türkmenler bunlardan korktular ve kaçtılar. Fakat Türkler bunları takib ettiler ve Joscelyn’i yakalıyarak Halep emiri N u r e d d i n ' i a huzuruna getirdiler. Halep emiri bu adam ı bin dinara satın aldı, ona zincir vurdu ve hapse attı. J o s c e l y n , 9 yıl mahpus yaşadı. Kendisine müslüman olması için türlü türlü tazyikler yapıldı ve birçok mükâfatlar vaad olunduysa d a kabul etmedi. Bu adam dini üzere kalmağa ısrar etti. Mar Sawma oğlu­ nun manastırını zaptetmek yüzünden bu halin başına geldiğini ve A llahın cezasına uğradığını söyledi. Bu noktayı, Allahın yardımiyle kilise tarihimizde izah edeceğiz. J o s c e l y n ölmek üzere olduğunu hissedince piskoposu istedi, günahlarını itiraf etti, sonra piskopos onu Sır haziresi’ne g ötürdü ve orada bir


388

ABU’L- F A R A C TARİHİ

mağara içinde hayatı son buldu. J o s c e l y rc’in esir düşmesi üzerine Türkler cesaret alarak Frankların elinden Garga, Kahti, Hısn-Mansur, Tihinkar gibi birçok yerleri aldılar. J o s c e l y n in ölüm ü üzerine Tel-Beşir’deki Franklar, bir çocuk olan oğlunu onun yerine geçirdiler. O da, J o s c e l y n namını takındı. Yunanlıların 1461 (M. 1150) yılında Kişum halkı, Türk kuvvetinin artmakta olduğunu görerek mukaddes bir adam olan M a r İ ı v a n n i s ' i Konya sultanı M es'ud.'a gönderdiler ve kendileri ile birlikte olan Frankların emniyet içinde Ayıntab’a gitmeleri için söz aldılar ve bu söz yerine getirildi. Biz­ zat K onya sultanı, Kişum, Bet Hesne, Raban, Barzaman ve Maraş üzerinde hüküm sürüyordu. O nun Tel-Beşir’e karşı hareket etmesi üzerine Z a n g i oğlu N u r e d d i n onu karşıla­ m ağa çıktı ve sultan kızını ona zevce olarak verdi. N u r e d d i n , karısını Tel-Beşir’de bıraktı ve geri döndü. Ç ü n k ü onu almağa kudreti yoktu. Kudüs kıralı gelerek J o s c e l y n in zevcesini, çocuklarını ve bütün Frankları kaldırarak K udüs’e götürdü ve Tel-Beşir’de Yunan kiralına mensup adamlar bıraktı. Bu Yunanlılar A yın tab ve A zaz’a hâkimdiler. Daha sonra N u r e d d i n bunlara karşı harb açtı ve bunlar, kıtlığa da uğramak yüzünden, bu yerleri sulh içinde ona devrettiler. Mardin emiri T e m ü r t a ş , Bira, Samosata, Huris ve Kefarsut’da hüküm sürüyordu. Roma kalesinde adı M i c h a i l olan bir Ermeni bulunuyordu. Bu adam, J o s c e l y n ' in karısı ile oğluna haber göndererek Ermeni katolikosu olup Daira Yametha’da ikamet eden G r e g o r i u s ' u n kendisi ile ikamet etmek ve yardımcısı olmak için emir vermelerini istedi. Bu adam kalkıp geldi, Michail’e karşı hıyanet gösterdi. O nun bütün malını alarak kendisini kovdu ve Roma kalesinde kaldı. Arapların 544 (M. 1149) yılında Musul emiri Z a n g i oğlu S e y f e d d i n , Mardin emiri T e m ü r t a ş ' tan D ârâ şehrini aldı ve onunla sulh yaptı. S e y f e d d i n , Musul’a döndükten sonra hastalandı ve öldü. O nd an sonra kardeşi K u t b u d d i n M e v d u d yerine geçti ve T e m ü r t a ş ' m kızı ile evlendi. Bunun üzerine eşrafın bir kısmı Halep emiri N u r e d d i n e haber g ön ­ dererek gelmesini istediler. N u r e d d i n , vakit geçirmeksizin, 70 atlı ile Şigar’a geldi ve buradakiler ona teslim oldular.


ARAP H ÜKÜMDARLARI

389

Daha sonra N u r e d d i n , kale emiri K a r a A r s l a n a haber göndererek yardımına gelmek mukabilinde Haytam kalesini ona vaad etii. N u r e d d i n ' ı n kardeşi K u t b u d d i n , bir ordu toplıyarak N u r e d d i n ile harb meydanında karşılaşmak üzere Tell-Afar’a hareket etti. Bunun üzerine eşraf kendisi ile konuştular, o da S e y f e d d i n e ait Emesa’yı N u r e d d i n t verdi. N u r e d d i n de Şigar’ı K u t b u d d i n e iade etti ve Haleb’e döndü. Aynı yılın ağustos ayının 23 üncü günü Zaid kalesinde bir tuğyan oldu ve sular bir çocuk ile anasını, iki katırı, iki mandayı, bir merkebi sürükledi ve hepsi boğuldular. Yunanlıların 1462 (M. 1151) yılında İzange emirinin karısı kendisini bir kiriş ile boğdu ve Dibarigi’de bulunan kardeşini getirtti. O da, bu kadın ile evlendi ve hükümdar oldu. Bir Türk emiri, Pontus Rumları’mn Sirikha manastırına giderek / s a ’nın salbolunduğu haçın bir parçasını ihtiva eden altın haçı kaldırdı ve bu memleketteki askerleri ziyaret etti. Bir müddet sonra bu zat, rahiplerden almış olduğu büyük ganimetleri iade etti. Bunun üzerine aziz Mar Sawma oğluna karşı “Kudreti varsa Joscelyn’in sağ kolu kaldırıp götürmesine niçin müsaade etti,, ? diye aziz ile istihza eden Rumlar mahcup oldular ve utandılar. Aynı yıl N u r e d d i n Şam havalisine gitti ve Şamlılara şu haberi gönderdi: “Sizinle dövüşmek için gelmedim. Sizi zilletten kurtarmak istiyorum. Çünkü siz Frankların boyundu­ ruğu altında yaşıyorsunuz. Memleketinizin çocukları ve kızları Frankların esiridirler ve sizin bunlara karşı bir yardımcınız yoktur,,. Bunun üzerine Şamlılar şu cevabı verdiler: “Bizler Franklarla sulh içinde yaşıyoruz ve sizin yardımınıza ihtiya­ cımız yoktur. Bizi bırakıp memleketinize dönmezseniz Frank­ ları getirtiriz ve onlarla bir olup size karşı kılıç çekeriz,,. N u r e d d i n , bu sözleri işidince fena halde hiddetlendi ve şehre karşı yürümek istedi. Fakat Cenab-ı Hak şiddetli ve yıkıcı yağmurlar gönderdi, o da yürüyemedi. Şam eşrafı şehirden çıkarak onu teskin ettiler. Hutbelerde halife ile sultanın adından sonra onun ismini andılar. O da bunları bırakarak Haleb’e döndü. Yunanlıların 1463 (M. 1152) yılında Franklar hain Yunan­


390

ABU’L- FARAC TARİHİ

lılara karşı hiddet içinde hareket ederek İstanbul’un bütün havalisini yaktılar. Bunlar, daha sonra, Filistin’e giderek Askalan havalisindeki birçok köyleri yaktılar ve rasgeldikleri Türklerle Arapların kanını döktüler. Bunlar Mısır’a da giderek Mısır’ın batısındaki birçok köyleri yaktılar, sonra memleketlerine dön­ düler. Aynı yıl Malatya emiri D e v l e t vefat etti ve oğlu Z ü lk a r n e y n yerine geçti. Konya sultanı M e s ' u d , bundan ha­ berdar olunca, D e v i e t ' m kardeşi Y a k u b A r s l a n ' a hücum etti ve onu mağlûp ettikten sonra Malatya’ya karşı karargâh kurarak şehrin etrafındaki bütün güzel yerleri tahrip etti. Bunun üzerine bu genç adamın anası -ki şimdi kardeşinin kızı idi- onun hesabına' ve oğlu hesabına ricalarda bulundu. Sultan da şu cevabı verdi: “Şayet kendisi gelir de itaatini arzederse onu kabul ederim ve şehri ona bırakırım,,. Genç adam bir kılıç ve bir kefen alarak gitti ve sultan tarafından kabul olunarak mevkiinde kaldı. Genç adam da geri döndü. Onun anası şehri idare ediyor ve şehrin halkından yalnız Hıristiyan­ lara değil, Araplara da eziyet ediyor ve bilhassa vergi ve para toplamak hususunda bunları bîzar ediyordu. Bu kadın, bir sürü büyücü kadın ile ölüleri kaldıran kadınlan etrafında toplamıştı’ Bunlar, ona uzun bir saltanat süreceğini ve her istediği kimse ile evlenebileceğini söylüyorlardı. Bu yüzden bu kadın genç oğlunu öldürmek için bir suikast hazırladı. Fakat suikast keşfolundu ve memleket eşrafı, onu ve başında bulunan büyücü kadınları memleketten çıkarıp attılar. Eşia’nın kitabındaki şu kehanet ona intibak eder: “Şimdi gençliğinden beri meşgul ol­ duğun büyü ve efsunlarla kal. Belki istifade edersin. Fakat ben düşüncelerinin çokluğundan bîzarım,, (Eşia XLV1I, 12). Aynı yıl şiddetli yağmurlar yağdı, büyük kayaları, tepe­ leri silip süpürdü ve dağın bir parçası Tarşana köyünün kalesi olan Bet Abdahar vadisine kaydı. Bu yüzden Fırat nehrinin akışı üç saat durakladı ve sular Prosidin köyüne kadar yük­ seldi. Bu köy ise dağın tepesinde idi. Daha sonra Claudia dağının eteğindeki manialar parçalandı, sular aktı ve bu yüz­ den Suriye’de büyük tahribat hasıl oldu. Aynı yıl Meyat yer­ lileri vebaya tutuldular, 12.000 kişi öldü ve birçok manastır boş kaldı. N u r e d d i n ' i n Şam’a karşı hücumu üzerine Franklar,


ARAP HÜKÜMDARLARI

391

Şamlılara yardım için toplandılar. N u r e d d i n de, bundan ha­ ber alarak Haleb’e döndü. Arapların 546 (M. 1151) yılında S e l a h a d d i n , Ba’lebek hâkimi olan babası N e c m e d d i n E y y u b ' dan ayrılarak, Ha­ leb’e, amcası E s e d ü d d i n Ş i r k u h ' un yanına geldi. O da S e l a h a d d i n ' ı N u r e d d i n ’e takdim etti; N u r e d d i n onu kabul etti ve kendisine iş verdi. Yunanlıların 1464 ve Arapların 547 ( M. 1152 ) yılında Kudüs kıralı, anası iie kavga etti. Kıraliçe de, Davud kulesi’nde yerleşerek burasını takviye etti. Bunun üzerine eşraf araya girdi ve kiralın anası kıraliçelikten istifa ederek elin­ deki şehirleri ve askerleri oğlu olan kirala devretti. Kıral, Mısırlı Arapların elindeki Askalan şehrine hücum etti. Bu şehre karşı tahtadan bir kule ile mancınıklar kullandı ve şehrin surunda bir gedik açtı. Dörtyüz birader (Frers?) sıçradılar, bu gedikten geçtiler ve Araplar bunların hepsini öldürdüler. Çünkü gediğin içinde 20.000 zırhlı adam bulunuyordu. Kiralın ken­ disi de, büyük eziyetlere uğrayarak burasını bırakıp gitmek istemişse de muhariplerin biri şehri zapta muvaffak olmuştu. Franklar açtıkları gediği bütün gece bekliyerek Arapların bu­ rasını yeniden kapamalarına müsaade etmediler. Sabahleyin kıral bir haç alarak onu şehrin içine attı ve şu sözleri söyledi: “Bu haç ile birlikte ilerlemiyen Hıristiyan sayılmaz,,. Ve herkes koştu ve şehre girdiler. Askalan’da 15.000 kadar Arap öldürülmüş ve geride kalanlar biner biner Mısır’a kaçmışlardı. Hakikat şu merkezdedir ki, Franklar Askalan’ı Arapların 548 (M. 1153) ve Yunanlıların 1465 yı­ lında aldılar. Fakat M a r M i c h a i l , bu hadisenin bir yıl önce vukubulduğunu bildirir. Kudüs kiralının kazanmış olduğu bu zaferle Antakya’nın hâkimiyeti de ona geçti, o da Antakya hâkiminin vefatı dolayısiyle karısını zevce olarak aldı. Kilikya hâkimi Ermeni To r o s, Kapadokya’ya gitti, Türklerden esir aldı ve memleketine döndü. Konya sultanı M e s 'u d , kızını Y a k u b A r s l a n a verdi ve ikisi Kilikya’yı istilâya karar verdiler. Fakat müstahkem şehirler Ermeniler tarafından gayet iyi müdafaa edildiği için Türkler muvaffakiyetsizliğe uğrayarak geri döndüler. Bunun üzerine Toros’un kuvveti arttı, o da Yunanlılar elinde kalan


392

ABU'L-FARAC TARİHİ

yerleri onlardan aldı. Yunan kıralı M a n u el, bu yüzden hid­ detlenerek Kilikya kıratlık hanedanına mensup ordu kumandanı A n d r o n i c o s ' u . yola çıkardı. Ermeni’ler ile bunlar birleşerek Yunanlı’ları Tarsus kapısı önünde karşıladılar ve Yunanlılar mağlûp edildiler. Bunların 3.000 i öldürülmüş, gerisi de deniz yolu ile kaçmıştı. Aynı yıl içinde bir keçi üç gözlü ve iki ağızlı bir yavru doğurdu. Kilikya ve Konya’da müthiş bir veba koptu. Aynı yılın ekim ayında Gubos’ta yapılan M a r A g r i p a s yortusuna iştirak etmek üzere Zaid kalesinden gelip Fırat nehrini geçmekte olan erkek ve kadınlar bir kazaya uğrayarak kâmilen boğuldular. Bu sırada birçok insanlar günah işledikleri için kilise rüesası, üç esas koydu: Birincisi, Allahın anlaşılmaz hükümlerini araştır­ mak doğru değildir; İkincisi, erkekler ve kadınlar bu zamanda azizlerin hatıralarını sevap kazanmak için değil, belki kendi süfli arzularını tatmin için tes’id etmektedirler ; üçüncüsü, bu insan­ ları helâk olmuş saymak doğru değildir. Çünkü Allahın hük­ münce, ölüm, onlar için hayata müreccahtır. Bu yüzden yalnız putperestler helâk olurlar. Fakat müminler helâk olmazlar, mealinde idi. Aynı yıl Horasan sultanı M e s ' u d , Hemedan’da öldü ve Muh a m m e d ' m oğlu olan biraderzâdesi M e l i k ş a h yerine geçti. Emir H a ş b a g 1 onun idaresini ele aldı. Yunanlıların 1465 (M . 1154) yılında Konya sultanı M e s ' u d , Türklerden müteşek­ kil büyük bir ordu ile Kilikya’yı istilâ etti. M e s ' u d , TelHamdun karşısında karargâh kurduğu ve harb açtığı sırada Allahın gazabına uğradı, Büyük M u s a ’nın devrinde olduğu gibi, ordusu kehle ve bit vebasına tutuldu. Kokladıkları hava müteaffindi, kendileri de, atları da hasta düştüler. Vebanın tesiri artınca bütün mallarını bırakarak kaçtılar ve To r o s ile Ermeniler, dağlardan inerek bunları yıpranmcaya kadar öldür­ düler. Sonra Davalu diye maruf olan Gabdanya’ya gittiler ve Türkleri soyarak geri döndüler. Aynı yıl (sahih rivayetlere göre) Franklar Askalan’ı aldı­ lar ve burası Selahaddin tarafından zaptolununcaya kadar 35 sene ellerinde kaldı. Arapların 548 (M. 1153) yılında Mardin emîri 1 til

— H as Bey. Bk. İbn ül-Esîr, c, II, s. 66. ( Ö .

R. )


393

ARA P HÜKÜMDARLARI

H ü s a m e d d i n T e m ü r t a ş öldü ve oğlu N e c m e d d i n yerine geçti. N e c m e d d i n devrinin başlangıcında Hıristiyanlara son

derece şiddetle muamele ettiği halde ölümü sırasında oğullarına, Hıristiyanlara karşı merhametli davranmayı ve onlara şiddet göstermemeği tavsiye etti. Denildiğine göre aziz Mar Abai ona, ma’na âleminde görünmüştü. N e c m e d d i n ' i n oğullarından Cemaleddin, Hani’yi ve S a m s a m e d d i n , Dara’yı idare ediyorlardı. Yunanlıların 1466 (M. 1155) yılında Konya sultanı M e s ­ ' u d vefat etti ve onun yerine oğlu K ı l ı ç A r s l a n geçti. N u r e d d i n , kendi ülkelerini D a n i ş m e n d o ğ u l l a r j’nın, bil­ hassa Yakub Arslan’m taarruzlarından güçlükle koruyabildiği halde Parzaman ve Aymtab’a hücum etti ve bunları harbetmeden aldı. Arapların 549 (M. 1154) yılında N u r e d d i n Şam’ı harbetmeksizin Emîr M u c i r ü d d i n den aldı. Çünkü emir ile eşrafın arasına nifak salmağa muvaffak olmuştu. N u r e d d i n emire gönderdiği gizli bir mektupta “ Şu ve bu hususlarda eşrafın hıyanetinden sakının, çünkü bunlar Şam’ı teslim için bana müracaat ediyorlar. Ben ise Frankları bırakıp Araplara karşı muharebe açmak hususunda karar veremiyorum,, demişti. N u r e d d i n böylece Şam emirini şaşırttığı gibi, ordusunun kumandanlarını da birer birer öldürtüyordu. Nihayet N u r e d d i n , Şam içinde kendisine mukavemet edebilecek bir kimse kalma­ dığını görerek şehre hücum etti ve kolaylıkla zaptetti. N u ­ r e d d i n , Şam emiri M ü c i r ü d d i n ' e Emesa taraflarında öyler vererek onu oraya gönderdi. Şam ahalisine çok iy; muamele etti. Kendisi Franklara karşı gelebilecek kudrette olduğundan Şamlılar onun idaresine girmekten sevindiler. Aynı yıl içinde Mısır halifesi H a f i t oğlu T a f i r 1 öldü ve 3 yaşında bir çocuk olan İ s a onun yerine tahta geçirildi ve kendisine F â i z ismi verildi. A b b a s adındaki adam onun veziri oldu. Emir F â r i s ü d d i n bu veziri beğenmediğinden vezir A b b a s ' ı azletti ve onun kendi sözünü dinlememiş oldu­ ğunu ilân etti. A b b a s korktu ve bütün malını toplıyarak 1

Birincisinin adı

Z âfir katle d ilm iş ve c ilt II, s. 7 8 )(ö . R .) .

verine

JisU =

H a fız

oSflu Fâiz =

ve

oğlunun adı

>\s çfelmiştir

(bk.

=

Z â fir ’dir.

İbn Ül-Esır,


394

ABU’L - F A R A C TARİHİ

hizmetinde bulunan 3.000 Ermeni ile birlikte kaçtı ve N u r e d ­ takib ettilerse de onun yanındaki Ermeniler döndüler ve Mısırlı’ların çoğunu öldürdüler, A b b a s ile yanında bulunanlar rehberler tarafından aldatılmış oldukları için çölden geçerken açlığa ve susuzluğa uğrayarak büyük güçlüklerle karşılaştılar. Nihayet bunlar Askalan’m karşısındaki bir yere çıktılar ve Franklar bunlara karşı yürüdü­ ler. Ermeniler Frankların mızraklarının ucundaki haçları görerek silâhlarını attılar ve Franklara karıştılar. O gün 5.000 kadar Arap öldürüldü ve M u c i r (A bbas ? ) ’in kendisi yakalandı Franklar tarafından Mısırlılara satıldı ve Mısırlılar da onu ka­ zıkladılar. d i n' e iltica etti. Mısırlı’lar A b b a s ' ı

Aynı yıl Halife M ü k t e f i , Tagrit’e karşı hareket etti ve şiddetli bir muharebe yaparak bu havaliyi kâmilen tahribetti, sonra kaleye karşı harbetti. Bunun üzerine sultan M e s ' u d ’un oğlu M u h a m m e d Ş a h , Musul emirlerine haber göndererek şu sözleri bildirdi : “ Sizin bana yardımınız dokunması için bulunduğunuz yerlerin valiliğini size veriyorum. Bütün Sen’ar’da bize Tagrit kalesinden başka bir yer kalmıyor. Halife denilen adamsa burasını elimizden almak istemektedir. Onun için vakit geçirmeksizin gelmenizi ve beni onun elinden kurtarmanızı rica ediyorum,,. Bunun üzerine Musul’daki zevat toplandılar ve Tagrit’e doğru hareket ettiler. Halife bunların gelmekte olduk­ larını anlayarak korktu, hâzinesini ve silâhlarını bırakarak Bağdad’a döndü. Bir kaç gün sonra bir Türk olan emir 12.000 kadar adam topladı, Selçuk T u ğ r u l ' un oğlu A r s l a n ş a h ’ı Tagrit’teki hapishaneden çıkardı. Çünkü Selçukîlerin bütün şa­ nı şöhreti onun şahsında yaşıyordu. Halife askerlerini toplaya­ rak harp meydanında bunlarla karşılaşmak üzere hareket etti. Bunlar Horasan yolu üzerinde 18 gün kadar karşı karşıya, durduktan sonra harbe tutuştular ve halifenin ordusu kırılarak kaçmak istedi. Fakat halifenin yanındaki eşraftan ikisi muka­ vemetin bir müddet devam etmesini istediler ve halifeyi zorla atına bindirerek ön safa getirdiler. Bunun üzerine Bağdadlılar cesaret alarak Türklere karşı döndüler, Türkleri yendiler ve kaçmağa mecbur ederek bütün hâzinelerini ele geçirdiler. De­ nildiğine göre bunlar birçok öküz ve develerden başka 14.000 koyunu da Türklerden almışlardı.


ARAP HÜKÜMDARLARI

395

Aynı yıl Dicle’nin suyu kan renginde kıp kırmızı aktı. Vâsıt’ın muhtelif yerlerinde topraktan kan fışkırdı ve bir kimse de sebebini anlayamadı. Yunanlıların 1467 (M. 1156) yılında Antakya hakimi P r a ­ y n s , Kilikya halimi T o r o s ile harbetti. Çünkü Franklar Ermenilerin Yunanlılardan aldıkları kaleleri istiyerek bunların, ça­ lışmalarını bütün Hıristiyanlar için vakfeden biraderlere (frer’lere) ait olduğunu ve Yunanlıların bu kaleleri biraderlerden (/rer’lerden) almış olduklarını iddia ediyorlardı. Ermeniler bu talebe karşı mukavemet gösterdiler. İki taraf Sunkraton (Sekuntaron?)’da karşılaştılar ve dövüştüler, Ermeniler mağlûp edildiler ve T o r o s kaçtı. Sonra sulh yaparak şehirleri frer'\ere verdi (?). Aynı yıl Maraş emiri, Ermenilere ait bir köy üzerinde harbettiği sırada T o r o s’un kardeşi İ s t e f a n Ermenileri topladı ve bunlar geceleyin gelerek Ermenilerin evlerinde gizlendiler. Sabahleyin kalenin kapısı açıldığı zaman hepsi de atıldılar, içeri girdiler, kapıyı ve dış duvarı tuttular ve içeride kalanla­ rı yakalamağa başladılar. Fakat emir ile Türklerin gelmekte ol­ duklarına dair yayılan haber yüzünden fena halde korktular. İki duvar arasında sıkışarak hem içerdekilerle, hem dışardakilerle harbe mecbur kalmamak için şehri yağma ettiler, evleri ve götüremiyecekleri herşeyi yaktılar ve bütün ahaliyi alarak kaçtılar. Esir edilenler arasında S a l i b h i oğlu M a r D i o n y s i u s adlı mukadddes adam da bulunuyodu. Bu zat mel’un Er­ meniler tarafından yakalanmış, fakat bunların ellerinden kurtu­ larak K a l a s y u r (Kalasyud?) manastırına yaya olarak gitmişti. Bu zat Maraş’ın tahribine dair üç yazı yazmıştır. Çünkü Maraş bu sırada onun mer’ası idi. Türkler geldikleri zaman şehirde kalan Hıristiyanlara iyi muamele ettiler ve kaçtıktan sonra geri dönen Ermenilerin evlerini, bağlarını ve tarlalarını kendilerine verdiler. Fakat Ermenilerle birleşik hareket eden bir papasın diri olarak derisini yüzdüler, üç gün sonra dilini kestiler, son­ ra ellerini ve ayaklarını kestiler ve ateş içinde yaktılar. Erme­ niler bu hadiseden haber alarak bazı Türklere aynı şekilde muamele ettiler. Aynı yıl Malatya’da yine bir Ermeni olan bir papas ci­


396

ABU 'L -FARAC TARİHİ

varda yaşayan henüz nişanlanan bir genç kızın ırzına geçtiği için aynı şekilde diri diri derisi yüzülmeğe mahkûm olmuş ve bu muameleyi görmüştü. Bu papas bahis mevzuu olan genç kızı kiliseye götürmüş, onunla zina etmek istemiş, zavallı kız bağırmağa başlayınca avucu ile ağzını tıkamış ve böylece bu çirkin cinayeti irtikâb etmişti. Kızın üzerinden kalkınca son nefesini almakta olduğunu görerek papas onu elleri ile boğa­ rak öldürmüş, kızın kulaklarını ve şişen parmaklarını kesmiş, küpelerini ve yüzüklerini alarak kandillerin içinde saklamış, sonra cesedini bir elbiseye sararak mezbahın içine koymuştu. Bir saat sonra kızın akrabası ve ana babası onu aramağa başlayınca sokakta oynayan çocuklar kızın kiliseye girmiş ol­ duğunu söylemişlerdi. Papaza aynı sual sorulunca “Evet,, dedi “kiliseye girdi, fakat beni görerek utandı ve bir dakika dur­ madan telaşla çıkıp gitti,,. Bunlar da papasa inandılar ve dö­ nüp gittiler. Bunlar şehirde araştırmalar yapıyor ve akrabala­ rının evlerine uğrayarak kızlarını bulmağa çalışıyorlardı. Bu sırada bunlar bu mülevvves adamın şehir kapısından çıkmakta olduğunu gördüler ve onu yakalayarak hâkime götürdüler. Papas dayak yedikten sonra cinayetini itiraf etti ve kızın ce­ sedini ve kulakları ile parmaklarını gösterdi. Arap-hıristiyan erkek-kadın bütün şehir halkı toplandılar ve matem tutarak’ kızı gömdüler. Sonra mülevves adamın derisini yüzdüler, âzasını kestiler, sonra cesedini yaktılar. Yunanlıların 1468 (M. 1157) yılında Antakya hâkimi P r a ­ y n s Yunanlılarla beraber olan Kıbrıs’a gitti, bütün adayı aldı ve içindeki bütün adamları, koyunları, öküzleri, beygirleri vesair malları eline geçirdi. Bunlar sahile indirilince Kıbrıslılar kendi­ lerini ve hayvanlarını kurtarmak için altınlar verdiler, Franklar da Kıbrıslılara ait hâzineyi götürmekle beraber bunları bırak­ tılar. Franklar piskaposlan vesair rical-i ruhanîyeyi, ve valileri rehine olarak Antakya’ya götürdüler. Bunlar altınların verilmesi üzerine tahliye edilecekti. Yunanlıların 1469 ( M. 1158) yılında İ s t e f a n , kardeşi T o r o s ' a karşı hâinane bir tarzda hareket ederek onu öldürmek istedi. T o r o s bunun farkına vararak onu yakaladı ve 10 ay kadar hapsetti. Daha sonraları Frankların şefaati üzerine onu hapisten çıkardı, o da Frankların hizmetine girdi. Arapların 552


A RA P HÜKÜMDARLARI

397

(M . 1157) yılında Suriye’de şiddetli zelzeleler oldu ve birçok şehirleri harap etti. Hama’daki kale ve şehirdeki büyük bina­ lar ihtiyar adamların, kadınların ve çocukların üzerine yıkıldı ve nüfusun onbinlercesi bu şekilde öldü. Şeyzer kalesi de kıs­ men yıkılmış ve burada ancak bir kadın ile bir haremağası kurtulabilmişti. Emesa halkı sür’atle kaçmak yüzünden canlarını kurtarabilmişler, fakat manastırları ve kaleleri harap olmuştu. Halep ahalisi de şehirden ayni şekilde kaçtılar, günlerce şehir dışında ikamet bahasına canlarını kurtardılar. Fakat evleri yıkılmış ve 500 kadar kişi enkaz altında kalmıştı Kafar Tab ve Apamea’da bir kimse kurtulamadı, Rahbut’a kadar diğer yerlerde de aynı vaziyet hasıl oldu. Frank şehirlerinden Hısn el-Ekrad ile Arkad kâmilen yıkıldı. Lâzikıye’de yalnız bü­ yük kilise kaldı. Fakat kilisenin zemini yarıldı ve içi çamur dolu bir uçurum peyda oldu. Çamurun içinde dökme bir heykel duruyordu. Antakya’nın büyük kısmı ve Trablus şehri harap olmuştu. Halep piskaposu I g n a t i u s 'a göre Joscelyn bu yıl nedamet ederek öldü ve bu piskopos son nefesini verirken yanında bulundu. Aynı yıl sultan M a h m u d ' un oğlu Sultan M u h a m m e t büyük bir ordu ile Bağdad’a geldi ve Bağdad’a karşı dört ay harp ile meşgul oldu. Bunun üzerine sultanın yanındaki eşrafa rüşvetler veren halife, Sultanın harbi durdurmasına imkân buldu. Bu sırada sultanın kardeşi M e l i k ş a h ' m Hemedan’ı zaptederek yağma ettiğine ve eşrafın zevce­ lerini de ele geçirmiş olduğuna dair haberler geldi. Bu yüzden sultan harbi bıraktı ve Bağdad’dan uzaklaştı. Bağdadlıların orduları sultanı takip etti ve eline geçirdiği her Türkü merha­ metsizce öldürdü. Çünkü bu Türkler karargâhlarını kurmuş oldukları Bağdad’ın garb tarafını büyük zarara uğrattılar. Bun­ lar camilerde evvelâ kadınlarla, kocalarının önünde zina irtikâp ediyorlardı, öldürdükleri kimseler ve yaktıkları evler çoktu. Aynı yıl sultan S e n c a r b. M e l i k ş a h b. A l p A r s l a n b. D a v u d kendisini esir eden Oğuzların elinden kurtarılması­ nı müteakip vefat etti. Yunanlıların 1470 (M. 1158-59) yılında Yunan kıralı M a n u e l Kilikya’ya gitti ve Ermeni T o r o s kaç­ tı. Kıral, Tarsus’a, Anazarba’ya vesair şehirlere hâkim olarak bütün kışı burada geçirdi. Kudüs ve Antakya kıralı Frankların


398

ABU'L- FA RA C TARİHİ

patriği ile birlikte kiralın yanına gelerek onunla bir anlaşma yaptı ve onunla T o r o s arasında sulh yaparak Toros’u kira­ lın yanına getirdiler ve kıral onu sahil üzerindeki Yunan şe­ hirlerinin ordu kumandanlığına tayin etti. Yunan, Frank ve Ermeni bütün Hıristiyanlar birleşerek Haleb’e, Şam’a ve bütün Suriye’ye hücum etmek istediler. Bu sırada İstanbul ahalisinin kirala hıyanet ederek onun yerine başka birini kırallığa geçir­ mek istediklerine dair haber geldi Kıral M a n u e l de derhal İstanbul’a döndüğü için kararlaştırılan plân tatbik edilemedi. Aynı yıl nisan ayında Bağdad’da sular taştı ve halifenin sara­ yının duvarlarını kısmen yıktı. Ahali hastaları, ihtiyarları ve çocukları taşıyarak şehrin garp tarafına iltica ettiler. Bu yüzden bir tek sefer için bir kayığa 4 altın dinar ücret veriliyordu. Yunanların 1471 (M. 1160) yılında esir olan J o s c e l y n in oğlu, ikide birde Haleb’e karşı hücum ediyor ve bir eşkiya gibi soygunculuk yapıyordu. N u r e d d i n ona karşı bir pusu kurdu, onu pusuya düşürdü ve neticede o da babasının hap­ sedilmiş olduğu mağaraya atıldı. Arapların 555 (M. 1160) yılının 3 üncü ayının 2 nci gü­ nünde, yani mart ayında halife M ü k t e f i anjin hastalığından öldü ve oğlu M ü s t e n c i d yerine geçti. M ü k t e f i ' den sonra M ü s t e n c i d 12 yıl hüküm sürdü. Babasının ölümü üzerine M ü s t e n c i d babasının cesedini görmek üzere bulun­ duğu yere gitti. Bir Türk kadını olan babasının karısı ve kü­ çük kardeşinin anası cariyelerini hazırladı ve bunların ellerine bıçaklar verdi. M ü s t e n c i d babasının yanına girer girmez bunlar onu öldürecekler ve böylece saltanat daha küçük oğula geçecekti. Fakat kadınlardan biri M ü s t e n c i d ' i îkaz etti, o da askerler toplayarak kardeşini yakaladı ve ona zincir vu­ rarak hapsetti. Bundan başka bu kadınların üzerine hücum etti ve bunların herbirini ayrı ayrı yerlere kapayarak içlerin­ den istediklerini öldürdü. Böylece hilâfetini sağlamladı ve is­ mini hutbelerde okuttu. Yunanlıların 1472 (M. 1161) yılında Kudüs kiralının kar­ deşi S i r A m o r i ( A m a u r i ) Mısır’a gitti ve franklar büyük servetler alarak geri döndüler. Kısa bir zaman sonra Mısır halifesi F â i z vefat etti. Mısırlılar Franklara 160.000 dinar vergi vermeği kabul etmişlerdi. İberyeliler kıralı G e o r g e taarruza


ARAP HÜKÜMDARLARI

399

geçerek Türklerden Ani adlı büyük şehri almış, büyük gani­ metler zaptettikten başka, birçok Arap esirleri alarak memle­ ketine dönmüştü. Musul’da bulunan Emir C e m a l e d d i r ı bu devrin en mer­ hametli adamı idi ve sadakaları mebzuldü Bu zat Mafrian / gn a t i u s ’u G e o r g e nezdine Arap esirlerini kurtarmak üzere elçi gönderdi. Elçi izzet-ü ikram ile karşılanmış ve esirlerin birçoğu bedelsiz verilmişti. Mafrian, Musul emirine hediyeler de getirmiş ve kendisine bir Iberyeli elçi de yol arkadaşı olarak verilmişti. Bunlar Musul’a muvasalat edince Emir bunları karşılamak üzere çıktı ve Mafrian ile elçiler, uçlarında haç bulunan mızraklar ta­ şıyarak Musul’a girdiler. Esirlerin kurtarılmış olmaları Hıristiyan­ lara da, Araplara da teselli verdi. Aynı yıl Bağras’ta eşkıya­ lıkla meşgul bir frank bulunuyordu. Frankler onu yakalamak istedikleri için bu adam N u r e d d i n e iltica etti ve yanına bazı Türkleri alarak Antakya’yı soymak istedi. Fakat Franklar, onu kurdukları pusuya düşürdüler ve cesedini ateşe atarak yaktılar. Yunanlıların 1473 (M. 1162) yılının ilkteşrin ayında Malatya emiri Z ü l k a r n e y n vefat etti ve bir çocuk olan oğlu yerine geçti. Konya sultanı K ı l ı ç A s l a n , Y a k u b A r s l a n ile sair emirlerin kendisini atarak kardeşini yerine geçirmek istediklerini görüp İstanbul’a gitti ve Yunanlılar tarafından izzetü ikram ile karşılandı. K ı l ı ç A r s l a n burada 8 gün kaldı, kendisine hergün gümüş ve altın tabaklar içinde iki kerre yemek gönderiliyor ve bu tabaklan iadeye mecbur tutulmadığı için bunlar yanında kalıyor ve daha sonraki yemekler yine altın ve gümüş tabaklar içinde gönderiliyordu. En son gün de kıral ile sultan bir masa başına geçtiler, bütün tabaklar ile masanın tezyinatı sultana verildi ve sultan ile birlikte gelen 1.000 Türke türlü türlü he­ diyeler sunuldu. Sultanın hareket etmesi üzerine Y a k u b A r s ­ l a n korktu ve ona karşı tevazu göstererek aralarında sulh oldu. Bu sırada Kilikya hakimi T o r o s ' un karşı İ s t e f a n , Tar­ sus hakimi Yunanlı A n d r o n i tarafından bir ziyafete davet edilmiş, fakat öldürülmüş olduğu görülmüştü. Bu yüzden Tor o s Yunanlılara karşı hiddetlendi ve bunlardan 10.000 kişiden fazlasını öldürdü. Nihayet Kudüs kıralı geldi ve Ermeniler ile yunanlılar arasında sulh yaptı.


400

ABU’L- FARAC TARİHİ

Yunanlıların 1474 (M. 1163) yılında Zaid kalesi emiri K a ­ ederek şiddetli bir harbe tutuştu. Daha sonra askerleri arasında ayrılıklar başgösterdi, o da burasını bırakarak geri döndü. Y a k u b A r s l a n kendi memleketine giderek Şumuşki kalesini aldı ve 100.000 kadar insanı esir ederek köyleri çöl haline getirdi. Bu sırada Telia Arsenius’ta bulunan zahid İ g n a t i u s esir edilerek Kemah’a kadar götürülmüş ve burada serbest bırakılarak Malatya’ya gelmişti. Zaid kalesinin azizi de yakalanmış, fakat iki gün sonra tahliye edilmişti. P r a y n s 'ın yakalanarak Halep’de hapsedilen zevcesi, oğlu ile kavga ederek onun tahta geçmesini istemedi. Eşrafın mukavemeti ile karşılaşan bu kadın damadı olan Yunan kiralına haber göndererek gelmesini istedi ve Antakya’yı ona devretti. Patrik ile eşraf buna karşı Kilikya’dan T o r o s’u getirdiler, o da Antakya’ya gitti, kıraliçeyi şehirden attı ve oğlunun mevkiini sağlamlaştırdı. r a A r s l a n , Am id’e karşı hareket

Arapların 558 (M . 1162) yılında N u r e d d i n , Türklerden büyük bir ordu topladı ve Kürt kalesine (Kal’at ül-Ekrad) karşı karargâh kurarak kaleyi almak ve Trablus’u fethetmek istedi­ ğini gösterdi. Türklerin öğle üzeri çadırlarında istirahat ettik­ leri bir sırada Frankların haçları birden bire görünmüş ve Türkler fena halde korkmuşlardı. Denildiğine göre N u r e d d i n Frankların sancaklarını görür görmez zırhını giymeden çadı­ rından fırladı ve çadır civarında bulunan atının sırtına atladı. Hayvanın ayakları köstekli olduğu olduğu için Kürtlerin biri geldi, köstekleri kesti ve Nureddin kaçarak kendini kurtardı. Franklar bu Kürdü takip ettiler ve onu öldürdüler. Sonra bir­ çok Türkleri öldürdüler, geride kalanlara zincir vurdular ve ganimetler alarak Trablus’a gittiler. Yunanlıların 1475 (M. 1164) yılında Y a k u p A r s l a n Alis nehrinin kıyıları üzerindeki Sangar’da ansızın vefat etti ve kardeşinin oğlu İ s m a i l onun yerine geçerek Y a k u b A r s l a n ’m karısı ile evlendi. Bu kadın sultanın kızı idi. N u ­ r e d d i n , Hârim şehrine karşı hareket etti. Daha sonra Frank­ lardan 5 hakim, yani Antakya hakimi P r a y n s , Trablus kon­ tu Kilikyalı T o r o s , Tarsus’un Yunanlı prensi ve Frerlerin maysteri bir araya geldiler ve 13.000 atlı ve piyade ile hare­ ket ettiler. Bunlar N u r e d d i n ile dövüştüler ve Franklar


ARA P HÜKÜMDARLARI

401

fena halde kırıldılar. Trablus kontu, Tarsus prensi ve P r a y n s yakalanarak Haleb’e götürülmüşlerdi. Bütün frerler öldürül­ müşlerdi ve Toros Antakya’ya kaçmıştı. Frankların patriki bü­ yük bir matem tutarak bütün çanları kırdırdı ve ibadetleri durdurdu. N u r e d d i n Hârim’i, Deyr Sem’an’ı aldı, rahip­ lerle bütün memleket ahalisini köle etti. Arapların 559 (M. 1163) yılında N u r e d d i n , E s e d ü d Ş i r k u h ' u Mısır’a gönderdi. Bu zat S e l a h a d d i n ' in babası olan N e c m e d d i n E y y u b 'u n kardeşidir. Ş i r k u h ve E y y u b , Ş a d i ' nin oğulları idi ve bunlar Ermenistan’ın bir şehri olan Dâvin’den idiler1 ve ırkan Kürttüler. ikisi de T a g r i t emiri2 olan haremağası M ü c a h i d ü d d i n B e h r u z un hiz­ metinde idiler ve bu emir hıristiyanların muhibbi idi. Ş i r k u h Tagrit hıristiyanlarından, emirin çok sevdiği bir adamı öldür­ müş olduğundan iki kardeş Musul’da bulunan Zangi’nin yanına kaçtılar. O da bunları iyi karşıladı ve ikisi onun maiyetinde tefey­ yüz ettiler, Z a n g i Ba’lebek’i aldıktan sonra N e c m e d d i n E y y u b 'u kale emirliğine tayin etti. Zangi’nin katli üzerine N e c m e d d i n kaleyi Şam emirine teslim etti. Kardeşi, E s ed ü d d i n Ş i r k u h , N u r e d d i n’in hizmetinde idi ve Af u r e d d i n ona Emesâ ve Rahbut’u vermişti. Eyyub da yar­ dımlarda bulundu ye Şam’ı N u r e d d i n'e. teslim etti. Bunlar N u r e d d i rc’in yanında izzet-ü ikram içinde yaşıyorlardı. Mı­ sırlıların biçare bir vaziyette olmalarına mebni buraya asker gönderilmesi icap edince ve Mısır veziri Ş a v i r yardım ricasında bulununca N u r e d d i n , Ş i r k u A'un bu işe en çok lâyık adam olduğunu görmüş ve onu Ş a v i r ile birlikte gönder­ mişti. Bunlar birlikte hareket ederek Mısır’a geldiler. Ş a v i r , Ş i r k u h' un hareketlerinden, Mısırlıların saltanatını kaldırma­ ğa tarafdar olduğunu anlamıştı. O da Franklarla haber gön­ derdi ve onlarla sulh yaptı. Ş a v i r , Ş i r k u h' a ehemmiyet din

1 İbn üI-Esîr şöyle der • «İkisi de A ze rb a y c a n ’ın D ov in şehrinden idi­ ler®. Bk. c. II, s. 38 ( Ö . R ). 2 B ağdad za b ıta sın ın reisi id i (İbn ül-Esîr, c. II, s. 138). Burası Arran nahiyelerinden ve Tiflise ya k ın d ır ( M uhtasar üd-düveV in nezaret eden A n to n S alhanenin notu, s. 370 ). ( Ö . R .).

ta b ’m a

Abu'l - Farac Tarihi F . 26


402

ABU’L - F A R A C TARİHİ

vermedi, ona altın vermedikten başka vaad ettiği şehirlerin bi­ rini de devretmedi. Bunun üzerine Ş i r k u h ordularını gön­ dererek Bülbeys şehrini zaptetti. Ş a v i r de, Kudüs kıralım büyük bir ordu ile birlikte getirtti. Ş i r k u h , Bulbeys’teki vaziyetini sağlamladı ve Mısırlılar Franklarla birleşerek Bulbeys’ te bulunan Ş i r k u h ’a hücum ettiler ve onu orada üç ay ka­ dar muhasara altında tuttular. Frankların Hârim civarında kırı­ larak esir edildiklerine dair haberler gelince Kudüs kıralı Ş i r ­ k u h ile konuşarak onu sulh yapmağa ve Mısır’ı sahiplerine bırakarak çıkıp gitmeğe ikna etti. Ş i r k u h razı oldu ve Şam’a gitti. Yunanlıların 1476 (M. 1165) yılında Konya sultanı K ı l ı ç Elbistin ve Turanda üzerinde hâkim oldu oğullarını tazyike başladı. N u r e d d i n Banyas’ı almış ve burasını son derece tahkim etmişti. Er­ meni T o r o s Maraş’ı yağma etti ve 400 Türkü esir aldı. Ken­ disi N u r e d d i n ' e şu haberi göndermişti: “Yanınızda bulunan hıristiyan şeflerini bana satmazsanız hepsini de ateş içinde yakarım,,. N u r e d d i n bunları satmağa mecbur kaldı v e P r ay n s namındaki genç dahil olmak üzere bunları 100.000 dinara sattı. B o h a i m o n d P r a y n s , kaçmış olduğu için damadı bulunduğu Yunan kiralına iltihak etmek üzere İstanbul’a gitti; burada kendisine birçok paralar verildi, o da Antakya’ya döndü ve ismi A t h a n a s i u s olan Yunan patrikini de birlikte getirdi. Bu yüzden Frankların patriki müteessir oldu ve Kusayr kalesine çekilerek Antakya Franklarını aforozladı. A r s l a n , Gadug, ve D a n i ş m e n d

Aynı yılın şubat ayında hıristiyan bir tabip olan T a lm i d h oğlu E m i n ü d d e v l e 1 Bağdad’da 90 yaşında olduğu halde vefat etti. Bu adam birçok ilimlerle vakıftı. Fakat tedavi san’atmda devrinin yekta bir siması idi. Retorik san’atında, Arap gramerinde ve şiirinde en yüksek Araplardan geri değildi. Hayatını refat içinde geçirdi ve hükümdarlar tarafından izaz olundu. Anlatıldığına göre ölümü sırasında oğlu ona şu suali sordu: “Neden dolayı mustaripsiniz?,, O da şu cevabı verdi: “90 yıllık ömrün ağırlığından,,. Bunun üzerine oğlu “Bir arzunuz 1

« T ilm iz

s. 364. ( Ö . R . ).

o ğlu » diye

m arufd ur.

Bk.

M uhtasar üd-düvel.


ARAP H ÜKÜMDARLARI

403

iştiha ettiğiniz bir şey var mı ?„ diye sordu. O da şu cevabı verdi: “İştah sahibi olmayı arzu ediyorum.,, Yunanlıların 1476 (M. 1165) yılmda Alinas şehrinin çocuk­ larından şu garip hikâyeyi işittik : bu yıl içinde Grupia’da veba kopmuştu ve burada bulunan bir Türk ahaliye şu suali sormutu : vebadan ilk ölen şahıs kimdi?,, Bunlar da bu adamın kim oldu­ ğunu tesbit ettikten sonra mezarını açtılar ve ölümünden dört ay geçmiş olduğu halde cesedinin tefessüh etmediğini gördüler. Gözleri kapanmamıştı, ağzı açıktı, kafasını ve göğsünü saran kumaş yıpranmamıştı, sağ kolu yanına doğru uzanmıştı. Bunun üzerine mezarı açtıran Türk ağzını kapattı, ince bir kazık tıkadı ve o günden başlayarak vebadan bir kimse ölmedi. Yunanlıların 1477 (M. 1166) yılında Yunan kıralı Man u e l Bulgarlarla harbettiği sırada yaralanarak, atından düştü, Bulgarlardan biri onu öldürmek istedi. M a n u e l kıral olduğunu söyleyerek ona çok büyük hediyeler vereceğine dair kuvvetli andlar içti ve kendisini İstanbul’a götürmesini istedi. Bulgar ona inanarak kıralı şehre getirdi, kıral da sözünü tuttu ve ona vaad ettiğinden çok fazla şeyler verdi. Anlattığına göre M a ­ n u el, kıraliçenin çocuk doğurmaması yüzünden bir müddet ona hıyanet etti ; ona zehir vererek öldürdü, sonra başka bir kadınla evlendi. Fakat bu hareket bir kıral için gayr-i meşru mahiyettedir. Yunanlıların 1478 (M. 1167) ve Arapların 462 (M . 1166) yılında N u r e d d i n , Emir E s e d ü d d i n Ş i r k u h ile kar­ deşinin oğlu S e l a h e d d i n i Mısır’a tekrar gönderdi. Ş i r ­ k u h Mısır’a sür’atle varmağa istekli olduğundan buraya bir­ kaç hizmetçisi ile muvasalat ederek Nil nehrini aştı ve garp tarafına geçti. Sonra Said yani yukarı Mısır tarafına kadar ilerledi. Bunun üzerine Mısır veziri Ş a v i r Franklara haber gönderdi ve Franklarla Mısırlılardan müteşekkil birçok ordular hazırlandılar ve nehrin garp tarafına geçerek Ş i r k u h ’u ta­ kibe başladılar. Ş i r k u h' un yanında bulunan eşraf ona şu tavsiyede bulundular: “Artık bize düşen, nehrin doğu tarafına geçmek ve Suriye’ye gitmektir. Çünkü bu kuvvetlere karşı gelebilecek kuvvetimiz yoktur. Bunlarla harp edecek olursak zafere kavuşmak bertaraf, hezimete uğrayacağımız muhakkak­ tır. Sonra böyle bir hâdise vukuunda nereye iltica edebiliriz?


404

A BU 'L -FA R A C TARİHİ

Çünkü bu memleketin çiftçileri, askerleri ve bütün yerlileri bi­ zim düşmanlarımızdır,,. Bunun üzerine N u r e d d i n ' in kölelerinden olup ismi B u n g u ş olan cesur ve muharip bir genç şu sözleri söyledi: “Sizler düşman ile muharebe etmezseniz N u r e d d i n ’in yanında galip veya mağlûp sıfatı ile durumunuzu mufassal bir surette izah etmek mecburiyetinde kalacaksınız. O da sizin tahsisatınızı kesecek ve size vermek itiyadında olduğu herşeyi geri alacak­ tır. Çünkü düşmanla karşılaşmaktan korkan kimse asker sayıl­ maz. Belki bir rençperdir, yahut evde kadınlarla birlikte kal­ mağa lâyık bir kimsedir,,. Ş i r k u h bu sözleri işittikten sonra “Ben de aynı fikirdeyim,, dedi ve böylece hepsi de harbetmeğe karar verdiler, Mısırlı’larla Franklar da sür’atle anlaştılar ve istemeyerek harbe giriştiler. Bunun üzerine Ş i r k u h kardeşinin oğlu S e l a h e d d i n 'i ve nezdinde bulunan bütün kıymetli eşyayı harp sahasının or­ tasına yığdı ve böylece sayılarının çok görünmesini temin et­ mek istedi. Sonra şu kumandayı verdi : “Franklarla Mısırh’lar beni merkezde saymaktadırlar, onun için bütün kuvvetleri ile size yükleneceklerdir. Siz onlara karşı şiddetli bir muharebeye girişmeyerek ağır ağır geri dönünüz. Onların sizi takip etme­ lerinden korkmayınız. Çünkü ben onların ric’at hatlarını ke­ seceğim ve arkalarından hücum edeceğiz,, . Askerler bu şekilde tertip edildikten sonra Ş i r k u h kuvvetlerine ve d ay an ık lıla ­ rına güvenebileceği avcıları seçti ve bunlarla hareket etti. Franklar ve Mısırlı’lar harbe başlayınca merkezde bulunanlar arkalarını çevirdiler ve Franklar ile Mısırlılar bunların peşlerine düştüler. Tam bu sırada Ş i r k u h bunların arkasında göründü ve gerileyenler yüzlerini çevirdiler ve Franklar ile Mısırlılar iki ateş arasında kalmak yüzünden müthiş bir hezimete uğra­ dılar ve ancak kılıçtan kurtulabilenler kaçabildiler. Denildiğine göre Ş i r k u h ile beraber olanların sayısı 2.000’den ibaretti. Franklarla Mısırlılarsa 10.000 kadardılar. Bunun üzerine Ş i rk u h İskenderiye üzerine yürüdü ve burasını muharebe etme­ den aldı. Daha sonra Mısırlılar ve Franklar Kahire’de toplandılar ve Ş i r k u h 'a haber göndererek sulh istediler. O da kendi­ sine memleketine dönmek üzere 50,000 dinar verilmesi ve


ARAP HÜKÜMDARLARI

405

İskenderiye’nin Mısırlılara iadesi, Franklara her yıl 100.090 dinar verilmesi ve memleketlerine dönmeleri şartlarını kabul etti. Yalnız Franklar İskenderiye kapılarında bir zabit ile atlılar bulunduracaklardı. Bunlar kapıları muhafaza edecekler ve N u r e d d i n tarafdarlarının buradan bir kimsenin geçmesine mâni olmalarına karşı geleceklerdi. Ş i r k u h böylece Şam’a döndü. Bu yıl içinde Zaid kalesi emiri K a r a A r s l a n , Âmid’e karşı hareket etti ve bekçilerin hiyaneti yüzünden iki kuleyi ele geçirdi. Fakat kalenin içinde bulunanlar üstünlük gösterdiler ve kuleye girenleri öldürdüler. K a r a A r s l a n hacalete uğradı, keder ve istirap içinde memleketine döndü. Kısa bir zaman sonra, yani temmuzun 17 sinde öldü ve yerine oğlu geçti. Yunanlıların 1476 (M. 1168) yılında kânunuevvel ayında Kilikya hâkimi T o r o s öldü. Bu adam ölümü sırasında ra­ hiplik ediyordu ve henüz bir çocuk olan en küçük oğlunun yerine geçmesini ve teyzesinin oğlu T h o m a s ’ın idareyi ele almasını istemişti. T o r o s , kardeşi M a l i h ' i bütün mirasından mahrum ediyordu. Bu yüzden M a l i h kızdı, N u r e d d i n m yanına gitti ve Türklerden müteşekkil bir ordu alarak Kilikya’ ya hücum etti. Neticede 16.000 genç erkek ve kızı, kadın ve erkekleri, rahipleri, piskaposları alarak Haleb’e götürdü. Bun­ ları tacirlere sattı ve bedellerini kendisi ile; beraber olan Türklere verdi. Bunun üzerine Ermeniler onu çağırtarak memleketin yarısını ona verdiler. O da diğer yarının genç hükümdarda kalmasına razı olacağına dair yemin etti. M a l i h çok geçme­ den yeminini bozarak bütün memleketi, kale ve şehirleri zap­ tetti, birçok piskaposların ve memurların gözlerini çıkararak ellerini ve ayaklarını kesti, başkalarının derilerini yüzdürerek cesetlerini vahşî hayvanlara attı. Arapların 563 (M. 1167) yılında Musu lemiri K u t b u d d i n in işlerini idare eden Türk emiri Z e y n ü d d i n ihtiyar, sağır ve kör olmak dolayısiyle idaresi altındaki memleketleri yani Şigar, Harran, Akr Kalesi, Hakkâri Kalesi, Tagrit ve Şaharzur’u Kutbuddin’e devretti ve kendine Atabeg Z a n g i devrindenberi şahsına ait olan Erbil’i bıraktı ve buraya giderek


406

ABU’L - F A R A C TARİHİ

burada öldü.

Yerine oğlu M u t a / f a r ü d d î n 1 geçti ve M iiidareyi eline aldı. Z e y n i i d d i n 'in bir Türk emiri olduğu, adalet ve hakkaniyetinin, fukaraperverliğinîn ve cömertliğinin hudut tanımadığı söylenmektedir. Gayet zeki bir adam olduğu halde, gayet sade yaşardı. Atlılarından biri ken­ disine gelerek ve atının kuyruğunu göstererek atının ölmüş olduğunu iddia etmişti. Z e y n i i d d i n bu atlıya başka bir at verilmesini emretti. Bu da kuyruğu alarak gitti ve onu başka bir atlıya verdi. Bu adam da Z ey n ü d d i n ’e gelerek atının ölmüş olduğunu iddia etti. Z e y n ü d d i n ona da bir başka at verilmesini emretti. At kuyruğu bu şekilde elden ele geçti, 12 kişi kuyruğu getirdiler ve 12 at aldılar Emir kuyruğu en son getiren adama şu sözleri söyledi: “Ben sizden utanıyorum da, siz niçin benden utanmıyorsunuz ? Oniki defadır aynı kuyruğu getiriyorsunuz, ben de bu kuyruğu tanıyorum, fakat sizi utandırmak, sizin haysiyetinizi düşürmek, hediyemi size yüklemek ve başınıza kakmak istemedim,,. Şairlerden biri gelerek emirin karşısında şiirler okumuştu. Z ey n ü d d i n ona şu sözleri söy­ ledi : “Senin ne dediğini anlamıyorum. Fakat senin birşey iste­ diğini kavradım,, ve bu adama 500 dinar, bir at ve 500 elbise verilmesini emretti.

cnhidüddin

Yunanlıların 1480 (M. 1169) yılında Konya sultanı K ı l ı ç A r s l a n Kapadokya’daki Kayseri’yi ve Simnadu’yu D a n i ş ­ m e n d o ğ u l l a r ı 'ndan aldı. Arapların 564 (M. 1168) yılında N u r e d d i n , U k a y l o ğ u 11 a r ı ’n& mensup M a a d d i l i Emir Ş a h a p tan C â’ber kalesini alarak Seruğ, Malahta ve Bab Buzaa’yı 20.000 dinar ile birlikte ona verdi. Bu zat Seruğ’da iken arkadaşlarından bazıları ona sordular: “Oradan mı daha mem­ nundun buradan mı daha memnunsun ?„. O da şu cevabı ver­ di: “Burada daha fazla servet var, fakat orada şerefimizi bı­ raktık,,. Aynı yıl K ı l ı ç A r s l a n Yunanlılardan Ankara ve Kankar şehirlerini aldı. Bu sırada altın olarak tediye olunan vergiyi toplamak ve kapıları gözetlemek üzere Mısır ve İskenderiye’de bulunduru­ lan Franklar Kudüs kıralı A m o r i ' y e şu haberi gönderdiler: “Bu memlekette asker yoktur ve siz burasını kolaylıkla zapte1 M uzafferüdditı

olacak ( ö . R .).


ARAP HÜKÜMDARLARI

4W

debiiirsmiz,,. Kudüs’teki eşraf bunun üzerine sefere çıkmak istedilerse de dirayetli bir adam olan kıral bunları durdurdu ve bunlara şu sözleri söyledi: “Mısır’ın bütün altını toplanıp bize gönderiliyor. Mısır'a hücum edersek Araplar bizden nef­ ret ederler ve N u r e d d i n'e temayül ederek onu yardım için çağırırlar. Bu yüzden biz de içten ve dıştan muharebeye sürükleniriz ve içinden çıkamayacağımız bir işe girmiş oIuru~„. Kiralın bu sözlerinden hoşnut olmayan eşraf şu cevabı verdi­ ler -. “N u r e d d i n’in askerlerini toplayıp gelmesinden evvel biz Mısır’ı alabiliriz,,. Böylece kıral sözünü yürütemedi, onlar da askerlerini toplayarak sür’atle hareket ettiler, Bülbeys şeh­ rini alarak yağma ettiler ve buranın halkını esir ederek götür­ düler. Bunlar daha sonra Kahire Mesrin'e karşı vaziyet aldılar. Mısırlılar Bülbeys ahalisinin başına gelenin kendi başlarına da gelmesinden korkarak birbirlerine cesaret verdiler, şehirlerin surlarını takviye ettiler ve Franklara karşı cesaret ve meta­ netle muharebe ettiler. Mısır halifesi As’a d 1, zevcelerinin ve kızlarının saçlarını keserek bunları N u r e d d i n'e gönderdi ve ona şu sözleri b ild ird i: “Zevcelerimiz ağlayıp inlemekte ve sizin kendilerini Frankların elinden kurtarmanız için yal­ varmaktadırlar,,. N u r e d d i n iki ay kadar asker toplamakla meşgul oldu. Onun bu şekilde gecikmesi sırasında Mısır’a karşı muharebe büsbütün şiddetlendi, Mısır veziri Ş a v i r kıral A m o r i’ye ve Frank eşrafına şu haberi gönderdi : “Size borçlu olduğumu biliyorsunuz. Arapların razı olacağını bilsem Mısır’ı size derhal devrederim. Fakat Araplar böyle birşeyden haber alacak olurlarsa zerre kadar tereddüt etmeden beni mahvederler. Onun için size istediğiniz kadar altın verelim, siz de memleketinize dönünüz. Adamlarınızı gönderip eskisi gibi vergileri toplayın, fakat N u r e d d i n ’in gelip Mısır’ı alma­ sına imkân vermeyin. Çünkü bu takdirde Mısır’ı kaybettikten başka vergiyi de kaybedersiniz,,. Franklar bu sözleri dinledikten sonra kendilerine 1000 kere 1000 dinar verilmesi şartı ile sulh yaptılar. Ş a v i r de onlara birden 100.000 dinar verdi ve "Memleketi bırakıp gider1

M ısır

s. 148 ( Ö . R .).

halifesi J.J>W=Adıd olm ak icap eder. Bk. İbn ül-Esir, e.

11,


408

ABU’L - F A R A C

TARİHİ

şeniz gerisini toplar ve size gönderirim,, dedi. Franklar da bu­ radan ayrıldılar ve memleketlerine döndüler. N u r e d d i n , Frenklerin Mısır’dan ayrıldıklarını haber al­ dıktan sonra da asker göndermekten fariğ olmadı. Çünkü maksadı Mısırlılara iyilik etmek değil, belki memleketlerine hakim olmaktı. Onun için Ş i r k u h 'u ordunun başına geçirdi ve kardeşinin oğlu S e l a he d d i n i de alıp hareket etmesini istedi. Ş i r k u h , Kahire’ye giderek halife A s'ad’m 1 huzuruna girdi ve onun tarafından izaz olundu. Memleketin bütün idare­ si vezir Ş a v i r in elinde bulunduğundan halife Ş i r k u h'u boş sözlerle savdı; gerek ona, gerek yanında bulunanlara hiç bir şey ikram etmedi. Bilakis halife, E s e d ü d d i n ile kardeşinin oğlunu ele geçirmek için bir ziyafet tertip etmekte idi. Fakat Ş a v i r ’in oğlu buna mâni oldu. S e l a h e d d i n de Ş a v i r i öldürmek için tertibat alıyordu. Fakat amcası Şirkuh buna ma­ ni oldu. Ş a v i r , birgün Ş i r k u h 'u ziyaret edince onu bula­ madı. Çünkü Ş i r k u h bir takım evliyayı ziyarete gitmişti. Salahaddin de bu sırada Ş a v i r’in yanında idi. Bunlar birbir­ leri ile konuşuyorken S e l a h e d d i n birdenbire atından sıçrayarak Ş a v i r i yakaladı. Fakat amcasından emir almadığı için onu öldüremedi. S e l e h a d d i n , keyfiyeti amcasına bil­ dirince amcası şu cevabı verdi: “Halifeden emir almadıkça birşey yapamayız,,. Bunun üzerine keyfiyeti halife A s' a d 'a 1 bildir­ diler ve halife ^ a ü f r ’in öldürülmesini istedi. Çünkü Ş ı v i r halifenin elinde zerre kadar nüfuz bırakmamıştı. Ş a v i r böy­ lece öldürüldü, evi yağma edildi ve Ş i r k u h onun yerine ve­ zir oldu. Mısır vezirlerine melik, ordu kumandanı denildiği için ona da aynı unvanlar verilmişti Ş i r k u h , Mısır’da iki ay ve­ zirlik ettikten sonra hunnak illetinden öldü ve kardeşi N e c ­ m e d d i n E y y u 6’un oğlu S e l a h e d d i n onun yerine geçti. S e l a h e d d i n cömertliği sayesinde bütün askerlerin dostluğunu kazanmış ve Mısır’a hakim olmuştu. E s e d ü d d i n Ş i r k u h ’un N a s ı r ü d d i n adlı bir oğlu vardı. Emesa ona ve oğullarına aitti. Kardeşi N e c m e d ­ d i n ’in 6 oğlu vardı. İlki İskenderiye’ye hakim olan Ş e m s i i d d e v l e T u r a n ş a h idi. İkincisi / z z e d d i n F e r r u h -

1 Âd.d.


ARAP HÜKÜMDARLARI

409

ş a h ’ın ve T a k i y y ü d d i n Ö m e / in babası Ş e h i n ş a h idi. Hama ona ve oğullarına aitti. Üçüncüsü cenuba hakim olan S e y f ü l İ s l â m T u ğ t e k i n idi. Dördüncüsü Mısır, Filistin, Su­ riye ve Bet Nahrin’e hakim olan S e l a h e d d i n Yusuj idi. Beşincisi Selahaddin den sonra yerine geçen M e l i k E b û - B e k i r idi. Altıncısı S e l e h e d d i n ’in H a­ leb’e karşı hareketi sırasında vefat eden T a c ü l m ü l û k Tur î idi. Yunanlıların 1481 (M. 1170-1169) yılında Malatya emiri M u h a m m e d eşraf ve ahali tarafından, bir fahişe ve büyü­ cü olan bir kadına bağlılığı dolayısı ile umumî nefreti kazan­ mış olduğundan bu büyücü kadını alarak Malatya’dan çıktı ve bir yerden bir yere gitmek suretiyle bir hayli dolaştı. Eşraf ve ahali onun yerine küçük kardeşi E b u l - K a s ı m ’ı getir­ diler. Kudüs kıralı Kilikya hakimi Ermeni M a l i h ’m Hıristi­ yanlara çektirdiği eziyetlerden haber alarak son derece hid­ detlendi ve ona hücum ederek kendisini bir kaleye kapattı. M a l i h burada sıkıntı çektiğinden nedamet etti ve bundan böyle kirala itaat ederek yaşayacağına ve Türklerle el birliği yapmayacağına yemin etti. Kudüs kıralı da onu bırakıp gitti. Arapların 565 (M. 1169) yılında Musul emiri Zangi’nin oğlu K u t b u d d i n M e v d u d vefat etti. K u l b u d d i n , oğlu

Âdil

/ m a d ü d d i n Z a n g i ' nin yerine geçmesini emretmişti. Kutbuddin’in idare işlerini yürüten zat, F a h r ü d d i n A b d ü l m e s i h ,

namında idi.

Bu adam Antakyalı idi ve esir düşmüştü. Bu

A b d ü l m e s i h , İmadüddin’den nefret ettiği için K u t b u d d i n ’in karısı ile beraber olarak vasiyyeti değiştirdi ve K u t b u d d i n ' m küçük oğlu S e y f ü d d i n G a z i ’yi babasının yerine

geçirdi ve eşraf ona biat ettiler. İ m a d ü d d i n Suriye’ye amcası N u r e d d i n ' e ağlayarak şikâyet etti ve A b d ü l m es i h ’in kendisini mirasından ve saltanatından mahrum etmiş olduğunu bildirdi. Arap yılının 12 inci ayına tesadüf eden haziran’ın 29 uncu pazartesi günü şiddetli bir zelzele oldu ve yeryüzü deniz üzerindeki bir gemi gibi sallandı. Bu hâdise nesillerden beri emsali görülmemiş mahiyette idi. Mukaddes patrik Mar Michael der ki : “Mar Hananya manastırında sabah âyinini yaptığımız sırada şiddetli gök gürültüsüne benzer bir ses yerin altında yükseldi. Mukaddes masanın


410

ABU’L - F A R A C TARİHİ

önünde bulunduğumuz için ona tutunduk, fakat bir taraftan bir tarafa sarsıldık. Uzun bir zaman sonra mezardan çıkmış gibi geri döndük. Gözlerimiz uykudan uyanmış adamların göz­ leri gibi yaşlanıyordu ve dillerimiz Allaha şükrediyordu,,. Zel­ zele esnasında Halep, Ba’lebek, Hama, Emesa, Şeyzar, Bağras şehirlerinin surları, kaleleri ve büyük binaları ahalinin üzerine yıkıldı. Antakya’daki büyük Rum kilisesi ile Franklara ait Kusyana kilisesinin mezbahı kâmilen yıkıldı. Bize, yâni cemaa­ timizin artıklarına gelince Allah aczimize bakarak yardım etti, çünkü içimizde kıral veya emir bulunmuyordu. Halep’te herşey yıkıldığı halde bir kilise kurtuldu. Antakya’da Meryem Ana kili­ sesi ile G e o r g e ve M a r S a v ı m a oğlu kiliseleri yıkılmaktan kurtuldu. Gabara’da ve Lâzikiye’de birer küçük kilise yıkıl­ mıştı. Bu zelzele ‘25 gün devam etti. Yunanlıların 1482 (M. 1171) yılında emir E b u l -K a s ı m, Zaid kalesi sahibi K a r a A r ş l a n’ın kızıyle evlendi. Düğün esnasında birçok eğlenceler yapılmış, sonra ata binerek hüner gösterilmiş, fakat bu sırada E b û l - K a s ı m atından düşerek ölmüş ve böylece sevinç mateme dönmüştü. Bunun üzerine Ma­ latya ahalisi onun küçük kardeşi A f r i d u n u yerine geçirdiler ve kadın istemediği halde kardeşinin karısını ona verdiler. Da­ ha sonra Konya sultanı K ı l ı ç A r s l a n bir ordu toplayarak Malatya’ya hücum etti ise de burasını alamadı, fakat memleket halkını esir etti ve Kayseri’ye döndü. Daha sonra N u r e d d i n ile Mardin emiri, Zaid kalesi emiri, Kilikya Ermenileri, Sebastia emiri D a n i ş m e n d o ğ l u bir anlaşma yaptılar ve Sebastia’da toplanarak K ı l ı ç A r ş l a n a karşı harp açmak istediler ve Kayseri kapısına kadar ilerlediler. K 1 1 1 ç A r s l a n muharebeye çıkmayarak sulh istedi ve Malatya’dan kaldırıp götürdüğü halkı iade etti. K ı l ı ç A r ş l a n’dan, hapsetmekte olduğu dört kardeş çocuğu talep edildiği zaman gayet mel’unane bir harekette bu­ lundu ve bu çocuklardan birini keserek ateş üzerinde kızarttı ve bir tabağa koyarak babasına gönderdi ve diğerlerini de istemekte İsrar ederlerse onları da bu hale koyacağına yemin etti. Onlar da onu bıraktılar ve gittiler. Arapların 566 (M. 1170) yılında K a r a A r s l a n , D a n i ş ­ m e n d o ğ u l l a r ı ' na ait bütün memleketlere hakim oldu. Aynı yıl içinde N u r e d d i n kardeşi K u t b u d d i n’in vefat ettiği­


ARA P HÜKÜMDARLARI

411

ni ve oğlu S e y f e d d i n in yerme geçerek Abdülmesih’in Musul saltan atını istediği gibi idare ettiğim ve halka çok ağır yükler yüklediğini haber alınca fena halde sıkıldı ve şu sözleri söyledi: “Kardeşimin oğullarını benim mi yoksa A b d u l m es i t i in mi idare etmesi doğrudur ? Sonra Halep’ten hareket ederek Kalonicus’a karşı yürüdü. Ha„bura havalisini ve Nisibis’i idaresine aldı. K a r a A r ş l a n m oğlu olup bir kale sahibi olan M u h a m m e d, N u r e d d i n e geldi ve Şigar’a karşı harp ederek burasını aldı ve buraya kardeşinin oğlu / m ad ü d d i r i i tayin etti. Sonra buradan Balat şehrine gitti, Dic­ le'yi geçti ve Musul’un şark tarafında yani Ninova semtinde çadırlarını kurdu. Onun buraya muvasalatı gününde harikulâde bir hadise vuku buldu. Çünkü Musul’un büyük kulelerinden biri kendiliğinden düştü. İhtimal ki bu kule bir sene evvel vukubulan şiddetli zelzele sırasında sarsılmış ve tesadüfen o gün yıkılmıştı. A b d ü l m e s i h bütün Arapların Nureddin’e mütemayil olduklarını görünce kendisine karşı kılıç kullanmalarından korktu ve kendi canına dokunulmadığı takdirde Musul’u teslim edeceğini, fakat S e y f e d d i n’in Musul’dan atılmasını isteme­ diğini bildirdi. N u r e d d i n şu cevabı verdi : “ Ben saltanatı yahut şehri oğullarımın elinden almak için gelmedim. Belki halkı A b d ii l m e s i h ’in zulmünden kurtarmak için geldim. Onun için sana hayatını bağışlıyorum. Fakat Musul’dan çıkarı­ yorum ve Suriye’ye götürüyorum. Benden başka birşey bekliyemezsin,,. Böylece sulh oldu, N u r e d d i n Musul’a girdi ve buradaki kalede karargâhını kurdu. Ve S e y f e d d i n G a z i ’yi Musul emirliğinde bırakarak S a d e d d i n G ii m ü şt e k i n adında bir haremağasını dizdarlığa, yani idare işlerine tayin etti. N u r e d d i n kardeşinin bırakmış olduğu serveti oğullan arasında mütesaviyen takdim etti. Halkı birçok vergi­ lerden kurtardı ve N u r î adını taşıyan ulu camii inşa etttirdi. S e y f e d d i n ’e Musul’u verdikten başka Kardu adasını da verdi ve Musul’da 17 gün kadar kaldıktan sonra F a h r ü d d i n A b d ü l m e s i h ’i yanına alarak Suriye’ye döndü ve bunun adını Mesihin kulu yerine Allahın kulu manasına gelen A bd u 11 a h ' a çevirerek kendisine maişetini temin edecek geniş tahsisat bağladı. Gerçi bu A b d ü l m e s i h görünüşte müslü­


412

ABU’L- FARAC TARİHİ

man gibi hareket ediyordu. Fakat için için hıristîyanlığa bağlı idi ve Hıristiyanlara büyük iyilikler yapıyordu. Arapların ve Arap muallimlerin açık düşmanı idi. Mukaddes patrik M a r M i c h a i l onu M o r d e c a i ile kıyas eder. Aynı yıl halife Müstencid bel ağrısı yüzünden hasta düştü. Hastalığı ilerleyince eşrafın bir kısmı Austaddar 1 ile diğerleri ümidi kestiler, hapishanenin kapılarını açarak mahpus olan kardeşlerini çıkardılar. Vezir hadiseyi halifeye bildirince halife kızdı ve bir hıristiyan olan tabibine yani kendisine bakan S a f y a o ğ l u ’na2 bütün bu eşrafın yakalanıp başlarının kesilmesi için vezire bir emirnâme yazmasını söyledi. Bu emir yazıldık­ tan sonra kâtipler hastalığın ilerlemesi yüzünden halifenin yanına girmemeleri dolayısiyle halife bizzat bu emirnâmeyi mühürledi ve bir genç haremağasını çağırarak şu sözleri söy­ ledi : “Bu emirnâmeyi al, dışarıya eğlenmeğe gidiyormuş gibi koşmadan çık, vezire yaklaşarak bu kâğıdı ona ver,,. Haremağası emirnâmeyi alarak halifenin istediği tarzda dışarı çıkınca tabib halifenin yanında kısa bir müddet kaldı ve dinlenmek için dışarı çıkınca Austaddar’m3 yanına giderek vaziyeti bildirdi. A ustaddar3 derhal başka haremağaları gönderdi ve bunlar emirnâmeyi taşıyan genç haremağasını buldular. Bu adam henüz emirnâmeyi vermişti. Bunlar onu yakalayarak Austaddar’a götürdüler. O da onu aradı, emirnâmeyi aldı, sonra genç haremağasını öldürerek cesedini bir çukura attı. Austaddar ile arkadaşları harekete geçerek sarayın iç dairelerine, yani ha­ reme girdiler. Kadınlar bunların yüzüne şu şekilde bağırdılar : “Gidi köpekler gidi, bizi çarşı kadınları gibi âdi kadın sanarak buraya nasıl tecavüz ettiniz ? Fakat Austaddar ile arkadaş­ ları bunlara bakmayarak halifenin bulunduğu daireye doğru ilerlediler ve onun yanına giderek ona şu sözleri söylediler : “Ta­ bib seni hamama götürmemizi istedi,,. Halife kızdı ve "Hamama gitmek istemiyorum,, dedi ise de onu dinlemediler, onu zorla soyarak çırıl çıplak ettiler ve onu taşıyarak iç odaya attılar. Halife humma yüzünden son derece muztaıip ve ayakta duramayacak halde olmakla beraber içini çekip inlediğinden dolayı sesinin 1

=

Ü s ta d

üd-dâr : E vin ü stadı, saray n azırı,

saray hade­

mesi şefi ( Ö . R.). 2 ''i*-' u:' Bk. İbn ül Esir, c. 11, s. 145; M uhtasar, s. 372. ( Ö . R .). 3 Y u k a rıd a k i 1. nota b a k ın ız. ( Ö . R .).


ARA P HÜKÜMDARLARI'

413

duyulmaması için kapıları çekiçlerle vurdular ve böylece kadınla­ rın kendilerini onu öldürmüş olmakla itham etmelerine karşı gel­ diler. Bir müddet sonra eşraftan biri halifenin yanına girdi ve ayağı ile karnına bastı. Halife can vermek üzere iken eşraf onu dışarı çıkardılar ve kölelerle cariyeler onun boğula­ rak öldürülmemiş olduğunu göstermek istediler, Onların dışarı çıkmaları üzerine halife biraz su istedi. Fakat ona bir damla su vermediler ve “ Su içersen zarar görürsün „ dediler. Bunun üzerine tabib şu sözleri söyledi: “ Ona su verin, çünkü su du­ daklarına değer değmez ölecektir,,. Halife kendisine verilen su­ yu yutamadı, çünkü boğazı kurumuş ve tıkanmıştı. Halife M ü s ­ t e n c i d bu şekilde öldü. Yazma bir eserde gördüğüme göre bu halife ismi B e n e f ş e (Yani menekşe) namında bir kadını son derece severdi ve ha­ lifenin karısı bu kadjnı kıskanırdı. Bu yüzden halifenin zevce­ si, oğlunu Menekşe ile münasebette bulunmağa teşvik etti ve halife bu sevdiği cariyeyi isteyince ona şu cevabı verdi: “Bu kadın sana yakışmaz, çünkü oğlunla birlikte münasebeti var­ dır,,. Halifenin canı sıkıldı ve cğlu yüzünden çekmiş olduğu ıstırap dolayısı ile hasta düştü. Hatta bir aralık hiddet ederek oğlunun öldürülmesini emretti, fakat eşraf bu emrin zıddını yaptılar, yani halifeyi öldürdüler ve oğlunu yerine geçirdiler. M ü s t e n c i d’den sonra oğlu M ü s t a d i 1 9 yıl hüküm sür­

dü. Müstencid’i anlattığımız şekilde öldüren eşraf hilâfete namzet olmayan oğullarından birini tevazuu ve terbiyesi dolayısı ile seçmişler, ondan içlerinden birini öldürmeyeceğine dair ve baba­ sının kendilerinden almış olduğu herşeyi iade edeceğine dair söz almışlardı. Yeni halife ölüm tehditleri karşısında bunlara karşı and içti. Bunlar halifenin diğer oğullarına karşı da aynı şekilde hareket ettiler ve bunların hepsi de yeni halifeye sa­ dakat yeminini ifa ettiler. Bunun üzerine M ü s t a d i ' nin ismi hutbelerde okundu. Yunanlıların 1483 (M. 1172) yılında bütün memlekete ağır karlar yağdı. Kar o kadar şiddetli idi kv Hindistan gibi kar yağmayan yerlerde dahi kar yağmış ve 14 karış yükselmişti. Nehirler ve kuyular donmuştu. Vahşi hayvanlar ve kuşlar açlık ^

U (ö . R.).


414

ABU 'L -FA RA C TARİHİ

ve susuzluk yüzünden helâk oldular. İnsanlar evlerinde kabre girmiş gibi mahpus yaşıyor, bir kimse köyden köye gidemi­ yorlardı. Çadırlarda yaşayanlar ve yol üzerinde bulunan sey­ yahlar kar içinde kalarak boğulmuşlardı. Sebastia’da kıtlık heryerden şiddetli olduğu için eşraf Kapadokya emiri D a n i ş ­ m e n d o ğ l u İ s m a i l ' den kendilerine ve adamlarına

vermesini rica ettiler. Ancak bu sayede

ölmeden

buğday yaz mevsi­

mini bulacaklarını söylediler. İ s m a i l ’in nezdinde buğday ile dolu birçok büyük ambarlar bulunuyordu. İ s m a i l ricayı reddettiği için bunlar toplandılar, onun ve sultan K ı l ı ç A r s l a n ' m hemşiresi olan karısını onun hânedanma mensup olanlardan, kölelerinden ve cariyelerinden 500 kişiyi öldürdü­ ler ve bütün ambarlan ellerine geçirdiler, sonra Şam’da bulu­ nan amcası D u a l n o n ' u 1 getirttiler ve onu Sebastia’nııı ba­ şına geçirdiler. D u a l n o n 1 daha önce sultandan kaçarak Şam’a gitmişti.. Arapların 567 (M . 1171 ) yılında N u r e d d i n , S e l ah e d d i n ' e bir emir göndererek Mısır halifesi  d ı d ' m ye­ rine Bağdad halifesinin adını hutbelerde okutmasını istedi. Selaheddin Mısırlıların bu yüzden kendisine karşı isyan etmelerinden korkarak emrin icrasını geciktirdi. Fakat N u ­ r e d d i n onu tazyik etti, o da N u r e d d i n ' i n emrine karşı gelemediği için bu emri infaz için eşraf ile görüştü. Bunların bir kısmı "Emri tatbik etmeli,,, bir kısmı “ Tatbik etmemeli,, derken burada bulunan ve kendisine emîr ve üstad denilen bir İranlı "Ben herkesten evvel bu emri yerine getiriyorum,, dedi. Cuma günü bu adam minbere çıktı ve hutbede " A l i oğlu A d ı d„ diyeceğine “A h b a s oğlu M ii s t a d i„ dedi ve hiçbir kimse sızlanmadı. Diğer camilerde de aynı şekilde ha­ reket edildi ve Mısır halifelerinin adı anılmaz oldu. Halife A d ı d bu sırada hasta olduğundan hadise kendisine bildiril­ medi ve keder yüzünden ölmemesine dikkat edildi. Nitekim bu halife hadiseden haber almamaksızın vefat etti. Bunun üzerine Selaheddin Mısır halifesinin oğullarını ve aile erkânını hapse koydu ve nesillerinin kırılması için erkek­ leri kadınlardan ayırdı. Bundan sonra onun kölelerini ve cari1 i /J '

}>

Z u- n- nun

(Ö .

R.)-


ARAP

HÜKÜMDARLARI

415

yelerini âzad etti. Araplar arasındaki fatalistler sevindiler, irade-i cüz’iyyeyi ve insanın hakimiyetini kabûl edenlerin mez­ hebi itibardan düştü. Bilhassa Fatımılerin A l i ve F a t ı m a neslinden gelmeyerek bir yahudi veya bir mecusînin torunları olduklarına dair ileri sürülen iddialar revaç buldu. Şairler bir sürü şiirler yazarak “Fir’avunun devri son buldu ve Yusuf’un devri başladı,, tarzında sözler söylediler. Fatımi'lerden ondördü garpta, üçü Afrika’da hâkim oldular. Afrika’da hakim olan­ lar Mehdi, Kaim ve Mansur idiler. Mısır’da hakim olanlar otıbir idiler ve bunlar Muiz, Aziz, Hakim, Tahir1, Müstansır, Müsta’li, Âmir, Hâfid2, Tâfir3, Fâiz, Âsıd* idiler. S e l a h e d d i n Mısır’da yalınız başına hakim oldu. Onun Mısır’da düşmanı kalmamıştı. Fakat N u r e d d i n tarafından kıskanılıyordu. N u r e d d i n ona bir mektup göndererek şu sözleri söyledi: ben Karak’a karşı hareket ettim, sen de vakit geçirmeden askerlerini topla ve buraya gel,,. Selaheddin korktu ve gitmedi. Bu yüzden Nureddin ona darıldı ve bizzat Mısır’a giderek onu oradan sürükleyip çıkarmak istedi. Bunun üzerine S e l a h e d d i n eşrafı toplayarak hükümetin idaresine dair bunlarla istişare etti. Bunların hepsi de sükût ettiklerin­ den, isyan ve itaat tavsiyesinde bulunamadıklarından S el a h a dd i n’in kardeşinin oğlu olan bir genç adam ayağa kalktı ve şu sözleri söyledi: “N u r e d d i n bize karşı gelecek olursa onunla harbederiz ve onun Mısır’a girmesine imkân vermeyiz,,. Bu gencin bütün genç arkadaşları da aynı şekilde söz söylediler.

Fakat S e l a h e d d i n ’in babası da, amcası da razı ol­ madılar ve babası bütün bu gençleri tahkir etti. Sonra S e l ah e d d i n’e dönerek şu sözleri söyledi: “Bütün bu eşraf içinde benden ve amcandan başka senin iyiliğini isteyen bir kimse yok mu„. Selaheddin “Yoktur,, dedi. Bunun üzerine babası şu cevabı verdi: "İyi bil ki ben de, amcan da N u r e d d i n ' i görecek olursak yapacağımız şey karşısında diz çökmek ve yeri öpmekten ibarettir. Biz böyle yaptıktan sonra eşraf içinde N u r e d d i n ’e karşı kılıç çekecek bir kimse kalır mı? Bü­ tün bu Mısır vesair memleketler N u r e d d i n' e ait olduğun­ 1 Z ahir.

2 H â fız .

3 Z âfir

4 Â d ıd olacak

( Ö . R .).


416

ABU’L- FARAC TARİHİ

dan bizi valilikten azledecek olursa bize karşı asker kullan­ masına ihtiyaç kalır mı? N u r e d d i n ' m bir tek adam gön­ derip senin boynuna bir kemend vurması ve seni Şam’a sü­ rüklemesi kâfidir. Ondan sonra da istediğini valiliğe tayin eder,,. Daha sonra ihtiyar bir adam olan N e c m e d d i n E y ­ y u b yerinden kalktı ve eşrafa hakaret ederek bağırdı: “He­ piniz kalkınız. Biz hepimiz N u r e d d i n ’in köleleriyiz ve o ne isterse yapabilir,,. Eşrafın kalkıp gitmesi üzerine N e c ­ m e d d i n , S e l a h e d d i n ' e şu sözleri söyledi: “Sen akılsız bir çocuksun. Hareketlerinde hata ediyorsun. Bilmiyorsun ki N u r e d d i n senin isyan ettiğini haber alacak olursa elindeki her işi bırakır ve senin kökünü kırıncıya kadar peşine düşer. Onu bırakıp da sana katılacak bir asker var mı? Benim sana söylediğim sözler ona hemen erişecektir. Sen de ona bir elçi gönder, kendisine karşı tevazu göster, ona itaat ettiğini, onun bendesi olduğunu bildir ve yalnız Franklardan korkmak yü­ zünden ona iltihak etmediğini anlat,,. Bu ihtiyar adam ne dedi ise öyle yapıldı. Bu sırada Nubyalılardan bir cemaat Mısır’ın Saidine ka­ dar ilerlediler ve birçok köyleri yağma ettiler. S e l a h e d ­ d i n keyfiyetten haber alarak bu tarafa bir ordu gönderdi. Araplarla Nubyalılar muharebe meydanında karşılaştılar, iki ta ­ raftan da birçokları maktûl düştü. Çünkü siyahlar son derece kuvvetli idiler. Bunun üzerine S e l a h e d d i n kardeşi Ş e m s ü d d e v l e T u r a n - ş a h ’ı büyük bir ordu ile gönderdi ve onun gelmesi üzerine Nubyalılar kaçtılar ve araplar onları ta­ kip ederek birçoklarını öldürdüler, yağma ettiler ve E b r i m na­ mındaki kaleyi alarak buraya bir Arap kuvveti yerleştirdiler. Arap ordusunun geri dönmesi üzerine Nubyalılar tekrar geldiler, kalelerini istirdat ettiler ve Nuhyalılarm kıralı, Ş e m s ü d d e v l e’ye Kus şehrinde bulunduğu sırada elçi göndererek sulh is­ tedi. Ş e m s ü d d e v l e şu cevabı verdi: “Vergi verirseniz sulh olur,,. Sonra M e s ' u d namında bir Halepliyi Nubya kiralının elçisi ile birlikte gönderdi. Ş e m s ü d d e v l e ’nin elçisi Nubyalıların Dunkula isimli payitahtlarına gelince burasının çok sefil bir memleket olduğunu gördü ve halkın darıdan başka hububatı tanımadığını anladı. Bunların bir miktar hurmaları da bulunu­


ARA P HÜKÜMDARLARI

417

yordu ve bütün gıdaları darıdan yapılma ekmek ile hurmadan ibaretti. Bütün burada bir tek büyük bina vardı, o da kiralın sarayı idi. Ahalinin hepsi ise mağaralarda ve kulubelerde ya­ şamakta idiler. Bu elçi diyor ki: “Birgün Nubya kiralının çırıl çıplak çıktığını ve sırtı çıplak bir ata bindiğini gördüm. Daha sonra kıral sırtına bir atlas parçası aldı ve başını örtmeden dolaştı. Kendisine yaklaşarak selâm verince kıral güldü, sonra emir verdi ve başımın üzerinde haça benzeyen bir tahta par­ çasını yaktılar. Sonra bana 50 litre hububat verdi ve gitmeme müsaade etti,,. Arapların 569 (M. 1173) yılında S e l a h e d d i n in kar­ deşi Ş e m s ü d d e v l e cenup memleketlerine gitti, buralarını istilâ etti ve bu havaliye hakim oldu. Yunanlıların 1474 (M. 1174) yılının mayıs ayında N u r e d d i n Şam’da hunnak illetinden vefat etti, (iki oğlunu ihti­ yarlıklarında görmüş olduğum) Meşhur R a h a b a y a namındaki hünerli Şam tabibi şu vak’ayı anlatıyor: “N u r e d d i n'in has­ talıktan zafa uğraması üzerine diğer tabiplerle onu görmeğe çağı­ rıldık. İçeri girince onun küçük ve son derece rahatsızlık veren bir odada yattığını gördük. Biz de, bir damarı açmak lâzım geldiğini söyledik. Fakat müsaade etmedi. N u r e d d i n her­ kesten korktuğu için biz de sözlerimizi tekrar etmedik. O da hemen öldü. Esmer, uzun boylu idi, köse idi ve çenesinin al­ tında bir kaç kıl vardı. Hali tavrı ve giyinişi sade idi. A l i neslinden gelen Araplardan şiddetle nefret ederdi. Franklardan 50 kadar şehir ve kale almıştı. Şam’da büyük bir misafirhane (yahut han) ve bir medrese, Musul’da büyük bir cami inşa et­ mişti.,, N u r e d d i n’in ölümü üzerine oğlu M e l i k S a l i h 1 sm a i l onun yerine geçti. Bütün eşraf ona bîat ettiler. S e ­ l a h e d d i n de Mısır’da onun namına hutbe okuttu ve ismi­ ni zuze 'ler ve dinar lar üzerine bastırdı. Musul emiri S e y f e d d i n G a z i amcası N u r e d d i n ’in vefatını haber alınca $on derece sevindi ve münadîler çıka­ rarak Musul’da herkesin serbest serbest içki içebileceğini, sar­ hoş olabileceğini ve emir hesabına eğlenebileceğini ilân etti. Sonra ordular toplayarak Bet Nahrin’e geldi, Edessa’yı, Harran’ı vesair yerleri zaptetti. Halep ordusu kumandanı Emir Ş e m s ü d d i n Şam eşrafına haber göndererek “M e l i k S a l i h ’i Haleb’e E b u l - Farac Tarihi, F . 27


418

ABU’L- FARAC TARİHİ

getiriniz. Böyle yapmazsanız saltanat elinden gider,, dedi. Fakat eşraf şu cevabı verdiler : “ Biz Ş e m s e d d i n ' in memlekete hâkim olması için ona selâhiyet veremeyiz,, ve M e l i k S a ­ l i h ’in kendilerinden ayrılmasına müsaade etmediler. S e l a h e d ­ d i n Şam eşrafını muahaze etti, memleketler elden gittiği hal­ de kendisine niçin haber vermediklerini ve kendisinden niçin yardım istemediklerini sordu. Sonra su sözleri de söyledi: “N u r e d d i n içinizde benden daha uyanık bir kimse bulun­ duğunu bilse idi Mısır saltanatını ona verirdi. Ben geliyorum. Çünkü efendimizin ve oğlunun saltanatını sizin değil benim idare etmem icap eder,,. Bunun üzerine eşraf S a l i h ' i Haleb’e gönderdiler ve S ad e d d i n namındaki haremağası onun veziri oldu. Bu haremağası N u r e d d i n tarafından Musul kalesinin hâkimliğine tayin olun­ muştu. O da S e y f e d d i n ' den kaçarak efendisinin yanına gelmişti. Şam halkı S e l a h e d d i n’den korkarak Kudüs kıralı A m o r i’ye haber gönderdiler, sulh istediler ve vergi vermeyi taahhüd ettiler. Birkaç gün sonra kıral hastalanarak N u r e dd i n’in ölümünden 40 gün sonra temmuz ayında Akku’da öldü. Hıristiyanlar bu dürüst kiralın ölümünden dolayı büyük matem tuttular. Kendisi bütün Arapları, Mısır ve Suriye ahalisini kor­ kutmuştu. Onun ölümü üzerine oğlu (Dördüncü) B o d z v i n yerine geçti. Konya sultanı K ı l ı ç A r s l a n , D a n i ş m e n d oğlu D ua l n o n nun 1 yardımcısı olan N u r e d d i n’in ölümünden haber alınca memleket lerine giderek Sebastia’yı, Yeni Kayseri’yi ve Komanya’yı zaptetti. D u a l n o n 1 İstanbul’a kaçarak Rum kira­ lına iltica etti. Böylece D a n i ş m e n d o ğ u l l a r ı nın hâkimiyeti 122 yıl devam ettikten sonra nihayet buldu. Bet Sasan Ermenileri Maiperkat emirinden rahatsız olarak Halat emiri Ş a h A r m a n a haber gönderdiler ve bütün kalelerini ona teslim ettiler. Ibirya kıralı da geri dönerek Ani şehrini Iranlılardan aldı. Arapların 570 (M. 1174) yılında S e l a h e d d i n ordularını toplayarak efendisinin oğluna yardım iddiası ile Mısır’dan Şam’a geldi ve şehre girerek babasının sarayında karargâh kurdu. S e l a h e d d i n kalenin hakim olan haremağası R i h a n ı 1 Zu-n*nun


A R A P H ÜKÜMDARLARI

419

gizlice okşayarak kalenin açılmasını temin etti. S e l a h e d d i n , kardeşi Sey f ü l i s l â m ı ve adamlarını Şam kalesine yerleştirdi ve M e l i k S a l i h İ s m a i l'in adını hutbelerde okutmağa devam ede­ rek burasını ele geçirdi. S e la h e d d in , Şam’dan hareket ederek

Emesa’ya hücum etti ve burasını aldı. Sonra buradan Hama’ya gitti ve burasını da aldı. Sonra Halep civarındaki Cavşan dağına geldi ve karargâhını kurdu. Halep’de bulunan emirler büyük, küçük bütün halkı Irak kapısı meydanında toplayarak Salih’i halk ile konuşmağa şevkettiler. S a l i h meydanın tepesinde durarak içini çekerek şunları söyledi: “Halep çocukları! Ben sizin yetiştirmeniz olan bir çocuğum ; size iltica etmiş ve sizin aranızda yer almış bulunuyorum. Sizden başka anam, babam yoktur,,. Sonra ağlamağa başladı ve ahali onunla beraber ağ­ layarak: “Hepimiz senin köleleriniz ve senden evvel biz ölece­ ğiz,, dediler. Franklar da S e l a h e d d i n ' e elçiler göndererek “Sizin bu işi yapmamaklığınız icap eder. Çünkü bu şekilde hare­ ketle efendinizin hânedanına iyilik yerine kötülük ediyorsunuz. Bizi dinleyerek Halep’den dönmezseniz hepimiz size karşı gelece­ ğiz,, dediler. S e l a h e d d i n işlerin kendi arzusu dahilinde yürü­ mediğini ve Haleplileri muharebeden vazgeçirmeğe imkân bulun­ madığını görerek geri döndü ve Ba’lebek’e giderek burasını zap­ tetti. S e l a h e d d i n buradan Emesa’ya gitti ve Emesa’nın kalesini ele geçirdi, Daha sonra Halepliler Musul emiri S e y f ü d d i n ' e elçiler göndererek şu sözleri söylediler: “S e l a h e d d i n’in Haleb’i almasına müsaade ederseniz Mu­ sul’un elinizde kalacağını sanmayın,,. Bunun üzerine S e y f ü d d i n kardeşi I z z ü d d i n M e s ' u d ile birlikte büyük bir orduyu gönderdi ve bunlar Haleb’e geldiler. Bunlar Haleplilerle birlikte hareket ederek Hama’ya karşı yürüdüler ve Emesa’da bulunan S e l a h e dd i n’e elçi göndererek efendisinin müsaadesi olmadan aldığı bütün kaleleri iade etmesini istediler ve yalnız Şam’ın ona bırakılacağını, kendisinin burada da M e l i k S a l i h ' i n emirle­ rinden biri sıfatı ile bulunacağını bildirdiler. S e l a h e d d i n şu cevabı verdi: “Ben efendimin oğlu ile harbetmek için değil, fakat onu himaye için geldim. Onun topraklarını ve hâzinelerini koruyacağım ve sizin söylediğiniz sözler yüzünden geri dön­ meyeceğim,,. Bunlar S e l a h e d d i n’in sulha temayül ettiğini


420

ABU’L- FARAC TARİHİ

görerek Ra’s A yn’a karşı çadırlarını kurdular. S e l a h e d d i n de onları karşılamak üzere geldi ve ikisi Karnhama adını taşıyan yerde buluştular. Musullularla Halepliler mağlûp edil­ diler ve yüzlerini çevirerek kaçtılar, S e l a h e d d i n askerlerini kaçanları takip etmekten ve bir kimseyi öldürmekten menetti. Bunun üzerine M e l i k S a l i h , S e l a h e d d i n'e haber gön­ dererek sulh istedi ve S e l a h e d d i n i n Şam, Hama, Emesaya hâkim olacağını ve Suriye’nin gerisini, yani Dış Suriyeyi ken­ disine bırakacağını bildirdi. S e l a h e d d i n buna razı ol­ mayarak Maarra ve Kefartab’ı da istediğini bildirdi. Elinde bulunan bütün memleketlerde hutbelerin sultan M e l i k S a l i h namına okutulacağına yemin etti ve fırsat düştükçe onun yardımına koşacağını temin etti. Halife, S e l a h e d d i n ' in ka­ zandığı zaferden haber alınca ona râhane bir hil’at, bir kılıç, bayraklar ve bir ferman gönderdi. Bu sırada Bağdad emirlerinden K u t b u d d i n K a i m a z 1 halife Mustadi’ye karşı başkaldırdı ve adamlarını toplayarak halifenin sarayı etrafında harp nizamında dizdi. Halife korka­ rak sarayın damına çıktı ve bir müııadiye yüksek bir sesle şu sözleri söyletti: “Ey Bağdad ahalisi, efendinize ve dininizin reisine yardım edin ve dininize sadık olduğunuzu gösterin,,. Ses şehirde işitildi ve herkes kılıç, sopa, taş taşıyarak geldiler ve K a i m a z ile adamlarını kaçmağa mecbur ettiler. Bunlar çöle doğru gittiler ve susuzluğa uğradılar. Buldukları su yılan­ ların içinde boğulduğu bir havuz idi. Bunlar bu sudan içtiler ve kendileri ile hayvanları hasta düştüler. Bunlar Musul yolu­ nu tuttularsa da birçokları yolda öldüler ve içlerinden Musul’a varanlar da yaşayamadılar. Yunanlıların 1486 (M. 1175) yılında Kilikya’daki Ermeni eşrafı Kilikya hakimi M a l i h ’e karşı isyan ettiler ve onu öldürmek istediler. M a l i h bu vaziyet karşısında kalelerin birine kaçtı. Kale muhafızları hıristiyanların bu adam yüzünden çektikleri ve çekmekte oldukları eziyetleri bildiklerinden onu yakaladılar, vücudunu parçaladılar ve köpeklere attılar. Sonra eşraf onun kardeşinin oğlu 1 s t e f a n oğlu R u p i n’i getir­ diler ve başlarına geçirdiler. Bu adam amcası M a l i t i i öl­ 1

(K a ym az). Bk. İbn ül-Esîr, c. 11, s. 112 ( ö . R).


ARAP HÜKÜMDARLARI

421

dürenleri öldürdü. Çünkü bunlar onu öldürdükten sonra cese­ dini gömmeyerek köpeklere atmışlardı. Arapların 571 (M. 1175) yılında Musul emiri S e y f n d d i n Halep’te bulunan N u r e d d i n oğlu S a l i t i e bir nâme göndererek S e l a h e d d i n ’le sulh yapmadığı için onu tevbih etti. Musul emiri 20.000 kadar atlı toplayarak Haleb’e geldi ve uzun zamandan beri burada mahpus olan Frank eşrafını hapis­ ten çıkararak Trablus kontunu 80.000 dinara, J o s c e l y n oğ­ lu J o s c e l y n\ 50.000 dinara Antakyalı P r a y n s ' ı ( ? ) 120.000 dinara sattı ve bunlara daima kendisi ile müttefik ola­ caklarına dair andlar içirdi. S e l a h e d d i n Mısır’a haber gönde­ rerek ordularını toplattı ve bunlar Halep ile Hama arasında Gubhai Türkmanaya denilen yere gelerek muharebe meynmda karşılaştılar, S e l a h e d d i n Halep ve Musul askerlerini mağlup etti, kaçırdı, çadırlarını alarak mallarını yağma etti. Bunların içinde birçok kuşlar, birçok güvercinler, papağanlar ve 100 kadar genç hanende kadınlar buldu. Sonra kafesçilerden ( ? ) birini çağırarak Seyfüddin nezdine kafeslerle birlikte elçi sıfatiyle gönderdi ve ona şu sözleri söyledi: “Seyfüddin’in yanma git, benim namıma sulh ilân ederek de k i: Şerefli mevkiinize dönerek kuşlarınızla eğlenmeğe devam ediniz. Çünkü bu kuşlar güzeldir ve bunları tehlikeye uğratmak doğru değildir,,. S e l a h e d d i n eline düşen Musul eşrafına hil’atler verdi. F a h r ü d d i n A b ­ d ü l m e s i h bunlar arasında idi ve S e l a h e d d i n ona atlar ve hediyeler vererek sulh içinde gönderdi. Sonra Halep’ten çıkarak Buzaa kalesine karşı hareket etti ve burasını aldı. Sonra Mabbuğ'a gitti ve burasını da aldı. Buranın kalesinde 300.000 dinar buldu. Sonra A zaz’a. hücum etti ve 40 gün içinde zaptetti. Yunanlıların 1407 (M. 1176) yılında Yunan kıralı M a n u e l hareket ederek Türklerin hududu üzerine iki şehir kurdu. Ve buraya asker yerleştirdi. Bunlar K ı l ı ç A r s l a n hânedanına mensup olanları şiddetle tazyik ettiler. Sebebi, kiralın, sultan­ dan D a n i ş m e n d o ğ u l l a r ı ’na ait arazinin iadesini isteme­ siydi. Bu yüzden kıral 30 bin Yunan atlısını, D a n i ş m e n d o ğ l u D u a l n o n 1 ile gönderdi. Ve bunlar Nicomedia’ya karşı karargâh kurdular. Bunun üzerine içerde bulunan Türkler Yeni 1 Zu-n-un.


422

A BU'L-FARAC TARİHİ

Kayseri’deki Hıristiyanlar ağzından Yunanca bir mektup yaza­ rak, Rumlara şu sözleri söylediler : “Beraber getirmiş olduğu­ muz D u a l n on' a inanmayınız, çünkü sizi aldatarak kendi mil­ letine mensup kimselere teslim etmek istiyor,,. Bunun üzerine Rumlar arasında gürültü koptu ve bunlar Yeni Kayseri’den çekildiler, Türkler bunları takip ettiler ve kiralın hemşire za­ desini öldürdüler. Kıral, hemşire zadesinin öldürülmüş olduğundan haber alınca, büyük bir ordu toplıyarak Türk hududuna yürüdü. Kıral, gıda ile yüklü arabalarını bıraktı, ve Rumlar, ahalisin­ den ve gıda maddelerinden mahrum kalan Türk köylerini yağma ederek ve yakarak ilerlediler. Bunun üzerine Türkler bilhassa aralarındaki piyadeler dağlara saptılar ve Bet-Toman’ın de/in geçitlerine dalarak, Rumların ağır eşyalarını bıraktıkları büyük karargâha geldiler, yağma ettiler ve arabaları yaktılar. Bu yüzden Rumlar ümitlerini kestiler ve Türkler onlara hâkim oldular. Türkler dağ tepelerinden kayaları Rumların üzerine yuvarlıyor ve Rumlar ile atları arasında karışıklıklar vücuda getiriyorlardı. Bunun üzerine kıral geceleyin Sultana bir elçi gönderdi ve sulh istedi. Sultanın kendisi de fena bir vaziyette olduğu için bu teklifi kabul ederek üç Türk emirini seçti ve bunlar kiralın hududuna varıncaya kadar ilerlediler. Rumların yağma edilen karargâhında kiliseler, haçlar ve birçok eşya (yani askılar ve perdeler) ile Mesihin üzerinde salp olunduğu haçtan bir tahta parçasını ihtiva eden bir haç bulunduğundan ve götürülmüş olduğundan, kıral Sultana birçok altın gönde­ rerek bu haçı aldırdı. Ayni yıl Mardin emiri N e c m e d d i n 22 yıl hüküm sür­ dükten sonra öldü. Hıristiyanlar, kiliseler ve manastırlar onunla dostluk şartları içinde yaşıyorlardı. Oğlu K u t b ü d d i n onun yerine geçti ve Hani emiri olan amcasiyle, Dara emiri olan amcasiyle kavga ettiyse de daha sonra onlarla barıştı, bunlar onun yanına geldiler ve ona tâbi oldular. Onun ölmüş olduğu­ na dair bir haberin yayılması üzerine Maaddiler arazisine akın etmeğe başladılar, fakat kendisi kuvvetli ve sıhhatli olduğun­ dan binlerce Arabi öldürdü, bunlardan 12000 deve aldı ve bunların gerisi kaçtılar. Arapların 572 (M. 1176) yılında S e l a h e d d i n Halebe


ARAP HÜKÜMDARLARI

423

karşı karargâh kurdu. S a l i h bu kuvvetlere karşı gelemiyeceğini anlayarak tevazu gösterdi ve sulh istedi. S e l a h e d d i n de Halep, Musul ve Küçük Ermenistan ile sulh yaptı. Sulhun sağlanması üzerine S a l i h küçük hemşiresini S e l a h e d d i n ’e gönderdi, o da ondan A z a z ı istedi. S e l a h e d d i n de bura­ sını ona verdi. Sonra buradan ayrılarak Şama gitti ve ismi / s m e t ü d d i n olan N u r e d d i n ’in karısını zevce olarak aldı ve kardeşi Ş e m s e d d i n T u r a n ş a h ’ı Şam emiri yapa­

rak Mısır’a döndü. Burada Mısır (Fostat) ve Kahire şehirlerini çevreliyen bir sur inşa etti ve bunların arasındaki dağ üzerinde kaleyi inşa etti. Arapların 573 (M . 1177) ve Yunanlıların 1489 yı­ lında S e l a h e d d i n büyük bir ordu ile Mısren’den çıkarak Askalan’a karsı hareket etti, şehri yağma ederek esirler aldı ve birçok hıristiyan kanı döktü. Franklar bu sırada büyük bir korku içinde idiler, çünkü Kudüs’ün genç kıralı elefantiasis hastalığına uğramıştı. Fakat vaziyet bu merkezde olduğu halde genç kıral askerlerinin artıklarını toplıyarak atından indi ve mukaddes haç’ın önünde yere kapanarak ağladı. Herkesin kalbi âdeta durmuştu, hepsi de arkalarını dönüp kaçmamak için and içtiler ve ölünceye kadar harp edeceklerine söz verdiler. Bunun üzerine bunlar yağma ile meşgul olan ve Frankların zaif olduklarına inanarak harp hazırlığı yapmıyan Türklerin memlekete girmelerine müsaade ettiler, sonra Franklar hayvan­ larına bindiler ve bir nehri geçmekte olan Türklerin üzerine çullandılar. Bu şehilde körleşen Türkler’e karşı Frankların kı­ lıcı hâkim oldu, Türkler de yüzlerini çevirdiler ve susuz çöllerin yolsuz beyabanlarına karışık bir halde düştüler, Franklar bunları imha için beş gün geçirdiler ve bunlardan birçok küme­ ler buldular, bunları öldürdüler ve esir aldılar. S e l a h e d d i n de adamlarından birkaçıyle Kahireye kaçtı. Müverrih diyor k i : “Atlara binmiş müjdecilerin ve münadîierin çarşılarda “Sultan muzaffer oldu ve Franklar mağlûp oldular,, diye bağırdıklarını işiderek kazanılan zaferin mahiye­ tini öğrenmek üzere koştumsa da bunlara yaklaşınca şu söz­ leri söylediklerini işittim: “Sultanın selâmette olmasından sevi­ nin,, ve o zaman işin teısine gitmiş olduğunu anladım,,. Aynı yıl Sultan K ı l ı ç A r s l a n , Yunan kıralı Manuel


424

ABU’L - F A R A C TARİHİ

ile sulh yaptıktan sonra büyük bir ordu ile gelerek Malatya’ya karşı dört ay karargâh kurdu, fakat muharebeye girişmedi ve askerlerine emir vermesi üzerine bunlar kışı geçirmek üzere kendilerine tuğladan evler yaptılar. Sultan için de mezar taşla­ rını kullanarak büyük evler yaptılar. Şehrin içinde bulunan emir, D a n i ş m e n d hânedanına mensuptu ve şehir içindeki eşrafın açlık yüzünden kendine ihanet etmelerinden korkuyor­ du. Onun için Sultan’a hemen haber göndererek nefsinin selâ­ meti namına söz almış ve buradan çıkarak Zaid kalesine geç­ mişti. K ı l ı ç A r s l a n da Yunanlıların 1489 yılının ilk teş­ rin ayının yirmi beşine müsadif haftanın dördüncü gününden başlıyarak Malatya’ya hâkim oldu. Yunanlıların 1490 (M. 1179) yılında bütün Franklar Kıral B o d iv i n ile anlaştılar, Yakub kalesi denilen yerde ve Erdün nehrinin kıyıları üzerinde bir şehir kurmağa başladılar. Mak­ satları Şam’ı buradan tazyik etmekti. S e l a h e d d i n Mısır’­ dan gelerek Ba’lebek’e hücum etti. Çünkü buradaki hâkim ona karşı isyan etmişti. Ba’lebek hâkimi harp ile karşılaşınca haya­ tını korumak için söz alarak Ba’lebek’i teslim etti. S e l a h e dd i n buradan Filistin’e hareket etti. Franklar ona hücum ettiler, onu kaçmağa mecbur ettiler. Arapların memleketini soyarak döndüler. Franklar karargâhları içinde dinlendikleri ve zafer kazanmış gibi sevindikleri sırada Arapların bir pususuna düş­ tüler ve Araplar Frank muhariplerinden 100 kadarını esir aldılar ve Frankların üstadını da ellerine geçirdiler S e l a h e d d i n Frank­ ların henüz inşa ettikleri yere hücum ederek burasını zapta muvaf­ fak oldu. Frerlerin 500 ü burada bulunuyordu. Bunlar Araplakuvvetine dayanamıyacaklarını görünce içlerinden bazıları ken­ dilerini ateşe attılar ve ölünceye kadar yandılar. Bazıları da Erdün nehrine düştüler ve boğuldular. Bir kısmı da kendilerini surun üzerinden kayalara attılar ve parçalanarak öldüler. Ha­ yatta kalanlar da Araplar tarafından öldürülmüşlerdi. Yunanlıların 1491 (M. 1180) yılında Yunan kıralı Manuel hastalandı ve ölmek üzere olduğunu hissederek rahip oldu ve tacını kıral ilân ettiği oğlu Alex’e bıraktı, genç Alex’in anası olan karısını da rahibe yaptı ve saltanatın hâzinelerini ona emanet etti. Bir müddet sonra rahibe olan kıraliçe 12 eşraftan biri ile gayr-i meşru münasebetlerde bulundu. Diğer eşraf kıra-


ARA P HÜKÜMDARLARI

425

liçeyi de oğlunu da atmak ve yerine Manuel’in ilk zevcesin' den doğan kızını tahta geçirmek ve bu kızın kocasını kıral ilân etmek istedilerse de bunu yapamadılar. Çünkü suikast keşf olundu, eşraf bu yüzden korkarak Büyük kiliseye sığındı­ lar. Şehirde yedi gün dahilî harp oldu ve İstanbul’un içinde bir çok kanlar döküldü. Kıral ve anası ile beraber olanlar Ayasofya’ya karşı harp âfetleri kurdular. Bunun üzerine patrik Te o d o s i u s ile kıral ve anası kilisede bulunanlar dışarı çıktıkları takdirde kendilerine dokunulmaya­ cağına dair yemin ettikleri için içeride bulunan eşraf dışarı çık­ tılar. Fakat kıral ile anası içtikleri andı ayakları ile çiğnediler ve eşraftan onbirinin gözlerini oyduktan başka bütün tarafdarlarını öldürdüler. Bu yüzden son derece müteessir olan patrik bütün şehri afarozladı ve şehir dışındaki bir manastıra giderek 9 ay müddetle çanların çalınmasını ve ibadetlerin ifa edilme­ sini durdurdu. Ölüler eşek leşi gibi merasimsiz defnoluyordu. Aynı yıl Sultan K ı l ı ç A r s l a n , Raban’a karşı bir ordu gönderdi ve Kapadokyalılar Şamlıların mukavemet eden ordusu karşısında kaçtılar. Çünkü bunlar Franklarla muharebe etmekte tecrübeli idiler. Arapların 575 (M. 1179) yılında Halife M ü s t a d î öldü ve ondan sonra oğlu N â s ı r yerine geçti. M u s t a d î ' den sonra oğlu N â s ı r 47 yıl hüküm sürdü. Bu halife tahta geçtiği za­ man vezir A t a r a o ğ l u’nu 1 yakalayarak hapse attı, ona zin­ cirler vurdu ve bütün malını aldı. Sonra onbirinci ayın onikinci gününe tesadüf eden haftanın dördüncü günü akşamında vezir ölü olacak çıkarıldı. Bağdadlılar bundan haber alınca veziri taşıyan adamın sırtından yere attılar, üstünü başını soydular, vücuduna bir ip geçirdiler ve çarşılar içinde sürüklediler. Ç o­ cuklar da onunla istihza ettiler ve nihayet Türkler gelip cese­ dini gömdüler. Aynı yıl içinde müthiş kıtlık oldu ve veba bü­ tün dünyayı tahrip etti. Yunanlıların 1492 ve Arapların 576 (M. 1180) yılın­ da S e l a h e d d i n , N ureddin b. K a r a A r s l a n b. D a v u d b. A r t u k yüzünden K ı l ı ç A r s l a n ile muha­ rebeye çıktı. Çünkü Kipa kalesinin emiri olan bu adam Sultan 1 A tta r ’ın o ğ lu =

jlk o llj’! İbn ül*Esir, c. 11, s. 187 (Ö .

R.).


426

ABU’L - F A R A C TARİHİ

K ı l ı ç A r s l a n ' ı n damadı idi ve sultanın kızına karşı çok fena muamelede bulunarak onu bir zâniye mevkiine düşürmüş­ tü. Sultan onu tehdid edince korktu ve S e l a h e d d i n ’e il­ tica etti. S e l a h e d d i n de sultana bir elçi göndererek damadı­ nın suçunu affetmesini diledi. Sultan teklifi kabûl etmeyince Selaheddin sahil üzerindeki Franklarla dost oldu, as­ kerlerini oplayarak Halep’e gitti ve Kara Hedar adlı otlakta karargâhını kurdu. Burada kale ile Mansur kalesi arasında nehir akmaktadır. Sultan buradan hareket ederek Lugasu (Lugasik ?) nehri üzerinde karargâh kurdu. K a r a A r s l a n ın oğlu N u r e d d i n burada yanma geldi ve izzetü ikram ile karşılandı. Sonra Allah, Sultan K ı l ı ç A r s l a n ’m kalbi ne sulh ilham etti, o da S e l a h e d d i n' e elçi gönderdi. Sultanın damadı bir daha ahlâksızlık etmeyeceğine ve sultanın kızını izaz edeceğine, sultana karşı bir evlât gibi itaatli ola­ cağına yemin ettiğinden o da damadı ile barıştı. S e l a h e d d i n buradan hareket ederek Ukama nehri üzerinde çadırlarını kurdu ve orduları Kilikya’yı yağma ile meşgûl oldular. Çünkü Kilikya hâkimi R u p i n mamleketinde bulunan Türkmen çobanların birçoğunu öldürmüş ve bunların zevcelerini ve çocuklarını esir ederek mallarını yani davarlarını zaptetmişti. Bunun üzerine R u p i n , S e l a h e d d i n e karşı tevazu ve itaat göstereceğini bildirdi, ona birçok altınlar göndererek 500 Türk esirini serbest bıraktı. Sulh olması üzerine S e l a ­ h e d d i n geri döndü, K ı l ı ç A r s l a n da Malatya’ya gele­ rek şehrin iki surunu yeniledi. Bu sırada Antakyalı P r a y n s Yunanlı zevcesini terketti. Kendisi bu kadını Kıral M a n u e l devrinde İstanbul’da alarak zina irtikâp etmişti. Antakya patriki onun bu fahişe ile izdivacını takdis eden papası ve bütün şehri afarozladı ve burada çanların çalınmasını ve ibadetlerin ifa edilmesini yasak etti. Bu yüzden P r a y n s son derece hid­ detlendi ve Frankların bütün kiliselerini ve manastırlarını yağma etti. Bunun üzerine Kudüs partriği selâhiyetli adamlarla (Kont­ larla) birlikte gelerek P r a y n s 'ı teskin etti, onun gayr-i meşru karısı ile yaşamasına müsaade etti, o da kilise ve manastırlar­ dan aldığı herşeyi geri verdi. A ynı yıl içinde Musul emiri Z a n g i ' n m oğlu S e y f ü d -


ARAP HÜKÜMDARLARI

427

T â z i b. K e v k e v ü d d i n M e v d u d vefat etti. Kendisi muhteşem bir hayat sürmeği seven bir adamdı ve daima şarap içerdi. Devrinde Musullular parlak bir sulh devri yaşadılar din

ve son derece mes’ud oldular. Onun yerine kardeşi / z z ü dd i n M e s'u d Musul emirliğine geçti. Ona E b ü l-f e i h de­ nilirdi ve kendisi bütün idare işlerinde muntazam bir terbiye görmüştü. S e l a h e d d i n Şam’a gitti ve buradan Mısır’a ha­ reket ederek Kahire kalesinin inşasını tamamladı ve kardeşi Ş e m s ü d d e v l e İskenderiye’de vefat etti. Arapların

577 (M . 1181)

yılında

Nureddin

Zangi

oğlu M e l i k S a l i h İ s m a i l ölüm hastalığına tutuldu. Ölmek üzere olduğunu anlayınca Musul emiri ve amcazâdesi İ z z ü d d i n M e s ' u d ' u çağırdı ve Haleb’i S e l a h e d d i n ' e değil, fakat kendisine teslim etmek üzere sür’atle gelmesini istedi. O d af eşrafı topladı ve amcasının oğluna sadakat yemini aldıktan sonra vefat etti. Bir rivayete göre kölelerinden biri bir salkım üzüme zehir katarak kendisine verdi. Başkalarına göre emir belkemiği hastalığından öldü. Halepliler onun ölümü yüzünden büyük bir matem tuttular, çünkü bu emir ruhî ve fikri mezi­ yetleri bakımından mükemmel olduğu gibi, şeklen de son de­ rece güzel bir adamdı. Onun ölümü üzerine Halepliler arasında yani Halep şehri içinde yaşayan şehirliler ile Halep dışında yaşayan yürükler arasında ihtilâf çıktı. Yürükler Sincar emiri İ m a d ü d d i n Z a n g i ' y i çağırarak Haleb’i ona teslim etmek istediler. Fakat Halep şehri ahalisi bunlara haber göndererek

geri dönmedikleri takdirde i m a d ü d d i n i yakalayarak kendi­ sine zincir vuracaklarını bildirdiler. Onun gitmesi üzerine I z z ü d d i n M e s ' u d Haleb’e geldi ve kaleye girerek burasını aldı. İ z z ü d d in, M e l i k S a l i h ' in anasını zevce olarak aldı ve Musul’a gönderdi. Sonra eskiden N u r e d d i n ’e ve babası Z a n g i ' ye ait olan hâzineleri açtı, sonsuz servetlerle dolu olan bu hâzinelerde bulduklarını kâmilen Musul’a gönderdi. İ z z ü d d i n , Antakya hâkimi B o h a i m o n d P r a y n s ile iki sene müddetli sulh yaptı. Sonra küçük bir çocuk olan oğlu N u r e d d i n ’i Halep kalesinde bırakarak emir tayin etti. Sonra buradan ayrılarak

Karahisar

otlağında


428

ABU’L - F A R A C TARİHİ

karargâh kurdu ve Sincar emiri olan kardeşi İ m a d ü d d i n Z a n g i ’ye bir elçi gönderdi. Çünkü bu adam bütün hazine ile birlikte oğullarını ve hânedanını götürdü. Bu zat Circesium’a gelerek S e l a h e d d i n ’e iltica etmek ve böylece babasının saltanatına sahip olmak istedi. İ m a d ü d d i n kardeşinin elçi­ sine şu cevabı verdi: “Haleb’i yahut Musul’u, yahut bütün Bet Nahrin’i bana vermedikçe geri dönmiyeceğim,,. İ z z ü d d i n de yalnız Halep şehrini, oğlu kalede kalmak şartiyle, ona ver­ meğe razı oldu. İ m a d ü d d i n şu cevabı verdi : “Oğlunuz hesabına Halep’te emirlik etmeği kabul etmem,,. Buna mukabil İ z z ü d d i n “Bundan başka Arban, Makdal ile Habur’un bazı

yerlerini de veririm,, dedi. Bu münakaşanın cereyanı ve İ m a d ü d d i n tarafından vukubulan teklifin reddi sırasında eşraf şu fikri verdiler: “Ha­ leb’i de, kalesini de veriniz de kardeşinizle koruyamıyacağınız ve Selaheddin’e karşı muhafaza edemiyeceğiniz birşey üzerine kavga etmeyiniz. Zaten Haleb’i kaybetmek yüzünden kederle­ necek ne kaldı? Buradaki bütün serveti Musul’a götürmüş bu­ lunuyoruz,,. Bunun üzerine iki kardeş birbirlerine yemin ettiler ve İ m a d ü d d i n Haleb’i ve etrafını alarak Musul ile birlikte Sincar’ı İ z z ü d d i n e. bıraktı. Aynı yıl Franklar, büyük bir gemiyi, Araplarla aralarında sulh olması yüzünden Dimyat’a gönderdiler. Araplar hıyanet ettiler ve geminin içindeki 2500 Frank tacirini ve denizcisini esir ettiler ve musalâna devrinin son bulmuş olduğunu bahane olarak ileri sürdüler. Bunun üzerine Franklar Sazlar denizi üze­ rindeki A yala sahil şehrine gittiler, burada birçok gemiler yaptıktan sonra Bahr-i Ahmer’de seyahat ettiler. Bu, Frankların Bahr-i Ahmer’de yaptıkları ilk seyahatti, deniliyor. Franklar zengin mallarla dolu olan birçok Arap gemilerini zaptettiler ve İdab adını taşıyan şehrin birçok ahalisini öldürdüler. Fakat S e l a h e d d i n İskenderiye’den, develere yüklenecek yüklerle dolu gemiler gönderdi ve bunları Bahr-i Ahmer’e aktarttı. Bu yüzden Araplar Franklara yetiştiler ve iki taraftan da birçok kimseler maktûl düştüler. Yunanlıların 1494 (M. 1183) yılında kıral M a n u e l ' m İs­ tanbul’dan sürmüş olduğu Rum eşrafından A n d r o n i c u s , Genç


ARAP HÜKÜMDARLARI

429

A l e x ile anasını kandırarak İstanbul’a döndü ve kısa bir müd­

det için itaat gösterdi. Sonra genç kiralın anasını, ve damadı­ nı denize attı ve Genç A l e x ' ı gizlice öldürttü. Bundan başka eşrafın binden fazlasını öldürerek ateşte yaktı ve birçok kim­ selerin gözlerini oydu. Bu mülevves ihtiyar adam A l e x r’in genç karısını zevce olarak aldı ve Frankları İstanbul’dan sürüp attı. Bunlar, çıkıp giderlerken Yunan ülkelerinde bulunan 14.000 manastır ve köyü yaktılar. Sicilya kıralı geldi ve Yunanlıların şehirlerini yıktı ve ha­ rap etti. Arapların 578 (M. 1182) yılında S e l a h e d d i n , Mısır’dan çıkarak Şam’a geldi ve Haleb’e karşı hareket ederek muharebe açmak istedi. Yanındaki asılzâdelerden biri evvelâ Fırat’ı geç­ mesini, Bet Nahrin ve Asur şehirlerinin almasını, daha sonra Haleb’e karşı hareket ederse onu alabileceğini söyledi. S e l a ­ h e d d i n bu tavsiyeyi kabûl ederek Fırat’ı geçti, Edessa’ya geldi ve onu da, Harran’ı da zaptetti. Sonra Kaloncus’a gitti ve burasını da aldı. Sonra Arabal’a gitti ve buradaki muhafız­ lar anahtarları kendisine getirmediklerinden o da şehri aldı ve onunla birlikte Maksiıı’i de zaptetti. S e l a h e d d i n , Hâburalılara iyi muamele etti, sonra Nisibis’e gitti. Buradaki eşraf harbe hazırdılar, Fakat S e l a h e d d i n bu şehre karşı harp açmak niyetinde değildi, Onun için şehrin etrafında bir ordu yerleştirdi ve askerlere halkın şehre girip çıkmasını menetmele­ rini söyledi. Halk şiddetli sıkıntıya uğradıklarından şehri sür’atle teslim ettiler. S e l a h e d d i n Musul’a karşı da her taraftan asker sevk ederek şehri zaptetti. Bunun üzerine Musul emiri i z z ü d d i n halifeye müracaat ederek S e l a h e d d i n nezdinde şefaatte bu­ lunmasını rica etti, Halife de S e l a h e d d i n e bir elçi gönde­ rerek ricada bulundu. Bunun üzerine S e l a h e d d i n Musul halkının yaptığı masrafları altın vererek tazmin etmelerini yahut Haleb’i kendisine vermelerini istedi. Musul halkı “ Bizim altını­ mız yoktur. Haleb’e gelince onun başka bir emiri vardır ki İmadüddindir. Bize ait olmayan bir memleketi biz nasıl verebi­ liriz „ dediler. Selaheddin Musul’u ele geçiremiyeceğini anlıyarak burasım bıraktı ve Sincar’a giderek buraya karşı harp açtı ve


430

ABU’L -FARAC TARİHİ

K u t b ü d d i n M e v d u d 'n a oğlu Ş e r e f e d d i n’den burasını aldı. S e l a h e d d i n buradan tekrar Dâra’ya karşı hareket etti. Bu­ ranın emiri A r t u k oğlu Ş e m s ü d d i n B i h r a m ona hizmet etmek üzere hareket etti ve S e l a h e d d i n ' e karşı tevazu ve itaat gösterdi. S e l a h e d d i n ona ait şehri kendisine bırakarak H a r r a n ' a gitti ve ordusuna mensup her kişinin memleketine

gidip kendi evinde dinlenmesini temin etti. Çünkü mevsim kıştı ve Arapların oruç ve bayram günleri duhul etmek üzere idi. S e l a h e d d i n küçük bir muhafız kuvvetle Harran’da kalmıştı. Musul halkı S e l a h e d d i n 'in bahar mevsiminde Sincar’ı aldığı gibi Musul’u almasından endişe ettikleri için Halat emiri Ş a h a r m a n ’a haber göndererek kendisinden yardım istediler, Ş a h a r m a n ricayı memnuniyetle kabul ederek hemşerisinin oğlu Mardin emiri K u t b ü d d i n İ l g a z i b. A l p i b. Te mü r gönderdi. Bu zat Musul emiri İ z z ü d d i n ’in amcası idi. Bütün Mardin halkı ile Musul ahalisi ve Ş a h a r m a n ' ın tarafdarları Baraya’da toplandılar ve bunlara Halep’ten gelen 1700 yürük atlısı katıldı ve hepsi S e l a h e d d i n ile harbetmek üzere hazırlandılar. S e l a h e d d i n düşmanlarının birleşmiş ol­ duklarını haber alınca rahatsız oldu, korktu ve askerlerinin toplanması için haber gönderdi. Bunlar Hama, Emesa ve Bet Nahrin’den gelerek 8 gün içinde toplandılar. Kipa kalesi emiri K a r a A r s l a n ' m oğlu da onlarla beraberdi. Ş a h a r m a n , S e l a h e d d i n ' in askerlerini toplamakta gösterdiği çabukluğu ve askerlerinin kendisine karşı gösterdiği sadakati takdir ede­ rek Musul ve Mardin emirlerine “Mevsim kıştır ve harp için müsait değildir. Her birimiz kendi ülkesine ve baharın hululü üzerine tekrar toplanalım,, dedi. Bunun üzerine bu kuvvetler eridi, bu toplantı çözüldü ve S e l a h e d d i n halifeye haber göndererek Musul halkının yaptıklarını anlattı. Kendisinin on­ larla değil, onların kendisi ile kavga etmekte olduklarını bil­ dirdi ve halifeden Âmid’e karşı harp açmak için müsaade aldı. Arapların 579 (M. 1183) yılının ilk ayında, yani Yunan­ lıların 1494 (M. 1183) yılının mayıs ayında S e l a h e d d i n şiddetli bir muharebeden sonra A m id’i zaptetti. Bu sırada Amid’in emiri N i s a n R i ş a n a o ğ l u 1' idi. Bu emir şehri taş'ı

i

200 (Ö. R . ) .

r= N isan

o ğlu

Bahaeddin. Bk. İbn ül-Esir, c. 11, s.


ARAP

HÜKÜMDARLARI

431

muhasara edenlere karşı cesaretle harp etti, fakat şehir halkı ondan yüz çevirdiler, çünkü bir defa Sultan S e l a h e d d i n in adamlarından bir kısmı Am id’in iki suru arasına girmişler ve Amidliler bunların üzerine atılarak hepsini öldürmüşlerdi. Bunun üzerine Sultan S e l a h e d d i n emire şiddetli tehditler yazarak ağır andlar içmiş, bunları ok ucuna koyarak şehrin içine atmış ve şehri almadıkça dönmeyeceğini, şehri almak için kendisine yardım edilmezse bütün şehri tutuşturup yakacağını bildirmişti. Şehrin içindekiler bu yüzden korkmuşlar ve nâçar kalmışlardı. N i s a n o ğ l u bu vaziyet karşısında korktu, kendi hayatı ve ailesini.ı selâmeti ve malların emniyeti namına söz aldıktan sonra sultanın müsaadesi ile 3 gün içinde sarayının içinde ne varsa hepsini çıkardı ve böylece şehri teslim etti. N i s a n o ğ l u , 3 günlük mühlet içinde sarayındaki altın, gümüş, mücevher ve eşya namına ne varsa hepsini taşıttı. Denildiğine göre kendisi bu 3 gün içinde servetinin ançak onda birini taşıyabilmişti. Çünkü onun Amid içinde topladığı servet çok büyüktü. S e l a h e d d i n , Am id’i aldıktan sonra onu içindeki herşey ile beraber K a r a A r s l a n oğlu N u r e d d i n e verdi. Bunun üzerine bazı kimseler S e l a h e d d i n'e gelerek “Siz ona yalnız şehri va’d ettiniz. İçindeki her şeyi va’d etmediniz. Halbuki buradaki servet binlerce bin dinar değerinden fazla­ dır,, dediler. S a i d h a d d i n şu cevabı verdi: “Dostumuza boş bir şehir vermek bize yakışmaz,,. Denildiğine göre kulele­ rin birinde yüz bin mum ve kütüphânede bir milyon kırk bin cilt kitap bulunmuştu. S e l a h e d d i n , Amid’den yalınız bu ki­ tapları aldı ve bunları veziri olan Kadı E l - F â d t l ' a verdi. S e l a h e d d i n andlar içerek K a r a A r s l a n ’m emirliğini sağlamladı. S e l a h e d d i n Fırat’ı geçerek tekrar Ayıntab’a gitti ve buranın emiri olan K u m a r t e k i n oğlu N a s ı h ü d d i n şehri ona teslim etti. Daha sonra S e l a h e d d i n Haleb’e karşı hareket etti ve burasını muhasara etti. Buranın emiri İ ma d ü d d i n şehrin boş olduğunu ve askerlerinin ücret için ken­ disini tazyik ettiklerini görerek şehirde birşey bulunmaması ve muhasara dolayısiyle şehir dışından birşey gelmemesi dolayısiyle eşraftan birine “Size verecek birşeyim yok,, dedi ve


432

ABU’L - FARAC TARİHİ

şu cevabı aldı “Emirlik etmek istiyorsan karınızın altınlarını satın ve bunların bedelini harbeden adamlara verin,,. Fakat I m a d ü d d i riin vaziyeti günden güne fenalaştı ve şehir hal­

kının kendisine gönderdiği yemeğe muhtaç olarak ailesi ile birlikte bu sayede yaşayabildi. Bunun neticesi olarak onunla beraber olan eşraf ile askerler harbetmez oldular. Fakat şehir halkı büyük bir gayretle mücadele ediyordu. S e l a h e d d i n şehri harbederek almanın mümkün olmadığını görerek şehir içindeki eşraf ile gizli bir anlaşma yaptı ve bunları hediyeler ile kandırdı. Bunlar I m a d ü d d i n e şehrin teslimi ve onun yerine başka şehirler almayı tavsiye ettiler ve şayet şehri başkaları teslim edecek olursa kendisin bir dilenci gibi kala­ cağını söylediler. Bunlar bundan başka “Siz muharebe için avema güveniyor ve onların gönderdikleri lokmayı yiyorsunuz. Fakat onların da ambarları tükenmek üzeredir, Sizin de onlara verilecek birşeyiniz yoktur. Oııun için ne yapacaksanız şimdi­ den yapınız,, dediler. İ m a d ü d d i n bu tavsiyelere inanarak haber gönderdi ve kendisinden Halep mukabilinde Sincar, Nisibiş, Habur ve Kalonicus’u istedi. Selaheddin razı oldu ve kendi eli ile bir mektup yazarak ona gönderdi ve bütün bunları kendisine vereceğine S e l a h e d d i ne

dair ayrıca yemin etti. Şehir halkı i m a d ü d d i n in Haleb’i teslim etmek istediğini anlayınca son derece müteessir oldular ve kalenin önünde toplanarak en çirkin sözlerle hakaret ettiler. Bir çamaşır liğenini getirerek içine su koydular ve ona "Ey karılaşmış adam, sana hükümdarlık değil, belki çamaşırcılık yakışır,, diye bağırdılar. İ m a d ü d d i n bir binadan bunlara bakıyordu ve hakaretlerini işitiyordu. Bu yılın ikinci ayının 18 inci günü akşamında İ m a d ü d d i n , Halep kalesinden indi, kaleden çıkarak kendisi için kurulan bir çadırda oturdu. Böylece S e l a h e d d i n l e beraber olanlar kaleyi ve şehri aldı­ lar ve İ m a d ü d d i n evvelce anlattığımız şehirleri alarak Sincar’da yerleşti. S e l a h e d d i n , şimdiye kadar aldığı şehirlerden fazla Haleb’i almaktan son derece sevindi. Anlatıldığına göre kale kapısından içeri girerken Kur’anda yazılı olan ve Danyal Peygambere ait olan şu âyeti okudu: “Dünya saltanatına malik olan Allah onu dilediğine verir ve kullarının en mutevazıına


433

ARA P HÜKÜMDARLARI

nasip eder,,1 (Daniyal, IV. 32). Sonra yanındaki eşrafa dönerek şu sözleri söyledi: “Artık bir saltanat kurmuş olduğumu anlıyo­ rum. Ben Nureddin’in bahtiyarlığına haset etuedim, Fakat Ha­ leb’i işitiyordum ve ondan başka bir şey özlemiyordum,,, S e l a ­ h e d d i n Haleb’e hâkim oiduktan sonra birçok vergileri kaldırdı ve resimleri indirdi ve birçok atıyyeler verdi. Bunların değeri 850.000 dinar' dı. Haleb’e karşı harp sırasında Selâheddin’in küçük kardeşi T a c ü I m ü l û k B u r i ( T û r i ? ) 2 yaralandı, birkaç gün hasta yattı ve öldü. Denildiğine göre S e l a h e d d i n onu hastalığı esnasına ziyaret ederek şu sözleri söyledi: “Müjde olsun, çünkü Haleb’i aldık ve bundan böyle senin olacak,,. Genç adam şu cevabı verdi : “Hükümdarlık yaşayanlara aittir. Ben ise ölüler sırasındayım. Haleb’i ağır bir bedel mukabilinde almış bulunu­ yorsunuz. Çünkü onu almak mukabilinde beni kaydediyorsu­ nuz,,. T a c ü l m ü l û k harp meydanlarında son derece cesaretle dövüşen bir adamdı ve onun ölümü yüzünden S e l a h e d d i n de, kendisi ile beraber bulunanların hepsi de acı acı ağladılar. Bu sırada Hârim emiri kalesini Franklara satmak istedi ve kale muhafızları bunun farkına vardılar. Emir bir gün eğ­ lenmek için çıktığı zaman geri dönünce muhafızların kale kapı­ larını açmadıklarını ve kendisini dışarıda bıraktıklarını gördü. Muhafızlar S e l a h e d d i n'e haber göndererek kaleyi ona tes­ lime hazır olduklarını bildirdiler. Sultan da kardeşinin oğlu ile amcasının oğlunu kaleyi almak üzere gönderdi. Fakat muha­ fızlar sultanın bizzat gelip kaleyi teslim almasını istediler. Sul­ tan bu müslümanlara hediyeler vererek onları kaleden çıkardı ve kale emirine bir ceza vermedi. Çünkü buradaki eşraf ona yardım ettiler ve muhafızların ona dair yalan söylediklerini anlattılar. S e l a h e d d i n , oğlu M e l i k et-T â h i r i 3 Halep kalesine yerleştirdikten sonra Şam’a gitti. Burada bir bir ordu toplaya1 D a n y a l k ita b ın d a k i âye t «insan hüküm eti üzerinde m üteâlin hâkim id iğ ü ve anı istediğine verdiği . . .» ta rzın d a d ır. K u r’anın âyetleri ise

Isra suresinin so n la rın d a d ır

ve

«E y

m ü lk ün

sahibi olan

A lla h ım !

Sen

m ü lk ü dilediğine verirsin, belki d ile diğ in d en alırsın . D ile d iğ in i azab kıla r­ sın, d ile d iğ in i zelil edersin» m e alind ed ir ( ö . R .). 2 İbn ül-Esîre göre ıi j f , (B k. c. 11, s. 202). ?

=

M elik üz-Zahir. Bk. İbu ül-Esır,

e. 11, s. 204 ( Ö . R .).

Ebu’l - Farac Tarihi, F. 28


434

ABU’L - FARAC TARİHİ

rak Karak kalesine karşı hareket etti ve bu kaleye karşı şid­ detli bir harp açtı. Bunun üzerine franklar toplandılar ve bu» rasını zaptetmek istediler. S e l a h e d d i n bunun üzerine Karak kalesini bıraktı ve Ş a m 'a döndü. S e l a h e d d i n in kardeşi A d i l Mısır’dan gelerek kendisine birçok altın getirdi, o da onu Haleb emirliğine ve ona bağlı olan Raban ile Fırat kıyılarına ve Hama’ya kadar uzanan ülkelere emir tayin etti. M elik

 d i l Haleb kalesine gitti ve S e l a h e d d i n i n

oğlu T a h i r burada 6 ay kaldıktan sonra Halep’ten çıktı ve babasının ya­ nına gitti. Arapların 580 (M. 1184) yılında S e l a h e d d i n Karak’a karşı harp için hazırlandı ve N u r e d d i n i Kipa kalesinden,

kardeşi A d i Vi Halep kalesinden ve T a k i y y ü d d i n i Mısır’dan getirterek hepsini Karak kalesine karşı topladı. Franklar da top­ lanmış oldukları için Türkler korktular. S e l a h e d d i n , Ka­ rak kalesine karşı kurulan harp âletlerinin yakılmasını emret­ tikten sonra buradan ayrıldılar ve Şamrin (Samaria) ülkesine giderek burasını yağma ettiler. Bunun üzerine Karak emiri P r a y n s A r n a t ( Arnoldus, Renaud de Chatillon ) dağlara çekildi, sonra Karaka girerek onu onu son derece tahkim etti. Antakya emiri P r a y n s da 200 atlı ile Hârim’e gitti ve bu­ rasını tahrip ederek Demir köprü adını taşıyan yerde vazife gören Arap atlıların birçoklarını öldürdü. Franklar burasını zaptettiler. Bundan başka araplann dağ başında kurdukları pusuyu tahrip ederek 400 piyade ve 20 atlıyı kâmilen öldür­ düler. Ayni yıl içinde K u t b ü d d i n I l g a z i b. N e c m e d d i n A l p i b. T e m ü r t a ş b. I l g a z i b. A r t u k vefat etti ve onun yerine Mardin emirliğine küçük bir çocuk olan H ü s a m e d d i n Yavlak Arslan geçti. T a h i r ü d d i n Ş a h a r m a n bu

çocuğun dayısı olduğu için memleketinin idaresine babasının kölelerinden biri olan N e t a m e d d i n 'i1, tayin etti. Bu N e t am e d d i n çocuğun anası ile evlendi ve ülkeyi iyi idare etti. Daha sonra H ü s a m e d d i n adlı çocuk öldü. Kendisinden da­ ha küçük kardeşi olan ve babasının adı K u t b ü d d i n ismini taşıyan çoouk N e t a m e d d i n tarafından kardeşinin yerine 1 N izam eddin olacak. B k. İbn ül-Esîr, c. 11, s. 207 ( ö . R .).


A RA P HÜKÜMDARLARI

435

geçirildi. Bu çocuk yalnız sureta hükümdardı. Çünkü bütün hükümet N e t a m e d d i n i n ve onun kölesi L u l u ' nun elinde idi. Çocuk büyüyerek ancak suretâ hükümdar olduğunu ve hakikatte hükümdarlık etmediğini görünce birgün görünüşte ziyaret kastı ile hasta olan N e t a m e d d i n’in yanına gitti. Ziyareti müteakip L u l u onu izaz etmiş olmak için kendisini kapıya kadar uğurladı. İkisi dar bir geçide varınca K u t b u d d i n , L u l u y u bir hançerle vurdu ve öldürdü. Sonra hasta yatan N e t a m e d d i n ’e dönerek onu da öldürdü ve ikisinin kafalarını alarak kaleden eşrafın üzerine attı. Bunlar bu kafa­ ları görerek K u t b ü d d i n 1den korktular ve ona itaat ettiler. Bu katil hadisesi Arapların 601 senesinde (M. 1204) vuku buldu. N e t a m e d d i n 20 yıl hüküm sürdü. Arapların 581 (M. 1185) yılında S e l a h e d d i n Haleb’e gitti ve buradan Fırat’ı geçerek Edessa’yı, emiri olan Zeyn e d d i n oğlu M a t a f a r a d - d i n l den aldı. Sonra Ra’s Ayn’a ve buradan Dârâ’ya gitti. K a r a A r s l a n oğlu / m a d e d d i n burada hasta olan ve gelmeğe kudreti olmayan kardeşi N u r e d d i n yerine geldi. S e l a h e d d i n buradan Balad’a doğru gitti. Sonra Musul'a karşı hareket etti. Erbil emiri Z e y n ü d d i n b. A l i K u j & ile kardeşi Harran emiri M u z a f ­ f e r ü d d i n , S e l a h e d d i n ile beraberdiler. S e l a h e d d i n Musul’u tazyik etti ve şiddetli bir muhasaraya tabi tuttu. Mu­ sul emiri i z z ü d d i n anası olan Artuk oğullarına mensup kadın Z a n g i oğlu N u r e d d i n’in kızı ile birlikte Musul’dan çıkarak burasım İ z z ü d d i n'e bırakması, eski günleri hatırla­ ması ve Z a n g i hanedanın gördüğü iyilikleri unutmaması için S e l a h e d d i n'e yalvardılar, karşısında ağladılar ve eteklerine sarıldılar. Fakat S e l a h e d d i n ricalarını kabul etmedi ve ümit­ lerini kırdı. Bunlar ye’s içinde geri dönünce büyük küçük bütün Musul halkı hiddet ettiler ve atabeğ Z a n g i hanedanına karşı muhabbetlerini gösterdiler. Sonra şehirin bütün surlarını bütün kuvvetleri ile sağlamlayarak candan harbe giriştiler ve S e l a h e d d i n in efendilerinden gördüğü iyiliklere nankörlükle karşılayan bir adam olduğunu söyleyerek ona hakaret ettiler. 1

=

M u zafferü dd in Bk. İbnül-Esîr, c. 11, s. 208

( Ö . R .).


ABU'L -FARAC TARİHİ

436

Bunun üzerin t S e l a h e d d i n Musul’u zaptetmek üzere bir ordu bırakarak kendisi Halat’a gitti. Çünkü buranın emiri olan Ş a h a r m a n ’m öldüğünü ve kölesi B u h t a m a r ' m 1 yerine geçmiş olduğunu, bu adamın Halatlılar tarafından çok sevil­ diğini öğrenmişti. B u h t a m a r , İran hâkimi İ l d a g u z ( 11 d a g u r ?) oğlu P e h l i v a n ın 2 kendisine karşı hareket ettiğini öğrenerek S e l a ­ h e d d i n’den yardım istedi ve Halat’ı kendisine teslim edeceğini bildirdi. S e l a h e d d i n Halat’a vardığı zaman Buhtamar’m şehiri çok iyi tahkim etmiş olduğunu ve kendisini karşılamağa çıkmadığını gördü. Şemseddin Pehlivan da İran’dan gelerek Halat’m diğer cephesinde karargâhını kurmuştu. O da Halat’a karşı harp açmak üzere idi. Fakat kendisine şu sözler söylendi : “ Şayet siz B u h t a m a r ' ı tazyik edecek olursanız Halat’ı S e l a h e d d i n ' e teslim eder ve siz onun civarında hu­ zur yüzü görmezsiniz „ . Bu yüzden P e h l i v a n , B u h t a m a r ile muhabere etti, ona çok iyi sözler söyledi, akrabalarından bir kızı ona zevce olarak verdi ve burasını bırakıp gitti Selaheddin,

Halatlıların

ve Iranlılarm anlaştıklarını

görerek M aiperkat' a (c^jkL.) döndü. Çünkü buranın emiri olan Mardin emiri K u t b u d d i n ölmüş ve evvelce anlattığımız gibi küçükoğlu onun yerine geçmişti. S e l a h e d d i n buraya karşı harp açtıx. Şehrin içinde ordu kumandanı olan E s e d ü d ­ d i n B r i k a s3 ile K u t b ü d d i n i n karısı olan Hatun ve kızları askerlerini harp için teşvik ediyorlardı. Harp uzadığı için 5 el a h e d d i n kadını vaatlerle kandırarak H atka 1 kalesinin kendi­ ne bırakılmasını rica etti ve Maiperkat’ı S e l a h e d d i n ' e vere­ rek Hatka’ya gitti. Amid emiri K u t b ü d d i n S ö k m e n b. K a r a A r s l a n Selaheddin’e geldi ve ikram ile karşılanarak şehrine döndü. S e l a h e d d i n Maiperkat’tan hareket ederek Karaman nehri üzerinde karargâhını kurduktan sonra buradan Dicle nehri üzerindeki Kafi Zammar’a gitti. Şehirlerinin muhasarasından 1

=

Beytem ür S eyfüd d in . Bk. İbn ül-Esîr c. 11 a, 209

( Ö . R .).

2 A zerbeycan ve H em edan hü k ü m d a rı Ş em süddin P ehlivan b. ild e n iz (îb n ül-Esîr, c. 11, s. 209). 3 4

(İbn ül-Esîr c. 11 s. 110). Bk. İbn ül- E sîr, c. 11, s. 210).


ARAP HÜKÜMDARLARI

437

muztarip olan Musul halkı aynı kadınları tekrar S e l a h e d d i n ' e göndererek sulh için yalvardılar. Bunlarla beraber olan Sincar emiri İ m a d ü d d i n ve Musul emiri i z z ü d d i n bütün Şahrazur ülkesi ile Zab ve Bet Vazık nehirleri arasındaki şark ülkelerini ve daha başka yerleri S e l a h e d d i n' e verdiler. Musul’da S e l a h e d d i n adına hutbeler okumağı, zuza ve dinar lar üzerinde ismini basmağı taahhüd ettiler ve böylece sulh oldu. S e l a h e d d i n Harran’a gitti ve burada çok ağır bir has­ talığa tutuldu ise de şifa buldu. S e l a h e d d i n Harran’da hasta yattığı sırada amcasının oğlu N u r e d d i n b. E s e d ü d d i n Ş i r k û h yanında bulunuyordu. Bu adam S e l a h e d d i n’in yaşamıyacağını sanarak onu bırakıp kendi şehri olan Emesa’ya gitti. Buradaki gençleri toplayarak S e l a h e d d i n ’in ölümü üzerine saltanatın kendisine geçmesi için bunlara andlar içirdi. Fakat S e l a h e d d i n iyileştiği halde N a s ı r ü d d i n öldü ve S e l a h e d d i n Emesa’ya giderek ona ait herşeyi aldı, küçük bir çocuk olan oğluna M e l i k M ü c a h i t ismini verdi ve onu babasının yerine geçirdi. Denildiğine göre bu çocuk bir yıl sonra S e l a h e d d i n ile karşılaştı, o da ona şu suali sordu : “Kur’andan hangi sureye kadar ezberledin?,, Çocuk da şu cevabı verdi: “Şu âyete kadar ezberledim : O nlar k i ök­ süzlerin m allarını nahak yere yerler, ateş yemiş olurlar „ . S el e h a d d i n çocuğun zekâsına hayran olarak “Bu çocuk bu sözleri bile bile söylediğine göre ondan korkmak gerektir,, dedi. Yunanlıların 1496 (M. 1185) yılında İstanbul’da tiranlık eden A n d r o n i c u s , I s i k y o s ( Melek İshak ? ) nâmındaki asilzâdeyi öldürmek istedi. Bu adam Kıral M a n u e l hânedanından hayatta kalan biricik kimse idi. İ s i k y o s evini tah­ kim etti ve A n d r o n i c u s ’un yanına girmek üzere ordu kumandanını göndermesi üzerine kılıcını çekerek ordu kuman­ danını öldürdü. Sonra onun atına bindi ve kan damlayan kılıcı elinde olduğu halde büyük kiliseye gitti, bağırdı. Burada bulunan ve A n d r o n i c u s ’tan eza gören eşraf ile halk onun etrafına toplandılar, kiliseye girdiler ve patriği zorlayarak İ s i k y o s ' u kıral ilân ettiler. A n d r o n i c u s

hâdiseyi ha­


438

ABU’L - F A R A C TARİHİ

ber alarak sarayından çıktı ve deniz yolu ile kaçmak istedi. Fakat ona yetiştiler ve onu İstanbul’a çevirdiler ve diri oldu­ ğu halde etlerini bıçaklarla keserek ölünceye kadar bu şekilde hareket ettiler. A n d r o n i c u s büyük işkenceler çektikten sonra büyük bir kalabalığın ortasında ateşe atılarak yakıldı. Aynı yıl Kudüs kıralı B o d w i n' in uğradığı elefaniiahastalığı ağırlaştı, o da saltanatı hemşiresinin küçük oğluna devretti ve bu çocuğa Bodvvin (V.) adı verildi ve kıral aynı yıl vefat etti. sis

Arapların 582 (M. 1186) yılında S e l a h e d d i n şifa buldu ve Harran’dan Haleb’e ve buradan Emesa’ya gitti. Buraya vardığı zaman kardeşi Ş e m s ü â d i n i n oğlu N a s ı r ü d d i n ’in ölmekte olduğunu görerek onun oğlundan Emesa kalesini aldı ve burada birçok ganimetler buldu. S e l a h e d d i n buradan Şam’a gitti, sonra geri dönerek Halep’i kardeşi A d i /’den aldı ve kendi oğlu M e l i k T a h i r e verdi. S e l a h e d d i n Şam’ı da diğer bir oğlu olan M e l i k A f d a l ’e, Mısır’ı da yine kendi oğlu olan M e l i k A z i z e verdi ve onu Mısır’a kardeşi A d i l ile birlikte gönderdi. Kardeşinin oğlu T a k ı y y ü d d i n Mısır’ın elinden gittiğini haber alınca müteessir oldu ve Afrika’ya gitmek üzere hazırlandı. Fakat S e l a h e d d i n ona haber gön­ dererek yola çıkmaktan menetti ve onu huzuruna getirtti. Ona teselli vermek için kendisini cesareti dolayısiyle yanına aldı­ ğını söyledi ve ona Hama, Maarra, Selemye, Mabuğ ve Necm kalelerini verdi, üstelik Maiperkat’ı da ona devretti. Sonra oğlu M e l i k M a n s u r u Mısır’daki askerleri ile birlikte getirtti. Onun kölesi olan B u z a b a h gelmek istemiyordu, onun için garba gitti ve Afrika’da hüküm sürdü. Yunanlıların 1497 ( M. 1186) yılında Seyyarelerin altısı Mizan burcunda birleştiler. Yalnız Merih hariçte kalıyordu. Hadise eylülün 14 üncü günü ve Arapların 6 mcı ayının 29 uncu günü vuku buldu. Bütün hey’etçiler umumî bir tufan olacağını ve dünyanın müthiş bir kasırgaya uğrayacağını, bütün insanlık âleminin Nuh zamanında olduğu gibi helâk olacağını söylediler ve suların bütün dünyayı kaplayacağını bildirdiler. Herkesten fazla Konya sultanı K ı l ı ç A r s l a n bu budalaca lâflara inandı ve yığın yığın paraları boş yere


ARAP H ÜKÜMDARLARI

439

israf ederek yeraltını kazdırdı ve yerin diplerinde muhkem evler yaptırdı. Fakat şanı yüce olan Allah bütün bu kehanetlerin boş ve asılsız olduğunu gösterdi. Müneccimlerin tayin ettikleri gün hulûl edince birçok kimseler kazdıkları yerlere ve mağaralara iltica ettilerse de o gün hava her zamankinden daha sakin geçti ve yalnız her zaman olduğu gibi bir aralık güneş tutuldu. Hükümdarlar da, avam da yalanlan yüzünden müneccimlere hakaret ettiler. Meşhur hey’etçilerden biri olup ayaı kehanetleri ileri süren biri “Bunlar hesaplarında yanıldılar,, dedi. Sultan kendisini çağırarak buna dair sual sorunca aynı cevabı verdi ve kehanetlerinden birinin de vukubulmayacağını ve insan oğullarının bir felâkete uğramayacağını bildiren bir beyan­ name yazdı. Sultan bunun böyle olacağını nereden bildiğini sorunca, o da şu cevabı verdi : “Yer yüzünü tufan kaplaya­ cak olursa beni muahaze edecek bir kimse hayatta kalmaz. Olmazsa ben doğruyu söylemiş olduğum için ayrıca mükâfat görürüm,,. Sultan da güldü ve ona bir atıyye verdi. Bu sırada Antakya emiri P r a y n s , S e l a h e d d i n l e sulh yaptı ve Kilikya hakimi R u p i n’i hainâne bir surette yaka­ layarak ona zincirler vurdu ve bir mahpese kapattı. Sonra bir ordu toplayarak Kilikya’yı istilâ etti. L e o n şiddetle mukavemet etti ve P r a y n s zillet içinde geri döndü. Daha sonra Ermeniler ona 30.000 dinar ile Mopsoestia’yı ve Adana’yı verdiler, o da R u p i n’i serbest bıraktı. R u p i n kurtuluş akçesi verilerek serbest kaldıktan sonra bütün bu yerleri geri aldı. P r a y n s da yağmacı akınları ile bütün Kilikya’yı tahribe koyuldu. Bu sırada, İran hakimi P e h l i v a n öldürüldü ve arada birçok katiller oldu. Bundan başka Kürtler ve Türkmenler Nisibis civarında birbirleri ile dövüştüler. Sebebi, bir Tüıkmenin diğer Türkmenlere mensup bir kadını alıp götürmesi idi. Y apı­ lan düğünde, misafirler Zavzan’daki bir Kürt kalesinden geçer­ lerken Kürtler yolu keserek verilen ziyafete iştirak etmek iste­ diler. Türkmenler karşı geldiler, fakat Kürtler sayıca üstün oldukları için bunları yendiler ve gelini alıp kalelerine götür­ düler. Bu yüzden büyük bir muharebe koytu, yollar kesildi. Tacirlerin kervanları yağma edildi ve iki taraftan 10.000 kadar kimsenin kam döküldü. 30.000 kadar Kürt toplanarak Habura


440

ABU’L- FARAC TARİHİ

civarında Türkmenlerle harp ettiler, mağlûp oldular. Maktûl düşenler Habura nehrinin kıyılarından Nisib’e kadar sürük­ lenmişlerdi. İki defa bunlar Musul civarında karşılaştılar ve Kürtler hezimete uğradılar. Türkmenler Kürtleri müteaddit de­ falar Suriye’de mağlûp ettikten sonra bunları Kilikya’ya kadar takip ettiler, erkeklen ve kadınları, hattâ çocukları öldürdüler. Türkmenler bütün Suriye ve Bet Nahrin’deki bütün Kürt­ leri kırdıktan sonra Ermenistan’ı istilâ ettiler ve 36.000 Ermeniyi köle olarak aldılar ve bunları sattılar. Bunlar Garbia (Cirbid)’daki büyük manastırı da yaktılar ve rahipleri öldürdü­ ler. Süryanîlerden de 170 kişi Mardin’deki Tel Besmi’de öldü­ rülmüşlerdi. Zırh taşıyan ve Malatya sultanlığı dahilindeki Klavdia ülkesindeki Ambron köyünden olan 200 gençimiz de katledilmişlerdi. Bütün Kapadokya’da ve Malatya’da şiddetli muharebeler oldu ve birçok kanlar döküldü. Araplarla İsmailîler muharebe meydanlarında karşılaştılar ve birçok kişiler maktûl düştüler. Aynı yıl Franklar arasında ayrılıklar oldu. Çünkü Taberiye hâkimi, ölümü sırasında küçük oğlunu Trablus kontuna yetiştirilmek üzere vermişti. Bir müddet sonra bu çocuk öldü ve idare anasına kaldı. Bu kadın, ismi K a i (Gui Eusignan) namında olup hükümdarlar hânedanında mensup olmayan bir adama göz dikmiş, onun karısı olmuş ve tacı onun başına geçirmişti1. Trablus kontu bu yüzden müteessir oldu ve S e l a ­ h e d d i n tarafına katılarak kıraliçe ile kendi dindaşları aley­ hine çukurlar kazmağa başladı. Arapların 583 (M. 1187) yılında Selaheddin, P r a y n s A rn a ^’ın verdiği andları bozduğunu, Arap tacirlerinin kervanlarını soyduğunu ve bir ordu topladığını görerek h ,rp için hazır­ landı. S e l a h e d d i n büyük bir ordu ile Karak kalesine hücum etti ve etraftaki ağaçları kesti ve köyleri tahrip etti. Sonra burasını bırakarak Şavbak 'a hücum etti, orada da aynı şeyleri yaptı. Oğlu M e lik A f d a l de Taberiye’ye gitti ve etrafı 1 B e d j a r i m notu: «S ebella, yahut İzba ila , K u d ü s ’ün dördüncü k ıra lı olan

B odw in’in

kız

kardeşi

ve

V.

Bodw ın’in

anası

id i.

Bu

k a d ın ,

d u l kalınca kardeşinin isteğiyle E ju y ’un karısı o ldu. İki Bodvvin’in ölüm ü üzerine b ü tü n m em leket ona k a ld ı ve kocası yaln ız Taberiye’nin d e ğil K u ­ d ü s ’ün de k ır a lı oldu ».


ARAP HÜKÜMDARLARI

441

yağma etti. Franklar buna karşı Araplarla harbettiler ve Araplar az kaldı büsbütün kırılarak vahim bir hezimete uğrayacak ve kaçacaklardı. Haleplilerin metaneti onları bu âkibetten korudu, Franklar de şehirlerine döndüler ve Melik Efdal ile yanında bulunanlar S e l a h e d d i n ' e gittiler. Bunun üzerine Frank kıralları ve asilzâdeleri toplanarak araplarla harp meselesini konuştular. Trablus kontu şu fikirde idi: “Bilirsiniz ki kardeşlerim, S e l a h e d d i n ile harbermekte küçük bir tehlike ile karşılaşmayacağız. Çünkü kendisi önce avamdandı, şimdi ise bütün Mısır’a, Filistin’e ve şarka kadar heryere hâkimdir. Bana kalırsa yapılacak iş onunla sulh üzerine yaşamak ve yerli yerinde kalmaktır. „ Daha sonra yeni kıral olup Taberiye kıraliçesi ile evlenen G u y mağrur bir tavırla şu sözleri söyledi: “Benim düşünceme göre harbetmekten başka çare yoktur,,. Bunun üzerine kont şu sözleri söyledi: “O halde bu arzunuzun âkibetini göreceksiniz,,. S e l a h e d d i n de asilzâdelerini topladı ve onlardan fikir sordu. Onlar da şu fikiri ileri sürdüler: “Bu sırada Franklarla dövüşmek doğru değildir. Çünkü bütün kuvvetlerini toplamış bulunuyorlar. Evvelâ Frankların ellerindeki memleketlerin kuv­ vetini bir dereceye kadar yıpratalım, onları dağınık ve peri­ şan bir hale getirdikten sonra hepsini birden imhaya imkân hasıl olur,,. Fakat S e l a h e d d i n bunların bu tavsiyesini kabul etmeyerek şu cevabı verdi: “Ben bir daha ne zaman bu kadar cemaati bir araya toplayabilirim ? Onun için kendinizi kuvvet­ lendiriniz ve dövüşünüz. Sonra Allah ne dilerse o olur,,. S e l a h e d d i n daha sonra atma bindi, askerlerini yola çıkardı ve Taberiye gölü etrafında Erdün nehrinin üzerinde karargâhını kurdu. Franklar da Sıfurya adlı bir yerde toplan­ dılar. İki ordu harbe başlamadan günlerce karşı karşıya bek­ ledi. Daha sonra S e l a h e d d i n askerlerinden bir kısmını geceleyin gizli bir yoldan Taberiye şehrine karşı gönderdi. Bunlar gün doğunca harekete geçtiler, şehrin içine girdiler ve şehri kılıç ve ates içinde bıraktılar. Kıraliçe, çok sağlam olan kalesinde bulunuyordu *. Kocası G u y hâdiseden haber alarak 1 B e d j a n ın n o tu :

«Bu kraliçe K u düs

T aberiye kontu R a y m o n d ’un karısı idi».

kıraliçesi

İsabella

d e ğildi.


442

ABU’L - F A R A C

TARİHÎ

elbisesini çıkardı ve Frankları Araplarla dövüşmeğe teşvik etti. Hepsi de bütün şiddetleri ile Araplara yüklendiler. Akşamleyin iki taraf birbirine çok yakın bir yerde bulu­ nuyorlardı ve o gece iki taraftan bir kimse de uyku uyumadı. Araplar, Erdün kalesine hâkim oldukları için Franklar bütün geceyi susuz geçirdiler, çünkü su tedarik edebilecek bir yer yoktu. Bu da onları dövüşmeğe teşvik etti. Gün doğar doğ­ maz Araplar Erankların arı gibi harbe atıldıklarını ve yüzlerini çevirmediklerini görerek son derece korktular ve korkudan bacakları titredi. S e l a h e d d i n Arapların gevşekliğini seze­ rek derhal ortalarına koştu, yüksek bir sesle bağırdı ve bal gibi tatlı olduğu kadar, zehir gibi acı sesini hepsine işittirdi ve böylece araplar onun teşviklerini ve tehditlerini anladılar. Daha sonra S e l a h e d d i n 'in kuvvetli bir genç olan M a n g u r a s adlı bir kölesi Arapların safından çıkarak Frank­ ların üzerine atıldı, onun iki ordu arasına varması üzerine Franklardan bir kuvvetli muharip onu karşılamak üzere ilerle­ di ve mızrağının bir darbesi ile onu atından yuvarlayarak elbiselerinden yakaladı ve Frankların tarafına götürdü. Frank­ lar da onun başını kestiler. Bu hâdise Frankların şevkini art­ tırdı. Çünkü öldürülen genci S e l a h e d d i n 'in oğullarından biri sanmışlardı. Bunun üzerine içi fesat dolu olan Frankların zaferi kazanmalarından endişeye düşen ve evvelce harbedilmemesin tavsiye ettiği için müşkül bir vaziyete düşen kont, Frank­ ları alıp Araplara meydan okumak istediğini söyledi ve atına binerek Arapların tarafına gidince Araplar onun geçmesi için saflarını açtılar. Çünkü aralarında bu şekilde hareket için bir anlaşma vardı ve araplar kontun kendi dindaşları ile barışık olmadığını biliyorlardı. Arap safları arasından geçen kont, kendi şehri olan Trablus’a gitti. Bunun gitmesi üzerine Franklar hezimete uğradılar. Çünkü içlerinden bir kimse diğerine güven­ miyordu. Fakat buna rağmen dövüşmekten başka çare bulun­ madığı için Franklar kılıçlarını çekerek Araplara karıştılar, fakat birşey kazanamadılar. Çünkü kontun gitmesinden sonra Frank­ lar her ümidi kaybetmiş adamlar gibi idiler. Araplar Franklara galip geldiler ve Taberiye hakimi (Kudüs?) G u y u ve Karak emiri P r a y n s A r n a t ' ı , zavallı Frerlerden ve Hospitallerden


ARAP HÜKÜMDARLARI

443

vs. den birçoklarını esir aldılar. Bunların pek azı, kaçmağa imkân bulmuşlardı. Harbin bitmesi üzerine S e l a h e d d i n çadırında otur­ du ve asilzadeler etrafında toplandılar. S e l a h e d d i n ' in emri ile kıraliçenin kocası, G u y ve P r a y n s A r n a i hu­ zuruna getirildiler. S e l a h e d d i n , G u y 'a hürmet göster­ di, onu yanıbaşında oturttu ve A r n a t ' ı da oturttu. G u y , susuzluktan yandığı için oturur oturmaz su istedi. S e l a h e d ­ d i n de emretti ve ona karla soğutulmuş su getirildi. G u y su­ yun yarısını içtikten sonra yarısını A r n a t ' a uzattı o da içti. S e l a h e d d i n “Ben emretmeden sizin ona su vermeniz doğru değildir,, dedi. G u y da şu cevabı verdi: “Susuzluk bir ölümdür ve sizin on iki kerre öldürmeniz gerekmez. Mağlûbiyet, maktûl düşmek demektir. Size de iki kere katletmek yakışmaz,,. Bu sözler sultanı memnun etti ve asilzâdeler İsrar etmemiş olsa­ lardı sultan A r n a / ' ı n hayatını bağışlamağa hazırdı. Asilzâdeler “Bu adam yaşamağa lâyık değil. Çünkü nice defalar sadakat andını içtiği halde yalan söyledi,, dediler Bunun üzerine S e ­ laheddin bunların ikisini kendilerine hazırlanan çadıra gönderdikten bir saat sonra A r n a t ' ı huzuruna getirtti ve kılıcını çekerek onu kendi eli ile öldürdü. A m a t harp işle­ rinde tecrübeli ibir ihtiyardı. Kuvvet ve cesareti hudutsuzdu ve Araplar ondan çok korkuyorlardı*. S e l a h e d d i n daha sonra Taberiye kalesine gitti, kıraliçeyi and içmek sureti ile iğfal ederek kaleden çıkardı, onu bütün maiyyeti ile ve mallan ile birlikte Tırabulus'a gön­ derdi ve ona hediyeler de verdi. Esir edilen ve sayıları 80 e varan Frerler ve Hospitaller kâmilen katlolunmuşlardı. Kendisi bunların çoğunu 500 er dinar mukabilinde kendi atlılarından satın almıştı ve bunların diğer Frankların hepsinden daha çok fazla Arap dinini tahrip ettiklerini ve kendi dinlerinin zaferi için kan dökmeği hoş gördüklerini ve bunun için hepsini öl­ dürdüğünü söyledi. Selaheddin buradan A k k a ya geldi ve bütün eşraf deniz yolu ile Sur’a kaçtılar. Zavallı halk ise canlarına doku­ nulmayacağına dair söz almışlardı. S e l a h e d d i n , A kkâ’dan 1 ö e d j a n ’ıın n o t u : «A rn a t m üslüm an olm ak istem ediği için heddin ta ra fın d a n ö ldürülm üştü».

Selâ-


444

ABU’L - F A R A C TARİHİ

sonra Hayfa, Nabius ( k i Şamrin’dir ) Tabnin, Sayda, Kayseri, Yafa, Beyrut ve Nasıra’yı zaptetti. Arap ülkelerinde yaşayan hıristiyanların bu sırada uğradıkları istihza ve hakaretie dere­ cesini kelimelerle tasvire imkân yoktur. Jubeyl emiri de esir düşmüş olduğu için şehrini teslim ederek kendini kurtardı. S e l a h e d d i n , Askalan’a hücum etti ve burasının muha­ riplerle dolu olduğunu görerek şiddetli bir muharebe açtı ise de burasını almağa muvaffak olamadı. Sonra kendi nezdinde esir olan Taberiye hâkimi ( Kudüs kıralı )’ne Askalan’ı teslim ettiği takdirde onu serbest bırakacağını söyledi. Kıral, Aska­ lan hâkimini nezdine çağırdı ve şehri teslim etmesini emretti. Askalan hâkimi itiraz edince kıral kendisini muhafaza eden Araplara hâkime ve onunla beraber bulunanlara zincir vurma­ larını söyledi. Bunlara zincir vurduktan sonra kıral şehirde bulunanlara haber verdi ve şehri teslim edip canlarını kurtar­ malarını söyledi. Bunlar da itaat ettiler ve şehri Araplara tes­ lim ettiler. Sur ahalisi de şehirlerini teslim etmek üzere iken M a r k i s namındaki bir kont (İtalya’daki Monferat markizi Conrad) geldi ve burasını ehemmiyetle müdafaa etti. S e l a h e d d i n buradan Kudüs’e giderek karargâhını ona karşı kurdu ve şehrin kuzey tarafındaki kapısına karşı kuvvetli harp âlâtı yerleştirdi. Şehrin bu tarafı genişti ve muhariplerin hareketlerine muvafıktı. Muharebe 3 gün şiddetle devam etti. Franklar galiptiler. Çünkü şehrin içinde piyade ve atlı 60.000 muharip bulunuyordu. Bunlar Araplara karşı hare­ ket ettiler ve birçoklarını öldürdüler. Aynı yıl Câber kalesi emiri 1 z z ü d d i n î s a ile diğer meşhur adamlar maktûl düştüler. Bunun üzerine Araplar ok kullandılar ve hücumlarını kısa bir zaman için surların üzerine teksif ettiler. Böylece Halepliler sura yaklaştılar ve surun taşlarını büyük bir hü­ nerle sökmeğe başladılar. Bunlar surun üzerinden gedikler açmışlar ve bu gedikleri tahtalarla doldurmuşlar, böylece yan­ gın çıkararak suru yıkmağa imkân vermişlerdi. Franklar yardımdan ümidi kesince içlerinde bilgi sahibi olanlardan iki kişiyi S e l a h e d d i n’e gönderdiler ve can­ larını koruması için söz istediler. S e l a h e d d i n özür dileyerek “Bu şehri ancak kdıçla fethedeceğim ve siz bu şehri aldığınız zaman ne yaptı iseniz aynını size yapacağım,, dedi.


ARA P H ÜKÜMDARLARI

445

Bunun üzerine iki Franktan biri S e l a h e d d i n ’e şu sözleri söyledi: “Bana darılmayacağınızı va’d ederseniz size bir söz daha söylemek isterim,,. Sultan “Ne isterseniz söyleyiniz, darılmtyacağım,, dedi. Frank da şu sözleri söyledi: “Biz sizin basiret sahibi olduğunuza ve hükümdarlar arasında eskiden beri sayği gören kanunlara karşı gelmiyeceğinize emin oldu­ ğumuz için size müracaat ettik. Eskiden beri saygı gören kanuna göre mağlûp olan bir düşman silâhını bırakırsa ve sulh isterse artık onunla harbedilmez. Sizin buna karşı gelece­ ğinizi bilseydik müracaat etmezdik. Fakat geldik ve sizden iyilik görmekten ümidi kestik. Onun için geri döneceğiz ve vaziyeti bizimle beraber olan muhariplere bildireceğiz. Evvelâ elimizdeki Arap esirlerini öldüreceğiz sonra büyük camii yakacağız, sonra kiliseleri ve sair binaları yıkacağız, sonra mal mülk namına ne varsa hepsini tahrip ederek kanla­ rımızı, oğullarımızı ve kızlarımızı kendi ellerimizle öldüreceğiz ve sizin bunları ihtiraslarınızı tatmin için kullanmanıza mani olacağız. Daha sonra herbirimiz, bir veya iki Arabi öldürdük­ ten sonra öldürülecektir.,, S e l a h e d d i n Frankın söylediği bu sözleri hayretle kar­ şıladı, ona çadırların birinde oturup beklemeği söyleyerek asil­ zadelerini topladı ve onlarla görüştü. Bunların hepsi de tek adammış gibi şu cevabı verdiler: “Franklar bu adamın dedik­ lerini yapabilirler, hattâ daha fazlası da ellerinden gelir. Bun­ ların sulh içinde çıkıp gitmelerini temin etmek daha doğru olur. Bunun üzerine sultan iki Frankı çağırdı ve onlara şu söz­ leri söyledi : “Müracaatınızı kabul ediyorum. Fakat şehirde bu­ lunanların mukabilsiz çıkıp gitmelerine müsaaede edemeyiz. Yanımdaki emirler büyük gayret sarfettikleri ve harp masrafı olarak mallarını harcettikleri için altın istiyorlar,,. Mesele şu şekilde hallolundu: Şehirden çıkacak her erkek 10 dinar, her kadın 5 dinar, her erkek veya kız çocuk 2 dinar verecek ve bunlar taşıyabildikleri herşeyi alıp gideceklerdi. Franklar da bu şartlan kabul ettiler, verecek birşeyleri olmayan fakirler namı­ na 30.000 dinar verdiler. Zenginler kendi namlarına ve fakirler namına dinarlar vererek sulh içinde çıkıp gittiler. Yalnız sayı­ ları 5.000 tutan verilecek birşeyleri bulunmayan gençler esir kaldılar. Arap muhafızlarından herbirine birer dinar verildi ve


446

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

bunlar da şehirden çıkarıldılar. Z e y n e d d i n oğlu M u z a f f e r ü d d i n , Süryanîlerden ve Ermenilerden 1000 kişi satın al­ dı ve “Bunlar Edessa’lıdırlar ve bana tabidirler,, dedi. Bir’a emiri Ş i h a b e d d i n o ğ l u da birçoklarını satın aldı ve bunla­ rın da kendi memleketine mensup olduklarını söyledi. Kudüs’te rahibe elbiseleri giyen ve bir manastırda yaşa­ yan bir Yunan kıraliçesi bulunuyordu. Bu kadın, S e l a h e d d i n e müracaat ederek kendisine lütuf göstermesini ve bir kimsenin kendisine dokunmamasını rica etti. S e l a h e d d i n emretti ve bu kadın erkek, kadın hizmetçileri ile, haremağaları ile ve bü­ tün malları ile birlikte hareket etti ve S e l a h e d d i n onu Frankların hudununa kadar götüren atlılar gönderdi. S e ­ l a h e d d i n Kudüs’te yaşayan ve Frank olan diğer kıraliçelere de gayet iyi muamele etti ve onları bütün malları ile beraber gönderdi. Patrik, büyük kilisenin vesair kiliselerin eşyasını, altın ve gümüş kandilleri vs. alıp götürdü. Diğer şe­ hir halkı da taşıyamadıkları eşyayı sattılar. Hulâsa Franklar Kudüs’ü gıda maddelerinden vs. levazımdan tamamiyle boşal­ tılmış bir halde Araplara teslim ettiler. İsmi İ m a d olan bir yazıcı bu münasebetle S e l a h e d d i n ' e . şu sözleri söyledi: “Biz bunlara, yalınız canlarının selâmeti için söz verdiğimiz halde bunlar niçin bütün bu kıymetli eşyayı alıp götürüyor­ la r ? ,,. S e l a h e d d i n de şu cevabı verdi: “Hakikat bu mer­ kezdedir. Fakat Franklar farkında değiller. Biz bunların ellerin­ deki eşyaları alacak olursak içtiğimiz andı tutmadığımıza dair dışarıda söz söylerler ve böylece bizim adımızı kirletirler,,. S e l a h e d d i n , Arapların 583 (M. 1187) yılının 7 inci ayının 27 inci cuma günü, yani ilkteşrinin 12 inci günü (Yuyanlıların 1488) Kudüs’e hâkim olmuştur. Bu hâdise 6 Seyya­ renin iktiranından 28 gün sonra vuku bulmuştur. Daha sonra hıriştiyanlar hiçbir vakit Kudüs’e hakim olmadılar. S e l a h e d ­ d i n , Kamame kilisesinde 4 Frank rahip bıraktı ve mabedin idaresine bunlar baktılar. Kısa bir zaman sonra kilisenin ida­ resi Rum patriğine verildi. S e l a h e d d i n Kudüs’ün işlerini yoluna koyduktan sonra Sus şehrine karşı hareket etti. Bu şehir denizin ortasındadır. S e l a h e d d i n bu şehre karşı kuvvetli kuleler inşa etti ve Sur’a karşı açtığı muharebede bütün kuvvetini göstermek


ARAP

HÜKÜMDARLARI

447

isteyerek bütün askerlerini harekete geçirdi ve onlara şu sözleri söyledi: “Deniz sahilinde Frankların Sus’dan başka barınabilecekleri bir yer kalmadı. Bu şehri zaptedersek onla­ rın bütün ümitleri krulır, biz de onlardan kurtuluruz,,. Bu çeşit sözler karşılaştıkları güçlüklere son verdi ( ? ). Roma’dan gelen marki Sur şehrini kaleler inşası ile takviye etmiş ve buraya cesur adamlar yerleştirmişti. Bu sayede Franklar çıkma hareketleri yapıyor ve Arapları öldürüp bilhassa denizde gemi­ ler kullanarak geri dönüyorlardı. Bunun üzerine S e l a h e d d i n İskenderiye’ye haber gön­ dererek büyük gemiler istetti ve bunları Sur limanına getirtti. Bir gece Sur denizcileri küçük ve sür’atli kayıklarla hareket ederek Arap gemilerinin birçoğunu tahrip ettiler ve garptan gelen 2 meşhur deniz kaptanını yakaladılar, diğer denizciler de kendilerini denize atarak boğuldular, daha başkaları da Berut istikametini tutarak kaçtılar. Franklar bunları takip ederek birçoklarını yakaladılar, diğerleri de denizde boğuldular. S e l a h e d d i n bunların uğradıkları felâketi ve karadan harp edenlerin karşılaştıkları güçlükleri göz önüne getirerek muha­ riplerin hoşnut olmadıklarına karar verdi. Bunun üzerine inşa olunan kuleler yakıldı, mancınıklar ve geride kalan gemiler imha edildi ve S e l a h e d d i n Sur’dan ayrılarak A kkâ’ya gitti. Daha sonra ordusuna mensup herkişinin memleketine gidip evinde istirahat etmesini emretti. Bu sırada Halife N â s ı r ile S e l a h e d d i n arasında ihtilâf çıktı. Sebebi S e l a h e d d i n’in Suriye’den alınan ver­ giyi halifeden kesmesi ve halifeuin Mısır’dan birşey alabile­ ceğine inanmaması idi. Bundan başka S e l a h e d d i n içki içtikçe şu sözleri söylüyordu: “Bağdad’takilerin hutbelerden isimlerini kaldırıp, eskiden Mısır’da bulunan Fatımîlerin isim­ lerini yenileyeceğim,,. N â s ı r bu yüzden üzüntü içinde idi. S e l a h e d d i n’in Kudüs’ü aldıktan sonra Bağdad’â bu haberi götürmek üzere maiyetinde bulunan ve Bağdad’ın nisbeten düşük bir ailesine mensup bir adamı elçi olarak seçmesi hali­ fenin üzüntüsünü arttırmıştı. Aynı yıl içinde ismi R ü ş t e m olan bir Türkmen çoban Türkmenlerden 5000 atlı ile birçok piyadeler toplayarak memleketi yağma etmek üzere Kilikya’ya geldi. Kilikya hâki­


448

A B U ’L- F A R A C

TARİH İ

mi L e o n hadiseden haber alarak Maraş bölgesindeki geçit­ leri bunların yüzüne kapadı ve hepsini kılıçtan geçirdi. Fakat 5000 Türkmen, Halep civarında toplanarak Antakya’yı yağ­ ma etmek üzere hareket ettiler, Prens B o h a i m o n d bunlara karşı çıktı ve bunları aynı suretle imha etti. Arapların 584 (M . 1188) yılında S e l a h e d d i n bizzat Kürtler kalesine karşı hareket etti ve bir gün burada harp ile meşgul oldu. Sonra burasının çok kuvvetli olduğunu olduğunu görerek Antarsus’a karşı hareket etti ve çadırların kurulma­ sından önce Halepliler buradaki surlara hâkim oldular. İki kulede buluşan Franklar teslim olmak istemedilerse de sonunda teslim oldular ve S e l a h e d d i n Antartus şehrinin suru ile kalesini ve meşhur Meryem Ana kilisesini ve ona bağlı bütün binaları tahrip etti. S e l a h e d d i n daha sonra Markia’ya karşı hareket etti ise de burasının boş olduğunu (yahut tahliye edil­ miş olduğunu) gördü ve bunun üzerine Cebele’ye karşı hare­ ket etti ve buradaki Araplar bu şehri ona teslim ettiler. S e l a h e d d i n daha sonra Lâzıkiyye’ye karşı hareket etti ve buraya karşı son derece şiddetli bir muharebe yaptı. Halep­ liler şehrin altına 60 arşın uzunluğunda ve 4 arşın eninde bir tünel açtılar. Franklar bu hafriyatı gkrünce korktular ve kendi selâmetleri için söz istediler. S e l a h e d d i n de bunların oğul­ ları ile, zevceleri ile ve bütün malları ile çıkıp gitmelerine, yalnız davarlarını, davarların yemlerini ve harp âletlerini bırakmalarını istemişti. S e l a h e d d i n Lâzıkiye’yi aldıktan sonra burasını Hama emiri oğlu Takıyyüddin’e verdi. Bu sırada Frank muharipleri Sicilya’dan gemilerle gelerek hıristiyanlara yardım ettiler. Bunların kumandanı, S e l a h e d d i n ile konuşmak istemiş ve sultan ona müsaade etmişti. Kuman­ dan sultana şu sözleri söyledi: “Siz bütün sahil boyunca Frank­ ların hükümdarısınız, fakat Franklara bıraktığınız yer çok kü­ çüktür. Sizin onları tamamiyle ortadan kaldırmanız doğru de­ ğildir. Çünkü bu takdirde büyük bir millet deniz yolu ile ge­ lerek size hücum eder, siz de bu yüzden birçok eziyetlere uğrarsınız. Bu zavallı kimselerin size komşu kalmaları daha iyidir. Çünkü karada yaşayanlar ile sizin aranızda bir engel gibi kalıyorlar,,. S e l a h e d d i n de şu cevabı verdi: “ Bizim şeriatımız


ARAP

HÜKÜMDARLARI

449

dinimizi bütün kuvvetimizle yüksek tutmağı emreder. Onun için Allah ne dilerse o olur,,. Bunun üzerine bu Frank, S e l a h e d ­ d i n ’in yanından ayrıldı ve memleketine döndü. S a l â h a dd i n buradan hareket ederek Sehyon’a 1 karşı çadırlarını kur­ du ve burasının iki vadi arasında kayalık bir yer üzerinde kurulduğunu gördü. Burada yapılan muharebe neticesinde, eşraf sulh isteyerek şehri teslim ettiler. S a l â h a d d i n bura­ mı B u z a n oğlu M ü c a h i d ü d d i n ’in kölesi olan K u m a r T e k i n’in oğlu N a s ı r ü d d i n M a n g u r a s ’a 2 verdi. Sonra S e l a h e d d i n Şurubaks’ı 3 da aldı ve buradan Der* bisag’a gitti ve buraya karşı harp açarak muvaffak oldu. Sonra Bağras’a karşı hareket etti. Burada kâfi miktarda asker yoktu ve burada bulunan zavallıların kumandanı şehri teslim etti. Bütün bu şehirlere Araplar yerleştirilmiş olmakla beraber Antakyalılar müthiş bir korku içinde idiler. Çünkü bütün yollar kapanmıştı ve kendilerine buğday gönderilmiyor­ du. Bu yüzden P r a y n s , S e l a h e d d i n ’e karşı tevazu gös­ tererek sulh için yalvardı. S e l a h e d d i n de 8 ay müddetle sulh yaparak Haleb’e hareket etti ve buradan Şam’a giderek birkaç gün istirahat etti. Sonra yola çıktı ve Safed’e karşı şiddetli bir harp açtı. Burası da teslim oldu. S e l a h e d d i n daha sonra birçok eziyetleri müteakip Kevkab kalesini aldı. Bu yıl içinde M i t r a n o ğ l u diye maruf olan Şam tabibi M u v a f f a k A s a d vefat etti. Bu adam bu fani dünyanın şan-u şerefine kapılarak dinini bıraktı ve müslüman oldu. Bü­ yük bir servet sahibi idi ve S e l a h e d d i n onu cariyeleıinden biri ile nişanlamıştı. Tabib, kısa bir zamcn sonra öldü ve adı da unutuldu. S el a he d d i n’in ölümünden sonra, karısının (yani tabibin karısı) kendisinin çok sevdiği bir çocukla mün­ zevilerin evlerini dolaşarak sadaka istediği görülüyordu. Arapların 585 (M. 1189) yılında B o h a i m o n d ve Antakyalı P r a y n s , Hârim havalisini yağma ettiler. Bunlar Laşiş’e kadar ilerlediler ve Arapları da, hıristiyanları da beraber öldür­ düler. Saidan prensi A r n a t kendi şehrinin elinden alınması 2

(Bk. İbn ül-Esîr,

c. 12, s. 4).

3

Bk. İbn ül-Esîr, c. 12. s. 4).

4 Ş ugr ve Bakas

(Bk. İbn ül-£sîr, c. 12, s. 4).

Ebu'l - Farac Tarihi, F. 29


450

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

üzerine A m o n kalesine giderek orada ikamet etmiş iken Sel a h e d d i n’den aldığı söz üzerine buradan çıkarak 3 aylık bir mütareke istemiş ve bu müddet içinde adamlarını Sur’dan harice yollamak, bundan başka kaleyi teslim etmek mukabi­ linde Şam havalisinde kendisine yetecek bir kasabaya talip olmuştu. S e l a h e d d i n buna razı oldu, fakat sonra A m a f’ın kendisini hilelerle aldattığını ve siperler kazarak, surlar inşa ederek vaziyet aldığını gördü. Bu yüzden kendisini ziyarete geldiği bir gün onu bağlatarak Şam’a gönderdi ve ancak Arnon kayasını teslim ettikten sonra onu serbest bıraktı. Yunanlıların 1500 (M. 1189) yılında K ı l ı ç A r s l a n ile Sebastia’da ikamet eden en büyük ordu arasında ihtilâf çıkmış ve sultanın oğlu ile beraber olan 4.000 kadar Türkmen katledilmişlerdi. Bunun üzerine sultanın damadı olan Emir 2? z-Zi­ ra /n ş a h

aralarını buldu ve sultan hâciplik eden / h t i y ar ü d d i n H a ş a n ı azletti. Çünkü bu adam sultan ile oğul­ ları arasında fesatlar çıkarıyordu, t h t i y a r ü d d i n oğullarını, hizmetçilerini ve 200 atlıdan müteşekkil akrabasını toplayarak Kamyuh ovasına vardığı zaman sultanın oğlu Türkmenler gönderdi ve bunlar onu, oğullarını ve yanında bulunanları kldürdüler, bilhassa kendisini parça parça ederek her parça­ sını mızrak ucuna astılar ve haç bayramı gününde Sebastiada dolaştırdılar. Bu yıl içinde K ı l ı ç A r s l a n m oğlu M u i z z ü d d i n K a y s e r ş a h Malatya’da hüküm sürdü. Aynı yıl içinde muh­ telif milletlere mensup ve sayılamayacak derecede çok Franklar Sur şehrinden çıkarak A kkâ’ya karşı hareket ettiler. S e l a ­ h e d d i n keyfiyetten haber alınca çok üzüldü ve endişeye düştü. Sonra bütün ordularını topladı ve bizzat başlarına geçe­ rek Franklara yakın bir yerde karargâhını kurdu. S e l a h e d ­ d i n Frankların gittikçe kuvvetlendiklerini ve hergün deniz yolu ile yardım ve levazım aldıklarını görerek şaşırdı ve eşrafını toplayarak bunların reyini aldı. Bunlar vakit geçirmeden harbedilmesi ve Frankların daha fazla kuvvetlenmelerine meydan verilmemenini istediler. Bunlar 7 inci ayın birinci gününe mü­ sadif cuma gecesini, hazırlık yapmakla geçirdiler ve günün doğmasıyla harbe atıldılar. Muharebe güneşin batmasına kadar devam etti ve iki ta: af cesaretle dövüşerek bütün geceyi atla-


ARAP

HÜKÜMDARLARI

451

rınm sırtında geçirdiler. Muharebe cumartesi gönü de bütün gün devam etti. Franklar harbetmekle meşgul oldukları sırada Frank çadırı bulunmıyan şimal tarafı büsbütün boşalmıştı. S e l a ­ h e d d i n fırsattan istifade ederek A kkâ’ya girdi ve şehrin içine birçok piyade askerlerle gıda maddeleri ve sair lüzumlu şey­ leri aldı. Sonra muharip olmayanları şehirden çıkardı ve şehir­ de bulunanların hepsini yalnız surlar üzerinde kalarak değil, huruç hareketleri yapmak suretiyle harbe iştirake davet etti. Bunlar da Frankları vuracaklar ve iki taraflı hücumlar sayesin­ de Frankları yeneceklerdi. Fakat Frankların sayıları o kadar çok idi ki bu vaziyet yüzünden de kırılmadılar. Yalnız iki ta­ rafla dövüştükleri için şehri zaptetmeleri uzun sürmüştü. Böyle olmasaydı idi şehri sür’atle alabileceklerdi. Haftanın ikinci günü Frankların atlıları Arapların çadırlarına doğru hareket ettîlar, bunların yanlarına piyadeler piyadeler almadan saldırdılar ve birçok kimseleri öldürerek geri döndüler. Araplar bunları takip edince atlılar *H a ç a gerilenler tepesi„ diye maruf alan tepeye sığındılar S e l a h e d d i n Frankların tepeden istifade ettiklerini görerek karargâhım Akkâ’ya nazır bir mukabil tepeye nakletti. Arapların piyadeleri her gün buradan hareket ederek Frankların piyadelerine hücum ediyorlardı. Anlatıldığına göre birgün Franklar şehrin içindeki araplara şu sözleri söyle­ diler: “Şimdiye kadar yaşlı adamlarla dövüşmekten bıktık. Bugün de genç çocuklarla dövüşerek eğlenmek istiyoruz,,., Sonra 100 Frank genci getirdiler. Araplar da bunlara karşı 100 Arap gen­ ci çıkardılar. Bunlar evvelâ birbirlerine taş atarak dövüştüler. Sonra ellerine sopalar alarak dövüşe devam ettiler. Araplarla Franklar birbirlerine karıştılar ve Frank gençleri Arapları kaç­ mağa ve şehre girmeğe mecbur ettiler. Yedinci ayın 20 iraei gününde müthiş bir muharebe oldu» Franklar çekirge sürüsü gibi çadırlarından* akın ettiler. Kural­ ları da kırmızı bir örtü ile muhafaza olunan ve papaslar tara­ fından baş üzre taşınan İncili alarak hareket etti. S e l a h e d ­ d i n bu manzaradan korktu ve askerlerine bağırarak onları korkuttu ve bunlar saff-ı harp nizamı aldılar. Frankların sol cenahı S e l a k e d d i n i n yeğeni T a s k t y y ü d d i n Ö m e r ’in ku­ mandası altındaki sağ cenabın üzerine yüklendi. Bu cenah Frank­ ların hücumuna muhteşem bir surette dayandı. Frankların kıralı


452

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

Arapların baş eğmediklerini görerek cesaretini topladı, yüzü­ nün üzerine haç işareti yaptıktan sonra Arap askerlerinin en çok bulundukları yerin üzerine doğru yürüdü. S e l a h e d d i n ' in oğulları A f d a l ve Z a f i r , Kıpa kalesi emiri K u t b ü d d i n b. N u r e d d i n b. K a r a A r s l a n ve Nablus emiri L a ş i n o ğ l u ve daha başkaları burada bulunuyorlardı. İki taraf birbirine karışınca Franklar orakla ot biçer gibi arapları biçtiler ve Araplar kaçmağa başladılar. Franklar elle­ rinde kılıç olduğu halde Arapları takip ettiler ve Araplar fena halde kırıldılar. Franklar Arapların karargâhına gelerek ça­ dırları soydular ve yollarda rastgeldiklerinin hepsini öldür­ düler. Arap muhacirleri Şam ve Taberiye’ye kadar uzan­ mışlardı. Franklar Arapları bir fersah kadar kovaladıktan sonra geri döndüler ve Araplara ait sol cenahın yerinden kımıldamamış olduğunu gördüler. Kendileri yorgun ve bu Araplar rahat oldukları için bunlarla dövüşmediler, çadır­ larına giderek silâhlarını çıkardılar. Bunun üzerine S e l a ­ heddin bağırarak ve herkesi teşvik ederek kaçanları geri dönmeğe şevketti, bunlar da geldiler ve ölü gibi çadırlarına serildiler. Maktul düşenler sayılınca bunların 4100 kişi oldukları anlaşıldı. S e l a h e d d i n emretti ve A kkâ’daki Araplar ölülerin cesetlerini denize attılar. Deniz kıyısında olan bir adam denize bir adam atıldıkça elindeki sicimi düğümlüyordu. Böylece Arap maktullerin sayısı anlaşılmıştı. Franklardan maktûl düşenlerin sayısı da 2000 idi. Bunun üzerine eşraf S e l a h e d d i n in bu yerden hareket ederek Franklardan biraz uzağa çekilmesini tavsiye ettiler. İleri sürdükleri sebep şu idi : Belki bu mıntakadaki hava maktûllerin taaffünü yüzünden zehirlenirdi. Arapların çekilmeleri üzerine Franklar tepe ile deniz arasında derin bir çukur kazdılar ve böylece A kkâ’ya g-iden yolu arapların yüzüne kapadılar. Bir kimsenin içeri girmesine veya yani, dışarı çıkmasına imkân kalmamıştı. S e la h e d d in bu sırada Almanya kıralı (yani I. F r e d e r ik B a r b a r o s s a ) ’nın İstanbul yolu ile ve 200.000 atlı ve piyade ile gelmekte olduğunu haber aldı. Bu yüzden müteessir olan S e ­ l a h e d d i n , Ş a d d a d oğlu B a h a ü d d i n’i halifenin nezdine el­ çi olarak gönderdi ve bütün şark hükümdarlarına elçiler gönde­


ARAP

HÜKÜMDARLARI

453

rerek derhal yola çıkmalarım, çıkmadıkları takdirde Arap dev­ letinin baştan başa ortadan kaldırılacağını bildirdi. Arapların 586 (M. 1190) yılının hulülü üzerine S e l a h e d d i n Frank ka­ rargâhından uzak bulunduğunu, Franklarla A kkâ’dan başka bir yerde harbedecek yer bulunmadığını sanıyordu. Bu sırada bir­ den bire büyük bir Frank ordusu Arapların karargâhı üzerine hücum etti. S e l a h e d d i n çölde bulunuyordu. Fakat kardeşi A d i l burada idi. O da derhal askerlere bağırdı, bunlar da atlarının sırtına atladılar ve Franklarla Araplar birbirlerine ka­ rıştılar. Birçok Araplar maktûl düşmüştü. Akşam olmasaydı tam bir hezimete uğrayacaklardı. Akşam olduğu için Franklar da döndüler ve karargâhlarına gittiler. Kış yaklaşmakta idi ve iki tarafın karargâhı arasında son derece mülevves bir saha bulunuyordu. Bu yüzden bir kimse buradan atı ile geçemediği gibi hiç bir taraf ta düşmanına yaklaşamamakta idi. A kkâ’nın içinde bulunanlar S e l a h e d d i n’e dair hiçbir haber alamadıkları gibi, S e l a h e d d i n de Akkâ’nın içinde bulunanlar dair hiçbir haber alamıyordu. Akkâlılardan biri deniz yolu ile yüze yüze kaçarak S e l a ­ h e d d i n ’in yanına geldi ve Frankların şehre karşı son derece şiddetli bir harp açtıklarını, şehre hâkim kuleler vücuda getir­ diklerini, şehrin içinde bulunanların büyük bir sıkıntı geçir­ diklerini anlattı. S e l a h e d d i n atına binerek Franklara karşı yürüdü. Frankları kendisi ile muharebeye mecbur etmek ve böylece şehir içindekilerinin bir müddet istirahat etmelerini temin etmek istedi. Fakat Frankların kazdıkları derin çukuru gördü ve bunun ilerlemeğe imkân vermediğini anladı. Bunun üzerine S e l a ­ h e d d i n parmaklarını ısırarak geri döndü ve Telia di Egla’da karargâhını kurdu. Burada Franklardan uzakça bir mesafede idi. Bütün Arap hükümdarları S e l a h e d d i n’in etrafında toplanmağa başlamışlardı. Gelenler Sincar emiri İ m a d ü d d i n Z a n g i , Dezite emiri M u i z z ü d d i n S e n c a r ş a h b. S e y f ü d d i n G a z i b. M e v d u d , Musul emiri A l i y y ü d d i n H u r a m ş a h b. M e s' ud, Erbil emiri M u z a f f e r ü d d i n b. Z e y n ü d d i n K a v ş a k (Kujek) idiler. S e l a h e d d i n ateş atmayı bilen işçileri A kkâ’ya götürdü ve bunlar Frank­ lara yardım etti, çünkü rüzgâr şehre doğru esiyordu. Bu yüz­


454

A B U ’L - F A R A Ç

TARİHÎ

den birçok ahali kulalerin yanması yüzünden tutuştular ve yandılar. Frankların kazdıkları çukur ise onları yakıcı alevler karşısında kaçmaktan alakoydu. Bu kuleler tekerlek üzerinde yürüyordu. Frenkler istedikçe bu kuleler sayesinde şehirin suruna yaşlaşıyor ve bu kulelerin içindeki muhariplerden isti­ fade ediyorlardı. Yine Franklar istedikçe bu kulelere halatlar geçirerek kendi taraflarına çekiyorlardı. Bu manzaranın seyri hayret verici idi. Almanya (Cermanya) kıralı İstanbul’a karşı geldiği za­ man Yunanlılar onu ilerlemekten alakoydular. Bu yüzden kıral onlarla dövüştü ve onları mağlûp etti. Yunanlılar da ona boyun eğdiler ve yol verdiler. O da denizi geçerek K ı l ı ç A r ş l a n’ın memleketine geldi. Sultanın oğlu K u t b ü d d i n M elikşah Türkmenlerden bir ordu toplayarak Almanlarla harbe tutuştu. Türkmenler mağiûp olarak kaçtılar. Almanlar, Konya şehrine girdiler ve burada birçok kimseleri öldürdüler. Bu sırada Yunanlıların büyüğü olan ve aslen Malatya’dan gelen Papa M i c h a i l vergi tahsiline çıkarak bunlarla maktûl düşmüştü. Sultan K ı l ı ç A r s l a n Konya kalesine kapanmıştı. Sonraları Alman kiralına hediyeler verdi, onunla sulh yaptı ve geçmesine müsaade etti. O da bu memleketten geçerek Kilikya memleketine gitti. Kilikya hakimi L e o n’un torunu ve Istefan’m oğlu L e o n , Tarsus’a gelerek Alman kiralına itaat gösterdi. Yaşlı olan Alman kıralı nehirde yüzmek istemiş, fakat ortalık çok soğuk olduğu için hastalanmış ve burada ölmüştü. Oğlu da onun cesedini Antakya’ya taşıdı Almanlar buradan Trablus’a gittiler. Yolculuk yüzünden çok yorgun oldukları için birkaç adam deniz üzerinde kaldılar ve buradan A kkâ’ya geldiler. Almanların birçoğu hastalık yüzünden Kilikya’da ölmüşlerdi. Daha sonra İngiltere kıralı (I . R i c h a r d - Arslan Yürekli) memleketinden çıkarak Kıbrıs’ı Yunanlılardan aldı ve A kkâ’ya karşı karargâh kurdu. Franklar onun gelmesi ile son derece kuvvetlenmişlerdi. A kkâ’nm içinde Arap emirlerinden 20 si bulunuyordu. Bunlar S e l a h e d d i n’e şu haberi gönder­ 1 B e d j a n un notu : «A ra p ulem asıntn a n la tış ın a göre M ilâd î İİ9 0 y ılın ın İ0 h a zira n ın d a nehri g e ç tiğ i s ıra la rd a b o ğ u ld u ».


ARAP

HÜKÜMDARLARI

455

diler: “Biz tamamiyle yıpranmış ve devamlı harp yüzünden zaiflemiş bulunuyoruz. Üstelik hastalıklar yüzünden ıztırap çekiyoruz,,. S e l a h e d d i n ' in emri ile bunlar, denizyolu ile şehirden çıktılar ve onların yerini başkaları aldılar. Bunlar surlar üze­ rinde harbetmek hususunda tecrübeli olmadıkları için Franklar umumiyetle üstün geliyor ve bunlar bir kuleye karşı 7 mancı­ nık kurmuş bulunuyorlardı. Ingiltere kıralı, S e l a h e d d i n' e bir elçi göndererek şunları bildirdi: “Karşı karşıya gelip otu­ racak olursak size bir zararım dokunmaz, belki iki tarafın işi­ ne yarayacak bir şey yaparım,,. S e l a h e d d i n de şu cevabı verdi: “Bizim evvelâ aramızda sulhu sağlamlamamız, sonra bir arada bulunmamız icap eder. Yoksa güzel güzel konuştuktan ve beraber yemek yedikten sonra harbetmek yakışık almaz,,. Bu sıralarda İngiltere kıralı çok ağır bir hastalığa uğradı ve onun hastalığı Frankları harbetmekten alıkoydu. Kıral iyi­ leştikten sonra S e l a h e d d i n ' e bir elçi gönderdi ve şu sözle­ ri bildirdi: “Sizinle konuşmamızın kesilmesi yüzünden beni muahaze etmeyiniz. Çünkü hastalık mâni oldu, iyileşmiş bulunu­ yorum ve müsaade ederseniz size hediyeler göndermek istiyo­ rum. Çünkü hükümdarların birbirlerine hediyeler, sefirler ve muhabbet ifade eden sözler teati etmeleri iyi bir şeydir ve arada harp olması da buna mâni olmamalıdır. Atalarımız olan eski hükümdarların bıraktıkları kanunlar bize bunu öğretiyor,,. S e l a h e d d i n de şu cevabı verdi: “Siz de bizden bilmukabele hediyeler kabûl ederseniz, biz de sizin hediyelerinizi kabûl ederiz,,. R i c h a r d ' ın sefiri bunun üzerine şu sözleri söyledi: “Bizde şahinler, kartallar ve daha başka terbiye edilmiş kuş­ lar var. Hepsi de zaif düştüler. Bunları beslemek için bize ta­ vuk ve güvercin vermenizi rica ediyoruz. Biz de size bunları getiririz,,. S e l a h e d d i n ’in kardeşi M e l i k  d i l gülümseye­ rek şu sözleri söyledi: “İngiltere kıralı hastalıktan kalktığı için güvercin yemek ihtiyacında. Şahinler ise bir bahaneden ibaret,,. Bunun üzerine S e l a h e d d i n İngiliz elçisine şâhane hiPatler giydirdi ve ona birçok piliçler, güvercinler ve kumrular verdi. Daha sonra Franklar tarafından S e l a h e d d i n ' e üç elçi gele­ rek meyve ve buz (yahut kar) islediler ve bunları alarak git­ tiler. Anlatıldığına göre İngiltere kiralının arasıra bu çeşit boş


456

ABU'L

FARAC

TARİHİ

masallarla sefirler göndermesinden maksadı S e l a h e d d i n'in ve etrafında toplanan hükümdarların kuvveti hakkında tam malûmat almaktı. Şehrin içinde bulunanlar muharebenin şiddetlenmesi üze­ rine S e l a h e d d i n ' e haber göndererek “Bize yardım gönder­ mezseniz teslim olacağız,, dediler. Fakat S e l a h e d d i n Frank­ ları kendisi ile harbetmeğe mecbur etmekten başka birşey yapamıyordu. Franklar bu yüzden iki kısma ayrılmışlardı, bir kısmı şehrin dışında bulunanlarla, diğerleri şehrin içindeki kuvvetlerle harbediyorlardı. Şehrin içinde bulunanlar ele geç­ mek üzere olduklarını görerek canlarını kurtarmak için söz istediler. Fakat Franklar şu cevabı verdiler: “ S e l a h e d d i n yanında bulunan bütün Frank esirlerini ve bizden almış olduğu bütün şehirleri iade etmedikçe söz vermeyiz,,. Bunlar S e l ah e d d i n ' e bu cevabı bildirdiler. “A kkâ’daki Araplar muka­ bilinde yalnız 3.000 esir iade ederim. A kkâ’yı da bana bıra­ kırlarsa bir şehir mukabilinde yalnız bir şehir veririm. Aksi takdirde şehri kılıçla alsınlar. Diğer şehirleri de aynı şekilde almağa çalışsınlar. Çünkü ben de aynı şekilde bu şehirleri almıştım,, dedi. Franklar bu cevabı aldıktan sonra hareketlerini hızlan­ dırdılar ve merdivenler kurarak surların üzerine çıktılar, şehrin içine indiler ve birçok kan döktükten sonra şehrin bir semtin­ de bulunanları bir araya topladılar. Araplar Franklara şu söz­ leri söylediler : “S e l a h e d d i n ' e haber gönderip bizi altın vererek ve istediğiniz Frank esirlerini serbest bırakarak kur­ tarmasını isteyelim ve bizi o zamana kadar öldürmeyiniz,, de­ diler. Franklar bu teklifi kabul ettiler ve “ 14 gün içinde yani yeni ayın doğmasına kadar Selaheddin bize 200.000 altın dinar ve kont, şövalye ve sair unvanlarla isimlerini kaydettiğimiz 100 esir ve isimlerini bilmediğimiz 1500 esir iade ederse biz de sizi serbest bırakırız,,. Akkâ Arapları bu haberi W a t h d L a h a d - d in 'e bil­ dirdiler, o da eşrafı topladı ve keyfiyeti onlara anlattı. Bun­ ların hepsi tek bir ağızla “Bu A raplar bizim kardeşimizdir, on­ lara karşı lâk ay d kalmamıza im kân var mı ?„ dediler ve S e l a h e d d i n istediklerini vermeği kabul ederek her tarafa haber gönderdi ve Frank esirlerini topladı. S e l a h e d d i n


ARAP

HÜKÜMDARLARI

457

verilecek altın hakkında da şu sözleri söyledi : “Her on gün bu miktarın üçte birini vereceğiz,, İlk on gün geçince Frank­ lara haber göndererek “Nezdinizdeki bütün Arapları veriniz, biz de size altının üçte birini ve altının geride kalan üçte ikisi için rehineler veririz. Yahut siz bize aldığınız altın mukabi­ linde rehineler veriniz,,. Franklar “Bizim sözümüz kâfi gelme­ lidir, taahhüdümüz rehine yerine tutar,, dediler. Buna karşı S e l a h e d d i n ' in kalbi sertleşti ve Frankların şartlarını kabûl etmedi. Franklar da kızdılar, Arapları bağlarla bağladılar ve şehir dışındaki dağ tarafına götürerek etraflarına yığm yığın odun, fıçı vesaireyi bir dıvar gibi yığdılar. Sonra kılıçlarını çekerek bunların hepsi ödürdüler ve böylece Akkâ surları üzerinde, şehir içinde ve şehir dışındaki dağ etrafında öldü­ rülen Arapların sayısı 1800 ü buldu. Bu hâdiseler Arapların 587 (M. 1191) ve Yunanlıların 1502 yılının ağustos ayında ve Arap yılının 7 inci ayında vukubuldu. Bu hâdiseyi tafsilâtı ile anlatmamızın sebebi Araplar arasında kazanmış olduğu şöhrettir. Araplar Franklardan çekmiş oldukları eziyetler hak­ kında büyük ciltler yazmışlardır. Franklar, A kkâ’yı aldıktan sonra içinde burasını muhafaza edebilecek kuvvetler bıraktılar ve surların inşasını temin edecek mimarlar bıraktılar. Sonra Arsuf’a gittiler. S e l a h e d d i n de onlarla birlikte ilerledi. İki taraf yolculuk esnasında muharebeye devam ediyorlardı. Birgün Araplar Franklara ait bir takım eşyaya karşı hücum ettiler. Bu hareket İngiltere kiralını kızdırdı. O da büyük bir kuvvetle Arapları takip etti. Araplar dağıldılar ve içlerinden birçoklan kaçtılar. S e l a h e d d i n ile birlikte seçme araplardan yalnız 17 kişi ile trampet çalanlar ve bayrak taşıyanlar kal­ mışlardı. Franklar Arapların kaçışını bir hîle sanarak uzakta durmamış olsalardı S e l a h e d d i n’ini de ele geçirirler ve böylece Arapların temel direği yıkılmış olurdu. S e l a h e d d i n bu sıra­ larda mimarlar ve atlılar göndererek Bağras kalesindeki leva­ zımın boşaltılmasını ve kalenin tahrip edilmesini istedi. Bunlar Bagras’a gidip kalenin bir kısmını tahrip ettikten sonra Kilikya hâkimi L e o n’un kendilerini ele geçirmek üzere olduğunu haber aldılar ve burasını bırakıp kaçtılar. Antakyalılar bu kaçıştan haber alarak Bağras’a geldiler ve kalenin içinde 12.000 ölçek (makuke) buğday buldular, bunları Antakya’ya götürdüler. Bu


458

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

buğday son derece şiddetli bir kıtlık sırasına tesadüf ettiği için işlerine çok yaradı. Daha sonları L e o n geldi ve Franklara karşı üstünlük kazanarak B a ğ r a s ' ı ellerinden aldı. S e l a h e d d i n adamlar göndererek Askalan ı tahrip etti ve buradaki ahaliyi boşalttı. Çünkü Franklar Joppa' yı inşa etmiş ve burada ikamete başlamışlardı. Burası Kudüs ile A ska­ lan arasındadır. Bu yüzden Araplar “Bizim burasını korumamıza imkân yoktur,, dediler. S e l a h e d d i n de Kudüs’e gitti, burasını keşfetti ve muhafızları arttırarak ve daha başka ted­ birler alarak burasını takviye etti. Bu sırada Malatya hâkimi M u i z z ü d d i n kendisine gelerek babası K ı l ı ç A r s l a n dan ve kardeşlerinden şikâyet etti ve bunların Malatya’yı elin­ den almak istediklerini söyledi. S e l a h e d d i n onu izzet ve ikram ile karşıladı, kardeşi M e l i k A d i l ’m kızını ona zevce olarak verdi, sonra onu Nalatya’ya göndererek kardeşinden veya babasından korkmamağa teşvik etti. İngiltere kıralı S e l a h e d d i n e bir elçi göndererek şu sözleri söyledi: “Bizim taraftakilerle sizin taraftakiler harp yüzünden azaldılar. Bu ne zamana kadar böyle devam edecek? Bizim kılıçlarımızda sizin kılıçlarınız da kan içe içe doydu. O halde bizden aldığınız memleketlerle ibadetgâhımız olan ve uğrunda buraya kadar gelmiş bulunduğumuz Kudüs’ü bize iade ediniz. Biz de memleketlerimize dönelim ve hepimiz dinle­ nelim,, . S e l a h e d d i n şu cevabı verdi : “ Bu memleketler eskiden bize ait değildi, Rumlara aitti. Araplar buralarını fütu­ hata başladıkları zaman Rumlardan aldılar. Araplar zaifledikleri zaman siz buralarını onlardan aldınız. Şimdi de biz kendi memleketlerimizi sizden almış bulunuyoruz. İbadetgâhmız oldu­ ğunu söylediğiniz Kudüs’e gelince burası bizim de ibadetgâhımızdır ve biz buraya sizden fazla hörmet ederiz ve ta3zim gösteririz. Çünkü Allah Kurbanında böyle emrediyor „. İngiltere kıralı Sultan S e l a h e d d i n'e bir elçi daha göndererek şunları bildirdi: “Kardeşiniz M e l i k A d i l ' in hem­ şiremi alarak akrabam olmasını istiyorum. Çünkü hemşirem de Kudüs’te ibadet etmek üzere benimle birlikte gelmişti. Sahil boyundaki şehirleri kardeşinize verir o da bu sayede kalelere, şehirlere ve köylere hâkim olursa ve köyler fakirlere ve hospitallere ait sayılırsa bu akrabalık tahakkuk eder. Ben de


ARAP

HÜKÜMDARLARI

459

Frankların ellerinde bulunan sahil şehirlerini kızkardeşime veririm. Kızkardeşimin ikametgâhı Kudüs’te olacaktır,,. S e l a ­ h e d d i n bu teklifi kabul etmek istemedi. Fakat kardeşi  d i l arzu ile yanıyordu. Onun için eşrafı ve büyükleri kardeşi S e l a h e d d i n e göndererek teklifin kabulünü temin etmek istedi. S e l a h e d d i n inad ile muhalefet ettiği için müşa­ virleri şu tavsiyede bulundular: “Bu işin olmıyacağını ve büyük bir kiralın kızı olan bu kadının bir Arapla evlenmek istemiyeceğini biliyoruz. Kadının kardeşi de bunu çok iyi biliyor. Belki kıral bunu bir hile ve bir lâtife olarak teklif etmiştir. Onun için siz de kardeşinize eziyet etmeyiniz,,. S e l a h e d d i n bu şekilde kandırıldı. O da İngiltere kiralına teklifi kabûl ettiğine dair bir elçi gönderdi. Kıral elçiyi 3 gün yanında alakoyduktan sonra 3 üncü gün S e l a h e d d i n e şu haberi gönderdi: “ Üç gündür, geceli gündüzlü, kızkardeşimi kandırmak için uğraştım. Fakat kandıramadım. Kız kardeşim diyor ki,  d i l gerçek bir hıristiyan olursa izdivaç vuku bulur, yoksa olmaz,, S e l a h e d d i n i n elçisi bu haberi alarak mecburiyet içinde geri döndü. Bu sıralarda S e l a h e d d i n ' i n yeğeni T a k ı y y ü d d i n Ö m e r , Halat’ı zaptetmek üzere hareket ettiği sırada yolda öldü ve onu alarak Maiperkat’ta gömdüler. Bu adam hıristiyanların şiddetli bir düşmanı idi ve Cebel Jur’da tazyika uğ­ rayan Ermeni çiftçilerinin kanını merhametsizce dökmüştü Oğlu M e l i k M a n s u r yanında idi ve bu zat Maiperkatta kuv­ vet kazanmıştı. Kendisi S e l a h e d d i n' e haber göndererek babası T a k ı y y ü d d i n ' e ait ülkeleri kendisine bırakmadığı takdirde Halat emiri B u h t a m a r ile birleşeceğini bildirmişti. Bu yüzden S e l a h e d d i n bir müddet için onu taciz etmedi ve bir müddet sonra babasının ülkelerini A d i l ’e vermek mu­ kabilinde M e l i k M a n s ura. Edessa, Harran ve Samusata’yı bırakmıştı. Franklar ve Araplar Askalana doğru ilerlerken, bir gün karargâhlarını kurdukları zaman Araplan, kendi karargahların­ dan çıkıp odun toplamağa giden Franklara pusu kurdular. Franklar kurulan pusunun farkına vararak atlarına bindiler ve Arapların pususuna doğrudan doğruya yürüyerek S e l a h e d ­ d i n ’in zabitlerinden üç asilzâdeyi öldürdüler ve Frankların


460

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

neferlerinden ancak iki atlı Arapların eline düştü. Ingiltere kıralı A d i l ’e haber göndererek pıısu yüzünden onu tahkir etti ve şu sözleri ilâve etti: “Sizi görmek ve sizinlek onuşmak istiyorum». Franklar karargâhlarının dışında büyük bir çadır kurdular ve

Ingiltere kiralının yanma gitti burada bütün gün beraber oturdular ve akşama doğru ayrıldılar. Ingiltere kıralı

Âdil,

A d i l ’e şu sözleri söyledi: “Kardeşiniz Sultan ile aynı şekilde

bu çadırda oturmak, onu görmek ve kendisi ile konuşmak istoyorum,,. Â d i l bunları S e l a h e d d i n ' e bildirdi ise de Sultan iki sebepten dolayı bunu arzu etmedi: Birincisi korku idi, İkincisi onun ayağına gitmeği küçüklük saymaktı. Onun için şu cevabı verdi: “Hükümdarların sulh yapmadan önce buluşmaları yakışık almaz. Sulh ise henüz istikrar bulama­ mıştır. Sulhu yapmağı düşünsek dahi ben sizin lisanınızı, siz de benim lisanımı anlamıyorsunuz. Bu yüzden aramızda bir tercüman bulunması icap ediyor. O halde bu tercüman aramız­ da elçilik etsin. Onun için buluşmamıza lüzum yoktur. „ Kış mevsiminin hulûlü üzerine İngiltere kıralı A kkâ’ya gitti. Selahed­ din ise Kudüs’e gitti ve kirala 24.000 altın dinar gönderdi ve bunlarla Frankların elindeki arap esirlerini kurtardı. Arapların 588 (M. 1191) yılının başında Franklar Askalan’a gittiler ve buradaki binaların tamiri ile meşgul oldular. Sonra Sur hâkimi olan Markisile İngiltere kıralı arasında ihtilâf basgösterdi, çünkü kıral onun Sur üzerinde müstakillen hâkim olmasının doğru olmadığını söyleyerek burasını elinden almak istedi. Bunun üzerine M a r k i Araplarla beraber olacağını S e ­ l a h e d d i n ' e va’d etti ve Arapların savaşını benimseyeceğini söyledi. Markis’in elçisi S e l a h e d d i n ile bu meseleyi konuş­ makta olduğu sırada rahip elbisesi giyen iki Îsmailî, atının sırtında dolaşmakta olan Markis’in üzerine atıldılar, içlerinden biri onu bıçakla vurdu ve arkadaşı civardaki bir kiliseye kaçtı. Vurulan Markis’i de bu kiliseye getirmişlerdi. Markis’i vuran Ismailı’nin arkadaşı önün hâlâ söz söyleyebildiğini görerek kili­ senin içinde üzerine atıldı, onu tekrar vurdu ve Markis hemen öldü. Franklar bu iki Ismailî’yi yakalayarak onlara işkence etti­ ler, bunlar da İngiltere kiralının kendilerini göndermiş olduğunu söylediler. Aradaki husûmet dolayısiyle Franklar katillerin söz­


ARAP

HÜKÜMDARLARI

461

lerine inandılar, fakat daha sonraları İsmailî’lerin reisi olan Sinan’ın bunları göndermiş olduğu meydana çıktı. Bunun üzerine Ingiltere kıralı Sur’u Kont H a n r i’ye ( H e n r i , C o m t e d e C h a m p a g n e ) verdi, o da Markisin karısı ile evlendi ve bu kadın hamile olduğu halde onunla gayr-i meşru bir harekette bulundu. Franklar kuvvetlerini toplayarak Darum’a karşı karargâh kurdular ve burasını dövüşe dövüşe araplardan alarak şehrin içinde bulunanlarîn hepsini öldürdüler. Franklar bu sırada Mısır’dan gelen S e l a h e d d in'e altın getiren bir büyük Arap kervanını yakaladılar. S e l a h e d d i n Frankların büyük bir ordu ile Kudüs’e karşı yürümek üzere olduklarını haber alarak ordularını topladı ve Kudüs’ün surlarını kuvvetlendirdi. Frank­ ların Kudüs’e karşı yürümeğe hazırlanmaları üzerine Ingiltere kıralı onları bu hareketten alakoydu ve şu sözleri söyledi “Kudüs mıntıkası susuzdur. Araplar şehrin etrafındaki su kaynaklarını tahrip ettiler. Nehir ise bir fersahtan fazla uzak­ tadır. Onun için Kudüs’ü Akkâ gibi sanmayınız. Deniz olmasa idi Akkâ civarında da iki günden fazla kalamazdık,,. Hepsi bu nasihati dinlediler ve Gazze’je karşı yürüdüler. S e l a h e d d i n bunların Kudüs’ten dönmelerinden memnun oldu ise de Mısır hesabına korkuya düştü. Bunun üzerine İngiltere kıralı S e l a ­ h e d d i n'e bir elçi göndererek şu sözleri bildirdi : “Korku veya za’f yüzünden uzak bir yere gittiğimi sanmayınız. Çünkü bir koç ancak hasmını toslamak için geriler. Onun için talep­ lerimizi gözönünde tutarak sulh yaparsan senin için iyi olur. Ben de size bunu bildirmiş bulunuyorum,, . Birçok elçilerin mübadelesinden sonra sulh oldu. Frankların elindeki memle­ ketler kendilerinde kalacaktı. Yani Joppa ve havalisi, Kayseri, Arsuf, Hayfa, Akkâ, Antakya ve Trablus Franklarda kalacak, geride kalan şehirler Araplara ait sayılacak ve Askalan bir harabe olarak bırakılacaktı. S e l a h e d d i n Franklara Askalan’ın inşası için kâfi derecede altın verdi. Yol açılmış ve Frankların birçoğu Kudüs’e ibadet için gelmişlerdi. S e l a ­ h e d d i n bunları ağırladı ve onlara hediyeler ve binek hay­ vanları verdi. Denildiğine göre Ingiltere kıralı S e l a h e d d i n e haber göndererek şu sözleri söyledi: “Franklardan mührümü taşımayanların Kudüs’e girmelerine müsaade etmeyiniz,, S e l a -


462

A B U ’L - F A R A C

TARİH İ

h e â d i n d e akıllı adamlarını topladı ve onlara şu suali sordu:

“ Bu meselede kiralın maksadı nedir ? „ Bunlar düşündüler ve şu cevabı verdiler: “Frankların buraya gelmekten gözettikleri büyük maksat Kudüs’te ibadetten ibarettir. Bunu yaparak memleketlerine döndükleri takdirde tekrar buraya gelmek istemezler. Kıral bunları ibadetten alakoymakla tekrar buraya gelmek istediği zaman bunları kolaylıkla toplamağı ve getir­ meği gözetliyor,,. Bu yüzden S e l a h e â â i n kirala şu cevabi verdi : “Bu insanlar yabancıdırlar. Arada sulh olduktan sonra onlara ceza veremem. Siz onlara mani olmak isterseniz eliniz­ den geleni yapınız,,. Franklar A kkâ’yı zaptettikleri zaman Arap asillerinden ikisini esir ettiler. Bunların biri M a ş t u b o ğ l u , diğeri haremağası olan K a r a k u ş idi. Bu K a r a k u ş aslen Rumdu. S e l a h e â â i n onu Afrika’ya gönderdi. O da birçok şehirleri zaptetmiş, sonra Mısır’a dönerek burada bugüne kadar kendi adını taşıyan suru inşa etmişti. Sonra bu adam A kkâ’daki Arap­ ların ordu kumandanı idi. Franklar onun için kurtuluş akçesi olarak 8. 000 dinar istediler. O da şu suali sordu: “M a ş t u b o ğ l u 'ndan ne kadar akçe istediniz?,,. Franklar şu cevabı ver­ diler: “30.000 dinar,,. K a r a k u ş da “Ben de aynı parayı veri­ rim. Çünkü M a ş t ub o ğ l u ’nun 30 ve benim 6 vermem caiz değildir,, dedi. Franklar güldüler ve ondan da 30.000 dinar aldılar. K a r a k u ş’un buna benzer birçok hikâyeleri vardır. Şâ­ irlerden biri ona dair tam bir eser yazdı ve K a r a k u ?’un ölümünden sonra bu eseri neşretti. S e l a h e â â i n sulhten sonra Berut’a gitti ve Antakya prensi B o h a i m o n â yanına geldi. S e l a h e â â i n onu izaz etti, kendisi ile yanında bulunan 14 asılzâdeyi şâhane hil’atlerle süsledi ve ona Araplara verilen Antakya vergisinin yarısını hediye etti. S e l a h e â â i n prensin korkmadan yanı­ na gelmesini ve kendisine itimat göstermesini hayretle karşı­ ladı ve bu yüzden onu çok fazla ağırladı Sonra onunla sulh işini konuştu. S e l a h e â â i n buradan Şam’a gitti. İngiltere kıralı hemşirezâdesi Kont H a n r i 'yi A kkâ’da bıraktı. Sonra deniz yolu ile memleketine gitti. Onun memleketine varmadan öldüğü haber veriliyor. Yunanlıların 1503 (M. 1192) yılının ağustos ayı sonunda


ARAP

HÜKÜMDARLARI

463

Sultan K ı l ı ç A r s l a n Konya şehrinde vefat etti. Bu adam korku ve dehşet verici idi. Akıllı idi ve Rumlardan birçok memleketler almıştı. İhtiyarladığı zaman topraklarını oğullan arasında taksim etti ve bunların arasında fakir ve yoksul bir adam gibi yaşadı. Hangi oğlunun yanına gittiyse, oğlu rahat­ sız oluyor, o da onu bırakarak başka bir oğlunun yanına gi­ diyordu. Beroğlu emiri, oğlu G ı y a s ü d d i n K e y h u s r e v ' i n yanına gittiği zaman onu izaz ile karşıladı, iyi muamele etti ve istirahatini temin etti. K e y h u s r e v ordusunu topladı ve ih­ tiyar babası kendisi ile birlikte hareket etti ve Konya’ya karşı ilerleyerek burasını kardeşi K u t b ü d d i n ’den aldılar. Daha sonra Aksaray’a karşı hareket ettiler ve Sultan K ı l ı ç A r s l a n burada hasta düştü. Onun yanına oğlu K e y h u s r e v ' i getir­ dikleri zaman öldü ve Konya’da defnedildi. G ı y a s ü d d i n K e y h u s r e v , kardeşi R ü k n ü d d i n ın, daha sonra göstere­ ceğimiz gibi Konya’yı Allahın inayetiyle zaptetmesine kadar burada hüküm sürdü. K ı l ı ç A r s l a n 38 yıl hükümran ol­ muştu. Bu hükümdar M e s ' u d ’un, o da K ı l ı ç A r ş l a n ın, o d a S ü l e y m a n ’ın, o da K a t l a m ı ş ’ın, o da Y a b g u’nun, o da S e l ç u k ’un, o da D u k a k ' ın oğlu idi. K ı l ı ç A r s ­ l a n , hükümdarlık eden 12 oğul bıraktı. Bu sırada S e l a h e d d i n şiddetli bir hummaya tutuldu ve Arapların 589 1 yılının 2 inci ayının 27 inci gününde ve haf­ tanın 4 üncü gününde Şam’da vefat etti. On yedi erkek evlât ile bir kız evlat bırakmıştı. Ö ldüğü zaman hâzinesinde bir tek dinar ile 36 zuze bulunmuştu. Çünkü çok açık elli idi ve ba sayede yükselmişti. Denildiğine göre S e l a h e d d i n Şam’ı aldığı zaman hâzinedeki her dinar ve zuzeyi çıkardı ve huzu­ runda büyük bir yığın para topladı. Bunun üzerine M u k a d a m o ğ l u adını taşıyan birine şu emri v erdi: “Bunu asilzâdeler, atlılar ile köleleri arasında taksim et ve her adama bir avuç dolusu ver,, . Bu adam avucunun içine az para al­ dığı için Selaheddin onu tekdir etti ve "Avucunun içini 1 B e d j a n 'ın notu : «Selaheddin M ilâd ın 1193 y ılın ın 4. ezar gün üöld ü g ü zam an 57 y a şın d a id i. D e n ild iğ in e göre öleceği sırada em irlerden birin in , ke fe nin i bir sa rığ a asarak çarşıda dolaşm asını

ve şu sözleri söy­

lem esini e m retm işti : S ulta n Selaheddin

m alla rın d a n

nız bu kefen parçasını a lıp

g ö tü rd ü ».

ö ld ü ve b ütü n

y a l­


464

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

iyice doldur,, dedi. Mukadam oğla gülmeğe başladı. S e l ci­ fi e d d i n de niçin güldüğünü sordu. M u k a d a m o ğ l u şu cevabı verdi; “ N u r e d d i n ' in oturduğunuz yerde oturduğu bir günü hatırladım. Kendisine üzümle dolu bir sepet getiril­ mişti. Üzüm daneleri iri idi. N u r e d d i n emretti: “Bu üzüm­ leri eşraf arasında avuç avuç dağıt,,. Ben de avucumu doldura­ rak vermeğe başladım. Bana “Dikkat et, dedi üzümleri bu şe­ kilde dağıtırsan hepsine yetişmez.,, S e l a h e d d i n de güldü ve “Hasislik hükümdarlara değil bezirgânlara yakışır. Onun için tek avuçla değil çift avuçla dağıt,, dedi. Orada bulunan­ ların biri kendisine isabet eden avuçta 158 dinar bulunduğunu söylüyor. Selaheddin A kkâ’nın karsısında karargâh kurduğu sırada ordunun kadısı ile birlikte birgüıı at sırtında dolaşırken Yahudinin biri bağırdı ve şu sözleri söyledi: “Arapların şeriatinden yardım diliyorum,,. Köleler bu adama sordular: “Hasmın kim ve kimin tecavüzüne uğradın?,, Yahudi şu cevabı verdi: “Hasmım sultanı kendisidir ve onun köleleri bana te­ cavüz ettiler,,. S e l a h e d d i n bu sözlerden hiddetlendi ise de derhal atından indi ve kadı da aynı şekilde hareket etti. Sonra Selaheddin kadının karşısında yahudi ile beraber yanyana durdu ve yahudi şu sözleri söyledi: “Ben bir yahudiyim ve Şam tacirleriııdenim. Deniz yolu ile İskenderiye’den geliyo­ rum. Yanımda 20 yük şeker vardı. Akkâ limanına çıkınca si­ zin adamlarınız beni soydular ve bana şu sözleri söylediler: “Sen bir kâfirsin ve senin malların sultanın hakkıdır.,, Bunun üzerine S e l a h e d d i n şekeri alanları getirtti, bunlar şekeri hâzineye vermiş olduklarını söylediklerinden şekerin bedeli onun emri ile yahudi tacire verildi. Diğer bir gün Sultan S e l a h e d d i n eşraf ile birlikte oturuyordu. Çocuk yaşında olan köleler birlikte oynuyorlardı. Bunlardan biri ayağındaki sandalı alarak diğerine attı ve san­ dal S e l a h e d d i n ’in dizi dibine düştü. Sultan derhal yü­ zünü başka bir tarafa çevirdi ve yanındaki adamla konuşma­ ğa dalarak hadiseyi görmemiş gibi davrandı. Diğer bir gün sultan susamış ve su istemişti. Köleler bir­ birlerine “Sen getir,, deyerek ve işi birbirlerine atarak suyu getirmediler. Bunun üzerine S e l a h e d d i n tekrar su istedi ve


ARAP

HÜKÜMDARLARI

465

böylece emrini beş kere tekrarladı. Su g-elince suyu içti ve zerre kadar hiddet göstermedi. Diğer bir gün hastalıktan kalkmasını müteakip hamama gitmiş ve bir miktar soğuk su istemişti. Suyun bir kısmını vücudunun üzerine serpti. Titremekte olduğundan su içmek istemedi, fakat daha sonra susuzluğu arttı ve ıstırap duymağa başlayarak tekrar su istedi. Suyu getiren adam sinir yüzünden titremiş ve elindeki bütün su sultanın üzerine dökülmüştü. Sul­ tan fena halde titrediği halde kölesine yalnız şu sözleri söylede: “Kasdın beni öldürmekse bilelim,,. S e l a h e d d i n ' in ölümü üzerine Halat valisi B u h t a m a r keyfiyetten haber aldı ve son derece sevindi. Sonra askerlerini topladı ve Maiperkat’a doğru yürüdü. Sonra Şaharman’ın kölesi olan Hazar Dinarî namında bir adam çıktı, onu öldürdü ve yerine geçti. Kendisi Buhtamar’ın damadı olduğundan ismi Mahmud olan küçük oğlunu öldürmedi, belki kendi evlâdı imiş gibi yetiştirdi. Aynı yıl içinde İsmailîlerin reisi olan S i n a n , Masrayat’ta öldü ve yerine N â s ı r adını taşıyan bir Iranlı geçti. Bütün Arap ve Frank hükümdarları bu S i n a n ’dan kor­ karlardı. Kendisi hançerler yaptırmış ve bunlardan herbirinin üzerine kırallardan birinin adını yazdırmıştı. Hançerlerden biri­ ne verdi mi, öldürülecek adam denizin göbeğinde olsa dahi, onun emri mutlaka yapılırdı. S i n a n yabancıların ilmine vakıftı ve ruhların tenasühüne inanırdı. Kendi fırkasına mensup adam­ ların herbirine Aflâtun’un akidesini öğretirdi. Bu yüzden bunlar ölümü istihkar eder ve öldürüldükleri halde bu dünyadan göç­ mediklerine inanırlardı. S i n a n birçok defalar kendini gizledi; bu yüzden öldüğüne dair haberler yayıldı. Fakat çok geçme­ den tekrar göründü. Kendisi müteaddit defalar gizlenmiş oldu­ ğu için öldüğü zaman köleleri ölümüne inanmamışlardı. Yunanlıların 1504 (M. 1193) yılında Kilikya hâkimi L e o n bir suikast tertip ederek Antakya prensi P r a y n s B o h ai m o n d ’a ele geçirdi. Yukarıda söylediğimiz gibi Bagras, L e o n a ait olduğu için Araplar burasını bırakıp kaçtılar, o da burasını aldı. B o h a i m o n d , Bagras’ın Ermeni hâkimini prens ile gizli tertibat almağa sevketmek istedi, onun efendisi olan Leon’a karşı isyan ederek kaleyi P r a y n s 'a teslim etmesini ve Antakya’ya gidip orada ikamet etmesini bildirdi. Bagras hâkiEbu’l - Farac Tarihi, F. 30


466

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

mi bu teklifi P r a y n s 'a . gönderdi ve Bagras’ı ona teslim etmeği va’d etti. P r a y n s da ona inandı ve karısı ve çocuğu beraber olduğu halde sür’atle hareket etti. Bunlar Bagras’ın karşısındaki Kuyu önünde karargâhlarını kurdular ve Bagras hâkimi bunlara gıda ve şarap gönderdi. Sonra bunlara “G ün­ düzün kaleye çıkmak imkânsızdır. Ortalık karardıktan sonra gelirseniz kapıları açık bulursunuz ve gizlice içeri girersiniz. Birlikte atlılar bulunmasın ki, nöbetçiler bunları görüp sırrı­ mızı keşfetmesinler. Atlılar civarda gizlenmeğe devam et­ sinler,, dedi. P r a y n s bunlara inanarak Kuyu’nun önünden hare.ket etti ve Antakya’ya gitmekte olduğunu iddia etti. Ortalık kara­ rınca karısı ve oğlu, kendisine hizmet eden çocuklarla birlikte geri döndü, kale kapısına yaklaştı, kapının açık olduğunu gördü ve yanındakilerle birlikte sevine sevine içeri girdi. Bagras hâkimi bunlara “Siz burada yatın ve gün doğuşuna kadar istirahat edin. Biz de tertibat alır, atlıları kısım kısım içeri alır ve muhafızları yakalarız,, dedi. Bunlar yattıktan sonra hâkim burada gizlenmiş oîan ve birçok Ermenilerle birlikte gelen L e o n a haber gknderdi, o da Bagras’a geldi, P r a y n s ' ı yakalayarak kendisine zincir vurduğu gibi, karısını ve oğlunu da demirden bağlar içinde tuttu. P r a y n s , L e o n ’un kar­ deşi R u p i n'e işkence ettiği için Leon da Prayns’a son derece şiddetli işkenceler etti. İngiltere kiralının kızkardeşinin biraderi Hanri’nin gelip tavassut etmesine ve andlaşmalar yapmasına kadar P r a y n s , Leon’un yanında esir kaldı ve bunun üzerine serbest bırakıldı, L e o n , K ı l ı ç A r ş l a n’ın ölümünden sonra çok kuvvetlendi, kısmen Türklerden, kısmen Rumlardan 72 kale zaptetti ve bütün muharebelerinde bir fatih olarak göründü. Musul emiri İ z z ü d d i n M e s 'u d , S e l a h e d d i n ' in öldüğünü haber aldıktan sonra Suriye saltanatını geri almağı hararetle özledi ve kardeşi olan Sincar ve Nisibis emiri İ m ad ü d d i n'e ve kardeşinin oğlu Cezire emiri S e n c a r ş a h ' a ve Erbil emiri Z e y n ü d d i n oğlu M u z a f f e r ü d d i n'e haberler göndererek birlikte hareket için hazır olmalarını ve S e l a h e d d i rc’in hânedamna tâbi şehirleri zapt için hareket etmelerini istedi. Bunun üzerine S e l a h e d d i n ' in en büyük


ARAP HÜKÜMDARLARI

467

oğlu olup kardeşleri yerine Şam’da hüküm süren A f d a l o zaman Şam’da bulunan amcası Â d i V'ı istedi, o da Atabegler hânedanı ile yapılacak muharebeye iştirak etmek ve askerlerin başında bulunmak üzere bir kuvvet getirdi. A f d a l Mısır’da hüküm sü­ ren diğer kardeşi M e l i k A z i z e ve Halep’te hükük süren di­ ğer kardeşi M e l i k T a h ir e, Hama’da hüküm süren amcazâdesi T a k i y y ü d d i n’in kardeşi N a s ı r ü d d i n ’e ve Emesa’da hüküm süren babasının amcazâdesi N a s ı r ü d d i n oğlu M e lik M ü c a h i d ’e haberler gönderi, hepsinden askerler topladı ve bunları amcası Â d i l ile birlikte yola çıkardı. Â d i l hareket ederek Edessa havalisindeki Rihan çayırında karargâh kurdu. Musul emiri i z z ü d d i n keyfiyetten haber alarak o da taraflarlarını topladı ve Nisibis’e geldi. Fakat burada dizanteriye tutuldu ve Musul’a dönerek kısa bir zaman sonra öldü. Bu emir güzel huylu, çok merhametli ve mütevazi bir adamdı. Hiçbir kimse onun müstehcen bir tek söylediğini işitmedi. Gözlerini daima öne doğru dikerdi ve kendisinden birşey dileyen bir kimseye “Hayır,, dememişti. N u r e d d i n A r s l a n ş a h yerine geçti ve M ü c a h i d ü dd i n K a y m a z 'ın idaresini ele aldı. Arapların 590 (M. 1193) yılında A l â e d d i n T a k ı ş H a r e z m ş a h Horasan’dan çıktı ve Rey şehri civarında Sultan T u ğ r u l ile harp mey­ danında karşılaştı. T u ğ r u l maktûl düştü, kellesi Bağdad’a

gönderildi ve halifenin sarayının kapısında bir kamış üzerinde asılı durdu. H a r e z m ş a h , Hemedan’a ve diğer memleketlere hâkim

oldu ve P e h l i v a n oğlu K u t l u I n a n a g (lnaığh?)’ı ve­ kil tayin etti. Bu zat daha önce Hemedan hâkimi idi ve H a r e z m ş a h ’ı nezdine getirtmişti. Çünkü sultan T u ğ r u l onun hapishânesinden kaçarak kendisine karşı üstünlük ka* zanmış ve ondan memleketler almıştı. Bu T u ğ r u l ile Sel­ çukluların Horasan’daki saltanatı sona erdi ve Selçukluların Rum diyarında bulunanları kaldılar. T u ğ r u l , A : s l a n ’ın oğlu idi, o da T u ğ r u l ’un, o da M a h m u d ’un, o da M u h a m m e d 'in o da M e l i k ş a t i m, o da A l p A r s l a n ' m o da D u k a k' ın, o da D a v u d ' u n yani Ç a ğ r ı B e y ' in, o da M i k â i l ’in, o da Ş e l ç u k ’un, o da D u k a k ' m oğlu idi.


468

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

Bu yıl içinde Mısır hükümdarı M e l i k A z i z büyük kar­ deşi A f d a l ’dan Şam’ı almak üzere geldi ve amacı M e l i k  d i l ikisi arasında sulh yaparak Kudüs’ün M e l i k A z i z’e, Gabala ve Lâzikıye’nin Halep emiri M e l i k T a h i r ' e ve Mısır’da bazı köylerin A d i l ’e ait olmasını kararlaştırdı. Böylece sulh oldu ve herbiri kendi ülkesine gitti. Arapların 591 (M. 1194) yılında Halife N â s ı r asilzade­ lerinden biri olan S e y f ü d d i n T u ğ r u l ile İsfahan’a bir ordu gönderdi. Buranın ahalisi başlarında bulunan Harezmli zâlimlerden nefret ettikleri için şehri ona teslim ettiler. Yine bu yıl içinde Mısır hükümdarı M e l i k A z i z yine Şamı kardeşi M e l i k A f d a l ' d e n almak üzere hazırlandı. A f d a l keyfiyetten haber alınca amcası A d i l ’in bulunduğu Cafer kalesine ve kardeşi T a h i r ' in nezdine bizzat gitti, onlardan yardım diledi, onlar da kendisi ile birlikte Şam’a geldiler. M e l i k A z i z de gelmiş ve Şam bitişiğinde karargâhını kurdurmuştiı. Bunun üzerine S e l a h e d d i n’in eski köleleri M e l i k A z i z ' e karşı hiyanet ettiler,  d i l ve A f d a l ' e

ha­ ber göndererek “Bize geliniz, biz de bu adamı size teslim ederiz,, dediler. Aziz hiyanetten haber alarak doğrudan doğ­ ruya ve sür’atle Mısır’a döndü. Bunun üzerine  d i l ve Af d a l onu takip ederek Mısıra gittiler ve Bülbeys’e karşı karar­ gâh kurdular. Bunlar Mısır’ı almağa muktedir idiler, fakat Adil,

A f d al'ı

tuttu

ve

sulh

yaptı. A f d a l da Şam’a

döndü ve Kudüs de ona ait oldu.  d i l ise Mısır’ı istilâ et­ ti ve M e l i k A z i z ’in idaresini ele aldı. Arapların 592 (M. 1195) yılında M e l i k  d i l ve M e l i k Mısır’dan çıktılar ve Şam’a karşı karargâh kurarak bu­ rasını M e l i k A f d a l ’ın elinden almak istediler. A f d a l sur­ lar üzerinde harbe hazırlandı ve şehrin kapılarını ve surlarını asilzâdeleri arasında taksim etti. Bu sırada Emesa ahalisinden olup ismi İzzüddin olan ve Şam’ın şark kapısını muhafaza et­ A ziz

mekte olan adam, A f d a / ’a hiyanet etti ve  d i l ’i Şam’ın içine soktu. O da amcası E s e d ü d d i n Ş i r k u h ’un ma­ hallesinde karargâhını kurdu, M e l i k A z i z de şehrin içine girdi. Bunlar şehri M e l i k A f d a l ' dan aldılar ve ona Sarhad kalesini verdiler. O da buraya gitti, M e l i k A z i z Mısır’a dön­


ARAP

HÜKÜMDARLARI

469

dü ve A d i l, M e l i k A z i z ’e tâbi sayılan Şam’da kaldı. Fakat asıl kumanda umumiyetle  d i /’de idi ve M e l i k A z i z buna yalınız suretâ sahipti. Halep emiri M e l i k T a h i r mükerrer de­ falar M e l i k A f d a l ' a müracaat ederek şu sözleri söyledi: “A d i l ’e güvenme, ondan bize hayır gelmez ve ben onu siz­

den iyi tanırım. Gerçi o hepimizin amcasıdır, fakat ben üste­ lik onun damadıyım. Ondan bize iyilik gelse idi ben hepiniz­ den fazla ona yakın olduğum için bu iyiliğin bana isabet et­ mesi gerekirdi,,. A f d a l şu cevabı verdi: “Düşüncen doğru değildir. Bu adam babamızın yerindedir. Ondan bize nasıl fe­ nalık gelebilir?,,. Arapların 593 (M. 1196) yılında  d i l Ingiltere kiralının ölümü ile onunla S e l a h e d d i n arasında yapılan musalâhanm infisah ettiğini ileri sürerek Franklarla harp etti. A d i l ' Joppa’ya karşı karargâh kurarak burasını harp ile aldı. Bunun üzerine sahil üzerindeki Franklar içerideki olan Franklara şu haberi gönderdiler : "Sür’atle gelip bize katılmazsanız Araplar bütün sahil boyuna hâkim olacaklar,,, içerdeki Franklar da bunlara birçok askerler gönderdiler ve bunların başına şanşölye (Şansler) ismi verilen kilise oğullarından birini geçirdiler. Bunlar hareket ettiler, Tablin’e karşı karargâh kurdular ve bu şehre karşı şiddetli bir muharebe yaptılar. Bunlar şehri almak üzere iken Akkâ kontu H a n r i 'nin yüksek bir yerden düşerek öldüğünü haber aldılar. Böylece bunlar başlarında bir kıral bulunmadığı için muharebeyi durdurdular ve Kıbrıs prensini getirterek Hanri’nin karısını ona verdiler.  d i l keyfiyetten haber alarak ona haber gönderdi ve Berut'un Franklara, Tabnin ın Araplara ait olması şartiyle kendisi ile sulh yaptı. Franklar da Tabnin i bıraktılar ve gittiler. Aynı yıl içinde H a r e z m ş a h T a k ı ş oğlu M e l i k ş a h Nişabur’da vefat etti ve onun yerine K u t b ü d d i n M u h a m ­ m e d geldi. Halbuki babalarının vasiyetine göre saltanatın ona değil, fakat kardeşi H e n d o k H a n ’a ait olması icap ederdi. Bu sırada S e l a h e d d i n ' in kardeşi E y y ü b oğlu S e y f ü d d i n el-Islamî

Tuğtekin

vefat etti. Kendisi Taimna üzerinde

hâkimdi ve oğlu İ s m a i l yerine geçti. Fakat hükümdarlığa ka-


470

A B U ’L - F A K A C TARİHİ

biliyetsizliği yüzünden memleketin eşrafı ona karşt geldi ve onu öldürdüler. Arapların 594 (M. 1198} yılında İ m a d ü d d i n b. Z a n g i b. M e v d u d b. Z a n g i b. A k s u n g u r vefat etti. Kendisi Sinear, Nisibis, Habura ve Kalonikus emiri idi. Onun yerine oğlu K u t b ü d d i n M a h m u d hüküm sürdü ve babasının kölesi Y a k ş oğlu M ü c a h i d ü d d i n onun idaresini ele aldı. Aynı yıl içinde Musul emiri N u r e d d i n A r s l a n ş â h Nisibis'e karşt hareket etti ve burasını amcasının oğlu K u t ­ b ü d d i n M u h a m m e d 'in elinden aldı. Çünkü K u t b ü d ­ d i n Musul hududu üzerinde ve iki nehir bölgesinde bulunan bazı köylere el uzatmıştı. Kendisi köylülerin idaresi için bir elçi gönderdi ise da talebi reddolundu, N u r e d d i n de bir ordu toplayarak Nisibis’e karşı hareket etti. K u t b ü d d i n de geldi, fakat kırıldı ve Harran’a gitti. O da  d i /’e haber gön­ derdi ve kendisinden yardım diledi. N u r e d d i n , Nisibis’e girdikten sonra birkaç gün içinde askerleri hastalığa tutuldu ve Musul eşrafından altısı öldü. M ü c a h i d ü d d i n K ı y m a z namındaki veziri bunlar arasında idi. Bu yüzden N u r e d d i n , Nisibisi bırakıp Musul’a geldi ve buranın emiri K u t b ü d d i n burasını tekrar teslim etti. Aynı yıl H a r e z m ş a h , Buhara şehrine gitti ve burasını Kafalılardan yani Çinlilerden aldı. Buhara’daki Araplar, Çinli­ lerle dostluk şartları içinde yaşadıkları ve Çinliler Arapların dini üzre olmamakla beraber akıllı ve insaflı oldukları için şehrin surları üzerinde son derece şiddetle harbettiler. Nihayet bir köpeği alarak ve onu Harzemşah’a benzer tarzda giydi­ rerek Harezmlileıe attılar ve “Bu sizin hükümdarınızdır,, de­ diler. Fakat Harezmşah şehri kılıç kuvveti ile aldıktan sonra bunların kabahatini aklına getirmiyerek kendilerine altın verdi ve onlara sadakat yemini ettirdi. Aynı yıl içinde M e l i k  d i l Mardin’e karşı hareket etti ve bu şehre karşı şiddetle muharebe etti. Buranın emiri küçük bir çocuktu, adı H ü s a m e d d i n idi ve idaresini çeviren zat Y a k ş oğlu N e t a m e d d i n idi. Kalenin içindekiler hiyanet ettiler, şehri  d i Z’e teslim ettiler ve askerler şehre girerek onu yağma ettiler ve tüyler ürpertici zulümler irtikâb ederek şehir içinden kaleye karşı muharebeye devam ettiler.


ARAP

HÜKÜMDARLARI

471

Arapların 595 (M . 1198) yılında S e l a h e d d i n in oğlu olan Mısır hükümdarı M e l i k A z i z vefat etti. Aziz çölde bu­ lunuyordu. Bir kurdun kendisini takip ettiğini görerek atından düştü ve bir hummaya yakalandı. Sonra Kahire’ye döndü ve burada vefat etti. A z i z , M e l i k M a n s u r adını taşıyan bir küçük çocuk bırakmıştı. Bu yüzden eşraf arasında ihtilâf başgösterdi. Bunların bir kısmı çocuğun babasının yerine geçir­ mek, bir kısmı Â d i f i bir kısmı da A f d a l ’ı hükümdar ilân etmek lehinde idiler. A f d a l ' i isteyen taraf kuvvetli idi, bununla beraber M e l i k M a n s u r u Sarhad’tan getir­ diler ve tahta geçirdiler. Bunun üzerine A f d a l ’ı isteyenler kaçtılar ve gidip Kudüs'ü aldılar. Afdal Mısırlılardan bir ordu alarak Şam’a gitmek istedi. Şamlılar da Mardin’e karşı muharebe etmekte olan M e l i k A d i /’e vaziyeti bildirdi­ ler. O da oğlu K â m i l M u h a m m e d ' i Mardin kalesine bıraktı ve telâş içinde Şam’a koştu. A f d a l de geldi, asker­ lerini Şam’a karşı yürüttü, fakat askerleri kendi aleyhinde ay­ rılıklar içinde idiler. O da burasını bıraktı ve tekrar Mısır’a gitti. Buraya gelişi beyhude idi. Â d i l ’ia oğlu K â m i l Mardin kalesi içinde bulunanları gı­ dasızlık ve hastalık yüzünden büyük ıstıraplara uğrattığından kalenin içinde bulunan H ü s a m e d d i n ' in idare âmiri Ne t a m e d d i n kaleyi teslim etmek üzere idi. Fakat Musul emiri N u r e d d i n ile Sincar emiri ve amcazâdeleri ve Cezire emiri keyfiyetten haberdar olunca son derece rahatsız oldular ve

birbirlerine şu sözleri söylediler: “A d i l ' i n hânedanı Mardin’e hâkim olursa bizi de, bütün arazimizden mahrum ederler,,. ‘Bu yüzden sür’atle anlaştılar ve hep birlikte Dunaiser'e gitti­ ler. Kâmil buna karşı ovaya indi ve burada atabeğlerin oğul­ ları onunla dövüşerek ordusunu kırdılar. K â m i l ile beraberin­ de bulunanlar, Mardin’den kaçtılar. Bunlar şehre girince kalede bulunanların aşağı inerek çadırlarını yağma etmiş olduklarını gördüler. K â m i l geceleyin askerlerini alarak Harran’a ve Harran’dan Şam’da bulunan babasının yanına gitti. Denildiğine göre Kâmil’e mensup olanlar dağdan ovaya inmemiş olsalardı Atabeg hânedanı onları Mardin’den göçmeğe mecbur edemez­ di ve bunlar kaleyi de alırlardı. Fakat şanı yüce olan Allah ne dilerse onu yapar.


472

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

Arapların 586 (M. 1198) yılında M e l i k  d i l askerlerini topladı ve Mısır toprağına gitti. A f d a l haber alarak asker­ lerini topladı ve yola çıkarak amcası ile muharebe meydanında karşılaştı ise de ordusu kırıldı ve kendisi geceleyin kaçarak Kahire’ye gitti. Adil de Kahire’ye karşı karargâhını kurarak ona karşı harb açmak istedi. Bunun üzerine eşraf onu sulh iste­ meğe teşvik ettiler. Çünkü  d i l ' in kuvvetine denk olacak bir kuvveti yoktu. A f d a l , A d i l e sulh için müracaat etti ve Mısır yerine Şam’ın kendisine verilmesini istedi ise de M e l i k A d i l buna razı olmadı. Bunun üzerine A f d a l , Edessa ve Harran’ı istedi. Fakat Adil bunları da vermeği kabul etmedi. Bunun üzerine A f d a l Mairperkat, Hani ve Cebel Cur’u istedi ve A d i l muvafakat etti. İkisi anlaştılar ve A f d a l Mısır’dan çıkarak Sarhad’a gitti ve adamlarını göndererek Maiperkat’ın teslim olmasını istedi.  d i l'in oğlu N e c m e d d i n itiraz ederek burasını teslim etmeyeceğini söylediğinden A fkeyfiyeti  d il'e . bildirdi ve “Oğlunuz emrinize isyan ediyor ve sizi dinlemiyor,, dedi. A f d a l onunla oğlu arasında geçeni anladıktan sonra ona iltihak etti ve mesele hakkında başka bir elçi gönderdi. Aynı yıl içinde Harezm ile Horasan’­ ın bir kısmına ve Rey ile diğer dağlık memleketlere hâkim olan A l p A r s l a n oğlu H a r e z m ş a h T a k ı ş vefat etti ve onun yerine babası tarafından kendisine A l â e d d i n ismi verilen K u t b ü d d i n M u h a m m e d ’in oğlu geçti. Aynı yıl içinde Mısır’da devrinin en meşhur ulemasından olan K a d ı F a d ı l vefat etti. dal

Arapların 597 (M. 1200) yılında  d i l M e l i k A z i z ’in oğlu genç M e l i k M a n s u r adının hutbelerde okunmasını dur­ durdu. Eşraf bu hareketi yanlış buldular ve keyfiyeti Sarhad’da bulunan M e l i k A f d a l ’a ve Halep’te bulunan kardeşi m e l i k T a h i r e bildirdiler ve bunlara şu sözleri söylediler: “Geliniz ve Şam’a karşı karargâh kurunuz. M e l i k  d i l sizinle harbet­ mek üzere çıktığı zaman biz onu esir alır ve sizin elinize veririz,,. Âdil bu vaziyetten bir dereceye kadar haberdar olduğu için Şam’da bulunan oğlu Melik M u t a m Ş e r e f e d d i n Is a 'y a haber göndererek derhal hareket etmesini ve A fdal"\ Sarhad’taki kalesine kapamasını istedi. A f d a l bun­


ARAP

dan

HÜKÜMDARLARI

473

haber alarak Sarhad’tan telâşla hareket etti ve Halep’te

bulunan kardeşi T a h i r in yanına geldi. Bunların ikisi A d i l ' e ait olan Mabbuğ’a gittiler, burasını aldılar, sonra Necm kalesini aynı şekilde ele geçirdiler. Sonra döndüler ve Hama’ya karşı hareket ettiler. T a k ı y y ü d d i n oğlu N a s ı r ü d d i n bun­ lara 30.000 Sur dinarı verdiğinden onu bıraktılar, Ba’Iebek yolu ile Şam’a karşı hareket ettiler. A f d a l ile T a h i r Şam’ı alınca onu M e l i k A f d a l ' a vermek hususunda anlaşmışlardı. Bunlar daha sonra Mısır’a gidecekler, Mısır’ı alınca Melik A f d a l Şam’ı T a h i r ' e verecek ve kendisi Mısır’da hüküm sürecekti. İki kardeş bu maksatla Şam’a karşı harbettiler. Fa­ kat burasını tam zaptedecekleri sırada M e l i k T a h i r , kardeşi M e l i k A f d a l ' ı kıskanarak ona şu sözleri söyledi: “Şam be­ nim olsun, ben de sizin Mısır’ı almanız için askerlerimi size veririm. “A f d a l şu cevabı verdi: “Validemin ve ailemin Emesa’da el kapısında bulunduklarını bilmiyor musunuz? (Çünkü A f d a l bunları Sarhad’tan getirerek babasının bir kölesi olan Z e y n i i d d i n K a r a c a ’ya emanet etmiş ve böylece onun yardımını temin etmişti). Bunun için Şam’ı bana bırak da bu kadınlar burada barınsınlar ve bizim Mısır’ı almamıza kadar sizin de buna razı olmanız icabeder,, . M e l i k T a h i r itiraz etti ve bu teklifi kabul etmedi. Eşraf iki kardeş arasındaki ayrılığı görerek bunları bıra­ kıp gittiler ve bir kısmı  d i l ' e iltihak etti, bir kısmı da Şam’da kaldı. Bunun üzerine iki kardeş M e l i k  d i l ’e müracaat ede­ rek sulh istemeğe karar verdiler ve M e l i k  d i l ' e başvurdu­ lar.  d i l , M e l i k T a h i r ' e Halep’ten başka Mabuğ, Apamia, Kafr Tab ve Muarra’nm bir kısmını verdi ve M e l i k A f d a l ' a Samusata, Seruğ, Ra’s Ayn ve Cumlin’i verdi. M e l i k  d i l bunun üzerine Şam’a gitti, diğerlerinin herbiri de kendi ülke­ sine gitti. Bu sırada yani A f d a l ile  d i l ' m Şam’a karşı karargâh kurmuş oldukları sırada N u r e d d i n askerlerini topladı ve amcasının oğlu Sincar emiri K u t b ü d d i n M u h a m m e d ' ı ve Mısır emirini yanına alarak Bet Nahrin’i  d i l ' ı n hânedanından çekip almak istedi. Bunlar Ra’s Ayn’a vardıkları zaman mevsim yaz olduğu için hastalandılar. Adı M e l i k F a i z


474

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

olan  d i l ' in oğlu Harran’da idi ve N u r e d d i n ' e müracaat ederek sulh istedi. N u r e d d i n , A f d a l ve T a h i r ile amca­ ları A d i l arasındaki dostluktan haber aldığı ve kendisi has­ talığa uğradığı için sulha razı oldu, bunlar da karşılıklı ant­ laştılar. N u r e d d i n Musul’a döndü, diğerlerinden herbiri de kendi memleketine gitti. Aynı yıl içinde M u i z z ü d d i n K a y s e r ş a h ’ın "Malat­ ya’da hüküm sürdüğü sırada kardeşi olan K ı l ı ç A r s l a n oğlu R ü k n ü d d i n S u l t a n ona hücum etti, memleketine karşı harp açtı ve Yunanlıların 1511 (M. 1200) yılının haziran ayında memleketini zaptetti. M u i z z ü d d i n K a y s e r ş a h kardeşinden kaçarak kayınbabası olan M e l i k A d i /’in yanına geldi. M e l i k A d i l onu Edessa’da ikamet ettirdi ve kendisine levazım verdi. R ü k n ü d d i n buradan Erzenerrum’a gitti. M e l i k M u ha mm e d ' in oğlu burada bulunuyordu. Bu zat S a l t a k ’ın oğlu idi

ve çok eski bir âileye mensuptu. Bunlar uzun bir zamandanberi Erzenurrum’da hüküm sürüyorlardı. Buranın emiri tevazu içinde R ü k n ü d d i n in yanına gitti ise de R ü k n ü d d i n onu yakaladı, hap.se attı ve şehri aldı. Sonra onun kardeşi G ı y a s ü d d i n K e y h ü s r e v den Konya’yı zaptetti ve G ı y a s ü d d i n Suriye’ye kaçarak Halep emiri M e l i k T a h i r ' in yanına geldi, keyfiyeti ona bildirerek elinden tutmasını ümit etti. Fa­ kat T a h i r ona yardım etmediği için o da buradan ayrıldı, kendisini gizledi ve bir yerden bir yere göçe göçe İstanbul’a vardı. Rum kıralı onu son derece ağırladı ve büyük asilzâdeleı den birinin kızını ona zevce olarak verdi. Kendisi Frankların, ileride göstereceğimiz gibi, İstanbul’u almalarına kadar burada yaşadı. Frankların İstanbul’a hâkim olmaları üzerine G ı y a s ü d d i n kalelerden birinin emiri olan babasının yanına kaçtı. Kayınbabası ona şu sözleri söyledi: “Allah bize teselli verin­ ceye kadar bu kale sana da, bana da yetişir,,. G ı y a s ü d d i n kardeşinin ölümüne kadar burada kaldı. Aynı yıl içinde Mısır’da kıtlık oldu. Çünkü Nil nehri her sene olduğu gibi taşmadı. İnsanlar ölü hayvanların ve insanla­ rın etlerini yediler. Kıtlıktan sonra veba başladı. Bir zelzele koptu ve Şam, Emesa, Hama, Trablus, Sur, Akkâ ve Şamrin


ARAP

HÜKÜMDARLARI

475

(Samarya) ’deki birçok binalar ve yüksek surlar yıkıldı. Zelzele Bet Romaya’ya kadar yayıldı, fakat şarkta şiddetli olmadı. Arapların 598 (M. 1201) yılında H a r e z m ş a h M u h a m ­ m e d b. T a k ı ş Horasan’a gitti ve Maru (Merv) ve Nişapur’u G ı y a s ü d d i n’den ve kardeşi Ş e h a b ü d d i rc’den aldı. Çünkü buraları vaktiyle kendisine aitti. Fakat Harzeme gitmesi ve babası G ı y a s ü d d i n’in cenazesi ile meşgul olması sırasında bu yerleri almışlardı. Kendisi bunlara şu haberi gönderdi: “Ben sizden bu şekilde hareketi ummuyordum. BiPakis sizin Çinlilere karşı bana yardım etmenizi bekliyordum. Bana yardım etmemiş olduğunuza göre bana zarar vermek hakkınız değildir,,. Bunlar ona dostçasına bir cevap vermedikleri için, o da bu şe­ hirlere geldi ve bunları kılıç kuvveti ile aldı. G ı y a s ü d d i n damla hastalığından son derece mustarip olduğu için mağlûp oldu. Onun kardeşi Ş e h a b ü d d i n bu sırada Hindlilerle harbetmekte idi. Arapların 599 (M. 1202) yılında Mısır ve Şam sultanı Eyyub oğlu M e l i k  d i l E b û B e k i r , oğlu M e l i k E ş r e f M u s a ile birlikte Mardin’e karşı askerler gönderdi, burasını günlerce muhasara etti ve etraftaki köyleri ve araziyi zaptetti. Bunun üzerine S e l a h e d d i n oğlu M e lik T a h i r G a z i aralarına gir­ di ve Mardin emirinin herbiri 6 zuze kıymetinde 150.000 beyaz dinarı M e l i k  d i l ' e vermesi ve A d i l ' in ismini hutbeler­ de okutması,  d i T m ismini zuze ve dinarlar üzerine basması şartı ile iki tarafı barıştırdı. M e l i k T a h i r de paranın tutarın­ dan 20.000 dinar ile Şabaktan ülkesindeki Kuradi şehrini aldı ve E ş r e f kalkıp gitti. Bu sırada Türkmenler eşkıyalık eden çeteler teşkil ederek memleketlerde birçok tahribat yaptılar ve insanlar atlıların ve silâhlı kimselerin yardımı olmaksızın yol­ larda seyahat edemez oldular. Bu yıl içinde  d i l kardeşinin oğlu A f d a l ' d a n Seruğ, Ra’s Jumlin şehirlerini geri aldı. Kardeşi Halep emiri T a h i r de A f d a /’dan Necm kalesini aldığından A f d a l ’m elinde yal­ nız Samus kaldı. Amcası ile kardeşinin kendisine fenalık ettik­ lerini gören A f d a l Malatya ve Konya hâkimi K ı l ı ç A r s l a n oğlu Sultan R ü k n ü d d i n’e elçi gönderdi, ona tâbi olan ve hutbe­ lerde onun adını okuttuğu gibi onun adını zuzelere bastırdı ve böylece Diyar-ı Rum emirlerinden biri gibi oldu. A f d a l , vali­


476

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

desini M e l i k  d i /’e gönderdi, o da oğlundan aldığı şehirleri iade etmesi için yalvardı. Fakat  d i l onun ricalarını kabul etmedi. Sultan S e l a h e d d i n ölümünden sonra cezasını böyle buldu ve Atabeğ hânedanına yaptıklarının karşılığını aynen gördü. Çünkü Musul emiri anasını ve amcasının kızını ona gönderip yalvardığı halde ricalarını kabul etmemişti. Aynı yıl M e l i k  d i l M e l i k A z i z'in oğlu M e l i k M a n s u r u Mısır’dan çıkardı ve onu biraderleri ve hemşireleri ile birlikte Edessa şehrinde yaşamağı mecbur etti. Çünkü Mı­ sırlıların onu hükümdar yapmalarıudan korkuyordu.

T a tar olan Moğolların saltanatının

başlangıcına dair Tatarların dış memleketlere yayılmalarından önceki ilk yurtları malûm bir vadi idi (?). Yani dünyanın şimali şarkın­ daki büyük ova idi. Bunun boyu ve eni 8 aylık seyahatti. Memleketleri şark tarafından Kataya Sınaya’ya yani Kata’ya, batı tarafından Uygur Türklerinin memleketine, kuzey tarafından Salapgay (Seber, Sibirya) denilen memlekete , güneyden Hin­ distan’a kadar uzanıyordu. İlk hükümdarları olan Cingiz Han’m zuhurundan evvel bunlar başsız yaşıyorlardı ve Kata’ya yani Çinlilere vergi veriyorlardı. Bunlar köpek ve kurt derilerini giyiyor, fare (sıçan) vesair mülevves hayvanların eti ile yaşıyor ve kısrakların sütünü içiyorlardı. Aralarında büyük emirlerin alâmeti ata bindikleri zaman demirden yapılan üzengiler kul­ lanmaları idi, başkalarının üzengileri ise tahtadandı. Yunanlıların 1514 ( M. 1203) ve Arapların 599 yılın­ da U n k H a n , yani hıristiyanlar kıralı J o h n K r i t diye tanılan H a n barbarlar kabilesine hakim olduğu sırada C i ng i z H a n onun hizmetlerini mütemadiyen îfa etmekte idi. U n k Han onun yüksek zekasını görerek ve günden güne ilerlediğiin göz önünde tutarak onu kıskandı, onu hîle ile ele geçirmek ve öldürmek istedi. U n k H a n m adamlarından iki genç bu hiyanete vakıf olarak C i n g i z ' e haber verdiler, C i n g i z de bu­ nu adamlarına bildirdi, bunlar da geceleyin çadırlarından gö­ çerek kendilerini bir pusu içinde gizlediler. Gün doğduğu za­ man U n k H a n Tatarların çadırlarına saldırdı ise de içlerinde


ARAP

HÜKÜMDARLARI

477

bir kimse bulamadı. Bunun üzerine C i n g i z ’in tarafdarları onun üzerine atıldılar ve iki taraf B a l ş u y a adı ile tanınan bir duvar yanında birbirleri ile harbe tutuştular. C i n g i z ’in tarafı muzaffer oldu ve U n g H a n ın tarafı kırıldı. İki taraf nice nice defalar dövüştüler. Nihayet U n k H a n ın tarafı tamamiyle mahvoldu, U n g Ha n ın kendisi de öldürüldü ve ka­ rıları, oğulları ve kızları esir düştüler. C i n g i z H a n o iki gen­ ci yükseltti, onlara dair bir azadlık yasası çıkardı. Bu sayede bunların bulunduğu bir yerde esir alındıkça hükümdar (veya hükümdarlar) için hisse alınmıyor, oğullarına ve sonuna ka­ dar torunlarına bu muamele gösteriliyordu1. Bunlar istedikleri zaman ve davet vuku bulmadan hükümdarların huzuruna gire­ bileceklerdi. Her ne kabahat işlerlerse işlesinler hiçbir kimse bunlara ceza veremiyecekti. C i n g i z kendisi ile bu muhare­ bede bulunan diğer adamları da yükseltti ve onları asilzâde yaptı. C i n g i z ile beraber bulunan Moğollardan, “A v i r o ­ t a y a ,, tesmiye olunan kabileye mensup olanlar, bedenî hare­ ketler bakımından başkalarına nisbetle daha büyük hüner gös­ terip daha dayanıklı bir surette harp ettiklerinden, bunları da taziz etti ve bir kanun çıkararak hükümdar oğullarına alınacak kızların bunların kızları arasından seçilmesini gerekleştirdi ve böylece C i n g i z oğullarının çoğalmalarını istedi. Bundan başka hükümdarların kızları da bunların oğullarına eş olarak verilecekti. Bu yasa bugüne kadar bunlar arasında yürürlüktedir. U n k H a n ' ı n yani Kritli J o h n ' un başına gelenler de boşuna değildi. Çünkü bu adam kendisini yücelten Mesihten kalbini çevirerek Karaketa adı ile tanılan Çin kabilesinden bir zevce almıştı. Bu adam atalarının dinini terkederek yabancı ilâhlara tapmış, Allah da saltanatını elinden alarak kendisinden daha iyi olan ve tanrı huzurunda dürüst bir kalb taşıyan kim­ seye vermişti. Bu sırada Tatarlar içinde öyle bir adam zuhur etti ki karakış mevsiminde ortalığın soğuktan donduğu sıralar­ da çıplak dolaşır, dağlar tepeler arasında günlerce gezerdi. Bu adam “Ben A lla h tarafından geldim. A lla h bana dedi k i: 1

«B unları 7 'u rA a n (= T a rh a n ) y a p m ış tı. Turhan, s u lta n la ra a it h akla rı

m ükellef tu tu lm ıy a n hür kim selerdi. M uharebelerde eline gelecek ödem ekle ganim etlerden h ü küm dar için hisse a y rılm a zd ı» ( Bk.Muhtasar-üd-düvel,

8. 395) (Ö . R.).


478

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

ben bütün dünyayı T e m ü r k h i n ( T e m u r g i n) ile oğullarına verdim ve ben ona Ç i n g i z H a n adını verdim „ diyordu. T e m ü r k h i n , C i n g i z H a n m asıl ismi idi ve Tatarlar bu adama Tu b u t T a n r ı adını verdiler.

C i n g i z H a n ’ ın oğullarına dair C i n g i z H a n ın birçok oğullan ve kızları vardı, fakat bunlar içinde anlı şanlı olanlar B ü y ü k K r a l i ç e’nin doğurmuş oldukları idi ve C i n g i z H a n ın adı Y a s u n ç i n B a ğ ı olan bu büyük kraliçesinin dört oğlu olmuştu. Birincisi T u ş i, İkin­ cisi Ç a g a t a i ( Ç a ğ a t a y ) , üçüncüsü A v k a t a i (Oktay), dör­ düncüsü T u l i idi. C i n g i z , T u ş i ’yi av reisi yaptı. Çünkü avı herşeyden fazla seviyordu ve avcıları taziz ediyordu. Ç a g a t a y ı, kanun yani yasa işlerinin başı yaptı. C i n g i z ' in emriyle dev­ letin idaresi A v k a t a i ( O k t a y ) ya verdi ve kennisi en küçük oğlu T u l i' yi askerlere ve muhariplere baş olarak tayin etti. Bunların herbirine hususî ikametgâh olmak üzere yer gösterdi. Adı A v t u k i n T u m a n olan kardeşi ile amcalarının ve akra­ balarının oğullarını Kata yurduna gönderdi.

C i n g i z H a n ’m yaptığı kanunlara dair Moğolların edebiyatı veya yazısı bulunmadığı için C i n g i z H a n emretti ve Uygur kâtipler kitaplarını Tatarların çocuklarına getirdiler ve onlara öğrettiler, ve Mısırlıların kendi dillerini Yunan harfleri ile ve Iranlıların kendi dillerini Arap harfleri ile yazmaları gibi bunlar da Moğol dilini Uygur harfleri ile yaz­ dılar. Sonra onun emri ile onun yaptığı şu kanunları yaz­ dılar : I. Moğollar âsîlere mektup yazmak ve elçi göndermek ihtiyacını hissettikleri zaman, bunları ordularının ve sayılarının büyüklüğü ile tehdit etmesinler. Yalnız onlara desinler ki itaat ederek teslim olursanız iyi muamele görürsünüz ve istirahat edersiniz. Fakat mukavemet ederseniz, biz ne biliriz, fakat da­ ima yaşayan Allah başınıza ne geleceğini bilir. Bu hatt-ı hare­ ketle Moğollar Allaha karşı güvenlerini gösterirler. Onlar bu sayede galip gelmişlerdir ve galip geleceklerdir. II. Moğollar mütevazi, temiz ve dürüst kimseleri, kâtipleri, akıl sahiplerini, hangi millete mensup olurlarsa olsunlar, ta’ziz


ARAP

HÜKÜMDARLAR!

479

etsinler ve makamlarını yükseltsinler. Kötülerden ve insafsızlar­ dan nefret etsinler. Moğollar bu biçim tevazuu ( yahut iffeti ) hıristiyanlar arasında görmüş oldukları için, muhakkak ki sal­ tanatlarının kısa bir zaman önce olan başlangıcında, bunları çok sevmiş olacaklardı. Fakat bunların sevgisi o derece şiddetli nefrete çevrilmiştir ki bu huylan ve meziyyetleri beğenen göz­ lerle göremeyecek hale geldiler. Çünkü hepsi de, binlercesi ve binlercesi müslüman oldular. III. Moğoll ar hükümdarlarına ve asılzâdelerine diğer millet­ ler, bilhassa müslümanlar gibi kendilerini öğen (yahut unvan­ lar) vermeyeceklerdi. Taht üzerinde oturan kimseye yalnız H a n yahut K a n kelimesini ilâve ederler. Taht üzerinde oturan zatın kardeşleri ve akrabaları onu doğduğu zaman kendisine verilen ilk isimle çağırırlar. IV. Moğollar, bir muharebeden sonra, düşmanlarla meşgul olmadıkları zaman, vakitlerini ava verirler ve oğullarına vahşî hayvanlan avlamağı öğretirler. Böylece bunlar vahşîlerle dö­ vüşmeğe alışırlar, kuvvetlenirler, yorgunluğa dayanırlar ve vah­ şî hayvanları karşıladıkları zaman yaptıkları gibi düşmanlarını karşılarlar ve kendilerini sakınmazlar. V. Muharipler yirmi yaşından başlayarak daha fazla yaşlı olan kimselerden seçilirler. Her 10 kişinin bir, her 100 kişinin bir, her 1000 kişinin bir ve her 10.000 kişinin bir reisi vardır. VI. Bütün Moğollar her yıl hanlarına sürülerinden, davarla­ rından, servetlerinden, atlarından, koyunlarından, sütlerinden hatta yünlerinden hediyeler vererek ona yardım ederler. VII. On kişilik, yüz kişilik, bin kişilik kafilelere ayrılan kimselerden biri başka bir kafileye katilamaz. Böyle birşey yaparsa o da, onu kabul eden kafilenin reisi de öldürülürdü. VIII. Her 10.000 kişilik kafilelerden ikisi yol üzerinde el­ çilere binek olmak üzere atlar bulundurur. IX. Vâris bırakmadan ölen kimseden, han namına birşey alınmaz ve nesi varsa kendisine bakan adama verilir. Bunların daha başka kanunları vardı. Fakat sözü uzat­ mamak için bunların heyet-i mecmuasından bu kadarını kaydet­ mekle iktifa ediyoruz.


480

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

M oğollar’m putperestliğe ne şekilde bağlanm ış olduklarına dair Moğolların önceden kendilerine mahsus edebiyatları veya dinleri yoktu. Fakat cihanın hâliki olan bir Allahı tanıyor, içlerinden bazıları da semayı, Tanrı sayarak onu bu sıfatla yâd ediyordu. Moğollar, U y g u r Türklerine hâkim oluncaya kadar bu şekilde hareket ettiler. Sonra Uygurlar arasında sihirbazlar bulunduğunu ve bunlara K a m a l a r denildiğini gör­ düler. Bunlar hakkında birçoklarının şu sözleri söylediklerini işittik: “Çadırların aralarından bakarak bu adamların konuş­ makta oldukları cinlerin sesleri kulağımıza geldi,, . Bunların cinlerle yaptıkları gizli konuşmaların tamamlanması için başka adamlar tarafından telvis olunmaları icap ediyordu. Çünkü bunların çoğu kadın-erkek idiler (sodomit idiler ?). Bu adam­ ların hepsi de müstekreh kimselerdi. Çünkü büyücülük yap­ mak istedikleri zaman rastgeldikleri her kimseyi yakalarlar ve kendi ırzlarını telvise mecbur ederlerdi. Bu yüzden Moğollar bunları gördükleri zaman basit kimseler oldukları için bu adamlardan yüz çevirdiler. Daha sonraları C i n g i z H a n Çinlilerin, yani Kataylıların heykelleri (yahut putları) ve akl-u hikmet sahibi kâhinleri bulun­ duğunu haber alarak bunlara elçiler gönderdi, kâhinler gön­ dermelerini istedi ve bunları izaz etmeği va’d etti. Kâhinler gelince C e n g i z H a n bunların din üzerinde müzakerelerde bulunmalarını ve K a m a’larla konuşmalarını istedi. Kâhinler konuştular, kendi dillerinde Navm adını taşıyan kitaplarından parçalar okudular. Büyücüler bunlara cevap vermediler ve mağlûp edildiler. Cevap veremeyişlerinin sebebi bilgiden mah­ rum olmaları idi. Bu sıradan başlayarak Moğollar arasında kâhinlerin sayısı arttı ve bunlara heykeller yapmaları ve bun­ ların kopyalarını çıkarmaları emrolundu. Bunlarda kendi mem­ leketlerinde yaptıklarının tıpkısını yaparak kendi âdetlerine göre adaklar adıyor ve tütsüler yakıyorlardı. Bunlar kâhinlere son derece hürmet göstermekle beraber büyücüleri de bütün bütün reddetmediler. Moğollar arasında ikisi de bulunuyor ve biri de diğerini tahkir etmeden, yahut küçümsemeden kendi işini yapıyordu. Bunların hali, peygamberlerin getirdiği kitap­ lara sahip olan milletlerin haline benzemez. Çünkü bu kitap


ARAP

HÜKÜMDARLARI

sahibi milletlerin herbiri diğerine fena sözler söyler ve onu kâfir sayar (yahut onu hakikf dinden uzak tanır). Kâhinlerin Navm adını taşıyan kitaplarında S t. G r e g o i r e T h e o g l o ­ ğ u s’un bize hatırlattığı ata sözlerine benzer sözlerden başka güzel kanunlar da vardır. Meselâ bu kanunlar insanları zulümden sakınmağa, başkalarına eziyet etmekten kaçınmağa davet eder, kötülüğe kötülükle değil, fakat iyilikle mukabele etmek icap ettiğini anlatır ve bir insanın bit veya kehle gibi küçük mahlûkları öldürmemesi lâzım geldiğini bildirir. Bunlar A f lâ t u n gibi ruhların bir cesetten bir cesede geçerek tenasüh ettiğini söylerler ve insaflı insanlara, doğru dürüst ve iyilik eden adamlara ait ruhların vefatları üzerine hükümdarların ve asil kimselerin cesetlerine hicret ettiğini, kötü ve habis kimse­ lere ait ruhların işkence çeken, dayak yiyen, öldürülen kötü kimselerin cesetleri ile akıl sahibi olmayan mahlûkatın ceset­ lerine, sürünerek yürüyen hayvanların ve yırtıcı kuşların ceset­ lerine geçtiğini anlatırlar. Bunlara yemek için et getirildiği zaman onu getirene şu suali sorarlar: “Bu hayvanı bizim için mi kestin, yoksa bu eti çarşıdan mı aldın,, ? Eti getiren “Ben bunu sizin için kestim,, derse, o eti ağızlarına götürmezler.

Moğolların İranlılara ait m em leketleri ve bunların garbındaki bölgeleri lıarap etmelerinin sebebine dair Moğolların müstakar ikametgâhları bulunmadığından ve şehirlerden getirilen elbiseliklere ve yataklara muhtaç oldukla­ rından C i n g i z H a n herhangi bölgeden kendilerine gelen ta­ cirlere sulh sözü verdi ve yolları muhafaza eden ve kendilerine K a r a k s h a y a (K arakjiya ) denilen adamların bunlara zarar vermemelerini emretti. Bunun üzerine Buhara şehrinden üç kişi elbiseler ve muhteşem kumaşlarla dolu denkler ve Moğolların işine yarayacağına emin oldukları birçok şeyler hazırlayarak bunları hayvanlara yüklediler ve büyük karargâha gittiler. C i n g i z H a n ı n emri ile hizmetçileri bunların ne getirdiklerini gördüler ve mallarının değerini sordular. Tacirlerden ismi A h m e d olan biri, on dinar mukabilinde alınabilecek birşey için üç talen gümüş istedi. Her talenin değeri 700 zuze idi. C i n g i z H a n bunu haber alınca hiddetlendi ve "G aliba bu Ebu'l - Farac Tarihi, F . 31


482

A B U 'L - F A R A C

TARİHİ

adam bizim ömrümüzde bu çeşit eşyayı görmediğimizi sanıyor,,

dedi ve adamlarından birine işaret ederek altınla dokunmuş bir kumaş parçasını getirtti ve bu kumaş parçası tacirlere gösterildi. Hükümdarın emri ile tacirler nezaret altına alındılar ve getirdikleri bütün malların bir listesi çıkarıldı. Daha sonra hizmetçiler tacirin diğer iki arkadaşını getirdiler ve bunlar mallara bakarak münasip gördükleri fiatları istediler. Fakat bunlar para istemiyeıek şu sözleri söylediler : “ Biz bütün bu m alları H an için getirdik. Kendisi bize iltifat ederse bunların değerini bize lütfeder .» Bu sözler Han’ı hoşnut etti, o da adam­

larına emretti ve bunlara altın sırması ile dokunmuş her ku­ maş parçası için bir talen altın, yani 700 miskal ve sırma ile işlenmiş her kumaş için bir talen gümüş verilmesini söyledi. Han bunların arkadaşlarına da acıyarak bunlara verdiğini ona da verdirdi. Sonra Han kıraliçelerine, oğullarına ve kızla­ rına emir vererek kölelerine altın vermelerini ve bunları bu üç tacirle beraber göndererek istediklerini getirtmelerini bildirdi, onlar da bu şekilde hareket ettiler. Dört yüz kadar tacir top­ lanmış ve bunlarla birlikte İran hükümdarı Sultan M u h a m ­ m e d ’e. bir elçi gönderilmişti. Bu elçi sultana şu sözleri söy­ ledi : “ Bundan böyle yer yüzündeki bütün memleketler arasında sulh olmasını emrediyoruz. Tacirler korkmadan her yere gidip gelecekler. Zenginler ve fakirler barış içinde yaşayarak A llah a şükredecekler „.

Elçi ile tacirler buradan hareket ederek Iranlıların bir şehri olan Othrar a vardıkları zaman vali keyfiyeti sultana bil­ dirdi. Sultan bunların evindeki mallara göz dikerek ismi I n as h l u k ( In a ls h u k ) olan valiye bunların hepsini gizlice imha etmesini emretti. Vali bu emri tatbik ettiği sırada içlerinden biri Allahın yardımı ile kaçtı ve gidip keyfiyeti C i n g i z H a n’a bildirdi. O da bu haberi alınca müthiş bir surette hiddetlendi. C i n g i z bizzat kalktı, bir dağın tepesine çıktı, başını açarak yüzünü toprağa sürdü ve yemeden içmeden üç gün bura­ da kaldı. C i n g i z gök yüzütıe bakarak şu sözleri söyledi: “ Ey cihanın rabbi ve h â lik i, gayemin ne olduğunu ve iy iliğ i he­ def tanıdığımı biliyorsun. Düşman ise kötülüğe başladı ve kötü­ lü k istiyor. Ben de düşmanı ameline göre cezalandırmanı d ili­


ARAP

HÜKÜMDARLARI

483

yorum „ . Sonra

bu andan başlayarak Iranlılarm topraklarına küme küme askerler göndermeğe, şehirleri, daha sonra anla­ tacağımız gibi, kılıç ucu ile imha etmeğe koyuldu.

Frankların İstanbul’a Kumlardan alm alarına dair Arapların 600 ve Yunanlıların 1515 (M . 1204) yılının nisan ayında Franklar İstanbul’u Rumlardan aldılar ve bu yıldan başlayarak saltanatlarına son verdiler. Çünkü Rum kıralı, Fransa kiralının kız kardeşini zevce olarak almış, o da ona bir oğul doğurmuştu. Rum kiralının bir kardeşi vardı ve bu adam kirala karşı isyan etti. Bu yüzden kiralın gözleri kör edildi ve hapishânede öldürüldü. Bunun üzerine katlolunan adamın oğlu, dayısı olan Fransa kiralına kaçtı ve Fransa kı­ ralı hiddetlenerek asker topladı ve İstanbul’a karşı yürüyerek şehir karşısında karargâhını kurdu. Şehir halkı bu zalim adamın kardeşine karşı muamelesinden hoşnut olmadıkları için şehre ateş saldılar ve yangın çıkardılar. Bu yüzden sur­ lar üzerinde harbetmeleri icap eden adamlar, başka yerlerde meşgul oldular, Franklar da merdiven kurarak surların üze­ rine çıktılar, şehre girdiler ve bu sayede zalim adam da kaçtı. Franklar küçük çocuğu saltanat tahtına oturttular. Fakat onun saltanatı sözden ibaretti. Asıl kumanda ise Frank­ larda idi. Franklar ağır vergiler tarhederek, kiliselerin hazînele­ rini yağma ederek halka zulmettiler, kiliselerdeki haçları ve İncillerin örtülerini ve aykonların üzerindeki altınları ve gümüş­ leri alıp götürdüler. Ahali Franklar tarafından insafsızca yağma edildiklerini görerek Rum kiralının oğlu olan genç hükümdara* üzerine yü­ rüdüler ve onu öldürdüler. Sonra Frankları da şehirden kova­ rak şehrin kapılarını yüzlerine karşı kapadılar. Franklar şehir dışında kalarak muharebeye devam ettiler. Harp uzadığından dolayı şehrin içindekiler za'fa uğradılar ve haber göndererek Konya sultanı R ü k n ü d d i n ’den yardım istedilerse de bu zat onlara yardım edemedi. İstanbul’da ikamet eden Frank ta­ cirleri 30.000 kadardılar. Fakat şehrin büyüklüğü yüzünden göze pek de çarpmıyorlardı. Fakat bunlar şehre iki kere ateş verdiler ve şehrin dörtte birinin yanmasına sebep oldular. Bun­ lar şehrin kapılarını da açtılar, dışarı çıktılar ve kılıçlarını


A B U ’L- F A R A C

484

TARİHİ

çekerek pek çok Rumlar öldürdüler. Franklar Ayasofya kilisesine iltica edenlerin birçoklarına da saldırdılar. Patrik ile başpapaslar ve büyükler haçlar ve İnciller taşıyarak bunları karşılamağa çıktılar, bunların önünde yerlere kapandılar ve burada bulunan halkın gemisini kurtarmak için yalvarıp yakardılar. Fakat Frank­ lar bunlara hakaret ettiler, papasları ve ahaliyi öldürerek kili­ seyi yağma ettiler. Frankların üç reisi vardı: Birincisi B u n d i k a y a 1 d u k a s ı idi. Frankların bütün askerleri onun gemileri içinde gelmişlerdi. Bu adam bu sırada kör bir ihtiyardı. Diğeri Fransızların şefi idi, adı M a r k i s ’ti. Bir diğerinin adı da G o n d o f r i idi. Bunlar İstanbul saltanatının kime ait olacağını tayin için aralarında kur’a çektiler ve kur’a G o n d o f r i ’ye ( B o u d o u i n - F l a n d e r l i ? ) isabet etti. O da İstanbul’da hüküm sürdü B u n d i k a y a ise Girit, Rodos vesair adalar üzerinde hâkimdi. M a r k i s ' s de Puntus’a geçen deniz yolunun batısındaki memleketi verdiler. Yani Laodikea ve Nikea ile Filadelfia vesaire ona aitti. Fakat Rumlar mukavemet ettiler, Franklarla anlaşmak istediler ve ismi L a ş k a r ı (Laskaris?)2 olan bir Rum patriği Rumlara hâkim oldu. Musul emiri olan N u r e d d i n Ş a h ile amcasının oğlu Sincar emiri K u t b ü d d i n M u h a m m e d b. Z a n g i bu sırada birbirleri ile çok iyi şartlar içinde yaşıyorlardı. Fakat M e l i k  d i l aralarını bozdu.

Bu yüzden N u r e d d i n amcazâdesine ait olan Nisibis’e karşı karargâh kurdu ve burasını zaptedecek vaziyete geldi. Bunun üzerine Erbil emiri M u z a f f e r ü d d i n K u k b a r i ( Kukburi) b. Z e y n e d d i n A l i K u j e k ' in Ninova’ya karşı taarruza geçerek şehri tahrip ettiğine ve mahsulünü yaktığına dair haberler geldi. N u r e d d i n de Nisibis'i bırakarak B alad' a geldi. Burada M u z a f f e r ü d d i n’in geri dönerek E rbil’e git­ tiğini anladı, o da Tel A fa r ’a giderek burasını döğüşerek ele geçirdi. Bunun üzerine A d i /’in oğlu M e l i k E ş r e f Harran’da bulunmaktan istifade ederek Ra s A yn'e geldi, Erbil emiri Muzafferüddin

ile ve  m id ile Kipa kalesi emiri ile ve

1 B e d j a n b un un d oğru o lm a d ığ ın ı söyliyerek doğrusun un «Boudouin of Flanders» o lduğu nu kaydeder.

Ce-

Bodwin

2 Theodore Lascaris. Bk. M uhtasar üd-dü-vel haşiyesi, s. 397 ( ö . R .)


ARAP

HÜKÜMDARLARI

485

zire emiri ile ve Dara emiri ile anlaşmalar yaptı ve bu an­ laşma ile N u r e d d i n i n Sincar emirine ait araziden herhangi

bir parçayı almasına mani olmak için karar verdiler. Hepsi de Nisibis’e gelerek buradan Bet Arbhaya'y a gittiler. N u r e d d i n de Kafr Zam ara'ya hareket etti ve oradan Buşazze'ye gitti. Bunlar yorgun oldukları için istirahat etmek üzere çadırlarını kurunca E ş r e f ile beraberinde bulunan askerler harekete geç­ tiler ve N u r e d d i n ile harbe tutuştular. N u r e d d i n i n asker­ leri kırılmış ve kat’î hezimete uğramıştı. N u r e d d i n ' in kendisi dört kişi ile birlikte kaçarak Musul’a vardı E ş r e f i n tarafdarları da Musul’un üzerine saldırdılar, burasını tahrip ettiler ve tutuşturdular. Bunlar bilhassa Balat şehrini çok fena tahrip et­ mişlerdi. Denildiğine göre bu sırada bir kadın yemek pişir­ mekle meşguldü. Kadın şehrin tahribine devam edildiğini görerek iki bileziğini almış ve ocağın içine gömerek kaçmıştı. Fakat atlıların biri yiyecek bulmak emeli ile bu eve girdi, evin içinde bir tek yumurtadan başka yiyecek birşey bulmadı. Atlı yumurtayı alarak ocağın başına geçti ve ocağı karştırınca bi­ lezikleri buldu. Hadise çok garipti ve askerler memleketi gün­ lerce tahribe devam ettiler. Arada elçiler gidib geliyorlardı. N u r e d d i n de Tel A f a r ı amcalarının oğluna iade ettiğinden sulh oldu ve daha sonraları askerler de dağıldılar. Franklar İstanbul’u aldıkları yıl son derece kuvvetlendiler. Bunlar Fenike'den ilerleyerek Erdün e kadar her tarafı tahrip ettiler ve Arapların birçok kanlarını döktüler. Bunlar daha sonra H am a' ya geldiler ve buranın emiri olan N a s ı r ü d d i n b. T a k ı y y ü d d i n b. Ş e h i n ş a h b. E y y u b şehirden çıkarak bunlarla harbe tutuştu. N a s ı r ü d d i n kırılarak H am a' ya kaçtı. Arap yerliler Franklarla dövüşmek üzere çıktılarsa da hepsi de öldürüldüler. Bunun üzerine M e l i k  d i l bunlara haber gön­ derdi ve Nasıra' yı onlara verdi. Bundan başka aradaki toprak­ ların mahsûlü de Araplar ve Franklar arasında paylaşıldı ve böylece sulh oldu. Çok geçmeden diğer Franklar Mısır’a karşı hareket ettiler ve birçok ganimetler alarak geri döndüler. Aynı yıl içinde Malatya ve Konya emiri Sultan R ü k n ü d ­ d i n Ankara şehrini kardeşinden aldı. Fakat Ankara şehri son derece kuvvetli olduğu için muharebe bir yıl kadar devam etti. R ü k n ü d d i n kardeşini ve kardeşinin iki oğlunu buradan çı­


486

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

karttı. Ücra bir yerde bir kale vardı, bunlar bu kaleye doğru giderken peşlerinden eşkiyaya benzer bir kuvvet gönderdi ve hepsini öldürttü. Kardeşi ile oğullarının öldürülmelerinden beş gün sonra kendisi sırt ağrısına uğradı ve sür’atle öldü. Onun yerine küçük bir yaşta olan oğlu K ı l ı ç A r s l a n geçti. Bu Sultan R ü k n ü d d i n hakkında son derece akıllı ve muntazam hareketli olduğu söyleniyor. Yabancı filesofların düşüncelerine meylediyordu. Kendisi bunlara taraftar olmakla beraber bu düşünceleri açığa vurmuyordu. Aynı yıl içinde şiddetli bir zelzele oldu ve Sur şehrinin suru ile Mısır, Filistin, Bet Nahrin ve Musul’da birçok yerleri tahrip ettiği gibi Kıbrıs ve Sicilya adalarında da tahribat yaptı. Arapların 601 (M. 1204) yılında Rum diyarının asilzadeleri arasında ihtilâflar baş gösterdi ve Rum hududu üzerindeki Büyük bir Türkmen memleketi olan İag (Uç) emirleri adam göndererek Rumlar nezdinde mülteci olan G ı y a s ü d d i n K e y h u s r e v ' i getirtiler. Birçok askerler toplayarak Konya şehrine karşı hareket ettiler ve karargâh kurdular. Konya dahilindeki asker­ ler dışarı çıkarak bunlarla dövüştüler ve Iuglular'ı (Uçlular) kırarak kagmağa mecbur ettiler. G ı y a s ü d d i n ne yapacağını ve nereye gideceğini şaşırdığı için Konya’ya yakın bir yerde olan Abgarm kasabasına iltica etti. Aksaraylılar bundan haber alınca müteessir oldular ve kendi hâkimlerini atarak G ı y a s ü d d i n K ey h u s r e v i çağırdılar. Konyalılar Aksaray­ lIları kıskanarak başlarındaki eşrafı yakaladılar ve “ Yaşasın Sultan G ı y a s ü d d i n K e y h u s r e v , , diye bağırarak G ıy a s ü d d i n ' ı Konya’ya getirdiler. O da kardeşinin oğlu K ı l ı ç A r s l a n ı alarak hapsetti ve onunla beraber olanları da hap­ setti. Kısa bir zaman sonra bütün ülkeler ona tâbi oldu. R ü k ­ n ü d d i n ile beraber olan ve Malatya’nın kendisinden alınması üzerine kaçarak Edessa’ya giden kardeşi K a y s e r ş a h da onun yanına geldi. Fakat G ı y a s ü d d i n i huzuruna kabul etmedi, ona birçok altın vererek tekrar Edessa’ya gönderdi, Sultan G ı y a s ü d d i n , Kayseri'ye vardığı zaman Samosata emiri S e l a h e d d i n oğlu M e l i k A f d a l ve Zait kalesi emiri N e t a m e d d i n yanına geldiler, ona itaat gösterdiler, bu da onun kuvvetini son derece büyüttü. Aynı yıl içinde N a s ı r ü d d i n M a h m u d b. M u ham -


ARAP

HÜKÜMDARLARI

487

m e d b. K a r a A r s l a n , A d i /’in oğlu M e l i k E ş r e f i n yanı­

na gitti ve onun, vermiş olduğu sözü tutarak, Zait kalesini alıp kendisine vermesi istedi. E ş r e f , Suriye, Musul, ve Cezire ordularını toplayarak Zait kelesine hücum etti, Bunlar şehri zap­ tederek kaleye karşı harbetmeğe başladılar. Bunun üzerine Zait kalesinin emiri Sultan G ı y a s i i d d i n’e haber göndere­ rek yardım istedi. Sultan, Samosata emiri M e l i k A f d a l ’ın kumandası altında 6.000 atlı gönderdi. Bunlar Malatya­ ’ya varınca E ş r e f ile Âmid emiri keyfiyetten haberdar oldular ve Hartabirt'ien yüz çevirerek iki kaleyi muhtevi olan ve biri Âmid emirine, diğeri Zait kalesi emirine ait olan Samain gölüne karşı karargâh kurdular ve bu kalenin emirine karşı harp açarak buraya muhafızlar diktiler. Sultanın ordusu Hartabirt'e gelince Âmid emiri Âmid’e doğru hareket etti ve sultanın ordusu Rum diyarına döndü. Yunanlıların 1516 (M. 1205) yılında lbiryahlar Azerbaycandan çıkarak birçok kanlar döktüler ve ganimetler aldılar, sonra Halat’a geldiler, burada büyük tahribat yaptılar. Sonra buradan Erciş’e geldiler, her tarafı yağma ettiler ve yaktılar. Sonra Bet Halat ve Erzenûrrüm’a karşı karargâh kurdular. Bu­ nun üzerine Halat emiri Erzenürrum emiri olan K ı l ı ç A r s l a n oğluna giderek buradan bir ordu aldı. Sonra İbiryalılar ile har­ be tutuştular. İbiryalıların kumandanı olan K ü ç ü k Z a h a r i maktûl düştü ve İbiryalılar gerileyerek kendi memleketine gittiler. Aynı yıl içinde B ağdad’da bir kadın iki kafalı, dört ayaklı ve dört elli bir çocuk doğurdu ve çocuk doğduğu gün öldü. Bundan başka Bağdad'da iki kör Arap diğer bir körün yanına giderek camilerin birinde onu öldürdüler. Çünkü bu körün üzerinde zuze ( yani p a ra ) bulunduğunu sanıyorlardı. İki kör, gün doğar doğmaz korktular ve Musul’a kaçmak üzere çıktılar. Fakat başka bir asker bun­ larla lâtife ederek şu sözleri söyledi: “O kör adamı mutlaka bu ik i kör öldürdü. Ç ünkü bilir,, . Askerin söylediği bu oturarak “ Vallahi,, dedi “onu daşım öld ürd ü,, . Diğer kör de sen öld ürd ün,, . Bunun üzerine

bir körü ancak bir kör öldüre­

sözleri işiten körlerin biri yere ben öldürmedim, fak at bu arka­ “Hayır,, dedi “ ben öldürmedim,

ikisi de yakalanarak hâkime g ö­ türüldüler ve hâkimin karşısında içlerinden birinin adamı tut­


488

A B Ü ’L - F A R A C

TARİHÎ

tuğunu, ötekinin de yatak çarşafını kullanarak oniı boğduğunu itiraf ettiler ve ikisi de îdam edildiler. Arapların 602 (M. 1205) yılında Madai (Medya) dağlarında gasayan ve kendilerine Tirahaye denilen Kürtlerden bir kabile dağlardan indiler ve bu havalide büyük tahribat yap­ tılar. Iranlıların askerleri bir araya gelerek bunlarla dövüştüler ve bunların birçoklarını öldürdüler. Bu dağlılar, İslâm dinine yirmemişlerdi. Fakat kendi memleketlerinin iptidai putperestliği ile mecusîliği kabul etmişlerdi. Bunların eline bir müslüman düştü mü onu en şiddetli işkencelere uğratarak öldürüyorlardı. Bunlarda bir kız çocuğu doğduğu zaman kızın babası evinin kapısı önünde durur ve şöyle bağırır: uBu kızla kim nişan­ lanacak ? „ Şayet bir adam çıkar da kızı isterse babası onun yaşamasına razı olur. Bir kimse çıkmazsa babası onu öldürür. Bu yüzden bunların aralarında kadınlar çok azdı ve bu yüz­ den bir kadın bütün bir ev halkının zevcesi sayılırdı. Bir erkek bir kadının yanına girdiği zaman ayakkabısını o evin kapısı önünde bırakır. Bu yüzden başka bir adam gelirse bu ayak­ kabıyı görerek eve girmez ve içerideki kimsenin çıkmasını bekler. Doğan çocuklara gelince erkeklerin en yaşlısı onun babası sayılır. Arapların 603 (M. 1206) yılında İbiryalılar tekrar Halat’a geldiler ve her tarafı yağma ederek, yakarak, birçok kimseleri öldürdükten sonra çıkıp gittiler. G ı y a s ü d d i n K e y h u s r e v Antalya’yı (Satalya?) zaptetti. Burası sahil üzerinde bir şehir­ dir ve G ı y a s ü d d i n buraya 8 inci ayın 3 üncü günü girmişti. Kendisi bu seneden önce de buraya karşı bir ordu gönder­ mişti. Buradaki Rumlar Kıbrıs’a haber gönderdiler, çünkü burası Antalya’ya yakındır ve Kıbrıs’taki Franklar Rumlara yardım için geldiler. Bunun üzerine sultan askerlerini şehirden uzak laştırdı ve dağlardaki bir pusu içinde gizledi. Onlar da şehir­ den her çıkanı yakaladılar. Şehir halkı bir müddet ıstırap çektikten sonra sultana haber göndererek şehri ona teslim ettiler ve Türklerle Rumlar bir olup Franklarla dövüştüler. Sultan kaleyi aldı, içindeki Frankları esir etti, sonra H unas’ı da ele geçirdi. Aynı yıl içinde Halat emiri B u h t a m a r oğlu M u h a mm e d kuvvetlendi ve kendi babasını öldüren damadı H a z a r -


ARAP HÜKÜMDARLARI

489

d i n a r i ' yi öldürdü. Kendisi genç olduğu için en sefih hayatı yaşamağa koyuldu ve Halat ahalisi ondan nefret ettiler. Bun­ dan başka Ş a h a r m a n m kölelerinden biri olan B a l a b a n ona karşı Minazgerd’de isyan etti. Bunun üzerine Halat ahali­

sinden bazıları Mardin emiri

Nasırüddin

A r t u k b.

//-

b. A l p i b. T e m ü r t a ş b. I l g a z i A r t u k' a haber gönderdiler ve ona şu sözleri söylediler: “Bu senin babanın

gazi

amca oğlu kendisini idare edecek bir kafadan mahrum. Siz geli­ niz de H alat'ı size teslim edelim,, Mardin emiri de hareket

Yanında Türklerden ve Maaddilerden askerler bulunuyordu. Açlığa uğrayan ahali bunları görünce yağmagerlik etmelerin­ den korkarak harp için hazırlandılar. Bunun üzerine B a l a b a n , Mardin emirine şu haberi gön­ derdi : “H alat ahalisi yanınızda bulunan Maaddilerden fena halde ürktülsr. Onun için siz Halat'tan ayrılınız ve bu işin id a­ resini bana bırakınız,,. Fakat Mardin emiri çekilmedi ve bu yüzden B a l a b a n ona tehdit edici nâmeler göndererek çekil­

mediği takdirde kendisine hücum edeceğini bildirdi. Yanında bulunanlar az oldukları için o da korktu ve burasını bıra­ karak gitti ise de memleketinin M e l i k E ş r e f tarafından yağma edilmiş olduğunu gördü. E ş r e f , Dunaiser’de yerleş­ mişti, buralardan büyük servetler toplamış, sonra Harran’a gitmişti. Bunun üzerine B a l a b a n bir ordu toplayarak H alat'& karşı geldi, fakat onu hücum ederek almağa muvaffak olmadı. ahaliye temin edeceği istifadelere dair bol bol Balaban teminat verdi ve kendilerine karşı son derece kuvvetli antlar içerek kimseye zarar vermeyeceğini söylediği için Halat aha­ lisi ona teslim oldular. Kendisi şehre girince B u h t a m a r’ın o ğ l u n u kalelerin birine kapayarak son derece kuvvet kazandı bu sırada Mus kalesini ve şehrini zaptetmiş olduğundan Halat’a karşı karargâh kurdu ve B a l a b a n şehirden çıkarak müstahkem geçitleri ona karşı kapadı ve onunla beraber olanların birçok­ Melik

Ev had

N e c m e d d i n E y y u b b. Â d i l

larını imha etti. A d i l ’in oğlu N e c m e d d i n de birkaç adamla ve yaralılarla birlikte Maiperkat’a kaçtı. Aynı yıl içinde İbiryalılar, Halat sahası içinde bir şehir olan Kars’ı senelerce uğraştıktan sonra aldılar. Bunlar bu


490

A B U ’L - F A R A C TARİHİ

müddet zarfında şehre karşı harbetmişler, şehri muhasara etmişler ve oraya gıda maddeleri gitmesine mani olmuşlardı. Arapların 604 (M. 1207) yılında M e l i k E v h a d babası M e l i k A d i l'e haber göndererek H alat' ı almak için yardım istedi. O da büyük bir ordu ile birlikte M e l i k E ş r e f i gön­ derdi ve ikisi birlikte Halat civarına geldiler. B a l a b a n şehirden çıkarak bunlarla harbetti, fakat harbe devam ede­ meyerek ikisinden de kaçtı ve Halat’a girdi. Sonra Erzenurrum emiri K ı l ı ç A r s l a n oğlu M u g i s i i d d i n ' e haber gön­ dererek yardım istedi. O da bizzat geldi ve B a l a b a n onu karşılamağa çıktı. İkisi de M e l i k E v h a d ile kardeşine karşı harbettiler, onları kırdılar ve kaçırdılar.

Bunların ikisi hareket ederek Muş'a karşı karargâh kurdular ve burasını almak üzere oldukları sırada K ı l ı ç A r s l a n o ğ l u , B a l a b a n ' ı aldattı ve bizzat kendisinin Halat’a hakim olmak istediğini ileri sürerek onu öldürdü. Fakat K ı l ı ç A r s l a n ' m oğlunun Halat’a karşı hareket et­ mesi üzerine ahali kapılarını onun yüzüne karşı kapadılar; o da buradan Minazgerd’e (Malazgird) gitti ve bu şehrin içindekiler de aynı şekilde hareket ettiler. O da me’yus ola­ rak kendi memleketine döndü. Halat ahalisi M e l i k E v h a d ’a haber göndererek onu getirttiler ve şehri ona teslim ettiler. Civardaki Arap emirleri  d i /’den korkmak dolayısiyle oğlu­ nun burada hâkim olmasını istemediklerinden Halat’a bilhassa İbiryaya mütemadiyen çeteler gönderiyor ve burasını yağma ediyorlardı. Bundan başka Halat emirlerinden bazıları E v h a d' a karşı isyan ederek (bu civarda en kuvvetli kale sayılan) Van’ı aldılar ve Erciş’e de hâkim oldular. E v h a d birçok meşakkatlardan sonra kardeşi E ş r e f i de getirerek Van’ı ele geçirmeğe muvaffak oldu. Halat ahalisi burasını  d i l ’in hânedanma mensup olan birine teslim etmeği uğursuzluk sayı­ yorlardı. Bu yüzden E v h a d ' m Minazgerd’e gidip burasını lâyıkıyle idareye uğraşması üzerine Halatlıların Mangd a b h k i r dedikleri çete reisleri E v h a d ' ın taraftarlarına hü­ cum ettiler, bunları şehirden çıkardılar ve kaleye karşı muha­ rebeye giriştiler. E v h a d keyfiyetten haber alınca Bet Nahrin askerleri ile Halat’a karşı hareket etti ve karargâhını kurdu.


ARAP

HÜKÜMDARLARI

491

Yerliler arasında çıkan kavgayı bastırdı, ahaliden birçok kim­ seleri öldürdü, bir kısmını da esir ederek Maiperkat’a gönder­ di. Böylece emirleri azledip yerlerine istedikleri kimseleri geçirmeğe alışık olan genç kabile (yahut çete) reislerinin mu­ kavemeti ezildi. Bu yıl içinde G ı y a s ü d d i n K e y h u s r e v vefat etti ve yerine oğlu I z z ü d d i n K e y k â v ü s hüküm sürdü. K e y k â v ü s kardeşi A l â e d d i n K e y k u b a d ’ı yakaladı ve onu Mar Ahron manastırının altındaki Masara kalesine kapadı. Bu ma­ nastır Malatya civarındaki Mukaddes dağ’dadır. Aynı yıl içinde Franklar, Trablus’tan çıkarak Emesa’ya karargâh kurdular ve etrafı tahrip ettiler. Emesa emiri E s e d ü d d i n Ş i r k u h b. M u h a m m e d b. B ü y ü k Ş i r k u h ’un Frankları kıracak kuvveti yoktu. Kıbrıslılar da Araplardan birçok gemileri zaptettiler ve içindekileri esir aldılar. A d i l keyfiyetten haber alınca askerleri ile birlikte Mısır’dan hareket etti. Bu yüzden Franklar da bir iş yapamadılar. Aynı yıl içinde Marago (meraga) emiri K a r a S e n k ü r oğ­ lu A l â e d d i n vefat etti ve yerine küçük oğlu geçti. Fakat kısa bir zaman sonra o da öldü. Bunun üzerine Tebriz emiri N u s r a t ü d d i n E b û B e k i r b. P e h l i v a n geldi, Maraga'ya ve bütün havalisine hâkim oldu. Hâkim olamadığı biricik yer Revandiz kalesi idi ve burada genç emirin idare işlerini deruhte eden haremağası isyan etmişti. Arapların 605 (M. 1208) yılında İbiryalılardan birçok kim­ seler memleketlerinden çıkarak Halat’a geldiler ve Erciş şehrini istilâ ederek şehri yağma ettiler. Yaşlıları ve çocukları öldür­ düler, kadınları ve oğullan ile kızlarını esir aldılar. Bunlar burasını kâmilen tahrip ederek her tarafı çırıl çıplak ve yıkık dökük bir halde bıraktılar. N e c m e d d i n E v h a d Halat’ta bulunuyordu, fakat dışarı çıkarak bunlarla harp meydanında karşılaşamıyordu. Çünkü sayıları çok değildi. Sonra Halat aha­ lisi içinden birçoklarını öldürmüş olduğu için bunlara güvene­ miyor, şehirden çıktığı takdirde bunların isyan ederek şehri İbiryalılara teslim etmelerinden korkuyordu. Aynı yıl içinde Nişabur'da. şiddetli bir zelzele oldu, bü­ tün halk ovaya koştular ve zelzele duraklayıncaya kadar gün­


492

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

lerce burada kaldılar. Sonra şehirlerine döndüler. Horasan’da da bir zelzele oldu, fakat Nişabur zelzelesi kadar şiddetli de­ ğildi. Arapların 606 (M. 1209) yılında M e l i k  d i l ile Musul emiri A r s l a n ş a h arasında dostluk hasıl oldu. N u r e d d i n kızlarından

birini

A d i l ’in

oğullarından birine verdi. Bunlar

Sincar ı K u t b ü d d i n ’den alarak A d i l ' e vermeğe ve Kardu adasını S e n c a r ş a h ’tan alıp N u r e d d i n' e vermeğe karar

verdiler. A d i l hazırlandı ve Sincar emirine ait olan H abura ve Nisibis’i zaptetti. N u r e d d i n keyfiyetten haber alarak müteessir oldu ve işlerin bozulmasından dolayı şaşkınlıklar geçir­ di. N u r e d d i n düşündü taşındı ve Sincar ile Cezire'yi almağa teşebbüs ettiği takdirde Cezire’yi elinden alacaklarını, belki Musul’u da kendisine bırakmayacaklarını anladı. N u r e d d i n belli başlı adamları ile istişare edince bunlar A d i l ile anlaş­ madan evvel bu sırrı kendilerine ifşa etmemiş olmasından onu muahaze ettiler ve şu sözleri söylediler: “ A rtık A dil'e verilen sözü tutmaktan başka çare yoktur. Yoksa bunu bahane ederek size karşı hareket eder ve size içtiği andı bozan adam mu­ amelesi y a p a r,,. Bu adam hayret denizinde bocalayıp durur­ ken  d i l ' e yardım için bir ordu hazırlıyormuş gibi davra­ nıyordu. Bu sırada bir gece kendisine Erbil emiri M u z a f f e r ü d d i n K u k b u r i ’den bir elçi geldi. Erbil emiri bir ordu toplayarak onun yardımına gelmeyi onunla birlikte hareket ederek  d i l ’in bu memleketlere girmesine mani olmayı va’d etti. N u r e d d i n bu yüzden son derece sevindi; bu hatt-ı ha­ reketi tutacağına dair andlar içti. Erbil emirinin elçisi geceleyin giderek keyfiyeti M u z a f f e r ü d d i n'e bildirdi, o da vakit kaybetmeksizin askerler topladı ve Musul’un dışında karargâhını kurdu. Sonra halifeye bir elçi göndererek  d i l ' ı hasedi yüzünden muaheze etmesini istedi. Bundan başka Halep emiri S e l a h e d d i n oğlu M e l i k T a h i r ' e ve Sultan i z z ü d d i n K e y k â v ü s ' e haberler gönderdi, bun­ lar da yardım va’dinde bulundular. Bundan başka  d i l ile beraber olanlar Sincar'a karşı şiddetli muharebe etmiyorlard. Emesa emiri E s e d ü d d i n açıktan açığa şehre levazım ve ko­


ARAP

493

HÜKÜMDARLARI

yunlar göndermekte idi. Sincar emiri şehri teslim etmek üzere hazırlandığı sırada bir takım yardımlar görerek kuvvetlendi. Ha­ lifenin elçileri de gelerek  d i l 'i muaheze ettiler. Bu yüzden arada sulh oldu.  d i l almış olduğu yerlerde yani Habura ve Nisibis’de kalacağını sandı ve buradan ayrılarak Suriye’ye gitti. Erbil emiri M u z a f f e r ü d d i n in Musul’da bulunduğu sırada iki kızını N u r e d d i n i n

iki oğlu i z z ü d d i n M e s ’u d

ve İ m a d ü d d i n

Z a n g i ’ye

verdi. Bu suretle

 d i l hânedanına

mensup olanlara

Muzaffer,

son derece yardım etmiş

oldu. Fakat Sincar emiri oğlunu ona göndererek A d i l ' e mü­ racaat etmesini ve Sincar’ı ona bırakmasını rica etti. M u z a f ­ f e r ü d d i n ise  d i /’e gizli bir haber gönderdi. Çünkü A d i l ’-

den memleketinin yarısı istense dahi bu zatı boş göndermeye­ ceğine inanıyordu. A d i l ise bu müracaata ehemmiyet vermedi ve bu yüzden M u z a f f e r müteessir olarak N u r e d d i n ile birleşti ve onun gibi A d i l ’e karşı düşmanlık gösterir oldu. Bu yıl içinde F a h r e d d i n R a z î 63 yaşında olduğu halde vefat etti. Büyük bir âlimdi ve büyük bir müfessirdi. onun şahsı ile ve telif ettiği birçok eserlerle bütün dünyadaki Araplar aydınlanlandılar, bugüne kadar da aydınlanmaktadırlar. Ben bu adamı, eserleri sayesinde hıristiyanlık âlimlerini zenginleştiren O t i g e n ile kıyas ediyorum. Fakat Hıristiyanlar nasıl Origen’in bid’atçi olduğunu söyledilerse Araplar da Fahreddin Razî’ye kâfir dediler ve onu Aristo akidesinin tarafdarı saydılar '. Arapların 607 (M. 1210) yılında Ismaililerin reisi olan H a ş a n oğlu M u h a m m e d vefat etti. Bu adam da babası gibi filesofların yolunu tutmuştu. Arapların dininden ve din­ lerinin temellerinden birçoklarını altüst etmiş ve atmıştı. Yaşadığı devirde iktidar mevkiinde bulunan valilere gönder­ diği adamlarına istediği vergileri vermeyenleri öldürtüyordu. Onun adamları efendilerinin kötülüğü uğrunda ölümden kork­ muyorlardı. Kendisi 46 yıl hüküm sürdükten sonra öldü ve 1

B e d j a n ’ın notu : «M ukaddes kilise, O r i g e n ’in vesair yazıc ıla rın

eserlerindeki teiniz özü a lır yüzden zarara uğram azlar».

ve to rtu la n to p la y a ra k yakar. İnsanlar da bu


494

ABU'L - F A R A C

TARİHÎ

ondan sonra C e l â l e d d i n H ü s e y i n yerine geçti. Bu adam hâkimiyetinin başlangıcında İslâm dinine saygı gösterdi­ ğini iddia ederek oruç tuttu, namaz kıldı ve Bağdad halifesine Sultan M u h a m m e d H a r e z m ş a h ' a ve sair Arap hüküm­ darlarına babasının kötü yolundan yüz çevirdiğini ve İslâm yolunu tutmuş olduğunu bildirdi. Bunlar da ona inanarak sevindiler, birçok hediyeler ve kıymetli atıyyeler göndermek suretiyle onu izaz ettiler. Aynı yıl içinde Musul emiri N u r e d d i n A r s l a n ş a h b . M e s ' u d b. M e v d u d b. Z a n g i b. A k s e n k u r vefat etti. İnsaflı bir adamdı ve kudretli idi. Memleketinin ahalisi (yahut saraylıları) ve kendisine muasır olan diğer hüküm­ darlar kendisinden korkarlardı. Ölümü yaklaştığı zaman asılzâdelerin

en

büyük

oğlu

Kahir

İzzüddin

M e'su d

namına sadakat yeminini aldı ve en küçük oğlu i m a d ü d d i n Z a n g i ' y e iki kale verdi. Bunlar Akr Hamidıye ve Şuş idi. İki oğlunun idare işlerine nezaret için kölesi B e d r e d d i n L u l u yu tayin etti. Bu adam hükümdarlığa lâyık olan ince ve vakur bir şahsiyetti. N u r e d d i n’in hastalığı şiddetlenince tabibler onun Mar Zfna manastırının Dicle kıyılarındaki menbalarında yıkanması lâzım geldiğini söylediler. B e d r e d d i n onu alıp götürdü, o da bu menbada yıkandı. Fakat istifade etmedi. Çünkü ölüm hastalığına tutulmuştu. B e d r e d d i n onu küçük bir kayık içinde Musul’a götürürken emir şehre var­ madan evvel vefat etti. Yanında yalınız iki köle bulu­ nuyordu. B e d r e d d i n ile bu iki adam onu taşıdılar, gecele­ yin onu saraya götürdüler ve başka bir kimseyi vaziyetten âgâh etmediler. Gün doğunca B e d r e d d i n her günkü gibi lüzumlu işleri ile meşgul oldu ve ancak günün 9 uncu saatine doğru emirin ölümünü ifşa etti. Geceleyin de onun mezarını hazırladı. Burası emir tarafından sarayın mukabilinde inşa edilmişti. Bu­ nun üzerine M e l i k K a h i r babasının yerine geçti ve B e d ­ r e d d i n saltanatın siyasî idaresini ele aldı. Arapların 608 ve 609 (M. 1211, 1212) yıllarında (anlatıla­ cak) birşey bulamadık. Arapların 610 ( M. 1213 ) yılında Bağdad tabiblerinden


ARAP

HÜKÜMDARLAR!

495

olup Musul’da H u b a l o ğ l u 1 diye tanınmış olan M u h a d a b 2 vefat etti. Bu adam devrinin en yüksek tabibi idi ve Bağdad’ın yahudi tabibi olan Ebül-Berekât’ın tilmizi idi. Bu adam, Bağdad’dan Musul’a, buradan Azerbaycan’a, sonra Halat’a gitti, Ş a h a r m a n’ın hizmetinde yaşadı ve onu tedavi mukabi­ linde büyük bir servet edindi. Emirin çektiği hastalıkların birinde Hubal oğlu onun üzerinden bir miktar alıp her vakit yaptığı gibi muayene etmek istedi. Bunun üzerine köle­ lerin biri ona şu sözleri söyledi : “ Ey tabib buna niçin bakı­ yorsun da ağzına alıp tatmıyorsun ? „ . Tabib birden bire cevap vermedi, fakat dışarı çıktıktan sonra köleyi çağırdı ve ona gizlice şu suali sordu: “ Üreyi tatmağa ait sözü bir başkası mı, yani, hüküm darın kendisi mi, yahut aile erkânından biri mi söyledi, yoksa bu sözü kendi aklından mı söyledin ? „ . Köle şu cevabı verdi : “ B ir kimse söylemedi. Fakat ürenin rengi, koku­ su ve teşekkülü gibi tadının da bir şeyi er ifade ettiğine dair bir şeyler işitmiştim,, . Tabib “ Olabilir, fakat her hastalık için böyle değildir. Sen bana bu sözü söylemekle fenalık ettin. Ç ünkü hü­ küm dar senin sözlerini işitecek olursa kendisini tedavi hususun­ da yapılması icap eden herşeyi yapmadığıma zahip olur,, dedi.

Tabib bu hâdiseden başlayarak zihninde karışıklık hissettiği için huzurdan mahrum oldu. Onun için köleye vâfir miktarda gümüş verdi ve bir daha böyle birşey söylememesini rica etti. Sonra emirin hizmetinden istifa ederek hükümdardan bir fer­ man aldı, Halat’tan ayrılarak Musul’da yerleşti ve ölünceye ka­ dar burada kaldı. Hayatının son demlerinde kör olmuştu. Bir­ çok kimseler yanına gelir ve ondan tıb ilmini öğrenirlerdi. 95 sene yaşadı ve tıb hakkında El-Muhtar adını verdiği 4 cilt­ lik muazzam bir eser yazdı. Bugüne kadar birçoklan bu eseri okuyarak istifade etmektedirler. Arapların 610 (M. 1213) yılında C i n g i z H a n bizzat İran’a gitmek istedi. Uygur Türklerinin bulunduğu memlekete muvasalat edince buradaki bütün emirler ile askerleri onun 1 İbn H ebel olm ası gerektir. Bk. El-A'lâm,

s. 656 ( ö . R. )

2 M uhazzebüddin olm ak icap eder ( Tabakat ül-Etibba, c. 1, s. 204.) A d ı Ebül 420 ).

H aşan

A li b.

A hm ed

b.

A l i’d ir

( M uhtasar • üd - düvel s.


496

ABU'L- F A R A C

TARİHİ

hizmetine girdiler. Bişbalıg tarafından gelenler I d i k u p 1 ismin­ deki hakim tarafından gelenlerle ordusu ve çiftçileri, Almalığ ’ daki emir S e k n a k (Suftak ?) T e k i n ve atlıları ve daha birçoklan ona iltihak etmişlerdir. Bunun üzerine C i n g i z H a n en büyük oğlu T u ş i'y i 50.000 askerle Hokand bölgesine, diğer iki oğlu Ç a ğ a t a y ve O k a t a y ı Otrar şehrine karşı gönderdi. Kendisi de Buhara’ya karşı hareket etti ve Otrar da bıraktığı kimselere son derece şiddetle harbetmeği emretti. Bunlar şiddetle harbettilerse de şehir beş ay mukavemete devam etti. Çünkü Sultan M u h a m m e d şehrin içinde kuman­ danları Jair Han olan 50.000 atlı ve kumandanları K a r a c a ( K a r a j a ) H a s H a c i p olan 10.000 diğer atlı bırakmıştı. K a ­ r a c a Tatarlar kadar kuvvetli olmadığını görünce bir gece tarafdarlarından birçoklarını alarak Sofi kapısından çıktı ve Moğolların tarafına gitti. Moğollar onu sabaha kadar muhafaza altında tuttular ve sabahleyin Han’ın iki oğlu nezdine götür­ düler. Bunlar şehre ve içindeki muhariplere dair öğrenilebile­ cek bütün malûmatı dikkat ve itina ile aldıktan sonra ona şu sözleri söylediler: “Sen kendi efendini nasıl aldattmsa bizi de öyle aldatacaksın. Onun için senin bize lüzumun yoktur,, Sonra emrettiler, o da ve kendisi ile beraber gelenlerin hepsi de öldürüldüler. 0 gün Tatarlar şehre hâkim oldular, şehrin içindeki erkek, kadın bütün nüfusu kovdular ve şehrin hâzinelerini yağma ettiler. Bunun üzerine J a i r H a n şehirdeki yüksek evlerin damlan ve surların üzerinde bulunan 20.000 adamı ile birlikte isyan etti. Bunlar ellişer ellişer Tatarların tarafına gittiler, öldürdüler. Niha­ yet J a i r H a n ile birlikte sarayın damı üzerinde yalnız iki kişi katmıştı. Tatarların birçoğu bunlara karşı birleştiler ve iki adamı öldürünceye kadar uğraştılar. J a i r H a n da yapayal­ nız kaldı. Onun bütün oklarını kullanması üzerine çocuklar ve cariyeler duvarlardan tuğlalar ve taşlar çıkararak Tatarlarla dövüşmeğe devam ettiler. Han bu adamın harp esnasında öldürülmeyerek diri bir halde esir alınmasını emrettiği için Tatar­ lar birçok zahmetlere katlandılar ve onu ele geçirinceye kadar 1 U y g u rla rın h ü k ü m d a rın a İ d i K u t d e n ilird i ki m ânâsı « A lla h ta ra ­ fın d an gönderilen» d ir. Bk. D eguigaes, c. 11, s. 275 ( ö . R .).


ARAP

HÜKÜMDARLARI

497

ölmemesi için dikkat ettiler. C i n g i z H a n bu adamı gördükten sonra Göksaray yani “Yeşil konak,, denilen yerde öldürülmesi­ ni emretti. Arapların 611 (M. 1214) yılında sultan İ z z ü d d i n K e y k â v ü s , Pontus denizi üzerinde olan Sinob’a hâkim oldu ve buranın prensi olan Kir Alex’i öldürdü. 612 (M. 1215) yılında da Antalya’yı Rumlardan ikinci defa aldı. Arapların 613 (M. 1216) yılında S e l a h e d d i n Y u s u f b. E y y u b ' un oğlu olan Halep emiri M e l i k T a h i r G a z i ve­ fat etti. Kendisi küçük oğlu M e l i k A z i z M u h a m m e d ' in yerine geçmesini emretmişti. O ğlu bu sırada iki yaşını birkaç ay aşmış bulunuyordu. Onun daha büyük yaşta olan diğer bir oğlu vardı. Fakat küçüğün anası M e l i k A d i l ' ı n kızı olduğundan küçüğü hükümdarlığa getirdi ve böylece büyük kardeşinden zarar görmemesini temin etti. T a h i r insaflı ve merhametli bir haremağası olan Ş e h a b e d d i n T u ğ r u l ' u küçük oğlunun idare işlerine tayin etti ve

onu atabeğ tanımasını temin etti. Onun mükemmel idaresi sa­ yesinde Halep ahalisi derin bahtiyarlık ve verimli barış içinde yaşadılar. T a h i r i n hayatı esnasında gasbettiği herşeyi ölü­ münden sonra sahiplerine iade etti. Yunanlıların 1558 (M. 1217) ve Arapların 614 yılında Roma papası Frank hükümdarlarının hepsine haber göndererek Allahın emri ile askerlerini toplamalarını ve yola çıkıp mukaddes şehir olan Kudüs’ü Arapların elinden kurtarmalarını istedi. Birçok mil­ letler toplanarak A kkâ’va gittiler.  d i l keyfiyetten haber alınca derhal Mısır’dan kalkarak Kudüs’e gitti, franklar da A kkâ’dan ilerliyerek “Eşkıyalar mağarası,, denilen yer önündeki sular üzerinde karargâh kurdular.  d i l onlardan evvel buraya ge­ lerek bu mevkide yerleşmek arzusunda idi. Bunu yapamayınca karargâhını Bayşam’da kurdu ve Franklar ilerleyerek onunla harbe tutuşmak istediler. Fakat  d i l Franklar derecesinde kuvvetli olmadığını görerek Şam civarında karargâhını kurdu ve kuvvetlerini burada tamamlamak istedi. Franklar ilerlediler ve Bayşam ile Banias arasında buldukları herşeyi beraber göE bu'l - Farac Tarihi, F. 32


498

A B U ’L- F A R A C TARİHİ

türerek birçoklarını öldürdüler, esir aldılar ve elleri ganimet­ lerle dolu olduğu halde A kkâ’ya döndüler. Denildiğine göre A d i l , Bayşam’dan ayrıldığı sırada ağır bir yük taşıyan ve adım adım yürüyen bir adam gördü ve bu adamın bir lâhza dinlenmek için oturduğuna dikkat etti. Bizzat A d i l bu adama yaklaşarak sordu: “ Kendini bu yük altında niçin öldürüyorsun ? Telâşın neden ?„ İhtiyar adam da şu ce­ vabı verdi: “Sultana deyin k i o telâş etmese id i biz de telâş göstermezdik, belki evlerimizden çıkmazdık,,.

 d i l bu sözler­

den utandı ve ihtiyarı bırakarak gitti. P r a y n s B a i m o n d ( B o h a i m o n d ) , bu sıralarda öldü R u p i n namında bir oğul bıraktı. Bu çocuk Ermenilerin kıralı R u p i n ' in kızından doğmuştu. Saltanat ona ait olduğu halde

dayısı cür’et göstererek bunu elinden aldı. Bunun üzerine Ermeni R u p i n in kardeşi olan Ermeni kıralı L e o n kızdı ve kızkardeşinin oğlu olan F r a n k R u p i n ’in hakkına vukubulan tecavüz dolayısiyle Antakya’ya gelerek Antakya ahalisinin ona sadakat yeminini îfa etmelerini temin etti. Sonra bu kafa­ sız adam hüküm sürdüğünü görerek gurur ile kabardı ve kendisini hükümdarlığa getiren L e o n ' u ele geçirip Kilikya üzerine de hâkim olmak istedi. Frerler bu suikasttan haber alarak keyfiyeti L e o n ' a bildirdiler, o d a bir zarara uğramadan kaçtı. Arapların 615 ( M. 1218 ) yılında Franklar gemilere binerek Dimyat’a hücum etmek üzere hareket ettiler ve Bizah Genzah ?) denilen karaya çıktılar. Nil nehri Franklar ile Dimyat arasında idi. Araplar Nil’in ortasında büyük bir kule inşa ettiler ve kule içindeki muhariplerin, Frankları Dimyat’a varmaktan alakoymalarını istediler. Franklar bu kuleye karşı 4 ay harbettikten sonra onu zaptettiler, içindeki adamları öldürdüler ve Nil nehri üzerindeki zincirleri kestiler. Bu sırada A d i l 'in oğlu M e l i k K â m i l , Dimyat’ın öbür kıyısında karargâhını kurmuş bulunuyordu. M e l i k K â m i l Frankların Nil üzerindeki zincir­ leri kestiklerini görünce zincirler yerine büyük bir köprüyü nehrin üzerine bağladı. Fakat Franklar bu köprüyü de tahrip ettiler. Bunun üzerine K â m i l büyük kayıklarda delikler aça­ rak denize batırdı ve bu yüzden büyük gemilerin nehir üzerin­


ARAP

HÜKÜMDARLARI

499

den geçmelerine imkân kalmadı. Daha sonra Franklar nehrin karşıki kıyısında derin bir çukur kazdılar ve burasını nehir suyu ile doldurdular. Sonra gemilerini batırılan kayıklar üzerin­ den kaydırdılar ve Dimyat’m suruna yaklaşarak nehrin üzerin­ den harbe devam ettiler. Dimyat’ta bulunanlar K â m i l ile askerlerinin yakınlarda bulunmaları ve muhtaç oldukları herşeyin kara yolu ile gelmesi dolayısıyle Franklardan birşey istemiyorlardı. Tam bu sırada Allahın iradesi ile M e lik A d i /’in Şam’da ölmüş olduğu ve emir İb n - i M a ş t u b ile Hakkâri Kürt­ lerinin diğer emirlerinin Mısır hükümdarlığına K â m i l ' in kar­ deşi olan M e l i k F â i z i geçirmek istediklerine ait haberler M e ­ l i k K â m i l ' e erişti. Bu yüzden M e l i k K â m i l askerlerini alarak Dimyat’ı bıraktı ve Mısır’ın üzerine yürüdü. Franklar gelip gelerek kara üzerinde yürüdüler ve Arapların karar­ gâhlarında bırakmış oldukları hazine artıklarını taşıyıp gö­ türdüler. Franklar, Dimyat şehrine karşı karargâh kura­ rak kara ve denizden taarruza geçtiler. Dimyat ahalisi Arap­ ların kendilerine yardım göndermelerini beklediklerinden har­ bi bütün şiddetiyle idame ediyorlardı. Franklar da dokuz ay şehre hücum ettiler, Nihayet şehrin içindekiler ye’se uğra­ dılar. Çünkü K â m i l hiyanete uğramaktan korkarak Mısır’dan ayrılamıyordu. Bunun üzerine Dimyat ahalisi sulhan şehri Frank­ lara teslim ettiler. Franklar Dimyat’ı alınca şunu ilân ettiler: “A raplar içinde herkim levazımını alıp gitmek isterse gidebilir. K alm ak isteyen de k a la b ilir,,. Birçokları da şehirden ayrıl­

madılar. K â m i l Frankların cesaretini gördükten sonra onlardan son derece korktu, sonra Kudüs’ün surunu yıktırdı ve Frankla­ rın Kudüs’ü zaptettikleri zaman barınacak bir yer bulmamalarını temin etmek istedi. Bu sırada Antakya prensi Frank R u p i n , dayısı K ö r P r a n y n s’ın reva gördüğü eziyetlerden son derece muztarip olduğu için Trablus prensi (Kral Leon’dan iltifat gör­ memek ve yaptığı iyiliğe karşı kötülükle mukabele görmek üzere olduğu için ) Antakya’dan çıktı, Dimyat’taki Frankların kıralı olan H a n r i J o a n (Henry John, Brienne’l i ? ) ’a gitti ve kıral Leon’un ölümüne kadar onunla beraber yaşadı. Bu yıl içinde Araplar yalnız garptan gelen Franklardan değil, şark tarafından infilâk eden ve Hemedan’a, Azerbaycan’a


500

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

ve Arran (Arzan?)’a kadar gelen ve bütün İran’da müdhiş zu­ lümler irtikâb eden Tatarlardan da bilhassa korktular. Aynı yıl içinde Arapların 3 üncü aylarının 27 inci gününde Musul emiri M e l i k K a h i r İ z z ü d d i n M e s ’u d b. N u r e d d i n 7 yıl 9 ay

hüküm sürdükten sonra vefat etti. Bu adam hep ölümden korkararak yaşadı. Kendini eğlendirmeğe çok istekli idi ve her eğlenceyi ölümün elinden koparıyormuş gibi benimserdi. En büyük oğlu N u r e d d i n A r s l a n onun yerine geçti. Kendisi henüz 10 yaşında bir çocuktu ( yahut 12 yaşında bir gençti) ve kendisine büyük babasının ismi verilmişti. M e l i k K a h i r , ölü­ mü sırasında B e d r e d d i n L u l u yu. oğluna mürebbi yahut idare müdürü olarak tayin etti, nasıl ki daha önce bu adam kendisini de yetiştirmişti B e d r e d d i n asîlâne hareket ederek Halife Nasır’a haber gönderdi ve genç adam için saltanat bera­ tını getirtti. Sonra diğer memleketlerin hükümdarlarına haberler göndererek barışı sağlamladı. B e d r e d d i n gürültü çıkarma­ dan Musul saltanatını ele aldı ve genç adamın ölmesini isteye­ rek saltanatı ele geçirmeğe hevesli olanlar çok oldukları ve amcası Akkâ emiri İ m a d ü d d i n ve babasının amcaları bun­ lar arasında bulundukları için bunlara mani oldu ve asilzâdelere iyilik ederek kendisini hepsine sevdirdi. Akkâ

emiri olup genç N u r e d d i n ’in amcası olan i m a d ü d d i n , Erbil emiri Z ey ne d d i n oğlu M u z a f f e r ü d d i n K u k b u r i ’ye haber göndererek «Bedreddin hanedanımızı aldatarak saltanatı kendi eline geçirmek istiyor» dedi. Bunun üzerine M u z a f f e r ü d d i n Akkâ emirine yardım etti, ikisi de gittiler ve İmadiye kalesini aldılar. B e d r e d d i n de as­ ker toplayarak İmadiye'ye karşı harb etti ve İmadiye'yi ele geçirdi. Mevsim kıştı ve dağlar kesif karlarla örtülü idi. B e d ­ r e d d i n de buradan

ayrılarak Musul’a döndü. İ m a d e d d i n mukavemet ediyor ve Hakkâri ve Zevzanaya kalelerine haber­ ler gönderiyor ve bütün buralarda hüküm sürüyordu. Aynı yıl içinde Diyar-ı Rum’a hakim olan Sultan İ z z ü d ­ d i n K e y k â v ü s Haleb’i ele geçirmek istedi. Çünkü burada bir emir yoktu ve henüz meme emen bir çocuk buraya emir ilân edilmişti. K e y k â v ü s ' un asilzâdeleri onun burasını kolay­ lıkla alması için şu tavsiyede bulundular: “ Samusata emiri


ARAP

HÜKÜMDARLARI

501

S e l a h e d d i n oğlu M e l i k A f d a l ' ı yanınıza alır ve onun kardeşlerinden gördüğü muameleden müteessir olduğunuzu ileri sürer, S e l a h e d d i n i n en büyük oğlu olmak dolayısıyle baba­ sının saltanatını kendisine iade etmek istediğinizi bildirirseniz bu iş kolaylaşır,,. Sultan İ z z ü d d i n de. M e l i k A f d a l ' ı Samusata’dan getirtti, ona altın ve hil’atler, atlar ve silahlar verdi, onu kendisi ile birlikte Suriye’ye gitmek üzere hazırladı ve Halep ile M e l i k A f d a l ' a ait herşeyin kendisine de ait sayıl­ masını şart koştu ve Bet N ahrin'de M e l i k E ş r e f e ait arazi­

den herne alırlarsa Sultan İ z z ü d d i n K e y k â v ü s ' e ait sayıl­ ması lâzım geldiğini bildirdi. Bunlar asker toplayarak evvelâ Ayintab’a karşı hareket ettiler, burasını aldılar ve M e l i k A f d a l burasını teslim etti, sonra Tel Beşir'e gittiler, onu da aynı şekilde aldılar. Sultan İ z z ü d d i n burasını teslim etti, fakat Melik A f d a l ' a vermedi. A f d a l müteessir oldu ve teslim olanlar da pişman oldular. Bu andan başlayarak A f d a l hiyanet etmeği içinde kurdu ve İ z z ü d d i n i Halep’e karşı hareketten alıkoymağa başladı. Ona “ Evvelâ Mabuğ'u vesair yerleri alalım. Bu sayede H aleb'i alm a­ mıza im kân hasıl olur. Ç ünkü o zaman Halep kanatları yolun­ muş bir güvercine benzer,, dedi. Mabuğ’a karşı gidince Ş i h a b ü d d i n , M e l i k E ş r e f e bir haremağası gönderdi ve kızkar-

deşinin oğlu olan küçük çocuğa yardım etmek üzere gelmesini rica etti. E ş r e f hiddetlendi ve kalkıp gelerek Rum diyarının askerlerine karşı Mabuğ’da harbetti. Rum askerleri bozuldular, Sultan i z z ü d d i n de döndü. Bunun üzerine aldı, sonra Tel Beşir’e ralarını Halep emirine

harbe

devam

etmiyerek memleketine gitti, burasını karşı aynı şekilde hareket ederek bu­ verdi. Tel Beşir’i E ş r e f e teslim eden­ E ş r e f Ayıntab’a karşı

ler kendi memleketlerine gidince Sultan İ z z ü d d i n tuttu, bir evin içine koydu ve merhametsizce yaktı.

bunları

Yukarıda anlattığımız gibi Frankların Dimyat’a karşı ha­ reket ettikleri yıl içinde M e l i k  d i l Arapların 615(M. 1218) yılının 6 ıncı ayının 7 inci günü vefa etti. Yetmişbeş yaşında idi ve A lk in denilen yerde vefat ederek Şam’a götürüldü ve hayatında yaptırmış olduğu kabre gömüldü. Son derece vakur bir adamdı, kin güder, uzun bir zaman geçse de intikam


502

A B U ’L - F A R A C

alırdı. Şu oğulları bıraktı: Nasırüddin

Mısır

E b ül - M eâli,

TARİHİ

hükümdarı M e l i k K â m i l Şam ve Kudüs hükümdarı

M e l i k - i m u a z z a m M u z a f f e r ü d d i n İ s a , Edessa, Harran ve Halat emiri M e l i k E ş r e f Ş e r e f ü d d i n M u s a , Maiperkat emiri M e l i k M u z a f f e r Ş i h a b ü d d i n G a z i , Caber kalesi emiri M e l i k H a f ı z , Banyas emiri M e l i k A z i z O s m a n , Boşar emiri M e l i k S a l i h İ s m a i l ve M e l i k F â i z Y a k u b ve M e l i k E m c e d A b b a s ve M e l i k A f ­ d a l K u t b ü d d i n ve M e l i k K a h i r

T a c ü d d i n Is hak.

Aynı yıl içinde B e d r e d d i n, Erbil emiri M u z a f f e r ü d ­ d i n ile Akr emiri İ m a d ü d d i n

Z a n g i ' nin Musul havalisini tahrip etmek üzere anlaştıklarını ve kalelere hâkim olmak iste­ diklerini anlayarak bunlara karşı tevazu göstermenin müfit olmayacağına, bunlara tek başına mukavemet edemiyeceğine hükmederek Bet Nahrin ve Halat emiri M e l i k E ş r e f t e n yardım istedi ve onun emirlerinden biri imiş gibi ona itaat edeceğini bildirdi. E ş r e f de memnun oldu ve Nisibis’e bir ordu gönderdi. Bu ordu B e d r e d d i n ' in talebi üzerine ona iltihak edecekti. Arapların 616 (M. 1219) yılında İ m a d ü d d i n Z a n g i , İmadiye kalesinden inerek Akr kalesine gftti ve ovadaki şehir­ lere hâkim olmak istedi, çünkü esasen bu dağlık havaliyi ele geçirmiş bulunuyordu. B e d r e d d i n keyfiyetten haber alarak bu havaliyi korumak üzere bir ordu gönderdi. Bunun üzerine eşraf ile ordu kumandanları konuştular ve B e d r e d d i n ' e

haber vermeden İ m a d ü d d i n ’i Akr tarafından mağlûp et­ meğe karar verdiler. Bunlar bütün gece yol aldılar ve Arap­ ların ilk ayının sonuna müsadif cumartesi günü gün doğunca Akr kalesinin alt kısmında harp meydanında buluştular. Z a n g i tamamiyle kırılmış ve Musul’a M u z a f f e r ü d d i n ' in yanma kaçmış ve Musullular da karargâhlarına dönmüşlerdi. Bunun üzerine Halife N â s ı r dan ve M e l i k E ş r e f ten elçiler geldiler, bu elçiler bunları barıştırdı ve aralarında sulh yaptı. Sulhun sağlamlanması üzerine Musul emiri M e l i k Tâh i r ın oğlu genç N u r e d d i n öldü. Kendisi sık sık hastala­ nan bir adamdı ve arada on gün at sırtına binmediği görülü­ yordu. B e d r e d d i n onun henüz üç yaşında bir çocuk olan


ARAP

HÜKÜMDARLARI

503

Mahmud namındaki kardeşini alıp onun yerine geçirdi ve eşrafın ona bîat etmelerini temin etti. Çocuk at sırtına bindirilerek ahaliye gösterilmiş ve ahali hoşnut olmuştu. Çünkü Atabeğ hânedanına mensup bir hükümdarın başlarına geçmiş olduğunu görmüşlerdi ve halk bu hânedanı son derece sevmekte idiler. N u r e d d i n " in ölümü ve kardeşinin yerine geçmesi üze­ rine M u z a } f e r ü d d i n ile Z a n g i Musul askerleriyle dövüş­ meğe ve bu havaliye akınlar yapmağa başladılar. B e d r e d d i n , Frankların memleketlerini istilâ ve tahrip etmek isteyen M e l i k E ş r e f e yardım etmek üzere Musul askerlerini Haleb’e gön­ dermiş olduğundan E ş r e f i n Nisibise göndermiş olduğu ordu kumandanı A y b e y e haber yolladı ve onu yanına çağırttı. N u r e d d i n E ş r e f i n kölesi olan A y b e y ile gelenlerin pek az olduklarını görerek üzüldü ve telâşa düştü. Çünkü onun M e l i k E ş r e / ’e gönderdiği askerlerin sayısı E ş r e f tarafından gönderilmiş olanlardan daha çok fazla idi. Fakat Aybey büyüklük taslamağa başladı ve B e d r e d d i n ’i Dicle’yi geçip Erbil havalisini yağma etmeğe mecbur etti. M u z a f f e r ü d d i n hâdiseden haber alınca askerlerini topladı ve Zabha nehrini geçti. B e d r e d d i n ile A y b e y de birbirine karşı kuv­ vetlerini hazırladılar. Gece yarısı olunca Aybey uyanarak Erbil ordusunu ezmek için hareket etmek istedi. B e d r e d d i n onu alıkoydu ve sabaha kadar beklemesini söyledi. Fakat onu ik­ na edemediği için Aybey atma bindi, askerlerini de atlarına binmeğe şevketti, B e d r e d d i n de ona katılmağa mecbur oldu. Böylece bunlar M u z a f f er ü d d i n ' i harbe sürüklediler. E ş ­ N asırüddin

r e f ’in kölesi i z z ü d d i n A y b e y Erbil emirinin sol cenahına

doğru hareket etmiş olduğundan Erbil emirinin sağ cenahı B e d r e d d i n ' in sol cenahını kırmağa muvaffak oldu. B e d r e d d i n birkaç adamla birlikte merkezde kalmıştı ve kendisi Erbil emirinin küllî kuvvetlerine mukavemetten âciz­ di. B e d r e d d i n , M u z a f f e r ü d d i n ’in karşısından kaçarak sür’atli bir yürüyüşle Dicle’yi aşmış ve Musul'a varmıştı. Fa­ kat burada da durmayarak yeniden asker toplayabilmek için Balat şehrine gitti ve karargâhını burada kurdu. M u z a f f er ü d d i n onun peşine takıldı ve Nineva kalesinin tepesi ardın­ da karargâhını kurarak burada üç gün kadar kaldı. B e d r e d-


504

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

d i n ’in kendisini geceleyin ezmek üzere hazırlandığını haber alan M u z a f f e r ü d d i n buradan ayrıldı ve Erbil’e gitti. Ni-

neva’dan geçerken bir kimseye dokunmadı. Yalnız kendisi ile beraber olan Şahrazur’lu bir takım adamlar Bet Sahraya (yani Dilenciler evi) köyünden yeni evlenmiş bir gelini kaldı­ rıp götürmüşlerdi. Gelinin akrabaları hiddetlenmişler, kızlarını kurtarmışlar ve Kürtlerden bazı kişileri öldürmüşlerdi. M u z a f f e r hâdiseden haber alarak fena halde kızdı. Çünkü ona “Bu köylüler senin adını lekelediler ve bunlar B e d ­ r e d d i n ’in hayatı için bağırdılar „ dediler. Bunun üzerine M u z a f f e r bu köye karşı bir kuvvet gönderdi, bunlar kiliseye iltica eden köylülere de hücum etmişler ve 300 ka­ dar kişi öldürerek geri dönmüşlerdi. Bunlar Barteli’den geçtik­ leri sırada genç bir adamın elini kılıçla kesmişler ve bu hâdi­ selerin vukuundan sonra iki taraf arasında elçiler mübadele edilmiş ve sulh yapılmıştı. Aynı yıl içinde Kavaşi

kalesinde bulunanlar diğer kale­

lerin i m a d ü d d i n Z a n g i ' y e teslim olduklarını görerek Kavaşi’yi de ona teslim etmek üzere haber gönderdiler ve kale içinde B e d r e d d i n hânedanına mensup olanları kaleden çı­ kardılar. B e d r e d d i n , M u z a f f er ü d d i n ’in içtiği andları tutmadığını görerek ve Zangı’yi kendisi ile muharebeye teşvik ettiğini anlayarak M e l i k E ş r e f e , haber gönderdi ve bizzat gelip kendisine yardım etmesini ve Erbil emirini kendisi ile uğraşmaktan vazgeçirmesini istedi. E ş r e f muhaliflerinin bu sırada çok olmaları dolayısıyle B e d r e d d i n e. ancak bir müddet sonra yardım edebildi. Çünkü bu sırada Rum diya­ rının hükümdarı Sultan K e y k â v ü s ile A m id emiri ve Kipa kalesi emiri ve Mardin emiri ve Emir I bn-i M a ş t u b ile Emir i z z ü d d i n H a m i d î ona karşı isyan etmiş bulunuyorlardı.

Arapların 616 (M. 1219) yılının onbir inci ayında ve Y u ­ nanlıların 1531 yılının sonkânun ayında sultan i z z ü d d i n K e y k â v ü s b. Sultan K e y h u s r e v b. Sultan K ı l ı ç A r s l a n vefat etti. Kendisi M e l i k E ş r e f ile Bet Nahrin’de harbetmek için asker toplamış bulunuyordu, fakat Malatya’ya vardığı zaman verem hastalığı şiddetlendi ve bu yüzden Sul­ tan geri döndü ve öldü. Eşraf Briha dağındaki Masara kale­


ARAP

HÜKÜMDARLARI

505

sinde mahpus olan A l â e d d i n K e y k u b a d ' ı getirttiler ve onu hükümdarlığa geçirdiler. Bazılarının anlatışına göre bizzat Sultan İ z z ü d d i n vefatından önce onu mahpesinden çıkarmış ve saltanata geçmeğe lâyık bir oğlu bulunmadığından eşrafın ona bîat etmelerini temin etmişti. Sultan A l â e d d i n K e y k u b a d saltanatının başlangıcında düşmanlarının çok olduklarını, yani etrafındaki Rumların ve Ermenilerin kendisine düşman olduklarını ve Erzenürrum emiri olan amcasının M e l i k E ş r e f ile dost olduğunu gördü ve M e l i k E ş r e f i n hemşiresini zevcesi olmak üzere istedi. Bu kadın ona üç sene sonra verildi. Ermenilerin 668 yılında Kilikya kıralı L e o n öldü. Muhare­ be meydanlarında satvetli bir muharipti ve çok kuvvetli bir ta­ kipçi idi. İsmi Z a b i l (Is a b e l?) olan bir tek kızı vardı. Deniz sahili üzerindeki kalenin emiri S i r a D a n P a l i (Sire Dom Baila?) kıral kızının ve kırallığın varidatını iki yıl kadar ele geçirdi ve nihayet Ismailîler tarafından öldürüldü. Arapların 617 (M. 1220) yılının ilk ayında C i n g i z H a n hizzat hareket ederek Ceyhun nehrinin ötesindeki bütün mem­ leketlerdeki müslümanların başmerkezi olan Buhara şehrine karşı yürüdü. Cingiz kalenin kapısına harşı karargâhını kurdu. Sayı bakımından çekirgeleri ve karıncaları geride bırakan Mo­ ğol kıt’aları geldiler ve zavallı şehrin etrafını çevirdiler. Şehrin içinde 20.000 kadar atlı ile meşhur kumandanlardan S a v i n ç H a n ile K e ş l i H a n bulunuyordu. Bu adamlar Tatarların çok­ luğunu görerek harbi kazanmaktan ümidi kestiler ve akşamleyin şehirden çıkarak kaçmak istediler. Bunlar Ceyhun nehrinin kıyılarına vardıkları zaman yollardaki Moğol devriyeleri bun­ ları yakaladılar ve hepsini kılıç ucu ile imha ettiler. Şehir halkı kendi hesaplarına Moğollara mukavemet edecek bir kimse kal­ madığını görerek şehrin kapılarını açtılar ve Cingiz Han’ı selâmlamak üzere çıktılar. Han bunlara acıdı ve onları öldür­ medi. Fakat şehri görmek üzere içeri gelince büyük caminin kapısı önünde durdu ve şu suali sordu: “Burası hüküm darın sarayı mı ? Kâtipler “Hayır, burası Tanrı evidir,, dediler. C i n g i z H a n da atından inerek içeri girdi ve mihrabın önün­ de oturdu. Onun küçük oğlu T u l i minberin basamaklarından çıktı. C i n g i z H a n şu sözleri söyledi: “Atlarım açtır ve ova­ da bunları besleyecek ot yok Bunun üzerine eşraf kalkıp


506

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

gittiler, buğday ve arpa ambarlarını açarak bunları yüklediler ve atlara vererek bunları temaşa ettiler. Bundan başka yerliler şarap dolu kaplar getirdiler ve bunları Tatarlara verdiler. Şarkı söyleyen erkekler ve kadınlar, raks eden kadınlar da getiril­ miş ve bunlar bütün istekleri ile raksetmişlerdi. C i n g i z H a n şehrin eşrafına bağırarak şu sözleri söy­ ledi : “S izin yer yüzü üstündeki servetlerinizi göstermenizi iste­ miyoruz, fakat yer dibine gömdüğünüz servetleri meydana çıka­ rıp bize vermenizi istiyoruz. Bunu yaparsanız hayatınızı kurta­ rırsınız,, . Onlar da “Em rinizi ifat/a hazırız,, dediler. Sonra

gittiler, yerleri kazdılar ve sayılmıyacak derecede gizlenmiş birçok muharipler bulunduğu için bunlar şehri tutuşturdular ve şehir, içinde bulunan bütün definelerle birlikte yanmıştı. Şehrin dışında bulunanlar muhtelif ülkelere dağıldılar. Buhara’dan Horasan’a gelebilen adamlara şu sual sorulmuştu : “ Size nasıl muamele ettiler ? „ . Onlar şu cevabı vermişlerdi : “Bize bu çeşit sualleri sorup, bizi niçin yoruyorsunuz ? Tatarlar geldiler, defi­ nelerimizi ortaya çıkardılar, sonra yaktılar, yağma ettiler ve git­ tiler. ibret alm ak isteyen alsın „ .

Aynı yıl içinde evvelce anlattığımız gibi M a ş t u b o ğ l u , E ş r e f 'e , karşı isyan ederek Nisibis’e hücum etti ve buradan Erbil’e giderek M u z a f f e r ü d d i n’e karşı gelmek istedi. Nisibis hâkimi onunla harp etmek üzere hareket etti ve onu mağlûp ederek yanında bulunanları dağıttı. M a ş t u b o ğ l u ’nun kendisi bir kaç adamı ile birlikte kaçtı ve Sincar ül­ kesine geçti, F e r r u h Ş a h b. Z a n g i b. M e v d u d b. Z a n g i keyfiyetten haber alarak bir ordu gönderdi, onu ya­ kaladı ve bir esir olarak tuttu. Sincar emiri F e r r u h Ş a h E ş r e f 'in taraftarı olduğundan M a ş t u b o ğ l u onu aldattı ve onu E ş r e / ’in düşmanı yaptı. Ona yeminler ederek Musul’u B e d r e d d i n’in elinden alıncaya kadar kendisi ile birlikte muharebe edeceğini ve böylece Musul’un da ona ait olacağını söyledi. Bunun üzerine Sincar emiri M a ş t u b o ğ l u ' nu ser­ best bıraktı, ona atlılardan müteşekkil bir ordu verdi, o da bu ordu ile hareket ederek Bet Arbaya havalisini yağma etti. Bedreddin hâdiseden haber alarak askerler gönderdi ve M a ş t u b o ğ l u mağlûp edilerek kaçtı ve Tel Afar kalesine gitti. Çünkü burası Sincar emirine aitti. B e d r e d d i n onun bu­


ARAP HÜKÜMDARLARI

507

raya gitmiş olduğunu anlayınca bizzat hareket ederek Tal Af ar ka­ lesine karşı hareket etti ve burasını zaptedinceye kadar harbederek M a ş t u b o ğ l a ’nu esir aldı ve onu M e l i k E ş r e / ’e gönderdi. M a ş t u b o ğ l u ölünceye kadar Harran’da mahpus kaldı. Sonra M e l i k E ş r e f, Hâni ve Cebel Cur’u Âmid emirine verdi ve Dâra şehrini de alıp ona vermeği va’ad etti. Böylece kendisini Mardin emirinden ayırmak hususunda kuvvetli bir tarzda hareket etti ve Dunaisere geldi ve bütün Mardin havalisine hâkim oldu. Kendisi Mardin emirini kalesine kapamış ve onu gıdadan mah­ rum etmişti. Daha sonra Âmid emiri E ş re / ’e geldi ve bunların ara­ larını bularak sulh yaptı. Mardin emiri Ras Ayn ile 30.000 dinarı E ş r e f ’e ve Şabaktan ülkesindeki Muvazar’ı Âmid emirine verdi. E ş r e f sonra Nisibis’e karşı hareket etti ve Sincar emiri kendisinden korkarak henüz yolda olduğu sırada bir elçi gönderdi ve Sincar’ı E ş r e f e teslim etmek mukabi­ linde Kalonikus’u aldı. O da bütün kardeşleri ile, akrabaları ile ve malları ile birlikte hareket etti. E ş r e f Sincar’ı aldıktan sonra askerlerini Musul’a göndermeğe başladı ve buradan Erbil’e geçmek istedi. Her gün atlılardan müteşekkil büyük bir kıt’a Musul’a geliyordu. Ve nihayet kendisi de senenin 5 inci ayının 3 üncü günü Musul’a geldi. Halifenin elçileri Erbil emirine gelerek Zangi’nin aldığı bütün kaleleri B e d r e d d i n'e vermeği va’d ederek sulhun hüküm sürmesini istediler. E ş r e f bu teklifi kabul etmiyerek Musul'dan hareket etti, Dicle’yi geçti ve Zebha nehrinin civa­ rında bir köy olan Selemiyye’de karargâhını kurdu. Tesadüfen M u z a f f e r ü d d i n de Zebha’nın bu kıyısına karargâhını kur­ muş bulunuyordu. Âmid emiri M u z a f f e r ü d d i n’e karşı gizli bir sevgi gösterdiğinden M e l i k E ş r e f e sulh yapmağı ve şerefli bir surette geri dönmeği tavsiye ederek ona şu sözleri de söyledi : “G alip gelirsen halifeyi darıltmış olursun ve bu yüzden bütün Arap milleti tarafından hor görülürsün. M ağlûp olursan sen de, seninle beraber olanlar da fena bir isim kazanmış olurlar,,. E ş r e f bu sözlere aldandı ve sulh yapmağa

razı oldu. Sonra Akr emiri i m a d ü d d i n Z a n g i ' yi rehine olarak aldı ve onun almış olduğu kaleyi teslim etmesine kadar onu rehine olarak tuttu ve Sinpar’a döndü. Kaleyi almak ve


508

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

B e d r e d d i n t teslim etmek üzere bir takım

adamlar gönde­ rilmişti. Bunlar Hakkâri hududunda olan bir kale müstesna ol­ mak üzere bunları almağa muvaffak olamadılar; çünkü diğer kalelerin içindekiler karşı geldiler ve teslim olmak istemediler. M u z a f f e r ü d d i n , E ş r e f ' in kardeşi Ş i h a b ü d d i n G a z i' ye müracaat etti, o da onun namına E ş r e / ’e yalvardı. O da kaleler teslim olmadığı halde kendisini serbest bıraktı. B e d r e d d i n bu yüzden darıldı ise de E ş r e f ’in iradesine karşı gelemedi. Bu sırada B e d r e d d i n , E ş r e f ' in Tel Af ar kalesini kendisinden almak istediğini gizlice öğrendi. Çünkü bu kale esas itibariyle Sincar’a aitti. Bu yüzden Tel Afar’ı ona devretti ve böylece Sincar ile Tel Afar E ş r e f ’e geçti. Z a n g i , Hak­ kâri ve Zavzanya kalelerine hakim olduğu için burada bulu­ nanlara fena muamele ediyor ve bunları hediyeler ve ağır ver­ giler vermeğe mecbur tutarak rahatsız ediyordu. Bu yüzden onunla yapılan muahedeye saygı gösterenler pişman oldular ve kaleleri B e d r e d d i n'e teslim etmek istediler. Fakat bun­ lar bu kalelerin göstereceği mukavemetten korkuyorlardı. B ed~ r e d d i n bu hâdiseden haber alınca bunlara haber göndere­ rek kendilerine hiç bir zarar gelmeyeceğine dair kuvvetli and­ lar içti ve hepsine en iyi muameleyi yapmağı taahhüd ederek bunların tavrı hareketi sayesinde E ş r e f ' e minnettar olmak­ tan kurtulacağını bildirdi. Bunun üzerine İmadiye kalesi eşrafı teslim olmayı kabul ettiler. Fakat B e d r e d d i n , E ş r e f ' in izin ve müsaadesi olmadıkça birşeyi almağa muktedir olamadı­ ğından E ş r e / ’e haber gönderdi ve kendisinden bir berat is­ tedi. Fakat E ş r e f , Hathatta adını taşıyan ve Nisibis civarın­ da iki nehir arasındaki bölgede bulunan kaleyi vermedikçe izin vermeyeceğini bildirdi. Fakat B e d r e d d i n İmadiye’yi aldı ve kaleyi teslim edenleri umduklarından çok fazla ihsan­ larla taltif etti. Diğer kalelerin sahipleri de keyfiyetten haber alarak hep­ si de teslim oldular. Şayanı hayret olan bir nokta Suriye, Bet Nahrin, Ermenistan vesair yerlerden gelen birçok ordular toplatmış olduğu halde bu kaleleri alamamışlar, fakat Bedred­ din zekâsı sayesinde hiçbir baskı kullanmadan bunların hep­


ARAP

HÜKÜMDARLARI

509

sine hâkim olmuştu. Bu kıssadan alınacak hisse hâkimlere gü­ venmekten fazla Allaha güvenmenin daha hayırlı olacağıdır. Aynı yıl içinde M e l i k M a n s u r, N a s ı r ü d d i n M u h a m m e d b. M u z a f f e r T a k ı y y ü d d i n Ö m e r b . Ş e h i n ş a h b . E y y u b 50 yaşında olduğu halde vefat etti. Kendisi Halep emiri idi ve Mısır’da amcası M e l i k K â ­ m i l ile bulunan oğlu M u z a f f e r T a k ı y y ü d d i n ’in ye­ rine geçmesini vasiyet etmişti. Eşraf bu oğlunu çağırtmıyarak Şam’da bulunan diğer oğlu M e l i k N â s ı r K ı l ı ç A r sl a n 'ı çağırttılar ve onu Hama’ya yerleştirdiler. Arapların 618 (M. 1221) yılında Şam emiri M e l i k ve Mardin emiri M e l i k E ş r e f ile Halep or­ dusu ve Hama emiri M e l i k N â s ı r ve Emesa emiri M e l i k M ü c a h i r , M e l i k K â m i l ' e yardım etmek üzere hareket ettiler. Hepsi de Dimyat’a karşı karargâh kurdular ve Franklara karşı yolları keserek şehri tazyik ettiler. Franklar korku içinde idiler. Onun için Dimyat’ı ve A kkâ’da bulunan bütün Arap esirlerini teslim etmeği kabul ettiler, Araplar da onların Dimyat’tan çıkıp sulh içinde memleketlerine dönmelerini kabul ettiler. M e l i k K â m i l Frankların bir kısmını Dimyat’ın ve esirlerin teslimine kadar rehine olarak aldı. Araplarla yapılan sulh Roma papasının mümessili tarafından tasdik edildi. Çünkü papanın mümessili Frank ordusunun başında bulunuyordu. Aynı sulhu Akkâ prensi J o a n da tasdik etti. Böylece Araplar Dimyat’ı tekrar aldılar ve Frankların uğraş­ maları boşa gitti. Çünkü M e l i k K â m i l yardım gelmeden önce Franklara mükerrer defalar haber gönderdi ve sulh yapmağı teklif ederek Kudüs, Askalan, Taberiyye, Sayda, Cebele ve Lâzikiyye’yi Dimyat’ın tahliyesi mukabilinde Franklara vermeği teklif etti ve böylece bütün Mısır’da Frank­ lardan eser kalmamasını istedi. Fakat Franklar bu teklifi red­ dettiler. Çünkü üstelik Karak kalesinin teslimini ve M e l i k K âm il tarafından yıkılan Kudüs surlarının tamiri için 300.000 dinarın verilmesini istemişlerdi. K â m i l bu yüzden hiddetlendi, kardeşlerini ve dindaşlarını yardım için çağırdı ve hiçbir şey vermeden Dimyat’ı Franklardan geri aldı. Bu sefil adamlar Araplardan almakta oldukları Emesa’nın yarı mahsu­ lünü de kaybettikleri gibi Hospitaller de Barim’den aldıkları Muazzam


510

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

vergiyi kaybettiler. Dimyat Frankların elinde bu' sırada bir yıl on ay ve yirmi dört gün kalmıştı. Bu sırada İsmailîler Ermeniler ülkesinin hâkimi olan Sira D an’ın üzerine yüklendiler ve Sis şehri içindeki Mar Savvma oğlunun kilisesine giden dar yol üzerinde onu öldürdüler. Onun yerine kıral L e o n un amcası, B a r o n B a s i l 'in oğlu P a l i B a r o n K o n s t a n i i n geçti. R u p i n , kıral Lion’un ölmüş olduğunu ve S i r a d a n m katledildiğini haber aldıktan sonra büyük kıral R u p i n i n kızı olan anasını beraber alarak denizden bir gemiye bindi ve Kiryakus limanına giderek Kilikya’ya varmak ve burada hüküm sürmek istedi. Bu kalenin prensi olan Şakad hâkimi B a r o n B i h r a m onun geçmesine müsaade etmedikten başka anasını kendisine zevce olarak vermediği takdirde kendisini yakalayıp öldüreceğini de söy­ ledi. Vaziyetten son derece rahatsız olan R u p i n bu mesele hakkında anasını kandırmağa çalıştı. Kadın keyfiyetten haber alınca çok müteessir oldu ve sesini yükselterek B i h r a m aleyhinde en ağır hakaretlerde bulundu. Bunun üzerine hür adamlarla hür kadınlar onunla konuşarak oğlunun istifadesi için icap ederse kendisini ateşe de atması lâzım geldiğini söylediler. Kadın bu tazyik altında razı oldu, fakat aynı zamanda şu şekilde de bağırdı: “ Bu, beni gayri meşru bir harekete sevmektedir.,,. B i h r a m bu kadınla evlendikten sonra ona fevkalâde hürmet gösterdi, hayatını ona ve onun oğluna hizmete hasrederek Tarsus şehrine karşı hareket etti ve bu şehri zaptetti. Sonra buradan Adana’ya gitti ve burasını da ele geçirdi. Sonra Mopsuestia’ya karşı hareket etti ve buraya karşı karar­ gâh kurduğu sırada P a l i B a r o n K o n s t a n t i n bir ordu toplayarak bunlara karşı yürüdü ve hepsini kırıp geçirdi. Bunlar onun önünden kaçarken o da bunları takip etti, onları Tarsus şehrine ilticaya mecbur edereK burada kapanmağa zorladı. Hepsini yakalayarak B i h r a m ' ı , R u p i n i , anasını ve büyük R u f i n in kızını imha etti. Daha sonra P a l i Ermeni eşrafının kıral L e o n kızının oğullarından birine verilmesi ve bu oğlunun tahta geçmesi için müracaat etmelerini bekledi. Çünkü beş oğlu vardı. Kendisine bu yolda müracaat olunma­ ması, için için müteessir olmasına sebep oldu, o da başka bir


ARAP

HÜKÜMDARLARI

511

tedbir aldı. Bunlar P r a y n s A v İ r a n ı n oğlu F i l i p' i çağır­ tarak Kıral Leon’un kızı Z a b i l ' i ona verdiler ve onu Kilikya hükümdarı yaptılar. O da iki yıl kadar hüküm sürdü. Fakat bu hükümdar bütün Ermeni eşrafını imha ederek yerlerine Frank­ lar tayin ettiği için hükümeti karışıktı. Kendisi Ermenilere hakaret ediyor ve bunlara falhe (yani asker) diyeceğine fellah (yani çiftçi yahut rençber) diyordu. Bunların kendisi ile birlikte aynı masa üzerinde yemek yemelerine müsaade etmi­ yordu. Bunlar kapısına on kere geldikleri halde kendilerini güçlükle bir defa kabûl ediyordu. Bu yüzden ona karşı Erme­ nilerin nefreti arttı. Onun zulmüne tahammül edemeyecek hale gelince toplan­ dılar ve Pali Baron Konstantin’e gidererek ondan kurtulmak için bir çare bulmağa yardım etmesini istediler. Çünkü hepsi de onu hükümdarlığa getirmiş olmak yüzünden pişmandılar. P a l i bunların içtikleri anda inandıktan sonra bir takım keşşaf­ ları ve avcıları hazırladı ve bir gece yatağında yattığı sırada F i l i p ’in üzerine hücum etti ve onu kıraliçenin koynundan çekip sürükledi. Kıraliçe bağırmağa ve tırnakları ile yüzünü yırtmağa başlayarak kocasını kurtarmak için uğraştı, didişti. Çünkü bu kadın kocasına âşıktı, fakat içeri girenler ve kıralı götürenler ona cevap vermediler ve yalvarışlarına kulak asma­ dılar. Bunlar F i l i p ' i zincirlerle bağladılar ve Tal Hamdun’dan Sis şehrine getirdiler. O da burada iki sene mahpus kaldı. Onun babası olan prens gerçi kuvvetli bir adamdı, fakat Erme­ nilerin oğlunu öldürmelerinden korkarak onlara dokunmak istemedi. Fakat elçiler gönderdi ve oğlunun serbest bırakıl­ masını da istemedi. Babası elçi göndermekten yorulunca bizzat Tel Hamdun’a geldi ve oğluna sunulmak üzere bir mektup verdi. O zamanlar Ermeniler onu dinlediler ve onu Amudha adı verilen kaleye götürdüler ve babasının adam gönderip oğlunu aldırmasını bildirdiler. Baba oğlunu almak isteyince ona şu sözleri söylediler: “Oğlunuzu götürseniz de kendisi yaşamıyacak,,. Çünkü ona zehir içirmişlerdi ve onun on günden fazla yaşamasına imkan kalmamıştı ve bu on gün de geçmiş bulunuyordu. Prens, küfrederek ve tehditler savurarak gittik­ ten sonra F i l i p vefat etti ve onun nereye gömüldüğünü bir kimse anlayamadı.


512

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

Kıraliçe onun ölümünden haber alarak ye’se düştü ve deniz sahili üzerindeki Silawkya kalesine giderek kaleye hâkim olan Frerlere iltica etti. Onlar da onu namuskârane bir tarzda himaye ettiler. Kırahçenin anası da Kıbrıs’tan onun yanma geldi. Bu kadın Kıbrıs kiralının kızı idi ve bir Frank kadını idi. Kızını F i l i p ' e verdikleri zaman kendisini de Servand’taki Kipa prensi S i r p o f r i (Geofry)’ye vermek istediler. Bu prens B a r o n S u n b a t ’m oğlu ve B a r o n K o n s t a n t i n P a l i ’ nin kardeşi (oğlu?) idi. Kadın ona varmak istemediği için onu memleketinden kovdular, o da Kıbrıs’a gitti. Sonra bu sıralar­ da kızının yanma döndü ve iki kadın P a l i tarafından zorla getirilinceye kadar Silawkya’da yaşadılar.

Semerkand’m Tatarlar tarafından alınmasına dair Arapların 618 (M. 1221) yılında Tatarların B u h a r a ’ yı zaptetmelerinden sonra bunlar büyük Semerkand şehrine karşı hareket ettiler ve onun önünde karargâhlarını kurdular. Bu şeh­ rin etrafında büyük köyler bulunuyordu ve şehrin etrafı muhte­ şem bahçelerle çevrelenmişti. Sultan M u h a m m e d şehri koru­ mak için burada 110.000 kuvvetli cenk eri ve muharip adam bı­ rakmıştı. C e n g i z H a n şehrin içinde bu kadar kuvvetli muha­ ripler bulunduğunu anladıktan sonra bizzat buraya hareket etti. Moğollar şehri sardılar ve kuleleri saydılar. Şehrin içi ile dışında bulunanlar arasındaki sur üzerinde müthiş bir ateş yakılmıştı. Ertesi gün içerdeki askerler yaya olarak şehirden çıktılar ve Tatarlarla karşılaşarak son derece şiddetle muharebe ettiler, Tatarlardan birçoklarını öldürdüler, bir kısmını diri yakalayarak şehrin içine götürdüler, bunları burada korkunç bir surette işkenceye uğrattılar ve zâlimane bir surette öldürdüler. Şehirliler son derece korku içinde olduklarına bakarak birbirlerine “ D ik k at etmezsek bu Tatarların öcü m uhakkak ki bizden alınacaktır,, dediler. Sonra birbirleri ile danıştılar ve C e n g i z H a n ' a gizlice adamlar göndererek geceleyin şehrin kapılarını açmağı ve şehri teslim etmeği va’d ettiler. C e n g i z H a n memnun oldu ve bunlara, hayatlarına dokunmamak için söz verdi. Akşam üzeri şehrin kadısı ile şeyhülislâm diye tanılan diğer bir memur ve halktan büyük bir kalabalık toplandılar,


ARAP

HÜKÜMDARLARI

513

şehrin kapısını açtılar ve Moğollar içeri girdiler. Şehrin için­ deki muharipler kaçarak kalede gizlendiler. Tatarlar ahaliyi esir almağa ve yağma etmeğe başladılar. Bunlar şehrin erkek ve kadınlarını yüzer yüzer şehir dışına çıkarıyor ve bunları grup grup oturtuyorlardı. Kendilerine dokunulmayan kimseler kadı ve şeyhülislâm ile birlikte olan 50.000 kişi idi. Bunlar kurtulmuşlar ve şehirin dışına çıkmamışlardı. Ortalık kararınca Tatarlar şehirden çıktılar ve şehrin dışına götürdükleri kimse­ lerin hepsini öldürdüler. Yalnız 20 yaşından aşağı olan erkek­ leri ve kızları sağ bıraktılar. Bunun üzerine kalede bulunan şeflerden biri büyük bir cesaret gösterdi. Kendisi 1000 adam alarak Tatar askerlerini yarıp geçmiş ve bunları bir zarara uğramadan kaçırmağa muvaffak olmuştu. Bu şef Horasan’da bulunan Sultan Muhammed’in yanma gitti.

Harezm'in Tatarlar tarafından alınmasına dair C i n g i z H a n artık Semerkand'm zaptı ile meşgul ol­ madığı için iki oğlu Çağatay ile Agatay’ı Harezm’e karşı gön­ derdi. Harezm bir iklimin adıdır. Bu iklimdeki büyük şehrin adı Cürcaniye dir. Tatarlar içinde askerlerin önünde yürümeleri mutad olan kimseler şehrin kapısına vardıkları zaman şehirli­ ler bu adamlara bakarak bunların sayıca az olduklarını sandı­ lar ve atlılarla piyadelerden müteşekkil büyük bir kalabalık şehirden çıkarak Tatarlarla harbe tutuştular. Bunlar bir mesafe uzakta olan ve Kavram namında bir adama ait bulunan bağa vardıkları zaman Moğol ordusu bunların üzerine atılmış ve hepsini öldürmüştü. Bu şekilde öldürülerek yere serilen şehirli­ lerin sayısı 100.000 kadardı. Tatarlar muzaffer olarak ilerlemiş­ ler, şehre kolaylıkla hâkim olmuşlar ve şehri de, şehrin nüfu­ sundan kalanları da imha etmişlerdi. Sultan M u h a m m e d esasen şehirden çıkmış ve Hora­ san’a gitmiş bulunuyordu. Kendisi burada eşraf ile mütemadi­ yen istişare ediyor ve “Ne yapacağız ve bu müthiş düşmandan yakam ızı nasıl kurtaracağız ?„ diyordu. Onlar da “ Ceyhun neh­ rinin ötesindeki memleketlerden yardım gelmesini ümit etmeğe im k ân yok, ancak, burada yani Horasan ın kalesi civarında harbetmek üzere asker hazırlam ağa ve buraya geldikleri takdirA bu’l - Farac Tarihi, F. 33


514

A B U ’L

FARAC

TARİHİ

de mukavemet etmeğe im kân vardır „ diyorlardı. Sultan “ Bu adamlarla dövüşmek için bizde yürek kalmadı. Bu yüzden bu­ raya da gelecek olurlarsa onların karşılarından H indistan a kaç­ maktan başka yapılacak iş yoktur,, dedi. Fakat Celâleddin

Harezmşahın oğlu kaçmak fikrini tasvibetmedi ve hepsinin mu­ harebe meydanında ölünceye kadar dövüşmelerini istedi. Babası bu düşünceden dolayı onu muaheze etti ve hemen ölmeğe ha­ zırlanmış bir adam gibi yemeğe içmeğe, dünya zevkleri ile eğlenmeğe koyuldu ve bütün bu zevklerden nasibini doya do­ ya almak isteyen bir adam gibi hareket etti. Kendisi bunlarla meşgul ikt-n Tatarların Ceyhun sularını aştıklarını haber aldı ve burasını terkederek Hemedan’a kaçtı. Karılarını ve küçük çocuklarını Balan kalesine gönderdi. Tatarların Hemedan’a varmaları üzerine sultanın kendisi Mazenderan’ın karşısındaki dağlara kaçtı ve Tatarların kenkendisini takip ejmeleri üzerine Hyrcania denizinin adalarından birine gitti ve ailesini göndermiş olduğu kalenin Tatarlar tara­ fından zaptedilmiş olduğunu ve karılarının, oğullarının ve kızları­ nın esir düştüğünü, bunların içindeki erkeklerin öldürülmüş ve ka dınların Karakuruma’a gönderilmiş olduğunu haber alıncaya kadar burada kaldı. Bu haberler onu müthiş bir surette keder­ lendirdi ve kendisi çok ağır bir hastalığa uğrayarak bulunduğu adada bu dünyadan göçtü ve burada gömüldü. Bir müddet sonra da Ardahan adını taşıyan kaleye götürüldü. Sultan Muh a m m e d ’in oğlu C e l â l e d d i n babasının ölümünü haber alınca İran memleketine, yani Hindistan hududu üzerindeki ülkelere doğru 40 mili bir gecede geçti. Burada 90.000 seçme atlı onun etrafında toplandı. C i n g i z H a n , C e l â l e d d i n H ar e z m ş a h ' ın babasından daha satvetli olduğunu anlayarak Moğollardan büyük bir orduyu ona karşı gönderdi. C e l â l e d d i n de keyfiyeti anlayarak onları karşılamağa çıktı. Tatarların hücum etmeleri üzerine Sultan muhafızlarına birkaç söz söyledi, bunlar da atlarından indiler ve atlarını elleri ile idare ederek ölümü is­ tihkar ettiler. O gece iki muharip taraf, bütün geceyi oldukları yerde geçirdiler. Ertesi gün Tatarlar Harezmşah’ın cesaretini görerek kaçmak üzere yüzlerini çevirdiler. Harezmşah da on­ ları takip etti ve bunlar Tatarların kahramanlarından 500 kişiyi öldürdüler.


ARAP

HÜKÜMDARLARI

515

C i n g i z H a n bunlardan haber alınca şimşek çakması sür’ati hareket ederek bir orduyla geldi. Bu ordunun sayısı o kadar çoktu ki bu sayıyı rakamla ifadeye imkân yoktur. C e l â l e d d i n bunları görür görmez kuvvetlerinin bu kuvvete denk olmadığını anlayarak şarka doğru gitmek üzere] Ceyhun nehrine doğru döndü ve nehri geçmek için gemiler hazırla­ malarını istedi. Fakat C e n g i z H a n onun maksadını anlıyarak ona karşı gelecek büyük bir orduyu gönderdi ve bu ordu C e l â l e d d i n’in yolunu kesti. Bu vaziyet karşısında C e l â l e dd i n’in ölünceye kadar dövüşmekten başka çaresi kalmıyordu. İki taraf harp için hazırlandılar. H a r e z m ş a t i m sağ cenahı kırıldı Buna mukabil Moğolların da sol cenahı kırıldı. C e l â l e d d i n’­ in kendisi 700 atlı ile birlikte merkezde bulunuyordu ve bir kurt gibi bir yandan bir yana sıçrayarak öldürdüğü Tatarları yere seriyordu; fakat Moğollar arttıkça arttılar ve her taraftan gelerek onun etrafında kesafet peyda ettiler. Bunun üzerine C e l â l e d d i n i n amcazâdesi olan Harezmli bir emir atının dizginini tutarak onu geriye sürdü. C e l â l e d d i n de başka bir ümit kalmadığını görerek atından indi, âilesi erkânını ve çocuklarını ö p tü ; o da, onlar da içlerini çekerek ve hıçkırarak ağladılar. Sonra bunlardan ayrılarak atına bindi ve muhafız­ ları olan atlılara “Beni sevenler hayatta ve ölümde benimle beraber olurlar„ diyerek atını mahmuzladı, Tatarların içine daldı ve atının sırtında olduğu halde kendini suya yuvarladı. C i n g i z H a n bu hareketleri görerek nehrin kıyısına koştu ve manzarayı hayretle temaşa etti. Moğollardan birkaç kişi kendilerini sulara atarak onu takip etmek istediler. Fakat H a n l a r h a n ı bu şekilde hareket etmelerine müsaade et­ medi, elini ağzına götürerek oğullarına şu. sözleri söyledi : “ Böyle bir babanın oğlu olmak ne şerefli şeydir,, Sonra asilzâdelerine dönerek “ Böyle bir adama adam demek yakışır. Ç ünkü çok büyük muvaffakiyetler kazanmıştır ve böyle bir adamdan değersiz adam gelmez,, dedi. C e l â l e d d i n bir kılıç, bir mız­

rak ve bir kalkan taşıyarak sulardan kurtuldu ve yalnız 6 atlı ile nehri aşabildi, nehrin kıyılarında iki gün kadar kaldı. Bu müddet zarfında etrafında 50 atlı daha toplandı ve ken­ disi bunlarla birlikte Hindistan’a hareket etti. O na mensup atlılardan 100 kişi daha kendisine orada iltihak ettiler» Bunlar


516

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

daha önce bir adam göndererek vaziyeti keşfetmek iste­ diler. O da gitti, buralarını araştırdı ve geri dönerek şu sözleri söyledi: “H in d ordusuna mensup 2.000 asker filâ n mevkide bulunuyorlar,,. H a r e z m ş a h bu askerlere karşı yürüdü, bunları yakaladı ve hepsini öldürerek atlarını aldı. Bunlar gittikçe artıyor ve 500 atlıya varmış bulunu­ yorlardı. Bunlara karşı 5.000 Hindli toplandı ve bunlarla muharebeye tutuştu. Hindliler tekrar mağlûp oldular. Harezmliierden kaçıp da muhtelif yerlerde gizlenenler keyfiyetten haber alarak bunlara iltihak etmek istediler. Böylece bunların sayısı 3.000 ’e vardı. Hindlilerin hükümdarları Harezmlilerin kuvvetine denk kuvvet sahibi olmadıklarını görerek Harezmşah ile dost oldular ve ona hediyeler gönderdiler. Fakat bunlar sıcak yüzünden bu memlekette yaşayamıyarak bir takım illet ve hastalıklardan muztarip olmağa başladılar ve Tatarların Harezm’i bırakarak doğuya doğru Ceyhun’u geçtiklerini haber alınca Hindistan’dan çıktılar ve C e l â l e d d i n İİ6 yanındakilerin hepsi Şiraz’a gittiler. Şiraz atabeği Sa’d ona para, köle ve cariyeler gönderdi. Bunlar oradan İsfahan’a gittiler ve Arapların 620 (M. 1223) yılında S u l t a n A l â e d d i n , Adrianos denizinin sahili üzerindeki kuvvetli kaleyi alarak buraya Alâiye namını verdi.

Eminüddevle Taoma’nın Bağdad’da katline dair Aynı yıl içinde ve Arap aylarının 5 incisinin 28 inci gününde ve haftanın 5 inci gecesinde fevkalâde meziyetleri ile meşhur olan yüksek tabip Eminüddevle Ebül Kerem Said b. Taoma 1 Bağdad’da katledildi. Kendisi Bağdad yerlilerindendi ve bizim Yakubîlerdendi. Tedavi san’atında yüksek bir hüneri haizdi. Doğru dürüst bir adamdı, idrak sahibi idi, hür fikirli idi, fakirlerin ihtiyaçlarını temin için her vasıtaya başvururdu ve ihtiyaçlarını temin ederek işlerini görürdü. Halife N â s ı r tarafından sevilir ve taziz edilirdi. Mevkii o derece yüksel­ mişti ki saltanatın bütün idaresi ile halife oğullarının, kızları­ nın ve karılarının idaresi onun itina ve ihtimamına tevdi olun­ muştu. Halife N â s ı r ' m son zamanlarında gözleri zayıfladı ve * U y (j>

fjCS\y\,


ARAP

517

HÜKÜMDARLARI

vezirine mahrem talimat veremeyecek

hale geldiği

için

ismi

S i t N e s i m olan bir kadın bulunmuş ve bu kadın Halife N â s ı r ’m yazısından ayırt edilemiyecek yazılar yazmağa muk­ tedir olduğunu göstermişti. Halife N â s ı r onu huzuruna çağırarak

sırlarını ona ifşa etti ve yazılmasını istediği herşeyi ona yaz­ dırmağa başladı. Vezir mektupları aldıkça bizzat halifenin bun­ ları yazmış olduğunu sanıyordu. Çünkü halife gözlerinin kör­ lüğünü vezirinden dahi saklamıştı. Vaziyet bir müddet için bu şekilde devam etti. Daha sonra T a c ü d d i n R a ş ı k adlı bir haremağası bu kadınla dost oldu

ve bunlar her istediklerini halife adına yazıp vezire gönderme­ ğe başladılar. Vezir de aldığı emirleri icra etti. Bir gün vezi­ rin kendisi, yani Müeyyedüddin b. Kasımî halifeye bir mesele­ ye dair bir yazı yazdı ve buna karşı karışık ve müşevveş bir cevap aldı. Vezir keyfiyetten şüphelenerek vaziyeti meşhur tabip Eminüddevle’ye bildirdi ve meseleyi hususî bir surette tahkik etmesini rica etti. Eminüddevle halifenin kör olduğunu vezire anlattı ve halifenin yazısını taklit eden ve bu gibi yazı­ ları yazan kadından bahsederek haremağası Raşık’ın bu kadınla ortak olduğunu ve bunların halifenin haberi olmadan her iste­ diklerini yazmakta olduklarını bildirdi. Bu andan başlayarak vezir aldığı emirlere karşı ehemmiyet vermemeğe başladı. Ka­ dınla haremağası Eminüddevle’nin sırlarını fâşetmiş olduğunu anladılar. Çünkü vezir ile konuşan kimseler arasında Eminüddevle’den başkası bu sırra vakıf değildi. Bu yüzden bunlar K a m e r ü d d i n’in oğulları diye tanılan iki genci kandırdılar ve bunlar bir gece tabibin halife sarayından çıkıp kendi evine gitmesini bekleyerek üzerine atıldılar ve onu bir hançerle vur­ dular. Eminüddevle, bunları görünce bağırdı ve “Bunları y a ­ kalayınız, bunlar şu ve şu kimselerdir,, dedi. Câniler onun se­ sini işiterek geri döndüler, onu bir kere daha bıçakladılar ve büsbütün öldürdüler. Bundan başka fener taşıyan adamı da aynı şekilde vurdular. Şehir birden bire heyecanlandı, halifenin sarayında telâş koptu ve ölü adam kaldırılıp evine götürülerek orada gömüldü. Dokuz ay sonra bu adamın cesedi Mar Taoma kilisesine götürüldü ve burada atalarının yanına gömüldü. Onu öldüren iki câni, cinayet gecesi yakalandılar ve cinayeti irtikâb ettikleri yerde çarmıha getirildiler. Maktûlün saygı gören


518

A B U ’L - F a R A C

TARİH!

üç oğlu vardı. Bunlar Şemsüddevle, Fahrüddevle ve Tacüddevle adlı idiler. Bunlar da yüksele şerefler kazandılar ve bilhassa Şemsüddevle son derece temayüz etmişti. Arapların 618 (M. 1221) yılında İsmailîlerin reisi C e l â ­ l e d d i n H a ş a n vefat etti ve yerine oğlu A l â e d d i n M u ­ h a m m e d geçti. Kendisi henüz dokuz yaşında idi. Bu çocuk ken­ disi ile yaşıt çocuklarla koyun güderek, develer yederek yetişti ve ülkesinin idaresini tamamiyle kadınlara bıraktı. Devrinin 5 inci yılında burada bulunan bir tabip lüzum olmadığı halde çocuğun bir damarını keserek hayli miktarda kanını aldı. Bu yüzden çocuk kendi kendine bir takım korkunç hayallere da­ larak Allah olduğunu sanmağa başlamıştı. Onun idaresi altında bulunanlar her dediğine inanıyorlardı. Bir kimse de ona nasihat etmedi; onun lânet okuduğu, yahut hakaret ettiği her kimse korkunç bir şekilde öldürülüyordu. Bu yüzden maiyetindeki akıllı adamlar da ondan korkarak kendisini bir ilâh gibi hür­ met ve tazimle karşıladılar. A l â e d d i n süslü elbiselerden nef­ ret ederdi ve yünden yapılma ve mavi ile işlemeli elbiseler giyer ve daima koyunları ile birlikte düşer kalkardı. Denildi­ ğine göre kendisi birgün yüksek bir dağın tepesinde muhtelif memleketlerin elçileri etrafında bulundukları halde oturuyordu. Onun bir göz işareti ile karşısında duran adamların ellisi yük­ sek dağın tepesinden kendilerini attılar ve öldüler. Bu yüzden yer yüzündeki hükümdarların hepsi de ondan korktular, ona vergi vermek yüküne dayandılar ve ona memleketlerinin güzel mahsullerini göndermeğe devam ettiler. Arapların 621 (M. 1124)1 yılında S e l a h e d d i n b. E y ­ A f d a l , emiri olduğu Samosata’da öldü. Bu adam edebiyat, belâgat ve şiir vadilerinde yüksek vukufu ile tanınmıştı. Fakat hareketlerinde ve icraatında zayıftı ve basi­ retsizdi. Basiret vasfı ise hükümdarlar için zarurîdir. Bu yüzden babasının saltanatını kaybetti ve kendisine geçen o büyük devlete mukabil elinde küçük bir ülke kalmıştı.

y u b ' un oğlu M e l i k

Arapların 622 (M 1125)2. yılında Halife N â s ı r E b u l A h m e d Arapların ramazan bayramı gecesinin saba-

A b bas

1 1224 M. olm ak icap eder 2 1225 M. olm ak icap eder

( Ö . R .) . ( Ö . R.) .


ARAP

HÜKÜMDARLARI

519

hmda 70 yaşında olduğu halde vefat etti. Son derece uyanık ve zeki bir adamdı. Daima yerini değiştirir, sokağa çıkar ve Bağdad çarşılarında dolaşarak iğneden ipliğe kadar herşeyi anlamak, yani en büyük işlerden en küçük işlere kadar her şeyi öğrenmek isterdi. Ara sıra Türk elbiseleri, yahut İran elbiseleri giyer, bazan da tüccar kılığına girer ve bu muhtelif şekillerde heryere giderdi. Bu yüzden birçok kimseler öldürül­ müştür. Çünkü halife kendisini tanıyan bir kimse ile karşılaş­ tı mı onu hemen yakalatır ve merhametsizce öldürtüıdü. Bununla beraber halife kendini gizlemeğe ehemmiyet yermez ve onun gibi kıyafetlerini değiştiren meşhur adamlarla birlikte dolaşırdı. Onu görenler geçmesini beklemiyerek kaçarlardı. Bundan başka geceleri bile erkekler zevceleri ile konuşurken ihtiyatsız bir dil kullanmaktan sakınırlar ve onun ev içinde yahut dam üzerinde bulunmasından korkarlardı. Çünkü halife bazam damlara tırmanır, bazan da evlerin duvarlarına çıkar ve aileleri gözetlerdi. Kendisinin herşeye ait tafsilâta vakıf olmak merakı ölçülemeyecek derecede genişti ve yalnız kendi memleketine ait tafsilât ile alâkalanmaz, diğer hükümdarların memleketlerindeki ahvale de vakıf olmak isterdi. Rivayet edildiğine göre Sultan K ı l ı ç A r ş l a r ı m kızı olan ve kendisine H a l a t a i t a denilen Hatun Mekke’yi ziyaret için giderken Bağdad’a uğramıştı. Halifeye onun güzelliğinden bahsedilmiş, o da sarayının ihtiyar kadınlarını, onu kendisine nişanlamak üzere göndermişti. Hatun evli olduğunu bildirerek özür diledi ve halife ile evlenmenin imkânsız olduğunu anlattı. Daha sonra Bağdad’dan ayrılarak Mekke’ye giden Hatun halifeden korkarak memleketine Suriye yolu ile dön­ meğe karar verdi. Halife N â s ı r da onun bu şekilde hareket edeceğini peşinen tahmin ettiği için atlılarından bir kıt’ayı Mekke’yi ziyarete gidiyormuş gibi onun peşine takmıştı. Hatun yolunu değiştirmeğe karar verince bunlar ona engel oldular ve kuvvet kullanarak onu tekrar Bağdad’a getirdiler. Hatun Bağdad’a varır varmaz kendisine kocasının ölmüş olduğu bildirildi. Kocası nasıl ölmüştü, onu Allah bilir. Fakat N â s ı r onu çağırtarak saraya aldı ve onunla evlendi. N â s ı r bu hatunu bütün varlığı ile seviyordu ve bu kadın Halat’taki sarayına benzer bir saray isteyince ondan sarayının


520

ABU'L- F A R A C

TARİHİ

vasıfları ve hususiyetleri hakkında malûmat alarak geceleyin vezirini çağırttı ve yapılacak saray ve bahçenin plânını verdi. Vezir derhal giderek 200 mimar ve 2000 işçi buldu, bunlar da lâzım olan taşlan ve harçları hazırlıyarak herbiri ayrı bir bö­ lümde bütün gün çalıştı. Diğer taraftan eski sarayların kapıla­ rı sökülerek yeni saraya takılmış, bahçelerdeki ağaçlar yerle­ rinden çıkarılarak yeni bahçeye dikilmiş, velhasıl akşam oldu­ ğu zaman bütün işler bitmiş, halılar ve yaygılar yayılmış, lü­ zumlu eşyanın hepsi getirilmiş ve Halatlı hatun yeni sarayına yerleşmişti. Bu kadın birkaç sene sonra vefat edince Halife N â s ı r onun için büyük bir matem tuttu ve onun emri ile saray ve bahçe ortadan kaldırılarak bunlar bir harabe haline geldi. Halife aynı yere karısı için bir türbe inşa etti. Burası şöhretli bir âbidedir ve bugüne kadar burada namazlar kılın­ makta, sadakalar ve atıyyeler tevzi edilmektedir. N â s ı r’dan sonra oğlu T â h i r 1 9 ay hüküm

sürdü. Bu adam babasının hayatında veliahd ilân edilmişti, fakat babası oğlundan korktuğu için veliahdlığını ilga etmiş, onu hapse atmış ve daha küçük oğlu Emir A li’yi onun yerine veliahd ilân etmişti. Emir Ali babasının hayatında ölmüş ve küçük çocuk­ lar bırakmıştı. Babası onun matemini tarif edilmez bir tarzda tutmuş ve bütün hükümdarlara taziyet için elçiler yahut mek­ tuplar göndermemelerini istemişti. Bütün Bağdad ahalisi de ma­ tem tuttular, her âile içinde bir sürü kadınlar toplanarak ağla­ yıp sızladılar. Kadınlar sırtlarına çuvallar geçirerek ve yüzleri­ ni karartarak Bağdad sokaklarında dolaştılar ve dolaştıkları esnada avaz avaz bağırdılar. Bu hareket günlerce devam etti. Daha sonra halife ağlamak istiyen her kadının kendi evinde ağlamasını emretti ve böylece kadınların sokağa çıkmaları ya­ sak edildi. Halife N â s ı r ın ölümü üzerine eşraf T â h i r i hapisten çıkardılar. Çünkü onu iyiliği yüzünden seviyorlardı. Bunlar ona sadakat yeminini ifa ederek babasının tahtına getir­ diler. Tâhir tahta oturduğu sırada “B ir insanın ikindiden sonra d ükkân açması yakışık alır mı ? Ç ünkü ben de elliyi aştıktan sonra hilâfete geçiyorum,, dedi. Sonra adalet ve mer­ 1 T a h i r d eğil

Z â h i r ’dir ( Ö . R.)*


ARAP

HÜKÜMDARLARI

521

hamet gösterdi, paralan alınmış olan kimselerin paralarını iade etti. Çünkü babası hasis bir adamdı. İnsanlar bu sayede kor­ kudan ve müfterilerden kurtulmuşlardı. Tâhir Bağdad’da Dicle üzerindeki köprüye yeni bir köprü ilâve etti. Böylece şehir 200 sene bir tek köprü ile idare olunduğu halde iki köprüye sahip olmuştu. Aynı yıl içinde Şam emiri M e l i k M u a t a m 1 Şam’dan çıkarak Hama havalisini yağma etti. Kardeşi M e l i k E ş r e f keyfiyetten haber alarak bu hareket yüzünden onu tevbih etti. Sonra ona darılması yüzünden bu sırada Halat ve Maiperkat emiri olan diğer kardeşi Ş i h a b ü d d i n G a z ı’ye haber gön­ derdi, o da bunu E ş r e f' e karşı isyana şevketti. E ş r e f de Halat’a hareket etti ve dövüşerek burasını kardeşinden aldı. Kardeşini de esir eden E ş r e f onu öldürmedi, Maiperkat’ı ona bıraktı, onu da oraya gönderi. Bu sırada B a r o n K o n s t a n t i n P a l i patrikimiz Mar İgnatus ile Ermenilerin katolikosu M a r K o n s a n t i n u s ’a kıral L e o n’un kızı hakkında haber göndererek onun Silavkyadan gelip sulh yapmasını ve böylece hıristiyan cemaati müstefid edecek bir işin başarılmasını istedi. Çünkü hıristiyanlar arasındaki ayınlk yüzünden Rum diyan sultanı A l â e d d i n Kilikya kalelerinden bir çoklarına hâkim olmuştu. Bu iki mü­ barek adam L e o n 'un kızına gittiler, ona samimiyetle yalvar­ dılar ve nasihat ettiler. Fakat hepsi boşa gitti, üstelik bu kadın bunları tahkir etti ve onlara katillerin ve masum kanı döken­ lerin dostları ( veya ortaklan ) olduklarını söyledi. Bunlar ne yaptılarsa kadını özür dilemeğe mecbur edemediler ve muvaffakiyetsizliğe uğrıyarak geri döndüler. Daha sonra P a l i bizzat gitti ve Frankların kuvvet kullanarak onu kendisine ver­ melerini istedi. Franklar “Evlerimiz ve kalelerimiz Hıristiyan­ lar için bir sığmaktır. Bize iltica eden bir kadını, bir kıraliçeyi teslim edemeyiz,, dediler.

Bunun üzerine P a l i bir plan kurdu ve altın mukabilinde bunlarden kaleyi ve kalenin içinde bulunan herşeyi satın aldı. Sonra onları buradan çıkardı ve böylece kalenin sahibi ve hâkimi oldu P a l i kıraliçeyi kolundan tutarak dışarı çı­ 1 Muazzam

olacak ( Ö . R .).


522

ABU'L- F A R A C

TARİHİ

kardı ve zorla Tarsus’a götürdü. Sonra patrikleri, piskaposları ve papasları topladı ve bunlar onu oğlu H a i t u m ( O tto n ? ) ile birlikte taçladılar. H a i t u m haziranın 14 üncü günü Kilikya kıralı ilân olundu. Bu hâdise Y u ­ nanlıların 1537 (M. 1226) yılında vuku buldu. Kıraliçe Zabil ( İsabel ? ) 10 yıl kiralın kendisine yaklaşmasına müsaade etmedi, fakat sonra onunla barıştı ve ondan oğullar ve kızlar doğurdu. Arapların 623 (M. 1226) yılında halife Tâhir (Zâhir) 7 inci ayın 14 üncü günü vefat etti. Tâhir (Zâhir)’den sonra oğlu Müstansır 17 yıl hüküm sürdü. Bu adam açık bir tarzda hüküm sürmeğe başlayarak atına bi­ nip dışarı çıkar ve kendini bir kimseden gizlemezdi. Onun adaleti babasının adaletinden daha üstündü. Sadakaları bol bol veriyor ve birçok binaları tamir ediyordu. Adını taşıyan med­ reseyi inşa etmiştir ve yer yüzünde bu medresenin bir eşi yoktur. Burada dört fakih, dört mezhep üzere ders veriyorlard. Medresenin 300 müderrisi ve her müderrisin münasip bir maaşı vardı. Halife bunlara mahsus olmak üzere bir hamam da inşa etmişti ve buraya yabancılar girmezdi. Bunlara bakan ve has­ talarını tedavi eden bir hususî tabip de tayin olunmuştu.

Cingiz Han’ ın ölümüne dair Arapların 624 (M. 1226) yılında C i n g i z H a n doğudan Horasan ülkelerine döndüğü vakit, Hindistan hududu üzerin­ deki T ankurt' ların memleketlerini fethe karar verdi. Buraya hareket ettiği sırada ağır bir hastalığa uğradı ve bu hastalık havanın müfrit rutubetinden ileri gelmişti. C i n g i z H a n dok­ torlardan yardım göremiyeceğini anlayınca ve ümidi kesince oğullarını, yani Ç a ğ a t a y , Oktay, T u l i, H a l k a n , J u r h a t a y , A u r d j a r ’ı çağırdı ve bunlara şu sözleri söy­ ledi : “Ben göçmek üzereyim ve bir adamın saltanatımı sarsıl­ madan koruyacağını görmeği her bakımdan hak sayıyorum. Size birkaç defa söylediğim gibi dileğim şudur : Oktay benim yerime saltanat tahtına geçecek-, çünkü onun anlayışına ve teşkilâtlan­ dırma kudretine itimadım vardır. Size gelince fik rin iz nedir ?„

Bunun üzerine bütün oğullan diz çökerek

şu cevabı verdiler :

“Babamız, efendimiz ve hükümdarımız, biz hepimiz sizin köleleriniziz. Her emrinizi dinler ve itaat ederiz. O emre göre ha­


ARAP

HÜKÜMDARLARI

523

reket ederiz,, . Daha sonra C i n g i z ’in

hastalığı ilerledi ve şiddetlendi. Nihayet Arapların 9 uncu ayının 4 üncü günü bu dünyadan göçtü (M. 24 Ağustos 1227). Bunun üzerine hazır olan oğulları birbirlerine elçiler gön­ dererek Kıpçak’ın dağlarında ve ovalarında bulunan çocukları ve akrabayı, yani en büyük oğul olan Tu s i ’yi, H a r d u (Harru) ’yu, B a t u ’yu, S i b k a n ı, T a n g u t ' ü , B a r a k a ’yı, B a r k a ş a u r ' u, B o k a T i m u r ’u, A k n a s ’ı ve Ç a g at a y ’ı çağırttılar. Güneyden de O k t a y ' ı hâkim olduğu mem­ leketten davet ettiler. Doğudan amcaları A v t e k i n ’i ve B u l h a t a y N a v i n ve A l c a t a y N a v i n ile T u l i ’y i ve C i n g i z H a n ' ın karargâhında bulunan diğer küçük kardeşleri çağırdılar. Bunlar iki yıl kadar oldukları gibi kaldı­ lar. Nihayet toplantı tamamlandı ve O k t a y ileride gösterile­ ceği veçhile saltanat tahtına oturdu. Bu yıl içinde Şam ve Kudüs emiri A d i l oğlu M e l i k M u a z z a m vefat etti. Bu adam inatçı ve korkunç bir adamdı. Bütün memleketlere hâkim olmak hevesini taşıyordu. Başkala­ rına ait memleketleri bilhassa Emesa ve Hama’yı yağma eden Maaddîlere muzaharet ediyordu. Onun ölümü üzerine M el i k N â s ı r S e l â h e d d i n D a v u d yerine geçti ve onun iki amcası olan M e l i k A z i z ile M e l i k S a l i h önünde eğer takımının pûşidesini taşıdılar. Arapların 625 (M. 1227) yılında M e l i k K â m i l Mısır’­ dan çıkarak Şam’ı kardeşinin oğlundan almak istedi. Şamrin’e vardığı zaman Almanya imparatoru (İmparator II. Frederic) Joppa’ya gitti ve K â m i l Şam meselesini geriye bıraktı. Onun kardeşi E ş r e f ile Emesa emiri M e l i k M ü c a h i d yanına geldiler ve bunlar hep birlikte Tel Agle’de karargâh kurdular. Sonra imparatora elçiler göndererek gelmesinin sebebini anla­ mak istediler. İmparator da Kudüs’teki rabbın evini kurtarmak için geldiğini bildirdi. Araplar da Kudüs’ü Franklara teslim ettiler. Fakat teslim olunan kısım yalnız şehirdi. Şehrin etrafı değildi ve böylece sulh oldu. Bu yıl içinde Edessa (Urfa) ahalisinden olan tabip Ha s n u n vefat etti. Bu zat Rum diyarına giderek I m r a h o r Seyf ü d d i n ile I h t i y a r ü d d i n H a ş a n ı

tedavi etti. Buradan da Diyarbekir’e gitti ve Şah Arman oğulları ile Hazardinârî’yi


524

A B U ’L - F A R A C TARİHİ

tedavi etti. Daha sonra bu havalide  d i l ’in oğulları hüküm sürdüler. Tabip en nihayet Edessa’ya döndü. Fakat İ h t i y a r ü d d i r i i tedavi etmesinden beri dostu olan haremağası T u ğ r u 1’un Halep memleketinin atabeği ve müşaviri mevkiine getirildiğini haber alınca buraya geldi. Fakat basiretli bir adam olmayan haremağası onu lâyık olduğu izzet ve ikram ile kar­ şılamadı. Kendisi bu tavr-u hareketinden dolayı muaheze edince “Ona karşı gösterdiğim ihm al hıristiyan olması yüzündendir,, dedi. Tabip H a s n u n Halep’te kaldı, fakat buradaki ikamet kendisini huzursuzluğa uğrattı ve tabip bu yüzden son de­ rece muztarip oldu. H a s n u n Edessa'ya dönmek istediği zaman şiddetli bir hummaya tutuldu ve humma ile birlikte dizanteriye uğradı ve bu yüzden Halep’te ölerek Mar Barbara kilisesine gömüldü. Yakışıklı ve eli açık bir adamdı. Tedavi san’atına ve felsefe inceliklerine hakkıyla vakıf bir adamdı. Onun daima Lukari ( L u b ari) kitabını okuduğu söylenmek­ tedir. Sohbeti çok tatlı idi. Eski hükümdarlara ve hükemâya dair birçok hikâyeler bildiği gibi, muasırlarının da birçok men­ kıbelerini anlatırdı. Onun zamanında yine büyük bir tabip olan G a b r i e l de Edessa’da çok iyi tanınmış bulunuyordu. Te­ davi san’atına ve felsefeye dair Süryanca ile birçok eserler yazmıştı. Arapların 626 (M. 1227) yılında M e l i k K â m i l ile kardeşi E ş r e f i n Tel Egle’de yanyana karargâh kurmuş olduk­ ları sırada Şam’ı ve havalisini kardeşleri M u a z z a m ı n oğlu M e l i k N â s ı r D a v u d ’dan almak istediler. Şam şehri Paik tepesine kadar E ş r e f e ait olacak ve Paik’ten Gazze’ye kadar uzanan saha K â m i l e verilecekti. E ş r e f , M e l i k N â s ı r a Şam yerine şarkta bazı yerler yahut kasabalar verecekti. M e l i k N â s ı r da muvafakat etti. Fakat hâzinesini ve âilesini almak üzere Şam’a gitmek ve geri dönmek üzere hareket ettiği zaman yaptığına pişman oldu ve şehri teslim etmek istemedi. Bunun üzere E ş r e f kendi askerleri ile Kâmil’in askerlerinden bir kısmını aldı ve Şam’a karşı karargâh kura­ rak burasını muhasara etti. E ş r e f burasını alamadığı için kardeşi K â m i l ' i çağırttı. O da geldi ve Şam’a karşı harbi şiddetlendirerek 8’inci ayın başlarında şehri zaptetti ve onu


ARAP

HÜKÜMDARLARI

525

E ş r e f ' e teslim etti.

E ş r e f de kardeşi K â m i l ' e Şam yerine Edessa, Harran, Kalonikos, Seruğ, Ra’s Ayn, Mııazzar ve Jamlin’i verdi. Şam emiri M u a z z a m oğlu N â s ı r a da Karak kalesini, Balka’yı, Kudüs havalisini ve Şamrin (Samaria)’i verdi. K â m i l , M e l i k M u z a f f e r T a k ı y y ü d d i n ile H a­ ma’ya karşı askerler göndererek burasını kardeşi M e l i k N â s ı r K ı l ı ç A r s l a n d a n almak istedi. Bu adam kaleden gizlice inerek Kâmil’e gitti ve Hama’dan çıkarılmamak muka­ bilinde ona altın vermeği va’d etti. K â m i l kabul etmedi ve N â s ı r , K â m i l ' e şu sözleri söyledi : “H am a'yı benden mutlaka alm ak istiyorsan bunu kendin için alacağına ve kardeşin Takıyyüddin'e vermeyeceğine dair bana yemin et„. K â m i l de yemin

etti ve şehri almak üzere adamlarını gönderdi. Fakat şehir ve kale halkı itiraz ettil.er ve “Kendi hüküm darımızdan başka bir kimseyi istemeyiz,, diyerek son derece şiddetle harbettiler. Bunun üzerine K â m i l bunlara haber gönderdi ve “H üküm da­ rınız Takıyyüddin yanınızdadır, onu bana teslim ediniz,, dedi. Ahali son derece sevindiler, T a k ı y y ü d d i n ' i teslim ettiler, o da kaleye çıktı. Birkaç gün sonra bu adam Harran’da bulunan ve kendisine verilen memleketi teftiş ile meşgul olan K â m i l ' ı n yanına gitti. K â m i l onu izzet-ü ikram ile karşıladı, ona mu­ habbet gösterdi ve kızını ona zevce olarak verdi. Sonra onu da, yanında bulunanları da hil’atlerle süsleyerek Hama’ya gön­ derdi. Çünkü bazı müfsidler ona T a k ı y y ü d d i n in Hama ka­ lesinden inmeyeceğini söylemişlerdi. Fakat T a k ı y y ü d d i n tevazu gösterdiği için ona çok iyi muamele etti. Aynı yıl içinde Sultan A l â e d d i n , Erzincan ve Kemah şehirlerine hâ­ kim oldu.

Han’ın, babası Cengiz Han’ın ölümünden sonra Moğol saltanatının tahtına oturmasına dair Arapların 626 (M. 1228) yılında Moğol prenslerinin top­ lanması tamamlandıktan sonra bunlar üç gün yediler, içtiler. Sonra O k a t a y ' a şu sözleri söylediler: “ C i n g i z H a n ın emri şu merkezdedir: Sen onun yerine hüküm süreceksin,,. O da akıllı bir adam sıfatı ile şu cevabı verdi: “ Gerçi babamın emri bu bu merkezdedir. Fakat

içimizde

benden daha büyük

olan bir


526

A B U ’L - F A R A C

TARİHÎ

kardeşim ve bu makama benden daha liyakatli amcalarım var­ dır. Bundan başka kardeşim Tuli büyük karargâhta doğmuştur, ve daim a babamızın hizmetinde bulunmuştur. Devletin kanunla­ rına ve idare işlerine benden daha çok vukufludur, isterseniz tahta onu geçiriniz,, . Bunun üzerine hepsi de şu şekilde bağırdılar: “Muazzez babamızın emrini tanımamak imkânsızdır. O nasıl emretti ise, öyle olur,,. Sonra hepsi de başlarını açtılar ve kemerlerini omuz­

larının üzerine aldılar. Çağatay Han’ın sağ elini, Autkin de sol elini tutarak O k a t a y \ dört şilteli tahtın üzerine oturttular. Bu dört şiltenin manası dünyanın dört köşesine hâkim olmaktı. Bunun üzerine O k a t ay, H an unvanını aldı. Onun daha küçük kardeşi olan T u l i kardeşinin kendisini hükümdarlığa herkesten fazla lâyık görmesi dolayısı ile Han’a içilmek üzere bir kadeh takdim etti, karşısında diz çöktü, onu selâmladı ve ona bütün varlığı ile ve mutlak surette itaat ettiğini gösterdi. Diğer kar­ deşlerinin hepsi de aynı şekilde hareket ettiler. Otağın dışında bulunan eşraf ise dizleri ile yere 9 kere vurdular ve Han’ı selâm­ ladılar. Bunun üzerine otağın içinde bulunanlar dışarı çıktılar ve kendi âdetleri mucibince güneşe karşı üç kere yere iğildiler. Han böylece tahtına yerleştikten sonra babasının hâzine­ lerini açtı, kardeşlerine ve amcalarına hediyeler dağıttı ve her­ kese mevki ve derecesine göre ihsanlarda bulundu. Eşraf da kızları arasında güzellikçe aya benzeyen kırk bakireyi seçtiler, bunları son derece kıymetli elbiselerle, kıymetli taşlarla işlen­ miş zinetlerle ve zincirlerle süsleyerek Han’a hediye ettiler. Hepsi de son derece sevinç içinde idiler. Bunun üzerine Han bir ferman çıkararak Cingiz Han tarafından kabul olunan bü­ tün kanunların ve emirlerin icra edileceğini, bunlara karşı ge­ len herkesin ölüm cezasına çarpılacağını bildirdi. C e l â l e d d i n H a r e z m ş a h bu sırada bir geyik gibi Ho­

rasan ülkelerinde sıçrayıp durduğu için Han dünyanın bu ta­ rafına Ş a r m a g o n (Jurmağon ?) N a v i n ' ı 30 (yahut 3) bin adam ile gönderdi. Bundan başka Kapadokyalılara ve Bulgaıiara kar­ şı S u n a t a i A g o n e s t a ’yı bir ordu ile birlikte yola çıkardı, birçok askerleri de Hindistan’a karşı harekete geçirdi, bizzat kendisi kardeşleriyle ve akrabası ile birlikte Çin’e karşı yürüdü.


ARAP

Arapların

HÜKÜMDARLARI

527

627 (M. 1229) yılında

bek'ı buranın emiri olan M e l i k

M e l i k E ş r e f , Ba’leE m e e t' ten alarak Şama git­

ti ve Ba’lebek hâzinelerinde bulduğu her şeyi gönderdikten sonra Şam’a giderek babasının sarayında ikamet etti. Aynı yılın başla­ rında H a r e z m ş a h C e l â l e d d i n M a n j a b a r n i b. H a r e z m ­ ş a h M u h a m m e d , Halat’a karşı hareket ederek burasını mu­ hasara etti ve şiddetli bir muharebeye girişti. M e l i k E ş r e f m iki kardeşi T a k ı y y ü d d i n A b b b a s ve M ü c i r ü d d i n Y a k u b burada bulunuyorlardı. Bu C e l â l e d d i n H a ­ r e z m ş a h 5 yıl önce Senar arazisinde hâkim olmak isteyerek Dakuka’ya ve Bavazih’a gelmiş, yakmış yıkmış ve halkı kılıçtan geçilmişti. Daha sonra Şahrazur Mergin’e gitti ve Erbil emiri M u z a f f e r i i d d i n ona hediyeler göndererek kendisi ile sulh yaptı. Sonra bu yıl içinde Halat’a karşı hareket etti ve şehrin civarındaki göl tarafından şehre karşı 20 mancınık kur­ du. Harp şiddetlenmiş ve Halat halkı şiddetli kıtlığa uğrıyarak köpek ve eşek cesetlerini yemişlerdi. Suriye ölçülerine göre bir kilo ( yani altı Suriye kilosu bir Babil kilosuna denktir ) et 1 Mısır dinarına satılıyordu. Sultan A l â e d d i n K e y k u b a d 20.000 asker topla­ yarak Malatya’ya geldi ve Erzincan’a bunların 10.000’ini gön­ dererek 10.000’ini yanında alıkoydu. Sonra E ş r e f e bir mek­ tup yazarak onun bizzat Halat’a giderek H a r e z m ş a h ile karşılaşmasını, Allah dilerse onun İran’daki Ceyhun’un suları ile atlarını sıvaracağım söyledi. Sonra H a r e z m ş a A’a bir sefir göndererek şu sözleri söyledi : “ Siz sultan oğlu bir sul­ tansınız. Gayri meşru bir hareket yapmak size yakışmaz. A llah şarkın Tatarlarını babanızın üzerine k âfirliğ i yüzünden musallat etti. Bu Eyyub oğlu hânedanı büyük ve mübarek bir hânedandır. Bunların kardeşleri, kardeş oğulları, amcazâdeleri ve oğulları 2.000 atlı tutar. Beni onların düşmanı sanma. B ilakis şuna inan ki ben onların dostuyum ve onların lehinde harbederim. Ç ünkü aramızda yakınlık vardır. Sonra benim amcam onların hısımı­ dır. Sana da yakışan onlarla dost olmaktır. Tâ ki biz ve onlar senin düşmanlarının düşmanı olalım ,, . Fakat H a r e z m ş a h inat etti ve şu cevabı verdi : “H alat'ı bırakmağa im kân yoktur „.

Sonra muharebeye devam etti.


528

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

Bunun üzerine bazı Vanlılar hiyanet ettiler, şehri teslim ettiler ve Harezmliler şehre hâkim oldular. E ş r e f ' in kardeş­ leri kaçtılarsa da E ş r e f ’in teyzesinin kocası H i i s a m e d d i n K a i m a r i ve Halat hâkimi İ z z ü d d i n

kendilerini

A y b e y Halat kalesinde kurtardılar. Birkaç gün sonra bunlara dokunulma­

yacağına dair söz verildi, onlar da kaleyi teslim ettiler. H a ­ r e z m ş a h , Halat’ı aldıktan sonra E ş r e f ' in kardeşlerini hapset­ medi, bunlar da onun hizmetine girdiler, onunla beraber ge­ zip dolaştılar ve her gün stadyumda onun karşısında yapılan sporlara iştirak ettiler. E ş r e f , haber alınca hırslandı ve der­ hal kalkarak Ablastin’e geldi ve askerleri burada onun etra­ fında toplandılar. Sultan A l â e d d i n askerleri ile birlikte çıkarak hepsi de Akşehir’de toplandılar. H a r e z m ş a h haber alarak bunları karşılamak üzere askerleri ile birlikte hareket etti. Bunların sayısı 40.000 kadardı. Bunlar arkadaşlarından aynlan ve Rum diyarından gelen 4.000 kadar atlıyı bularak hepsini öldürdüler. Sonra birbirlerine yaklaştılar ve cuma günü harbe tutuştular. Zaferi M e l i k E ş r e f kazandı. Bunlar cumartesi gecesini harbederek ve birbirlerini imha ederek geçirdiler. Cumartesi gün doğduğu zaman muharebe devam etti ve Harezmliler fena kırıl­ dılar. Bunların birçoğu maktûl düştü, fakat bir kimse bunların sayılarını tahkik edememişti. Birçok ümera ile meşhur muha­ ripler esir düştüler. Bunların birçoğu Trabzon ile îberyahların memleketine kaçtılar. İçlerinden 1500 kadar atlı geceleyin yük­ sek bir kayadan yuvarlanarak öldüler. Bu hâdiseler Yunanlı­ ların 1541 (M. 1230) yılının ağustos ayında vuku buldu. Erzenürrum emiri sultan A i â e d d i n ’m amcazâdesi ve damadı sultana karşı hıy8net ederek H a r e z m ş a h ile dost olduğu ve ondan önce harbe giriştiği için o da esir edilmişti. Sultan E şr e f ile birlikte Erzenürrum’a karşı hareket etti ve ikisi buraya karşı şiddetli bir muharebe yaptılar. Şehrin içindekiler esir dü­ şen emirlerinin öldürülmeyeceğine dair sultana and içirdikten sonra şehri ona teslim ettiler. Erzenürrum emirinin kızkardeşi şehrin içinde bulunuyordu. Sultan çoktan beri onunla evlenme­ ğe istekli idi, fakat kardeşi razı olmuyordu. Sultan bu kadını elmakla zaferi kazanmaktan daha fazla sevindi. Fakat kısa bir


ARAP

HÜKÜMDARLARI

529

müddet sonra bu kadın kardeşinin serbest bırakılmasını istemiş, sultan bu yüzden ona kızmış, onu öldürtmüş, üstelik kardeşini de denizde boğdurtmuştu. Harezmlilerin kırılmasından sonra E ş r e f , surlarını inşa etmek ve şehri ikamet edilebilir hale getirmek için Halat’a gitti. Sultan da ona 1000 atlı ve mebzul hediyeler gönderdi. Sultanın kendisi de memleketine dönmüştü. Bunun üzerine C e l â l e d d i n H a r e z m ş a h âilesini alarak Azerbaycan’ın bir şehri olan Hoy’a gitti ve orada ikamet etti. Sonra E ş r e f ­ in kardeşi T a k ı y y ü d d i n ' i Bağdad halifesine bir hediye olarak gönderdi. T a k ı y y ü d d i n zincirler içinde idi. Halife onu serbest bıraktı ve izzet-ü ikram içinde kardeşi E ş r e f ’in yanına gönderdi. Bunun üzerine E ş r e f Harezmşah’a bir elçi göndererek şunları bildirdi : “ Sen geldin ve memleketimizi harab ettin. Öldürüyor ve yağm a ediyorsun. Yoksa bizim sana karşı hiçbir kabahatimiz yoktur. Şayet sizin memleketinizin bir parçasını tahrip eden Hacip A li yüzünden intikam alm ak isti­ yorsan bil k i bu adam muharebede m aktul düştü ve yaptıkları­ nın cezasını buldu. Sizden talebimiz, nahak yere almış olduğun memleketimizi bırakıp giderek bizimle sulh yapmandır,,. Fakat H a r e z m ş a h sefire hakaret etti ve sulh yapmadı. E ş r e f de buradan kalkarak Bet Nahrin’e gitti, K â m i l de Mısır’da idi. E ş r e f ’in kardeşi M ü c i r ü d d i n Yakub, H a re z m ş a h

nezdinde esirdi. Aynı yıl içinde zavallı Frerler ve Hospitaller Hama emiri­ ne haber göndererek vergi olarak vermekte olduğu 1000 dinarı istediler. Hama emiri bunlara gülerek parayı vermek isteme­ diği için Frerler içlerinden 500 atlı ve 2700 piyade topladılar ve Hama’yı zaptetmek üzere hareket ettilerse de T a k ı y y ü d d i n bunları karşıladı ve muharebe meydanında kırmağa mu­ vaffak oldu. Yunanlıların 1542 (M. 1231) yılında Tatarlar Harezmlileri takip ettiler ve H a r e z m ş a h , Suriye’ye kaçtı. Fakat Tatarlar Âmid civarında ona yetiştiler, onunla beraber olan kuvveti imha ettiler. H a r e z m ş a h ’m kendisi Tatarlardan kaçtı ve Sufnaya dağlarından birine gitti. Burada bulunan Kürtler onu tanımadılar ve öldürdüler. Bazılarına göre onu esvapçısı öldürmüştür ve kendisi esvapçının elbiselerini giyerek bir Abu'l-Farac Tarihi, F . 34


530

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

müddet dolaşmıştır. Bu elbise yündendi ve kendisi bu sayede bir müddet gizlice yaşayabilmişti. Daha sonra Tatarların bir kuvveti Zait kalesine hücum etti. Bunlar Fırat’a kadar ilerlediler ve nehri Hanazid ovasında aştılar. Bütün Malatya ahalisi korkmuşlar, halk şehirlerden ve heryerden kaçmışlardı. Tatarlar daha sonra geri döndüler, Azerbaycan ve Şahrazur’da hüküm sürdüler ve İberyalıları da itaate mecbur ettiler. M u z a f f e r ü d d i n keyfiyetten haberdar olarak korktu ve halifeden yardım rica etti. O da C e m a l e dd i n K a ş t i m u r u büyük bir ordu ile gönderdi. Harezmlilerden geride kalan 10.000 kadar kişi Rum diyarının sultanı A l â e d d i n e iltica ettiler, sultan bunları konukladı ve Harezm­ liler sultanın ölümüne kadar ona itaat ettiler. Bu sırada C e n g i z H a n ' ı n oğlu olan H a n Moğol dev­ letinin idaresini ele aldıktan sonra büyük bir ordu ile Çin’in dış taraflarına, yani Katay’a doğru hareket etti. Bu ordu heryer­ den önce Hüjbanutaksin (Khujabnuyaksin ?) adlı bir şehrin önünde karargâh kurdu. Burası Kara Muran namındaki büyük nehrin üzerindedir ve şehrin içinde 20 (yahut 10) bin muharip bulunuyordu. 40 gün kadar muharebe edildikten sonra şehrin içindekiler mağlûp edildiler ve şehrin eşrafı Han’ın ka­ rargâhına giderek kendilerine dokunulmayacağına dair söz aldılar ve sonra şehirdeki muharipler kayıklara binerek nehir yolu ile kaçtılar. Han bu suretle şehre hâkim oldu ve şehir içinde bulunanların birine de zarar gelmedi. Han, buradan başlayarak bu memleketlere hulûl etmeğe başladı. Bunun üzerine Katay memleketinin, adı A l t ı m H a n olan hükümdarı, cesur adamlardan 100.000 kişilik bir ordu topladı ve bu orduyu Tatarlara karşı gönderdi. Bunlar Tatarları bir yüzük gibi çenberlediler. Çünkü son derece kuvvetli muharip idiler. Han, düşmanın kuvvetini görerek başka bir hatt-ı hareket takip etti ve yanında bulunan sihirbazlar ve afsuncuları çağırtarak yağmur taşını getirmelerini istedi. Bun­ lar yağmur taşını getirerek üç gün üç gece bütün marifetlerini yaptılar ve bunun üzerine Kataylıların ordugâhına son derece şiddetli yağmurlar yağdı. Bundan başka kar yağdı, ortalık dondu ve mevsim temmuz olduğu halde ortalığı kış kapladı. Bunun üzerine Tatarlar koyun sürülerine hücum eden kurtlar


ARAP

HÜKÜMDARLARI

531

gibi Kalaylıların üzerine saldırdılar ve onları müthiş bir hezimete uğrattılar. A l t u n H a n payitahtına koşarak karıla­ rını, çocuklarını, kardeşlerini ve bütün akrabalarını sarayın içinde topladı ve hizmetçilerine emir vererek yığın yığın odunlar yığdırdı, bu odunlara ateş verdi ve kendisi bütün halkı ile beraber diri diri yandı. Moğol askerleri de geldiler ve ismi N am kinank olan bu şehri yağma ettiler ve birçok kimseleri öldürdükten başka güzel gençleri ve sevimli kızları esir aldılar. Bu esirler sayılmayacak kadar çoktular. Han büyük sevinç içinde geri dönerek Karakuram dağ­ larına geldi ve Urdubalık, yani ordu şehri adını taşıyan şehri inşa etti. Bugün burası Karakuram diye maruftur. Han, Katay’dan ve Arapların ülkelerinden san’atkârlar ve adamlar getir­ terek burada yesleştirdi. Han kazanmış olduğu zaferi kutla­ makla meşgul olduğu sırada son derece sevdiği küçük kar­ deşi T u l i vefat etti ve Han bu yüzden son derece kederlendi ve onun karısı olan ve Kıral John’un kardeşinin kızı olan ve S a r k u t a n i B a g i adını taşıyan kıraliçenin ona ait ülkeyi idare etmesini emretti. Bu kıraliçenin 4 yetişkin oğlu vardı : 1. M u n g a ki bilâhare Han olmuştur. 2. K u b l ay. 3. H u l a gu. 4. A r ı ğ b o k a . Bu kıraliçe oğullarını o kadar iyi yetiş­ tirmişti ki bütün prensler onun idaredeki kudretine hayran olmuşlardı. Bu kadın kıraliçe Helene gibi samimî ve sadık bir hıristiyandı. Şairin biri tarafından söylenen şu sözler sanki onun için söylenmiştir: “Kadın cinsi arasında buna benzer başka bir kadın görseydim, kadın cinsinin erkek cinsine üstün oldu­ ğunu söylerdim,, i. Bu sırada C e n g i z H a n 'ın en büyük oğlu T u ş i vefat etti. T u ş i 7 yetişkin oğul bırakmıştı. Bunlar: T a m ş a l , H a r du, B a tu, S i b a r an, T a n g u t , B a r a k a v e B a r k a j a r idi­ ler. Han bunların içinden B a t u ’yu seçti ve ona Slavların, Cermanların, Rusların ve Bulgarların şimaldeki memleketlerini ver­ di. Onun merkezi büyük bir nehir olan İtil (yani Volga) üze­ rinde idi. Batu, İberyalıların memleketinde şimal yolundan gi­ derek Bulgarların ve Iskitlerin memleketlerini kılıçla imha etti 1

Beyit M ü t e n e b b fn in d ir ve şöyle olm ası icab e d e r:

« K a d ın lar

bunun g ib i olsaydı m uhakkak ki erkeklere üstün tu tu lu rla rd ı.» ( Ö . R .).


532

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

ve bunların saltanatlarını yer yüzünden kaldırdı. Han şu emri vermişti: “Askerler m aktûl düşen her Bulgarin ve Rusun sağ kulağını kesecekler,, Bu kulaklar sayılınca Tatarların eiinde 750.000 kulak bulunduğu anlaşılmıştı. Han şiddetle harekete devam etti ve Bulgarlar mahallesi tarafından İstanbul’a karşı bir taarruz hazırladı. Frenk kıralları keyfiyetten haber alarak toplandılar ve harp meydanında Batu ile karşılaşarak askerlerini kırdılar ve onu kaçırdılar. Daha sonra Tatarlardan biri de Frenklerin memleketine gitmedi ve taTarlar Kapadokya ovasında ikamet ettiler. Bu 5 c r fu ’nun oğlu­ nun adı S a r t a k idi ve bu adam hıristiyanlık dinini severdi vaftiz edilmişti. S a r t a k okuma yazmayı öğrendi ve ruhanî bir vazifeye tayin olundu. Bilâlare göstereceğimiz gibi bu zat, M a n g u H a n ' ı n hizmetine girmek üzere giderken yolda vefat etmiştir. Yunanlıların 1543 (M. 1232) yılında Tatarlar harekete ge­ çerek bazı şehirleri tahrip ettikten sonra İrak’a döndüler. Sul­ tan Alâeddin kuvvet itibariyle onların dengi olmadığını göre­ rek vergi vermeğe karar verdi ve onlarla dost oldu. Böylece tatarlardan yana endişesi kalmayan A l â e d d i n S u l t a n Halat’ı E ş r e f t e n aldı ve Darmania’dan birçok kalelerle Surmarı şeh­ rini aldı. Mısır hükümdarı K â m i l , A m id ’i emirinden aldı ve emirin maişetini temin için ona bazı köyler verdi. Arapların 630 (M. 1232) yılında Şam yerlilerinden olup D a h v a r diye tanılan tabip M ü h e z z e p vefat etti. Bu adam mesleğine başladığı zaman çarşıda oturur ve para mukabilinde hastalan tedavi ederdi. Sonra  dil’in oğullarından birinin hiz­ metine girdi, meslekdaşı olan bir çok tabiplere fenalık ederek onları çalışmaktan menetti. Bu adamın dili aldatıcı idi, müzevvirdi ve ahlâkça düşkün ve gevşek bir kimse idi. Son günle­ rinde meslekdaşı olan tabiblere karşı kullandığı dilinden ağır bir hastalığa uğradı, söz söyleyemez bir hale geldi ve dilsiz oldu. Bu hastalık gittikçe arttı, onu yere serdi ve nihayet onu öldürdü. Vârisi olmadığı için bıraktığı vasiyette evinin tıp san’atı ile meşgul olan kimseler için bir medrese olarak kulla­ nılmasını istedi ve bütün kitaplarım burada bıraktı. Fena ni­ yetli bir adam olduğu için müslümanlardan başka bir kimsenin yani yahudilerin ve hıristiyanların bu med/eseye girmesini ve


ARAP

HÜKÜMDARLARI

533

burada okumasını menetti. Bugüne kadar Şam’da bu vaziyet dairesinde hareket ediliyor ve yahudilerle Hıristiyanlar içinde tıp ilmini tahsil edenler medresenin dışında oturup ders oku­ yorlar. Aynı yıl içinde yani Arapların 630 (M. 1232) yılında Erbil emiri M u z a f f e r ü d d i n K u k b u r i b. Z e y n e d d i n A l i K u ş a k (Kujek) vefat etti, ve Mekke’ye götürülerek orada gö­ müldü. Halife Erbil’e T a h i r i i d d i n E b û A l i A r i d A l g a ş ile ordu kumandanı B a h a ü d d i n B u n g u ş ' un kumandası al­ tında askerler gönderdi. Erbil ahalisi baş eğmedikleri için Şeref ü d d i n Ş a r a b î buraya gönderildi, o da harbe girişti ve Amkava kapısını ve Babhlaya’yı yakarak Erbil’e girdi, şehri yağma etti ve kısa bir zaman sonra kaleye de hâkim oldu. Şehrin içinde buranın hâkimi olan Ş e m s ü d d i n B a t k i n ve A r i d A l g a ş ve E b û l M e a l i M u h a m m e d b. N â s ı r S a l a y a namındaki asilzâde ve S a d a k o ğ l u M ü ş r i f bulunuyorlardı.

Musul emiri Bedreddin Lulu’nun saltanatının başlamasına dair Yunanlıların

1544 (M. 1232-1233) yılında halife, Musu! emiri B e d r e d d i n ' e bir saltanat beratı yazdı ve B e d r e d ­ d i n sultan ilân edildi. Çünkü N â s t r ü d d i n M a h m u d b. K a h i r ( Krah ) b. N u r e d d i n namındaki genç vefat etmiş bulunuyordu. A d i l ' ı n oğulları Sultan A l â e d d i n ' i n Halat’ı kendilerinden almış olması dolayısıyle son derece sızlanıyor­ lardı. Bunlar Mısır’dan Biroa’ya kadar büyük bir ordu topladılar ve Mısırlılara Zait kalesi emirinin, Mardin emirinin, Musul emi­ rinin kuvvetleri ile S e l a h e d d i n in oğlu ve Samusata emiri M e l i k A f d a l ' m kuvvetlerini bunlara kattılar ve Maaddîlerin ve Taglibîlerin kuvvetlerinden de istifade ettiler. Yunanlıların 1545 (M. 1234) yılında Sultan da Franklar Rumlar, Ermeniler, İberyalılar ve Harezmlilerden müteşekkil bü­ yük bir toplantı yaptı. Bu sayede 100.000 den fazla harp adamı toplandı ve Sultan bunları alarak Filistin’e hareket etti ve bu­ rada Mısırlılarla ve bütün müttefikleri ile karşılaşmak istedi. A d i l ’ın oğulları casuslar göndererek Sultanın ordu ile karşılaşamayacaklarını anladılar, onun içiıı Mansur kalesini aldılar ve bütün bu havaliyi tahrip ettiler. Sonra toplantılarını bozdu­


534

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

lar ve memleketlerine döndüler. Sultan yanındaki büyük ordu ile Malatya’ya geldi, sonra Fırat’ı geçti, Zait kalesine karşı or­ dugâhını kurdu ve çok geçmeden şehri alarak yağma etti. Ka­ lenin emiri kendisine yardım için Mısırdan gelen 6.000 atlı ile birlikte şehrin kalesine sığındı. Bunun üzerine Sultan K â m i l ' in başağası olan ve buradaki Mısırlıların kumandasını deruhde eden Ş e m s e d d i n S u a b ’ı izzet-ü ikram içinde Mısır’a gön­ derdi. Sonra Zait kalesi emirini bütün serveti ile ve zevceleri ile birlikte sahile gönderdi ve onu burada üç yıl yaşattıktan sonra gizlice öldürttü. Sultan kaleyi ve şehri tahkim etti ve birçok insanları burada iskân etti. Sonra Samusata’ya bir ordu gönderdi, etrafını tahrip etmekle beraber şehri alamadı. Çünkü kış başlamak üzere idi. Sultan da burasını bırakarak İtalya’ya (Antalya yahut S atalya?) hereket etti. Burası sahil üzerinde bir şehirdi. Sultan mutadı veçhile kışı burada geçirecekti. Yaz gelince sultan muhtelif milletler arasından askerler topladı. Bunlar 100 kadar atlı ve birçok piyadeden müteşekkildiler, Sultan bunları alarak Âmid şehrine hücum etmek istedi. Bunun üzerine M e l i k K â m i l güneyde hüküm sürmekte olan oğlunun kendisine hıyanet etmiş olduğuna dair haberler aldı. Bu yüzden Sultan, A m id’e karşı hareketini durdurdu. Çünkü şehir son derece muhkemdi ve ancak uzun bir muharebeden sonra güçlükle zâptolunabilirdi. Sultan Yunanlıların 1546 (M. 1235) yılının haziran ayında askerlerini Edessa’ya karşı gönderdi ve bunlar buraya son derece şiddetle hücum ettiler ve Edessa’nın içindeki ahali surlar üzerinden son derece şid­ detle harbettiler. Aynı sırada Rum diyarına mensup askerler Sibabarak ’a karşı gittiler ve burasını aldılar. Bundan başka bunlar Kalonikus 'a (yani Rakka’ya) gittiler ve burasını da ala­ rak surlarını yıktılar ve şehri hiddet içinde yağma ettiler. Harran ahalisi korkmuşlardı. Bunlar Harran’ın anahtarlarını alıp Malatya’da bulunan sultana getirdiler, o da bunları kabul etti ve gelenleri izzet-ü ikram içinde iade etti. Fakat Edessa ahalisi son derece inatçı idiler ve Sultana hakaret ettiler. O da bu yüzden hiddetlendi ve bizzat hareket ederek şehre hücum etti. Bu yüzden Rum diyarının askerleri bütün kuvvet ve hüner­ leri ile harbettiler ve şehrin surunda delikler açmak ve kulelerine karşı merdivenler kurmak suretiyle şehri zaptettiler. Şehre sayı­


ARAP

HÜKÜMDARLARI

535

sız bir ordu girdi ve bunlar eşrafın evlerini yağma ettiler. Er­ kekler ve kadınlar çıplak bir hale getirilmişler, mabedlerin eşya ve tezyinatı, şehrin içinde bulunan meşhur kiliselerin mu­ kaddes kaplan götürülmüş, hür erkeklerin ve hür kadınların sırtlarındaki elbiseler alınmış, bunlar şehrin dışında bulunan çadırlar arasındaki gübre yığınlarına doğru sürülmüşler, burada temmuzun müthiş sıcağı altında yanıp kavrulmuşlardı. Şehrin içinde bulunan ordu kumandanları ile 2.000 kadar asker çıplak bir Rum diyarının içlerine sevkedilmişlerdi. Edessa şehrinin içinde yığın yığın altın ve gümüş, eğer takımları, koşumlar, dizginler vesair harp teçhizatı bulunuyordu. Bunları Abiastayndan geri dönen M e l i k K â m i l burada bırakmıştı. Sultan Edessa’yı yeniden tahkim etti; burada askerler, mimarlar, ma­ rangozlar bıraktı, Harran’da da aynı şekilde hareket etti. Son­ ra Rum diyarına döndü. K â m i l Edessa’da vukubulan felâketten haber alınca büyük bir ordu ile Mısır’dan hareket ederek Rum diyarı ordu­ sunun hareketinden dört ay sonra Edessa’ya karşı geldi ve müt­ hiş bir tecavüzle Edessa kalesinin büyük kulesini tahrip etti ve burada bulduğu eşrafı, muharip ve sanatkârları develere bin­ direrek Mısır’a gönderdi.

Aynı yıl içinde Rum diyarında hububat kıtlığı çok şiddetli idi, Bet Nahrin’de de vaziyet aynı merkezde idi. Bağlar ve ağaçlar kışın şiddeti yüzünden kurudu. Sonteşrinden şubatın bedr-i tam sırasına kadar büyük Fırat nehri dondu ve hiç yağ­ mur yağmadı. Yunanlıların 1547 (M . 1236) yılında Sultan A l â e d d i n Amid’e karşı askerler gönderdi ve burada muharebe 4 ay de­ vam etti ise de şehir zapt olunmadı, fakat şehrin havalisi yağ­ ma ve tahrip edildi, sonra A l â e d d i n’in askerleri geri dön­ dü. Arapların 633 (M. 1235) yılında M e l i k N â s ı r D a v u d b. M u a z z a m b. A d i l amcası K â m i l ve E ş r e / ’ten şikâyet etmek ve bunların Şam’ı elinden almış olduklarını an­ latmak üzere Bağdad’a halifeyi görmek üzere gitti. Kendisi bu sırada Karak emiri idi. Aynı yıl içinde R ü k n ü d d i n M eb. B e d r e d d i n halifeye hizmet etmek üzere Bağdad’a gitti. Kendisi Musul emiri idi.

l i k şa h İsmail


536

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

Bu sırada Tatarlar Erbil’e vardılar ve buradan Nineva’ya geldiler ve Karmeniş köyünün kanalı üzerinde karargâh kurdu­ lar. Ahaii kaçtılar ve buradaki kilişeye sığındılar. Tatarlar kili­ seyi de zaptettiler ve eşraftan ikisi kilisenin iki kapısı yanında yer aldılar. Bunların biri kendi kapısından çıkanların hayatını koruyor ve serbest bırakıyordu, diğeri kendi kapısına gelen erkek kadın ve çocukları kılıç ucu ile imha ediyordu. Tatarlar buradan Sincar’a geçtiler ve Suriye’ye gitmekte olan tacirlerin büyük kervanına ansızın taarruz ederek tacirle­ rin hepsini öldürdüler. Yunanlıların 1548 (M . 1237) yılında Sultan A l â e d d d i n muhtelif milletleri, yani Maadileri, Harezmlileri, Hünleri, Rum­ ları, Frankları, Ermenileri ve İberyalıları topladı ve Âmid’e karşı hareket için hazırladı. Arapların bayramı yaklaşmakta idi ve Sultan bütün asilzâdelerine hüyük bir ziyafet verdi. Bunlar yiyor, içiyor, eğleniyor, şarkılar dinliyor ve rakıslar seyrediyorken yüksek tahtının üzerinde oturan ve çok neşeli bir halde bu manzaraları temaşaya dalan sultan birden­ bire bağırsaklarında bir ağrı hissetti ve kendisinden birçok kan gelmeğe başladı. Sultan gece gündüz ıstırap duyarak haftanın ikinci günü ve haziran ayının başında bu dünyadan göçtü. Hâdise Yunanlıların 1548 (M. 1237) ve Arapların 634 (M. 1236) senesinin şevval ayında vukubuldu. Aynı yıl içinde Halep emiri M e l i k A z i z vefat etti ve oğlu M e l i k N â s ı r S e l â k e d d i n (ki Araplar tarafından bizim zamanımızda katlolunmuştur) onun yerine hüküm sürdü. Aynı yıl içinde büyük S e l â h e d d i r ı ’in oğlu M e l i k M u h ­ s i n Halep’te vefat etti. Aynı yılın onuncu ayında Tatarlar tekrar Erbil’e geldiler ve Aşağı Zab nehri üzerinde karargâh­ larını kurdular. Erbil ahalisi çıplak bir halde kaleye kaçtılar ve Tatarlar şehirdeki evleri zaptederek birçok ganimetler gö­ türdüler, sonra evlerin çoğunu yaktılar. Bunlar kaleye 40 gün kadar hücum ettiler, daha sonra kendilerine birçok altın ve­ rildi, onlar da bunları alarak gittiler. Sultan A l â e d d i n K e y k u b a d devrinin hükümdarları arasında nev’i şahsına münhasır bir zat idi, çevik bir adamdı, sağlam kafalı ve temiz varlıklı idi. Arap hükümdarlarının alı­ şık oldukları birçok mülevves itiyadlardan ve çirkin ihtiras­


ARAP

HÜKÜMDARLARI

537

lardan münezzeh bir kimse idi. Suçlulara karşı sert davranır ve hükümlerinde adaleti gözetirdi. Birçok şehirleri ve müstah­ kem mevkileri zaptederek saltanatına katmış ve satvetini yay­ mağa muvaffak olmuştu. Ölümü üzerine toplanan eşraf en büyük oğlu G ı y a s ü d d i n K e y h u s r e v ' i aldılar, onu Kayseri’ye getirdiler ve burada sadakat yeminlerini ifa ederek onu babası K e y k u b a d ' ın tahtına oturttular, onun sultanlı­ ğını ilân ettiler ve ahali bu yüzden son derece sevindi. Sultanın emri ile zincir içinde olan bütün esirler serbest bırakıldı ve bu hareket bütün ülkeleri içinde tatbik edildi. Anlatıldığına göre bu sayede hürriyetlerine kavuşanların sayısı 12.000 kadardı. Yeni sultan Harezmlilerin reislerini yakalatmak istedi. Çünkü bunların isyan etmelerinden endişe ediyordu. Bu yüz­ den ismi K a i r (G â i r — j)z) H a n olan bir büyük reisi tevkif etti, bunu duyanlar da kaçtılar ve Rum diyarından çıkıp git­ tiler. Bunlar geçtikleri her yerde müthiş tahribat yapıyorlardı. Nitekim Malatya’ya gelmişler ve buranın subaşısı olan Seyf ü d d e v l e ' yi esir etmişlerdi. Bunlar daha sonra yaya olarak Fırat’ı geçtiler. Masara (M a k ra ?) kalesine gittiler. Zait kale­ sinin hududuna ve H arbizak kalesinin yanma vardıkları zaman bu havalideki ordular bunlarla harbe tutuştular, fakat Ha­ rezmliler tarafından mağlûp edildiler ve Zait kalesinin B a i r a m i z adındaki subaşısı maktûl düştü. Bunlar Samusata (Arşmişat) havalisini tahrip ettiler. Sonra Sibabarak ve Hamimata havalisine gittiler ve burada üç yıl kadar ikamet ederek civardaki ülkeleri yağma ettiler. Bunlar daha sonra Halep emiri olan M e l i k N â s ı r namındaki gencin tebeası oldular, o da bunlara Edessa ve Harran ile Bet Nahrin’in diğer şehir­ lerini verdi ve böylece yer yüzü bu sayede rahat buldu. Yeni Sultan G ı y a s ü d d i n , îberyalılar kıraliçesinin kızını getirterek onunla evlendi ve onu son derece sevdi. Sultan kendini bir takım çocukluklara kaptırarak vaktini şarap içmekle ve sarhoş olmakla geçiriyor ve kuşlarla, hayvanlarla nefsini eğlendiriyordu. Hükümetin işlerini kölelerine bırakmıştı ve bunların her biri istediği gibi hareket ediyordu, Iberyalı bir kadın olan kıraliçe memleketinden hıristiyan elbiseleri giyerek gelmişti. Katolikus ile mukaddes adamlar ve kilise papasları


A B U ’L - F A R A C

538

TARİHİ

kendisine refakat ediyorlardı. K ü ç ü k D a v i d adını taşıyan ve İç İberya’nın hükümdarı olan kardeşi de kıraliçe ile beraber gelmişti. Kıraliçe kısa bir zaman sonra hıristiyan dinini terkederek müslüman olmuş ve kardeşi D a v i d ile katolikus yakala­ narak kalelerin birine kapatılmışlar, Tatarların gelişine kadar burada kalmışlar, mahbus oldukları kalenin Tatarlar tarafından zaptedilmesi üzerine serbest bırakılmışlardı. Arapların

635

(M.

1237)

yılının

başlarında

M elik

E ş r e f I s a b. A d i l

E y y u b 60 yaşında olduğu halde Şam’­ da vefat etti. Bu adamın cömertliği hudut tanımazdı. Nefis etlerin ve muhteşem yemeklerin son derece düşkünü idi. Yunanlıların 1549 (M. 1238) yılında Tatarlar döndüler ve yine Erbil'e gelerek yağma ettiler ve tahrip ettiler. Bunlar B ağdad hududundaki Angabad (Zangabad) denilen yere kadar geldiler ve burasını da yağma ettiler. Diğer bir kısmı Surmanrai’ye geldiler ve buradaki ahaliyi öldürdüler. Bunun üzerine Bağdad orduları hareket etti ve bunlara karşı gelmek istedi. Bağdad ordusunun başında M ü c a h i d ü d d i n D a v i d d a r ve eşraf

reisi Ş e r e f ü d d i n l k b a l Ş a r a b î bulunuyordu. Bunlar Tatar­ larla harbettiler ve onları kaçırdılar. Fakat Tatarların dönme­ lerinden korkarak Bağdad surlarını mancınıklarla kuvvet­ lendirdiler. Aynı yıl içinde M e l i k F â i z Y a k u b , kardeşi M e l i k yanından Bağdad’a kaçtı ve halifenin hizmetinde bulunmak istedi. Kısa bir zaman sonra Mısır hükümdarı A d i l ' m oğlu M e l i k K â m i l vefat ederek Şam’da gömüldü. Kuvvetli ve korkulur bir adamdı ve 70 yıl yaşamıştı. Büyük K â m i l ’in

babasının adını alan oğlu M e l i k A d i l Mısır’da onun yerine geçti ve K â m i /’in kardeşi M e l i k S a l i h Suriye’ye hâkim olarak Harezmliler arasında kuvvet sahibi oldu ve bunlara Habura’yı ilâve etti. Kardeşinin oğlu olup Karak’da emir olan M e l i k N â s ı r onun yerine geçmek istediyse de zaman ona müsaade etmedi. Bu adam iyi tahsil görmüş ve felsefe mez­ hepleri üzerindeki geniş vukufu ile tanınmıştı. Anlatıldığına göre kendisi Şam’da filosof Ş e m s e d d i n’den ders okuduğu zaman, üstadının evinden uzak bir yerde atından iner, kölele­


ARAP

539

HÜKÜMDARLARI

rini burada bırakır, sonra kitabını1 koltuğunun altına alarak filosofun yanına yaya olarak gider, dersini okur ve filosofun ayağa kalkarak kendisini karşılamasına razı olmazdı. Aynı yıl içinde İsm ailîler Musul emiri B e d r e d d i n in üzerine hücum ettilerse de onu yaralayamadılar. Senenin 11 inci ayında Tatarlar Bağdad hududuna döndüler ve Hanikin denilen yere kadar ilerlediler, Bağdad orduları bunlara karşı çıkarak tatarlarla harbettiler, Bağdadlılar kırıldılar ve bun­ lardan yalınız üç asilzâde kaçabildi. Diğerleri kılıçtan geçmek suretiyle mahvoldular. Tatarlar büyük ganimetler alarak geri döndüler. Yunanlıların 1550 (M. 1239) ve Arapların 636 (M . 1238 ) yılında Dicle nehri taşmış ve B ağdad 'da birçok evleri yıktık­ tan başka iki gemiyi parçalamış ve 50 kişinin boğulmasına sebep ölmüştü. Ertesi yıl etrafımızdaki ülkelerde kayda değer bir hâdise olmamıştı. Yunanlıların 1551 (M. 1240) yılının haziran ayında Tatar­ lar geldiler ve İberyahlarm memleketinden Erzenürrum'un hu­ duduna kadar uzanan sahaları yağma ettiler2. Roma orduları çağırılarak Ermenistan’a kadar gittiler ve Tatarların Roma di­ yarını istilâdan alakoymak istediler. Tatarlar askerlerin top­ lanmış olduklarını anlayınca ric’at ettiler ve İskitlerin memle­ ketine döndüler. Roma diyarından gelen askerler burada kışa kadar beklediler, sonra onlar da yurtlarına döndüler. Aynı yıl içinde tiryak (y a n i her hastalığı tedavi eden ilâç ) ’ı tertip eden T a J B a l c a r î , Roma diyarından Bağdad’a elçi olarak gönderildi ve burada 90 yaşına varmış olduğu halde vefat etti. Yunanlıların 1552 (M. 1241) ve Arapların 683 (M. 1240) yılının teşrinler mevsiminde Arapların dinine karşı fena bir ay­ rılık hareketi başgösterdi. Çünkü ihtiyar ve zahid bir Türk­ men Amasya’da şöhret kazandı. Bu adamın adı Papa (Baba?) idi. Kendisine resul yani gönderilen adam ( Peygamber ) di­ yor ve hakikaten Allahın peygamberi olduğunu söyleyerek M u h a m m e d' in yalancı olduğunu ve Peygamber olmadığını 1 l b n • i S i n a ’nın Uyûn ü l - Hikme diivel, s. 445 (Ö . R . ) .

ad lı

eseri.

2 E rzuru m ’u m uhasara eden zat Ç a r m a ğ a n idi. Bk. Muhtasar üd- düvel, s. 440 ( Ö . R.) .

Bk. M uhtasar üd-

Navin

(=

N oyan)


540

iddia

A B U ’L- F A R A C

ediyordu.

TARİHİ

Birçok Türkmenler

ona

inandılar. Çünkü

kendisi gösterişler yapıyordu. Bu adam ihtiyar İ s h a k namın­ daki müridini Roma diyarının hududu üzerindeki Hısn Mansur’a gönderdi ve onun burada halkı kendi peygamberliğine inanmağa davet etmesini istedi. Bu adam birçok kimselerin üstadına bağlanmalarını temin etti ve onun harbedebilmesi için birçok silâhlar tedarik etti. Bütün Türkmen askerleri merkep­ lerini, öküzlerini ve koy unlarını satarab atlar aldılar ve atlara binerek Hısn Mansur, Gargar ve Gağti havalisini soymağa başladılar. Bunlar B a b a 'nın Allah tarafından gönderilme bir elçi ve peygamber olduğunu kabul etmeyenleri öldürüyorlardı. Bunun üzerine Malatya emiri 500 atlıdan müteşekkil bir ordu toplayarak S a w m a o ğ l u manastırındaki tebeadan 50 adam seçti ve bunların ok atmaktaki hünerinden istifade etti. Bunların hepsi giderek Türkmenlerle harbettiler. Bunlar mağ­ lûp oldular ve manastıra mensup kimselerden pek az kişi can­ larını kurtarabildiler. Bu yüzden Türkmenler son derece kuv­ vetlendiler ve birçok halk kütleleri onlara bağlandılar. Türk­ menler Ablastayn taraflarına giderek burada da bir orduyu mağlûp ettiler. Sonra Amasya’ya da giderek peygamber tanı­ dıkları adami görmeği arzu ettiler. Bunun üzerine Roma diya­ rının asilzâdeleri ihtiyar B a b a 'ya karşı bir pusu kurdular ve B a b a'y ı pusuya düşürerek boğdular. Babanın müridi İ s h a k ile

adamları onu bulamayınca babanın kendilerine yardım etmek üzere melekleri getirmek için gitmiş olduğu şayiasını yaydılar ve Amasya’ya karşı vahşiyane bir muharebe açtılar. Roma diyarından gelip toplanan 60.000 atlı 6.000 A raptan1 müte­ şekkil bu küçük kuvvete hücum edemediler. Bunun üzerine Sultanın hizmetinde bulunan 1.000 Frenk atlı hiddet ile alevlenerek dişlerini gıcırdattılar ve yüzlerinin üzerine haç işaretleri yaparak bu sapık adamların üzerine hü­ cum ettiler ve bunları dağıttılar. Daha sonra Araplar da bun­ larla beraber hareket ederek Türkmenleri çemberlediler ve hepsini kılıçtan geçirerek mahvettiler. Bunlardan erkek, kadın, çocuk, hayvan velhasıl hiçbir şey kılıçtan kurtulamadı ve böy­ lece bu fitne bastırıldı. 1 «T ürkm en» dem ek isted iği aşikâr ! ( ö . R. ) .


ARAP

HÜKÜMDARLARI

541

Aynı yıl içinde Roma diyarının orduları Z aid kalesinin subaşısı S i n a n ' ın kumandası altında toplandılar. S i n a n katlolunan B a i r a m i z 'in yerine tayin olunmuştu ve bunların hepsi Âm id’e karşı hareket etmişlerdi. Buranın emiri M e l i k K â m i l ' i n oğlu idi ve Mısır’da bulunuyordu. Roma diyarından gelenler muhafızlarla anlaştılar, bunlara gümüş vermeği va’d ettiler ve muhafızlar şehri teslim ettiler. Halepliler de yardımcı sıfatı ile Roma diyarından gelenlere iltihak etmişlerdi. Bunlar A m id ’i aldıktan sonra Maiperkat'a karşı giderek burasını da almak istediler, fakat M e l i k K â m i l ' in kardeşi olan Emir G a z i > Bet Nahrin’deki Harezmlileri yardım için çağırarak şiddetle mukavemet gösterdi ve düşmanları tarafından mağlûp edilemedi. Bunun başlıca sebeplerinden biri Haleplilerin onunla muharebe etmemeleri idi. Çünkü E m i r G a z i Halep kraliçe­ sinin kardeşi idi ve bu kadın Halep emiri M e l i k N â s ı r ' m babası M e l i k T â h i r ’in anası idi. S i n a n , Amid’i aldıktan sonra sultandan Erzenürrum’a gitmek, oraya hâkim olmak ve ve Tatarların taarruzlarına karşı gelmek üzere emir aldı. Bu­ raya gider gitmez J u r m a g o n N a v i n kuvvetli bir Tatar ordusu ile geldi ve bunlar bir kaç gün içinde bu müstahkem mevkii zaptederek erkek, kadın bütün ahaliyi kılıçtan geçirdiler ve yalınız köleliğe elverişli olan genç erkekleri ve kızları ko­ rudular. Tatarlar S i n a n ' ı ve genç oğlunu da öldürerek burasını bir harabe halinde bırakıp gittiler. Ertesi yıl yani Yunanlıların 1553 (M. 1242) yılında Tatarlar tekrar geldiler ve Zait kalesine kadar ilerleyerek buldukları herşeyi yağma ettiler ve İran’a döndüler. Yunanlıların 1554 (M. 1243) yılında Sultan G ı y a s ü d d i n birçok askerler topla­ yarak altın mukabilinde Haleplilerden, Rumlardan, Frenklerden ve Maaddilerden atlılar kiraladı. Emesa emiri ve Maiperkat emiri M e l i k G a z i de yardım için gelmeği va’d ettilerse de Sultanı aldattılar ve gelmediler. Ermenilerin kıralı H a i t u m un babası B a r o n K o n s t a n t i n, Kayseri’de bulunan sultanın ya­ nına geldi ve izzet-ü ikram ile karşılanarak birçok hediyeler topladı ve Ermenileri toplayıp getirmeği ve sultana yardımlarını temin etmeği va’d etti. Sultan, Sebastia’ya doğru ilerledi. Tatar­ lar gelerek Erzincan’ı istilâ ettiler. Sultan da sür’atle hareket ederek onları karşılamağa gitti. Sultanın askerleri Kavsatağ yani


542

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

Tura Mesanta'da. Tatarlarla harp meydanında karşılaştılar ve bun­ lar ta muharebenin başından tecrübesiz askerler gibi sırtlarını çevirdiler ve kaçtılar ve Tatarlarla harbetmek bertaraf bir saat içinde dağılarak sultanı tek başına bıraktılar. Hayretten dona kalan sultan karısını ve oğullarını alarak Ankara şehrinde se­ lâmete kavuştu. Tatarlar sultana ait askerlerin bir darbe indirmeden kaç­ tıklarını ve çadırlarım da bırakıp gittiklerini görünce bir hıya­ netle karşılaştıklarını ve bir pusuya düşürüleceklerini sanarak geri döndüler. Bunlar bir gün bekleyerek casuslar gönderdiler ve kaçışın stratejik bir hareket olmadığını anlayarak parslar gibi kükrediler ve çadırlara hücum ederek buldukları herşeyi yağma ettiler. Bunlar Roma diyarına yayıldılar ve Sebastia’ya geldiler. Fakat buranın halkı bunlarla anlaştılar ve birçok altınlar getirerek bunları vermek mukabilinde canlarını ölümden, oğullarını ve kızlarını esaretten kurtardılar. Tatarlar şehre gi­ rerek şahâne hâzineleri soydular, istediklerini aldılar, silâhlan yaktılar ve şehri çevreleyen surun 4 (yahut 40) karışiık tepe­ sini yıktılar. Diğer bir reis Kayseriye gitti. Fakat buranın ahalisi şehri teslim etmek istemediler. Bunun üzerine Tatarların hepsi buraya karşı toplandılar, şehrin surunu mancınıklarla yıktılar ve şehre girerek şahâne hâzineleri soydular ve şehrin içindeki güzel evleri ve binaları yaktılar. Bunlar asilzadeleri ve hür kimseleri işkenceye tabi tutarak bunları bütün servetlerinden mahrum edinceye kadar kılıçlarla dürtüklediler. Daha sonra onbinlerce kimseyi öldürdüler ve genç erkekleri ve genç kadınlan esir ederek götürdüler.

Sultan G ly a s ii d d i n' i n validesi bu tahribattan haber alınca kızını yani sultanın kız kardeşini, kölelerini, cariyelerini, servetini alarak Kilikya memleketine gitti ve kıral H a i t u m ’un babası olan ve yardım hususunda sultanı aldatan, yardımı­ nı hâdiselerin neticesi belli oluncaya kadar geciktiren B a r o n K o n s t a n i i n ’e iltica etti. Bunlar valide sultanın burada bu­ lunduğunu anlayınca kiralın babası P a l i 'ye müracaat ederek onu istediler. Bazılarının anlatışına göre P a l i Tatarları hoşnut etmek için onlara “Filân ve falan şahsiyetler benim yanımdadır, haber gönderin de size teslim edeyim,, tarzında bir nânıe gön­


ARAP

HÜKÜMDARLARI

543

dermişti. Tatarlar da elçiler gönderdikleri için valide sultan onlara teslim olunmuştu. Bu son derece menfur ve müstekreh hareket bütün hükümdarlar nazarında hiç bir veçhile vukuu caiz sayılmıyordu. Valide sultan böylece esir edilmiş ve ken­ disi bugüne kadar serbest bırakılmamıştır. Bu sırada Ablastayn Türkmenleri Daira Karira adını ta­ şıyan şanlı manastırımızı istilâ ettiler, ekserisi ilim adam; olan 15 rahip ile diğer papasları ve kilise memurlarını öldürdüler. Bu mel’un adamlar kaçmak üzere yüzlerini çevirdikleri zaman Tatarlar yetiştiler ve hepsini kılıçtan geçirerek imha ettiler. Böylece 3 gün zarfında adalet yerini buldu ve bu adamlar başkalarını ne şekilde öldürdülerse aynı şekilde öldürüldüler. Sultanın mağlûbiyet haberi Malatya’ya vardıktan sonra subaşı R e ş i d ü d d i n ile saraydaki diğer zabitler geceleyin hükümdarın hâzinesine girdiler ve burada buldukları altın ve gümüşü aralarında paylaşarak kapıları açık bıraktılar ve Haleb’e kaçtılar. Şehrin eşrafı ile Hıristiyanlar arasında kaçmağa kud­ retleri yetenler de şehri terkettiier. Bunlar şehirden bir günlük mesafede olan Bet Gavze adını taşıyan dağa vardıkları zaman Tatarlardan bir kıt’a bunlara yetişmiş ve bunların çoğunu imha ederek oğullarını ve kızlarını esir almıştı. Bunların pek azı kaçmak suretiyle canlarını kurtardılar ve şehre çırıl çıplak ve yalın ayak bir halde geldiler. Şehrin içinde ikamet eden muhtelif halk tabakaları, hırsızlar (?), dokumacılar vesaire hâ­ kimlerin ve eşrafın şehri bırakıp gittiklerini görünce Araplar ve Hıristiyanlar Malatya metrepoliti M a r D i o n y s i u s yani bilâhere patrik olan A n g u r ' u n nezdinde toplandılar ve met­ ropolitin şehri himaye etmeği üzerine almasını istediler. Çünkü metrepolit uyanık ve zeki bir adamdı ve Araplarla Hıristiyan­ lar birbirlerine karşı sadakat göstermek için yemin etmişlerdi. Bunlar bütün gece surlar üzerinde dolaşarak etrafı gözettiler, gündüzün de şehrin kapısı önünde oturdular. Çünkü şehrin bütün kapılarından yalnız biri, yani Büyük Kapı yahut Saray Kapısı açık tutuluyordu. Şehir iki ay kadar müşevveş bir va­ ziyet içinde kaldı. Nihayet Tatarlar Rum diyarına gittiler ve Allahın inayeti ile Malatya’ya gelmediler. Yalnız Bet Gavze'deki muhacirlerin yoluna çıkan Tatarlardan başkası bu tarafa uğramadı.


544

A B U ’L i F A R A C

TARİHİ

Tatarlar dönüşleri sırasında Erzincan'a, karşı ordugâh kurdular ve buranın eşrafından altın istediler. Fakat bunlar birşey vermediler. Bunun üzerine Tatarlar hiddetlendiler, şehre karşı mancınıklar kurdular ve şehrin surlarını sür’atle yıkarak içeri girdiler, şehri yağma ettiler, şehir halkını öldürdüler ve şehri tamamen tahrip ettiler. Bunun üzerine Sultan G ı y a s ü d d i n Tatarlara elçiler göndererek sulh istedi ve altın verdikten baş­ ka atlar, davarlar, koyunlar ve köleler vermeği de deruhte etti. Arapların 640 (M. 1242) yılında Halife M u s t a n s ı r vefat etti. M us t a n s ı r dan sonra oğlu M ü s t a s ı m 16 yıl hüküm sürdü. Bu adam çocuk kafası taşır, iyiyi kötüden ayırt etmek­ ten âciz bir kimse idi. Bütün vaktini güvercinlerle oynayarak, kuşlar avlayarak geçirirdi. Bu halifeye “Tatarlar Bağdad’ı zapt için hazırlanıyorlar, hattâ İran’da bir takım meşhur şehirleri zaptettiler ve tahrip ettiler,, denildiği zaman şu cevabı ver­ mişti : “ Bu bizim tahtımızdır. Onlara müsaade etmezsek gele­ mezler,, !. Böylece Cenab-ı Hakk Abbasîlerin saltanatına bu budala adamın devrinde son verdi. Yunanlıların 1555 (M. 1244 ) yılında ismi Y a s a v u r (Nasavur) N a v i n olan tatar reisi Maiperkati, Mardin ve Edessa havalisine indi ve Fırat’ı geçerek Halep kapısı civarındaki H ailan isimli yere geldi. Fakat şehre yaklaşmadı. Çünkü başın­ da bulunduğu ordunun atları, yerin kuruluğu ve muhitin sıcaklığı yüzden bacakları aksamıştı. Bunlar, yaz mevsiminde indiler. N a s a v u r bu havaliyi aldıktan sonra Halep emirine haber göndererek altın istedi. Bu emir onun istediği herşeyi verdikten sonra N a s a v u r buradan ayrıldı ve Malatya’ya karşı hareket ederek ordugâhını burada kurdu ve Malatya’nın ekinlerini ve bağlarını ve arılarını imha ettikten başka şehrin dışında bul­ duğu herkimseyi öldürdü. Tatarlar şehrin hâkimi olan ve Halepten geri dönen R e ş i d ü d d i n ’i tehdit ettikleri için bu adam altın, gümüş birçok paralar, mücevherler, altın ve gümüşten kaplar topladı. Bütün bunlar 40.000 dinar değerinde idi. Ken­ disi mabedlerin içindeki kaplan da çalarak şamdanları, buhur­ 1

Bu halife «B ağdad bana yetişir ; sair m em leketleri

onlara b ıra k ır­

sam burasını bana çok görm ezler. Ben burada iken bana hücum etmezler. Burası benim evim dir ve ik am e tg âh ım d ır» diyo rdu. (Bk. Muhtar-üd düvel, s. 446) ( Ö . R .).


ARAP

HÜKÜMDARLARI

545

danlıkları, evliyaların tabutlarını büyük kiliseden çıkarttı ve bunları Tatarlara verdi. Onlar da bunları alarak İran’a gittiler. Tatarların gitmeleri üzerine Malatya ile etrafında şiddetli bir kıtlık oldu, veba başgösterdi ve memleket çarşılarında ölen, hayvanlardan farksız, sefil kimselerle doldu. Birçok kimseler oğullarını ve kızlarını köle ve cariye olarak satmak istedilerse de alıcı bulamadılar. Bu sırada H a s n u n un tilmizi olan Edesseli tabib I s a Ma­ latya’da şöhret sahibi bulunuyordu. Bu adam Malatya’dan Kilik­ ya’ya giderek bura kiralının maıyyetinde yaşadı ve Aziz Sawma oğlu namına inşa olunan güzel kilisenin temellerini attı. Yunanlıların 1556 (M. 1245) yılında Tatarlar Bağdada git­ tiler. Halkın büyük bir kısmı onlara azamî şiddetle mukave­ met ettiği için şehri alamadılar ve elleri boş olarak döndüler Aynı yıl içinde Sultan G ı y a s ü d d i n anasının ve hemşiresinin Tatarlara teslimi yüzünden fena halde hiddetlenerek birçok as­ kerleri Kilikya’ya gönderdi. Diyar-ı Rum askerleri ordugâhlarını Tarsus şehri önünde kurdular ve şiddetli bir muharebe yaptılar. Kıral H a i t u m' un babası P a l i ile en büyük oğlu K o n t u s t a b l (Constable) burada bulunuyorlardı ve kendileri ile harbedenlere karşı muvaffakiyetli bir mukavemet gösteriyorlerdı. Çünkü yan­ larında birçok Franklar bulunuyordu. Şiddetli yağmurlar şehir dışında bulunanları tepeden tırnağa kadar ıslatmıs ve bunlar bu yüzden fena vaziyete düşmüşlerdi. Bunlar başka biryere gidemedikleri gibi, kendilerine ve atlarına yiyecek bulamıyor­ lardı. Sebebi ortalığın müthiş çamur içinde olması idi. Bunlar bu feci vaziyette iken sultanın ölümüne dair haberler geldi. Bu yüzden bunlar da rahat bir nefes alarak Ermenilerin bu haberi almalarından önce buradan ayrıldılar. Sultan G ı y a s ü d d i n sonbahar mevsiminde, Yunanlıların 1557 ( M. 1246 ) yılının başlarında vefat etmişti. Sultanın 3 küçük oğlu vardı. İsimleri i z z ü d d i n , R ü k n ü d d i n ve A l â e d d i n idi. Eşraf en büyük

evlât olan I z z ü d d i n' e sadakat yeminini ifa ettiler ve S u l t a n K e y k â v ü s adı ile saltanatını ilân ettiler. Bu sırada Moğolla­ rın elçileri gelerek S u l t a n I z z ü d d i n ’in H a n ' a , saygılarını sunmak üzere gelmesini istediler. Sulan özür dileyerek memletten ayrıldığı takdirde düşmanı olan Rumların ve Ermenilerin Abu î- Farac Tarihi, F, 35


546

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

memleketlerine musallat olacaklarını anlattı ve kendi yerine kardeşi R ü k n ü d d i n i göndererek başka bir zaman bizzat kendisinin de gideceğini bildirdi.

Goyuk Han’ın kardeşi olan Han’ın yerine tahta geçmesine dair H a n bu sırada hasta olduğu için oğlu Goyuk’u bulmak ve saltanatı ona devretmek üzere adamlar gönderdi. Onun gel­ mek üzere hareket etmesi ve civara yaklaşması üzerine, H a n oğlunu görmeden vefat etti. H a n ı n karısı ve Goyuk’un anası olan T ü r k i n a son derece akıllı ve basiretli bir kimse idi. Bu yüzden Çağatay ile hükümdarların diğer oğulları, hepsinin toplanıp yeni bir hükümet teşkil etmelerine kadar onun saltanatı idare etmesini istediler. Sonra birbirlerine elçiler göndererek ilkbaharın başlarında toplandılar. Doğudan K u t a n (K u b a n ? ) ve Cingiz Han’ın kardeşi A u t e k i n ve A l ş a t a y ( A l j a t a y), Batıdan Çağatayın oğulları K a r a m u r i , B a id ur, T ü r k a n geldiler. Şimalden B a t u bizzat gelemediği için dört kardeşini göndermişti. Uygurlardan Emir M e s ' u d B e y ve Ho­ rasan’dan Emir A r g u n , Diyar-ı Rum’dan Sultan R ü k n ü d d i n, Kilikya’dan Kıral H a i t um, Iberyalılardan B ü y ü k D a v i d ve K ü ç ü k D a v i d, Suriye’den Halep emirinin kardeşleri, Bağdaddan Kadılar kadısı F a h r ü d d i n , Franklar tarafından elçiler

ve Alamut emiri A l â e d d i n , yani hançerler taşıyan I s m a i l î l e r’in reisi tarafından elçiler gelmişlerdi. H a n ' ı n hükümdarlığa seçebilir üç oğlu vardı: G o y u k , K u t a n ve küçük bir çocuk olan S i r a m o n . Valide sultan T ü r k i na, G o y u k ' u seçmişti ve hükümdarların oğulları ile eşraf onu tasvip ettiler. G o y u k , âdete göre özür dileyerek

şunun bunun daha münasip olacağını söyledi ise de onu zorla çekerek saltanat tahtına oturttular. Sonra dizlerinin üzerine dokuz kere iğilerek ona arz-ı tazimat ettiler, sonra kendisine bir kadeh takdim ederek bu kadehi içirdiler. G o y u k tahta sağlamca oturduktan sonra memleketi iyi idare etmeğe başladı. Çünkü kafası aydın bir adamdı ve çok akıllı bir kimse idi. Han, D i y a r-ı R u m' u, İberya diyarını, Asur, Suriye ve Kilikya’yı rüesadan biri olan A i l ş i k a t a i (yahut


ARAP

HÜKÜMDARLARI

547

lljikatay)’a 1 verdi. Büyük Emir Y a l v a j ' ı Katay’a gönderdi. İran’ı M e s ' u d B e y e verdi. Emir A r g o n a . Horasan, Hemedan, Azerbaycan, Şirvan, Lor, Kirman ve Hindistan’a kadar uzanan sahayı verdi. R ü k n ü d d i n’in Rum diyarı sultanı olmasını emr­ etti. Kıral H a i t u m ' u, İberyalıları ve Frankları izzet-ü ikram ile gönderdi. Halifeye, âsilere dair tehditler gönderdi ve I s m a i l î l e r in elçilerini tahkir ederek geri çevirdi. Hıristiyan K a d a k tâ başlangıçtan hizmetinde bulunduğu için müşavir ve hâkim oldu. G o y u k H a n ın kendisi hakikî bir hıristiyandı ve

onun devrinde Hazret-i Mesih’e tâbi olanların şanı yükselmiş, H a n ' m karargâhı mukaddes adamlar, papaslar ve rahiplerle dolmuştu. Bu sırada adı F a t m a H a t u n olan bir Arap kadını G o y u k H a n ' ı n anası T ü r k i n a H a t u n ' un sıkı dostu idi ve onun tarafından sevilmekte idi. Hatun bu kadına bütün sırlarını söyledi. Bir talisizlik eseri olarak bu kadın hak­ kında G o y u k H a n ' a bir takım iftiralarda bulunuldu. Bu müfteriler “Bu kadın size ve kardeşlerinize karşı büyü yapıyor,, demişlerdi. H a n anasına haber göndererek bu kadını istedi. Hatun onu teslim etmediği için H a n bu kadını zorla getirtti ve öldürttü. Bu yüzden ana ile oğul arasında ihtilâf çıktı ve çok geçmeden Valide Sultan da vefat etti. Arap kadını olan F a i m a ’ya gelince onu günlerce çıplak, aç ve susuz bıraktıktan sonra büyücü olduğunu itiraf edinceye kadar dövdüler. Sonra onun vücudundaki bütün açık yerleri diktiler, onu bir kumaşa sardılar ve suya attılar, o da boğul­ du. Sonra bu kadının etrafında toplanan toplanan bütün akra­ baları da öldürüldü. Çünkü bu kadın T ü r k i n a H a t u n üzerindeki nufuzu dolayısıyle kısa bir zaman içinde bütün o devletin âdeta hükümdarı olmuştu. Bu hâdiseden kısa bir zaman sonra G o y u k H a n garp memleketlerine gitmek üzere hareket ederek Bişbalığ şehrin­ den yedi günlük bir yere vardığı sırada vefat etti. Bu sırada Rum diyarının eşrafından bazıları i z z ü d d i n ' in vekili olarak H a n ' ı n yanına gönderilen G t y a s ü d d i n oğlu R ü k n ü d d i n’in tahta geçmesini istediler. İsfahanh olan vezir Ş e m s e d d i n bunun farkına

vararak

bunların hepsini yakaladı ve öldürdü.

1 M uhtasar üd-düvel’de şöyledir :

( Ö . R .).


548

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

Bu adam çok mağrur idi ve Sultan i z z ü d d i n ' in anası ile evlenerek ondan bir oğul sahibi olmuştu. Onun bu küstahça hareketi herkes tarafından takbih ediliyordu. Vezir birçok al­ tınlar, şâhane hil’atler ve atlar hazırlayarak R ü k n ü d d i n ile birlikte Tatarların yanına rehine olmak üzere gönderdi ve böy­ lece sulhu sağlamlamak istedi. Genç prens, G o y u k H a n ' ın yanma gelince Rüknüddin ile beraber olan eşraftan B a h a ü d d i n T a r j a n 1 vezirden şikâyet ederek Han’a şu sözleri söy­ ledi: “Vezir eşrafı öldürdü, vefat eden sultanın karıpı ile ev­ lendi ve sizden emir almaksızın yeni bir sultan tayin etmek istedi,,. Bunun üzerine H a n , İ z z ü d d i n ' in tahttan inmesini ve kendi yüzünü görmek üzere gelen R ü k n ü d d i n in hüküm sürmesini, B a h a ü d d i n T a r j a n ' ın onun veziri olmasını ve Ş e m s e d d i n ’in mevkiinden atılmasını emretti. Vezir, bu emir­ leri alınca korktu ve Malatya subaşısı Emir A r ı d ' ı birçok al­ tınlar ve mücevherlerle H a n ' ı n nezdine göndererek kendini mevkiinde bırakacak bir buyruk istedi. Bu adam Erzincan’a gelince R ü k n ü d d i n S u l t a n ı n ve B a h a e d d i n T a r j a n ' m muvasalat etmek üzere olduklarını anlayarak yanında bulunan serveti Kemah kalesine götürdü ve birkaç adamla birlikte Halep’e kaçtı. Kısa bir zaman sonra B a h a e d d i n 2. 000 Moğolla birlikte gelerek R ü k n ü d d i n’i Erzincan, Sebastia, Kayseri, Malatya, Zait kalesi ve Amid’de sultan ilân etti. Heryere yeni valiler ve hâkimler tayin olunuyor ve İ z z ü d d i n ' in memur­ larına azlediliyordu. T a r j a n Haleb’e bir elçi gönderdi, o da buraya kaçan R e ş i d ü d d i n ' i yakaladı ve onu Habig adını taşıyan kaleye götürüp kapadı. Kaleye kapananlardan ancak bu adam kurtulabildi ve sonra affedilerek serbest bırakıldı. Bu kalenin duvarı üzerinde ve yüksek bir kayanın üstünde bir kapı vardı. Onun dışında küçük bir basamak bulunmak­ tadır. Bir insan bunun üzerinde ayakta duramaz. Ayakta durmak için büyük sıkıntı çeker. Değerli eşraftan birine karşı ölüm cezası verildiği ve ona el sürülmesi ve öldürülmesi istenmediği"zaman onu buradan çıkarırlar, basamağın üzerinde bırakırlar ve kapıyı yüzüne karşı kaparlardı. Burada kalan adam bir iki gün dişini sıktıktan sonra uykusuzluğa tahammül 1 M uhtasar üd-düvel de şö y le dir (Bk. s. 450):

( ö . R .).


ARAP

HÜKÜMDARLARI

549

edemez ve buradan düşerek ölürdü. Tatarların bütün bu gidiş gelişleri üç sene içinde vuku buldu. Yunanlıların 1560 (M. 1249) yılında B a h a e d d i n ’in Ta­ tarlarla birlikte muvasalat etmesi üzerine Isfahanlı Ş e m s e dd i n korkudan titredi ve Sultan t z z ü d d i n ' i alıp deniz kalele­

rinin birinde isyan etmeği kurdu. Bu sırada Kanya (Kunya ?)’da Sultan A l â e d d i n ’ in kölesi olup ismi C e l â l e d d i n K a ­ r a t a y 1 olan bir asilzâde vardı. Kendisi et yemekten, şarap içmekten ve evlenmekten sakınan bir zâhid idi. İyi ve merha­ metli bir adamdı. Bu adam vezirin 1 z z ü d d i n i alıp kaçacağı­ nı anlayınca onu çağırtarak evinde tuttu, ona zincirler vurdu ve B a h a e d d i n ’e haber vermek üzere acele etti. Bu adam Ta­ tarlar gönderdi, bunlar da gelip İsfahanlı Şemseddin’e işkence ettiler, o da bunlara sonsuz hazînelerin yerini ifşa etti. Daha son­ ra onu öldürdüler. Bu adam tahsili yerinde olan bir zeki adamdı. Öldürülmek üzere olduğunu anlayınca İran dili ile kendi nefsi­ ne acı mersiyeler söyledi. Bu mersiye matemle dolu ve en par­ lak sözlerle ifade olunmuş son derece güzel bir eserdi. Onun katli üzerine C e l â l e d d i n , Sultan i z z ü d d i n ' in idaresini ele aldı ve memleket iki kardeş arasında taksim olundu. Konya, Aksaray, Ankara ve Antalya (Satalya ?), yani batı şehirleri 1 z z ü d d i n'e ve doğu şehirleri R ü k n ü d d i n'e aitti.

Fakat R ü k n ü d d i n’in yanındaki eşraf mütemadiyen kav­ ga ediyorlardı ve bunlar yalnız R ü k n ü d d i n in sultan sayı­ larak İ z z ü d d i n ' in saltanattan atılmasını istiyorlardı. Bunun üzerine K a r a t a y bir plân hazırladı ve bunlara şu sözleri söyledi: '“Sizin arzunuz gerçekleşecek ve R ü k n ü d d i n , Han’ın emri mucibince, büyük sultan olacaktır. Bunun için onu alınız ve Aksaray’a götürünüz. İzzüddin de gelsin ve kardeşi ona ne verirse onu kabul etsin,,. Eşraf bu teklifi kabul ederek R ü kn ü d d i n i Aksaray’a kalkarak buraya geldi. sonra R ü k n ü d d i n’in mışlar ve R ü k n ü d d i

geçirmişlerd. 1

götürdüler. İ z z ü d d i n de Konya’dan Maaddîler gizlenerek pusu kurmuşlar, muhafızlarına hücum ederek bunları kır­ n’in atabeği olan B a h a e d d i n i de ele

1 z z ü d d i n kardeşi R ü k n ü d d i n’i

j'.-'l'Jik- Bk. Muhtasar, s. 450 ( Ö . R .).

alarak ona


550

ABU’L - F A R A C

TARİHİ

dokunmadan Konya’ya getirdi. Burada üç kardeş tahta birlikte oturdular ve paralar üçünün adı ile basıldı. Bütün bunlardan sonra, yani Yunanlıların 1561 (M. 1250) yılında Frank memleketlerinin uzakta olanlarından bi­ rine hâkim olan R i d a f r a n s 1 yani Fransa kıralı birçok atlı­ lar, piyadeler, askerler ve muharipler ile birlikte hareket ede­ rek büyük gemilerle ve sayısız miktarda altın ve gümüş, silâh ve erzak taşıyan gemilerle hareket etti. Bunların hareketi karşı­ sında yeryüzü sarsıldı ve bunların Mısır’a gitmek üzere olduk­ ları anlaşıldı. Mısır hükümdarı K â m i l oğlu M e l i k S a l i h daha küçük kardeşi olan A d il'in ölümü üzerine Filistin şehirlerinden olan Emesa’nın emirliğine de geçmişti ve bu şehri almak için M e l i k E ş r e f ile harbetmekte idi. İşbu E ş r e f büyük S e l â h e d d i n ’in amcası olan E s e d ü d d i n Ş i r k u h ’un neslindendi ve bu yüzden Tel Beşir de onundu. M e l i k S a l i h Franklara ait haberleri aldıktan sonra Emeşa’yı bırakıp bü­ tün sürati ile Mısır’a gitti ve Mansura denilen ağaçları mebzul bir yerde karargâhını kurdu. Sonra emir vererek İskenderi­ ye’den, Kus ve Asvan’dan yığın yığın araklan getirtti. Bu sırada Dimyat ahalisi Frankların kendilerine hücum edecek­ lerini tahmin ederek korktular ve harp başlamadan şehri boşal­ tarak ailelerini ve mallarını Mısır’a götürdüler. Dimyat eşrafı şultanın yanına gittiler, o da bunlara şu suali sordu: “ Franklar size karşı harp açarak eziyet ettiler m i? „ onlarda şu cevabı verdiler: “Hayır, fakat vaktiyle Akkâ’da vuku bulan hâdiselerin başımıza gelmesinden korktuk. Franklar A kkâ’daki ahaliyi öldürdüler ve bir kimseyi koruma­ dılar,,. S a l i h bu cevaptan hiddetlendi ve eşraftan 64 kişiyi, 32 haça gerdirdi, yani her haça 2 adam isabet ediyordu ve bunlar elbiseleri sırtlarında, ayakkapları ayaklarında bulunduğu halde salbedilmişlerdi. Kendisi bu adamların salbinden birkaç gün sonra bacağında çıkan zehirli bir ur yüzünden öldü. Bu ur kesilmiş ve kıral bu yüzden ölmüştü. Bunun üzerine Mısır eşrafı Kipa kalesinde bulunan S a l i h ’in oğlu M e l i k Mu a t a m ı 2 çağırdılar ve babasının yerine geçirdiler. Büyük vezir 1 R io de France. Bk. Muhtasar, s. 452 not ( Ö . R .). 2 M uazzam = olacak ( Ö . R .).


ARAP

HÜKÜMDARLARI

551

Şeyh-üş-şüyuh’un oğlu F a h r ü d d i n O s m a n onun idaresini ele aldı. Bunun üzerine Franklar Dimyat’ın suruna yaklaştılar ve burada muhafızlardan bir kimse görmedikleri gibi, kulelerde de nöbetçi dikilmemiş olduğuna bakarak hayret ettiler. Frank­ lar da limanın içine gittiler, fakat burada da tek kimse ile karkarşılaşmadılar. Bunun üzerine ahalinin kaçmış olduğuna ina­ narak yaklaştılar, memnuniyet ve sevinç içinde şehrin içine girdiler. Hâdise haftanın 6 ıncı günü vuku buldu. Bunlar sur civarında bir kimse ile karşılaşmamışlar ve bütün yiyeceklerini deniz yolu ile tedarik etmişlerdi. Bunlar düşmanlarını hor gördükleri için arazinin vaziye­ tini, nehirlerin girinti ve çıkıntılarını, yollan öğreninceye kadar sabretmediler, Nil’in bir kanalını geçerek susuz bir yoldan Mısır üzerine yürüdüler. Arap askerlerinden bir kısmı bunla­ rın peşine düşerek Franklar ile su arasında engel teşkil ettiler, daha başka Araplar da önden hareket ederek aynı vazifeyi gördüler. Böylece Franklar iki Arap kıt’ası arasında kalarak kendileri de, atları da açlık ve susuzluk yüzünden işkenceye uğradılar. Vaziyetten cesaretlenen Araplar Frankları en ağır darbelere uğratarak bunların çoğunu öldürdüler, Frank eşra­ fını esir ettiler, Frank kıralım yakalayarak M u a z z a m ı n hu­ zuruna götürdüler, o da bu kıralı ordugâhını kurmuş olduğu yere yakın bir yerde hapsetti. Daha sonra M e l i k M u a z ­ z a m ile yaşıt olan genç köleler ona müracaat ederek şu söz­ leri söylediler: “Siz bu Frank kiralını öldürecek olursanız, bütün ömrünüzü Franklarla harbederek geçirirsiniz. Çünkü Frank kıralları çokturlar ve satvetlidirler. Onun için bu hü­ kümdar ile anlaşın ve gerek kendisinin, kardeşlerinin, oğulla­ rının yahut torunlarının 120 sene müddetle Araplara karşı kılıç çekmeyeceklerine dair and içirin. Sonra onu serbest bıra­ kın, kendisi ile dindaşlarının size teşekkür ederek gitmelerine müsaade edin. Bu sayede huzura kavuşur ve barış içinde yaşarsınız. O zaman atalarınızın toplamış olduğu servetleri askerler arasında dağıtmağa lüzum kalmaz,,. M u a z z a m bu nasihati kabule meyletti ve geceleyin Fransa kıralım getirterek onun yemin etmesini istedi ve ona birçok hediyeler vererek serbest bıraktı. Denildiğine göre Fransa kiralının esir düştüğü sırada


552

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

Dimyat’ta bulunan karısının bir erkek çocuk doğurduğunu haber aldı. Aynı haberi alan M e l i k M u a z z a m da kıraliçeye hediyeler yani 10.000 altın dinar ve altından bir beşik ile şahane elbiseler gönderdi. M u a z z a m ı n babasına ait yaşlı köleler keyfiyyetten haber alarak M u a z z a m ' m Fransa kralını serbest bırakmış olduğunu anlayınca hiddetlendiler ve onu yakalamak için denize gemiler çıkardılar. Bunlar Fransa kira­ lına yetişemedikleri için kılıçlarını çekerek M u a z z a m’ın üze­ rine yürüdüler. M u a z z a m bunların karşısından kaçtı ve tah­ tadan bir kuleye iltica etti. Fakat köleler kuleye ateş verdiler, M u a z z a m da ateş ortasında kaldığını görerek kendisini de­ nize attı, boğuldu ve cesedi bulunmadı. Fransa kıralı ise Dimyat’taki bütün âilesini alarak Akkâya geldi ve bir müddet burada kalarak Filip Kayserisini ve sair şehirleri inşa ettikten sonra memleketine döndü. Mısır hükümdarı M u a z z a m 'ın katli üzerine babasının kölelerinden bir Türkmen olan İ z z ü d d i n Mısır’a hâkim ol­ du ve ismi Ş e c e r e t ü d d ü r olan Türk karısı ile evlendi. bir müddet hükümdarlık ettikten sonra yüzmek üzere hamama gitti, karısı da küçük kölelerinden bir kaçını göndererek onu boğdurdu. Çünkü onun kendisini öldürmek niyetinde olduğunu sezmişti. Bu Türkmenden sonra onun Türk kölesi olan K u t u z yerine geçti ve M e lik M u t a f a r 1 adını aldı. Bu adam Ş e c e r e t ü d d ü r ’ü öldürterek cesedini kö­ peklere attı. İleri sürdüğü bahane, efendisinin intikamını almaktı. Hakikatte bu kadının, kendisini de öldürmesinden korkuyordu. Yoksa onu hiç öldürmezdi. Çünkü bu kadın güzelliği ile meşhurdu ve bir erkek kadar cesaret ve canlılığı ile tanın­ mıştı. Bu sırada Halep emiri M e l i k N â s ı r Mısır’da köle­ lerin hüküm sürdüklerini ve eğlence gibi birbirlerini öldürdük­ lerini görerek askerlerini topladı, Şam’a gitti ve harbetmeden sulh içinde hüküm sürdü. İzzüddin

Munga Han’ın Moğol tahtına geçm esine dair C i n g i z H a re’ın oğlu T u ş i' nin oğlu B a t u , Saksin'let ile Bulgar'ların memleketinde bulunan karargâhından hareket 1 M elik M uzaffer =

jiü » iiU ( Ö . R ,).


ARAP

HÜKÜMDARLARI

553

ederek G o y u k H a n 'ı görmek üzere gittiği zaman Kayalığ şehrinin civarındaki Al-Akmak nam yere vardığı zaman G o y u k H a n m vefat haberini aldı. Bu yüzden olduğu yerde kaldı ve hükümdarların oğullarına elçiler göndererek bunları etrafında topladı. Bunlardan gelemeyenler, mektuplar göndererek “B a t u içim izdeki en büyük prenstir. O ne yaparsa kabul ve tasdik ederiz„ dediler. İlk önce G o y u k H a n ’ın oğulları ile valide­ leri olup ismi A o j u l G a n m ı ş H a t u n ile birlikte B a t u ya geldiler ve burada yalnız iki gün kaldılar. Sonra T i m u N a v i n ’i bırakarak geri döndüler. Bunlar T i m u r ' a : “H ü­

kümdarların büyük küçük oğulları toplandıktan sonra her ne üzerinde anlaşırlarsa sen de bizim namımıza kabul et„ dediler. Prenslerin hepsi toplandıktan sonra H a n ' m seçilmesini B a t u ' ya bırakarak “Kendisi Han olmak istiyorsa olsun. İste­ miyorsa onun seçeceği kimseyi hepimiz kabul ederiz,, dediler. B a t u da su cevabı verdi : “İçimizde Munga’dan başka bir kimseyi bu kadar büyük bir saltanatı lâyıkı ile idareye muk­ tedir göremiyorum,,. Hepsi de “ Liyakatlidir ve münasiptir,, dediler. M u n g a her akıllı adam gibi özür diledikten sonra onu zorla tuttular ve tahta oturttular. B a t u ile diğer bütün prensler diz çökerek onu selâmladılar. B a t u da âdet üzere kadehi aldı ve kendisine sundu. Arapların 649 (M. 1251) yılının 4 üncü ayının 9 uncu gününde saltanata geçtikten sonra, M u n g a H a n ’ın son de­ rece akıllı ve inançlı bir kadın olan anası S a r k u t a n i B a ğ ı hediyeler vererek eşraf ve asilzâdelerle dostluklar vücuda ge­ tirmeğe ve iyi muamele va’di ile âsileri itaate sevketmeğe başladı. Bunlar G o y u k H a n ' m oğulları ile anası A o j u l J a n m ı ş ’ın gelmelerini bekledikleri sırada prensleri eğlendir­ mek için arslanları terbiye ile meşgul bir adam gelerek “Ben bir arslanı avlayıp öldürmek için uğraştığım sırada arslanın peşinde üç günlük yol gittim ve buraya gelmekte olan G o y u k H a n oğullarının çadırlarını gördüm. Burada kırılan bir araba ile onu tamire çalışan bir genç bulunuyordu. Bu genç beni kendisine yardım için çağırdı. Ona yaklaşınca arabanın zırhlı olduğunu ve harp silâhları ile doldurulmuş bulunduğunu gör­ düm. Genç adama sordum : — Bunlar nedir ? O da hayret ederek şu cevabı verdi : — Sen bizden olduğuna göre bun-


554

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

iarın ne olduğunu bilmez olur musun. Yanımızdaki bütün arabalar aynı şekildedir. Ben de onu bırakarak sana haber ver­ meğe geldim. Ne yapılacağını kendin kestir,, dedi. Bunun üzerine M u n g a H a n , M a n g a s a r namında bir reisi 2.000 atlı ile birlikte G o y u k H a n ın oğullarını karşılamak üzere gönderdi ve bunlara şu sözleri söyledi: “Siz evvelâ M u n g a H a n 'ı görmeğe geliniz, sonra ordularınız gelsin, diye söyleyiniz,,. Bunlar da bu şekilde hareket ederek bu sözleri bildirdiler. O n­ lar geldikten sonra yediler içtiler, üç gün dinlendiler, M u n g a H a n d a , keyfiyeti onlara bildirdi. O n lard a utandılar ve hiçbir mazerette bulunamadılar. Bunun üzerine M u n g a H a n ın emri ile bunlar hıyanetlerine mukabil öldürüldüler. Çünkü bunlar G o y u k H a n m garp hükümdarı tayin ettiği A i l j i k a t a i N a v i n i n yanından ayrılmışlardı. Bunlarla beraber olan diğer kimseler de mağlûp edildiler. M u n g a H a n daha sonra K a d a k N a v i n ' i bir araba içinde getirdi, o da suçunu itiraf ettiği için işkenceli bir tarzda öldürüldü. G o y u k H a n ' ­ ın karısı da aynı muameleyi gördü ve o da hüküm giydikten sonra katledildi. Fakat oğulları Han evlâtları oldukları için öldürülmeyerek her biri kendisine nezaret edecek birkaç kişi ile birlikte ayrı ayrı yerlere gönderildiler. Böylece M u n g a H a n m saltanatı temelleşti. O da Çin diyarını, yani Kata’yı kardeşi Kublay’a verdi. Diğer bir kardeşini, yani H u l a bu yu garp memleketlerine gönderdi ve A r ı ğ B u k a adını taşıyan daha küçük kardeşini de kendi yakınında tuttu. H a n , Katay diyarı için şu kanunu hazırladı:

Her zengin adam yılda 15 altın dinar vergi verecek. Fa­ kirler birer dinar verecekler. İran diyarında her zengin adam yılda 10 dinar, her fakir adam da 1 dinar verecekti. Onun davarlar ve hayvanlar hakkındaki emri şu mer­ kezde idi : Her 100 davardan 1 tanesi alınacaktı ve 100 davardan aşağısına malik olanlardan birşey alınmayacaktı. Han bütün mahpuslara ve esirlere serbesti verdi. Ve putperest (?) papaslarm ve hıristiyan papasların ve rahiplerin ve müsliiman âlimlerin vergiden affolunmalarını emretti. Bütün milletler içinde yalnız yahudiler bu imtiyazdan


ARAP

HÜKÜMDARLAR!

555

mahrum edileceklerdi, O devrin şairlerinden biri der ki : “Bu hürriyet âleminde ey yahudi, sana bir pay yoktur ve senin sefiller için zilletten başka yoldaş bulunmaz „ .

gibi

Yunanlıların 1562 (M. 1251) yılında Mısır’daki Türk köleler arasında ayrılık başgösterdi. Bunların bir kısmı Şam’da hüküm sürdüğü sırada M e l i k N â s ı r ' a haber göndererek Mısır’a gelmesini istediler ve Mısır’ı ona teslim etmeği va’d ettiler. O da büyük bir ordu toplayarak Mısır’a gidip hüküm sürmek üzere Gaza’ya gitti. Onu sevmeyen Türkler keyfiyet­ ten haber alınca onlar da askerlerini topladılar. Yanlarında esir olarak bulunan Frankların da getirerek atlara bindirdiler ve Gaza civarında M e l i k N â s ı r ile döğüşerek onu fena halde kırdılar ve ancak büyük güçlükle N â s ı r ile birkaç kişi kaçarak Şam’a iltica ettiler. Aynı yılın sonkânununda B ü y ü k L e o n un kızı mutekit kıraliçe Zabil (Isabel) vefat etti. K o n s t a n t i n o ğ l u kıral H a i t u m un karısı, kıral ikinci L e o n un anası idi. Bu kadının iyiliği, merhameti, tevazuu bir kimsenin tarif edemiyeceği yükseklikte idi. Kendisi kadınlara mahsus manastırlara ve kili­ selere yalın ayak gider ve dua için ne kadar uzun zaman ayakta kalırsa kalsın mütemadiyen ağlardı. Allah onu da diğer mukaddes kadınlarla beraber istirahate kavuştursun. Senenin yenilenmesi üzerine yani Yunanlıların 1563 (M. 1252) yılında Kilikya kıralı H a i t u m, büyük M u n g a H a n 'a , hizmet etmek üzere gitti ve haftanın 5 inci günü Hayat verme âyinine iştirak ederek İsa’nın salbolunmasına müsadif cuma günü hareket etti. Kıral, Rum diyarı ümerasının kendisini arkadan vurmalarından korktuğu için H a n a bizzat gitme­ yerek bir elçi göndermiş olduğuna dair rivayetler yaydı ve H a rc’dan izin aldıktan sonra yola çıkacağını ilân etli. Bundan başka Rum diyarının sultanına bu mealde mektuplar da yazmıştı. Sonra kendi elçisi ile birlikte hizmetçi kıyafeti ile hareket ederek bir atın dizginlerini idare etti ve bu yolculuk esnasında pis paçavralar giydiği gibi sefil bir hayvanın sırtına binmişti. Kıral, Rum diyarının bütün şehirlerin­ den bu şekilde geçti ve bir kimse tarafından tanınmadı. Fakat Erzincan’a vardığı zaman çarşıdaki bir adam onu tanıdı ve “Bu adam kıral Haitum'dur,, dedi. Elçi bu sözleri işi­


556

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

terek atını çekmekte olan kirala döndü, suratına bir tokat indirdi ve ona hakaret ederek: “Budala adam, dedi, sen buraya kıral olmağa lâyıkmışsın ve burada kıral olursan sevilecekmiş­ sin,, dedi. Bu muamele yüzünden kıralı tanıyan adamın şüp­ hesi bertaraf oldu ve kıral İberyahların hududuna varıncaya ka­ dar rençber elbiseleri kullanmağa devam etti. Ancak buraya vardıktan sonra kim olduğunu ifşa etti. Onun memleket hari­ cinde geçirdiği müddet 3,5 sene sürdü. Daha sonra memleke­ tine döndü. Arapların 650 (M. 1152)1 yılında K urultaydan, yani büyük toplantı’dan sonra M u n g a H a n ' ın kardeşi H u l a b u Batı memleketlerine gelmek üzere çadırlarını söktü. Buraları G o y u k H a n ’ın göndermiş olduğu A i l j i k a t a i ' m ülkeleri haricinde­ ki yerlerdi. Daha sonra M u n g a H a n doğu ve batı orduları­ nın hepsinden her 10 kişiden 2 kişinin ayrılıp harbe gitmesini emretti. Onun gönderdiği kıral oğulları arasında ismi S a b a t a y (Suntay ? Stai ?) A o c h u l 1 namındaki küçük kardeşi var­ dı. B a t u B u l g a y tarafından Sibakan oğlu ile K u t ar, A og h u l ve K u l i birçok askerlerle birlikte gönderilmişlerdi. To­ runu olan Ç a ğ a t a y T a k u d a r ve Ş i ş k a n ( Jijkan ? ) B a g i (yani Han’ın hemşiresi) ve B o k a T i m u r tarafından Aviratyalılardan müteşekkil bir ordu gönderilmişti. Kata memle­ ketlerinden 1000 hâne halkı getirtilmişti. Bunlar harp âletleri yapmakta ve neft atmakta hünerli idiler. Ekmekçilerin şefi olan K i d b o k a askerlerin ilerisinden gidiyordu. H u l a b u büyük kıraliçeden olan oğlu Ş u m g a r (Jamgar ?)’ı 3 anası ile birlikte M u n g a H a n ' a hizmet etmek üzere bıraktı. Bu oğlu bir müd­ det sonra babasına iltihak etmek üzere hareket ettiği zaman yolda vefat etmişti. O da diğer oğullarından ismi A b k a (Abaka ?) namındaki en büyük oğlunu ve A ş m u t ( Başmut ? ) ’u 4 yanma aldı. Babası T u l i H a n ın zevcelerinden D a k u z ( T o ­ k u z ? ) H a t u n 5 ’u yanına aldı. Bu kadın hakikaten mutekid bir hıristiyan kıraliçe idi. Bu kadın Moğolların âdetince H u1 1252 olm ak icabeder.

2 M uhtasar *da (S. 460) şÖyiedir : 3 M u h ta s a r d a (S. 461) ş ö y le d ir. 4

M uhtasar d& (S . 461) şöyledir

:

5 M uhtasarda. (S. 461) şö v ie d ir:

jlıi- (Ö . R.). (Ö . R .). «£>■».—J»

(Ö .

( Ö . R .).

R .).


ARAP HÜKÜMDARLARI

557

l a b u ya zevce olarak verildi ve onunla beraber hareket etti

ve yer yüzündeki bütün hıristiyanlar onun sayesinde aziz oldu. Bunlar Arapların 653 (M. 1255) yılma kadar yolda kala­ rak sonra İran’a geldiler ve aynı yılın temmuz ayında Tatarla­ rın bir ordusu birden bire Malatyaya karşı geldi. Bu ordu 8 yıl önce buraya gelen Y a s a v u r ’un kumandası altında idi. Tatar askerleri köyleri ve nahiyeleri tahrip ederek evleri ve anbarlan yaktılar, yollarda buldukları herkesi öldürdüler ve ordugâhlarını şehrin şimal tarafında kurdular. Tatarların bir kısmı Gubus havalisinden geçerken Makruna manastırına giderek rahiplerden altın, et ve içki istediler. Bu zavallı ve yoksul adamlar bunlara birşey vermek istemedi­ ler ve Tatarların geçip gideceklerini sandılar. Gerçi bunlar da gittiler, fakat birçok Tatarları getirerek döndüler ve yine ra­ hiplerin birşey vermelerini istediler. Rahipler vermemekte İsrar ettikleri için Moğollar bunlara karşı harp açtılar, manastırın kulesine ateş saldılar. Burada yığın yığın amarkubha, mum, yağ bulunuyordu ve hepsi yandı. Sonra 300’e baliğ olan genç, ihtiyar rahibi yaktılar ve buranın yerlisi olan erkek ve kadın­ lara da aynı muameleyi gösterdiler. Bu yıl içinde bu satırların muharriri Gubos piskaposu idi ve A n g u r adını taşıyan patrik M a r D i o n y s i u s ’un inti­ habında Mar Savma oğlu manastırında hazır bulunuyordu. Kendisi ile birlikte iki tilmizden yani Domninaya yerlilerinden F a r a c ile sivil bir kardeş olan(?) Luaznaya lı K a v m a bulunmakta idi. F a r a c kendini kuleden Tatarların tarafına attı ve tatari-ar ona dokunmadılar. Fakat kısa bir müddet sonra kendisi öldü. K a v m a ise ateş içinde yandı. İhtiyar bir adam olan Tabib Ahron, piskaposun babası id i1 ve küçük oğlu olan Savma oğlu ile Marga köyündeki hububat anbarında bu­ lunuyordu. Tatarların hücumu üzerine sair köy halkı ile birlikte manastıra kaçmak istedi. Fakat öbür taraftaki dağa tırmana­ rak Fırat’ın kıyıları üzerindeki muhkem bir kayalıkta gizlendi ve burada küçük oğlu ile birlikte 40 gün kadar gizli kaldı. Nihayet Tatarlar gittiler ve yalnız bir katırı nehir içinde boğ­ dular. Bar Rama denilen yerde de bir takım mülteciler bulunu­ 1 Y a n i bu eserin m uharriri A b u ’l-Farac’ın babası idi.


558

AB U'L- F A R A C TARİH İ

yordu. Bunlar geceleri çıkıyor ve kendileri ile hayvanları için gıda tedarik ediyorlardı. Arapların 647 (M. 1249) yılında Musul emiri B e d r e d d i n L u l u anlatacağım sebepten dolayı Kardu’nun bir şehri olan Gazarta’da hüküm sürdü. Atabeğ Z a n g î’nin oğullarının neslin­ den gelen Gazarta (Cezire) emiri M e l i k M u a z z a m , B e d r e d d i n’in kuvvetli .olduğunu ve icabında yardım temin edecek, icabında zarar verebilecek bir orduya malik olduğunu görerek onunla dost olmak istedi ve B e d r e d d i n in kızını oğlu M e l i k M e s ' u d ' a zevce olarak aldı. Fakat şeytan eseri olarak M e s '­ u d , B e d r e d d i n ' in kızından bütün kalbi ile nefret etti. Baba­ sı M u a z z a m ona nasihat ederek nefretini belli etmemesini istedi, Fakat M e s ’ u d bunu yapamadı. Kız, babası olan B e d ­ r e d d i n aleyhinde söylenmeğe başladığından babası haber gönderdi ve onu aldırdı. Kısa bir zaman sonra M u a z z a m öldü ve oğlu M e s ' u d yerine geçti. B e d r e d d i n büyük bir takım talepler ile onu taciz ediyordu ve ona “Filan kadının boynundaki gerdanlığın filan taşını ve filan cariyeyi ve buna benzer şeyleri isterim,, diyordu, M e s ’ u d istenen her şeyi ver­ dikten sonra nihayet şu sual ile karşılaştı: “Biz Nisibis’e karşı harbettiğimiz sırada siz Gazarta’yı hakikaten sattınız mı ?„. Mes’ud’da şu cevabı verdi: “Sizden herşeyi aldım, fakat salta­ natımı size vermek istersem dahi bunu yapamam,, . Bunun üzerine B e d r e d d i n asker topladı, Gazarta’ya karşı ordugâh kurdu ve bahis mevzuu ettiğimiz senenin 6 ncı ayının 24 üncü gününde harbe girişti. M e s ’u d kendi hayatına dokunulmayacağına dair söz istedi, B e d r e d d i n de ona Parah kalesini vermeği va’d ederek ailesini ve zevcelerini alarak buraya gitmesini istedi. M e s ’ u d razı oldu, o da buradaki muhafızları ve muharipleri çekti. B e d r e d d i n , haremağalarından birini göndererek Mes'u d' a zincirler vurdurdu, onu geceleyin Gazarta’dan çıkararak bir kayığa yerleştirdi ve kendisini Musul’a göndermek üzere yola çıkardığını iddia etti. B e d r e d d i n , M e s ' u d ile beraber gönderdiği denizcilere ve kölelere onu Dicle’de boğmalarını, sonra kayığa bırakarak Suriye’ye kaçmalarını emretmişti. Bun­ lar bu işi yaptıktan sonra M e s' u d' un kendisini nehre atıp boğulmuş olduğunu iddia edecekler ve “Efendimiz B e d r e d-


ARAP

HÜKÜMDARLARI

559

d i n in onun yüzünden bizi cezaya çarpmasından korktuğumuz için kaçtık,, diyeceklerdi. Bunlar da M e s u d ’u alıp Dicle üze­

rinde hareket ettiler ve aldıkları emri tatbik ettikten sonra Suriye’ye kaçtılar, yukarıda anlattığımız gibi bir takım şayia­ lar yaydıktan sonra Musul’a döndüler. Bunun üzerine B e d ­ r e d d i n , Gazarta’ya giderek senenin 7*inci ayının 11 inci cuma günü burasını zaptetti. Bu şehir Rumlar tarafından değil, Maaddller (yani göçebe Araplar) tarafından kurulmuştur. Bun­ lara Ömer oğulları denir ve onun için buraya İbn-i Ömer Ceziresi adı verilmiştir. Bu sırada İran’daki büyük Ceyhun nehrini geçmekte olan tacirler fakirlerin elbisesini giyen bir zavallı adama rastgeldiler. Bu adam kayıkçıya “Ben Sultan C e l â l e d d i n H a r e z m ş a h’ım. Gerçi Kürtlerin beni  m id dağlarında öldürdükleri söyleniyor, fakat öldürülen ben değildim. Belki esvabçınaşımdı. Senelerden beri bu kıyafetle dolaşıyor ve yaşıyorum,, dedi.

Yolcular korkarak onu yakınlarda bulunan Moğol eşrafına götürdüler. Moğollar da bu adama şiddetli işkenceler yaptılar. Fakat bu adam söylediği sözlerden dönmedi ve son nefesini verinceye kadar “Ben oyum, yani Celâleddin im „ dedi. Yunanlıların 1565 (M. 1254) yılında elçiler Konya’daki Sultan İzzüddin’e sık sık gelerek büyük H a n a hizmet etmek üzere (yani onun hâkimiyetini tanımak için) bizzat yola çıkma­ sını, aksi takdirde Moğol askerlerinin memleketini istilâ edip tahrip edeceklerini bildirdiler. Içeridekiler ve dışarıdakiler onu gitmek için teşvik ettiklerinden o da zorla Sebastia’ya kadar gitti ve burada kendini, işret ve sefahate ve türlü türlü ihti­ raslarını tatmine verdi. Çünkü bir kadın veya kız hakkında yahut eşraftan ve halktan birinin oğlu hakkında bir şeyler ha­ ber aldı mı bunları zorla getirtir ve ırzlarına tecavüz ederdi. Bu yüzden eşraf kendisinden nefret ediyer ve kardeşi R ü k n ü d ­ tebaası olmağı özlüyorlardı. İ z z ü d d i n keyfiyetten haber alınca korktu ve Konya’ya dönerek küçük kardeşi A l â e d d i n i H a n’ın yanma gitmek ve H a n ı selâmlamak üzere hazırladı ve bu kardeşine yazdığı bir mektubu verdi. Mek­ tupta şu sözler söyleniyordu: “Benim gibi bir sultan olan küçük kardeşim A l â e d d i n ’i size gönderiyorum. Benim biz­ zat gelmeğe imkân bulamamaklığımın sebebi atabeğim C e l â d i nin


560

A B U ’L

FARAC

TARİHİ

l e d d i n K a r a t a y ' m vefat etmiş olmasıdır. Garp

tarafındaki bir düşmanım da bana karşı hareket etmiştir. Başka bir zaman muhakkak ki kendim geleceğim,,. Küçük kardeşi, yanındaki

eşraf ile

sonra yolda eşrafın gadrine uğrayarak

hareket

etmesinden

vefat etti. İ z z ü d d i n

ve R ü k n ü d d i n Konya’da kalmışlardı. İ z z ü d d i n küçük kardeşinin vefatını haber aldıktan sonra saltanatta ortağı olan kardeşini yakalayıp öldürmek ve böylece saltanatı kendine hasretmek istedi. Eşraf bunu anlıyarak R ü k n ü d d i n i kaçır­ dılar. Denildiğine göre bunlar R ü k n ü d d i n’e aşçı elbiseleri giydirdiler, başına pişmiş etle dolu bir sini koydular ve onu geceleyin saraydan bu kılıkla çıkararak bir ata bindirdiler ve bir gece Kayseri’ye vardırdılar, burada onu tahta oturttular ve askerlerinden birçokları etrafında toplandılar. R ü k n ü d ­ d i n bu askerleri alarak

kardeşi

İzzüddin

ile

harbetmek

üzere hareket etti. İ z z ü d d i n de onunla karşılaşmak üzere yola çıktı ve kardeşini tekrar mağlûp ederek esir aldı ve onu Davalu adlı kalede hapsetti. Yunanlıların 1566 ve Arapların 653 (M. 1255) yılında İsmailîlerin reisi olan A l â e d d i n , Şirkuh yani Arslan dağı adını taşıyan kalede katledildi ve onun ölümünden sonra oğlu R ü k n ü d d i n yerine geçti. H u l a b u bu adama haber gönde­ rerek şu sözleri bildirdi : “Senin bize karşı niyetin temiz ise ve bizimle dostluk ve barış içinde yaşamak istersen bütün kalelerini yık ve bizzat bizim tarafımıza gel. Yoksa harbe hazır ol„ . Bunun üzerine R ü k n ü d d i n içinde levazım bulun­ mayan 5 kaleyi yıktırdı. Çünkü bu kaltleıin Tatarlara muka­ vemet etmesine imkân yoktu. Daha sonra H u l a b u ya şu cevabı v e rd i: “Emrinizi kısmen ifa ettim. Yavaş yavaş diğer kaleleri de yıktıracağım*. H u l a b u , R ü k n ü d d i n in bu hile ile vakit kazanmak istediğini anlayarak K i d B u k a' yı, Şahdair (Şahdiz) adını taşıyan kaleye karşı gönderdi. O da bu kaleyi iki günde aldı ve onun etrafındaki diğer 3 kaleyi de zaptetti. Bunun üzerine R ü k n ü d d i n fakir bir âilenin oğlunu alarak ona şâhane bir hil’at giydirdi ve bir rehine olmak üzere hükümdarın yanına gönderdi. H u l a b u bu çocuğun sahte bir


ARAP

HÜKÜMDARLARI

561

evlât (yani Rüknüddin’in evlâdı olmadığını) anlamakla beraber bunu açığa vurmadı ve bu çocuğu izzetü ikram içinde geri çevirerek şu sözleri bildirdi : “Biz senin oğlunu değil, kendini istedik,,. Daha sonra R ü k n ü d d i n hakikî kardeşini gön­ derdi ve Ş i r an Ş a h adlı bu adamla birlikte 300 atlıyı yola çıkardı. H u l a b u atlıları alarak Kazvin’e gönderdi ve R ü kn ü d d i n ’in kardeşini iade ederek bizzat R ü k n ü d d i n ' in gelmesi icap ettiğini söyledi. Mesihin doğum günü R ü k n ü d ­ d i n , H u l a b u ’ya gitmek üzere hareket ettiği zaman köleleri hançerlerini çektiler ve “Gidersen seni öldürürüz,, dediler. O da keyfiyeti böylece Hanlar hanı’na bildirdi. H u l a b u da şu emri verdi : “Kendini bunlara karşı koru ve bize gelmiyeceğini anlat. Biz bunların hepsini kılıçtan geçireceğiz ve sen yaşıyacaksın,,. R ü k n ü d d i n de bu emri kabul etti. R ü k n ü d d i n bir akşam oğulları ve âilesi ile birlikte gelerek Hanlar hanı tarafından muhteşem bir surette kabul olundu ve izzet-ü ikram içinde Kazvin şehrine gönderildi. 300 atlıya gelince, Moğollar bunları gizlice öldürdüler ve R ü kn ü d d i n’in ikamet ettiği kaleye de hâkim olarak Maimundur adını taşıyan bu kaleyi tahrip ettiler. A lam ut namındaki kuvvetli kale de aynı âkibete uğradıktan başka Gerdkûh adını taşıyan ve ufkun kalpgâhında bulunan kale de aynı akıbete uğradı. Tatarlar bu civardaki diğer 50 kaleyi de aldılar ve hepsini tahrip ederek yıktılar ve içlerinde bulunanları öldürdü­ ler. Bu mübarek zaferler sayesinde Ismailîlerden korku ve dehşet içinde yaşayan Arap ve Hıristiyan hükümdarlar kurtul­ dular. Çünkü İsmailîler hançerler taşırlar ve masum kanı dökerlerdi. R ü k n ü d d i n , H u l a b u nun şahsına gösterdiği lütufların samimî olduğunu görerek ona açık bir cesaretle şu sözleri söyledi: “Yaşadığım bu günler sizin iyiliğiniz sayesinde ömrü­ me ilâve edilmiştir. Sizden ricam bu günleri hoşça geçirmeme müsaade etmektir,,. H u l a b u da bu adama vâfir miktar altın ve gümüş verilmesi için hazinedarına emir verdi. R ü k n ü d d i n bunları alarak yemeğe, içmeğe ve eğlenmeğe koyuldu. Moğol kızlarından birini sevmiş ve H u l a b u bu kızın ona zevce olarak verilmesini emretmişti. Bir gün şarap içtiği sırada A bu'l - Farac Tarihi 36


562

A B U ’L - F A R A C

ut çalan san’atkâra ayı söyledi:

emretti, o da İran diii ile yazılan şu kıt’-

TARİHİ

Size bir hastanın tabibe gelmesi gibi geldim Sizi, ey Hanlar hanı, görerek ömür kazanmak için geldim Size bağınızın sıhhat veren meyvesini derlemek için geldim Siz olmasa idiniz sizin yurdunuza hangi sermaye ile ge­ lebilirdim ? H u l a b u bu mısraları dinleyerek hoşnut oldu ve R ü kn ü d d i n ’e karşı muhabbeti arttı.

Bunun üzerine R ü k n ü d d i n , M u n g a H a n’ın yüzünü görmek için bir pukdâne (yani kumanda, müsaade yahut ruh­ satname) istedi. H u l a bu da onunla beraber gidecek bir elçi tayin ederek yola çıkardı. R ü k n ü d d i n yo! üzerinde elçi ile kavga etti ve ondan son derece nefret etti. O kadar ki M u n ­ g a H a n’ın karargâhına vardıkları zaman elçi R ü k n ü d d i n ' i kötülemiş ve kendisi bu yüzden öldürülmüştü. Daha sonra verilen bir emir ile İsmailîler'in erkek, kadın bütün neslinin ortadan kaldırılması istendi. Aynı yıl içinde Tatar askerleri kumandanı B a ş ü (Baju?) Nav i n Erzenürrum’a doğru hareket etti ve ağustos ayında Sultan I z z ü d d i n ' e bir elçi göndererek kışı geçirmek için kendisine bir yer göstermesini istedi. Çünkü her yıl kışı geçirdiği Mujan ülkesinde Hanlar hanı ve M u n g a H a n’ın biraderi H u l a b u kışlamak niyetinde idi. H a i i u m , Büyük han’ın nezdinden B a j u ile birlikte gelmiş ve eylülün birinci gününe

müsadif cuma günü memleketine girmiş, Hıristiyanlar bu yüz­ den son derece sevinmişlerdi. Sultan kışlamak için Baju’ya yer vermek istemiyordu. Onun için bu adama karşı hakaret etmiş ve onun kendisinden daha büyük bir reis tarafından, hattâ efendisi tarafından kovulmuş olduğuna dair aldığı malûmat bu şekilde hareket etmesine sebep olmuştu. İ z z ü d d i n bu adam ile harbetmek üzere hazırlandı. B a j u da geldi ve sultan ile Konya ve Aksaray arasındaki Depo (yahut Han ?) civarında karşılaştı. Baju mağlûp edilerek Nineva hududundaki iç ülkele­ rine doğru kaçtı. Rum diyarı ordusunun başında Y a v t a ş B e y ­ l e r b e y bulunuyordu ve muharebede maktûl düşmüştü. B a j u


ARAP

HÜKÜMDARLARI

563

N a v i n , R ü k n ü d d iri\ hapisten çıkararak Yunanlıların 1577 (M. 1256) yılında Rum diyarı sultanı ilân etti. i z z ü d d i n bulunduğu yerden H u l a b u' ya bir sefir gönderdi ve B a j u’dan şikâyet ederek kendisini saltanatından ve atalarının mirasından mahrum etmeğe uğraştığını söyledi. H u l a b u da bir yarlığ, yani bir pukdâne (şâhâne bir ferman) gönderdi ve memleketin iki kardeş arasında taksim olunacağı­ nı bildirdi. Bu yüzden Yunanlıların 1568 (M. 1258) yılının baş­

laması üzerinde i z z ü d d i n saltanata avdet etti ve Konya’ya geldi. R ü k n ü d d i n de Baju ile birlikte deniz sahili üzerin­ deki Bitinia havalisindeki kışlaklara gitti. İ z z ü d d i n , Baju’dan korktuğu için bir ordu hazırlamağa başladı ve Kürtlerden, Maaddilerden ve Türkmenlerden bir ordu hazırlamak üzere T u ğ r H a p a (Tugr Balaba ?) namında bir kölesini Malatya tarafına gönderdi. Bu köle buraya vararak Zait kalesine gitti ve Kürt eşrafından ikişini çağırttı. Bunların biri Belas oğlu Ş e ­ r e f ü d d i n A h m e d idi ve Malatya’yı ona vermişti. Diğeri Ş e r e f ü d d i n M e h m e d idi ve Şeyh Adiy’in oğlu idi. Ona da Zait kalesini vermişti. B e l a s o ğ l u Malatya halkı tarafından karşılanmamıştı. Çünkü bunlar R ü k n ü d d i n'e biat etmişlerdi. O da Malatya­ lIlara karşı harp açtı. Halk bu yüzden bütün kışı eziyet içinde geçirdi ve ortaklıkta kıtlık başgösterdi. Bir buğday kepizesi sultanın sikkelerinden 120 tane ile satılıyordu. Malatya halkı bu hale tahammül edemeyecek raddeye gelince B e l a s o ğ l u n a karşı kıyam ettiler ve taraftarlarından 300 kadar kişiyi öldürdü­ ler. O da kaçarak Klaudia havalisine geçti ve Asya Manastırı­ nı, Madik manastırını, Hosanna haftasının ilk gününde yani nisanın birinci gününde yaktı, etrafı tahrip ettikten başka, Gubos havalisini de tahrip etti, sonra Amid’e karşı hareket etti ise de Maiperkat emirinin yetişmesi üzerine mağlûp edildi ve öldürüldü. Şeyh Adiy’in oğlu olan diğer köle Zait kalesine giderek kale ahalisini birçok eziyetlere maruz bıraktıktan sonra zevce­

lerini (Kardeşlerini ?) alarak Sultan İ z z ü d d i n ' e yardım etmek üzere Kemah tarafına yürüdü, fakat A n g u r a k N a v i n ’in askerleri kendisine yetiştiler ve onu öldürdüler. Sultan İ z z ü d -


564

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

d i n kendisine yardım etmek üzere gelen Kürtlerin âkıbetini öğrenince ordusunun kumandanını Malatya’ya gönderdi. Bu zatın adı A l i B a h a d u r idi. Kısa boylu, biçimsiz, fakat kuvvetli bir muharip ve harp tabiyesine vâkıf bir askerdi. Malatya ahalisi bu zatı çok iyi karşıladılar ve bu zat halka ve memlekete yardım ederek yolları açtı ve her taraftan buğday gelmeğe başladı. Bu sırada Malatya’nın etrafındaki dağlar, te­ peler, vadiler Türkmenlerle ve Agagralar ile (Ajazay’lar ile) dolmuştu ve bunlar her tarafı yağma etmekte idiler. Hısn-ı Mansur civarındaki bir tek köyden 7,000 öküz, inek, dişi ve erkek merkep, 45.000 koyun ve keçi almışlardı. Sonra Madik, Mar Asya, Mar Dimat manastırlarını da zaptetmişler ve bun­ lardan yığın yığın eşya ve mallar alıp götürmüşlerdi. A l i B a h a d a r bunları bizzat takip ederek memleketten kovmuş ve bunların Ş u t i (Juti ?) B e y ismindeki reisini yakalayarak Masara kalesine kapamıştı.

Malatya ahalisi bu suretle sulhtan istifade ettikleri sırada hareket ederek nisan ayı içinde Galatia ve Kapadokya havalisinde yayıldılar ve kalelere hücum ederek buraları R ü k n ü d d i n ' e teslim etmek istediler. Bunlar Ablastayn bölgesine gelerek buradaki bütün halkın kanını döktüler, 7.000 kişiyi öldürdüler ve genç erkekler ile genç kızları esir alarak götürdüler. Bunlar eylül ayının bedr-i tam gününe müsadif cumartesi günü Malatya’ya vardılar ve B a h a d u r, Gâhtay’a kaçtı. Bunun üzerine B a j u Malatya halkının R ü k n ü d d i n ' e biat etmeleri için bunlara andlar içirdi ve buradan yığın yığın dinarlar aldı. B a j u şe­ hirde R ü k n ü d d i ra ’in kölelerinden olan F a h r ü d d i n A y a s ’ı bırakarak Zait kalesine gitti. Çünkü Hanlar hanı H u l a b u ’dan azamî süratle Bağdad’a gelmek için emir almıştı. Yunanlıların 1599 (M. 1258) yılının sonbahar mevsiminde B a j u N a v i n Musul’a geldi ve memleket zarar vermedi. Çünkü Musul emiri olan B e d r e d d i n oğlu M e l i k ş a h , H u l a b u 'y a tazimatını sunmak üzere yaptığı seyahatten he­ nüz dönmüştü. C e l â l e d d i n H a r e z m ş a h ’ın kızı T ü rk â n ona zevce olarak verilmiş ve Moğol elbiseleri ile onunla birlikte gelmişti. Fakat bütün memleket halkı B a j u ’nun geçip B a j u ile orduları Bitinia’nın iç taraflarından


ARAP

HÜKÜMDARLARI

565

gitmesine kadar şehre iltica ederek kendilerini gizlediler ve B a j u ’nun Fırat’ı aşması üzerine A l i B a h a d u r geri dö­ nerek Malatya’ya geldi. Fakat ahali R ü k n ü d d i n e biat ettikleri ve B a j u ’dan korktukları için şehrin kapılarını yüzü­ ne kapadılar. O da Agagralar â&n bir orda toplayarak şehre karşı harp açtı ve şehir harp ve kıtlık yüzünden büyük eziyetler çekti. Bir merkep yükü tuz, sultanın beyaz sikkelerinden 400’ü mukabi­ linde satılıyordu ve bir merkep yükü buğday 70 sikke muka­ bilinde alınıyordu. Şehir halkı açlık ve esarete daha fazla tahammül edemedikleri için bir gece kalktılar, şehrin kapılarını açtılar, B a h a d u r u ve yanındaki Agagrahlan içeriye aldılar. B a h a d u r geceleyin camilerin minarelerine münadiler çıka­ rarak Araplara ve hıristiyanlara sulh ilân etti. Ve birşeyden korkmamağı, çünkü halka karşı değil, fakat eşrafa karşı hare­ ket edeceğini ilân etti. Ertesi sabah B a ha d ur, R ü k n ii d d i n’in kölesini ya­ kalayarak hapsetti ve Ş a h a b  r ı d' ı bir merkebe bin­ direrek şehirde dolaştırıp maskara ettikten sonra onu öldürttü. M u i n İ ğ d i ş (yahut Iğriş) B a ş ı namındaki bir adamın boy­ nuna pamuktan bir kafa ve köpek biçiminde diğer bir kafa bağlayarak sokaklarda dolaştırdıktan sonra onu da öldürttü. K a l a v y a n ismindeki Rum papası ile kardeşi B a s i l ve M a n i i ve oğlu K i r Y a v r i aynı şekilde öldürülmüşlerdi. Bunların hepsi de hukuk ilmine vâkıf kimselerdi. Bunlarla beraber Kürt emiri olan Ş i h a b İ s l a v o ğ u l l a r ı ' nm üçü öldürül­ müşlerdi. Böylece adam öldürmek işi bitmiş ve şehir nisbeten sulha kavuşmuştu. Fakat şehrin kapıları açıldıktan sonra kıtlık büsbütün arttı. Çünkü memleket tam manası ile çöle dönmüştü ve Türkmenlerin yolları istilâ edip eşkıyalık etmeleri yüzünden de bir taraftan da birşey gelmiyordu. Birçok kimseler oğulla­ rını ve kızlarını Agagralara sattılar, diğerleri eski ayakkaplarını sularda yumuşatarak kaynatıp yediler. Bir kadının oğlunu öldürüp etini pişirdiği keşfolunmuş, kadın yakalanınca oğlunun etini ancak ölümünden sonra pişirdiğini yemin ederek anlat­ mıştı. Bir takım kadınlar ölü bir kadının etini keserken görül­ müşler ve bunlar kestikleri etleri pişirip yemişlerdi. B a h a d u r ilerleyen Tatarların karşısında müdafaada bu­ lunamayacağını anlayınca şehri bırakarak Sultan İ z z ü d d i n ' -


566

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

in yanına kaçtı ve H ü s e y i n J o b a n' ı ve A n d r i o s oğlu B a r S a v m a ' yı birlikte götürmüş ve bunları yolda öldür­ müştü. Kıtlık sırasında Gubos gençlerinden bazı hıristiyanlar Gazarta’nın Ebra köyünde isyan ederek kendileri gibi hıristiyan olan kardeşlerini soyup öldürmüşler ve bu sayede yiyecek bulmuşlardı. Bu sırada Nineva kıralı K a l a v y a n oğlu T e o d o r , N ipi adını taşıyan şehirde hasta düştü. Öleceğini anlayınca patrik A r s e n i u s ' u çağırtarak oğlu K a l a v y a n’ın yetiştirilmesini ona emanet etti. Çünkü çocuk henüz küçüktü ve bu sırada M i h a i l namında bir generalin elinde idi. Bu general P a l a i o l o g o s adı ile maruftu. Kıral T e o d o r bu generalin isyan çıkararak saltanatı zorla ele geçirmesinden korkuyordu. Nitekim böyle olmuştu. Onun için generallerden biri olan G a d i n o s ' u Mi h a i l ’in yaşamakta olduğu Selânik’e gönderdi ve ona zincir vu­ rarak kendisine getirmesini istedi. G a d i n o s , Mihail’e şu sözleri söyledi: “Senin kıral olacağını biliyorum. Fakat bir hile olmak üzere sana zincir vurulmasına razı ol ve benimle birlikte kira­ la gel. Kıral senin itaat ettiğini görünce seni serbest bırakır ve şanını yükseltir,,. Mihail de bu şekilde hareket etti ve zin­ cir içinde kiralın yanına gitti. Kıral onun şikâyet etmediğini, bil’akis ona karşı minnet gösterdiğini görerek onu serbest bı­ raktı ve genç oğlunun terbiyesini patrikle paylaşmasını istedi. Birkaç gün sonra kıral öldü ve onun vekili olup aynı zaman­ da kiralın hemşiresi olan K i r a B a l v i n a’nın damadı olan M u z a l o n kıralı alarak Manisa manastırına götürdü ve bu­ rada yatan atalarının yanına gömdü. M u z a l on, manastırda birkaç gün kalarak ölen kiralın kız kardeşi olan kaynanası ile tertibat yapmak ve kırallık mevkiine geçerek karsı gelen eş­ rafı öldürmek istedi. Bu tertibatın meydana çıkması üzerine Mihail ile tarafdarı olan eşraf, emirleri altında bulunan Frank askerlerinin Ma­ nastıra gidip M u z a l o n ’u bulmalarını ve kılıçları ile parça parça etmelerini istediler. Bunlar M u z a l o n ' u kilisede dua eder vaziyette bularak parça parça ettiler. Rumlar hep birden en yüksek sesle “Hükümdarımız M i h a i l P a l a i o l o g o s yaşasın,, diye bağırdılar ve hepsi de Nicaea’dan kalkarak genç K a l a v y a n ' ı yakaladılar ve onu bir kaleye hapsettiler. Katil


ARAP

HÜKÜMDARLARI

567

hâdisesi yüzünden muahezelerde bulunan patrik A r ş e n i u s ’u sürgüne gönderdiler ve Pontus denizinin adalarındaki bir manastıra kapadılar. M i h a i l kısa bir zaman için hüküm sürdükten sonra İs­ tanbul’a karşı hareket için karar verdi. Çünkü burada Frank kıralı Bodvin’in kumandası altında küçük bir ordudan başka birşey bulunmadığını haber almıştı. M i h a i l seyahati esnasın­ da Efes metrepolidi N i k e f o r o s ’u getirtti ve onu Kalyopoli (yani Gelibolu) şehrinde Arsenius’un yerine patrik yaptı. Sonra buradan hareket ederek İstanbul’a karşı ordugâhını kurdu, fa­ kat İstanbul’u zaptedernedi. Çünkü ahali ile askerler surlar üzerinde sebat ederek şiddetle muharebe ettiler. Mihail mu­ vaffak olamayacağını anlayınca şehri bırakıp geri döndü. Kısa bir zaman sonra Akkâ şehrinde bulunan ve Bundukiya yani Venedikli adı ile tanılan Frenk tacirleri Janabiz, yani Cenevizliler ile dövüşmeğe başladılar ve Pizanayalar Ve­ nediklilere yardım ettiler. Diğer memleketlerdeki Venedikliler keyfiyetten haber alınca arkadaşlarının yardımına gecikmeden koştular ve İstanbul’da bunlardan biri de kalmadı. M i h a i l bu sırada bir uydurma haber yayarak bir kalenin kumandanı olan tarafdarlarından birini isyan izleri göstermeği tavsiye ederek kıral B o d v i n ’e bir ordu göndermesi için müracaat etmesini ve kaleyi kendisine devretmesini istedi. Kale kuman­ danı bu şekilde hareket ederek B o d v i n ’i iğfal etti ve yan­ lış yola saptırdı, B o d v i n yanında bulunan küçük orduyu gönderdiği için M i h a i l derhal faaliyete geçerek şehre karşı ordugâhını kurdu. M i h a i l şehir halkından bazılarını iğfal ederek bunların B ü y ü k K o n s t a n t i n zamanından beri açıl­ mayan eski bir kapıyı açmalarını temin etti. Böylece Rumlar içeri girdiler ve şehri kılıçtan geçirdiler. B o d n i n ’in kendisi ve âilesi küçük bir kayığa binerek kendilerini güçlükle kur­ tardılar ve Frenklerin tarafına kaçtılar. Böylece İstanbul 53 yıl Frankların elinde kaldıktan sonra tekrar Rumların eline geçti. Gayrı meşru patrik N i k e f o r o s ’a gelince uzun bir zaman yaşamayarak çabucak öldü ve M i h a i l onun yerine Edirne patriği R o m a n o s ’u tayin etti. Bu adam yükselir yükselmez bir takım rezaletlere karışarak atıldı. Bunun üzerine kıral M i h a i l , patrik Arsenius’u sürgünden getirtti ve kiralın oğlu


568

A B U ’L- F A R a C TARİHİ

K a l a v y a n ' ı hapisten çıkarıp babasının saltanatını kendisi­

ne devretmeği ve kılıçla aldığı İstanbul’u kendi nefsine has­ redeceğini va’d etti. Bu yüzden patrik ona dua etti, onunla barıştı ve patriklik tahtına tekrar oturdu. Bunun üzerine M i h a i l patriği küçük düşürdü, kötülük üzerine kötülük işledi ve K a l a v y a n ' ı hapisten çıkarıp kıral yapacağına gözlerini çıkardı ve kör etti. Patrik keyfiyeti anlayınca tekrar makamını terketti ve mahpesine döndü. Kıral da ismi J o s e f (?) olan bir arhimanderiti getirerek patrik ilân etti. Bu adam hâlâ kilisesinin başındadır. Bu fenalıklar kış günlerinde Malatya’da duyuldu.

Babil’in, yani Bağdad’m zaptına dair Hanlar hanı H u l a b u Bağdad’a gitmiş, B a j u da Ro­ ma diyarından buraya gelmişti. Bağdad askerleri şehirden çı­ karak harp meydanında Tatarlar ile karşılaşmak istediler. Bun­ ların başlarında bulunan kumandanlar şu kimselerdi: İsmi İ b n K u r a r olan Kürt B ü y ü k E m i r ve halifenin bir kölesi olan K ü ç ü k D a v i d d a r . İki taraf muharebe etmeden 23 gün

karşı karşıya durdular. Daha sonra Arapların 1 inci ayının 8 inci ve haftanın 4 üncü gününde B a j u N a v i n ve askerleri Bağdad’ın garp tarafındaki Ahmedin mezarı diye tanılan yere yaklaştılar (Hâdise Arapların 656 [M. 1258] ve Yunanlıların 1569 yılında vuku bulmuştu). Bunun üzerine Bağdad askerleri de yaklaştılar ve iki ordu harp meydanında karşılaştılar. B aj u N a v i n ’in askerleri kırılmış ve Bağdad askerleri şanlı bir zafer kazanmışlardı. Emir S ü l e y m a n Ş a h ile ordusu Bağdad surları üzerinde idi. Akşam olduğu zaman ihtiyar bir adam olan İ b n K u r a r genç bir adam olan D a v i d d a r ' a şu sözleri söyledi: “Bu defa Allah bize yardım etti, muzaffer olduk. Evlerimize gidip dinlenmek hakkımızdır. Sonra tekrar hareket eder ve hücuma geçeriz,, . Genç adam gitmek istemedi ve ikisi de geceyi dışa­ rıda geçirdiler. Bağdad askerleri alçakça bir yerde karargâh kurmuş oldukları için Tatarlar Dicle’nin aktığı büyük bir ka­ nalın kıyılarında bir gedik açtılar ve Bağdad askerleri, gece yarısı sıralarında su altında kaldıklarını görerek sulardan kaç­ mağa başladılar ve onların okları, yayları, kılıçlarının kınları


ARAP

HÜKÜMDARLARI

569

su içinde kaldı. Gün doğduğu zaman H u l a b u ’nun kuman­ dası altındaki Tatarlar geri geldiler ve muharebe haftanın 5 inci gününün 9 uncu saatine kadar devam etti. Bağdad asker­ leri yenilmişler, nâçar vaziyete düşmüşler, İ b n K u r a r maktûl düşmüş ve Daviddar kaçarak şehre girmişti. Bunun üzerine B a j u ile askerleri ordugâhlarını Bağdad’ın batı tarafında kurdular. H u l a b u da şehrin şark tarafında bulunuyordu. Arapların ilk ayının 18 üncü gününe müsadif haftanın ikinci günü Bağdad’a karşı harp bilhassa halife sara­ yının mukabilinde en büyük şiddeti peyda etti. Sefil bir adam olan halife M u ş t a ' s i m ye’s içinde kalarak veziri olan A l k a mi ' yi ve D a r n u s oğlu N e c m e d d i n A b d ü l j a n i ve katolikus M a r M a k i k a ’yı çağırarak bol bol altın ve şâhâne mallar ve Arap atları alarak mahpus olan Tatar elçilerini hil’atler ile süs­ lemelerini ve kendilerine mebzul hediyeler vermelerini ve hep birlikte Hanlar hanının yanına gitmelerini söyledi. Bunlar Ha­ lifenin oğullarının ve kızlarının selâmeti için söz isteyecekler ve vuku bulan hâdiselerin ancak fena müşavirlerin eseri oldu­ ğunu söyleyerek özür dileyeceklerdi. Şayet Hanlar hanı kendi­ lerini affeder ve hayatlarını bağışlarsa onun kölesi olacaklar ve kendisine vergi veren tebaa olmağı kabul edeceklerdi. Bu adamlar Hanlar hanının yanma giderek elçilik vazife­ sini yaptılar. H u l a b u onları yanında alakoyarak Halifenin ta­ rafına avdet etmelerine müsaade etmedi ve muharebeye daha büyük bir şiddetle devam etti. Tatarlar Ajan mi kulesinde bü­ yük bir gedik açtılar ve ilk ayın 2 inci cuma günü şehre gir­ diler. Fakat şehirliler galip gelerek onları tekrar püskürttüler. Ertesi gün, yani cumartesi günü Tatarlar daha büyük şiddetle hücum ettiler ve bütün surlara hâkim oldular. Bağdad ahalisi kaçtılar ve evlerin içinde ve yer altındaki koridorlarda sak­ landılar. Cumartesi günü Halifenin iki oğlu, Hanlar hanının yanına gittiler ve bir saat sonra Halifenin kendisi de onun ya­ nına gitti. Hanlar hanının emri ile bunlara zincir vuruldu ve 7 gün bir çadır içinde kaldılar. Bu sırada Hanlar hanının kendi­ si halifenin sarayına gitmiş, hâzineleri, güzel şeyleri, depolarda saklı olan eski yeni eşyayı çıkartarak hepsini tetkik etmişti. Moğollar kılıçlarını çekerek bütün Bağdad ahalisi öldürdüler. Öldürülenler onbinlerce idiler ve bilhassa îberyalılar çok kan


570

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

döktüler. Katolikus bütün hıristiyanları Üçüncü Pazar kilisesine topladı, onları burada himaye etti ve hıristiyanlarm biri de za­ rara uğramadı. Zengin Araplar servetlerin büyük kısmını Katolikus’a getirdiler ve canlarını kurtardıkları takdirde servetlerini istirdat etmek istediler, fakat hepsi de öldürüldüler. Hanlar hanının gazabı bir dereceye kadar yatıştıktan sonra sefil Halifeyi huzuruna getirtti, onu mahkûm etti ve katlolunmasını emretti. Halife bir çuval parçasının içine kondu, çuvalın etrafı dikildi ve bu adam tepile tepile öldürüldü. Bu şekilde hareket etmelerinin sebebi bazı Arapların “Bu ada­ mın kanı yeryüzüne dökülürse bir daha yağmur yağmaz ve buradan ateşler fışkırır,, diyerek Hanlar hanını korkutmaları idi. Abbas oğullarının saltanatı bu şekilde son bulduğu gibi Arapların diğer saltanatları da sarsılmağa başladı. Moğolların saltanatı iç memleketlerde de dış memleketlerde de sağlamlan­ mış ve muzaffer olmuştu. Tatarlar Bağdad dönüşünde Erbil kalesine karşı ordugâh kurdular, S a l a y a oğlu S a h i p onlara teslim olmak isteyince burada ikamet eden birçok Kürtler onu tecavüzle tehdit ettiler, o da bunları bırakarak Tatarların yanına kaçtı. Bunun üzerine B e d r e d d i n L u l u gelerek kaleyi ve içinde bulunan herşeyi 70.000 dinar mukabilinde Tatarlardan satın aldı. Tatarlar bura­ dan gittiler, B e d r e d d i n de Erbil kalesini alarak içine mu­ hafızlar yerleştirdi. Kısa bir zaman sonra ismi Ş e r e f e d d i n C e l â l î olan bir Kürt emiri bir ferman getirerek kaleyi B e d r e d d i r i den aldı ve buradaki muhafızlarını çıkardı. Aynı C e ­ l â l i yanındaki Tatar askerleri ile Julmark’taki âsi Kürtlere karşı hareket ettikleri zaman B e d r e d d i n bazı Kürtleri gön­ dererek çadırında uyuduğu sırada onu öldürttü ve ismi M u ­ h a t a ş olup meşhur tabip S a f i S ü l e y m a n ’ın kardeşi olan hıristiyan Erbil emiri oldu. Onun ölümü üzerine oğlu Tac ü d d i n İ s a yerine geçti, iyi ve mutekit bir kimse idi. Dev­ rinde Sen’ar, Asur, Bet Nahrin, Suriye ve Roma diyarında şid­ detli kıtlık ve veba koptu. Şam’da bir hasta adam için bir küçük güvercin 12 nasraraya satılmıştı1. 1

B unlar Selaheddin ta ra fın d a n b asılm ış p a ra lard ı.

îara drahm i (? )

denilir.

Y un a n ca d a bun'


XI.

ARAP HÜKÜMDARLARINDAN HUN HÜKÜMDARLARINA GEÇEN XI. HÂNEDAN Hanlar Iıanı Büyük Munga Han’ın biraderi Hulabu

H

alife M u ş t a ' s i m ' m katli üzerine Hanlar hanı, ismi A l i B a h a d u r olan bir adamı Bağdad’ı idare etmek üzere

tayin etti. Harbin bu sıralarında Tagrit hıristiyanları Katoiikus’a haber göndererek kendilerini koruyacak bir hâkimin gönderil­ mesini istediler ve bunlara istedikleri adam gönderildi. Tatar­ ların Arap asillerini öldürüp zengin mallarını yağma ettikten sonra gitmeleri üzerine M a r A h u d e m e nâmına ithaf olunan ve Araplar tarafından bir sığınak olmak üzere zaptedilen Yeşil (? ) kilise deki bütün Hıristiyanlar Hosanna pazarından, yani Yunanlıların 1569 (M. 1258) yılının 17 martından itibaren hiçbir zarara uğramayarak burada kaldılar. Daha sonra fena bir adam ve ismi D u r i o ğ l u olan bir Arap Hıristiyanlar hakkında vali katında bühtanda bulunarak “Bu Hıristiyanlar Araplara ait bir­ çok servetleri gizlediler ve bunların sahipleri öldürülmüş ol­ dukları halde sizlere de birşey vermediler,, dedi.- Vali, mese­ leyi Hıristiyanlardan sordu, onlar da inkâr edemediler, belki hakikati itiraf ederek herşeyi onun huzuruna getirdiler, o da keyfiyeti Hanlar hanına bildirdi. Bu yüzden zavallı Tagritliler Moğol kanununa göre ölüm hükmünü giydiler. Büyük bir şef bir Tatar ordusu ile birlikte gönderildi, bunlar hıristiyanları 20 şer 20 şer alarak kaleyi yıkmak için kullanılacaklarmış gibi kaleye götürdüler ve burada bunları öldürdüler. Bütün Hıristi­ yanların öldürülmesi tamam oluncaya kadar bu şekilde hare­ ket edildi. Bir ihtiyar adamla bir ihtiyar kadından başka birkimse kurtulamadı ve bu Hıristiyanların oğullan ve kızlan esir edilerek götürüldüler. Araplar da Büyük Kiliseyi tekrar aldılar. Tagrit’in yakınında olan Karma köyünden iki yaşlı adam ile civarda yaşayan birkaç adam sair kiliselerde ibadet etmek üzere kalmışlardı. Müfteri D u r i o ğ l u ’ na gelince, ismi


572

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

olan ve Tagrit’te hâkimlik eden bir hıristiyan tara­ fından öldürülmüştü. Musul emiri B e d r e d d i n , Bağdad’ın alınmış olduğunu anlayınca oğlu M e l i k S a l i h ' i 1000 atlı ile birlikte Hanlar hanına yardım etmek üzere gönderdi. Fakat Han onu sevine­ rek kabul etmedi, bilâkis ona şu şözleri söyledi: “Siz hangi tarafın muzaffer olacağını görerek o tarafa bağlanmak istediniz. Halife muzaffer olsa idi bana değil, onun yanına giderdiniz,,. S a l i h geri dönerek babası B e d r e d d i n e keyfiyeti anla­ tınca B e d r e d d i n korkusundan titredi ve hemen kalkarak çok büyük ve sayılamayacak derecede çok para alarak Hanlar hanının yanına gitti ve onu hoşnut ederek barış içinde döndü. B e d r e d d i n bu korkuyu atlattıktan sonra Hanlar hanına karşı o kadar cür’et gösterdi ve onunla o derece serbest konuştu ki Han, onun yambaşında tahtta oturarak kulağını eline almasına ve kulağına iki eli ile son derece kıymetli inci­ lerden yapılma bir küpeyi geçirmesine müsaade etti. Bağdad’ın alınması üzerine Maiperkat emiri yani E ş r e f B ihram

b. M e l i k G a z i b. B ü y ü k  d i l , için için isyan etmeği tasar­ lıyordu. E ş r e f Bedlis’li olan ve Büyük handan bir yarlığ (yani şâ'nâne bir ferman) taşıyan ihtiyar bir Suriyeliyi çarmıha germiş ve Moğolların gönderdikleri valileri sarayından kovmuş­ tu. E ş r e f Şam’daki M e l i k N â s ı r ’a gitti ve Tatarlar ile harbedilmek ve böylece bunları Suriye’ye inmekten alıkoymak ve mümkünse Bağdad’dan da püskürtmek için yardım istedi. M e ­ l i k N â s ı r onu boş vaidlerle başından savdı, o da Maiperkat şehrine döndü. Onun geri dönmesi ile Tatarların onu her taraf­ tan çevirmeleri bir oldu. Bu Tatarlar Hanlar hanının oğlu A ş m u t ’un kumandası altında idi. Bunlar şehir etrafında bir sur inşa ettiler, harbetmek için kuvvetli kaleler vücude getirdiler ve şehrin dışında vuku bulan şiddetli muharebeye karşı şehrin içindekiler daha fazla şiddetle mukabele ettiler. Bu yüzden şehir iki sene kadar zaptedilemedi. Fakat Bağdad’ın zabtından sonra askerler Maiperkat’ı istilâya başladılar. Hanlar hanının elçileri sık sık M e l i k N â s ı r ' ı ziyaret ediyor ve onun Hana giderek hizmetinde bulunmasını (yani üstünlüğünü tanımasını) istiyor­ lardı. M e l i k N â s ı r ’ın yanındaki eşraf buna razı olmadıkları için N â s ı r kendi yerine oğlu M e l i k A z i z ' ı Yunanlıların


HUN

H Ü K Ü M D A RLA RIN A

GEÇEN

XI.

HANEDAN

573

1570 (M. 1259) yılının sonbaharında kıymetli mallar ve meb­ zul hediyeler ile gönderdi ve oğlu M e l i k A z i z bütün kışı orada geçirdi. Sonra bahar mevsiminde îsanın urucu bayramın­ dan sonra Haleb’e dönerek babasına şu sözleri söyledi: “Han­ lar hanı bana emrederek dedi ki: - Biz seni istemedik, babanı istedik. Sulh olmasını istiyorsanız kendisi bize gelsin, yoksa biz ona gideriz,,. M e l i k N â s ı r iki mâni yüzünden gidemi­ yordu: Birincisi Tatarlardan korkmağa devam ettikçe huzura kavuşamaması, İkincisi eşraf ve kölelerinin kendisine karşı kıyam edip onu öldürmelerinden korkusu idi. Kendisi bu müt­ hiş korku yüzünden mefluç bir hale gelmişti. Aynı sırada Hanlar hanı, Rum diyarı sultanları İ z z ü d ­ d i n ve R ü k n ü d d i n ’ i çağırtarak Hanlar hanı olduğunu ta­ nımalarını istedi, ikisi de geldiler ve iyi karşılandılar. Hanlar hanı R ü k n ü d d i n ' i n Kayseri’den başlayarak Büyük Erme­ nistan’a kadar, i z z ü d d i n 'in Aksaray’dan Rum saltanatının hududu olan denize kadar hüküm sürmelerini istedi, iki kar­ deş de Hanlar ham ile birlikte Bet Nahrin’e kadar gittiler ve buradan Rum diyarına geçtiler. R ü k n ü d d i n Sebastia’da, / zde Konya’da ikamet etti. Sultan İ z z ü d d i n bu sırada Bar Savma’nın manastırına giderek Mar Dionysius’a iyiliklerde bulunmağı va’d etti. Aynı yıl içinde Musul emiri B e d r e d d i n temmuz ayının z ü d di n

20 inci günü vefat etti ve en büyük oğlu M e l i k S a l i h İ s ­ m a i l yerine geçti. Onun kendisine vekâlet eden oğlu A l â ­ e d d i n , Sincar’da ve ismi S e y f e d d i n olan en küçük oğlu Kardu ceziresinde hüküm sürüyordu. Arapların 658 (M. 1259) ve Yunanlıların 1571 (M. 1260) yılının sonbahar mevsiminde Hanlar hanı 400.000 atlıdan mü­ teşekkil askerleri ile Bet Nahrin havalisine geldi ve evvelâ Harran’a karşı ordugâhını kurdu. Yerliler burasını sulh içinde teslim ettiler ve kendilerine dokunulmadı. Edessa yerlileri de aynı şekilde hareket ettiler. Elçi göndermeyen Seruğ ahalisi hayatlarına dokunulmayacağına dair söz istediler ve hepsi de öldürüldüler. Hanlar hanının emri ile Malatya, Romaita kalesi, Bira ve Circesium (Osrohoena)’dan Fırat üzerinde köprüler bir­ birine bağlandı ve bizzat Hanlar hanı ile mutekit ve Hazret-i


574

ABU'L- F A R A C

TARİHİ

Mesihin âşıkı olan 9 hatun ile askerleri Suriye’ye geçtiler. Mabuğ (Menbic) şehrinde büyük bir kıtal oldu, askerler ve muharipler Bira kalesine ve Necm kalesine, Ca’ber kalesine, Kalonikus ve Balaş’a karşı yerleştirildiler ve buradaki bütün aha­ li öldürüldü. Evvelâ sayıları az olan askerler Halep civarına geldiler. Büyük S e l a h e d d i n in oğlu olup yaşlı bir adam olan M e l i k M u a z z a m şehirden çıkarak bunlarla harbetti, fakat kırıldığı için kaçtı ve Haleb'e girdi. Tatarlar buradan geçerek Maarra’ya gittiler ve burasını tahrip ettiler. Sonra Hama’ya gittiler, fakat buranın ahalisi sulh içinde teslim oldular. Emesa halkı da aynı şekilde hareket ettiler. zevcelerini, oğullarını ve kölelerini ala­ rak Şam’dan hareket etti, Karak ve Şavbak çölüne kaçtı. Ta­ tarlar Şam’a doğru hareket ettiler, şehrin eşrafı burasını sulh içinde teslim ettikleri için başlarına bir felâket gelmedi. Fakat bizzat Hanlar hanı Haleb’e karşı ordugâh kurdu. Onun emri ile Halep surlarının etrafında çepe çevre surlar inşa edildi ve Tatarlar şehre karşı şiddetle muharebe etmeğe başladılar. Bir­ kaç gün sonra Irak kapısı civarındaki surlara hâkim oldular ve bahis mevzuu ettiğimiz senenin sonkânun ayının Nineva orucunun başladığı haftanın ilk gününde Halep’te Bağdad’taki gibi kıtal oldu. Yalnız Haleb’inki daha korkunçtu. Ba’lebek ahalisinin bulunduğu kilisemizin yukarı duvarlarının bir kısmı yıkılmış olduğu için buranın metrepolidi olan bu âciz muharrir Hanlar hanına biat etmek üzere hareket etti ve Necm kalesine hapsedildi. Halep’teki ahalimiz başsız kalmışlardı ve bunların çoğu Rumların kilisesinde toplanmışlardı. Tatarlar bunlara hü­ cum ettiler, bunları öldürdüler ve âilelerini esir ettiler. Nihayet M a r K o n s t a n t i n ' in oğlu Ermeni ihtiyar T o r o s içeri gi­ rerek hayatta bulduklarını serbest bıraktı ve bunları bizim ki­ lisemizde topladı. Tatarlar şehri aldıktan sonra kaleye karşı harbettiler ve burasını da sulh içinde aldılar. Hanlar hanı buradan Harim’e karşı hareket etti ve aha­ linin teslim olmasını isteyerek onlara dokunmayacına dair ye­ min etti. Fakat bu budalalar şu cevabı verdiler: “Sen gerçi bir hansın, fakat dinin meçhuldür. Ne üzerine yemin edeceksin. Halep kalesi emiri Fahrüddin bize dokunmayacağınıza dair yemin ederse, biz de teslim oluruz,,. Hanlar hanı da emretti M elik

Nâsır


HUN

H Ü K Ü M D A RL A RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

575

ve Fahrüddin bunlara giderek yemin etti. Bunun üzerine bun­ lar kapılarını açtılar ve teslim oldular. Hanlar hanı da erkek kadın, kız ve çocuk, hattâ memedeki çocukların kâmilen öl­ dürülmelerini emretti. Bir Ermeni demircisinden başka kimse kurtulmadı. Bunlara yemin eden F a h r ü d d i n de öldürüldü. Çünkü Halep eşrafından S ey f e d d i n oğlu V e l i y y ü d d i n onun hakkında “Kılıçtan geçirilmemek istiyorsanız şehri tes­ lim ediniz, diyen babamı ve kardeşimi öldürdü,, demişti. Bütün bu hâdiselerin son bulması üzerine Hanlar hanı Filistin’de K ı t B o ğ a namında bir şef ile 10.000, yani bir tümen atlı bıraktı ve geldiği yoldan geri döndü. Tel Beşir’e vardığı zaman Tatarların Maiperkat’ı aldıklarına dair haber geldi. Bun­ lar buranın emiri M e l i k E ş r e f 'i de ele geçirmişler ve Hanlar hanına getirmişlerdi. O da onu öldürdü. Maiperkat’a E ş r e f ' in babasınin ahırlarına bakan A b d u l l a h tayin olundu. Buralarda eşi görülmemiş kıtlık oldu. Kıtlık o kadar şiddetli idi ki buranın nüfusundan yalnız 100 kişi sağ kal­ mıştı ve bunlar ancak çok büyük güçlükle şehri zaptedebilmişlerdi. Maiperkat ahalisinden olup alevli bir fırının içinden çıkarılan yanmış bir odun parçasından farksız bir hale gelen A r d u bana şunları anlattı: “Bir gün çocuklarımla birlikte etle kaynatılmış buğday yemeği özledim. Bu bir tencerelik yemeği 500 hıristiyan zuze’sine çok büyük güçlüklere katla­ narak mal edebildim,,. Hanlar hanı Fırat’ı geçtikten sonra Mardin emirine ha­ ber göndererek nezdine gelmesini istedi, fakat emir bu arzuyu yerine getirmeğe muhalefet etti. Bunun üzerine Hanlar hanı onun oğlu M e l i k M u z a f f e r 'e . haber gönderdi. Çünkü M u z a f f e r ile Musul emiri B e d r e d d i n ' ın oğlu Halep hak­ kında ona müracaat etmişlerdi. Hanlar hanı M u z a f f e r ' e şu sözleri söyledi: “Babana nasihat et de teslim olsun. Onun isyan ederek helâk olmasına razı olma,,. Genç adam babası­ nın yanına gelince babası onu dinlememekle kalmadı, ona zincirler vurdu ve hapse attı. Hanlar hanı’nın gönderdiği as­ kerler Mardin’e karşı ordugâh kurarak harbe başladı. Şanı yüce olan Allah buraya veba musallat etmeseydi bunlar yıl­ larca dövüşseler de burasını zaptedemezlerdi. Şehrin içinde bulunan halkın birçoğu Allahın iradesi mucibince helâk oldu­


576

AB U ’L - F A R A C

TARİHİ

lar. Sultanın kendisi de ölmüş olduğundan oğlu M e l i k M u ­ z a f f e r kaleyi teslim etti. Hanlar hanı onu son derece izaz etti, en yüksek şereflere nâil kıldı, ona karşı sevgi duyarak emirliğe tayin etti. K ı t B o ğ a etrafı dikkatle araştırarak M e l i k N â s ı r ' m çölde saklanmış olduğu yeri buldu, ona karşı bir kuvvet gön­ derdi ve N â s ı r ’ı yakalayarak huzuruna getirtti, daha sonra onu büyük bir dikkat içinde Hanlar hanfnın yanına gönderdi. Hanlar hanı M e l i k N â s ı r ’ı sevinerek karşıladı, ona izze­ t-ü ikramda bulundu ve onu memleketine göndermeği va’d etti.

Bu sıralarda büyük R a b b a n İ ş u n u n oğlu tabib büyük R a b b a n S i m e o n vefat etti. Kendisi Romaita kalesi ahalisindendi ve Hanlar hanı H u l a b u ’nun hizmetine girmişti. Çok çalışmış ve son derece ilerlemişti. Hükümdarların oğullan ile kıraliçeler tarafından seviliyordu. İkametgâhları hükümdar­ ların ikametgâhından farksızdı, bahçeleri, çiftlikleri, çemenlikler içinde kuleleri vardı. Yıllık iradı 5.000 dinar tutuyordu ve bu iradı Babil (Bağdad), Asur, Kapadokya ve Meraga’dan geliyordu. Milletimiz onun sayesinde yardım görüyor, alnını yükseltiyor ve şeref kazanıyordu. Kilise heryerde istikrar bulmuş ve hi­ mayeye mazhar olmuştu. Daha sonra Mısır’da hüküm süren Türk K o t a z. Hanlar hanının gittiğini, M e l i k N â s ı r ’ın yakalanarak ona gön­ derildiğini ve K ı t B o ğ a ' nın yalnız 10.000 kişi ile Filistin’de kaldığını duyarak Mısır ordularını topladı ve hareket ederek Tabur dağı karşısında ve Baişan ovasında Tatarlar kırılmışlar K ı t B o ğ a ' n ı n kendisi harp meydanında maktûl düşerek oğullan Arapların 658 (M. 1259) yılının 9 uncu ayının 27 inci günü esir edilmişlerdi. Hanlar hanı keyfiyetten haber alınca hiddetlendi ve Arapların saltanatını kökünden yıkmağa karar vererek M e l i k N â s ı r ve kardeşi M e l i k T a h i r ’in ve yanlarında bulunan kimselerin kâmilen öldürülmelerini emretti. Hâdise Yunanlıların 1571 (M. 1260) yılının 10 uncu, Arap ayının 20 inci gününde ve günün 9 uncu saatinde, kamerin Hermiş burcunda bulun­ duğu sırada Nevşehir vadilerinin birinde vukubuidu. Bunlardan


HUN

H Ü K Ü M D A RLA RIN A

GEÇEN

XI. H Â N E D A N

577

hendese ve hey’et âlimi M u h a i (e d d i n ) 1 kurtuldu. Bu zat bana dedi k i 2 : “ M e l i k N â s ı r birgün çadırında otururken beni yan na çağırarak bana taliini hesap etmemi söyledi. Daha sonra öğleye doğru Moğolların büyük şeflerinden biri geldi. Yanında elli kadar Moğol bulunuyordu. M e l i k N â s ı r da onu karşılamağa çıktı. Moğol şefi ona şu sözleri söyledi : “Hanlar hanı bugün büyük bir içki ziyafeti veriyor. Kardeşin, çocukların ve yanındaki eşraf ile birlikte sizi davet ediyor,,. Bunun üzerine M e l i k N â s ı r âilesi erkânını ve yanındaki eşrafı aldı ve 20 kadar olan bu zevat atlarına binerek hareket ettiler. Çok geçmeden 20 atlı bizim çadırlarımıza geldiler ve “Atlılarla âlimler gelsinler ve geride yalnız çadırları kuran hiz­ metçiler ile aşçılar ve çobanlar kalsın,, dediler. Atlarımıza bi­ nince bizi derin uçurumlardan geçirdiler ve Moğol eşrafının ka­ rargâh kurmuş oldukları yere götürdüler. Yaklaştığımız zaman bizimle konuşmağa başladılar. Derken Moğollar ansızın üzerimize sıçradılar ve içlerinden herbiri birimizi yakaladı. Ben eşrafa bakarak hey’et âlimi ve semavî ecramın hareketlerini anlayan bir adam olduğumu işaretlerle anlattım. Onlar da beni çağırdı­ lar ve aralarında oturttular. Diğerlerine gelince onları biraz öteye götürerek öldürdüler. M e l i k N â s ı r ile kardeşi ve yanındaki asilzâdeler de öldürülmüşlerdi. Fakat onun oğulları öldürülmemişlerdi ve bugüne kadar esir olarak yaşıyorlar. Daha sonra Moğollar çadırlarda kalan adamları da getirdiler ve onları da öldürdüler,,3.

Kublay Han’ın Moğollar tahtına geçmesine dair Bu sırada Çin, yahut Kata hükümdarlarının büyüklerin­ den biri olup M a n z a y a adını taşıyan zat Moğollara karşı isyan etti. Denildiğine göre bu zat 400 şehir sahibi olmak dolayısiyle büyük bir ordusu da bulunduğundan M u n g a H a n daha büyük bir ordu toplayarak bu Çin hükümdarı ile 1 j ,.JJ|LSa£ Bk. M uhtasar, s. 489 ( Ö . R . ). 2 M üellif, M uhtasar üd-düvel adlı eserinde (S. 498.) M uhyidd in ile M e rag a’da b uluşm uş o lduğu nu tasrih eder ( Ö . R. ). 3 M u h tasa r cia (S. 490) şu cümle de v a r d ır . «Benim vaziyetim i Hulâg ûy a a n la ttıla r. Ben de

M e rag a’da rasathânede Hoca N asîreddin hizm e­

tine girdim . M elik N asırın iki oğlu da onun hizm etinde ka ld ıla r. » ( Ö . R).

A b u l - Farac Tarihi 37


578

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

muharebe etmek üzere bizzat harekete mecbur oldu. M u n g a H a n kendisinden daha küçük olan Kublay’ı birlikte alarak Çinlilerin iç memleketine gitmiş, yerine en küçük kardeşi olan A r ı k B u k a ' yı bırakmıştı bırakmıştı. M u n g a H a n , kıral ile dövüştüğü sırada fena bir tali eseri olarak bir ok yedi ve böyleçe hayatı son buldu. Bunun üzerine kardeşi K u b l a y , Moğol ordularını alarak Çinlilerin iç memleketlerin­ den çıktı ve bunların dış memleketlerinde H anbalık (P aik in yahut Pekin) adını taşıyan büyük şehirde ikamet etti. Kar­ deşleri de onun Han olması üzerinde anlaştılar. Fakat küçük kardeşi A r ı k B u k a şu sözleri söyledi: “Saltanatın bana ait olması icap eder. Çünkü M u n g a H a n harbe çıktığı zaman saltanatı bana devretmişti. Hayatı esnasında da beni kendi yerine geçiriyordu,, . Bu yüzden iki kardeş arasında büyük kavga koptu ve bunlar 17 şene birçok muharebeler yaptılar. En nihayet küçük kardeş mağlûp edilerek yakalandı ve adı işitilmez oldu. Saltanat baştan başa K u b l a y H a n 'a ait oldu. Kendisi adaletli, dirayetli bir hükümdardı. Hıristiyanların dostu idi. Her millete mensup bilgili adamları, âlimleri ve tabipleri taziz ederdi. K o t az, K ı t B o ğ a 'y ı öldürdükten sonra Şam, Halep ve bütün Suriye’ye hâkim oldu ve her şehre valiler ve kanuna vâkıf zatlar tayin etti. Sonra Mısır’ı istilâ etmek 1 ve ordular hazırlayarak Tatarların bütün kuvvetleri ile karşılaşmak üzere faaliyete geçti. Yolda bulunduğu sırada ve Gazze’ye var­ dığı esnada B a y b a r s yani Büyük Bundukdar’tn kölesi olan Küçük Bundukdar kıyam ederek ona karşı geldi ve onu öldürdü. Sonra Mısır’a gitti ve buraya hâkim olarak M e l i k T a h i r 2 R ü k n ü d d i n adı ile tanındı. Bu sırada Sincar emiri A l â e d d i n b. Musul emiri B e d r e d d i n onun yanına kaçtı ve Haleb’i ona verdi. Sahil boyunca yaşa­ yan Hıristiyanlar B u n d u k d a r yüzünden birçok eziyetler çektiler ve çekmeğe devam ediyorlar. Çünkü kendisi bütün kalelerine hâkimdir ve hıristiyanların elinde yalnız Akkâ, Trablus ve Sur kaleleri kalmıştır. 1 Esasen M ıs ır’da hâkim dir. D oğ rusu, « M ısıra dönerek . . . » şek­ linde olm ak lâzım . M uhtasar A& da b çy le a ir (B k. s. 491) ( Ö . R .). 2 T ahir değil Z âh ir olm ak icabeder (Bk. Muhtasar, s. 492) ( Ö . R .).


HUN H Ü K Ü M D A RL A RIN A

GEÇEN

XI. H Â N E D A N

579

Yunanlıların 1572 (M. 1261) yılının hulûlü üzerine Tatar­ lar başlarında K u k a l a g a ( K u k a l e k ) N a v i n bulunduğu halde Suriye’ye geldiler ve Kukalek, Emesa’ya kadar ilerleyerek bu havaliyi aldı ve ahaliyi öldürdü. Bütün Suriye halkı Haleb’e kaçmış olduğu için Navin bunların dışarı çıkmalarını, herkesin kendi şehir ve memleketinde ikamet etmesini istedi. Ahali bu şekilde hareket edince bunların hepsini öldürdü ve yalnız Halep ahalisini hayatta bıraktı. Sonra hayatta kalanlara “Siz bizim dostumuz olsaydınız bizden kaçmazdınız,, dedi. K u k a l a g a N a v i n , bunları yaptıktan sonra Suriye’­ den dönerek Fırat’ı geçti. Mısırlılar da geri dönerek bütün Su­ riye’ye hâkim oldular. Bu senenin yaz mevsiminde Sincar emiri B e d r e d d i n oğlu A l â e d d i n Musul emiri olan kardeşi M e l i k S a l i h 'e . Mısırlıların yanından bir mektup yazarak ona Mısırlıla­ rın kuvvetlerinden bahsetti ve Musul’u terkederek B u n d u k d a r ’ın hemen yanma gitmeği, çünkü B u n d u k d a r ’ın Tatarları kırması üzerine Asur hükümdarı olmakla kalmayarak bütün şarkın hükümdarı olacağını bildirdi. Birgün B e d r e d d i n ' i n eşrafından olan Y u n u s o ğ l u , M e l i k S a l i A’in yanında otu­ rurken onun oturduğu seccadenin altına elini uzatarak kar­ deşinden gelen mektubu çekti, sonra ayağa kalkarak Nineva’da olan Bet Aşika adlı köyüne gitti. Salih bir müddet sonra kardeşinden gelen mektubu aradı ise de bulamadı. Fa­ kat Y u n u s o ğ l u ’nun onu alıp gittiğini anladı ve onun peşinden iki köle gönderdi. Y u n u s o ğ l u bunların evine varmaları üzerine başına bir felâket geleceğini, S a l i h 'in eline düşerse helâk olacağını anlayarak kölelere hediyeler verdi, bunlara şarap çıkardı ve “Bu akşam yeyin, için, eğlenin; sabahleyin hep birlikte Musul’a gideriz,, dedi. Köleler içtiler ve sarhoş oldular. Yunus oğlu da geceleyin kalkarak adam­ larını aldı ve atına binerek Barteli (Bar Telli)’ye geldi. Sonra buranın hâkimi olan H o ş u o ğ l u A b d u l l a h ' a şu sözleri söyledi: “Ahaliye haber ver, hepsi kaçsınlar. Çünkü S a l i h hıristiyanları öldürmek için hazırlanıyor. Kendisi de Mısır’a kaçacak,,. Bura ahalisinden kudreti olanlar kalktılar ve Er­ bil’e kaçtılar. Ertesi gün köleler uyandıkları zaman Yunus oğlu’nu bula­ mayınca onun kendilerinden önce Musul’a gittiğini sanarak bu­


580

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

raya döndüler ve vaziyeti S a l i h ' e anlattılar. S a l i h , Yunus oğlu’nun Tatarlara gitmesinden ve oradan bir kuvvet getirerek kendisini yakalatmasından korkarak oğlu A l â ü l m ü l k ile kö­ lelerini aldı ve bu senenin mayıs ayında Suriye’ye kaçtı. Yolda bulunduğu sırada köleleri arasında kendine dair ihtilâflar çıktı, bunlar da onu bırakarak Musul’a döndüler. Musul ahalisi Mo­ ğolların valisi olan Y a s a n ve emir ile gitmek istemeyen Harezmli T ü r k â n H a t u n ile birlikte şehrin kapılarını bunların yüzüne karşı kapadılar ve bunlar birkaç gün şehre karşı mu­ harebe ile meşgul oldular. Bunun üzerine Çaharsin yani Mu­ sul’daki çarşıların dördüncüsünün ahalisi ismi Z e b a l a k o ğ l u olan bir adamla el birliği yaparak şehrin kapısını açtılar. Bu sayede A l a m S a n g a r ile onunla beraber olanlar şehre gir­ diler. Y a s a n ile arkadaşları kaçtılar ve T ü r k â n kaleye çe­ kilerek orada kaldı. Geri dönen bu adamlar Musul’a girdikten sonra hıristiyanları şiddetle tazyik ederek evlerini yağma ettiler ve müslüman olmayan her kişiyi öldürdüler. Birçok ihtiyarlar, papaslar, çiftçiler dinlerini terkettiler ve yalnız S u v a y a d hânedanına yani V a d h o k i âilesine mensup bazı kimseler ile, kuyumcu N a f i âilesine mensup bazı kimseler kendi dinleri üzere kaldı­ lar. Nineva dışındaki havaliye gelince M e l i k S a l i h ’in kaç­ ması üzerine derhal Kürtler geldiler, hırıstiyanları öldürdüler, Bet Kudida’daki hemşireler manastırını aldılar ve memleket halkından burada gizlenmiş olanların hepsini öldürdüler. Bu mel’un. adamlar M attai manastırına da giderek burada bin­ lerce atlı ve piyade halinde toplandılar ve 4 ay kadar rahip­ lere karşı harbettiler. Sonra bunlar bazı yerlere merdivenler kurarak surları aşmak istedilerse de rahipler galip geldiler ve bunların merdivenlerini yaktılar. Bunun üzerine Kürtler manas­ tırın üstündeki dağdan büyük bir kaya parçası kestiler ve onu manastırın üzerine yuvarladılar. Bu koca taş parçası ikiye bö­ lündü ve biri sur üzerinde bir rahne açtı, fakat bu rahnenin içine bir yüzüğün taşı gibi saplanıp kaldı. Diğer parçası sura bir delik açtı ve içinden geçti. Kürtler de buradan içeri gir­ mek için üşüştüler. Rahipler ile buraya iltica eden yerliler şid­ detle mukavemet ettiler, taşlarla ve oklarla dövüşereK bunları içeri sokmak istemediler. Sonra duvarda açılan deliği derhal


HUN

H Ü K Ü M D A RLA RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

581

taşlarla ve kireçlerle kapadılar. Bu mücadeleler arasında Arhimandarit E b û N a s r 'm gözlerinin biri kör oldu. Birkaç adam ok isabetine uğradı ise de tekrar iyileştiler. Rahipler dövüş­ mekten bitap düştükleri için Kürtlerden sulh istediler ve kilise­ nin bütün askılarını, perdelerini ve cihazlarını onlara vermeği, altın, gümüş ve mücevher toplamağı va’d ettiler. Kürtler Tatar­ ların gelmek üzere olduklarını duydukları için sulh tekli­ fini sür’atle kabul ettiler ve manastırdan geniş ölçüde eşya aldılar. Aldıkları eşyanın topu 100 altın dinar değerinde idi. Sonra gittiler. Bu sırada Bet Sahraya köyü halkından bir kısmı ile Nine­ va ahalisinden olup Habhshushyatha manastırında mahbus olan Nineva yerlilerinden olan diğerleri buradan ayrıldılar ve Zab nehrini geçerek Erbil’e gittiler. Emir K u t l u B e y bunları kar­ şıladı ve düşman tarafından gelmiş oldukları bahanesini ileri sürerek kadın, erkek .hepsini öldürdü. A l a m S a n g a r , Mu­ sul’a vardıktan sonra tatarların Cezire tarafından geldiklerini duyarak harekete geçti, bunlarla dövüştü ve maktûl düştü. Tatarların bir casusu gelerek onlara şu haberi verdi: “M e l i k S a l i h , Musul’a tekrar geliyor,,. Bu yüzden Tatarlar durdular ve M e l i k S a l i h ' i n gelmesine ve şehre girmesine kadar Musul’a karşı hareket etmediler. Cezire emiri S e y f e d d i n kardeşi S a l i h ’in Suriye’ye kaçtığını haber alınca o da kaçmak için hazırlandı. Musul emiri N a r v i n bunu haber alarak onu yakalamak üzere geldi. Ce­ zire yerlileri olan halk onun aleyhinde toplandılar, onu öldür­ mek istediler, o da büyük güçlüklerle kaçıp kendini kurtardı. S e y f e d d i n hıristiyanları toplayarak hapishaneye kapadı ve bunlardan 2.000 altın dinar istedi. Bu hâdise İsa’nın urucu gü­ nüne tesadüf etti. Hıristiyanlar hayatlarından ümidi kesmiş bir halde mahbus kaldılar. S e y f e d d i n askerleri arasında birçok altın dağıtmış ve onun etrafında 70.000 kadar Kürt toplanarak onu alıp Suriye’ye götürmüşlerdi. Cezire emirsiz kalmış oldu­ ğu için birinin adı i z a z B a s , diğerinin adı M u h a m m e d olan iki asker zuhur ederek burada hâkim oldular. Bunlar Hı­ ristiyanların 700 dinarını aldıktan sonra, mahbus oldukları yerden çıkardılar ve bunların içinden Tatarların yanma gidip gelmekte olan birini öldürdüler.


582

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

Bu sırada İmadiye emiri ve B e d r e d d i n - in kölesi olan i z z ü d d i n A y b e y 3.000 kadar atlı topladı ve Cezire’de hâkim olmak üzere geldi. cAmirli N u r i n 300 atlı ile bunlara karşı hareket ederek Kardu dağından akan Depşe nehri civa­ rında harbetti ve onu mağlûp ederek kaçmağa mecbur etti. Maiperkat’ta hâkim olan A b d u l l a h burasını almak için bir defa geldi ise de imkân bulamadı. Bu senenin yaz mevsimi sonunda Konya sultanı / z z ü d d i n elçiler vasıtasıyle vuku bulan İsrara mebni Hanlar hanına arz-ı tazim etmek üzere yola çıkmağa hazırlandı. Yola çıkmak üzere çadırlarını Konya dışında kurduktan sonra bir casus gelerek ona şu sözleri söyledi : “A l y a j a k N a v i n , Aksaray’a geldi. Kardeşin R ü k n ü d d i n onunla beraberdir. P a r v a n a (dahi) yanlarında bulunuyor. Bunlar seni esir etmek için harbedecekler ve sana zincirler vurarak Hanlar hanına götüreceklerdir,,, i z z ü d d i n korkudan titredi ve kurulan çadırlarını terkederek oğullarını ve âilesini aldı ve İstanbul’daki Rum kıralı M i h a i l ' in yanına kaçtı. A l y a j a k N a v i n , R ü k n ü d d i n S u l t a n ' ı alarak Konya’da saltanat tahtına oturttu ve P e r v a n e de onun idaresini ele aldı. Aynı yıl içinde Mısır sultanı, rengi siyah olan ve halife âilesine mensup olduğu anlaşılan bir genci alarak küçük bir ordu ile Bağdad’ı zaptetmek ve atalarının tahtına oturmak üzere yola çıkardı. Sonra Musul emiri M e l i k S a l i h 'e haber göndererek Musul’a gelmesini ve tahtına oturmasını bildirdi. Çünkü bu sırada şu şayia yayılmıştı: “Tatarlar muzmahil oldu­ lar ve gökyüzünün kahrıyla yeryüzünden kalktılar. Kuşlar da gözlerini kör etti,,. Bu öyle bir hikâye idi ki bebekler bile ona inanamazlardı. Rengi siyah olan halifeye gelince Bağdad civa­ rına vardığı zaman A l i B a h a d u r onu ordusu ile karşılamış, onun askerlerini kırmış ve kendisini öldürmüştü. M e l i k S a l i h ise birinci kânunun 7 inci gününe müsa­ dif haftanın 3 üncü günü sabahı Musul’a gitti. Moğollar hıristiyan bir Moğol olan ve son derece muhteşem bir genç olan S a m d a gu' nun kumandası altında sür’atle geldiler. Haftanın üçüncü günü şafak sökerken ve kamer arslan burcunda iken şehri kuşattılar. Bunlar şehrin dışında bir duvar inşa ederek


HUN

H Ü K Ü M D A RL A RIN A

GEÇEN

XI.

HANEDAN

583

bunun üzerinden şiddetle muharebe ettiler. Muharebe yaz mevsimine kadar sürüklendi ve şehrin içinde müthiş bir kıtlık oldu. Herkes muharebeden bitap düşmüştü. Üstelik mücade­ lelerde halkı yormuştu. S a m d a g u bunlara teselli verici mahi­ yette sözler söylüyor ve M e l i k S a l i h ' e iyiliklerde bulun­ mağı va’d ediyordu. M e l i k S a l i h davullar, defler ve utlar çalarak ve canbazlar oynatarak S a m d a g u ile görüşmek üzere hareket etti. S a m d a g u nun tarafına yaklaşınca Moğol asker­ leri tarafından kuşatıldı ve Moğollar şehre girerek her tarafı yağma ettiler ve halkı öldürdüler. S a m d a g u , S a l i h ’in oğ­ luna, yani A l â ü l m ü l k ’e şarap verdi ve onu sarhoş etti. Sonra onu bacaklarının ortasından ikiye böldüler ve şehrin kapısında astılar. Z e b a l a k oğlu M u h i ’nin kafası da kesilmişti. Amirli Y u n u s o ğ l u da Musul’da hâkim oldu. Musul hâdisesi son bulduktan sonra S a m d a g u Cezire’ye karşı hareket etti ve onun etrafında bir duvar vücuda getire­ rek harbe başladı ve yaz gelinceye kadar bütün kış harbetti. Bunun üzerine şehrin dışında bulunan Cezire’nin nasturî piskoposu H e tı a n 1 şu, Hanlar hanına, kimya sanatına vakıf olduğunu ve istediği kadar kendisine altın yapabileceğini anla­ tarak Cezire halkı için bir pukdâne (yani bir ferman) aldı ve bunun ile halkın selâmetini temin ederek şehre geldi. E z a z o ğ l u onu öldürmek için kalktı ise de şefler buna müsaade etmediler. O da Hanlar hanına gidip daha yüksek selâhiyetler veren bir ferman getirmeği va’d etti ve, giderek bir yarlığ getirdi. Bu ferman, Cezire emiri S e y f e d d i n in kölesi C e m a l e d d i n G ü l b a k (Gülbey)’ın Cezire’de hükümdarlık edececeğini, E z a z B a s ile ordu kumandanı olarak yanında bulu­ nan M u h a m m e d ’in pakodhe (yani kumandan) olacaklarını, M a r H e n a n î ş u nun müşavir ve idareci sıfatı ile bir

baba

gibi hareket edeceğini bildiriyordu. H e n a n î ş u Cezire’ye gitti ve burada bulunanların kalbini hoşnut ettiği için şehrin kapıları kendisine açıldı. S a m d a g h u şehre girdi ve onun emri ile Tatarlar bir saat içinde çukurlar kazdılar ve şehrin dıvarlarını yıkarak buradan çıktılar, Erbil havalisindeki Şemame’ye giderek yerleştiler. Yunanlıların 1574 (M . 1263 ) yılı başladığı zaman Cezire


584

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

emiri S e y f e d d i n kölelerinden birini Mısır’dan Cezire’ye hâkim olan kölemen C e m a l e d d i n G ü l b e y 'e göndererek muayyen bir yerde gizlemiş olduğu altınların kendisine gön­ derilmesini istedi. C e m a l e d d i n altınları bulup çıkardı ve bu köleye verdi. O d a bunları alarak Imadiye’de bulunan İ z z ü d ­ d i n A y b e y 'e giderek efendisinin sözlerini bildirdi. O da bu adamı alarak S a m d a g u ’ya götürdü. S a m d a g h u , C e m a ­ l e d d i n G ü l b ey ' i çağırdı ve onu tevbih ederek dedi ki: “Biz seni hükümdar yaptık. Sen ise Mısır’dan gelen casusları kabul ediyor ve bu işi bizden gizli tutuyorsun,,. C e m a l e d d i n in­ kâr edince S a m d a g u , Mısır’dan gelen adamı gösterdi, o da Gülbey’in suçlu olduğunu isbat ederek onun öldürülmesine se­ bep oldu. Daha sonra S a m d a g u , Cezire’ye gitti ve buradaki P a k o d he' leri öldürdü ve H e n a n İ ş u hüküm sürdü.

Yunanlıların 1575 (M. 1264) yılında Musul emiri B e d r e d ­ d i n i n askerlerinden olup Erbilli olan Z e k i, Hanlar hanı nezdinde Musul’a hâkim olan Y u n u s o ğ l u nu hiyanet cürmü ile itham etti ve şu sözleri söyledi : “ Bu adam B e d r e d d i n ' in hâzinesinden altın çalarak gizledi, bunları alarak Mısır’a kaçmak istiyor. Ben bu sırra vakıf olduğum için bana zehir içirmek ve öldürmek istedi. M u v a f f a k isimli ve Nisibli hıristiyan tabip beni tedavi edip kurtarmasaydı muhakkak ki ölecektim,,. Hanlar hanı kızdı ve Y u n u s o ğ l u ' na dayak atılmasını emretti. Bu adamı dayak için yatırdıkları zaman göğsünden bir kâğıt düştü ve bu kâğıdın içinde Kur’an’m şu âyetleri yazılı idi : “Onların dilleri ağızlan içinde bağlanacak, ayaklarına zincir vurulacak ve boyunlarına yular geçirilecek ve biz sevineceğiz. „ Hanlar hanı bu sözlerin ne demek olduğunu sorunca, Y u n u s oğl u’nun düşmanları şu cevabı verdiler : “ Bunlar bu adamın size karşı yaptırdığı büyüleri anlatıyor „ . Hanlar hanı da Yunus oğlu’nun öldürülmesini emretti ve Erbilli Z e k i onun yerine hükümdar oldu. Bu adama bir de 3Akil Karşâ (yani müzevvir) deniliyordu, çünkü bu adam tbn-i Y u n u s ' un etini yemiş ve onu öldürmüştü. Yunanlıların 1576 (M. 1265) yılında Nineva orucu günle­ rinde Hanlar hanı H u l a bu bu dünyadan göçtü. Bu adamın akıl­ lılığı ve ruhunun büyüklüğü, hayret verici hareketleri başka biri


H UN H Ü K Ü M D A R L A R I N A

GEÇEN

XI. H Â N E D A N

585

ile ölçülemez1. Yaz günlerinde mutekit kıraliçe T o k u z H a ­ t u n vefat etti. Bütün dünyadaki Hıristiyanlar, hıristiyanlık dinini muzaffer kılan bu iki büyük ışığın sönmesini büyük teessürle karşıladılar.

Hulabu’dan sonra Ab aka, Hanlar hanı oldu İlhan H u l a b u ' nun bu fâni hayattan göçtüğü günlerde hükümdarların oğulları ile Moğollar, onun en büyük oğlunun tahtına geçmesi üzerinde anlaştılar. Çünkü Allahın ona idrak, basiret, merhamet ve güzel bir huy ihsan etmiş olduğunu gördüler. O da tahta oturduktan sonra harplerde muzaffer ol­ duğunu, bütün düşmanlarını mağlûp ettiğini ve hükmü altında olan bütün milletler tarafından sevildiğini gösterdi. Yunanlıların 1576 yılına müsadif bu yılda Antakya’daki Rumların patriki Eftimius (Euthymius ) , M i h a i l P a l e o l o g o s ’un kızını Hanlar hanı A b a k a ' y a getirdi. Çünkü babası daha önce elçi göndererek onu istemişti. Kızın verildiği yılda Kayserı’ye var­ masından önce Hanlar hanı H u l a b u 'n u n vefatından haber aldılar ve geri dönmediler. Aynı yıl içinde S u l t a n İ z z ü d d i n İstanbul havalisinden kaçtı ve buraya komşu olan B a r a k a t hânedanına haber göndererek vaziyetini bildirdi. Bunlar da onu yakaladılar ve götürdüler. Kendisi hâlâ oradadır. Aynı yılın yaz günlerinde divan reisi A l â e d d i n ' e bir pukdâne (ferman) gelerek onun Bağdad’da mutlak hâ­ kim olduğunu bildirdi. Daha sonra divan reisi olan kardeşi Ş e m s e d d i n ' in ordugâhta esir tutulmuş olduğuna dair hay­ ret verici bir haber yayıldı. Bağdad hâkimi K a r a B u k a derhal A l â e d d i n ' i yakaladı, ağustos’un 20 inci günü kendi sarayında hapsederek keyfiyeti kardeşine bildirdi. Bunun üzerine bir ferman geldi ve A l â e d d i n 'in izaz ve himaye edilerek gönderilmesini bildirdi. Kendisi ile birlikte K a r a B u k a ' nın

kâtibi olan Ermeni genci İ s a k ile Maaddilerden biri gönderildi. Bu Maaddî “Ben Alâeddin’i kaçırmak üzere 1 M üellif, M uhtasar üd-düveVde (S . 497) şöyle d iy o r : « H u lâg u ,

ha­

kim , h a lım , düşünceli ve b ilg ili bir a d am d ı. H uk e m â ve u le m ây ı severdi» (Ö . R .) .


586

A B U ’L - F A R A C

geldim,, demişti.

TARİHÎ

Bunlar ordugâha

vardıkları zaman M aaddî

olan adama dayak atıldı, o da şu itirafta bulundu: “/ ş o f b e ­ nim bu yalanı söylememi istedi,,. Bunun üzerine I s a k da, Maaddilerden olan adam da öldürüldü ve bu sıradan başlaya­ rak hıristiyanlarm durumları bozuldu. Yunanlıların 1577 (M. 1266) yılında Mısır emiri B u n d u kd a r Kilikya kıralı Haitum’a haber göndererek kendisine ver­ gi vereceğini ve Suriye yolunu açarak memleketinden erzak a la ca ğın ı b ild ird i. FZıral T a ta r la r d a n k o r k m a k , y ü z ü n d e n

b ir b a -

rış anlaşması yapmaktan çekindi ve bu yüzden B u n d u k d a r vakit geçirmeksizin Kilikya’ya gelmek üzere hazırlandı. Kı­ rat, Rum diyarına giderek ismi N a p h s h i 1 olan Tatarlar şefine müracaat edip yardım istedi. O da “Hanlar hanından pukdâne almadıkça gelemem,, dedi. Kiralın elçi göndererek cevap bek­ lediği sırada Mısırlı askerler Kilikya’ya saldırdılar. Kıral ise bu sırada memleket dışında bulunuyordu. Bunun üzerine kar­ deşi vekili ve iki ile memleket eşrafı acele ederek Mısırlıları karşılamağa çıktılar ve Servand kayasının civarında harbe tutuştular. Ermeniler kırılmışlar ve bu havali­ nin hâkimi olup kiralın en büyük oğlu olan L e o n bu yılın ağustos ayının 24 üncü gününde ve haftanın 3 üncü gününde esir edilmişti. Kiralın daha küçük oğlu olan B a r o n T o r o s öldürülmüş ve eşrafın gerisi kaçmışlardı.

olan

kiralın

oğlu

Mısırlılar bütün Kilikya havalisinde yayıldılar ve birçok tahribat yaparak insan öldürdüler ve ahaliyi esir aldılar. Bun­ lar Sis şehrine ateş salmışlar ve büyük kiliseyi yıkmakla kalmayarak, bütün kiliseleri yıkmışlardı. Kiliselerin yal­ nız ikisi yani İlâhın anasına ait olan kilise ile M a r S a zum a o\ğl u’nun kilisesi kurtuldu. Çünkü bunların binasında ahşap yoktu. Mısırlılar Mopsuestia’yı, Ayas ve Adana’yı tahrip ederek sonu gelmeyen surette erkek çocukları ve kızları esir aldılar. Bunlar Tarsus’a gelmediler. Mısırlılar Paksemat manas­ tırına ateş saldıiarsa da Gvihat manastırına dokunmadılar. Burada arapça bilir bir rahip bulunması bu manastırın yakılma­ sına karşı gelmiş ve bu rahip Mısırlılara karşı tevazu göster­ mişti. Bu yüzden Mısırlılar onun şahsına da, manastırına da 1 M uhtasar üd-düvel’de (S. 498) arapcası şöyledir :

(ö.

R .) .


HUN

H Ü K Ü M DA RLA RIN A

GEÇEN

XI. H Â N E D A N

587

dokunmadılar. Fakat bu havalide 20 gün kalarak yağmagerlik ettiler, etrafı yakıp yıktılar, nihayet gittiler. Onların gitmesinden sonra kıral H a i t u m Tatarlardan ve Rum diyarı ahalisinden bir ordu ile geldi ise de bunlar zarar­ ların telâfisine çalışacakları yerde Mısırlılardan arta kalan şey­ leri yağma ettiler. Bunun üzerine kıral H a i t u m oğlunu kur­ tarmak kaygısına düştü ve oğlunu kurtarmak için Mısırlılara altınlar ve kaleler vermeği va’d ettiğinden Mısırlılar şu cevabı verdiler: “Biz sizden tatarların elinde bulunan ve ismi S e n k u r A ş k a r yani kızıl saçlı adam olan dostu istiyoruz. Bu adamı kurtarıp gönderin ve oğlunuzu alm „*. Bu sırada Rum diyarı sultanı R ü k n ü d d i n kendisini sal­ tanat tahtında sağlamlayan P a r v a n a (Pervane)’yı ortadan kaldırmak istedi. Halbuki bu P e r v a n e ' nin hükümete ettiği iyilikler ve güzel hareketler etrafa yayılmıştır. Pervane keyfi­ yetten haberalınca R ü k n ü d d i n ' in yanlarında bulunduğu sırada Moğol eşrafını ikaz etti ve bir adamı ikna ederek R ü kn ü d d i n’in yattığı çadıra gönderdi. Bu adam R ü k n ü d d i n ' in boynuna bir kemend attı, onu boğdu, sonra onu dışarı çıkar­ dılar ve gömdüler ve onun yerine henüz 4 yaşında bir çocuk olan oğlu G ı y a s ü d d i n ' i tahta oturttular. Bu sene içinde N â s ı r (Râdi ?) ü d d i n P a p a (Baba) ordugâhtan bir pukdâne getirerek Erbilli Zeki’yi öldürdü ve onun yerine Musul’da büküm sürdü. Yunanlı’ların 1578 (M. 1267) yılında kıral Haitum Musul’a geldi ve buradan hareketle Hanlar hanı A b a k a 'y a biat etmek üzere gitti. Kıral Mısır’da esir olan oğlu yüzünden Hanlar hanının karşısında ağlayarak oğlunun yerine kızıl saçlı S e nk u r u istedi. A b a k a ona acıyarak şu sözleri söyledi: “Bu adam hali hazırda yakınlarda değildir, fakat sen memleketine dön, ben de onu getirtir ve sana gönderirim,,. H a i t u m da hanı bırakarak geri döndü. Bu sırada Rum diyarının idaresini elinde bulunduran P e r v a n e , kıral H a i t u m un kızını almak suretiyle arada münasebet tesis etmek istedi ve bu meseleyi Ermeni bir rahip 1

« K ıra l da bu şekilde hareket etti ve o ğlu n u k urta rd ı». Bk. M uhta­

sar üd-düvel, s. 499 ( Ö . R .) .


588

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

olan ve kıral tarafından Tatarlara elçi olarak gönderilen P ars i t i a açtı. Bu budala da ona şu fikri verdi: “Kıral memleke­ tinizden geçmek üzere buraya geldiği zaman ona hürmet gösteriniz ve kızı ondan isteyiniz. O da, onu sizden esirge­ mez,,. Bunun üzerine kıral, ordugâhtan dönerek Karatay’daki hana indiği ve burada bir gece kaldığı sırada P e r v a n e Rum diyarının bütün eşraf ile birlikte gelerek kirala son derece kıymetli hediyeler vermiş ve kızını istemişti. P e r v a n e kızı isteyince kıral şu cevabı verdi: “Kızımın kardeşi esir yaşadığı müddetçe bize düğün yapmak yakışmaz,,. P e r v a n e kızın kardeşi geri gelinceye kadar bekledi, fakat kiralın kızı bu sırada vefat ettiği için onun da fazla beklemesine hacet kalmadı. Bu yüzden rahip Parsih de hiddetine kurban gitti. Yunanlıların 1578 (M. 1267) yılında Musul’daki Mısırlı fakih cA l a m ü r - R i a s e yakalanarak eylül ayının 29 uncu gü­ nüne müsadif haftanın ikinci günü mahpeste katledildi. Yunanlıların 1579 (M. 1268) yılında S e n k u r A ş k a r Semerkand’dan getirilerek kıral Haitum’a gönderildi, o da onu Mısır’a gönderdi. Aynı yılın 40 günlük orucu sırasında Nasturîlerin katolikusu olan M a r D e n h a senelerce önce müslüman olan Tagrit ahalisinden birini alarak onu Dicle’de vaftizlemek istedi. Bağdad ahalisi keyfiyyetten haber aldılar ve divan reisi A l â e d d i n e karşı büyük bir gürültü kopardılar. O da katolikusa müteaddit defalar eşraf göndererek bu adamı is­ tetti. Katolikus bu adamı vermek istemediğinden ahali hiddetten köpürdüler ve katolikusun ahşaptan olan evine ateş saldılar, sonra katolikusu öldürmek üzere dıvarları tırmandılar. Divan reisi keyfiyetten haber alarak katolikusu suların aktığı taraftan gizlice sarayına alarak onu kurtardı. Katolikus da ordugâha müracaat ederek şikâyet etti, bunun üzerine elçiler geldi ve onu alıp ordugâha götürdüler. Katolikus şikâyet edince hiç bir kimse onu dinlemedi, o da buradan Erbil’e döndü ve bu­ ranın kalesinde bir kilise inşasına teşebbüs ederek burada ikamet etti.

A ntakya’nın zaptına dair Aynı yılın haziran ayında Mısır

hükümdarı olan B u n ­ karşı ordular gön­

d u k d a r Suriye’nin Büyük Antakya’sına


HU N

H Ü K Ü M D A RLA RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

589

dererek burasını müdafaa edecek kâfi kuvvet bulunmaması yüzünden şehri kılıç ucu ile zaptetti. Şehrin içindekiler sulhan teslim olacak derecede idrâk sahibi kimseler değillerdi. Bu yüzden Mısırlılar şehre girdiler, şehrin içindeki bütün erkekleri kestiler, meşhur kiliseleri yıktılar, kadınları, erkek ve kız ço­ cukları esir alarak burasını bugüne kadar harabe yığınların­ dan ve bir çölden ibaret bıraktılar. Aynı yılın yaz mevsiminde A z i z M a r yani Cezire piskaposu H e n a n İ ş o yakalandı ve onun öldürülmesi için bir ferman çıkarıldığı söylendi. Nitekim bu adam kılıca değil fakat uzanarak tefekkür ile meşgul olduğu sırada büyük bir taşın kaldırılarak arkasından başının üzerine atılması ile öldü­ rülmüştü. Daha sonra kafası kesilmiş ve Cezire şehrinin kapısı üzerine asılmıştı. Onun başına bu belânın gelmesine sebep, dünya işlerine dalması ve bir hükümdar olmak istemesi idi. Kendisi birçok utandırıcı hareketlerle de itham edilmişti. Bu sıralarda Mısırlılar, varidat reisi Kıral H a i t u m oğlu L e o n 'u babasının yanma gönderdiler. O da bu yılın temmuz ayında Kilikya’ya gelerek babasına ve bütün Hıristiyanlara teselli verdi. Kıral H a i t u m Bağdad’da bulunan Hanlar hanına tazimatını sunmak üzere gitti, oğlunun kurtulması yüzünden şükranlarını sunduktan sonra oğlunun memleketi idare etmesi ve kendisinin de yaşlılığı ve zaifliği dolayısıyle huzur içinde yaşaması için bir ferman aldı. Hanlar hanı Leon’un tahta geç­ mesi için icabeden emirleri verdi. Yunanlıların 1580 (M. 1269) yılında nisan ayının 17 inci gününde, haftanın 4 üncü günün ilk saatinde Kilikya’da şid­ detli bir zelzele oldu ve Servand kalesinin kayasını ve Amaos’u ve Haruta kayasını, Ermenilerin büyük manastırını, yani K ıral Balut manastırı nı tahrip etti. Bu felâket sırasında 8.000 kadar kişi helâk oldu. Temmuz ayında varidat reisi Kıral zâde Leon hanına arz-ı tazimat etmek üzere hareket etti ve çok iyi karşılandı. Onun, babası yerine saltanatı idare etmesi karar­ laştırıldı. Yunanlıların 1581 (M. 1271) yılında Mısır hükümdarı Fi­ listin’e gitti ve Ekrad kalesine karşı bizzat ordugâh kurarak burasını kılıç kuvveti ile zabtetti ve kalenin içinde bir kimseyi


590

A B U ’L - F A R A C

TARİH İ

öldürmeyerek burada yaşamak isteyenleri yerlerinde bıraktı ve gitmek isteyenleri Trablus’a gönderdi. Yunanlıların 1582 (M. 1271) yılının sonbahar mevsiminde mutekit hükümdar H a i t u m göğsünde patlak veren irinli bir apse yüzünden vefat etti. Aynı yıl içinde baş papaslar ve eş­ raf Tarsus şehrinde toplandılar ve tacı oğlunun basma geçir­ diler ve onu kıral ilân ettiler. Daha sonraki oruç mevsiminde Ismailîler, divan reisi A l â e d d i r i l Bağdad’da at sırtında gezdiği sırada yakalaya­ rak bıçakladılar, fakat onu ağır bir surette yaralayamadılar. I s m a i l î l e r yakalanmışlar ve âzaları parçalanmıştı. Araplar bu sırada bunların hıristiyan olduklarını ve katolikus tarafın­ dan gönderilmiş bulunduklarını bildiren şayialar yaydılar. Bu yüzden Bağdad’da bulunan mukaddes adamlar, rahipler ve başlıca şahıslar yakalanıp hapse atıldılar. Erbil emiri K u t l u B e y de katolikusu ve mukaddes adamlarını yakalayarak hap­ setti. Bunlar bütün oruç mevsimini büyük mihnetler içinde ge­ çirdiler. Nihayet Allah onlara yardım etti ve ordugâhtan gelen bir ferman ile serbest bırakıldılar. Katolikus bu sıradan baş­ layarak Azerbaycan’daki Eşnu şehrinde ikamet etmektedir. Yunanlıların 1583 (M. 1272) yılında Kilikya’daki Rum asilzâdeleri yeni kıral L e o n 'a karşı hâinane bir surette hare­ ket ettiler. Halk bu hiyaneti sezerek bunların başında bulunan B a r o n ’u yakaladılar. B a r o n ’un arkadaşları keyfiyetten haber alarak kalelerin birine kaçtılar ve Rum diyarına haber gönde­ rerek yardım için gelmelerini ve kaleye karşı karargâh kurdu ve içerde bulunan Ermeniler Rum asilzâdeierini yakalayarak bunları hükümdarlarına teslim ettiler. O da bunların hepsini öldürdü. Bundan başka Anazarba şehrinin kalesinde bulunan Bihram’ı da öldürdü. Çünkü bu adamlar bu kaleye kaçtıkları zaman kıral Antakya’daki Rum patriğini bunlara gönderdi, o da sulh içinde teslim oldukları takdirde kendilerine dokunulmıyacağına dair yemin etti. Fakat patrik bunların yanına gidince teslim olmamalarını, çünkü teslim olurlarsa kiralın yanına dö­ nerek kirala şu sözleri söyledi : “Bunlar beni dinlemeyerek teslim olmadılar,,. Kıral da vaziyeti anladığı için bu adamları öldürdükten sonra patriki yakalayarak İstanbul kiralına gön­ dermek ve kiralın vereceği hükmü beklemek istedi. Patrik,


H UN

H Ü K Ü M D A RL A RIN A

GEÇEN

XI. H Â N E D A N

591

İstanbul’a götürülmek üzere askerlere teslim olunmuş, bunlar da onu Ayas şehrine götürerek deniz kıyısında ona bir çadır kurmuşlardı. Askerler daha sonra gıda maddeleri almak üzere şehre gitmişler ve akşama kadar şarap içmekle vakit geçirmiş­ lerdi. Patrik de civarda yaşayan Rum denizcilerine bir mektup yazarak bunları çağırmış ve karşılarında ağlıyarak askerlerin onu İstanbul’a götürmiyerek Ermenilere ait deniz kıyısında bırakarak ölümüne sebep olmak istediklerini söylemişti. Rumlar patriğin haline acıdıkları için küçük bir kayığa aldılar ve onu Rum diyarındaki Türklerin yanına götürdüler. Bu sırada Ermeni kıralı L e o n babasının Pervane’ye ver­ mek istemediği kızkardeşi yerine bir cariyeden hasıl olan kızını Pervane’nin oğluna verdi ve böylece aralarında samimî bir dost­ luk kuruldu. Yunanlıların 1584 (M. 1273) yılının 18 sonkânun gününde ve haftanın 4 üncü gecesinde Azerbaycan şehrinde ve bilhassa Tebriz şehrinde şiddetli bir zelzele oldu ; bu yüzden saraylar, camiler, sütun başları yıkıldı. Fakat Allah bizim kilisemizi ko­ rudu ve bu kilise asla sarsılmadı ve âyinlerin icrası bir lâhza durmadı. Rumlar, Ermeniler, Nasturîler ve bizim bütün cemaa­ timiz burada toplandılar. Fakat onbinlerce Arap şehrin dışındaki bahçelerde çadırlar kurdular, burada 2 ay kadar kaldıktan sonra tekrar şehre döndüler. Bu zelzele sırasında 250 kadar Arap ölmüştü. Bu senenin yaz mevsiminde Suriye’nin eşkıya çeteleri Ayıntab’dan ve Bira’dan K laudia (Claudia) ’ya geldiler ve yıl­ dırım sürati ile memleketi aşarak hududuna vardılar, kadınları ve bir sürü genç erkekleri esir ederek gittiler. Bunlar geceleri kalmayarak gündüz hareket ediyorlardı. Biz bu sıralarda S a w m a o ğ l u manastırına gitmek üzere hazırlanmıştık. Çünkü vukubulan hâdiseden ancak bu havaliye yaklaştıktan sonra haber almış ve buraların doluya tutulmuş bir bağ gibi düpedüz bir hale geldiğini görmüştük. S e r g i u s manas­ tırında oturduğumuz sırada manastırdan 30 kadar silâhlı rahip geldi ve bizi alıp manastıra götürdüler. Yunanlıların 1585 (M. 1274) yılında Hanlar hanı birçok askerler ile Bağdad’a geldi. Burada yoksuzluk vardı ve gıda maddeleri nâdirleşmişti. Üstelik çekirge de musallat olmuştu.


592

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

Bu senenin 40 günlük orucu sırasında Musul civarindaki Mihail manastırındaki Nasturî bir rahibin bir Arap kadını ile gayri meşru münasebetlerde bulunduğu keşfedilmiş, o da dinini terkederek müslüman olmuştu. Bu hâdise yüzünden Hıristiyanlar çok ıstırap çektiler ve kederlendiler. Bunun üzerine bu manastıra mensup olan rahipler ile müslüman olan rahibin zâhid amcası bu zillete ve şenaata tahammül edemeyerek keyfi­ yeti Moğol orduları kumandanı Tarpaşi’ye bildirdiler. O da kalkıp Musul’a geldi ve müslüman olan rahibi öldürecekmiş gibi hiddetle yakaladı. Musul’un Arap halkı bu hali görerek hırslandılar ve bu yüzden büyük bir kalabalık sopalar ve fe­ nerler taşıyarak sarayın kapısı önünde biriktiler ve Moğollara karşı ağır hakaretler yağdırdılar ve müslüman olan adamı ser­ best bırakmadığı takdirde Tarpaşi’yi ve yanında bulunanları öldüreceklerini söyleyerek tehditler yağdırdılar. Moğollar kork­ tukları için rahibi serbest bıraktılar, Araplar da onu alarak bir ata bindirdiler ve Musul şehrinde dolaştırdılar. Böylece hıristiyanların kederi eskisine nisbetle kat kat arttı. Bu sıralarda Erbil hıristiyanları Hosanna bayramını tes’id etmek istedilerse de Arapların buna mani olmak istediklerini anlıyarak hıristiyan olan ve kendilerine yakın bir yerde bulu­ nan bazı Tatarlaıı yardım için çağırdılar. Bunlar geldiler ve mızraklarının uçlarına haçlar diktiler. Nasturîlerin metropolü de atları sırtında önden giden Tatarların peşinden bütün cemaati ile birlikte yola çıktı. Bunlar kalenin karşısında görününce Arap cemaatleri toplandılar ve ellerindeki taşları Tatarların ve hıristiyanlarm üzerine attılar. Bunlar da dağıldılar ve her hırıstiyan bir tarafa kaçtı. Bundan sonra Hıristiyanlar birkaç gün bir yere çıkamadılar. Bu hâdise de. her yerde bulunan hıristiyanları mahzun etti. Bu yıl içinde Iranlı feylesof H â c e N â s ı r 1 vefat etti. Ünlü ve şöhretli bir adamdı, ilmin her vadisinde teferrüd et­ mişti. Bilhassa riyaziyatta çok yüksekti. Kendisi yıldızları ta­ rassut için âletler yapmış ve İskenderiye’de Batlamyus tarafın­ dan yapılan harikulâde büyük tunç küreden daha hayret ve­ rici küreler vücuda getirmiş ve yıldızları tarassut ederek bun­


H UN

H ÜK Ü M DA RLA RIN A

GEÇEN

XI.

HANEDAN

593

ların hareketlerini tarif etmişti. Azerbaycan şehirlerinden olan Meraga da muhtelif memleketlere mensup zeki adamlar onun etrafında toplanmıştı. Bütün Bağdad ve Asur’daki medreselere ve ilim ocaklarına aid bütün evkaf onun idaresi altında bu­ lunduğundan kendisi buralara kifayet edecek muallimler ve talebelere hisselerini gönderiyordu ve bütün bu yerleri ziyaret ediyordu. Kendisi bu sıralarda muhtelif yerlere gitmek üzere Bağdad’ı ziyaret etmekte olduğundan burada vefat etmişti. Bazı kimseler onun kör olduğunu yazıyorlar. Kendisi birçok eserler yazmıştır. Bunların bir kısmı retorik ile tabiî ve İlâhî ilimler hakkındadır. Oklid ile Magist’i kemali dikkatle tertip etmişti. Farsça ile bir kamus yazarak, amelî felsefeye müteallik Eflâtun ve Aristo’nun sözlerini bu eserde izah etmiştir. Ken­ disi eski filosofların düşüncelerine bağlı idi ve yazıları ile on­ lara karşı gelenlerle mücadele etmişti. Yunanlıların 1586 (M. 1271) yılının ilk kânun ayında Mu­ sul’daki bazı fena adamlar geceleyin yahudi bir kuyumcunun kapısını çaldılar, kuyumcu bunlara “Ne istiyorsunuz?,, deyince şu cevabı aldı : “Biz genç adamlarız, yiyecek satın almak üze­ re sizden para istemeğe geldik,,. Yahudi sordu: “Kaç para istersiniz?,,, onlar da cevap verdiler: “20 zuze,.. Yahudi kor­ karak istediklerini getirdi ve parayı kapının içindeki bir de­ likten vermek istedi. Bunlar razı olmadılar ve “Kapıyı aç„ de­ diler. Meseleyi bir saat kadar münakaşa ettikten sonra bunla­ rın bir kısmı dıvarları tırmanarak dama çıktılar, evin içine inerek kapıyı açtılar ve hepsi de içeri girdiler. Bunlar yahudiye işkence ederek bütün servetini göstermesine sebep oldular. Sonra onu öldürmek üzere ellerini uzattıkları zaman karısı araya gerilerek hırsızlara yalvarmağa başladı ve “Bu adamın gençliğine acıyınız ve beni onun yerine öldürünüz,, dedi. Bu katı yürekli mel’un adamlar şu cevabı verdiler: “Seni de, onu da öldürürüz „ ve kocasını öldürdükten sonra onu da bıçak­ layarak yarı öîü bir halde bıraktılar ve servetin büyük bir kısmını alıp gittiler. Gün doğup herkes geldiği zaman yahudinin ölü ve karısının son nefesini vermekte bulunduğunu gördüler. Kadın da hâdiseyi anlattıktan sonra günün 9 uncu saatine doğru öldü. Abu l- F a ra c Tarihi 38


594

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

Bu sırada sayıları 30’a varan Arap fa k irle ri Suriye tara­ fından Kilikya’ya gelerek Tarsus’ta gömülü olan halife Me’mun’un kabrini ziyaretle feyiz kazanmak istediler. Bu sırada, Mısır hükümdarı B u n d u k d a r ın da bunların arasında bulunduğu ve kıyafetini değiştirerek diğer memleketlerin ahvalini tetkik etmek istediği sanıldı. Kilikya hükümdarı da bunları yakalaya­ rak büyük bir kaleye hapsetti. Şayia Mısır’a varınca sık sık elçiler gelip kimlerin mahbus olduklarını araştırmağa başladılar. Bu yüzden şüphe teeyyüd eder gibi oldu ve kıral L e o n bun­ ları tahliye etmek istemedi. Mısırlılardan bir ordu toplanmış ve büyük oruç günlerinde Kilikya’yı istilâ etmişti. Yunanlıların 1586 (M. 1275) yılında 500 atlı ile Ermenilerden müteşekkil bir ordu Mısırlılarla harbe tutuşarak bunları kaçmağa mecbur etti. Fakat bunun üzerine 8.000 kişiden müte­ şekkil kuvvetli bir ordu toplandı ve bunlar zavallı memleketin üzerine çullandılar. Askerler martın 25 inci gününe müsadif haftanın ikinci gününde Ayaş’a vardılar ve burada bulduk­ larını öldürdüler. Çünkü yakın olan küçük adadaki ahalinin çoğu buraya kaçmışlar, fakat Mışırlı Araplardan kurtulmakla beraber Frank eşkıyasının eline düşmüşler, Franklar bunların bütün eşyalarını yağma etmişler ve abalarını dahi alıp götür­ müşler, fakat bunları öldürmemişlerdi. Daha sonra Mısırlılar haftanın 3 üncü günü Ayaş’tan Mopsuestia’ya sür’atle geldiler, birçok kanlar döktükten sonra burasını kâmilen yarattılar ve bir köprüyü aşarak bütün bu havalide yayıldılar. Bunların bir kısmı Tarsus’a gittiler ve Arapların bayramına müsadif cumartesi günü buradaki kulede namazlarını kılarak Krikus’a kadar ilerlediler ve rastgeldiklerini öldürdüler, yağma ettiler ve yaktılar. Bunların bir kısmı Sis’e kadar ilerlediler, fakat burada bir tek adam bula­ madılar. Çünkü herkes kaleye iltica etmişti. Onlar da burasını parça parça yaktılar.Paksimat manastırında 25 rahip ile muhteşem bir ihtiyar olan ve müteveffa Patrik Mar Ignatius’un akrabası olan R a b b a n S a l o m o n’u öldürmüşler, manastıra ateş vermişler ve Guihat manastırı ile Ermenilerin ve Rumların diğer manas­ tırlarını ve Sis şehrinin havalisinde bulunan patrikimizin küçük manastırını yakmışlardı. Bunun üzerine patrik, Bahga kalesine kaçtı ve bu hâdiseler geçinceye kadar bir mülteci olarak orada kaldı.


HUN

H Ü K Ü M D A RL A RIN A

GEÇEN

XI. H Â N E D A N

595

Mısırlılar Beyaz Sept’e kadar bu memlekette kaldılar. Sonra birçok ganimetler alarak ilerlediler. Öldürülenlerin sayısı 60.000 e varmıştı. Esir olarak götürülen kadınlar ile çocuklar ise sayılamayacak derecede çoktular. Buralarda 10.000 kadar Türkmen bulunuyordu. Bunlar da hıristiyanların mallarını bü­ yük tahribata uğrattılar. Mısırlılar, hücum edince kıral hepsini öldürdü, âilelerini esir etti ve mallarını yağma etti. Aynı yıl içinde Trablus prensi B a i m o n d (Bohaimond) vefat etti ve oğlu yerine geçti. Asilzâdeler Kıbrıs prensinin babası olan, yaşlı ve akıllı bir zat sayılan S i r H a r r i ’yi ge­ tirterek genç adamın yetiştirilmesini ve memleketinin idaresini ona emanet ettiler. Bu sırada Musul havalisindeki Kürtlerin peygamber say­ dıkları Ş e y h A d i y ’in oğulları olan iki kardeş kavgaya tutuş­ tular. Bunların biri Moğollardan bir zevce aldığı için, diğeri korku içinde idi. Onun için 400 kadar kişiden müteşekkil âilesini ve akrabasını alarak koyunları, inekleri ve atları ile birlikte Suriye’ye kaçtı. Hıristiyanlar bu adamın yurtlarından geçerken kendilerini öldürüp mallarını yağma etmesinden son derece korkmuşlardı. Fakat bu adam bir kimseye zaraıı do­ kunmadan geçip gitmişti. Onun gitmesinden sonra bir takım eşkıya geldiler, Nineva havalisinde bir köy olan Bet Takşur’u aldılar. Köylüler bunlarla şiddetli bir muharebeye tutuşarak eşkıyanın on kadarını öldürdüler ve köylülerden beş kişi öldü­ rülerek yedi genç kadın ve üç genç erkek kaldırılıp götü­ rülmüştü. Yunanlıların 1587 (M . 1276) yılının ilk teşrin ayının 3 üncü gününe müsadif haftanın 5 inci günü Artestia, yani Erciş’te şiddetli bir zelzele oldu ve kuvvetli surlar ile bütün binalar yıkıldı ve ahalinin büyük bir kısmı helâk oldu. Aynı hâdise Halat şehrinde vukubuîdu, yalnız buradaki zelzele günün 9 uncu saatinde hissolundu. Burada da geniş tahribat oldu, fakat bu tahribat Erciş’teki tahribat derecesinde geniş değildi. Bu sırada Kilikya’dan Rum diyarına gitmekte olan Hıristiyanlara ait büyük bir ticaret kervanı 300 Türkmen atlının taarruzuna uğramış, bunlar en meşhur hıristiyan tacir­ lerinden 80 kadarını Heraklia şehri civarında öldürmüşler ve bunların mallarını allıp götürmüşlerdi. H a d i r i oğlu

Isa


596

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

âilesine mensup olan tacirlerden biri ile beraber 120 bin Sur dinarı bulunmakta idi. Bütün kervandan yalnız 4 Arap devesi kurtulabilmişti. Aynı yılın kışında 70.000 Moğol askeri toplanarak Bira kalesini almak üzere yürüdüler. Fakat şiddetli karların yağ­ ması ve acı soğukların başlaması yüzünden muvaffak olama­ dılar. Bunların çoğu atsız kaldıkları için yaya olarak döndüler. Büyük A b a t a i N a v i n bunların başında bulunuyordu. O da Asur’a vardığı zaman şiddetli soğuk yüzünden hasta düş­ müştü. Bu askerlerin geri dönmesi üzerine Türkmenler ileri atıldılar, büyük kuvvetler ile hareket ettiler ve bunlara Mısır ordusuna mensup 1000 atlı katıldı. Bunlar Maraş tarafından gelerek Kilikya’nın dağlık taraflarına gitmek istediler. Kıral L e o n buna karşı Ermenilerden bir ordu topladı ve onun başına amcası olan B a r o n S i n b a t 'ı ve sair eşrafı geçirdi. Bunlar Türkmenler ile Maraş civarında 40 günlük orucun mukaddes oruç günlerine müsadif 3 üncü cuma günü harbe tutuştular. Aynı gün kiralın amcası olan Baron Sinbat ile diğer eşraf yani Harbizag (?) prensi ile en meşhur adamlardan 13 kişi ve 300 atlı maktûl düştüler. Türkmenlerden de birçokları öldürüldüler ve bunlar memlekete giremiyerek geri döndüler. Bu hâdiselerin vukuundan evvel, yani bu orucun ilk cu­ martesine müsadif haftanın dördüncü gününde ve şubat ayının 17 inci gününde (Yunanlıların 1587 si, M. 1276) Musul ve Erbilde ve bunların etrafında boralar koptu, rüzgâr kırmızı kumlarla o derece yüklü idi ki herkes günün 3 üncü saatinden 9 uncu saatine kadar yanı başındaki kimseyi göremiyecek hale geldi. Herkes dehşet içinde idi. Erciş’te olduğu gibi bir rüzgâr tufanı ile, yahut bir zelzele ile ortadan kalkacaklarını sanıyor­ lardı. Halk bu yüzden evlerinden dışarı çıkarak geceyi ovada geçirdiler ve rüzgârın yavaşlaması üzerine evlerine döndüler. Oruca girmeğe tekaddüm eden ölüler haftasında rüzgâr yine birçok kumlar taşıdı, fakat bunlar ilk önceki kadar mebzul değildi. Bu sırada ismi B i ş a r olan kötü ve kan dökücü olup 100 yaşma varmış bir ihtiyar olan Zait kalesi emiri, Mısırlılar tarafına kaçmağa karar verdi. Çünkü Erzincan şehrinin büyük


HUN

H Ü K Ü M D A RLA RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

597

bir adam olan ve Hünlerin kıralı tarafından saygı gören Erme­ ni piskaposu M a r S a r k i s'e karşı düşmanlık hissediyordu. Onun için bu adamı öldürüp kaçmağa karar verdi ve bu işi yapmak için hür adamlarından bazılarını yanına alarak Erzin­ can havalisine gitti. B i ş a r piskaposun bir manastırda bulun­ duğunu ve Hosanna bayramı için hazırlandığını haber alarak onu yolda bekledi. Mukaddes adam haftanın 2 inci günü şehre gitmek üzere kalktığı zaman büyük ve meşhur bir adam olan oğlu da yanında idi. Oğlu mukaddes adam olan babasına şu sözleri söyledi: “Siz şehre gidiniz, bense bir köye giderek meşgul olacağım ve orada yapılan bir kiliseyi takdis edece­ ğim,,. Babası ona buraya gitmek için izin verdi ve oğlunun uzun müddet kalmamasını söyledi. Bunların ayrılmaları üzerine 3 Türk atlısı geldiler ve mukaddes adamla buluştular. Bunlar atlarından inip onun elini öpmek üzere ilerlediler. Bunlar ona “Bir elçi geldi, sizinle 'oğlunuzun yarlığı (yani Moğol fermanını veya İdarî emirnâmeyi) okumanızı istedi. Mukaddes adam şu ce­ vabı verdi: “Oğlum bir köye gitti, fakat ben geleyim,,. Bunlar bir müddet ilerledikten sonra 200 Türk atlısının taarruzuna uğradılar ve neticede mukaddes adam ile ihtiyarlardan, rahiplerden ve köle­ lerden müteşekkil olup yanında bulunan 38 kişi öldü. Mukaddes adamın başı kesilmiş, sonra köyü zaptedilmiş ve oğlunun bulun­ duğu kilise kuşatılmıştı. Bunlar kiliseye girince mukaddes adamın oğlunu bulamadılar. Çünkü kilisenin içinde bir yığın buğday bulunuyordu ve kendisi bunun içine saklanmıştı. Bunlar geri dönmek isteyince bu mel’un kâfirlerden biri “ Evvelâ şu yığına ateş verelim de öyle gidelim „ dedi. Yığına ateş verildikten sonra genç adam yarı diri bir halde çıktı. Türkler ona sordu­ lar : “Baban nerede ?„ ; o da şu cevabı verdi “ Şehre gitti „ . Bunun üzerine babasının kesik başını önüne attılar. Genç bu kafayı görünce bir çığlık kopararak babasının başı üzerine düştü. Onlar da onun düşmesi üzerine vücudunu parça parça ettiler. Bu hâdiselerden sonra B i ş a r nâmındaki kötü adam oğullarını ve bütün askerlerini alarak Mısır hükümdarının ya­ nma gitti. Rum diyarının idaresini elinde bulunduran P e r v a n e Moğolların Mısırlılara karşı temayül göstermekte olmasının şüphe uyandırmasından endişe ederek Sultan R ü k n ü d d i n 'in


598

ABU'L- F A R A C

TARİHİ

kızını aldı ve Hanlar hanına hizmet etmek üzere götürdü ve şu sözleri söyledi : “ Mısırlılar’ın gelip bu kızı ele geçirmek istediklerini haber aldım. Onun için acele ederek onu buraya getirdim,,. Tatarlarda bu yüzden ona teşekkür ettiler. P e r v a n e şu sözleri de söyledi: “ Bizim emirlerimizden olan H a t ı r o ğ l u Rum diyarı, prensi olan G ı y a s ü d d i n namındaki genci alarak Mısır’a kaçmak niyetindedir. Bana bir ordu verin de onu hemen yakalıyalım,,. Bunun üzerine Hanlar hanı’nın küçük kardeşi K u n g u r t a y onunla beraber hareket etti ve bunlar H â t ı r o ğ l u ile genç sultanı Filistin ovasında buldular ve Suriye’ye kaçmak istediklerini gördüler. K u n g u r t a y , H â t ı r o ğ l u n u öldürdükten sonra sultanı P e r v a n e ' ye teslim etti, o da onu tekrar saltanat tahtına oturttu. Böylece P e r v a n e Tatarlar tarafından çok büyük adam sayılır oldu ve kendi­ lerine gösterdiği samimî sevgi yüzünden son derece sevilir bir adam oldu. Bu sırada Erbil köylerinden Bar Kavta yerlisi olan büyük bir hıristiyan tüccar, yani A l e m ü d d i n Y a k u b , K u b l a y H a n 'a arz-ı hürmet ederek dönüşü sırasında Horasan yollarında vefat etti. Bunun üzerine kendisine refakata memur edilen ve Uygur milletine mensup şerefli ve büyük adam olup zâhidâne bir hayat süren A ş m u t tacirin oğullarını alarak Hanlar hanı Abaka’ya arz-ı tazimat etmek üzere alıp götürdü. Hanlar hanı bunları nezaketle karşıladı ve en büyük oğlu olan M e s ' u d ' u Musul ve Erbil emirliğine tayin etti. A ş m u t da bu emirin ida­ resini ele aldı. M e s ' u d ' un hükümran

olduğu yılda, yani Yunanlıların 1587 (M. 1276) yılında Şeyh Adiy’in diğer oğlu Musul havali­ sinden Mısır’a kaçtı ve Tatarlar arasından almış olduğu Moğol kadınını da birlikte götürdü. 1588 (M. 1277) yılında Mısır hükümdarı B u n d u k d a r Rum diyarına bizzat gitmeğe karar verdi. Çünkü B i ş a r na­ mındaki ihtiyar adam ile onunla birlikte kaçan diğer Rum di­ yarı eşrafı onu bu hatt-ı hareketi tutmağa şevkettiler. Kilikya kıralı L e o n keyfiyetin farkına varınca Tatar kumandanlarına haber göndererek Mısırlıların kendilerini yakalamak üzere bu­ lunmaları hasebiyle uyanık davranmalarını söyledi. Bunun üze­ rine P e r v a n e ' ya Ermeniler kiralına karşı nefretinden, yahut


HU N

H Ü K Ü M DA RLA RIN A

GEÇEN

XI. H Â N E D A N

599

tatarlara karşı dürüst davranmadığından Tatarlara karşı yalan­ cı olduğunu gösterdi. Kıral L e o n buna tahammül etmediği için Dababa kalesinde bulunan Tatarlara bitişik bir yere geldi ve hergün Tatarlara bir elçi göndererek şu sözleri bildirdi: “Dik­ kat edin ve uykudan uyanın, çünkü Mısırlılar büyük bir ordu ile yaklaştılar,,. P e r v a n e de aynı şekilde yalan söylüyor ve Tatarlara mütemadiyen yiyecek ve içeceğe ait haberler gönde­ riyordu. Bu yüzden Tatarlar kıral L e o n un sözlerine inanmadı­ lar. Pervane ise Tatarlara hergün ziyafet çekiyor, yedirip içiri­ yordu. Bu hal Yunanlıların 1588 (M. 1277) yılının cumaye mü­ sadif 16 ıncı Nisan gününe kadar devam etti. O gün Mısırlılar, Moğolların üzerine atıldılar ve bunları yemekten şişmiş, içkiden sızmış bir halde buldular. Bunların herbiri atma en büyük güçlükle binebiliyordu, Tatar yasası­ na göre düşmanla karşılaşıp dövüşmeden kaçmak yasak oldu­ ğu için Tatarlar Mısırlılar ile dövüştüler ve kırıldılar. Bu mağlûbiyet sırasında Tatarların büyük şeflerinden ikisi maktûl düştü. Bunların biri D o ğ u , diğeri P e h l i v a n T u d a n idiler. Tatarlar ile birlikte 3.000 İberyalı da bulunuyordu. Bunların gösterdikleri mukavemet son derece şiddetli olduğu için içle­ rinden 2.000 kişi öldü ve bunlar birçok Mısırlıları yere serdi­ ler, sonra içlerinden 1000 kişi kurtuldu. Moğollardan muhare­ bede maktûl düşenlerin sayısı 5.000 idi. P e r v a n e Tatarların mağlûp olduklarını gördükten sonra sultanı alarak Dukia kalesine kaçtı. Mısır hükümdarı B u n ­ d u k d a r da çadırlarını Kayseri’nin civarında Kaykubad adını taşıyan yerde kurdu ve burada 15 gün kaldı. Sonra hemen Kayseri’ye giderek sultanın tahtı üzerinde oturdu. Kendisi halktan bir kimseye dokunmadığı gibi, yağmagerlik de etmedi. Ordusuna mensup askerler de herşeyi bedeli mukabilinde satın aldılar. Hattâ atlarının samanını dahi bu şekilde tedarik ettiler. Çünkü B u n d u k d a r şu sözleri söylemişti: “Ben bu memle­ keti harap etmek için gelmedim. Sultanını Tatarların esaretin­ den kurtarmak için geldim,,. Hanlar hanı A b a k a bu muharebeye ait haberleri alınca hazır olan askerlerini topladı ve Rum diyarına doğru hareket etti. B u n d u k d a r ordusunun dövüşemiyeceğini anlayarak P e r ­ v a ne'nin anası olan ihtiyar kadını ve Ermeniler kiralının


600

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

damadı olan en büyük oğlunu yanına alarak hareket etti ve bu sırada Roman adlı hıristiyan şehrini kılıç ucu ile imha etti. Çünkü ona “Tatarlar bunlara güvenerek kuvvetleniyor ve Su­ riye’ye geçiyorlar,, denilmişti. Hanlar hanı Rum diyarına va­ rınca Mısırlılardan kimse kalmadığını ve Suriye’ye kaçan Türkmenlere mensup birkaç kişi kaldığını gördü. Hanlar hanı bunları takip ederek kendilerine yetişti, ellerine düşenleri öl­ dürdü ve aileleri ile akrabalarını esir aldı. Tatarlar açgözlü­ lükleri dolayısiyle birçok hıristiyanları öldürerek esirler aldılar, yağmagerlik ettiler. Hanlar hanının hıristiyanlığa dokunulmamasını emretmesi de kâr etmedi. Halbuki Hıristiyanlar Mısırlı­ lardan kaçan Tatarları gizlemişler ve beslemişlerdi. Hanlar hanı bir yarlığ (yani bir ferman) ’ı yaşlı bir rahibe vererek her tarafa gidip Rum diyarına mensup hıristiyan esirlerin kurtarıl­ masını emretti. Ve böylece yapıldı. Hanlar hanı Kapadokya dağlarına kadar giderek Akşa (Akça?) Derbend denilen yere vardıktan sonra geri döndü. P e r ­ v a n e , Hanlar hanının yanma gelince Han ona gösterilen hür­ meti eksiltmedi, belki ona her zamandan fazla iltifat etti ve onu yanına alarak Rum diyarına karşı takip olunacak hatt-ı hare­ keti hazırlamak istiyormuş gibi davrandı ve Mısırlıların isti­ lâsı tekerrür ettiği takdirde bunlara karşı duracak ordunun ne kadar büyük olması icabettiğini ve hangi ordu kumandanının buralarda bırakılması münasip olacağını onunla konuştu. Bun­ lar Ermenistan’daki Aladağ tarafına vardıkları zaman H a n , P e r v a n e ' ye bir ziyafet çekti. P e r v a n e şarap içmediği için Han ona geniş ölçüde kısrak sütü ikram etti. Pervane su dökmek üzere kalktığı zaman H a n silâh taşıyan adamlara bir işaret verdi ve bunlar Arapların 675 (M. 1276) yılının ağustos ayının 2 inci gününe müsadif haftanın ikinci gününde P e r ­ v a n e'yi parça parça ettiler. Böylece P e r v a n e , Hanlar hanı­ nın R ü k n ü d d i n ' i öldürdüğü tarzda öldü ve böylece “Katil mutlaka maktûl olur ve kanı heder olur,, tarzındaki söz ger­ çekleşti. Denildiğine göre Tatarlar P e r v a ne' ye karşı kılıçlarını çeker çekmez bu adam titremedi ve korkmadı, belki Tatarlara söğüp saydı ve “ Sizden göreceğim mükâfat bu mu ? Sizi sevenlerin gördüğü karşılık böyle midir ?„ dedi. Bundukdar'm

Şam’a muvasalatından önce Hama civa-


HUN

H Ü K Ü M D A RLA RIN A

GEÇEN

XI. H Â N E D A N

601

rmda başına Allahın cezası çarptı ve kendisi burada öldü. Böylece onun kötülük ile dolu olan birçok geniş tasavvurları son buldu. Bu adam son derece büyüklük tasarlıyordu ve kısa bir zaman içinde eskiden Fir’avının söylemiş olduğu sözleri tekrarlayarak “Nil nehri benimdir ve onu ben yarattım,, demişti. Denildiğine göre B u n d u k d a r Tatarlar ile muharebe ettiği sıra­ da baldırına bir ok isabeti ile yaralanmış ve bu ok günlerce içinde kalmıştı. Bu okun çıkarılmasını cerraha emretmesi üzerine okun çıkmasiyle beraber canı da birlikte çıkmıştı. Onu müteakip Mısır’da oğlu yerine geçti ve bütün Suriye’nin idaresini Hama emirine ver­ di. Bize bilâhare temin olunduğuna göre onun ölümü bu şekilde vukubulmadı. Belki hazinedarı öldürücü bir zehiri kısrak sütüne karıştırarak içmek üzere ona verdi. Bunun üzerine hükümdar hastalanmış ve hazinedarın da aynı sütten içmesini emretmiş, böylece ikisi de beraber ölmüşlerdir. Bu muharebe sırasında kayde değer bir hâdise olm uştu: Anlattıklarına göre Tatarların mağlûp olması üzerine içlerinde öldürülenler yere serildiler. B u n d u k d a r da kendi tarafına kaçan H â t ı r o ğ l u namındaki küçük kardeşine maktûl Ta­ tarlar arasında dolaşarak hangi meşhur adamların öldürülmüş olduklarını araştırmasını istemiş ve böylece Mısırlılar arasında bunları öldürmüş olmakla öğünmeği kurmuştu. Bu adam ölü­ lerin bulunduğu yere gidince kendilerini tanımak için yüzlerini çevirdi. Tatarlar arasında yaralanıp yere düşen fakat henüz ölmemiş olan ve hâlâ kuvveti yerinde bulunan biri bulunuyor ve ortalığın kararmasından sonra kaçmak için bekliyordu. Kendisi H â t ı r o ğ l u ’nun ölüleri dikkatle muayene ettiğini görerek bu adamın henüz ölmeyenleri de öldüreceğini sandı ve silâhları ile birlikte yere düşmüş olduğu için yayını çekti ve bir ok alarak H â t ı r o ğ l u ' na çevirdi, okunu öyle bir usta­ lıkla attı ki gözüne isabet ettirdi ve ok dimağın içinde kaldı. H â t ı r o ğ l u ’nun yanında bulunanlar bu okun gökyüzünden fırladığını sandılar ve onu alarak B u n d u k d a r ' m huzuruna götürdüler, o da buracıkta öldü. Aynı yılın haziran ayının 7 inci gününe müsadif haftanın 5 inci günü mel’un Kürtler Alpap dağında bir pusu kurdular ve M a r M a 11 a i manastırından 10 rahip alarak onlara iş­ kence ettiler. Rahipler içinde M a s u t h a unvanı ile tanılan


602

A B U ’L F A R A C

TARİHİ

birini öldürdükten sonra geride kalan 9 unu 4.000 zuze muka­ bilinde sattılar. Yunanlıların 1589 (M. 1278) yılında kıral L e o n , P e r v a n e ’nin gelini olan kızını evine aldı. Çünkü söylediğimiz gibi kocası Mısır’a götürülmüştü. Aynı yıl içinde son derece soğuk bir şiddetli kış oldu ve Azerbaycanla Büyük Ermenistan’dan Iskitlerin hududuna kadar bütün bölgeleri kapladı. Atlar ve davarlar ile çadırlarda oturan kimselerin koyunları manvoldu. Gıda maddeleri de nadirleşti. Çünkü buğdayın 100 maneye'si, ya­ ni bir küçük merkep yükü M ugari da 40 rükniye d in a rın a sa­ tılıyordu. Bu kış esnasında Musul kıratlığında Kavtioğlu M e s 'u d ’un hâkimiyetine son veren Iranlı P a p a (Baba), M e s ' u d aleyhinde tezviratta bulunmuş, onun Musul havalisini imha et­ mekte olduğunu ve memleketi nasıl idare edeceğini bilmedi­ ğini söylemişti. Bunun üzerine Hanlar hanı bazı eşrafa em­ retti, onlar da P a p a ile birlikte Musul’a geldiler. Papa, A ş m u i ile Mes’ud’a karşı sahte şahitler gösterdi, hâkimlere rüş­ vet yedirdi ve sahtekârlık yolu ile aleyhinde hüküm aldı. Ta­ tarlar da bu hıristiyanlırı mahkûm ettiler, hayatlarına son ver­ diler ve P a p a 'yı emirliğe tayin ettiler. Aynı senenin yaz mevsiminde Türkmenlerden, çöl seke­ nesinden ve Suriye’de toplanan Kürtlerden müteşekkil bir ka­ labalık Suriye’de bir araya geldiler ve Kilikya’yı istilâ ederek Hamdun’a kadar ilerlediler, memlekette büyük tahribat yaptı­ lar ve bir çok ganimetler aldıktan sonra geri döndüler. Yunanlıların 1590 (M. 1279) yılında K u t a y H a t u n hıristiyanların son yıllar zarfında Araplar ile yaptıkları kavga­ lar yüzünden nehir sularını takdis etmek üzere âyin yapma­ dıklarını ve soğukların çok şiddetli olduğunu görerek bizzat M e r a g a şehrine geldi ve Hıristiyanlara âdetleri veçhile mızakrlarının uçlarına haçlar asarak hareket etmek üzere emir verdi. Bunlar âyinlerini yaptılar ve Allahın nimetine nâil oldu­ lar. Bu sayede soğuğun şiddeti eksildi, çayırlar bitti ve kış otların bitmesine müsait bir mahiyet aldı. Moğollar atlarını kurtarmalarından dolayı, Hıristiyanlar da itikatlarının zaferinden dolayı memnun olmuşlardı. Bu kış esnasında Tatar ordusuna mensup olup sayı­


H UN

H Ü K Ü M DA RLA RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

603

ları 5000’e varan ve kaçarak Hindistan hududunda gizlenen âsi Tatarlar Şiraz havalisine geldiler, müthiş tahribat yaptılar ve birçok kanlar döktüler. Fakat şehre giremeyerek şehirden çıkan ordu ile dövüştüler ve içlerinden pek azı, bunlar da son derece güçlükle, kaçabildiler. Bu sırada Şiraz’ın içindeki hırsızler servet sahibi olanların mallarına tecavüz ederek bu mallara el koydular. Hanlar ham’nın oğlu, âsilerin neler yaptıklarını haber alarak bunların peşine düştü ve onları yakalayarak ço­ ğunu kılıçtan geçirdi. Bahar mevsiminde Bağdad’da emirin hizmetinde olan kötü ve küstah bir adam türeyerek birçok kimselere fenalıklar etti ve insanların zevcelerine tasallut etti. Bu adam saltanatın bü­ yük meclisi ile alay ediyor ve bir komedi temsil ediyormuş gibi onun kararlarına gülüyordu. Emirin ava çıktığı sırada bir gün meclis bu küstah adamı yakalattı ve onu asmak için bir araba üzerine bir haç gerildi. Sonra onun ellerini ve ayaklarını bu haça bağlayarak çuval dikmek için kullanılan iki çuvaldız, dili­ ne sokulmuş olduğu halde Bağdad çarşılarında dolaştırdılar. Bir genç adam arabanın içinde bu adamın arkasında duruyor ve yanaklarına konan sinekleri kovalıyordu. Bu adamı elleri ile dövüyor ve “Eşraf ile alay edenin cezası budur,, diyorlardı. Nihayet bu adamı Diclenin kıyısına getirdiler ve kafasını ke­ serek köprünün üzerine astılar, cesedini ateşte yaktılar. Kötülük eden birçok adamlar onun uğradığı âkibet karşısında korktu­ lar. Bu adamı sokaklarda dolaştırdıkları sırada gece idi ve birçok oyuncular davul çalarak ve raksederek onunla alay ediyorlardı. Aynı yılın mayıs ayının cumaya müsadif 19 uncu günü Mısır orduları Rumkale nin üzerine saldırdılar. Bunlar 9.000 at­ lıdan ve 4.000 piyadeden müteşekkil idiler. Mısırlıların başında B a s a r i adlı bir emîr bulunuyordu. Suriye askerlerinin başında da Ayıntab ahalisinden olan H ü s a m e d d i n bulunmakta idi. Bunlar Parzaman nehri üzerinde ordugâh kurdular ve katolikusa elçi olarak biri Arap diğeri Ermeni olan iki kişi göndererek şu sözleri bildirdiler : “ Sultan sizin kaleyi sulh içinde teslim etmenizi ve sizinle rahiplerinizin Kudüs’e gidip orada ikamet etmenizi emretti. Size iaşeniz için kâfi derecede köyler verile­ cektir. Bu şekilde hareket etmek istemez de Kilikya’ya gitmek


604

A B U ’L F A R A C

TARİHİ

isterseniz kendi katırlarımız ve atlarımızla sizi izzet-ü ik­ ram içinde götüreceğiz. Fakat teslim olmaz da mukavemet eder­ seniz Allah bütün bu hıristiyanların kanım dökmenin vebalini sizden soracaktır,,. Bunun üzerine katolikus şu cevabı verdi: “Ölünceye ka­ dar harbedeceğim. Biz hem Allaha, hem kirala sadakat göstere­ meyiz,,. Bunun üzerine Mısırlılar bütün gece bahçelerde topla­ narak ağaçları kestiler, merdivenler yaptılar ve cumartesi sa­ bahı şehre karşı en şiddetli muharebeye giriştiler. Şehrin alt tarafında inşa olunan yeni sur üzerinde dövüşen Ermeniler kaçmağa mecbur edilmişler, sonra merdivenler kurarak zavallı şehre girilmiş, şehir yağma edilmiş ve içindeki bütün evlere ateş verilmişti. Bütün şehir halkı kaleye kaçmış oldukları için Mısırlılar şehirde bir tek adam bulamadılar, fakat burada 5 gün yağmagerlik etmekle, ganimet toplamakla ve yangınlar çıkarmakla meşgul oldular. Bunlar her tarafı tahrip ettikten sonra harekei ettiler. Fakat buğday anbarlarını boşaltmışlar, bağlan kesmişler, ağaçlan yıkmışlar, un değirmenlerinin taşla­ rını kırmışlar, hamamların taşlarını alarak Biroa’ya götürmüşlerdi. Mısır ordusunun Rumkale ye karşı ordugâh kurmuş ol­ duğu sıralarda K a r a m a n o ğ l u Rum diyarından Mısır hü­ kümdarına Türkmen E u g a y a 'yı göndererek kendisinine zemin hazırlamak ve Suriye’ye geçirmek üzere bir ordu göndermesi­ ni istedi. Bunu istemesinin sebebi Tatarların ordularından ve ermenilerin kiralından korkması idi. Mısır hükümdarı kıral L e ­ o n a haber göndererek Emir B i s a r z’ye yol vermesini ve onun gidip K a r a m a n o ğ l u nu getirmesini temin eylemesini bildir­ di. Kıral bunların kendi memleketinin hududu üzerinden geç­ melerini kabul etti, onlar da bu şekilde hareket ederek dağlar­ dan geçtiler ve Kayseri’ye yakın bir yere vararak K a r a ­ m a n o ğ l u nu aldılar ve geri döndüler. Geri dönüşleri sıra­ sında Emir B i s a r i , efendisine karşı isyan etmeği kurarak maiyetindeki askerlerin kendisine sadakat yemini etmelerini temin etti. Bunlar Kilikya havalisine giderek burada 15 gün ganimet toplamakla ve ortalığı yağma etmekle vakit geçirdiler. Sonra 10 gün kadar Anazarba’da ordugâh kurdular ve bura­ dan kaçan yerlilere birçok eziyetler ettiler. Burada bir müddet daha kalmış olsalardı ortalıkta su kalmıyacaktı. Fakat Allah


HUN

H Ü K Ü M DA RLA RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

605

onları cezaya çarptı. Banlar Paksimat manastırını tamamen yaktılar. R a b b a n K a v m a manastırına da aynı şekilde hare­ ket ettiler. Fakat Guihat tarafına gelmediler. Bunların Suriye’ye varmaları üzerine B u n d u k d a r ın oğlu olan Mısır hükümdarı suikasdın farkına vardı ve derhal Şam’dan hareket ederek Mısır’a gitti ve burada asker topla­ mağa başladı. Bu sırada B i s a r i ile beraber olan askerler Sultandan korkarak dağıldılar. B i s a r i yalnız kaldığını göre­ rek Kudüs’e gitti ve Süleyman’ın kayası içinde kalarak saçla­ rını traş etti, burada tevbe ve nedamet gösterdi. B u n d u k ­ d a r 'm büyük oğlu askerleri arasında ayrılıklar başladığım görerek Karak kalesine gitti ve saltanattan istifade etti. Bunun üzerine eşraf toplanarak küçük kardeşine biat ettiler ve onu Mısır tahtına geçirdiler. Bu hükümdar muvaffak olamadı, çünkü A l p i 1 namında bir emir ona karşı kıyam ederek onu memle­ ketten kovdu ve Mısır’da hükümran oldu. Yaz mevsiminde Rum diyarı sultanı İ z z ü d d i n , Barka havalisinden kaçarak kendisini çok iyi karşılıyan A b a k a ' n m yanma geldi. A b a k a Rum diyarının bir kısmını ona vermek istedi ise de eşraf razı olmadılar ve “Bu şekilde hareket eder­ seniz onun ile amcasının oğlu arasındaki ihtilâf büsbütün şid­ detlenir,, dediler. Bunlar ona bütün memleketin varidatından bir hisse vermeği kabul etmekle beraber onun herhangi bir yerde kumanda deruhte etmesine razı olmadılar. hoşlanmamakla beraber bu vaziyeti kabul etti.

İzzüddin

Yunanlıların 1591 (M. 1280) yılında Uygurlu emir Aşve Kavti oğlu M e s ’ ud, Hanlar hanı A b a k a ' nın nezdine giderek Iran’lı P a p a (Baba) ile birlikte gönderilen hâkimlerin kendisini aldattıklarını gösterdiler ve verilen hükmün rüşvet alarak verildiğini belirttiler. Bunun üzerine A b a k a kardeşininin ve damadının hâkim olmalarını ve iki taraftan hangisinin masum olduğunu anlamalarını emretti. Mesele bir ay kadar tetkik edildikten sonra P a p a (Baba)’nın suçlu olduğu anlaşıldı ve sabık hâkimler teşhir edildiler. Bunlar da, P a p a (Baba)’dan rüşvet almış olduklarını itiraf ettiler. Bunun üzerine emr gönderildi ve bahis mevzuu senenin ağustos ayının mut

1 «jJU =

E lfi olacak. Bk. M uhtasar, s. 503 ( Ö . R .).


606

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

8 inci gününe müsadif haftanın 5 inci günü P a p a (Baba)’nın kellesi kılıçla kesildi ve Musul’a götürüldü. Bu hıristiyan valiler tekrar Musul ve Erbil’e hâkim oldular ve aşîl bir zafer kazandılar. Irkan İranlı bir büyük adam olan Hotatılı C e l â ­ l e d d i n T u r a n , P a p a (Baba) lehinde oynadığı rol ile bu adamın küstahlığına karşı gelmemek yüzünden katledilmişti. Bu sıralarda ismi B a r d u olan Musullu bir Kürt emir bütün ailesi ve akrabası ile birlikte Suriye’ye kaçtı. Tatar ordusun­ dan yolları muhafazaya memur olanlar onu takip ettilerse de kendisine yetişemediler. Şam’da bulunan S e n k u r A ş k a r , A l p ı n ı n Mısır’da hüküm sürmesine razı olmayarak bir ordu topladı ve onunla harbetti. Alpi’nin muzaffer olması üzerine o da kaçarak Rahbut’da bulunan Emir I s a namındaki göçebeye geldi ve ikisi birleştiler. Bunlar Hanlar hanı Abaka’ya bir elçi göndererek  l p i ’ye karşı askerler göndermesini istediler. O da bunları dinleyerek Suriye’ye asker gönderdi. Fakat S e n ­ k u r bu adamlar yüzünden kendi hayatı namına korku içinde idi ve bu adamlara itimat etmediği için kaçtı ve Sıhyun kale­ sine iltica etti. Tatarlar Haleb’e kadar geldiler ve kılıç ucu ile ellerine düşen herkesi öldürdüler ve rastgeldikleri her binaya ateş verdiler. Fakat ahalinin büyük kısmı mağaralarda gizlen­ dikleri için kılıçlardan kurtuldular. Tatarların Suriye’ye inişleri Yunanlılar’ın 1592 (M. 1282) yılının kış günlerine tesadüf eder. Hanlar hanı A baka’nın küçük kardeşi K u n g a r t a y bun­ ların kumandanı idi. Tatarların Halep’ten dönmeleri üzerine 7.000 Mısır atlısı toplandılar ve sahil üzerindeki Markab kalesine karşı ordugâh kurdular. Kaleye hâkim olan Frerler (biraderler) bunların gel­ mekte olduklarını anlayınca 200 atlı ve 500 süvari ileri atıldı­ lar ve kale civarındaki bir uçurumda saklandılar. Bunlar atla­ rından inerek çadır kurmağa başladılar. Tam bu sırada Frenk ordusu üzerlerine saldırdı, çoğunu kılıçtan geçirdi ve pek azı kurtulabildiler. Bu senenin yaz mevsiminde C e l â l e d d i n Turan hanedanına mensup hanlılar ile P a p a (Baba) ’nın hanedanına mensup İranlılar K a v t i o ğ l u M e s ' u d ’a karşı bir kavga çıkararak onun C e l â l e d d i n ’e ait hâzineden birçok servet­ ler, altınlar ve mücevherler alıp götürdüğünü iddia ettiler.


HUN

H Ü K Ü M D A RL A RIN A

GEÇEN

XI.

HANEDAN

607

yakalandı ve çektiği müthiş işkencelerden sonra 5.000 darik vermek için bir teahhüdnâme yazdı. Onun yeğeni olan S u i d a t muhakeme neticesinde mahkûm olarak kılıçla katledildi. Musullu bir Arap olan ve M e s ' u d ’un himayesi altında yaşayan S a m n i a o ğ l u işkence altında öldü. Diğer bir emir olan Hakkârili bir Kürt geçmiş yıllarda Asur dağla­ rında isyan ettiği halde M e s ' u d ile barışmış olduğundan ordugâha götürüldü ve 8 arkadaşı ile birlikte katloluııdu. Bu adamın ismi E b û B e k i r idi. Ş e y h A d i ^/’in en büyük oğlu olup Suriye’ye -kaçan zat geri dönerek ordugâha gitmiş, kaç­ mak yüzünden özür dilemiş, fakat ölüme mahkûm edilmiş ve katlolunmuştu. M e s ' u d , Moğol askerleriyle beraber altınları teslim etmek üzere Musul’a getirilmiş, M e s ' u d birkaç gün kaldıktan sonra bir gece bunlardan kaçmıştı. M e s' a d

Yunanlıların 1593 (M. 1282) yılının sonbahar mevsiminde Moğol orduları tekrar Suriye’ye geldi. Bunlar Hanlar hanının sevgili kardeşi M u n g a T i m u r ’un kumandası altında olan 50.000 kadar askerdi. Kilikya kıralı L e o n da askerlerini top­ layarak ona yardım etmek üzere hareket etti. Mısır ve Suriye askerleri de toplanmış bulunuyorlardı ve Sultanlık makamında bulunan A l p i bunların başında idi. S e n k u r A ş k a r da A l p i ile barışmış olduğu için onunla beraber bulunuyordu. Tatarlar ve Mısırlılar işbu yılın birinci teşrin ayının 13 üncü gününe müsadif haftanın 5 inci günü Hama ile Eme­ sa arasında harp meydanında buluştular ve Tatar tarafı Mısır­ lılar tarafına galip geldi. Tatarların tam bir zafer kazanmak üzere oldukları sırada çöldeki Taglib'\\\&xm kurdukları bir pu­ su sol tarafından taarruza uğramalarına sebep oldu. Tatarlar önden ve arkadan kuşatılmış olduklarını sanarak merkezde bu­ lunan kuvvetler ile sol cenahtakiler arkalarını çevirdiler ve kaçmağa başladılar. Fakat cenahta olup Avirataya adı ile tanı­ lan Tatar ırkına mensup olanlar ile 5.000 kadar Iberyalı ve Er­ meni kıralı ile Ermeni askerleri Arapların pususunu görmeyerek kendilerine şiddetle mukavemet etmekte olan Mısırlıları kırdı­ lar ve Emesa’nın kapılarına kadar bunları takip ederek arka­ daşlarının kaçmış olduklarını haber alıncaya kadar bunları kı­ rıp geçirdiler, sonra onlar da ıic’at ettiler. Bunlar geri döner­ ken kaçan Tatarları takip eden Mısırlıların bir kuvveti ile mu­


608

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

harebe ettiler ve iki tarafın ikisi de birbirlerinden yılarak dö­ vüştüler, öldüler ve öldürdüler. Bunlar her tarafta kafileler teşkil ederek her kafile kendi nahiyesine gitti. Bu yüzden Ta­ tarların sağ cenahı Mısır paralan, katırları, elbiseleri ve eşya­ ları alarak döndüğü halde merkezdekiler ile sol cenahtakiler üstlerindeki elbiseleri dahi atarak kaçmışlardı. Bunların birçok­ lan açlık ve susuzluktan harap bir halde geri dönmüştü. Mı­ sırlıların sağ cenahı ile merkez kısmı birçok ganimetler alarak Şam’a döndüler. Fakat Mısırlıların sol cenahından kurtulabilen­ ler pek azdılar. Bunlar çok fena yaralanmışlar ve soyulmuşlardı. A b a k a , Fırat kıyılarına kadar geldikten sonra Bağdad’a dön­ memiş olsaydı Mısırlılar harp sahnesinde parça parça edilerek kalırlardı. Bu yılın kış mevsiminde Asur ahalisi büyük tasalar ge­ çirdiler. Sen’ar tarafları da aynı vaziyette idi ve hepsi de bu askerlerin dönüşlerinden korkuyorlardı. Bundan başka soğuk çok şiddetli idi ve Musul havalisine mutaddan çok fazla kar yağ­ mıştı. Moğol ve Mısırlıların askerlerini terhis etmelerinden sonra çöl kabilelerinin, Türkmenlerin ve Kürtlerin eşkiyaları birleşerek Kilikya havalisini istilâ ettiler ve Ayaş’a kadar ilerleyerek burayı yaktılar ve yağma ettiler. Bunlar burada ahaliden birini de bulamadılar. Çünkü halk denize kaçmışlardı ve deniz içinde kurdukları yeni bir kaleye iltica etmişlerdi. Bunlar ellerine düşen herşeyi yağma ettikten sonra gittiler ve başkaları sı­ rası ile üç defa geldiler. Dördüncü defa gelenler memleketi Yunanlıların 1593 (M. 1282) yılının Nineva septi gününde istilâ ettiler. Bunlar Telia ve Hamdun’a kadar ilerlediler ve birçok ga­ nimetler götürdüler. Gidecekleri sırada Ermeniler tahkimatın kapılarını ve şehir kapılarını üzerlerine kapayarak hepsini kı­ lıçtan geçirdiler ve silâhlarını alarak kafataslarının derisini yüzdüler. Silâhları, mızrakları, kılıçları ve kafatasları birçok hayvanlara yüklenmiş ve Hanlar hanına gönderilmişti. Birkaç gün sonra Bira kalesinin Haydar ismindeki emiri 2. 000 atlı kadar bin kuvvet toplayarak Zait kalesini zaptetti. Birçok Hıristiyanlar kaçtılar ve Arapların büyük camiine iltica ederek kurtuldular. Bazıları Al-Estona adlı yerde isyan ettiler. Eşkıyalar bunlara karşı hareket edemediler. Çünkü bulunduk­ ları yere erişmek güçtü ve burası dik bir yamaç gibi idi. Son­


HUN H Ü K Ü M D A R L A R I N A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

609

ra bu mel’un adamlar 4. 000 kadın ve çocuğu aşırarak Ma­ latya’nın karşısından Fırat’ı geçtiler ve bu havaliyi yağma ettiler. Bunlar Arka köyünde birçok Hıristiyanlar buldular ve bunları da esir ederek Suriye’ye gittiler. M a n g u T i m u r Suriye’den dönerek Bağdad’da bulunan A b a k a ’nın yanına gitti. Uğradığı mağlûbiyetten mahzun ve müteessir idi. Onun için tekrar Suriye’ye gitmeği taahhüt etti ve geri döndüğü zaman Kardu ceziresine varınca ismi S a f i K er k u b i olan bir muhbir cezire hâkimleri aleyhinde bir takım tezviratta bu­ lundu. Bu yüzden M u n g a T i m u r bunlara fena muamele ederek ıstıraba uğrattı ve bunlar ona karşı kin beslediler. Bir gün M u n g a T i m u r ' un hamamdan çıkması üzerine sâkilerinden biri ile gizlice anlaşarak ona içmek üzere zehir sundular. M u n g a T i m u r sıhhatinin teşevvüşe uğradığı­ nı görerek cezireden Nisibis’e doğru hareket etti. Cezire hâkim­ leri M u n g a T i m u r ’un hayat ile alâkasının kesilmiş olduğuna inanarak S a f i K er k u b i ile oğlunu ve kölesini yakaladılar, bunları Cezire’nin çarşılarında çırıl çıplak dolaştırdıktan sonra kötü bir şekilde öldürdüler. Hanlar hanı A b a k a Bağdad’dan hareket ederek Hemedan şehrine geldi. Yunanlıların 1593 (M. 1282) yılının, Mesihin mezarından çıkması pazarına müsadif günde Hanlar hanı bura­ daki kiliseye gitti ve hıristiyanların bayramına sevinerek iştirâk etti. Haftanın ikinci günü ismi B i h r a m olan bir Iran asilzâdesi kendi sarayında onun şerefine bir ziyafet verdi. Haftanın 3 üncü gecesi Hanlar hanı sayıklamağa başlayarak havada hayaletler görmeğe başladı ve haftanın 4 üncü günü ve nisanın 1 inci günü Arap aylarının 11 incisinin 20 inci günü bu dünyadan göçtü. Nisanın 26 ıncı günü ve muhar­ rem ayının 16 ıncı günü kardeşi M a n g u T i m u r (Aynen) Cezire havalisinde bu hayat ile ilişiğini kesti. Bu yüzden A b a k a 'm n ölümü üzerine eşraf ona bir elçi göndererek şu sözleri söylediler : “Suriye’ye gitmeniz için emir yok,, ve ona kardeşinin ölümünü haber vermediler. Böylece dünyaya hâkim olan bu iki kardeş birbirinin ölümünden haberdar olmayarak öldüler. Birkaç gün sonra Suriye’den 600 kadar atlı geldi ve Abu l - Farac

Tarihi 39


610

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

Fırat’ı geçerek Kardu ceziresine kadar ilerlediler. Şehrin hâkimi olan M u m i n şehirden çıkarak bunlar ile dövüştü ise de mağlûp edildi ve esir düşerek Mısır’a götürüldü. Nineva hava­ lisi dehşet içinde idi. Ve bu havalinin yerlileri Mar Mattai manastırına kaçtılar. Bunlar büyük eziyetler çekiyorlardı ve vebaya uğramış bulunuyorlardı. Rahiplerin 30 kadarı ölmüştü. Bu sırada ismi M ec d ü l m ü l k olan bir Iranlı kâtip Bağdad’ın divan reisi A l â e d d i n & hücum etti ve onun hükümet hâzinesinden büyük bir parayı çalmış olduğunu isbat etti. A l â e d d i n yakalanarak bütün malları müsadere edildi ve küçük oğulları bile tacirlere satıldı. Onun bu felâketi çekmekte olduğu sırada A b a k a öldü ve A h m e d yerine geçerek kâtib M e c d ü l m ü l k ’ü öldürdü. Kısa bir zaman sonra A l â e d d i n de vefat etti.

Takudar Ahmed A b a k a’dan sonra ismi A h m e d olan kardeşi geldi. Hanlar hanı Abaka’mn bu dünyadan göçmesi üzerine bütün hükümdar oğulları ile eşraf toplandılar ve H u l a b u’nun büyük kıraliçe K u t a y H a t u n d an doğan oğlu Ahmed’in batıdaki Moğolların başına geçmesi icabettiği üzerinde anlaş­ tılar. Çünkü buraları ona aitti ve kendisi kardeşlerinin en büyüğü idi. A h m e d , Yunanlıların 1593 (M. 1282) yılının haziran ayının 21 inci gününe müsadif haftanın 1 inci günü saltanat tahtına oturdu. Kendisi son derece merhametli ve cömert bir kimse olduğunu gösterdi. A h m e d babasının ve kardeşinin hâzinesini açarak yığm yığın altınlar ve gümüşler çıkardı ve bunları kardeşleri ile emirler ve Moğol askerleri arasında dağittı. A h m e d herkese merhametli bir gözle bakıyor, bilhassa hıristiyan mezheplerinin reislerine iltifat edi­ yor ve bütün kiliseleri, bütün din evlerini, papasları ve rahip­ leri memleketin her tarafında ve her mmtakasında vergilerden ve resimlerden affeden fermanlar yazmış bulunuyordu.

Mısır hükümdarına, ihtiyar adama, Rum di­ yarı sultanının atabeğine, Sebastia şehrinin hâkimi Kutbüddin’e, Mardin emirinin veziri T i t i oğlu Ş e m s e d d i n e elçiler gönderdi ve Mısırlılara şu sözleri bildirdi : “Allahın buyruğuna ve atamız C e n g i z H a n ın bizler için yaptığı Ahmed,


HUN

H Ü K Ü M DA RLA RIN A

GEÇEN

XI. H Â N E D A N

611

kanuna göre Moğol saltanatı bana geçmiş bulunmaktadır. Hak beni sulh tarafına davet etmiş olduğu için her insanın kendi memleketinde sulh ve sükûnet içinde yaşamasını, mu­ harebelerin, kan dökmelerin ve esaretlerin yer yüzünden kalk­ masını istiyorum. Siz de bu hususta aynı fikirde iseniz sulh ve itaat elini uzatınız. İsyan halinde devam ederseniz kanları d ö­ külecek zavallı insanların hesabını Allah sizden soracaktır,,. Mısır hükümdarı sulh olmasını kabul etti ve aradan kılıcın kalkmasına razı oldu. İleri sürdüğü şart Musul şehrinin B e dr e d d i n’in oğluna ait olması, başkalarının Moğollara verdik­ lerini vermesi idi. Bağdad ile Sincar da teklifi kabul ettiler. Elçiler geri dönerek kendilerine söylenen sözleri bildirme­ leri üzerine Hanlar hanı sulhu sağlamlamak üzere Ş e y h Abd u r r a h m a n ı Mısırlılara gönderdi ve böylece hareket edildi. Bu sırada yollar açıldı ve tacirler Babil, Asur ve İran’dan Suriye’ye, Mısırlı tacirler Tatarların bu memleketlerine geliyor­ lar ve bir kimsede bunlara dokunmuyordu. A b d u r r a h m a n Suriye’ye gitmek üzere hazırlandığı zaman Moğolların şâhâne hâzinesinden büyük bir miktar para ile kıymetli taşlar, göz ka­ maştırıcı inciler, altınlar, gümüşler, esvaplar, altın ile dokunmuş sırmalı kumaşlar alıp götürdü. A b d u r r a h m a n Alatak’tan hareket ederek Tebriz’e geldi ve bir ay kadar buradaki çeşit çeşit el işçilerini, kuyumcuları, terzileri (yani dokumacıları) ve saireyi toplayarak herşeyi şâhâne örneklere göre hazırladı. Sonra buradan Musul’a gitti ve Bağdad’dan da 10.000 altın parçası getirterek bunları Mardin’e götürdü. Mısır hükümdarı Sultan Alpi’nin elçisi onunla görüşmek üzere buraya geldi ve ona şu sözleri söyledi : “ Sultan sizi selâmlayarak der k i : Uzun bir müddet Şam’da kalarak gelmenizi bekliyor, sizi görmek talebinizi yerine getirerek Mısır’a gitmek için bekliyorum. Ç ün­ kü bu memleket yanımdaki bütün askerleri besleyemez. Onun için fazla geç kalmamanızı rica ediyorum,,. A b d u r r a h m a n da şu cevabı verdi : “ Gelmeğe hazı­ rım. Memleketinize vardığım zaman bendelerinizin beni izzet-ü ikram ile huzurunuza getirmelerini, beni geceleyin yanınıza götürmemelerini ve benden önce size gelen elçilere karşı hare­ ket ettikleri gibi hareket etmemelerini rica ederim.,, Sultan da ona şu cevabı gönderdi: “Siz bizim nazarımızda büyük adamsınız ve


612

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

sizin makamınız daha önceki elçilerin makamlarından çok ayrı­ dır. Bu yüzden emin olunuz ve tam bir hoşnutluk içinde geliniz,, Bunun üzerine Ş e y h A b d u r r a h m a n emin oldu ve Âmid yollarını muhafaza eden Tatar ordusunu getirerek bera­ ber hareket etti. Mardin emiri M e l i k M u z a f f e r de onunla birlikte kendi tarafından bir elçi gönderdi. Bu zat büyük ve meşhur bir adam olan T i t i oğlu Ş e m s e d d î n idi. Mardin emiri Ş e y h 'i Fırat kıyılarına kadar uğurlayacak, sonra geri dönecek askerler de vermişti. Şeyh, Arap yılının 10 uncu ayı olan şevval ayının 10 unda ve Arapların 682 (M. 1283) yılında Mardin’den hareket etti. Harran’a vardığı zaman Mısır sultanı­ nın kölelerinden biri olan emir kendisini karşılamağa geldi. Bu emir Ş e y h ’e hizmet edecek, onun gelmesi üzerine atından ine­ cek, yaya yürüyerek onu selâmlayacak ve âdete göre onun elini öpecekti. Fakai bu emir atından inmedi ve Ş e y h 'in önüne gelerek onu yüksek bir sesle selâmladı. Sonra Ş e y h 'e haber göndererek “Yanınızdaki Tatarların daha fazla ilerlemelerini hacet kalmadı. Emredinde geri dönsünler,, dedi. Ş e y h de Ta­ tarların geri dönmelerine müsaade etti. Askerlerin gitmeleri üzerine emir Ş e y h ile maiyetinde bulunanları alarak bunları Bira’ya giden yoldan uzak bir yere götürdü ve şu sözleri söyledi: “Size daha başka bir yerde bir karargâh hazırladık,, ve bunlar buradan hareket ederek Fıratın kıyılarına vardılar. Emir “Çadırlarınızı nehrin öbür kıyısına kurduk,, dedi. Ş e y h de “Siz nereye konarsanız, biz de oraya konarız,, dedi. Bunun üzerine Ş e y h ’i uğurlamak üzere gelen Mardinliler aldıkları emre göre geri dönmek istediler. Fakat Mısır sultanının emiri bunlara müsaade etmeyerek “Sultan sizin Halep’e kadar gelmenizi emretti,, dedi. Bu yüzden bunlar da istemedikleri halde Fırat’ı geçtiler ve burada konukladılar. Akşama doğru emir, Ş e y h ve maiyetindekiler için mebzul yemekler getirdi. Bunlar yemeklerini yiyip dinlenmeğe çekil­ dikten ve bir saat yahut daha fazla uzandıktan sonra emir ile maiyetindekiler Şeyh’e haber göndererek “Kalkınız, atınıza bini­ niz gidelim,, dediler. Şeyh itiraz etti, “Ben ancak gündüzün gü­ neşin aydınlığında hareket ederim,, dedi. Emir şu cevabı verdi : “Sizi isteseniz de, istemeseniz de yalnız geceleri yola çıkarmak için emir aldım ,,. Şeyh hiddetlendi ve şu sözleri söyledi: “Be­


HUN

H ÜK Ü M DA RLA RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

613

ni öldürecek derecede ileri gitseniz dahi geceleyin yola çık­ mam,,. Emir “Muhakkak ki sizi öldürmeyeceğim, fakat size zincir vurarak götürürüm,, dedi. Şeyh şerefine tecavüz edilece­ ğini görünce yola çıkmağa muvafakat ederek kalktı ve atına bindi. Bütün gece yol aldılar. Sabahleyin erkenden yoldan ve meskûn yerlerden uzaklaştılar ve geceleyin Haleb’e vararak medreselerin birine indiler. Mısır sultanı A i p i tarafından gelen bir emre göre, Mar­ dinlilerden herbirine ikişer yüz zuze verilecek ve memleketle­ rine iade edileceklerdi. Şeyh ile maiyeti ve bunlarla beraber bulunan Moğol emiri ve Mardin emirinin elçisi Ş e m s e d d i n azamî itina ile geceleyin seyahat ederek Şam’a getirileceklerdi. Sultan bu emirleri verdikten sonra Şam’dan Mısır’a gitti ve Şeyh ile görüşmek üzere beklemedi. Şeyh Şam’a varınca kale­ ye götürüldü ve yanındaki emir ile birlikte bir eve kapatıldı. Mardin emirinin elçisi diğer bir eve konmuş ve hizmetçileri de çifter çifter evlere yerleştirilmişti. Moğol emirinin oğlu olan genç adam ile M e c d ü I m ü l k ’ü n oğlu olan diğer bir genç emirlerin hükümdarının hizmetine tayin olunmuşlar ve bunlar onun maiyetinde dolaşarak silâhlıklarını taşımağa başlamışlardı. Bu sırada yapılan bir kanuna göre hiç bir kimse Ş e y h Abd u r r a h m a n ı n nerede bulunduğuna ve ne halde olduğuna dair sual sormayacaktı. O günden bugüne kadar yani bir se­ nedir Ş e y h A b d u r r a h m a r i a ait haberler gizli tutulmaktadır. Ş e y h A b d u r r a h m a r i m Suriyeye hareketinden sonra Hanlar hanı A h m e d ’e kardeşi K u n g a r i a y hakkında “A b ak a nın oğlu A r go n ile konuşmalar yapıyor ve bir gece uyudu­ ğunuz sırada sizi çadırınızda yakalayıp öldürmek için hazırlanı­ yor,, dediler. Ahmed korktu, dehşet içinde kaldı ve derhal kardeşi Kungartay’a zincir vurdurarak onu öldürdü. Argun amcasının kat­ lini haber alınca son derece müteessir oldu ve Ahmed’e karşı his­ leri değişti. A h m e d , A r g o n ’un kalbinden ve hislerinden şüphe etmeğe başladıktan sonra büyük bir ordu ile birlikte ordu kumandanı A l ı n a h ( A l y a n a h ?) ’ı gönderdi. A l ı n a h N a ­ v i n hareket ederek ilerledi ve Horasan’a vardı. A r g o n onun önünden kaçıyordu. A l y a n a h dünya zevklerine bağlanan, harp işlerine karşı ihmalci olan bir adamdı. Yiyor, içiyor ve sarhoş oluyordu. Bir gece A r g o n , A l y a n a h ’ın ordugâhına


614

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

hücum etti, birçok kan döktü ve A l y a n a h ile yanında bu­ lunanlardan pek azı son deıece güçlükle kendilerini kılıçtan kurtarabildiler. A h m e d , A l y a n a h ' ın uğradığı talisizlikten haber alarak bütün memleketlere haber gönderdi, Moğollardan, Kürtlerden, Lurlaıdan, İranlılardan ve İberyalılardan askerler topla­ yarak Horasan’da bulunan A r g o n ’a karşı hareket etti. A rg o n, A h m e d ’in ordusuna karşı gelemiyeceğini anlıyarak en güzide adamlarından 300 kişi ile birlikte kalelerin birine çekildi. Kale içinde kapanmak kendisi için faydalı olmadığın­ dan fikren teşevvüşe uğramağa başladı. Çünkü “Kapanan her kimsenin yakalanm ak üzere,, olduğunu söylüyor v e A h m e d ’in yanına gitmekten de korkuyordu. Kendisi bu vaziyette iken ismi B o k a olan A b a k a ta­ rafından çok sevilen bir emir A h m e d ’e şu sözleri söyledi : “A r g o n 'a bir fenalık etmiyeceğini va’d edersen, bizzat gi­ derim ve onu size getiririm,,. A h m e d de söz verdi ve Mo­ ğolların yaptıkları yeminler ile and içerek A r g o n ’un kendi isteğiyle gelirse ona hiçbir surette dokunmıyacağını bildirdi. Bunun üzerine Emir B o k a derhal A r g o n 'a gitti, onu kaleden indirdi v e A h m e d ' i n yanına götürdü. A h m e d onun gelmesinden çok sevindi ve üç gün süren bir ziyafet verdi. Bu üç günden sonra A h m e d ’in kafasına fena fikirler gelmeğe başladı, o da A l y a n a h ile arkadaşlarını A r g o n ' n n muha­ fazasına memur ederek “Ben, dedi, Azerbaycan’da bulunan validem K u t a y H a t u n ' un yanına gidiyorum. Siz A r ­ g o n ’un kaçmasına imkân vermiyecek bir surette onu sıkı sıkı gözetleyiniz ve ben her nerede bulunursam onu benim yanıma getiriniz,,. A h m e d hareket edeceği gece içinde gizle­ diği sırrı eşraftan bir kısmına ifşa ederek bunlara şu sözleri söyledi: “ A r g o n ile sair prensleri öldürmezsem saltanatım­ dan emin olmayacağım,,. A h m e d bu sözleri söyledikten sonra ertesi sabah gün doğarken yola çıktı ve A r g o n ’un da ya­ vaş yavaş kendisine doğru getirilmesini emretti. B o k a bu

vaziyeti anlayınca A h m e d ile birlikte yola çıkmak hususunda gecikti ve akşama kadar burada kaldı. Sonra bütün prenslere giderek A h m e d ’in gizli maksadını anlattı ve onun hepsini öldürmeğe hazırlandığını bildirdi. Prens­


HUN

H Ü K Ü M DA RLA RIN A

GEÇEN

XI.

HANEDAN

615

ler hiddetten köpürdüler ve geceleyin kalkarak A r g o n ' \ ı n muhafaza altında bulunduğu yere geldiler, onu çıkardılar, zırhladılar, silâhlar verdiler ve bir ata bindirdiler. Sonra hepsi de A l y a n a h 'm uyumakta olduğu yere giderek onu çadırı içinde öldürdükten başka, yanında bulunan eşrafı da öldür­ düler. Moğolların ordugâhında münadiler şu şekilde bağırdı­ lar : “Prensler A l y a n a h ile yanındaki eşrafı öldürdüler. Herkes yerli yerinde kalsın ve bir kimse yerinden kımılda­ nıp başka bir yere gitmesin,,. Gün doğduğu zaman Moğollar isimleri K a r a v a n a l a r olan ve A h m e d ' i istemeyen kim­ seleri getirttiler. Bunlar A h m e d ' i takip ederek ona anası­ nın ikametgâhında yetiştiler, onu yakalayarak zincirlediler, sıkı bir muhafaza altında tuttular ve anası ile zevcelerinin ka­ rargâhını yağma ettiler. A r g o n ile sair prensler gelerek A r g o n ’un Moğolla­ rın başına geçmesi üzerinde birleşerek babası A b a k a ’nın yerine tahta oturmasını ve A h m e d ' in liyakatsizliği yüzün­ den atılmasını kararlaştırdılar. Tatar orduları birbirleri ile dövüştükleri sırada Mısır sultanı A l p i, ordu kumandanı H a y d a r ile 3.000 atlıyı Şabaktan’a gönderdi. Bunlar bir Ermeni pehlivan olan ordu ku­ mandanı Ş e k a n (îfk a n ) o ğ l u ’nun yakalayacaklar, bir kafese ko­ yarak diri bir halde Mısır’a getireceklerdi. Çünkü bu adam Su­ riye’ye giden Araplara ağır muameleler yapıyordu. Bunlar Fırat’ı geçerek Ermenilerin bir kalesi olan Tina'ya karşı ordugâh kur­ dular. Muharebenin ilk gününde Haydar bir ok yiyerek yara­ landı ve öldü. Bu yüzden askerleri korkuya uğrayarak kaleyi bıraktılar ve Suriye’ye kaçtılar. Böylece hıristiyanları soyan, Malatya ve Zait memleketlerini tahrip eden H a y d a r lâyık olduğu cezayı buldu. Bu hâdiseler Yunanlıların 1595 (M. 1284) yılının yaz mevsiminde vukubuldu.

Abaka’nm o ğ lu A r g o n A h m e d ismi ile tanılan T a k u d a r dan sonra A b a k a ’­ nm oğlu A r g o n hüküm sürdü. A h m e d ’in saltanatı Arapların

683 (M. 1284) yani Yunanlıların 1595 (M. 1284) yılının, Arap aylarının 5 incisine müsadif ayın ilk gününde ve haftanın 4 üncü gününde ve temmuzun 26 ıncı gününde sona ermiş


616

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

ve Hanlar hanı A r g o n tahta oturmuştu. Eşraftan birçoklan “Ahmed’in yaşaması doğru değildir,, dedilerse de A r g o n şu cevabı verdi : “Ben onu öldürmek işine kat’iyyen karışmam. Fakat K u n g a r t a y m anası ile çocukları isterlerse onu öldü­ rebilirler, isterlerse hayatta bırakırlar,,. A h m e d birkaç gün muhafaza altında kaldıktan sonra K u n g a r t a y ın oğullan onu öldürdüler ve Arapların 6 ıncı ayına müsadif haftanın 4 üncü gününde, yani ağustosun 16 sında babalarının intikamını aldılar. Böylece A r g o n u n saltanatı sağlamlaştı. O da ordula­ rının bulunduğu Babil, Mazenderan, Asur, Horasan ve Rum diyarına birer prens tayin etti. Herkes, bilhassa Suriyeliler, A r g o n d a n korkuyorlardı. Anlatıldığına göre bu haber Suri­ ye’ye vardığı zaman Halep’ten Hama’ya gitmek için bir deveyi kiralamanın bedeli 400 zûze’ye yükseldi. Çünkü herkes Mısır’a kaçmağa bakıyordu. A r g o n saltanatının başlangıcında K u t i oğlu M e s 'u d ' u Musul hükümdarı yapt: ve bu yüzden bütün Hıristiyanlar sevindiler. Fakat Hıristiyanlar A r g o n un A h m e d ' e geldiği sıralarda şu sebepten mahzun oldular: Celâleddin Turanın oğullan Uygurlara mensup bir rahip olan Emir A ş m u t ' u , babalarının intikamını almak için öldürmüşlerdi.

Divan reisi Şemseddin’in katline dair A r g o n ile A h m e d arasında Divan reisi Şemsed­ din’in katlinden dolayı bir dava hasıl olmuştu. A r g o ri a şu sözler söylenmişti: “Divan reisi babanızı zehirleyerek öldürdü,,. Bu yüzden A r g o n , A h m e d' e haber göndererek bu ada­ mı istedi ve A h m e d onu vermedi. Bunun neticesi olarak A r g o n , A h m e d' in Hanlar hanı A b a k a’nın ölümü yü­ zünden memnun olduğunu anlayarak şüphelenmeğe başladı ve onun hanlığa geçmek için bu hâdiseden istifade ettiğine inandı. A h m e d' in düşmesi ve A r g o n’un muzaffer olması üzerine Ş e m s e d d i n Med dağına kaçarak Lur ismini taşıyan Kürtlere iltica etti. Lurların reisi olan Y u s u f Ş a h , A r g o n’un saltanat tahtı üzerinde oturduğunu ve mevkiini sağlamladığını görünce ona itaatini arzetmek üzere geldi ve divan reisini yakalayarak getirmeği va’dettiği için çok iyi karşılandı. Y u s u f Ş a h , divan reisini yakalayarak, birçok


HUN

H ÜK Ü M DA RLA RIN A

GEÇEN

XI. H A N E D A N

617

rüşvetler va’d etmesine rağmen onu A r g o n’un yanına getirdi. Divan reisinden canını kurtarması için 1 milyon altın darik istendi. Ş e m s e d d i n de şu cevabı verdi: “Mallarımı iade ederseniz daha fazlasını verebilirim, iade etmezseniz veremem,,. Eşraf düşündüler ve ona su tavsiyede bulundular : “Bu parayı ödünç al ver. Sonra mallarını sana iade ederiz,,. O da akrabasından, âilesinden, hizmetçilerinden ve dostların­ dan ödünç almağa başladı ve istenen paradan 400. 00 darik toplayarak “Daha fazlasını bulamayacağım. Bununla ne ister­ seniz yapınız,, dedi. Bu yüzden katledilmesi için emir verildi. Moğollar onu ellerinden ve ayaklarından havaya astılar, onu üç kere yere çarptılar, onu çiğneye çiğneye parçaladılar ve Arabların 683 (M. 1283) yılının şaban ayının 5 inci gününe müsadif haftanın 3 üncü günü, yani Yunanlıların 1596 (M. 1285) yılının ilk teşrin ayının 17 inci günü onun kellesini kestiler. İşte bu yılgın ve kaygılı adamın âkibeti bu kadar fena oldu. Maghogh hânedanına ait bütün saltanat onun parmağı ucunda idi. Çünkü çok anlayışlı ve akıllı bir adamdı. Birçok ilimlerde ve fenlerde derin bilgili idi. Bağdad emiri olan ve iki yıl önce eceli ile Mugan’da ölen A l â e d d i n , Tebriz şehrine getirilerek buraya gömülmüştü. Bu adam birçok iiimlerde yük­ sek hünerli idi ve şiir san’atuıa dair geniş malûmat sahibi idi. Fars dili ile Selçuklular, Harezmliler, Ismailîler ve Moğolların tarihlerine dair muazzam bir eser sahibidir. Bu meselelere dair eserimizde verdiğimiz malûmat onun eserinden iktibas olunmuştur. Arapların 683 ( M. 1284 ) yılında R ü k n ü d d i n oğlu Rum diyarı sultanı G ı y a s ü d d i n vefat etti. Yeğeni sultan Mes’ud ile buluşmak üzere ordugâha gelmek için hareket et­ mişti. Erzincan şehrine vardığı zaman eşraf ona öldürücü bir ilâç verdiler ve onu fena bir adam ve idaresi çürük bir kimse olduğu için öldürdüler. Kış mevsiminde yedi seyyare Kaprikorn burcunda toplandılar ve bu yüzden bütün dünya dep­ rendi ve sarsıldı 1. Çünkü bu yıl içinde Kronos ve Zeos 1 B e d j a n * un notu: «Bu d üny ada vukubulan hâdiselerin sem avî ecramın hareketi ile bir a lâk a sı o lm a d ığ ı g ib i o nların iktiranı yüzünden de vukub ulm az. B unlar A lla h ın iradesine b a ğ lıd ır ve onun serçe bile

konm az». Muta X . 29 .

iradesi

olm adan

bir


618

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

namındaki büyük yıldızlar Akvarius burcunda iktiran etmekte idiler. Mısır sultanı, saltanatının sağlamlaştığına ve A h m e d 'in teklif ettiği sulh ile birlikte bu dünyadan göçmüş olduğuna dair haber alınca Ş e y h A b du r r a h m a n ı kaledeki mahbesinden çıkararak onu Şam camilerinin birinde ikamete memur etti ve kendisine yetecek nafaka bağladı. Bu A b d u r r a h m a n öldürülen Halife M u s i a s ı m 'ın kölelerinden birinin oğlu idi ve ırkan Rumdu. Bağdad’ın zaptı üzerine öldürülmekten kurtu­ larak Musul’a geldi ve çarşıda ikamet ederek dülgerlik ile meşgul oidu, çünkü bu san’atı severdi ve onu öğrenmişti. D a h a sonra îmadiye kalesine giderek buranın emîri olan 1 z z ü d d i n’e kendisinin beyenilmeğe değer birçok eşya ve mefruşat yapmağa muktedir olduğunu ve bunları yapmayı ruhanî bir takım varlık­ lardan öğrenmiş olduğunu söyledi, i z z ü d d i n onu Hanlar hanı Abaka’ya götürdü ve onunla konuştuğu sırada “Beni hâzinenizi bu­ lundurduğunuz Tila kalesine götürün de size hünerimi göstereyim,, dedi. Onu buraya götürdüler. O da şu ve bu taraftaki yeri ölçme­ ğe başladı. Nihayet bir yer göstererek “Burasını kazın,, dedi ve kendisi ötede durdu. Yeri kazınca üzerinde son derece kıy­ metli ve hayret verici mücevher bulunan bir yüzük bularak Hana götürdüler. Bu adamın sözü doğru çıktığı için onun her söylediğine, yani şeytanları kovaladığına, cinlerin esrarını an­ ladığına dair söylediği her söze inanmağa başladılar. Kendisi prensler ile gayet serbest konuşur, gayet samimî münasebet­ lerde bulunurdu. O kadar ki en nihayet saltanatın bütün ida­ resi, bilhassa A h m e d ' i n kısa hâkimiyeti sırasında, ona ema­ net olundu. Denildiğine göre Tatarlar halifenin hâzinesini yağ­ ma ettikleri sırada onu da esir aldılar, Tila kalesine götürdüler, o da bütün eşyası ile birlikte bu kalede kaldı ve burada bul­ duğu yüzüğü kendisi buraya gömmüştü. Bu senenin son kânun ayında Hanlar hanı Argon bütün memleketlere bîr yarlığ göndererek şunları bildirdi: “A h m e d atalarımızın kanunlarından ayrıldığı ve atalarımızın tanımadığı İslâmiyet yolunu tuttuğu için bütün prensler anlaşarak onu saltanattan attılar ve büyük atamız olan Han tarafından mu­ hakeme edilmek üzere onun yanma gönderdiler. Beni de Cey­ hun nehrinden başlayarak Frengistan’a kadar uzanan saltana­


HUN

H ÜK Ü M DA RLA RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

619

tın tahtına oturttular. Bu yüzden sevininiz ve herkes kendi işi ile meşgul olsun. Her yerdeki valiler ve hâkimler bir kimseye zulmetmeyecekler. Zulmederlerse âkıbetlerinden korksunlar. Yoksa parça parça edilirler,,. Bu sıralarda işittiğimize göre Mısır sultanı, Ş e y h A b d u r r a h m a n ile maiyetinde bulunanları Şam’dan Safad kalesine gönderdi ve onları burada hapsetti. Böylece bunların kurtulmaları ihtimali tamamiyle bertaraf oldu. Yunanlıların 1596 (M. 1285) yılında Bartelli köyünde bir tavuk bir devekuşu yumurtası kadar büyük bir yumurta yu­ murtladı. Mesihin salbine müsadif cumartesi günü yine Bartelli’de bir tavuk hıyar gibi ince boyunlu, kıvrık ve uzun bir küçük yumurta yumurtladı. Bunu bize getirdiler, biz de gördük. Temmuz ayının 29 uncu gününe müsadif haftanın birinci günü Kürt, Türk ve çöl Araplarından müteşekkil 600 mevcutlu Suri­ yeli bir ordu Erbile hücum etti ve Amkabad köyündeki hıristiyanların çoğunu öldürüp soydukları gibi, Surhagan vesair köy­ lere de aynı muameleyi reva gördüler. Kürt B a h a e d d i n bunları karşılamak üzere Erbil’den çıktı ise de mağlûp edildi ve kaça­ rak şehre girdi. Bu mel’un eşkıya birçok ganimetler, kadınlar, kızlar, birçok davarlar alıp gittiler. Bugünlerde birçok eşkıya çeteleri Tur Abdin havalisine geidiler, Keşlât köyünde ve Bet Manim ile diğer köylerde ve Sebirina’da birçok kanlar döktü­ ler, Bet Rişe’den birçok ganimetler alarak gittiler. Yunanlıların 1597 (M. 1286)1 yılının 17 haziranında Kürtlerden, Türkmenlerden ve Araplardan müteşekkil 4.000 kadar atlı eşkıya bir araya geldiler ve bazı rivayetlere göre Mısır kölelerinden 300 kadar seçme atlı bunlara katıldılar ve hep bir arada Musul’a yürüdüler. Bunlar yollarındaki köyleri soyduktan sonra Arapların 3 üncü ayının 22 inci gününe müsadif haftanın 2 inci günü sabahı şehrin üzerine yürüdüler. Bu hâdise Arap­ ların 685 (M. 1285) yılında vuku buldu. Bunun üzerine M e l i k M e s ' u d ile şehir içinde bulunan diğer atlılar bunlar ile karşı­ laşmak üzere atlarına bindiler. Fakat bunların çok olduklarını ve kendilerine denk olmadıklarını görerek yüzlerine çevirdiler 1 B e d j a n ’ın notu : «Y u n a n lıla r ın 1597 tem m uz günü M a r bu

düny adan

G r e o g o r y

g öçtü. D iğ e r

ve M ilâd ın 1286 y ılın ın 30

B a r H e b r a e a s M eraga şehrinde

bir m uharrir,

ih tim al ki kardeşi Bar Savvma

Sofi, daha sonraki senelerin va k’a la rın ı yazm ıştır».


620

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

ve şehre döndüler. Onlar da Dicle’yi geçerek Mar Mattai ma­ nastırına tırmandılar ve burada birkaç gün kaldılar. Mel’un eşkıya şehre girince yerli Araplar bunları, bol bol yemekler ve soğuk sular vermekle karşıladılar, onların gelmeleri yüzünden çok sevindikleri, eşkiya da bunlara dokunmuyarak yalnız hıristiyanları öldürüp soyacaklarını söylediler. Tagritanya kilisesinin civarında olan Hıristiyanlar karıla­ rını, oğullarını, kızlarını ve bütün davarlarını alarak Peygam­ berin amcası olan ve kendisine Nakib ül- Alavahim (yahut Abd ul-vahan, yahut Nakib ul-Alavyin) denilen zatın evine iltica ederek eşkiyanın bu binaya hürmet göstermelerini ve böylece şehirde yapıldığı gibi kanlarının dökülmesinden ve mallarının yağma edilmesinden kurtulmayı umdular. Kaçacak yerleri bulunmıyan ve Nakib’in evine iltica edemiyen diğer Hıristiyanlar korkudan titriyor, ağlayıp sızlıyor­ lardı. Halbuki asıl felâket Nakib’in evine gidenlerin başına geldi. Eşkıyalar buraya gelir gelmez Hıristiyanların nerede bu­ lunduklarını sordular. Yerli Araplar da hep birden şu cevabı verdiler : “ Bütün Hıristiyanlar Nakib’in evindedirler,,. Bunun üzerine bütün eşkıyalar derlenip toplanarak buraya girdiler. Öteye beriye merdivenler kurarak evi zaptettiler ve içeride bulunan bütün ahaliyi soydular. Hıristiyanların biri bir ok yiyerek yaralanmış ve ölmüştü. Bunlar Hıristiyanlara işkence etmekle kalmıyarak Araplara da işkence ettiler ve camilerde gözlerinin önünde karılarına, oğullarına ve kızlarına sataştılar. Bütün bunlar bittikten sonra çeteciler Yahudi mahallesine gittiler, evlerini yağma ettiler ve bütün cemaatlerini soydular. Evlerinde kalıp başka bir yere gitmiyen Hıristiyanlara gelince bunlara bir kimse dokunmadı, hattâ bunlar çetecileri görme­ diler. Fakat şehre gelmekte olan bazı Hıristiyan tacirleri ile birçok Araplar şehrin dışındaki hanlara inmişler, bunlar da mallarının çoğunu kaybetmişlerdi. Bunların mallan şehrin içine getirilerek çarşıların depolarına konmuş, daha sonra ahaliye satılması istenmiş, çeteciler de bu sırada çarşıya hücüm ede­ rek herşeyi götürmüşlerdi. Şehrin yerlilerinden olan birçok gençler çarşının kapısında duruyorlardı. Soydukları malları yüklenen çeteciler çarşıdan çıkınca bu gençler bunların ellerindekini kaparak kaçtılar.


HUN

H Ü K Ü M D A RL A RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

621

Daha başkaları da çetecilerin çarşı kapısında bıraktıkları atlara binerek gittiler. Böylece sabahtan akşama kadar çeteciler atlar, katırlar, merkepler ve öküzler toplamakla meşgul oldular, 500 kadar köle ve cariye topladılar. Bunların çoğu Araplardan ve Yahudilerdendi. Pek azı da Hıristiyandı ve bu Hıristiyanlar Nakib’in evinde bulunmuştu. Mutekit ve son derece hünerli bir kuyumcu, oğlunu çetecilerin elinden kurtarmak istediği için öldü­ rülmüştü. Bu adam bir kılıç darbesi yemiş ve üç gün sonra ölmüştü. Mel’un çetecilerden onu şehirde dolaşırken bir takım çıkmaz­ lara saptıkları ve ahali tarafından taşa tutuldukları için helâk olmuşlardı. Şehrin yerli Arapları çetecilerin kendi dindaşları ol­ duklarını bilmiş olsaydılar bunları zerre kadar acımadan şeh­ rin dar sokaklarında öldürürlerdi ve esasen bunlar da şehre kolaylıkla giremezlerdi. Bunlar aldanmış oldukları için pişman oldularsa da pişmanlıktan faide göremediler. Çeteciler şehirden bütün gün topladıkları ganimetleri bir yere yığarak ortalık kararıncaya kadar beklediler. Şehir ahalisi çetecilerin ertesi gün de yağmagerliğe devam edeceklerini sanıyorlardı. Fakat çete­ ciler o gece atlarını yüklediler ve sayılmayacak derecede çok olan mallan alarak geceleyin gittiler. Gün doğduğu zaman ge­ ride bir kimse kalmamıştı. Yalnız karargâh kurdukları yer g ö­ ze çarpıyordu. Yunanlıların 1599 (M. 1288) yılının 28 nisan günü Kürtler ile onlara yakın olan Moğollar arasında bazı kavgalar oldu ve Moğollar Kürtlere karşı hiddetlerini muhafaza ettiler. Bunlar geri dönüşleri sırasında adamlarının altısını geride bıraktılar, bunlar da Musul yolunda gizlendiler. Kudidat (Kudida ?) oğul­ larından 12 mümtaz genç buradan geçerken bu mel’un eşkıva üzerlerine saldırarak ortalık güpegündüz olduğu halde hepsini de koyun keser gibi öldürdüler. Bir müddet (yahut, saat) son­ ra başkaları Musul’dan geldiler ve bu talihsiz gençleri kan için­ de gördüler. İçlerinden yalnız biri henüz diri idi. Bunu kaldı­ rarak köye getirdiler, o da hikâyeyi anlattı, nasıl öldürüldük­ lerini bildirerek putperest katillerin isimlerini verdi. Üç gün sonra o da öldü. A b a k a n ı n oğlu A r g o n tahtında yerleştikten sonra yu­ karıda gösterdiğimiz veçhile A r g o n ' u n A h m e d ’den kurtul­ masına sebep olan hazinedar B o k a son derece zenginledi, sal­


622

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

tanat içinde o kadar yüksek ve nüfuzlu bir şahsiyet oldu ki prensler, damatlar, gelinler, Moğol ordusunun kumandanları dahi ona gelip itaatlerini arzediyor, kapısında durup kendisin­ den bir takım imtiyazlar ve lûtuflar istiyorlardı. Meleketin bütün idari vazifeleri ona verilmişti. Maghogh hânedanına ait ülkeler­ deki hükümdarlar, valiler ancak onun verdiği pukdâne ve onun yani B o k a’nın kırmızı mührü sayesinde tanılıyorlardı. Bu B o k a kardeşi A r o k’u Babil, Azerbaycan ve Bet Nahrin’de umumî vali ve reis tayin etmişti. Bu korkunç ve dehşet verici adam Moğollara ait bütün ordulara, hükümdar­ lara, valilere ve bütün bu memleketlerdeki kâtiplere riyaset ediyordu. Bu iki kardeş altı sene müddetle Moğol devletini tarife sığmaz büyük debdebe ve ihtişam içinde idare ettiler. Bunlar Hanlar hanı A r g o n’un işlerini ihmal ediyorlardı ve servet toplamakla, at, altın, gümüş ve mücevher toplamakla meşgul oluyorlardı. A r g o n kendi hizmeti için diğer emirler tayin etmişti. Bunlar onunla beraber yola çıkıyor, gidip geliyor1 yiyip içiyorlardı. Ordugâh’ta uzak ve yakın memleketlerde olan biten her iş Hanlar hanına azar azar bildiriliyordu. Boka kendini bütün eşraftan üstün tutuyor, satveti ile övünüyor ve yapılan her işin kendi azmi ile başarılmış oldu­ ğunu iddia ediyordu. Bu yüzden ona muhalif olan emirler onun yaptığı her işi Hanlar hanına fena ve ters bir şekilde anlatıyorlardı. En nihayet Bağdad’da bulunan muteber şahsiyetlerden üçü H a n ­ ın şâhâne otağına gittiler ve A r o k aleyhinde ithamlarda bulundular. Onun tahribat yaptığını, çirkin hareketleri ile zarar verdiğini ve zorla büyük servetler topladığını göster­ diler. Bunun üzerine Hanlar hanı bu üç şahsın izaz edilerek muhafaza altında tutulmalarını ve A r o &’un gelmesine kadar Ordugâh’tan ayrılmamalarını emretti. B o k a ise şu mealde bir nâme göndermişti: “Bu şahısları tevkif ediniz ve hâkimlere müracaat etmeden, araştırıp soruşturmadan üçünün kafasını kesiniz,, Bu mağrûrane hatt-ı hareket bütün saltanatın gözüne çarptı ve bu fırsat B o k a ile A r o k'un muhalifleri tara­ fından kullanıldı. Bu andan başlayarak bu iki kardeşin aley­ hinde söylenen her söz kolaylıkla kabul edilir ve bu sözler­


HUN

H Ü K Ü M D A RLA RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

623

den şüphe edilmez oldu. Prensler öldürülen adamlar yüzünden son derece müteessir oldular ve son derece hiddetlendiler. B o k a prensleri rüşvetlerle tatmin etmeğe bakarak kalkıp gitti. Kısa bir zaman sonra ismi S a ' d ü d d e v l e olup yakın­ larda vefat eden Bağdad valisinin kayınpederi olan bir yahudi, Ordugâh’a giderek emirlerin huzurunda şu sözleri söyledi: “A r o i ’un Bağdad’a gitmesine mani olursanız kendisi her yıl Ordugâh’a gönderilen varidatın iki mislini takdim eder,,. Bunun üzerine A r o k ' n n tekrar Bağdad’a gitmeyeceği ve ona kuman­ danlık (yahut hâkimlik) verilmeyeceği şayiası yayıldı ve emir­ ler işleri yahudiye havale ettiler. Bugün A b b a s o ğ u l l a r ı nın tahtı üzerinde bir yahudi vali oturmaktadır. Bakınız, İslâmiyet ne kadar alçaldı! Bununla beraber müslümanlar kötülüklerin­ den ve istibdatlarından zerresini eksiltmiyorlar. Bu andan başlayarak A r o k aleyhindeki şikâyetler sık­ laştı. Bunların biri ismi A b d ü l m ü ' m i n olan Iranlı bir kâtip tarafından ileri sürüldü. Bu adam Ordugâh’a giderek A r o k ile başındaki emirlerin, zabitlerin ve kâtiplerin idareleri altın­ daki memleketleri ve bütün şehirleri tahrip ettiklerini, A r ok yakalandığı takdirde 1 milyon altın dinar vereceğini gösterdi. Emirler bu çeşit hikâyelerden hoşlandıkları için bu haberleri veren adama “Sen bir müddet bekle,, dediler. B o k a kendisi ile kardeşi aleyhindeki iddiaların sevinçle karşılandığını görerek müteessir oldu ve kendini çekti. B o k a hasta olduğunu söyleyerek evinde yatağına serildi. Eşraf görü­ nüşte kendini ziyaret için geldikçe içini çekiyor ve A h m e d ’in zamanında A r g o n lehine yaptığı güzel hareketlerden nedamet ettiğini, A r g o n’un iyiliğe lâyıkı ile mukabelede bulunmadığını teessürle söylüyordu. B o k a , A r g o n aleyhinde gizli bir isyan tertibi ile meşgul olmakta ve bu sırrını eşraf­ tan birkaçına ifşa etmiş bulunmakta idi. Bu eşraf onun son derece hilekâr bir adam olduğunu, A h m e d ' in mahza onun yüzünden sukut ettiğini ve A r g o n ' u n bu sayede muzaffer olduğunu bildikleri için onun sözlerini safdillikle karşıladılar. A r g o n a gelince, bu çeşit haller başından geçmiş olduğu için kendini çok kuvvetli bir muhafaza altına almıştı. Çünkü A r g o n’un hizmetinde bulunan emirler B o k a’nın fena niyet­ lerini daima anlamakta idiler.


624

ABUL-FARAC

TARİHİ

B o k a hilesinin anlaşılmış olduğunu farkedince korkudan titremeğe başladı ve ne yapacağını bilmez hale geldi. Onun için kalktı, atına bindi ve güya kendisine iltica etmek üzere Büyük Hatun A l j i ' m n karargâhına kaçtı. A r g o n ile diğer emirler B o k a nın atına binip gittiğini haber aldıkları zaman onlar da atlarına binerek peşine düştüler, ona yetiştiler ve onu yakalayarak geri çevirdiler. Ona sual sorunca hilesini itiraf ederek şu sözleri söyledi: “Maksadım Hanlar hanını değil, fa­ kat daima aleyhimde bulunan ve beni tahkir eden, Hanlar hanınınm gözünden düşüren emirleri incitmekti,,. Fakat bu söz­ leri kabul olunmadı ve B o k a öldürülerek âzası parça parça edildi. Hâdise Yunanlıların 1600 (M. 1289) yılının sonkânuıı ayının 14 üncü cuma günü vuku buldu. B o k a ' nın evi, mallan ve eşyası yağma edildikten başka oğullan, gizliden gizliye onun ortaklan sayılan kimseler de öldürüldüler. Aynı gün pa­ pas tabip ve kanunşinas Ş e m ’ u n da öldürüldü. Kendisi Er­ bil ahalisinden bir hıristiyandı ve E b û ' l - K e r e m unvanını taşımakta idi. Aynı gün bizce meçhul olan birçok Moğollar da öldürüldüler. A r o k Musul havalisinde kışlamakta olduğu için şâhâne otağdan kuvvetli ve cesur bir adam olan ve birkaç gün önce M u g a r i dan Âmid civarına gelen B a i t m i s h adlı emir sür’atle gönderildi. O da bütün Moğol askerlerini atlarına binmeğe mecbur ederek, kardeşinin başına gelenlerden haberi olmayan ve bu havalide Moğolların beyaz bayramını tes’id için yiyip içmekle meşgıjl olan Arok'\ı kuşattı. A r ok, Moğol askerleri ile Baişan öküzlerinin kendisini çevirmiş olduğunu görünce dona kaldı ve ne yapacağını şaşırdı. Fakat atına bindi ve ka­ rısı ile çocuklarını alarak sabaha kadar Kaşaf namındaki kü­ çük kaleye iltica etti. B a i t m i s h ona dosdoğru şu haberi gönderdi: “Mukavemet etmek sana yakışmaz,,. A r o k da şu cevabı gönderdi: “Ben buraya mukavemet edecek olan bir âsi sıfatı ile gelmedim. Fakat ne olduğunu bilmediğim askerlerin etrafımda niçin toplandıklarını anlamadığım için geldim. Siz vaziyeti bana bildirin de ne olduğunu anlayayım,,.

Bunun üzerine bizzat B a i t m i s h kalenin kapısına yakla­ şarak şu sözleri söyledi: “Kardeşin B o k a , Han’a karşı hiyanet etti; onun için sâdır olan emirle öldürüldü. Biz seni yakalamak


HUN

H Ü K Ü M D A RL A RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

625

ve Hanlar hanının yanma götürmek üzere geldik. Hayatta mı bırakılacaksın, yoksa öldürülecek misin, bnnu ancak Han bilir,,. Bunun üzerine A r o k derhal kalenin kapısını açtı, âilesi ile birlikte indi ve şu sözleri söyledi: “Han’ın emri başımın üze­ rinde,,. Onlar da A r o k ' a zincir vurdular, başına muhafızlar diktiler ve onu ordugâh’a gönderdiler, o da orada katledildi. A r o k Nineva orucuna müsadif haftanın ikinci günü yani se­ nenin sonkânun ayının son günü yakalanmış ve yedi gün son­ ra öldürülmüştü. A r o k aleyhinde ihbaratta bulunan ve onun kırallardan, valilerden, velhasıl hükmü altındaki bütün memleketlerde zul­ metmek ve tahribatta bulunmak dolayısıyla bir milyon altın toplamış olduğunu söyleyen Iranlı kâtibin sözleri A r o k ' a karşı hissolunan umumî nefret dolayısı ile kabul olunmuş ve bütün bu adamlar (yani hükümdarlar, valiler ve kâtipler) aley­ hinde fena hükümler verilmiş ve bunların mukadderatı emir B a i t m i s h 'a havale edilmişti. A b d ü l m ü ’ m i n bunların hesabını yapmış ve herbirinin aleyhindeki töhmetleri tesbit et­ mişti. B a i t m i s h da bu adamların herbirini döverek, her­ birine işkence ederek ellerindekini istirdat edecek ve içlerinde ölüm cezasına lâyık olanları acımadan öldürecekti. K a v t i oğlu M e s ' u d ile kardeşleri ve akrabaları Şâhâne Ordugâh’ta B o k a ’dan başka bir kimseyi tanımadıkları ve diğer emirlere hizmeti manasız buldukları için bunlara nahak yere hürmet göstermeği arzu etmiyorlardı. B o k a ’nın emri bütün emirlerin emrinden yüksek olduğu için bunlar da di­ ğerlerinin hepsini ihmal ederek yalınız B o k a 'yı tanımışlar ve onun hatt-ı hareketi herkes tarafından beğenilmediği ve takbih edildiği halde ona bağlı kalmışlar ve ona nasihatta bulunarak şu sözleri söylemişlerdi: “Daima şâhâne hizmette bulunan emir­ leri ihmal etmek ve itaat göstermemek doğru değildir. Bize gelince birini kabul ederek birçoklarını müteessir etmek mecnunâne bir harekettir. Çünkü itimat ettiğimiz tek emirin başı­ na bir bela gelirse diğer emirlerden yardım göremeyiz. M e s ' u d düşünüş itibariyle çocuktan farksız ve hareket­ lerinde basiretsiz davrandığı için şu sözleri öğüne öğüne söyA b u l - Farac

Tarihi 40


626

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

le d i: “Ben B o k a’dan sonra yaşamak istemem. B o k a ölürse ben de ölümü yaşamağa tercih ederim „. Nitekim böyle oldu ve M e s ' u d bu sözlerini yerine getirdi. Çünkü A r ok' un yaka­ landığı gün M e s ' u d da muhafaza altma alındı ve son derece itina ile muhafaza edildi ve bu vaziyet iranlı kâtib A b d ü l m ü ' m i r i in gelmesine kadar devam etti. Bunun üzerine Hıristi­ yanlar aleyhinde tazyıklar ve galeyanlar başladı. Söylenmesi doğru değilse de Allah da onları terketmiş gibi idi. Moğollar hıristiyanları merhametsizce işkenceye tabi tuttular ve bilhassa Erbil hâkimi olan M u h t a ş o ğ l u T a c e d d i n ' i son derece şiddetle işkenceye uğrattılar. Bu adamları yerden bir arşın yüksekte astılar ve yıkılıncaya kadar ayaklarına sopa çektiler. Sonra yere indirdiler ve ölü sayılacak hale gelinceye kadar sırtına ve göğsüne sopalar indirdiler. Sonra bir mangala kömür koydular ve göğsünün üzerine dayadılar. Velhasıl ondan 50.000 dinar koparıncaya kadar en ağır işkenceyi yaptılar. En sonra işkenceye tahammül edemiyecek hale gelince onu bir kaç defa Dicle nehrine atıp çıkardılar. İhtimal ki bu adam nehirde bo­ ğularak işkenceden ve dayaktan kurtuldu. K a v t i o ğ l u M e s ' u d hasta olduğundan ona dayak atmadılar; onun ölmesinden ve ölümü ile birlikte servetinin kaybolmasından korktular. Bu yüzden ona karşı boş vaitlerde bulunarak kendilerine bir milyon altın dinar verdiği takdirde şerefli mekiinde kalacağını ve bir kimsenin kendisine dokun­ mayacağını söylediler. M e s ' u d dayak yemediğine bakarak Moğolların kendisine karşı lûtuflarda bulunacaklarını sandı ve son derece hasis olduğu için Moğollara karşı sert sözler kullandı. Moğollar da ona karşı hünerlerini göstererek kâh kırbaçlar ve yumruklar, kâh tehditler ve küfürler sayesinde is­ tedikleri parayı ondan aldılar ve onu kendileri ile birlikte Erbil’e götürerek orada bu yılın nisan ayının 4 üncü günü öldür­ düler. Oğluna da tahtadan yapılma bağlar vurarak hapse attılar. M e s ' u d ' un

kardeşi Ş i h a b ü d d i n kaçmış olduğu için onu dikkatle aradılarsa da bulamadılar. Bet Sahraya köyünden olan D u b a i s namındaki adam onun yüzünden öldürüldü. Çünkü Ş i h a b ü d d i n bu köyde birkaç gün saklanmış, sonra buradan ayrılıp gitmişti. D u b a i s ' e ona dair sualler sorulduğu zaman yemin ederek onu görmediğini söyledi. Fakat bu köye


HUN H Ü K Ü M D A RLA RIN A

GEÇEN

XI. H Â N E D A N

627

mensup bir çocuk yakalanarak kendisine dayak atılmış, o da köyde bulunduğu sırada saklanmış olduğu yeri göstermişti. Moğollar Ş i h a b ü d d i n ’in nereye geldiğini anladıktan sonra zavallı D u b a i s' i Musul’a götürerek burada öldürdüler ve ayak takımı da onun cesedini taşa tuttular.

Ş i h a b ü d d i n 'in

Onun katlinden sonra Musul ahalisi diğer bir genç aley­ hinde bir takım ithamlarda bulundular, onun fuhş yaptığını ve Arap kadınlarının ırzına tasallut ettiğini söylediler. Bu genç de öldürüldü ve cesedi şehrin sokaklarında sürüklendi. Daha sonra cesedinin üzerine odun yığıldı ve odunlara ateş verildi. Niha­ yet onun kafatasını aldılar ve bunu kiliselerin kapılarına götü­ rerek hıristiyanlarla istihza ettiler. Musul ahalisinin bu iki ay zarfında karşılaştıkları tazyik ve eziyet lisan ile tarif edilemez ve kalem bunları tasvirden âciz kalır. Yarabbi, kullarının kanı ne kadar merhametsizce dökülüyor ve mabedlerin tazyik yü­ zünden ne elîm bir vaziyete düşmüş bulunuyor. B o k a 'nın öldürülmüş olduğu günlerde B a i t m i s h Garp memleketlerine gönderildi ve Moğolların bütün askerleri atla­ rına binerek A r o k ' a yakalamak için hareket ettiler. Suriye ahalisi korku ve dehşetten titriyorlardı. Çünkü Moğolların hücumuna uğramak üzere olduklarını sanıyorlardı. Suriyeliler kendilerini kuvvetlendirerek birçok askerler topladılar ve Mo­ ğollarla muharebe etmek üzere hazırlandılar. Fakat Moğolların kendi aralarında kopan işlerle meşgul olduklarını anlayarak ve onların başka milletlerle uğraşacak halde olmadıklarını kes­ tirdiler, askerlerini boşu boşuna dağıtmayı muvafık görmediler ve Büyük denizin sahilinde olan Trablus şehrine karşı ordugâh kurarak şiddetli bir muharebe yaptılar. Şehrin içinde bulunan­ lar Kıbrıs adarında bulunan Frank akrabalarından yardım iste­ diler ve bunlar da onlara deniz yolu ile bir miktar asker gönderdiler. Bu askerlerin gelmesi ile yerliler kuvvetlendiler ve surların üzerine çıkarak, aşağı yukarı üç ay kadar büyük bir cesaretle harbettiler. Fakat şehrin dışındakiler üstün gelerek surları mancınıklarla deldiler. Bunun üzerine Hıristiyanlar mağ­ lûp edileceklerini görerek gemilere bindiler ve buradan Kıbrıs’a gittiler. Şehrin içinde kalanlara gelince Araplar bunlara hücum ettiler, bunlar da kılıçlarını çekerek Arapların içine karıştılar ve bu kargaşaiık içinde öldüler ve öldürüldüler. Araplar içinde


628

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

maktûl düşenlerin sayısı çok olduğu için bunlar bütün şehri tahrip ettiler ve yakmadıkları bir kule veya kilise bırakmadılar. Araplar sayılamayacak derecede çok ganimetler aldılar ve yine sayısız erkekleri ve kızları esir aldılar, sayısız miktarda papaslar, rahipler ve rahibeler öldürdüler, şehri uğuldayan bir beya­ ban halinde bırakarak gittiler. Bu hâdiseler Yunanlıların 1600 (M. 1289) yılının Nisan ayının bedr-i tamı sırasında vuku buldu. Aynı yıl içinde Suriye çetecilerinden 2.000 kadar atlı Sincar ve Bet Arbaya hududunu geçerek Pişabur civarına ge­ linceye kadar yağmagerlikte bulunmadan hareket etmişler, fakat Dicle üzerindeki bu köye varınca geceleyin burada konaklıyarak gece yarısı nehri geçmişler ve Nasturîlerin büyük bir köyü olan Vastav’a doğru hareket etmişler, Ağustos ayının 14 üne müsadif haftanın birinci günü şafak sökerken bu köye hücum etmişlerdi. Köylüler bunların birkaç eşkıyadan ibaret oldukla­ rını sanarak bunlara karşı hareket ettiler. Fakat bunların sa­ yısını anlıyarak köye döndüler, bir kısmı kiliseye iltica etti ve kurtuldu, bir kısmı da bahçelere ve bağlara iltica etti. Bu mel’un adamlar etrafa dağılarak büyük tahribat yaptılar ve 500 kadar adam öldürdükten başka, kadın, çocuk ve kızlardan müte­ şekkil 1000 kadar kişiyi esir aldılar, şehirdeki paraları, koyunları ve davarları alıp götürdüler ve aynı gün geldikleri yoldan dönerek Habura nehrine kadar sükûn içinde vardıiar. Bu neh­ rin üzerinde dar bir köprü bulunuyordu. Ganimetin bolluğu ve esirlerin çokluğu bunların buradan geçmelerine sebep oldu. Bu sayede Musul’da bulunan Moğol emiri bunların hareketin­ den haber alarak derhal hazırlandı ve atlarına binen askerleri ile takibe çıktı. Moğollar bunları buldular ve bunların çoğu köprüyü geçmiş, yüklerini karşı tarafa geçirmiş bulunuyorlardı. Moğollar henüz köprüyü geçmemiş olanları öldürdürerek esir kadın kız ve erkeklerden üçyüzünü kurtardılar ve bunları akrabalarına teslim ettiler. Bundan başka yaz mevsiminde 2.000 kadar Suriyeli eş­ kıya Malatya ve Hesna havalisine taarruz ettiler. Burada bulu­ nan ordu kumandanı H a r b a n d a hâdiseden haber alarak askerlerini topladı ve bunlarla harbetti ise de mağlûp edildi. H a r b a n d a ile beraber bulunanların birçoğu maktûl düştükten başka dostlarından bir kısmı, akrabaları, kardeş çocukları ve


HUN

H Ü K Ü M D A RLA RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

629

daha birçok kimseler esir düştüler. Kendisi ile birlikte 40 kişi kaçarak kurtuldular ve Hesna’daki yaptırdığı yeni konağa dön­ düler. Hesna’nın, âramî dilindeki adı Horasan’dır. H a r b a n d a burada oturarak, harpte esir düşenleri nasıl kurtaracağını teessür içinde düşünüyorken muharebenin Hıristiyanlar yüzün­ den vukubulduğuna karar ve vermiş ve esirleri kurtarmak için Hıristiyanlardan para toplamayı muvafık görmüştü. Bunun üze­ rine her şehir ve köye verebileceği kadar altın tarhedildi, fakat adaleti İlâhiye bunların bu zulmünü kabul etmediği için içinde oturdukları yeni konak üzerlerine yıkıldı ve böylece hepsi de mahvoldular ve içlerinden yalnız bir kapıcı kurtarılabildi. Onun da sırtına bir kalas düşmüş ve bu sayede evin dışına geçebilmişti. Yunanlıların 1601 (M. 1290) yılının başında hıristiyanların büyük bir düşmanı olan Maiperkat emi A l â A l m ı ş , ırkan bir Ermeni ve bir hıristiyan olan Muş emirine adam göndere­ rek onu gizlice öldürttü ve Mar Kavma rahiplerini eziyetlere uğrattı, Buradaki rahiplerden biri hiddetten tutuşarak Ordu­ gâh’a gitti ve A l â A l m ı ş aleyhinde şikâyetlerde bulundu. Hanlar hanı ona söz hürriyeti vermiş ve sözlerini zevk ile dinlemişti. Kendisi Hanlar hanı ile serbestçe konuşabiliyordu. Hanlar hanı da onun sözlerini zevkle dinlerdi. Birgün Hanlar hanı atla dolaşıyordu. Havrâr ırmağı üzerindeki bir köprüyü geçmek üzere iken, rahip onun atının geminden tuttu ve yemin ederek şöyle söylendi: “Buradan A l â A l m i ş ’in ölümü emrini vermeden geçmene mani olacağım.,, Hanlar hanı derhal bu emri verdi ve A l â A l m ı ş öldürüldü. Aynı günler içinde M u s u Z’da kâtiplik etmekte olan Ferec u l l a h adlı Mısır’iı bir fakih, yukarıda bahsi geçen A b d ü l M ü m i n 'in yaptığı hivaneti ilân etti. A b d ü l M ü m i n , B a r K a v t î 'nin oğlu M e s ' u d ’u haksız olarak öldürmüş, hıristiyanların büyük ıztıraplar çekmelerine sebep olmuş ve kendisi için büyük bir servet toplamıştı. Hanlar hanı bu işin tahkik edilme­ sini emretti. Bunun üzerine Iran’lı hüküm giyerek öldürüldü ve Tanrının adaleti süratle yerine getirildi. İşte bu zamandan itibaren Hanlar hanı Arap’ların samimi olmadıklarının ve ihtiyatla hareket etmediklerinin farkına vardı, ve ona gösteril­


630

A B U ’L- F A R A C

TARİHÎ

di ki, onlar her yaptıkları işte hileye başvururlar (veya hiya­ net ederler) ve iki yüzlülükle hareket ederler. Musevi olan Bağdat valisi S a ' d ü d d i n ’in, bütün ülkesindeki kâtiplerin reisi yani sahib-i divan olmasını, ve valilerin kat’iyyen bir Arabi kâtipliğe tayin etmemelerini ve bu işi yalnız hıristiyan veya Yahudilere vermelerini derhal emretti. Bu suretle Arapların (Hıristiyanlara karşı) duydukları nefret ve kötü niyet arttı. Adı geçen Musevî Bağdad valisi olduğundan, şehrin vergi ve varidat işlerinin tanzimi onun uhdesinde idi. Hanlar hanı kardeşini onun yerine Bağdat valiliğine getirdi. Diğer kardeşini de umum müdür M u h a t a s ’ın oğlu T a c ü d d i n ile birlikte, M u s u l , M a r d i n ve D i y a r b a k ı r ’a gönderdi. Bunlar yerlerine varınca, uzun zamandan beri Erbil valisi bulunan ve M l e z a r B e g adı ile tanınan Kürt bir emir bun­ lardan korktu. Bunların kendisine büyük zararları dokunacağını zannetti ve derhal Hanlar hanının ordugâhına gitmek için yola çıktı. Hanlar hanı tarafından merhametle karşılandığı takdirde bütün bu korkulardan kurtulacağını düşündü. Fakat yeni emirler, o yola çıkar çıkmaz, arkasından onun aleyhinde birçok haber­ ciler gönderdiler. Hanlar hanı kendisini öldürmeye karar verdi, fakat onu bir müddet ümitle avuttu. Ona soyu ve taraftarları ile birlikte son vermek için, oğullarını, ev halkını, akrabasını ve vatandaşlarını yakalatmak üzere, ilkin bir haberci gönderdi; onu bunlara öldürtecekti. Bu plânı bilen bir kadın bir gece vaziyeti emire anlattı. Bunun üzerine bu Kürt, en ufak bir tereddütle vakit kaybet­ meden kölelerinden birini yanma aldı ve ikisi birlikte atlarına binerek ordugâhtan kaçtılar. Tuzaktan kurtulmuş bir kuş gibi kaçtılar. Atı ile o kadar süratle yol aldı ki Hanlar hanının haber­ cisini geçti. Evine vardı ve âilesi ile birlikte bütün yiyecekleri­ ni yanlarına alarak dağlara, tepelere ve erişilmez vahşi yerle­ re sığındılar. Bundan sonra Hanlar hanının habercisi yerine ulaştı ve hay­ retler içinde kaldı. Hanlar hanı da pek fazla hiddetlendi ve öfke­ sinden ateş püskürdü. Onu kızdıran yalnız bu adamı elinden kaçırmış olmak değil, hususiyle onun bu sırrı elde etmiş olması idi. Sırrı bu Kürd’e ifşa etmiş olan orduğâhın içindeki insan kim di? Devriye vazifesi görmek ve bu dağlarla Kürtler arasın­


HUN

H ÜK Ü M DA RLA RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

631

daki yolları tutmak üzere mıntakaya askerî birlikler gönderdi. Fakat mevsim kış olduğundan ve Kürtlerin bulunduğu dağların tepesi karla örtülü olduğu için, Moğolların bu askerî birlikleri ne bu yollardan geçmeye ve ne de bunları kontrolleri altında bulundurmaya muvaffak oldular ve bu sebeple, Kürdlerin çiftçi ve fakir ırgat olarak bulundukları ve vergi veren Kürd* lerin yaşadığı ovalara geri döndüler. Moğollar bunları soydu­ lar ve öldürdüler, evlerini ve zahire anbarlannı yağma ettiler ve yaktılar. Bu fakir insanlar hususiyle K e y e ş y e (Keyejye?) adı ile anılan ve Moğol kuvvetleri arasında bulunan dağlılar tarafından fena muameleye maruz bırakıldılar. Çünkü .bunlar hıristiyandı ve Araplardan tabiatları icabı olarak nefret ederler­ di; bunlar Kürdiere büyük zararlar verdiler ve tasviri imkân­ sız gaddarlıklarda bulundular. Erkekleri merhametsizce öldür­ düler, sayısız kadını ve kız ve erkek çocuğu esir aldılar. Yedek yiyeceklerinden beraberlerinde alabildikleri kadarını alıp götür­ düler, geri kalanı da ateşe verdiler. İşte bunun üzerine, bu dağlılar yüzünden Araplar Hıristiyanlar hakkında pek öfkeli sözler söylediler ve “Bu dağlılar olmasa, Moğollar hat’îyyen Kürdiere fena muamele etmezlerdi, çünkü Moğolların pek bü­ yük bir sayısı günümüzde H a r e g ey e (yani, müslüman) ol­ muşlardır. Bunlar hiç bir zaman müslümanlara fenalık etmek istemezler; böyle bir şeyi belki ancak asilleri tarafından zor­ landıkları taktirde yapabilirler,, dediler. Yaz gelince Moğollar, Musul ve Erbil mıntakasını terkedip gittiler ve dağ tepelerinden inmiş olan ve sayıları on binleri bulan Kürdler ovaya geldiler. Meııleketin yerlileri de onların önünden kaçarak şehirlere sığındılar. Erbil civarının bütün aha­ lisi kaleye kapandı. Kürdler de kaleyi derhal muhasara ettiler. Fakat Allah onların vahşi saldırışlarını durdurdu. Kaleye yap­ tıkları hücumda tamamiyle muvaffak olamadılar. Ona karşı har­ betmek için her toplandıklarında, aralarından aşağı yukarı yedi veya sekiz kişi öldü. Bunlar kaledekilere karşı on yedi (veya on beş ?) gün kadar bir müddet hücumla vakit geçirmişlerdi ki, sayıları iki yüz kadar tutan bazı F r a n k 'lar Hanlar hanının emri ile, gemi yapmak üzere Babil’e (Bağdat) ve oradan Basra’ya inecekler, oradan da Pentos denizi (Sûf denizi ?) yoliyle gidip Mısırlılara


632

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

hücum edeceklermiş gibi, Dicle üzerinden, yani ırmak yolu ile Musul’a indiler. Frank’lardan sayıları yedi yüzü bulan bir kafi­ le de karadan geldi. Bunlar bütün kış, yani işlerini bitirinciye kadar Bağdat’ta kaldılar. Bağdat’taki Franklar hakkında hatırlanmıya değer hikâyeler var. Fakat asıl konumuzdan ayrılma­ mak için biz yine meseleye döneceğiz ve bu hikâyelerden son­ ra bahsedeceğiz. Kürdler bazı Frankların Musul’a varmış olduklarını haber alınca, bunların kendileri için geldiklerini tasavvur ettiler ve kaleyi terkederek kırlara dağıldılar. Bunun üzerine Kürdlerin baskısından kurtulunca, kaledekiler gidip B e t S a y y e d e kö­ yünün ahalisini kaleye getirmek ve bu suretle onların Kürdlerden zarar görmemelerini temin etmek istediler. Halbuki haki­ katte onları yerlerinde bıraksalardı onlara hiç bir zarar gelmiyecekti. İki yüz kadar atlı, K e y e j y e yani bahsi geçen dağ­ lılar, kaleden çıkarak B e t S a y y e d e’ye indiler. Hakikatte köy ahalisini değil, kendilerini düşünerek hareket ediyorlardı. Ora­ ya gelince altlarındaki atları çiftçilere ödünç verdiler ve on­ ları beklemiyerek yaya olarak geri döndüler. Böylece dağınık ve başsız bir gurup vaziyetinde bulunuyorlardı. Şehrin yakın­ larına geldikleri zaman orada pusu kurup bunları beklemekte olan Kürdler birden bire üzerlerine atıldılar. Aralarında ölen­ leri az oldu ise de, Kürdler bunların çoğunu esir aldılar ve yanlarında bulabildikleri her şeyi yağma ettiler. Suriye’deki eşkiya ve yolkesiciler Kürdlerin Erbil kalesini muhasara ettiklerini işitince, kendileri de aynı zamanda aynı şeyi Suriye’de yapmaya, mal yağma etmiye, insan öldürmeye, esirler almaya ve ganimet elde etmiye karar verdiler. Bu mak­ satla iki bin kişi kadar bir kuvvet topladılar ve Kürdlerin yar­ dımına koştular. Kaleye vardıkları zaman Kürdleri bekledikle­ ri vaziyette bulmadılar, çünkü içindekilerin kuvvet ve askerî maharetleri dolayısile onlar bile kaleye yaklaşamamışlardı. Su­ riye’deki şakîler kale müdafilerini denemek arzusu ile, içlerin­ den iki yüz kadar kişi ayırdılar ve bunlar kalenin kapısına yaklaştılar. Kaledekiler dışarı çıkarak bunlarla dövüştüler ve onların elinden atlarının bir kısmını alarak kaleye döndüler. Şakîler, kendilerine hiç bir kazanç temin edemediklerini, kaleye kadar gelmelerinin hiç bir faydası olmadığını ve o zamana


HUN

H Ü K Ü M D A RL A RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

633

kadar Kürdlerle birleşmiye bile muvaffak olamadıklarını görün­ ce, elleri boş ve hayal sukutuna uğramış bir vaziyette, geldik­ leri yoldan tekrar geri döndüler. Bu olaylar, haftanın üçüncü gününde ve Haziran ayının yirmi yedinci gününde cereyan etmiştir. Bu yılın Temmuz ayı içinde, doğru bir insan olan ve memleket memleket dolaşarak insanları kötülük yapmaktan sakınmıya, pişmanlığa, hallerini islâha ve günahlarını itirafa teş­ vikle vaktini geçiren bir Ermeni rahibi Zaid kalesine geldi ve orada bir ay müddetle kaldı. Sözleri oradaki hıristiyanları çok memnun bıraktı. Bazı gençler onun cazibesine kapıldılar. Ge­ celeri onun etrafında toplanmıya başladılar; onunla birlikte yiyip içtiler ve kutsallık kazanmış kimseler ve din yolunda kendi­ ni feda etmiş olanların mükâfatlandırılmaları hikâye ve menkibeleri üzerinde musahebeler yaptılar. Sözlerinin ne kadar kudretli olduğu Araplara haber verilince, bazıları ona karşı büyük bir gıpta duymıya başladılar ve cuma gecesi ölü bir köpek bularak götürüp büyük camiin kapısının üzerine astılar. Şafak söküp Araplar namaz kılmak için bir araya geldikleri zaman, köpek leşini gördüler ve iyice hiddetlendiler. Hepsi bir ağızdan, “Bu Ermeni rahibinin ve onun etrafında toplananların işidir,, dediler. Kılıçlarını ve kamalarını çektiler ve gidip za­ vallı rahibi ve şehrin onun yanında buldukları bir kaç yer­ lisini yakaladılar. Oynanan bu oyunu öğrenmiş olan bir çok kimseler Arapların gazabından kurtulmak için bulundukları yerlerden kaçmış ve saklanmışlardı. Rahibe hücum eden insaf­ sızlar onu alarak B a û t h manastırına götürdüler. Orada rahiple­ rin hücrelerine girerek eşyalarını gasbettiler. Zavallı Ermeni rahibini de şehrin yerlilerinden iki veya üç kişi ile birlikte öldürdüler ve şehire döndüler. Şehirde dindar hırıstiyanların evlerine girerek buldukları her şeyi yağma ettiıer. Bir çok hürmete değer kimseleri dövdüler ve onlara işkenceler yaptı­ lar. Şehirdeki alış veriş bir aya yakın bir zaman için durdu. Bir müddet önce İranlı kâtibin hıyanetini açığa vurarak onun ölümüne eebep olmuş olan Mısır’lı fakih F a r e ç u l l a h, söylediği sözlerin kabul edilmesi dolayısiyle işlerinin iyi gitti­ ğini görerek bu günlerde büyük bir gurura kapılmıştı. Ordu­ gâha gidip Muhetaş’ın oğlu T a c i i d d i r ı hakkında bir sürü ifti­


634

A B U ’L - F A R A C

TARİHÎ

ralar yağdırmıya başladı ve “O kendisi için kırk bin altun toplamıştır,, dedi. Sahib-i dîvan olan Yahudi bu sözleri işitince cesaretlendi ve kendi kendine şöyle düşündü: “Eğer bu adam için söylenenler doğru ise, aynı şeyin F e r e c u 11 a A ’m kardeşi için daha kuvvetle varit olması icabeder. Çünkü o T a c ü d d i n ­ in yakın arkadaşıdır ve vali olması dolayısiyle, ona nazaran daha büyük iktidar sahibi ve para alıp vermek hususunda daha geniş selâhiyet sahibidir,,. Bundan dolayı F e r e c u l l u t i a karşı mültefit davranmıya başladı ve onun sözlerinin yalnız T a c ü d d i n ’e zarar vermek­ le kalmıyacağını, fakat kardeşine daha büyük zararları doku­ nacağını söyledi. Şaşkın bir hale gelen F e r e c u l l a h , ne bu adamın hükmünü çürütebileceğini, ne de ona karşı durabilece­ ğini ve kendi söylediklerini geri alacak olursa kampın emirleri tarafından öldürüleceğini gördü. Bazı kimseler ona şöyle dedi­ ler : “Yazılı olarak, söylediklerini sarhoşluk sebebiyle söyledi­ ğini ve bu iki adamın, yanı T a c ü d d i n ile arkadaşının zali­ mane hareket etmemiş olduklarını ve hiç bir zaman hiç bir kimseden adalete uygun olmıyarak bir şey almamış olduklarını bir vesika içinde tesbit et ve bu vesikayı Sahib-i dîvan’a ver. O senin işini düzeltir ve bu adamlarla da seni arkadar eder.,, F e r e c u l l a h bu nasihati kabul etti ve yukarıda söylenen şe­ kilde bir yazı yazarak Sahib-i dlvan’a verdi. Bu vesika eline geçer geçmez, hain Yahudi onu alıp Hanlar hanına götürdü ve “Dün o sözleri söyleyip de bugün de bunları yazmış olan adam hakkında emriniz nedir ?„ diye sordu. Hanlar hanına “ Hakikaten bunun gibi bir insanın öldürülmesi icab eder dedi. Ferecullah derhal öldürüldü. Yahudi, onun Musul’da kendisinden fena iki arkadaşı bulunduğunu da isbat etti. Şehinşah bunların da öldürülmesini emretti ve kâtip M ü v e y e d ' in oğlu M ü v e y e d ' i ve Erbil’in yerlisi olan M u h t e s i b ' i n oğ­ lu E m i r ü d d i n’i acele olarak Musul’a göderdi. Bundan bir kaç gün sonra, mükemmel bir insan ve Mu­ sul havalisindeki hıristiyanların büyük bir dayanağı olan E m i r M a t t a i, ahaliden Moğolların mutad hediyesini almak üzere or­ dugâhtan S i i r d ' e gönderildi. Bu mıntaka ahalisi Hıristiyanlar­ dan nefret ederler ve kendilerini idare eden bu Hazret-i İsa’ya benzeyen adamı hiç sevmezlerdi. Kılıçları ve kamaları ile onun


HUN

H Ü K Ü M D A RL A RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

635

oturduğu köşke hücum ettiler ve onu orada o yılın Temmuz ayının otuz birinde, haftanın ikinci gününde öldürdüler. Hayayatına insafsızca son verilmiş olan bu adamın oğullan derhal ordugâha gittiler ve oradaki Arapların yaptığı küstahlıkları anlat­ tılar. Bunun üzerine, “Katiller öldürülecek ve şehrin yerlilerin­ den on bin (dinar) ceza kesilecek,, diye bir emir çıktı. Bu maksatla şehire gelinerek oradaki Satraplardan yedi ve sekizi öldürüldü. Yunanlıların bin altı yüz iki yılının başında (M. 1291) Kardû’nun Gezarte mıntakasında olan ve S e c a l ü d d i r ı L a z e k â î adı ile tanınan bir Kürt emiri aleyhinde bir itham yapıl­ mıştı. Meselenin tahkikini kuvvetli bir insan olan Baitmıs yaptı, ve neticede, Kürt emiri ile oğullarından biri Musul’da öldürüldü. Bugünlerde Musul’daki emir ve komutanları öldürmek için, İsmailîlerden bir kaç kişi tüccar kıyafetine sokulacak oraya gönderildi. Bundan maksat artık orada hıristiyan ve Yahudilerin yüksek idare makamlarını işgal etmemelerini temin etmekti. Onlara kendileri hücum etmek fırsatını bulumazlarsa, sui kasdı yapmak için gizli ve hileli yollara baş vuracaklardı. Musul’a vardıklarında, tacirlerin âdeti üzere bir hana indiler. Fakat aralarında bir kavga çıktı ve birbirleri ile dövüşmiye başladı­ lar. Yakınlarında bulunan ve kavgaları işiten biri bunların söz­ lerinden şüphelendi ve derhal giderek emirlere bu adamlar hakkında malûmat verdi. Onlar da hemen bunların yakalattılar. Bunlar işkcnce yapılmıya başlanınca, aralarından yaşlı biri, “Bize işkence yapmamıza lüzum yok, biz üçümüz sizi öldürmiye geldik. Üç kişi de Babil’e oradaki Yahudiyi öldürmiye gitti. Baş­ ka üç kişi de orada bulunan S a h i b - i d î v a n 'ı öldürmek için ordugâha gittiler,, dedi. Bunun üzerine emirler bu üç kişiyi der­ hal öldürdüler ve Babil’e de adam göndererek üç su-i kasdcıyı kolayca yakalatıp öldürttüler. Kampa gitmiş olanlara gelince, bunların arzulan yerine geldi ve hedeflerine zorluk çekmeden eriştiler. Tabiatın, işleri ne kadar hayret verici bir şekilde idare ettiğine dikkat edilmiye değer. Çünkü o küçük bir noktada yanılsa ve değersiz birine büyük pâye ve itibar verse, onu refaha kavuştursa ve onu iyice yükseltse bile, bu ancak kısa bir zaman sürer; bu durum az sonra kolaylıkla tashih edilir


636

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

ve öyle görülüyor ki, tabiatın kendisi, yaptığı hatalardan dolayı pişman olur ve yaptıklarından rücu ederek hak kazanılmadan verdiği mevki ve pâyeyi geri a lır1, Arapların hareket tarzı anlaşılmıştır. Zamanımıza gelinceye kadar hiç bir Yahudi onlar arasında yüksek bir şeref mev­ kiine çıkarılmamıştır. Arapları ancak debbağ, boyacı veya terzi olarak Yahudiler arasında görmek mümkündür; bunlardan baş­ kası Yahudilerle görüşüp konuşmıya tenezzül etmez. Fakat şu­ nu kabul etmek lâzımdır ki, Yahudiler arasında saygı değer ve aynı zamanda talihli olanları, tıbba ve kitabet sanatına şe­ ref getirebilmektedirler, yani bu sahalarda yüksek kabiliyet sahibidirler. Bundan başka, başkalarının çalışmaya tenezzül etmiyecekleri şartlar altında bunlar çalışırlar. Moğollar, Batı memleketlerinde hüküm sürmekte oldukları bu zamanda, her­ kese lâyık olduğu şerefe göre muamele etmediler ve hükümdar neslinden gelenlere onlara tabi olan mıntakalarda hüküm sür­ mek hakkını vermediler. Moğollar, kölelerle hürler, mutekitlerle putperestler ve Yahudilerle Hıristiyanlar arasında tefrik yap­ mazlar. Bütün insanları bir ve aynı nesilden sayarlar. O n­ lara dünya nimetleri ile gelenlerin hediyelerini kabul eder­ ler ve istedikleri işi ve mevkii, işin büyüklüğüne ve kü­ çüklüğüne veya onların bu işin ehli olup olmadığına bak­ madan, böyle kimselere verirler. Çalıştırdıkları kimselerden Moğolların bekledikleri yegâne şey, çalışmaktan yılmamak ve emirlere harfi harfine itaat etmektir. Fakat Moğolların bu şart­ ları o kadar ağırdır ki onlara katlanmak insan tahammülünün dışındadır. İşte bu sebeple bahsi geçen Yahudi her bakımdan muzaf­ fer oldu ve Hanlar hanı A r g u n zamanında mümkün olan her türlü şeref ve itibara sahip oldu. Yalnız o bütün siyasî mese­ leleri başarılı bir sonuca bağlıyabiliyor ve daha bundan başka bir çok işlerde muvaffakiyet kazanıyordu. Ordudaki asîllere aldırış etmiyor, etiket kaidelerine riayete lüzum görmüyor, baş­ lıca emirlere ve yüksek İdarî makamlarda bulunanlara hakaret 1

B e d j a n buraya şöyie bir not iîâve etm iştir * «D ü n y a y ı idare eden

ta b ia t değil, ancak d üny a la rın a lla h ıd ır. O n u n idaresinde hiç bir yanlış bulunm az. Ç ü n k ü adale ti tevzi eden odur. B a zıla rın ı m eşakkate düçar eder ve d iğe rle rin i yüksek payeye eriştirir» (Mezmur L X X V , 7).


HU N

H Ü K Ü M D A RLA RIN A

GEÇEN

XI. H Â N E D A N

637

ediyordu. Olsa olsa bir Yahudi bir ihsanda bulunabilecek veya insana zarar verecek derecede nüfuz sahibi olabiliyor, Pâdişâ­ hın ülkesinde böyle bir mevkie yükselebiliyordu. Bu şartlardan faydalanarak ücrâ köşelerde bulunan bir çok Yahudiler onun etrafında toplanıyorlar ve “Allah bu adam vasıtasiyle necat kapılarını açmış, İbranîlerin ahfadını, son günlerinde, şerefli bir mevkie yükselmiştir,, diyorlardı. Yahudiler gördükleri bu itibarla öğünür ve ellerine geçen iktidardan faydalanırken, birden bire Hanlar hanı A r g u r i a felç geldi ve bir aya yakın bir zaman için şiddetli iztıraplar çekti. Zavallı Yahudi bu hastalık karşısında şaşırdı ve onu muhakkak surette iyi etmek için her çareye başvurdu. Ordu­ gâhın bu yahudiden son derece nefret eden emir ve asilleri, A r g u n ' u n hayatını kurtarmak ümitlerini tamamen kaybedince, A r g u n ’un hastalığına, sinsi hareketleri ile bu Yahudinin sebep olduğunu iddia etmiye ve ona şiddetle hücuma başladılar. Ni­ hayet A r g u n ocak ayının sonunda haftanın dördüncü günü (M. 1291), ölünce, Yahudiler her yerde Allahın gazabına uğ­ radılar. Sahib-i dîvan S a ' d ü d de v l e hemen orada öldürüldü. (Emirler ve asîlleı) dikkatli bir plânla, Moğol idaresi altında bulunan her yere elçiler gönderterek onun kardeşlerini ve ak­ rabasını yakalattılar ve zincire vurdular. Onların zahire anbarları yağma edildi, oğullan, kızlan, köleleri ve hizmetçileri tev­ kif edildi, hayvanları ve bütün mallan gasbedildi. Aralarından bazıları öldürüldü, geri kalanlar da yerlerine döndüler. Bir gün önce bir mevki sahibi olan, istediğini dilediği gibi kayıt altına alan veya serbest bırakan veye saray kıyafeti ile görülen insanınbir gün bir çuvala büründüğü görülüyordu. Kirli ellerile o bir kâtipten fazla bir boyacıya ve mevki sahibi bir insandan fazla kapu kapu dolaşan bir dilenciye benziyordu. Yahudi'ere karşı duyulan bu öfkeyi ve onların çektiği ıztırabı ne dillerle ifade etmek kabildir, ne de kalemlerle yazıp tesbit etmek. Bu Yahudinin öldürüldüğü haberi Babil’de (Bağdat) işiti­ lince, Araplar silâhlanarak Yahudi mahallesine gittiler, çünkü yahudiler hep bir orada avnı mahallede oturmakta idiler. Fakat mahalleye girip orasını yağma etmek istedikleri zaman Yahu­ diler büyük bir kuvvetle onlara karşı geldiler ve onlarla dö­ vüştüler. Kavgada Araplardan da Yahudilerden de ölenler oldu.


638

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

Araplar Yahudilerden idare makamlarına geçecek hiç bir kimşeyi bırakmadılar. Bunların hepsini öldürdüler. Araplar “Bu Yahudi iktidar ve şeref mevkiine yükseldiği zaman, Tebriz’de kendisi için bir saray yapılmasını emretti ve onun duvarları içine altun ve gümüş dolu bir çok küpler gömdü,, dediler. Bu­ nun böyle olduğu ancak o zaman anlaşıldı. Çünkü Moğollar onlara işkence yaptıkları zaman onlar küplerin yerlerini gös­ terdiler ve duvarlar açılarak küpler dışarı çıkarıldı. Bu Yahu­ dinin müdürlük ve valilik devri aşağı yukarı iki seneden ibaretti. Öldürülünce artık adından da eser kalmadı, fakat onun yüzünden bütün dünyadaki Yahudiler herkesin nefretini kazan­ dılar ve bir çok fena muamelelere maruz kaldılar.

Argun’un kardeşi Kenyâtu (Keyhâtu) A b a k a n ı n oğlu A r g u n ’dan sonra kardeşi Kenyâtu hü­ kümdar oldu. A r g u n saltanatının başlangıcında, Kenyâtu’yu, on bin Moğol askerini alarak B e t R h o m â y e mıntakasını mu­ hafazaya memur etmişti. Kenyâtu Argun’un ömrünün sonuna kadar bu mıntıkada kaldı ve buraları o kadar sevdi ki bura­ lardan ayrılmak istemiyordu. Nihayet kardeşi Argun’un ölmesi üzerine, bütün prensler toplanıp kendisinin hükümdar tahtına oturmasının doğru olacağını beyan edince, bunu tereddütle kabul etti ve adeta cebir altında gelip kardeşinin yerine geçti. Ç ünkü o, B e t R h o m â y e mıntakasında bulunmaktan dolayı çok memnundu ve kendisini büyük bir huzur içinde hissedi­ yordu. Burada güzel bir ömür sürüyor ve hayatın zevklerini tatmakla zamanını geçiriyordu. Hayatındaki bu değişikliği ka­ bulde tereddüt etmesinde bir de şunun tesiri vardı ki selefleri olan iki hükümdar muvakkat hayatın zevklerini tamamen tat­ madan ve daha genç yaşlarında iken hayata gözlerini yum­ muşlardı. K e n y â t u tereddütle verdiği karardan çabuk döndü. Hükümdar olarak kalmıya razı olmadı. Gayesi ve şahsî tema­ yülü B e t R h o m â y e’ye geri dönmekti. Bir anlaşma yaparak prens ve asilzadeleri, bir sene sonra, yani ertesi yılın ayni gün­ lerinde hükümdarlığa başlıyacağı ümidi ile oyaladı ve onların yanından ayrılarak B e t R o m â y e ’ye çekildi. Oraya vardığı zaman Bet Karaman’ın Türkmen I u g a y e ’lerinin Moğol arazisine el uzattıklarını, yağmalar yaptıklarını


HUN

H Ü K Ü M D A RL A RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

639

ganimet götürdüklerini, bazı yerleri zaptettiklerini ve bazı kim­ seleri esir ederek beraberlerinde götürmüş olduklarını gördü. Bunun üzerine ordusunu toplıyarak, meşhur Tangazlu kalesini sardı. Bu kale zaptedildi ve içindekilerden bir çoğu öldürüldü. Bundan sonrada köylere kaçmış olan diğer l u g a y e ’leri kılıç­ tan geçirdi ve bunları mahv ve perişan etti. Kardeşi A r g u n henüz hayatta iken Roma’daki papa­ dan ve diğer kırallar nezdinden ona elçiler gelirdi. Bunlar, Moğollarla Frank’iarın birbirleri ile dayanışmaları, tek vücut gibi hareket etmeleri ve sefahat ve fesatlarını arttırmış olan ve Hıristiyanlara ve hıristiyan şehirlerine zarar getiren M ı s ı r l ı ' lara ve P h a r a o h i t e ' l t r e karşı yürümeleri gerektiği hususun­ da onu ikna ettiler. Argun da, I g û r rahibi R a b b a n B a r S a v ma ' y ı, Büyük Han’ın ülkesinden Ermeni kilisesi patriyarhı M a r Y a b h a l l â h a ile birlikte, papaya elçi olarak gönderdi. Papa, bu elçi vasıtasiyle birlikte harekete geçerek arapların di­ nini ortadan kaldıracakları hakkında Argun’la mukavele yaptı ve ona teninat verdi. Fakat, hâdiseler bu tasavvurların tam aksine olarak cereyan etti. K h a i j â t u (Key hâtu) B e t R o m a y a ülkesinden B ü y ü k E r m e n i s t a n dağlarına döndüğü zaman, Moğol prens ve asîlzâdeleri bir araya gelerek onu Yunanlıların bin altı yüzüncü yılının (M. 1292) Haziran ayının yirmi üçüncü günü hükümdarlık tahtına oturttular. A r g u n ' u n ölüm haberini alan Mısır’lılar, sayısız yerli ve yabancı askerlerden mürekkep pek büyük ve kalabalık bir ordu toplayarak Frank’ların Büyük Deniz’in sahilinde bulunan A k k â şehrini muhasara ettiler ve buraya karşı iki ay şiddetli hücumlar yaptılar. Kalede bulunan Frank’lar gurur ve azamet­ lerinden dolayı gece veya gündüz, hiç bir zaman şehir kapılarını kapatmıya tenezzül etmediler. Frank süvarileri, cesa­ retle çıkışlar yaparak dışarıdaki Arapları tırpanla ot biçer gibi kılıçtan geçiriyorlardı. A k k â ’da yirmi binden fazla Arabın öldüğü söylenir. Valileri Büyük Kont okla yaralanarak ölünciye kadar, şehir Franklar tarafından büyük bir dikkat ve başarı ile müdafaa edildi. Fakat valinin ölümü üzerine içerdekiler enerjilerini kaybettiler; dışardakiler de kuvvet kazandılar ve insiyatifi daha büyük ölçüde ellerine aldılar. Kara cihetinde olan alçak duvara karşı üç yüz harp makinesi kurdular. Te­


640

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

mellerindeki toprağı kazmak için her kulenin altına bin kadar lâğımcı yerleştirdiler ve bir veya iki kuleyi yıkarak duvardan ayırdılar... Fena duruma düşen Hıristiyanlar ve burada bulunan asilzadeler sağlam binalara (veya manastırlara) girerek savaş­ larına buradan devam ettiler. Mısır’lılar şehire girince, binalardakileri harbe devamdan vaz geçmek için iknaa çalıştılar. Eşyalarını terketmeb şartiyle, kendilerine hiç bir zarar verilmiyeceğini, gemilerine binip ka­ dınları, oğullan ve kızlan ile birlikte istedikleri yere gidebile­ ceklerini onlara söylediler. Bunun üzerine Hıristiyanlar kapıları açtılar. Araplar da, beraberlerinde bulunan eşya ve paralarını alamamaları için derhal içeri girdiler. Fakat Araplar hıristiyanlarııı oğullarının ve kızlarının ay kadar güzel yüzlerini görünce bunları salmamaya kalkıştılar. Franklar buna tahammül edemiyerek silâha sarıldılar. Bunun üzerine iki taraf birbirine girdi ve her iki tarafdan da sayısız insan öldü. Araplar güzel ve mamur olan bu şehri harap ettiler ve Büyük Deniz kıyısında Franklar için başlarını sokacak hiç bir yer bırakmadılar. Bu olaylar, Yunanlıların bin altı yüz üç yılının (Milâdî 1292) Nisan ayı içinde vuku bulmuştur. Yine Firavun’un büyük bir ordusu Fırat üzerinde bulunan Romaita kalesini sardı ve burayı yirmi gün sonra zaptetti. Bu askerler bir çok kimseleri öldürdüler, ganimetler aldılar, eşya yağma ettiler ve bir çok erkek ve kızı esir aldılar. Ermeni kilisesi patriyarhını ve onunla birlikte bütün rahipleri yakaladı­ lar. (Bir rivayete göre) Ermeni patriyaıhına karşı hürmet gös­ terdiler ve onu Haziran ayının yirmi sekizinci cumartesi günü K u d ü s ’e götürdüler; kendisi hâlâ oradadır. Fakat diğer bir rivayete göre o K u d ü s 'te değildir; o çarmıha gerilmiş (veya asılmış) yanındaki rahipler de demir kazıklara asılarak Mısır’a götürülmüştür. Bu adamın âkibeti henüz kat’î olarak bilinmemeKtedir. Mamafih, hayatının, Şam’da mahpus olarak ve sefalet içinde sona erdiği muhakkaktır. Ermeniler bunu bir vak’a ola­ rak kabul ederlrr. Onun verine münasip birini bularak patriyarh seçtiler ve onun için Kiiikya’nın S î s şehrinde bir taht yaptılar. K e y j â t u Hükümdar olunca ve M o ğ o l s ü l â l e s i ' nin padişahlığına geçince, debdebeli bir hayat yaşamaktan ve eğ­


HUN

H Ü K Ü M D A RLA RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

641

lence ve sefahatla vakit geçirmekten başka bir şey ile meşgul olmadı. Bir kıral için şahsen lâzım olan ve elde etmesi zarurî olan şeyleri düşünmekle iktifa etti ve asîlzâdelerin kızlarını ve oğullarını elde edip onlarla cinsî münasebette bulunmaktan başka bir şey düşünmedi. Utanç duymadan ve tevazu göster­ meksizin, bunlara sahip olmakla gurur duyar ve öğünürdü. Asîlzâdelerin karıları arasında namuslu olan bir çoklan onun şerrinden kaçtılar. Bir çokları da oğullarını ve kızlarını uzak mıntakalara göndererek onun gözünden uzaklaştırdılar. Fakat ondan ve onun hicap verici fiillerinden kendilerini kur­ taramadılar. Aşağı yukarı dört sene için bu fena hayatı sürdü, kendisini bu şekildeki çirkin arzularla kirletti ve fayda getirmiyen cismani zevklerle kendisini eğlendirdi. Fakat bu zaman zarfın­ da bütün hükümet erkânının pek şiddetli nefretlerini kendi üzerine çekti. Yunanlıların bin beş yüz beş yılının (Milâdî 1294) Temmuz ayında, amcasının B a y d u adındaki oğlu ile bera­ berdi. B a y d u nun yakışıklı bir oğlu vardı. İkisi birlikte bir içki sofrasında yer, içer ve neşelenirken K e y j â t u , Baydu’ya açıkça bir hakarette bulundu. Bunun üzerine Bayduda ona hakaret etti ve onu bir fahişenin oğlu olmakla itham etti. Bunun üzerine K e y j â t u öfke ile galeyana geldi ve etrafta bulunanlara onu derhal ordudan dışarı atmalarını ve bıçaklıyarak öldürmelerini emretti. Böyle bir âkibet B a y d u nun hiç aklına gelmemişti. Ona büyük bir hakarette bulunmuş olsa bile Keyjâtu’nun kendisine böyle bir şey yapacağını hiç tasavvur etmemişti. Baydu derhal yakalanarak götürüldü, fena halde hırpalandı, fena muamelelere ve hakarete maruz bırakıldı. Onu sürükliyerek götürdüler ve küçük bir çadıra kapattılar. Burada kendisini öldüreceklerini zannediyorlardı. Fakat K e y j â t u bir saat kadar uyuduktan sonra asîl-zâdelere haber gönderdi ve onlara gidip fena hareketinden ve şehinşaha küfretmek şeklindeki çirkin durumundan dolayı B a yd u’yu takbih etmelerini söyledi. Baydu çok kurnazca hareket etti ve şaka ile karışık onlara alay ederek söyledikleri şeyler­ den haberi olmadığını ve onların söylediklerini bile anlamadı­ ğını söyledi. K e y j â t u nerede?,,; “Bana şarap getirin,,; son­ ra “Nasıl oldu da bu çadıra geldim?,, gibi sözlerle dinleyicileriA bu ’l Farac Tarihi F. 4 !


642

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

ni şaşırttı ve onların bir çoğunu, hakikatte doğru olmıyan söz­ lerinin doğru olduğuna inandırdı. Keyjâtu da kolayca ikna edildi ve aldatıldı ve Baydu’ya çektirdiği iztiraptan dolayı pek büyük bir teessür duymıya başladı. Onu teskin için her çareye baş vurdu ve “B a y d u 'ya işkence yapıldı,, diyerek hayıflandı. B a y d u biraz daha istira­ hat ettikten sonra, K e y j â i u yine asîl-zâdelerini göndererek, onun sarhoş hali ile yaptığı kavgalarda neler söylemiş olduğu­ nun farkında olup olmadığını anlamak istedi. B a y d u , böyle sözler söylemiş olduğunu hiç bilmediğinde daha büyük bir kuvvetle İsrar etti ve kendisini dayak suretiyle cebredilse de ne söylemiş olduğunu bilmesine ve hattâ tahayyülüne bile im­ kân olmadığını söyledi. Tersine olarak, hikâyelerinin doğru ol­ duğuna yemin etmelerini istedi ve ona bir oyun oynamak is­ tediklerini zannetmiş gibi göründü. Kendisi ile Keyjâtu arasın­ da geçmiş olanları ona tafsilâtlı olarak anlattıkları zaman da, büyük bir hayrete düşmüş görünerek “Keyjâtu’nun bana gös­ terdiği müsamahayı ben hiç bir şey ile ödeyemem; bana veri­ lecek ceza beni hemen orada kör testere ile kesmek olmalı idi,, dedi. K e y j â t u bu sözleri işitince tamamen teskin edilmiş oldu. Kendisi bizzat Baydu’nun yanına gitti, onu kucaklıyarak öptü. Sonra da onu alıp kampa döndü ve hükümdar elbiseleri getir­ terek ona giydirdi. K e y j â t u suçlu ve günahkâr tavrı takındı ve sanki öldürülmesi gerekli imiş gibi sözler söyledi. Sarhoş­ luğu sıralarında ağlayıp inliyor ve “Günahımın farkında değil­ dim, bunu şuurumla yapmadım; seni gücendirdim amma bunda hiç kastım yoktu; sana yalvarırım, etimi köpeklerine yedir,, diye sızlanıyordu. K e y j â t u ' n ı ı n B a y d u ’y& sevgisi büsbütün arttı ve ona emsalsiz hediyeler verdi. Bu iki üç gün içinde ona verdiği hediyelerin değeri dört yüz bin dinarı buldu. Bunlar arasında altun, gümüş altun işlemeli ipek kumaşlar, paha biçil­ mez bir elbise, lâal ve başka cinsten nadir taşlarla kakmalı kemerler, binek atları, katırlar ve yük atları bulunuyordu. Fa­ kat K e y j â t u saray erkânı tarafından takbih edildi. Onlar ona şunları söylediler: “Bu adamın şerefi ile oynamak, ona o kadar haysiyet kırıcı bir şekilde muamele etmek ve onu saçlarından tutup sürükliyen, döven ve işkence yapan vicdansız insanların


HUN

H Ü K Ü M D A RIN A

GEÇEN

XI H Â N E D A N

643

eline teslim etmek doğru değildi. Fakat olan olmuştur; hediye­ ler fayda vermez ve eğlendirici hikâyeler anlatmakla o avutu­ lamaz. Bundan böyle ona karşı çok ihtiyatlı bulunmak ve her hareketini takip etmek icabeder.,, Başkaları da şöyle söyledi­ ler: “Onu yoketmek gerekir. Yoksa ondan birçok zararın gel­ mesi beklenebilir.,, Diğer bazı kimselerde şöyle diyorlardı: “Onun ağır vazifelerle sıkı kontrol altına alınması lâzımdır. Bütün ömrünce baskı altında bulundurulmalı ve kimseyi öldür­ mek veya kimseye zarar vermek için ona fırsat verilmemelidir.,, K e y j â t u nun hiç de methedilmiye değmiyecek bazı tuhaf te­ mayülleri olduğundan yukarıda bahsedilmişti, işte bu temayül­ lerin tesiri altında K e y j â t u bazı hafif cismanî arzularına mağ­ lûp oldu, zihni kararsızlık içinde kaldı ve kavrama ve karar kabiliyeti zayıfladı. O kadar ki, B a y d u dan “Oğlunun yanım­ da kalmasını, benim hizmetimde ve benimle birlikte bulunması­ nı ve buna dostluk ve arkadaşlık etmesini istiyorum,, şeklinde bir talepte bulundu. B a y d u bu teklifi mutlak bir itaat ve mu­ tavaat tavrı ile ve zahiri bir memnuniyetle kabul etti. Oğlunun getirilmesi için derhal birinin gönderilmesini emretti. Fakat K e y j â t u şöyle cevap verdi: “Hayır sen kendin git. Çünkü aramızdaki esef verici hâdisenin haberi onların ve hizmetkârla­ rının kulağına sen oraya gitmeden ulaşacak olursa onlar telâşlanacakdır. Oraya varır varmaz da oğlunu bana gönder,,. B a y ­ d u “Emriniz başım üzerine,, diye cevap verdi. Onun ordugâhtan ayrılması bir kuşun kafesten kaçması gibiydi. Belki kendisini geri çağırmaya gelen olur korkusu ile hepgözü arkasında idi. Kendi evine gelinciye kadar, her gün yolculuğa göre dört günlük yol aldı. Evinde de oyalanmadı. Keyjâtu’nun yanına gitmek üzere oğlunu yola çıkardı; kendisi de avlanmıya gidiyormuş gibi görünerek H e m e d a r ı dağlarına gitmek üzere yola çıktı. Oradan A rg u n 'un oğlu G a z a n 'a bir elçi gönderdi. Ona yana yakıla bütün şikâyetlerini bildirdi ve başına gelenlerin hepsini anlattı. Keyjâtu’nun bu işlerden hiç haberi yoktu. Çirkin hareketleri ve aşırı israfı ile kendi âleminde yaşa­ makta idi. Fena talih eseri olarak da, yanında Sadreddin adında Iran’lı bir sahib-i dîvan bulunuyordu. Bu- adam o kadar müsrifti ki, kısa bir zaman içinde Keyjâtu’nun hâzinesini bom­


644

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

boş bir hale getirdi. Bu durum karşısında borç almıya başladı, fakat sarfiyatı da durduramadı. Sonunda vaziyet tamiri kabil olmayan bir şekle girdi. Keyjâtu’nun yemeği için kesilecek bir tek koyun bile kalmadı. R e ş i d ü d d e v l e adlı bir Yahudi, Keyjâtu’nun her hangi bir yer ve zamanda arzu edeceği her hangi bir yemeği ona lâyık olacak bir şekilde hazırlatmakla vazifelendirmişti. Her şeye rağmen bu Yahudi bu işi büyük bir sebat ve ciddiyetle yapmakta devam etti ve bunun için kendi kesesinden pek çok para sarfetti. On binlerce koyun satın aldı, kasaplar ve aşçılar temin etti. Sahib-i dîvan için muntazaman para toplanmak ve tamamen boş olan hâzineden lüzumlu geliri temin edebilmek şartile, bu adam vazifesini pek mükemmel bir şekilde yapmıya hazır durumda idi. Bu maksatla mektuplar yazılarak muhtelif bölgelere gönderildi. Fakat bu Yahudi vazifesi için lüzumlu parayı temin edemedi. Kendi şahsî servetini bu yolda tamamen sarfedince, artık elinde hiç parası kalmadı ve işini bu tarzda idarede devamına imkân kalmayınca, işi bırakarak kaçtı. Sık sık vergiler toplandığı halde sahib-i dîvan büyük müşkülât içinde idi ve Hanlar hanının sık sık ve İsrarla talep ettiği hediyeleri temin etmekte büyük güçlük çekiyordu. Bütün Moğol ülkesindeki para­ lar yalnız sahib-i dîvanın hediyelerini karşılamıya kâfi gelmiyor­ du. Şu halde Keyjâtu’nun cömertliği ve israfı ile nasıl başa çıkabilirdi? Sahib-i dîvan boş hayallere kapılmıya başladı. Ye­ ni para basmayı düşündü. Fakat altın ve gümüş bulmak müm­ kün olmadığı için bunu yapamadı. Artık altın ve gümüş kul­ lanılmaması yolunda bir irade çıkarıldı. Papirüsten kâğıt par­ çaları hazırlattı, bunların üzerini kırmızı işaretlerle damgalattı ve üzerlerine kaçar dinara tekabül ettiklerini gösterir yazılar yazdırttı. Bunlara ç â v adı verildi. Tellâllar şehrin her ta­ rafını dolaştılar ve alış verişi ç â v ’larla yapmıyanların ölüm cezasına çarpılacaklarını ilân ettiler. Hususi ellerde bulunan bütün gümüş paraların hükümete teslim edilmesi gerektiği ve bunlar üzerine ç â v damgası vurulup yerine kağıt para veri­ leceği ilân edildi. Bu emre riayet etmiyenlerin de ölümle ceza­ landırılacağı bildirildi. Bu suretle halk iki aylık bir müddet için büyük bir telaş içinde kaldı ve tasviri imkânsız iztıraplar çekti.


HUN

H Ü K Ü M D A RL A RIN A

GEÇEN

XI. H Â N E D A N

645

Moğolların hükümet merkezi olan Tebriz, hazin bir hara­ beye döndü. Ahali şehirden kaçarak köylere ve kırlara dağıldı. Sokaklarda ve çarşılarda tek tük insanlardan başka kimse g ö­ rülmemeğe başladı. T e b r i z 'de o zamana kadar hüküm sürmüş olan refahtan sonra, burada anlatılması güç bir açlık, kıtlık ve sefalet baş gösterdi. Çünkü kimse bu menfur kâğıt parça­ larını kullanmıya rıza göstermiyor, eski paralan kullanmak­ ta herkes İsrar ediyordu. Herkes sahib-i dîvandan şikâ­ yet ediyordu. Nihayet onun yüzüne karşı da küfür ve ha­ karet yağdırmıya başladılar. Hakaretlerini ve acı sözlerini ona duyurdular ; onun sözleri ile ikna edilmemekte ve ona kulak vermemekte İsrar ettiler. Bu vaziyet üzerine sahib-i dî­ van ne yapacağını şaşırdı. Sözlerinden ve kararlarından geri dönerse küçük düşecekti, fakat onları infaz etmek­ ten de âcizdi. Onun hareketlerini hicvetmiyen bir tek şair ve onunla alay etmeyen tek hanende kalmadı. Gerek şehir içinden gerek dışından gelen teşvikler neticesinde, sahib-i dîvan nihayet yeni irade çıkarılmasına karar verdi. Bu sefer herkesin istediği şekilde hareket edebileceği, dileyenlerin ç â v'ı ve di­ leyenlerin gümüş parayı kullanabilecekleri, bu hususta cebir kullanılmıyacağı ilân edildi. Hanlar hanı, ayrıca, şunları da te­ min ettti: “ Arzumuz sizlerin rahat ve âsude bir hayat yaşamanız ve refah içinde bulunmanızdır. Her kesin, imkânlarının son haddine kadar hükümete para vermesini de istemiyoruz. Her kesin mal ve mülkünün gerektirdiği ihtiyaçla mütenasip olarak, elinde harcayacak parası bulunmalıdır. Kâğıt paralar, binler ve on binlerle, derhal denize atılsın, terkedilsin. Bunlardan şikâ­ yetçi olan her kes bilsin ki kendisi bunları kullanmak için zorlanmıyacaktır.,, Bunun üzerine bütün köy ve şehirleri büyük bir sevinç havası sardı ve yollar tekrar açıldı. Çünkü bu iki ay zarfında ticaret durmuş, yollar kesilmiş, hanlar kapanmış ve bütün alış veriş sekteye uğramıştı. Yunanlıların bin altı yüz altıncı yılı (M. 1295) baş­ lamış olduğu cihetle B a y d u , kışlamak için, âdeti üzere Dakûka bölgesine döndü. Hâlâ Keyjâtu’dan gördüğü zulmü düşünmekle meşguldü. Yakınında bulunan binlerce Moğol as­ kerinin başındaki subaylarla gizli bir anlaşma yaptı ve kendisini askerlerle ihata etti. Sonra kendisi şahsen M u s u l a geldi ve


646

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

Halbuki sonunda, gerek yakınında bulunanlar ve gerekse uza­ ğında olanlar ona sahtekâr nazarı ile bakmıya başladılar. İşte o zaman K e y j â t u dalmış olduğu uykudan uyandı. Kuzeye bir elçi göndererek oradaki askerlerin gidip B a y d u ' yu yakalamalarını emretti. Bu elçi Kuzeye, yani D i y a r b a ­ kır' a. vasıl olduğu zaman oradaki askerî birliklerin hepsinin Baydu’ya iltihak etmiş olduklarını gördü. Elçi bnrayı terkederek kaçtı ve orduya dönerek bunların niyetlerinden K e y j â t u ' yu haberdar etti. K e y j â t u bu haberi alınca, B a y d u r m a kaçmak üzere olduğunu ve Gazan’a iltica edeceğini tasavvur etti. Lüzumlu kuvvetleri sevkederek Horasan’a giden yolları tuttu ve ünlü komutanı Ta j i r i on bin kişilik bir ordunun başında B a y d u nun önünü kesip Ş a h e r z u r (Şehrizor) dağlarını geçmesine mani olmak işi ile görevlendirdi. Bir kaç gün sonra kayın babası A k b o k a ' y ı on bin kişilik bir ordu ile B a y duya, karşı gönderdi. Kendisi de on bin kişi ile harekâta iştirak edecekti. Kendisi henüz T e b r i z civarında Aughan (Ucan) adlı mevkide iken, T a j i r ile A kboka, idarelerindeki ordularla Şaherzur dağlarının doğu eteklerine varmış bulunuyorlardı. B a y d u da kendi idaresin­ deki kuvvetlerle bu dağların batı eteklerinde bulunuyordu. Baydu T a j i r e gizlice bir elçi gönderdi ve ona şöyle hitap e tti: “Ben kendim Magog hanedanının saltanatına büyük bir samimiyetle bağlıyım. K e y j â t u nun methedilecek hiç bir tarafı olmayan şahsî temayüllerine göre hareket edebilmek fırsatına bir son vermek için gayret ediyorum. Hususiyle şu bakımdan ki, işittiğime göre, karılarınızdan, oğullarınızdan ve kızlarınızdan onun kirletmediği kimse kalmamıştır. Bu sebeple hepimizin birleşerek onu aramızdan atmamız ve G az a n'ı tahta oturtmamız lâzımdır. Hepimiz elbirliği ederek K e y j â t u’yu teslim olmaya mecbur etmeliyiz,,. T a j i r bu teklifi memnuniyetle kabul etti ve tereddüt etmeden ona iltihak etti. Sonrada A k b o k a ' y a haber yollıyarak “Ben B a y d u ile beraberim, onun fikirlerine iştirak edi­ yorum ve onunla birlikte harekete hazırım. Senin bu husustaki niyetin nedir?,, diye sordu. A k b o k a , K e y j â t u nun kayın babası olduğu için, bu teklif onun hoşuna gitmedi. Bu vaziyet


H UN

H Ü K Ü M D A RLA RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

647

oradaki askerî kuvvetin başındaki subayı yakalatarak öldürdü. B a ğ d a d .'da aynı askerî mevkii işgal eden subayı da gönder­ diği adamlar marifetiyle öldürttü. Yüksek mevkilerdeki Moğol asîl-zâdeleri Baydu’nun bu şe­ kilde hareket edecek cesarette olduğunu görünce ona kolayca tebaiyet ettiler. Memnuniyetle onun etrafında toplandılar, G a z a r i a elçiler göndererek karar hususundaki muvafakatlarini bildirdiler ve K e y j â t u 'nun Moğol âdetlerinden inhiraf etmiş olduğunu, cedleri Cingiz Han’dan nefret ettiğini, sürdüğü çirkin ve sefih hayatiyle ve ölçüsüz cömertliği ile hükümet hâzinesini boşalthığını, onun hükümet işleri ile değil, sırf bu muvakkat dünyatnın cisman îzevkleri ile alâkası olduğunu söylediler. “Biz hepi­ miz, erkek ve kadın, onu bertaraf etmiye karar verdik, çünkü onun nevi ülkemiz için faydasızdır. Magog saltanatı tahtına seni oturtmak istiyoruz,, dediler. Bunun üzerine G a z a n , B a y d u' ya şöyle bir haber gön­ derdi : Sen İsrail’den büyük bir adamsın. Biz tek tek ve toplu olarak seninle uyuşuyoruz ve kendimizi tekrar senin idaren altına getirmek istiyoruz. Uygun, doğru ve faydalı gördüğün gibi hareket et. Şu kadar ki saltanat pâyidar olsun ve zarar görmesin. Hükümdarlığa seçilen şahsın kendini zevk ve safaya, iş-ü nûşa, sefahate, müsrifliğe vermemesi icabeder. Ülkesini dikkatle korumalı, düşmanları ile yapacağı savaşların idaresi üzerinde mütemadiyen teemmül etmelidir. Çünkü bir devletin korunmasında akıl ve dirayetin on binlerce askerden daha büyük rolü vardır,,. Asîller, prensler ve sayıları on binleri bulan askeri kuv­ vetlerin subayları G a z a n ile B a y d u nun dost olduklarını, birbirleriyle uyuştuklarını, birbirlerine iyi muamele etmek arzu­ sunu beslediklerini ve elçiler vasıtasiyle birbirleriyle münase­ bet idame ettiklerini sarih olarak gördüler. K e y j â t u 'dan sonra tahta oturmak sırasının kanunî olarak G a z a n 'da oldu­ ğu da aşikârdı. B a y d u 'nun da G a z a n 'ı tahta oturtmak için kendileri namına çalışmakta olduğuna şahit oldular. İşte bu sebeplerle B a y d u'ya. istekle iltihak ettiler ve K e y j â t u ' dan yüz çevirdiler. K e y j â t u bu vaziyetten habersizdi. Çünkü onun dünyada olup bitenlerden haberi yoktu. O zevk-u sa­ faya ve sefahate dalmış, iyi bir vakit geçirmekle meşguldü.


648

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

göndermişti. Bu elçi kampa geldiği vakit K e y j â t u nun öldü­ rülmüş olduğunu gördü ve eli boş olarak B a y d u ' n u n yanına yanına döndü. Bu hâdise üzerine bütün asîller âileleri ve çoluk ile birlikte B a y d u yu kıral olarak tanımaya karar verdiler. Asîllerin büyük sayısı ile hem fikir olarak, B a y d u , G a z a r i ı vakit geçirmeden yanına gelmeye davet etti. G a z a n uzak bir yerde konaklamış bulunuyordu. Mevsim de daha kıştı; yollar­ da ot bulunmadığı gibi, hayvanlar için başka yemlerin de bu yollarda tedarikine imkân yoktu. Bu sebeple G a z a n ve ya­ nında bulunan askerler, B a y d u nun bulunduğu mıntakaya gi­ derken birçok güçlükler çektiler. G a z a n ı n müşkülât çektiğini ve çabukça gelemediğini görünce, B a y d u’nun etrafında top­ lanmış bulunanlar onu pohpohlamıya başladılar ve ona şöyle söylediler: “Saltanat sana yakışır. G a z a n gençtir, tecrübesi azdır, M a g o g o ğ u l l a r ı hükümetini idarede yetersizlik göstere­ cektir. Eğer sen bu işten elini çeker ve bütün idareyi G a z a n a teslim edersen, M o ğ o l ırkı perişan olarak sona erecektir.,, Bu methiyelerin tesiri altında B a y d u yanlış yola saptı, gurura kapıldı, ve kendini dev aynasında görmiye başladı. A r­ tık G a z a n ı n gelmesini beklememeye karar verdi. T e b r i z ' d e bulunan ve A b a k a ' n m , A r g u n u n ve onlardan sonra gelen pâdişâhların kullanmış oldukları tahtı getirterek A u g h a n ( U c a n ) civarına yerleştirtti. Bu tahtın üzerine kendisi oturdu ve bundan böyle kendi hükümdarlığının artık emniyet altına alınmış olduğunu tasavvur etti. Yeni hanla etrafındaki asilzâdeler bir kaç gün birlikte yiyip içtiler ve bir kaç gün sonra S i a h k u h ' a doğru hareket ettiler. Burada han âilesindeki bütün erkek, kadın ve çocuklar orduların kumandanları ve bütün moğol asîlzâdeleri birlikte dostça vakit geçirdiler. Baydu bunlara karşı büyük bir tevazu ile hareket ediyordu. Kardeşlerinden ve yeğenlerinden her bi­ rinin idaresine birer mıntaka verdi. Bunlar buraların mahsulle­ rini kendi ihtiyaçlarına göre kullanacaklar, kendi ihtiyaçların­ dan arta kalan kısmı da B a y d u y a göndereceklerdi, ihtiyaçla­ rını karşılıyamadıkları takdirde de B a y d u ' ya müracaat ede­ cekler, eksiklerini o onlara temin edecekti. Bu suretle bütün prens ve aslîzâdeler memnuniyet, neşe ve saâdet içinde Ba y -


H UN

H Ü K Ü M D A RL A RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

649

kendisini müteessir etti ve telâşlandırdı. Geceleyin on bin kişilik ordusunu alarak K e y j â t u nun yanına dönmiye karar verdi. Tan ağırırken T a j i r , B a y d u y a iltihak etmiye gidiyor­ muş gibi, yola çıktı. T a j i r’in kendisine hücum etmek üzere olduğunu zan eden Akboka yerini bırakarak kaçtı ve yanın­ daki on bin kişiden ancak bir kaç kişi yanma katıldı. A kb o k a sür’atle bir yolculuk yaparak Keyjâtu’nun yanına geldi ve olan bitenleri ona anlattı. Keyjâtu korku ve telâş içinde kaldı. Ne yaptığını bilmi­ yordu. Yanındaki binlerce kişilik kuvvetlerin komutanı olan B r i m (İbrahim?) adlı subayı çağırttı ve ona şöyle söyledi: “Askerlerimin bana ihanet ettiklerini görüyorum. Sen metin ve iradeli bir adamsın. Bana sadakatte kusur etme ve azimli hareket et„. Hil’at getirterek ona giydirdi ve atma binerek karıla­ rının, akrabasının ve âilesi fertlerinin bulunduğu ordugâha gitmek için yola çık tı; köşklerini çadırlarını olduğu gibi bıraktı. Fakat daha K e y j â t u bir ok menzili kadar uzaklaş­ madan B r i m ayaklandı, çadırları yağma etti ve K e y j â t u’yu takibe başladı. Daha bu hâdiselerden önce Keyjâtu, İberyalıların mıntakasında bulunan D u k a l adlı başka bir kuman­ danı idaresindeki on bin kişi ile celbettirmişti. Bu mıntaka K e y j â t u 'nun kampının civarında idi. D u k a l kampa gelince buranın karma karışık bir halde, bir harp sahnesi halinde bulunduğunu, askerlerin birbiriyle dövüşmekte olduklarını ve her kesin alabildiğini yağma ve çapulculuk yaptığını gördü. K e y j â t u da az sonra buraya dört beş kişi ile birlikte geldi. Brim ( İbrahim ? ) onu takip etmekte i d i ; D u k a l da bu sırada ileride bir yerde bulunuyordu. K e y j â t u yakalana­ rak öldürüldü. Bu hâdise Mart ayının beşinci günü ve Yunan takviminin bin altı yüz altıncı yılında ( M. 1295 ) olmuştur. Bu katil hâdisesi B a y d u nun malûmatı olmaksızın vukubulmuştur. B a y d u , K e y j â t u yu öldürmek niyetinde değildi. Onu yakalıyarak bir kaleye kapatmak istiyordu. Asîller kendisine iltihak edince ve askerler de kendi tarafına geçince, B a y d u K e y j â t u ' yu alıp getirmek üzere bir elçi göndermişti. Bu elçi


650

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

ziyette idiler. Askerler çok yorulmuş, aralarındaki irtibat kay­ bolacak şekilde dağılmış bulunuyorlardı. İşte bu sebeplerle B a y d u ' nun askerine karşı savaş açmak da imkânsızdı. Şaş­ kınlık ve kararsızlık içinde oldukları yerde âtıl vaziyette kaldılar. Diğer taraftan B a y d ü v e beraberinde bulunanlar korku ve dehşet içinde kaldılar. Atlarına binerek G a z a n'a karşı yürüdü­ ler. Harp edecek durumda bulunmadığını gören G a z a n atından indi ve bunu gören B a y d u da aynı şekilde mukabele etti. B ayd u ile G a z a n birbirlerine yaklaştılar ve birbirini kucakladılar. İkisi de askerleri önünde yaptıkları hareketten dolayı nedamet duyuyorlardı. B a y d u silâha sarılmak hususunda verdiği acele karardan ve G a z a n nın gelmesini beklememiş olmaktan do layı kendisini kabahatli hissediyordu. G a z a n da gizli ve ha­ bersiz bir şekilde B a y d u ’y\ı yakalamak kararından dolayı pişmanlık duyuyordu. Gerçekten yağmur ve fırtına mani olma­ mış olsaydı, muhakkak ki B a y d u ' nun bölüğü tamamiyle imha edilmiş olacaktı. Gecenin karanlığı içinde B a y d u ' nun aske­ rinden bir teki bile kaçamıyacak, hepsi de kılıçtan geçirilmiş olacaktı. Bu suretle aralan düzelip barışınca meseleyi birbirleriyle sükûnetle münakaşaya ve birbirlerinin tasavvurlarını tesbite başladılar. Bu konuşmalarda, G a z a n büyük bir alçak gönül­ lülük ve aynı zamanda hanların göstermesi zarurî olan övül­ meye değer ihtiyat ve zekâ ile hareket etti. B a y d u ile ara­ larında uyuşmazlık kalmadığı, kendisine söylediği herşeyde onunla mutabık olduğu hissini verdi. Birbirleriyle kavga etmiyeceklerine ve birbirlerinin aleyhinde çalışmıyacaklanna tek irade halinde ve tam bir uyuşmadan doğan bir ahenk ile, bir­ likte sevgi, sulh ve sükûn içinde yaşıyacaklarına karşılıklı olarak yemin ettiler. B a y d u , G a z a n ' i birlikte yiyip içmek, iyi vakit geçirmek ve kurdukları barışı kutlamak için ordugâhına çağırdı. Fakat G a z a n “Geceleyin çok yorulduk, olduğumuz yerde biraz dinlenip kendimize gelelim, yarın sabah tekrar buluşuruz,, diyerek müsaade istedi. zan,

B a y d u bu teklifi kabul etmek safdilliğini gösterdi. G a ­ B a y d u ' dan ayrılarak konaklama yerine dönünce atın­

dan bile inmedi. O akşam yola çıktı ve bütün gece yolculuğuna


HU N H Ü K Ü M D A R L A R I N A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

651

r fu ’nun yanından ayrıldılar, Moğol askerleri ve asîl-zâdeleri arasında kurulmuş olan sulh ve dostluktan dolayı Allaha şükür ettiler. G a z a n , Siahkuh civarına vasıl olunca, B a y d u ' nun hü­ kümdarlığı kendi eline almış olduğunu ve kanuna aykırı olarak tahta oturduğunu öğrendi. Bu haber onu fena halde kızdırdı ve onda büyük bir infial uyandırdı. Kendisinin ve askerlerinin uzun meşakkat ve yorgunluklar pahasına yaptıkları bu uzun yolculuğun tamamen lüzumsuz ve maksatsız bir hale gelmiş olması onu çok üzdü. B a y d u ' dan şikâyetle “Öyle ise beni neden çağırdı ? Madem ki çağırdı, benim gelmemi neden bekle­ medi? Sonra, tahta oturmak için benim muvaffakatimi aldı mı?„ B a y d u , G a z a n ' i tevazu göstermekle ve hediyeler vermekle teskin edeceğini sanıyordu. Ona icabında bütün H o r a s a n ' ı, Ş i r a z ' ı , B a h r e y n ' iv e K i r m a n ' ı teslim etmeyi düşünüyor, A r g u n ’un babasının bütün ordugâhlarını, bir tekini kendisi için alıkoymaksızın vermiye, ona çok sayıda at, sığır ve koyun sü­ rüleri hediye etmiye hazırlanıyor ve bu suretle G a z a n ' ın bun­ ları alarak Horasan’a dönmesini temin edeceğini zannediyordu. G a z a n , K u n g u r a l a n (Kungur Aulan) civarına geldi. B a y d u ' nun bulunduğu yerle burası arasında bir günlük bir mesafe vardı. G a z a n ' ın beraberinde bir bölük asker vardı. Bunların komutanı N e v r u z adında çok mahir ve tecrübeli bir muharipti. N e v r u z , A r g u n A k a ' n m oğlu idi. G a z a n bu komutanla görüştü. B a y duya, geceleyin baskın yapıp onu

gafil avlıyarak esir almak üzere bir plân hazırlandı. Bu plâna göre hareket edildi, fakat vaziyet umdukları şekilde inkişaf et­ medi. Geceleyin büyük bir gayret ile atları üzerinde yol alıyorlarken çok şiddetli bir yağmur başladı. Bir çok yerleri su bastı, seller meydana geldi ve şimşek, gök gürlemeleri, rüzgâr ve kasırgaları ile misli görülmemiş bir âfet baş gösterdi. G a ­ z a n ’ın kafilesini teşkil eden kuvvetler yollarım şaşırdılar ve dağınık ve irtibatsız bir gurup haline gelerek yollarını kay­ bettiler. Şafak sökünceye kadar nereye gittiklerini ve yolları­ nın hangisi olduğunu bilmeksizin şaşkın ve âvâre bir şekilde çölde dolaştılar. Gün ışığı yardımı ile yerlerini tayine muvaffak olunca, B a y d u ' nun bölüğüne bağlı askerlerin civarında bu­ lunduklarını gördüler. Üstleri başlan ıslak, kendileri bitkin va-


652

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

devam etti. Takip eden var mı diye daima arkasına bakıyor ve kendisini B a y d u ' nun elinden kurtarıp kurtaramıyacağım düşü­ nerek endişe içinde bulunuyordu. Diğer taraftan da B a y d u , ordugâhına varınca etli yemekler ve çeşitli ve mutena hediyeler hazırlamıya başladı. O geceyi uykusuz geçirdi ve hiç istirahat etmedi. Bütün gece G a z a n ' i ne suretle teskin edebileceğini ve onda güceniklikten hiçbir eser bırakmamak için nasıl hare­ ket edeceğini düşündü. Gün doğar doğmaz da G a z a n ı selâmlamak ve geceyi iyi geçirip geçirmediğini sormak üzere bazı asîlzâdeleri onun yanına gönderdi. Bunlar birkaç fersahlık mesafeye kadar git­ tikleri halde yol üzerinde hiç bir kimse göremediler. Belki ancak düşüp kalarak geride bırakılmış atlara rastladılar. Bun­ ların bazısı âdeta ölmüş, oldukları yerde düşmüş kalmışlardı. Asîl-zâdeler dönerek vaziyeti B a y d u ya anlattılar. G a z a n m gücenmiş olduğunu, uyuşmıya niyeti olmadığını, geri dön­ müş olduğunu ve kuvvet toplıyarak hücumunu yeniliyeceğini kuvvetle tahmin eden B a y d u az heyecan ve korku geçir­ medi. Bütün asillerin, toplıyabildikleri bütün kuvvetlerle hazır olmalarını ve bir araya gelerek G a z a n ın yapacağı büyük taarruza karşı koymalarını emretti. G a z a n , başkumandanı N e v r u z ile istişare etti. Bir­ likte B a y d u ' yu teskin etmek ve G a z a n ı n askerlerini alma­ sına ve idareşindeki ahaliden asker toplamasına mani olmak maksadiyle nezdine bir elçi göndermeyi karar altına aldılar. Çünkü B a y d u asker toplamakta istical edecek olursa, on binlerce asker toplıyabilir ve G a z a n ona mukavemete muk­ tedir olamazdı. Onu memnun etmeleri lâzımdı. G a z a n ı n yanında bulunan askerler yorgun ve bitkin bir halde bulunu­ yorlardı. Atları gıda noksanlığı yüzünden zayıf düşmüşlerdi. G a z a n ın bulunduğu mıntakalar otsuz ve kuru idi, şehirlerin civarı boş ve hâli araziden müteşekkildi. Buralarda ne hay­ vanlar için yem ne de insanlar için yiyecek bulmak mümkün değildi. İste bu gibi zaruretler gözönünde tutuldu ve N e v ­ r u z bizzat B a y d u y a gitmeyi ve her ne suretle olursa olsun, B a y d u yu harekete geçmemeye ve G a z a n a , karşı sâkin ve müşfik olmıya ikna etmeyi kendi üzerine aldı.


H UN H Ü K Ü M D A R L A R I N A

GEÇEN

XI. H Â N E D A N

653

N e v r u z , B a y d u nun yanına gelince, B a y d u ona karşı büyük hürmet gösterdi ve gizli plânlarının hepsini ona anlattı. Sonunda N e v r u z , B a y d u ' y a şunları söyledi: “ G a z a n ' a karşı sana itimat gelmiyor ve ona karşı zihnine huzur getiremiyorsak, ben kendim geri gider ve sana onun başını gönde­ ririm,,. Halbuki, içinden gizli olarak, B a y d u nun yanından sağ salim ayrılarak G a z a n a , dönmenin çarelerini arıyordu. Nevruz’un teklifi üzerine Baydu pek memnun oldu ve sevinç­ ten yerinden zıplıyarak “Sen bu dediğini yapabilirsen, ben hükümetimin bütün İdarî işlerini sana devrederim,, dedi. Ona mutena hediyeler ve on binlerle altun sikke verdi. Ayrıca da, K a z v i n şehrinde kendisine daha on bin altın verilmesini emreden bir vesikayı N e v r u z ’a teslim ederek onu serbest bıraktı. N e v r u z , G a z a n ' ın yanına döndüğü zaman, her ikisi de Nevruz’un gidip kendisini Baydu’nun eline teslim etmekle ne kadar ihtiyatsızca hareket etmiş olduğunu ve B a y d u nun onu eline geçirmişken sağ bırakmış olmakla ne kadar saf davranmış olduğunu düşünerek kendilerini hayretten alamıyorlardı.

Bu andan itibaren asker toplamıya ve harp hazırlıkları yapmıya başladılar. Orduların idaresi ve her taraftan asker toplanması işini Nevruz bizzat üzerine aldı. G a z a n ı bir kaç kişi ile birlikte avianmak üzere Mazenderan dağlarına, toplan­ mış olan orduyu da başka bir mmtakaya gönderdi. Kendisi de âilesi ile beraber diğer bir yerde kaldı. Baydu’nun zihni karışmıştı. G a z a n la N e v r u z ’un nerede bulunduklarını, ne ile nıeşgal olduklarını ve harbetmek niyetinde olup olmadık­ larını öğrenmek istiyordu. Onların yanına elçiler gönderdi ve onlar hakkında gizliden gizliye malûmat toplamıya çalıştı. Baydu’nun elçileri G a z a n ı görmek ve onunla yüz yüze konuşmak istedikleri zaman, N e v r u z onlara şunları söy­ lüyordu: “Hiç bir şeyden anlamıyan ve hiç bir şey bilmiyen tecrübesiz bir delikanlı ile görüşmekten ne çıkar? O şimdi dağlarda ve tepelerde dolaşıyor. Avlanmaktan başka bir şeyden hazetmiyor. Eğer onu görmeniz muhakkak surette lâzımsa, sizin yanınıza adam katayım, sizi onun yanına götürsün... Elçiler bu adamlarla birlikte çöl yolundan gittiler. Bunlar


654

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

doğru yoldan ayrıldılar ve yollarını şaşırarak şehir şehir ve köy köy dolaştılar. Bu suretle G a z a n ’m yanına gitmek için bir çok gün sarfediliyordu. G a z a n da bunları görür görmez onlara şikâyetle­ rini söyledi. “Hani B a y d u nun buna verdiği sözler? Ordugâh­ lar ve kadınlar, babamın cariyeleri ? Bunları bana gönderecek, ben de kendi yerime dönecektim. Eğer sözlerinden' dönüyorsa bana söylesin de ben de boşuna beklemiyeyim. Horasan’a dö­ neyim,, diyordu. Bu elçiler B a y d u nun yanına döndükleri za­ man onun şüphelerinin yerinde olmadığını söylüyorlar ve ye­ min ederek şunları anlatıyorlardı: “Hiç asker topluluğu yok. G a z a n harbetmek istemiyor. Kendi yerine dönmek için senin vadettiğin şeyleri kendisine göndermeni bekliyor,,. B a y d u saflık gösterdi ve G a z a r i a söz verdiğinden de fazla hediye göndermeye karar verdi. Fakat yanında bulunan bazı kurnaz kimseler onu caydırdılar. “O sana hiyanet etmek niyetindedir. Sana karşı samimî hareket etmiyor. Onun derdi babasının ordularını elde etmek değil, belki onlara sahip ol­ mak suretiyle sana üstün duruma gelerek sana saldırmaktır. O senin elinden binlerce yerli ve yabancı tebaayı, senin atlarını ve mülkünü almak istiyor,, dediler. G a z a n , B a y d u ' y a yeniden müracaatta bulundu. “Bana acele olarak ordu gönder. Ceyhun kıyılarında bulunan doğu­ daki düşmanlar Horasan’a hücum etmek tasavvurundadırlar. Bu mıntakada bir çok ayaklanmalar oluyor,, diye haber gön­ derdi. B a y d u n u n yanında bulunan tecrübeli ve kurnaz kim­ seler bu kaçamaklı sözlerin ve tekliflerin manası üzerinde şüp­ heli bir şekilde düşündüler. Teklifinin yerine getirilmediğini gören G a z a n , B a y d u y a yeniden şöyle haber saldı: “Ordu göndermene lüzum kalmamıştır, kimseyi yollama,,, G a z a n bu surede B a y d u n u n şüphelerini yersizmiş gibi gösterdi. Bunun üzerine B a y d u biraz ferahladı ve hayallerini ha­ kikat farzederek, kendisini küçük bir çocuk gibi bu hile ve ve yalanlarla avuttu. Mücadele, kavga ve savaş fikirlerini ken­ dinden uzaklaştırdı ve yalnız iyi bir hayat sürmekle ve içmekle vakit geçirmiye başladı. Kendisi aşırı zevk ve sefaya düşkün değildi, karılarından başka kadınlara hiç bir zaman gönlünü kaptırmazdı. Selefi gibi şehvet hislerini gayri tabiî cinsî te-


H UN

H Ü K Ü M D A RLA RIN A

GEÇEN

XI.

HÂNEDAN

655

maşlarla tatmin etmek temayülünde değildi. Her zaman tem­ kinli ve anlayışlı bir şekilde hareket eder, övülmiye değer bir alçak gönüllülük gösterirdi. Yüksek mevki sahibi kimseleri, ilim adamlarını, rahipleri ve zâhidleri, hangi akidede olurlarsa olsunlar, huzuruna kabul eder ve bunlara karşı hürmet göste­ rirdi. Hediyelerle taltif etmek ve hıl’at vermek âdetinde idi. A b a k a ' n m karısı ve B i z a n s kiralının kızı D e s p o e n a (?)* ile uzun yıllar süren tanışıklığı dolayısiyle, Hıristiyanlara karşı iyi muamele etmiye mütemayildi. Bir kaç senelik bir zaman için ordusu ile birlikte seyyar bir kilise ve bir çancı2 bulun­ durmuştu. bundan başka, kendisi açıkça hıristiyan olarak ilân ederdi. Diğer taraftan, bu çağda M o ğ o l 'ların gerek asîlzâde sı­ nıfı, gerek halk, tamamen müslümanlığı kabul etmiş, sünnet olmuş ve abdest almayı, namaz kılmayı ve diğer müslüman âdetlerini öğrenmiş bulunuyorlardı. Bu sebeple onları memnun etmek için, B a y d u şahsen müslümanlığı kabul etti, yani müs­ lüman oldu ve bu hareketi bütün M o ğ o l asilleri tarafından büyük sevinçle karşılandı. Bununla beraber, hıristiy anlarla ara­ sındaki sıkı münasebette bir değişme olmadı ve hükümetin idare­ sinde onlardan başkasına itimat etmiye kat’iyyen rıza göstermedi. İşte bu sebepten dolayı iki engelle karşılaşmıya başladı. Hıristi­ yanlara “Ben hıristiyanım,, der ve boynuna bir haç asardı. Müs­ lü m a n la r da müslüman olduğunu isbat ederdi; fakat abdest ve oruçları hiç bir zaman öğrenmiş değildi. Müslüman dininin ileri gelenleri kendi yanında bulundukları zaman, B a y d u oğlunu onlarla birlikte namaz kılmağa gönderir, bu suretle onları tes­ kin eder ve öfkelerini yatıştırırdı. Fakat Hıristiyanlara mütema­ yil olduğu ve onlara itimat ettiği Araplardan gizli kalmazdı. O, takriben beş aylık bir zaman için, hükümetini bu iki zıt siya­ setle iade etmiştir. K i l i k y a 'nın dindar, âdil ve dürüst kıralı ( İ ki nci ?) H i ­ t a m , B a y d u 'nun galebe ettiğini, Moğol tahtını kendisi için temin etmiş olduğunu ve hıristiyanların dostu olup başka din­ lerden fazla hıristiyanlığâ mütemayil olduğunu işitince, onunla 1 Bu, M i h a i l P a l a e o l o g o s’ıın k ızı M a r i a' dır. 2 M etinde, t a n n a n

«ta h ta y ı çalan» ifadesi k u lla n ılm ış tır. 3 u tahta

çan yerine k u lla n ılm a k ta idi.


656

A B U ’L - F A R A C

TARİHİ

şahsen görüşmek, ona hürmetlerini sunmak ve aralarındaki bazı meseleleri sağlam bir esasa bağlıyarak halletmek isledi. Bu seya­ hat için kendi memleketini terkettikten sonra iki aya yakın bir yolculuktan sonra Siankuh civarına vasıl oldu. Bu sırada Nev­ ruz da, Baydu’yu esir almak maksadiyle topladığı ordunun başında Şihakuk civarına gelmiş bulunuyordu. B a y d u bu sırada kendi işleri ile pek meşgul bir vaziyette olduğundan Ermeni kıralı (İkinci) H i t a m a bir elçi göndererek,, Geri dön ve orada bekle. Ben harplerimi bitirip ordugâha dö­ nünce adam gönderip seni tekrar çağırırım,, diye haber yolladı. H i t a m d a bu şekilde hareket etti ve M e r a g o’da on gün kadar kaldı. Bu sırada B a y d u , büyük kumandan N e v r u z tarafından hezimete uğratıldı ve kaçmıya başladı. Hanlar hanı G a z a n da gelerek D i a h h u r k â n civarındaki T e l i a A u k a m a mev­ kiinde konakladı. H i t a m derhal hazırlanarak onu ziya­ rete gitti ve ona büyük hediyeler verdi. Hanlar hanı ona “ Sen bizi değil B a y d u ' yu ziyarete geldin „ dedi. H it â m da şöyle cevab verdi ; “Ben C e n g i z H a n ’nın bütün ahfadına ubudiyet göstermekle mükellefim. Tahtta kim oturu­ yorsa ihtiramlarımı ona arza geldim,,. Bunun üzerine Hanlar ham ona çok iyi muamele etti ve ona kıral elbisesi giydirdi. Onu tanıdığını gösterir bir belgenin tanzimi ve bütün isteklerinin yerine getirilmesi için emir verdi. Bir müddet önce bütün kiliselerin tahrip edilmesi hususunda G a z a n ’dan bir emir sadır olmuştu. Kiliselerin Allahın evleri ve ibadet yerleri olmalarını sebep göstererek Hitam bunların tahrip edilmemelerini Hanlar hanınından rica etti. Hanlar hanı bu­ nun üzerine, tahrip edilmemelerini emretti. Kiliselere katiyyen dokunulmamasını, yalnız putperest mabetlerinin ortadan kaldırılma­ sını ve bu binaların bundan böyle Araplar için cami ve med­ rese olarak kullanılmasını emreden bir ferman çıkararak bunu bir elçiye verdi. Bu suretle bu mutekit kıral sayesinde bir çok kiliseler tahripten kurtuldu. Kendisi kamptan kalp huzuru ve sevinç içinde ayrıldı, ordugâhtan ayrılışı Yunanlıların bin altı yüz yedi yılı ekim ayının dokuzuna, yani haftanın ilk gününe rastlar (M . 1295 ?). N e v r u z , kumandasındaki orduların B a y d u’ya hücumu ânî oldu. Bu baskın K u n g u r a u l a n mevkiinde yapıldı.


HUN

H ÜK Ü M D A RLA RIN A

GEÇEN

XI

HÂNEDAN

657

B a y d u , Hanlar ham G a z a n 'a karşı bir saat bile mukavemet edemedi ve ona karşı muntazam bir harp yapamadı. Bin altı yüz altı yılı eylül ayının yirmi beşinci (veya yirmi dördüncü) günü (M. 1295), pek kısa süren bir karşılaşmadan sonra derhal arkasını dönerek kaçmıya başladı. N e v r u z , B a y d u yu takibe koyuldu ve ona yetişerek önünü kesti. Yunanlıların bin altı yüz yedi yılı ekim ayının dokuzunda ve haftanın beşinci gününde (M. 1296) B a y d u ’yu öldürdü. Bundan sonra, hıristiyan ve putperest kiliselerinin ve havraların yıkılmasını, putperest pa­ pazlara ve yüksek rütbeli hıristiyan papazlarına hakaretle mu­ amele edilmesini ve onlardan vergi alınmasını emretti Hıristi­ yanların bellerine kuşak sarmadan Yahudilerin de başlarında hususi bir işaret bulunmadan sokağa çıkmalarını yasak etti.

Bu günlerde yabancılar T e b r i z’e ellerini uzattılar ve oradaki kiliseleri tahrip ederek bütün dünya hıristiyanları arasında teessüre sebep oldular. Hıristiyanların bu münase­ betle hususiyle Bağdad’da maruz kaldıkları mezalimi, nekbeti, istihzayı ve hakareti tasvir etmek imkânsızdır. Söylendiğine göre, Hıristiyanlar sokağa ve çarşıya çıkamaz oldular. Araplardan tefrik edilemedikleri ve hıristiyan olduklarını anlamak güç olduğu için, yalnız kadınlar evlerinden çıkabiliyorlar ve alış veriş yapabiliyorlardı. Fakat bunlardan hıristiyan olduk­ ları anlaşılanlara da hakaret edilmiş, dayak atılmış, bunlar tokatlanmış ve maskara edilmiştir. Bütün bu mmtakalardaki Hıristiyanlar bu şekilde eza ve cefaya martız bırakılmış ; fakat Allah bunlara karşı kayıtsız kalmıştır denilmemesi icabeder. Hıristiyanlar bu şekilde hırpalanırken ve hakkaniyet düşman­ ları onlara hakaret ederken, kendilerine istihza ile şöyle söy­ leniyordu : “Allahınız nerede ? „ Bu mezalim yalnız halkımıza (Hıristiyanlara) tevcih edilmiş de değildi. Yahudiler de aynı muamelelere maruzdu. Putperest papazlara da kat kat daha şiddetli zulümler ve işkenceler yapıldı. Halbuki o zamana kadar Moğol kıralları bunları büyük şeref mevkilerine yükselt­ mişlerdi. O kadar ki, hâzinedeki paranın yarısı bunlara veril­ miş ve altun ve gümüş putların yapılması için sarf (?) edil­ mişti. Maruz kaldıkları bu mezalim üzerine putperest papazların birçoğu müslüman oldular. Abul-F arac Tarihi F. 42


658

A B U ’L- F A R A C

TARİHİ

Bunları müteakiben hanlar hanı bütün mmtakalar için yarlık­ lar çıkardı ve kiliseleri tahrip ve manastırları yağma için her mıntakaya ve her şehire Moğol habercileri gönderildi. Bu ha­ berciler, hıristiyanların kendilerine her türlü hizmete âmâde ol­ dukları ve hediyeler verdikleri yerlerde daha mülâyim davran­ dılar. A r b e l a şehrinde olup bitenlere bakılırsa, bunlar kilise tahribinden fazla para toplamak derdinde idiler. Bu işlere me­ mur edilenler bu şehire geldikleri zaman yirmi gün kadar bir zaman için hiç bir şey yapmıyarak beklediler ve kiliselerine dokunulmaması için hıristiyanların gelip kendilerine hediyeler vereceklerini ümit ettiler. Fakat böyle bir şey yapan olmadı. Buradaki metropolit, kiliselerinin masraflarını karşılayamıyor, kiliselerin bakımını üzerine almak isteyen başka kimse de bu­ lunmuyordu. Herkes kendi evinin idaresi ile meşguldu. Vazi­ yet böyle olunca, memurlar putperestlere fırsat verdiler, bun­ lar da oradaki üç muhteşem ve nefis kiliseyi taş taş üzerinde bırakmamak üzere yıktılar. Bu olayların tarihi aynı yılın ka­ sım ayının yirmi sekizine ve haftanın dördüncü gününe rastlar. A r bi l (Arbela)’in âkibetini işitince N i n o v a l û a t telaşa düş­ tüler ve pek fazla korktular. Moğol asîlzâde ve subayları M u ­ s ul mıntakasına geçince, mukaddes kiliselerin bakım ve muhafa­ zasına karşı ilgi gösteren bazı hayır sahipleri onlara giderek kendilerine külliyetli miktarda altın verdiler. Fakat bunların maddî hiç bir servetleri bulunmadığı için kiliselerdeki eşyaya el koymuşlardı. Almadıkları tek haç, tasvir, buhurdanlık, altın kakmalı İncil kalmadı. Bunlar da kâfi gelmeyince şehir ve köy­ lerdeki Hıristiyanlardan para topladılar. Bu suretle toplanan para on beş bin dinara yakındı. İşte bu para ile kiliselerini tahripten kurtardılar ve hıristiyanların haracını ödemiş oldular. Allahın yardımı ile tek bir kiliseye bile zarar gelmedi. Bu günlerde A v î r a t a y e adlı bir Moğol kabilesi Mar Mattai manastırı civarında kışlamakta idiler. Bunların Hanlar hanı hakkında bir şikâyetleri vardı. Diğer taraftan Hanlar hanı nezdinden bunlara bazı haberciler geldi. Bu haberciler bunlara küf­ rediyor ve bunları tehdit ediyorlardı. Çünkü B a y d u nun hüküm sürdüğü günlerde bu Avîrataye kabilesi bazı Türkmeniere saldırmış ve bunlardan pek çok koyun, inek, at, aygır, katır ve deve iğtinam etmişti. Baydu’nun hükümdarlığı


HUN

H Ü K Ü M D A RL A RIN A

GE Ç E N

XI. H Â N E D A N

659

sona erip Gazan tahta oturunca, Türkmenlerin kendilerinden zorla alınmış olan bütün bu şeyleri Avîrataye’den geri almaları ve itaat etmiyerek karşı gelenlerin ölüm cezasına çarpılması için bir emir çıktı. Bu malların pek çoğu mahvolmuş bulundu­ ğundan ve Avırataye kabilesinin elinde hiç bir şey kalmamış olduğundan, bunlar büyük meşakkatler çektiler ve elçilerle Türkmenler tarafından pek fena muamelelere nıarûz kaldılar. Sonunda bunlar elçilerin ve Türkmenlerin üzerine saldırarak onları öldürdüler. Ailelerini ve yanlarına alabildikleri her şeyi de alarak, on bin kişilik asker ve muharipten müteşekkil bir kuvvet halinde S u r i y e ye kaçtılar. Bu hadiseler Yunan tak­ viminin bin altı yüz yedinci yılının aralık ayının yirmi do­ kuzuncu (veya on dokuzuncu), yani haftanın üçüncü gününe rastlar (M. 1296). Bu yıl içinde »Surz'#e’nin zâlim yağmacılarından bir teki bile bu Doğu mıntakalarına gelmemiştir. Çünkü mazlumların kanı ve fakirlerin figanı Allah tarafından görülmüş ve duyul­ muştu. Çağlara nezâret eden adalet bu zalimlerin aleyhine dönmüş ve onların memleketine ve hususile M ı s ı r a ârız olan kıtlık ve salgınlar yolile onların başına felâket getirmiştir. İ s k e n d e r i y e ' nin

tamamen boş ve ıssız hale geldiği söyleni­ yor. Bu hikâyeler bize itimada değer ve kat’S bir şekilde intikal etmemiş olduklarından, halktan işittiğimiz bu rivayetler üzerinde tafsilât vermiyeceğiz. Fakat buralarda kıtlık ve salgın bulunduğundan şüphe edilemez. Mamafih bunun şekli, yeri ve zamanı hakkında şimdilik kat’î bilgimiz yoktur. Yunanlıların1 bin altı yüz sekizinci yılında (M. 1297), Haziran ayının ilk yirmi günü içinde ve haftanın ikinci günü sabahleyin, J â j â ' m n oğlu diye tanınan A l â e d d i n  m i d şehrini zaptetti. Maiyetinde, Suriye memleketlerinden toplanmış kuvvetli bir Arap ordusu bulunuyordu. Bu hadise üzerine  m i d sert bir esaret hayatı yaşamıya başladı. On iki bin kişi esir alındı ve bir çok dinar (hıristiyan) ların canına kıyıldı. Şehir­ deki aziz M a r G r e g o r y ilk önce dövüldü, sonra öldürüldü. Şehirdeki büyük Meryem Ana Kilisesi’ni yağma etmek cesareti 1 Bu pa ra g ra f yaln ız O x f o r d C o d e x (B odl. 1) 'inde m evcuttur.


660

A B U ’L - F A R A C

TARÎHİ

gösterildi ve sonra da bu kilise ateşe verildi. Bu kilisenin bi­ naları yıkıldı ve hârikulâde bir güzellikte olan methal kısmı ve sutunları tahrip edildi. Yangın o kadar şiddetli idi ki kiliseden bir yığın taştan başka bir şey kalmadı. Ateş ve duman izleri ancak bir ay sonra tamamen kayboldu. Bütün bu hadiselerin sebebi  m i d halkının M a r d i n emiri M e l i k üs- S â l i tie karşı isyan etmiş olmaları idi. Yukarıda bahsi geçen şahsın Suriye’ye gelmesini isteyen de bu emir olmuştu. Bu adam, em­ rinde takriben on iki bin süvariden müteşekkil bir kuvvetle geldi. Şehirde A l e m ü d d i n adında bir emir vardı. Bu emir, kimseye sezdirmeden şehrin kapılarını bunlara açtı ve onları içeri aldı. Kendisi de Mardin emirine gitti. Bunlar şehir üzerin­ de hâkimiyetlerini tesis ettiler ve onu birlikte tahrip ettiler. Ka­ rısı ve çocukları ile birlikte uyumakta olan bir adamın yanına geldiler ve bunları derhal uyandırarak erkeği öldürdüler ve kadın ile çocukları esir aldılar.


İ NDEKS 1. Ş a h ıs a d la r ı A A ar o

d

,

Abaga,

m anında kum an dan , 205-6,208.

Papas, 131. Bk. A'olca, A b ık a , 50.

A b a k a, H a n la r

hanı,

A bd

22, 50, 556,

587, 599, 605, 606, 608-610, 614-

Abd

616, 618,

ül-Mesih,

M ervan

oğlu,

Bk. A b d u lla h —

Fahr üd- D in , 411.

A b a r e s, Bk. A b h a ris , 164. A b b a P u l a B i ş h o i , 56. A b b a s, E m av île rd e n V e ü d ’in a m ­ cası, 197. A b b a s,

ül - Melik, 187-190.

H a life

M e’m un’un

oğlu,

213, 222-3 , 226, 228.

A bd ül - Vahan, A la v y in , 620.

Bk.

k âtip ,

N ak ib ül-

A b g a, Bk. A b a g a , A b a k a , 50. A b h a r, Bk. E ber, 74. A b h g a r,

A b !) a s, E şraftan, 247. A b b a s, F â iz ’in veziri,

A b d ü l - M i i ’ mia, Ira n lı 623, 625, 626, 629.

A bhgar

U rha i - Edessa

k ıra lı, 120-1, 189, 256, 379.

393-3.

A b b a s, Bk. M ucir, 394.

Abharis,

A b b e 1 o o s, 9.

Abhdan

Bk. A b are s, 164,

A b e 1 î o s, Bk. A bbelo os, 10 n 1. A b d u l l a h , A li oğlu, 199. A b d u l l a h , H işam o ğlu , 213.

A b h i h u d h, 91.

Abdullah,

o ğ l u , 374.

A b h i n a d a p h , Bk. A m in ad a p h , 86. A b h i r a m, 91.

Abdullah,

M üktefi oğlu, 257.

A b h i s a d, 85. A b h i t a n, 89.

Abdullah,

Ö m e r oğlu, 197.

A b h u d h a, Bk. L a b hu dh a, 69.

M ervan oğlu, 187.

A b d u 1 1 a h, Peygam ber Muhammed ’in babası, 372. Abdullah,

Sim eon’un o ğlu , 250.

Abdullah, Abdullah,

T ahir oğlu, 217, 223. Zübeyr oğlu, 186 - 7,

188. A b d u l l a h , Bk. Fah rüd din A b d ülM esih, 411. Abdullah,

H izm etçi, 575.

A b d u l l a h , H oşu o ğlu , 579. A b d u l l a h , M aiparket hakim i, 582. Abdullah

b. Â m i r ,

Abdurrahman, oğlu, 206,

Abd

A b h y a, 90. A b i h d İ ş o, N uhdheran piskoposu, 57. A b i m e l e c h , 79, 84. A b k a, Bk. A b g a , A b a g a , 556.

A baka,

A b r a h a m , Prens B e hm an’ın ana­ sı, 56. A b r a h a m, Bk. İbrahim , 77. A b u H u d e y l . 197. A b u ’l-F a r a ç , K ita b ın m üellifi, Bk. Bar H ebraeus — Bar Eb-

179 n 1.

harya — İbn 48, 67.

ül- M elik

A b u’l- K a i r m a n,

ül-İbrî 10-2, 43, 23.

Abd

Ü i - Â l â , 216.

A b u ’l - M u 11 a 1 i p, 172 n2.

A bd

ü l - M e l i k , H arun Reşid za ­

A bu

N a s r, M an astır şefi, 61.


A B U ’L - F A R A C

662 A b u a l- U r , 181. A c a c i u s, 156.

A m id li

piskopos,

144,

TARİHİ

Ahmed,

G a u ri oğlu, 220, 226.

Ahmed,

Tacir, 481.

36, 68-9,

A h m e d T a k u d a r , H a n la r hanı, 610, 614-6, 618, 621, 623.

72-3, 78, 82, 89, 93, 98, 109 111, 121, 124, 126, 132-3, 170.

A h m e d b. A 1i, K arahan oğlu, 282. A h m e d b. M u h a m m e d b. H a ­

 d em

Peygamber,

A d h a d a d - D a w I a h , 271. A d h a r m l e c k , K uşlu, 93.

A h o r, Bk

A d ı d, M ısır halifesi,

407 n 1, 414,

A h r o n, Bk. H arun, A b u ’l-Farae’m

M e l i k A z i z , Selâhaddin-i E y y u b î’nin kardeşi, 438, 453.

A h r o n A n k u r , Bk. D ionysius, 13. A h s h i r a s h , Bk. Ahasııerus, 104.

467, 470, 472-4, 491, 493, 523-4, 532-3.

A iljik a ta i N a v i n , 546, 554, 556. A i 1ş i k a t a i, Bk. İljikatay. A iljik a ­

n e f i y e b. A l i , 242.

415 n 4. Adil

babası, 10, 12, 42.

498.

A d i l , M elik K âm il'in kardeşi, 550. A d I e r , Sİ n 1.

ta i, 546.

A d r a m e 1 e c h. 274. A d r a m o n,

E hud, 83.

K isran ın

A i t h i o p s, Bk. A thonopyos, 76. kum andanı,

157, 164.

A i t ı a, H arem ağası, 207-8. k a p p o r a, 143.

A e 1 i a n u s, Bk. E lyan us — Tabib, 128. A e n e a s, Bk. A n ia s , 85.

A k h r o n, 85.

Aesculapius,

A k n a s, 523. A k s e n k u r , Bk. A ghsenkur, 334-5.

Bk.

A s k la ip id is ,

72. A e t i s, 226, 228. A f d a l , Selâhaddin-i E y y ub î oğlu, 341, 452, 467-8, 471-5. A f » â t u n , 465, 481. A f r i c a n u s , M üverrih, 45, 83, 85, 98, 104, 110, 121. A f r i c a n u s , D ik ta tör, 105. A f r i c a n u s, 125.

İskenderiyeli filozof,

A f r i d u n, 410.

A k i I k a r s â, 584. A k i l o s, Bk. Aseolus, 140.

A ksenkur

Bursuk.

Musul

em iri, 352-5, 360. A l a , 90. A l â a l m ı ş , M aipe rkat emiri, 629. Alâeddin, Bk. K u tb ü d d in M u ­ ham m ed, 472. A 1 â e. d i n,

K ara

M araga Alâeddin,

S enkür

o ğlu —

emiri, 491. R um

diyarı (Selçuk­

A f ş i n , 225-6, 318-321.

lu) s u lta n ı— Bk. A . K eykubad,

A g a b u s, Bk. A g hab ho s, 123. A g a t a y , 513.

521. 530 Alâeddin,

A la m u t

A g h a b h o s , Bk. A g abu s, 123. Aghathodahm on, Bk. Agat-

559-560. Alâeddin,

M usul

hodaim on, 72. A g h s e n k u r , Bk. A ksenkur, 334. A g o g o s, 80. A h a b, A m r i oğlu, 91. A h a s u e t u s , Bk. A hshirosh, 104. A h a z, 93-4. A h a z i a h , Y ahu diye k ıra lı, 91.

em iri,

545-6

em iri B edred­

din o ğlu — S in car

emiri, 573,

578, 579. Alâeddin, D ivan reisi, 585, 588, 590, 610. Alâeddin 505, A lâeddin

Keykubad, Muhammed,

491, 518.


İN DEKS Alâeddin

Takış

H a re z m ­

ş a h , 467. A l a k a , 276. Bk. Y a k u b , 71.

Alşatay,

S a n g a r, 580-1.

A l a m ür-Riase, 588.

M ısırlı

fakih,

k a lı, 143 A l a r i c u s , Bk. A larekos, 143. ü 1 - M ü 1 k, 580, 583. A l c a t a y N a v i n , 523. ö d -D i n

Bk. A lja ta y , 546.

Yakub,

A ltun

Han,

K atay

hüküm darı

530, 531. A l y a j a k N a v i n , 582. A l y a n a h , Bk. A lın a h , 613-5. A m a n u e 1, Asilzade, 221-2, 228.

A lâ

A I e x,

Şam valisi, 269, 270.

A l t ı n t a ş , 356.

A 1 a r e k o s, Bk. A laricus — A fr i­

Alem

Alpethgan,

A İ p i , 605-7, 613, 615. A 1 p i d i, Sicilya patriki, 206, 208.

Alakobhos, Alam

663

A m a r, 212-3, 215-6. A m a u r i, Bk. S ir A m a ri, 398. 598.

A m b r o s e, Piskopos, 141.

M anuel’in o ğlu , 424.

Amenophis,

Bk.

A m o n pathis,

A 1 e x i s C o m n e n i n u s , 329, 339, 349, 355.

80-1. A m i n a da p h ,

Bk.

A b hinad a ph ,

Aleıandra, John A lexandre’ın karısı S elina, 116. A 1 e s a n d r e, A fro d is itli, 128, 239. A l e x a n d r e , Rom a (Bizans) kıralı, 243, 248. Aiexandre,

 m i r , 415. A m i r l i N u r i n, 582. A m m a n o n, 70. A m m o n, 80, 96,

Bk. B atlam yos, 116,

A l e x a n d r e , J o h n — Ivannis, 116. A 1 e x a n c! r e, P apas, 109. A 1 1 n a h, Bk. A ly a n a k , 613. A 1 i, Â si, 238, 240. A 1i, A b b a s oğlu, 271. A 1 i,

86.

E b û T alip 415, 417.

oğlu,

182-3. 238,

Amon

İ n u s, Bk. A m o zino s, 189.

Amonpathis,

Amozinos,

Bk. A m on Inus, 189.

A m p e s i s, 70.

A 1 i, Y ahy a oğlu, 236. A 1 i, Zaraa oğlu, 279.

A m r i, 90. A m u 1 a, 192. A n a n İ s h o , 52.

564. 565, 571, 582.

A l i b. S i n a , 32. A liyyüddin Huramşah M e s ’ ud,

b.

Musul emiri, 453.

A 1 j a t a y, Bk. A lşa tay , 546. A 1i i, B üyük H a tu n , 624. A 1k a m i. V ezir, 569. A 1 m i 1 o n, 70. A 1 o n, 85. A 1 p a r o s, 70. A lp A r s l a n ,

A m r a m, 80

Anastasius, K ıra l, 166, 191, 192. A n a t h,

84.

A n a x a g o r a s, T ab iiy atçı, 103. A n b e s e, A ra p k u m a n da n ı, 233. A n d r e a , V a li, 183-4, 189. Estaphiriki,

A n d r o m a k u s , 109. Andronicus, Y unan 314,

316-318, 321,

323, 325, 328, 467.

148, 150-1,

A n a s t u s, A n d re a oğlu, 189.

Andrea

A I o r o s, 70.

Am enophis,

A m o s, 92. A m o s y a, 92.

A 1 i, E m in ’in ordu k u m a n da n ı, 212. A 1 i, Mehdi zam anında, 204.

A li B a h a d u r ,

Bk.

80-1. A m o r a, Bk. G om orrah, 77. A m o r i, K udüs kıralı, 406-7, 418.

243.

m uharriri,

45, 83, 85-6, 98, 103, 110, 121. Andronicos,

Bizans kum andanı


664

A B U ’L - F A R A C İstan b uld a

tira n ,

392,

428,

437-8. A n g u r,

P atrik, 543, 557.

Angurak Anias,

Navin,

TARİHİ

A r a b, S elçuklu S u lta n Mes’u d ’un kardeşi, 349, 350, 359. O r a m a , 80. Arbugastes, 141.

563.

Bk. A eneas, 85.

Bk. A g u b a t u s ,

A n i a n u s, R a h ip — Bk. A nyanos, 45, 69, 82, 83, 85, 87, 96, 109,

A r c a d i u s, 141-2. A r c h e l a i s , 120, 129.

A n i t o s,

A r d a ş i r, İran hü k ü m d a rı — P abak

111.

Archimedis, 107.

oğlu,

A n o s, 69, 70.

103, 130.

A r d a ş i r, İran hüküm darı — Şapur

A n u ş t e k i n , E m îr, 297. A n t h o n y, M ıs ır lı, 57. Antigonus,

D ia d o h , 116.

Antiochus, 115.

D iadoh,

Antiochus

Agritta,

Antiochus

45.

oğlu, 138, 140, 171. A r d u, 575.

110-1, 113, 115.

Demetrius,

A r e s,

137.

Areopagus, 83. 115.

Bk. A rios

A r g a n i a, Bk. İradni,

A n t i o c h u s E p i p h a n e s , 113. A n t i o c h u s E u p a t o r , 113-4.

Argubatus, 141-2. Argun-Argon,

Antiochus

K u d i k o s,

A ntiochus Antiochus

S i d i t o s , 115. S o t e r , 111.

116.

Antıpater,

117, 120.

Antipatus,

Bk. A n t i p a t r u s ,

121. A n t i p a t r u s , D iad oh — Bk. A n t i ­ patus,

121-2. Bk.

Anianus-Ra-

h i p, 69. Aodhoranboş,

70.

A o g h u 1, 556. Aojul Ganmış

Hatun,

553.

A p d a s y a b , 335. A p h r e m, 135.

A r io s P a g h o s , 83. A r i ’p p a ,

50,

636-7,

Bk.

A eopagus,

Bk. Herod, 122.

A r i s t a b u l u s , Jo n a ta n oğlu - Bk. A risto B ullus, 116. A r i s t o , 30, 35, 47, 88, 105-7, 128, Bullus,

A r i s t i d e s, A tin a lı, 127. A r i s t a k i s, 318. A r i s t o p h a n , K om edi yazarı, 103. A r ı ğ b o k a - A r i k B u k a , 531. A r m a t i s, 147. A r m o n i s, 77.

Apiphanyos,

A r m i n o s, 78.

76.

A p o 1 1 o, 84.

116, 118.

A r i s t o t 1 e, Bk. A risto, 88.

A p i D t o s, Firavun, 77.

A r m o p o t i s, Bk. H erm oplis, 81. 45.

A p o 11 o n i u s, Bk. P hilarius, 125. A p s i m a r o s , Bk. Tiberius, 188, 190.

632,

294, 301, 493, 593.

Bk. E upalis, 103.

A p o 1 1 o n i u s,

H a n la r hanı,

621-624,

A r i a d n e, Leo’nun kızı, 146. A r i d A l g a ş , 533.

Ar isto

A o t y a r t i s , 71. A p a p o s , K ıra l, 80. Apcalis,

147. A rbugastes,

A r i s, A surlu, kıral, 79.

A n t o n i u s, 118. Anyanos,

613-618, 639.

Bk.

Paghos,

A r n a t, S aidon prensi, 449. A r n e b h a, 109. A r n o 1 d u s, K arak emiri, 434, A r o, Bk. Reu, 74-75.


İNDEKS Arok,

522, 623-627.

665

A r p a c h s h a r , Bk. Arpaxad-Sam'-

A ş k ı r a ş, 198. A ş m u t , U ygur emiri, Bk. Başmut,

ın o ğlu , 73-4. A r p a x a d, Bk. A rpachshar, 73-4.

556, 572, 598, 602, 605. A ş r a f , 560.

A r p a z a z, 77.

A ş t o r e t , Bk. Â shto reth, 90.

A r s e n i u s, P atrik, 566-7. Arsham

- Arshach,

108.

A r s i s, Bk. Parsis, 106. A r s l a n , S e lç u k ’un oğlu, 293. Arslan,

S elçuklu em îri, 349.

A r s l a n , A r s l a n Ş a h , S elçuklu­ lardan, T uğrul b. M ahm ud oğln, 394, 467.

A t a b e g Z a n g i , K asım iid-Devle A k su n k u r o ğlu — Bk. Zangi, 360, 378-9, 380 n 1, 405, 558. A t a n o 3, Bk. A th a n is iu s — A m idli, 137. A t a r a o ğ l u , Vezir, 425. A t h a 1 i a h, 91. Athanasi,

Arslan Hatun,

308, 314.

A r s l a n Ş a h , Musul emîri, 492. A r ş a k , 131.

189.

Athanasius, nach

Bk.

— Bet

Athanisius, Â m id li, 131.

A r t a m o n i s , 81. A r t a r e r s e ı , 105.

Athanopyos,

Athanasius,

L o n g im a n u s ,

Bk. A ryoeh, 104. A r t a x e r x e s O c h u s , 105. A s a h a c h - A r s h a m , 108. A r t u k , 330, 332-3, 380. Bk. Artaxerxes LongiAryoeh, manus, 104.

Şuramapisko­

posu, 20.

A r t a b a ş, 196, 198. A r t a b a n u s , 104.

Artaxerxes

Bar

N uhadhra Bk.

A tano s

patrik,

402.

Bk. A ithiop s, 76.

A t h n i e 1, Bk.

O th n ie l, 83.

Atrophilos.

235.

A u g u s t a,

164.

A u g u s tu s Sezar, A u g u s t u s, 120. A u r d j a r, 522. Austaddar,

117, 119.

412.

A s a , 90-1.

Autekin-Autkin,

A s ’ a d , M ısır halifesi, 407-8.

A v k a t a i, Bk. O k ta y . 478.

A s a p h, 75, 77.

A v t e k i n, Bk. A u te k in , 523. A v t e k i n T u m a n , 478.

A s c l e p i a d i s , 81. A s e d u s, Bk. A kibos, 140. A s e m o ğ l u , 239 n 3. A s f a r, 303-4. Âshtoreth,

526,

546.

A w g i n, Bk. Eııgenius, 141. A z a z i 1, Sam o satalı, 132. A z a r i a s, 96.

Bk. A ştoret, 90.

A s ı d, 415.

A z a r y a, Bk. O z ia , 92, 94. Âzermîduht,

Asklepiades,

106.

A s k 1 a i p i d i s,

Bk.

A z i z , F a tim ı A eseulapius,

72. Â s o ğ l u A m r, 183 n 1. A s s e m a n i , 9, 11, 32, 36, 43, 44. A s t y a g e s , Bk. Estighös, 97. A s y a l ı J o h n , 35.

375 n 3. halifesi,

415. A z i z B a s i l , 75. Aziz Mar Heman piskoposu, 589. A ziz Saw m a oğlu,

389,

İ ş o,

272-5.

Cezire

545.

A s v i r o s, 105.

A y , K le o p a tra ’m n oğlu, 118. A y a z , M ardin em îri, 344, 354.

A ş e r, 75.

Aybey,

503.


666

A B U ’L - F A R A C

B a a n i s, Rom a ordusu k u m a n d a n ­ la rın d a n , 176. B a b a , Bk. P a p a — İranlı, 539, 540, 602, 605-6. B a b e k , H arzem li, 221, 225-6. B a b h a i, İzla oğlu, 57.

TARİHİ

Bar Bar Bar Bar

üi-İbrî, 1, 10, Gumaye, 189.

42, 67. Bk. A th an asi,

H a d a h , 92. H a m z a h , 18. H e b r a e u s , Bk. Bar E b h a r­

B a c o h u s, 130, 132.

ya

B a d g e r, 10 n 2, 65. B a g d u i n, Bk. B alduinus, 341.

İbrî, 1 - 13, 16, 25, 29, 31-42, 44-49, 50- 54, 61, 80 n2, 328, 380 n l.

Bagi,

556.

B a h a ü d-D i n, Şeddad oğlu, 452. B a h a ü d-D in T a r j a n , 548-9. Bahaüd-Din Bunguş, Ku­ m andan, 533. B a h a ii d-D e v l e , 273. B a h r a m, 166, B a i d u r, 546.

168.

Baju

624-5, 627, 635.

Navin, 568-9.

Bâkir

Bk.

Başû, 562-565,

A şo t oğlu, 232.

B a l a b a n , 489. B a l a k . 351, 356-358, 374. B a 1 a ş,

I g n a t u s , 22. K a 1 i g h, 21. M a d a n i , 13-16.

Bar

Naggre,

148.

Bar

619.

Sumanach,

Baron Bihram, 510.

B a r o n Toros, B a s a r i, 603.

Balduinus, in, 341,

B a ’ s h a, 90.

152.

Şakad

hâkim i,

K o n s t a n t i n o p a l i , 512,

521, 541-2. Baron S u n b a t( 596.

Basavonog, nos, 77.

B a 1 i s a r i u s,

(Sam m anah),

Bk. A thanasius — Bet N ukadhra piskoposu, 17, 21. B a r o n B a s i l , 510.

B a l d v i n , Bk. Bagduin — B a ld u i­ nus, 341. Bk. B agduin -— Baldo-

25.

B a r S a w m a, 12, 14, 22, 25-6, 28, 29, 32, 3 3 ,3 6 , 38, 48-9, 71,

Baron

M e r y e m , 65.

B a k r a t,

B ar Bar Bar

566,

B a i m o n d", Bk. Bohaim on — Boem undus, 300, 595. B a i r a m i z, Z a it kalesi subaşısı, 537, 541. Baitmish,

■ — A b ’ul-Farac ■ — İbn ül-

S in b a t ),

512,

586. Bk. P artialı Kasnvo-

B a s i l , Tebriz piskoposu, 19, 20, 167.

12 n 4,

B a 1 i z e b u b, 316. B a 1 k o s, A sur kıralı, 84. B a r a k . 84.

B a s i l , Rom a k ır a lı, 237, 240, 247, 267, 270-1, 273- 5, 287, 342, 370, 379, 384.

Baraka,

B a s i I i d e s, Y ıla n a ta p an la rın re-

B a r a m,

523, 531. K isra’n ın kızı, 174.

B a r g a v a n , kum an dan , 275. 277. B a r k a j a r, 531. Barkaşaur, Bar

Bk. Barkajar, 523.

Ebharya, Bk. Bar Hebraeus — A b u ’l-Farac — İbn

L-i, 126. B a s i i i s c u s, 146, 147. B a s i 1 i u s, 228. B a s t a m, 197. B a ş a , D e y le m li’lerden, 263. B a ş m u t, Bk. A şm u t, 556.


667

İN DEKS Başû Navin,

Bk. Baju, 562.

Belshazzar,

Bathsheba, Batlamyos,

88. Bk.

B e n e f ş e , 413. B e n h a m, R ah ib , 17. B e r o a, M uharrir, 201.

P tolem y,

19,

34, 47, 109, 592. Batlamyos,

Bk. Beltshasar, 100.

B e r n s t e i n, 10, 39, 40, 41, 51 n l.

Bk. Lagus, 110.

Batlamyos, H abbubha oğlu, 115-6. B a t l a m y o s A ] e x a n d r e, 116.

B e s a s i r î,

Batlamyos Batlamyos

B e t h u n ı a , Bk. B ithynia, 83. B e t K a r a m a n , 638.

D i o n i s u s , 116, 117. E p i p h a n e s , 112-

kum andanı,

315.

B e y t e m ii»- S e y f ü d d i n ,

13, 115. B a t l a m y o s

Evergetes

i. ,

E v e r g e t e s II., 115.

B a t l a m y o s O l a u d i u s , 99. B a t 1a m yos P h i l a d e l p h u s ,

112. Batlamyos 5.

P h i l o m e t o r , 113-

Batlamyos

Philopator,

Batlamyos

S o t e r , 116.

B a v d u, K û t emîri,

606.

Bk. R aym ond — A n ta k ­

346-7-9.

B e d e w i, Bk. P oictiers'li R aym ond, 366. Bey,

Bohtan

M iri,

383-384. B o d w i n, F rank k ıra lı, 418, 424. B o d v v i n V . K udüs k ır a lı, 438-440 B o e m u n d u s , Bk. Baim ond, 340. B o ğ ı r, A ra p kum andanı, 232. B o h a i m o n d , B o haim o nd o ğlu— A n ­ takya h a k im i, 361, 363, 366. B o h a i m o n d P r a y n s , A n ta k y a ha k im i, 402, 427, 449, 462.

1, 41, 42.

Bedreddin

B o d w i n II. K udüs kıralı, 356, 366. B o d w i n, III. K işum h akim i, 377,

n 1, 567.

ya h âk im i, 383.

Bedirhan 62 n 1.

Zaid kalesi emiri, 596-7-8.

B i t h y n i a, Bk. Bethunia, 83. B o d w i n. Frank h üküm darı. 347-9, 352, 358, 365.

B a y b a r s, Bk. Bundukdar, 578. B a y d u , 641-2.

Bedjan,

B i l o s , Bk. Belos. 77. B i l u s , Bk. Belus, 78. B i s a r î, E m ir, 604-5.

B o d i n , 226.

B a t u B u 1g a y, 556. B a u m s t a r k , 29 n 1, 33.

Baymond,

B i h r a m, Iran asilzadesi, 609. B i h r a m Ş a h , Em ir, 450, 572.

Bişar, 112.

523, 531-2, 546, 552-3.

Bazmış,

436

n 1. B i g u, Bk. Y a b ag u , 293.

112. Batlamyos

Batu,

G öçebe

309, 313, 314, B e ş i r , 228, 196.

L u l u , Musul em iri,

494, 500, 502-4, 506-8, 533, 539, 559, 558, 572, 573, 575, 578, 582, 584, 671. B e h n a n, K ra lın oğlu, 55.

B o h a i m o n d , Bk. B a im o n d —T rab­ lus prensi, 595. B o h a y a m o n d , P raynsm oğlu, 386. B o h e m u n d , Frank k ıra lı 342-3.

B e h r u z , T agrit emiri, 371. B e l , 102. B e 1 o s, Bk. Bilos, 77.

B o h t İ ş o, T abib Georo-e’un 210, 234. B o h t i ş u, 202. B o k a T i m u r , 523, 556.

Beltshasar,

B o k a , em ir, 614.

Bk.

100 - 1. B e 1 u s, Bk. Bilus,

78.

Belshazzar,

oM u,

B o k a , H azinedar, 621, 622, 623, 626, 627.


A B U 'L - F A R A C

668

B o u d o u i n of F l a n d e r s , Bodwin, 484 n 1.

Bk.

TARİHİ

Caiophas,

Bk. K ay a fa , 124.

C 1 e o p h a s, K udüslü, 125.

B o z o s, 96.

C o l o n i e u s , 185.

B r a k y o n , 131.

Candaules,

B r u n s , 38, 39, 40, 41.

C a r d a k i , 9. C a r i n u s, N um erianus’un o ğ lu , 132.

Bk. K andek, 150.

B u d 2 e, 42 n 1, 50 n 1, 51 n 1, 52 n 1, 57 n 1, 58 n 1. C a s i a n u s, R um V alis i, 363. B u h t a m a r, H alat Emiri, 436, 459, C a v a l ı , Türk E m iri, 345, 360. 465, 488, 489. C e h r a i l , Melek, 242. B u 1j a r is , 165. C e b r a i l , M uham m et oğlu, 277. B u 1 h a t a y N a v i n , 523. C e l â l e d d i n , S u lta n MuhammeB u o d a k d a r, Bk. Baybars— Mısır din oğlu, 514-6. Emiri, 578. 579, 586-8. 594-98, C e m a l e d d i n G ü l b a k , Bk. C e ­ 599 - 601, 605. m aleddin G ülb e y , 583. B u n g u !ş, 404. C e m a l e d d i n G ü l b e y , Bk. C e ­ B u r i d hı a, 187. m aleddin G ü lb a k , 583-4. B a r s u İi:, 328-9, 347-8. C e l â l e d d i n H a r e z m ş a h , 514, B u r s u l: î, 357. 526, 527, 529, 559, 564. B u z a b a h, 438. Celâleddin Haşan, Ism ailî B u z a n , Emir, 334-5reisi, 518. B ü y ü k A b a t a i N a v i n , 596. C e l â l e d d i n H ü s e y i n , 494. B ü y ü k A n t h o n y, 56. C elâleddin K a r a t a y, 549, B Ü y ü k A n t i o c h u s , 112,113, 115. 560. B .i y ü k B a s i l , 136. Celâleddin Turan, H o ta n lı, B ü y ü k C o s t a n t i n , 133 n 1. 606, 616. B ü y ü k D a v i d, 546. Celâl üd-Devle Melik Şah B ü y ü k E m i r Y a l v a j . 547. S u l t a n , Bk. Melihşah, 343. B ü y ü k H a n , 572, 639, 562, 559. Ç e l i l , 119. B ü y ü k İ s k e n d e r , 105, 108, 303. C i n g i z Han, 4, 46, 476, 477, B ü y ü k K o n s t a n t i n , 567. 478, 480, 481, 482, 495, 496, B ü y ü k K o n t , 639. 497, 505, 506, 512, 513, 514, B ü y ü k K r a l i ç e , 478. 515, 522, 523, 525, 526, 531, B ü y ü k L e o n , 555. 546, 552, 610. B ü y ü k M i c h a e l , Eliasoğlu, 1, C e m aleddin, Necmeddin oğlu, 4, 35, 36, 39, 46 393. B ü yi i k M a n y a t t a n , 571. C e m a l e d d i n K a ş t i m u r , 530. B ü y ü k M u s a , Peygamber, 203, C e n a h ü d - D e v l e , 340. 392 C h a b o t , 36 n 1, 40. B ü y ü k P h y t h o g o r a s , 106. Chiliareh, 123. B u y ü k S e l â h e d d i n , 550, 574. C h e m o s h, 89. B ii y ü k S i m a n , 18, 19. C h 1 o r u s, Bk. C o n sta ntin s, 133. B ü y ü k Y a k u b , 19. C hristopher,

C

2S8. C h r o n o s,

C a f e ı , M üneccim , 48, 246.

C h u s,

48.

İranlı, 105.

H arem

ağası,


İNDEKS

669

C i b r i l , Ferişteh, 232. Cilcatlı

D

Y a i r , 84.

C laudius

Batlomyog,

126,

128.

D a k u z

Claudius

James

R i c k, 62, 63.

C 1 e m e □ s, 97, 103. C o m m o d u s, 129.

Constable,

Bk.

Bk. K o n tu stab l, 545.

C o n r a d. A lm a n y a M arkis, 384, 444.

kralı — Bk.

143, 179, 182, 183-6, 196, 198, 199, 201, 204, 206-7, 209, 218, 243-4, 248, 254-5, 260, 267, 270-1, 288, 298, 301, 304, 305, 306, 353. G a rg o r hakim i, 354. Bk, Chlorus, 133,

Constantin Monomachus, 305. C o r c , Bk. G iv a rg i, 224, 225. C o r n e 1 i a.

R a h ib e , 125.

C y p r i a n,

Piskopos, 130.

C y r i a c u s, P atrik, 214, 312. C y r i 1, İskenderiyeli, 60.

350, 373,

D anişm end

oğlu

Emir

Ga-

z i, S eb astia em iri, 359, 367. Danişmend oğlu İsmail, K ap a do ky a e m iri, 331, 342,414. D a r a n, 81. D a r i us,

M edyeli,

97, 102, 103, 117, 151. Darius

Nothus,

Bk.

D aryavaş,

104,

108,

109,

105.

Daryavaş,

Bk. D arius, 151.

Daviddar,

569.

D a v u d , İgnatius S a b a — Y a k u b ile r p a triğ i, 12. P ey gam b e r,

87,

88, 89.

115, 117, 119. D a v u d , H ü n e y n oğlu, 239.

D a v u d o ğ l u A r s l a n Toğm ı ş, Z aid kalesi emiri, 380. D e b b û s

Bk. Ç a ğ a ta y , 478.

Çağatay, Bk. Ç a g a ta i, 478, 496, 513, 522, 523, 546. Takudar,

556.

Ç a ğ r ı B e y , Bk. D avud, 293, 296, 308, 315, 316, 325, 467. Navin,

Bk. Çarma-

ğan N oyan, 539 n 2. Ç a r m a ğ a n

M a latya h â­

365, 369, 371, 373, 377.

ç

Çarm ağan

oğlu,

343, 349,

D a v u d , Bk. Ç a ğ r ı B e y, 293, 314. D a v u d , S u lta n M ahm ud oğlu, 363,

C y r u s, Bk. Kuruş, 98.

Çağatay

D anişm end

Davud,

C v r e n i u s, Bk. Keurinnos, 119.

Ç a g a t a i,

84.

410.

C o n s t a n s, 135, 136.

Constantius, 135, 136.

k ra liçe, 18.

D a a y a I, P eygam ber, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 109, 110, 113, 115, 122, 432, 433. kim i, 342,

C o n s t a n t i n u s , Rom a ve Bizans k ıratları 96, 132, 133, 135-6,

Costantin,

532. H atun,

D a k y o s, Bk. Decius, 130. D a m a r i s, 81. Dana,

C o m t e de C h a m p a g n e , K o n t H om i, 461.

N oyan ,

Ç a rm a ğ a n N avin, 539 n 2. Çoban

D a h v a r,

A o n o s , 70.

Bk.

iid-Devle,

Bk. To­

puz üd-Devle, 277. D e b o r a h, 84. D e c iu s ,

Bk. D akyos, 130.

D e g h a Basil, D e m e tr iu s l.,

370. 114, 115.

D e m e t r i u s

II,

115.

D e m i r y a y.

Bk.

Tem ür Y a lıg ,

292. D e m o c r i t u s , D e n h a, D e n h a,

F ilo zo f, 103.

Bk. Bar H am zah , 18. Bk. Joh n, 20.


A B U ’L-FARAC

670 D e u c i a 1i o n ,

Bk. Doka] yon, 81.

D e v le t, M alatya 377, 374, 390.

emiri,

D h e g h a

B asil,

353.

Dhesbina

Hatun,

367,

K raliçe , 24.

D h u o n - N o n , Bk. Z ün n ûn , 376. D i m e t r i u s S o t e r , Seleucus’un o ğlu , 114. D i o c h t i a n,

54.

D i o c l e t i a n ,

TARİHİ

E b û ’l-a l â hapb.

Süleyman b. V aS u f y a n , 266.

E b û Ali, E b û A li

E rm eni ku m an d an ı, 274. H a ş a n b. H a t t a m,

285. E b û A li

Haşan

E b û'l-A b b a s,

133-

D i o g e n e s, Filozof, 103. D i o g e n e s, Rom a k ralı, 320, 321, 322, 324. D i o k l a t i y a n a , D io cletio n ’un k ı­

b. M e r v a n ,

274 n. 1. Ebû A l i Hiisey n 294.

İbn

Sina,

M uham m ed b.

E b ’û-1 A b b a s A b d u l l a h , 199. E b û ’I-A b b a s A h m e d , İshak’m oğlu, 273.

zı, 133. D i o n i s i u s , Piskopos, 354. D i o n y s i u s, B aşpiskopos, Bk. Ah-

E b û ’l-A b b a s R a d i , 255.

ron A n k ur, 1 1 ,1 3 ,1 4 ,2 0 , 25,67, 189. D i o n y s i u s , Bar Ş a lih i, 33.

Ebû

Dioseurus,

147.

D i o s k o r i d e s , 30, 34. D a k a 1 y o n, Bk. O encialion, 81. D o k t o r D e r k i n s, 62. D o k u z H a t u n , Bk. Tokuz H atun, D D D D

18, 556. o m a s t i c u s Şh u m u ş h k i n , 267. o m e n o s, 152. o m i t i a n, 125. u a 1 n o n , Z ün n û n D anişm end — o ğlu, 414, 416, 421, 422.

D u b a i s,

G öçebe emiri,

361, 362-

363, 364-365, 368-369-370, 626, 627. D u k a k, D a v u d ’un oğlu, 463, 467. Dukas Domesticus, D u r i o ğ l u , 571. Duval

276.

N e s t e l e , 9.

E bû Bekir,

174, 175.

E b û Bekir,

E r b illi, 347.

B e k i r , H â k k â r ili K ü rt, 607.

E b û'l-B e r e k â t, Y a h u d i Tabib, 495. E b û C a f e r , 200 - 202. 213. E b û C a f e r K a i m , 298, 306. E b û C a f e r M a n s u r , 199. E b û C a 1 i b, 244, 374. E b û 1-F a r a ç , N as tu rî rah ib i, 301. E b û'l-F a d a i I, 274, 275. E b u l - f e t h , 427. E b û ’l-F e t h M e s’u d, 350. E b û ’l-F i d a, 197 n 3, 202 n 1, 261 n 1. E b û İ s h a k, M em u’nun oğlu, 222. E b û H a r a b T e m i m , 229, 230. E b û ’l-H a s a n E b û ’l-H a s a n b. A l i ,

Tabith, Ali

b.

260.

E ü û H ü s e y i n , K a d ı, 260. E b û ’l-K a s ı m , 409, 410. E b û ’ 1-K e r e m, 624. Leyla, Bk. M uaviye, 186.

Ebû Mansur,

Y e zid ’in

E b û ’l-M e a l i

Ebû

Nâsır Saiaya, E b û M ü s l i m , 199.

E b û ’l a l â

F ahid

e 1 - N a t i I î, b.

İbrahim,

M ıs ırlı Y a k u b î, 276.

oğlu

M aika oğlu, 337.

E b e r, Bk. A b b a r , 74, 76. A bdillah 294 n. 1.

244. Ahmed

495 n 2.

Ebûl-Heytem,

Ebû

E

A li

b. A b b a s ın o ğlu , 198, 252.

M uhammed 533.

E b û N â s ı r , 273. E b û N â s r, İsrail oğlu, 281.

b.


İNDEKS Nasr Beşir G o m a 1 a, 281.

b.

Harun

E b û S a ’ d, T abib ve filosof, 375. E b û S a i d , 228, 229.

E m p d o e h 1 e s, Büyük filozof, E m r A 1 i, 520. E m r A b d ü l - A z i z , 189. E m r A s m u t, 21, 616.

273, 337.

E m

Ebû Sehl

M e s i h î, 271.

E m

Ebû Sehl

Yahya,

E bû Salim,

Turyalı

Rüs-

tern oğlu, 272. E b û Ş e y h , 213. E b û T a g I i b , 265, 268. E b û T a h i r , 277, 278. E bû Tahir, Ebû Tabib,

r A r ı d, M alatya subaşısı, 548. r A r g u n , 546-547.

E m E m

r C e m a l e d d i n , 399. r E s e d ü d - D i n Ş i r k u h, 403.

E m

r Gazi, D anişm end 359, 360, 361, 363, 541,

A hm ed o ğlu , 355.

E m

r H a ş b a ğ, 392.

K usairath oğlu, 345.

E m

r İ s a , 606.

E b Û’ 1 Vefa,

355.

E bû ez-Zûbab,

187.

E d e s s a l ı Y a k u b , 34. E d v v a r d I. , Ingiltere k ıra lı,

50.

oğ lu ,

E m r K u t l u B e y , 581. E m r M a 11 a i, 634. E m r M e s ’ u d B e y , 546. E m r M ü c i r ü d-D i n, 393.

E e n o m i u s , 81. E e s e b i u s, 83.

E m r S ü l e y m a n , 206. E m r S ü l e y m a n Şah, 568.

Eflâtun,

E m

r

E m

r Şe m s ü d d i n ,

Bk. P lato, 88, 105, 106,

127, 593. E f t i m i u s,

Bk.

E uthym ius— Rum

pa trik i, 585. E h u d, Bk. A har, 83-84. E i r e n e, 134.

E k 1 i m a, Bk. K lim a, 69. Elefantiasis,

K udüs k ıra lı, 423.

E 1 i a z a r, Baş kâhin, 91, 111, 113. E 1 i e z a r, 83. E i i e z a r H a v r a n , 114. E I i j a h, Bk. İlya, 91.

100.

Bk.

Y oyakim ,

M aa d d ili, 406. H ale p ordu­

su kum an dan ı, 417. E m i r ü d d i n, M uhtesiboğlu, 634 E n o c h, Bk. H anokh, 70, 71

E p a rh Piinius 125. E p i c u r u s,

97-98,

E I y a n u s, Bk. A elianus — Tabib, 128. E m e s a , 176. E m i n , H a ru n ’un oğlu, 211, 214, 215. E m i n ü d - D e v 1 e, T alm idh oğlu, 402, 517.

132.

S e c u n d u s,

105.

E p i p h a b e s, 113. E p i p h a n i u s, 89. E p

E 1 i s h a, Peygam ber, 91-92. E I y a k i m,

Şahap,

72. E p a r c h S t i 1 i c o, 143. E p a r h S a t u r n i n u s ,

E j u y, 440 n 1. E k b h a , 71.

00 00

Ebû

671

p h a n o s, lu. 119.

E r d e ş i r, Bk. oğlu, 177. E r i h a, 115.

A n tio c h u s ’un

oğ-

A rdaşir — Babek

E r m e n i

Bogos,

E r m e n i 385.

Leo,

374.

K ilik y a h âk im i,

Emin üd-Devle E b û ’l - K e ­ r e m S a i d b. T a o m a , 516.

E r m e n i Leon, 363. E r m e n i M a l i k h, K iliky a h âk i­ m i, 248, 409. E r m e n i Mal i kh, 248.

E m i n ü d - D i n M u b â r e k , Nastu rî, 14.

E r m e n i Toros, K ilik y a kim i, 591, 397, 402, 574.

hâ­


672

A B U ’L- F A R A C

E r m i y a,

P eygam ber,

96, 97

TARİHİ

F

98,

102, 380. E s a n , 77, 79. Esedüddin,

F a d ı l , M u kte dir’in c ğ lu , 257. Em esa emiri, 492.

Esedüddin Esedüddin

B r i k a s , 436. Ş i r k u h , 391, 401,

402, 404, 405, 408, 468, Esedüddin hammed kuh,

Em esa

Estafana, Ester,

Şirkuh b. b. B ü y ü k

Mu­ Şir­

emiri, 491, 550.

225.

F â h i d, H ıris tiy a n k â tip , 276. F a h r ü d d i n , K a d ılar kadısı, 546. Fahrüddin 409, 421. Fahrüddin Fahrüddin,

A y a s, 564. H ale p kalesi R a z i , 493.

Fahrüddevle,

518.

E s t i g h o s, Bk. A sty a g e s. 97. E ş i a, 390. E ş i y a, 102.

F â i z . 393, 398, 415.

Eşiya

F a k a i, 612.

Fahrüddin Osman, Ş üy u h ’un oğlu, 551.

P e y g a m b e r , 95.

E ş r e f , 475, 485, 490, 506, 507, 508 523, 524, 535, 545. E ş r e f b. yük 572.

525, 528,

Melik Âdil,

529, 532,

G a z i b. B ü ­

E t h b o a 1, Bk. İthbel, 91. Ethir el-Din M ufaddal Ö m

F a n is , Farac, Fatih,

M aiperkat emiri,

e r e 1-E b h e r î, 31.

Şeyh-üş-

Bk. Louis, 384. 557. Seleucu3 N ikator, 110.

F a t i h C o n s t a n t i n , 133-134-135136. F a 1 1 m a, 415. Fatıma

b.

emiri,

574-575. Fahreddin

104, 105.

A b d ü l m e s i h ,

Hatun,

547.

F a u s t a, M ax im ianus’un k ızı, 133a 2. F e 1 i x, M ısır h âk im i, 122-123.

E u d o i a, 144, 171.

Ferecullah,

E u c 1 i d, 45,

633-634. F e r i ş t e R e f a i l , 95.

E u g e n i u s, 141. E u g e n i u s, B k. Avvgin, 141. E u e r g e t e s , 115.

M ısırlı F akih,

629,

E u p a r k a, 226.

F e r r u h Ş a h b. Z e n g i b . M e v ­ d u d b. Z e n g i , Sincar E m iri, 506.

E u p o l e s , Bk. A p calis, 103. E u s e b i a, K raliçe, 136.

F e z a r a, 208.

Eusebius,

F il i p, P rayn s A v ira ’nın oğlu, 511,

110,

F e s t u s, 123.

45, 67, 74, 85, 87, 98,

512.

121, 127.

E u s e b r ı u s , 103. E u t h y m i u s , Bk.

E ftim iu s — Rum

pa trik i, 585. E u z o i u s , Bk. O zios — A n ta k y a lı, 136. E y y u b , P eygam ber, 77. Eyyub

oğlu

Melik

Adil

E b û B e k i r , Ş am S u lta n ı, 475. E z a z B a s , 583. E z a z o ğ l u , 583. E z v a, 104.

F i 1 i p, İskender’in babası, 105-6, 116, 120, 122. F i r a v u n A m o n P a t h i s, 81. F i r a v u n A u r o n k o s, 78. F i r a v u n İ s a k o sı, 79. F i r a v u n P a n o s,, 78. F i r a v u n P s o n o s, 81. F i r a v u n S i m o n o s, K ıral, 78. F i r a v u n Ş o s o n o s, 79. F i r a v u n T a r a k o s, Bk. Tarakos, 79.


673

İNDEKS Firavun 79.

Tarkos,

Fisogoras,

Bk.

Tarkos,

Bk. Pythogoras, 88.

-T]

T}

F î r u z, 146, 149. a c c i l l a , Bk. F la kida , 140-141. a k i d a, Bk. Flaccilla, 140.

F o u lq u e s, Bk. F u g — FouIques 366. F o r d , A rap ça F rofesöıü, 38. Frank Bohaimond, A n ta k y a hâkim i, 362. Frank Rupin,

A n ta k y a Prensi,

498-499. Frederik

B a r b a r o s s a

I. ,

A lm a n y a K ır a lı, 452.

G a l e n , G a l l i n u s , T abib, 34, 72, 126, 127, 128, 131. G a 11 u s, 130, 131, 135, 136. G a r m a n o s , 164. G a u r i, 220. G a v i k h a t A rh im a n d rit, 15. G a z a l i , 351 n 1. Gazi,

D anişm end oğlu, 356.

G e d o n, Bk. gideon, 84. G e o f r y, K ipa Prensi 512. George,

A ra p la rın Piskoposu, 110

George,

b k . G iw argis, 202.

George, Genç

İberya K ra lı, 398-99.

A 1 e x, 429.

F r e d e r i k II.. A lm a n y a İm paratoru, 523.

G e n ç B a s i l , 353. G e n ç D a v u d , 371.

F u g , Bk. Fulk , 366. F u 1 k, Bk. Fug, 366.

G h a z a z A l i , 351. G h a f i k î, 31. G h o s i o s, Bk. G osius — İskenderi­

G

yeli, 131. G i d e o n , Bk. G edon, 84.

G a b a 1 e, H ıristiy a n , A ra p hüküm ­ d arı, 208. G a b r a i 1, Boht İşo’nun o ğ lu , 234. G a b r a i l b. B o h t İ ş u b. B o h t İ ş u o ğ l u B o h t İ ş u , 210, 233. G a b a r m i ş,

Bk. Jog arm ış, 345.

G a b r a s , 356. G a b b a r a o ğ l u , 367. G a b r i e l , 211, 343, 336. Gabriel,

239,

337, 341-342,

T abib, 524.

G a b r i e l b. wargis

G i l e a d, 85. G i r a, 83.

Boht İşob. G i b. B o h t İ ş o , 210.

G a b r i e l S i o n i t a , 33. G a d i n u s, 566. G a f i k î, 31, 34. G â i n a s , Bk. G iuus, 142. G a i u s, 122. G a i u s, Bk. G öinas, 142. G a i u s S e z a r , 122. G a i u u s J u l i u s , 117. G â i r H a n , Bk. K â ir H an, 537.

G i r a h, 195. G i v a r g i, Bk. Corc, 110, 224. G i w a r g i s, Bk. George, 202. G i y a s-ü d-D i n, 349, 475, 547, 587, 598, 617 Gyas ü d - Di n Keyhusrev, 463, 474, 486, 488, 491, 537. Gıyas

üd-

Grodofredus, 341.

ve’ddîn

Bk.

G ondofre,

G o n d o f r i , Bk. Boudouin — Flanderli, 484. G o 1 i a d h, Bk. G uly a d h , 87. G o m o r r a h , Bk. A m o ra, 77. G o n d o f r e , Bk. G odofredus, 341. Gosius, Bk. G ho sius— İskenderi­ yeli, 131.

G a i s g a n, 339.

Goyuk

Galla

Gratianus,

p 1 a c i 1 d i a, 141 n 1.

Dünya

Ebû Şuca’ Muhammed S u l t a n , 341, £47-8, 355. G o b r i e 1 i, 25.

Han,

546-8,

553-4, 556.

138-140,

A bu’l - Farac Tarihi 43


674

A B U 'L - F A R A C

T ARİH İ

G r e g o r, A hv an o ğlu A b ’ul- Farac, 16.

Hâkim,

G r e g o r i, 11. G r e g o r i , A hvan

H a 1 a t lı

oğlu

Ab-ul F a ­

rac, 15. G r e g o r i, Piskopos, 131. Gregorius

A b u' 1 -F a r a c,

Bk.

13-4, 1. Gregorius, 180.

A fr ik a lı

Gregorius, 388.

Bk.

Gregory,

P atrik, 168,

H a t u n , 520.

H a l id , 176H a l l a ç , 250. H a m , N uh ’un oğlu, 73-75. H a m a □, A m a lik a d a n , 104. H a m a r G a z a r t a , 197. H a n a n y a, 120. Hanlar

N azy anzo ’lu

H a n ı , bk.

H u la b u , 561,

562, 564, 569, 570, 572-576, 582584. 586, 589, 591, 598, 600,

G r e g o r y, İlâh iy a tçı, 107. G r e g o r y , N yssa’lı, 136.

602,

ilâh iy atçı,

107, 136, 151. Grigor,

H a 1 a t a i t a, 519.

H a n , 531,545-549. Khrikorios, 353,

Bk. G rigor, 10.

Gregory,

276-279, 281-286, 415.

Bk. G regory, 10.

G u i E u s i g o a n , Bk. K ai, 440. G u l y a d h , Bk. G oliadh, 87. G u y , taberiye H a k im i, 441-443.

603, 607,

611, 613,

H a n r i, 466, 469. H a r b a n d a , O rd u

kum andanı,

628. H a r b i z a g, 596.

G ü m ü ş t e k i n, 318.

H a r d u, Bk. H arru, 523, 531.

Güneş,

H a r a n , 73, 78. H a r m i s T r i s - M a g i s t os,

fClopatra’nın oğlu, 118.

H Hubakkuk,

Harru, Harun,

H a b i b, S uriyli, 180, 182-3.

Harun 528Harezm

İranlı feylesof, 592.

H a c e r, 78.

şah

Harezmşah

Bk. M axim inus, 132.

H a i t u m , K lik y a k ra lı, 14,16.

k ıra lı,

164,

190, 196, 198, 199, 292.

286,

C e 1â 1 e d d in

Harun,

293.

Muhammed

b.

T a k ı ş , 475. H a r e z m ş a h T a k ı ş , 472. H a ş a n , M e’m unun kum andanı, 216,

Bk. O tton- kral, 522, 541, 555,

Mahmud,

287.

Harezmşah

H a d r i a ıı S e z a r, 126.

542, 545, 546, 547, 586, 587, 588, 590.

470, 515, 516,

M a n j a b a r n i b. H a r e z mş a h M u h a m m e d , 527.

H â f i d, 415. H â f ı z , 393 nl , - 415 □ 2. H a g g a i, Peygam ber, 98,103.

H azar

ş a h , 376,

Hare z mşah

H a c i p A l i , 529.

H â k a n,

R e ş i d , 205-211.

Harezm

H a c c a c, 188.

Haitum,

Bk. H a rd u , 523. Bk. A hron, 10, 12, 31, 36,

44, 68, 204, 221.

H a b i 1, Â d em in oğlu, 69. H a b h u b h a , 115. H a b e ş î , ja ğ a r m ış oğlu, 347.

Hairkulyos,

Bk.

H erm es, 71.

P eygam ber, 102.

Hace Nâsır,

624,

625, 629-631, 634. H a n M o y o l , C e n g iz’in oğlu, 530.

221, 239.

562,

Haşan

171,

m a ili’lerin reisi, 493. H a s n u n , Tabib, 523, 545,

oğlu

H a s o r, 84.

Muhammed,

Is-


675

İN D EK S Hassan,

Heysem

S uriye valisi, 290.

o ğ l u , 286.

H â t ı r o ğ l u , 590, 601. H a t i c e , 172.

H e z e k i a h , 94-95. H i e r o t h e u s, 33.

H a t u n , 315, 325, 351, 377.

H ı l a k y a , Bk. H ilkiah, 96.

H a t u n . K u tb ü d d in ’in karısı, 436. H a t u n , K ılıç A rs la n 'm kızı., 519.

Hilkiah,

H a 11 a p o ğ l u Ö m e r , 175. H a v i 1 a. 75. H a v v a. A d e m in kari3i, 69, 126. H a w a i 1i B a s s i 1, 337.

H i p p o c r a t e s . 31, 34, 72,103, 131. H i p p o l y t u s , 115, 121.

H a y d a r’, E m ir, 608, 615. H a z a r D i n a r î, 465, 489, 523.

Hişam,

H a z a i l , 92. H a z a r a s p, 309.

Bk. H ilak y a ,

H i r a ra, Bk. İrom os— S u r k r a lı, 89, 99. 195-196.

H i z k i y a 1, 292. H ı r i s t i y a n K a d a k, 547. Hnanail,

H a z a r m o r d, 268. garaber, 170. H a jret-■ t İ s a , Peygam ber, 634. H a z r e t - i M e r y e m , 189. H a z r e t-■i M e s i h , 547, 574.

P eygam ber,

96.

H i p p a r c h u s , F ilo s o f, 99.

117-118.

H o c a N a s î r e d d i n , 577 n 3. H o d a v i, İranH H ıristiy an , 57. H o f f m a n, 56. H o l o p h e v n e s , 103, H o m e r u s , 89, 93, 203. Hormizad,

131.

H e 1 e n a , 133, 134, 136, 162,, 531.

H o n o fe h, Bk. Enoeh, 70-71.

H e 1 i a s H a d r i a n u s, 126.

H o n o r i u s, T heodosius'un 140- 143.

H e I i o d o r u s, 113. H e n a n İ ş o. Cezire N a s tu rî P isko­ posu, 583, 584, 589. H e n d o k H a n , 469, H e n r i, Bk. K o n t H an ri, 461. H e n r y J o h n , Bk. H a n ri Joan, 499 H e r a c 1 i u s,

168,

171, 172, 175,

177 - 179.

N arsa i'n in

60, 132, H o s a, 93. H o s a n n a , 592,

oğlu,.

58,

597.

H o s t i I i s, 96. Hoşa,

92.

H o ş h a, 93.

H e r e u l e s , K o n sta n s’ın oğlu, 182. H e r a k 1 i, 185. He rakluna. 175, 179.

Ho r m iz d»

oğîu,

Bak.

Y e ni

D avid ,

H e r a t , G eb e leo ğ lu, 155. H e r m e s, 72, 245. H e r m e s T r i s-M a g i s t o s, H arm is, 45, 71.

Hukab, Hulabu, 556, Bk.

H e r m o p 1 i s, Bk. A rm opotis, 81. H e r o d, K âh in , 117. H e r o d , A n ti P ate r’in oğlu, A g rip p a 117- 120, 122. H e r o d A n t i p a t o s, 122. H e r o d i a s, 121, 122, 312. H e s i o d, 89, 93.

H u b a b, Bk. H u k ab , 187. H u b a 1 o ğ l u , 495. H u b i b , 213.

Bk.

Bk. H u b ab , 187. Bk. H ula g u, 557, 560-564,

576. 584, 585,

11,

554,

568,

569,

610.

H u 1 a g u. T atarların k ır a lı, 17 45, 50, 531, 577 n 3, 585. H H H H

18,

u 1 d h i. K a d ın P eygam ber, 96. u m a n o s, K ıra l, Bk. Manos. 80 u n i a, Bk O n ia s , 110, 114. u r d i k, 334.

Hübeyre oğlu Ömer, H ü b e y ş, 239, 240.

192.


676

A B U ’L- F A R A C

H û n e y n, İshale o ğlu , 32, 131, 238240. H ü r m ü z , 161, 163, 164, 166, 175. H ü r m ü z a n , 166.

T ARİHİ

İbrahim,

Y usuf o ğlu , 298, 315.

İbrahim İaniel 1 d i k u p , 496. İfkan

oğlu,

(Y ın a l), 313.

Bk. Şekon— E rm eni

H ü s a m e d d i n , 470, 471, 603. H ü s a m e d d i n K a i m a r i , 528.

P ehlivan, 615. İ f t i h a r ü d • D e v I e, 340.

H ü s a m e d d i n T e m ü r t a ş , M ar­

İ g h u p t o s , 93. İ g n a t i u s, Bk. Y a k u b o ğlu Salib-

din E m iri, 393. Hüsameddin Y

j

vlak

Ars-

1 a n, M ardin emiri, 434.

ha, 9. İgnatiusII

, P a trik ,

12, 20, 60,

H ü s e y i n , O rd u kum an dan ı, 214. H ü s e y i n , A li oğlu, 232.

125, 268, 397, 399, 400. İ g n a t i u s S a b a , Y a k u b île r

p a t­

Hüseyin,

r iğ i— Bk. D avud, 12. İ h t i y a r ü d d i n , 524. İhtiyarüddin Haşan,

450,

A tab e y o ğ lu , 348.

Hüseyin,

M ukled o ğlu , 234.

Hüseyin,

İsmail o ğlu , 241.

H ü s e y n, Em ir 349.

523.

Hüseyin

b. İ s h a k , 3 1 .

İ 1 d a g u r,

Hüseyin

Joban,

mi, 436. i 1 d a g u z, Bk. İld a g u r— İran hâk im i,

566.

H y r c a n u s , Başkâhin, 122. H y r k a n i a, 115. H y r k a n o s , Başkâhin, 117, 118. H y r k a n u s , 115-117. H y s t a s p e s , 98, 102, 103, 117.

Bk.

İld a g u z —İran h âk i­

436. İ l g a z i, 348, 354, 356, 357. İlgazi oğlu Hüsameddin Temurtaç, M ardin em iri, 380. İ I j i k a t a y, Bk. A ilşik a ta i, 547.

İ

İl H an İ b n - A d d a s, 277, 278. İ b n H e b e 1, 495 n 1. İ b n ü I - İ b r i, İbrahim in o ğ lu — Bk. B ar E bharya, A bil-Farac, H abraeus, 10. İb n

Kurar, 568, 569.

İbn-i

K ürt

Maştub,

büyük

Bar

E m irî,

435. İmadüddin,

428, 507.

Y u n u s , 581.

İ b n i ü z - Z e y y a t , 269 n 1. İ b r a h i m , P eygam ber, 76. İbrahim, Bk. A b rah am , 77, 78,

Sincar

emiri,

437,

409,

427,

466, 500. İmadüddin

499, 504.

İ b n S i n a , 30, 34, 295. İbn-i

K a z a n , 45.

İ 1 y a, Bk. Elijah, 91. İ m a d, 446. İ m a d ü d d i n , 411, 431, 432. İmadüddin, K a ra A rsla n oğlu,

Zangi,

453,

493,

494, 502, 504,

îmrahor Seyfüddin, İ n â î g, Bk. İnânâg, 292. İ n â n â g, Bk. İnâig, 292.

İ n a n a g h, Bk. İııanak, 313.

79, 81, 82. İ b r a h i m, Y ezidin kardeşi, 197.

İ n a n a k, Bk. İnanagh, 313.

I b r a h i m,

İnalshuk,

M uham m edin

kardeşi,

200. İbrahim, M ehdi 220, 224.

523.

Bk. İnashluk, 482.

İ n a s h 1 u k, Bk. İnalshuk, 482. oğlu,

216, 217,

İ o b a s, Bk. Libw as— A !ibw as, 90. İ r a d n i, Bk. A rg a n ia , 147.


İN D EK S İren,

C o n stantin in anası, 204, 206,

207. I r o m o s, Bk. H iram — S ur k ra lı, 89. İ s a , P eygam ber, 21, 48,49 119, 120,

İ w a n n i s, 317.

Bk.

Joannes, 143, 166,

İ w u n i, Bk. Joannes, 355. İzaz

Kas,

581.

135,

,38.

148,

152,

199, 200,

İzbaila,

217,

218,

223,

242,

272,

273,

İ z z ü d d e v l e ,

276,

333,

374,

389,

393,

555,

İ z z ü d d i n , M usul emiri, 428, 429, 430, 435, 437, 467, 468, 545,

573, 581, 595. İ s a , Edesseli T abib, 545. İ s a b. N a s t û r î , 272. İsa

677

Ebû

Bk.

S ebella,

440 n 1.

265,

268,

547, 548, 552, 560, 582, 605, 618.

K u r a y ş , T abib, 210.

269.

563,

573,

İ s a b e I i a, K udüs kraliçesi, 44 n l.

izzüddin İzzüddin

F e r r u h ş a h , 408. H a m id î, 504.

İ s a n b e I, Bk. Z ab it, 505, 512, 555.

İzzüddin

İ s a , C ab er kalesi emiri,

İ s a c i u s , 363.

444.

İ s a i a, Peygam ber, 92. İ s a g o c i, 294.

İzzüddin

K e y k â v ü s , 491, 497.

İzzüddin Aybey, 528, 582, 584.

İ s a k, E rm eni genci, 585, 586. İ s a n o ğ l u , H e y ’etşinas, 336. İ s a k, A h u d oğlu, 221.

J

İ s h a k, H üm eyn oğlu, 239, 540. İ s h o , 102. Bk. Melek İshak, 437.

İskender,

106,107,109, 110, 114,

115. İ s m a i l , İb ra h im ’in oğlu, 78.

İsmail,

J a ’b a r, 333. J a b i n,

A hm e d oğlu, 243, 331. Y akup

A r s la n ’m

Bk.

N abhitı— H osor

kralı,

84. J a c o b, Edesseli, 76, 110. J a ğ r a m ı ş, Bk. G a b a rm ış,

İ s m a i l , T uğtekiıı o ğ lu , 469. İsmail,

503,

İ z z ü d d i n M e s’u d, 369, 419, 427, 466, 493.

i s h a k, P eygam ber, 78-80.

İsikyos,

K öle,

oğlu,

400.

Jair

Han,

Jakop

İ s m a i 1î, 352.

345-

347. 496.

B a r S a l i p h i , 46.

İ s m e t ü d d i n, 423.

J a k t a n, 75. J a m g o r, Bk. Ş um g or,

İ s o k r a t e s , S efistlerden, 103. İ s t e f a n, 395, 396, 399.

J a m e s , Lithurgy ve İsa’nın kardeşi, 34.

556.

1 s t e p h a n u s, 254-255.

James,

Mesih’in kardeşi,

1 ş o, Savira M anastırına m ensub, 18.

James,

Zebce’nin oğlu,

İ ş o,

Rahip, 18.

J a p h y,

Bk. J a p h e t— N u h ’un oğlu,

İ ş o,

Bk. Joshua, 83

122. 122.

73.

İ t h b e I, Bk. E thboal, 91.

Jebusili Aran,

İ t h i d a a h, 46.

Jehoboam,

I v a n n i s, Bk. Joh n, 116.

J e h o i a d a, Bk. Y o y adh a, 91.

İ v v a n i , Bk. Joannes, 260, 269, 324, 356, 360, 365.

J eh o i a k i m , 97. J e h o s a p h a t , Y a safat, 9 1.

I w a n n i, Bk. Joannes, Y unan kralı, 374, 376,

377.

88.

90.

J e h u, Bk. Y aho

Y a u s k i oğlu, 91.

J e h u, Bk. Zachaisah, 92.


678

A B U 'L - F A R A C

T ARİH İ

J e s s e, 87.

J u d a s, 114.

J e r o b o a m , 89, 90.

J u d a s M a k k a b u s , rin ilk h âk im i, 114.

J e t h r o n, Bk. Y a th ro n , 81. J e z e b e l, 91, 359. J i j k a n, Bk. Şişkan, 556. J o a n, A k k â prensi, 509. J o a n n e s , 18, 24, J o a n n e s , Bk. İvvatınis, 166, 167, 168, 207, 260, 269, 317, 324, 355, 356, 365, 374, 376. J o b,

P atrik, 24,

222.

\ahudile-

J u d i t h, 103. J u d a n, 136-137, 138. J u l i a n P a r a b i t i s , 136. J u 1 i a n u s, 135. J u 1 i s, 117. J u r h a t a y , 522. Jurm agon

N avin,

Şarm agon

J o h n , Bk. Y uh anna, 10, 12 n 4, 13.

N avin, 526, 541. J u s t i n a, 139.

J o h n , Bk. D e n h a , 20, 21, 76, 85, 102. 105, 114, 115, 116, 120,

J u s t i n i a n u s , Ju s tiım s ’un yeğeni,

121, 125, 152, 153, 155. J o n, B oht İşonvn oğlu, 234.

152, 154-155. J u s t i n i a n u s II. ,

155,

J o n, M üsaviye o ğlu — T abib, 239. J o h n , K ıra l, 531.

Justinus,

John

A 1 e x a n d r e, 116.

John

B a r N a g g a r e, 51.

J u s t u s, Bk. Yüstos, 148. J u t i B e y , Bk. Ş uti, 564.

K t i t, H ıris tiy a n K ır a lı, 476. P h i l o p o n e s , 154.

151-152,

155 156, 159,

161-162.

J o h n G a d d a i, 114. J o h n H y r k a n u s , 116. John John

185, 187,

188, 190-191.

K

J o n a t a n . 87, 114, 115, 117.

K a b i l , A d em ’in o ğlu , 69, 70. K a b i l II. 182.

Jonatan

Hapos,

114.

Kadak

Navin,

J o r a m, 91.

Kadir,

274, 289, 315.

J o s c e l y , Bk. Josün, 348. Joscelyn, 349, 352, 357, 361,

K a d ı F a d ı l , 472. K a d n a p r a , M apas K rra lı, 81.

363. J o s c e l y n II. , 363, 365, 370, 374, 378, 383, 384, 386, 387 - 388, 389, 397, 398, 421.

K â f i r T Ö r k, 376. K a b a r y a. H arem ağast, 321. K a hat h 80.

Bk. Kohath-Levi’nin oğlu,

J o s e p h, 124.

Kâhin

Âli,

J o s e f, A rhim an de rit, 568. J o s e p h u s , 73, 104, 112, 122, 123-

Kâhin

Azarya,

124, 125. J o s e p h. R ahip, 313.

554.

Bk. E li, 86. Bk. O z ia, 92.

K â h i n O z i a , Bk. A zary a, 92. K a h i r , 251 - 254. K a h i r İ z z ü d d i n M e s ’ u d , 494.

J o s 1i n, Bk. Joscely, 348.

K a i, Bk. G u i Lusignan, 440. K a i m , H a life , 3, 290, 296, 299, 302, 305, 313, 314, 315, 327, 415.

J o v i a n o s, 138.

K a i n a n , A rphax ad

J o s h a n a, Bk. İşa, 83. J o s i a h, 89, 96-97-98.

J o z e p h u s , 78. J u d * . 114, 117. J u d a M a k b a i , 114.

o ğ lu ,

48. 70,

73-74. K a i r H a n , Bk. G â ir H an, 537. K i k i , M ısrlı kad ın, 60.


İNDEKS

679

K a l a m a r l a , 353. K a 1 a p a t, 289.

K a v m a, 557. K a v v a m, 513.

K a l a v y a n , Rum papası, 565, 568. K a I i s t a, 83.

K a y f a, Bk. Caiophas, 124.

K a m b i r o s, 76

K a y s e r i l i E u s e b i u s , 35. K a y s e r ş a h , 486.

K a m b i z , 103.

K a y s, 205, 215.

K a m e r ü d d i n , 517. K â m i l , 471, 499, 529, 532, 535.

Keldani

K a n d a b i s, 115. K a n d e k , Bk. Candoules, 150. K a n d e k, Bk. Topa! Kanrek, 150. K a n p a r a , 81.

K e n ’ a n, 75, 78. K en 'a n Iı Arodh,

K a n t u r a,

T ürk

k ira lın ın kızı, 79

n 1. K a r a A r S 1 a n, 377, 386, 389, 400, 405, 410, 411, 430, 431. Kara

Buka,

Karaca

B ağd at hâkim i, 585.

Has

Hacip,

Bk. Kara-

ja Has H acip, 496. K a r a j a H a s H a c i p , Bk. Karaca Has H acip, 496. Karakuş,

K a r d e n g a n . Bk. K ard ig an, 170. Kardigan, Bk. K a rd e n g a n , 170, 175. K a r e s, İlk G ir it hüküm darı, 79. K a r i m o n. Firavun, 77. K a r u t, Bk. K aurath, 325,326. P artlı k ıra l, 77.

K a t i a m ı ş , O ğ u z la rın 328, 329, 345, 463.

reisi, 308,

Süleyman,

Katolikus 21, 33,

Bar

Denha,

K atolikus 33.

Mar

Kaurath,

Kevkebe Keyhâtu,

oğlu, 126. Bk. K e nyâtu, K h a ijâ tu ,

Keyjâtu,

640-642. 545. 537. Bk. K e yh âtu, 639.

K h a n o t h i s , 81. K h o y h B a s i l , Erm eni, 342, 353. K h r i k o r i o s , Bk. G regorius, 353. Khurtig,

Bk. K h urdik, 353.

K h u r d i k,

Bk. K h urtig , 353.

K h y a r o n, 81. K i d B u k a , 556, K i n o s, 77. K ip a oğlu, A 1 e y,

K i r s e h,

Denha,

Bk. K arut, 326.

566.

497.

39-41. 565.

İran K ra lı, 155-158, 161, 166, 167, 168, 170, 171,

176, 207.

20,

M a r Y a h b h-A 1 1 a-

K a v a d, F iru z’un oğlu, 148, 149.

K isr a , 163,

560.

276.

Balvina,

K i r y a v r i, 20.

505. Bk. C yrenius, 119.

K e jjâtu, 638-9Keyhâtu, Bk. K h a ijâtu , 639.

K ir

K atlam ış oğlu 332, 333.

Katolikus h a , 27.

Keşli Han, Keurinnos,

Kira

o ğ l u , 331.

78.

K e n t o r a , 81. Kenyâtu, Bk. K eyhâtu, 638.

Khaijâtu,

K a r a t a y. 549.

77.

Melchisedik,

Keykubad,

K a r a m a n o ğ l u , 604. K a r a m u r i , 546.

K atlam ış

K e n ’anlı

Keykâvüs,

H arem ağası, 462.

Kasaranos,

Ne b u c h a d n e z z a r ,

99.

K K K K

is r a b. K a v a d, 152. i r o s, Bk. M auricius, 161. i u r a, 244. i u r d, İb ra h im ’in o ğlu , 244.

K ı l ı ç

A rs la n ,

Seçuk

S u lta n


680

A B U ’L- F A R A C ve

m elik leri,

M esud’ıın

386, 393, 399,

oğlu,

Kura,

150, 178, 244.

410,

K u r e y ş, K um andan, 313-315.

414, 418, 421, 423-426. 438, 450, 454, 458, 463, 466, 475. K ı l ı ç A r s la n , H a la t ve Erzenürrunı emiri. 486, 487, 490.

K u r u ş , Bk. C yrus, 98. K u r u ş , İranlı, 102. K u r t a n a, 150. K u r t o s, Bk. Quaclratus, 127.

K ıt

K u ş a n , 83.

Boğa.

Kızıl,

402, 406,

TARİHİ

575. 576, 578.

Y ahy a oğlu, 296.

K l e o p a t r a , 118, 119.

113,

Kutan,

115,

117,

K lim a, Bk, K lu ny a, 69' K 1 u n y a, Bk. K lim a , 69.

Duka,

Teodorun

o ğ lu ,

Ro.T.a k ıra lı, 3 8.

K o n s t a n t i ı ı K o n t

oğlu,

G a le r a n ,

405, 463,

492.

K o h a t h, Bk. K a h a th — Levi'noğlu, 80. K o 1 a v y a n, 566.

Bk. K u b a n , 546, 556.

Kutbüddin, Musul E m i i , 410, 422, 434, 435, 436, K utbüddin, 610. Kutbüddin

S ebastia İlgazi

358.

b.

Alpi

b. T e m ü r t a ş , M ardin E m iri 430. Kutbüddin

555.

hakim i,

meddin

İlgazi Alpi

b.

b.

Nec

-

Temur-

taş b. İ l g a z i b. A r t u k, 434.

K o n t J o s c e l y a, 358. K o n t u s t a b l , Bk. C o nstable , 545.

K u tb ü d d in Kaimaz, Bağdad e m i r l e r i n d e n , 420.

K o s h i n Sim eon’lu, 96. K o t a z. 578.

Kutbüddin

K ör Pranyns,

oğlu, 470. K utb üdd in

499.

Kötü

Merodach,

Kral

L e o n , T rablus Pirensi. 499.

K K K K

r r r r

100.

a s i, 329. a s o s, 117. i 1 1 i J o h n , 477, o n o s, 25. 161,

Bk. Ksisothros,

71. Ksisothros,

Bk. Ksisorthos,

71. K a b a n , Bk. K u tan , 546. K u b l a y , B üyük H an, 21, 531. K u b l a y H a n . 42 n l, 577,578,598.

Navin,

Bk. K ukalek

469,

470, 472. K utb üdd in

Muhammed

b.

556.

K u m a r T e k i n , 449. K u n g a r t a y , 598, 606, 613, 616.

Mevdud,

389, 409. K u t b ü d d i n b. K ara

381, 388,

Nureddin

A rsla n ,

b.

K ipa kalesi

emiri, 452. K u t b ü d d i n S ö k m e n b. K a r a A r s l a n , Â m id em iri, 436. 452. K u t a y H a t u n , 602, 610, 614. K u t l u B e y , Erbil emiri, 590. K u t l u İn a i g h, Bk. K u tlu İnan ag — P ehlivan o ğlu , 467. Kutlu

Bk. K u ka la g a

N av in , 579. K u l i,

Muhammed,

K utbüddin

Ksisorthos,

Kukalek

M e l i k ş a h , 454.

K utbüddin

Z a n g i , Sincar emiri, 473, 484.

K r o n o s, M a k e d o n y a lI,

K u k a l a g a Na vin, Navin, 579.

M a h m u d, A ksunya

İ n a n a g , Bk. K u tlu İna ig h—

Pehlivan o ğlu , 467. K u t u z , 552. K u y u k, 4. K u z i k o s, Suriye k ra lı, 116. K ü ç ü k D a v i d, 546, 538.


681

İNDEKS K ü ç ü k

D a v id d a r ,

Küçük Küçük

L o t, Bk. L u t, 78.

568.

Theodosius, 145. Zahari, İberya kum an­

danı, 487. Kürt

Ali,

Kürt

N â s i r , 228.

Kürt

H am a em iri, 350,

L o u i s. Bk. Fonis, 384, L u e i u s, 129. L u k a, Bk- Luke, 74. L u k e, Bk. Luka, 74. Lulu,

K um andan, 274, 275, 435.

L u m p i s, 126.

S a n i h, 265.

L u s a n i a , 122.

L Labhudha,

Bk.

A b h ud h a ,

69.

L y s a n i u s, 120,

L a c e d e m o n i a , 84. L a g h o s, Lagus,

L u s i a, 114. L u t , Bk. Lot, 78. L y v, 44.

Bk. Lagus, 109. Bk.

B atlam yos, 109,

M

110,

111. L a i t, 204. L a k a p h e m ,

42.

L a m e c h, Bk. Lam kh, 72. L a m k h, Bk. Larnech, 72.

M a c o r i u s, 56. M a f r i y a n I g n a t iu s ,

Bk.

M afriy an S alibha, 16. Mafriyan S a l i b h a , Bk.

M a f­

riyan Ign atius,

L a m y, 9, 10 n 1. L a s k a r i s,

Bk.

19, 20,

Laşkari, 484.

21,

3,

15, 17,

18,

22, 23, 24, 25, 26,

L a ş i n o ğ l u , N ablus em iri, 452. L a ş k a r i , Bk. Laskaris, 484.

27, 28, 29. M a g n e, Suriye

L a z a r u s, G ub os piskoposu, 12. L e o , 146, 151, 185, 192. 193, 194, 196, 198, 202, 203, 204, 213,

163. Magnetius, 136. M a g o g, N uh o ğlu Y a fe s ’in oğlu,

218, 240, 243. Leo,

292. M a h i h a,

Ermeni. 374.

L e o n , Toros’un kardeşi, 352, 370, 439, 457, 448, 454, 466, 498, 404, 410,

458, 465, 511, 521,

555,

590,

kum andanı,

K atolicus.

M a h 1a 1 a i l ,

162,

18.

70.

M a h m u d . 299, 334, 335.

Mahmud, Bk. M uham m ed, 351, 591, 594, 355. 356. 596, 598, 599, 602, 604, 607. M e l i k M a h m u d , 376. L e o n e , Bk. Leo, 198. M a h m u d , B uh tam a r’ın o ğlu , 465. L e o n t i n u s , Leo’nun to runu, 146. M a h m u d , M uham m ed'in oğlu, 467. L e o n t i u s,

586,

589,

Bk, Tiberus, 188, 190.

L e v i , Y akub un o ğlu , 79, 80. L i b a n i u s,

S ofist,

137.

L i b w a s — A I i b w a s, Bk. İobas, 90, L i o n, K ıra l, 510. L o m e c h, 73. L o o g in u s , L o r b a e h,

R o m alı, 120. 39, 41.

M a h n i m, 92, 93. M a l i h , 405, 420. M a 1 o s, 83. M a 1 k u m , 89. M M M M M

a a a a a

n u s 1, 178. n a s i h, Em ir, 281. n a s s a b. K a z a r a , n g a s a r , 554. n e s, Bk. M âni, 130.

Mâni,

Bk. M anes, 130, 131.

272.


A B U ’L- F A R A C

682

M a n g a 1 u n, K ıra l, 22. M a n g u t e k i n , 274. M a n y a k o s , Bk. M inakos, 298. M anii, 565. M a n g d a b h k i r ,

M a M a Ma Ma

490.

T ARÎHİ i a,

166.

i n u s, 244. İ s t e f a n, 340. İ g n at i u s,

Bk.

K ab an Işo,

M a n o s, K ıral — Bk. H um anos, 80. M a n s u r , N âs ır’ın oğlu, 219.

Ma

15, 16. I g n a t u s, P atrik, 521, 594. 1w a n n i s, 388.

Ma

Jacob,

M a n sur,

H alife, 203.

John,

M a n sur,

A b d u n oğlu, 278, 415.

Ma M a

M a n g u r a s ,

442.

Ma

M a n u e 1, Y un a n k ır a lla r ı, 377, 384, 392, 397, 398, 425, 426, 428.

403,

421,

Ma

John

134, 380.

Bar N a g g a r a ,

Ma M a

81.

o n d a , 83. k, 147.

Ma

k A r. t o i n, 117.

M a

k i , 447, 460.

M a r A h u d e m e , 571. M a r A p r i m, 75.

Ma

Konsantinus, katolikosu, 521.

M ar

A p h r e m ,

M ar

A g r i p a s ,

Ma Ma

M ar M ar

A t h a n a s i u s , A u g i n, 56.

P atrik, 288.

134. 392.

M a r B a c c h u s , M ar

385.

Ma Ma

153.

BarSavvm a,

M a r

S a w m a

B a s i l , Edessalı, B e h n a m , 261.

oğlu,

M a rc A u r e l i u ş n u s, 129.

M a

10.

M ar M ar

Denha,

E rbil

366, 389.

Ma

t i n a, 175, 179.

Ma

M a h i h a, N asturîler reisi, 17.

Ma M a

M i h a i l , P a tr ik , 67. M i c h a i 1. M ukaddes patrik, 359, 335, 391, 409, 412.

m etrepolidi,

M a r D i o n y s i u s , Teli Mahre p a t­ riğ i, 206, 207, 215, 222, 225, 308, 395, 543, 557, 573: M a r c i o n, B idatçı, 60, 156, 159. M ar

G regori,

M ar Gregori, 42.

52 n 1. 15-6, 67. Bk.

A b u ’l-Farac,

Thomas,

M a r i, H yreanus’un

Ma M a

S a r g i s, 153.

Ma

S a r k i s,

E rm eni

piskoposu,

597. T o m a s, 20.

Ma Ma

t i n u s, B ad u’iu, 125.

Ma M a

u t h a, 36 u t h a, Piskopos, 143.

Ma

y, Bk. Meryem , 321. Y a b h a l l â h a , E rm eni kilise­ si patriki, 639.

M a s u t h a, 601. Maştub

57 n 1.

kızı, 118,

M i k a e 1, 323. M i k o i 1, 318.

Ma

M a

M a r G r e g o r i Y a h y a , 10. M a r c i a n u s , 144, 145, 146. Margal

M u 11 i, 56.

380.

Antoni-

Thomas,

574.

k ıı s, 147. M a k i k a, K atolikus, 569. M a 11 a i, 54, 62, 65. n a, 129.

18, 21, 588.

M a rg a ’lı

Konstantin,

Erm enilerin

M a

M a r c o P o l o , 49 n 1. M a r C a s s i a n u s 331. M ar

24.

J o h n M a d a ıı i, 13. k i s, Bk. C onrad, 444, 460, 461, 484,

M a n z a y a, 577. M a p a s, Bk. M em fis, M a p r o s, 80. M ar A b d u m ,

423,

M a

121,

P atrik, 15-16, 313, 374.

122.

oğlu,

M a t i t h a , 114.

462, 506, 507.


683

İN D EK S M a t h u s h l a h,

Bk.

M ethuselah,

71-73. M a t r a n M u s a , M ar n astırı şefi, 63. M a t t a i,

M a tfai m a­

Cezire piskoposu, 25, 54,

M a 11 a i, K â h ir, 123. Mauricius, Bk. Kiros, 161, 168. M a x i m u s, 140, 191. M a x i m i n u s, 130. M a x i m i a n u s, 132, 133. M a x i n i n u s, Bk. H nirkulyos, 132. M a x e n t iu s ,

613. Darius, Rauil,

Adil,

81. 56.

S e lâ b a d d in ’in

k a r­

deşi, 434, 455, 458- 460- 475478, 484, 485, 490, 492, 497, 499, 501, 538. Melik

Âdil

EbûBekir,

409.

M e l i k A f d a l , 438, 440, 441, 469, 473, 486, 487, 501, 518, 533. Melik Afdal 502.

Kutbüddin,

Melik

A r a p , 360, 361.

Melik

Aziz,

Melik

Aziz,

N âsır

Banyas

Selâhaddir.

D avud o ğ lu , 523. Melik

Aziz,

M e l ik Aziz, 573. Melik Aziz

Melik

H alep em iri, 536. N âsır

oğlu,

572,

M u h a m m e d , 497.

Melik

F â i z, 473, 499.

Melik

Fâiz

Yakub,

538.

A b b a s , 502. A d il

o ğ lu ,

484,

489, 501 - 505, 507, 509, 527, 528, 538, 550, 575. Eşref

Şerefüddin

M u s a , Edessa, ve ri, 475, 502. Melik

emiri,

Evhad

H a la t em i­

Necmeddin

b . A d i l , 489, 490.

Melik

İ s h a k, Bk. İsikyos, 437.

Melik

Hafız,

C aber kalesi emiri,

502. M e l i k K a h i r İ z z ü d d i n M e s ’­ ud b. N u r e d d i n , Musul Melik Kahir h a k , 502.

Tacüddin

Melik

498, 509, 523-525,

Kâmil,

534, 535, 538, Melik

Kâmil,

İs -

541.

 d ilin o ğ lu — M ısır

h üküm darı, 538. Melik

Kâmil

Nasırüddin

E b û ’l - M e â 1i, 502. Melik Mansur, 472, 476, 509.

438,

459,

471,

Melik

354,

558,

559,

M e s ’ ud,

619.

467-469, 47].

Melik Aziz Osman, emiri, 502.

B a'lebek

Eşref,

487, 521,

M aiper­

emiri, 500.

100-1.

M e h d i , 201-203, 221, 415. Mehimandrit Zakkai, Melik

E m cet,

527. Melik Emced

Eyyub

133.

M a x i n i t u s, 132. M a y e r, 41. M e c d ü d-d e v l e , Türk eşrafından, 341. M e c d ü l m ü l k , İranlı k âtip, 610,

Medyenli

Melik

Melik

55, 58 n 1.

Medyali

M e l i k G a z i , Em esa ve kat emiri, 541.

Melik Muhammed, 375. Muhamm ed Şah, udun o ğ lu , 394. Melik

Muatam

367,

374,

S u lta n Mes’-

( Bk,

M u az­

z a m ) , Şam E m iri, 509, 521, 523, 550-552, 558, 574. M e 1 i k-i m u a z z a m M u z a f f e r ü d d i n İ s a , Şam ve K u düs h ü k ü m d a rı, 502. M u az za m o ğ - itı em iri, 525.

Nâsır,

Şam


A B U ’L- F A R A C

684 M e l ik

M u h s i n , S elaheddin oğlu, M ü c a h i r,

Emesa emiri,

509. M e l ik

Mutafar,

M e l ik

Muzaffer,

552. 575,576, 612.

M e l ik M u z a f f e r T a k ı y d d i n , 525. Gazi,

Şihabüddin

M aipe rkat

em iri, 502.

M e 1 i k - e 1- N a s ı r, 14. M e Iik Nâsır, H ale p vt- H am a emiri, 509, 537, 538, 541, 552, 555, 572, 574, 576. Me 1 k N â s ı r D a v u d b . M u ­ a z z a m b. A d i l , 524, 535. M e1 k Nâsır Kılıç Arslan, 509. k

Nâsır

Selâheddin,

536. M el

kN âsır k

S e l â b e d d i n Da­

523, 536. Mutam

Şerefeddin

s a, 472 M el

M el

k Sencar, u, 364. k

Salih,

M elikşahın

N âsır

oğ-

Selâheddin

) a v u d o ğ l u , 525, 538. M el

k Salih,

K â m il o ğ lu — M ısır

k

Salih,

Bedreddin

oğlu,

572, 579, 580-581, 582-583. M el M el

k S alih İsmail, 420, 427, 502, 573. k

ş a h , 325,

332. 334,

343,

417-418,

M e ’m û n , 218,

211, 212, 220,

214,

221-222,

215-216, 236,

272,

Menander,

81.

M e n a i r w e n a , 133 n 2. M e n e s s a, 272. M e r a g a, 577 n 2. M e r d A h m e d , 22. M e r v a n , H ake m o ğlu, 50, 186, 187, 197, 198, 244. M e r v a n

oğlu.

V a li,

304, 305,

309, 310, 329, 330. M e r v li İ s h o d a a d h , 33. M e r y e m , Bk. M ukaddes b âk ire — M ary,

119, 120, 125, 148, 166,

130, 133, 134,

136,

145,

150,

157, 163,

189,

191,

195,

221,

256, 279, 285,

305,

340,

379,

411, 422, 561, 609, 619. M e s I e m e, 190, 192, 193-194, 195. M e s’u d, S ultan , 296, 297, 299, 349, 350, 356, 360, 363, 373 - 374, 375, 377, 386 , 388, 390, 392, M e s’ u d, S u ltan M a h m u d ’un karde­ şi, 363-365. M e s ’ ud, K avti oğlu, 602, 605 — 607, 616, 625, 626, 629. M e s ’ u d B e y , 547.

328, 330,

Methodius,

344,

346, 347,

M e t h u s e i a h , Bk. M athushlah, 71. M e 11 a, 97.

433, 438, 467 - 468,

469, 472, 473 - 474, 502, 541, 576. Tahir

M e s i h , P eygam ber, 54, 117, 120 n l, 121, 124, 125, 127 - 128 - 129,

326,

349, 392, 397, 467, 469, 564. M el i k Ta hi r,

M e l ik

M e l i k Y a k u p, 502. M e m f i s, Bk. M apas, 81, M e n a s s e h , 95, 96, 106.

393, 416, 463, 598.

lüküm d arı, 550. M el

R ü k n ü d d i n ,

321.

vud, M el

Tahir

578.

594.

M e l ik M u z a f f e r

M el

dino ğlu, B k.M elik Tahir 475, 497. Melik

536. M e 1i k

TARİHİ

Gazi,

475,

492,

Sur piskoposu, 69.

M e v d u d , Mes’udun oğlu, 297,347, 348, 350-352, 354. M i c a h, 91.

Selâhed-

Michael,

S ta v rik i’nin d a m adı, 213,


İNDEKS 218, 220, 221, 268, 289,

230,

235,

237,

290, 292,

294,

297,

298. Michaelis, Michail, 324,

K o n stan tin 328,

oğlu, 353,

323,

356 -

566, 567, 568, 582, 585. P a l e o l o g o s , 585. Thalea,

adası emiri,

Muhammed, A b d ü l m e lik in K u ­ m andanı, 188. A li oğlu, 200.

M u h a m m e d , E m in H a ru n ’un oğlu, 210, 211, 236 n 1.

M i h a i l , Bk. M ukhles, 20. M i h a i l , G eneral— B k.M .P alevlogos,

Milesyeli

174, 306, 539

Muhammed,

358, 370, 375, 388, 454. M i d a a, 343. Mighalaros, 70.

Mihail

M u h a m m e d , Peygam ber, 172, 173, M u h a m m e d , K a rd u 188.

40.

327,

685

Bk. Thalia,

95. M i 1 i t o a, 107. M i k a i l . 293. M i k â i 1, S elçuk’un oğlu, 467. M i n a k o a , Bk. M anyakos, 298. M i a a e 1, 96.

Muhammed,

Zekeriya

oğlu, 241,

246. M u h a m m e d , M u kte dir’in oğlu, 251. M u h a m m ed ,

M u ta d ıd ’ın

oğlu,

253. Muhammed, Muhammed, Muhammed,

N âsır üd-Devle, 260. Bk. T uğrul Bey, 293. Mes’udun kardeşi

297. Muhammed,

B erkyarukun

k a r­

deşi, 341. 343, 344, 345.

M i t k a 1, 13.

Muhammed,

S ulta n , 346.

Mıtran

o ğ l u , 449.

Muhammed,

Bk. M ahm ud, 351.

M lezar

B e y , K ü rt emir, 630.

M u h a m m e d , Em ir G azi oğlu, 359, 361, 367, 392.

M o a b, 80. M o a b l ı E g 1 o n , 83. Moğol Hulagu, Bk. Monomaehus,

50.

Monumachus,

298.

H ula b u.

M alatya em iri, 409.

Muhammed, 411.

K ara

M uhamm ed ,

M o r a I e s, 51 n 1. M o r d e c a i , 412.

A rsla n

oğlu,

M e'ikşah’ın

oğlu,

467. M u h a m m e d , R u h ta m a r o ğlu , 488. M u h a m m e d , A sker, 581, 583.

M o r d i k a y, 104. M o r f o s , 78. M u a v i y e, Y e zid in oğlu'— Bk. E b û Leylâ, 116, 139, 179, 180, 181, 182, 183, 184, 186, 195. Mübarek Macedonius, M u c i r , Bk. A b b o s , 394.

141.

Mucirüddin,

Şam e m irî, 383.

M ucir iiddin

Yaku,

527, 529.

M u e d , T aglip A ra p la rı reisi, 188. Mugiaûddin, 490.

K ılıç A rsla n oğlu,

Muhaieddin,

577.

M u h a d a b, 495.

Muhammed,

M u h a t a ş, 570. M u h a z z e b ü d d i n , 495 n 2. M u h i, Z e b a lak o ğlu , 583. M u h t a r , 186. Muhaş oğlu Taceddin, hakim i, 626. Muin,

E rbil

Şam emiri, 385.

M u i n İ ğ d i ş başı, d işbaşı, 565.

Bk. M uin İğ-

M u i z, 415. M u i z z, 258. M u i z z ü d-D i n, M ala ty a em iri, 458.


686

A B U ’L- F A R A C

Muizz

ü d-D i n Kayser Ş ah ,

450,

474. Muizz

ü d-D i n S e n c a r Ş a h

b.

S c y f i i d d i n G a z i b. M e v ­ d u d, ezirte emiri, 453. Muizz Muizz

ü d-D e v l e , 257, 265. İ i d - D e v l e , 260.

Mukadam Mukalet

oğlu, oğlu

M u k bil

Muklid

Karavaş,

Bk. Mer­

Karavaş,

Bk.

H a n , 531, 532,

E rb il

446,

493,

emiri, 502-

504, 506-508. 527, ç30. Muzafferüddin din K a v ş a k ,

b. Z e y n ü d Bk. M u zaffe ­

d i n K u j e k , Bk. Muzafferüddin b. Zeynüddin K avşak, 453. Muzafferüddin

251,

252,

253, 273. M u n d a r , A ra p K ır a lı, 151, 155. Munga

435,

rüddin b. Z ey n ü d d in K ujek, 453. M uzafferüddin b, Z e y n ü d ­

M ukalet o ğ lu K a ra va ş, 281. M u k t e d i , 327, 335. M u k t e d i r , 247, 248,

M u t e m i d ü d - D e v l e , 300. M u ’t e z , 232, 235, 237, 238, 247. M u t i , halife, 257, 268, 269.

406 o l ,

o ğlu K aravaş, 281.

oğlu

M u t e m i d, M ütevekkilin oğlu, 240, 243.

M u z a f f e r , 504. M uzafferüddin,

463, 464.

M u k a d d e s Bakire, Bk. yem, 120. M u k h l e s , Bk. M ihail, 20.

TARİHİ

552 - 556,

K u kb uri,

E rbil emiri, 484, 492, 500, 533. M u z a f f e r T a k ı y y ü d d i n , 509. M u z a 1 o n, 566. Muvaffak,

A ra p kum an dan ı, 240.

M u n g a T i m u r , 607, 609. M u n i s , B a ş A ğ a , 247, 251-253.

M u v a f f a k , H ıristiyan ta b ib , 548. M u v a f f a k A s a d , Şam tab ib i, 449.

Munkıd

M ü c a h i d ü d d i n , Buzan oğlu, 406,

562,

577,

578.

oğlu,

M u n t a s ı r,

340, 350.

232, 235, 236, 294.

M ü s t a ı ı s ı r , M ısır 415, 522, 544. M u n z i r, 162.

halifesi, 313,

345.

Mücahidüddin

D aviddar,

538. K a y m a z , 467,

470.

M u t a f a r a d-d i n, Z eyneddin oğlu, M u t a f f a r û d d i n , 406. M u t a f f e r , 251. M u v a f f a k ’ın

M ü c a h i d ü d d i n B e h r u z , Tagrit em iri ve harem ağası, 401.

M ücahidüddin

M u ş e, K ü rt reisi, 230. M u t a d i l , 244, 246,

M u t a s ı t, 243.

Y akş o ğ lu , 470.

M e l i k M ü c a h i d , Emesa em iri — N âsırü d d in o ğ ln , 437, 467, 523.

M u s a , Peygam ber, 69, 80 - 8 3, 94, 139, 204, 205, 293. M u s a k o ğ l u , E rb il hâkim i. M u s t a d i, 420.

449. Mücahidüddin,

oğlu,

M u t a s ı d, M utez’in o ğlu , 247. M u ’t a s ı m, 222, 230. M u s t a ’s ı m, H a life , 544, 569, 571, 618. M u t e k i t , 621.

M ü e y y e d,

232, 235,

Müeyyedüddin 517.

b.

237. K a s ı m î,

M ü h e z z e p , T abib, 532. M ü h t e d i, V a s ık ’ın oğlu,

238,

240. Müktefi,

halife , 246,

372,

394, 398. M ü ’m i n, K o rdu hakim i, 610. M û n z i r, 155. Müsadif,

130.

373,


687

İN DEKS Mürted

J u 1 i a ıı, 54.

M ü s t a d i, A b bas oğlu-halife, 413, 414, 425. M ü s t a i n,

M u 'ta sım

oğlu,

236.

237. M ü s t a’l i, 415. M ü s t e n c i d , halife, 398, 412, 413. M ü s t e r ş i d , halife, 355, 359, 365, 367, 369-372. Mustazhar,

372 n 1.

M ü s t a 1 1 a , H alife, 335, 372. M ü s t a z h i r , halife, 336, 359. M ü s t e k f i , 257. M ü ş r i f, S adak oğlu,

533.

M ü t t e k i, M u k te dir’ina

o ğ lu , 255,

257. M ü t e v e k k i l , 231-235. M ü v e y e d , k â tip , 634. M ü v e y e d, M üveyed o ğ ’. u, 634. M ü z e v v i r , 584.

N N a b a 1 i, 294. N a b h a t ı s, Bk. N ovatus, 130. N a b h i d , Bk. Ja b 'ın — H asar kra­ lı,

84.

Naboridus,

Bk.

101.

Bk. Y asavur

— T atar reisi, 544. N â s ı r , 312, 212, 214, 21ç, 217, 218, 219, 225, 23ç, 425, 447, 465, 468, 500, 592, 516, 517, 519, 520. N a sı r E bu 1 Abbas

Ahmed,

H a l i f e , 518. N a s ı r - E d d ti v 1 e, Musul valisi, 257, 260, 265, 266, 268, 289. N a s ı r u d d i n , 467. N a 3 ı r û d d i n , Ş irk uk’um o ğ lu , 408. Şem sûddin oğlu, N a su r idd in 437. 438. N a s ı r û d d i n,, T akıyyüddin, 473. N a s r ii d d i n , 381. N a s ı r ü d d i n P a p a , Bk. Radiüddin Baba, 587. N â s ı r ü d d i n M a h m u d, 503. N â s i r ü d d i n M a h m u d b. K a h i r b. N u r e d d i n , 533. N â s ı r ü d d i n M a h m u d b. M uh a m m e d 1 b. K a r a a r s l a n , 486. b. N â s ı r ii d d i n,, M u h a m m e d M u z a f f <î r T a k ı y y ü d d i n Ö r n er b. Ş e h i n ş a h b. E yy u b, 485,, 509.

Nabopolassar, N a h a m,

N apharhidas,

N a s a r a t h , 303. Nasavur Navun,

97.

N â s ı r ü d d i n M a n g a r a r , 449. N â s ı r ü d d i n , K ın ar Tekin oğlu,

92.

Nahor, 76, 77, 78. N a k h a u t h , Bk. N echo, 96. N a k h n u t h , Bk. T opal Firavun, 96. Nakib ul-Al aviy yin, Bk. A b u l, V a h a n , 620. N a k t a n a b u s , Bk. M e k t - h e r hebit

105. Namus oğlu

M ısır

hüküm darı,

H a m i d , 260.

N a p h s h i, 586. Napharhidas,

101.

Bk.

N abonidus,

N a r s a r i, 231. N a r v i m , M usul em iri, 581.

431, N a ş i f . Harem ağası, 233. N a w h a,, Bk. Nerha, 71. N a z m a n, A ra p kum an dan ı, 243. N e b u c h a d n e s s a r, 97, 100, 103. N e c a, 261. N e c h o, Bk. N ak hauth , 96. T em ürtaşın oğN e c m <i d d i n, lu, 393. M ardin emiri, N e c m (: d d i n, 422. N e c m <; d d i n, 489.

 d il

o ğlu ,

472,


688

A B U ’L-FARAC

Necmeddin

Abdül

j a n i , Dur-

nus o ğlu , 569. N e c m e d d i n E v h a d , 491. Necmeddin 401, 416.

Eyyub,

TARİHİ

Nuh,

P eygam ber, 438.

N u m a n,

383, 391,

73, 74, 75, 336,

162, 163.

Numerianus,

132.

N u r e d d i n , 382, 383, 388, 389, 390, 391,

386, 394,

387, 398,

400, 401, 402, 403, 406, 407, 408, 408,

ı04, 410,

405, 411,

N e m r u d, Kuş oğlu, 75, 76.

414, 415, 416,

418,

423,

N e r o, 123.

429, 427.

N e h e m i a h, 104, 105. Nelct-hu-hebit, Bk.

N aktm a-

bus, 105.

N e r o n, 104, 124.

N u r e d d i n , İzzû d d in ’in oğlu, 427. N u r e d d i n , K ara A rslan oğlu, 425,

N e s t 1 e, 40. N e s t 1 e’y, 33. Nestorius, 211. N e t a m e d d i n , 434, 435, 470, 471, 486. N e v h a,

431, 433,

434,

474,

485, 492, 493, 494.

Nureddin,

435, 464,

M elik

Tahir

473, oğlu

502, 503. Bk. N aw ha, 71.

Nicephorus, 208,

K ap a do ky a h ,

Nureddin 207,

209. 212, 213.

N i c e p h o r u s Domasticus, 260, 261, 262, 263, 264, 265, 267, 268. Nicephorus 329.

B o t a n i c u s , 328,

N i c e t a, A silzade, 207. M i c o 1a u s,

132.

Nikeforos,

P atrik, 567.

Nikeforos, 567. N i k o 1 a,

E fes

m etropolidi,

A r s l a n , 500

N u r e d d i n

A r s l a n

Şahb.

M e s ’ u d b. M e v l u d b. Ş a n g i b. A k s e n k u r , Musul emiri, 467, 470, 494. Nureddin

b.

Şirkûh,

Esseüddin

437.

Nureddin

E ş r e f , 503

Nureddin

M a h m u d , 381.

Nureddin N u s a,

Şah,

M usul

emiri,

1S6.

N u s r a t ü d d i n E b û B e k i r b. P e h l i v a n , Tebriz emiri, 491.

233.

Nikomedius,

201.

N i m r u d . R ahip, 19, Nisan o ğ l u , 431. Nişan

417,

Nusretüddin,

E m ir ül - Ü m era,

382.

O

R i ş a n a o ğ l u , Â m id em i­

ri, 430. N i n o s , 78, 102. N i n o s, N i n u s,

Bk, N inus, 78. Bk. Ninos, 78,

Nizameddin, Noachos, Noah,

434 n 1.

71.

Bk. N oh . 71.

N o h , Bk. N oah, 71, 83, 91. N o v a t u s, Bk. N ab hatis, 130. N öl deke,

9, 11, 37, 44.

O c h u s, 106. O b a d i a h, 91. O f i r , 76. Ogüst, 1 1 7 ,1 1 8 ,3 0 5 . O h u s,

105.

O k a t a y , 496, 525, 526. O k t a y , Bk. A v k a ta i, 478, 522. O k 1 i d.

34, 47, 593.

O 1d M o o r e, N aşir, 2. O 1 y m p ı a s, 105.


689

İN DEKS O n i a s, Başkâhin 112, 114. O n ik i

havari,

106,

110,

P a t r i c i u s, 175. P a t r o n u s, S uriye N azırı, 122. P a t r o p i l o s , Bk. P atrophilus, 125.

134.

Patrophilus,

Bk.

Osman. 179, 182, 183, 213. O s m a n o ğ l u , 242.

125. Patros,

81, 82, 89,

O t h C , 124. O t h n i e l , Bk. A th n ie l, 83. O t t o n , Bk. H a itum , 522. O z a i 1, 91.

123. P a u l B e d j a n , 40.

O r i g e n,

Ozia,

493.

Resul,

Patropilos, 122,

P a u 1u s, 285. P e t e r, 123. P e h l i v a n , İran H akim i, 436, 439.

Bk. A zo ry a, 92, 93.

O z i o s, Bk. E uro ius— A n ta k y a lı, 136.

Pehlivan

T u d o n , 599.

P e k a h , 93. P e k h a y a, 93.

Ö Ö m e r , 176, 178, 179, 193, 194. Ö m e r , H a tta p oğlu, 208, 212. Ömer,

M alatya valisi, 223.

Ömer,

A ra p kum an dan ı, 236.

P e l e g , Bk. P alagh, 74. P e r e B e d j a n , 5. P e r c y B a d g e r , 7. P e r ’ o n , Bk. Firaun, 77. Per'on

Barsanos,

76.

P e r t i n a x, 129.

P P a l a g h , Bk, Peleg, 74, 75. P a 1 a i I o şj o s, Bk. M ihail, 566. P a l i , 542, 545. Pali

Baron 511.

K o n s t a n t i n, 510,

M ısırın ilk kralı, 74,

Papa, Bk. 606.

Baba,

539, 602, 605,

P a p o s, Frank m etrepolidi, 366, 378, 379. Parandos,

T eb’li, 78.

P a r s i s, Bk, Arsis, 106, 108. P a r s o s, 161. Partialı Kasaronos, saronos, 77.

Bk. Ba-

P a r v a n a, 582. Pervana,

167, 168.

111.

P h i I a g r i u s, 131. P h i 1 a r i u s, Bk. A p u llo n iu s, 125. P h i 1 a r i u s. Bk. Pilare, 125. Philip

166.

A r r i d a c u s, 110.

P h i I i p i c u s, 191. P h i l e y e n u s , 23. P h i 1 o, İskenderiyeli — İbrani

filo-

sofu, 122, 123. Phinehas,

83.

P i I a r d o s, E rm eni, 329, 330, 331, 333, 342.

P a r k a t, 318. P a r o t o n, 81.

Pervane,

Philadelphus,

P h i l i p , 165,

P a 1 1 a d i u s, 52. Panopis,

P h y s k o n, 116. P h o c a s, Bk, Poka,

582. Bk. Pervane, 587.

P e r v a n e , Bk Pervana, 587, 588, 591, 597, 598, 599, 600, 602.

P i l a r e , Bk. P hilarius, 125. P i l a t e , 120, 121. P i n d a r , M u sikişin an, 103. P l a t o . Bk. E flâtu n , 88, 105. P o a, 84. Pococke, 9 P o i c t i e r s ’ li

R a y m o n d ,

366. P o k a , Bk. Phoeas, 167. P o I, Babil K ıra lı, V3.

A ba'l - Farac Tarihi 44


690

A B U ’L - F A R A C

Pompey,

Rahabaya,

117.

Porphyryios,

93.

P r a y n s A n a t, Bk. A rnoldus, K a ­ rak em iri. 434, 440, 442, 443. A v i r a, 511.

Prayns Baimond, B ohaim ond, 498.

Bk,

Prayns Bohimond, prensi, 465, 466. P r a y n s

Şam T ab ib i, 417.

R a h b u t, 401.

P o s i d i o n, 106. P r a y n s , A n ta k y a hakim i, 386, 395, 396, 400, 401, 402, 421, 426, 434, 439, 449.

Prayns

TARİHİ

Prayns A n ta k y a

B o h a im o n d ,

Bk.

R a m o s o, Bk. Raosa, 81. R a u s a, 81. R a o s a , Bk. Ram oso, 81. R a ’ o t, Bk. R u lh , 85. R a s a n, 93, Raşid.

369,

371 - 375.

Raşid oğlu, 240.

A ra p

K um an d an ı,

R a v a n d i z , 62. R a y m o n d , Bk. B aym ond— A n ta k ­ ya hakim i, 383. Raymond,

Prayn3 Baim oud, 448, 498.

Taberiye

kontu,

441

n 1.

P r o c o p i u s, 138.

Rebekka,

Priscus,

R e b a b o ğ l u , 262. R e c a, O r d u kum andanı, 229, 230.

R o m a lı K um and an, 165.

P r i s o s, Bk. Parsos, 84. P r o t a g o r a s , R ofistle rd e n, 103. P r o x i m u s, 249. P t o I e m y, Bk. B atlam yus, 109, 182. Pulcheria,

143, 144, 145, 146.

Pythagoras, 103.

Bk. Fisagoras, 88,

o b o a m,

R a b ka ,

79,

89.

Renaud de Chatillon, Bk. P rayns A r n a t — K orak emiri, 434. R e ş ı d ü d d i n , 543, 544, 548. R e n , Bk. A ro , 74 - 76. R i c h a r d, A rsla n y ü re k li İngiltere

Q

k ralı, 454, 455.

Q u a d r a t n s, Bk. K urlos, 127.

R a b b a n î ş o , Bk. Mar Ignatius, 15-6, Bar Savma,

Igur ra ­

hibi, 639. R a b b a n D a v i d , 374. Rabban Hormid, Ş irâzlı, 57, 62, 63. R a b b a n İ ş u , 576. R a b b a n M a t t a , 63. R a b b a n S a l o m o n , 594. R a b b a n S i m e o D) Tabib, 576. R a b i a, 225. R a b k a, Bk. Rebekka, 79. R â d ı, M u k te d ir’in oğlu, 254. R a d iü d d in Baba, d in P apa, 587.

R i d a f r a u s , 550. Rıdvan, H ale p emiri,

346 352,

355. R i h a n , H arem ağası, 418.

R

Rabban

Re

Bk.

Bk. Nâsirüd-

Robertson

Smith,

9.

R o e d i g e r, 40. R o f i n u s, 353. Roger,

352 354- 357.

R o m a n u s, 132, 254, 255, 260, 263, 267, 270, 288, 289, 318. R o m a n o s, Edirne P atriği, 567. R o m u 1 u s, 94. R o x a n a, Bk. kızı, Robens

R ushn a k— D arius'un

109. Duval,

9.

R u d b a r y a , 275. R u f i n, 510. R u h î , 208, 209. R u m i i a n, Bk. Ş ahrbaz, 168.


691

İNDEKS R u p i n , İütefan o ğ lu , 420, 426, 439, 466, 498, 510. R o s k n a k , Bk, R oxana— D arius’un kızı, 109. R u t h , Bk. R a ’ot, 85. 463

R ü k n ü d d i n , K onya S ulta n ı, 472, 483, 486, 545 - 549, 559, 560 565, 573, 582, 587, 600. Rüknüddin amil

M eIikşa h

b. B e d r e d d i n ,

Rüknüddin

Sultan

İs535.

Tuğrul

B e y, 305, 306. R ü k n ü d d i n T ü r k y a r u k , 343. k ü a t e m, A ra p kum andanı, 248.

S

Aochul,

Bk. S un tay,

Sabit oğlu Sinan, 252, 255, 269. Said,

B aştabib,

409, 414-453, 455-466, 468, 469, 471, 476, 501, 570 n 1. Salar

Ş a h , 317.

Salibha,

Y akub V ag ih o ğ lu , 12.

Salibha,

Bk.

M afiryan İgnatius,

16. Salih,

E şraftan, 418, 421, 423, 580.

S â 1 i m, 202. S a 1 1 u s t, 125. S a i t a k , 474.

Şamama

oğlu,

Samdagu,

276.

582-584.

Samnia

71.

o ğ l u , M usullu A ra p , 607.

Samsameddin,

335.

S a m s o n,

272.

393.

Bk. Shemshon, 84, 85.

S a m u e i, 83, 86, 87, 89.

S a ’d, 176, 516. S a ’d ü d d e v l e , 274, 623. din,

360.

Selaheddin, N ecm eddin oğlu, 383, 391-2, 401, 403, 404, 408,

S a m s a m , 271. Samsamüddevle,

S e o p o s, F ira v u n ’un generali, 112.

S a ’d ü d

Bk. Sanjel, 343.

Yagubasânî,

S a m i r o s, 76, 77. S a m o s, Bk . Bar-Sawma,

S a b e I 1 i u s, 127. S a b i t , 214.

S a b u k t, 374. Sabuni oğlu

H üd ey l oğlu, 197, 403.

Saint Gilles,

S â 1 û ş, İlâh, 67. S a m , N u h ’un o ğlu , 73, 74.

S a a r, B. Zoar, 77. Sabatay 556.

Said, Salah

R u z b a h, 339. Rüknüddin,

S a ’ i d, K um and an, 179, 183. S a i d o ğ l u Ö m e r , 187.

H alep

em iri ,

B ağdad valisi, 630.

S a ’düddevle, 634-5, 637.

Sahib-i

divan,

S a n h e r i b, A sur k ıra lı, 55, 56. Sanhırıp Sanjel,

S a d e d d i ıı, 418. Sâfieddevle

S a m y a z o s , 70. S a n b i I, 353.

Süleyman,

Cemele oğlu, 20. S a f i K e r k u b ı , 609. S a f i S ü l e y m a n , Tabib, 570. S a f y a o ğ l u , 412.

A sur k ıralı Sanherib'in kızı,

55, 56, 79. S a r g i , Bk. S ergius, 175, 183, 184, 189. Sargi Patricius ,

Bk. Sergius

Patricius, 174.

S a g h d i a n o s, 105. Sahib-i divan, Bk. devle, 634, 635, 637.

Sara,

o ğ l u , 324.

Bk. S ain t G ille s, 343, 352.

S a’d ü d ­

Sergius Patricius, P atricius, 174.

S a h i p , S alaya oğlu, 570,

S a r g i s, Ras A y n ’li, 239.

Said,

Sâri,

T abib ve reis, 26.

220,

Bk. S argi


692

A B U ’L - F A R A C

S a r i g oğlu,

197.

S e r e n u s , S ayrainos, 127. S e r g i u s , 130-132, 166, 183.

S a r ı l , K ıra l, 87. S a r k o t a n i B a g i , 5 3 1, 553. S a r t a k , 532. Satirecius,

Bk.

oğlu,

S aturekius —

ordu Bk.

R o m a lıların 208. Savma

S e r u g,

kum andanı, Satirecius —

ordu

kum andanı,

557.

382,

418,

383, 388, 389,

419, 421,

Lazekâî,

K ürt

Em iri, 635. S e c u n d u s , Filozof, 126.

573, 581,

b.

Kevke-

Seyfüddin

Tuğrul,

Seyfüddevle,

381, 409, 468.

M a latya

Suba-

şısı, 537. H a le p ve Emesa

em îri, 258, 259 262, 265, 266. S e y f ü d d e v l e İ b r a h i m , 310. S e y f ü l i s l â m T u ğ t e k i n , 409. Seyfüddin el-İslâm Tuğ­

S e d h o n Bk. Sedom , 77. S e d o m, Bk. Sedhon, 77.

tekin,

Bk. S u fta k , 496.

S e l ç u k , 292, 293, 463, 467. S e l ç u k Ş a h , S u lta n kardeşi, 364.

Gazi

S e y f ü d devle,

269, 293.

Tekin,

411,

vüddin Mevdud, 411, 417, 427.

S e b e 11 a, Bk. İzbaila, 440 n 1.

Seknak

S e y f ü d d i n,

Seyfüddin

S a y r a i n o s , B k : Serenus. 127. S e b a s t u s, 119.

Setalüddin

Bk. Serug, 75.

S e t i s, 79. S e v e r u s, 19, 36, 195. S e v e r u z, Tebriz piskoposu, 20.

583, 584.

S a v m a , D a ira ita oğlu, 337. S a v t e k i n, 321. S a v i n ç H a n , 505.

Sebüktekin,

Bk. Serogh, 75-77.

Serogh,

R o m a lıla rın 208. Saturekius,

TARİHİ

M ahm udun

E y y u b o ğ lu , 469.

S e z a r , 117. 120, 122, 126. Sezar Alexandre, lu, 129, 130. Sezar

Antoninus,

— Bk

A ly o g ab ala ,

M arna

A ly o g a la ’Iı 129.

S e l ç u k T u ğ r u l , 394. S e l e u c u , , 110, 111-113.

Sezar

Seleucus

K o l o n i k u s , 112.

Seleucus Seleucus

K r o n o s , 112. N i k a t o r , Bk. Fatih,

S e z a r C a r u s , 132. Sezar C la u d iu s, 123, 131.

110.

S e m i r a n i s, Bk. Ş am iram , 78, 79. S e n c a r , 365. Sencar

b.

Melikşah

b. A l p

A r s l a n b. D a v u d , 397. S e n c a r ş a h , Cezire em îri, 466, 492. Senkur

Aşkar,

587,

588, 606,

607. Senkur

A u r e l i a n , 131.

Sezar

Decius,

Sezar

Diocletian,

Sezar

S e 1i n a, 116.

D ı r a z , 354.

S e n n a c h e r i b , 94, 95. S e p o r a, Bk. Zipporah, 81, Septuagint,

Bk. Y e tm is tu , 86.

oğ­

130. 132.

F l o r i a n u s . 131.

S e z a r G a i u s , 123. Sezar Gordianus,

130.

S e z a r H a d r i a n , 127. Sezar Macrinus, 129. Sezar

Macrinus,

A ly o g a b a lı

129. S e z a r Ma r c u s A u r e l i u s , S e z a r N e r o n , 123. Sezar Nerva,

125.

Sezar Philip,

130.

S e z a r P r o b u s , 132. Sezai Severianus,

129.

129.


693

İNDEKS

S e z a r T i t o s, 125. S e z a r T i t u s A n t o n i n u s , 129.

S i s r a , 84. S i t N e s i m , 517. S i t t - ü l - M ü l k , 283.

S e z a r T r a j a n, 125.

Socrates,

Sezar Tiberius,

159, 160.

Sezar Vespasian,

Solon,

S h a b h o r, 184. S h a h a b h o r , 183. S h a l m a n e s e r , A sur k ralı, 93, 94. S h a 1o m, 92. 91.

S h a m a y a, Bk. Ş em i— Peygam ber,

A tin a lıla r ıa kanuncusu, 106.

178. S o r o s, Bk. Z o ro s — K ral, 81. Spen

sippus,

Suph

d e n i z i, 82.

Sposipos,

89, 90. Shebha,

67, 88, 104, 106,

S o p h i a, 155, 161, 162. S o p h r o n i u s , K u d ü s piskoposu,

S h a 1 a h, 74.

Shakhup,

35,

107, 138.

124.

Stai

75, 76.

Bk. Sposipos, 106.

Bk.

Speusippus, 106.

Aochul,

Bk. S u n ta y

Aoc-

hul, 556.

S h e m, Bk. Ş a m , 73. S h e m s h o n, Bk. Samsotı 84.

Stai

S h i s h a k, M ısır kıralı, 90. S h u m u s h k i n , 263.

S t a s i k o r o s , Bk. Sti-koros, 80. S t a v r i k i, 213.

S i b a r o n, 531.

S t.

Sibakan

oğlu,

556.

S i b k a n, 523 Sidney

ve

B ritanya müzesi

A sur

a n tika la rı

şu ­

besi m üdürü, 8, 59 n 1. S i m o n, Tus şehri Piskoposu, 21. S i m o n,

B aşkâhin,

115,

125, 131,

188, 243. S i m o n i d e s, M usikişinas, 103.

Gregoire 481.

S i m y o n, B ulgar, 255.

549. S u 11 a n A l p i , 611.

S i n a n , Z a id Kalesi subaşısı, 541. S i n a n , İsm ailı reisi, 461, 465. S i n o d, 191. E rm eni

ülkesi hâkim i,

Sira

D an Pali, Bk. Sire D om Baila, 505. S i r a m o □, 564. S i r A m o r i, Bk. A m a u ri, 398.

Sire

Dom Baila, P ali, 505.

Bk. Sira D an

S i r H a r r i, 595. S i r P o f r i, Bk. G e o fri— K ipa p re n ­ si, 512.

Stasikoros, 80.

Strateyos Adhar burius, 143. S t. T h o m a s , 31, 36. S u b a ş ı , H orasan valisi, 296. S u f t a k t e k i n , Bk, Seknak, 496. S u i d a t, 607. Sultan

Dan, 510.

Theoglogus,

Ş t i - k o r o s, Bk.

S i m o n S t y 1 i t e s, 56. S i m o n T a v s a i, 114.

Sira

Bk. S ab a ta y Aoe-

S t o d d a r d , Y a rb a y , 62.

Smith,

M ısır

Aochul,

Alâeddin, 527, 528, 532, 53i ,

Sultan

M ısır

516, 535,

525, 536,

hüküm darı,

D a v u d , 372, 374.

Sultan

E ş r e f , 528.

Sultan

Gıyasüddin,

lesi em îri, 487, 541, 545.

Z ait

ka-

542, 544,

S ü 1t a n

İzzüddin, 501, 505. 555, 548, 549, 559, 562, 563, 565, 585. Sultan İzzüddin Keykâ Vû s b. S u l t a n K e y h u s r e v b. Sultan

Kılıç

Arsl a n ,

492, 500, 501, 504, 505.


AB U ’L - F A R A C

694 Sultan

Kâmil,

Sultan

K e y k â v ü s , R um diyarı

534.

Ş a h r a z u r î o ğ l u, 347, 358, 360,

hü k ü m d a rı, 504. S u l t a n K ı l ı ç A r s l a n . 519. S u l t a n M e s u d , M ah m ud ’un oğlu, 293, 367, 368, 369, 371, 372, 374, 375, 383, 617. S u l t a n M a h m u d , 357, 363, 364, 397. Sultan

Muhammed,

S ultan

M ah m ud ’un oğlu, 397, 482, 496, 512, 513. Sultan MuhammedHârezmş a h, 494. Sultan Rüknüddin, Sultan

546, 597.

Rüknüddin,

ve K onya em îri, S u lt a n Senear, £58, 369, 376.

TARİHİ

M alatya

475, 485, 486. 364, 366, 367,

365. Ş a h r b a r a z , Bk. R um izan, 169, 170, 171, 175, 176. Ş a 1 o m, 113. Ş a m a 1 a, T ag lib A rap

Ş a h , 326.

Sultan

T u ğ r u l , 467.

Süleyman, P eygam ber, 88, 89, 90, 93, 192, 193, 196, 197.

Ş a m i r a n, Bk. Sem iram is, 78, 79. Şamon,

113.

Ş a u s I e r, 469. Ş a p u r , 56, 130, 331, 133, 134, 135, 137, 138,

140.

Ş a r h M a f i y o n ı , 15. Ş a r m a g o n N a v i n , Bk. Şavir,

M ısır veziri, 401 - 403, 407,

408. Ş â v er Navin,

M oğol

G enerali,

Ş e b h a, D arius’un kızı, 109. Ş e b i p , 217. Ş e c e r e t ü d d ü r , 552.

Süleyman,

O rd u kum an dan ı, 212.

Ş i h a b ü d d i n , 475.

T ab ib , 225, ?44.

Şihabüddin,

Bey’in

oğlu,

501, 626, 627.

Şihabüddin

G a z i , 508. 521.

Şihabüddin

oğlu,

S ü l e y m a n , K a tla m ış ’ın oğlu, 329, 331, 345.

446. Şehabeddin

Tuğrul,

S ü l e y m a n , Balak ailesinden, 358, 463.

Ş e h i n Ş a h , 409.

Sunatai Agonesta, S u l a n , 525.

526.

S un t ay

S abatay

Aochul,

Bk.

Rom a piskoposu, 133.

Şah Arman,

Ş e k a ıı o ğ l u , Bk. İtkan — Erm eni Pehlivan, 615. Ş e m s ii d d i n, 418, 538, 54/, 548, 549, 585, 610, 612, 613, 619, 617 Ş em sud din oğlu, 430.

Ş â d i, 322, 401. Ârıd,

Şemsüd 565. H a la t

497.

Ş e m s ü d d i n B a t k i n , 533.

ş Şahab

Bir’a emiri,

Ş ı m, 73.

A ochul, 556. Sylvester,

Jıırnıa-

gon N avin, 526.

Süleyman,

Ç a ğ rı

H ıris tiy a n ­

la rın ın reisi, 191.

12 .

Sultan

Süleyman, 316.

168,

emiri,

418,

B i h r a m,

devle

M âri

Emin-ed-

devle T aom an’ın oğlu, 20. Ş e m s ü d d e v l e , 417, 427, 518.

430, 436, 465, 489, 495. Ş a h i n , İranlı, 169.

Şem süddevle

Şahin Harezmşah 282.

Ş e u ı s ü d d in P e h l i v a n d e n i z , 436 n 2.

Mahmud,

A rtu k

408,

T u ra n şah ,

416, 423. b.

İl­


695

İN DEKS Şemsüddin

S u ab,

M ısır

Ku­

Tabib

Kir Mikael,

G a b rail o ğ ­

Ş e m i, Bk. S ham aya — P eygam ber. 89.

lu, 14. T a b i b N i e o m a c h o s , İstagira’h, 106.

Ş e m ’ ı m,

Papas, 624.

Tabib

Ş e m s ü l m ü l k , T ab ajah oğlu, 325. Ş e m s ü! M ü l k T e k i n , 321 nl

Tabib

Şerefüddevle, 331, 332.

T a c i t u s, Bk. T akitos, 131. Tacüddevle, R a b b a n S im on’un oğlu, 23.

m an d an ı, 534.

272,

329, 330,

Ş e r e f ü d d i n , K u d b ü d d in Mevdud oglıı, 430. Şerefüddin,

Ahmed, C e l â l î , 570.

Şerefüddin

ikbal

Şarabî,

eşraf reisi, 538. Ş e r e f ü d d i n M e h m e d , 563. Şerefüddin

595,

598,

Domastos,

264.

Ş i r k u h , 383. Ş i r i n , K is ra ’nın oğlu, 171. Ş i r a n Ş a h , 561. Ş i ş , 69, 70, 72. Ş i ş k a n , Bk; Jıjke n , 556. Ş a h , Türk em îri, 318.

T a c ü d d i n İ s a , 570. T a c ü d d i n R a ş l k , 517. T a c ü l m û l u k B u r i, Bk. TacülTûri,

393, 415. T a h i r , 212, 214-218, 293, 415, 434, 473-475. T a h i r , H a life — N âsır oğlu, 520-

Tahirüddin

Ebû

A l g a ş , 533. T a h i r ü d d i n Tahir oğlu,

Ahron,

Ş a h a r m a n ,

219, 220.

Tali

M a h r e ’ li 35, 95 n 1.

Takitos,

Dionysius,

Bk, Tacitus, 131. 529.

Takıyyüddin

A b b a s , 527.

Takıyyüddin 459.

Ö m e r , 406, 451,

T a k i y y ü d d i n, 467. 557.

T a b i b H a r u n , 11, 12.

Arid

T â î, H a life , 269, 271, 273, 274. T a j B u l g a r î, 539.

Takıyyüddin,

Tabib

Ali

434.

Ş u a y b, Peygam ber, 81. Ş u t i B e y , Bk. Ju ti Bey, 564.

90.

Bk. Tacül-

m ülûk Buri, 409, 433. T â f i r, H a îit o ğlu , M ısır H alifesi,

Ş k u m ıı ş h k i n, Bk. Zi.niscen, 260.

Tabin;,

630,

522. Tahir, H â k im ’in oğlu, 284.

Ş i b a 1 o ğ l u , A ra p emiri, 289. Ş i h a b I s l a v , K ü rt em iri, 565.

T

oğlu,

T a g r i t h, Bk. Tancred, 348.

Ş h u r a ı ı ş h k i n , 268, 269, 270.

Şirvan

T a t a ş , 334.

633, 634.

611,

Ş h a u p h a r , 84. Ş h a r e z e r , 274. Şhumuşhkin

Tacüddevle

m ü lû k Tûri, 433.

Z e y n î , 372.

A b d u r r a h m a n ,

612, 614, 618, 619. Ş e y h A d i y , 563, 607.

353.

Tacülmülûk

Ş a r a b i , 533.

Ş e r e f ü d d i n Şeyh

T a b t u g,

Belas

o ğlu, 563. Şerpfeddin

524.

T a c ü d d e v l e , 518. T a c ü d d i n, M uhetaş

375.

Şerefüddin

Hasnun,

S i m o n , 22.

431,

438, 448,

T a k u d a r, Bk. A hm ed, 610, 615. T a k u d a r

oğlu,

4.


696

A B U ’L - F A R A C

T a m ş a I,

531.

T h e o d o r u s , Bk. Toros, 360.

T a n c r e d, Bk. T agrith, 348, 350, 352, 353. T a n g u t,

523, 531.

T a n u ş m a m , 345. T o p r a ğ , H azar K r a lı, 335. T a r h a k,

Bk.

TARİHİ

T irhakak— K u ş’lula-

rın kralı, 94.

T h e o f i 1 a , 48. T h e o f i la , Taom a oğlu, 223, 225— 230. T h e o d o r e t, 115.

203, 204,

T h e o p h r a s t u s , 107. T h e o n , İskenderiyeli, 106. T h o m a s , 405.

128.

T a r h , Bk. Terah, 77, 78.

T h o t h m e s, Bk. Tomothos, 80.

T a r p a ş i, M oğol kum andanı, 592.

Tib er i

T a r s u s , 84. T a s o s, 83. T a t a ş, 335.

164, 182, 185, 188, 190, 191, 196. T i b e r i u s S e z a r , 120, 122. T i g 1 a t h-P i 1 e s e r, A sur k ra lı,

T e m u r g i n, Bk. Tem urkhin, 478. Temurkhiu,

Bk. Tem urgin, 478.

T e m ü r ta ş , M ardin 375, 380, 388. Temür

Yalıg,

292. Teodor,

93. T i m o t h y, 147, 381. T i m o t i, 18.

Yay,

125, 139, 152.

484 n 2.

T e r a h , Bk. Tarh, 77. Herod,

H e ro d ’un oğlu,

oğ­ 209,

218. T h e k İ a, 218, 221. T h e m i s t i u s , Filozof, T h e o d o r a,

Bk.

T arh ak— K u ş’lu-

ların kralı, 94.

K alavy oa o ğ lu — N ineva

lu, 121, 122. Tahaoma, M usam ar

553.

T i m u r , 553. T i r h a k a h,

k ra lı, 566. Theodore Lascaris, Tetrarh

119, 120, 121-2, 158, 161-

Ti m u Navin,

Bk. D em ir

S am ak ria lı, 16.

Theodor, Theodor,

e m îri, 358,

U S,

125.

Titus Antoninus,

127.

T o b i t, 95. Tokuz

Hatun,

K ıraliçe, 585.

T o l a , 84. Tomothos,

Bk. Thothmes,

80.

Topal Firavun, 96, 97.

Bk.

N akhaut,

Topal

Bk.

K andek,

Kanrek,

150.

138.

M axim ionus’un

T i t u s, 123,

kızı,

133, 154, 230, 233, 297, 298, 301, 306. T h e o d o r i e , H e rac liu s’un kardeşi, 175, 176. T h e o p h a n a , 267, 270.

Topuz-üd-devle,

Bk. Debbus-

üd-de^le, 277. Toros,

Bk.

Theodorus,

385, 392, 400, 405.

395,

360, 362,

396, 398, 399,

T h e o d o t ıı s, 139.

T r a j a n, 125, 126. T r e m o t t i s a , K a n a p ra ’nın zevce­

T h e o p i t u s , 196. T h e o d o s i u s , 3. T h e o d o s i u s , P atrik, 131, 140 —

si. 81. Trampetcinin

144, 151, 164, 166, 181, 182, 192, 193, 214. T h e o p h i l u s , Edessalı, 110, 111. Theophilus, 221 , 222 .

R om a

k r a lı,

220,

Tugr

Balaba,

o ğ l u , 181. Bk. Tougr H apa,

563. Tuğrul,

M ahm udun oğlu, 364, 365,

467, 524. Tuğrul

A » s I a n, 349, 350, 361,


İNDEKS Tubut

V

T a n r ı , 478.

Tuğrul

Bey,

Bk.

M uham m ed,

293, 296 , 298, 299, 300, 302 — 3C5, 308, 314-316. T n ğ t e k i n , Şam

E m iri, 351, 352,

356. T u l i , 478, 505, 521, 522, 523, 531. T u l i H a n , 559. T u 1 1 o s, 95. Turan,

179 n 2.

Turris T u s ’ iu

S t r a t o n , 119. Nasîreddin,

Heyetşi-

nas 45. T

U Ş i,

Tuğr

478, 496, 523, 531, 552. Hapa,

Bk.

Tugr

Balaba,

563. T ü r k â n , 546, 564. T ü r k â n H a t u n , 334, 335. T ü r k â n H a t u n , H arezm li, 580. Türkân

Ş a h , 326.

Türkina

Hatun,

Türk

697

546, 547.

K o t a z , 576.

V a i a b o ğ 1 u, 290. Vebus,

138, 139, 140.

Valantinus,

Valerianus,

344. T ü z ü □, K um andan, 256.

138,

139,

131.

V a r d a n Ş a h , 326. V a s ı f , A ra p k um an dan ı, 246. V a r h a r a n , 143, 146. Varharan Garman

Ş a h , 140,

V a s ı k, 230, 231. V a s 1 1, 360. V a t a b o ğ 1 u, 291, 295. V e l i d, 190, 191, 192, 196, 205. V e l i d o ğ , E b û A l i , 341. V e l i y y ü d d i n , S eyfüd d in oğlu — H ale p eşrafından, 575. 123, 123,

Vestilianus,

125.

129.

V i t a 1 i a n u s, 151. V i t al 1 i a n u s, 124. V o l u s i a n u s , 130, 131.

u

W

U b ey d, S âri oğlu, 220.

Wairina,

Ubeydullah,

146, 147. W a 1g a s h, P art k ıro lı, 129.

K a sım o ğlu, 346.

U c e y b, O r d u kum an dan ı, 226. U k b e , Musul V alisi, 57, 58, 59.

B üyük Leon’un

U n g ( U n k ) H a n , 477.

W a r d o s, 270, 271. W a r h a r a n , 132.

U r i a h, 87.

W a s i 1, 353.

U r s i n o s, 125. U t a i r o ğ l u , A ra p em iri, 289. U u d o x i a, 142. U z, A ram o ğlu , 78. Uzun

Senkur,

141,

V a l i d e S u l t a n , 359, 543, 547. V a n d a n o ğ l u , 345.

Vespasian,

T ü r k m e n E n g a y a , 604. T ü r k y a r u k , 334, 335, 340, 341,

127.

Valentinianus, 143, 144, 145.

karısı,

W a t h d l a h a d - d i n , 456. W i 11 i a s, 325. W r i g h t, W illia m — C a m b rid g e ’de P r o f ., 1, 9, 32, 37, 40, 56.

354.

Y

ü

V a b ag u, Bk.

Ü ç ü n c ü I g n a t i u s , Bk. Mafriyon

Yabağu

S a lib h a , 15. Üçüncü Yahb-A llaha

328. V a b g u, 463'

50.

Bigu,

Arslan,

293, S elçuk

o ğ lu ,


698

A B U ’L - F A R A C

Y a f e t, 75, Y a j a n , 367.

Y o k a n ya,

Allaha,

Y a h o a h a z, Y a h u d a , 94,

92,

96,

Y a h y a b, S a i d , Y a h ş a n , 81. 13,

kim 97, 100. Yonathan, Y o s h a. 91

42. 97.

Yahya, Peygamber, 242. 312, 351-

Yakub,

57,

Y o y a d a, 119, 121,

212,

63,

Yakub Arslan, 391, 393, 399,

71,

376, 400.

79,

80,

377. 390, Bk.

Bk. Jehosophat,

M oğol

valizi,

91.

580.

557.

Yasavur

Navin,

T atar roisi, Y aetafor,

Bk.

N asavur

544.

Bk.

Y o z a d a k, Y u h a n n a,

102, Bk. joh,

Masara

B a ğ ı , K ıra liçe,

119. Bk.

H erakluna,

179. Y e t m i ş l e r , Bk, S e p t u a m p e n t

86, 111. 194,

195,

197,

201,

205. Y o a s h, A h a z ia h ’ın Y o a ş . 91. Yohbbh, Y o c n y a, Yohanma * 33.

kalesi

h âk im i,

o ğlu ,

580, 583. 584. 80,

119.

Y u j u f , M uham m ed oğlu, 232. Yusuf, Peyjçamber, 415. Yusuf

Şah,

Y u ş a,

Bk.

Lur reisi, 616.

İşo, 83,

Bk.

91.

Tustus,

148.

Z a b h d a i, Bk. Zebee, 122. Z a b i l , Bk. İsabel, 555. Zachariah

D a v i d,

186,

Tarsus h â ­

Z

Y a m i n a, 92.

Yezid,

100.

478,

Y a z d a g a r d , Ş ap ur'un oğlu, 142, 146, 146, 175, 176, 177, 179.

Yeni

96,

10.

Y u n u s N e b i , 266. Y u s u f , R a h i b , 6, 20,

Y a t h r o n , Bk. jethron, 81. Y a v t a ş Beylerbey, 552.

Y a h u d a,

91.

E I y a k i m,

Yunanlı Androni, kim i, 599.

Y ü s t o s,

353.

Yasunçin

Bk. Jehoiada,

Y o y a k i m, 97, 100,

Y u n u s o ğ l u, 599,

Y a m i s , 81, Y a r d. 70, 11.

Y a s a v n r,

Y o y a d y a,

387.

Y a m s h i, 91,

Yasan,

89.

Y u n u s,

81.

Y a sa f a t,

92,

Y o y a h i m. Bk. Yoyachin, Y o t h a m, 92, 93.

Yakuboğlu Salibha, Ignatius, 9. Yambris,

96, 97.

Y o y a k h i n, Bk. Yoyakirn — Elya-

Y a h b h - A l l o h a , 21, 22. 50. Y a h o, Bk. Jehu, 91, 92. Y a h p

TARÎHİ

91, 92.

Z a r h o ğ l u , 77. Bk. Y o y a h i m, 100. N o t a y n D a r a ’u n i,

505, 511,

Rhetor,

522,

35, 67, 92,

98. Z a d u m u d u h t , 175. Z â f i r . 393 n, 415 n3, 452. Z a i , Bk. Zoai. 297. 298, 301. Zaiathoğlu,

Bk. Z e w ıth , 269.

Z a h a r y a, 153. Z e c h a r i a, 158. Z a h i r , 415 n, 522. Z a m a s p, K a v a d ’ın kardeşi. 148. Z a m r i, 90. Z a r a h, K uş k ıra lı, 90. Z a y a o, 147.


699

İNDEKS Z a y n o n, Bk. Zeno, 146, 148.

Zeynüddin

Z e b e e, Bk. Z ab hd al, 122.

em îri, 435. Zeynüddin Kartça,

,Z e b a 1 a k o ğ l u , 580. Z e d e k i a h, 9 i, 96. 97, 98, 99, 124. Z e k e r i y y a , Peygam ber, 103, 224,

b. A l i

Z e y n ü d d i n

Kujk,

o ğ lu

ferüddin,

Erbil

470. M u z a f ­

E rhil em iri, 466.

Z e k i , E rbilli, 584, 587.

Zeyrek,

Z e n $r i, Jo ğ o rm ış ’ın o ğ lu , 345, 346,

Z i m i r c e n, Bk. Ş kum uşkin, 260.

354. 356, 366, 369,

391, 363, 364. 365, 371, 372, 373, 377,

378, 379, 380, 381, 386, 401, 409, 426, 507. Zeno,

382, 427,

383, 503,

Bk. Z ayno, 146.

Z e p h a n i a h , 96. Z e u s, 25, 48. 113. Z e w a t h o ğ l u , Bk. Z aia th , 269. Z e y n ü d d i n , T ürk em iri, 405, 406,

232.

Z i p p o r a h, Bk. Seporo, 81. Z i r a k. K öle. 225. Z i m a r o s, 79. Z o a i, Bk. Z a i, 297. 301. Z o a r, Bk. Soar, 77. Z o r o s , Bk. Soros — K ıra l, 81. Z u f e r r a , 187. Z u r b a b i I,

102.

Zûlkarneyn, 399.

D evlet

oğlu,

390,


II< Y e r, K avim , D e vle t ve H ânedan ad ları A Abbasîier, Abbas

544.

A kr

oğulları,

570, 623.

A b g a r m, 486.

A b 1 a s t a y, 535, 540, 543, 564. A d 1a s t i n, 191, 528. A b r a h a n t m a n a s t ı r ı , 237. A c a c i u s m a b e d i . 142.

Bk. T uana, 190, 259, 324, 363, 374, 439, 510,

586. Adrianos

471, 493.

denizi,

516.

A e o l u s A d a s ı , Bk. Ivalos, 115. A { r a n z i s, Bk. Fransa, 384. Afrika,

74,

105.

132,

136,

153,

168, 180, 220; 232,

185, 230,

197, 200, 415, 438,

201, 462.

A j a g r a l a r , Bk. A jazaylar. 565. A h n u l M a n a s t ı r ı , 310. A h r o n o ğ u l l a r ı , 237.

564,

Ajanmi

kulesi,

A j az a y l a r , Akanthos,

bend,

95. Bk. A kşa Der-

600.

407,

567,

578, 639.

A k k â I ı 1 a r, Akku,

418.

453.

498, 509,

573,

Burcu,

A kça

194,

214,

618.

600.

A 1 â i y e,

516. 561.

Alan. 165. A l a n l a r , 257. Alanya,

75.

Alatak,

611.

A 1 • E s t o n a,

608.

A li h a n e d a n ı , A I i n a s,

371.

403.

A Ii s nehri,

400.

501.

Allahın

anası

kilisesi,

550,

16,

17, 20. A I m a 11 ğ, 496. Alm anlar

ve A l m a n y a ,

Bk.

75, 385. 4S4. dağı,

601.

A 1 p e f d a ğ ı , 56, 60-2, 64, A I o s i n a, 192.

A k k â , 12 n 4, 291, 343, 4 4 3,44 7, 450- 454. 456, 457, 460- 462, 474,

Bk.

176,

A 1 - A k m a k, 553. A l a m u t kalesi,

Alpap

A k d e n i z , 75. A k k a r, Bk. A kkad , 75.

552,

502. 562,

A l - K o s h , 57, 60, 62-64, A l - K o s h d a ğ ı , 58.

569.

464.

A 1a d a ğ,

A İkin,

Bk. A g oy ralar, 564.

A k a r d i a, 95. Akça Derbend,

A k s a s, 290. Akşa Derbend, D erbend, 609. A k ş e h i r , 528.

Akvarius

A d o m, Bk. Edom , 79.

hanedanı,

494, 549,

A k u l â , Bk. K üfe, 216, 241.

A c h a i a, 139.

Âdil

463,

A k s a r a y l ı l a r , 486.

A b h a m e a K a l e s i , 386. A b h d a h a r d a ğ ı , 376.

Adana, 264,

K a l e s i , 405,

Aksaray, 582.

Altın Altun,

kapı,

193,

243.

373.

Amasya,

539, 540.

Amaos kayası, A m b r o n, 440. A ı n e d j a,

230.

580.

65.


701

İNDEKS Amerika

ve

62. Amess! Âmid,

Amerikalılar,

149.

167,

259, 260,

265,

268,

300,

316,

320,

332,

361,

370, 374. 400, 405. 430, 487, 529, 532, 534, 535,

431, 541,

563,

330,

612,

Âmid

dağları,

Âmid

kalesi,

624. 459.

dağı,

Amon

oğulları,

533.

Amurin

165. 89.

Ananias hanedanı, nanya, 99.

140.

488

534,

549. Antardus, Antarsus,

329,331. 448.

k i l i s e s i , 484. 73, 110,

132, 149, 151, 275,

Bk.

Apophthegm ata, A r a b a I, 429. A r a b i s o s, 164. A r a c h, A raplar

276,

397,

Ha-

Bk. A n k ara, 209.

316, 399, 418.

Ankara, Bk. Aneyra, 209, 226, 365, 406, 485, 512, 549. 343.

53 n 1.

Bk. Ereeh, 75. ve

11, 15, 16,

A n g a b a d, Bk. Z an g a ba d , 538.

Antaraduj,

266 , 386 , 457.

S ataly a,

Arabistan,

T ayyayalar,

A n a s t a s i o p o l i s , 151. Anazarba, 209, 233, 261, 397, 590, 604.

Ani,

Bk

373.

180.

A nastasia kilisesi, A n a d o l u , 196.

A n e y ra,

Antalya,

153, 157, 214,

192, 193, 196, 226, 228. nehri,

F r a n k l a r ı , 402.

Antakyalılar,

Apamea,

m p o I o n , Bk. E m b o I o s, 142. m u d a k a l e s i , 385. m m o n I u 1 a r, 95, 93. m u r i 1e r, 73, 88

Amurin,

A ntakya

Ayasofya

kapısı.

Amon A A A A

448, 449, 451, 457, 465. 466. 498. 499,

A n t i a k h, 265. A n t i o, 165.

484, 487, 507.

 m i d 1 i 1 e r, 431. Amkava

426, 462,

585, 588, 590.

181.

Bk. D iy a rb a k ır, 33, 54, 136,

548,

410, 461,

1, 9 n 1. 26,

Bk.

10 n 1,

35, 37, 39, 44,

45, 45, 49, 51, 56,

60, 68, 74,

81, 93, 94, 118, 128, 151, 153, 154, 159,

139, 144, 163, 164,

170 n I,

174 - 188.

171,

190-195, 197, 214,

172.

199-201, 203 209,

218, 221 -226,

228, 230-

233, 235-241, 243-248, 250,254256, 258, 260 - 272, 274 - 276278 -283,

286 - 291,

296, 298, 299, 300-1,

292, 295, 302-306,

308, 312, 313, 315. 317-320,323, 325 - 327, 329, 331 - 336, 339341,

343 -345,

347, 348,

350-

110, 113,

116,

123,

128, 132,

358,

369-363,

365,

368-

134, 135,

137,

139,

141, 148,

370,

373 - 376,

381,

Antakya,

151,

12, 23, 36, 42, 68, 89,

151,

153,

154, 157, 159,

165-168, 175-177, 188, 214, 217, 229, 235, 261, 265-267,

366,

38 i -386,

388, £90 - 393, 396, 398 - 403, 405-407, 409-412.414-418,421425,

427 - 430,

435,

438,

440-

274-276, 288,318, 323,328, 331-

444,

446 - 449,

451 - 453,

456-

334, 339,

465, 467 - 472, 475, 476, 485, 486, 488, 490 - 495,

483, 497-

340,

343.

348, 350,

352, 353, 355.

556,

361. 363,

365,

366,

374,

391, 396, 397,

378, 386, 387,

400,

402,

409,

502, 504,

505 - 509,

518, 522 - 525,

527,

512, 516, 531 - 533,


702

AB U ’L - F A R A C 535,

536,

538 - 540,

543, 544,

Aryıis m e zh e b i

134, 135, 140.

551, 553, 556 - 558, 560-1, 565, 568-571, 573, 576, 581, 590, 592,

A r z a n , Bk. A rran , 144. 187, 259, 500.

594, 596, 600, 602-3, 607, 608-9,

A r z o n . 151. Arzonitler,

612, 615-617, 619-621, 627-631633, 635-640. Arap

atları,

434.

Arap

f a k i r l e r i , 594. Hıristiyanlar,

Arap

m u h a c i r l e r i,452.

Ardohyalar,

509. A s k I a b 1 a r, Bk. S lavlar, 75, 188,

A r b i s o s, 204. Kalesi,

257. Asklabhunya.

Bk. A v a d itle r, 73.

197,

198,

579, 593, Asur

A r iş , 220,

A s u r I u I a r,

362. 377,

609.

Arminya, 304,

Armande-Arba, A r n a t , 450. A r n iş kalesi, A m o n

116,

232, 236, 293, 295, 309, 316, 321.

kalesi,

Bk.

kalesi,

97, 95,

Bk. S y iııe , 198, 224, 286,

152,

75,

77, 109, 110,

192.

A s y a m a n a s t ı r ı , 563. A ş a ğ ı Z a p n e h r i , 536 Aşoma

Atina,

450. Bk.

Ş ir­

dağı,

361.

S a m ıı s a,

83,

467,

471,

99, 104, 125, 126, 136,

207. itin a lıla r, Aquarius,

107. 48

A q u i I e i a, Bk. K w e n a,

A r s u f , 457, 461. A r ş a k l ı l a r , 111. A r ş a m, 57. Artah

94,

Atabeğ hanedanı, 476, 503.

353.

A r r a n, Bk. A rza n , 401 n 2, 500.

A r ş m i ş a t,

73, 78,

Aşna, 21.

199.

A r s l a n d a ğı kalesi, kuh kalesi, 560.

570, 576, 616.

102, 232, 234.

A s y a , 5, 59 n 1,

A r k e s t i a g ö l ü , 18. A r m a n i k o, 183, 198.

546, 611,

d a ğ l a r ı , 607.

A s v a n, 550.

Bk. Arg-is, 319.

201, 608,

A r g i s, Bk. A rkestia, 18, 319, 320. A r g i ş, 274.

Arkestia,

165.

 si nehri, Bk. O rontes, 274. A s o t o s , Bk. A s h d o d, 93. A s u r , 2, 15, 16, 22, 42, 54, 56, 59, 74, 77, 78, 80. 163, 188,

514.

A r k a , 340, 352, 376, A r k a d , 397. A r k e, 23.

93.

117, 198, 2 9 ', 341, 350,

390-392, 394, 423, 444, 458-461, 571.

r â m i 1 e r, Bk. E d o m lu la r, 93. r a s n e h r i , 316. r b a n, 428. r b i l , Bh. Erbil, 78.

Ardahan

256,

153.

A s h d o d, Bk. Asotos, Askalan,

Arap A A A A

TARİHİ

130.

A v i r a t a y a K a h i l e s i , 477, 607. A v i r a t a y a l ı l a r , 556. 537.

319.

Avrupa 37,

ve 62,

Avrupalılar,

5,

64.

A r t e s t i a, 595

Ayalfı,

A r t u k O ğ u l l a r ı , 435. A r v a d , 181. A r v a d i t l e r , 3k. A rd o h y a la r, 73.

A y a s , 586, 591, 594, 608. A y ı n t a b , 3 8 8 ,3 9 3 .4 3 1 ,5 0 1 ,5 9 1 , 603.

428.


703

İN DEKS A z e r b a y c a n , 18, 21, 22, 26, 40, 43, 45, 68, 187, 188, 195, 232, 246,

Z

544, 546, 564, 576, 582, 585,

588.

591-

563,

603, 608. 609,

611,

617,

618,

622, 623, 630,

590,

591,

593, 602,

614, 622. A z g h a K a p ı s ı , Bk. Bab Alaza), 373 A z a r , 153. A

539, 574,

335,

547,

301,

538, 572,

401 n 1. 436 n 2, 487, 499, 529, 530,

257, 295- 297,

535, 568,

a z, 388, 421, 423.

hanedanı,

köprüsü,

Bağdad

mahalleleri,

Bahgai

kalesi, 340,

214. 344.

375, 594.

3 9 9 ,4 1 0 ,4 4 9 ,4 5 8 ,

465, 46 . B a ğ r ar k a l e s i , Bk. Papa, 606.

B a b a d a n , 279. Bab A l a z a i, Bk, A rgh a kapısı, 373. B a b B u z a a, 406. B a b h 1 a y a, 533.

B a b i İr 2, 42, 59, 74,

77,

B a g r ıı h d a ğ ı , B a h r e y n , 219.

74.

B a ’ al m a b e d i , 93,

97,

102,

105,

109,

182, 187, 361, 527, 622, 631,

194, 568, 635.

198, 201, 240, 576, 611, 616,

117, 178,

B a b i 1 k ı r a l ı . 94, 95.

457.

158, 621.

B a h r e y n d e n i z i , 223. B a h r e n y l i l e r , 219. b a h r - i A h m e r , 428. B a i ş a n , 576, 624. Bakterya,

B a b h u 1 a, 386. B a b h u I o n, Bk. Babi!, 77. 99,

274, 394, 397, 425.

Bağdad

B a ğ r a s,

B Baba

632. Bağdadltlar,

91.

B a ’ al n ı e z b a h ı ,

96.

B a l a d , 300, 309, 346, 411, 435, 484, 485, 503. B a l a n k a l e s i , 514. B a 1 a ıı i, Bk. Balanaş, 215. B a 1 a ş, 13, 153, 157, 574.

B a b i 1 l i 1 e r, 99.

Balanaş,

B a b i 1 o n y a. 109, 110.

B a ’ 1 e b e k, 134, 185, 107, 269. 383.

Babil

401,

n e h i r l e r i , 272.

Blc. Balanı, 215. 410,

419,

424,

473,

B a d r i n o s, 161. B a d u, Bk. Bartlu, 125. B a ğ d a d . 3, 8, 15, x8, 20, 21. 45, 62, 193, 200, 202, 205, 210,

B a ' 1 u t h, 89. B a m a r a y a, 212. B a n i a s, 497.

212. 215,

219,

223,

225, 229.

236, 239,

241,

544.

247, 248,

B a n y a s, 402.

250, 251,

256,

257

259, 261,

580.

265, 266,

268,

272,

279, 281,

Barakat hanedanı, B a r a y a, 430.

299, 304,

Barbarlar,

154,

288, 291,

296,

298,

309, 312, 326, 332,

313, 334,

314, 316, 317, 335, 341, 343,

350, 355,

358,

360,

368, 369,

371,

374, 394, 397,

365, 367,

B a r d u, Bk. Badu, 125. B a r İ d t a m a n a s 1 1 r ı, 57. B a r i u , 509. B a r k a , 605.

516, 519, 521,

142,

B a r d a ’ a h, 257.

487,

496,

140,

?01.

398, 401 n 2, 402, 420,447, 467, 494,

527,

574. B a l k a . 525. B a 1ş u y a, 477.

B a b ü'l - F e r e c. 11, 362.

164,


A B U ’L - F A R A C

704

B a r N a g g a r e K i l i s e s i , 24. B a r S a v v m a m a n a s t ı r ı , 19, 35, 573. B a r t e 1 i, Bk. Bartelli, 579. B a r t e 1 I i, Bk. Barteli, 21, 24, 25, 28, 504, 579. 619. B a r z a m a n , 388. B a ’s ü

B e tD a n ie l

mabedi,

279, 294.

dağı,

B e t G u m a y a , 203. B e t H a l a t , 487. H a w r a ıı, 89.

B e t h e I, 89. B e t H e s n e, 353, 386, 388.

Bet 279, 285, 358, 362, 6 3 ’ . B e t

Basra körfezi, 259.

Bk. B üyük deniz,

Basra

Bk. İran denizi,

körfezi,

279.

Bet Bet Bet

K a d d i ş e , 10. K e n a y e , 353. K u d i d h a , 24. L a h m , 119, 120. M a n i u n , 619.

Bet Nahrin,

Basra

n e h r i , 241.

Başar

manastırı,

237.

B a ş n a v a k ü r t l e r i, 380. B a t k a n y a m a n a s t ı r ı , Bk. Bet Z ab ar, 376.

B â ’ fıth m a n a s t ı r ı ,

15, 16, 42, 126, 129,

132, 134,

148,

153,

177, 188,

195 , 201,

232 ,

333,

360, 409,

417, 428,

430,

440,

486, 490,

501, 504, 541, 570,

508, 529, 573, 622.

535, 537,

Bet N ahrin

B a t i a m y a s 1 a r, 119. B a t n a n, 153.

k i l i s e s i , 22.

Bet Nuhahra, 633.

24.

B e t R h o m â y e, 475, 638, 639.

B a v a z i h, 527. B a w a ı i j h, Bk. Bet V a zık , 360. B a w i n n a, Bk. W in n a, 121.

Bet Rom an

manastırı,

B a y ş a m, 497, 498.

Bet Sasan Bet

B e l a k e r n e , 243. B e l h , 294, 376. B e l h n e h r i , 212.

Bet Bet

S a y y e d e , 632.

B e 1 k a,

195.

Bet

Tahşar,

Belas,

Bk. Bilos, 80.

Bet

T a k ş u r , 595.

Berlin, Beroea,

Bk. Bergam a, 128.

9, 40, 41. 42, 110, 167.

B e r u t, 154, 270, 469.

444,

447,

462,

Bet

Abdahar,

Bet

A r b a y a, 163, 485, 506, 628.

Bet

A k r e, 24.

Bet

A ş i k a, 579.

390.

20.

B e t R i ş e, 619.

B e d 1 i s, 572.

Bergamus,

17.

57.

B e t G a v z e , 543. B e tG u b b e M a n a s t ı r ı , 56.

175, 190, 194, 219. 229. 240,

246,

kilisesi,

Bet E d h r a i

Bet

b a d e ’l- m e v t

Basra,

TARİHİ

E r m e n i l e r i, 418.

Sahraya, Saitha, 18.

504, 581, 626. E rb il

köylerinden,

20

Bet Togarme,

292.

Bet

Toman,

Bet Bet

Z a b i r a y e , 213. Y a k t a n , 77.

Bet Bet

Zabar Vazik,

B etV azik Beyaz Bezkin

422.

manastırı, 309, 360. nehri,

376.

437.

S e p t e , 595. m a n a s t ı r ı , 57, 58, 59.

B e t B a l a ş k a l e s i , 217.

B i b l o s , Bk. Cebel, 254, 270. B h a h k u r t o s , 72.

B e t B u l a , 353.

B h a r i p o l i s , İ6İ.


705

İNDEKS B ü y ü k K a p ı , 543. B ü y ü k K i l i s e , 425, 571. B ü y ü k S a m a n k ö y ü , 359.

B b i n a n, Bk. Vienne, 120 B i l o s . Bk. Belus, 80. B i r , , 388, 573, 591, 612. B i r a k a l e s i , 380, 574. 596, 6''8.

C

B i r a d e r l e r , Bk. Frerler, 606, B i r o a, 533, 604. B i ş b a I ı k, 496.

C a b a k,

Bithynea.

Caber

94.

382,

B i t i n i a, 138, 564. B i z a h, Bk. G en zah, 49g. B i z a n s , Bk. Rom a, 75, 133, 134, Bizanslı

78. kalesi,

333,

348,

Bk. K ab ya, 75. Bk.

R a k k a,

23,

Bk. R um lar,

164,

143,

164,

195,

196,

R o m a lıla r, 10

201, 215,

205, 216.

206, 209, 912, 214, 217, 219, 220, 246,

256,

330, 347,

85.

195,

348,

362.

B l i h a , 151. B o i a y a I a r, 233.

C a p p a d o k y a , 42, 75. C a p i t o I i u m, 129.

B o m b a y , 63. B o n n , 9.

C a v ş a n

Borim

Cebel,

manastırı,

217,

dağı, Bk.

B r i h a d a ğ ı . 504. B r i t a n y a M ü z e s i , 5. 7. B r u t o n i a, 132.

Ç e lil,

Buhara, 201, 28?. 294, 308, 325, 470, 481, 496, 505, 512.

C e n o v a l ı

d a n ı,

B u l a , 357, 358.

243. 287, 403, 532, 552,

144.

168,

132,

531.

C e y h a n n e h r i , 293, 326, 550, 505, 513, 514, 515, 516, 527, 559. 618, 18, 199,

212, 347, 357,

C e z i r e

em îri,

581,

Büyük

Chreronesus,

588.

259, 627, 639, 640. Büyük Ermenistan, 939.

573,

602,

582,

471, 485.

C h a 1 c e d o n, 56, 193, 194,

Antakya,

gSQ.

C e s 8 u n i a, Bk. K işum , 205. C e y h a n , 331, 356, 374.

B u z a i a k a l e s i , 374. B ü y ü k A s y a , 110. B ü l b e y s , 275, 462, 407, 468. B ü y ü k D e n i z , Bk. Basra körfezi

567.

Bk. A lm a n y a, 455.

360, 487, 492, 558, 583, 584, 589, 609.

k a I e s !, 421.

185.

250,

F r a n k la r ,

C e r m a n v a ,

C e zire ,

B u ş a z z e, 485. Buzaa

154,

G e r m e n l e r ,

B u l g a r l a r ve B u l g a r i s t a n , 75, 165, 166, 190, 193, 207,

Burganzis, B u r s a , 182.

606.

138,

C e n e v i z l i l e r .

B u l g a r , 403, 432.

221. 531,

270.

C e f e r kalesi, 468. C e l â l ü d d i n T u r a n h â n e -

B r i e n n e, 499.

213,

419.

G o b a I a,

C e be le , 235, 448, 509. C e b e l J u r, 459, 472. 507.

B o s p o r o s , 138. B o 7 a n t i a, 96.

212, 526.

381.

574.

C a Io n i c u s,

Grekler,

B i z a n s 1 ı 1 a r, Bk. n 2, 68, 73, 96.

Calacb,

406.

95.

C i r b i d, Bk. G a rb ia , 440. C i r e e s i u m, Bk. O srohoena,

287,

232, 428, 573. Circeseum,

Bk. K arkison, 112.

A bu'l - Farac Tarihi 45


706

A B U ’L - F A R A C

C C la u d i a, 591.

Bk.

Ciaudia

dağı,

D e h r i I e r, 88 ıı 3.

K laudia,

23, 199,

200.

C u m I i n, 473.

oğulları,

c 1e

303.

137,

ç

236,

255,

307, 317,

389, 521,

Ç in

603,

Çinliler,

282,

470,

526,

1, 21, 219,

475, 476, 530,

477,

554,

480,

577.

578.

Ç ö l A r a p l a r ı , 619.

D a i r a,

k a l e s i , 599. K ar i ra

76,

102,

manastırı,

Daira

S u m a k t a , 356.

Daira

Yametha,

265,

358, 364, 381, 395, 411, 494, 503, 507, 539, 558, 559, 568, 588,

620, 928, 632. l a m , Bk. D ilum , 200. 1 u m, Bk. D ilam , 200.

Diyarbakır,

Bk. Â m id , 54, 525,

630. D i y a r-ı R u m , 475, 500, 545, 546. D ı ş H i n d i s t a n , 296.

388.

D a k a s 1> a r , 129. D a k u k a , 248, 277, 279, D a l u k , 259.

256,

223, 225, 270, 288,

165.

273.

D a İra 543.

306,

m y a t, 350, 428,, 498, 499, 501, 502, 510, 550, 551, 552. Dinieper n e h r i , Bk. D unb ir,

D Dababa

n e h r i, 2, 54, 150, 177, 200,

300.

Ç a h a r s i n , Bk. M usul, 580. ve

273,

307, 308. D e y l e m d a ğ ı , 259. D e y r S e m ’a n, 401.

513.

C y z i c u s, Bk. Kuzikos, 94. Cyriacus

D e m i r k ö p r ü , 434. D e p o , Bk. H o a , 562. D e p ş e n e h r i , 582. D e r b i s a g, 449. Deylemliler. 269,

390.

C o n s t a n t i n o p l e , 96. C t e S i p h o n, 22, 137, 177, Curcaniye,

TARİHİ

D ış

D a m a s c u « , Bk. D arm asuk, 78. D a m g a n , 293. D a m ş a n, 347. D a u, 89. Danişmend oğulları, 360, 393, 402, 406, 410, 421. 424. D â r â, 151, 156, 166-7, 178,

420. 138.

D o m n i n a y a , 557. D on B o y u , 85. Dona

nehri,

Bk. Tanis, 165.

D o v i n, 401 n l. 331, 418,

Dunbir

D a r m a s u k . Bk. D am ascus, 78. D a r u m, 461. D a s t a n i a, Bk. D u d astana, 138. D a v a I u, 392, 560.

nehri,

165. D u n b is nehri,

Bk.

D inieper,

Bk. T ibris,

133,

134.

230,

388, 393, 430, 435, 507. D a r m a n i a, 532.

D a v u d k a l e s i , 333, 391. D â v i n , 401.

Suriye,

D o d a s t a n a , Bk. D asta n ia , D o g o d a p, 366.

527.

D u k i a k a l e s i , 324, 599. D u n a ı s e r , 471, 498, 507. D u n k u 1 a, 416.

E E b r a, 566. Ebrim Ebû

kalesi,

Emran

416.

h â n e d a n ı , 337.


İN DEKS

707

E b u İ m r a n <o ğ u l l a r ı , 273.

Erdün

E d es s a ,

E r e c h, Bk. A rach , 75. E r g i ş, 274 n 1.

Bk. Urfa,, 23, 36 n 1, 71, 75. 110, 120, 126, 129, 137, 153, 164, 166, 167, 171, 175, 176, 178, 212,

189,

196, 203, 205, 213, 215, 216, 256, 264, 289, 290, 291, 296, 320, 323, 329, 331, 333, 343, 351. 352, 353, 354, 358, 363, 366, 375, 378, 383,

384,

467, 472, 523, 524, 544, 573.

E r k o n i a, Bk. H urkan ia, 109.

263, 318, 334,

E r m o n i,

356, 380, 459,

476,

486,

525,

535,

537,

534,

k a l e s i , 584.

E l b i s t a n , 356, 374, 402. E i p e f d a ğ ı , 10.

397, 437,

360,

197, 205, 269, 275,

362, 389,

401. 410, 419, 438, 468, 474,

523. 550, 574,

393,

420, 430, 491, 509,

579, 607.

18, 78, 345, 347, 506,

158, 161, 188, 189,

191,

197, 206,

591, 594, 596, 598-600, 604, 607, 608, 615, 640.

603,

360, 405,

199, 229. 306, 539, 541, 562. Erzenrum,

Bk.

Eski Süryani,

630, 631, 632, 634. 503, 504, 507,

H ı r i s t i y a n l a r ı, 592. 487, 490, 491, 595. kalesi,

442.

487,

505.

E rzenürrum , 199,

E s a n O ğ u l l a r ı , 80. Esetha

Erdün

474,

Bk. Erzurum , 149.

583, 6*9,

119, 168, 232, 485.

459.

E r m e n i E ş r a f ı , 510. Erzenürrum, Bk. E r z u r u m ,

536, 538, 570, 579, 581, 584, 588, 596, 598, 606,

Erdün,

232,

420, 505, 539, 590,

533,

Erbil Erciş,

225,

405, 498, 536, 589,

507,

Erbil emirliği, 570.

212,

357, 358, 366, 370, 379, 384, 386, 391, 392, 394,

Erzurum, 229.

110.

484, 503, 504,

144, 149,

155. 187,

E r z u r u m , Bk. E rzen rum — Erzenür­ rum , 119.

E m m a u s, Bk. N ikopolis, 129. E n d ü l ü s l ü l e r , 220. Erbil,

133,

151, 153, 166, 177,

E r z i d c a n, 303, 525, 527, 541, 544, 548, 555, 596, 597, 617.

E m e s a I t 1 a r, 343.

Epirus,

117, 119,

150, 163,

Ermeni çiftçileri,

E m b o 1 o s, Bk. A m polon, 142.

340, 343,

111,

395, 398, 399, 401, 439, 440, 446, 466, 508, 510, 511, 533. 541, 545, 586, 587,

E 1 â m, 202, 210.

103, 151. 163, 247, 258, 266,

E r m e n i l e r ve E r m e n i s t a n , 16 - 7, 27, 43, 46, 73. 75,

342, 383,

E f e s , 87, 130, 204.

Emesa, 232,

1.

E r m e n i r a h i b i , 633.

263, 265, 274, 301, 312. 314, 316-318, 324, 325, 330, 3 3 ’ ,

E d e s s a I ı l a r, 446. E d i r n e,, 165, 255, 385. E d o m, Bk. A d o m , 79, 92. E d o m 1 ı1 1 a r, 91-2, 93. Ekrud

E r i h a, 91.

206,

417. 429, 473, 474,

435,

n e h r i , 352, •'124, 441.

d a ğ ı , 357. 71.

E s t a g i r a, 95. Estraton kulesi, E st r o s nehri, E t i l e r , 73.

119.

Bk. İster, 142.

E t y o p i a, 105. Eşkıyalar E ş n u, 590. Eyyuboğlu

mağarası, hanedanı,

497. 527.


A B U ’L - F A R A C

708

F

TARİHİ

Fransa

k ı r a t l a r ı , 483, 550-552.

Frengistan, F a r o, Bk. Pharos, 111. Fatımîler,

F r e n k 1 e r,

415, 447.

81, 241.

Fezara kabilesi, F i 1 a d e 1 f i a, 484. Filibe, Filip

208.

F r e n k t a c i r l e r i , 567. Frerler,

395,

400,

401, 424, 442,

F r i k y a, 152, 196. Fostat,

178,189, 220, 224, 423.

385.

Kay serisi,

552.

G

173, 174, 175, 178, 179, 183, 212, 232, 242, 291, 333, 390, 409,

424, 441,

533,

550, 575,

576, 589, 598. Filistinliler, Finike,

Bk. Cebel, 119, 270, 359,

G a b a r a, 410. G abnupirath

85.

2, 3, 9 n 1, 13, 76,

G a d h a r, 79, 90. G a d h i r o n, 73. G a d i r a, 75.

177, 178,

186, 195,

197, 205,

305,

320,

329,

G ag ai oğlu G a ğ t i, 540.

362, 370, 390, 392,

373, »29,

374, 431,

G a 1, Bk. G alsine, 120, 132, 133.

535, 608,

537, 610,

223, 225, 288, 344, 357, 375 , 380,

434, 435, 530, 544, 557, 565,

534, 579,

612, 615, 640. Fıratserhaddi,

F r a n k 1 a r, 94, 339, 340, 341, 342, 365,

366,

370,

374-

378, 383-386, 388-400, 402-408, 410, 416, 417, 419, 421, 423426, 428, 429, 433, 434, 440448, 450-462, 469, 474, 483485, 491,

497-499,

501,

503,

509-511,

521,

523,

533,

536,

545-547,

550,

551,

555,

556,

594, 627, 631, 632, 639, 640. k ı r a t l a r ı , 339, 340.

F r a n s a , Bk. A fra n zis, 384. F r a n s a v e F r a n s ı z l a r , 1, 484.

m a n a s t ı r ı , 313.

G â h t a y, 564. Galatia,

153, 192, 564.

G a 1 a t y a, 75, 138. G a l l a y e t e r , Bk. G aul, 75. Gatlar,

9.

F 1 a m i n i a, 130. 348-363,

k a l e s i , 375.

G a b d a n y a , 392. G a d u g, 402.

134, 153, 154.

nehri,

Gabaia, 468.

96, 138, 144, 152, 158, 167, 176,

Frank

325, 336,

443. 498, 512, 529, 606.

Filistin, .11, 74, 75. 79, 84, 95, 129, 148, 152, 153, 171, 172,

Fırat

85,

532, 541, 567.

F e n i k e , 12, 74, 113, 181, 186, 362, 485. Fenikeliler,

618.

14, 49,

136, 153.

G a l t i a. 185. G a n g r a, 195. Galliler,

111, 131.

G a t s i n e, Bk. G a l, 120. G a 1 u 1 a, 177. G a m a r, 292. G a n a b a h, 279, G a n z o, 375. G a p n a, 342. G a r b i a, Bk, C irb id . 440. Garbi

A s y a , 11, 35, 36, 39, 54.

Garbî

Ç i n , 46.

G a r g a. 388. G a r g a r , 23, 353, 356, 357, 358, 370, 374, 386, 387, 540.


İN DEKS

709

G a r g a r k a l e s i , 370. G a r g u m a y a , 185.

G ü r g â n , 200. G ü r z a n, 187.

Garzin

G i i r z a n y a , 200. G v i h a t m a n a s t ı r ı , 586.

d a ğ ı , Bk. G erizim , 106.

G a t h, 93. G a u I, Bk. G a lla y e le r, 75,

H

G a w s i t h, 175. Gaza,

555.

G a z a k a l e s i , 266. G a z a r t a, 188, 558, 559. 566.

H a b e ş , 13. H a b e ş i s t a n , Bk. Kuş, 153. H a b e ş l i l e r ve H a b e ş i s t a n ,

G a z z e , 291, 461, 524, 578, G a z n e, 297, 355. Gelibolu,

233.

Bk. K aly op oli, 567.

G e n i m i , 48. G e n z a h , Bk. Bizah, 498. George

rı, Habig

K i l i s e s i , 410.

G e r d k u h k a l e s i , 561. G e r i z i m d a ğ ı , Bk. G arzim , 106. G e r m a n i k , Bk. M araş, 258. G e r m a n i k i , Bk. M araş, 110. 200. Germanlar,

129.

G e z a r t e, 635. G h a z a r, 89. Gibbon,

Habhshushyatha k a l e s i , 548.

H a b u r a , 151, 232, 300, 439, 492, 493, 538, 628. H a b u r a n e h r i , 440. Habur,

346,

347 n 1,

432, 470. H a b u r nehri, Haça

428,

346.

gerilenler

tepesi,

451.

G i r g a s i t l e r , 73. G i r i d , 181, 484.

H a d e s, 229. H a d e t h , 205.

Gnostikler,

H â d i s,

126.

G o m e l n e h r i , 57. G o t l a r , 131, 134, 140.

213. H a d i s e , 315. H a d ı t h a, 163.

Göçebeler, Bk. M aaddiler, 301, 306, 307, 308 309, 361.

H a d ı r a, 373. H a i 1 a n, 544. H a l k a n , 522.

497.

Halkedonya,

G r e k 1 e r, 3.

Halkidon, 169, 184.

G r u p i a , 403.

175.

151,

152,

G u b b o s, Bk. G ubus, 12, 23, 42.

Halkidonya,

Guhos,

Halkidonylılar,

12,

348,

H a e e r - i E s v e d , 258, 285.

43.

Göksaray,

m an astı­

581.

317,

357,

392,

563,

147,

16*.

167.

163, 203, 222,

266.

566. G u b u s , Bk. G ubbo s, 12, 357, 557. G u b h a i T ü r k m a n a y a , 421. G u i h a t m a n a s t ı r ı , 594. G u i h a t, 605. G um aya hanedanı, G ıı m y a, 23.

145,

163,

207,

Hakkâri,

508, 607.

H akkâri

k a l e s i , 405, 500, 508.

H a k k â r i k ü r t l e r i, 499. H a l a m n e h r i , 297.

G n n d i Ş a p u r, 131.

H a I a t. 274 n 1, 318, 320, 436, 459, 487-489, 490, 491, 495, 519, 527, 529, 532, 533, 595.

G u z 1 a r, 29?

Halat

kalesi,

528.


710

AB U'L - F A R A C

Halattılar,

436, 490.

Harezm

H a l e p , 11, 12 n 4, 13 - 16, 23, 28, 42, 84, 153, 176, 201, 203, 204, 215, 258-260, 262-267, 274, 275, 288, 290,

319, 334,

TARİHİ

339,

348,

350-352, 354, 356, 358, 360, 362, 374, 382, 383, 389, 391, 397, 3Y8. 400, 401,405, 409-411,

diyarı,

Harezmliler, 529, 617.

530,

533,

Hârim, 386, 449, 574. H a r o n i a,

293. 470,

516,

528,

536-537,

541,

400-402,

433,

434,

260.

Harran,

14, 23,

74,

78, 79, 129,

418-423, 426-435, 438, 448, 449,

137, 196,

197,

212,

213,

216,

467,

229, 244,

245,

264, 269,

290,

291, 318,

329,

378,

417,

472,

473,

497, 500, 501,

503, 509, 524,536, 543. 546, 548, 572, 574, 575, 578, 579, 606, 612,

613,

616.

H a l e p A r a p l a r ı , 361. H a l e p k a l e s i , 427, 432 - 434, 544. Halepliler,

215,

419, 427, 441,

448, 541. Halep

H a m a , 297, 350, 360, 362, 383, 397, 409, 410, 419, 420, 421, 430, 434, 438, 467, 473, 521, 523, 525, 529,

474, 509, 574, 600,

601, 607, 616. Hama

emirliği,

H a m a v i n d, H amdan

62.

oğulları,

262.

H a m d u n, 602, 608. H a m m i m a t a , 537. H a m m u ş h, 255. hanedanı,

mezhebi,

H a r t a b e r t kalesi, parat, 358, 487.

205.

Hartama,

Bk. Harat-

214, 215.

H a s a n n a, 563. H a s o r, 89. k a l e s i , 380, 436.

Havariler,

166.

Havayeler,

Bk. H iv e lı’ler, 73.

H a v r â r ı r m a ğ ı , 629. H a y f a, 444, 461.

H a r a t - p a r a t kalesi,

Hazar Hazar

164, 165. 200, 292.

d e n i z i , 105, 200. n e h r i , 186.

H e I i o p o 1 i s, Bk. İliospantas, 114. H e l U s , Bk. İladha, 75, 105, 139. Hcllcspontus,

H a n i k i n, 539. H a n z i t, 357. Bk. Har-

ta b u t, 358. H a r b a n d a , 629. H a r b i z a k k a l e s i , 537: 297, 298, 317, 325, 472,

513, 516.

366.

H a b h r o n , 80, 87, 143.

374, 376, 530.

H a n b a 11 k, Bk. P aikin, 578. H a n i , 217 , 393, 472, 507.

Harezm,

472, 484, 535, 537,

k a z a s ı , 589.

H a z a r I ı I a r, Bk. Ana-

nias, 99. H a n a z i d,

362,

H a y t o m k a l e s i , 389. H a z a r , 165.

H a m i r a y a, 153. Hananya

Haruriye

356,

429, 430, 437,

Harran Arapları, Harranîler, 196.

H atka 359, 529.

354,

438, 459, 470. 471, 489, 507, 525, 534, 573, 612.

Haruta

T ü r k l e r i, 3 ö l.

405,

110, 147.

H e m e d a n , 295, 313,318,364, 365, 374, 392, 397, 436 n 2, 467, 499, 514, 547, 609. Hendos

nehri,

Hephaistia,

Bk. İndos, 109,

Bk. Ipastia, 129.

H e s n a, 628, 629. H e r a c l e i a , 147, 209, 212, 595.


711

İN DEK S H e r a c le ia lıla r 209. Hermiş Hermon H i 11 e,

546, 547,

Horasanlılar,

d a ğ ı , 69, 70.

H o y , 529. H ü l y a n , 303.

1.

522, 526, 616, 629.

266.

H u m u s , Bk, Emessa, 197.

Hintliler v e H i n d i s t a n , 51, 53, 73, 74, 77, 109, 110, 153, 200,

219,

286, 413,

287, 290, 294, 475, 476, 514,

232,

243 248,

282,

H u n a s, 488. H u n a y a, H u n 1 a r,

297, 303, 515, 516,

Bk. H u n la r U naya, 142. Bk. H ü n le r— H u n ay a—

U naya, 18,

68, 109,

148, 151, 155,

522, 526, 547, 603. H i r t a,

513,

598 , 614,

B u r c u , 576. 362, 373.

Hint,

475, 492, 506,

hanedanı,

198,

142, 144, 282,

299,

335, 376, 536, 597.

194, 239.

Hunlar

k r a l ı , 376.

H i t h, 163. H i v e i i 1e r, Bk. H avayeler, 73.

H un

H ı r i s t i y a n l a r , 4, 11, 15, 19, 21, 42, 44, 50, 52, 54, 55, 56, 65 n 1, 123, 125, 126, 127, 129,

H u r k a n i a, Bk. E rkonia, 109.

130,

131,

132, 134, 137,

144,

148,

152,

156, 164, 174,

177,

189,

191,

194,

206,

214,

216, 218, 220.

231,

233,

199,

202, 204, 230,

237, 248, 250, 261,

diyarı,

Hurbagar

292. kalesi,

H u r i s, 388. H u t a n, 303. Hûjbanutaksin,

380.

Bk. Khujabnu-

yaksin, 530. Hülefây-ı Râşidin,

170 n 1.

H y r c a n i a, 74, 105, 292. H y r c a n i a d e n i z i , 314.

265, 266-268. 272, 276, 278, 279,

I

285, 288, 289, 324, 331, 333, 339, 351, 359, 375-377, 390, 393, 395, 399, 401, 418, 422,

İm

444, 448,

İrak,

2, 8,

Irak

kapısı

449,

459,

493, 532,

533, 543, 562, 565, 566, 570, 571, 578-581, 585, 589, 592, 595, 602, 608, 609, 615, 620, 627, 629, 631, 633, 634, 636, 640. Hısn

el-Ekrad,

Hısn-ı

Mansur,

meydanı,

419.

I r a k k a p ı s ı , 574. I s f a h a n , 232. I s p a n y o l l a r , 153.

388, 540. 564.

İ

H o s a n n a B a y r a m ı , 231. H o s p i t a 11 e r, 442, 443, 509, 529. 217, 281,

319. 532.

İ s p a r t a , 65, I u g a y e l e r , 638, 639.

397.

H o k a n d, 496 Hosanna, 571.

H o r a s a n , 21, 197,

kalesi,

198, 200, 215,

223, 229, 232, 266, 293, 296-298. 315,

271, 320,

İ a m, 365. İ b e r y e 1 i 1 e r,

Bk.

İpherayeliler,

73. İberya

ve

İberyaiılar,

112,

117, 134, 139. 318, 357, 487-489,

326, 333,

334,

349,

351,

363,

491, 528, 530, 531, 533, 536, 537, 539, 546, 547, 556, 569,

374, 375,

394, 467,

472,

474,

607, 614.


712

A B U ’L - F A R A C

iberya İbranî,

k ı r a l l ı ğ ı , 418. 2, 9-11, 32, 42, 46, 104.

İbranîier, 44, ’ __ 80-82, 85-87, 637. İbn-i Ö m e r İç

İberya,

İç

İran,

51, ’

73, ’

Ceziresi,

74,

559.

538.

5 2 7, 541, 544, 545, 5 5 9 , 606, 614. i , • • I r a n d e n 1 z ı, 279, 291,

296.

İ r e , 69. İsa

279.

j s a 0 r y a, 117. f 1 .7 ı s a u r ı a , 14/,

b k , H ellas, 139.

İsfahan,

197, 290, 3 0 5 ,3 3 4 , 335,

343, 355ı 375,

İ 1 i o n, 203.

549.

İ l i y r i c ı ı n ı , 144.

468, 5x 6 ,5 47 ,

İ s f a h a n k a p ı s ı , 375.

113.

İskenderiye,

İliospantas, 114.

142.

n e h r i , 241.

İ 1 a d h a, Bk. H e lia s, 75.

İlam,

547, 557,

m n 1 •• / • dk. Basra körfezi, 103, 105, 111,

İrene Mahallesi,

İç T ü r k d i y a r ı , İ d a b, 428. İlada,

68, ’

TARİHİ

Bk.

H elio po lis,

m a d î, 382.

^31, 220, 427,

111, 116, 124, 126,

147, 153, 154, 169, 180, 275, 404, 405, 406, 403, 428, 447. 464, 550, 592.

İ s k i t l e r , 95, 134, 531, 539, 602.

m a d i y e, 500. m a d i y e k a l e s i , 502, 508, 618. • 1 n» Arı « i n c ı l . 74. 451, 484.

İ s 1 a v 1 a r,

n d o s, Bk. H endos, 109. n g i 11 e r e, 6.

İ s m a i 1 î 1 e r, 360, 362, 369, 440, 460, 465j 5Q5ı 510> 53^ 546 54?ı

oripos,

Bk. Persepolis, 109.

561, 56?, 590, 617, 635.

o t o p a t a, Bk. Y o to p a ta, 123. İ p a s t i a,

İ *>k i t y a, 164, 165. Bk. A s k ala p l ar, 257, ^ ^

İspanya,

Bk.

İberya,

112, 140,

Bk. H ephaistia, 129.

İpherayeliler,

339.

Bk. İberyeliler,

73.

I s p a n y o l l a r , 75. İsrail

İranlılar

ve İ r a n ,

48, 51, 54,

62 n 2,

3,

oğulları,

11, 45,

79, 80, 82, 86, 8 7 ,8 8 ,9 5 , 97,

64, 68, 73,

İ s s u s, 108.

7 4 ,1 0 2 .1 0 5 ,1 0 8 ,1 0 9 ,1 1 3 ,1 1 7 , 120, 130, 132, 133, 134, 135,

İstanbul, 24.131, 134-140, 144147, 149, 154, 155, 162, 165,

137, 138, 140, 142, 144, 146, 148, 149, 152, 153, 157, 159,

168, 192,

170, 193,

177, 196.

181, 198,

182, 190, ?18, 226,

161, 163, 164,165, 166, 168, 171,

235,

243,

255,

263,

264, 270,

1 7 3 ,1 7 9 ,1 9 4 ,2 0 0 ,2 0 1 ,2 0 7 ,2 0 9 ,

320,

323,

324,

328,

3 2 9 ,3 3 1 ,

210, 214, 215, 217 -219,

374, 377,

225,

339,

355,

357.

360,

241, 272, 277, 289, 293, 306, 308, 310,

384, 403.

385, 418,

390, 425,

398, 399, 402, 426, 428, 429,

313, 375,

314, 316, 331-333, 368, 414, 418, 436, 478, 481-

437, 484,

438, 485,

452, 532,

454, 474, 483, 567, 568, 582,

483,

488,

230, 232, 290, 292,

495, 500,

514, 519,

585,

590,

591.


İN DEKS İser nehri, t s t r i s, 95.

Bk. Estros, 142,

K a h t i, 388. K a l ’ a-i R u m , 353.

İ t a î y a v e İ t a i y a n l a r , 94, 136, 143 151, 153, 154, 185, 339, 366,

384,

534,

İtalya kralları,

713

K a l a s y u d m a n a s t ı r ı , Bk. Kalasyur, 395. K a l a s y u r m a n a s t ı r ı , Bb. K a ­ lasy ud , 395.

94.

İ t a l i a , Bk. T italia, 141. İ t i l n e h r i , 531.

K a l ’ at ül -Ekıad,

Bk. K ü rt k a ­

İ t i r a f k i l i s e s i , 378. ! u g, Bk. U ç, 486.

K a 1 a y a 1 ı 1 a r, Bk. K e ltle r, 111.

lesi, 400. K a i d e , 189.

İ u g 1 u 1 a r, Bk. U çlular, 486.

K a 1 d i y a 1 ı 1 a r, 125.

İ valos adası,

K a 1 i k a 1 a, Bk. K a lo n ik a la , 199.

Bk. Aeolus, 115,

İ y o n y a I ı 1 a r, Bk. Y u n a n lıla r, 75. İyonya

v e B i z a n s , Bk. Yunan, 2.

İ z a n g e, 389. İ z n i k , Bk. N ieara, 134 n l, 192.

K a 1 1 i s u r a, 23. K a l o n i k a l a , Bki K alik a la, 199. K a 1 o n i k u s, Bk. Rakka, 112, 318, 375, 470, 507, 525, 534, 574.

J

K a I a n i c u s, 411, 429, 432.

J a ra b i r, 525. J a n a b i z, Bk. Cenevizliler, 567. J e b u s i t ’ ler,

Bk, Y abhusayeîer,

J e p t h a h, Bk, N aphtah, 85. J e r o b o a m , 96.

K a m a m e k i l i s e s i , 446. K a m a k K a l e s i , 199.

e m i r i . 444.

102, 112, 113.

K a m y u h, 450.

J u d e a, 112. J u l mark,

K a 1 n a i, 78.

K a l y o p o 1 î, Bk. G elibo lu, 567. K a m a l a r , 480.

J o p p a , 458, 461, 469, 523. Juda,

K a 1 a n o n, 94. K a 11 o, 76. K a l y a , Bk. C a la c h, 75.

73.

Jubeyl

K a 1i s u r a, 376. K a 1 k e d o n, Bk. K arkidha, 142.

K a n k a r, 406.

570,

K a n y a, Bb. K onya, 549. Kapadokya, 135, 136, 142, 147,

J u d a s, 114.

153, 158, 164, 168, 180, 188, 190, 206, 208, 222, 263, 264. 266, 274, 363, 367, 391, 406, 440, 532, 564, 576.

K K â b . e , 202, 285. Kaboz fırkası, K â b u 1, 200. K a d ı n kalesi,

Kapadokya

159.

dağları,

Kapadokyalılar,

K a p h a r t u t h a , 255, 260, 266. K s p i t o 1 i u m, 124.

380.

K a f a r, 397. K a f r Z a m m a r, 436.

K a p p a d o c ı a , 131. K a p r i k o r n B u r c u , 617.

K a f r Z a m a r a , 485. K a f ı ı , Bk. K o rfu, 112. K a h i r e , 286, 404, 408, 472. K a h i r e k a l e s i , 427.

600.

425, 526.

423,

471,

K a r a D a ğ , 185, 356. K a r a H e d a r , 426. Karahi

ar O t l a ğ ı ,

K a r a k , 415, 538.

427.


714

A B U ’L - F A R A C

Karak

çölii,

Karak

emirliği,

574.

Karak kalesi, 525, 605.

K a ş h a n d a ğ ı , 259. 535. 434,

440,

509,

K a r a k j i y a, Bk. K arakshaya, 481. Karaketa

kabilesi,

Karakshaya, 481. Karakurum,

Bk.

477. K arakjiya,

K a t a y a S m a y a, 476. K a t a y 1 ı 1 a r, 480, 530, 531.

K ürtle r,

K a l e s i , 342, 356. 130.

K a t o l i k , 15. K a w d i a, 317. K a w s y n a, 331. K a v a ş i k a l e s i , 382, 504. K a v a ş h i h a p i s h a n e s i , 266.

K a r a v a n a l a r , 615. Bk.

K a t a n a , 95. K a t a y , 530, 531, 547.

Katharalar,

K a r a M u r a n n e h r i , 530. K a r a r i t m a n a s t ı r ı , 380. K a r a t a y, 588.

221.

K a ş k a r u f V a d i s i , 339. K a t a , 478, 554, 556, 577. K a t a 1 ı 1 a r, 470.

Katia

514, 531.

K a r a k u r u m d a ğ l a r ı , 531. K a r a m a n n e h r i , 436.

Kardavaya,

TARÎHİ

153,

Kavsatağ,

Bk.

K a r d o , 25, 74.

Kavvaik

K a r d u , 21, 230, 558, 635.

K a y a 1 ı ğ , 553,

Kardu

Tura

Adası,

197,

310,

360,

381, 411, 492. K a r d u C e z i r e s i , 573, 609, 610, K a r d u D a ğ ı , 274, 582.

n e h r i , 215.

Kayseri,

135, 158, 188, 262, 264,

331, 367, 376, 406, 410, 461, 486, 537, 541, 542,

444, 548,

560,

604.

573,

K a r h, 254.

Kayseriye,

Karigat-Al-Marajra,

45.

K a r k i d h a, Bk' K alkedon, 142. K a r k i s o n , Bk. Circeseum , 112. K a r m a , 571. K a r m a t î l e r , 238, 259. K a r m e n i ş , 536. Karnhama, K a r s , 489,

122,

599,

148,

Bk.

Sezaria,

151, 168,

180, 195.

K a z i k O ğ u l l a r ı , 317.

420.

232, 293, 561.

K e 1 d a n î, Bk.

B a b il,

41,

43 ,71,

99. K e l d a n i l e r , 68, 73, 76, 77,

260.

K a r ş u n î k i t a b e , 10. K a r t a e a, Bk. K arkido n, 84, 105. K a r t a c e n a , 152. Kartamin manastırı,

221.

K e f a r s u t , 388. K e f a r T a b , 359,

420.

K e 1 p, 319. Keltler,

Kara

Kemah,

356, 400, 525,

Kemah

kalesi,

K a l e s i , 297. ü l k e s i , 375. 365.

78,

80, 81, 100, 102.

K a r y a, 110, 152.

K astam on i kalesi, K a ş a f k a l e s i , 624. K a ş a n , 232.

119,

174, 179,

K a y s i 1 e r, Bk. A ra p la r, 215. K o y u n c u k, Bk. N ineva, 7. Kazvin,

K a r ş e n a, 228, 240. Karşhena,

585,

K a y s e r i k a p ı s ı , 410.

K â r g â r, 303.

Kasinos

M esanta,

541.

Bk. K a la y a lıla r, 111. 563.

548.

K e n ’a n 11 1 a r, 76, 83. K e p i s o s n e h r i , Bk. Pisos, 126, K e p h a r Z a m a n , 370.


İNDEKS Keryona

dağı,

357.

715

Kıbrıslılar,

K e s o s K a l e s i , 375. K e ş I â t, 619.

Kıptî,

396,

491.

46.

K e y e j y e, Bk. Keyeşye, 631, 632.

K ı r k ş e h i t k i l i s e s i , 150, 354. K l a u d i a , Bk. C la un ia , 536, 591.

K e y e ş y e , Bk. Keyejye, 631. K e v k a b K a l e s i , 449.

K 1 a v d i a,

440.

K o d a y e.

Bk. Kwarao, 129.

K h a 1 a t, 274. Khartabist, K h ı t a, 282. K h i ş s m, 213. Khişsum,

K o m a n y a, 418. K o n y a , Bk. K u n ya, 331, 335, 345, 350, 392, 454, 463, 474, 486, 549, 550, 559, 562, 573, 582.

12.

2 1 8 ,2 1 9 ,3 3 1 .

Konya

K h o k e k i l i s e s i , 21Î. Khujabnuyaksin,

Bk.

Hüj-

b anutaksin, 530. K i b a l a , Bk. K ibalo ıı, 138. K i balon,

Bk. K ibalo , 138.

Kilikya, 14-19, 74, 95, 108, 110, 131, 136, 138, 151, 154, 179, 185, 246,

188, 214, 255, 259,

222. 229, 233, 261, 262, 363,

264,

324, 330,

331, 343

353,

360,

363,

370, 374, 375,

377, 405,

385, 420,

391, 392, 426, 439,

351,

397, 400, 440, 447,

454, 498, 510, 511, 521, 522, 542. 545, 5^6, 586, 589, 590, 594, 595, 640. Kilikya

596,

155,

608,

K ıp ça k,

523.

Kirman,

326,

K i r y a k u s,

157,

167,

201,

425,

430,

434,

K u n i k a, 319. Kunya,

Bk. Konya, 549.

K u r n e h r i , 232. K u r a , 216. K u r a d i, 475. Kureyş kabilesi, K u r e y ş î l e r , 220.

208, 220.

K u r d a n y a , 221,

K u s , 416, 550.

Kusyana

365, 402.

k i l i s e s i , 410,

81, 153, 169. 547.

K

510.

b

ş ’ 1 u 1 a r, 75, 81, 90.

Kıral

Balut

Kremastos,

Manastırı,

589.

99.

K r i k u s, 594.

246.

K i ş ti n i, Bk. Ce S unia, 205, 342, 353, 354, 374, 386, 388. K 1 b r 1 S, 75, 116, 126, 180, 181, 187, 188, 328, 396, 454, 469, 486, 512,

K u m , 232. K u m u n a , 361,

K u ş . Bk. H abeşistan — N ubya, 74,

K ı ş a m , 370.

488,

181.

K u r i t h i m, 163. K u r o s , Bk, Sru, 188, 213.

153.

K i ş h u m,

Kos,

K o r l a , Bk-. K a fu , 112. K ö n i g s b e r g , 33. K u f a, Bk. A k u lâ, 176, 179. K ü f e , 186, 190, 245, 268, 362.

K u say r kalesi,

K ip a kalesi, 484, 550.

K i s r a,

602-604,

E r m e n i l e r i, 410.

K in n e s r i n , 213, 215.

k a l e s i , 454.

K o n y a 1 ı 1 a r, 486.

595,

627.

Krith,

279.

K u b a k i b , 9 n J. K u d i d a , 580. Kudida 621.

oğulları,

Bk. K u did at,


716

A B U 'L - F A R A C

K u d id a t oğulları,

Bk. K u d id a

621. K u d ş a n i s, 62. Kudüs 12, 21, 78, 87, 88, 90, 92, 93, 91, 95, 96, 97, 98, 100, 102.

TARİH Î

L a k h a h,

21.

L a m i s, 147. L a o d i c e a , 235. L a o d i k e a, 484, Lapathus, L a ş i ş , 449.

181.

104, 115,

105, 117,

106, 110, 113, 119, 123, 124,

114, 126,

128,

131,

168,

178, 229,

242,

L a t a k y a,

267,

279,

280,

291,

294,

333,

L â t i n 1 e r, 73, 85, 94.

340, 341,

358,

360,

363,

365,

L a v ı , 87.

377,

388, 397,

407,

423,

L â z i k i y e, 397, 410, 448. 468, 509.

385,

440 n 1. 444, 446, 447, 458,459, 466, 461, 462, 468, 497, 499, 509, 523, 525, 603, 605, 640, Kudüs

k ı r a l l ı ğ ı , 378, 386, 391,

398, 399, 402, 409. Kudüs

E ski

N inova

110.

Bk. L ag za y a la r, 257.

Leontopolis, Leontinea, L e i p z i g,

10, 38, 42.

L i b y a 1 ı 1 a r, 90.

423,

L i p s i a 1 e, Lolon,

Kürt

Longobard,

Kürt kalesi, 400, 439.

563.

Bk. Luivvah, 222.

Londra,

296.

Bk. K a l'a t ü l E krad,

563,

564,

426.

602,

Lugasu

504,

529, 5<9,

570,

580,

581,

595, 601,

608,

614,

619,

621,

632,

633.

630, 63 !,

K ü r t 1 e r k a 1 e s i, 448. K u y u , 466.

37 n 2.

L o o v a n n i i, 37 n 1. L u a z n a y a , 557.

153, 440,

488,

Bk,

164.

7, 9, 21 n 1, 51 n 1, 66.

L o r , 547. Louvain,

K ü r d i s tan, K ardovay a , 60 - 63, 65, 230, 291, 361, 400, 439,

K ü r t 1e r v e

L u ry a lıla r, 73,

39.

K ü r t . 300, 401, 607, 619. Eşraf,

Bk.

L i d y a , 75, 152. L i p o r e 1 1 e r, 185.

K u z i k o s, Bk. Cyzicus, 94.

Kürt kabileleri,

146.

95.

L i b y a , 74, 126, 153, 169. kalesi,

63. Küçük Ermenistan, K ü ş i 1 1 e r, 238, 292.

Lazlar,

235.

L i b r a, 48.

p a t r i ğ i ğ i, 426.

Kuyuncuk,

L a t a k i a,

Lugasik

Luka

nehri, nehri,

Bk.

Lugasu,

Bk. I.ugasik, 426.

k a l e s i , 267.

L u k y a, Bk. Lycia, 75. L u 1 w a h, Bk. L o lo n, 222. L u 1v a

kalesi,

d

Bk. L ulvah, 240.

K w a r a o, Bk. Kodaye, 129.

Lur

K w e n a, Bk. A q u ile ia , 130.

L u r y a l ı l a r , Bk. Leidyahlar, 73. l - u r l u l a r , 614, 616.

L

K ü r t l e r i, 616.

Lutvah kalesi, Lübnan,

Bk. Lulvan, 240.

75, 187.

L a c h i s h, 92.

Lübnan

Lâdikiye, 154. L a g z a y a l a r , Bk Lazlar, 257. L a k a b h i n, 12, 13, 23.

Lübnan dağları, L y c a n i a, 94. Lycia,

d a ğ ı , 340. 185.

Bk. L u ky a , 75, 185.


İNDEKS

M

717 331, 332, 334, 335,

M a a d, 281, 288. M a a d 1 i 1 a r, 288. Maad oğulları,

291.

M a a d d i 1 e r, Bk. G öçebeler,

290,

301, 318, 369,

306 - 410. 313, 315, 319, 329, 330. 332, 361, 422ı 523, 533, 536, 541,

549,

559,

593,

585,

586.

390,

395.

409,

410, 424, 426,

440,

474,

450,

454, 486, 491, 504, 527, 534, 537, 540, 543-545,

530, 548,

557, 563, 564, 565, 609, 615, 628.

573,

Bk. M inazgerd, 274,

490. Mamprokea,

Mabios 131.

136. M a u r e, 134.

Bk.

M e b b u ğ , Bk. 152, 217.

M abhyanos,

M a b bu gh Menbic,

M a g d o n i u s nehri, M a g i s t, 593.

135. 622.

M a h g r a y a l a r , Bk. M üslüm anlar. 223. M a h r u b a n, 279,

259, 260,

166, 236, 256,

261,

300,

320,

418, 436, 438, 489. 491, 541, 575, 578.

459, 544,

465, 472, 563, 572,

M a k a li köyü, M a k d a 1, 428. Makbub

334,

Makra 537.

104, 112, 115.

kalesi,

Bk.

Makruna manastırı, M a k s i n , 429. M a 1 o, 89.

M ar A b h h a i

manastırı,

Masara 557.

manastırı,

M ar B a r b a r a M ar B e n h a m Mar A h r o n M ar

Mardin,

356,

430, 440, 470,

471,

475,

507,

544, 575,

61!,

612,

630.

M a r g a, 557.

273,

312,

313, 317, 324,

564.

354,

Mardinliler,

247,

223.

56, 348,

406.

229,

21.

491.

kilisesi,

mâbedi,

Bk. Meliteııe, 9, 11 — 13, 225.

524.

manastırı,

M a l a h;t a,

198, 192, 203,

kilisesi,

Cassianos 340.

223.

564.

manastırı,

610,

Mardin emirliği, 533, 575,

19, 20, 23, 35, 42, 44, 67, 158,

374

M a r a g a, Bk. M eraga, 491. M a r a g a n e h r i , 296. M ar A h u d e m e h mabedi,

Malatya, 184,

437.

M a r C i a n o p o l i s , 138. M a r d e , 2! 3Ma r D imet manastırı,

d a ğ ı , 7, 54.

Makkabiler,

hânedanı,

M ar Çorc

135.

566.

426, 533.

M a p o s, Bk. M enfis, 80.

M ar A s y a

M a i m a n d a r k a l e s i , 561.

Mopsucrena,

M â n i m e z h e b i , 203. Manisa manastırı,

Manuel

M a g h o g Lânedanı,617, M o ğ o l l a r , 198.

143,

Bk.

Mansur kalesi, M a n s u r a, 550

M a g h 1 a r a, 95.

568,

d a ğ l a r ı , 317.

M alazgerd,

M a b b u g h, Blc. M enbic, 2 3 ,9 6 , 167, 350, 438, 501, 574. nehri,

356, 374,

376, 377, 384,

M alatya

M a a r r a, 340, 354, 420, 438,574.

M a i p e r k a I,

337, 341 —

343, 345, 347, 349 — 352, 357, 359, 361, 366, 367,

362,

410, 489, 507,

612, 613.

M a r G e o r g e k i l i s e s i , 216. M a r H a n a n y a m a n a s t ı r ı , 17, 380, 409.


718

A B U ’L - F A R A C

Markab

kalesi,

606.

Makedonyalılar,

M a r k i a, 448.

M ar M a t t a i Mama

meyhanesi, kilisesi,

64,

135.

M a r M a m a d e h l i z i , 146. M a r a ş , Bk. G erm an ik i, 110, 200, 229, 248, 258,

330,

331,

333,

353, 354, 380, 402, 448, 596.

386,

388,

395,

M a r u,

2 6. Sawma

nastırı,

18,

oğlu 317,

m a ­

380, 387,

410, 510, 547. M ar

Simeon Styliter n a s t ı r ı , 176.

M ar S i m o n

Manastırı,

Martoniya,

ma­ 154.

Bk. T aorm ina, 95.

M a r T a u n a k i l i s e s i , 517. M ar Z in a m a n a s t ı r ı . 494. M a s a r a,

358.

M a s a ra kalesi,

Bk. M akra, 491,

504, 537, 564. Masista,

Bk. M opsuestia, 363.

M a s r a y a t , 465. Mattai manastırı,

514, 616.

M e c û s î I e r,

48,

56,

103,

119,

120, 155. 200, 415.

Bk. Moria, 73, 109, 200.

M e d y a d a ğ l a r ı , Bk, M edai, 488. M a d d a ğ ı , 616. M e d y e, 75. M e d l e r , 68, 73, 77, 101, 102. M e d y e n,

96,

97,

M e l c h i s e d e k , 79. M e l l a h k ö y ü , 63. M e n b i c,

Bk. M ab bu gh ,

152, 574. Menfis,

Bk. Mapos, 80, 275.

45. 47, 369, 491, 576, 593, 602, 619. M e r a g a k a p ı s ı , 375. M e r d a k a l e s i , 167. Meryem

k i l i s e s i , 191, 216, 410,

448. Merv,

Bk. M aru, 46, 179, 325, 475.

M e s h a n i - M e s h a n i t a , 307. M e s o p o t o m i a , 74. M e y a t, 390. Mezopotamya,

Bk. Bet N akrin,

56, 60, 126, 129, 130, 148. M i a n t i s g ö l ü , 165. Mihail manastırı,

592.

M i s i a, 75, 139, 165.

Mizan Mısırlı Mısır

b u r c u , 438. A r a p l a r , 391. ve

Mısırlılar,

59, 74,

82, 89, 93, 96-7, 99,

104,

105,

109, 112,

123,

126,

113,

119,

130, 132, 138, 143, 145, 153, 169, 174, 175, 177-8, 182 3, 189, 233, 241, 261, 272, 274, 279, 282,

84. 285,

283, 305,

285, 286, 278, 306, 308, 309,

105, 110, 139, 255,

314, 350,

319, 355,

Mekke, 172 n 3, 258, 306, 336, 519, 533. Makedonya, 320.

42,

195,203,211, 220,222,224,231,

82.

Medyenliler,

9,

M i t h i a, 95.

75 n 3, 78 n 1.

M e d a i d a ğ l a r ı , Bk. M edya, 488. M e d i o l a n u m, 141, 142. Medya,

M a latya,

M i n a z g e r d , Bk. M alazjjerd, 274, 306, 320, 321, 323, 389, 490.

580.

Mazenderan,

M e d a i n,

M e l a s , 9 n 1. M e 1i t e n e, Bk. 184.

Meraja, Bk. M araga, 3, 4, 19, 20, 24, 26, 27„ 28, 30, 31, 43,

Bk. Merv, 475.

Marurut, Mar Bar

Bk. Y u n a n lı­

lar, 73, 109, 111.

M a r M a t t a i m a n a s t ı r ı , 7, 10, 18-21, 54, 57, 59-63, 66, 601, 620. Mar

TARİHİ

261,

291, 294, 311, 313,

325, 328, 340, 341, 362. 385, 390, 391,


İNDEKS 394.

398,

401,

409, 414,

421, 423, 424, 427, 438, 441. 447, 461,

429, 462,

468,

418, 434, 467,

719

M u s u l , 7, 10. 17, 25, 56, 61, 62, 64, 66, 197, 234, 260 266, 268, 291,

300,

304,

481.

476,

478,

485 , 491,

311, 313, 316,

329,

334, 345 -

497,

499,

509,

523.

527,

52 ,

533,

535,

538,

541, 550.

552,

348, 350, 356 - 362, 3f>6, 372 - 374, 380,

555, 576, 589, 594, 613, 615 640.

578, 579, 584, 586, 596, 598, 608, 610, 616, 618-9, 631, 639,

M ı s r e n, 423. M o a b, 85. M o ğ o l l a r , 7,

4,

10 n

1, 12, 16,

21, 36, 45, 49, 50, 60, 61, 201, 476, 477, 478, 479, 480, 481, 496,

505,

512,

531, 548, 556, 8-9, 569, 580, 582, 596,

513-515, 557,

559,

561,

570, 571, 572, 583, 585, 592,

577, 595,

597, 598-9,

610, 611,

525,

602,

607-8,

613, 614,

615,

617,

621, 622, 624, 626, 631, 636, 638, 639.

627,

628,

Moğolistan,

45, 49, 50, 60, 61,

201, 477, 478, 480, 481, 496, 505, 512, 513, 514, 515, 556, 557, 559, 561, 572, 577, 590. Moğol

Sarayı,

Moğol

s ü l â l e s i , 640.

M o n o t i s 1 1 e r,

Bk. Ta k, 22. 33, 36, 43.

Mopsuerena, 136.

Bk.

394, 399, 401, 411, 417-8, 421, 423, 440, 467,

487,

492 - 495,

427- 4 0, 435470, 474, 485500,

502, 503,

506, 507, 558, 584, 587, 588,

559, 564, 592, 593,

596,

598,

602,

606,

608, 611,

618,

619,

621, 624,

627 - 632,

634, Musul Musul

635.

M u s u 1 1 u 1a r, 345, 420, 427, 502. Musul

saltanatı,

500.

Musul

yerlileri,

381.

M u ş a h, 292. M u ş K a l e s i , 489-90, 629. M ü 11 e k i, 256. M u v a z a r, 507. M ü s l ü m a n l a r , Bk. M ahgrayalar, 11, 31, 56, 196, 204, 276, 288, 305, 505. M yjdonya, M y s i a, 74.

206, 223,

135.

N N a b h o 1 o s, Bk. N ablus, 90. Nablus,

mabedi,

97.

Bk. N abhoios — Şam rin,

90, 119 n2, 444.

M a n a s t ı r ı , 20.

Nabk,

M u h a v e 1, 332. M u h u 1 K a p ı s ı , 17, 20. M u j a n, 562.

N a b u M a b e d i , 7. N a f i a i l e s i , 580. N a m k i n a n k , 531.

M u k a d d e s D a ğ , 491. M u k a d d e s M e z a r , 385.

N a p h t a h , Bk. Je p h th a h , 85. N a s r a n a, 242.

fırkası,

M u r i n, 114.

H aris

579595,

e m i r l i ğ i , 476, 533, 535. K ı r a l l ı ğ ı , 602.

M u g a n, 617, 624.

Munzir 159.

365, 383,

420, 437,

Nabhuzardan

M o r i a , Bk. M edya, 109. M u a z z a r, 525.

364, 382,

308-

388,

M auprokea,

M o p s u e s t i a , 190, 209, 264, 374, 439, 510, 586, 594.

Muallak

279, 281,

oğlu,

163.

Nasranah,

Bk. N asariah, 241.

N a s a r i a h, Bk. N asranah, 241. N a s r a n î, 127, 245.


A B U ’L - F A R A C

720 Nasıra, 36,

N u s a y r î l e r , 241.

119, 444, 485.

N a s t u r i l e r,

5,

41, 43,

TARİHİ

1?, 20,

27,

33,

49, 50, 56, 57, 59,

61, 64, 65, 211, 216, 228, 248, 303, 341,367, 591, 592, 628.

Nusaybin,

75 n 2, 135, 187, 205.

N ü m e y r, 291. Nüm eyir oğulları,

O

N a v m, 480, 481. N e b a d i s l e r , Bk. N u b y a lıla r, 224. Necm

k a l e s i , 438, 473, 474, 475.

Nedamet Neon

dağı,

Amblon,

Bk.

Y eni kapı,

146. N e o p o 1 i s, 152. N e v ş e h i r , 576. Nicaea,

127,

134,

Oğuzlar, Orontes

266.

1 9 5 ,2 2 6 ,3 3 1 ,

566.

397. nehri,

Ortodoks, Osrhoena, 573.

Bk.

Otokrolar,

117.

129,

148. N i l n e h r i, 80, 198, 220, 222, 282,

Ömer

oğulları,

Ömer

oğulları

Bk. Kuyun-

31, 5 4 - 5 ,

61,

20,

23-5,

78, 9 4 - 5 , 102,

186, 411, 484, 503, 504, 536, 562, 574, 579, 581, 584, 595, 608 610, 625. N i p i, 566. N i s i b, 440, 584. N i s i b i s , 75, 134,

362, 411, 429, 439, 484, 492, 493, 502, 507, 508, 558, 609.

138, 150,

R ı ı b b e t t a , 203. 110.

P a i k t e p e s i , 524. P a i k i n, Bk. H a n b a lık , 578. P a k o d h e l e r , 584. Paksim at manastırı, 594, 605. P a 1 m u r a, Bk. 89. P a u p y 1 i a, 74. P a n a k K a l e s i , 381. P a u g u r l a r , 165.

232, 2 9 6 ,3 1 7 , 469, 475,

P a n n o n i a, 129, 138. Papa Horasanı, 606.

k a p ı s ı , 326.

N u b y a, Bk. Kuş, 169, 198. N u b y a k ı r a l ı , 416, 417. Nubyalılar, 225, 416. Nusayriler,

586,

Palmyra-—Tedm ür,

467, 470, 503, 506,

491, 492. N i s i b i ş, 432. Nuba

Padana

Paflagonya,

P a l m i r a b b a r , 131. 135,

151, 156, 159, 166, 230, 256, 260, 268, 291, 300, 334, 348, 357,

Nişapur,

559. y e r i , 381.

P

285, 286, 403, 474, 498, 551, 601. 15— 8, 19,

187,

Ö

N i k o m e d y a , 201. N i k o p o l i s, Bk. Em m ans,

7,

Circesium ,

O t h r a r, 482. O t r a r , 496.

N i c o m e d i a, 134, 331, 421.

cuk,

Bk. A si, 274.

152, 163, 172.

N i k e a, Bk. Niceea, 484.

Nineva ■ — Ninova,

290.

P a p e 1 i o n,

158.

Paskalya,

152.

Bk.

Baba,

P a r s i h, 588.

Bk. N ebadisler, 224,

P a t a r a, Bk. Petra, 93. P a r t i a, 200.

241, 340.

P a r t l a r , 76, 111. 117, 129, 197. P a r z a m a n , 393.


721

İN DEKS P a r z a m a n n e h r i , 603. P e k i n , Bk. H an tıalık, 578. Peloponez,

R a s A y n,

208.

Pergamos,

144,

362, 420,

166,

435,

187, 303,

473,

484,

507,

525.

192.

P e r e p o l i s , Bk. loripos, 109.

R a ’s J u m 1 i n, 475. R e h o b o t h , Bk, R ahb uth,

P e t r a, Bk. P ata ra , 93.

R e 's i A y n, Bk. Riş-Ayne-Ras A yn,

P h a r a o h i t e l e r , 639. P h a r o s , Bk. Paro, 111. P h r y g i a, 75. P i l a s, 110.

78. R e v a n d i z k a l e s i . 491. R e v o k i b a h ç e l e r i , 103. R e y, 232, 241, 293, 296, 316, 472.

P i s i d i a, 74, 74.

R i g i n,

P i s o s n e h r i , Bk. Kepisos, 126. P i ş a b u r, 628.

Rihan

P i z a n a y a l a r , 567. Pontus, 94, 95, 131, 195, 363. P on tu s denizi, P u n t u s, 484.

165, 169, 375.

P o n t u s d e n i z i , Bk. S af 497, 577, 631, Pontos 567.

331,

denizi

denizi,

Pontus Rumları,

rı,

497, 509.

75, 87,

90.

94,

96,

105,

134-143 144, 146,

148, 149, 151-155, 156-159, 161167, 169-171, 173-179,

353,

388,

425,

m a n a s tı­

605.

R a h b u t h, Bk. R ehoboth, 78. K a k k a, Bk. K alonikus, n l, 534. Rahbat,

Papası,

68,

R a p e k a h , 201, 209, 214, 217. R a b s a k k a l e s i , 206. 112,

201,

348, 349, 360, 397, 606.

R a s a n, 78.

112, 151, 181, 192, 484.

R a k k a, Bk. Calenicus, 23. Ro m aita kalesi, 573, 576.

181-183,

185, 187, 188, 190-196, 198-202, 201-209. 212.213, 216, 218,221-

Hormiza 66,

78.

A d a s ı , 93.

111-119, 132,

434. Rabban

Rodos

148.

R 342,

R i ş A y n a, 213. R i ş - A y n e, Bk. Ras A y n , R i ş h K i p a , 213.

R o m a v e R o m a l ı l a r , A y rıc a bk. B izanslılar, 9, 17, 38-9, 43, 54,

P r o s i d i a, 390. P u r u m o n n e h r i , 204.

R a b a n , 331,

m anas­

t ı r ı , 57.

R o m a n , 600. R o m e, 33.

P r a t h n e h r i , ü k . F ıra t, 158. kilisesi,

467.

R i n o k a r a, 73. R i s h a ’ lı A b r a h a m

Roma

389.

P o n t u s s a h i l i , 385. P o t t e 1 e r, 292. P r a c t o r i u m , 142. Procopius

155. çayırı,

Rodos,

adaları,

78.

231, 233, 235, 236, 239, 240, 244, 246-248,

250,

255,

255,

256,

258-264,

266 - 268,

270,

271,

273-277, 280, 287-291, 294-298, 301, 303-306,316, 319-323, 327331, 339, 346, 353, 361. Rufin Rum,

oğulları,

342.

27, 43.

R u m a, Bk. R o m a, 17. Rum d i y a r ı , 467, 486, 487, 501, 523, 528, 547,

555,

534,

535,

537,

543,

562, 563, 568, 570,

Abu'l - Farac Tarihi 46


722

A B U ’L - F A R A C FARİHİ 573,

586,

587, 590, 591,

595, S a m a r i 1 a r, Bk. S h a m ra lıla r, 109.

597-600, 604, 605, 610, 616. R u m k r a l ı , 418, 483.

Samaritliler, 174, 175.

Rum Rum

k a l e , 603, 604. k i l i s e s i , 24, 410.

Rum

P a t r i ğ i , 446.

S a m a r y a, Bk. Şam rin, 115, 474. Sameritenlilcr, Bk. Samrayehler, 94. S a m h a, 23.

R u m l a r , Bk. Bizatıslı G rekler, 85, 126, 356, 357, 361, 386, 422, 458, 463, 466, 505, 567, Rum

483,

533, 536, 574, 591,

484,

488,

541, 545, 559, 594.

s a l t a n a t ı ,

573.

S a m i r i i e r, S o oı s a t a,

129,

148,

152,

69 n 3. 331.

S a m s o n, 206. Samosata, Bk. 200, 212, 213,

A rşm işat, 219, 225,

188, 250,

Rus, 532. R u s I a r, Bk. İslavla r, 301, 531-2. R u s a f a y a , 166.

259, 353, 354, 388, 459, 518. Sa m u s a t a , Bk. A rşm işat, 384, 473, 501, 534, 537.

R u s a f e,

196,

S a m u s,

R ü s t e m,

447.

197.

475.

S a m, Bk. Tannis, 319. S a n g a r, 400.

S

S a n g i s,

317.

Satısanaya Saba,

Bk. Şebha, 109.

S a b a b a r o k , 320. S a b h a,

232.

Sabiiler, S a f ad

245 n 1.

k a l e s i , 619.

S a f e d, 449. S a f i n e h r i , 45. Sagaris

nehri,

Saray

204.

Sargisia manastırı, S ar had, 471-473. Sarhad

kalesi,

Sasan

Bk.

Sahapgay, Bk. Seber, 475. S a l i a , 165. Salik, Bk. Selencia, 78. S a 1 i n o s, S a 1 a m o n i,

94, 95. Bk. S alan im a, 126.

S a l a n ı m a , Bk. S alom oni, 126. Samain g ö l ü , 487. Ş a m a r a , 236, 237, 265. S a m a r i a. Bk. Ş am rin, 89, 92, 113, 119, 434, 525.

129,

134,

130, 177.

A n ta ly a ,

488, 534,

549. S a t i k,

171.

75.

oğulları,

S a t a 1 y a,

Satraplar,

S a k u t h a,

468.

S a r m a t y a l ı l a r , 139.

Sakız,

552.

317.

S a r i f e y n, 373.

S a i d â b a d, 335. Sakalı, 94. 75.

312.

543.

Sarmaeyaliiar,

S a h r a , Bk. Y a k b u ’un Bet’ele d ik ­ tiğ i kaya, 340. S a i d , 416.

S a k s i n 1 e r,

dağı,

kapısı,

Sawma

B k . Selencin, 75. 635

oğlu dağ,

Savvma o ğ l n 540, 591.

386.

Manastırı,

357,

S a y a - a d - d ı d , 316. S a y d a , Bk. Sidon, 91, 444, 509. Sazlar Scele

d e n i z i , 428, Çölü,

285.

S e b a s t i a , 90, 119, 158, 263, 274, 301, 341, 342, 345, 376, 377, 410, 414, 559, 573,

418, 610.

450,

542, 548,


İNDEKS S e b e r, Bk. S alap gay, 476. S e b i r i n a, 619. S e i r, Bk. Şânıir, 92.

723

S i i r d, 634. S i k i l i a , Bk. Sicilya, 94, 95. S i l o w k y a k a l e s i , 240, 512.

S e k u n t a r o n , Bk. Sunkraton, 395.

S I ow k i a nehri,

231.

Selaheddin

Silentiariiler,

148.

Selanik,

hanedanı,

140, 141, 181,

Selçuklular,

466.

566.

Selçuk

o ğ u l­

l a n , 292, 328, 394, 467, 617. S e i u c i a, 18.

S i m a I o s, 204. S i m a n d u, 263. S i m n a d 11, 320, 321, 366, 376, 406. Sincar,

Bk.

365,

429,

S e 1 e u c i a , 22, 75, 78, 110, 137. S e l e u c i n , Bk. S atik, 75. S e 1e n i y y e, 507. Selemye

kalesi,

438.

S e m e r k a n d, 303, 308, 325, 512, 513, 588. S e m n s n, 293.

Shighar, 430,

432,

485, 492, 493, 506, 536, 573, 611, 628. Sincar

dağı,

Sincar

oğulları,

S i n o b, 497. S i o n , Bk. Zion, 87, 340.

S e n a r, Bk. Sennaar, 238, 279, 291, S e n ’ a r, Bk. Ş inar, 74, 75, 163-

S i r a n i k a,

Sennaar,

Sirdaptan,

S e r h a s, 296. S e r m i o n, Bk. Serm yon, 131, 132, 136. S e r nşr, 205, 213, 215, 218, 256, 290, 318, 406, 473, 475, 525, nehri,

Sirikha

126. 22.

manastırı,

217.

Sis,

14,

15. 16, 19, 262, 510, 586,

594, 640. S i v a n i, Bk. Syine, 198.

S e r v a n d, 512, 589.

S ır

S e r v a n d k a y a s ı , 586. S e z a r i a , Bk. Kayseriye, 119.

S k i t y a, 139.

S e v e r u s h a n e d a n ı , 175, S e y h u n, Bk. Zion, 87. S h a b a r a k, 291, 374. 534, 537.

606.

h a z i n e si, 387.

S 1 a v I a r, Bk. A ıılabhe, 158, 165,

S h a m r a l ı l a r , Bk. S am ariler, 109, S h a m r i n,

Süf

Sam aria,

89, 90,

103. S hi

ct h

denizi,

75,

155,

188, 243, 244, 531.

S o m o s, 87. S r u, Bk. Kuros, 212. Sufnaya dağları,

Bk.

389-

S i ri n, 275.

S i f u r y a, 441. S ı h y u n kalesi,

573. Serug

508,

308.

S i r a k u z, 112.

316, 332, 368. 527. 570, 608.

507,

308.

S e n a h r i p l i l e r , 274.

Bk. Senar, 238.

300, 357, 470, 474,

Bk.

529.

P e n to i

denizi,

631.

a r, Bk. Sincar,

300.

S i b i r y a , Bk. S alapgay, 476. S i c i l y a , Bk. S ik ilia , 76, 94, 95, 112,

S î ğ r a n e h r i , 217. S ı n ı k r a t o n , Bk.

Sekııntaron ,

395.

115, 128, 182, 325, 385, 448. S t a g i r a, 106. 486. S u r , 89. 81, 99, 103, 276, 350, 360, 443, 444. 446, 447, 450, 460, S i d o n, Bk. S ayda, 91, 270. 461, 473, 474, 486, 578, 596. S i g i s t a n , 177, 179. S u r i y e l i l e r , 204. S i h y un , Bk. Sion, 340, 449. Sicilya

adaları,


A B U ’L- F A R A C

724

SuriyeveSuriyeliler, 25,

31,

74,

13-16,

92, 110- 116,

Şam,

13, 14, 93, 103, 168, 176, 186, 189, 191, 195, 197, 198,

119,

187,

264, 269, 274, 285, 327, 333, 334, 351, 352, 362, 263, 389, 390, 393, 398, 414, 416, 417, 418, 420, 423, 424, 427,

131.

132,

142, 162,

»63,

168,

177, 194,

178, 195,

182, 196,

188. 235.

192, 238,

291,

267, 269, 272,

272,

274,

278,

291,

295, 297,

303,

306,

308,

309,

186, 201,

TARİHİ

232,

318,

327,

332, 333,

334, 339, 340, 348, 349, 351,

343, 353,

344, 346, 362, 374,

434,

438,

463.

382, 383,

390,

397,

398, 409,

4 1 i, 418, 420, 474, 487, 493,

440, 501,

447, 466, 508, 519,

473, 509,

467, 468, 474, 475, 521, 523,

527,

529,

536,

538,

546,

559,

570,

572, 571,

586, 588, 591, 594, 600 - 607, 609, 611,

532, 533,

558,

570,

572,

578 -581,

606, 640.

608,

595, 613,

598, 615,

616, 619, 627, 628, 632. S u r m a r ı, 532.

Şam

276,

343, 383, 385, 401, 402, 419. 335,

429,

433,

450, 452, 462, 469, 471, 472, 497,

499,

501,

524, 525, 527,

535, 538, 552, 574, 578, 600, 611, 613, 618

555, 605, 619,

e ş r a f i , 418.

Şamlılar,

343, 389, 391, 393, 425,

471.

S u s , 446, 447. S u v a y a d h a n e d a n ı , 580. S ü l e y m a n ’ ı n k a y a s ı . 605. Süleym an mabedi, 103, 178,

Şam

tacirleri,

464.

Ş â m i r, Bk. Seir, 90. 92. Şamrayeliler,

Bk. Sameritenli-

ler, 94.

340. S ü r m a n r a y , 238, 538.

Ş a m i r i n, Bk. Sam aria, 92, 93, 94,

S ü m e r , 59.

115,

S ü r y a n i 1 e r, 5, 10, 11, 26, 35, 38, 40, 42-44, 45, 65 n l , 68, 69

525.

n 3, 73, 75, 82, 94, 128, 131, 440, 446.

110, 121,

Şarkî

434,

444, 474,

523,

d a ğ ı , 90. Hind

Kumpanyası,

Ş a v b a k, 440. Ş a v b a k ç ö l ü , 574.

S y i n e, Bk. S ivani, 198. S y r a c u s e , 95, 182.

Ş e. b a, 74. Ş e b h a , Bk. Saba, 109, 232.

Ş

Ş e m, 73.

Ş a b a k t a n , 3 5 1 , 362, 365, 475, 507. Ş a h a r z ıı r, 232, 346, 405. Ş a h a r z u r d a ğ ı , 313. kalesi,

Şamrin

119,

63.

S y i n e , Bk. Asvan, 198.

Şah dair 560.

449,

275,

Bk.

Ş ah diz,

Ş e m a m e, 583. Ş e m s a n i y e , 347 n 1. Ş e y z e r, 374, 410. Ş i h a b I s 1a oğulları, Ş iî A r a p l a r ,

535.

269.

Ş i g a r, 310, 360, 388, 389, 405, 411.

Ş a h d i z k a l e s i . Bk. Ş ah dair, 560. Ş a h r a z u r , 504, 530.

Ş i m a l i H i n d i s t a n , 74. S i n a r, Bk. Sem 'ar, 74, 75.

Şah O sm an Ş a i z a r, 340.

Ş i r a M a n a s t ı r ı , 374. Ş î r a z, 279, 325, 326, 350, 516, 603.

oğulları,

523.


725

İNDEKS

259, 260, 261, 262, 264, 265, 270, 329, 331, 343, 351, 374, 397, 400, 401. 454, 510, 522,

*c/î «</î mÇ/5

</i

Ş i r k u h k a l e s i , Bk. A rslan d a ğı kalesi, 560. i r v a n, 547. umuşki

k a l e s i . 400.

545,

u r u b a k s, 449.

Tarsus

u ş k a l e s i , 494.

Tarsus kapısı,

Taberiye.

500, 529, 200, 232. 385,

440,

Tabiin,

443,

561,

506, 512-519, 527, 532, 536, 538, 539, 547,

565,

549,

568,-572.

469.

612, 618. T ay

371, 373, 394, 405,

Tagritliler,

yayalar,

Bk. A ra p la r, 159.

T e b, Bk. Thebaid, 126, 385. T e b i t, 303. 571,

572, 588. T a g r i t H ı r i s t i y a n l a r ! , 571, T a g r i t a n y a k i l i s e s i , 620. 571.

Tebriz,

19,

20,

22 - 2 4, 28. 45,

298, 335, 591. 611, 638. T e d n ü r, Bk. P alm yra, 89. T e k r i t. Bk. Tegrit, 232. T e l A f a r k a l e s i , 310, 313,484, 485, 506, 507, 508.

T a g, Bk. M oğol sarayı. 22.

T e l A g 1 e, 523, 524.

T a i m a a, 469.

T e l A r s a n y a s , 380.

T a l H a m d ıı n , 5 l î . kalesi,

T e l B e ş m e k a l e s i , 380. T e l B a s m i, 440. T e 1 B e ş i r, 349, 351, 387, 388, 501,

632.

T a n i s n e h r i , Bk. D ona, 165. T a n k u r t l a r , 522.

550 575.,

T a n n i s, 285 , 319, 350. T a n u k l a r , 204, 115.

T e l H a m d u n , 392. T e l i T a v r a , 317.

T a o r n i n a, Bk. M artoniya, 95.

T e 1 I â, 178, 213, 608.

T a p h s a h,

T a r e s k y a n e , 213,

T e l i a A r s e n i u s , 400. T e 1 1 a d i E g I a, 453.

Tark,

T e l Ş i h K a l e s i , 380.

92.

Bk. Türk, 146, 151, 155.

T a r k a , 288. T a r k e 1e r, 190, 235. Tarki,

l-k. Türkiye.

Tibris 75, 140, 142,

144,146, 151, 158, 170, 204, 207, 255.

226,

n e h r i , Bk. D unbis,

T i f l i s . 232, 401 n 2. T h e b a i d, Bk. Teb, 126. T h e b a i s, 74.

131,

138,

154, 222,

T h e r m o k y l a i , 112. T h i n K a r , 388. T i l a k a l e s i , 618.

231, 241,

246,

248,

Tirahaye

T a r k i s, 139. Tarsus,

95.

560,

574-576,

T a y , 159, 163.

T a g r i t, 20, 36, 248, 273, 279, 309,

Tangozlu

557,

578-583, 586-588, 592, 598601, 603, 604, 606-608, 611,

g ö l ü , 352, 441.

T a b r i D, 444, 469. T a b ı ı r d a ğ ı , 576. T a g h r i t h, Bk. T agrit, 36. T a g 1 i b i 1 e r, 533. 365,

505, 530,

541-545, 441,

444, 452. Taberiye

362.

T a ş k a 1 e, 167. T a t a r I a r, 1, 11 14-16, 476-478, 496,

T T a b, 397. Taberistan,

586, 590, 594. c a m i i , 365.

258,

kabilesi,

488.

133.


726

A B U ’L - F A R A C

425,

T i t a 1 i a, Bk. İtalia, 141.

T r a b I u s, 12- 14, 340,

397,

400,

154, 350,

261, 352,

266, 352,

442, 443, 461, 474,

491, 578, 590, 627. Trablus

426,

434,

kontluğu,

401, 421,

440, 441. Trabluslular,

243.

Türk kölemenler, 247. Türkmenler,

Bk. Tarki, 75, 110.

T r a p i z o n t a , Bk. Tralızon, 94. T r i p o g r i n, Bk. Ü ç kule, 150. T r o a s, 154. T u a n a, Bk. A d ana, 190. 209. 223. T u a n i, 222. T u b i I, 292.

238,

Bk. O ğ u zla r, 313, 387, 426,

439,

440,

447,

448,

450,

454,

474,

486, 539,

540,

563,

564,

565, 619.

595,

600,

602,

608,

596,

U U ç, Bk. J u g , 486. U ç l u l a r , Bk. Ju g lu la r, 486. U j a y r, 222. U ğ u z 1 a r,

Bk.

Türkm enler,

296, 297, 298, 306, 307, 308,

300, 309,

295,

301, 303, 310, 313,

Bk. M abios, 131.

Mesanta,

Bk.

N e h r i , 426.

U k a m t a, 245.

T u r A b d i n, 168, 221, 619. Tura

237,

339, 351,

Ukama

T u h m a h s u , 9 a 1. T u r n a k a l e s i , 380. nehri,

519,

314, 315.

T u f a n , 73.

Tuna

488,

327, 330,

T r a b z o n , Bk. T rapizonta, 94, 356, 528. Trakya,

466,

552, 555, 591. 597. T ü r k l e r k a p ı s ı , 165.

T 11 u s, 124. T o s s, 351 n 1. 275,

TARİ Hİ

Ukavl oğulları, U k h i t a, Unaya,

K avsatağ,

406.

Bk. H unaya,

142.

U r, 59 n 1, 78-

542. T u r a n , 292.

U r d ıı b a 1 ı k, 531. U r f a, Bk. Edessa, 23, 26 n 1, 75 n l,

T u r a n d a . 190, 402. T u s, 210, 296.

120 n 2, 523. U r h a i. Bk. Edessa, 71, 110, 120. U r h a y, Bk. Ede3sa, 75.

T u v a n a, 240. Türkistan, Türkiye,

46.

U r n i, 62.

Bk. Tarki, 140, 142, 144,

146. 151. T ü r k l e r , 19 n 1. 21, 75, 103, 146, 151, 155, 157, 177, 179, 193, 195, 232, 235, 237, 238, 261, 269, 308,

273. 289, 295, 597, 312, 313, 315, 316,

321, 329, 331, 340,

333,

U r u m y a, 295. Uygurlar, Uygur

Ü

306, 319,

334, 339,

T ü r k i e r i,

21, 476, 478. 480, 495, 496 n 1, 546, 598, 616.

Ü ç kule,

Bk. Triposrrin, 150.

342, 344, 346, 349, 351-2,

354, 358, 363, 265, 370, 371, 375, 379, 383, 388, 390, 392, 394, 295, 397, 398, 399, 400, 403, 405, 406, 409, 421, 423,

V Vadhaki V a n , 490.

ailesi,

580.


727

İN DEK S V a n g ö l ü , 62. V a n l ı l a r , 528.

Yesrib,

200,

172, 176,

182,

V a s i t. 197, 314, 395.

Yeşil

kilise,

571.

V a s t a v, 628.

Yeşil

konak,

497.

Vatikan,

Yıldız

38, 41.

V e n e d i k l i l e r , 567. V enedik Frankları,

k a l e s i , 384.

Y o n a t h, 87. Yonathabh

360.

Yotopata,

V i e n n e, Bk. Bhim an, 12.

186— 188,

208.

oğulları,

114.

Bk. İoto pata, 123.

Yunan, Y unanlılar ve Y u ­ nanistan, Bk. İyonya vfc

W

Bizans, 2, 4, 5 .6 , 9, 16, 27, 33. 35, 44, 48, 51, 56, 68,

W i n n a, 121.

76,

Y Yalıhusayeler,

104,

Bk. Je b u s it’ler,

71,

111,

73, 113,

167, 170, 177, 178, 180-188, 190-192, 194-196, 199-201, 204,

Y a h u d a, 95-98, 120, 123, 126.

205, 247,

Yahudiler,

235, 236, 248, 254,

239-241, 243, 255, 259-261,

10, 42, 43-4, 50, 97,

263, 264,

266,

269,

274,

276,

99, 104, 106, 110, 111, 112, 114,

282, 287,

288,

291,

292,

297,

116,

117,

118,

119,

120,

121,

122,

123,

125,

126,

127,

129,

298 , 301, 303, 304, 306, 312, 316-319, 326, 327, 329-332, 335,

137, 148, 152, 172, 194, 195, 220, 232, 272, 280, 301, 415, 464, 532, 533, 593, 621, 630,

363, 365, 366, 370, 374-378, 483-386, 388, 398, 399, 391, 392,

635,

636, 637, 638.

393,

395-400,

m a h a l l e s i , 620.

406,

409, 410,

Yahudi

Yahudiye,

58, 61. Y a k u b k a l e s i , 424. Yakubî

60,

63,

66,

450, 454,

Neon

K a y s e r i , 418, 422.

403,

405,

417, 420,

457,

462,

465,

474,

476, 478, 483, 487, 497, 504, 522, 528, 529, 532-536, 538,539, 541, 544, 545, 549, 550, 555, 559, 560, 563, 564, 568. 571-573, 599, 602, 605 610, 615, 617, 619, 621, 624, 628, 629, 635, 640, Yürükler,

Yarnuk n e h r i , 176. Y e m e n l i l e r , 205. Bk.

413,

641.

Y a k u b ’ un B e t ’ ele diktiği k a y a , Bk. Sahra, 340.

kapı, 146.

402,

576, 579, 583-591, 593-596, 598,

k i l i s e s i . 36.

Y a k u b î l e r . 4, 13, 15 n 1, 17, 20, 27,33, 4% 54, 57, 59, 176, 211, 516.

336, 339, 341-345, 350*352, 354-

421, 423-425, 428-430, 437, 438,

89, 92, 93.

Yahudiye oğulları, 90. Y e h u z a, 89. Y a k u b î , 5, 30, 41, 42, 43, 47, 56,

Yeni

110,

116. 119, 120, 122, 124, 128, 129, 131, 132, 133, 134, 161,

73. Y a f a , 444.

Yeni

109,

472.

Z A m b lo n,

Z ab Nehri, 581. Zabar

Bk. Z abha, 198, 437,

d a ğ ı , 353.


728

AB U L - F A R A C T a RÎHİ

Zabhanehri,

Bk. Zab, 198, 503.

Z a i d k a I e s i, 351, 352, 357, 357, 377, 381, 386, 387, 289, 392, 400, 410, 424, 534, 537, 615, 633. Zangabad,

387,

548,

563,

530,

533,

564, 608,

Zebha

Z o a n, Bk. S an, 319. Z o b a t r a,

208, 376.

Z u b a t r a , Bk. Z ob atra, 221, 225. Bk. A n k a b a d , 538.

Z a n g i h â n e d a n ı , 435. Z a v 2 a n, 439. Zavzanya

Z e b u 1 o n, 85. Z i o n , Bk. Seyhun, 87. Z i 2 a n a, 370.

k a l e s i , . 500, 508.

nehri,

507.

Zubatra

nehri,

Zn k arin

m a n a s t ı r ı , 54.

223.

Z u t i a r , 223. Zut korsanları, Z u z e , 340.

223.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.