Salih Ekinci- Nebevi Ahlak

Page 1

1

GĐRĐŞ ĐSLAM AKĐDESĐNĐN ESASLARI Allah vardır. Ortağı, benzeri ve O’na rakip olacak hiçbir şey yoktur. Her şey kendisine muhtaçtır. O hiçbir şeye muhtaç değildir. Kadimdir, yani her şeyden öncedir. Ezelidir yani ondan önce hiç bir şey yoktu. Varlığı daimidir. Cisim olmadığı gibi, O’nda cisimlerin “yaratılmış olma” ve “parçalara bölünebilme” özellikleri de söz konusu değildir. Cevher olmadığı gibi hiçbir cevher ve araz O’na hulul etmez. Hiçbir varlığa benzemez, hiçbir varlık da O’na benzemez. Misli gibi hiçbir şey yoktur. Hulul ve dokunma olmaksızın kendisine layık bir şekilde ve Kur’an’da geçtiği gibi Arş üzerine istiva etmiştir. Arş, O’nu taşımamaktadır bilakis O, kudretiyle Arş’ı ve Arş’ı taşıyanları taşımaktadır. Tüm varlıklar O’nun hükümranlığı altındadır. O bir şeye hulul etmediği gibi hiçbir şey de O’na hulul etmez. Değişme ve bir halden diğerine geçmekten münezzehtir. Kıyamet gününde mü’minler O’nu cennette göreceklerdir. Hiçbir güç O’nu aciz bırakmaz. Sonsuz kudret sahibidir. O’nu ne uyuklama tutar ne de uyku. Bütün varlıkların ilmi O’nun indindedir. Küçük büyük hiçbir şey O’nun ilmi dışında değildir. Ezelden ilim sıfatına sahip olup, insanda meydana gelecek bütün hareket ve gizlilikleri bilir. Her şey iradesiyle meydana gelir. Onları tanzim eden O’dur. Ne kadar gizli olsa da her şeyi görür ve işitir. “Ey Muhammed! Müşriklerden biri sana sığınırsa Allah’ın kelamını işitip dinleyinceye kadar O’nu himaye et!” (Tevbe, 6) âyetinin de işaret ettiği gibi Allah, kadim kelamıyla tekellüm eder ve (Peygamberler ve melekler tarafından) kelamı duyulur. Allah herhangi bir zorlama ve mecburiyet olmaksızın kerem ve ihsanıyla kullarını yaptıkları taat ve ibadetlerden dolayı mükafatlandırır. Hiçbir şey yapmak O’na vacib değildir, zulüm yapması düşünülemez. Hz.Peygamberi tüm insanlık için göndermiştir. Kalmasına müsaade ettiği hükümler dışında onun şer’i ile önceki şeriatlar yürürlükten kaldırılmıştır. Onu tüm peygamberlerden üstün kılmıştır. Müslüman’a onun emirlerine sarılması dinî bir vecibedir. Keza ölümden sonra hasıl olacağını haber verdiği münker ve nekir adındaki meleklerin sualleri, kabir azabı, mizan, hesap verme, sırat, havz-ı kevser ve şefaat gibi konulara iman etmek de vaciptir. Fazilet cihetiyle önce Hz. Ebubekir, sonra Hz. Ömer, sonra Hz. Osman ve sonra da Hz. Ali gelmektedir. Tüm sahabiler konusunda iyi zanda bulunmak, onları hayırla yad etmek Ehli Sünnet’in itikad prensiplerindendir.


2

ĐTĐKAD VE ĐRŞADDA ÖNCELĐKLĐ KONULAR Yukarıda izah ettiğimiz itikadî konuları çocuklarımıza öncellikle ezberletmemiz gerekmektedir. Çocuk büyüyünce onları fehm eder ve o şekilde onlara inanır. Daha sonra yakîn derecesinde onları doğrular. Bir tohumun su ve havayla yetişmesi gibi çocuğun da inancı Kur’an âyetleriyle pekişir. Çocuğu boş ve yararsız cebelleşmeden uzak tutmak gerekir. Zira, bu biçimde yapılan cebelleşmeler henüz inanç yönünden yetişmemiş çocuklar üzerinde yarardan çok zarar getirir. Çocuk, muamele konusunda delilde detaya inmeden dünya için uğraşıverse ahirette sorumlu olmaz. Çünkü Hz. Peygamber bedevîlerden detaylı bir biçimde delil istemeden onların iman etmelerini makbul görürdü. “Bizim uğrumuzda mücahede edenleri elbette yollarımıza iletiriz.” (Ankebut,69) âyeti gereğince çocuk ahirete yönelip, bu konuda mücahede ve gayret gösterirse kendisine hidayet yolu açılır ve Allahu Teala kalbine nur ilka eder. Araştırmacılar bile bid’at ehlinin söylemlerini dinlerlerse kalplerinde şüpheler hasıl olur, bu nedenle onlardan uzak durmak gerekir. AKĐDEYĐ PEKĐŞTĐREN BĐRTAKIM DELĐLLER Yaratıkların ne şekilde tanzim ve tertip edildiğini düşünen birisi onları bu hale getiren bir yaratıcının varlığını fark eder. Çünkü her hareket, mutlaka bir hareket ettiren tarafından meydana gelmektedir. Kainat da yaratılmış olup hareket halindedir. O halde onu da yaratan biri vardır. Allah önceden yaratılmış bir varlık olsaydı O’nu da yaratan biri gerekecekti ki Allah bundan münezzehtir ve kadimdir yani her şeyden öncedir. Allah’ın yok olması da muhaldır. Zira yokluğu meydana getirecek bir güç gerekmektedir. Allahu Teala kadim olduğu için O’nun sonradan yok olması da muhaldir. Allah cevher de değildir. Zira her cevherin içinde yer aldığı veya hareket ettiği bir alan bulunmaktadır. “Hareket” ve “sabit olma” sonradan meydana gelen hadiselerdir ve yaratılmışlardır. Her yaratılan bir yaratıcıya muhtaçtır. Bu nedenle Allahu Teala’nın cevher olması söz konusu olamaz. Allahu Teala cisim de değildir. Zira cisimler bazı parçalardan meydana gelmiştir. Allahu Teala cevher olmadığı gibi cisim de değildir. Allah araz değildir. Çünkü araz cisme hulul edebilir. Cisimden önce olan bir şey ona nasıl hulul edebilir ki? O halde Allahu Teala hiçbir şeye benzemediği gibi hiçbir şey de O’na benzememektedir. Allahu Teala hayat sahibidir. O’nun sonsuz ilim ve


3 kudret sahibi olduğu ispatlanınca haliyle onun hayat sahibi olduğu da ortaya çıkar. Kur’an, bizlere Allahu Teala’nın sıfatlarını detayla vermiştir. Onlarla yetinmeliyiz. BĐRĐNCĐ BÖLÜM ĐBADETLER NĐYETĐN FAZĐLETĐ Yüce Allah: “Resulum!” Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O’Na yalvaranları kovma!... (En’am, 52) buyurmaktadır. Hz. Ömer (r.a.)’in rivayetine göre Resûllah

(SAV)

şöyle buyurmaktadır:

“Ameller,1 ancak niyet(ler)e göredir. Ve her kişiye ancak niyet ettiği vardır. [Mesela] her kimin hicreti Allah’a ve Resülüne (Onların rızası için) ise onun hicreti Allah’a ve Resülünedir. (hicreti makuldur), her kimin de hicreti elde etmek istediği dünyalık bir meta’ yahut evlenmek istediği bir kadın için ise onun hicreti de hicrete kalkıştığından (hicreti makul değil ve ahirette sevap beklemeğe hakkı yoktur.” (Buhari, Müslim) Ebu Musa (ra)’dan rivayet ettiğine göre: Adamın biri Peygamber (SAV)’e gelip şöyle sordu: -Ey Allah’n ‘Resülü! Bana söyler misin, adamın biri savaş meydanındaki cesaretini göstermek için savaşır, biri akraba ve aşiretini korumak için savaşır, biri de riya için savaşır, bunlardan hangisi Allah yolunda savaşmış olur? Bunun üzerine Peygamber (SAV): “Allah’n dini yücelsin diye savaşandır, Allah yolunda savaşan.” Buyurdu. (Buhari, Müslim) Cabir (ra)’nın rivayetine göre: Resûllah (SAV) [Tebük gazvesi dünüşünde beraberinde bulunan Sahabilerine hitaben] şöyle buyurdu: “Sizler, Medine’de birtakım kimseler bırakmış bulunuyorsunuz, ki geçtiğiniz hiçbir vadi ve yol yoktur ki, onlar da ecirde ortak olmasınlar. Çünkü onları (cihaddan) hastalık alıkoydu.” Buhari, Müslim) AMEL-NĐYET ĐLĐŞKĐSĐ Ameller, üç kısma ayrılır: Birincisi, masiyet (günah)ledir. Günahlar iyi niyet ile günah olmaktan çıkmaz. Mesela, haylır maksadıylya haram bir mal ile bir mescid yapan kimsenin bu niyeti, o

1

AMEL: Dünya ve ahirette ceza veya mükafat konusu olan he türlü iş ve davranışı ifade eder. Dinin yapılmasını emir veya tavsiye ettiği, iyi, doğru, faydalı ve sevap kazanmaya vesile olan işlere salih ameller (a’mal-i saliha, amel-i salih) bazan da hasene (Hasenat)i yapılması yasaklanan veya hoş karşılanmayan kötü, yanlış, zararlı ve günaha yol açanlara ise gayr-ı salih ameller (amel-i sû, seyyie) denir. (TDV Đslam Ansiklopedisi, AMEL md. ÇEV.


4 malı haram olmaktan çıkarmamaktadır. Çünkü, hayrı kötü yolla istemek ayrı bir kötülüktür. Đkincisi, taat (ibadet)ledir. Đbadetlerin hem sahih olması, hem de sevaplarının artması niyete bağlıdır. Onun için ibadete başlarken sadece yüce Allah’a ibadet etmeyi niyet etmeli, başka bir şeyi düşünmemelidir. (Mesela), ibadeti riya niyeti ile yaparsa bu, ibadet olmaktan çıkıp günaha dönüşür. Sevapların artmasına gelince, bu da iyi niyetlerin çok olmasıyla olur. Çünkü kişinin tek bir ibadetle birçok hayırlara niyet etmesi, her niyetine karşılık bir sevap alması mümkündür. Zira her niyet bir hasene (iyili), her hasene ise (en az) on misliyle katlanmakta (Karşılık bulmakta)dır. Mesela, mescitte oturmak bir ibadet olup, bununla bir çok niyette bulunmak mümkündür. Mesela, mescide girmesiyle namaz vaktini beklemeye itikafa girip günahlardan korunmaya, mescide çekilerek Allah Teala’ya zikretmeye, Allah’tan uzaklaştırıp alıkoyan meşgalelerden uzak kalmaya ve benzere şeylere niyet etmesi bunlardan bazılarıdır ki bu, niyetleri çoğaltmanın (bir ibadeti birçok niyetlerle yapmanın) bir örneği olup, diğer ibadetleri de buna kıyas etmelisin. Çünkü, her ibadetin birçok niyetlerle yapılması ihtimal dahilindedir. Üçüncüsü, mübahlardır. Mubahlardan hiçbir şey yoktur ki onları, insanları yüksek derecelere ulaştıran ibadet (kurubat)lere dönüştürecek bir veya birçok niyet ihtimali taşımasın. Bunlardan habersiz olup, mubahların başıboş hayvanların uzandığı gibi (hiçbir niyet gütmeden) uzananların hüsranı nede büyüktür! Kulun, içinden geçenleri ve göz ucu bakışlarını [bile] küçümsememesi gerekir. Çünkü kıyamet gününde, Ona: Niçin yaptı? Maksadı neydi? Diye bütün bunlar sorulacaktır.. Niyetle ibadete dönüşen mûbahların misâli güzel koku sürünmektir. Meselâ , Peygamber (SAV)’n sünnetine uymaya, mescide saygı göstermeye, karşılaştığı kimseleri rahatsız edecek kötü kokuları gidermeye niyet ederek güzel koku sürünen kimse, bu niyeti ile mûbah olan bir şeyi (güzel koku sürünmeyi) ibadete dönüştürmüş olur. Bunun gibi, güzel koku sürünmekle, anlama ve öğrenme kabiliyetlerini artırıp, dininin önemsediği hususları kolayca kavramak için beyninin güçlenmesine niyet etmekle de –zira imam Şafii (rh.a.): “Güzel kokulu olmak aklı artırır,” demektedir.bunu ibadete dönüştürür. Onun için, dün büyüklerinden biri: “Ben her şeyde bir niyetim olsum isterim. Hatta yememde, içmemde, uyku uyumamda ve helâya girmemde bile,”


5 der. Gerçekten bunların hepsini de yüce Allah’a yaklaşmak niyeti (kasdı) ile yapmak [ve böylece ibadete dönüştürüp sevap kazanmak.] mümkündür. Çünkü bedenin [sağlıklı] kalmasına ve kalbin Allah’ın dışındaki her şeyden boşalmasına sebep olan her şey, dinin önemsediklerindendir. Onun için, yemekten ibadet için kuvvetli olmayı, evlenmekten dinini korumayı, ailesini mutlu etmeyi, kendisinden sonra Allah’a ibadet edecek çocuklar edinmeyi isteyen [kasteden] kimse bütün bunlardan dolayı sevap sâhibi olur. O halde davranışlarından ve sözlerinden hiçbir şeyi küçümsememeli, hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çekmeli, yapmak istediklerini yapmadan önce niyetini düzeltmeli ve yapmadıklarını hangi maksat (niyet)la yapmadığına dikkat etmelisin. NĐYETĐN HAKĐKATI/ANLAMI: Niyet, nefis (kalb)in halı hazırda veya gelecekte kendisi için faydalı olduğuna inandığı şeye yönelip meyletmesi [ve onu yama irâdesi]dir. Bazı cahiller, bizim iyi niyet ile ilgili tavsiyelerimizi işitince, yerken: Allah için yemeye, okurken: Allah için okumaya niyet ettim diyerek gerçekten niyet ettiğini sanırlar. Oysa öyle değil. Çünkü niyet, kişinin diliyle niyet ettim demesi değil, bilakis [yukarıda da geçtiği üzere kısaca] kalbin meyletmesidir. Bu ise, kalbin yüce Allah tarafından bir nevi ilhâma açılmasıdır. Çünkü, niyet, kulun ihtiyarı dâhilinde değildir. Bu sebeple bazan, olması kolay olduğu halde, bazan da zordur. Genellikle kalbi dine meyilli olana kolay, dünyaya meyilli olana ise zor olmaktadır. Đnsanların ibadet (taat) konusundaki niyetleri birkaç kısımdır: Onlardan bazısı cehennem korkusundan, bazısı ise cennet ümidiyle amel (ibadet) etmektedir. Ancak, burada bu iki makamdan daha yüksek bir makam daha vardır. O da yüce Allah’a büyüklüğünden dolayı kulluğa müstahak olduğu niyeti ile ibadet etmektedir. Ancak, dünyaya gönül vermiş kimselere böyle bir niyet ile ibadet etmek nasip olmamaktadır. Bu niyet, niyetlerin en şereflisi ve en yücesidir. Ancak böyle bir niyetle ibadet yapmak bir yana, bunu anlayan bile azdır. Bu makama sâhip olan kimse, Allah’a olan sevgisinden dolayı O’nu zikretmekten ve O’nun büyüklüğünü düşünmekten başka bir şeyle meşgul olmamaktadır. Nitekim, Ahmed b. Hudreveyh’in naklettiğine göre: “O, rüyasında izzet sahibi olan Rabbini görür. Yüce Allah ona şöyle der: Bütün insanlar benden cenneti istiyor, ama Ebû Yezid beni istiyor.”


6 Buraya kadar yaptığımız açıklamadan maksat, niyetlerin derece bakımından birbirlerinden farklı olduğunu ve kalbine niyetlerden biri galip gelen kimsenin çoğu kez ondan dönüp başka bir niyetle bulunmasının kolay olmadığını açıklamaktır. [Burada şunu da belirtmek gerekir ki, ameller, niyetlere göre olduğu için kalbi] bir mûbaha yönelerek niyet eden fazilete1 yönelmeyen kimse için mûbahı yapmak, (fazileti yapmaktan) daha iyidir. [Çünkü niyetten dolayı] fazilet mûbaha intikal etmiştir. Örneği, ibadet için kuvvet kazanmak ve bedenini dinlendirmek maksadıyla kalbi, yemeye ve uyumaya meyledip niyet eden, o an için namaz ve oruca istek duymayan kimse için yemek ve uyku uyumak, namaz kılıp oruç tutmaktan daha faziletlidir. Hatta, sürekli ibadet ettiğinden dolayı kendisine bıkkınlık gelen kimse, biraz eğlenerek canlılık ve zindelik kazanacağını biliyorsa, Onun, o anda eğlenmesi ibadet yapmasından daha faziletlidir. Nitekim, Hz. Ali (K.V.): “Kalplerinizi dinlendiriniz. Ona yeni (güzel) hikmetler öğretin. Çünkü bedenler yorulduğu gibi kalpler de yorulur,” demektedir. Büyük zatlardan biri de: “Zikrin verdiği yorgunluktan sonra kalplerinizi dinlendiriniz,” demektedir. ĐHLÂSIN FAZĐLETĐ: Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Halbuki onlar (Yahudi ve Hıristiyanlar), dini yalnızca O’na hâlis kılan muvahhidler olarak sadece Allah’A ibadet etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekatı vermekten başkasıyla emrolunmakadılar...” (Beyyine, 5) “Dikkat et, hâlis din Allah’ındır...”(Zümer, 3) Ve daha başka âyetler... Ebu

Hureyre

(r.a.)’nın

rivâyetine

göre

Peygamber

(SAV)

de

şöyle

buyurmaktadır: “Şüphesiz Allah, sizin n gövdelerinize ne de dış görünüşünüze bakar. Lakin kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim) ĐHLÂSIN HAKĐKATI (ANLAMI), DERECELERĐ VE ONU KAZANMANIN YOLLARI Bir şeyi içine karışmış olan başka şeylerden arındırıp saflaştırmaya “ihlâs” denir. Đhlâsın zıddı şirktir. Dolayısıyla ihlâslı olmayan, müşriktir. Ancak, hem şirkin hem de ihlâsın [birbirinden farkı] birtakım dereceleri vardır.

11

Mûbah, dinin mükellefi yapıp yapmamakta serbest bıraktığı fiiller.Fazilet, dinin yapılmasını tavsiye ettiği güzel iş ve hareketler. (Çev.)


7 Tevhitteki ihlâsın zıddı, ûlûhiyette şirktir1 ki buna ‘şirk-i ekber’ (büyük şirk), ‘şirk-i celî’ (açık şirk) denir. ‘Küçük şirk’ (şirk-i asgar) ise, riyadır ki buna da ‘şirk-i hafi’ (gizli şirk) denir. Riya da açık ve gizli olmak üzere iki kısımdır. Açık riya, ameli, sırf gösteriş maksadıyla yapmaktır. Oysa maksadı gösteriş olmasaydı o ameli işlemeyecekti. Đbadetin temeli gösterişe dayandığı için gösteriş ile birlikte sevap kasd edilse bile açık riya hem ameli ifsad ede hem de sevabı yok eder. Bunun dışında kalan (ibadetin aslında olmayan) riya ise gizli riyadır ki bunun da bir takım dereceleri (kısımları) vardır. Bir kısmı, ibadetin aslını yapmaya sebeb olmakla birlikte, ibadet isteğinin çalışmasına veya artmasına sebep olmakla veyahut ibadetin özelliğinde tesirli olmaktadır. Kişinin insanlar için namazını uzatması veya daha güzel kılması gibi ki bu aneldeki sahih niyetinden dolayı sevap, ameldeki etkisi nispetinde fasid niyetinden (gösterişinden) dolayı da cezayı haketmiş olur. Bir kısmı da –ki bu, bir öncekinden daha gizlidir- kişinin insanların, ameline muttali olmasında, sevinç duymasıdır.2 Riyanın bir kısmı da- ki bu da bir öncekinden daha gizlidir- insanların ,ameline muttali olmasından sevinç duymamakla birlikte, sevabı onlardan beklercesine taatından dolayı kendisine saygı gösterilmesini istemesidir. Riyanın bu iki kısmı, amelin boşa gitmesine sebeb olmakla birlikte, sevabını eksiltmektedir. Sonuç olarak, amelde bulunan kimse, amel işlerken, insanların, kendisi görmesiyle, hayvanların kendisini görmesi arasında fark gözettiği halk tarafından görülen ibadetin yok gibi kabul etmediği müddetçe yaptığı ibadet gerçek ihlâstan uzak ve riya ile karışık bulunmaktadır. Ancak, yukarıda da açıklandığı üzere ihlâsa karışan her riya sevabı yok etmemektedir. Gizli riyadan, ancak dikkat ve keskin basiret sahipleriyle yüce Allah’ın destekleyip koruduğu kimseler kurtulabilir.

1

Đbn Teymiyye ile Tilmizi Đbin Kayyım el-Cevzi’ye göre iki türlü şirk vardır: 1- 1Allah’n rubûbiyetinde şirk: Allah’n Rab olmasında O’na bir ortak tanımak, sıfat ve fiilerinde bir baka müdebbini (otorite ve kudret sahibinin) varlığını kabul etmektir. 2- 2- Ulûhiyette Şirk: Allah’ın ilâh olmasında ortak kabul etmek, ibadet ve dualarda Allah’tan başkası için ibadet ve dua etmek demektir. (Bkz. Đbn Teymiyye, iktidau’s-Sırati’l-Müstakim, 356; ez-Zebidi, Şerhu’l-Đhyâ, 2/270. Çev. 2 Bkz. Đhyâ, ilgili bölüm; el-Muhasibi, er-Riâye, (trc), 215,Vd


8 “Alimin kıldığı iki rekat (namaz), câhilin kıldığı yetmiş rekattan daha faziletlidir” denirken, buradaki “âlim”den, amelleri yok eden âfetleri bütün incelikleriyle bilen kimse kasdedilmiştir [Çünkü âlim, ibadetin özüne dikkat ederken], câhil ibadetin zahirin (şekline) dikkat etmektedir. Halbuki, paranın iyisini kötüsünden (gerçeğini sahtesinden) ayıran bilgili birinin beğendiği/tercih ettiği bir kırat altın, tecrübesiz, câhil birinin beğendiği/tercih ettiği bir dinardan daha üstündür.1 Đhlâslı olmanın riyadan kurtulmanın (en) faydalı yollarından biri, amellerin gizli tutulması, kapıların kötülüklere kapatıldığı gibi amellere de kapatılmasıdır. Çünkü, amelleri gizlemek kadar riya hastalığını tedavi eden bir ilaç yoktur. Đhlâs sahibi Allah dostları, sürekli gizli riyadan korkmuş, insanların, kötülüklerini gizlemek istediklerinden daha çok sâlih amellerini gizlemeye gayret göstermişlerdir ve bunu amellerinin ihlâslı olması, ihlâslarından dolayı kıyamet gününde yüce Allah’n sevabına ermek ümidiyle yapmışlardır. Riyadan kurtulmanın en faydalı yollardan biri de, insanların, hakikaten kendisine zarar ve fayda veremiyeceklerini bilip, kendini onların taltiflerini beklemekle meşgul etmemesidir. Aksi taktdirde hem kendini boşa yormuş olur, hem dinine zarar vermiş olur, hem amelinin sevabını yok etmiş olur, hem de yüce Allah’ın rızasını kaçırarak gazabını hak etmiş olur. Đhlâsı elde etmenin riyadan ve diğer kalbi (manevi) hastalıklardan kulrtulmanın en faydalı yollardan biri de hadis-i şeriflerde tavsiye edilen tesbih, tehlil ve diğer zikir ve dualara devam edip, şer’i âdaplara riâyet etmektir ki bu konuda yazılan en faydalı eser, Đmam Nevevi (rh.a.)’nin “el-Ezkar” isimli kitabıdır. Onun için [çok haklı olarak] “Evini sat, el_ezkar’ı satın al” demişlerdir. Çünkü, O iyilerin süsü, hayırlı kimselerin şiârı olmuş, tamamı hidâyet ve nur olun bir kitaptır. Onun için her müslümanın “elEzkar ile “Riyazüs-Salihin”e sâhip olmaları gerekir. SIDK’N FAZĐLETĐ, HAKĐKATI VE KISIMLARI: Abdullah b. Mes’ud (r.a)’dan rivâyet edildiğine göre Resûllah (SAV): “Doğruluğa (sıdk’a) sarılın. Çünkü, doğruluk, iyi işlere sevkeder, iyi işler ise cennete

1

Đslam altın para birimi olan dinar, Abdülmelik b. Mervan’n ıslahıtından sonra 4,25 gr. Ağırlığında basılmış ve birim ağırlığı 20 kırat olarak kabul edilmiştir. Bir kırat, 0,200046 gram, yan ibir gramın milyonda ikiyüzbin kırk altısına eşittir. (Bkz. TDV Đslam Ansiklopedisi, “dinar” ; Şamil Đslam Ans. “Dinar”, “Kırat” md. (Çev.)


9 sevkeder. Kişi, doğruyu söyleye söyleye, doğruluğa yönele yönele Allah katında sıddiklerden1 yazılır.” Buyurmaktadır. (Buhari, Müslim) Bişr el-Hafi (rh.a): “Allah ile olan ilişkisinde sıdk sahibi (doğru) olan kimse [huzuru ancak Allah ile bulduğu için] insanlarla huzur bulamaz,” demektedir. Sıdk kelimesi, (aşağıdaki) manalarda kullanılmaktadır: Birincisi, Söz’de doğruluk. Her kulun, dilini [yalandan] koruması, ve sadece doğruyu konuşması gerekmektedir ki, bu, sıdk’n en meşhur ve ilk etapta anlaşılan manasıdır. [Ancak, gerçek anlamda doğru sözlü sayılabilmek için iki şeye dikkat etmek gerekir.] Kinâyeli2 sözlerden kaçınması gerekmektedir. Çünkü kinâyeli sözler bir nevi yalandır. Ancak, bazı zaruri hallerde maslahat gereği bu şekil bir sözü başvurulabilir. Nitekim peygamber (SAV) bir savaşa (gazaya) gitmek istediği zaman; düşmana bilgi sızdırılıp savaşa hazırlık yapmalarını önlemek için kinâyeli sözblerle asıl hedefini (gideceği yönü ve maksadını) gizli tutar ve sanki maksadı (hedefi) başka bir şeymiş vehmini verirdi. (Buhari, Beyhaki). Peygamber (SAV): “Đki kişinin arasını bulmak için hayır söyleyen veya söylenmeyen hayırlı bir sözü nakleden kişi yalancı değildir.” (Buhari, Müslim) [2] Kendisi ile Rabbini münâcâtta bulunduğu sözlerin manasına riâyet etmesi (özünde, ağzında çıkan lafızların ifade ettikleri mana gibi olması) gerekmektedir. Meselâ: “Ben, bütün varlığımla yüzümü gösleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim”. derken, kalbi, Allah’tan uzak, dünya ile meşgul ise yalancıdır. Đkincisi, niyet ve iradede doğruluk. Bu bir bakıma ihlâsı ifade etmektedir. Onun için, kişi, ameline nefsi arzularını karıştırınca niyetinin doğruluğu yok olup, kendisine yalancı denmekte bir sakınca bulunmamaktıd. Nitekim, üç kişi (alim, Kari’, mücahid)nin kıyametteki sorgularını tasvir eden hadiste Kari’ (Kur’an okuyan): “ben, Allah için Kur’an okudum deyince...” deyince irâde ve niyetinde doğru olmadığı (Allah için okumadığı) için okuduğu halde, Allah, ona: “^Sen yalan söylüyorsun” der. Hakeza, âlim ve mücahide de aynı şey söylenir.3 Üçüncüsü, azim (azm)’de ve azm’e vefâda doğruluk.

1

Sözlüktme “doğruluk, gerçeklik, temiz kalplilik” gibi manalara gelen sıdk, tasavvuf ehline göre “gizli ile açığın, iç ile dışın, söz ile özün bir olmasıdır.”^sıdk sahibi olan sadık ,sıdkın bütün makamlarına sahip olana ise sıddık denir. (Bkz. Đhya, ilgili bölük; Kuşeyri, Risale “sıdk” konusu (Çev) 2 Kinâye, bir sözün gerçek manasında kullanılmayıp, ilgili ve benzerlik bağı bulunan başka bir manada kullanılması (mecaz). (ÇEV) 3 Hadis’in tam metni için Bkz. Đhya, ihlâs bölümü. (Çev.)


10 a) Azim’de doğruluk: Đnsanın, zihninde: Allah, bana bir mal verirse, tamamını sadak vereceğim, demesi, bir azimdir. Ancak ,zihinde doğan bu azim ,bazan doğru olduğu halde, bazan da içinde bir nevi tereddüt bulunur ki, azim’de doğruluk, bu tereddütler taşımaktadır. Daha önce kesin karar verdiği şeyin icabını tamamen yerine getirmektir. b) Azm’e vefâda doğruluğa gelince, kişi azminde doğru ve zihninde doğan şeyi yapmaya o an için tereddütsüz, kesin kararlı olduğu halde, baskın gelen sbirtakım arzu ve eğilimlerin doğurduğu tereddüt neticesinde azmi yok olur (veya zayıflar) ve daha önce yapmaya kesin kararlı oludğu şeyi yapmaya muvaffak olmaması azme vefada doğruluğa zıttır. Onun için yüce Allah halis mü’minlerden bahsederken şöyle buyuruyor: “Mü’minlerden öyle erler vardır ki, Allah’a verdikleri ahde (söze) sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimisi adağını gerçekleştirip (şehid olarak vefat etti), kimisi

de

(şehid

olmayı)

beklemektedir.

Onlar

hiçbir

şekilde

sözlerini

değiştirmemişlerdir.” (Ahzab, 23) Dördüncüsü, amel’de doğruluk. Bu da, kişinin gizlisi ile açığının (içi ile dışının) bir olması demektir. Mutarrif şöyle der: “Kulun gizlisi ile açığı bir (aynı) olunca yüce Allah: “Đşte gerçek kulum budur.” buyurur. Beşincisi – ki bu, derecelerin en yükseğidir-, din makamlarında1 doğruluk (sıdk)tır. Allah korkusunda, ümitte, zûhd, rızâ, sevgi ve tevekkülde doğruluk gibi. Ancak, bu makamlardan her birinin bir başlangıç noktası, bir de zirvesi (en yüksek derecesi) bulunmaktadır. Başlangıç noktasında bulunan kimse bu niteliklerle nitelendirilmekle birlikte, gerçek anlamda doğru (sadık) sayılabilmesi için bu makamların en yüksek derecelerine (doruğa) terakki etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde bu (din) makamlarda doğru sayılamaz. ĐLMĐN FAZĐLETĐ Yüce Allah şöyle buyuruyor: “(Resûlum!) De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?...” (Zümer, 9), “...Allah, içinizden iman etmiş olanları ve [hepsinin üstünde] kendilerine ilim verilenleri [kat kat] yüceltecektir...” (Mücâdele, 11). Đbn Abbas (. Anhuma) âyetteki bu dereceleri şöyle izah etmektedir: “Âlimlere, [diğer] mü’minlerden 700 (yedi yüz) derece daha üstündür ki, her iki derecenin arası beş yüz yıllık bir mesafedir.

1

Makam, için bkz. Kuşeyri, Risâle, “MAKAM” konusu. (Çev.)


11 Yüce Allah bir âyette de: “...Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (hakkıyla9 korkar...” (Fâtır, 28) buyurmaktadır. Hz. Muaviye (r.a.)’nin rivâyet ettiği bir hadiste Resûllah (SAV): “Allah, her kimse hayır dilerse, Onu dinde fakih (bilgi sahibi) kılar.” buyurmaktadır. (Buhari, Müslim) Ebu Umâme (r.a.)’nin rivâyet ettiğine göre: “resulllah (SAV)’a biri âbid diğer âlim iki kişiden bahsedildi. Bunun üzerine Resûllah (SAV) şöyle buyurdu: “Âlimin âbide üstünlüğü, benim en aşağı derecede olanınıza üstünlüğüm gibidir. Muhakkak ki Allah, O’nun melekleri, göklerin ve arzın ahalisi, hatta yuvasındaki karıncalar, [sudaki] balıklar insanlara hayır öğreten (âlim)lere salâvat getirirler (rahmet okuyup, bağışlanmaları için dua ederler.”1 Başka bir hadiste ise şöyle buyurulmaktadır: “Âlimin âbide üstünlüğü ayın dolunay gecesinde diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Ve âlimler, peygamberlerin vârisleridirler. Peygamberler ise, ne dinar, ne dirhem2 mirâs bırakmadılar. Ancak ilim mirâs bıraktılar. O halde ilmi alan büyük bir pay almış olur.”3 ĐLĐM ÖĞRENMENĐN FAZĐLETĐ Safvan b. Assal (r.a.) rivâyet ettiğine göre Peygamber (SAV): “Muhakkak ki melekler, ilim öğrenmek isteyen (öğrenci)lere, istedikleri şeyi (ilmi) hoşlandıkları için kanatlarını gererler.” buyurmaktadır. (Ahmed, Đbn Mace.) [Devrinin en büyük muhaddislerinden olan] Hattabî, hadis-i şerif’ten geçen “melekler kanatlarını gererler” cümlesinin üç şekilde yorumlandığını söylemektedir: Birincisi, [tercümede verdiğimiz gibi] kanat açmak (germek) anlamında, Đkincisi, ilim öğrencilerine olan saygılarından tevâzu gösterirler anlamında, Üçüncüsü, uçmayı bırakıp, ilim meclislerine inerler anlamında. Ebu Hureyre (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre Resullulah (SAV): “her kim, ilim öğrenmek için bir yola çıkar (memleketini terk eder)se Allah, ona cennet yollarından bir yolu kolaylaştırır:” buyurmaktadır. (Müslim)

1

Tirmizi, Hasen Sahih olarak rivâyet etmiştir. Dinar. Đslam altın para birimi. Dirhem, gümüş para birimi (Çev.) 3 Ebu Davud, Tirmizi, Đbn Mace, Đbn Hibban 2


12 Enes (r.a.)’ın rivâyet ettiği bir hadiste is, Resullullah (SAV) “Đlim öğrenmek için evinden (memleketinden) çıkan kimse, dönünceye kadar Allah yolundadır.” buyurmaktadır.1 HER MÜSLÜMANA ÖĞRENĐLMESĐ FARZ OLAN ĐLĐMLER Enes b. Malik (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre Peygamber (SAV): “Đlim öğrenmek, her müslamana farzdır.” buyurmaktadır.2 Meselâ, akıl baliğ olan (ergenlik çağına eren) çocuğa vacib olan ilk şey, şehâdet kelimelerini öğrenip, malarını anlamaktır. [Yani, Allah’n varlığına ve birliğine, O’ndan başka bir ilâhın olmadığına ve Hz. Muhammed (SAV)’in O’nun resûlü olduğuna kesin inanmaktır.] Ancak, bu konudaki delilleri öğrenmesi, vacib değildir. Çünkü, Hz. Peygamber (SAV), [Şehadet kelimeleriyle ilgili] delilleri bilmeyen cahil Arapların [ikrâr ve] tasdikleriyle ilgili iktifa etmiştir. O halde, buluğ çağına eren herkese farz olan ilim, şehadet kelimelerini ve manalarını öğrenmektir. Bu, o vaktin bir farzıdır. Delilleri öğrenmesi ise bilahare vacib olur. Fiile (amele) gelince, namaz vakti geldiğinde, abdest ve namazı öğrenmesi, ramazana kadar yaşadığında orucu (oruçla ilgili hükümleri) öğrenmesi, üzerinden bir sene geçmiş nisap miktari bir malel sahip ise zekatı (zekatla ilgili hükümleri) ve hac vakti geldiğinde üzerinde hac farz ise hac menasikini öğrenmesi vacib olur. Terk edilmesi gereken yasaklara gelince, bu, zaman, zemin ve şahıslara göre değişmektedir. [Meselâ, gözleri gören bir kimsenin bakıp bakamayacağı kimseleri öğrenmesi vacib olduğu halde] gözleri görmeyen (a’ma) kimseye nelere/kimlere bakması haram olduğunu öğrenmesi vacib değildir. Hakeza, ahraz (dilsiz) kişinin konuşulması haram olan ,sözleri öğrenmesi de vacib değildir. Buna karşılık içkinin içildiği, [domuz etinin yendiği] ipek elbiselerin giyildiği bir memlekette yaşayan mükellefin, yiyecek, içecek ve giyeceklerden nelerin haram olduğunu öğrenmesi vaciptir. Đnanca gelince, bununla ilgili ilimleri öğrenmenin vacib olması, mükellefin zihnine gelen veya kalbinde hissedilen duygu ve düşünce (havâtır)’lere göre olmaktadır. Meselâ, kalbine şehadet kelimelerinin manasıyla ilgi bir şüphe geldiğinde şüpheyi giderecek ilmi öğrenmesi, bid’atların yaygın olduğu bir beldede yaşıyorsa hakkı öğrenip

1 2

Darimi, Tirmizi, hasen garip olduğunu söyleyerek rivâyet etmiştir. Ahmed, el-Đlel; Đbn Mace, Sünen, 224, Hadis hasendir.


13 bid’atlardan korunması vacibtir. Tıpkı faizin yaygın olduğu bir memlekette yaşayan tüccarın kendisini faizden korumasını öğrenmesi vacib olduğu gibi. Ayrıca öldükten sonra dirilmeye, cennet ve cehenneme iman etmeyi de öğrenmesi gerekir. Buraya kadar yaptığımız açıklamadan anlaşılacağı üzere farz-ı ayn olan (her müslümanın öğrenmesi gereken) ilim, her mükellefin yapmakta olduğu ameli [itikedı] ilimlerdir. Farz-ı kifâye ilimlere gelince, bunlar, dünya işlerinin kıvamı (nizamı) için gerekli olan ilimlerdir. Tıp [ve matematik] gibi. Çünkü, bedenin sağlığını korumak için tıp ilmini, miras ve sairenin taksimi için ise matematik ilmini öğrenmek zaruridir. Bir beldede farz-ı kifâye ilimlerle meşgul olan hiç kimse bulunmadığı takdirde bütün belde halkı günahkâr olup vebal altında kalır. Ancak, halkın bir kesimi bunlarla meşgul olduğunda diğerlerinden sorumluluk kalkar ve farzın düşmesi için yeterli olur. MUHTEVASI DEĞĐŞTĐRĐLEN ĐLĐMLER VE LAFIZLAR [Bu başlık altında] manası (muhtevası) değiştirilerek selef-i salih’in ilk dönem din büyükleri) kasd etmediği manalara nakledilen bazı lafızlardan bahsetmek istiyoruz. 1. Fıkıh: (son devir âlimleri) fıkh’n kapsamını daraltarak ilmihal ve Đslam hukuku bilgileri (füru’) ile bunların delillerini bilmeye tahsis etmişlerdir. Halbuki, ilk asırlarda ahiret ilmine nefsin gizli afetlerini, amellerini yok eden hususları, dünyanın değersizliğini, ahiret nimetlerinin üstünlüğünü ve korkunun kalbi istilâ etmesini bilmeye [yani, itikadî, ahlakî ve amelî dinî bilgilerin hemen tamamına] fıkıh ismi verilirdi. Onun için Hasan Basri (rh. a): Fakih (din bilgini, fıkıh âlimi), ancak dünyayı küçümseyip terkeden, ahirete rağbet eden, dinini bilen, sürekli Rabbin ibadet eden, vera’ sahibi olan, müslümanların şeref ve haysiyetini rencide etmekten, mallarını haksız yere yemekten sakınan ve onlara nasihat eden kimsedir,” demektedir. Anlaşılacağı üzere, ilk devir din büyükleri (selef) fıkıh ismini, daha çok ahiret ilmi için kullanmışlardır. Ancak ,ihtiva ettiği geniş anlam itibariyle dini fetvalara da şamil olmakla birlikte hiçbir zaman bugünkü gibi terim olarak bu fetvalara tahsis edilmemiştir. Sonuç olarak fıkhın sadece dini fetvalara isim olması (tahsis) neticesinde insanlar fetva ilimlerine yönelip ahiret ilminden yüz çevirmişlerdir. 2. Đlim: Önceleri yüce Allah’ı, O’nun varlığına işaret eden delilleri, nimetlerini ve kulları hakkındaki fiillerini bilmeye ilim ismi verildiği halde, sonraları anlamı


14 daraltıralarak fıkhî meselelerdeki tartışmalara tahsis edildi. Yanı sıra, tefsir ve hadisten habersiz olsalar bile alim ismi sadece bu tartışmalarla meşgul olanlara verildi. 3. Tevhid: Başlangıçta tevhid, tevekkül ve rızayı netice veren sebeblere ve vasıtalara iltifat etmeksizin her şeyin yüce Allah’tan olduğunu bilmenin ismi iken, bugün selefin hiç de tasvib etmediği söz sanatının (tartışma yöntemini) bilmenin ismi olmuştur. 4. Tezkir ve Zitar (Va’z, nasihat, öğüt): Yüce Allah: “Öğüt ver, va’z ve nasihate devam et. Çünkü tezkir (öğüt, va’z), mü’minlere fayda verir.” (Zariyat, 55) buyurmaktadır. Zikir (öğüt) meclislerini öven bir çok hadis-i şerif bulunmaktadır. Bunların birisinde Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır: “Cennet bahçelerine uğradığınızda nimetlerinden yiyiniz, içiniz” Sahabiler: Cennet bahçeleri nerelerdir? Diye sorunca, “Zikir halkalırıdır.” buyurdu.1 Bu kelimelerin manasını da değiştirerek kıssalara ve bazı yalancıların anlattıkları ölçüsüz, zararlı ve safsata şeylere isim yaptılar. 5. Hikmet: (Kısaca) ilim ve ameldir. Đbn Kuteybe (rh.a) Şöyle der: Kişi, ilim ve ameli birleştirmedikçe hekim (hikmet sahibi) sayılamaz. Ancak, bugün bu kelime tıpla meşgul olan tabibe, yıldızların hareketine bakarak gelecek hakkında bilgi veren münecimme verilen isim olmuştur. ÖVÜLEN ĐLĐMLER Övülen ilimler iki kısma ayrılır. Bircincisi, en son noktasına kadar bütün esaslarıyla kavramak övülmüştür. Bu ilim ne kadar artarsa o kadar güzel olur. Yüce Allah’ı, O’nun yüce sıfatlarını, fiilerini ve ahireti dünyadaki amele göre organize etmesindeki hikmetini bilmek bu ilimdendir. Bu ilim, kendi zatından (taşıdığı değerden) ve âhiret saadetine ulaştırdığı için talep edilir. Bu ilim ,dibine ulaşılmaz bir deniz olup, isteyenler ancak kendilerine müyesser olduğu kadarıyla sahilinde ve kıyısında dönüp dolaşırlar. Đkincisi, ancak belirli bir miktar (ihtiyaç miktarı) övülen ilimlerdir. Bunlar daha önce işaret ettiğimiz farz-ı kifâye ilimlerdir. Bu ilimlerin her biri için üç merhale bulunmaktadır: ihtiyaç kadarını bilmek, ihtiyaçtan biraz fazlasını bilmek ve ihtisas derecesinde bilmek.

1

Ahmed, Beyhaki, Tirmizi, Hasen garib alarak


15 O halde, şu iki kişiden biri olmalısın ya kendi nefsinle meşgul olmalı veya kendi nefsini ıslâh ettikten sonra başkalarının ıslâhı için çalışmalısın. Kendi nefsini ıslâh etmeden başkalarının ıslâhına çalışmaktan kaçınmalı ve dışından önce içini hırs, hased riyâ ve ucub (kendini beğenme) gibi kötü huylardan temizlemeye çalışmalısın. [Đlimlerden de ancak gerekli olanları öğrenmelisin.] KENDĐSĐNE ĐLMÎ FAYDA VERMEYEN ÂLĐM Şüphesiz, hasmına üstünlük sağlamak, ona karşı övünmek maksadıyla ortaya çıkan münazara (cedel) ilmi1 kötü ahlâkın kaynağıdır. Münazara (tartışma)da bulunan kimse, yetersi olan hasmını küçümsemekten, (tartışmada) birçok emsalinden üstün olduğu için kendini beğenmekten ve riyâdan kurtulamaz. Zira, bugün münazarada bulunanların asıl maksadı hakkı ve doğruyu ortaya çıkarmak olmayıp, insanlara üstünlüklerini göstererek övgü ve takdirlerini kazanmaktır. Bundan dolayı da ömürlerini âhirette kendilerine hiçbir faydası olmayan tartışma metotlarını öğrenmeyle tüketirler. Ahves b. Hakim (r.a.)’ın rivayetine göre Peygamber (SAV): “Haberiniz olsun, kötülerin en kötüsü, kötü alimler, iyilerin en iyisi de iyi alimlerdir,” buyurmaktadır. (Darimi) Ebud-Derda (r.a.) da: Kıyamet gününde derece bakımında Allah katında insanların en kötüsü, ilim ile faydalanmayan âlimdir,” demektedir. (Darimi) ÖĞRENCĐ VE ÖĞRETMENĐN UYMALARI GEREKEN ADAP (KURAL)LAR a)

ÖĞRENCĐNĐN UYMASI GEREKEN KURALLAR

Öğrencinin, her şeyden önce kalbini kötü ahlâk ve sıfatlardan temizleyip arındırması gerekmektedir. Çünkü, ilim, kalbin ibadetidir. [Bedeni ibadetlerin sıhhati maddî temizliğe bağlı olduğu gibi batınî ibadetlerin sıhhati de kalbin temizlenmesine bağlıdır.] Öğrenci, zihnini, ilim öğrenmeye mani olan her şeyden uzak tutmalıdır. Çünkü, zihin dağılınca gerçekleri kavrayamaz. Onun için din büyükleri (selef) ilmi her şeye tercih ederlerdi. Nitekim, Đmam Ahmed (rh. a)’in söylediğine göre (o bu yüzden) ancak kırkından sonra evlenmiştir. 1

Müellif, münazaranın Đslam’ın yasakladığı ahlâk dışı tutum ve davranışlara yol açabileceğini söylerken herhalde, daha çok gerçeğin ortaya çıkmasını hedefleyen münazarayı değil, doğru bilgilere ulaşmaktan ziyade ya bir görüş ve inancı kabul ettirmek veya hasımını susturmayı gaye edinen cedelli kasd etmiş olsa gerek. (ÇEV)


16 Öğrenci, hastanın kendisini doktora teslim ettiği gibi, tamamen kendisi hocasına teslim etmeli, ona tevazu göstermeli ve alışılanın üstünde kendisini onun hizmetine vermelidir. Nitekim Đbn Abbas (r. anhûma) Zeyd b. Sabit (r.a.)’n üzengisinden tutar ve: Biz âlimlere işte böyle hizmet etmekle emrolunduk,” derdi. Öğrenci, ilimde ileri derecede olmayan hocalardan da istifade etmelidir. Zira, kibirlenerek fazla ilmi olmayan hocalardan istifade etmekten imtina eden câhildir. Çünkü, “Hikmet, mü’minin yitik malıdır. Onu nerede bulursa alıverir.” Eğitim-öğretim metodu ile ilgili konularda öğrenci, kendi görüşünü bir tarafa bırakıp, öğretmenin görüşüne göre hareket etmelidir. Çünkü, öğretmenin bu konudaki hatası, öğrenci için kendi doğrulardan daha faydalı olabilir. Hz. Ali (r.a) öğrenci-öğretmen ilişkileri hakkında şöyle der: Âlimin senin üzerindeki bazı hakları şunlardır. (Bir meclise varırken) topluluğa toplu şekilde, âlime ise hususî olarak selam vermek, âlimin önünde oturmak, yanında el, göz ve kaş işaretleri yapmaktan sakınmak, kendisine çok soru sormamak, isteksiz olduğunda soru sormakta ısrar etmemek, ders vermek istemediğinde ders vermesi için rahatsız etmemek, meclisi terk etmek istediğinde mani olmak için elbisesinden tutup asılmamak, kendisine hiçbir sırrı ifşâ etmemek, yanında hiç kimsenin gıybetini yapmamak, hatalarını araştırmamak, hata işlediğinde elinde olmayarak (bilmeyerek) yaptığını düşünmek, herhangi bir konuda kendisine: Falan âlimin şöyle dediğini duydum veya falan âlim senin gibi söylemiyor dememek, yanında hiçbir âlimi övmemek, kendisi ile uzun boylu kalmaktan rahatsız olmamak, büyüklük taslayarak hizmetin yapmaktan geri durmamak ve bir ihtiyacı olduğunda herkesten önce hizmetine koşmak. Çünkü âlim, hurma ağacına benzer. Onun için ondan sana, ne zaman ne düşüneceğini bilemezsin. Kendisini ilme veren öğrenci, daha işin başında iken âlimler arasında tartışma konusu olan konulara kulak vermekten sakınması gerekmektedir. Zira bu gibi konulara kulak vermek aklını karıştırıp zihnin zayıflatmasına sebeb olur. Öğrenci, ön bilgi sahibi olmak için öncelikle her ilimden en önemli ve en güzel konuları öğrenmelidir. Çünkü ömür, bütün ilimleri ihtisas derecesinde öğrenmeye kafi gelmemektedir. Sonra da bütün mesaisini ilimlerin en şereflisi olan şüpheleri yok eden ahiret ilmi için sarfetmelidir. b) ÖĞRETMENĐN UYMASI GREKEN KURALLAR


17 Öğrenci gibi, öğretmenin de uyması gereken bir takım görevleri vardır ki bazıları şunlardır: Öğrencilere karşı şefkatli olmak, onları kendi çocukları yerine koymak. Öğretimi, sadece Allah rızası için yapmak. Bundan dolayı bir ücret veya herhangi bir karşılık talep etmemek. Hatta öğrencilerin kendisine minnet borçlu olduklarını düşünerek teşekkür bile beklememek. Bilakis, Allah’a yaklaşmasına vesile oldukları için iyilik, lütuf ve ihsanın öğrencilere ait olduğunu düşünmelidir. Çünkü, öğrenciler, tıpkı başkasına ekmesi için tarlasını veren kimseye benzerler ki, tarlayı ekip işleten, asıl tarla sahibinden daha kârlıdır. Onun için öğretmen, ücretini sadece Allah’tan beklemelidir. Nitekim, din büyükleri öğrenciden hediye bile kabul etmezlerdi. Öğrenciyi doğru yola, iyiye, güzele sevketmek için doğru bildiği için hiçbir şeyi (öğüdü) esirgememesi. Öğrenciyi kötü ahlâktan menetmek. Ancak, bu yaparken mümkün oldukça üstü kapalı sözlerle yapmalı açık ifadelerden ve öğrenciyi azarlamaktan kaçınmalıdır. Çünkü bu aradaki saygıyı ortadan kaldırır. Öğretim sırasında öğrencinin zeka ve kavrayış kabiliyetini göz önünde bulundurarak kavrayamayacağı, aklının alamayacağı şeyleri öğretmekten kaçınması. Hz. Ali (r.a.): göğsüne işaret ederek “Burada öyle ilimler varki keşke onları anlayabilenlere denk gelseydim,”der. Đmam Şafiî (rh.a.) da söylediği bir şiirde şöyle demektedir: Deve çobanlarının arasına hiç inci saçar mıyım? Koyun çobanlarına mensuru1 hiç şiirleştirir miyim? Cahillere2 ilim bağışlayan onu zayi etmiş, Kabul edenlerden men eden ise zulmetmiş. Öğretmen, lmi ile âmil olmalı, sözleri ile davranışları çelişmemeli. Yüce Allah bu gibilerini tehdit ederek şöyle buyurmaktadır: “Đnsanlara iyiliği emerder de kendinizi untur musunuz? Halbuki kitabı okuyorsunuz. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?” (Bakara, 44) Hz. Ali (r.a) şöyle demektedir: “Đki kişi belimi kardı: kötü ahlâksız âlim ve Allah’a ibadet eden câhil.”^ ĐYĐ VE KÖTÜ ÂLĐMLER 1 2

Mensur: manzum olmayan, düz söz. (Çev.) Đlim öğrenmek istemeyen. (Çev.)


18 KÖTÜ ÂLĐMLER: Đlimden maksatları, dünyada refah içinde yaşamak, itibar, makam ve mevki sahibi olmaktır. Ebu Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (SAV): “Her kim, Allah rızası için öğrenilmesi gereken bir ilmi, dünyalık bir metâ’ı elde etmek için öğrenirse, kıyamet gününde cennet kokusunu bulamaz.” buyurmaktadır. (Ebu Davud, Đbn Mace) Başka bir hadiste is şöyle buyurulmaktadır: “Her kim, âlimlere karşı övünmek veya cahillere ile tartışmak veya insanların teveccühünü kazanmak maksadıyla ilim öğrenirse, o cehennem ateşindedid.” (Tirmizi) Ve buna benzer daha bir çok hadis bulunmaktadır. Din büyüklerinden biri: “Ölüm anından insanların en çok pişman olanı, (dünya, makam ve mevki sevgisinde) aşırı giden âlimdir.” demektedir. Şunu belirtmek gerekir ki, ölüm, yüce Allah’n emir ve yasaklarına göre hareket etmekle yükümlüdür. Yoksa, ne dünya nimetlerinden el çekmekle, ne de mubahlardan yüz çevirmekle yükümlü değildir. Ancak, diğer insnlara göre, mümkün oldukça dünyaya daha az meyletmesi gerekmektedir. Çünkü, hiç kimse, dünyadan tamamen vareste olarak yaşamayı kabul etmez. ĐYĐ (ÂHĐRET) ÂLĐMLER Bunların bazı sıfatları şunlardır: Devlet yöneticilerinden uzak durup, onlarla içli dışlı olmaktan kaçınmak. Huzeyfe (r.a.): Fitne duraklarından durmaktan sakının, diyor. -Fitne

durakları

nereleridir?

Diye

sorulunca,

Huzeyfe

(r.a.):

-Emir (bir kavim, şehir veya ülkenin en üst düzeydeki idareci)lerin kapılarıdır. Biriniz emirin yapına girer, yalancı olduğu halde tasdik eder ve hakkında kendisinde olmayan şeyler söyler [ki bu bir fitnedir.] diyor. Said b. Museyyeb (rh.a.) de: “Siz, beklenmedik vakitlerde serbestçe devlet yöneticileri (emir) nin yanına çıka geldiğini gördüğünüz âlimden sakının. Çünkü o, hırsız (casus) dır. Selef’ten biri de şöyle diyor: [Đktidar sahiplerinin kapısına gitme! Çünkü] onlardan alacağın (koparacağın) dünyalıktan daha fazlasını onlar senin dininden alır (koparır). Fetva vermede acele etmemek, ve ancak kesin doğru olduğuna inandığı konularda fetva vermek de iyi (ahiret) âlimlerinin sıfatlarındandır Nitekim, din


19 büyüklerinden birine bir konuda fetva sorulunca başkasına gönderirdi, o da bir başkasına havâle ederdi. Nihayet mesele ilk şahısa döner gelirdi. Abdurrah b. Ebi Leylâ (rh.a.) bu hususu şöyle anlatır: Ben, bu mescitte Hz. Peygmber’in ashabından 120 kişiye yetiştim ki onlarda biri mesele sorulunca diğerine gönderir, o da bir başkasına havâle eder, nihayet mesele ilk sahabiye döner gelirdi. Ancak, bugün iş dönüp dolaştı ilim iddiasında bulunan öyle kimselere dayandı ki, sur’atle cevapladıkları meseleler, şayet Hz. Ömer (r.a)’e arz olunsaydı şüphesiz Bedir ehlini toplayıp onlarla istişare ettikten sora ancak cevap verirdi. Đyi âlimler, daha çok Allah ile kul münasebetlerini düzenleyen ameli ilimleri, amellerin sevabını yok eden, kalpleri kirleten ve vesveseyi tahrikeden şeylerin hakikatını öğrenmek için çaba gösterirler. Çünkü amellerin şeklen yapmak pek zor değildir, asıl zor olan yapılan ameli riyâ vs.den korumaktır. [unutmamak gerekir ki], dinin aslı, şerden korunmaktır. Bu ise ancak bilgi ile mümkündür. Şer’i amellerin hikmetlerini araştırıp bunlar üzerinde düşünmek, hikmetini bilmediği ameller konusunda mutlak bir teslimiyet sahibi olmak, sahabi ve tabîilere uyup bütün bid’atlerden sakınmak da iyi âlimin sıfatlarındandır. TEMĐZLĐĞĐN MERTEBELERĐ Temizliğin dört mertebesi vardır: 1. Dışın, maddî ve manevî pisliklerden temizlenmesi1 2. Azaların, günah ve kötülüklerden temizlenmesi, 3. Kalbin, kötü ahlâk ve huylardan temizlenmesi, 4. Đç âlemin (sır)2 yüce Allah’n dışındaki herşeyden temizlenmesi ki bu, en yüksek mertebedir. Ancak ,bu mertebeye, kuvvetli basirete sahip olan yükselir. Basireti kapalı olan ise, temizliğin birinci mertebesinden başkasını anlamadığı için, değerli zamanının çoğunu istincâ ve üst baş yıkamasında zayi’ ettiğini görürsün. Çünkü, O, vesvesenin tesiri, ilmin azlığı bütün zamanlarını kalplerinin temizliğine ayırıp, dış görünüşlerine fazla önem vermeyen ilk müslümanların siretlerini bilmediğinden dolayı asıl temizliğin, dış temizlikten ibaret olduğunu zanneder. Halbuki, rivayet edildiği üzere, Hz. Ömer (r.a.) Hıristiyan bir kadının su testisinden abdest almış, Sahabiler

1

Maddî pislik, vücudun herhangi bir yerinde gözle görülen pislik, kirliliktir. Gözle görülmeyen, abdestsizlik veya cünüplük dolayısıyla meydana geldiği varsayılan kirliliğe de manevî pislik denir. (Çev.) 2 Sır: Bedendeki ruh gibi kalbe yerleştirilmiş latif bir varlıktır. (Bkz. Ta’rifat, 118.) (Çev.)


20 yemekten sonra ellerini pek sabunlayarak yıkamamış, toprağın üstünde namaz kılmış, yalın ayak yürümüş ve istinca yaparken çakış taşlarıyla yetinmişlerdir. Bunlardan sonra, hafif meşrepliğe temizlik diyen bir topluluk zuhur etti. Bunların, zamanlarını çoğunu dışlarını süslemekle geçirdiklerini görürsün. Oysa, içleri kibir, ucub, cehalet, riyâ ve nifak gibi pislikler ili dolup harap olmuştur. Bunlar, su kullanmadan sadece çakıl ile istinca eden birini veya yalın ayak gezen birini veya toprağın üstünde namaz kılan birini veya bir koca karının su kabından abdest alan birini gördüklerinde onu son derece ayıplar, ona pis lakabını takar ve onunla oturup kalkmaktan, yiyip içmekten imtinâ ederler. Bunların nasıl da imandan olan giyimdeki tevazua pislik, hafif meşrepliliğe temizlik, münkere ma’ruf, ma’rufa da münker dediklerini görüyorsun. Ancak, suyu israf etmeden ve çok su kullanmanın dinin aslı olduğuna inanmamak şartıyla temizliğine dikkat eden kimsenin bu davranışı, kötü bir davranış olmayıp, bilakis güzel bir davranıştır. Necâset ve abdestsizlik ile ilgili bilgiler için fıkıh kitaplarına

müracaat

edilmelidir. Çünkü bu kitaptan maksat ahlâken uyulması gereken hususların açıklanmasıdır. NAMAZIN FAZĐLETĐ Şüphesiz namaz dinin direği, ibadetlerin de en şereflisidir. Namazın ki en güzel adaplarından biri huşûdur. Fazileti ile ilgili birçok meşhur hadis rivayet edilmiştir. [Onlardan bazıları şunlardır]: Müslim’in Hz. Osman (r.a.)’dan rivayet ettiğine göre Peygamber (SAV), şöyle buyurmaktadır: “Namaz vakti girdiğinde abdestini güzelce alıp, huşû ve ta’dili erkân ile namazını kılan hiç kimse yoktur ki namazı - büyük günah işlemediği müddetçe- daha önce işlediği günahlarına kefaret olmasın. Bu hayatı müddetince devam eder.” Yine Hz. Osman’ın rivayet ettiği bir hadiste Peygamber (SAV) şöyle buyurur: “Herkim, nefsi ile konuşmadan (huşû ve kalp huzuru ile) iki rekat namaz kılarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhari, Müslim). Ammar b. Yasir’in rivayet ettiği bir hadiste ise, Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır: “Kul, namaz kılar, (fakat) ne altıda biri, ne de onda biri (kadar) sevap olmaz. Kulun namazında alacağı pay (sevap), ancak kendini namaza verdiği nispettedir.” (Ebu Davud, Nesaî, Đbn Hibban)


21 Şurası bilinmeli ki, namazın birtakım rükünleri, vâcipleri ve sünnetleri [olduğu gibi bir de ruhu] vardır. Namazın ruhu, [aşağıda geleceği üzere] niyyet, ihlâs, huşû ve kalbin huzurudur. Çünkü namaz, birtakım zikir, dua (münâcât) ve fiilleri ihtiva etmektedir. Kafa hazır bulunmadıkça [sırf] zikir ve dualarla namazda istenilen elde edilemez. Zira söz, kalpte gizli olana tercüman olmadığı zaman, saçma sapan derecesinde sözlerden ibaret kalır. Bunun gibi fiiler de istenilen manaya tercüman olmadığı zaman birtakım saçma kalır. Çünkü kıyamdan maksat hizmet, rükû ve secdeden maksat kulun alçalması (önemsizliği, zayıflığı) ve ta’zim (yüce Allah’ı yüceltmek) olduğu halde kalb hazır değil ise namazdan istenilen elde edilemez. Çünkü, fiil, maksadının dışına çıktığı zaman sadece şekli (sureti) kalır ki, buna da itibar yoktur. Yüce Allah şöyle buyurur: “Kestiğiniz kurbanların etleri ve kanlara Allah’a ulaşmaz. Belki O’na, sizin takvanız ulaşır.” (Hac, 37) Yani, Allah Teâla (cc)’ya ulaşan, kalbe galib gelen “takva” vasfıdır – kaldı ki- yapılması istenilen emirlere uymaya sevkeden de bu vasıfdır. Onun için namazda kalbin hazır olması gerekir. Ancak Şâri’ (Allah ve Peygamberi); namaz esnasında meydana gelen beklenmedik gafletten dolayı musahama göstermiştir. [Zira, baştan sona, namazın tamamında kalbi hazır bulundurmak, herkesin yapamayacağı bir husustur. Ancak, en azından namazın başında kalbi hazır bulundurmak suretiyle bu ruhu asgari derecede de olsa yakalamak mümkündür] Çünkü, sadece namazın başında kalbin hazır olması da namazın tamamı için de geçerli olmaktadır. [NAMAZIN KÂMĐL OLMASINI SAĞLAYAN BAŞLHICA SEBEBLERĐ] Namazın tam (kâmil) olması için birçok vasıta bulunmaktadır [ki başlıacaları şunlardır]: 1. Kalbin hazır olması: yani, kalbi, uygun olmayan (namazla bağdaşmayan) herşeyden uzak tutmak. Bu ise önem vermekle sağlanır. Çünkü, bir işe önem verdiği7de ister istemez kalbin/aklın da orada olur. Bunun ilacı ise bütün himmetini (düşüncev ve niyetini) namaza çevirmektir. Himmeti çevirmek de âhirete olan imanın kuvveti ve dünyayı küçümseme nisbetinde kuvvetli/veya zayıf olabilir. Bu

sebeble namazda

kalbinin hazır olmadığını gördüğünde bilmelisin ki bunun sebebi, imanın zayıf olması dır ve kuvvetlendirmek için gayret göstermelisin. 2. Okunanların manasını düşünmek. Bu, kalp huzurunun ötesinde bir şey (husus)dir. Çünkü, kalp, bazan ağızdan çıkan lafızla birlikte istenen yerde hazır olduğu halde, mana ile birlikte hazır olmayabilir. Onun için zihni, kelimelerin anlamını idrat


22 etmeye çalışmak gerekir. Bu isi zihinden, kelimelerin anlamını idrak etmekten alıkoyan düşünce ve hayalleri atmakla olur. Çünkü, hayaller kesilmeyince bu yöndeki düşünceler de zihinden uzaklaşmaz. 3. Allah’a ta’zim ve heybet1: Bunlar iki şeyden neş’et eder: Yüce Allah’n celâl ve azametini (büyüklüğünü) , nefsin horluğunu ve kul (olduğunu) bilmek. Bu iki şeyi bilmekten de boyun eğmek ve huşu’ neş’et eder. Şüphesiz batinî olan bu şartlar ile namaz kılmak, kalbin pasını gidererek içinde nurların parıldamasına sebeb olur ki, bu sayede hem hak ma’bud olan yüce Allah’n azametine hem de O’nun hikmetlerinin üç yüzüne vâkıf olur. (Fakat) bunu ancak âlimler anlar. Namazı (yukarıda zikredilen) manalarına riâyet etmeden sadece şeklen kılanlar anlatılanların hiçbirine vâkıf olamazlar. Bilakis böyle şeylerin varlığını bile inkâr ederler. CEMAATLA NAMAZ KILMANIN FAZĐLETĐ Đbn Ömer’den (r.a.) Resûlullah’ın (sa)

şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Cemaatle kılınan namaz, yalnız başına kılınan namazdan yirmi yedi defa daha faziletlidir.” (Buhari ve Müslim rivayet etmişlerdir.)2 Cemaatla kılınan namazın yalnız başına kılınan namazdan yirmi beş veya yirmi yedi derece üstün olduğu hakkında değişik birçok hadis mevcuttur. Cemaatla namaz kılmak çok faziletlidir. Cemaatla namazı teşvik eden hadislere bakarak Zahirîler, cemaata devamın farz-ı ayın olduğunu, birtakımları faz-ı kifâye olduğunu söylemişlerdir. Hanefilere göre, cemaata devam sünnet-i müekkededir. Ebu Hureyre’den (ra) Resûlullah (sa) buyurduğu rivayet edilmiştir. “Bir kimsenin cemaatla kıldığı namaz evinde veya ticarethanesinde kıldığı namazdan yirmi beş kat daha faziletlidir. Bu şöyledir: Adam güzelce abdest aldıktan sonra namazdan başka hiçbir amacı olmaksızın evinden çıkıp camiye giderse, attığı her adım karşılığında kendisine bir derece yüksekliği verildiği gibi, ayrıca bir günahı da silinir. Namaz kılınca da konuşmadan namaz kıldığı yerde oturduğu sürece melekler “Allahım, onu affet, Allahım, ona merhamet et” diyerek kendisi için istiğfar ederler. Adam namaz vaktini beklediği sürece namazda gibidir.” (Buhari ve Müslim rivaye etmişlerdir.)3

1

TA’ZĐM: Büyüklemek, ululamak. HEYBET: Korkmak, saygı ve hayranlık uyandıran ululuk... (Çev.) Buhari, Kitabu Salat’il-Cemaat, Müslim; Kitab’ul-Mesacid, 650, b. Hanbel, Tirmizi, Nesei ve Đbn Mace. 3 Buhari, Kitabu Salat’il-Cemaat, Müslim; Kitab’ul-Mesacid, 649.

2


23 Hadis

cemaatle

kılınan

namazın

yalnız

kılınan

namaza

üstünlüğünü

açıklamaktadır. Alimler, nerede olursa olsun cemaatla kılınan namazda bu üstünlük mevcut mudur, yoksa özellikle camilerde oluşturulan cemaatta mı bu üstünlük bulunur, bu konuda ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı birinci görüşü, bir kısmı da ikinci görüşü savunmuşlardır. Đbadetlerin salih olabilmesi için; şartlarına, rükünlerine ve adablarına riayet edilmelidir. Abdesti güzelce almak, namazının kabule şayan olmasına bir vesiledir. Cemaatla kılmaya giden kişinin attığı adımından birisi onun küçük günahlarına keffaret olur. Diğeri de derecesini yükseltir. Kullarının temizlenmesini arzu eden Yüce Allah küçük günahlarını çeşitli vesilelerle bağışlamaktadır. Beş vakit namazın kendi aralarındaki küçük günahlara keffaret olduğu yine geçen bülümdeki hadislerde mevcuttur. Büyük günahlardan uzak kalınmaya aşırı gayret gösterilmeli, buna rağmen bir büyük günah işlenmişse affı için tevbe edilmesinin zorunlu olduğu bilinledir. Namaz kılındıktan sonra bir müddet lakırdı etmeksizin, oturmak sünnetir. Zira bu esnada melekler o kişiye dua ederler. Kullarının ibadet halini meleklerine gösterip, dua etmelerini sağlaması da Rabb’imizin ince bir lütfudur. Namaz vaktini beklemek için geçirilen süre de kulun ibadetinden sayılmakta ve sevap yazılmaktadır. Ebu Hureyre’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir. “Kör birisi gelip ; “Ya Resûlullah, beni mescide götürecek bir yardımcım yok” diyerek Resûlullah’ın kendisine evinde kılmak için izin vermesini istedi. Resûlullah da adama izin verdi. Fakat adam gitmek üzere geri dönünce Hz. Peygamber ona; “Ezanı duyuyor musun?” diye seslendi. Adam, “evet” dedi. Resûlullah ona: “O halde davete icabet et” buyurdu. (Müslim rivayet etmiştir.)1 Hadiste zikri geçen âmâ Abdullah Đbn Ümmi Mektum’dur. Nitkim Ebu Davud ile Darekutni’nin rivayetlerinde bu açıklanmıştır. Rivayetlerin bazılarında, Resûlullah (sa) cemaata devam etmeyenlerin evlerini tepelerine yıkmak istediğini bildirdiği zaman bu zat; “Ya Resûlullah! Medine’nin zehirli haşeratı ile yırtıcıları çok...” diyerek özür dilediği, diğer bazılarında; her vakit kendini mescide götürecek bir kimse bulunmadığını söyleyerek bu namazları evimde kılmam caiz midir diye sorduğu, fakat kendisine ruhsat verilmediği açıklanıyor.

1

Müslim, Kitab’ul-Mesacid, 653


24 Hadis-i Şerif, “cemaata devam etmek, ezanı işintenlere farz-ı ayındır” diyenlerin delilidir. Fakat alimlerin çoğunluğu buna şöyle cevap vermişlerdir: Hz. Abdullah Đbn Ümmi Mektum namazı evinde kılmak ve cemaat faziletini onunla kazanmak için ruhsat istemiştir. Çünkü özürlü idi. Kendisine bu şekilde cemaat faziletine eremeyeceği bildirildi. Nitekim cemaata devamın bir özürden dolayı icma ile düşmesi de bunun kuvvetlendirir. Bazıları da; “Đslam’ın ilk günlerinde hiçbir kimseye özür tanımama sureti ile münafıkların, cemaatı terk etmeleri önlenmişti, sonradan bu hüküm neshedilerek cemaat hususunda bazı özürler kabul edildi” demişlerdir. Hz. Peygamber’in müezzini Đbn Ümmi Mektum diye biline Abdullah (veya Amr b. Kays)’tan rivayet edildiğine göre; bu zat, “Ya Resûlullah, Medine yılan, akrep gibi haşereleri ve yırtıcı hayvanları çok olan bir yerdir” deyince, Resûlullah (sa) da: “Hayya ale’s-Sala, Hayya ale’l-felah’ı işitiyorsan gelmelisin” buyurdu. (Ebu Davud, hasen senetle rivayet etmiştir.)1 Đbn Ümmi Mektum, Hz. Hatice’nin dayısıdır. Đbn Ümmi Mektum Resûlullah’tan (sa) öönce Medine’ye hicret etmiştir. Resululllah (sa) b uzatı, kendisi harplere gidişinde Medine’de 13 defa vekil bırakmıştır. Kadisiye

fethinde

şehit

düşmüştür.

Đbnu’l-Cevzi’nin

söylediğine

göre

kendisinden üç hadis rivayet edilmiştir. Ebu Hüreyre’den (ra) Resûlullah’ın (sa) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki,zaman zaman içimden geçiyor ki, bir yığın odun getirilmesini emredeyim, arkasından namaz için ezan okunmasını emredeyim, sonra birisine halka imam olmasını emredeyim, peşinden de varıp namaza gelmeyenlerin evlerini kendileri içindeyken yakayım.” (buhari ve Müslim

rivayet

etmişlerdir)2 Hadis, namazı cemaatla, camide kılmaya teşvik etmektedir. Bu ve benzeri hadislere bakara bir kısım alim cemaata gitmenin farz-ı ayın olduğu görüşünü savunmuşlarsa da, alimlerin çoğunun bu hadislerden çıkardıkları sonuç; cemaatın, kuvvetli bir sünnet oluşudur. “et-Tuhfe” adlı eserde cemaat hakkında şu özet bilgi verilmektedir: “Cemaat ancak zahmetsizce devama kudreti olanlara vaciptir .Özürle düşer. Dolayısıyla hasta,

1 2

Ebu Davud, Kitab’us-Salat, 553 ve Tirmizi Buhari, Kitabu Salat’il-Cemaat, Müslim; Kitabu’l-Mesacid, 651


25 âmâ ve kötürüm olan kimselere cemaata gitmek vacip değildir. Özürsüz cemaata gitmeyen kimse kınanır. Böyle birisine ses çıkarmayan komşuları bile günahkâr olur” Hatta bazı alimlerin görüşlerine göre cemaatı terkedenin şehadeti kabul olunmaz. Bir yer ahalisi toptan cemaatı terkederlerse onlara karşı harp ilan edilir. Dinî ilimleri mütalâa edenleri bu işleri esnasında cemaata gitmemeleri özür kabul edilmiştir. Hadisi şerif müslümanları cemaatı terketmekten uzaklaştırmak ve kazanacakları günahtan dolayı korkutmak için varid olmuştur. Burada hakikat kastedilmemiştir. Onunla mübalağa kastedilmiştir. Çünkü müslümanların ateşte yakılmak suretiyle cezalandırılamayacağına ümmet icma etmişlerdir. Đbn Mes’ud’dan şöle rivayet edilmiştir: “Yarına müslüman olarak kavuşmak isteyen kimse nerede ezanı duyarsa namazları kılmaya devam etsin. Çünkü Allah Nebinize (sa) hidayet yollarını açıkladı. Bu namazlar da hidayet yollarındandır. Şayet siz de, cemaatten geri kalıp evinde namaz kılan şu adam gibi namazı evinizde kılacak olursanız Nebinizin (sa) sünnetini terk etmiş olursunuz. Eğer peygamberinizin sünnetini bırakırsanız sapıklığa düşersiniz. Benim gördüğüm kadarı ile cemaattan ancak münafıklığı belli olanlar geri kalır. Aramızda öyle kimse olurdu ki, iki kişinin kolları arasında sallana sallana getirilerek safa yerleştirildi.” (Müslim rivayet etmiştir).1 Yine Müslim’in naklettiği bir rivayete göre Đbn Mes’ud (ra.) şöyle demiştir. “Hakikat, Resûlullah (sa) bize hidayetin yollarını öğretti. Đçinde ezan okunan mescitte (cemaatla) namaz, hidayet yollarındandır.” Hadisimiz cemaata devam etmenin sünen-i hüdadan olduğunu bildirmektedir. Usul-u fıkıh ilmine göre sünnetler iki kısımdır: Sünen-i hüda, sünen-i zevaid. Sünen-i Hüda: Dini ikmal için devam üzere ibadet olarak yapılan sünnetlerdir. Bunları terketmek mekruhtur. Yapmayanlar zemmedilir. Đşte cemaata devam, ezan, kamet v.b. gibi ibadetler bunlardandır. Sünen-i Zevâid: Resûlullah’ın (s.a) adet yolu ile yaptığı fiillerdir. Bunları terk etmekte kerahet yoktur. Yapıldığı takdirde sünneti işleme sevabı kazanılır. Resûlullah’In yemesi, içmesi, oturup, kakma, gezme şekilleri gibi. Hadisten, ilk müslümanların cemaata verdikleri anlaşılmaktadır. Çünkü belirtildiği gibi iki kişinin koltuğunda zor yürüyecek şekilde hasta olanlar bile cemaatın faziletin kaçırmamak için camiye kendileri gitmişlerdir.

1

Müslim, Kitab’ul-Mesacid, 257.


26 Sünnete muhalefetin kişileri delâlete sürükleyeceği de hadiste belirtilmekte ve cemaat sünnetini terkedenlerin, dalâlete düşeceklerine dikkat çekilmektedir. Çünkü cemaata devam hususunda gevşeklik gösteren kimse şeriata karşı da lâubalî olur. Ebu’d-Derda’nın (ra) Resûlullah’ı (sa) şöyle buyururken işittiği rivayet edilmiştir: “Bir köyde veya ıssız bir yerde bulunan üç kişi, aralarında namazı (cemaatla) kılmazlarsa, şeytan onlara galip gelir. Cemaata devam edin. Çünkü ,kurt, sürüden ayrılan koyunu yer.” (Ebu Davud, hasen senetle rivayet etmiştir.)1 Hadis, cemaatı terketmenin şeytana yardım olduğunu anlamaktadır. Cami dışında, birkaç kişi bile olsa mutlaka cemaat oluşturup namazlarını öyle kılmaları gerekir. Böylece cemaat sevabını elde etmiş ve şeytanî vesvese yollarını kapamış olurlar. Mü’minler cemaat halinde yaşamalı, fertler de müslüman topluluklardan uzak kalmamalıdırlar.

Đslâmî

cemaat

dışındaki

müslüman,

sürü

dışındaki

koyuna

benzetilmektedir. Yalnız bulunan kiş ide her türlü fitne, fesat ve belâ taarruzuna direkt muhatab ve hedef olur. Hem ferdin, hem de toplumun selâmeti cemaat halinde yaşamaktadır. SABAH VE YATSI NAMAZLARINDA CEMAATA GĐTMENĐN ÖNEMĐ Osman b.Affân’ın Rasulullah’ı (s.a) şöyle buyururken işittiği rivayet edilmiştir: “Kim yatsı namazını cemaatla kılarsa gecenin yarısını ibadetle geçirmiş gibi olur. kim sabah namazını da cemaatla kılarsa bütün gece namaz kılmış gibidir. “ (Müslim rivayet etmiştir.) Tirmizi’nin yine Osman b. Affan’dan (r.a) naklettiği rivayette hadis şöyledir: “Yatsı namazını cemaatla kılan kimse gecenin yarısını ibadetle geçirmiş gibi olur. yatsı ve sabah namazını cemaatla kılan kimse ise gecenin tamamını ibadetle geçirmiş gibi olur.”2 “Her kim yatsıyı cemaatla kılarsa gecenin yarısını namazla geçirmiş olur.” ifadesinden maksat; “Kim yatsıyı cemaatla kılarsa kazanacağı cevap, yatsıyı cemaatla kılmadığı zaman gece yarısına kadar namaz kılmakla kazanacağı sevaba eşittir” demektir. Hadis özellikle gece namazlarında cemaata devam etmeyi teşvik etmektedir. Çünkü, gündüz vakitlerinde camiye gitmemenin çeşitli sebebleri olabilir. Gece ise 1 2

Ebu Davud, Kitab’us-Salat, 547 ve Nesei 2/106, 107 Tirmizi rivayet etmiştir. Hadis hasen ve sahihtir, demiştir.


27 yalnız namaz için ve Allah rızası için cemaata iştirak sağlanacağından sevabı da o nisbette çoktur. Bazı amellere bol bol sevap verilmesi Allah’ın (c.c) kullarına bir lütfudur. Görüldüğü gibi gecenin ortasında ve sonundaki namazlar için cemaata gidilmesi, geceyi tamamen ibadet içinde geçirmiş sevabı kazandıracaktır. Bu takdirde müslümanın iki namaz arasındaki uykusu bile ibadet olarak telakki edilmiştir. Ebu Hüreyre’den (r.a) Rasulullah’ın (s.a) şöyle buyurdğu rivayet edilmiştir: “Yatsı namazı ile sabah namazını cemaatla kılmanın sevabını bilselerdi emekleyerek bile olsa bu namazlara gelirlerdir. (Buhari ve Müslim rivayet etmişlerdir.) Hadiste cemaata, bilhassa yatsı ile sabah namazları için cemaata gitmek teşvik edilmektedir. Bu namazlarda nefse bir parça meşakkat vardır. Çünkü biri uykunun bilk zamanına, diğeri sonuna tesadüf eder. Onun için de münafıklara en ağır gelen namaz bunlardır. Fakat nimetin külfet karşılığı elde edildiği unutulmamalıdır. Ebu Hüreyre’den (r.a) Rasulullah’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir. “Münafıklara en ağır gelen namazlar sabah ve yatsı namazlarıdır. Bu namazları cemaatle kılmanın sevabını bilselerdi emekleyerek de olsa onları kılmaya gelirlerdi.” (Buhari ve Müslim rivayet etmişlerdir). Hadis, münafıklara ağır gelen namazları açıklamaktadır. Yatsı ve sabah namazları, nefse zor gelir. Münafıklar ise yalnız gösteriş ve toplumun beğenisini kazanmak ve dışlanmamak için ibadete gelirler. Bu vakitlerde de onları toplum göremeyeceği için gelmemeyi arzu ederler. Çünkü Allah rızası dışında bir şey için cemaata gelenler bu vakitlerde çok zorlanırlar. Mü’minler ise Allah rızasını diğer lezzetlerin üstündü tuttuklarından hiçbir ibadet nefislerine ağır gelmemektedir. Sevap kazandıracak küçük veya büyük tüm amellere koşmak, mü’minlerin özelliklerindendir. CUMA GÜNÜNÜN VE CUMA NAMAZININ ÂDAPLARI: Gerek Cuma gününün gerekse Cuma namazının birçok adabı vardır. [Başlıcaları şunlardır]: 1. (Kirden vs.den) temizlenmek, giyeceklerini yıkamak sûretiyle cumaya hazırlanmak. 2. Boy abdesti almak; efdal olan Cuma namazına gitmeden az önce olmak. 3. Beden temizliğini yaparak, tırnaklarını keserek, dişlerin fırçalayarak (misvaklayarak), güzel koku sürünerek ve en güzel elbiselerini giyerek süslenmek.


28 4. Cuma namazına erkenden ve yürüyerek gitmek.Camiye giderken, sakin bir şekilde (sükunetle) ve huşu ile yürümek. 5. Boyunlarına basarcasına insanların üstünden atlamamak, iki kişinin arasına sokulmamak, ancak boşluk görürse gidip aralarına oturmak. 6. Namaz kılanların önünden geçmemek. 7. Đlk safa rağbet etmek (heves duymak). 8. Cuma’nın son sünnetini kılmak (cumadan sonraki sünnetleri kılmak.) 9. Cuma günündeki (duaların kabul olduğu) eşref saati gözetleyip kalbini hazır zikir ile meşgul olmak. Bu saat(in zamanı) hakkında görüş ayrılığına düşülmüştür. (Ancak) Müslim’in efrad’ında1 Ebu Musa (r.a.)’dan rivayet edilen hadis’e göre, bu saat, imamın minbere çıktığı andan namazın bittiği ana kadarki vakittir. 10. Cuma günü Peygamber (SAV)’e çokça salavat-ı Şerife getirmek. 11. Kehf sûresini okumak. Çünkü hadis-i şerifte rivayet edildiği üzere: “Her kim Cuma günü veya Cuma gecesi Kehf sûresini

okursa (Allah), onu fitnelerden,

(kötülüklerden) korur.” Cuma günü çokça Kur’an-ı Kerim okumak, gücü yeterse Cuma günü veya gecesi hatim inmek de müstehabtır. 12. Cuma günü, gücü nisbetinde sadaka vermek, sadakasını verilen mescidin dışında vermeye itina göstermek. 13. Cuma gününü hayırlı amellere ayırıp dünya meşgalelerinden uzak durmak ki, bu müstahabtır. ZEKÂTIN BÂTINÎ ADAPLARI VE ĐNCELĐKLERĐ Şüphesiz, ahirete talip olan miridin zekatla ilgili bir takım yükümlülükleri vardır [ki onlardan bazıları şunlardır]: 1. Zekâtın maksadını (hikmetini) kavraması: Bu üç şeydir: Sevdiği malı vermekle yüce Allah’a olan sevgisini ispatlaması, cimrilikten kurtulması ve mal nimetinin şükrünü eda etmesi. 2. Gösteriş ve şöhretten uzak olması için zekatını verirken (halktan) gizlemesi. Kaldıki zekatını açıktan verilmesinde fakirin küçük düşürülmesi söz konusu olduğu için zekatı gizli vermek gerekir. Ancak, şu var ki, zekatını vermemekle itham olmaktan

1

“Efrad” Tek, bir tek” manasına gelen “ferd”în çoğuludur. Gerek ravisinin rivayette tek kalması, gerekse sadece bir şehirden olanların rivayet etmeleri sebebiyle “ferd” sayılan hadisleri ifade etmektedir. (Çev. Dr. Mücteba Uğur, Hadis terimleri sözlüğü, “Efrad” Md.


29 korkan halkın içinde olmaktan çekinmeyen fakirlere açıktan, (çekinenlere) ise gizlice verilmesi gerekir. 3. Başa kakarak verdiğinin sevabını kaçırmaması. Şöyle ki, insan fakire iyilik ettiğini, onlara lütuf ve ihsanda bulunduğunu düşündüğü zaman, çoğu kez kendisinde başa kakma hissini meygana getirir. Halbuki, düşündüğünde madden ve manen kendisi için bir temizlik vasıtası olan zekatını kabul etmekle (asıl) fakirin kendisine iyilik ettiğini görecektir. Bununla beraber, verdiği zekatın, mal nimetinin bir şükrü olduğunu düşündüğünde artık kendisi ile fakir arasında minnete sebep olabilecek bir durumun olmadığını da görecektir. Ayna fakiri fakirliğinden dolayı hor görüp küçümsememesi gerekmektedir. Zira, üstünlük mal ile olmadığı gibi eksiklik de malın olması ile değildir. 4. Verdiğini küçük görmesi. Zira yaptıklarını (iyiliklerini) büyük gören kendini beğenip kibirlenir. [ki bu amellerin sevabını yok eder]. Denildiği gibi, iyiliğin tam olabilmesi içün üç şeye dikkat etmek gerek: yaptığı iyiliği küçük görmek, vermekte acele etmek ve gizlemek. 5. [Zekatını verirken] malından helâl olanını, en iyisini (güzelini) ve en çok sevdiğini seçmek. Helâlından vermeli, çünkü yüce Allah temiz olup ancak temiz olanı kabul eder. En iyisini (güzelini) seçmesine gelince, çünkü Yüce Allah şöyle “Sakın başkasından almayacağınız kötü şeyleri nifak etmeye kalkışmayın.” (Bakara, 267) buyurmaktadır. Bu konuda iki hususu göz önünde bulundurması gerekir. Bunlardan birincisi, Allah Teala (cc)’ya ta’zim (saygı gösterme) hakkıdır. Çünkü O, kendilerine ayrıcalıklı (farklı) davranılanların ayrıcalığa en layık olanıdır. Şayet insan, (evine gelen) misafirin önüne kötü bir yemek koyarsa, (bununla) onu kin ve nefretini kazanmış olur. Đkincisi, kenid hakkıdır. Çünkü kişi, (bugün) ne verir ise yarın kıyamette de onunla karşılaşacaktır. O halde kendisi için en iyisin (en güzelini) seçmelidir. Malının en sevdiğinden vermesine gelince, çünkü Yüce Allah “siz sevdiğinizden infak etmedikçe iyiliğe ulaşamazsınız.” (Al-i Đmran, 92) buyurmaktadır. NAFĐLE SADAKANIN FAZĐLETĐ VE ÂDABI Sadakanın faziletleri hem çok hem de meşhur [olmakla birlikte bununla ilgili bazı hadisleri aşağıda almak istiyoruz]: Bunlardan biri Buhari’nin Đbn Mes’ud (r.a.)’dan rivayet ettiği şu hadistir: Peygamber (SAV), şöyle der: “Hanginize, kendisine varisinin malı kendi malından daha


30 sevimlidir?” Sahabiler: “Ey Allah’ın Resûlu, Bizden hiç kimse yoktur ki, kendisine malı, daha sevimli olmasın (kendi malını daha çok sevmiş olmasın) deyince, Peygamber (SAV) şöyle buyurdular: “Kişinin malı, önden gönderdiği (Allah için verdiği)dir. Varisinin malı ise geriye bıraktığıdır.” Sahih-i Buhari ve Müslim’de Ebu Hureyre (r.a.)’den rivayet edilen hadiste de Resûlullah (SAV) şöyle buyurmaktadır: “Her kim temiz kazanc(ın)dan –ki Allah’a ancak temiz olan yükselir- bir hurma miktarı sadaka verirse, Allah onu sağ eliyle kabul eder, sonra onu, sahibine birinizin memeden kesilmiş deve (veya inek) yavrusunu büyüttüğü gibi çoğaltıp büyültür. Öyle ki dağ gibi olur.” Ebu Umame (r.a.)’nin rivayet ettiği bir hadiste de Peygamber (SAV) şöyle buyurur: “Đyilik yapmak zillete düşmekten korur, gizli sadaka ise yüce Allah’ın gazabını def eder.” (Taberani) Bureyde (r.a.)’den rivayetle Peygamber (SAV) şöyle buyurur: “Sadaka olarak bir şeyler veren hiç kimse yoktur ki, yetmiş şeytanın kötülüğünden kurtulmasın.” (Ahmed, Hakim, Đbn Huzeyme) Müslim’in Ebu Hureyre (r.a.)’den “ferd”1 olarak rivayet ettiği bir hadiste ise Peygamber (SAV) “Sadaka maldan hiçbir şey eksiltmez.” Buyurmaktadır. Hz. Aişe (r. anha)’den rivayet edilir ki, Peygamber (SAV)’in ehl-i beyti (ailesi) bir koyun kestiler. Peygamber (SAV): “O koyunda ne kaldı?” buyurdu. Hz. Aişe: -Kürek kemiğinden başka bir şey kalmadı. (Kürek kemiği hariç hepsini sadaka olarak dağıttılar) dedi. Bunun üzerine Peygamber (SAV): “Kürek kemiğinde başka hepsi duruyor (desene) [Kürek kemiğinden başka, ahirette hepsinin sevabını alacağız] buyurdular. (Tirmizi). Sadakanın âdaplarına gelince, bunlar, zekât konusunda daha önce geçen âdaplarla aynıdır. Fakirin zekât alması mı, veya sadaka alması mı daha iyidir? Konusunda görüş ayrılığı bulunmaktadır. Bazılarına göre fakirini zekât alması daha iyi, diğer bazılarına göre ise, fakirin sadaka alması daha iyidir. SADAKANIN EN FAZĐLETLĐSĐ: Ebu Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (SAV)’a hangi sadakanın daha faziletli olduğu sorulduğunda peygamber (SAV): “Yaşama sevincin yerinde ve mala düşkün olduğun, zenginliği arzulamakta ve fakirlikten korkmakta bulunduğun ve ruh boğazına gelip de: falana şu

1

“FERD” kelimesinin manası daha önce “Cuma” bülümünde geçmiştir. Bkz. (Çev.)


31 kadar, falana da şu kadar, falana da şu kadar (vasiyetim) idi, diyeceğin ana ertelemeden vereceğin sadakadır.” Diye cevap verdi. (Buhari ve Müslim) ORUNCUN FAZĐLETĐ VE ÖNEMĐ Şurası bilinmeli ki, Oruç diğer ibadetlerde olmayan bir hususiyete sahiptir. O da Yüce Allah (cc)’in orucu kendisine izafe etmesidir. Şöyle ki, Yüce Allah: “Oruç, benim içindir, onun mükafatını da ancak ben veririm” buyurur.1 Ki, her halde şeref (üstünlük) olarak bu izâfe yeterlidir. Tıpkı, Yüce Allah’ın “Benim beytim (evim)i temiz tut ....” (Hac, 26) âyetinde beyti (Kâbe) kendine izâfe ederek yücelttiği gibi... [Bütün ibadetler Allah için olduğu halde Yüce Allah’ın bunların arasında özellikle kendine izâfe ederek] orucu yüceltmesi, iki sebepten dolayıdır: Birincisi, oruç gizli ve görünmeyen bir ameldir; ne halk görür, ne de içine riya girer. Đkincisi, oruç Allah düşmanına (şeytana) derin acı verip perişan eder. Çünkü, şeytanın (kalplere) ulaşmasının yolu, şehvettir. Şehvet ise, yeme-içme ile kuvvetlenir. Şehvet kuvvetlenip çoğaldıkça şeytanlar da o meraya sık sık gidip gelir. Şehvetin terk edilmesiyl şeytana bütün yollar daralır. Orucun faziletine delâlet eden (gösteren) bir çok hadis-i şerif vardır ki, bunlar meşhurdur. [Onun için, burada bunları ayrıca zikretmeye gerek yoktur]. ORUCUN SÜNNETLERĐ (MUSTEHABLARI) Sahura kalkmak ve sahur (yemeğini mümkün olduğunca, gecenin son vaktine denk gelecek şekilde] geciktirmek, [iftar vakti girdiğinde] hemen orucunu açmak ve hurma [veya su] ile orucunu açmak müstehabtır. Resûlullah (SAV)’a uyarak [her zamankinden daha fazla olarak,] namazında cömert davranmak, iyilik yapmak ve çok sadaka vermek de müstehaptır. Kur’an okumak, özellikle ramazanın son on gününde itikafa girip daha fazla ibadet etmek de müstehaptır. Sahih-i Buhari ve Müslim’de rivayet edildiği üzere, Hz. Aişe (r. anha) şöyle der: “Ramazanın son on günü giridğinde, Peygamber (SAV) paçalarını sıvar, geceye ihya eder ve ailesini de uyandırırdı.”

1

Kudsî hadis olup, Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.


32 Alimler (hadiste geçen) “...paçalarını sıvar(dı)...” cümlesini iki şekilde yorumlamışlardır: Birincisi, (bu cümle) kadınlardan el etek çekmek manasındadır. Đkincisi ise, amel için paçalarını sıvamak, hazırlanmak, çabalamak manasındadır. Alimlere göre, Peygamber (SAV) efendimizin ramazanın son on gününde (özel) çaba göstermesinin sebebi, kadir gecesini aramaktı. ORUCUN DERECELERĐ VE ÂDÂBI Orucun üç derecesi vardır: Avam (kesimin) orucu, seçkin kimselerin orucu ve en seçkin kimselerin orucu.1 Avamın orucu, karnı/mideyi ve avret, yerini, isteklerini yerine getirmekten (yeme-içme ve cinsi münasebetten) alıkoymaktadır. Seçkin, kimse (veli)lerin orucu, dili, el ve ayakları, kulak, göz ve diğer azaları günahlardan korumaktır. Gözleri haram bakışlardan ,dili (başkalarına) eziyet veren haram, mekruh veya faydasız sözlerden, diğer azaları (hakeza günahlardan) korumak, seçkinlerin oruçlarının âdaplarındandır. Buhari’nin rivayet ettiği bir hadiste, Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır: “Yalanı ve yalana göre hareket etmeyi bırakmayan kimsenin, yemesini-içmesini bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur.” Seçkin kimselerin oruçlarının âdaplarından biri de, geceleyin [ve iftar vaktinde karnını, midesini] tıka basa doldurmaması, ölçülü yemesidir. Çünkü, insanoğlu doldurduğu kapların en kötüsü karnı (midesi) dır. Đftar vaktinde (iyice) doyan kimse, gecenin geride kalan kısmında artık kendinden faydalanmadığı (kendi hayrı olmadığı) gibi, sahur vaktinde (iyice) doyduğu zaman da yine kendinden faydalanmaz (kendine hayrı olmaz).2 Çünkü çok yemek 1

AVAM, inanç ve ibadetleri genellikle taklide dayanın, dinin şekil ve merasimlerinin ötesinde geçemeyen sıradan insanlara demektir. Avam’ın karşıtı, “seçkin kişiler” manasında kullanılan “havâs” veya müellifin kullandığı “husus” kelimeleridir. Tasavvufta, herkeste bulunmayan bir takım bilgilere ve hallere, yetenek ve ruh temizliğine sahip velilere havâs ve ehl-i husus, bunların en üstün olanlarına hâssü’l-havâs veya hâssatü’l-hâssa adı verilir. [kitabımızın müellifi ‘hussü’l-husus’ tabirini kullanmıştır] (TDV Đslm Ans. “AVAM”, “HAVAS” md. Bkz. Çev.) Biz metni dilimize çevirirken, havas karşılığlı olarak “seçkin kimseler...” müellifimizce bunların en üstünü anlamında kullanılan hussü’l-husus karşılığı olarak “en seçkin kimseler..” ifadelerini kullandık. Fakat, daha sade ve anlaşılır bir hale getirmek için yukarıdaki metni şöyle etmemiz mümkün: Orucun üç derecesi vardır: Avamın orucu, salihlerin (ve velilerin) orucu, peygamberlerin, sıddiklerin ve Allah nezdinde en yüksek mertebe ve makamın erdirilmiş (mukerrebun) zatların orucu. (Çev.) 2 Çok yemek, uykuyu celbettiğinden geceleyin teheccüde kalkamaz, ibadet vb. yapamaz.Böylece en değerli sermayesi olan ömrünü faydasız geçirerek hebâ etmiş olur. (Çev.)


33 tembelliği ve gevşekliği tahrik eder. Sonra, çok yemekle orucun gayesi elden gider. Zira, orucun gayesi açlığın tadını tatmak ve canının arzuladıklarını terketmektir. En seçkin kimselerin (peygamberlerin, sıddiklerin ve Allah nezdinde en yüksek mertebeye sahip olanların) orucu ise, kalbin bayağı arzulardan, Allah Teala’dan uzaklaştıran düşüncelerden ve yüce Allah’ın dışındaki her şeyden büsbütün uzak olmasıdır. NAFĐLE ORUÇ Şurası bilinmelidir ki, nafile oruç [mubah ola tüm günlerde tutulabildiği halde] faziletli kabul edilen günlerde daha faziletli görülen müekked sünnet olarak kabul edilmiştir. Faziletli günlerin bir kısmı, senede bir gelir. Ramazandan sonra Şevval (ayın)ın altı günü, Arefe, Aşure, Zilhicce ile Muharrem (aylarının ilk on günleri) gibi... Bu günlerin bir kısmı ise her ay tekrarlanır. Bunlar her ayın 13. 14. ve 15. günleridir. Bunların bir kısmı da her hafta tekrarlanır. Pazartesi ve Perşembe günleri... Nafile oruçların en faziletlisi, Hz. Davud (a.s.)’un orucudur. Ki, O, gün aşırı oruç tutardı; bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi. KUR’AN-I KERĐM’ĐN VE KUR’AN EHLĐNĐN FAZĐLETĐ Kur’an-ı Kerim’in en büyük fazileti, şüphesiz onun, Allah (c.c.)’ın kelâmı olmasıdır. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’i, “Bu (Kur’an), indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” (En’am, 92), “Şüphesiz bu Kur’an (yolların) en doğru olanına iletir.” (Đsra, 9), “Bu kitap öyle şerefli/kuvvetli bir kitaptır ki, ne kedinden önce , ne de kendinden sonra hiçbir kitap onu yalanlamaz.” (Fussilet, 42) buyurmaktadır. Hz. Enes (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (SAV): “Şüphesiz Allah (cc)’ın, insanlardan ehli (evliyası) vardır.” Buyurdu. -Onlar kimlerdir, Ey Allah’ın Resulu!” denilince Resûlullah (SAV): -Kur’an ehlidir. Onlar Allah’ın ehli (evliyası) ve has kullarıdır.” Buyurdu. (Nesai) Đbn Ömer (r.anh)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (SAV) şöyle buyurur:


34 “Kur’an ehline (kıyamet gününde) oku ve cennete derecelerine yüksel, dünyada tertil ile (dane dane) okuduğun gibi, (burada da) terfil ile oku. Çünkü senin makamın okuyacağın en son ayetin yanındadır.” Denilecek. (Ebu Davud, Tirmizi)1 Đbni Mes’ud (r.a.) Şöyle der: “Kur’an hamilinin (hafızın), insanlar uyurken gecesi (gece ibadeti) ile, herkes oruçsuz iken gündüzü (orucu) ile, halk sevinçli iken hüznü ile, insanlar gülerken ağlaması ile, herkes söze (malayan iyi konuşurken) susması ile ve herkes kendini büyük görürken tevazu ile bilinmesi gerekir.” Kur’an hamilinin kaba, gafil, bağırıp çağıran ve sert tabiatlı biri olmaması gerekir. KUR’AN OKUMANIN ÂDABI Kur’an okuyan kimsenin abdestli olması, edep üzre bulunması, başına önüne eğmesi, bağdaş kurmaması, herhangi birşeye yaslanmaması ve kibirli bir hal alarak (kurularak) oturmaması gerekir. Kur’an okumanın en faziletli olduğu hal, namazda kıyam halinde iken ve mescitte okunanıdır.2 Kıraatın miktarına gelince, bu konuda selefin adeti farklı farklı olup birbirine uymamaktadır. Onlardan kimisi bir gün bir gecede birhtim, kimisi bir gün bir gecede birden fazla (iki-üç) hatim, kimisi üç günde bir hatim, kimisi her hafta bir hatim inmiş, kimis de tefekkür, ilim yayma, öğretme, Kur’an okumanın dışında başka ibadetler ile veya bunların dışında dünya kazancı ile uğraştığından her ay bir hatim inmiştir. Takip edilecek en iyi yol; insanı önemli işlerinden alıkoymayacak, vücudunu yıpratmayacak ve bununla birlikte tertil üzre ve manasını anlayarak okumaktır. Đbn Abbas (r.anhüma) Şöyle der: “(yalnızca) Bakara ile Al-i Đmran sürelerini tertil üzre ve manalarını anlayarak (düşünürek) okumam, Kur’an’ın tamamanı hızlı okumamdan daha iyidir.” Kişi, fırsat bulduğu vakit, çok sevap elde edip kurtuluşa ermek için (Kur’an) çok okumayı ganimet bilmeli. Nitekim, Hz. Osman (r.a.) birtek rekatta Kur’an’ın tamanı okurdu. Đmam Şafii (rh.a.), Ramazan (ayın)da altmış hatim inerdi. [Yukarıda] işaret etttiğimiz gibi, imkanlar ölçüsünde sürekli okumaya çalışmalı. 1

Bir rivayete göre, Kur’an âyetlerinin sayısı cennet derecelerine eşittir. Kur’an’ın tamamını okuyan (bilen) kimse cennetin en yüksek derecesine yükselirken, sadece bir kısmını okuyabilen kimse okuyabildiği âyet sayısına göre (âyet sayısı kadar) yükselir. Dolayısıyla kişinin yükselebileceği en son derece son bulduğu noktadır. (Bkz. Ebu Davud’un dipnotuna, 2/153) (Çev.) 2 Bkz. Đhya, Cüz, 3/501. (Çev.)


35 Bazı aliler, geceyi ve gündüzü hatim ile karşılamak için, gündüz hatim indiği zaman sabah namazında veya sabah namazından sonra inmesini, gece hatim indiği zamanda akşam namazında veya akşam namazından sonra inmesini uygun görmüşlerdir. [Hatimden sonra dua etmeli] Đbn Mes’ud (r.a.): “Kur’an’ı hatmedenin duası kabul olunur.”demektedir. Hz. Enes (r.a.) Kur’an’ı hatmettiği zaman aile efradını toplar ve dua ederlerdi. [Tertil üzre ve] sesini güzelleştirerek okumak, sesi güzel değil ise gücünün yettiği kadar sesini güzelleştirmesi. [Kur’an okumanın âdaplarından biri olup] müstehaptır. Nağme ile [ezgi, türkü şeklinde] okumaya gelince, selef bunu hoş karşılamamıştır. Gizli okumak [da Kur’an okumanın âdaplarından olup] müstehaptır. Çünkü, Ebu Davud ve Tirmizi’nin Ukbe b. Amir’den sahih olarak rivayet ettikler ibir hadiste şöyl ebuyurulmaktadır: “Kur’an’ı açıktan okuyan kimse, sadakayı açıktan veren kimse gibidir. Kur’an’ı gizli okuyan da sadakayı gizli veren gibidir.” Ancak, kendisi duyacak kadar sesli okuması gerekir. Ancak, hıfzı (ezberi)nı sağlamlaştırmak veya kendinden tembelliği ve uykuyu uzaklaştırmak veya çok uyuyan kimseyi uyandırmak [gibi] sağlam (halis) bir maksat için zaman zaman [başkasının da duyabileceği şekilde] sesli okumakta bir sakınca yoktur. Namazda Kur’an okumanın hükmü, farz namazlarda okunacak miktar, açık ve gizli okunduğu yerler, fıkıh kitaplarında [detaylarıyla anlatıldığı için] meşhur ve bilinmekte [olup, burada ayrıca zikretmeye gerek yoktur]. Kur’an-ı Kerim’i okuyan kimsenin Yüce Allah’ın, kullarına kelâmının manaların anlama kabiliyetini verdiğinden onlara ,nasıl lütufta bulunduğuna bakması, okuduğu sözün bir beşer sözü olmadığını bilmesi, yüce mütekellim (Allah)ın büyükülğünü kalbinde hazır bulundurması ve düşünerek okuması gerekir. Zira, (Kur’anı Kerim’i) okumaktan maksat, düşünmektir. Şayet düşünme ancak âyetlerin tekrar edilmesi ile meydana gelebiliyorsa , âyetleri tekrar etmeli. Nitekim Ebu Zerr (r.a.)’ın rivayet ettiğine göre, peygaber (SAV) bir gece (sabaha kadar) tek bir âyet ile onu tekrarlıyordu. Bu âyet “Eğer onlara azab edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Ve eğer mağfiret edersen şüphe yok ki sen aziz hakimsin.” (Maide, 118) âyet-i kelimesidir.


36 [Sahabilerden] Temim ed-Dari (r.a.) ile Rabi’ bi Haysen (rh.a.) de bir gece (sabaha kadar) “Yoksa, kötülük işleyenler, kendilerini iman edip salih amel işleyenler gibi kılacağımızı mı zannederler.” (Casiye, 21) mealindeki âyet-i kerimeyi tekrarlayarak ibadetlerini sürdürmüşlerdi. Kur’an okuyan kimsenin, her âyetten uygun olan dersi çıkarması ve anlaması gerekir. “Hamd gökleri ve yeri yaratan... Allah’a mahsustur...” (Ean’am, 1) âyetini okudğu zaman, yüce Allah’ın büyüklüğünü anlamalı ve gördüğü her şeyde O’nun kudretini hissedip görmelidir. “Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü?” (Vakıa 58) âyetini okuduğu zaman, parçaları birbirine benzeyen (nutfe)1nin nasıl et, kemik, damar ve sinirlere; baş , el, ayak (gibi) muhtelif şekillere ayrıldığı (dönüştüğü) nı, sonra işitme ve görme duyguları ile akıl vb. üstün vasıfların nasıl zuhur ettiğini derinden düşünmek düşünmeli ve insanları hayrete düşüren bu keyfiyet ile [yaratıcının eşsiz sanatını] görmeye çalışmalıdır. [Peygamberleri] yalanlayıp inkar edenlerin başından geçen maceraları okuduğu zaman, Allah’ın emirlerini yerine getirmediği (veya ihmal ettiği) takdirde, içinde [inkarcılar gibi] Allah’ın azabına uğramaktan korktuğunu hi‫ب‬ssetmelidir. Bunlara ilaveten Đmam Nevevî (rh.a.) şöyle demektedir: “Gerek namaz içinde gerekse namaz dışında Kur’an-ı Kerim okuyan kimsenin, rahmet âyetlerini okuduğu zaman Allah Teala’Nın rahmetini istemesi, azab âyetlerini okuduğu zaman cehennem ateşinden veya azaptan veya kötülükten veya hoşa gitmeyen herhangi bir şeyle karşılaşmaktan Allah’a sığınması veyahut “ 45678.‫ ا‬1-23‫ أ‬+,-.‫= ” ا‬ (Allahum! Senden afiyet isterim.” Veya buna benzer bir söz söylemsi, Yüce Allah’ı tenzih eden ayetleri okuduğu zaman Allah’ı bütün eksikliklerden tenzih ederek <‫ن ا‬7:;3 =.78> “Yüce Allah bütün noksan ve kusurlardan uzaktır demesi veya “ A5B.78.‫رك رب ا‬7;> ” = ( Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!” demesi, veya “ ‫( =” انبر ةمظع تاج‬Rabbimiz ne kadar büyüktür!) vb. söylemesi sünnettir.. Tin Sûresi (8)nin “Allah hakimlerin hakimi değil midir?” mealindeki âyet-i kerimesini okuyan kimsenin “ ‫اش لا نم كلذ ىلع انأو يلب‬P‫( = ” نيد‬Evet, ben de buna şehadet edenlerdenim) demesi Kıyamet Sûresi (40)nin

“Đnsanları bir damla sudan

yaratan Allah, ölüleri diriltmeye kadir olmaz mı?” mealindeki âyetini okuduğu zaman: U,V‫ أ‬7T‫ و أ‬R-S 1

= (Evet, ben de buna şehadet ederim). demesi , Murselat Sûresinin son

Nutfe: erkek spermi ile kadın yumutasından ibaret suyun karışımından meydana gelen birleşime denir. (Dr. Muhammed el-Bar, Kur’an ve Tıp ilmine Göre insanın yaratılışı, (Trc. S.14.) Urfta nutfe ile meni eş anlamıl (müteradif) kabul edilmiş ise de, Kur’an’dan bunların farklı şeyler olduğu; nuftenin meniden bir cüz -olan halis tohumun adı- olduğu anlaşılmaktadır. (Bkz. Elmalı, 8/54934) (Çev.)


37 ayetini “Artık onlar, bu (Kur’an)dan sonra hangi söze inanacaklar?” okuduğu zaman: <‫ا‬7S WXYZ = (Allah’a iman ettim) demesi, “Yüce Rabbinin ismini tesbih et.” (A’la, 1) âyetini okuduğu zaman da :

R-[\‫ ا‬RS‫ن ر‬7:;3 = (Yüce Rabbimi bütün noksan ve

kusurlardan tenzih ederim.) demesi müstehaptır. Bütün bunlar ister namazda ,isterse namazın dışında olsun. Konuyla ilgili delilleri , “et-Tibyan fi adabi hamelet-il Kur’an” adlı eserimizde açıkladık.1 Kur’an okuyan kimsenin, Kur’an’ı Kerim’in manasını anlamasına mani olan engellerden kurtulması gerekir. Meselâ, şeytanın hayalinde harfleri iyi okumadığını ve mahreçlerinden iyi çıkarmadığını canlandırması yüzünden [iyi okuyacağım] diye okuduklarını durmadan tekrarlayıp manaya dikkatini vermemesi gibi. Ayrıca Kur’an okuyan kimsenin günahlarda ısrar etmesi, kendini büyük görmesi veya nefsin isteklerine itaat edecek kadar arzularına düşkün olması, kalbin kararıp paslanmasına ve Kur’an’ın manasını anlamaya mani olan sebeblerdendir. Kur’an okuyan kimsenin, Kur’an hitaplarının (emir ve yasaklarının, müjde ve ) tehditlerinin kendine yönelik olduğunu (kabul etmesi), kıssaların efsane ve hikayelerden ibaret olmadıklarını, bilakis ibre için anlatıldıklarını bilmesi ve bu konuda titiz (uyanık) olması gerekir. ZĐKĐRLER VE DUALAR Şurası bilinmeli ki, Kur’an (tilavetinden okumaktan) sonra, dil ile yapılan hiçbir ibadet, Yüce Allah’ı zikretmekten, O’na samimi dualarla ihtiyaçları arzetmekten daha faziletli değildir. Şu âyet-i kerimeler zikrin faziletini göstermektedir. “Siz beni zikrediniz ki, ben de sizi zikredeyim...” (Bakara, 152) “Onlar (o akıl sahipleri) öyle kimselerdir ki ayakta iken, otururken ve yanları üzerinde yatarken Allah’ı zikrederler...”(Al-i Đmran, 190)2

1

Bu kitap Türçeye.... çevrilmiştir. (Çev.) Bu âyette (Al-i Đmran, 190) “zikir” kelimesi hakkında Đbn Cevzi (Zadül Mesir, el-Mektebül Đslami, Şam baskısı, c.1/527) şöyle der: Buradaki zikir hakkında 3 görüş vardır: 1. Buradaki zikirden maksat namazdır. Yani, (gücü yeten kimse) namaza ayakta kılar, ayakta duramayan kimse oturarak veya yan üstü yatarak namazını kılar, demektedir. Bu Hz. Ali, Đbn Mes’ud, Đbn Abbas ve Katade’nin görüşüdür. 2. Buradaki zikirden maksat, gerek namaz içinde gerekse namaz dışında yapılan (halk arasında meşhur olan) zikirdir. (Allah’ı anmak.) Bu müfessirlerden bir grubun görüşüdür. 3. Buradaki zikir “korku” anlamındadır. O zaman âyetin manası şöyle olur: Đşlerini görürken (çalışıp çabalarken), istirahat için otururken, ve uyku için yataklarını uzanırken, Allah’tan korkarlar. Bu açıklamadan sonra, zikir halkalarında raks’ın (ilahiler eşliğinde el ele tutuşarak halay çekercesine oynama) caiz olduğunu iddia edenler için bu âyetin delil olamayacağını delil olamayacağı ortaya çıkmış bulunmaktadır.

2


38 “...Ve Allah’ı çokça zikreden erkekler ve (Allah’ı çokça) zikreden kadınlar ,(işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir (cennet) hazırlamıştır.” (Ahzab, 35). Ebu Musa (r.a)’dan rivayete göre Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır. “Rabbini zikreden ile zikretmeyenin misali, diri ile ölünün misali gibidir.” (Buhari, Müslim) Peygamber (SAV)’den rivayet edildiğine göre, “Yüce Allah (bir kudsî hadiste), şöyle buyurmaktadır: Ben, beni zikrettği müddetçe dudakları, benim zikrim ile kıpırdadıkça kulumla beraberim.” (Buhari, Ahmed, Hakim Ebu Derda’dan.) Müslim’in ferd olarak rivayet ettiği hadislerin birinde Peygamber (SAV): “Allah’ı zikretmek için oturan (bira arada bulunan ) hiçbir topluluk yoktur ki, melekler kendilerini çepçevre kuşatmasın, rahmet kendilerini bürümesin, üzerlerine huzur (gönül rahatlığı) inmesin ve Allah onları yanındaki meleklere zikr etmesin.” Bu konuda, amellerin faziletleri ile ilgili eserlerde daha birçok hadis-i şerif zikredilmektedir. Ebu Hureyre (r.a.)’nin rivayet ettiğine göre, Peygaber (SAV) şöyle buyurur: “Bir topluluk, bir mecliste biraraya gelip de, yüce Allah’ı zikr etmeden birbirlerinden ayrılırlarsa, merkep leşinden ayrılmış gibi olurlar ve o meclis kendilerine kıyamet gününde bir üzüntü (kaynağı) olur.” (Ahmed, Ebu Davud) DUANIN FAZĐLETĐ VE ADABI Duanın faziletine gelince, Ebu Hureyre (r.a.)’Nin rivayetine göre Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır: “Yüce Allah katında duadan daha kıymetli bir şey yoktur.”, “Đbadetin en üstünü duadır.” (Buhari, Edeb-ül-Müfredde.) “Allah, kendisinden ihtiyaçlarını istemeyen kimseye hiddetlenir.” (Tirmizi.) Duanın birtakım adapları vardır ki, bunlardan bir tanesi, (dua için) değerli, (mübarek) vakitleri seçmektir. Seneden arefe günü, aylardan ramazan ayı, haftadan Cuma günü,geceden seher vakti gibi. Ezan ile kamet arası, namazlardan sonra (ki dakikalar), yağmur yağdığ, Allah için düşmanla savaşıldığı, iftar vakti, kalbin ilahi huzur ve ürperti ile dolu olduğu vakitlerde (dua için seçilmesi gereken) değerli vakitlerdendir.


39 Ancak gerçek uşu ki, vakitlerin değeri, kişini durumuna bağlıdır. (Meselâ), seher vakti kalbin safi olduğu, (Allah’ın dışındaki şeylerden boş (uzak) bir vakit olduğu için, secde anı da tevazu anı olduğu için değerlidirler. Kıbleye yönelerek dua etmek, ellerini yukarıya kaldırmak, duanın sonunda ellerini yüzüne sürmek ve dua esnasında sesini kısmak (yükseltmemek) de duanın adaplarındandır. Dünya Yüce Allah’ı zikrederek (Sübhane Rebbiye-l aliylil a’lel vehhab, elhamdu lillahi gibi sözlerle) başlamak, sonra peygamber (SAV)’e salat ve selam getirmek, dua yaparken seci’ (kafiye)1 yapmak için kendini zorlamamak da duanın adaplarındandır. Duanın adaplarından biri de –ki bu duanın kabul olması için asıl olan bâtınî bir adaptır- tevbe etmek ve kul hakkını sahibine iade etmektir. Bulara ilaveten, bu konuda bilinmesi gereken bir husus da şudur: Zikirlerden ve Kur’an tilavetinden , günlük vird edinmek, buna itina edip devam etmek, böylece Rablerine yaklaşmak, nefislerini arındırmak, ruhlarının gıdasını vermek, niyetlerini düzeltip işledikleri amelleri, sırf yaratıcıları (olan Allah) için yapmak, yüce Allah’ın salih kullarından sahabe, onlardan sonra onların izinde giden ilimleri ile amil alimler, gönlünü Allah’a vermiş kamil insanların adetlerindendir. Davetçinin davetinde, mürebbi (terbiye eden, terbiyeci)nin terbiyesinde başarılı olmasının yolu, zikirlere ve virtlere devam etmektir. [Zira] zikirlere ve virdlere devam edenler dışında tarihte hiçbir davetçinin davetinde, ve hiçbir mürebbinin terbiyesinde başarılı olduğu tespit edilmiş değildir. Bunun sebebi şudur: Çünkü kişinin amellerinde ve davetinde sıdk ve ihlas sahibi olması ,nefsinm hilelerinden kurtulması, ancak zikirle ve virdler sayesinde ihtimam gösterdikleri en önemli husus, kendilerine günlük vird edinmeleri olmuştur. Sıdk ve ihlası elde edip, nefsin tuzaklarından ve gizli şehvetlerinden kurtulmak için, edindikleri günlük virdlere itina göstermiş ve (aksatmadan) sürekli (bu virdleri) yapmaya gayret göstermişlerdir. Düşünerek, saygı ve alçak gönüllülükle Yüce Allah’ın kitabını okumaktan sonra müslüman dil ile yapılan ameller konusunda kendini yapmakla yükümlü bileceği en üstün amel, Peygamber (SAV)’den rivayet edilen mutlak (belli bir zaman ve duruma ait olmayan) zikir ve virdler ile, belli vakit ve durumlara ait olan zikir ve virdlerdir. Çünkü,

1

Seci: Nesir (düzyazı) kafiyesi, ses benzerli, ve uygunluğu... (Çev.)


40 alimlerin dediği gibi, ancak bu sayede “Allah çokça zikreden erkeklerden ve (Allah’ı çokça) zikreden kadınlar”dan olunur. Zikirler ve virdler konusunda yazılan en iyi eser, imam Nevevi (rh.a.)’nin “elEzkar” isimli kitabıdır. Bu kitap, salih kişilerin süsü, hayırlı kimselerin şiarı (alame-i farikası) olmuştur. Bu sebeble “evini sat, el-Ezkar’ı al” demişlerdir. (Yukarıda zikrin önemi ile ilgili) kaydettiklerimizden dolayı, terbiye ve ahlak konusunda kitap yazan müellifler, virdlere ve zikirlere özel bir bölüm ayırmışlardır. Bu müelliflerden bir ide bu muhtasarın (kısaltmış olduğumuz kitabın) aslı (olan Đhya’nın) müellifi Đmam Ebi Hamid el-Gazzali (rh.a)’dir. (Elinizdeki) bu muhtasar (kitap) ta onların izin takip ettik. Ancak, bundan önceki muhtasara (el-Makdisi’nin muhtasarına) uygun düşecek şekilde (bunu yaptık) ve dedik ki: VĐRDLER [1.] FECRĐN ATMASI ĐLE GÜNEŞĐN DOĞUŞU ARASINDAKĐ VĐRDLER Đkinci fecrin1 atması ile güneşin doğuşu arasındaki vakit değerli (mübarek) bir vakittir. Onun için yüce Allah: “Açılıp aydınlandığı zaman sabaha yemin olsun.” ‘(Tekvir, 18) diyerek bu vakte yemin etmiştir. Allah yolunun yolcusu (mürid) uykudan uyandığı zaman: “‫`_ر‬X.‫ ا‬a5.‫ وا‬7X>7Y‫ أ‬7Y U8S 7T75b‫ى أ‬c.‫ ا< ا‬U:.‫( = ” ا‬Hamd, bizi öldürdükten sonra2 (tekrar) dirilten Allah’a mahsustur. Ve nihayet dönüş yine O’nadır) (Buhari, ferd olarak Peygamber (SAV)’den rivayet etmiştir.) diyerek Yüce Allah’ı zikretmelidir. Akşamleyin de Müslim’in Đbn Mes’ud (r.a.)’den rivayet ettiği ona, Peygamber (SAV)’in akşam olunca yaptığı şu duayı yapmalıdır: “

‫ و‬,<‫ ا‬1-B.‫ ا‬RdY‫ و أ‬7X5dY‫أ‬

4-5-.‫ ا‬Pc‫ ه‬R6 7Y h5n 1.o3‫ب أ‬ ِ ‫ ر‬,hgUi jV k‫ آ‬R-[ _‫ و ه‬,UB:.‫ ا‬a. ‫ و‬,1-B.‫ ا‬a. ,a. 1gh`T e PUb‫ أ< و‬f‫ ا‬a.‫ا‬e (Sayfa 39 Arapça) = (Mülk Allah’ın Hamd Allah’In olarak (Allah’ın tasarrufu ile akşamladık. Hamd Allah’A mahsustur.)akşamladık. Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O birdi, O’nun ortağı yoktur, mülk O’nundur, hamd O’nundur. O, her şeye gücü yeten, sonsuz kudret sahibidir. Rabbim! Senden bu gecenin ve sonrasının hayrını, ister, bu gecenin ve sonrasının şerrinden de Sana sığınırım. Rabbim! Tembellikten ve kötü yaşlılıktan sana sığınırım. Rabbim! Cehennem azabından ve kabir azabından da sana sığınırım.” Bununla beraber Peygamber (SAV)’ın şu duasını da okumalı: “ 1 2

?????? ??????

‫= ” أ[_ذ‬


41 (Yarattığı şeylerin şerrinden, Allah’ın bütün eksikliklerden münezzeh olan hüküm ve iradesine sığınırım.” (Müslim, Đbnüs-Sünni) “Her kim bunu üç defa söylerse hiçbir şey ona zarar vermez” Buyurulmaktadır. (Đbnü’s-Sünni) Mürid,sabahleyin de aynı duayı okumalı. Ancak birinci duaların başındaki “ 7X5dY‫ ” أ‬yerine “

7X:;x‫“ = ” أ‬Mülk Allah’ın, Hamd Allah’ın olarak

sabahladık...”demelidir. Peygamberimiz öyle yapmıştır. Yine şöyle demiştir: “ <7BdS” = “Đsmi ile beraber ne yerde ne göklerde hiçbir şeyin zarar veremediği Allah’ın ismine sığınırım. O ,her şeyi hakkıyla işiten ve her şeyi hakkıyla bilendir.” Hz. Osman (r.a.)’ın rivayetine göre Peygamber (SAV) bu vird ile ilgili olarak: “Her günün sabahında ve akşamında her kim bunu üç kere söylerse ona, hiçbir şey zarar veremez.” Buyurmaktadır. (Ebu Davud, Tirmizi). Ayrıca üç defa da şöyle demelidir: “ ‫( ” تيضر‬Sayfa 40 Arapça) = “Rab olarak Allah’a, din olarak Đslam’a, Peygamber ve Resul olarak da Muhammed (SAV)’e razı oldum.” (Ebu Davud, Nesai) Sabah namazını kılınca konuşmadan ve (namazdaki gibi) ayakları bükük olduğu halde on defa şöyle demeli: “ a.‫ ا‬e ” (s. 40) = “Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. O , birdir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na mahsustur, dirilten ve öldüren O’dur. Ve O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” Çünkü bunu söyleyerek, gün boyunca tüm kötülüklerden ve şeytandan kendini korumuş olur. (Tirmizi) Đstiğfarın en üstünü olan: “ WT‫ أ‬+,-.‫( ” ا‬s.40) okumalı (ki manası şöyledir:) “Allahım! Sensin benim Rabbim, beni sen yarattın, ben senin kulunum, gücümün yettiği kadar senin ahdin ve va’din üzereyim. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Senin benim üzerindeki nimetlerini de itiraf ederim, günahlarımı da itiraf ederim, beni bağışla, cünkü sende başka günahları bağışlayan yoktur.” Buhari’nin Şeddad b. Evs (ra) yoluyla rivayetine göre, Peygamber (SAV) şöyle buyurur: [=S‫ ر‬WT‫ أ‬+,-.‫‘ ]ا‬yi akşamleyin söyleyip ölen kimse cennete girer (veya cennet ehlinden olur). Sabahleyin söyleyip öldüğü zaman da hakeza (cennet girer/cennet ehlinden olur).” Yine şöyle demeli: “

‫( ” ىلع انحبصأ‬s.40) = “Biz, Đslam fıtratı ihlas

(tevhid) kelimesi, peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV)’in dini, muvahhid bir müslüman olan ve (hiçbir zaman) müşriklerden olmayan atamız Hz. Đbrahim (a.s.)’ın tuttuğu yol üzere sabahladık.” (Đbnü’s-Sünni). Ve şöyle dua etmeli: “ kx‫ أ‬+,-.‫( ”ا‬S.40) = “Allahım! Beni işlerimde tutunacağım yegane kulp olan dinimin kurallarını yerine getirmeye muvaffak eyle! Đçinde yaşadığım dünyamı ve bu hayattan sonra varacağım (yer olan) ahiretimi ma’mur eyle! Hayırlı ilim ve amellerde geçireceğim uzun ömürler


42 ve bütün kötülüklerden (uzak tutarak) kolay ölümler ihsan eyle!” (Sahibi Müslim, Ebu Hureyre’den) Yine, Ebud-Derda (r.a.)’nın yaptığı şu duayı yapmalı: =ّS‫ ر‬WT‫ أ‬+,-.‫( ”ا‬s.41) = “Allahım! Sensin benim Rabbim, senden başka ilah

yoktur, yalnızca sana güvenip sana teslim oldum, büyük arşın sahibi (Rabbi) sensin. Allah’ın dilediği olur, dilemediği olmaz, hareket etme kudreti ve kuvveti ancak büyük, yüce Allah’ın dilemesi iledir. Yakinen biliyorum ki Allah, her şeye gücü yeten ve her şeyi ilmi ile çepeçevre kuşatandır. Allahım! Nefsimin ve perçeminden yakalayı verdiğin1 bütün canlıların şerrinden sana sığınırım. Şüphe yok ki Rabbim bir doğru yol üzerindedir. (Her şeye gücü yettiği halde, hiç kimseye zulmetmez, herkese hak, adalet ve doğruluk ölçüleri dahilinde muamele eder.) Ebud-Derda (r.a): Bu duayı sabahleyin okuyana akşama kadar, akşam okuyana da sabaha kadar hiçbir musibet isabet edemez.” Demektedir. (Đbnüs-Sünni) Allah yolunun yolcusu (mürid), buraya kadar naklettiğimiz duaları öğrenip ezberlemeli (ve tayin edilen vakitte okumaya gayret göstermelidir.) çünkü onun bunlara ihtiyaç vardır. Sabah namazına gitmeden önce sünnetini evinde kılıp, sonra camiye gitmek üzere evinden çıkarken şöyle dua etmelidir: RT‫ ا‬+,-.‫( ” ا‬s.41) = “Allahım! Sana yalvarıp yakaranlara verdiğin söz, ve

geçip gittiğim bu yol hakkı için senden istiyorum (sana yalvarıp, yakarıyorum). Şüphesiz ben şımarıp kibirlenmek, gösteriş ve şöhret için (evimden) çıkmadım. Gazabından

korunmak ve rızanı kazanmak için çıktım. Senden, beni (cehennem)

ateşinden kurtarmanı istiyorum. Şüphe yok ki senden başka günahları bağışlayan yoktur.” (Đbn Maceh) Mescide girince [Euzu-Besmele çektikten sonra] Müslim’in sahihinde Peygamber (SAV)’den rivayet ettiği üzere, Peygamber (SAV)’e selam vermeli sonra şu duayı yapmalıdır: “1 Bb‫ب ر‬ َ ‫_ا‬S‫= أ‬. 6‫ ا‬+ّ ,-.‫“ = ”ا‬Allahım! Bana rahmet kapılarını açıver.” Mescitten çıkınca de şöyle demeli: “Allahım! Senden fazlını (lütfünü, rahmetini) isterim. “

‫ك‬7 6 AY ‫ك‬723‫= أ‬T‫ ا‬+,-.‫” ا‬

(Camiye giriş duasını okuduktan) sonra, birinci safa varıp daha önce geçen zikir, dua ve benzerleri ile meşgul olup cemaatı beklemelidir.

1

“Perçeminden yakalamak”, bir deyim olup pençesinin altında bulundurmak, dilediği gibi onların üzerinde tasarrufta bulunmak anlamındadır. (Bkz. Elmalılı, 4/2792 ve diğer tefsirlere, Hud Sûresi, âyet 56. tefsiri. (Çev.)


43 Sabah namazını kıldıktan sonra da güneş doğuncaya kadar olduğu yerde beklemsi uygun olur. Nitekim, Enes (r.a.)’ın rivayetine göre Peygamber (SAV): “Her kim sabah namazını cemaatle kılar, sonra güneş doğuncaya kadar olduğu yerde oturup yüce Allah’ı zikreder, (güneş doğduktan) sonra da kalkıp iki rekat namaz kılarsa tam, eksiksiz ve mükemmel1 bir hac ve bir umre sevabını alır.” buyurmaktadır. (Tirmizi.) [Kısaca, Allah yolunun yolcusu, sabah namazından güne doğuncaya kadar] dört şeyi yapmalı, dua, zikir, Kur’an okumak ve tefekkür.2 [Özellikle alimin, sabah namazından güneş doğuncaya kadar daha bir titiz davranması, virdlere daha çok önem vermesi ve bu vakitte uyumamaya özen göstermesi gerekmektedir.] Begavî3 “Şerhus-Sünne” (adlı eseri)de Alkame b. Kays’ın şöyle dediğini nakletmektedir: “Bize ulaştığına göre yeryüzü, alimin sabah namazından sonra uyumasından (rahatsızlık duyduğundan) feryat ederek yüce Allah’a şikayette bulunur.” Müridin virdlere devam etmesi gerekir. Çünkü, Peygamber (SAV): “Yüce Allah katında amellerin en üstünü (en sevimlisi), az da olsa devamlı olanıdır:” buyurmaktadır. (Buhari, Müslim) Nitekim, Peygamber (SAV)’ın amelleri de devamlı (kesintisiz) idi. (Müslim). GECE ĐBADETĐNĐN FAZĐLETĐ Yüce Allah şöyle buyurmaktadır “Onların yanları (gece namazına kalkmak için) yataklarından uzaklaşır, çok az (uyurlar)...” (Secde, 16)4 Peygamber (SAV) de: “Gece ibadetine ihtimam gösterin. Zira, gece ibadeti, sizden önceki salih (kimse)lerin adeti, Rabbinize yakınlık, işlediğiniz günahların affı için bir vesile ve günah işlemekten alıkoyan bir kalkandır.” Buyurmaktadır. (Taberani, Beyhaki, Ebu Ümame’den hasen bir sened ile.). Hasan Basri (rh.a.) şöyle der: “Gecenin son üçte birinde (kılınan) namazdan daha üstün bir ibadet bilmiyorum.” Kendisine: - Niçin teheccüd kılanlar insanların en güzel yüzlüleridir? Diye sorulunca da şöyle diyor:

1

Hadis-i Şerif’te peşpeşe üç kez “tam” kelimesi geçmektedir. Biz bunlardan birincisini aynen bırakırken, ikincisini “eksiksiz”, üçüncüsünü de “mükemmel” kelimeliri ile çevirdik. (Çev.) 2 Bkz. Tefekkür konusuna. (Çev.) 3 Bkz. Kitabın sonundaki Biyografi kısmına. 4 Secde 17 âyette mükafatlarının büyüklüğüne işaret edilerek şöyle buyurulmaktadır: “Hiçbir nefis onların yaptıkları (bu) amellere mükafat olarak kendileri için gözler sürurundan neler gizlenmek olduğunu bilmez.” (Secde, 17).


44 -

Çünkü onlar, rahmeti bütün mahlukatı kuşatan Allah ile baş başa kaldılar da O, onları kendi nurundan giydirdi. GECE KIYÂMINI (KALKMAYI) KOLAŞLAŞTIRAN SEBEPLER

Gece Kıyamı (kalkmak) gerçekten zor (olmakla birlkte) onu kolaylaştıran sebepleri yerine getirenler için kolaydır. Bu sebepler, zahiri ve batıni olmak üzere ikiye ayrılır: Zahirî Sebepler: 1. Çok yememek: Büyük zatlardan biri şöyle der: Ey müritler topluluğu! Çok yemeyin, sonra çok içer, çok uyur ve kaybınız çok olur. 2. Zor (yorucu) işler yaparak gündüz kendini yormamak. 3. Gündüz Keylule (öğle uykusu) terketmemek. Çünkü keylule yapmak, gece kıyamına yardımcı olur. (kolaylaştırır.) 4. Günahlardan sakınmak. Sevri (rh.a.) işlediğim bir günahtan dolayı beş ay gece kıyamından mahrum kaldım.1 Bâtınî sebepler: 1. Kalbin, müslümanlara karşı kin beslemekten ber iolması, bid’atlardan uzaklaşması ve dünyanın fuzuli (faydasız) şeylerinden yüz çevirmesi. 2. Đstek ve arzularına sınır koyarak kalpten ayrılmayan baskın (ahiret ve cehennem) korkusunun bulunması. 3. Gece ibadetinin faziletini bilmesi (idrak etmesi). 4. Ve gece kıyamını kolaylaştıran en üstün ( en güçlü) sebep, Yüce Allah sevgisi ve kalktığı zaman Rabbine münacat edeceğine, Rabbinin, yanında hazır ve nazır olacağına kuvvetle inanmasıdır. Böylece münacat (tan alacağı lezzet) onu daha da uzun boylu ibadet yapmaya sevk edecektir. 2. GECE VĐRDLERĐ 1. Güneşin batışından yatsı vaktine kadar ki virdler: Güneş batınca, akşam namazını kılıp, akşam ile yatsı arasını (ibadet , zikir, tefekkür vs. ile) ihya etmek. Nitekim ,Enes (r.a.)’den rivayet edildiğine göre [bundan önceki konuda geçen] “Onların yanları yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve ümitle dua eder ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden nifak ederler.” (Secde, 16) âyet-i kerimesi, akşam ile yatsı 1

Sevri’ye işlediğin günah ne idi? Sorulur. Sevri şöyle cevap verir: “Bir adamın ağladığını gördüm. Kendi kendime bu adam mürai (gösteriş) yapan biridir,” dedim. (Đhya, 4/641) (Çev.)


45 arasını namaz kılarak ihya eden Resûlullah (SAV)’ın sahabileri hakkında inmiştir. (Đbn Merduveyh) 2. Yatsı namazından uyku vaktine kadar ki virdler: Yatsı farzından başka, ilk ve son sünnetlerini kılmak ve bu namazlarında yatmadan önce “... ‫ ” باتكلا ليزنت ملا‬diye başlayan Secde Sûresi ile “ ‫ديب يذلا كرابت‬P ‫ ” كاملا‬Mülk Sûrelerini okumak. Çünkü, Resûlullah (SAV) bu iki sûreyi okumadan uyumazdı. (Tirmizi, Ahmed, Buhari (Edebü’l-Müfred’de), Hakim) 3. Yatmadan (uyumadan) önce vitir namazını kılmak. Ancak, gece ibadeti için kalkmayı âdet edinen kimsenin, vitir namazını geceye bırakması daha faziletlidir. Nitekim Hz. Aişe (r.anha)’nin rivayet ettiğine göre, Resûlullah (SAV) vitir namazını bazan gecenin evvelinde, bazan gece yarısında bazan da sonunda kılardı. Ancak, daha çok (gecenin son vakti olan) seher vaktinde kılmayı tercih ederdi. (Buhari, Müslim). Vitir namazından sonra sesini uzatarak üç kere: “ ‫وس‬U .‫ ا‬1-B.‫ن ا‬7:;3 ” = “Bütün eksikliklerden uzak olan, her şeyin tek sahibi olan (Yüce Allah’ı) bütün kötülüklerden tenzih ederim.” demelidir. (Ebu Davud, Nesai, Đbnüs-Sünni): 4. Uyku (Bu da gece virdlerindendir.) Uykuyu virdlerden saymamızın sebebi şudur: Çünkü, iyi niyeti ile adaplarına riayet edildiği zaman uykuda bir ibadet sayılmıştır. Nitekim, Hz.Muaz (r.a.): “Namazımdan sevap umduğum gibi, uykumdan da sevap umuyorum.” demektedir. UYKUNUN ADAPLARINDAN BAZILAR 1. Uyumadan önce tevbe etmek. Çünkü çoğu kez kişi uykuda iken ölmektedir. 2. Vasiyet edeceği her hangi bir şeyi bulunan kimsenin, yanında yazılı vasiyeti bulunmadan gecelememek. Zira, sahihi Buhari ve Müslim’de Đbn Ömer (r. anhüma)’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (SAV): “Yanında vasiyet edeceği bir şeyi müslüman bir kişinin, yanında yazıl vasiyeti bulunmadan iki [veya üç]1 gece (üst üste9 uyumaması bir vecibedir.” Buyurmaktadır. 3. Kıbleye dönük olarak yatmak. 4. Uyurken tavsiye edilen duaları okumak. 5. Taharet üzere ve sağ yanı üzere uyumak.

1

Köşeli ayraç içine aldığımız “üç” ifadesi, Müslim’in rivayetinden alınmıştır. (Çev.)


46 6. Yatağını silkelemek.Nitekim, Ebu Hureyre (ra)’nin rivayet ettiğine göre, Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır: “Biriniz (uyumak için) yatağına girerken, yatağını elbisesin ucu ile silkelesin. Çünkü, O, kendisinden sonra (yatağında) ne olduğunu bil(e)mez.” (Buhari, Müslim). Yatağına girince şöyle demeli: “

‫عفرأ كب و‬P =;X W8 ‫= و‬S‫ ر‬1B37S ” (S,45.) = “Ey Rabbim! Senin adını

anarak yatağıma girdim ve ancak senin (iraden) ile kalkarım. Ruhumu alırsan affeyle. Salıverirsen (ruhumu almadan sağ olarak sabaha çıkarırsan), salih kullarını koruduklarını koru.” (Sahihi Buhari, ve Müslim)1 Yine, Sahih-i Buhari ve Müslim’de Hz. Aişe (r.anha)’den rivayet edildiğine göre, Peygamber (SAV) her gece uyumak için yatağına girince, avuçlarını birleştirir, üçer kez Đhlas, Felak ve Nâs Sûrelerini okuduktan sonra, avuçlarının içene üfler ve başından, yüzünden ve vücudunun ön tarafından başlamak üzere, ellerinin ulaşabildiği bütün vücudunu sıvazlardı. Sahihi Buhari ve Müslim’de Bera b. Azib (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (SAV) şöyle buyurmaktadır: “Uyumak için yatağınıza gireceğiniz zaman, namaz abdesti gibi abdest al. Sonra sağ yanının üzerine yat, şöyle de: “ =d T W-3‫ أ‬+,-.‫” ا‬ (s.46) = “Allahım! Sevabını umarak, azabından korkarak kendimi sana teslim ettim, hükmüne boyun eğerek sana itaat ettim, işlerimi sana havale ettim, bütün işlerimde sana güvenip, sana dayandım. Yine senden başka sığınak ve kurtuluş yeri yoktur. Đndirdiğin kitabına gönderdiğin peygamberine iman ettim.” (Şayet bu kelimeleri söyledikten sonra) o gece ölürsen, Đslam üzere ölürsün, eğer (sağ olarak) sabahlarsan hayırla karşılaşırsın.” Hz. Ali’nin (r.a.)’nin rivayetine göre, Resûlullah (SAV) kendisine ve Hz. Fatma (r. anha)’ya : “Yatmak istediğinizde veya yatağınıza girdiğinizde 33 defa “Sübhanellah”, 33 defa “Elhamdülillah” ve 34 defa da “Allahu Ekber” deyiniz. Bu, sizin için (size hizmet edecek) bir hizmetçiden daha hayırlıdır.” Buyurmuşlardır. (Buhari, Müslim) Ayrıca, Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği meşhur bir hadiste âyetü’l kürsi (Bakara, 255) de tavsiye edilmektedir.2 Müslim’in rivayet ettiğine göre, Peygamber (SAV) yatağına girdiğinde şöyle derdi: “ 7T7 3 ‫ و‬7XB8 ‫ى أ‬c.‫ا< ا‬UB:.‫( ” ا‬s.46) = “ Bizleri yediren , içiren, kötülerin şerrinden

1

Bu Hadis-i Şerif şu âyete işarettir. “Allah, ölümleri vaktinde canları alır; ölmeyenleri de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı tutar, öbürüsünü ise tayin edilmiş ecele kadar salıverir.” (Zümer, 42) 2 Hadis’in tam metni için Bkz. Tecrid-i Sarih, 1068 nolu hadis.


47 koruyan, bizlere acıyıp merhamet eden Allah’a hamd olsun. Şüphesiz, ne bir koruyanı, ne bir acıyanı olmayan nice kimseler bulunmaktadır.” Teheccüd1 için uykudan uyanınca (kalkınca), Resullullah (SAV)’ın şu duası ile dua etmeli: “ 1. 7XS‫ ر‬+,-ّ.‫( ” ا‬s.46. sonu s. 47 başı) = “Ey Rabbimiz olan Allah! Hamd sana mahsustur. Göklerin ve onların içindeki her şeyin mucidi, müdebbiri ve tek hakimi sensin. Hamd sana aittir (zira) Hak (varlığı hiç değişmeden duran) sensin. Va’din hakıtr, huzuruna varıp hesap vermek haktır, cennet ve cehennem haktır, bütün peygamber haktır, Hz. Muhammed (SAV) haktır, kıyamet haktır. Allahım! Kendimi sana teslim ettim, sana inanıp, sana güvendim, bütün benliğim ile sana yöneldi, (düşmana karşı) verdiğim mücadeley sırf senin yardımınla kazandım. Ve yalnızca senin (indirdiğin kitap) ile hükmettim. Daha önce işlediğim ve (muhtemelen) işleyeceğim gizli ve açık (bildiğim ve bilmeyip de sadece senin bildiğin) günahlarımı affeyle. Đstediğini ileri geçiren (yücelten), istediğini de geri koyan (alçaltan) sensin. Senden başka hiçbir ilah yoktur.” (Buhari, Müslim) (Kısaca) uyumak istediğinde en son sözü ve uykudan uyanırken ağzına alacağı ilk söz, Yüce Allah’ı zikretmek olmalı; ki , bu, imanın alametlerindendir. 5. Gece virdlerinden beşincisi, gecenin ilk yarısı geçtikten sonra başlar (ve) gecenin altıda biri kalıncaya kadar devam eder; ki bu vakit, son derece kıymetli (mübarek) bir vakittir. Ebu Hureyre (r.a.)’nin rivayetine göre, Resûlullah (SAV)’a: “Hangi namaz daha faziletlidir?” diye sorulunca Resul-i Ekrem (SAV): “Gecenin üçte birinde kılınan namaz.”buyurdu. (Buhari hariç, Kütüb-i Sitte’de rivayet edilmiştir.) Amr b. Abese (r.a.) Peygamber (SAV)’ın şöyle dediğini işittiğini, rivayet etmektedir: “Yüce Allah’ın, kuluna en yakın olduğu (zam)an ,gecenin son üçte biridir. O saatte, Yüce Allah’ı zikredenlerden olabilirsen , ol (olmaya çalış). (Tirmizi, Đbn Huzeyme) Teheccüde Kalkınca, AL-i Đmran Sûresinin son on ayetini okumalı. Nitekim, Sahih Buhari ve Müslim’de Peygamber (SAV)’In daha önce zikredilen duaları ile dua etmeli, sonra (teheccüd) namazını hafif iki rekatla başlamalı. Nitekim, Ebu Hureyre (ra)’nin rivayetine göre, Peygamber (SAV): “Biriniz geceleyin namaz kılmak için kalkınca, hafif (uzun olmayan,kısa) iki rekatla başlasın.” Buyurmaktadır. (Müslim)

1

Teheccüd, gece namazı demektir. (Çev.)


48 Sonra ikişer ikişer olmak üzere namazına devam etmelidir. Rivayet edildiğine göre, Peygamber (SAV) vitir ile beraber en çok 13, en az ise 7 rekat kılardı. 6. Gecenin virdlerinden altıncısı, gecenin son altıda biri olan seher vaktidir. Yüce Allah [seher vaktini ihya edenleri överek] “Onlar seherlerde (Allah’tan) mağfiret dilerler.” (Zariyat, 18) buyurmaktadır. Seher vaktinde kıldığı namazdan sonra (günahlarından dolayı) Yüce Allah’tan aff ve mağfiret dilemeli, Kur’an’ı Kerim’den kolayına gidecek bir miktar okumalıdır. Zira, Müslim’in Seleme b. Şebib (r.a.)’den rivayetine göre, Peygamber (SAV), “Melekler (kişinin), gecenin son vaktinde okudğu zaman Kur’an’ı (dinlemek üzere) hazır bulunurlar.” Buyurmaktadır. ĐKĐNCĐ BÖLÜM ÂDETLER YEME-ADABI Yemekten önce, yemek esnasında ve yemekten sonra uyulması gereken adaplar olmak üzere yemeğin üç adabı vardır: A- Yemekten Önceki Adaplar: 1. Bir Hadis-i şerifte bildirildiği üzere1 - yemekten önce elleri yıkamak. Çünkü ellerin kirden, pastan uzak olması (pek) beklenemez. 2. Yemeği, yere serilen sofraya koymak. Çünkü, bu yemek masasına göre hem Resûlullah (SAV)’in fiili (sünneti)ne, hem de tevazua daha yakın ve daha uygundur. 3. Sofraya güzel oturmak; Sağ ayağını dikip sol ayağı üzerine [veya namazda olduğu gibi diz çökerek] oturmak. 4. Yemeğin, ibadet olması için yerken Yüce Allah’a ibadet yapmaya güç kazanmak maksadıyla niyet edip yemeye başlamalı, sadece lezzet –maksadıylayememelidir. Bu niyetin doğru olmasının belirtisi ise, tıka basa yememektir. Peygamber (SAV): “Đnsanoğlu, karnından (midesinden) daha kötü bir kap doldurmuş değildir. Đnsanoğlu için, belini doğrultacak birkaç lokma yeterlidir. Şayet bundan fazlasına ihtiyaç duyuyorsa, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceklere ve üçte birini de nefes alıp vermeye ayırmalıdır” buyurmaktadır. (Tirmizi, “Hasen” olarak. Đyice acıkmadıkça yemeğe oturmaması (yukara) bahsedilen niyetin zaruri bir neticesi olduğu gibi, tam doymadan sofradan kalkması da bu niyetin zaruri bir neticesidir. Böyle yaptığı takdirde , pek de doktora ihtiyacı kalmayacaktır. 1

Sözü edilen Hadis-i Şerif: “Yemekten önce ve sora abdest almak, fakirlikten kurtarır.” Şeklinde olup, Taberani,Ebu Davud ve Tirmizi tarafından farklı senedlerle rivayet edilmiştir ki bunların hepsi de zayıftır.


49 5. Önüne gelene (konulana)razı olup, yemeğin azını küçümsememek. 6. Yalnız başına yememeğ, hiç olmazsa aile fertleri ile birlikte yemeye gayret göstermek. B- Yemeğe Başlarken Uyulması Gereken Adaplar: 1. Yemeğin başında “Besmele” çekip, sonunda “el-Hamdulillah” demek, 2. Sağ eliyle yemek, 3. Lokmaları küçük alıp, iyice çiğnemek, 4. Ağzındaki lokmayı yutmadan diğerine el uzatmamak (almamak) 5. Önüne gelen hiçbir yiyeceği yermemek, 6. Önünden yemek, ancak yiyecekler çeşit çeşit olunca, meyveler gibi istediği seçip alabilir. 7. Üç parmakla yemek ve elinden sofraya düşen lokmayı alıp yemek. 8. Sıcak yemeğe üfürmemek, 9. Hurma ve benzeri çekirdekli yiyecekleri (yedikten sonra) çekirdeklerini aynı tabağa koymamak (veya ikisini) avucunda birlikte bulundurmamak. Bilakis çekirdeği ağzından çıkarıp elinin üstüne koymalı, sonra da atıvermelidir. 10. Mecbur kalmadıkça yemek esnasında (arasında) su içmemek. Çünkü bu, sağlığa daha uygundur. [söz buraya gelmiş iken su vs.yi] içme adabı [nı da zikretmek gerekir]: 1. (Su) kabı (nı); (bardağı) sağ eliyle alıp, içmeden önce içine bakmak. 2. Besmele çekip yavaş yavaş içmek; soluk almadan bir nefeste içmemek. HZ. Ali (r.a.)’den rivayet edilen bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: “Suyu son derece yavaş içiniz, soluk almadan bir nefeste içmeyiniz. Zari, ciğer ağrısı (siroz), (suyu) bir nefeste içmekten meydana gelir.”1 3. Ayakta içmemek. 4. Üç nefeste içmek. Nitekim Sahihi Buhari ve Müslim’de rivayet edildiğine göre, Peygamber (SAV) suyu üç nefeste içer ve her defasında bardağı (mübarek dudaklarından) uzaklaştırır öyle nefes alırdı. Bardak ağzında iken asla nefes alıp vermezdi. C- Yemekten Sonra Uyulması Gereken Adaplar: 1. Đyice doymadan yemekten kalkmak. 2. Parmaklarını yalamak

1

Beyhaki, Şueb-ül Đman; Deylemi, Müsned-ül Firdevs. Elbani’ye göre hadis zayıftır.


50 3. Yemek kabını sünnetlemek. 4. Daha önce geçtiği üzere “el-Hamdulilah” demek. Nitekim bir hadiste rivaye edildiği üzere Peyamber (SAV): “Şüphesiz Allah yedikten ve (su vs.yi) içtikten sonra hamd eden kulundan razı olur.” buyurmaktadır. (Müslim) 5. Ellerini yıkamak.

TOPLUCA YEMEK YEMENĐN ADABI Toplu halde yenen yemeklerde, buraya kadar zikredilen adaplara ilaveten şunlara da riayet edilmesi gerekir: 1. Sofrada bulunan yaşlı, faziletli ve örnek şahsiyetlerden önce yemeye başlamamak. 2. Yemek esnasında susmamak. Bilakis güzel şeylerden ve salihlerin (iyi kimselerin) yemek vs. ile ilgili menkıbelerinden bahsetmek. 3. [Müşterek yemeklerde hiç kimsenin, arkadaşından daha fazla yemeye çalışmaması. Bilakis,] onlardan her biri arkadaşını kendine tercih etmesi. 4. Arkadaşını, kendine: “ye” demeye mecbur etmemesi, yapmacık “ezilip büzülme”lerden kaçınarak olduğu gibi hareket etmesi 5. Yemek esnasında, utanmamaları için arkadaşlarına bakmaması 6. Başkasını tiksindirecek davranışlarda bulunmaması. Onun için, elini yemek tabağının içine sokmaması, lokmayı ağzına alacağında yemek tabağının üzerine eğilmemesi, ağzından çıkarıp atmak istediği lokmayı yüzünü (başını) sofradan çevirdikten sonra sol eli ile çıkarıp atması; tozlanmış kirlenmiş ve ısırdığı lokmayı yemeğe1 batırmaması. ÇALIŞMANIN FAZĐLETĐ Şurası bilinmeli ki, Yüce Allah (cc) dünyayı hem hayat ve geçim için) hem de ahiret için bir çalışma ve kazanç yurdu kılmıştır. Bu sebeple burada kısaca geçim için çalışmanın zaruretini ve adabını anlatmak istiyoruz. Yüce Allah: “Biz, gündüzü hayata ve geçim için çalışma kıldık.” (Neb’,11) Buyurarak dolaylı olarak kullarına yaptığı iyiliği hatırlatırken, “Biz , arzda sizin için birçok geçimlikler yarattık. N)e de az şükrediyorsunuz.” (A’raf, 10) Buyurarak da hayat 1

“yemeğe” diye terceme ettiğimiz kelime, kitabın aslında, biri “sirke”, diğeri de “çorba” diye iki defa geçmektedir. Akıcılık bakımından “yemeğe” şeklinde tercüme ettik. (Çev.)


51 ve geçim için gerekli olan vasıtaların büyük nimetler olduğunu anlatmakta ve bunlardan dolayı şükr (etmemizi) istemektedir. Başka bir ayette ise “Sizin için Rabbinizin fazlından (rızkınızı) aramanızda bir sakınca yoktur:” (Bakara, 198) buyurarak bizleri çalışmaya teşvik etmektedir. Buhari’nin rivayet ettiğine göre Peygamber SAV: “Hiç kimse, elinin emeğinden daha hayırlı bir şey yemiş değildir. Allah Peygamberi Hz. Davud da elinin emeğini yerdi.” Buyurmaktadır. Ahmed b. Hanbel’e: “Evinde veya mescidinde oturup da, ‘ben bir şey (iş) yapmayacağım, bana rızkım gelecek’ diyen kişi hakkında ne dersin?” diye sorulunca, Ahmed (b. Hanbel): “Bu adam ,ilimden yoksun biridir. Peygamber (SAV)’ın: “Allah benim rızkım mızrağımın gölgesi altında kıldı” sözü ile kuşları anlatırken: “Sabahleyin (rızıklarını temin etmek için yuvalarından) aç olarak çıkar, akşamları karınları tek olarak dönerler” dediğini hiç duymamışlar mı?” diye cevap verir. Nitekim, Resûlullah (SAV)’ın Ashabı hem karada ve denizde ticaret yapar, hem de hurma bahçelerinde çalışırlardı. Uyulması gerekenler de onlardır. Ebu Süleyman ed-Darani: “Biz göre ibadet başkası senin [maişetini] için yorulurken, senin uzun uzadıya namaz kılman değildir. Bilakis, önce kendi (elinin emeği ile) ekmeğini kazanıp hayatını korumalı, sana ibadete koyulmalısın” demektedir. ALIŞVERĐŞTE ĐHSAN (MÜŞTERĐYE GÜZEL DAVRANMAK, ĐYĐLĐK ETMEK) Şüphesiz Yüce Allah [her konuda olduğu gibi alışverişte de] adaleti (dürüstlüğü) ve ihsanı emretmektedir. Esnafın satışta musamahakâr (hoşgörülü) olması, mutad olan kâr haddini aşarak müşteriyi aldatmaması bu cümledendir. Mutad olan kârı yapmasına ise müsaade edilmiştir. Çünkü, alışverişi (ticaretin) gayesi kâr yapmaktır. Mala olan aşırı istek ve ihtiyaçtan dolayı müşteri, mutad olan kârdan fazlasını verse bile satıcının bunu kabul etmemesi gerekir ki bu da bir ihsan (iyilik)dır. Sattığı malın bedelini veya borcunu almak istediğinde bazan tolerans gösterip bir kısmını almaması, bazan mühlet tanıması (vadeyi uzatması), bazan da alacağından tamamen vazgeçmesi de alışverişteki ihsandandır. Yine, satıcının, alışverişin bozulmasını isteyen alıcının bu isteğini kabul etmesi de alışverişteki iyiliktendir. Zira, alışverişin bozulmasını ancak alışverişten zarar gören ister.


52 [Kısaca] anlatılan bu hususların fazlına ve bunları yapan (esnaf)ların ecir ve sevaplarına hadisi şerifler şehadet etmektedir. Müslüman maişetini temin ederken vera’ sahibi olması, haramdan sakınarak kazancı (rızk)nın helal olmasına dikkat etmesi gerekir. Bu sebeple, vera’ (haramdan sakınma)nı derecelerini bilmekte fayda vardır:

VERA’ (HARAMDAN SAKINMANIN) DERECELERĐ Haramdan sakınmanın (başlıca) dört derecesi vardır: 1. Fetva gereği haram kılına her şeyden sakınmak ki bunun için örnek vermeğe gerek yoktur. 2. Şüpheli olan her şeyden sakınmak. [Görünüşte] bunlardan sakınmak gerekmiyorsa da takva gereği sakınmak iyi olur. Nitekim, Peygamber (SAV) bu hususa işaret ederek: “Şüpheli şeyleri bırak (terket), şüphe etmediğine sarıl” buyurmaktadır.1 3. (Helal olduğunda şüphe olmadığı halde) harama götürür korkusuyla bazı helal şeylerden sakınmak. 4. Allah için olmayan her şeyden sakınmak. Bu, sıddiklarin vera’ıdır. Şu hadisse buna örnektir: Rivayete göre, Yahya b. Yahya en-Nisaburi (rh.a.) bir ilaç içer. Hanımı kendisine: - Đlaç tesirini gösterinceye kadar evin içinde biraz dolaşsan! Der. Bunun üzerine Yahya (rh.a.): - Böyle dolaşmanın (Allah için olacağını) tahmin etmiyorum. Halbuki otuz seneden beri (bu konuda)) nefsimle muhasebe halindeyim.” Diyerek reddeder. Bu zat kalbinde (Allah rızası için dolaşmaya niyet etmediğinden, evin içinde dolaşmayı reddetmiştir. Ki bu, vera’nın inceliklerindendir. Sonuç olarak vera’nın bir başlangıcı bir de nihayeti vardır: bu ikisi arasında ise ihtiyat dereceleri bulunmaktadır. Đnsanın bu konudaki derecesi ne kadar yükselirse Sıra (köprüsün)dan o kadar süratli geçer ve sırtındaki yük de o kadar hafifler. [Zira]

1

el-Hasan b. Ali’den Tirmizi, Hakim Sahih olarak rivayet etmişlerdir.


53 günahkârlar hakkında cehennem dereke1lerinin , haram derecelerine (çeşitlerine) göre farklılık arz eder. O halde dilerse ihtiyat konusunda daha çok hassas davranır, dilersen ruhsat2tan faydalanırsın. [Ancak] ihtiyatlı davranman lehine, ruhsattan faydalanman aleyhinedir. DOSTLUK VE KARDEŞLĐK Şurası bilinmeli ki, ülfet yani insanlarla iyi geçinip, arkadaşlık ve dostluk kurmak, güzel ahlakın; onlardan kaçıp uzaklaşmak ise, kötü ahlakın neticesidir. Çünkü, güzel ahlak, karşılıklı sevişmeyi, anlaşıp birleşmeyi gerektirir iken kötü ahlak, karşılıklı buğz etmeyi, aradaki sevgiyi kaldırıp ilişkileri kesmeyi netice verir. Ülfetin kaynağı olan güzel ahlakın ne kadar faziletli olduğuna (aşağıdaki) hadisler delalet etmektedir: Ebu Derda (r.a.)’nın rivayetine göre Peygamber (SAV): “Kıyamet gününde mü’minin mizanında güzel ahlaktan daha ağır bir şey yoktur.” Buyurmaktadır. (Tirmizi, Sahih olarak) Başki bir hadiste de : “Ahirette sizin bana en sevimli ve en yakın olanınız, güzel ahlaklı olanınızdır, en çok buğz ettiğim ve bana en uzak olanınız ise kötü ahlaklı olanınız; çok konuşan (gevezelik eden), avurdunu şişirerek laf eden ve büyüklenen (kimseler)dir.” buyurulmaktadır.3 Peygamber (SAV)’e: “insanları en çok cennete sokan nedir?” diye sorulunca , Peygamber (SAV): “Allah korkusu (takva) ve güzel ahlaktır.” buyurdu.4 Allah için sevmeye gelince, Sahihi Buhari ve Müslim’de Ebu Hureyre’den rivayetle Peygamber (SAV): “Allah, kendi gölgesinden başka bir gölgenin olmadığı (kıyamet) gün (ün)de yedi sınıf insanı kendi gölgesinde gölgelendirir” buyurur ve “Allah için birbirlerini sevip biraraya gelen, yine O’nun için birbirlerinden ayrılan iki kişinin de” onlardan olduğunu zikreder. Bir (kudsi) hadiste Yüce Allah: “Benim için birbirlerini sevenlere benim için mallarını infak edenlere ve benim için birbirlerin ziyaret edenlere muhabbetim hak oldu.” (Ahmed ve Hakim Sahih olarak...)

1

Dereke: Arapça ve Osmalıca’da yükseklik ifade eden kavranlar (+ dereceler) için “derece” kelimesi, inen kavramlar (- dereceler)i ifade etmek üzere de “Dereke” kelimesi kullanılır. (Bkz. TDV Đslam Ans. “Derece” md. (Çev.) 2 Ruhsat: Sözlükte kolaylık anlamındadır. Bkz. Đslam Ans. “azimet” ve “ruhsat” md. (Çev.) 3 Ahmed, 4/193-194; Đbn Habbin, 1917 güvenilir bir senedle Bkz. Elbani, es-Sahiha, 2/379 4 Tirmizi ve Hakim Ebu Hureyre’den sahih bir senedle.


54 Bir diğer hadiste ise: “Đmanın en sağlam kulpu, Allah için sevip, Allah için buğz etmendir” buyurulmaktadır. (Ahmed Harrati, zaif olarak.. KENDĐSĐ ĐLE ARKADAŞLIK VE DOSTLK KURULACAK KĐMSEDE BULUNMASI GEREKEN ÖZELLĐKLER Peygamber (SAV)’den rivayet edilen bir hadiste: “Kişi, dostunun dini üzerinedir. O halde, sizden biriniz kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin.” Buyurulmaktadır (Ebu Davud ve Tirmizi hasen olarak Ebu Hureyre’den...) Onun için arkadaş (dost) olarak seçilecek kimsede şu beş özelliğin bulunması gerekir: Akıllı ve güzel ahlaklı olması, fasık ve mübtedi1 olmaması, dünyaya karşı aşırı arzu duymaması gerekir. Çünkü, arkadaşlık ve dostluk için aranılacak ilk şart akıldır. Ahmakın arkadaşlığında (dostluğunda) hayır yoktur. Zira, ahmak sana fayda vermek isterken zarar verir. Akıllıdan maksadımız, her şeyin mahiyetini tabii veya tecrübi olarak olduğu gibi anlayıp kavrayan kimsedir. Güzel ahlaka gelince [akılla beraber] arkadaşlık ve dostluk için bu da gereklidir. Çünkü nice akıllılar öfke ve şehvete yenik düşerek hevalarına itaat ederler ki bu gibilerin arkadaşlık (ve dostlukların)da da hayır yoktur. Fâsıka gelince, Allah’tan korkmadığı için ne şerrinden emin olunur, ne de kendisine güven duyulur. Mübtedi’ye gelince (ortaya çıkardığı veya işlediği) bid’atının sirayetinden korkulur. Hz. Ömer (r.a.) şöyle der: “Dürüst ve samimi arkadaş (dost)lar edinin, onların gölgesinde yaşarsın. Çünkü onlar bollukta zinet, bela (anın)da bir silahtır. Dostundan gördüğünü kesin yanıldığını anlayıncaya kadar en güzel şekilde yorumla. Düşmanından uzak dur, güvenilir olanı hariç, dostlarından sakın, [bilmelisin ki] yüce Allah’tan korkanın dışında güvenilir kimse yoktur. Fâsık ile arkadaşlık yapma sonra onun alışkanlık haline getirdiği günahları sen de öğrenirsin, ona sırrını da söyleme ve işlerini de sadece Yüce Allah’tan korkanlar ile istişare et.”

1

Fasık: Allah’ın emirlerine aykırı hareket eden, kötülük yapmayı alışkanlık haline getiren kimse demektir. Mübtedi: bid’at çıkaran veya işleyen kimse demektir. (Bkz. TDV Đslam Ans. “Bid’at” ve “fasık md. (Çev.)


55 [Dünyaya aşırı arzu duyanlara gelince, bunlarla arkadaşlık yapıp dostluk kurmak öldürücü zehir gibir. Zira bu gibilerle oturup kalkmak ,hırsı körükleyip tahrik eder.]1 ÂDAB-I MUÂŞERET (Toplum içinde insanların birbirlerine karşı takınmaları gereken medenî ve ahlâkî davranışlar) Son olarak muâşeret (görgü) adaplarından bir kısmını zikretmek istiyoruz. Kibirlenmeden ağırbaşlı olmak, zillete düşmeden tevâzu göstermek, zillete düşmeden ve korkmadan dost, düşman (herkese) karşı güleryüzlü olmak, toplum içinde parmaklarını birbirine geçirmekten, parmağını burnuna sokmaktan, çokça tükürmekten ve esnemekten sakınmak2, görgü ve nezaket kurallarındandır. Kendisi ile konuşanı can kulağı ile dinleyip, kendisinden konuştuğunu tekrarlamasını istememek, çocuklarına ve eşine3

olan sevgjisini ve mutluluğunu anlatmamak, ne kadınlar gibi aşırı bezenip

süslenmek ne de köleler gibi eski püskü elbiseler giymemek. Aile efradını şiddete başvurmadan korkutmak, zaafa düşmeden de onlara yumuşaklık göstermek. (Elinin altındaki) cariye ve köleler (memur, işçi ve hizmetçiler) ile şakalaşmamak. Çünkü, bunlar vakarı yok eden şeylerdir. Đktidar sahibi (sultan) ile oturup kalkma! Oturup kalkarsan yalan ve gıybetten sakınmalı, sana dediği sırrını kimseye açmamalı, yan9ında şakalaşmaktan , huzurda geğirti ve dişlerini arasını kürdanla kurcalamakta sakınmalısın. Sana yaklaşkığında uyanık (ve ihtiyatlı)olmalı, sana karşı ahbapça davrandığında onun bu davranışının bir gün senin aleyhine döneceğinden emin olmamalısın! Çocuğa yumuşak davrandığın gibi ona da yumuşak davran, hoşuna giden şeyleri konuş, kendisi ile aile efradının ve akrabasının arasına girme! Đyi gün dostlarından sakın malını, ırzından üstü tutma! Bir meclise girdiğinde tevâzua en uygun olan yerde otur. Yol üstünde (yol boyunca) oturma! Oturduğun zaman gözlerini harama bakmaktan sakın ,mazluma yardım eyle, Allah’ın dininden inhiraf edenleri irşad et. Kuble yönüne ve sağ tarafına tükürme! Bilakis sol tarafına ve sol ayağının altına tükür. 1

Konunun bütünlüğü için bu paragraf tarafımızdan ilave edilmiştir. (Çev.) Paragrafta geçen”...olmak...”, “...göstermek...” vs. kitabın aslında ikinci şahıs kipi olarak “...olman...göstermen” şeklinde geçmektedir. (Çev.) 3 “eşini” olarak terceme ettiğimiz kelimenin aslı “cariyen” şeklindedir. (Çev.) 2


56 Avam ile oturup kalkmaktan sakın, kendileriyle oturduğun takdirde kötü ahlaklarını görmezlikten (duymazlıktan) gel ve onların daldıkları boş lafları (fiilleri) terk et. Çok şaka (yapmak) dan sakın! Çünkü, bu (akıllı) kimsenin nefretine, ahmak kimsenin ise sana karşı cüretlenmesine sebep olur. MÜSLÜMANIN (MÜSLÜMAN ÜZERĐNDEKĐ) HAKLARI 1. Karşılaştığında selam vermek 2. Davetine icabet etmek, 3. Aksırıp da (elhadu lillah deyince) yerhamukellah demek, 4. Öldüğünde cenazesinde bulunmak 5. (“Vallahi şöyle yapacaksın” diye yemin ettiği zaman, günahkâr olmaması için) yeminini (gereğini) yerine getirmek, 6. Nasihat istediği zaman kendisine nasihat etmek, 7. Gıyabında (malını, ırzını) korumak, 8. Kendin için istediğini ona da istemek, 9. Kendin için istemediğini de ona da istememek. Bütün bunlara hadislerde nakl (rivayet) edilmiştir. 10. Gerek sözlerinle gerekse davranışlarınla hiçbir müslümana eziyet etmemek, 11. Müslümanlara karşı mütevazi olup kendini onlardan büyük görmemek, 12. Đnsanların birbirlerinin aleyhinde konuştuklarını duymazlıktan gelip, duyduklarını başkalarına iletmemek, 13. Meşhur bir hadiste1 belirtildiği üzere tanıdığın kimse ile üç günden fazla küs durmamak. Ebu Hureyre (ra.)’den rivyatte Peygamber (SAV): “Hiçbir mü’min (diğer) bir mü’mini üç günden fazla terk etmesi (küs durması) helal değildir. Üç gün geçtikten sonra (kendisi ile ) karşılaşırsa ona selam vermeli, selamını alırsa her ikisi sevapta ortak olur, (ikisi de sevap alır.) selamını almazsa selam veren, küs olmaktan (günahından) kurtulmuş olur.” buyurmaktadır. (Ebu Davud, hasen bir senedle) Şurası bilinmeli ki, (hadis-i şerifte belirtilen) ve üç gün küs olma hali dünya ile ilgili hususlardadır. Din konusunda ise, ehl-i bid’at, ehl-i ehva1 ve ilahî emir ve

1

Müellifin işaret etmek istediği hadis-i şerif Buhari ve Müslim’de Ebu Eyyub el-Ensari tarafından rivayet edilmiş olup aşağıda Ebu Hureyre’den rivayet edilen hadise (mana olarak) benzemektedir. (çev.)


57 yasaklara aykırı hareket eden günahkârlar ile küslük, tevbe edip hakkı dönünceye kadar devam etmelidir. 14. Gücünün yettiği kadar (ayırım yapmadan) iyilik (yardım) yapabileceği (tüm) müslümanlara iyilikte bulunmak, 15. Hiçbir kimsenin evine izin almadan girmemek; ki izin istemek de üç kezdir (üçüncü de) izin verilmezse dönüp gidir.2 16. Bütün insanlarlaiyi geçinip, onlardan herbirine duruman göre muamele etmek. Zira, cahili ilimle, gafili (bir şeyden haberi olmayanı) fıkıh ile, cahil ve kalın kafalı (kimse)yi güzel ve etkili söz (beyan) ile karşılamak, hem karşı tarafı incitir hem de böyle yapan incinir. 17. Büyüklere saygı gösterip, çocuklara şefkat göstermek, 18. Đnsanlara karşı güleryüzlü ve yumuşak olmak, 19. Verdiği sözü yerine getirmek, 20. Đnsanlara karşı insaflı olmak onlara, ancak kendisine yapılmasını istediği şeyi yapmak, 21. itibarlı insanlara daha fazla saygı göstermek, 22. Küs (dalgın) olanların arasını bulmak (barıştırmak), 23. Müslümanların ayıplarını örtmek, Şurası bilinmeli ki, Yüce Allah’ın dünyada günahkârlar (ın günahlarını) nasıl örttüğünü düşünen, O’nun lütfunu örnek alır (O’na uyar), [Mesela] Yüce Allah , zina konusunda (isbat edilmesi için) adalet sahibi dört kişinin tarafların bilfiil o çirkin işi yaparken gözleri ile gördüklerine şahitlik etmeleri şart koşmuştur ki, bu vasıftaki dört kişinin aynı anda birlikte “mili sürmedanlıkta girmeler” pekte dek gelecek değildir. Dünyada keremini eseri böyle olan bir Zat’tan ahirette de aynı şey umulur. 24. Đnsanların , kendisi hakkında su-i zanda bulunmaktan , gıybetini yapmaktan sakınmaları için töhmet altında bırakacak yerlerde (bulunmakta)n sakınmak. 25. Makam (mevki) sahiplerine işleri düşen müslümanlara aracı (ricacı) olup işlerinin olması için gayret göstermek. 26. (Karşılaştığı) her müslümana konuşmadan önce selam vermek, [ve musafahada bulunmak ki selam ile birlikte] musafaha yapmak sünnet (lerden)dir. 1

Ehl-i Bid’at: Asr-ı Saadet’ten sonra ortaya çıkmış, Şer’i bir delile dayanmayan, bazı inanç ve davranışları benimseyen gruplar anlamında bir tabirdir. Ehl-i Ehva: Đnanç ve davranışlarını beşerî görüş ve arzulara göre oluşturanlar anlamında bir tabirdir. (Bkz. TDV Đslam Ansiklopedisi, ilgili maddeler.) (Çev.) 2 Bkz. En-Nur, 28. (Çev.)


58 Nitekim, Enes (ra)’ın rivayetine göre Peygamber (SAV): “Đki müslüman kaşlaşıp musafaha yapınca Yüce Allah’a onların dualarını kabul edip, birbirlerine ayrılmadan onları affetmesi (bağışlaması) hak olur.” buyurmaktadır. 1 Başka bir hadiste: “Mü’min, mü’min ile musafaha yapınca üzerlerine yüz (100) rahmet iner, doksan dokuzu onlardan en güleryüzlü ve en güzel ahlaklı olanı içindir:” buyurmaktadır.2 [Karşılaşma esnasında musafaha ile birlikte] dinin hürmete layık gördüğü kimselerin elini öpmekte ve kucaklaşmakta bir sakınca yoktur. Alimlere saygı için üzengilerini tutmakta da sakınca yoktur. Nitekim Đbn Abbas (r. anhüma) Zeyd b. Sabit (r.a.)’in üzengisinden tutmuştur. Fazilet sahibi insanlara hürmeten ayağa kalkmak güzeldir. Ancak (önlerinde) eğilmek yasaklanmıştır. 27. Müslüman kardeşinin ırzını, canını ve malını başkalarının zulmünden koruyup, müdafaa etmek. 28. Kötü kimselerle imtihan olunduğunda iyi geçinerek, şerrinden korunmak. Çünkü Hz. Aişe (r. anha)’nin rivayetine göre: “Adamın biri Resûlullah (SAV)’ın yanına girmek için müsaade istedi. Bunun üzerine Peygamber (SAV): “Ona müsaade edin, girsin. O, aşiretinin ne kötü adamıdır.” buyurarak müsaade eti. (Buhari, Müslim) Muhammed b. El-Hanefiyye : “Yüce Allah bir çıkış kapısı gösterinceye kadar birlikte yaşamak zorunda kaldığı kimse ile iyi geçinmeyen kimse, hikmet sahibi (bilge) değildir” demektedir. 29. Zenginlerle beraber yaşamaktan sakınıp yoksullarla beraber bulunmak ve yetimlere iyilikte bulunmak. 30. Müslümanların hastalarını ziyaret etmek. HASTANIN UYMASI GEREKEN ADAPLAR Hastanı, Müslim’in Osman b. Eb-il As (R.a.)’dan rivayet ettiği hadisteki tavsiyeleri yapması müstehaptır. Osman b. Eb-il As müslüman olduğunda Resûlullah (SAV)’e, vücudumda bir ağrı hissettiğini anlatınca Resûlullah (SAV): “Elini vücudunun ağrıyan yerine koy ve üç kez: “Bismillah” yedi kez de: “ ‫دز‬7b‫ و أ‬U ‫ أ‬7Y hV AY a>‫ر‬Ui ‫ ة ا< و‬8S ‫“ = ” أ[_ذ‬Vücudumdaki 1

Ebu Davud, Tirmizi, Đbn Mace, Bera b. Azib’den bu anlamda bir hadis rivayet etmektedirler: Elbani, Hasen olduğunu söylemektedir. 2 Bezzar, Müsned; Haraiti, Mekarim-ül Ahlak, Beyhaki, Şuab, Hafız Iraki hadisin isnadı (peygamberimize ulaşması) tartışılır demektedir.


59 hastalığın şerrinden (zararından) Allah’ın izzet ve kudretine ve (O’nunla) korunurum.” de buyurdu. Hastanın uyması gereken adaplar şunlardır: Güzel sabır, fazla şikayetçi olup sıkılmamak, [sağlığına kavuşmak için] dua etmek ve Yüce Allah’a tevekkülde bulunmak. CENAZEYE KATILMANIN ADABI Müslümanların cenazelerine katılmak, kabir (mezar)lerini ziyaret etmek de müslümanın (müslüman üzerindeki) haklarındandır. Cenazeye katılmaktan maksat, hem müslümanların (üzerindeki) hakkını ödemek, hem de ibret almaktır. A’meş der ki: “Biz cenazelere katılırdık da kime taziyette bulunacağımız bilmezmdik, çünkü, herkes, hüzünlü olurdu.” Kabir ziyaretinden maksat dua etmek ,ibret almak ve kalbi yumuşatmaktır. [Cenazeyi defn etmek için kabristana yürürken önünden veya arkasından]1 yaya olarak gitmek ,hürmetkarane bir vaziyete bürünmek ,sükût etmek ,ölüyü düşünmek , ölümü ve onun için hazırlıklı olmayı tefekkür etmek, cenazeye katılmanın adaplarındandır. KOMŞU(NUN KOMŞU ÜZERĐNDEKĐ) HAKLARI Şurası bilinmeli ki, komşuluk ,Đslam kardeşliğinin gerektirdiği hakkın ötesinde bir hak gerektirir. Onun için ,komşu her müslümanın hakk etitğini ve fazlasını hak etmektedir. Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmaktadır: “Üç kısım komşu vardır: Bir hakkı olan komşu, iki hakkı olan komşu ve üç hakkı olan komşu. Üç hakkı olan komşu; müslüman akraba komşudur. Onun, komşuluk hakkı, müslümanlık hakkı ve akrabalık hakkı vardır. Đki hakkı olan komşuya gelince: O müslüman komşudur; onun müslümanlık ve komşuluk hakkı vardır. Bir hakkı olan komşu ise, müşrik komşudur.”2 Şurası bilinmeliki, komşu hakkı, sadece (ona) eziyet etmemekten ibaret olmayıp, bilakis [bununla birlikte] eziyetine katlanmak (kendisine) yumuşak davranmak, iyilği ondan önce işlemek, (karşılaşırken) selama önce başlamak, sözlü saldırıda bulunmamak, 1

Şafii mezhebine göre cenazeye katılan ister (ister araba vs.) binmiş olsun ister yürüyerek gitmiş olsun cenazenin önünden gitmesi menduftur. Hanefiye göre ise, arkadan gitmek daha faziletlidir. Ancak önden gitmekte de sakınca yoktur. (Bkz. Fıkıh kitapları, cenaze bölümü. (Çev.) 2 Bezzar, Hasan b. Yusuf müsnedlerinde: Ebüş-Şeyh, Kitab-üs Sevab; Ebu Muaym ,Hilye’de Cabir’den Đbn Adi Abdullah b. Amr’dan. Hafız Iraki’ye göre ikisi de zayıftır.


60 hastalandığında ziyaret etmek, musibet anında teselli etmek, sevinçli durumlarda tebrik etmek, hatalarını affetmek, evini gözetmemek, duvarının üstüne ağaç koymasına (çivi çakmasına), oluğuna su dökmesine, evinin önüne toprak atmasına (dökmesine) mani olmamak, evine getirdiklerini izlememek, ayıplarını örtmek, (evinin kapısına, penceresine) kulak tutup konuştuklarını dinlememek, kızına, karısına bakmaktan sakınmak, evinde olmadığı zaman evinin ihtiyaçlarını sorup temin etmektir. AKRABA HAKKI Akraba hakkı ile ilgili sahih bir hadiste Hz. Aişe’den rivayette Peygamber (SAV) “Akrabalık Arşa (veya arşın Rabbine) asılıp şöyle der: Beni gözeteni Allah gözetsin, beni terkedeni Allah terketsin” buyurmaktadır. (Müslim, Ahmed). Buhari’nin Abdullah b. Ömer (r.a.)’den rivayet ettiği bir hadiste de şöyle buyurulmaktadır: “Đyiliğe iyilik ile karşılık veren, akrabasına (gerçek anlamda) iyilik yapmış sayılmaz. Fakat (asıl) iyilik yapan, akrabası kendisini terk ettiği halde iyilik yapandır.” Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste, adamın biri: “Ey Allah’ın Resulû! Benim bir takım akrabalarım vardır. Ben onlarla ilgilenip üzerime düşeni yaptığım halde, onlar beni terkederler. Ben onlara iyilik yaparım, onlar ise bana kötülük yaparlar. Ben onlara karşı sakin olmaya, yumuşak davranmaya çalışırım, onlar ise (bana çirkin sözler söylerek) cahilce davranırlar.” der Bunun üzerine Resûlullah (SAV) şöyle buyurur: “Gerçekten dediğin gibi ise, sen onlara sıcak kül gibi yediriyor gibisi, (sıcak kül yiyen kimse acı çektiği gibi, onlar da akrabalık hakkını ihlal ederek sana eziyet ettikleri için aza çekeceklerdir) ve sen bu haline devam ettiğin müddetçe Allah seninle beraber olacak, onlara karşı san ayardım ederek seni müdafaa edecektir:” Yani sen onlara karşı gidip geleceksin ve onların akrabalık hakkı ile ilgili senin aleyhine ileri sürecekleri bir delilleri olmayacaktır. Gerek sıla-i rahim, gerek anne baba ve özellikle de anne hakkı ile ilgili daha bir çok meşhur hadis bulunmaktadır. ÇOCUK VE KÖLE HAKLARI Çocuk hakları: Kişinin tabiatı çocuğu sevdiği için bu koun üzerinde fazla durma ihtiyacı görülmemiştir. Ancak, bazan baba sevgisi çocuğa mağlup olup eğitim ve öğretimini terkettiği için Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ...Kendiniz çoluk


61 çocuğunuzu ateşten koruyunuz...” (Tahrim, 6) Müfessirlere göre ayetin manası Onları bilgili ve terbiyeli yetiştiriniz, demektir. Babanın çocuğa güzel bir isim koyması, akike kurbanını kesmesi, yedi yaşına gelince namaza alıştırması ve sünnet etmesi, buluğ çağına gelince de evermesi gerekir. Köle [ve emrinin altında yaşayanların] Hakları: Yediğinden içirip giydiğinden giydirmek, gücünün yetmediği şey ile sorumlu tutmamak, küçük düşürücü (aşağılayıcı) bir gözle bakmamak, kendi hatalarını düşünüp onun hatalarını affetmek ve bu sayede Yüce Allah’ın da kendi hatalarını affetmesini ummak.

UZLET VE ĐHTĐLAT1 Tasavvuf ehli, insanlardan uzak durup bir köşeye çekilmek (uzlet) mi, halk ile beraber olup onlarla iç içe yaşamak (ihtilat,muhalete) mi daha faziletlidir? Konusund ihtilaf etmişlerdir. Oysa, bunlardan her birinin bir takım faydaları olduğu gibi, bir takım da zararları bulunmaktadır. Zahidlerin çoğu uzleti (ihtilata) tercih etmişlerdir. Bize göre, bu konuda ileri sürülen görüşlerin en güzeli mürşid Seyyid Sibğatullah el-Arvasi’nin görüşüdür: “Halkı kendi potanda eritmeye gücün yeterse, onlarla beraber ol. Ama, onlar sen i harcayacaksa, üzerinde bulunduğun faziletli yoldan ayıracaksa, onlardan sakınıp kendi köşene çekilmelisin.” MA’RUFU EMREDĐP MÜNKERDEN SAKINDIRMAK2 Ma’rufu (iyiliği) emredip, münker (kötülü)den sakındırmak, dinimizin başta en büyük ve Allah’ın Peygamberleri bu vazife için gönderdiği önemli bir düsturudur. (Öyle ki) bu vazife ihmal edilip terk edildiğ zaman din izmihlâle uğrar, fesat zuhur eder ve memleketler harap olur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Đçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip, kötülükten meneden bir topluluk bulunsun. Đşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Al-i Đmran, 104) Bu âyette, hayra çağırmanın iyiliği emir ve kötülüğe engel olmanın (bütün müslümanlara) farz-ı kifâye olduğu (her ferde) farzı ayın olmadığı açıklanmaktadır. Çünkü Yüce Allah: “Sizden bir topluluk...” buyurmaktadır. “Hepiniz ma’rufu 1

Uzlet: (Günahtan korunmak ve daha iyi ibadet için) “insanlardan uzak durma, bir köşeye çekilme, inziva” demektir. (Cürcani, Ta’rifat, 150) Đhtilat: Halk ile beraber olmak, onarla iç içe yaşamak demektir. (Çev) 2 Ma’ruf: (iyilik), islam’ın gereği olan Allah’a itaat; münker (kötülük) de islam’ın gereğine uymayıp, Allah’a karşı gelmek demektir. (M. Hamdi Yazır ;Hak Dini Kur’an Dili, (sadeleştirilmiş, Azim Yay) 2/407). Ayrıca Bkz. Đhya ilgili bölüm. (Çev.)


62 emrediniz...” buyurmaktadır. Bu sebeple, bu vazifeyi belli bir topluluk yerine getirince diğerlerinden sorumluluk düşer Ayrıca, âyette kurtuluşun bu vazifeyi yerine getirenlere mahsus olduğu açıklanmaktadır. Kur’an’ı Kerim’de iyiliği emr, kötülükten men ile ilgili birçok âyet bulunmaktadır. Nu’man b. Beşir (r.a)’in rivayetine göre Resûlullah (SAV): “Allah’ın koyduğu hüküm ve ölçülerin çiğnenmesine engel olanla bu ölçü ve sınırlara çiğneyen kimsenin misali, bir gemideki şu insanların durumuna benzemektedir ki, onlardan her biri kura yoluyla gemiden bir hisse sahip olup ,kimisine üst kısmı, kimisine de alt kısmı düşmüştür. Altta bulunanlar su almak istediklerinde üstü bulunanların içinden (veya yakınından) geçip (onlara eziyet ettiklerinden): “Su almak için geminin payımıza düşen kısmında bir delik açsak da size eziyet etmesek,” derler. Geminin üst kısmında bulunanlar, alttakilerini yapmak istedikleri ile başbaşa bırakır( onların delik açmalarına müsaade eder)ler ise(gemi batıp) hem alttakilerin hem de üsttekilerin tamamı boğulup yok olurlar.

Eğer üsttekiler alttakilerin gemiyi delmelerine engel olurlarsa, hem

alttakilerin hem de üsttekilerin

tamamı boğulup ölmekten kurtulmuş olurlar.”

buyurmaktadır. (sahihi Buhari) KÖTÜLÜĞE ENGEL OLMANIN DERECE (KADEME)LERĐ Müslim’in Ebu Said el-Hudri (r.a.)’den rivayet ettiği meşhur bir hadiste peygamber (SAV): “Sizden her kim bir münkeri (kötülüğü) görürse, onu eli ile değiştirsin, buna gücü yetmezse dili (nasihat vs.) ile mani olsun, buna da gücü yetmezse kalbi ile buğzetsin; ki bu imanın en zayıf derecesidir.” buyurmaktadır. ĐDARECĐLERE MA’RUFU EMREDĐP, KÖTÜLKTEN SAKINDIRMAK Bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: “Cihat’ın en üstünü, zalim idarecilerin yanında hakkı (gerçeği, doğruyu) söylemektir.” (Tirmizi, Ebu Davud, Đbn Mace)1 Başka bir hadiste ise şöyle buyurulmaktadır: “Ümmetimi, zalime: “Sen zalimsen” demekten korktuğunu gördüğün zaman, onların düzelmesinden ümit yok olmuştur, (demektir).” (Hakim, Müstedrekte sahih olarak) YANLIŞ BĐR ANLAYIŞIN DÜZELTĐLMESĐ

1

Elbani Hadisin sahih olduğunu söylemektedir.


63 [Bir gün] Hz. Ebu Bekir (ra) minbere çıkıp yüce Allah’A hamd-u senâ1 ettikten sonra: “Ey Đnsanlar! Siz ey iman edenler! Siz (önce) kedinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar vermez. (Maide, 105) âyetini okuyor ve asıl manasına aykırı olarak yorumluyorsunuz. Halbuki ben, Resûlullah (SAV)’den: “Đnsanlar bir münkeri (kötülüğü) gördüklerinde onu değiştirmezlerse Allah, bir toplumum hepsini cezalandırır.”2 Yine Resulullh (SAV) şöyle buyurmaktadır: “(Vallahi) ya ma’rufu (iyiliği) emredip, kötülükten sakındırırsınız, yahut Allah sizin iyilerinize kötülerinizi musallat eder de [size en kötü muameleyi yaparlar], sonra iyileriniz dua eder de duaları kabul olmaz.” (tirmizi hasen olarak) [Burada şunu belirtmek gerekir ki,] kötülüğe man olan kimsenin buna gücünün yetmesi gerekir. Gücü yetmeyen kimsenin yapacağı, ancak kalbi ile buğzetmektir. [Mesela] kötülük işleyen kimseden, [canına veya malına] bir zar geleceğinden korkmak, bu konuda sorumluluğu düşürmektedir. Bunun gibi, sözünün (karşı tarafı) tesir etmeyeceğini bilen kimse de sadece kalbi ile buğzeder. Ancak,eğer kendisine bir zararın dokunmasından korkmuyorsa o zaman, Đslam’ın bir şiârı olan kötülüğe engel olmak ve dinî nasihatte bulunmak müstehaptır. DAVRANIŞ TARZLARI VE PEYGAMBER’ĐN AHLÂKÎ KĐŞĐLĐĞĐ Şüphesiz dış, için aynası ; organların hareketleri, düşünce ve duyguların; davranışlar; ahlâkın neticesi; terbiye ve güzel ahlâk, maarifin (eğitim ve öğretimin) neticesi; davranışların mensaı, kalplerin sırır, kişinin dışını süsleyip güzelleştiren ise , kalbin sırlarından fışkıran (yansıyan) nurlardır.3 Şurası bir gerçektir ki kalbi korkmayanın azaları korkmadığı gibi, göğsü (kalbi) ilâhî nura açık olmayanın da dışına nebevî ahlâkın güzelliği yansımaz. Biz, burada bir daha tekrarlamaya gerek kalmayacak şekilde daha önce bir takım adaplardan bahsetmiştik. Ancak, burada Resûlullah (SAV)’ın bir kısım edep ve ahlâkından bahsedeceğiz. Gayemiz,sadece, bir tanesi bile O’nun, insanların en üstünü,

1

Senâ, överek anma, övme, methetme demektir. (Çev.) Yukarıda geçen âyetini nüzulu ile ilgili rivayetlerden biri şudur: MÜ’minler kafirlerin küfür dalalete dalmalarına son derece üzülürlerdi, bunun üzerine bu âyet (Maide, 105) inmiş. (Bkz. Razi, Mefatih-ül Gayb, c. 6 (Cüz 11) s. 118 vd.) (Çev.) 3 Sır, kalbe yerleştirilmiş, bedendeki ruh gibi latif (cismanî olmayan, ruhanî, manevî) bir varlıktır. Ru muhabbetin, kalp ma’rifetin, sır da müşahede (kalp göze ile hakkı görme) nin yeridir. (Cürcani, Ta’rifat, 118) (Çev). 2


64 mertebece en yücesi, şerefçe en büyüğü olduğuna yeten Resûlullah (SAV)’ın o güzel ahlâkını görüp edeple kuvvetli imanı birleştirmektir. Sa’d b. Hişam (ra)’nın rivayetine göre Hz. Aişe (r. anha)’den Resuullah (SAV)’ın ahlâkı soruldu. Hz. Aişe (r.anha): O’nun ahlâkı Kur’an’dı, O’nun kızdığına kızar, onun razı olduğuna da razı olurdu.” Diye cevap verdi. (Müslim) Resûlullah (SAV)’ı ahlâken mükemmelleştiren yüce Allah, O’nu överek şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz sen en büyük ahlâk üzeresin.” (Kalem, 5) O’na önce (güzel ahlâkı) verip sonra da öven Allah ne de yücedir! Đşte, Peygamber (SAV)’ın güzel ahlâkı ve sıfatlarından bazıları:1 Resûlullah (SAV) insanların en yumuşak huylusu, en cömerdi, ve en şereflisi idi. Ayakkabısını diker, elbisesini yamar ve ailesinin işini görüp hizmetinde bulunmurdu. Perde arkasında gizlenen bakire kızdan daha hayalı (utangaç) idi. Kölelerin davetine icabet eder, hastaları ziyaret eder, yalnız (tek başına) yürür, (binitli olduğu zaman) başkasını terkisine alır, hediyeleri kabul edip yer ve misli ile mukabelede bulunurdu. Sadaka yemezdi, halbuki (evinde) karnını doyuracak (kadar) hurma(sı bile) bulunmazdı; ve peş peşe üç gün buğday ekmeğinden karnı doyurmuş değildi. Açlıktan karnına taş sarıp bağlardı. Bulduğunu yer, hiçbir yiyeceği ayıplamazdı. Bir yerlere dayanak yemek yemez ve önünden yerdi. Yemeklerden en çok sevdiği et, (etten de çok koyunun kürek kemiği) idi. Sebzelerden kabağı, katıktan sirkeyi, hurmadan da acve2yi severdi. Resûlullah (SAV) bulduğunu giyerdi, bazan pamuk ve keten ipliğinden dokunan yemen yapımı bol çizgili kumaş aba3 Bazan deveye, bazan katıra, bazan merkebe biner, bazan da yalın ayak ve yaya olarak yürürdü. Güzel kokuyu sever, kötü kokudan tiksinirdi. Faziletli kimselere saygı gösterir, şeref ehli (itibarlı) kimselerle biraya gelirdi. Resûlullah (SAV) kimseye eziyet etmez, özür dileyenin özrünü kabul ederdi.

1

Bu bölüm ile ilgili kaynaklar için bkz. Şerh-ül Münâvi ala el-Cami-is-Sağir, “Babü Kane”. ACVE: Medine’de en iyi hurmalardan bir cins. (Çev.) 3 Aba, yakasız, bol ve uzun üstlük. (Çev.)

2


65 Şaka (latife) yarar, ancak hakkı söylerdi. Kahkaha atmadan güler (gülümser)di. Zamanını ya ibadetle geçirir, veyahut iyiliği (salahı) için gerekli olan şeyler için geçirirdi. 8e bir kadına, ne de bir hizmetçiye asla lânet etmiş değildir. Cihat meydanı dışında eli ile asla bir kimseye vurmuş değildir. Kendi şahsı için aslı (kızmaz ve) öc almazı. Fakat Allah’ın çiğnenmesini yasakladığı herhangi bir şey çiğnenmek istendiği zaman, onun öcünü almadıkça hiçbir şey (kızgınlığının) önüne geçemezdi. Đki şey arasında muhayyer bırakıldığı zaman mutlaka onlardan en kolay olanını tercih ederdi. Ancak, onda bir günah veyahut akraba ile ilgiyi kesme söz konusu o ise, ondan insanların en uzak olanı olurdu. Enes (ra) şöyle der: “Resûlullah (SAV)’a on sene hizmet ettim, ban asla “of” demedi. (Yine) bana ne yaptığım bir şeyden niçin yaptın, ne de yapmadığım bir şeyi niçin yapmadın demedi.” Tevrat’a göre Peygamber (SAV)’ın sıfatları: Muhammed, Allah’ın Resulü’dür, benim seçkin kulumdur, kaba saba, sert ve sokaklarda bağırıp çağıran biri değildir, kötülüğe kötülükle karşılık vermez, bilakis affedip bağışlar. Karşılaştığı kimseye önce selam vermek, bir ihtiyaç için kendisinden ayrılan kimseyi dönünceye kadar sabırla beklemek de Peygamber (SAV)’ın ahlâkından idi. Birisi O’nun elini tutarsa, tutan kimse elini salmadıkça o, elini salmazdı. Bir meclise vardığında sahabilerinin arasına karışarak sanki onlardan biriymiş gibi boş bulduğu yere otururdu. (Öyle ki) bir yabancı geldiğinde soruncaya kadar onlardan hangisin peygamber olduğunu bilmezdi. Çok az konuşurdu, konuştuğu zaman da süratle konuşmazdı bilakis, anlaşılması için acele etmeden yavaş yavaş ve tekrar ederek konuşurdu. [Ceza vermeye] gücü yettiğ halde afferdi, hiç kimseyi hoşlanmadığı şekilde karşılamazdı. Söyleyiş şekli, bakımından insanların en düzgün konuşanı, üstlenen şeyi en iyi şekilde yerine getiren, son derece nazik ve ağırbaşlıydı, dostluğu en iyi olan idi. O’nu ansızın gören korkardı, birlikte yaşayıp tanıyanlar ise O’nu severlerdi. Ashabı dünya hakkında konuştuklarında o da onlara eşlik eder ve cahiliyye döneminden (âdetlerinden) bahsedip gördüklerinde (onlarla birlikte) o da tebessüm ederdi.


66 Peygamber (SAV) insanların en şecaatlisi idi. Sahabilerden biri şöyle der: Harp kızıştığı zaman biz Resûlullah (SAV)’a (sığınarak) korunurduk. Resûlullah (SAV), ne çok uzun, ne de kısa idi, orta boylu idi. Rengi parlak beyaz idi, (koyu) esmer değildi. Saçı ne dik, ne de kısa ve kıvırcık idi, saçı kulak memesine kadar ulaşırdı. Alnı genişti, ince ve uzun kaşlı, gözü büyücek ve siyat tam siyah, beyazı tam beyaz, uzun ve çok kirpikli, ince burunlu idi. Yanak (yumru)ları düz olup yüksek değil idi. Gür sakallı idi. Boynu son derece güzel idi. Geni göğüslü idi,karnı ile göğsü aynı seviyede idi, el ayakları genişti, kolları uzun, eli ipekten de yumuşak idi. Allah’ın salat ve salım O’nun ve âlinin üzerine olsun.

PEYGAMBER (SAV)’IN MUCĐZELERĐ Şurası bir gerçektir ki, Peygamber (SAV)’ın davranışlarını, ahlâkını, hareketlerini, edebini, insanların dirliği için olan eşsiz idaresini görüp, düşünür ve ediplerin, hayatları boyunca inceliklerinin bir kısmını bil eidrat etmekten aciz kaldıkların şeriatın zahirini açıklayan işaretlerinin güzelliklerini ihtiva eden haberlerini işiten kimsenin, O’nun peygamberliğinin hile ili kazanılmış bir şey olmadığı, böyle ir şeyin ancak semavî bir destek ve ilahî bir kuvvet sayesinde düşünelebileceği, bir aldatıcı ve yalancı için böyle bir şeyin mümkün olamayacağı; huy ve davranışlarının, doğruluğunun en kesin delilleri olduğu konusunda hiçbir şüphesi kalmaz. [Ancak, bununla birlikte o, birtakım mucizeler de göstermiştir.] O’nun en büyük ve en açık mucizesi insanların benzerini getirmekten aciz kaldıkları şerefli kitap Kur’an’dır. Ki, peygamberlerin mucizeleri vefatları ile son bulduğu halde bu (büyük) muczie kıyamete kadar bâki kalacaktır. Peygamber (SAV)’ın diğer bazı mucizeleri ise şunlardır: Ayın (ikiye) yarılması, parmaklarının arasından suyun fışkırması, az biryemek ile birçok sayıda insanı doyurması, (eline alıp) attığı azıcık çakılı çok sayıda insanın gözüne isabet ettirmesi1, 1

Burada, Bedir ve Huneyn savaşı sırasında meydana gelen mucize kastedilmektedir. Rivayete göre, Hz. Peygamber (SAV) Bedir günü iki elini semaya kaldırarak: “Ey Rabbim! Bu küçük topluluğu helak edecek olursan, yeryüzünde sana bir dahe ebediyyen ibadet edilmez.” diye dua etti. Bu sırada Cibril (as) gelip O’na: “Bir avuç toprak al; onu müşriklerin yüzüne at!” dedi. Hz. Peygamber (SAV) Hz. Ali’ye: -Bana bir avuç kumlu toprak ver uyurdu. Ali kumlu toprağı getirince, Hz. Peygamber onları kafilerin yüzlerine doğru: “Yüzleri kararsın, çirkin olsun!” diyerek fırlattı. Bu atılan kumlardan gözlerine burun deliklerine, ağızlarına isabet etmedik tek bir müşrik dah ikalmadı. Sonra mü’minler gelip onlardan bir kısmını öldürüp bir kısmını da esir aldılar. Böylec onların hezimetlerine Peygamber (SAV)’in atmış


67 doğumu yaklaşmış devenin ağlaması gibi, kütüğün ağlaması,1 , gaypten verdiği haberlerin söylediği gibi çıkması, Katada’nın(kör olan) gözünü eli ile (sıvazlayıp) eski haline döndürmesi ve o gözünün öbürünkinden daha iyi görmesi, Hz. Ali’nin iltihaplanıp ağrıyan gözüne tükürüğünü sürerek iyileştirmesi ve inkarı mümkün olmayacak şekilde meşhur olan bunların dışındaki mucizeleri... Yüce Allah’tan, O’nun ahlâkı ile ahlâklanmayı, sıfatları ile muttasıf olmayıp dileriz. Şüphesiz O, kerim (keremi bol) ve mücib (kendine yalvaranların isteklerini veren)dir. Ve hamd, âlemlerin Rabib olan Allah’a mahsustur ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ĐNSANI HELAK EDEN SIFATLAR 1-KALBĐN HAYRETENGĐZ ÖZELLĐKLERĐ Şüphesiz insandaki en üstün uzuv, kalbidir. Çünkü, Allah’ı bilen O’nun için amel eden, O’nu kastedip O’na yürüyen, O’na yaklaştıran, O’Nun katındaki (bazı) sırları (Allah’ın ilhamı neticesinde) bilen, kalptir. Azalar ise, ancak ona bağlı hizmetçilerdir. Efendinin uşaklarını çalıştırdığı gibi,azaları çalıştıran da kalptir. Kalbini (tanıyan) Rabbini de tanır. [Ancak] insanların çoğu, kaplerinden ve nefislerinden habersiz oldukları için, Allah onlar ile kalpleri arasına girmektedir. Yani, onları marifet ve murakebesinden2 mahrum bırakmaktadır. Bu sebeple, kalbi ve sıfatlarını tanımak dinin aslı ve Allah’a giden yolun esası (kabul edilmiş)dır. ŞEYTANIN ĐNSAN KALBĐNE NÜFUZ ETMESĐ Şurası bilinmeliki, kap, yaratılış itibariyle hidayete meyilli olduğu gibi, içine yerleştirilmiş şehvet ve heva itibariyle d ehidayet (doğru yol)ten sapma eğilimindedir. Onun için melekler ordusu ile şeytanlar ordusu arasında sürekli kovalama yaşanmaktadır. Nihayet, kalp, onlardan birine açılınca, O, oraya yerleşip vatan edinirken, ikincisi girmek için fırsat kollayıp hileye başvurur. Nitekim, Yüce Allah: olduğu bir avuç toprak neden olmuş oldu. (Esbab-ı Nüzul, Abdulfettah el-Kadi (trc) , 187. Bkz. M. Asım Köksal, Đslam Tarihi (Đst. 1981), 2/145-146; 8/424. (çev) 1 Burada şu hadiseye işaret edilmektedir. Medine’de bulunan Mescid-i Nebeviye’ye) Minber yapılmadan önce, Mescidde bir hurma kütüğü vardı ki, Peygamberimiz, hutbe esnasında ona dayanırdı. Kendisi için yapılan minberin üzerine çıktığı zaman, bu kütükten, gebe veya yavrusundan ayrılan devenin bozulamasına, inlemesine benzer sesler gelmeğe başladı. Peygamberimiz minberinden inip elini, onun üzerine koyunca sesi kesildi. (M. Asım Köksal, Đslam Tarihi, c.1/138-139 Bkz.) (Çev.) 2 MARĐFET: Allah’ı bilmektir. Murakebe, kulun Allah’ın kendisine muttaki olmasını bilmesidir. (ÇEV)


68 “Sinsice kalplere vesvese e kuşku düşürüp duran vesvesecinin şerrinden (Allah’a sığınırım) de.” buyurmaktadır. (Nas, 4) (Yani) Allah zikredilince o geri çekilip siner, (kalpte) gaflet meydana gelip fırsan bulunca da geri döner (ve vesveseye başlar). O halde, kalpten şeytanlar ordusunu ancak yüce Allah’ın zikri kovar. Zira, zikir ile birlikte onu sebat etmesi mümkün olmamaktadır. Kalp bir kaleye benzemektedir. Şeytan düşmanı bu kaleye girip istila etmeyi ve onu malik olmayı istemektedir. Kaleyi korumak ise ancak kapılarını korumakla mümkündür. Kapıları tanımayan (bilmeyen) kimsenin kapıları koruması mümkün olmadığı gibi, şeytanın kalbe nasıl grip nüfuz ettiğini bilmeyen kimse de kalbinden şeytanı sürüp çıkarması (kovması) mümkün değildir. Şeytanın (kalbe) giriş yollarından ve kapıları [ndan maksat], [kötü] sıfatlarıdır. Ki bunlar pek çoktu. Ancak biz, bir çok şeytan askerlerinin sıkıntı çekmeden (kolaylıkla) geçebilecekleri geniş vadilere benzeyen büyük kapılardan ( en kötü sıfatlardan) bahsedeceğiz. Hased ve hırs1 o büyük kapı (sıfat)lardandır. Kul bir şeye aşırı istek duyduğu zaman, onun bu isteği (hırsı) onu kör yapar, sağırlaştırır ve basiret nurunu kapatır ki şeytanın kalbe müdaheleleri bu nur ile bilinir (tanınır). Bunun gibi, kul haset ettiği zaman da şeytan (kalbine girmek için) fırsat bulmuş olur. [Ve amacına ulaşmak için her yolu mûbah ve güzel görür. Tapkı hırs sahibi gibi. Zira,] hırs sahibine göre kötü ve çirkin de olsa arzusuna ulaştıran her şey güzeldir. Gazap (kızgınlık), şehvet ve hiddet de o büyük kapılarındandır. Gazap (kızgınlık, öfke) aklın yok olması (geçici delilik)dır. Akıl askeri zayıf düşünce, şeytanlar hücum edip insanla oynamaya başlar. Rivayete göre şeytan şöyle dir: kul hiddetlendiği zaman, biz onu çocuğu topu döndürdüğü gibi döndürürüz. (Bir rahipten nakledilmiştir.) Oturduğu evin, ev eşyasının ve giyeceklerinin (daha güzel), dah asüslü olmasına gönül bağlamak da şeytanın kalbe giriş kapılarından biridir. Şeytan, aşırı süslenmeye sevgi bağlayan kimseyi durmadan evini onarmaya, evinin tavanlarını, duvarlarını, mobilya ve diğer eşyalarını daha güzel hale getirmeye davet ederek bütün ömrünü bu yolda harcamasına sağlamaya çalışır.

1

Haset, başkalarının sahip olduğu imkanları kıskanma. Hırs ise, bir amaca ulaşma hususunda kişinin bütün benliğini saran istek ve tutku. Haset sahibine hasud, hırs sahibine de haris veya muhteris denir. (bkz. TDV Đslam Ans. “haset” ve “hırs” mad. (Çev.)


69 O kapılardan biri de çok yemektir. Zira, çok yemek şehveti kuvvetlendirmekte ve ibadetten alıkoymaktadır. O kapılardan biri de, insanlara aşırı ilgi duymaktadır. Zira, herhangi bir şahsa aşırı ilgi duyan onda bulunmayan şeyler ile onu övmeye çalışır, ona yağcılık eder, ona ma’rufu emredip münkerden sakındırmaz. Acele edip ihtiyatlı davranmamak da şeytanın giriş kapılarından biridir. Nitekim, Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır: Acelecilik şeytandan, temkinli davranmak ise Allah’tandır.”1 O kapılardan biri de mal sevgisidir. Mal sevgisi kalbe yerleşince kalbi ozar ,kişiyi gayri meşhur yollardan mal elde etmeye, cimrilik yapmaya sevkeder, içine fakirlik korkusunu salarak (zekat gibi) farz olan ibadetlerden alı koyar. O kapılardan biri de gereği ileamel etmeden mezhep taassubunu gütmektir. Şeytanın (o büyük giriş) kapılarından biri de (ilimden yoksun) sıradan insanların yüce Allah’ın zatını, sıfatlarını ve dinin aslında şüphe uyandıracak akıllarının ermediği hususlarda düşünmemeleridir. O kapılardan bir de müslümanlar hakkında “su-i zan”da2 bulunmaktır. Şüphesiz, su-i zan (şüphe) ile herhangi bir müslüman hakkında hükmeden kimse, onun küçümsemiş, dili ile onu zehirlemiş ve kendini ondan daha üstün görmüştür. Kötü zan, ancak zanda bulunanın kötülüğünden kaynaklanır. Zira, (gerçek) mü’min mü’minlerden gördüğüne mazeret arayarak yorumlarken münafık mü’minin ayıplarını araştırır. Đnsanın, kendi hakkında su-i zanda bulunulmaması için töhmet altında bırakacak yerlerde bulunmaktan sakınması gerekir. Buraya kadar zikredilenler şeytanın kalbe giriş yollarından bazılarıdır ki, bu felaketlerden kurtulmanın yolu, kalbi, anlatılan o kötü sıfatlardan arındırmak suretiyle şeytanın giriş yollarını kapatmaktır. Yüce Allah’ın izni ile bu sıfatlarla ilgili geniş bilgi ileride gelecektir. Bu sıfatların kökleri kalpten sökülüp atılınca şeytan için kalbe geçici olarak girip vesvese vermesi kalır ki buna da Yüce Allah’ı zikretmek, kalbi takva ile ma’mur hale getirme mani olur. Şeytanın insana yaklaşan aç bir köpeğe benzemektedir. Önünde et ve ekmek (gibi yiyicekler) olmadığında, ona “Haydi oradan” demekle oradan uzaklaşıp gittiği

1

Tirmizi, “Birr ve sıla” bölümünde Sehl b. Sa’d’dan başka bir lafızla rivayet etmektedir. Hadisin senedinde Abdüh Müheymin b. Abbas bulunmaktadır ki, zayıf biridir. 2 Su-i zan, kötü zan, şüphe demektir. (Çev.)


70 halde, önünde yiyecek bir şey bulunduğunda sadece ona “hoşt” demekle uzaklaşıp gitmeyeceği gibi, kalpte de şeytana azık, olacak gıdalar olmadığında yalnız zikir ile şeytan oradan uzaklaşıp gittiği halde hevanın galip geldiği, kötü sıfatların dolu olduğu kalpte ancak kalbi bu kötü sıfatlardan boşaltmakla mümkün olur. Bunun doğruluğunun delilini istersen, kalbini namazın içinde kontrol etmeli ve bu gibi yerlerde şeytanın kalbi nasılda (çarşı) sokağa çektiğine, başkasıyla hesaplaştırdığına, dünya işlerini sevku idare ettirdiğine bakmalısın! ĐNSANIN KENDĐ AYIPLARINI ÖĞRENME YOLLARI Bilinmesi gereken bir gerçektir ki, yüce Allah bir kuluna hayrı dilediği zaman, onu basiret sahibi kılarak kendi ayıplarını görmesini sağlar. Zira, basiret sahibi olan kimseye kendi ayıpları gizli kalmaz. Ayıplarını öğrenince de onları tedavi etme imkanını bulmuş olur. Ancak, insanların çoğu kendi ayıplarını bilmemektedirler. Başkalarının gözündeki çerçöpü görür fakat, kendi gözlerindeki kocamın ağacı (merteğ) görmezler. Kendi ayıplarını bilmek isteyen kimse için, bu konuda dört yol vardır: Birinci yol: Kendisine ayıplarını ve tedavi yollarını bildirecek nefsin ayıplarından anlayan bir şeyh (mürşid)in önünde oturmaktır. (Ancak), b uzamanda böyle bir mürşidi bulmak zordur. Böyle birini bulan, gerçekten işin ehli, usta bir doktoru bulmuştur ki, ondan ayrılmaması (peşini bırakmaması) gerekir Đkinci yol, söz ve davranışlarında son derece doğru (dürüst), bilgil ive dindar bir arkadaş bulup, kötü ahlâk ve davranışlarını kendisine bildirmesi için kontrolör (murakıp) tayin etmektir. Hz. Ömer (ra): Allah, bize ayıp (kusur)larımızı bildiren kimseye rahmet eylesin” derdi. [Ve arkadaşlarından kendi günahlarını sorup öğrenmek isterdi Nitekim, bir defasında] yanına gelen Selman (ra)’dan günahlarını sorar. Selman da: “Duyduğuma göre sofranda iki çeşit yemek bulunduruyormuşsun e bir geceye bir de gündüze ait olmak üzere iki elbisen varmış,” der. Hz. Jmer (ra): “Bunlardan başka günahlarım var mı? diye sorunca Selam: Hayır! Deyince, Hz. Ömer: “Bahsettiğin iki günahtan vazgeçtim,” der. Yine , Hz. Ömer (ra), Huzeyfe [b. Yeman’a]: “Ben münafıklardan mıyın?” diye sorardı: Bunun hikmeti şu olsa gerek, Dikkatlilik içinde mertebesi yükselen kimse, nefsini dah açık töhmet altında tutar.


71 Ancak, bu zamanda bu vasfa sahip bir arkadaş bulmak (da) son derece zordur. Zira, müdahene (dalkavukluk)yi terkedip (gördüğü, bildiği) ayıpları haber veren, yahut hasedi bırakıp gereğinden (olandan) fazlasını anlatmayan arkadaşlar az ve nadir bulunur. Şurası bir gerçektir ki, [başta sahabi ve tabiin olmak üzere] selef, kendilerine ayıp (kusur)larını bildiren kimseleri sever(ler)di. Oysa, bugün en sevmediğmiz insanlar, genellikle bizlere hatalarımızı bildiren kimselerdir ki,bu imanımızın zayıf olduğunun delilidir. Zira, kötü ahlâk akrebe benzemektedir. Elbisemizin altında bir akrebin olduğunu söyleyen kimseye minnettarlık duyar ve akrebi öldürmeye çalışırız. Oysa akrep kadar ve hatta akrepten daha zararlı olan kötü ahlâkımızı bize anlatandan nefret ederiz. Üçüncü yol,ayıplarını (hatalarını) düşmanlarının dilinden öğrenmektir. Zira, düşman gözü, ayıpları açığa vurur. (Onun için) insan ayıplarını gizleyen dalkavuk arkadaşından daha çok ayıplarını anlatan kin dolu düşmanında faydalanmalıdır. Dördüncü yol, insanları içine karışıp onlardan gördüğü çirkin (kötü) şeylerden kaçınmaktır. GÜZEL AHLÂKIN BELĐRTĐLERĐ A-YÜCE ALLAH’IN KĐTABINA GÖRE Çoğu kez mürid (Allah yolunun yolcusu), kötülük ve günahları terkedinceye kadar nefsi ile mücadel der, sonra ahlakını düzelttiğini (güzelleştirdiğin) sanarak mücadeleyi bırakıverir. Oysa bu doğru değildir. Zira, güzel ahlak ,mü’minlerde noksansız olarak bulunması gerekeken sıfatların bütünüdür ki, Yüce Allah onları şöyle vasıflandırmaktdır: “MÜ’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir, O’nun ayetleri okunduğunda imanlarını artırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler. Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. Đşte gerçek mü’minler ancak bunlardır.” (Efal, 1-4) “Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rüku ile secdesiyle tam namaz kılanlar, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar, Allah’ın koymuş olduğu hükümleri hakkıyla koruyanlar (için de cennet vardır) ve böyle mü’minleri müjdele.” (Tevbe, 112)


72 “Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir; onlar ki, namazlarında huşû içindedirler; onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler; onlar ki, zekat (vazifelerini) yerine getirirler; ve onlar ki, iffetlerini korurlar; ancak eşleri ve ellerini sahip olduğu (cariyeleri) hariç, (bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir. Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. Yine onlar (o mü’minler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler. Ve onlar ki, namazlarına devam ederler. Đşte, asıl bunlar varis olacaklardır; (Evet) Firdevs’e varis olan bu kimseler, orada ebedî kalırlar.” (mü’minun, 1-11) “O çok merhametli Allah’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler kendilerine laf attığında (incitmeksizin) “Selam!” derler (geçerler); onlar ki, gecelerini Rablerine secde ederek ve kıyam durarak geçirirler; onlar ki, şöyle derler: “Rabbimiz! Cehennem azabını üzerimizden sav. Doğrusu onun azabı gelip geçici bir şey değildir. Orası cidden ne kötü bir uğrak, e kötü bir konaktır!” Ve onlar ki, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler,, ikisi arasında ortay bir yol tutarlar; yine onlar ki, Allah ile beraberbaşka bir tanrıya yalvarmazlar. Bunları yapan, günahı(nın cezasını) bulur; kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada alçaltılmış olarak temelli kalır. Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başka; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir. Kim tevbe edip iyi davranış gösterirse, şüphesiz O, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner. Onlar ki, yalan şahitlik etmezler, boş bir şeye rastladıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler; kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar; Ve onlar ki, “Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl!” derler; işte onlar ,sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamlarıyla mükafatlandırılacaklar, orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır. Orada ebedî kalacaklardır. Orası ne güzel bir konak ve ne güzel bir makamdır.” (Furkan, 63-76) Durumu karışık (belirsiz) olan kimse, kendini, yukarıda (meali verilen) âyetlere arz etmeli (kendisinde) bu sıfatların tamamının bulunması, güzel ahlakın, onlardan hiçbirin olmaması kötü ahlakın ve onlardan bir kısmının olması, bir kısmının olmaması ise, ahlakından bir kısmının güzel, bir kısmının kötü olduğuna delalet etmektedir ki, var olan güzel ahlaklarını korumaya, olmayanları ise elde etmeye çalışmalıdır.


73 B-RASÛLULLAH (SAV)’IN SÜNNETĐNE GÖRE GÜZEL AHLÂKIN BELĐTLERĐ Resûlullah (SAV), mü’mini birçok sıfatla vasıflandırmış ve (bütün) bunlarla güzel ahlâka işaret etmiştir: Sahih-i Buhari ve Müslim’de Enes (ra)’den rivayet edilen bir hadiste Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır: “Nefsim kudret elinde bulunan (Allah)’a yemin ederim ki, hiçbir kul kendisi için istediğini (müslüman) kardeşi için de isteyinceye kadar (gerçek anlamda) iman etmiş sayılmaz.” Yinen Sahihi Buhari ve Müslim’de Ebu Hureyre (ra)’den rivayetle Peygamber (SAV) şöyle buyurur: “Her kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa misafirine ikramda bulunsun (ağırlasın), Allah’a ve ahiret gününe inanan komşusuna eziyet etmesin ve her kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa ya hayır söylesin veya sussun.” Başka bir hadiste ise: “Mü’minlerin inanca en kamil olanı ahlâken en güzel olanıdır.” Buylurmaktadır. (Ebu Hureyre’den Ebu Davud Sahih olarak) Yapıla eziyetlere katlanmak, güzel ahlâk (ın en önemli belirtilerin)dandır. Nitekim, Sahihi Buhari ve Müslim’de rivayet edildiğine göre , [Bir gün Resûlullah (a) Enes ile birlikte yürürlürken bir bedevî (çöl Arabı) arkadan yetişip] Resûlullah’ın cübbesinden (şiddetle) çekti. [Bedevînin çekişinin şiddetinden], cübbenin yakası, Resûlullah (SAV)’ın boynunda iz bırakmıştı. Sonra bedevî: “Ya Muhammed! Emret de bana, Allah’ın senin yanındaki malından verilsin”, dedi. Bunun üzerine Peygamber (SAV) ona dönüp baktı, sonra güldü ve istediğini vermeleri için emir verdi. Peygamber (SAV), kavmi kendisine eziyet edince şöyle diyor du: “Allahım! Benim kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar.” (Buhari, Müslim). Çocuklar,

Üveys

el-Karenî

(Veysel

Karanî)yi

taşa

tuttuklarında:

-Kardeşlerim! Đlla da beni taşlayacaksanız, bari küçük taşlar atıverin ki, ayaklarım kanayıp da namaz kılmama mani olmasın, derdi. [Bir gün] Đbrahim b. Ethem

kır (gezisi)a çıkarken, önüne bir asker çıkıp

durdurur ve “Şehir nerede?” diye sorar. Bunun üzerine Bunun üzerine Đbrahim b. Edhem ona mezarlığı gösterir. [Buna kızan asker, kamçısıyla] Đbrahim b. Edhem’in başına vurup, yaralar.

[Sonra askere] vurduğu şahsın Đbrahim b. Edhem olduğu

söylenince, asker onu elini, ayağını öpmeye [ve özür dilemeye] başlar. Bunun üzerine Đbrahim: - O benim başıma vurduğu zaman, ben Allah’tan onu için cennet istedim. Çünkü, onun beni dövmesinden dolayı mükafatlandırılacağımı biliyordum. Onun için,


74 ben onun yüzünden hayra kavuşurken, onun, benim yüzümden ceza görmesini istemedim, der. [Bir gün büyük zatlardan] biri sokaktan geçerken, bir evin damından üstüne [bir mangal] kül atılır. Bunun üzerine arkadaşları [: şöyle yapsaydın, böyle yapsaydın, diye] konuşmaya başlarlar. O ise şöyle der: - Ateşi hak edip de (kendisi ile) kül üzerine anlaşılan kimseni kızmaması gerekir.1 Bunlar, riyâzet2 ile zelil kılınmış ve bu sayede ahlâkları yumuşamış, içleri kinden temizlenmiş, neticede Allah’ın (bütün) takdir ettiklerine razı olmuş nefislerdir. Kendisinde, o zatlardaki güzel ahlâk belirtilerini gör(e)meyen kimsenin, güzel ahlâka ulaşması için riyâzete devam etmesi gerekir. Yoksa, güzel ahlâka sahip olması düşünülemez. ĐLK GELĐŞME ÇAĞINDAKĐ ÇOCUKLARIN TERBĐYESĐ Şüphesiz, çocuk, anne babasının yanında bir emanettir. Kalbi, bir pırlanta gibi temiz, saf ve her nakşa (şekle) müsait bir özelliğe sahiptir. Đyi şeyler öğretildiğinde iyi olarak yetişip büyür ve sevabına hem anası, hem babası ve hem de öğretmeni ortak olur; kötü şeyler öğretildiğinde ise kötü olarak yetişip büyük ve günahı velisinin boynuna olur. Onun için, çocuk velisinin çocuğu (kötülüklerden) koruması; edepli ve terbiyeli yetiştirmesi, ona güzel ahlâkları öğretmesi, kötü arkadaşlardan koruması, büyüdüğü zaman ömrünü refah3 peşinde koşarak tüketmemesi için refaha alıştırmaması, ona refah yollarını sevdirmemesi gerekir. Şüphesiz, çocuk velisi çocuğu, doğar doğmaz koruması gerekir. Onun için [ilk başta] çocuğun emzirmesinde ve bakımında ancak saliha, dindar ve helal (yiyecekler) yiyen bir kadına görev vermeli. Zira, haramdan (yiyecek) meydana gelen sütte hayır yoktur. Sonra, çocukta temyiz (iyiyi kötüden ayırma)4 emareleri belirince [daha fazla önem vermelidir] ki, bunun ilik belirtisi, haya (utanma)dır. Haya,soyluluğun, güzel huyluluğun belirtisi, buluğ çağında aklın mükemmel olmasının müjdeleyicisidir. Onun

1

Yani, günahlarımdan dolayı hak etmiştim. Fakat, Allah bana rahmetle muamele etti de ateş yerine kül ile cezalandırdı. Hak ettiğim cezanın daha hafifi ile cezalandırıldığım için kızmaya hakkım yoktur. Bilakis şükr etmem gerekir. Nitekim Đhya’da geçtiği üzere şükür secdesine varmış. (Çev). 2 Riyâzet, ibadet ederek nefsi terbiye etmek demektir. (Çev). 3 Refah: Bolluk ve rahat içinde yaşama... (çev.) 4 Çocuğun iyi ile kötüyü, kâr ile zararı ayırdığı döneme temyiz çağı denir. Bu çağın başlangıcı olarak genellikle yedi yaş kabul edilir. (bkz. TDV Đslam Ans. “çocuk” md. (çev).


75 için haya sahibi böylesi bir çocuğu hayasının yardımıyla (iyi) terbiye edecek yetiştirmeye gayret göstermelidir. Çocuğu baskın gelen sıfatların ilki, aç gözlülük v oburluk olduğu için, ona (önce) yemek adabını öğrtemesi, katığa alışıp da onu gerekliymiş gibi görmemsi için zaman zaman yalnızca (katıksız) ekmek yemeye alıştırması ve çk yemek yiyenin hayvanlara benzediğini söyleyerek çok yemek yemeyi kötülemesi gerekir. Çocuğa beyaz giysileri sevdirmesi renkli ve ipek elbiseleri tercih etmemesini, bunların kadınların ve kadınlar gibi davranan ahlâksız erkeklerin giysileri olduğunu açıklaması, bolluk ve rahata alıştırılmış (şımarık) çocuklarla arkadaşlık yapmasına mani olması gerekir. Sonra çocuğu Kur’an, hadis ve kalbinde salih (iyi) kimselerin sevgisinin yerleşmesi için salihlerin menkıbe (hikâye)lerini öğreneceği bir mektebe göndermesi, aşık şiirlerini öğrenip ezberlemesine engel olması gerekir. Çocuktan güzel bir ahlâk, övülmeye değer bir davranış görüldüğü zaman, kendisine bundan dolayı iyi bir armağanın verilmesi; sevineceği bir ödül ile ödüllendirilmesi ve halk arasında övülmesi gerekir. Bazı durumlardaki aksi (uygunsuz) davranışları [bir defaya mahsus olmak üzere] görmezlikten gelinip yüzüne vurulmaması, [ikinci kez] tekrarlandığında gizlice azarlanması ve [bir daha böyle bir şeyi yaptığında] insanların, kendisinden haberdar [olup, onların yanında rezil ve rüsvay] olmakla korkutulması gerekir. Ancak, çocuğu sık sık azarlamamalı, zira bu, çocuğun azar duymayı hafife almasına (dikkate almamasına) sebep olur. [Baba] çocukla konuşurken heybetini korumaya dikkat etmeli, ne, ise çocuğu babası ile korkut[arak uygunsuz davranışlarına engel ol]malı. [Mümkün oldukça] çocuğun gündüz uyumasına engel olunması gerekir. Çünkü, gündüz uyumak tembelliğe sebep olur. Gece uyamasına ise engel olunmamalı. Ancak, azalarının (vücudunun) kuvvetlenmesi için yumuşak yataklarda uyumasına engel olunmalı. [Kısaca,] çocuk gerek yatak, gerek giyecek ve gerekse yiyecek konusunda lüks olmaya bir hayata alıştırılmalıdır. Tembelliğe yenik düşmemesi için, çocuk yürümeye, (çeşitli) hareket(ler) yapmaya ve spora alıştırılmalı. Anne ve babasının mal varlıkları ile, yediği ve giydiği şeyler ile arkadaşlarına karşı övünmesine engel olup, beraber yaşadığı kimselere karşı tevazua ve saygıya alıştırılmalıdır.


76 Çocuğun, kendi yaşındaki çocuklardan bir şeyler almasına mani olup, başkalarından bir şeyler almanın aşağılık olduğunu, yüceliğin ise, vermekte olduğunu öğretmelidir. Ve, çocuğu altın ve gümüş sevgisinin kötülüğü anlatılmalıdır. Çocuk, bulunduğu mecliste tükürüp, sümkürmemeye, başkasının yanında mümkün oldukça esnememeye, ayak ayak üstüne atmamaya alıştırılmalı ve çok konuşmaktan menedilmelidir. Çocuk, sorulan sorulara vereceği cevap dışında konuşmamaya, kendisinden büyük olanların konuşmalarına iyice kulak vermeye, kendisinden üstün olanlar için ayağa kalkmaya [onlara yer vermeye] ve önlerinde [diz çökerek, terbiyeli,] oturmaya alıştırılmalıdır. Çocuk, çirkin söz söylemekten, çirkin söz konuşanlarla arkadaşlık yapmaktan menedilmelidir. Zira, çocukları korumanın temeli ,onları kötü arkadaşlardan korumaktır. Eğitim ve öğretimin verdiği yorgunluğu üstünden atması için, okuldan döndükten sonra çocuğun güzel bir oyun oynamasına müsaade etmek iyi olur. Zira, bir zatın dediği gibi, “kalbin neşesi, zekayı geliştirp Çocuğa, anne-baba ve öğretmenine itaat etmeyi ve onlara saygı göstermeyi öğretmek gerekir. Çocuk yedi yaşına gelince, namaza alıştırılmalı, alışması için taharetsiz gezmesine müsaade edilmemeli, yalan söylememesi, hainlik yapmaması için korkutulmamalı. [Đlk gelişme çağında bu şekilde eğitilen bir çocuk] buluğ çağına yaklaşınca artık onu kendisi ile başbaşa bırakabilirsin. [Zira, bu çoğu kadar verilen eğitim ve terbiye sayesinde bütün güzellikler haline gelmiştir.] MĐDE VE EDEP YERĐNĐN ŞEHVETĐNĐ KIRMAK A- MĐDE ŞEHVETĐ (YEME VE ĐÇMEYE KARŞI DUYULAN AŞIRI ĐSTEK) [Şüphesiz, insanoğlu için] en tehlikeli şey, mide şehvetidir. Zira, Adem (as) [ile eşi Havva] bu yüzden cennetten çıkarılmış (atılmış)tır. Cinsî arzu, mal sevgisi ve bunları takip eden bir çok büyük felaketin kaynağı da mide şehveti ve tokluktan meydana gelen azgınlıktır.


77 Bir hadiste peygamber (SAV) [mideyi tıkabasa doldurmanın kötülüğüne işaret ederek]: “Mü’min tek bir mideyi doldurur. Kafir ise yedi mideyi doldurur. (Mü’minin yedi katını yer)” buyurmaktadır. (Müslim) Başka bir hadiste ise: “Đnsanoğlunun doldurduğu kapların en kötüsü, midesidir. Đnsanoğlunun belini doğrultacak birkaç lokma yeterlidir. Yok, illa da fazla yiyecekse, midesini üçte birini yemeğe, üçte birini içeceklere ve üçte birini de nefes (alıp vermeye) ayırsın”buyurmaktadır. (Tirmizi, hasen olarak) Ukbetür Rasibi der ki: “Hasan’ın ziyaretine gittim, sabah kahvaltısını yapıyordu. Bana; “buyur etti. Fakat, ben: - Yiyemeyecek kadar (çok) yedim, dedim. Bunun üzerine: - Subhanellah! Müslüman hiç yiyemeyecek kadar (çok) yer mi? dedi.” Zahit1lerden bir kısmı az yeme ,açlığa sabretme konusunda [son derece] aşırı gitmişlerdir ki, takip ettikleri yolun yanlışlığı başka bir kitapta açıklanmıştır. Yeme konusunda doğru olan ölçü şudur: Daha iştahı varken yemekten çekilmektir. En güzeli ise, Peygamber (SAV)’ın şu sözüdür: “...Midenin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceklere ve üçte birini de nefes (alıp vemey)e ayırmaktır.” (Tirmizi, hasen olarak) Ölçülü yemek, bedeni sağlıklı kılıp hastalıktan korur. Onun için açıkmadıkça yemeye oturmamak ve daha iştahı varken de yemekten çekilmek gerekir. [Ancak, kişi hiçbir zaman kendini açlığa mahkum etmemesi gerek. Zira,] sürekli az yemek (kendini açlığa mahkum etmek) kişiyi kuvvetten düşürür. Nitekim, [zahitlik adına] bazıları yemelerini (aşırı derece) kıstıkları için farzları işlemez hale gelmiş ve cehaletlerinden dolayı bunu bir fazilet sanmışlardı. Oysa öyle değildir. Açlığı öven [ler ise] şüphesiz, ancak daha önce anlatmış olduğumuz orta duruma (ne çok yemek, ne de çok az yemek) işaret etmişlerdir. B-EDEP YERĐNĐN ŞEHVETĐ (Cinsî Arzu) Şurası bilinmeli ki, insanda cinsî münasebet arzusunun yaratılmasının iki faydası vardır. Bunlardan biri neslin devamı (bekası), ikincisi ise bulacağı lezzet ile ahiret lezzetlerini karşılaştırmaktır. Zira, benzerinin zevkine varılmayan şeye pek de şevk (şiddetli arzu, aşırı heves) duyulmaz. Ancak, ölçülü davranılmadığı takdirde, bu istek

1

Zahit, dünya nimetlerinden el çeken. (bkz. Tehanevî, Keşşaf, “zühd” mad.) (çev.)


78 (cinsî arzu) bir çok felaketi ve sıkıntıyı getirir. Böyle olmasaydı bir hadiste varid olduğu üzere: “Kadınlar şeytanların tuzakları”1 kabul edilmezdi. Üsame (ra)’den rivayet edildiğine göre Peyamber (SAV) şöyle buyurmaktadır: “Kendimden sonra, insanlar için kadınların erkeklere verdiği zarardan daha büyük bir fitne bırakmış değilim.” (buhari, Müslim). Yüce Allah insanoğlunun neslini korumak için zinayı şiddetle yasaklayarak: “Sakın, zinaya yaklaşmayınız. Zira O, çok çirkin ve son derece kötü bir yoldur.” (Đsra, 32) buyurmaktadır. Zinaya giden yolları kapamak maksadıyla yüce Allah, yabancı2 kadınlara bakmaya, onlarla başbaşa kalmayı yasaklamıştır. Zira, zinaya teşvik edip sevkeden, bu iki şeydir. Biz de bu iki hususla ilgili bazı âyet ve hadisleri buraya almak istiyoruz:

ERKEĞĐN YABANCI KADINA, KADININ DA YABANCI EREKĞE BAKMASI Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “(EY Peygamberim!” Mü’min erkeklere söyle: Gözlerini (yabancı kadınlara bakmaktan) sakınsınlar, ve ırzlarını korusunlar. Mü’min(e) kadınlara da söyle: Onlar da gözlerini (yabancı erkeklere bakmaktan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar.” (Nur, 30) “Şüphesiz kulak, göz ve kalp, bütün bunlar ondan dolayı sorguya çekileceklerdir.” (Đsra, 36). “Allah gözlerin hain olanının ve göğüslerin gizlediklerini bilmektedir.” (Gafir, 19) Huzeyfe (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (SAV): “Harama bakmak, şeytanın (zehirli) oklarından bir oktur. Allah korkusundan harama bakmaktan sakının kimseye Allah, halvetini ta kalbinin içinde hissedeceği bir iman bahşeder.” buyurmaktadır. (Hakim, sahih olarak...) Ebu Said el Hudri (ra)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (SAV): “Yol boylarında (veya üstünde) oturmaktan sakının.”buyurdu. Sahabiler:

1

Keşful Havada açıklandığı üzre bu hadis, bu Nuaym, Deylemi ve Teymi tarafından merfu olarak rivayet edilmiştir. 2 Yabancı erkek ve kadın, aralarında nikah bağı ve devamlı evlenme engeli bulunmaylan demektir.(Çev.)


79 - Ey Allah’ın Resulü! Bizim buralarda toplanıp oturmamız mecburidir. Çünkü, (konuşacaklarımızı ancak buralarda) konuşuruz, dediler. Bunun üzerine Resûlullah (SAV): - Buralarda illa da toplanıp oturmanız icap ediyorsa, o halde, yol hakkını veriniz, buyurdu. Sahabiler: - Ey Allah’ın Resulu! Yol hakkı nedir? Diye sorunca, Resûlullah (SAV): - Gözleri harama bakmaktan sakınmak, başkalarına eziyet etmemek, selam almak, iyiliği emredip, kötülükten sakındırmaktır. Buyurdu. (Müslim) Cerir (ra) der ki: Resûlullah (SAV)’a ani (maksatlı olmayan) bakıştan sordum. Peygamber (SAV): “Hemen gözünü çevir” buyurdu. (Müslim) Ümmü Seleme (r. anha) der ki: Meymune1 ile birlikte Resûlullah (SAV)’ın yanında bulunuyorduk. Derken Đbn Ümmi Mektum çıka geldi –ki, bu örtünme ile emrolunduktan sonra idi- bunun üzerine peygamber (SAV): “Ondan gizlenin (saklanın)” buyurdu. Biz: “Ey Allah’ın Resulu! O bizleri görmeyen, tanımayan bir kör değil midir?” dedik. Bunun üzerine Resûlullah (SAV): “Siz de kör müsünüz, onu görmüyor musunuz?” buyurdu. (Ebu Davud, tirmizi, hasen sahih...) Ebu Said (ra)’ın rivayetine göre Peygamber (SAV): “Erkek erkeğin avretine, kadın da kadının avretine2 bakmasın!” buyurdu. (Müslim). YABANCI KADINLA BAŞBAŞA KALKMAK Yüce Allah şöyle buyurur: “..Onlardan (Peygamberin eşlerinden) bir şey isteyeceğiniz zaman, perde arkasından isteyin..:” (Ahzab, 53) Đbn Abbas (r.anhüma)’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (SAV): “biriniz yanında mahremi3 bulunmayan hiçbir kadınla başbaşa kalmasın.” buyurmaktadır. (Buhari, Müslim) Hz. Ömer (ra)’ın rivayetine göre Peygamber (SAV): “Hiçbir erkek (yabancı) bir kadınla baş başa kalmasın. Zira, onların üçüncüsü şeytandır.” buyuruyor. (Ahmed, Sahih olarak...) Ukbe b. Amir (ra)’in rivayetine göre Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır: “Yabancı (nikahı düşen) kadınların yanına girip onlarla başbaşa kalmaktan sakının.! 1

Ümmü Seleme ve Meymune her ikisi de Peygamber (SAV)’ın eşlerindendir .(Çev.) Avret, vücutta dinen örtülmesi gereken ve başkasının bakması haram olan yerlerdir. Erkeğin avret yeri, göbekle diz kapağı arası, kadının avret yeri ise elleriyle yüzü dışındaki bütün vücududur. Bazılarına göre elk ve yüzde avrettir. (Bkz. TDV. Đsla Ansiklopedisi, “Avret” md. (Çev) 3 Mahrem, evlenilmesi dinî bakımdan caiz olmayan, bu yüzden kaçınılmasına gerek bulunmayan. (Çev).

2


80 Ensar’dan biri: “(Ey Allah’ın Resulu!) Kocasının (kardeşi, kardeşinin oğulları, amcasının erkek çocukları gibi) akrabaları hakkında ne dersin?” dedi. Resûlullah (SAV): “Kocasının akrabaları daha tehlikeli, daha sakıncalıdır” buyurdu. (buhari, Müslim). Salihlerden biri de şöyle der: “Bana devlet hazinesi emanet edilirse kanaatın o ki (hıyanet etmeden) teslim aldığım gibi, teslim ederim. Ancak, bir saatliğine olsun, bana en çirkin kadını teslim etseler nefsinin aynı titizliğini göstereceğine güvenemem...” DĐLĐN AFETLERĐ1 Dilin muhtelif, pek çok afetleri bulunmaktadır ki nefis bunlardan lezzet almakta, tabiat [ve şeytan] ise, onlara sevk etmektedir. Dilin tehlikelerinden kurtuluş ancak susmakla olduğu için biz, önce susmanın faziletini, ardından da –inşaallah- detaylı olarak dilin afetlerini anlatacağız. Şansı, bilinmeli ki, [diğer faziletleri yanında] susmak hem dikkat toplar hem de düşünmeye [zikir ve ibadete] yöneltir. Bu hadiste Peygamber (SAV): “Her kim dilini ve ırzını haramdan koruma hususunda bana garanti verirse, ben de onun cennete girmesine kefil olurum.” Buyurmaktadır. (Buhari) Muaz (ra) der ki, Peygamber (SAV)’den kurtuluşun nerede olduğunu sordum, Peygamber (SAV) dilini tutarak: “Şunu tut” dedi. Bunun üzerine: “Ey Allah’ın Resulu! Konuştuklarınızdan dolayı cezalandırılacak mıyız? dedim. Peygamber (SAV): “Annen seni kaybetsin Ey Muaz! Đnsanları yüzükoyun cehenneme sürükleyip sokan, dillerinin biçtiğinden (faydasız sözlerinden) başkası mı olur?” buyurdular. (Tirmizi, sahih olarak...) Başka bir hadiste de şöyle buyurulmaktadır: “Her kim dilini (faydasız, hayırsız sözlerden) tutarsa, Allah da onun ayıplarını örter.”2 Đbn Mes’ud de şöyle der: “Hiçbir şey dilimden daha uzun müddet haps edilmeye muhtaç değildir.” Ebu’d-Derda ise şöyle demektedir: “bir konuş, iki dinle. Zira, kulakların iki, ağzın bir (tek) olarak yaratılması, ancak çok konuşman yerine, çok dinlemen içindir.” Muhalled b. Hüseyn şöyle demektedir: “Altmış seneden beri kendisinden dolayı özür dileyeceğim hiçbir şey konuşmadım.” 1 2

AFET, büyük felaket, bela, musibet... (Çev.) Đbn Ebid-dünya Irakiye göre hadisi senedi hasendir.


81

KONUŞMANIN AFETLERĐ 1. Malaya’niyi konuşmak1 Zamının değerini, zamanın [büyük bir] sermaye olduğunu bilen kimse, zamanını ancak faydalı şeylerde harcar. [Onun için,] bu bilinç, boş ve faydasız şeyleri konuşmamayı (da) gerektirir. Çünkü, Yüce Allah’ı zikretmeyip malaya’ni (boş, faydasız sözler) ile meşgul olan kimse, bir [hazine] cevher elde etmeye gücü yettiği halde onun yerine bir toprak parçası alan kimseye benzer ki bu, ömrü boşa harcamaktır. Sahih bir hadiste Peygamber (SAV) şöyle buyurur: “Kişinin malaya’niyi terketmesi, onun iyi (kamil) bir müslüman olduğunun belirtisidir.” (tirmizi) 2. Batıla Dalmak. Yani, içki meclisleri, hak yoldan çıkmış (fasık)ların, (zanilerin) kaprisli davranışları gibi günah olan lakırdılar etmek. Batılın birçok çeşitleri vardır. Ebu Hureyre (ra)’dan rivyat edildiğine göre Peygamber (SAV) şöyle buyurur: “Kul, bir söz söyler, onunla, cehennemin doğu ile batı arasındaki daha uzak (derin) yerine düşer.” (buhari, Müslim). Görüş ve inancını kabul ettirmek veya karşı tarafın söylediklerine itiraz etmek veya hasmını susturmak gayesiyle yapılan mücadele ve şiddetli tartışma –ki bunun sebebi, karşı tarafı küçümsemektir- da bir nevi batıla dalmaktır. Đnsanların, din ile ilgili çirkin ve kötü sözleri reddetmesi ve doğru olanı açıklaması gerekir. Kabul edilirse ne alâ! Kabul edilmezse , tartışmayı terketmesidir. Dünya ile ilgili hususlarda ise, tartışmayı tamamen terketmelidir. Ki, bundan kurtulmanın yolu karşı taraf üstünde üstünlük sağlamaya sevkeden kibri kırmaktır. Mücadeleden daha kötüsü ise, husumettir. Zira husumet, mücadelede bulunan özelliklerden daha fazlasını taşımaktadır. Nitekim, Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın en sevmediği kimse, düşmanlığı şiddetli husumet sahibi kimsedir.” (Buhari , Müslim). Buradaki husumetten maksat, haksızlığa ve bilgisizliğe dayalı, düşmanlık derecesine varan tartışma ve cedelleşmedir. Zira, böyle bir tartışma, ki ve nefret duygularını tahrik ederek, öfkeyi kamçılayıp, şeref ve haysiyeti kırmaya kadar götürür. 3. Sözü Boğazından Çıkarmak.

1

Malaya’ni, kişinin dinini ve dünyasını ilgilendirmeyen her türlü söz ve davranışlar. (Çev.)


82 Sözü boğazından çıkarmak, avurdunu bükmekle kendiri seci’1 yapmaya zorlamakla olur. Ebi Sa’lebe’den rivayet edildiğine göre Peygamber (SAV) şöyle buyurur: “Şüphesiz, kıyamet gününde sizin bana en sevimsiz ve en uzak olanı, çok konuşup gevezelik eden, düzgün konuştuğunu belli etmek (açığa çıkarmak) için avurdunu buran (şişiren) ve büyüklenen kimselerdir.” (ahmed, hasen olarak) Konuşurken seci’ yapmak, süslü ifadeler kullanmaya kendini zorlamak, hoş karşılanmamakla birlikte, aşırı olmamak ve anlaşılmaktan uzak garip sözler konuşmamak şartıyla hatiplerin ve vaizlerin sözleri buna dahil değildir. Çünkü, onların bundan maksatları, kalpleri tahrik, teşvik ve benzeri şeylerdir. 4. Çirkin ve Kötü Söz Haya dışı, çirkin söz, sövmek ve benzeri şeyler de dilin afetlerinden olup yerilmiş ve yasaklanmıştır. Ki, bunun kaynağı karakter bozukluğu ve alçaklıktır. Bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: “Çirkin söz ve davranışlardan sakının, çünkü Allah ne çirkin söz ve davranışları ne de herhangi bir şeyin çirkin görüp ayıplamayı sevmez (hoşlanmaz).”2 Bir başka hadiste de şöyle buyurulmaktadır: “Mü’min, başkasını ayıplamaz, lanet etmez, çirkin ve kötü söz konuşmaz.”3 Şurası bilinmeli ki, çirkin ve kötü sözden maksat, çirkin görülen (haya dışı) şeyleri açık sözlerle ifade etmektir ki bunlar daha çok cima’ ve cima’ ile ilgili konularda olur. Fazilet sahibi kimseler bu gibi konularda açık ifadeler kullanmaktan sakınıp üstü kapalı sözlerle ifade etmeye çalışmışlardır. 5. Şaka (Mizah): Şaka da dilin afetlerinden biridir. Ancak, gerçek ve az olmak (aşırı olmamak) şartıyla yapılmasına müsaade edilmiştir. Çünkü, Peygambe (SAV) de şaka yapardı, ancak hakkı (gerçeği, doğruyu) söylerdi. [Mesel胢,] adamın birine: “Ey iki kulaklı” (Tirmizi, sahih olarak...) bir başkasına: “biz seni deve yavrusuna bindireceğiz.” (tirmizi, sahih olarak), yaşlı bir kadına: “Yaşlılar (koca karılar) cennete giremez.” Buyurmuş, sonra da şu mealdeki ayeti okumuştu: “Gerçekten biz onları yepyeni yaratılışta yarattık.

1

Seci’, nesirde (manzum olmayan söz veya yazı) zaman zaman yer alan ses benzerliği ve uygunluğuna dayanan sanat. (Çev.) 2 Nesai, El-Kübra, Hakim sahih olarak... 3 Tirmizi, hakim sahih olarak...


83 Onları bakireler kıldık.” (Vakıa, 35-36) (Tirmizi, mürsel olarak...)1 Başka bir kadına da şöyle buyurmuştu: “Kocan, gözünde beyazlık olan adam mıdır?...”2 Peygamber (SAV)’ın şakalarında üç özellik görülmekte (göze çarpmakta)dır: Bunlarda birincisi şakalarının hak (gerçek, doğru) olması, Đkincisi; şakalarının kadın, çocuk ve terbiyeye muhtaç olan zayıf erkeklerde olması, Üçüncüsü, nadiren şaka yapması. Bu sebeple , bu sürekli şaka yapma isteyenler için [sürekli şaka yapmanın caiz olduğuna bir ] delil teşkil etmemektedir. Zira, nadiren yapılan bir şeyin hükmen daima (sürekli) yapılan bir şey gibi değildir. Netice olarak, aşırı ve sürekli şaka yapmak yasaklanmış bulunmaktadır. Çünkü bu hem vakarı düşürür, hem de kin ve nefretin meydana gelmesine sebep olur. Peygamber (SAV)’ın yaptığı şaka türünden şakalar yapmakta [ise, sakınca yoktur. Zira,] bunlar gönlü açıp, neşe verir. 6. Eğlenme ve Alaya Almak: Eğlenme(k) ve alaya alma(k) da dilin afetlerindendir. Eğlenmenin manası, horlamak, küçümsemek , hafife almak ve gülünecek hale getirmek için kişinin ayıp ve eksikliklerini en ince noktalara kadar anlatmaktır. Bu da bazan fiillerini ve (ya) sözlerini , anlatmakla,bazan da işaret ve(ya) ima ile olur. Ki, şer’en bütün bunlar yasaklanmıştır; hem kitap, hem de sünnete yasaklama mevcuttur. 7. Başkasının Sırrını Đfşa Etmek, Sözünde Durmamak, Söz Ve(ya) Yemininde Yalan Söylemek Bütün bunlar (kötü şeyler olup) yasaklanmıştır. Ancak, [maslahat icabı] kişinin eşine ve(ya) harpte [veya düşman olan iki kişiyi barıştırmak için] söylediği yalan mûbah olup, buna ruhsat verilmiştir. Bunun kuralı şudur: Sadece yalanda kendisine ulaşılan iyi maksatlar için, eğer erişilmek istenen maksat mubah ise, yalan söylemek de mübahtır. Eğer erişilmek istenen maksat vacip ise, yalan söylemek de vaciptir. [Ancak, bununla beraber] mümkün oldukça yalandan sakınmak gerek... Dolaylı ve üstü kapalı sözler ise mubah sayılmıştır. Çünkü, Peygamber (SAV): “Üstü kapalı sözler ,kişiyi bile bile açıktan yalan söylemekten varoste kılar.” (Beyhaki; 1

Bu kimseler, cenneti haketmiş saliha kadınlardır. Bu kadınlar, dünyada iken ne kadar yaşlanmış olurlarsa olsunlar, Allah onları gençleştirecek, cennete otuz – otuz üç yaşlarında genç, güzel ve bakire olarak gireceklerdir. (bkz. Đbn Kesir ve Elmalı (Çev) 2 Kaynağına rastlanılmamıştır.


84 Buhari, Edebül Müfred) buyurmaktadır. Ancak, üstü kapalı sözlerin mubah olması, ihtiyaç (zaruret) halinde olup, zaruret dışı durumlarda hoş karşılanmamıştır. Çünkü, yalana benzemektedir.1 (Đbrahim) en-Nehai [evinde olduğu halde kendisi ile görüşmek istemediği] birisi gelip sorunca, cariyesine: “Ona: Mescide bak! de” derdi.2 8. Gıybet Dilin afetlerinden olan gıybeti de Kur’an’ı Kerim yasaklamaktadır ve gıybet yapanı ölü eti yiyene benzetmektedir.3 Hadis-i Şerifte Peygamber (SAV) şöyle buyurur: “Şüphesiz, sizin kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız birbirinize haramdır.” (Mealen müslim) Ebu Berzet’ül Eslemi’den rivayet edilen bir hadiste de Peygamber (SAV): “Ey dilleri ile iman edip te kalplerine imanını (tam) girmediği kimseler! Müslümanların gıybetini yapmayınız, ayıplarını araştırmayınız. Zira, her kim müslüman kardeşinin ayıplarını araştırırsa Allah da onun ayıplarının araştırır, Allah kimin ayıplarının araştırırsa, onu evinin içinde bile rezili rüsvay eder:” buyurmaktadır. (Ebu Davud, Ceyyid bir senedle) Gıybetin manası: Müslüman kardeşini, duyduğu zaman hoşuna gitmeyeceği bir şey ile anmasıdır. Bu , ister bedeni ile ilgili bir eksiklik olsun, iyi görmemek, gözünü bir kör olmak, şaşı, kel, uzun , kısa olmak ve bunlara benzer şeyler gibi. Đster soyu ile ilgil iolsun, babası Nebetî’dir4 veya Hindudir veya fasıktır veya alçaktır5 ve benzeri şeyler gibi. Đster ahlâkıyla ilgili olsun, kötü ahlâklıdır, cimridir, kibirlidir vb. şeyler gibi. Đsterse elbisesi ile ilgili olsun ,eteği uzundur, elbisesinin yeni geniştir. Üstü başı (elbiseleri) kirlidir gibi. Buraya kadar anlatılanların

gıybet olduğunun delili, Peygamber (SAV)’in

gıybetten sorulunca: “Gıybet müslüman kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmasıdır.” Diye cevaplamasıdır. Soruyu soran zat: “Ey Allah’ın Resulu! Ya söylediklerim kardeşimde varsa?” deyince de, Peygamber (SAV): “Eğer söylediklerin o kardeşinde

1

Bkz. Đhya ilgili bölüm ve saffat, 89-90. âyetlerin tefsirine. (Çev.) Burada her nekadar muhatap mescitten mahalle mescidini anlıyorsa da Đbrahim’in gayesi evine ibadet için ayırdığı yerdir. Bu sebeple Đbrahim’in sözü yalan sayılmamaktadır. (çev.) 3 Bkz. Hucurat Sûresi, 12. (Çev.). 4 Nebetî, Đran ile Irak arasında oturan, güzel konuşmamak ve kötü ahlâklarıyla tanın Đran fellahlarından bir kabile olan “Nebet” kabilesine mensup olanlar. (Bk. Lisanul Arab ve .......???? (sayfa 86) md. (Çev.) 5 “alçak” olarak çevirdiğimiz kelimenin aslı “hasis”tir. Ki, alçak’tan başka cimri, pinti ve kafir anlamlarına da gelmektedir. (Çev.) 2


85 varsa, onu gıybet etmişsindir, eğer söylediklerin onda yoksa, bu durumda ona iftira etmişsindir.” buyurdu. (Müslim). Şurası bilinmeli ki, kendisinden zem1 anlaşılan her şey gıybete girmekte (gıybet sayılmakta)dır. Bu ister söz olsun, ister kaş – göz ve (ya) el işareti ve benzeri bir şey olsun. Bunun gibi bu maksatla yazılan yazı da bir gıybettir. Zira, kalem de bir dildir. Gıybetin en kötü çeşitlerinden biri, zahitlik iddiasınhda bulunan riyakâr kimselerin yaptıkları gıybettir. Meselâ, yanlarında (devlet erkanıyla oturup kalkan) bir insandan bahsedilince: Devlet idarecileriyle haşir-neşir olmakla, onlardan dünyevî birtakım şeyler koparmak için utanmaya bırakıp yüz suyu dökmekle bizi imtihan etmeyen Allah’a hamd olsun! Veya: Hayanın azlığında Allah’a sığınırız, veya: Allah’tan bizi hayasızlıktan (yüz suyu dökmekten) korumasını isteriz demelir gibi. Çünkü bunlar, bu sözleriyle bir taraftan kendilerinden bahsedilen insanları ayıplayıp, kötülemiş, bir taraftan da (dolaylı olarak) kendi şahıslarını övmüşlerdir. Zahitlik iddiasında bulunanlardan bazıları da yanlardan birisi zikredilince: Zavallı, büyük bir musibete müptela olmuş, Allah bizim de onun da günahlarını affetsin! Diyerek dua eder göründüğü halde asıl maksadını gizler [ki cehaletinden bunun açıktan yapılan gıybettendaha kötü olduğunun farkında bile değil]. Şurası bilinmeli ki, gıybeti dinleyen de gıybet yapanın günahına ortak olup bu günahtan kurtulabilmesi için sözle gıybet eden engel olması, bir zarardan korkarsa kalbiyle nefret etmesi gerekir. Şayet orayı terketmesi veya konuyu değiştirmesi mümkün ise [hoşnutsuzluğunu belirtmek amacıyla] öyle yapması gerekir. Enes (ra)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (SAV): “Her kim müslüman kardeşinin gıyabında ona yardım ederse, Allah da hem dünyada hem ahirette kendisine yardım eder.” buyurmaktadır. (Beyhaki, Ziya sahih olarak...) Rivayet edildiğine göre Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır: “Allah yanında horlanan bir mü’mini gücü yettiği halde müdafaa etmezse (kıyamet gününde) bütün mahlukatın huzurunda hor ve hakir kılar.” (Ahmed, Taberani...) Başka bir hadiste ise şöyle buyurur: “Her kim bir mü’mini onu ayıplayan bir münafıktan korursa, Allah da onu kıyamet gününde onun vücudunu cehennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir.” (Ebu Davud...) GIYBET YAPMAYA SEVKEDEN SEBEPLER VE ÇARESĐ

1

Zem, bir kimsenin aleyhinde konuşma, çekiştirme, ayıplama, kötüleme demektir. (Çev.)


86 A-GIYBET YAPMAYA SEVKEDEN SEBEPLER Gıybet yapmaya sevk eden birçok sebep vardır [ki bazıları şunlardır] 1. Öfkelendiği kimseden intikam almak, herhangi bir sebepten birinden öfkelenen kimse galeyana geldikçe kendisini öfkelendiren kimsenin gıybetini yaparak yüreğini soğutmak. 2. Arkadaş ve akranlarına uymak. Gıybet yapan arkadaşlarına engel olduğunda veya sözlerini kestiğinde bunun onlara ağır geleceğini ve kendisinden nefret edeceklerini düşünerek iyi geçinme adına yaptıkları gıybete iştirak etmek. 3. Başkasını kötüleyerek kendi itibarını yükseltmek. Falan adam cahildir, anlayışsızdır gibi sözler ederek detaylı olarak kendi faziletini (üstünlüğünü) ve karşı taraftan daha bilgili olduğunu ispatlamaya çalışması (gibi) 4. Hased. Đnsanların sevdiği , saydığı ve övdüğü bir kimseyi kıskanarak itibarını düşürmek gayesiyle kötülemek. 5. Şaka ve eğlence. Đnsanları güldürmek veya eğlendirmek maksadıyla başkasının taklidin yapmak. Bu yolla kazanç elde eden bazı kimse (komed)ler gibi.

B-GIYBETĐN ÇARESĐ (Gıybetten Kurtulmanın Yolu): Gıybetten kurtulmak için gıybet yapanın yaptığı gıybet ile yüce Allah’ın hoşnutsuzluğunu ve gazabına uğradığını (kıyamet gününde) iyiliklerinin gıybetini yaptığı kimseye verileceğini, iyilikleri yoksa kendisine hasmının günahlarının yükleneceğini bilmesi gerekir. Đşte böyle düşünen kimse gıybet yapmamak için her halde diline sahip olacaktır. Ayrıca ortam kendisini gıybet yapmaya zorladığında kendi ayıplrını düşünüp nefsini ıslah etmekle meşgul olması ve kendisi kusurlu iken başkasını ayıplamaktan utanmasının gerektiğini düşünmesi gerekir. KALP ĐLE GIYBET Bazan gıybet kalp ile de olur. Bu müslümanlar hakkında sui zanda bulunmak demektir [ki haramdır.] Ancak buradiki zandan maksat nefsin samimiyetle yöneldiği ve kalbin meylettiği (ihtimal üzere başkasının kötülüğüne kesin hükmetmesi) dir. Onun için, hiçbir müslüman hakkında bu şekilde kötü zanda bulunmamalısın. Ancak, başka şekilde yorumlanamayacak kadar açık olan bir şeyi adalet sahibi (doğru, dürüst, tarafsız...) bir


87 kimse anlattığında kalbinin onu tasdik etmeye meyletmesinde mazur sayılırsın. Çünkü, böyle bir kimseyi yalandığında onun hakkında sui zanda bulunmuş olursun ki, birisi hakkında hüsnü zanda bulunurken öbürüsü hakkında sui zanda bulunman uygun değildir. Bilakis (bu durumda) adalet sahibi kimseyi töhmet altında bırakmaman için gıybeti yapanla gıybeti yapılan şahıslar arasında bir düşmanlığın olup olmadığını araştırmalısın. Bir müslüman hakkında aklına kötü bir düşünce geldiğinde ona (her zamankinden) daha fazla iyilik yapmalı ve ona hayır duada bulunmalısın. Çünkü bu, şeytanı öfkelendirip senden uzaklaştırır. Öyle ki dua ve iyilikle meşgul olursun korkusuyla artık bir daha da sana yaklaşıp aklına kötü düşünceler sokamayacaktır. Bir müslüman kesin hata (günah) işlediğini öğrendiğinde, ona gizlice nasihat etmelisin. [Amacı asla gıybetini yapmamalısın.] Şurası da bilinmeli ki, mü’minlerin eksikliklerini araştırmak da sui zannın sonuçlarından biridir. Çünkü kalp, zan ile yetinmektedir. Bilakis, zannettiği şeyin doğruluğunu ispatlamak için inceden inceye araştırmaya girer. Halbuki bu yasaklanmıştır.1 Çünkü, müslümanın rüsvay olmasına

sebep olmaktadır. Oysa,

müslümanın ayıbı açığa çıkmadığı (öğrenmediğin) zaman, kalbin ona karşı besldiği kötü zandan kurtulmuş olur. GIYBET YAPMAYI MUBAH KILAN MAZERETLER Gıybet esas itibariyle haram olmakla birlikte dinen geçerli olan bazı gaye (şart)ler onun bu niteliğini ortadan kaldırmaktadır ki bunlar altı şeydir: 1. Zulüm , zulme uğrayan kimsenin hakkını alacak mercilere zalimi şikayet etmesi, 2. Kötülüğe engel olmak zalimi doğru yola getirmek için deste aramak,2 3. Fetva sormak, müftüye (ismini kimliğini belirterek) Falan adam bana zulmetti, veya hakkımı aldı. Zulmünden nasıl kurtulurum, hakkımı nasıl alırım? Demesi gibi. Böyle bir durumda kişinin kendine zulmeden kimseyi açıklaması mubah [olup, gıybet sayılmamakta]dır. Ancak, isim ve kimlik belirtmeksizin üstü kapalı sorması daha

1

Bkz. Hucurat, 12. (Çev.) Đmam Gazzali (rh.a) şu misali vermektedir: Rivayet göre Hz. Ömer (ra) Hz. Osman veya Talha (ra)’ın yanından geçerken selam verir, fakat, selamı alınmaz. Bunun üzerine, Hz. Ömer hemen Ebubekir (ra)’in yanına varıp durumu anlatır. Ve hz. Ebu Bekir (ra) durumu düzeltmek için Hz. Osman veya Talha’nın yanına gider. Đşte Hz. Ömer’in Hz. Osman veya Talha hakkında anlattıkları gıybet sayılmamıştır. (Çev)

2


88 iyidir. [Meselâ,]: Babası veya kardeşi kendisine haksızlık eden bir kişi hakkında ne dersin? Veya buna benzer bir şey söylemesi gibi. Fetva isterke isim belirtmeni mubah olduğunu [ve bunun gıybet sayılmadığına] delil, Hind’in1 rivayet ettiği hadistir: Hind, Peygamber (SAV)’e: “Ebu Süfyan2 son derece cimri (pinti) bir adamdır..:” dediği halde, Peygamber (SAV) Hind’in bu sözünü gıybet olarak kabul etmemiş ve karşı çıkmamıştır. (Buhari, Müslim). 4. Müslümanları uyararak kötülüklerden ve zararlardan korumak. Bir din aliminin mühdeti veya fasık3

bir kimsenin yanına gidip geldiğini, onlarla oturup

kalktığını görüp, onların o kötü düşünce ve davranışlarının ona da sirayet edeceğinden korkarak kendisine onların durumunu açıklamak gibi. (...) Bunun gibi, [iki kişiyi birbiriyle] evlendirmek, herhangi bir şeyi emanet koymak hususunda kendisi ile istişare edilen kimsenin ,istişarede bulunanın ancak açıktan anlatmakla yapmak istediğinden vazgeçeceğini bildiği zaman, haysiyet kırma maksadıyla olmamak şartıyla nasihat gayesiyle bildiğini anlatması da gıybet sayılmamıştır. 5. Lakabıyla meşhur olan birini bu lakapla tanıtmak. A’rec ve A’meş gibi.4Böyle bir kimseyi lakabıyla anlatmak da caiz olup gıybet sayılmamaktadır. Ancak, lakapsız bilinebilirse, lakabını kullanmadan anlatmak daha iyi olur. 6. Açıktan günah işleyip günahlarıyla anılmaktan rahatsız olmayan kimsenin aleyhinde konuşmak. Nitekim, Peygamber (SAV): “Her kim haya (utanma) örtüsü atarsa , artık onun gıybeti yoktur (arkasında konuşmak gıybet değildir.)”5 buyurmaktadır. Birisi Hasan [Basri]’a: “Herkesin gözüönünde günah işleyen kimsenin yaptığı ahlâksızlıkları

anlatmam

gıybet

midir?”

diye

sorunca,

Hasan:

“Hayır,

o

dokunulmazlığını kaybetmiştir,” dedi. 1

Hind Utbe b. Rebia’nın kızı, Ebu Süfyan’ın da karısıdır. (bkz. TDV Đslam Ans.) (Çev.) Ebu Süfyan, Kureyş Kabilesinin reislerinden, sahabi (Bkz. a.g.e.) (Çev.) 3 Mübtedi’: bid’at çıkaran veya işleyen kimse. (bkz. age, “bid’at” mad) fasık, ilahî emirlere itaatte ayrılıp asi olan mü’min veya kafir. (bkz. age “fasık” md. Çev. 4 Meselâ bu iki kelimeden birincisi (A’rec), “topal” anlamında olup tabiin neslinden Abdurrahman b. Hurmuz’un lakabı, ikincisi (A’meş) ise, “gözünün yaşı durmadan akan, bulanık, belirsiz gören” anlamında olup yine tabiin neslinden Süleyman b. Mihran el-Kûfî’nin lakabıdır. Aynı zamanda birer muhaddis olan bu iki zat, adeta isimleri unutulmuş kadar lakaplarıyla meşhur olmuş ve kendilerinden hadis rivayet edilirken A’rec’den, A’meş’den şöyle rivayet edilmiştir, şeklinde rivayet edilmektedir. 5 Đbn Adî, Ebüş Şeyh, Đbn Hibban, Beyhaki, Deylemi, Hatıy ve Đbn Asakir tarafından rivayet edilmiştir. Ancak, Beyhaki ve Irakî’ye göre hadis zayıftır.

2


89

GIYBETĐN KEFARETĐ Gıybetin kefaretine

gelince, şurası bilinmeli ki, gıybet eden kimse iki suç

işlemiştir: 1. Yüce Allah’ın hakkına tecavüz etmek. Zira, gıybet etmekle yüce Allah’ın yasakladığı bir işi yapmıştır. Bunun

kefareti pişmanlık duyup , tevbe etmek [ve

yaptığına üzülmek]tir. 2. Kul hakkına tecavüz etmek. Şayet yaptığı gıybet , çekiştirilen adama ulaşmış ise, [bunun kefareti], ona gidip helalleşmek ve yaptığına pişmanlık duyduğunu bildirmektir. Nitekim, Ebu Hureyre (ra)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (SAV) şöyle buyurur: “Haksızlık yaparak (müslüman) kardeşinin malına veya ırzına (şeref ve haysiyetine) zarar veren kimse, altın ve gümüşün olmadığı bir gün (kıyamet) gelmeden önce gitsin onunla helalleşsin. Aksi takdirde o gün iyilikleri varsa alınıp hak sahibine verilir, iyilikleri yoksa, kendisiyle hak sahibinin günahları yükletilir.” (Buhari , Müslim) Şayet gıybet adama ulaşmamışsa, bilmediği bir şeyi bildirip de kalbin ikin ile doldurmamak için helalleşmek yerine kendisine Alllah’tan aff ve bağışlanma dilenmelidir. Mücahid şöyle der: “Gıybetin kefareti, gıybetini yaptığın kimseyi hayırla anıp kendisine hayır duada bulunmandır” Hakeza, öldüğü için kendisi ile helalleşmek mümkün olmayan kimse için de istiğfar ve hayır duada bulunmak gerekir. 9. Kovuculuk Dilin afetlerinden dokuzuncusu, kovuculuktur. Hadiste Peygamber (SAV): “Laf taşıyan (kovucu) cennete girmez.” buyurmaktadır. (Buhari, Müslim) Kovuculuk, daha çok “falan adam senin hakkında şöyle dedi” demek gibi insanlar arasında laf taşımak için kullanılır ise de haddi zatında sadece laf taşımaya mahsus değildir. Bilakis, kovuculuk: meydana çıkması istenmeyen herhangi bir şeyi (sırrı) ortaya çıkarmaktır. Bu, ister laf olsun, ister bir davranış olsun. Onun için laf taşımak kovuculuk olduğu gibi, bir kimsenin sakladığı bir malı başkasına haber vermek de kovuculuktur. Kovuculuk yapanın: “falan adam senin hakkında şöyle şöyle dedi veya senin hakkında şöyle yaptı” ve benzeri sözleri karşısında müslümanan takınacağı altı şey (tavır) vardır:


90 1. Kovuculuk yapanı tasdik etmemek. Çünkü kovuculuk yapan şehadeti makbul olmayan bir fasıktır. 2. Ona nasihat ederek dedikodu yapmasına engel olmak. 3. Allah için ondan buğz etmek. Çünkü o, gerçekten Allah’ın son derece buğzettiği bir kesimdir. 4. Çekiştirilen müslüman kardeşi hakkında kötü düşünmemek. 5. Anlatılanları kendisi araştırmaya sevk etmemesi. Çünkü yüce Allah: “Birbirinizin

gizli

yönleri

hakkında

araştırma

yapmayınız.”

(hucurat,

12)

buyurmaktadır. 6. Kovuculuk yapanın durumuna düşüp onu anlattıklarını bir başkasın anlatmamak. Yahya b. Kesir şöyle der: “Sihirbazın bir ayda yapamadığı bozgunculuğu, koğuculuk yapan, bir saatte yapar.” 10. Đkiyüzlülüğün Sözü Dilin afetlerinden onuncusu, birbirlerine düşman olan iki kişi arasında mekik dokuyarak her birisinin söylediklerini diğerine aktarıp her biriyle hoşuna gideceği şekilde konuşan veya hasmına karşı kendisine yardım sözü veren, birini yüzüne karşı överken, hasmının yanında kötüleyen iki dilli kimsenin sözüdür. Hadis-i Şerifte şöyle buyrulur: “Şüphesiz, insanların en kötüsü, şuna bir yüzle, ötekine başka bir yüzle gelen (iki yüzlü) kimsedir.” (buhari, Müslim mealen.) Ancak, belirtmek gerekir ki, hadis-i şerifte sözü edilenler, orta hiçbir zaruret yok iken iki yüzlülük yapan kimselerdir. Fakat kişi müdarat icabı buna mecbur kaldığında caizdir. Nitekim Ebud Derda (ra) : “Biz bazı kimselerin yüzlerine güldüğümüz halde kalplerimiz onlara lanet etmektedir,” demektedir. 11. Övmek Dilin afetlerinden onbirincisi, övmektir. Övmenin bir takım afetleri (sakıncaları) vardır. Ki, bunlardan bazıları öven kişi ile bazıları da övülen kimse ile ilgilidir. Öven ile ilgili [bazı] sakıncalar: Gerçek yüzünü bilmediği, bilmesine imkan da olmayan kimseyi övmek: “Falan adam çok müttaki ve zahit biridir” demek gibi. Yalancı kaçacak kadar övmede aşırı gitmek ve yermesi gerekeni kimseyi övmek [son hususla ilgili olarak] Hasan [Basri] şöyle der: “Her kim bir zalimin bekası için dua ederse1 onun Allah’a karşı gelmesini hoş karşılamıştır.” 1

Bazı insanların kafir, mürted ve fasık yöneticiler için: “Allah başımızdan eksik etmesin” şeklindeki dualar bu türdendir. (Çev.)


91 Övülen ile ilgili sakıncalar: [Övmenin, övülen ile ilgili iki sakıncası vardır. Birinci,] kibir, ve ucba (kendini beğenmişlik) sebep olmaktır ki bunların ikisi de insanı helak eder. Onun için meşhur bir hadiste rivayet edildiği üzere Peygamber (SAV) bir adamın başka bir adamı övdüğünü duyunca: “Yazıklar olsun sana, sen arkadaşını boynunu kopardın.” buyurmuştur. (Buhari, Müslim buna benzer bir hadisi Ebu Bekre’den rivayet etmişlerdir.) Hasan’dan rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer (ra) etrafında insanlar olduğu halde otururken, Carud çıka geldi. Bunun üzerine adamın biri: “bu Rabia (kabilesi)nin reisidir, dedi. Hz. Ömer (ra), etrafındakiler ve Carud da bunu duydular. Carud hz. Ömer’e yaklaşınca, Hz. Ömer yanındaki kamçısı ile hafifçe ona vurdu. Bunun üzerine Carud: “Ey mü’minlerin emiri! Ne oluyor?” dedi. Hz. Ömer: “Ne oluyor, (adamın söylediklerini) duymadın mı?” dedi. Carud: “ Duydum, ne olacak?” deyince , Hz. Ömer, (ra) : “Adamın söylediklerinden dolayı kalbinde kibir ve ucbun meydana gelmesinden kortum da bunların senden uzaklaşmasını istedim,” dedi. [Đkincisi] övüldüğünü görüp ulaşılması gereken dereceye ulaştığını zannederek ameli (ibadeti) de gevşeklik göstermektir. Nitekim, Peygamber (SAV) (yukarıda geen hadiste): “Sen arkadaşının boynunu kopardın.” derken bunun için söylemiştir. Ancak, yukarıda bahsedilen sakıncalar söz konusu olmadığında övmenin herhangi mahzuru yoktur. Nitekim, Peygamber (SAV) başta Ebubekir ile Hz. Ömer (r.anhüma) olmak üzere (birçok) sahabiyi övmüştür. Övülen kimsenin kibir, ucub (kendini beğenme) ve amel (ibadet)te gevşeklik afetlerinden şiddetle sakınması gerekir. Bu afetlerden kurtulması ise, ancak kendi nefsini tanıması ve: “Eğer öven kişi de beni, kendi nefsimi tanıdığım gibi tanısaydı beni övmezdi,” şeklinde düşünmesi ile olur. Rivayete göre salihlerden birini övmeleri üzerine: “Allahım, bunlar beni bilmiyorlar, beni ancak sen bilirsin,” demişti. 12. Süzün Anlamında Hata [ya Sebebiyet Veren Đfadeler] Dilin afetlerinden on ikincisi , din ile, özellikle de Yüce Allah ile ilgili konularda [hatalı sözcükler kullanarak] sözün anlamında hata [ya sebebiyet vermek]dır. [Ancak,] dinî konularda lafızları (sözcükleri) doğru kullanmaya ancak fesahat1 sahibi alimler güç yetirebilir. Đlmi veya fesahati az olan kimseni kullandığı sözcükler

1

Fesahat: sözün kileme, mana, ahenk ve sıralama yönlerinden kusursuz olması. Dilin doğru, düzgün kullanılması.” (çev)


92 hiçbir zaman hatadan uzak değildir. Ancak cehaletinden dolayı Allah [bu gibilerini] affeder. Bunun misali, Peygamber (SAV)’den rivayet edilen şu sözdür: “(Sizden herhangi) biriniz: “Allah ve sen dilersen” demesin. Fakat şöyledesin: “Allah dilerse, sonra sen istersen,” desin.1” (ebu Davud, Nesai sahih olarak) Bunun sebebi şudur: Çünkü, mutlak atıf2 (ve ile yapılan atıf)ta ortak yapma ve eşit kılma vardır [ki, bu saygıya aykırıdır]. Buna benzer bir hadise de peygamber (SAV)’ın, “Her kim onlara (yani, Allah’a ve peygamberine) karşı gelirse , şüphesiz sapıtmıştır.” Diyen hatibe çıkışıp: “Her kime Allah’a ve O’nun peygamberine karşı gelirse... de” buyurmasıdır. (Müslim) Yine peygamber (SAV) şöyle buyurur: “Hiç biriniz: “Benim kölem, benim cariyem” demesin. Çünkü, hepiniz Allah’ın kölelerisiniz ve bütün kadınlarınız da Allah’ın cariyeleridir: Fakat şöyle desin: “Benim uşağım3 ve benim hizmetçim “desin. (Müslim). [Đbrahim] en-Nehai şöyleder: “Bir kimse başka bir kimseye: “Eşek veya domuz dediği zaman dediği zaman, kıyamet gününde kendisine: “onu bir eşek veya bir domuz olarak yarat da göreyim” denir.” Bu ve buna benzer sözler

-ki bunlar sayılmayacak kadar çoktur- [dikkat

edilmesi gereken sözlerdir.] Dilin afetleri ile ilgili olarak buraya kadar zikrettiğimiz örnekleri derinden düşünen, hem dilini gelişi güzel salan kimsenin kurtulmayacağını onlar, hem de peygamber (SAV)’(ın “Sükut eden kurtulmuştur”4 Sözünün sırrını öğrenmiş olur. Çünkü, gerçekten bu afetler, konuşan insanın yolunda bekleyen korkunç tehlikelerdir. Ki, bunlardan [ancak] susarsa kurtulur. 13. Cahillerin Yüce Allah’ın Sıfatlarından Sorması Đlmî kariyeri olmayan avam tabakasının yüce Allah’ın sıfatları ve kelamını hakkında [kadim mi, hadim? gibi] soru sormaları da dilin afetlerindendir. Şeytan avam tabakasına mensup (ami) insanın hayalinde ilmî meselele girersen alimlerden ve fazilet ehlinden olursun, düşüncesini şekillendirerek bunu ona sevimli hale getirir. Öyleki ami, kendisini dinden çıkaran şeyler konuşur da bunun farkında bile 1

Bu hadis-i şerif, kişinin niyetinden dolayı cezalandırılacağına delil olduğu gibi, ağzından çıkan sözcüklerden dolayı da cezalandırılacağına delildir. Onun için müslümanın ancak Allah’a ibadet etmesi, yalnızca ona yalvarıp yakarması ve yalnızca O’na tevekkül edip, O’ndan yardım dilemesi gerekir. 2 Atıf: Bir kelime veya cümlenin önceki kelime veya cümleye bağlanması. (Çev) 3 Uşak: erkek hizmetçi. (çev.) 4 Tirmizi, Abdullah b. Amr’den zayıf bir senedle ki; Taberani Ceyyid Sened ile rivayet etmişlerdir.


93 değildir. [Đşte buna işaretle] Peygamber (SAV): “Đnsanlar soru soracaksa öyle aşırı gidecekler ki: Đşte bu Allah; mahlukatı yarattı. Ya Allah’ı kim yarattı?” diye yazdılar” buyurmaktadır. (Buhari, Müslim). Avam tabakasının ilmin zor anlaşılır meseleleri hakkında soru sormaları en büyü kafetlerden, onların, yüce Allah’ın sıfatlarının manalarını araştırmaları ise kendilerini ıslah değil, bozan şeylerdendir. Çünkü onlara düşen teslimiyettir. O halde avam tabakası için en iyi yol, Kur’an’I Kerim’in getirdiklerine iman ettikten sonra araştırmaksızın Resûlullah’ın getirdiklerine teslim olup ibadetle meşgul olmaktır. Çünkü, onların ilmi sırlarını (bilinmeyen, gizli) araştırmakla meşgul olmaları meraya salıverilmiş başı boş hayvanların padişahlık sırlarını araştırmaları gibidir.

Gazap (Öfke, kızgınlık) Şüphesiz öfke, ateşten bir kıvılcımdır. Đnsan öfke anında “Beni ateşten yarattın, onu (Adem’i) de çamurdan yarattın.” (A’raf, 12)1 diyerek Allah’a karşı gelen şeytan gibi olur. Çünkü, çamurun özelliği sükun (durgunluk) ve vakar (ağırbaşlılık, temkin, sabır) ateşin özelliği ise alevlenmek, tutuşmak hareket ve deprenmektir. [Birçok insanı ,helak eden] kin haset de öfkenin sonuçlarındandır. Peygamber (SAV)’ın, “bana, “nasihatta bulun” diyen adama: “Kızma!” Adamın aynı soruyu tekrarlaması üzerine, cevap olarak yine: “Kızma!” buyurması (Buhari, Müslim) da öfkenin kötülüğüne delalet eden delillerdendir. Başka birhadiste, Đbn Ömer (ra) ‘in Peygamber (SAV)’e: “Beni hangi şey yüce Allah’ın gazabından uzaklaştırır? Diye sorması üzerine de Peygamber (SAV): “Kızma (öfkelenme)” buyurmaktadır. (Taberani, Đbni Abdil Ber” Buhari ve Müslim’in Ebu Hureyre’den rivayet ettikleri bir hadiste de Peygamber (SAV): “Kuvvetli olan, güreşte hep başkasının yenen değildir, bilakis, kuvvetli olan, öfkelenirken nefsine hakim olandır.” buyurmaktadır.

1

Hadise şöye cereyan etmiştir: “Andolsun sizin yarattık, sonr asize şekil verdik,sonra da Melekler: “Adem’e secde edin:” diye emrettik. Đblisten başka hepsi secde ettiler. Fakat o secde edenlerden olmadı. Allah (şeytana) buyurdu ki: Sana emretitğim vakit seni secde etmekten alıkoya nedir? (iblis): “Ben ondan daha hayırlıyım . Çünkü beni ateşten yarattın onu da çamurdan yarattın.” Dedi. (A’Raf 11-12) (Çev.)


94 Gazap (öfke) duygusu bakımından insanlar üç (farklı) karaktere sahiptir: ifrat, tefrit ve itidal.1 Đfratın övülecek hiçbir tarafı yoktur. Zira, ifrat (insanı) aklın ve dinin gereklerini gözetmekten uzaklaştırır. Öyle ki, böyle bir durumda insan için ne iyiden iyiye düşünme (imkanı) , ne fikir, ne de hür irade kalır. Tefrit (derecesinde) ki öfke de yerilmiştir. Çünkü, böyle bir durumda da ne hamiyet , ne de gayret kalır.2 Öfkeden büsbütün mahrum olan ise, nefsini terbiye etmekte acil kalıştır. Çünkü nefis terbiyesi, ancak kişini nefsin bayağı isteklere meyletmesine öfkelenerek nefsini kontrol altına almakla mümkündür. Onun için öfkeni (tamamen) olmaması da (kötü olup) yerilmiştir. O halde, ifrat ve tefritin ortasını (itidal derecesindeki öfkeyi) bulmak gerekir. ÖFKEYĐ TAHRĐK EDEN SEBEPLER VE ÇARESĐ Bilindiği üzere, her hastalığın ilacı, o hastalığı meydana getiren unusur ne, sebepleri yok etmektir. [Onun için öfkenin sebeplerini bilmek gerekir. Ki,] bunlardan bazıları şunlardır: Ucub (kendini beğenme), şaka, tartışma, insanların birbirleriyle zıt olması, hainlik, hile, mal, şöhret, mal ve makama aşırı düşkünlük. Bütün bunlar dinen çirkin ahlâklar olup, her birini zıddıyla yok etmek gerekir. Ki, böylece öfkeyi meydana getiren unsurlar ve sebepler de (ortadan kalkmış) olur. Öfkenin feveranı3 durumunda ise, bunu teskin etmenin yollarından bazıları şunlardır: 1. Öfkeyi yutmanın, af,hilim ve sabretmenin fazileti ile ilgili haberleri düşünmek. Buhari’nin Đbn Abbas (r.anhüma)’dan rivayet ettiğine göre, adamın biri Hz. Ömer (ra)’nın yanına girmek için izin istedi, kendisine izin verilip Ömer’in yanına girince:

1

Đfrat: Ölçüyü aşma, ileri gitme, normali aşma, aşırılık Tefrit: ifratın zıdıd. Ortalamanın altında kalma. Đtidal: Aşırı olmama, ortalama halde olma, ölçülülük (Çev.) 2 Hamiyet: insanda bulunan din ,millet, vatan , soy ve aile gayreti; bunları ve başka mukaddesleri koruma duygusu.. Gayreti: Kıskanma, mukaddes değerlere saldırı halinde uyanan duygu. (Çev.) 3 Feveran: Kaynayıp fışkırma. Öfke ve sinirden köpürüp taşma, coşma. (Çev.)


95 - Ey Hattab’ın oğlu! Sen bize çok ihsanda bulunmuyor ve aramızda adaletle hükmetmiyorsun, dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) öfkelenerek adamı cezalandırmak istedi. Bunun üzerine Hür b. Kays: - Ey mü’minlerin emiri! Yüce Allah Peygamberine (sav): “Af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir:” (A’Raf, 199) buyuruyor. Bu (adam) da cahillerdendir, dedi. (Đbn Abbas der ki) vallahi, Hürr ayeti okuyunca artık Ömer ileri gitmedi. Çünkü Ömer, Yüce Allah’ın kitabının hükümlerinden öteye geçmezdi. Mü’minin Allah için öfkesini yutması gerekir. Çünkü, bu onu yüce Allah katında yükseltecektir. Ve artık bundan sonra insanlar ne derse desin, önemli mi?. Kıyamet gününde: “Allah’tan mükafat almayı hakkedenler ayağa kalksınlar, cennette girsinler” diye çağrı yapıldığında – ki, ancak (öfkelerini yutup) insanları affedenler kalkacak o kalkanlardan biri olmayı arzulamaz mı? Đşte mü’min bu ve benzeri haberleri kalbine yerleştirerek öfkesine hakim olması gerekir. 2. Öfkesinin kendi isteğine göre değil, yüce Allah’ın isteğine göre cereyan eden bir şeyden dolayı olduğunu bilmek. O halde öfkelenerek nasıl olur da kendi isteğini yüce Allah’ın isteğini önüne alabilir? 3. Hareket etmemek ve şeytandan Allah’a sığınarak (euzu çekerek).ayakta ise oturmak, oturuyorsa uzanmak. (Ayrıca abdest almak, çünkü) öfke esnasında abdest almakla emrolunmuş bulunuyoruz.1 Bütün bu hususlarla ilgili rivayet edilen [bir takım] hadisler vardır [ki bunlardan bazıları ileride zikredilecektir.]. ÖFKEYĐ YUTMAK Yüce Allah öfkelerini yutan mü’minleri överek: “Onlar ki öfkelerini yutarlar...” (al-i Đmran, 134) buyurmaktadır. Resûlullah (SAV) : “Her kim intikam almaya gücü yettiği halde öfkesini yutarsa, Allah onu , herkese görülecek ve işitilecek yerde hurilerden dilediğini seçmesi için çağırır.” buyurmaktadır. (Ebu Davud, tirmizi hasen olarak...)

1

Ahmed (b. Hanbel)’in müsnedinde (4/226) rivayetine göre Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır: ^Şüphesiz öfke şeytandır. Şeytan ise ateşten yaratılmıştır. Ateş ise ancak su ile söner, o halde, biriniz öfkelendiğinde abdest alsın.”


96 Hz. Ömer (ra) de: “Allah’tan korkan kimse öfkeli olduğu kimseden intikam almaz ve Allah’tan korkan kimse dilediğini yapmaz. Eğer kıyamet günü almasaydı gördüklerinizden başkası olurdu,” demektedir. HĐLĐM (SAKĐN OLMA, AĞIRBAŞLILIK) Ebu Hureyre (ra)’nin rivayetine göre Peygamber (SAV): “Đlim ancak öğrenmekle, hilim de ancak kendini sakin görünmeye (ağırbaşlılığa) zorlamakla elde edilir (kazanılır).” buyurmaktadır. 1 “Đlim öğreniniz, ilimle beraber sakinliği ve ağırbaşlılığa (hilmi) da öğreniniz . Öğrencilerinize ve hocalarınıza karşı yumuşak olunuz. Zorba alimlerden olmayınız yoksa cehaletiniz ilminizi bastırır.”2 Peygamber (SAV) Eşecc b. Kays’a şöyle der: “ (ey Eşecc!) Şüphesiz sende Allah ve Resulü’nün sevdiği iki huslet vardır: Hilm (ağırbaşlılık) ve teenni (acele etmeden temkinli davranmak).” (Buhari, Müslim). Adamın biri Đbn Abbas (ra)’a söver, adam söylediklerini bitirince, Đbn Abbas Đkrime’ye: Bak, adamın bir ihtiyacı var mı? gider, der. Bunun üzerine adam utanıp başını önüne eğer.

AF VE YUMUŞAK OLMA Af “suçlunun hakkettiği cezayı terketmen, cezalandırmaktan vazgeçmen” demektir. (Suçludan) kısas veya ödemesi gereken kan bedelini (diyeti) veya borçludan düşürmen gibi. Af , hilim ve öfkeye hakim olmaktan farklı (ayrı) bir şeydir. [Bu sebeble müstakil olarak zikredildi.] Yüce Allah (affedenleri överek): “Onlar ki insanları affederler.” (Al-i Đmran, 134) buyurmaktadır. (Başka bir âyette ise): “...Her kimde (kendine kötülük edeni) affedip, (onunla arasındaki husumet halini) düzeltirse, onu da ecri Allah’adır. (Allah ona çok büyük ecir ihsan eder).” (şura, 40) buyurmaktadır. Bir hadiste Peygamber (SAV) de: “Sadaka malı eksiltmez, Allah affeden kulun(un) ancak izzet (itibar ve şeref)ini artırır ve Allah için tevazu gösteren hiç kimse yoktur ki, Allah onu yüceltmemiş olsun” buyurur. (Müslim)

1 2

Ahmed, 3/61; Tirmizi, 2192. Hadisin tahlili ile ilgili açıklama için bkz. Đhya’nın dipnotundaki Irakî. Đbn Sünni, Hidayetü’l Müteallimin, Irakiye göre senedi zayıftır.


97 Ukbe b. Amir’den rivayet edildiğine göre Peygamber (SAV) kendisine: “Ey Ukbe! Sana ,dünya ve ahiret ehlinin en üstün ahlakını bildireyim mi?: Senden ilgisini kesene ilgi göstermen/görüp gözetmen, seni mahrut edemene vermen ve sana zulmedeni affetmendir.” buyurdu.1 Rivayete göre, “Kıyamet gününde bir çağırıcı:Allah’tan mükafat almayı hakkedenler (ayağa) kalksınlar, cennete girsinler diye çağrıda bulunur. Bunun üzerine , kendilerine haksızlık edenleri affedenlerden başkası kalkmayacak.” Enes (ra)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (SAV): “Şüphesiz ki Allah yumuşaktır, yumuşaklığı (yumuşak huyluluğu) sever ve setlikle yapılan işlere vermediği (sevab)ni yumuşaklıkla yapılan işlere verir.” buyuruyor. (müslim). Buhari ve Müslim’in Hz. Aişe (ra)’den rivayet ettikleri bir hadiste ise, Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor: “Şüphesiz yüce Allah bütün işler (hususlar)de yumuşaklığı sever.” Başka bir hadis de şöyledir: “Yumuşaklık (huyluluk)tan mahrum olan (bütün) haylırlardan mahrum olmuştur:” (Müslim). KĐN VE HASET Şunu belirtmek gerekir ki, acziyeten dolayı hemen intikam alınamadığı için yutulan öfke kalpte yer edinerek kine dönüşür. Kinin belirtisi, karşı tarafa olan buğzun, soğuk davranmanın ve nefretin devam etmesidir. Kin, öfkenin; hased ise kinin sonucudur. Buhari ve Müslim’in rivayet ettiklerine göre Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır: “Birbirinize buğzetmeyiniz, birbirinizden (kopup) ayrılmayınız. (aranızdaki ilişkileri kesmeyiniz) , birbirinize hased etmeyiniz ve aranızdaki sevgisi kesip birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Ey Allah’ın Kulları! Kardeş olunuz.” Ebu Hureyre (ra)’den rivayetle Peygamber (SAV): “Hasetten sakının, çünkü ateşin odunu (veya otu) yiyip bitirdiği gibi, haset de iyilikleri yiyip bitirir:” (Ebu Davud) Enes (ra)’ın anlattığına göre Peygamber (SAV): “Şu vadiden cennet ehlinden bir adama çıkagelecek.” buyurdu. Derken (gerçekten) bir adam çıkageldi. Bunu üzerine adama ameli soruldu. Adam: “Ben hiçbir müslümana ne kin besler, ne de Allah’ın ona verdiği nimetten dolayı haset ederim.” dedi.2 1 2

Đbn Ebid Dünya, Taberani, Mekarimül Ahlak; Beyhaki, Şuuab Irakiye göre senedinde zayıflık vardır. Ahmed ve Bezzar....


98 Hasedi yok etmenin çaresine gelince, [yerine göre] bazan kaza [ve kadere] rıza gösterip, haset ettiği insandaki üstünlüğün yüce Allah’ın hikmetinin gereği olduğunu, Allah’ın hikmetine ise itiraz edilerek çirkin görülemeyeceğini bilmektir. Bazan ise dünyaya değer vermemektir, bazan da (hasede sebep olan) nimetlerin dünyadaki sıkıntılarıyla ahiretteki hesabını düşünerek kendini teselli edip içinde geçenlerin gereğin iyapmamak ve konuşmamaktır. Ki, böyle yaptığı zaman [ne kin ve hased ne de] tabiatında bulunan hiçbir kötü duygu kendisine zarar vermeyecektir. Peygamberliğinden dolayı herhangi bir Peygambere haset edip, onun peygamber olmamasını arzulayan veya ilminden dolayı herhangi bir alime haset edip ilme sahip olmamasına veya ilminin yok olmasını arzu eden kimseye gelince, [böyle bir duyguya sahip olması için] hiçbir mazereti yoktur. [Olsa olsa bu onun kafirliğinden veya son derece kötü olduğundandır. Zira,] böyle bir huyu ancak kafirler veya son derece kötü olan hayırsız kimseler huy edinir. Ancak kişinin [ilim ve amelde] akranlarını geçip onların ulaşamadıklarına ulaşmak istemesinde herhangi bir sakınca ve bir günah yoktur. Çünkü o, [böyle bir istekte bulunmak] onların sahip oldukları nimetlerin yok olmasını değil, bilakis, Rabbi katındaki derecesinin onlarındakinden daha (üstün) olmasını arzulamıştır. Tıpkı efendilerinin hizmetinde yarışan iki köleden birinin

hizmette

arkadaşını geçmek istemesi gibi. Nitekim, Yüce Allah: “... işte onda (cennet nimetlerinde) yarışanlar yarışsınlar.” (Mutaffıffin, 26) buyurmaktadır. Sahihi Buhari ve Müslim’de Đbn Ömer (r. anhüma)’den rivayet edilen bir hadiste Peygamber (SAV): “Ancak iki kişiye haset1 edilir: Yüce Allah’ın kitabını öğrenip gecegündüz gereği ile amel eden ve Allah’ın kendisine verdiği malı gece-gündüz hak uğrunda harcayan kimse” buyurmaktadır. Hasedin yok edilmesi için başvurularak faydalı amel (iş)e gelince, kişinin kendisini emrettiği (yaptırmak istediği) şeyin zıddını yapmaya zorlamaktır. [Meselâ,] haset, kendisini haset edilene kin beslemeye ve kötülemeye teşvik ettiğinde kendini onun iyi taraflarını anlatmaya ve övmeye; ona karşı büyüklenmeye teşvik ettiğinde kendini, ona tevazu göstermeye; ona iyilik yapmaya teşvik ettiğinden dah afazla iyilik yapmaya zorlamalıdır. DÜNYANIN DEĞERSĐZLĐĞĐ

1

Buradaki haset gıpta anlamıdadır. “Başkasının bir nimete kavuşmasını çekemeyip ondan mahrum kalmasını temenni etmek” olan haset haram, “böyle bir kötü niyet taşımadan o nimetin benzerine kendisinin de nail olmasını arzulamak” olan gıpta ise caizdir. (bkz. TDV islam Ans. “haset” md. (Çev.)


99 Kur’an’ı Kerim’de gerek dünyanın değersizliği gerekse dünyaya rağbet edilmemesi gerektiğine dair birçok âyet-i kerime ve darbı mesel (örnek, temsil) bulunmaktadır. Ki bazıları şunlardır: “Kadınlardan, oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşten, salma atlardan, sağmal hayvanlardan ve ekinlerden gelen zevklere düşkünlük ve bağlılık insanlar için bezenip süslendi. Bunlar, dünya hayatının metadır. Nihayet varılacak güzel yer, Allah’ın huzurudur. (Resulum!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takva sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan ebediyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (herkesin üstünde) Allah’ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür.” (Al-i Đmran, 14-15) “Dünya hayatının durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, insanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri o su sebebiyle (ağ gibi birbirlerine örülüp) karışırlar. Nihayet yeryüzü ziynetini takınıp, (rengarenk) süslendiği ve sahipleri de ona (ürünleri biçmeye, yemişleri toplamaya) kadir olduklarını sandıkları bir sırada, gece veya gündüz ona emrimiz (afetimiz) gelir de onu sanki dün (öyle süslü) değilmiş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz. Đşte iyi düşünecek kavimler için âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.” (yunus, 24) “Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranıza bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı yağmurun bitirdiği ve ziraatçilerin de hoşuna giden bir bitki gibi önce yeşerir sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçinmeden başka bir şey değildir.” (Hadid, 20) “Ve onları altın ziynetlere boğardık. Bütün bunlar sadece dünya hayatının geçici metaından ibarettir. Ahiret nimeti ise, Rabb’inin katında, Allah’ın azabından sakınıp rahmetine sığınanlara mahsustur.” (Zuhruf, 35) “Onun için sen zikrimize iltifat etmeyen ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlerden yüz çevir. Đşte onların erişebilecekleri bilgi budur. Şüphesiz ki senin Rabbin, (evet) O, yolundan sapanı daha iyi bilir; o hidayette olanı da çok iyi bilir.” (Necm, 29-30) Hadis-i şeriflere gelince, Sahih-i Buhari ve Müslim’de Müsevvir b. Şeddad’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (SAV): “Ahiret (mimetlerin)e göre dünya (nimetlerinin değeri) ancak birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. Parmağının (denizden) ne ile döndüğüne bakıversin.” buyurmaktadır.


100 “Dünya mü’minin zindanı, kafirin cennetidir.” (Müslim) “Allah katında dünyanın bir sineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kafire ondan bir yudum su bile içirmezdi.” (Tirmizi) “Allah için olanlar hariç, dünya ve içindekiler mel’undur (lanetlenmiştir).” (Tirmizi) Ebu Musa (ra)’nın rivayetine göre Peygamber (SAV) şöyle buyurur: “Dünyasını seven ahiretine zarar vermiştir, ahiretini seven dünyasına zarar vermiştir. O halde siz baki olanı (ahireti) geçici olana (dünyaya) tercih ediniz.” (Hakim, Taberani sahih olarak) Zatlardan biri de şöyle demektedir: “Dünyaya talip olanın misali, deniz suyunu içenin misaline benzer. Đçtikçe susuzluğu artar (ve) nihayet susuzluktan ölüverir.” DÜNYANIN MAHĐYETĐ, YERĐLEN VE ÖVÜLEN TARAFLARI Dünya, mevcut maddî varlıklarla insanın bu varlıklara olan ilgilerinden ibarettir. Mevcut maddî varlıklar yer küre ile onda bulunan maddî varlıklardır. Ki [insan bu varlık ve imkanlardan yoksun olarak yaşayamaz] Çünkü yeryüzü onun mesken ihtiyacını karşılar; onda bulunan maddî varlıklar ise, onun giyecek, yiyecek, içecek ve evlenerek cinsî ihtiyacını karşılar. Ki, bütün bunlar yüce Allah’a doğru seyreden (giden) bedenin gıdası (ve ihtiyacı)dır. Zira, [yukarıda belirtildiği üzere] insan bu imkanlardan yoksun olarak yaşayamaz. Tıpkı Hac yolundaki devenin, ancak vücudu için gerekli olan şeyler (yem vs) ile yaşaması mümkün olduğu gibi. Đşte dünyadan emrolunduğu şekliyle yararına olanı alan övülmüş, açgözlülük yaparak ihtiyaçtan fazlasını alan ise yerilmiştir. Zira, dünyayı elde etmede açgözlülüğün hiçbir anlamı (tasvip edilecek yönü) yoktur. Çünkü, açgözlülük dünyayı faydalı olmaktan çıkarıp zararlı hale getirir, ahire için çalışmaktan alıkoyarak asıl maksadın elden gitmesine sebep olur ve (insanı) adeta devesinin yemi, suyu ve diğer ihtiyaçlarını gidermekle meşgul olup yol arkadaşlarının gittiğini unutan, devesi ile birlikte çölde kalıp yırtıcı hayvanların (canavarların) avı olan kimsenin konumuna düşürür. Ancak, hayat için gerekli olan ihtiyaçları ihmal etmenin de bir anlamı yoktur. Çünkü deve, ancak kendisi için gerekli olan ihtiyaçlar temin edilirse yürüyebilir. O halde [bu konuda takip edilecek] doğru yol, orta (yol)dır. Orta yol, dünyadan ancak ahiret yolculuğu için gerekli olan azığı almaktır ki bu nefsin hoşuna gitse bile gereklidir. Çünkü, (bazan) nefse arzuladıklarını vererek [ibadet ve taat için] ona yardımcı olmak ve hakkını ödemek lazımdır. Nitekim, Süfyanı Sevri, zaman zaman güzel (lezzetli)


101 yemeklerden yer ve sefere çıkarken yanına palûze alırdı. Đbrahim b. Ethem de bazı zamanlarda güzel (lezzetli) yemeklerden yer ve: “Bulduğumuzda adamların (veli ve örnek insanların) yediği gibi yer, bulamadığımızda ise adamların sabrettiği gibi sabrederiz,” derdi. Ayrıca Resûlullah (SAV)’ın ve sahabilerinin hal ve hareketleri (sireti)ne bakmak gerek çünkü onlar ne dünya hakkında ifrata, ne de nefsin hukukunda tefrite düşmüş değillerdi. Mü’min, nefsin arzularına şayet haz duyduğu şeyler kendisini haramdan koruyor, hayırlı amellerden bulunmasına yardımcı oluyor, buna teşvike bulunuyor, bu konudaki neşesini artırıyorsa, nefsi bu gibi hazlardan men etmemeli, şayet haz duyduğu şeylere sadece şehvet adına haz duyup, yukarıda anlatılan maslahatlarla ilgisi yoksa bu kötü bir haz olup nefsi bundan menetmelidir. MEZMUM (YERĐLEN) MAL Şurayı belirtmek gerekir ki, mal zatından dolayı kötülenmemektedir. Bilakis, insanoğlundaki bazı özelliklerden dolayı kötülenmektedir. Bu özellik, ya onun aşırı hırsı, ya malı helal olmayan yollardan elde etmesi veya malın hakkını (zekat gibi) vermemesi veya malı (şer’i) maksadı dışında harcaması veya mal ile büyüklük taslayıp övünmesidir. Đşte, bunun için Yüce Allah : “Şüphesiz mallarınız ve evlatlarınız ancak birer fitnedir.” (Enfal, 28) buyurmaktadır. Sünen-i Tirmizi’de rivayet edildiğine göre, Peygamber (SAV): “Kişideki mal hırsının dinine verdiği zarar, bir koyun sürüsüne saldıran iki aç kurdun verdiği zarardan daha büyüktür:” buyurmaktadır. [Bu sebeple] selef mal fitnesinden korkuyordu. Nitekim, Hz. Ömer (ra) fetihleri görünce ağlayarak şöyle diyordu: “Allah bu fetihleri Peygamber (SAV)’inden ve Ebu Bekir’den n onlar için istediği bir şerden dolayı esirgemiş ne de Ömer’e dilediği bir hayırdan dolayı müyesser kılmıştır.” Yahya b. Muaz da : “Dirhem1, bir akreptir. Eğer onu iyi afsunlayamazsan (okuyup üfleyemezsen) sakın alma. Çünkü, seni sokarsa zehiri öldürür,” der. Peki, onun afsunlanması nasıl olur? diye sorulunca Yahya: “Onun afsunlaması, helalinden kazanıp emredilen yerlere harcamaktır,” dedi. Ve (devamla): “Ölüm esnasından malından dolayı kulu, mahlukatın benzerlerini işitmediği iki musibet bekler,” der. Bu iki musibet

1

Dirhem, zamanın gümüş parasıdır. (Çev.)


102 nelerdir? Diye sorulunca da, Yahya “(elinden) bütün malı alınır, [ama] hepsinden dolayı da sorguya çekilir,” dedi. MEMDUH (ÖVÜLEN) MAL Daha önce açıkladığımız üzere mal, zatından dolayı kötülenmemekte bilakis( bundan dolayı) övülmesi gerekmektedir. Çünkü mal, dinî ve dünyevî maslahat (iyilik)ları elde etmek için bir sebeptir. Onun için yüce Allah, malı “hayır” (iyi şeyi) olarak isimlendirmiştir. 1 Mal, insanoğlunun hayatını devam ettirmesi için de böir direk (dayanak)tır. Nitekim, yüce Allah, Nisa Sûresinin başında: “Aklı zayıf olan (sefih)lara mallarınızı vermeyiniz. O mallar ki Allah geçiminize dayanak kılmıştır (hayatınızı onunla devam ettirirsiniz)...” (Nisa, 5) buyurmaktadır. Said b. Müseyyeb (rh.a): “Helalinden , kendisini insanlara yüz suyu dökmekten alıkoyacak, kendisi ile akrabalarını görüp gözetecek ve hakkını (zekat vs) verecek malı toplamak istemeyen kimsede hayır yoktur,” demektedir. Ebu Đshak es-Sebii de: “Onlar2 zenginliği dine yardımcı olarak görürlerdi,” demektedir. Süfyan [ö.161/778] ise: “Mal, bizim şu zamanımızda mü’minlerin silahıdır,” demektedir. Sonuç (özet) olarak: “Mal yılana benzer, ondan hem zehir, hem de panzehir bulunur. Panzehiri faydalarıdır. Afetleri ise zehiridir. O halde, faydalarını ve afetlerini bilen şerrinden korunup faydalarından istifade edebilir. Malın faydalır, dünyevî ve dinî olmak üzere ikiye ayrıldığı gibi , afetleri de ikiye ayrılmaktadır. Malın dünyevî faydalarını halk bilmektedir. Onun için de malı elde etmek için hummalı bir çalışma ve çaba içerisindedir. Dinî faydaları da hakeza açıktır. [Onun için bunları zikretmeye gerek yoktur.] MALIN AFETLERĐ Malın dinî afetlerine gelince, bunlar üçtür: 1. Genellikle mal, günaha sürükler. Çünkü, günah işleme imkanına sahip olduğunda bu imkanlar. Onun günah işlemesini kolaylaştırır. [ki mal da bu imkanlardan biridir.] 1 2

Bkz. Adiyat, 8. (çev.) Muhtemelen sahabiler kastedilmektedir.(çev)


103 2. Mal,bolluk ve rahat (refah) içinde yaşamaya sevk eder. Öyle ki, bu onun için kaçınılmaz bir hayat tarzı haline gelir. Ki, çoğu kez böyle bir hayat, ancak şüpheli veya haram kazanç ile sürdürülebileceği için şüpheliye ve harama hücum eder. [Dünya işlerinin daha muntazam yürüyebilmesi için] yağcılık ve iki yüzlülük yapar. Çünkü, malı çok olan kimse halkla [daha çok] iç içe olma ihtiyacını duyar. Halkla iç içe olunca da iki yüzlülükten düşmanlık, haset ve gıybetten kendisini kurtaramaz. Đşte bütün bunlar malın (malî durumunu) daha iyi hale getirme çabasından kaynaklanmaktadır. 3. Üçüncüsü afet ise –ki bundan kimse kurtulamaz- malın ,kişi yüce Allah’ı zikretmekten alıkoymasıdır. Bu ise (tedavisi zor olan) müzmin bir hastalıktır. Zira, ibadetin aslı yüce Allah’ı zikir, O’nun büyüklük (celalini) ve azametini tefekkür etmektir. Ki bu (masivadan) boş bir kalbi gerektirir. [Şurayı belirtmek gerekir ki] mal sahiplerinin dünyadaki korku, hüzün, üzüntü , gam ve yorgunluklarının diğerlerine nispeten daha çok olması, zikredilen afetlere dahil değildir. O halde, malın panzehiri, yaşamak için gerekli olan miktarı alıp, kalanını hayırlı yollarda harcamaktır. Bunun dışındaki zehir ve felakettir.

HIRS VE TAMAHIN KÖTÜLÜĞÜ, KANAAT VE TOKGÖZLÜLÜK MEZĐYETĐ Şunu bilmek gerekir ki, fakirlik övülmüştür.1 Ancak, fakirin kanaatkâr olması, halktan ümidini kesiş, onların elindekilerine iltifat etmemesi, nasıl olursa olsun (düşüncesinden hareketle) mal kazanma hırsına kapılmaması gerekir. Bu ise, yiyeyce, giyecek (vs)den ancak zaruret miktarına kanaat etmesiyle mümkün olur. Sahih-i Müslim’in Amr b. As (ra)’dan rivayetine göre Resûlullah (SAV): “Allah’a itaat edip, [ancak] intiyaçlarını karşılayacak kadar rızka sahip olan ve Allah’ın kendisine verdiği rızka kanaat eden kimse kurtulmuştur.” Buyurşor. 1

Resul-i Ekrem (SAV) o günün güç şartları içinde yoksulluk çekenlere sabır ve metanet tavsiye etmiş, iffetli ve onurlu yoksulları ahirette nail olacakları üstün himmetlerin müjdeleriyle sevindirmiştir. Bu hadislerde fakirlerin zenginlerden önce cennete gireceği, cennet ehlinin çoğunu dünyada fakirlik sıkıntısı çekenlerin oluşturacağı haber verilmiştir. (...) Bazı hadislerde ise fakirliğin ve zenginliğin dinî ve ahlâkî bakımdan hem faydaları hem de tehlikeleri bulunduğu belirtilmiş , insana görevini unutturan fakirlik yanında azgınlığa sürükleyen zenginliğe de dikkat çekilmiştir. (TDV Đslam Ansiklopedisi, “Fakr” md. Bkz.) (Çev).


104 Ebu Hazım da: “Üç şey vardır ki, onlar kimde bulunursa onun aklı tamdır: Kişi nefsini bilir, dilini korur ve Allah’ın kendisine verdiği rızka kanaat ederse...” der. Hırsa gelince Resûlullah onu yasaklamış ve : “Ey Đnsanlar! Rızkınızı güzel yollardan kazanın, zira, kul kendisine yazılanda başkasını elde edemez.” buyurmuştur. (Hakim, benzerini sahih senedle Bazıları da şöyle demiş, “Tamah, emri zillete düşürür, toz gözlülük ise, fakiri izzet (şeref, itibar) sahibi yapar.” CĐMRĐLĐK Ebu Said (ed-Hudri)’in rivayetine göre Resûlullah (SAV): “Đki haslet (huy) vardır ki bunlar bir mü’minde bulun(a)maz: Cimrilik ve kötü ahlâk.” buyurmaktadır.1 Yine Peygamber (SAV): “Hiçbir zaman bir kulun kalbinde cimrilik (duygusu) ile iman birada bulunamaz.” Buyurmaktadır. (Nesai...) Müslim’in rivayetine göre Peygamber (SAV): “Allahım! Korkaklıktan ve cimrilikten sana sığınırım,” diye dua ederdi. Cabir’in rivayetine göre Peygamber (SAV) beni Seleme: (Kabilesinden gelen heyete): “Sizin reisiniz kimdir?” diye sormuştu. Onlar: “Cimri olarak gördüğümüz cidd b. Kays’dır,” demişlerdi. Peygamber (SAV): “Cimrilikten daha kötü bir hastalık mı var? Hayır, sizin reisiniz Bişr b. Bera’ b. Ma’rur’dur.” buyurdular. (Hakim ...) (Bazı rivayetlerde Bişr yerine Amr b. Cemuh, bazılarında da Bera b. Ma’rur geçmektedir. Ancak en sahih olanı Bişr b. Bera b. Ma’rur’dur.). Yine Peyamber (SAV) şöyle buyurmaktadır: “Şu üç şey insanı helak eder: Kişinin baş eğip mahkum olduğu cimrilik,tabi olduğu heva ve kendini beğenmesi.” (Taberani hasen olarak...) ĐSAR (BAŞKALARI ĐÇĐN ÖZVERĐDE BULUNMAK) Şurayı bilmek gerekir ki, hem cömertliğin hem de cimriliğin bir takım dereceleri vardır. Cömertliğin en yüksek derecesi isardır. Đsar, “kendini, ihtiyaç içinde bulunsan bile sahip olduğun malı başkalarının ihtiyacını karşılamak için cömertçe kullanman” demektir.

1

Buhari, Edebül Müfred (282); Tirmizi, Sünen (1963) zayıf bir senedle.


105 Cimriliğin en yüksek derecesi ise, ihtiyaç içinde olduğu halde insanın, sahip olduğu malı kendinden menetmesi [kendi ihtiyacını karşılamak için kullanmaması]dır. Gerçekten, malına kıyamadığı için hastalanıp tedavi olmayan, iştahı çekip cimriliğinden yemeyen nice cimri kimseler vardır. Cimrilik yapıp sahip olduğu malı, kendi ihtiyaçlarını kendine tercih eden kimse arasında ne kadar da fark var. [Ancak unutmayalım ki] ahlâk, bir Allah vergisi olup onu dilediğine verir. Đsar, cömertliğin en yükse derecesi olduğu için yüce Allah Resûlullah (SAV)’ın ashabını bu özelliklerinden dolayı överek şöyle buyurmaktadır: “...Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları (müslüman kardeşlerini) kendilerine tercih ederler...” (Haşr, 9) Đkrime b. Ebi Cehl, Süheyl b. Amr, Haris b. Hişam ve Muğire oğullarından bir topluluk Yermuk1 savaşında [ağır bir şekilde yaralanmış] yerde yatıyorlardı (...) Đkrime [arkadaşlarından su istedi.] getirdiler. [Tam içeceği sırada kendisi gibi yaralı olan] Süheyl b. Amr’ın suya baktığını gördü: “Suyu önce Süheyl’e verin” dedi. [Ve hemen suyu ona gönderdi. Süheyl: “Önce Haris’e verin” dedi. [Ve suyu ona gönderdi. Sucu Haris’e gittiğinde onun şehit olduğunu gördü. Süheyl’e yetişmek istedi. Yanına gittiğinden o da şehit olmuştu. Hemen Đkrime’ye koştu. Fakat o da şehit olmuştu]. Böylece onlardan hiçbiri suyu içmeden şehadet mertebesine ermişti. Çünkü onlardan her biri arkadaşını kendine tercih etmişti. Bu sırada oradan geçen Halid b. Velid (onlara bakarak) şöyle dedi: “Nefsime (nefsim kudret elinde bulunan Allah’a) yemin ederim ki sizsiniz. [cennetlik olanlar].”2 Şunu bilmek gerekir ki, her hastalığın ilacı, kendi zıddıdır. O halde, para, mal ve mülke duyulan aşırı sevginin ilacı, kanaat ve sabır; tûl-i emel3in ilacı ise, ölümü çokça hatırlamaktır. Kalbin, çocukların geleceği hakkında endişe taşımasının ilacı, çocuğu yaratanın, beraberinde rızkını da yarattığını, babalarından kendilerine hiçbir şey kalmayan nice insanların yaşantı bakamından babalarına varis olan (babalarından kendilerine mal-mül kalan) kimselerden daha iyi olduğunu düşünüp bilmektir.

1

Yermuk, Ürdün nehrine karıan, Goryolu üzerinde bir vadidir. Savaş (13/634) tarihinde müslümanlarla Bizanslılar arasında meydana gelmişm ve sayıca az olmalarına rağmen müslümanların galibiyeti ile sonuçlanmıştır. (çev). 2 Bu hadise bazı faklılıklar (takdim- te’hir) ile üsdü’l Gabe’de de anlatılmaktadır. Bkz. 1/352 (çev.) 3 Tûl-i emel; gerçekleşmesi çok uzun zamana bağlı arzular. Bkz. TDV, Đslam Ansiklopedisi, “Emel” md. (çev).


106 O halde, çocuğuna hayrı (malı) bırakıp, kendisi şerr ile Allah’ın huzuruna gitmekten sakınmalıdır. Çünkü şayet çocuğu (salih) iyi ise zaten Allah ona yardım edecektir. Şayet çocuğu fasık (kötü) ise ona bırakacağı mal ile günah işlemeye yardımcı olmamalı ve cimrilik ile cömertlik hakkında anlattıklarımıza kulak vermelidir. Şunu da bilmek gerekir ki, dünyada (insan tarafından) sevilen şeyler çoğaldıkça, onların yok olmasıyla musibetler de çoğalır. O halde malın afetini bilen, onunla ünsiyet (dostluk) kurmaz. Ancak, kişinin maldan ihtiyacını karşılayacak kadarını koyması cimrilik değildir. Her şeyin en doğrusunu, ancak Yüce Allah bilir... ŞÖHRET, MAKAM VE MEVKĐ (TUTKUSU)NUN YERĐLMESĐ VE BUNLARDAN KURTULMANIN FAZĐLETĐ Rivayete göre (Abdullah) Đbn Mes’ud (ra) bir gün evinden çıkarken ardına bir grup insan düştü. Dönüp onlara baktı ve: “Niçin ardıma düşünüz? Vallahi, üzerinde kapımın kilitli olduğu şeyi1 bilseydiniz, sizden iki kişi (bile) ardıma düşmezdi.” dedi. Başka bir rivayette: “...dönün, çünkü bu (ardıma düşmeniz) sizin için zillet, benim için ise fitnedir.” dedi. Ebü’l Aliye (rh.a), yanında dört kişiden fazla kimse oturduğu zaman kalkıp giderdi. Halid b. Ma’dan (rh.a) da etrafında büyük kalabalığın oluştuğunu görünce, şöhretten hoşlanmadığı için kalkar meclisi terkederdi. Zühri (rh.a) şöyle der: “Riyaset2 konusundaki zühtten daha az bir züht görmedik.3 Kişinin yiyecek, içecek ve mal konusunda züht sahibi olduğunu görürüz. (Fakat), riyaset konusunda tartışma olunca, riyaseti müdafaa edip savunmaktadır. “işte, buunn için: (dünyalık olarak) sıddiklerin gönlünden çıkan en son şey riyaset sevgisidir” denilmiştir. Şayet: “Buraya kadar anlatılanlar şöhret, makam ve mevki tutkusundan kurtulamanın

faziletin,

şöhretin

ise

yerilmesine

işaret

etmektedir.

Halbuki,

peygamberlerin ve büyük alimlerin şöhretinden daha büyük bir şöhret mi olur?” diye sorulursa, cevap olarak deriz ki :

1

Yani, “kapının şöhrete kapalı olduğunu, şöhretten hoşlanmadığımı bilseydiniz,” demek istemektedir. (Çev.) 2 Riyaset, boş olma. (bkz. Mahasibi (trc), er-Riaye, 208. (Çev.) 3 Yani, insanların çok azı riyaseti istememekte, ona soğuk bakmakta ve yüz çevirmektedir. (Çev.)


107 Yerilen, insanın (bizzat) şöhret talebinde bulunmasıdır. Đnsanın böyle bir talebi olmaksızın yüce Allah tarafından verilen şöhrete gelince, bu yerilmiş değildir. Ancak , [böyle bir] şöhretin varlığı [bile] zayıf1 insanlar için bir fitne vesilesi olabilir. Çünkü, zayıf insan yüzmesini pek bilmeyen suya batmış kimseye benzer. Ki hem kendisi boğulur, hem de kendine yapışanı boğar. Yüzmesini iyi bilen kimseye gelince, boğulmak üzere olanların kurtulmaları için bir sebeptir. Hırsla talep etmemek ve elden gidince üzülmemek şartıyla şöhretin yaygınlaşmasında da sakınca yoktur. Çünkü, peygamber (SAV)’ın ve ondan sonra gelen din alimlerinin şöhretinden daha yaygın bir şöhret mi var? Ancak, kişinin himmetini şöhret istemine yöneltmesi, haram olmamakla birlikte dinde bir noksanlıktır. Đnsanların yanına çıkarken, onların görmeleri için güzel elbiseler giyinmek ve süslenmek konusunda da bir yasaklamanın olduğu söylenemez. Đnsanların bu konuda (güzel giyinme vb.) güttükleri maksatlara gelince, bunlar farklı farklıdır. Şöyle ki, insanların bir çoğu başkaları tarafından ayıplanmamayı istemektedir. Müslim’in ibn Mes’ud (ra)’den rivayetine göre Peygamber (SAV): “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan cennete girmez.” buyurdu. Adamın biri: (Ey Allah’ın Resulu! Ama) kişi elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını ister,” dedi. Bunun üzerine Peygamber (SAV): “Şüphesiz Allah güzeldir, güzeli sever. (onun için senin bu söylediğin kibir değildir. Çünkü) kibir , hakkı inkar etmek ve insanları hor görmektir.” buyurdu. Đnsanlardan bir kısmı ise, [güzel giyinip kuşanmak] yüce Allah’ın kendilerine verdiği nimetin açığa çıkarmasını isterler. Ki, Resûlullah (SAV)’ın bu konuda emirleri bulunmaktadır. RĐYA, MAHĐYETĐ VE ÇARESĐ Kitap ve sünnette riyayı kötüleyen (birçok âyet ve hadis) bulunmaktadır. Âyetlerden ikisinin meali şöyledir: “Veyl (yazılar olsun) o namaz kılanlara ki namazlarından gafildirler, onlar ki gösteriş yaparlar. (Maun, 4-6)

1

Zayıf, konu ile ilgili incelikleri bilmeyen; iradelerini tamamen zabturabt altına almayan. (Çev.)


108 “Artık her kim, Rabbine kavuşmayı (hesabından kurtulup sevabına ermeyi) umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın (gösteriş yapmasın)” (Kehf, 110). Hadis-i şeriflere gelince, Resûlullah (SAV)’ın Rabbinden rivayet ettiği bir hadiste yüce Allah: “Her kim işlediği bir amelde başkasını bana ortak yaparsa (gösteriş yaparsa) o (bana) ortak kıldığı kimse için uda olup ben onda uzağım. (ibn Mace sahih olarak...) Başka bir hadiste ise, Resûlullah (SAV) şöyle buyurur: “Hakkınızda en çok korktuğum şey, küçük şirktir.” (Sahabelerin): “Ey Allah’ın Resulü! Küçük şirk nedir?” diye sormaları üzerine, Peygamber (SAV) buyurur ki: “Riya (gösteriş)dır. Kıyamet gününde yüce Allah, amellerinden dolayı insanları mükafatlandırırken gösteriş yapanlara: Dünyada iken amellerinizi gösterdiğiniz kimselere gidin, onların yanında hiç bir hayır görecek misiniz? der.”1 Şurası bilinmeli ki, (haddı zatında) riya (gösteriş)nın aslı şöhret, makam ve mevki tutkusudur. Ancak, detayına inildiğinde temelinde şu üç şeyin olduğu görülür: Övülme arzusu, kötülenme (tenkit edilme) kaygısı ve insanların elindekine göz dikme. Riyanın aslında (temelinde) bu üç şeyin olduğuna delil, sahih-i buhari ve Müslim’de Ebu Musa (ra)’dan rivayet edilen hadistir. Ebu Musa diyor ki: “Peygamber (SAV)’ın yanına bir adam gelip şöyle sordu: “Ey Allah’ın Resulü! Bana anlatır mısın, adamın biri yiğitliğini göstermek için çarpışır, biri hamiyet (kavim ve aşiretini korumak) için çarpışır, biri de gösteriş için çarpışır, bunlardan hangisi Allah yolunda çarpışmış olur?” Bunu üzerine Peygamber (SAV): “Ancak Đslam dininin yücelmesi için çarpışan Allah yolundadır.” buyurdu. (Hadis-i Şerifte geçen) “yiğitliğini göstermek için çarpışır”ın manası, “yadedilip, övülme”dir, “hamiyet için çarpışır”ın manası “mağlup olmaktan veya kötülenmekten (tenkit edilmekten) çekinme, “gösteriş için çarpışır”ın manası ise, “değer verilsin”dir. Ki, kalplerde bulunan şöhret, makam ve mevki arzusu da budur. Đhlas konusunda geçtiği üzere riya biri açık, diğeri gizli olmak üzere iki kısım olup, onlardan her birinin de dereceleri vardır. (Meselâ,) gizli riyanın bir kısmı karıncanın ayak seslerinden daha gizlidir.2

1 2

Ahmed, Beyhaki, Şuam Raviler güvenilirdir. Bkz. Đhlas konusu.


109 Özet olarak (söylemek gerekirse), amel1 işleyen kimse amel işlerken insanların kendisini görmeleriyle hayvanların kendisini görmeleri arasında fark gözettiği müddetçe, işlediği amel ihlastan uzak (olup, riya ile karışık)tır. Gizli riyadan ancak basireti keskin, yüce Allah’ın koruma bahtiyarlığına ermiş, O’nun yardım ve desteğine mazhar olmuş kimseler kurtulur. “Alimin kıldığı iki rek’at (namaz), cahilin kıldığı yetmiş rek’attan daha faziletlidir” denirken alimden, amellerin (sevabını yok eden riya ve benzeri) afetlerinden kurtulmak için onları inceden inceye bilen kimse kastedilmiştir. (Çünkü) cahil, sadece ibadetin zahirine (şekline) bakar. (şurası bir gerçektir ki), gerçek altın (para) ile sahtesini (kalp) birbirinden ayırt eden kimseni seçtiği bir kırat altın, bu konuda bilgisini (tecrübesi) olmayan birinin seçtiği bir dinardan daha üstündür. Riyadan kurtulmanın (en) faydalı yollarından biri, amellerin gizli kendini tutulması, kapılarını kötülüklere kapatıldığı gibi amellere de kapatılmasıdır. Zira, amellerin gizlenmesi kadar riya hastalığını tedavi eden bir ilaç yoktur. (Onun için), salih kimseler, işledikleri amellerin riyadan uzak olması için, insanların, işledikleri kötülükleri gizlemelerinden daha çok amellerini gizlemişlerdir. Riya için faydalı olan ilaçlardan biri de, insanların kendisine ve fayda veremeyeceklerini bilip kendini onların taltiflerini beklemekle meşgul etmemesidir. Aksi takdirde hem kendini boşa yormuş olur, hem dinine zarar vermiş olur hem işlediklerini sevabını yok etmiş olur. hem de Allah’ın rızasını kaçırarak gazabını hak etmiş olur. ĐBADETLERĐN AÇIKTAN ĐŞLENMESĐ VE KÖTÜLENME KAYGISIYLA GÜNAHLARIN ĐNSANLARDAN GĐZLENMESĐ 1. Şunu belirtmek gerekir ki, amellerin gizlenmesinde ihlas, riyadan kurtulma; açıktan işlenmesinde ise, örnek olma, insanları hayra teşvik etmek faydaları vardır. Hac ve cihat gibi gizlenmesi mümkün olmayan bazı ameller de vardır [ki riya karışmamak şartıyla başkalarını teşvik etmek için, efzal (en iyi) olan, bunları bir an evvel yapıp, ibadet aşkını açığa vurmaktır.] Ameli, açıktan işleyen kimsenin riyadan uzak olması için, kalbine dikkat etmesi ve işlediği amel ile başkalarına örnek olmayı niyet etmesi gerekir. Ancak, zayıf2 olan

1

Amel, dünya ve ahirette ceza veya mükafat konusu olan her türlü iş ve davranış. (bkz. Amellerin kısımları. (çev.) 2 Efdal olanı ve konu ile ilgili incelikleri bilmeyen (çev.)


110 kimsenin, kendisini böyle bir niyet ile aldatmaması gerekir. Çünkü, zayıf olan kimse, yüzmeyi bilmeyen suya batmış kimseye benzer. Ki boğulmak üzere olan bazı insanlara acıyıp onları kurtarmak isterken, hem kendisi boğulur, hem de kurtarmaya çalıştığı insanlar. Ancak, kuvvetli (iradesi güçlü) , ihlası tam, gözönünde insanların kendisini övmeleri ile yermeleri arasında fark gözetmeyen, [başkalarını teşvik etmeyi kasteden], kimseye gelince, böylelerinin açıktan işlemişlerdir. 2. Günahların gizlenmesine gelince, bazıları günahları gizlemenin riya olduğunu zannederler. Halbuki, öyle değildir. [Bilakis], riyadan uzak samimi kimse, kendisinden bir günah (hata) meydana geldiğinde gizler. Çünkü, Allah, günahların açığa çıkmasını çirkin görüp, gizlenmesini istemektedir. Nitekim, Peygamber (SAV): “Her kim bu pislikler (günahlar)den birini işlerse, Onu yüce Allah’ın gizlediği gibi gözleyiversin.” buyurmaktadır.1 Böyle bir kimse, günah işlese de kalbi yüce Allah’ın sevdiği şeylerden uzak değildir.

Onun

için

günahlarını

gizlemesi

imanının,

kuvvetli

olmasından

kaynaklanmaktadır. RĐYA KORKUSUYLA ĐBADETLERĐ TERKETMEK2 Riyadan korkarak ibadet(taat)leri terk etme korkusuna gelince, şayet ibadete dinî olmayan bir sebepten dolayı [insanlar görsün diye] başlamışsa, terk etmesi gerekir. Çünkü, bu, içinde Allah’a itaat amacı bulunmayan bir günahtır. Şayet ibadete dinî bir sebepten dolayı, sadece yüce Allah için başlamışsa, böyle bir ameli (ibadeti) terketmesin gerek bulunmamaktadır. Çünkü ibadete sevk eden, dindir. Bunu gibi, kendisine “mürai” denilir korkusuyla da ameli terk etmesine gerek yoktur. Çünkü [kişinin böyle bir endişe taşıması,] şeytanın [ona ibadeti bıraktırması için kurduğu] tuzaklardan biridir. Nitekim, Đbrahim Nehai: “Sen namazda iken şeytan sana gelip: “Sen müraisin,” derse, namazını daha da uzat” demektedir. Seleften bazısının riya korkusuyla ibadeti terk etmeleri rivayeti, Đbrahim Nehai’nin Kur’an’ı Kerim okuduğu sırada yanına bir adamın girmesi üzerine hemen Kur’an-ı Kerim’i kapatıp okumayı bırakması ve “Bu adam her zaman Kur’an-ı Kerim okuduğumu görmesin” demesi, şöhret korkusundan dolayıdır.

1

Hakim müstedrek’de (4/383) aynı mealde sahih olarak bir hadis rivayetinde bulunmuştur. Buradaki ibadetten maksat nafile ibadetlerdir. Yoksa, farz ibadetlerin hiçbir riya korkusuyla asla terk edilemez. (çev.) 2


111

ĐBADET EDENLERĐ GÖRÜP ĐBADET ETMEK RĐYA MIDIR? Bazıları, gecenin çok az bir kısmında namaz kılan kimsenin, gecenin büyük kısmını namaz kılmakla geçiren kimselerle gecelerken onlara uyarak adetini dışına çıkmasına (onlar gibi gecenin çoğunu namazla geçirmesi) veya sırf onlar oruç tuttukları içi oruç tutmasının riya olduğunu zannederler. Ki, bu, mutlak anlamda doğru değildir. Bilakis, bunun şöyle bir izahı vardır: yüce Allah’a ibadet etmek isteyip gaflet veya başka birtakım engellerden dolayı bunu gerçekleştiremeyen her mü’min için çoğu kez ibadet ehlini görmek, ibadet etmesine mani olan gaflet ve diğer, engellerin ortadan kalkmasına sebep olur. (Meselâ,) insanın kendi evinde yumuşak bir yatakta uyuması, eşiyle beraber olması, ibadet etmesine engel olduğu halde yabancı bir yerde hem bu engeller ortadan kalkmakta hem de ibadete yönelen abidleri görmekle kendisi için hayır (ibadet) sevk eden sebepler oluşmaktadır. [ki kişinin böyle bir ortamda ibadet etmesi , dinî bir şaikten dolayı olup, riya değildir.] [Bunun gibi] bazan da kişiye kendi evinde [lezzetli] yiyeceklerin çokluğundan dolayı [istekli olmakla beraber] oruç tutmak zor geldiği halde, başka bir yerde hem bu engel hem de oruç tutan abidleri görmekle oruç tutması için sebep oluşmaktadır. [ki böyle bir ortamda oruç tutması da riya değildir.] Ancak, böyle bir durumda şeytan, kendisini ibadetten alıkoymak için: Adet edinmediğin bir ameli işlemen [oruç tutup, namaz kılman] murailiktir, diyerek kendisine (vesvese verir). Ki şeytanın bu vesvesesine iltifat etmemsi, bilakis içinde saklı bulunan maksadına (niyetine) bakması gerekir. [Ancak, ibadet isteği riyadan gelirse, adetinin dışına çıkmaması gerekir. Bunu belirtisi ise şudur:] Đbadet ehlinin kendisini göremeyecekleri ancak, kendisinin onları gördüğü bir yerde ibadet ettiklerini gördüğünde içinde ibadet etme isteği doğar ve onlar görmediği halde onlar gibi çokça ibadet ederse bu, Allah için olup onların yanında da ibadet etmesinde sakınca yoktur. Ancak, ibadet etmek nefsine ağır geliyorsa [onların yanında ibadet etmesi] riya olup bunu terk etmesi gerekir. KĐBĐR (Büyüklük Taslama)


112 Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri, âyetlerimden uzaklaştıracağım, (onları anlamayacaklar)....” (A’raf, 146)1 “....Şüphesiz o, (Allah) büyüklük taslayanları asla sevmez.” (Nahl, 23) Peygamber (SAV) de. “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan cennete giremez.” Buyurur. (Müslim) Buhari ve Müslimde rivayet edildiğine göre, peygamber (SAV) şöyle buyuruyor: “Cennet ile cehennem tartıştılar da cehennem şöyle dedi: “Ben büyüklük taslayan, zorbalık yapan kimseler(in bana konulması ) ile tercih edildim...” Başka bir hadiste de Peygamber (SAV): “Kıyamet gününde, zorbalar ile büyüklük taslayanlar, küçük karıncalar şeklinde haşr olunup, Yüce Allah katındaki değersizliklerinden dolayı insanlar, onları çiğneyip geçerler.” Buyuruyor. (Bezzar, hasen bir senedle) Süfan b. Uyeyne de şöyle der: “Şehvetine (nefsin arzularına) uyup günah işleyen kimsenin tevbe etmesi [ve bağışlanması] umulur. Nitekim nefsine uyup hatalar işleyen2 Adem (as) (tevbe etti) ve bağışlandı. Kibrinden dolayı günah işleyen kimsenin ise ,lanete uğramasından korkulur. Nitekim iblis (şeytan) büyüklenip isyan ettiği için lanete uğradı. Kibir, insanı helak eden büyük afetlerdendir. Nitekim, havas’ın (Allah dostlarının) helakı, kibirden olduğu gibi, abidlerden, zahidlerden ve alimlerden de çok azı kibirden uzak kalabilmektedir. Kibir nasıl korkunç bir tehlike olmasının ki? Halbuki, Peygamber (SAV): “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan cennete giremez.” Buyuruyor. (Müslim) Kibrin cennetin önünde bir engel olmasının sebebi, kul ile mü’minlerde bulunması gereken güzel ahlâk arasında engel teşkil etmesidir. [Ki bunlar cennetin anahtarıdır.] zira, kibirli insan ne kendisi için istediğini (diğer) mü’minler için istemeye, ne tevazu sahibi olmaya, ne kin, haset ve öfkeyi terk etmeye ne öfkesini yenmeye ve ne de nasihatleri kabullenmeye muktedirdir. (ayrıca) insanlarla alay etmekten, gıybetlirin yapmaktan da kendini alıkoyamamaktadır. [Kısaca; cehennemin anahtarı sayılan] kötü ahlâklara, kibir, itmektedir. Kibrin en kötüsü, ilim öğrenmeye, hakkı kabul edip ona boyun eğmeye mani olanıdır.

1 2

âyet-i Kerimenin tefsiri ile ilgili tefsirlere bkz. (çev) Hz. Adem’in yaptığı bir hatadır ki, bu günahtan farklıdır. (çev.)


113 Gerçekten, bazan insan, gerçeği bildiği halde sırf kibrinden dolayı boyun eğmemektedir. Nitekim, yüce Allah (daha önceki ümmetlerden) şöyle haber verir: “Vicdanları da bunlar (ın doğruluğun)a tam bir kanaat getirdiği halde

zulüm ve

kibirlerinden ötürü onları bile bile inkar ettiler...” (Neml, 14)1 “Sonra âyetlerimiz ile apaçık bir ferman ile Musa ve Kardeşi Harun’u fir’avn’a ve ileri gelenlerine gönderdik. Bunun üzerine onlar kibre kapıldılar ve ululuk taslayan zorba bir kavim oldular. Bu yüzden dediler ki: Kavimleri bize kölelik ederken , bizim gibi olan bu iki adama mı inanalım? Böylece onları yalanladılar, bu yüzden de helak edilenlerden oldular.” (Mü’minun, 45-48). “Peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? Halbuki O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak için sizi (hak dine) çağırıyor. Onlar dediler ki: Siz de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz...” (Đbrahim, 10.) Ve bunlara benzer daha bir çok âyet bulunmaktadır. Ki bu âyetlerde, gerçeği bildikleri halde sırf kibirlerinden dolayı Allah’a ve onun Resullerine baş kaldırmış kimseler anlatılmaktadır. Đnsanlara karşı kibirlenme, onları küçümseyip, kendini onlardan büyük görmek demektir ki, bu aynı zamanda yüce Allah’ın emirlerine karşı da büyüklenmenin sebebidir. Tıpkı, Đblis’in Adem (as)’e karşı kibirlenmesinin, Rabbi’nin: “Adem’e secde et” emrine itaat etmemesine sebep olması gibi. Resûlullah (SAV) de kibri şöyle izah etmiştir: “Kibir, hakkı inkar edip, insanları hor görmektir.” (Müslim.) KĐBRĐN BELĐRTĐLERĐ Kişinin kibirli olması, bazan insanlardan yüz çevirmesi, onları göz ucu ile süzmesi, başını önüne eğip susması ve bağdaş kurup kurularak oturması gibi fizik yapısından. Bazan konuşma esnasındaki sesinden, nağmelerden ve kulandığı ifadelerden, bazan da yürüyüşünden oturup, kalkmasından ve diğer hareket ve davranışlarından belli olmaktadır. Kibirli insanın özelliklerinden bir ide insanların kendisi için ayakta durmalarını (dışardan gelirken ayağa kalkmaların ıveya otururken önünde divan durmalarını) istemesidir. Ayakta durmak, iki türlü olur. Birincisi, oturan bir insanın önünde divan durmak (el bağlayarak saygı ile durmak)dır. Ki, bu haramdır. Nitekim Peygamber (SAV): “Her kim, önünde insanların

1

Bkz. Nem., 7-13


114 ayakta durmalarını isterse (, bundan hoşlanırsa), cehennemdeki yerine hazırlansın.” Buyurmaktadır. Çünkü bu, acemlerin ve kibirli insanların âdetidir. Đkincisi, dışardan gelen insan için ayağa kalkmaktır. Ki selef bunu da pek yapmazdı. Nitekim, Enes (ra): “Resûlullah (SAV)’den daha fazla sevdiğimiz bir kimse olmadığı halde, Sahabiler, O’nu gördüklerinde, hoşlanmadığını bildikleri için ayağa kalkmazlardı.” demektedir. [Ancak, bununla beraber] alimler: Anne-baba, adil imam (devlet başkanı) ve faziletli insanlar için [saygı maksadıyla] ayağa kalkmanın müstehap olduğunu söylemiş ve bu yöndeki uygulama faziletli kimseler arasında bir şiar haline gelmiştir. Onun için onlara göre, kendisi için ayağa kalkmanın uygun olduğu kimsenin önünde kalkmamak ,ir nevi onu küçümsemek ve değer vermemek anlamına gelmekte, bu ise kin (ve nefrete) sebep olmaktadır.1 [Fakat] bahsedilen kimseler için ayağa kalkmanın müstehap olması, onların, bunu istemelerini gerektirmediği gibi, böyle bir saygıya layık olmadıklarını düşünmelerine de mani değildir. Yanında, arkasında yürüyecek biri (leri) olmadan (yalnız) başına yürümemek, kimseyi ziyaret etmemek, başkasının yanında oturmasından veya kendisi ile yan yana yürümesinden imtina etmek de kibirli insanın özelliklerindendir. Enes (ra)’ın rivayetine göre, Medineli köleler, kendisine ihtiyaçları(nı gördürmek) için Peygamber (SAV)’ın elinden tutarak diledikleri yere götürürler [O da onurlanmadan gider]di. Đbn Vehb de şöyle der: “Abdülaziz b. Ebi Revvad’ın yanında oturdum, uyluğum onun uyluğuna değiyordu. Bunun üzerine uzaklaştım. (Fakat) O, elbisemden tutarak beni yanına çekti ve: “Niçin bana zorbalara yaptıklarınızı yapıyorsunuz? Halbuki, ben, içinizde kendimden daha kötü birisini bilmiyorum,” dedi. Kibir insanın özelliklerinden biri de, kendi evinde eline herhangi bir işi almaması (ev işlerini görmemesi)dir. Halbuki bu, Resûlullah (SAV)’ın uygulamasıyla uyuşmaktadır. Çarşıdan

(satın

aldığı)

eşyayı

evine

taşımamak

da

kibirli

insanın

özelliklerindendir. Oysa, Resûlullah (SAV) (çarşıdan) satın aldığı eşyayı bizzat kendisi taşımıştır. Hz. Ebubekir (ra) ticaretini yaptığı elbiseleri bizzat alıp çarşıya (pazara) götürürdü. Hz. Ömer (ra) satın aldığı eti eline alıp evine kadar kendini taşımış. Hz. Ali

1

Bkz. Nevevi, el-Ezkar, 239 ve el-Kıyam fid-Dahıl risalesine (Çev.)


115 (ra) satın aldığı hurmayı bir battaniyenin içine koyup kendisi taşımış ve önüne geçip “ben taşıyayım” diyen adama: “Hayır, (bunu yiyecek olan) çocukların babası taşımaya daha layıktır,” demişti. Bir gün Ebu Hureyre (ra) sırtına bir miktar odun yüklenip pazardan gelirken –ki, o zaman [Medine valiliğini yapan] Mervan’ın vekili idi- (yolunun içindeki) bir adama: “Emire yol açın,” demişti. Kendisinden kibri uzaklaştırarak, tevazu sahibi olmayı arzulayan kimsenin, Resûlullah (SAV)’ın siretine (ahlâkına, hâl ve hareketlerine) göre hareket etmesi gerekir. Ki buna dair bazı işaretler, “davranış tarzları ve Hz. Peygamber’in ahlâkî kişiliği” konusunda geçmiştir. KĐBRĐN ĐLACI VE TEVAZU’NUN KAZANILMASI Şüphesiz, kibir, insanı helak eden ve tedavisi farz-ı ayn olan (kötü) bir huydur. Ki, bunu tedavi etmenin en faydalı yolu, [kalpten] kökünden söküp, atmaktır. Bu ise, insanın nefsini ve Rabbini tanımasıyla olur. zira, insan, gerçek anlamda nefsini tanıdığında tüm değersiz varlıklardan daha değersiz (önemsiz) olduğunu bilecek. Bunun için de aslına: (önc) topraktan, sonra sidiğin çıkış yerinden çıkan erlik suyun (nutfe)dan, sonra pıhtılaşmış kanından, sonra bir çiğnemlik etten yaratıldığına; işitmeyen, görmeyen, hissetmeyen, hareketsiz, cansız [ve insan adıyla anılan bir şey değil iken] sonra insan diye anılan bir varlık haline geldiğine bakması yeterli olacaktır. Çünkü, insan hayattan önce ölü,kuvvet verilmeden önce zaaf sahibi, gınadan önce de fakr1 sahibiydi. Yüce Allah buna işaretle şöyle buyurmaktadır. “Kahrolası insan, ne kadar da nankördür. (Allah) onu hangi şeyden yarattı? Bir damla sudan yarattı da onu bir ölçüyle biçime soktu. Sonra ona yolunu kolaylaştırdı.” (Abese, 17-20), “...Onu işiten ve gören yaptık.” (Đnsan, 2), Yani, yok iken var etti, güzel şekil verdi, (anne karnından) dünyaya çıkardı, yedirdi, içirdi, giydirdi, doğru ve eğri yolu gösterdi, kuvvet verdi. O halde, başlangıcı bu olan bir varlığın kibirlenip böbürlenmesine sebep nedir? Rabbini tanımasına gelince, bunun için O’nun kudretine ve akılları hayrete düşüren (eşsiz) sanat eserlerine bakması yeterlidir. Çünkü, böylece kendisine hem O’nun büyüklüğü hem de marifeti tam manasıyla görünür hale gelecektir. Ki, kibrin kökünü temelinden söküp atacak olan ilaç da budur. 1

Gına: zenginlik, servet demektir. Fakr ise, insanın zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak inkanlardan yoksun olması, demektir. (Çev.)


116 Kibrin pratik (ve kolay) ilaçlarından biri de bilfiil yüce Allah’a ve O’nun kullarına tevazu göstermektir. Bu da mütevazi insanların ahlâkıyla ahlâklanmaya devam etmekle, [Resûlullah (SAV)’ın tevazuuna ve güzel ahlâkına bakmakla] olur. (ki) bu konuyla ilgili bazı bilgiler ve örnekler daha önce geçti. Bunlara ilaveten, insanları hor görmenin (kibrin) ilaçlarından biri de Yüce Allah’ın bizden ahlâklanmamıza istediği ahlâkla ahlâklanmaktadır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “...Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, (Allah) kötülükten sakınanı daha iyi bilir.” (Necm, 32), “...Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır...” (hucurat, 13).

Çoğu kez insanın

kendinden aşağı gördüğü kimse Yüce Allah’tan daha çok korkmakta, kalbi daha temiz, niyeti daha halis, ameli daha iyi (olmakta)dır. Kaldı ki hiç kimse sonunun ne olacağını da bilmemektedir. Yüce Allah’tan bizleri bütün (manevî) hastalıklardan uzak tutmasını dileriz. Kibrin ve tüm kalp (manevî) hastalıklarının en etkili yollarından biri de, tesbip, tehlil ve bunlara benzer zikir ve dualara devam edip, diğer şer’i adaplara riayet etmektir. Ki, bu konuda yazılan en faydalı eser Đmam Nevevi (rh.a)’in yazdığı “el-Ezkar” isimli kitabıdır.1 Onun için (çok haklı olarak) “evini satıver, el-Ezkar’ı satın al” demişlerdir. Gerçekten bu kitap temiz kimselerin ziyneti, iyilerin şiarı olmuştur. Bu sebeple, Kitabı, sen de satın alıp okumalısın. Çünkü onun tamamı bir hidayet ve nur (kaynağı)dır. UCUB (KENDĐNĐ BEĞENME) Ebu Hureyre (ra)’nin Peygamber (SAV)’den rivayetine göre “Adamın biri, giydiği iki süslü aba ile kendini beğenerek gururla yürürken, Allah, onu yerin dibine batırdı. Ve kıyamet gününe kadar da yerin dibine batmaya devam edecektir.” (Buhari, Müslim)2 Peygamber (SAV): “Üç şey insanı helak eder. Đtaat olunan, cimrilik, tabii olunan hevai (arzular) ve kişinin kendini beğenmesi (ucub).” Buyurur. Đbn Mes’ud (ra) da şöyle diyor: “Đnsanın helakı, iki şeyledir: Kendini beğenme ve ümitsizlik”. Đbni Mes’ud’un, helakı bu iki şeye bağlamasının sebebi şudur: Çünkü mutluluk, ancak istemek ve (bu yolda) çaba göstermekle olur. Oysa [mutlu olacağından] ümitsiz olan insan istekte bulunmaz, kendini beğenen de maksadına eriştiğini zannederek çaba göstermez. 1 2

Bu kitap A. Fikri Yavuz tarafından Türkçeye çevrilmiştir. (Uysal Yay.) Metinde geçen “iki süslü aba” “süslü bir elbise” olarak da rivayet edilmiştir.


117 Mutarrif (rh.a): “Benim yanımda geceyi uyuyarak geçirip pişmanlık içinde sabahlamam, onu ibadetle geçirip kendimi beğenmiş olarak sabahlamamdan daha iyidir.” demektedir. Ucub, kişiyi kibre sevketmektedir. Çünkü, kibrin sebeblerinden birisidir. Dolayısıyla ucubdan kibir, kibirden de birçok afetler doğmaktadır. Buraya kadar bahsettiğimiz ucub, kişinin kendini insanlara karşı beğenmesidir. Kişinin Allah’a karşı ucub (kendi beğenmesi) ise amellerini çok görüp gözönünde büyütmesi, işlediği amelleri Allah’ın tevfiki (yardımı) ile işlediğini unutarak, adeta Allah’a minnette bulunmasıdır. Ki, bundan sonra artık amellerinin sevabını yok eden afetleri de görmez olur. Zira, işlediği amellerin sevabını yok eden afetleri, ancak amellerinin kabul olmamasından korkanlar araştırır. Yoksa, amelleri ile ucba kapılıp sevinenler değil. Ucub, ilim veya amel gibi kemal vasıflarıyla olur. Buna ilaveten ,kişi (ilminden veya amelinden dolayı) Allah katında hak ettiği bir sevaba [ve yüce bir değere] sahip olduğuna inanmasına idlâl (şımarıklık) adı verilir. Ki, bu ucubtan öte bir şeydir. Zira, ucub kişinin kendini beğenmesine sebeb olan şeyleri (Allah’tan bir) karşılık beklemeksizin büyük görmesi iken, idlal (şımarıklık) da karşılık beklentisi bulunmamaktadır. Duasının kabul olduğuna kesin gözüyle bakıp reddini (geri çevrilmesini) asla düşünmemesi gibi. UCBUN ĐLACI Şüphesiz, seni işlediğin amelleri [ve sahip olduğun diğer nimetleri] yaratan münim (nimetlendiren) ancak Yüce Allah’tır. Onun için, ne amel işleyen bir kimsenin ameli ile, ne bir alimin ilmi ile, ne bir güzelin güzelliği ile, ne de bir zenginin zenginliği ile kendisini üstün görmesinin bir anlamı vardır. Zira, bütün bunlar yüce Allah’ın kendi fazlından verdiği nimetleri olup, insanoğlu ise ancak bu nimetlerin mahallidir. Ki, bu da yarı bir nimettir. [Evet] insanoğlunun sahip olduğu her şey kendisine Allah tarafından emanet olarak verilmiştir. Onun için, onun icat etmediği, gerçek sahibi olmadığı v ekesin devam edeceğini bilmediği bir şeyden dolayı övünüp gururlanması asla uygun değildir. Sahih-i Buhari ve Müslim’de Ebu Hureyre (ra)’den rivayet edildiğine göre peygamber (SAV): “Sizden hiç biriniz kendi ameli ile cennet giremez.” Buyuruyor. Sahabiler: Sende mi, Ey Allah’ın resulü? Deyince, peygamber (SAV): “Ben de! Ancak, Allah beni kendi rahmet ve fazla ile bürüyüp kuşatırsa, o hariç” buyurdu.


118 Ucub, kibre sebep olan şeylerden meydana geldiği için, ilacı kibrin tedavisinden kullanılan ilaçlardır. GURUR (ALDANMA) VE KISIMLARI Đnsanlardan kimisini dünya (hayatı) aldatmaktadır. [Bunlar, fasid bir kıyas yaparak] şöyle diyorlar: Nakit (alışverişte peşin, hazır para), va’deden daha iyidir. Dünya (lezzetleri, nimetleri) nakit ,ahiret (nimetleri) ise vade hükmündedir. [onun için dünyayı tercih etmeli] Đşte aldatan nokta da burasıdır. Zira, nakit, ancak miktar bakımından vadeli ile aynı olduğu zaman daha iyidir. [Ama, ondan daha az olunca vade daha iyidir.] Oysa, bilindiği üzere, insanın dünyadaki ömrü, ahirete göre binde bir oranında bile değildir. Günahkârlardan kimisi de: “Yüce Allah kerimdir. Biz O’nun affına dayanıp güveniyoruz,” diyerek veya salih atalarının iyi halleri ile aldanırlar. Halbuki alimler: “Bir şeyi arzu eden ona talip olur, bir şeyden korkan ise ondan kaçınır. (Onun için) günahlarında ısrar ettiği halde Allah’ın affını bekleyen (ümit eden) aldanmıştır,” demişlerdir. Kişi, yüce Allah’ın rahmetinin genişliği yanında cezasının da pek şiddetli olduğunu. Nitekim, kafirlerin küfrü, zerre miktar kendisine zarar vermediği halde, onların ebediyyen cehennemde kalmalarına hükmettiğini bilmesi gerekir. [Kısaca,] Allah’ın azabından korkma ve rahmetini umma, amel işlemeye sevk eden iki faktör iken, amel işlemeye sevk etmeyen duygu ise gururdur. Nitekim bir çok insanı tembelliğe ve günah işlemeye sevk eden de, “ümit” olarak zannedilen gururdur. Ne ilginçtir ki, ilk asırlardaki müslümanlar Allah’tan korkup amel işlerken, şu zamanın insanları günahkâr oldukları halde nasıl da Allah’ın azabından emin ve gönül rahatlığı

içerisindedirler.

Yoksa,

bunlar

yüce

Allah’ın

kerem

(lütuf)inden

peygamberlerin ve salihlerin bilmediklerini mi biliyorlar? GURURA KAPILAN ZÜMRELER Gururlanma (aldanma), daha çok dört sınıfta bulunur. Alimler, abidler, mutasavvıflar ve zenginler. Birinci sınıf: Alimler. Bunlar da birkaç gruptur. Onlar bir grup şer’i ve aklî ilimlerde derin bilgiye sahiptirler. Ancak azalarını günahlardan korumayı ve amel işlemeyi ihmal ederler. Çünkü bunlar ilimlerine aldanarak Allah katında büyük bir mevkiye sahip olduklarını zannederler. Oysa, basiret


119 gözüyle baksalardı, muamele ilminden maksat, ancak amel olduğunu, amel olmadığı takdirde bunun hiçbir değerinin olmadığını bileceklerdir. (Çünkü,) yüce Allah: “Muhakkak nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.” (Şems, 9) buyuruyor. “...Yosa nasıl arındıracağını öğrenen kurtuluşa ermiştir.” buyurmuyor. Şayet şeytan kendisine ilim ehlinin faziletlerini hatırlatarak anlatmaya çalışırsa, o da günahkâr (kötü) alimler hakkındaki şu âyetleri hatırlamalıdır: “...Onun durum, tıpkı şu köpeğin durumuna benzer. Üstüne varsan da, dilini sarkıtıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur...” (A’raf, 176) [Onların durumu] “...Koca koca kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir...” (Cuma, 54) Onlardan diğer bir grup da derin ilim ve zahiri amele1 sahiptirler. Ancak, kalplerini kibir, haset, riya, üstünlük ve şöhret tutkusu gibi kötü sıfatlardan arındırmak için gayret göstermezler. Bunlar dışlarını süsledikleri halde, içlerini ihmal etmekte ve peygamber (SAV)’ın: “Şüphesiz Allah sizin suratlarınıza ve mallarınıza bakmaz, bilakis, kalplerinize ve amellerinize bakar.” (müslim) sözünü unutmaktadırlar. (Kısaca,) bunlar amellere önem verdikleri halde kalplerine önem vermezler. Halbuki, asıl olan da kalptır. Zira, ancak Allah’a temiz bir kalp ile giden kurtulur. Rivayete göre, Hz. Ömer (ra) Şam’a geldiğinde önüne bir ırmak çıkar. Bunu üzerine devesinden inip, ve ayakkabılarını çıkarıp eline alarak yanında devesi olduğu halde sudan geçer. Bunun üzerine Ebu Ubeyde (ra): (ey mü’minlerin emiri!) Bu gün Şam halkına göre hiç de uygun olmayan büyük bir şey yaptın, der. Hz. Ömer (ra) Ebu Ubeyde’nin göğsüne şiddetle vurarak şöyle der: “Teessüf ederim, keşke bunu senin yerine başkası söyleseydi. Siz insanların en zelil ve en horlananı idiniz. Sonra yüce Allah Resulü ile sizi izzet sahibi kıldı. Ondan başkasına izzet aradığınızda Allah sizi yenden zillete düşürür.”2 Şüphesiz en önemli ilim, Allah’a ulaştıran yolu bilmek ve kalpten kul ile Allah arasında birer perde olan kötü sıfatları söküp atmaktır. Onlardan baka bir grup ise, vaaz ile meşgul olurlar. Bunların en üst sınıfı ve en çok aldananı nefsin ahlakından ve koruk (Allah korkusu) reca, sabır, şükür ve tevekkül, zühd, yakin ve ihlas gibi kalbin sıfatlarından bahsedenlerdir. Çünkü ,bunlar bu

1

Đnsanı bedeni veya organlarıyla yaptığı iş veya eylemlere zahiri (bedeni) ameller adı verilir. Namaz kılmak oruç tutmak, hacca gitmek, zekat vermek ve cihat etmek gib. (bkz. TDV. Đslam Ans. Amel md. (çev). 2 Hakim, Müstedrek, 2/82’de sahih senedle.


120 sıfatlardan uzak oldukları halde sadece insanlara anlatmakla bunlarla muttasıf olduklarını zannederler. Đkinci sınıf: Abidler bunlar da birkaç gruptur. Onlardan bir grup, farzları ihmal edip, fezail (Kur’an okuma, zikir, dua vb.) ve nafilelerle meşgul olmaktadırlar. Bunlar çoğu kez vesvese neticesinde abdestte kullandıkları suyu o kadar incelerler ki, dinen temizliğine hükmedilen suyu(n) çok uzak ihtimallerle pis olduğuna hükmederler. Ancak, yiyeceklerinde aynı ihtimalleri göz ardı ederler. Halbuki, abdest suyunda gösterdikleri ihtiyat (dikkat) yerine yiyeceklerine dikkat etseler, selefin sireti ile (gidişatına) daha çok benzerlik arz edecektir. Zira, Hz. Ömer (ra) pis olma ihtimali ile birlikte bir Hıristiyanın testisinden abdest almış, (ancak) bununla beraber harama düşme korkusuyla helal olan bir takım şeyler ide tertetmişti. Peygamber (SAV)’in de bir müşrik kadının tulumundan abdest aldığı sabit olmuştur. (Buhari) Sonra, onlardan bazıları abdest alırken suyu israf derecesine varacak şekilde kullanır ve işi oldukça uzatırlar. Öyle ki, bazan bu yüzden vakit çıktığı halde namazı bile kılamazlar. Onlardan bazıları da namazdaki iftitah tekbirinde vesveseye düşerler. Öyle ki çoğu kez birinci rekatı imamla birlikte kılamazlar. Onlardan bir diğer grup da Kur’an kıraatı ile aldanırlar. Bunlar Kur’an’ı Kerim’i oldukça hızlı okur ve çoğu kez günde iki kez hatim inerler. Bu grupta mensup olanların dilleri Kur’an’ı okur ama kalpleri batıl vadilerde dolaşır. (Zira,) Kur’an’ın manasını düşünmez, öğütlerini kutsamaz, emir ve yasaklarını dinlemezler. Bunlar büyük bir aldanış içerisindedirler. (Çünkü) Kur’an’dan maksat din sadece okumak olduğunu zannederler. Bir diğer grup ise, çok oruç tuttuklarına aldanırlar. Oysa, ne dillerini gıybetten ve fuzuli şeylerden, ne iftarda midelerini haram (yiyecekler) dan, ne de kalplerini riya düşüncesinden korurlar. Onlardan bir grup ise haclarına aldanırlar. Oysa hacc giderken ne üzerlerindeki kul haklarını ve borçlarını öder, ne anne-babalarının rızasını alır ve ne de helal azık talep ederler. Kaldı ki bunları kendilerinden hac farizası düştükten sonra yaparlar. Bunlar yolculuk esnasında farz ibadetleri terkettikleri, üst baş ve beden temizliğine riayet etmedikleri, çirkin söz söylemekten ve tartışmalardan sakınmadıkları halde, hayır üzerinde olduklarını zannedip kendilerini aldatırlar.


121 Üçüncü sınıf: Mutasavvıflar. Bunlardan aldananlar da birkaç gruptur. [Meselâ,] Onlardan bir grup, kıyafet, nutuk1 ve görünüşleri ile aldanırlar. Dış görünüşleri ile kendilerini gerçek mutasavvıflara benzemekte, ancak, nefsi ile terbiye konusunda kendilerini yormamaktadırlar. Harama, şüpheli şeylere ve devlet malına büyük bir hırs ve tamaha üşüşmekte, bir konuda ihtilafa düştüklerinde birbirlerinin şeref ve haysiyetini rencide etmektedirler. Bunların gurur (aldanış)ları apaçık ortadadır. Dördüncü sınıf: zenginler. Bunlar da birkaç gruptur: Onlardan bir grup mescit, okul, yurt, köprü ve [bunlara benzer] insanların görebilecekleri şeyleri yapmak için hırsla çalışmakta, sürekli anılıp eserlerinin ölümden sonra da baki kalması için yaptıklarına isimlerini yazdırmakta [ve böylece Allah’ın mağfiretini hakkettiklerini zannetmekte]dırlar. Oysa, onlardan birisi ,parasını harcadığı yere ismini yazmamak şartıyla bir tek dinar harcamaya mecbur tutulsa bu kendisine zor gelecektir. Halbuki, harcadığı ile insanların değil de Allah’ın rızasını arzulasaydı bu, kendisine zor gelmeyecekti. Zira ,ismini yazsın veya yazmasın Allah (yaptıklarını) bilmektedir. Bazıları da malını mescitlerin yasaklanan ve namaz kılanların huşu ile namaz kılmalarına mani olan nakışlarla süslemesi ve güzelleştirmesi için harcamakta [ve böylece büyük bir hayır işlediğini zannederek kendini aldatmakta]dır. Zira, namazdan maksat, huşu ve kalp huzuru olduğu halde mescitteki nakışlar ve süsler buna engel olmakta [ve bunun vebali nakışlar için para verene ait olmakta]dır. Kaldı ki, şayet bu yolda sarfettiği para haramdan kazanılmış ise, kendini daha çok aldatmış olur. Onlardan bazısı da sadece zekatı vermekte, verirken de ya en kötü maldan vermekte veya hizmetini yapan, işini gören yahut ilerde kendisine muhtaç olacak veya başka bir menfaat gözettiği fakirlere vermekte [dir ki, bu da kendini aldatmaktadır. Zira, ibadet ile karşılık beklemekte]dir. GURURUN ĐLACI Şayet: “Gururdan nasıl kurtulunur” diye bir soru sorulursa, cevap olarak şöyle deriz: [Gurur dahil, tüm kötü sıfatlardan kurtularak] Ahiret saadetini elde etmenin medarı (dayanarak noktası) bir tek şeydir. O da kalbin düzeltilmesidir. Ki, bundan ancak

1

Sözlükte “söz söyleme, konuşma” anlamına gelen nutuk terim olarak tarikat ulularının öğretici mahiyetteki kendi şiirleri veya bu görüşleri ifade eden başkalarının şiirine verilen ad. (Dr. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük) (Çev.)


122 niyetleri doğru olmayanlar aciz kalır. Çünkü, insan dünya işlerine önem verdiği gibi ahiret işlerine de önem verdiğinde elbette onu elde edecektir. Niteki, selef-i salihin ve onlara iyilik ile uyanlar bunu yapmışlardır. Şu üç şeyin yardımıyla da gururdan kurtulunur. Akıl: Akıl, insanın, kendisi ile eşyanın hakikatini kavradığı asli nurdur. Marifet: Đnsanın, kendisi ile nefsini, Rabbini, dünyasını ve ahiretini tanıdığı (bildiği) vasıtadır. Kitabımızın muhabbet, (Allah sevgisi), kalbin hayretengiz özellikleri, tefekkür e şükür konularında nefsin niteliklerine ve yüce Allah’ın sıfatlarına dair işaretler bulunmaktadır. Dünya ve ahireti tanıma konusunda ise, kitabımızın dünyanın değersizliği, ölümü düşünme konuları yardımcı olmaktadır. Kişi, bahsedilen hususlarda marifet (bilgi) sahibi olunca, kalpte ilahî marifet sayesinde Allah sevgisi, ahiret marifeti sayesinde şiddetli ahiret sevgisi, dünya marifeti sayesinde ondan şiddetle kaçma isteği zuhur eder. Ve neticede, yanında en önemli şey kendisini yüce Allah’a ulaştıran ve ahirette kendisine fayda verecek şeyler olur. Kalbe bu istek (irade) galip geldiğinde, artık bütün hususlarda niyeti düzelir ve kendisinden bütün gururlar uzaklaşır. Ancak, yüce Allah’ı ve nefsini bilme neticesinde kalbine galip gelen Allah sevgisinden sonra (gururdan kurtulmak için) üçüncü bir şeye daha ihtiyacı vardır. O da ilimdir. Yani, Yüce Allah’a nasıl gidileceğini, bu yoldaki engelleri, O’na yaklaştıran ve uzaklaştıran şeyleri bilmeğe... Ki, bütün bunları bizim şu kitabımızda bulabilirsiniz. *** DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: KURTULUŞA ERDĐREN FAKTÖRLER TEVBE Şüphesiz, günahlar kul ile gerçek sevgili olan yüce Allah arasında birer engeldirler. Sevgiliden uzaklaştıran her şeyden dönmek ise vaciptir. [Ki, buna tevbe (tövbe) denir.] Gerçek tövbe, ancak ilim, pişmanlık ve (günah işlememeye) azmetmekle olur. Zira, kişi günahların yüce Allah’tan uzaklaşmaya sebep olduklarını bilmedikçe ne işlediği günahlardan dolayı pişmanlık duyar, ne de Allah’tan uzak bir yolda yürüdüğü için rahatsızlık duyar. Rahatsızlık duymayınca da günahlardan geri dönmez. (tövbe etmez.) Yüce Allah, tövbe etmeyi emrederek şöyle buyurmaktadır: “...ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (Nur, 31) “Ey iman edenler! Samimi


123 (nasuh) bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülediklerinizi örter, Peygamberi v Onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar...” (Tahrim, 8) “...Şüphesiz ki Allah tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.” (Bakara, 222) Peygamber (SAV) de: “ey insanlar! Rabbinize tövbe ediniz. Çünkü ben günde yüz defa Allah’a tövbe ederim.” Buyurmaktadır. (Müslim) Sahih-i Buhari ve Müslim’de Đbn Mes’ud (Ra)dan rivayet edilen bir hadiste de şöyle buyurmaktadır: “Allah, mü’min kulunu tövbesinden dolayı tehlikeli bir çölde bulunan şu adamın sevincinden daha çok sevinç duymaktadır: Adam, yanında üzerinde yiyeceği ve içeceği bulunan devesi olduğu halde (istirahat için çekilip) uyur. Uyandığında devesinin gittiğini görür, ve susuzlukta dermanı kesilinceye kadar onu arayamaya koyulur. Sonra, istirahata çekildiğinde yere varıp ölünceye kadar uyuyacağım der ve ölmek için başını kolunun üstüne koyup uyur. Birden uyanıp devesinin üzerinde de azığı,yiyeceği ve içeceği olduğu halde yanı başında görür. Đşte, Allah, bu adamın (kaybolup geri gelen) devesinde ve azığından dolayı duyduğu sevinçten daha çok mü’min kulunun tövbesinden dolayı sevinç duyar.” Bu konuda daha birçok hadis bulunduğu gibi, tövbenin farz olduğuna dair icma da bulunmaktadır. Zira günahlar yüce Allah’tan uzaklaştıran tehlikeli şeyler olduğundan onlardan acilen kaçınmak da farzdır. KÜÇÜK GÜNAHLARIN BÜYÜK GÜNAHLARA DÖNÜŞMESĐ Konuyla ilgili çok tartışma yapılmakla birlikte [kabul edilen geçerli görüşe göre] günahlar, küçük ve büyük olmak üzere ikiye ayrılmakta ve küçük günahlar bir takım sebeplerden dolayı büyük günahlara dönüşebilmektedir. Ki günahı ısrarla işlemeye devam etmek, o sebeplerden bir tanesidir. Đbn-i Abbas (r.anhüma)’dan rivayet edilen bir hadiste peygamber (SAV): “Israrla birlikte küçük günah, tövbe (istiğfar) il e birlikte de büyük günah yoktur.” Buyurmaktadır.1 Şurası bilinmeli ki, işlendikten sonra bir daha tekrarlanmayan büyük günahların affolma ümüdi, ısrarla işlenen küçük günahların affolma ümidinden daha çoktur. Küçük günahların büyük günahlara dönüştüren sebeplerden

biri de kişinin

günahı küçümsemesidir. Çünkü ,kul gözünde günahı büyük gördükçe günah Yüce Allah 1

Deylemi merfu’ olarak; beyhaki mevkuf olarak rivayet etmiştir. Ancak Begaviye göre hadisi destekleyen başka rivayetler de bulunmaktadır.


124 katında küçülür, onu küçümsedikçe de günah Yüce Allah katında büyür. Zira ,kulun gözünde günahı büyütmesi, onun kalben ondan nefret etmesinden ve tiksinmesinden meydana gelir. Đbn Mes’ud (ra) şöyle diyor: “Mü’min, günahını altına oturup üzerine düşeceğinden korktuğu bir dağ gibi görmekte, kafir (facir) ise, günahını burnunun üstüne konup kovduğu bir sinek gibi görmektedir.” Mü’minin

kalbinde

günahın

büyük

olmasının

sebebi,

yüce

Allah’ın

büyüklüğünü (celalini) bildiği içindir. Dolayısıyla isyan ettiği zatın büyüklüğüne bakınca küçük günahı büyük görür. Buhari’nin rivayet ettiği bir hadiste Enes (ra) şöyle demektedir. Siz birtakım ameller işlersizin ki onlar sizin gözünüzde kıldan daha küçüktür. Oysa, biz onları Resûlullah (SAV)’ın devrinde helak edici (büyük günah) sayardık. Bilam b. Sa’d (rh.a.) de şöyle der: “Hataların küçüklüğüne bakma, fakat, kendisine karşı geldiğin zatın büyüklüğüne bak.” Küçük günahları büyük günahlara dönüştüren sebeplerden biri de işlediği günahlardan sevinç duyup övünmesidir. “Gördün mü, falan adama nasıl da sahte parayı (veya malı) revaçta imiş gibi verip aldattım,” demesi gibi. Đşte bu ve benzeri şeylerle küçük günahlar büyük günahlara dönüşür. Küçük günahları büyük günahlara dönüştüren sebeplerden biri de, kişinin Yüce Allah’ın günahlarını gizlemesini, ceza konusunda müsamaha gösterip mühlet tanımasını hafife olarak bunun günahlarını artırması için Allah’ın gazabından olduğunu bilmemesidir. O sebeplerden bir ide, kişinin işlediği günahı başkalarına anlatmasıdır. Sahih-i Buhari ve Müslim’de Ebu Hureyre (ra)’den rivayet edilen bir hadiste Peygamber (SAV): “Bütün ümmetim affolunacaktır. Ancak, açıktan günah işleyenler hariç. Ki kişinin geceleyin işleyip, Allah’ın gizlediği günahı sabahlyin: Ey falan! Dün gece şöyle şöyle yaptım, diyerek, Allah, geceleyin işlediğini gizlediği halde, sabahleyin açığa çıkarması da günahı açıktan işlemeye girmektedir;” buyurmaktadır. Küçük günahları büyük günahlara dönüştüren sebeplerden biri de günah işleyenin, kendisine uyulan (örnek) bir alim olmasıdır. Böyle biri(s)inin günah işlediği görüldüğünde günahı büyür. (Alimin) ipek elbise giymesi, haksızlık yapanları haksızlıklarından vazgeçirmediği gibi sürekli onlarla beraber olması ,dedikodu yapması,


125 cedel1 ilmi gibi şöhretten başka bir amaç taşımayan ilimlerle meşgul olması gibi. Zira, günahlarda alim örnek alınabilir. Onun için kendisi ölür, fakat, kötülüğü aleme yayılır. Öldüğü zaman kendisi ile beraber günahları da ölen kimseye ne mutlu! Bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: “...Her kim Đslam’da bir kötü çığır açarsa ona, hem kendi günahı hem de onu işleyenlerin günahı vardır. Onların günahlarından da bir şey eksilmeden.” (müslim) O halde, alimin yapmakla yükümlü olduğu iki şey vardır: Birincisi, günah işlememesi, ikincisi ise günah işlediğinde günahı gizlemesidir. Günahları örnek alınan alimlerin günahları kat kat olduğu (arttığı) gibi, işledikleri iyilikler örnek alındığında da iyilikleri kat kat olur.” Alimin giyiminde ve diğer harcamalarında orta yolu izlemesi hatta aza meyletmesi gerekir. Zira insanlar alimlere bakar. Alimin örnek alınacağını bildiği uygunsuz davranışlardan sakınması gerekir. [Meselâ,] devlet yetkilileri ile sık muhabbet olup onlardan bir takım dünyevî menfaatler elde etmeye çalıştığında başkası kendisini örnek alıp onu uyduğunda vebal ona (alime) ait olmuş olur. Kaldı ki zamanla kendisi devlet yetkililerinden nasıl kurtulacağını bildiği halde avam tabakası bu bilmemektedir. TEVBENĐN ŞARTLARI Tövbe [nin sahih olması için üç şart gerekir]: Bir daha günah işlememeye azmetmek, işlediği günahları terk dip, taata yönelmek ve günahlara pişmanlık duymak. Ki, bunların ilk ikisi pişmanlık neticesi, pişmanlık ise günahların insan ile Rabbi arasında engel olduğunu bilmenin neticesidir. Pişmanlık, kalbin, yüce Allah’tan ayrı düştüğünü hissetmesi anında acı duymasıdır. Bunun belirtisi ise, uzun müddet hüzün duyup, ağlamaktır. Zira, çocuğunun veya değer verdiği birin başına kötü bir şey (felaket) geldiğini öğrenen kimse uzun müddet gözyaşı döker ve musibeti büyük olur. Kişinin yanında kendinden daha değerlisi, cehennem ateşinden daha büyük bir musibet, bu musibetin başa gelmesine sebep olan günahlardan daha büyük bir sebep ve Resûlullah’tan daha doğru bir haberci mi vardı? Bir doktor, kişiye çocuğunun hastalıktan kurtulamayacağını söylerse, hemen şiddetli bir hüzne kapılır. Halbuki ne çocuğu kendinden daha değerli, ne doktor Allah ve Resulü’nden daha bilgili, ne ölüm cehennem ateşinden daha şiddetli ve ne de ölüme 1

Cedel ilmi, tartışmada rakibi susturma yöntemlerini inceleyen ilim. (Bkz. TDV. Đslam Ans. “cedel” md. (Çev.)


126 sebep olan hastalık Allah’ın gazabına, cehenneme girmeğe sebep olan günahlardan daha şiddetlidir. [Tövbenin sahih olması için] tövbe eden kimsenin, üzerindeki geçmiş namazları veya şartına uygun olarak kılmadığı, meselâ, pis bir elbise ile veya şartını bilmediği için sahih olmayan bir niyet ile kıldığı namazları, hakeza üzerindeki oruç, zekat, hac veya bunların dışındaki farzları araştırıp kaza etmesi gerekmektedir. Diğer taraftan buluğ çağından itibaren işlediği günahları araştırıp düşünmesi gerekmektedir. Bunlardan kendisi ile yüce Allah arasında olanların (kul hakkı ile ilgisi olmayanların) tövbesi, pişmanlık duyup Allah’tan af dilemektir. Sonra günahlarının miktarına (büyüklük ve küçüklüğüne, ne kadar zaman işlediğine bakıp) bakıp her günaha uygun aynı miktarda iyilik işlemesi gerekmektedir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “...Şüphesiz iyilikler, kötülükleri (günahları) giderir..:” (hud, 114) peygamber (SAV) de: “...Kötülükten (günahtan) sonra iyilik işle ki onu yok etsin.” Buyurmaktadır. (Tirmizi) Meselâ, uygunsuz müzik dinleyen kimsenin Kur’an dinlemesi,zikir meclislerine katılması; eline abdestsiz Kur’an alan kimsenin Kur’an’a saygı göstermesi, onu çokça okuması, mümkün olursa bir mushaf yazıp vakfetmesi; içki içen kimsenin helal içecekler tasadduk etmesi, gibi. Yani her günahın zıddını işlemek. Zira, hastalıklar ancak zıtlarıyla tedavi olmaktadır. Bu, kul ile Allah arasındaki günahların hükmüdür. Kul hakkıyla ilgili günahlara gelince ,bunlarda da aynı zamanda yüce Allah’a karşı gelmişlik bulunmaktadır. Çünkü yüce Allah, kullara haksızlık yapmayı yasaklamıştır. Dolayısıyla, onlara haksızlık yapan, yüce Allah’ın yasağını işlemiştir. Ki bu, pişmanlık duymak, ilerde böylesi bir günahı bir daha işlememeye azmetmek ve birinci kısımda geçtiği üzere yaptığı haksızlık [terk ederek bunlar]a zıt olan iyilikler işlemekle telafi edilir. Şöyle ki: insanlara yaptığı eziyete karşılık onlara iyilik yapmalı, gasp ettiği mallarına karşılık helal olan malından tasadduk etmeli, (gıybet, dedikodu, vs. ile) rencide ettiği şereflerine karşılık müslümanları övmeli kıydığı cana karşılık insanları tehlikelerden kurtarmalıdır. Buraya kadar, söylenenler, (konunun) yüce Allah’ın hakkı ile ilgili olan tarafıdır. Ki kişi bizzat kul hakkından kurtulmadıkça (günahtan kurtulması için) bunları yapması yeterli olmayacaktır. Kullara yapılan haksızlık ya canları ile, ya malları ile ya şerefleri (ırzları) ile veya kalplerini incitmekle ilgilidir.


127 Birincisi: Hataen (istemeyerek) veya kasıd benzeriyle adam öldüren kimsenin ya bizzat kendisi veya akıle1si öldürülenin varislerine diyet (kan bedeli) ödemelidir. Kasden öldürdüğünde ise, şartlarının2 oluşması durumunda kendisine “kısas” gerektiği için kendini maktulün velisine teslim etmelidir. O, dilerse öldürür, dilerse affeder. Katilin, durumunu (katil olduğunu) gizlemesi ise caiz değildir. Ancak izan veya hırsızlık yaptığında, içki içtiğinde veya had3 gerektiren herhangi bir günah işlediğinde tevbe (sinin sahih olması) için kendini ifşa ederek rüsva etmesi gerekmemektir. Bilakis kendisin (işlediği bu gibi günahlarını) gizlemesi gerekmektedir. Şayet, işlediği günahtan dolayı kendine had uygulaması için yetkili makama (mahkemeye) başvurursa, kendini hak sahibine arzetmiş gibi olur ve Allah katında tövbesi sahih ve makul olur. Nitekim (sahabelerden) Maiz b. Malik ile Cüheyne kabilesinin Gamıd soyuna mensup birkadının kıssası bunun delilidir.4 Öldürme olayında olduğu gibi; kazıf (namuslu kadına iftira atma)da da suçlunun kendini helal ettirmesi gerekmektedir. Đkincisi, mal ile ilgili haksızlıklardır. Gasp, hıyanet ve alış verişte hile gibi (yollarla insanların ellerindeki mallarını almak) ki bunları hak sahiplerine iade etmesi gerekmektedir. Onun için de (mallarını alarak) kendilerine haksızlık ettiği kimselerin isim listesini çıkarıp, haklarını ödemeli veya helallik dilemelidir. Şayet haksızlıkla elde ettiği mallar ödemeyecek kadar çok ise, ödeyebileceği kadarını ödemeli, ödeyemedikleri için ise bir yolu bulunmaktadır. Ki o da kişinin iyiliklerini artırmasıdır. Zira, kıyamet gününde hak sahipleriyle ödeşmesi için onlara iyiliklerinden alınıp verilmekte, iyilikleri yeterli gelmediği takdirde ise kendisine hak sahibinin günahları yükletilmektedir. Bu, kişinin zimmetine geçirdiği tespit edilen malların hükmüdür. Elinde bulunan mallara gelince bunlardan sahibini bildiklerine malını iade etmesi, sahibini veya varislerini bilmediği malları ise sahibi adına tasadduk etmesi, şayet helal-haram birbirine karışmış ise, imkanları çerçevesinde çaba göstererek haram olan miktarı öğrenip tasadduk etmesi gerekmektedir. Üçüncüsü, insanların ırzlarını (şeref, haysiyet) rencide edip, kalplerini kırmakla ilgili haksızlıklardır. Kişinin, hak sahiplerinden her birini araştırıp bulması, onlarla 1

Akıle, kasıt unsuru bulunmayan bir öldürme veya yaralama hadisesinde suçlu adına diyet ödemeyi yüklenen şahıslar topluluğu. (Bkz. TDV Đslam Ansiklopedisi, “akıle” md.) (Çev.) 2 Kısasın vacip olması için gerekli olan şartlar: Katil buluğa ermiş ve akıllı olmalı, maktulun kanı masum olmalı, katil kasten ve öldürücü alet (silah)leb öldürmüş olmalı, maktul mütecaviz olmamalı, cinayet DarülĐslam’da işlenmeli, maktulkatilin cüz’ü (babası, çocuğu) olmamalı, maktulün velisi belli olmalı ve kısas talebinde bulunmalıdır (Bkz. Fıkıh Kitapları ilgili bölüm.) (Çev) 3 Had, kısas ve diyen dışındaki cezai müeyyideler. (Çev.) 4 Bkz. Sahihi Müslim, Kitabül hudud, bab 5, Hadis 22. (Çev.)


128 helalleşmesi ve yaptığı haksızlığın miktarını (keyfiyetini) bildirmesi gerekmektedir. Zira, üstü kapalı helallik dilemek yeterli olmamaktadır. Kaldı ki, çoğu kez hak sahibi aleyhinde söylenenleri öğrendiğinde, aleyhindeki kişiyi helal etmek istememektedir. Ancak, suçunu açıkladığı takdirde karşı taraf daha çok inciteceğini bilirse gözlemesi gerekmektedir. Gizli ayıplarından birini veya (meselâ) cariyesi ile yaptığı zinayı ifşa etmesi gibi. Ancak böyle bir durumda hak sahibine karşı kibar ve nazik davranmalı, ona iyilikte bulunmalı ve üstü kapalı helallik dilemelidir. Bununla beraber, bu gibilerin haklarından tamamen kurtulması, ancak kıyamet gününde iyiliklerinden alınıp hak sahiplerine verilmekle mümkün olur. Bunun gibi, hak sahibinin ölmesi durumunda da iş kıyamete kalır. Ki o zaman iyiliklerinden alınıp hak sahiplerine verildiği için (şimdiden) iyiliklerini çoğaltması gerekmektedir. Sahih tövbenin şartlarından biri de [yukarıda geçtiği üzere] aynı günahı veya benzerini ilerde (ebediyyen) işlememeye kuvvetli bir azimle azmetmesidir. GÜNAHLARI TERK EDĐP TEVBE ETMENĐN Günahları terk edip tövbe etmenin birçok yolu bulunmakla birlikte biz,sadece bunların en önemlilerinden dördünü zikredeceğiz. Ki bunlar, aynı zamanda va’zu nasihat edenler için de insanları işledikleri günahlardan vazgeçirmek için başvurmaları gereken en önemli yollardır. 1. Kur’an-ı Kerim’in günahkârları uyaran (korkutan) ayetlerini, rivayet edilen hadisleri ve tövbe edenleri öven ayetler ile hadisleri düşünmek. 2. Đşledikleri hatalar yüzünden başlarını çeşitli musibetler gelen Peygamberler (as)’in ve Allah dostlarının kıssalarından, ibret almak. Đşlediği hatadan dolayı Adem (as)’ın cennetten çıkarılması, Hz. Davud, Hz. Süleyman ve Yusuf (as)’ın başlarına gelen hadiseler gibi. (Çünkü) Kur’an-ı Kerim bu hadisleri sadece ders alınması için zikretmektedir. Ancak,

adı

geçen

(ve

benzer)lerini

işledikleri

hatalardan

dolayı

cezalandırılmaları onların bahtiyarlıklarından dolayıdır. Bedbaht kimseler ise, günahlarını artırmalırı içi kendilerine mühlet verilerek hemen cezalandırılmamalıdırlar. Hem, kaldı ki ahiret azabı daha şiddetlidir. Đşte vaizlerin günahlarında ısrar edenlere bu gibi kıssaları çokça hatırlatmaları gerekmektedir. Zira, bunlar, tövbe etmek için faydalı muharriklerdir. 3. Dünyada meydana gelen (umumî) felaketlerin (fert bazında) kulun başına gelen musibetlerin günahlardan dolayı olduğunu bilmek. Çünkü, ahiret (azabın)i pek


129 önemsemeyen nice insanlar, aşırı cehaletlerinden dolayı dünya cezasından daha çok korkmaktadırlar. (...) Fudayl b. Iyaz : “Allah’a isyat ettiğimi, merkebimin ve hizmetçimin ahlâkından (serkeşliklerinden) bilirim,” demektedir. Hasan (Basri) da şöyle demektedir: “Đyilik, kalbi aydınlatıp bedene kuvvet verir. Kötülük (günah) ise, kalbi kalbi karartıp bedeni zayıflatır.” 4. Tek tek her günahın cezasını düşünmek. Đçki içmek, zina işlemek, adam öldürmek, kibir, haset, gıybet (vs.) gibi. SABIR VE FAZĐLETĐ Yüce Allah, Kur’an’ı kerim’in doksana yakın ayetinde sabırdan bahsederek birçok iyilik (hayır) dereceleri buna bağlamış, bunların sabrın meyvesi olduğunu açıklamıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Sabrettikleri ve âyetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, emrimizle doğru yola ileten rehberler tayin etmiştik:” (Secde, 24), “...Rabbinin israil oğullarına verdiği güzel söz, (onların) sabırlarına karşılık yerine geldi...” (A’raf, 137), “...elbette sabırlı davrananlara, yapmakta olduklarının en güzeliyle mükafatlarını vereceğiz.” (Nahl, 96) “...Yalnız sabredenlere, mükafatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer, 10) Allah için işlenilen her amele verilecek mükafatın karşılığı tayin edildiği halde, sabrı mküfatı hesaba gelmez ölçüde takdir edilmiştir. Nitekim, oruç bir sabır işi olduğu için yüce Allah: “Oruç benim içindir, onun mükafatını da ancak ben veririm” buyurmaktadır. (buhri, Müslim) Ayrıca, Allah sabredenlerle beraber olduğunu ve başkalarına topluca vermediği nimetleri onlara verdiğini açıklayarak, şöyle buyurmaktadır: “Đşte Rabbinden bağışlamalar ve merhametler hep onlaradır. Ve yalnızca onlar doğru yolu bulmuşlardır.” (Bakara, 157) Ve konuyla ilgili daha birçok âyet bulunmaktadır... Sahih-i Buhari ve Müslim’de Ebu Said (r.a.)’den rivayet edilen bir hadiste Peygamber (SAV) de: “Hiçbir kimseye, sabırdan daha hayırlı ve daha büyük bir nimet verilmemiştir.” Buyurmaktadır. SABRIN KASIMLARI Sabır, iki kısımdır:


130 Birincisi, bedenîdir. Beden ile meşakkatli (zahmet verici) şeylere katlanmak, ibadet veya ibadetlerin dışındaki zor işleri yapmaya tahammül etmek gibi. Đkincisi ise, nefsanî (nefsin arzularına ait) sabırdır. Yani, nefsî arzularından heva ve hevesten alıkoymaktır. Bu anlamıyla sabır [çok geniş bir kelime olup,] mide ve cinsel arzulara karşı sabretmeye iffet, savaşta (savaş meydanında kaçmayıp) ayak diremeye (sabretemeye) şecaat, öfkeyi bastırmaya hilim , üzücü olaylara sabretmeye geniş yüreklilik, herhangi bir şeyi gizlemeye sır saklama, bolluk ve dirlik, yaşamaya önem vermemeye zühd, aza sabretmeye kanaat, musibet anında dayanmaya sabır adı verilmektedir. Böylece zikrettiklerimizden, mü’minde bulunması gereken ahlâkın bir çoğu, irtibatlı oldukları durumlara göre değişik isimler alsalar da sabrın alanına girdiği anlaşılmaktadır. Şurası da bilinmeli ki ,kul, hiçbir durumda sabırdan müstağni olamaz. Zira, kulun, dünyada karşılaştığı her şey iki türlüden, başka şekilde düşünülemez: Birincisi, (karşılaştığı şeyler) arzularına uygun olan şeylerdir. Sağlıklı ve dertsiz yaşamak, şöhret, aşiret ve etba’ (taraflartar)larının çokluğu ve dünya zevkleri (arzuları) gibi. Ki kul, bunların tamamında sabra muhtaçtır. Yani, bunlara meyledip, zevk dolmaması; infak etmek suretiyle yüce Allah’ın malındaki hakkına; hakka yardımcı olmak suretiyle de O’nun bedenindeki hakkına riayet etmesi gerekir. Kişi, nefsini dünya zevklerine dalmaktan ve onlara ilgi duymaktan alıkoymadığı zaman, onu bu durumu, kendisini kibirlenmeye ve azmaya sevkeder. Onun için ariflerden biri: “Mü’min, belaya sabreder, ancak afiyete1 yalnızca sıddikler sabredebilir,” demektedir. Abdurahman b. Avf (ra) da şöyle demektedir: “Sıkıntılara mübtela olduk, sabrettik. Fakat bollukta sınandık sabretmedik.” Đşte, onun için yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “ Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.” (Münafikun, 9), “Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir. Büyük mükafat ise Allah’ın katındadır.” ‘Enfal, 28), “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır. Onlardan sakının...” (Teğabun, 14). Kamil ve mürüvetli insan, afiyete sabreden kimsedir.

1

Afiyet, sözlükte, “sıhhat ve selamette olma, musibet, bela ve felaketten uzak kalma” ve özellikle “vücut sağlığı” manalarına gelmektedir. (Bkz. TDV Đslam Ansiklopedisi, “Afiyet” md.) (çev)


131 (Kulun karşılaştığı şeylerin) ikincisi ise, arzularına uygun olmayan şeylerdir. Bu da üç kısımdır: 1. Allah’a itaat. Kul, Allah’a itaat. Kul, Allah’ın emirlerini yerine getirme (itaat) konusunda sabra (nefsini zorlamaya) muhtaçtır. Çünkü nefis, tabiatı itibariyle kulluktan kaçınmaktadır. 2. Günahlardan kaçınmak konusunda sabretmek. Kul, buna ne kadar da muhtaçtır! Şayet günah, dil ile yapılan gıybet, yalan, münkaşa ve benzeri günahlar gibi kolay işlenebilir bir özelliğe sahip ise, kişinin sabretmesi daha zor olmaktadır. Nitekim, öyle insanları görürsün ki, ipek elbise giymeyi ayıplayıp kınadığı halde gün boyu yaptığı gıybeti hiç yadırgamamaktadır. Oysa, konuşurken diline hakim olmayan, bu konuda sabretmeyen kimseyi uzletten (evine çekilmek) başkası kurtaramaz. 3. Musibetler gibi ihtiyar dışı şeylere karşı sabretmek. Dostlarının, sevdiği kimselerin ölümüne, malının yok olmasına, gözünü kaybetmesine, sağlığının elden gitmesine ve diğer belalara sabretmek gibi, bu makamların en yükseğidir. Çünkü bunun kaynağı yakin (şüpheden uzak ilim ve iman)dır. Peygamber (SAV): “Allah her kime hayır dilerse, onu musibet sahibi kılar.” Buyurmaktadır. (buhari) Sabrın bu (üçüncü) kısmına yakın bir sabır türü de kişinin insanlardan gördüğü eziyetlere sabretmesidir. Sözlü veya fiili eziyetlere maruz kalıp, canına veya malına zarar verilen kimse(nin yapılanlara sabretmesi) gibi. bu konudaki sabır, görülen eziyetlere aynıyla karşılık vermemektir. Đnsanların

eziyetlerine

sabretmek

sabretmek

de

mertebelerin

en

yükseklerindendir. Yüce Allah şöyle buyurur: “...Eğer sabreder ve takva gösterirseniz, muhakkak ki bu (yapılacak) işlerin en değerlisidir.” (Al-i mran, 186), “Andolsun, onların söylemekte oldukları şeyler yüzünden, canının sıkıldığını biliyoruz. O halde sen Rabbini hamt ile tesbih et ve secde edenlerden ol!” (Hicr, 97-98), “...Ama sabrederseniz, elbette O, sabredenler için daha hayırdır.” (nahl, 126) ŞÜKRÜN FAZĐLETĐ Yüce Allah şöyle buyuruyor: “...Biz, şükredenleri mükafatlandıracağız.” (Al-i Đmran, 145), “Eğer siz iman eder ve şükrederseniz Allah size neden azap etsin!...” (Nisa, 147), “...Kullarımdan şükreden azdır.” (Sebe’, 13). Yüce Allah şükür ile birlikte nimetlerini artıracağını kesin bir dil ile belirterek şöyle buyurmaktadır: “...Eğer


132 şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım...” (Đbrahim, 7). Oysa, şükrün dışındaki birçok şeyi kendi meşietine bağlamıştır. Meselâ şöyle der: “...Allah dilersez sizi kendi lütfundan zengin edecektir...” (Tevbe, 28), “Bilakis yalnız Allah’a yalvarırsanız; O da dilerse kaldırılmasını istediğiniz belayı kaldırırır....” (En’am, 41) “...Allah dilediğine hesapsız rızık verir.” (Bakara, 212), “Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar...” (Nisa, 48), “...Allah dilediğinin tevbesini kabul eder...” (Tevbe, 15) Đblis (şeytan), şükrün (Allah katındaki) değerini bildiği için, insan oğlunu bu konuda ayıplayarak değerini düşürmek maksadıyla: “...Ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulamayacaksın.” (A’raf, 17) dedi. Rivayete göre Peygamber (SAV) ayakları şişinceye kadar ibadet etmişti.Bunun üzerine Hz. Aişe (r.anha): “Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladığı halde niçin böyle yapıyorsun?” deyince Peygamber (SAV): “Şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu. (Buhari, Müslim) Muaz (ra) diyor ki: “Resûlullah (SAV) bana: “Seni seviyorum. Allahım! Zikrin, şükrün ve sana güzel ibadet etmem için bana yardım eyle! de” buyurdu. (Ebu Davud, Nesai sahih olarak...) ŞÜKRÜN KISIMLARI Şükür üç şekilde olur: Kalple, dille ve vücudun diğer azalarıyla. Kalple şükür: Kalben bütün insanlar için hayır istemektir.1 Dille şükür: Hamdederek Allah’a şükrünü açığa vurmaktır. Vücudun diğer azalarıyla şükür: Allah’ın irer nimeti olan organları O’nun emirlerine uygun olarak kullanıp, günah işlemekten korumaktır. (meselâ,) gözlerin şükrü, müslümanlardan gördüğü bütün ayıpları örtmek; kulakların şükrü, müslümanlarla ilgili duyduğu bütün kusurları gizlemektir. Ki bu, bu azaların şükürlerinden sadece biridir. Dilin şükrü, [üzerindeki nimetleri anlatarak] Allah’tan razı olduğun izhar etmektir. Ki kul, bununla emrolunmuştur. Peygamber (SAV): “Allah’ın nimetlerini anlatmak şükür, bunu terketmek (anlatmamak) ise nankörlüktür.” Buyurmaktadır.2

1

Tehanevi’ye göre kalple şükür: Nimeti verenin kemal (tam ve eksiksiz olma) ve celal (büyüklük) sıfatlarıyla muttasıf olduğuna itakad etmektir. (Tehanevi, Keşşaf, 747, “şükr” md.) (Çev.) 2 Đmam,Ahmed, Müsned, 4/678. Hasen olarak.


133 Allah dostları (selef) Allah’a şükürlerini izhar etmek maksadıyla birbirlerinden soru sorarlardı. Böylece hem (üzerindeki nimetleri anlatıp) şükreden, hem de konuşturan (soru soran)lar olarak Allah’a itaaata bulunuyorlardı. ŞÜKÜRDEN GAFĐL OLAN KALPLERĐN ĐLACI Soru: Şayet, yüce Allah’ın nimetlerine şükretmekten gafil olan kalplerin ilacı nedir? diye sorulursa, El-Cevap: Basiret sahibi kalplerin şükre yönelmelerinin yolu, yüce Allah’ın verdiği nimetleri düşünmektir. Nimetin nimet olduğunu ancak başlarına bela geldiğinde anlayan basiretsiz kalp sahiplerinin şükre yönelmelerinin yolu ise, sürekli kendilerinden aşağıda olanlara bakmaları ve eski zatlardan bazılarının yaptıklarını yapmalarıdır. Onlar, hastaların mübtela oldukları çeşitli hastalıkları sağlıklarını düşünmek [ve şükretmek] için hastaneleri ziyaret eder; cinayete kurban gitmediklerine şükretmek için cinayet sonucu öldürülüp elleri ve ayakları kesilen, kendilerine işkence yapılan kimseleri görmeye gider ve günahkârların, günahlarını telafi etmeleri, itaat edenlerin ibadetlerini artırmaları için, ölülerin en çok istediği, dünyaya geri dönmek olduğunu bilme (düşünmek) için, her gün mezarlıkları ziyaret ederlerdi. Çünkü kıyamet günü aldanma günüdür.1 Mezarlıkları ziyaret edip ölülerin en çok istedikleri şeyi düşününce, artık geriye kalan ömürlerini yüce Allah’ın ibaretinde geçirir ve günahlarındandolayı hemen kendilerine ceza verilmediğine şükrederlerdi. Yani, ömürlerini yaratılış gayeleri için sarfederek ahirete hazırlanırlardı. Şükürden uzak olan kalplerin şükre yönelmelerinin yollarından biri de şükrü eda edilmeyen nimetlerin zeval bulacaklarını bilmektir. Fudayl [b. Iyaz] (rh.a) şöyle diyordu: “Allah’ın nimetlerine şükretmeye devam ediniz. Çünkü, elden giden nimetlerin tekrar sahiplerine dönmesi çok az (vuku bulan bir şey)dir. Şurası bilinmeli ki, fakirlik, hastalık, korku ve (diğer) dünyevî belaların her birinde beş şey (nimet) bulunmaktadır. Ki akıllı kimselerin bunlardan dolayı sevinmeleri ve şükretmeleri gerekmektedir.

1

Çünkü, hidayeti dalalete tercih edenler ile dalaleti hidayete tercih edenlerin bu tercihlerinde aldanıp aldanmadıkları ancak o gün ortaya çıkacak, bu alışverişlerde kâr ve zarar o zaman anlaşılacaktır. Başka bi ifade ile dalaleti hidayete tercih edenlerin aldandıklarını anlayacakları gün olduğu için kıyamet gününe “aldanma günü” denmiştir. (bkz. Kurtubi, el-Cami ti Ahkami’l Kur’an, 18/136-137; Elmalılı, Hak dini Kur’an Dili, 7/5028-5030) (Çev.)


134 1. Maruz kalınan her musibet ve hastalığın, olduğundan daha büyük olabileceğini düşünerek sevinmek. Çünkü, yüce Allah’ın takdir ettiklerine sınır bulunmamaktadır. Şayet, Yüce Allah kula verdiği musibet ve belanın daha büyüğünü verseydi, önüne kim geçebilirdi? O halde, kul verilen musibetin daha büyük olmadığına şükretmelidir. 2. Maruz kalınan musibetin dininde olmadığına sevinmeli ve şükretmelidir. Hz. Ömer (ra) şöyle demektedir: “Mübtela olduğum her bela da Yüce Allah’ı8n benim için takdir ettiği dört nimet vardır: dinimde olmaması, daha büyük olmaması, rıza ile karşılamam ve sevap beklemem.” Adamın bir Sehl b. Adullah’a: “Evime hırsız girip eşyalarını aldı (çaldı),” dedi. Sehl ona şöyle dedi: “Yüce Allah’ı şükretmelisin. Çünkü (bunun yerine) kalbine şeytan girip imanını çalsaydı ne yapardın? Ayrıca yüz sopa vurmaya hakkı olan bir kimsenin sadece on sopa vurması teşekkürü gerektirir:” 3. Ahirete ertelenebileceği düşünülmeyen hiçbir musibet yoktur. [O halde bunda dolayı da sevinmelidir. Çünkü] dünya musibetleri son bulup hafiflediği halde, ahiret musibeti (azabı) daimidir, devam etmese bile hafifleşmesi söz konusu değildir. Kaldı ki, dünyada musibetlere maruz kalan kimse, ikinci kez (ahirette) cezalandırılmayacaktır. [onun için bu bir nimet olup kulun bundan dolayı şükretmesi gerekmektedir.] Nitekim, Peygamber (SAV): “Yüve Allah, günah işleyip de dünyada sıkıntı ve belalara maruz bıraktığı kulu ikinci kez (ahirette) azap vermekten pak ve münezzehtir.” Buyurmaktadır. (Tirmiiz, ibn Mace) Sahih-i Müslim’deki bir hadiste de şöyle buyurulmaktadır: “Müslümanın başına gelen her musibet, günahlarına kefaret olur. Hatta, ayağına değen taş ve batan diken bile.” 4. Kişi, başına gelen musibetin kaderinde yazıl olduğunu, onun için bundan kurtulmasının mümkün olmadığını düşünerek başına gelip atlattığı musibetin bir nimet olduğunu bilmeli ve şükretmelidir. 5. Musibetlerdeki sevabın verdikleri sıkıntılardan daha çok olduğunu düşünmeli. Çünkü, dünyevî musibetler ahiret saadetinin yoludur. ÜMĐT VE KORKU Şüphesiz, ümit ve korku, Allah’ın has kullarının övülen tüm makamlara uçmaları için iki kanat, ahiret yolundaki tüm sap yokuşları aşmaları için de iki vasıtadır. Onun için bunların hakikatlarını, faziletlerini sebeblerini ve bunlarla ilgili (diğer)


135 hususları zikretmek gerekir. Ki biz, bunları iki başlık halinde zikredeceğiz: Birincisi, Ümit, ikincisi ise korku. KORKU Ümit, “kulun iradesine bağlı tüm sebepleri hazırladıktan sonra arzulanan bir şey olmasını beklemektir:” artık kulun umduğuna ulaşması için, geride sadece iradesine bağlı olmayan bir şey kalmaktadır. O da (bu yoldaki) engellerden koruyacak olan yüce Allah’ın lütfüdür. Kul, kalbine ektiği iman tohumunu itaat suyu ile sulayıp, kalbini kötü ahlâklardan temizledikten sonra Yüce Allah’ın lütfundan ölüme kadar bu hal üzere sabit kalmasını, ve mağfirete ulaştıran hüsn-i hatime (güzel son)yi beklemesi, güzel bir ümittir. Zira, onun bu beklentisi onu taat devam etmeye ve ölüme kadar imanın gereklerini yerine getirmeye sevkeder. Ancak, ektiği iman tohumundan taat suyunu keser, kalbini kötü ahlâklarla dolmaya terk eder, dünya lezzetlerini elde etmeye dolar, sonra da Allah’ın mağfiretini beklerse, bu (nun adı) ahmaklık ve gurur (aldanma) olur. Bu gibilere işaret eden) Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “onların ardından da (âyetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, “nasıl olsa bağışlanacağız” diyerek kitaba varis olan birtakım kötü kimseler geldi.” (A’raf, 169) ve “...Şayet rabbime döndürülüp O’na götürülsem, hiç şüphem yok ki, (orada) bundan daha hayırlı bir akıbet bulurum.” (kehf, 36) diyeni kınamaktadır. Şeddad b. Evs (ra)’ın rivayetine göre Resûlullah (SAV): “Akıllı kimse, kendini hesaba çekip ölüm sonrası için amel işleyen kimsedir. Ahmak ise, nefsin arzularına uyup yüce Allah’ın affını dileyen kimsedir.” Buyurmaktadır (Tirmizi, hasen olarak...) Ma’ruf Kerhi (rh.a) de şöyle der: “Đtaat etmediğin kimsenin rahmetini umman (ümit etmen) aşağılık ve ahmaklıktır.” Onun için yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Đman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihat edenleri; şüphesiz bunlar, Allah’ın rahmetini umarlar. Allah, gafur v rahimdir.” (Bakara, 218). Yani, Allah’ın rahmetini ancak bu özellikler sahip olanlar umabilir. Yoksa, sadece bunlar umar, başkası ummaz demek değildir. Çünkü bu özelliklere sahip olmayanlar da rahmeti umarlar. ÜMĐDĐN FAZĐLETĐ Sahih-i Buhari ve Müslim’de Ebu Hureyre (ra)’den rivayet edilen bir hadiste Peygamber (SAV) şöyle demektedir: “Yüce Allah: Ben kulumun zannına göreyim, buyuruyor.” Başka bir rivayette de “O halde, benim hakkımda dilediğini zannetsin.”


136 Müslim’de rivayet edilen başka bir hadiste ise, Peygamber (SAV): “Sizden her biriniz, ancak Allah hakkında hüsn-i zanda bulunarak can versin:” buyurmaktadır. ÜMĐT ĐLACI VE ÜMĐT SAHĐBĐ OLMANIN YOLU Ümide iki kişinin ihtiyacı vardır: Bunlardan birincisi, ibadeti terk edecek kadar ümitsizliğe kapılan, ikincisi ise, kendi nefsine ve ailesine zarar verecek kadar korkuya kapılanlardır. Đbadet etmediği halde Allah’ın affını isteyen mağrur (aldanmış) günahkâra gelince, bu gibilerin hakkında korku ilacından başkası kullanılmamalı. Çünkü ümit ilacından başkası kullanılmamalı. Çünkü ümit ilacı bu gibilerin hakkında zehire dönüşür. [Ümidi kazanmanın yollarından biri, konuyla ilgili âyet ve hadisleri tahkik etmektir. Ki, bu] âyet ve hadislerden bazıları şöyledir: Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. (Zümer, 53), “...Meleklerde Rablerini hamd ile tesbih ediyorlar ve yerdekiler için mağfiret diliyorlar Đyi bilin ki, Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Şura, 5). Ebu Hureyre (ra)’nin rivayetine göre Resûlullah (SAV) da şöyle buyurmaktadır: “Nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok edip yerinize günah işleyip tevbe eden ve günahları bağışlanan bir kavim getirirdi.” (Müslim) Sahih-i Buhari ve Müslim’de Hz. Aişe (r.anha)’dan rivayet edilen bir hadiste ise, Peygamber (SAV) şöyle buyurmaktadır: “dosdoğru, mutedil ve müjdeleyici olunuz. Zira, sizden hiç biriniz kendi ameli ile cennete giremez.” Sahabiler: “Sen de mi, ey Allah’ın Resulü?” deyince, “Evet, Allah beni kendi rahmetiyle kuşatmazsa ben de” buyurdular. KORKU, KORKUNUN HAKĐKATI VE DERECELERĐ Korku, “gelecekte (ileride) kötü bir durumla karşılacağı beklentisi ile kalbin (ruhun) alem ve huzursuzluk duyması”ndan ibarettir. Đnsanların en çok korkanı, kendi nefsini ve Rabbini en çok tanıyandır. O onun için, Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri bir hadis de Peygamber (s.a.v) i “Ben sizin Allah’ı en çok tanıyanınız ve O’ndan en çok korkanınızım” buyurmaktadır. Nitekim, Yüce Allah’ı ^Kulları içinden ancak alimler Allah’tan (gereğince) korkar..” (Fatır 28)


137 buyurmaktadır. Marifet ( Allah’ı bilme, tanıma) tam olunca kalpte korku meydana getirir. Sora, kalpteki bu korku, kendini hem bedende, hem azalarda, hem de sıfatlarda gösterir. Bedendeki korku bazan zayıflık, sararma, ağlama ve bayılma seklinde, bazan ölüm şeklinde, bazan da boyne varıp aklı bozacak şekilde zuhur etmektedir. Korkunun azalardaki tesiri ise, geçmişte yapmadıklarını telafi edip geleceğe (ahirete) hazırlanmak için azaların günahlardan çekinip itaata yönelmeleri şeklinde olmaktadır. Zatın biri ‘korkan kimse günahlardan kaçınıp itaate yönelir” derken, bir başkası: “Korkan, ağlayan kimse değildir. Bilakis, korkan, terketmeye gücü yeten günahları terkedendir.” Demektedir. Korkunun sıfatlar üzerindeki tesirine gelince, şehvetlerden akıkoyup, (dünyevi) zevklerden tiksindirmek şeklinde olmaktadır. Ki, bu sayede hoşuna giden günahlar iğrenç hale gelmektedir. Tıpkı canı bal isteyip de içinde zehir olduğunu anlayınca öğrenen kimse gibi. Kısaca, korku ile nefsi istekler yok olup, azalar edeplenir. Kalp mütevazileşerek kendisinden kibir, kin ve hased uzaklaşır, hatta korkudan ve sonunun tehlikeli olmasını düşündüğünden üzüntü yeri olur. Öyle ki artık başka şeyi düşünemez ve muhasebe, mücahede

ile

tükettiği

nefesleri

ve

zamınını

değerlendirmekten;

kendini

düşüncelerinden, attığı yanlış adımlardan ve uygunsuz sözlerinden dolayı azarlamaktan başka bir şeyle meşgul olmaz hale gelir. Durumu tıpkı yırtıcı bir canavarın pençelerine düşen kimsenin durumuna benzer; acaba o hayvan bir an kendisinden habersiz olup kurtulacak mı, yoksa kendisine saldırıp öldürecek mi, bilmemekte ve ancak içinde bulunduğu durumla meşgul olmaktadır. Ancak, murakabe ve muhasebe kuvveti, korkunun kuvvetine; korkunun kuvveti ise Yüce Allah’ın büyüklüğünü, O’nun sıfatlarını ve nefsin ayıplarıyla tehlikelerini bilme (marifet) kuvvetine göredir. Korkunun amellerde görünen tesirinin en düşük derecesi haramlara mani olmasıdır. Şayet

harama götüren şüpheli seylere mani olursa buna vera’, bunlara

ilaveten yaşantıya fazla önem vermemesine sebep olursa buna da sıdk denir. KORKUNUN FAZĐLETĐ Her şeyin fazileti, saadeti elde etmeye yardımcı olduğu ölçüdedir. Ki (kul için) saadet, Yüce Allah’ın huzuruna varıp O’na yakın olmaktır. Buna yardımcı olan her şey ise bir fazilettir. (ki korku da bunlardan biridir.) Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:


138 “Rabbinin makamın (hesap için huzuruna durum) dan korkan kimse için ise iki cennet vardır.” (Rahman, 46) “Allah onlardan razı olmuştur. Kendileri de O’ndan

razı

(memnun) kalmışlardır. Đşte bu, Rabbinden içi titreyerek korku duyan kimse içindir.” (Beyyine , 8) Bir hadis-i şerifte Peygamber (s.a.v) de şöyle buyuruyor: “Yüce Allah’ın korkusundan kulun derisi ürperince, kuru ağaçtan yaprakları döküldüğü gibi, ondan da günahları dökülür.1 Yine, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır. “Yüce Allah: izzet ve celalime yemin ederim ki, ben kuluma ne iki korkuyu ne de iki güveni birlikte veririm; şayet dünyada benden emin olduysa, onu kıyamet gününde korkuturum, eğer dünyada benden korktuysa, kıyamet gününde onu emin kalıram, buyurmaktadır.”2 Đbn Abbas’dan rivayet edilen bir hadiste ise, Peygamber (s.a.v) “iki göz vardık ki onlara ebediyyen ateş dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz ve Allah yolunda gözcülük yapan (düşmanı kollayan, gözleyen göz” (Tirmizi) KORKUNUN GALĐP GELMESĐ MĐ, ÜMĐDĐN GALĐP GELMESĐ MĐ DAHA FAZĐLETLĐDĐR? Şüphe yok ki, “korku mu daha faziletlidir. Ümit mi? sorusunu sokran kimsenin bu sorusu, “ekmek mi daha üstün su mu? Sorusunu sormasına benzemektedir. Bunun cevabı şudur: Acıkan kimse için ekmek, susamış kimse için ise su daha değerlidir. Açıklık ve susuzluğun birlikte hissedildiği durumda ise galip olana batılır. Şayet ikisi aynı derecede ise su ile ekmeğin değeri de eşit olur. (Bunun gibi) korku ve ümit de kalpleri tedavi eden iki ilaç olup üstünlükleri mevcut hastalığa göredir. Kalp Allah’ın mekrinden (azabından) tamamen emin olduğunda korku; ümitsizliğin galip geldiği durumda ise ümit daha faziletlidir. Ölüm esnasında ise, insan için en faydalı olanı ümittir. Çünkü korku, amele sevkeden kamçı gibidir. Halbuki, ölüm esnasında amel zamanı bitmiştir. Bu esnada korkan kimseye ancak kalbe uzanan korku damarlarını kesmesi durumda ümit,

fayda verir. Bu

hem kalbini kuvvetlendirir, hem de kendine Rabbini sevdirir. Ki

dünyadan ayrılacak olan herkesin ancak Yüce Allah’ın rahmetini umarak huzuruna varmayı severek ve O’na hüsn-ü zanda bulunarak ayrılması gerekmektedir.

1 2

Taberani,Beyhaki zayıf bir senetle rivayet etmiştir. Đbn Hibban, 2494. Hasen bir senetle rivayet edilmiştir.


139 KORKUYU ELDE ETMENĐN YOLU Allah korkusunun iki makamı vardır: Birincisi, O’nun azabından korkmaktır. Bu sıradan (avam) insanların kursudur. Ki bu, cennet ve cehenneme, bunların itaat ve günah karşılığı olduklarına iman etmekle oluşmakta, imanın zayıf olması veya gafletin kuvvetli olmasıyla da zayıflamaktadır. Gaflet, öğüt almak ahiret azabını düşünmek, korkanların hallerine bakın, onlarla oturmak veya bu gibilerin menkibelerini dinlemekle yok olur. Đkincisi, yüce Allah’tan korkmaktır. Bu alimlerin ve ariflerin korsudur. Yüc Allah şöyle buyurmaktadır. “Allah size asıl kendisinden korkmasınızı emreder.” (Al-i Đmran 30) (Şüphesiz) Yüce Allah’ın sıfatları heybet ve korkuyu gerektirir. Onun için alimlerv e arifler O’ndan

uzaklaşmaktan ve O’ndan

uzaklaştıran sebeplerden

korkmaktadırlar. (Ki Allah’tan korkmanın anlamı da budur.) Bu makama yükselemeyenin buna yükselme yolu, nefsini konuyla ilgili hadisleri dinlemek, korkanların hallerini ve sözlerini iyice düşünmek, onların akıllarını ve makamlarını, boşuna ümitvar olan mağrur kimselerin akıl ve makamlarıyla karşılaştırmak, Peygamberlere, alimlere ve evliyalara uymanın daha iyi olduğna inamakla tedavi etmektir. (Hem mü’min nasıl korkmaz? Oysa Kur’an’ı Kerim baştan sona korkutarak uyanmaktadır. Meselâ ) Zahiri ümit olduğu halde şiddetli korku ifade eden en ilginç ayetlerden biri “Şu da muhakkak ki Ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yolda giden kimseyi bağışlarım” (Taha, 82) mealindeki ayeti kerimedir. Çünkü bu ayette Allah’ın

bağışlaması dört şarta bağlanmıştır. Bunun başka şekilde

yorumlanması mümkün değildir. Asr süresi de korkutan ayetlerdendir. Çünkü bu surede “bütün insanların hüsranda olduğu” belirtildikten sonra

kurtuluşları dört şarta bağlanmıştır: Đman,

salihamel, hakkı tavsiye ve sabrı tavsiye etmek. Süfyan-ı Sevri öleceğinde ağlamaya başladı. Adamın biri: “Ey Abdullah’ın babası! Günahların çok mu? Seni öyle görüyorum” dedi. Bunun üzerine Süfyan yerden küçücük bir şey kaldırarak şöyle dedi: “Vallahi, benim yanımda günahlarım şu şeyden daha değersizdir. (onun için bundan korkmuyorum) Fakat, ben ölmeden önce imanımın alınmasından korkuyorum ve onun için ağlıyorum. Sehl şöyle diyordu: “Mürid, günahlarla mübtela olacağından korkar. Arif ise küfürle mübtela olacağından korkar.


140

FAKĐRLĐĞĐN FAZĐLETĐ VE ZENGĐNLĐĞE ÜSTÜNLÜĞÜ Yüce Alah, fakirleri övme sadedinde şöyle buyurmaktadır: “ Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adamış olan fakirlere verniz. Onlar yeryüzünde gezip dolaşmaya (geçimlerini kazanmaya) güç yetiremezler. Utangaç olduklarından dolayı bilmeyenler, onları zengin sanırlar. Oysa sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük yapıp kimseden bir şey de isteyemezler...” (Bakara, 273), “Allah’ın verdiği bu ganimet malları, yurtlarından ve mallarından çıkarılmış olan, Allah’tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah’ın dinine ve peygamberine yardım eden fakir muhacirler içindir...” (Haşr, 8) Fakirliği öven hadislere gelince, bunlar salıymayacak kadar çoktur. Bunlardan bir tanesi, Peygamber (s.a.v)’in şu hadisidir. “Cennet kapısına durdum, oraya girenlerinçoğu fakirler idi. Zenginler ise (hesap için) alıkonulmuşlardı...”(Buhari, Müslim) Buhari ve Müslim’in Ebu Hüreyre (r.a)dan rivayet ettiklerine göre, Peygamber (s.a.v) şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Muhammed ailesi (eşleri ve hizmetçileri)ne ölmeyecek kadar rızık ver.” Buhari ve Müslim, Hz. Aişe’nin şöyle dediğini rivayet etmektedirler. Muhammed’in ailesi Medine’ye geldiği andan Peygamber’in vefatına kadar üç gün peşpeşe buğday ekmeğinden karınlarını doyurmuş değillerdir.” Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste ise, hz. Ömer (r.a) şöyle der: “Öyle günler oldu ki, Rasulullah (s.a.v)’ın açlıktan iki büklüm olduğunu gördüm de karnını doyuracak en değersiz (kötü) hurmayı bile bulamıyordu.” Zenginlik mi daha üstün fakirlik mi? konusuna gelince, hadislerin zahiri fakirliğin daha üstün olduğuun delalet etmekte ise de bunun izaha ihtayıcı bulunmaktadır. Şöyle ki: Böyle bir tartışma, ancak hırs sahibi olmayan sabırlı bir fakir ile malını Allah yolunda harcayan şakir bir zengin hakkında veya hırs sahibi bir fakir ile hırs sahibi bir zengin hakkında geçerli olabilir. Çünkü kanaat sahibi fakirin cimrilik yapıp malını Allah yolunda harcamayan hırslı zenginden; malını Allah yolunda harcayan zenginin de hırs sahibi fakirden daha üstün olduğu tartışılmaz bir bir gerçektir. Ancak, mubah olsa bile malından sadec kendisi faydalanan zenginin kanaat sihibi fakire üstünlüğü düşünülemez. FAKĐRĐN RĐAYET ETMESĐ GEREKEN HUSUSLAR


141 Fakirin, kendisini fakirlikle imtihan eden Alllah’ın bu fiiline nefret duymaması; Bundan daha üstünü, zenginliğin bir takım kötülüklere sabeb olduğunu düşünerek fakirliğe razı olması, hatta sevinmesi, rızkını vereceğine dair Yüce Allah’a tevekkül edip, O’na güvenmesi gerekmektedir. Bunun aksine hareket edip, Allah’a değil de insanlara dert yandığında, fakirlik, dendisi için bir musubit olacağından halinden şikayet etmemesi, bilakis buyurmaktadır.

yokluğa katlanıp göğüs germesi gerekir. Yüce Allah şöyle

“..utangaç

olduklarından

dolayı,

bilmeyenler,

onları

zengin

sanır..”(Bakara, 273) Ayrıca, fakirliğinden ötürü ibadetlerini ihmal etmemesi, zenginliğinden dolayı hiçbir zengine tevazu göstermemesi ve onlarla oturup kalkmaya heves etmemesigerekir. ZÜHDÜN HAKĐKATI VE FAZĐLETĐ Allah dostlarının yüksek makamlardan biri olan zühd, “rağbet ettiği şeyden vazgeçerek ondan daha üstün olana rağbet etmek”ten ibarettir. Ancak, bunun zühd sayılmasının şartı, vazgeçilen şeyin rağbet edilir herhangi bir yönünün olması gerekir. Onun için, kendisine rağbet edilip arzulanmayan bir şeyden vazgeçene zahid (zühd sahibi) denilemez: Toprağa değer vermeyene zahid denilmeyeceği gibi. Genel kabul görmüş düşünceye göre, sadece dünyayı terkedene zahid denilse de, gerçek zahid, Yüce Allah’ın dışındaki herşeyi terkedendir. Dünyayı terkettiği halde, cennet ve cennet nimetlerine rağbet eden kimseye de zahid denilmekle beraber, bu derece bakımından birincisinden daha aşağıdadır. Şurası da bilinmeli ki, malı terketmek, cömertlik ve gönül almak için başkalarına ihsanda bulunmak, zühd değildir. Bilakis, zühd, dünyayı ahirete göre değersiz olduğunu bildiği için terketmektir. Dünyanın kar gibi eriyip yok olacağını, ahiretin ise inci gibi kalıcı olduğunu bilen kimse, elbetteki kalıcı olanı satın almaya daha çok rağbet gösterir. Dünyanın fani ve değersiz olduğuna şu âyet-i kerimeler işaret etmektedir. “de ki: Dünya menfaati önemsizdir, Allah’tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır..” (Nisa 77) “Sizin yanınızdaki (dünya malı) tükenir, Allah katındaki (rahmet) ise tükenmez..” (Nahl,96) Zühdün faziletine işaret eden ayetlerden biri şudur: “Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi paydalandırdığımız dünya hayatının süsüne gözlerini dikme! Rabbinin rızkı hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir.” (Taha 131)


142 Peygamber (s.a.v) de şöylebuyurmaktadır: “Allah, bütün derdi (gayesi) dünya olan kimsenin işini dağıtır, dirliğini bozar, açgözlü kılar ve dünyadan da kendisine yazılan (nasip)den başkası gelmez. Derdi ahiret olan kimsenin ise Allah, işlerini düzeltir, dirliğini korur, kanaat sahibi kılar ve ona, yüz çevirdiği halde, dünya kendiliğinden gelir.”1 Ahiret için dünyayı terkeden kimsenin misali, bir hüdümdarın yanına girmek isteyip de girmesine engel olan kapısındaki köpeğine bir lokma ekmek atıp giren kimsenin misali gibidir. Bu adam, hükümdardan gördüğü izzet ve ikrama karşılık, köpeğinin önüne attığı bir lokma ekmekten olduğuna hiç bakar mı? ZÜHDÜN BELĐRTĐLERĐ Zühdün üç belirtisi vardır: Birincisi, elde bulunan nimetlerle şımarmaması ve elden çıkandan dolayı da üzülmemesidir. Yüce Allah’ın dediği gibi: “Böylece elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği, nimetlerle şımarmayasınız..” (Hadid, 23) Bu mal hakkındaki zühdün alametidir. Đkincisi, kendisini öven ile yerenin yanında bir olmasıdır. Bu da şöhret hakkındaki zühdün alametidir. Üçüncüsü, ünsiyetini (dostluğunu) Allah ile kurup yalnızlığını O’nunla gidermesi ve ibadetten aldığı tat ve lezzetin kalbine gidip gelmesidir. Kalpteki dünya svgisi ile Allah sevgisine gelince, bardaktaki su ile havaya benzerler. Bardağa su duldurulunca hava çıkar; ikisi birlikte bulunmaz. Onun için zatın birine “Zühd onları (Allah dostlarını neye sevketti? Diye sorulunca: “Allah ile ünsiyet kurmaya” diye cevap vermişti. Yahya b muaz “Dünya gelin gibidir. Ona talip olan onu süsleyip benzer, ona talip olmayan zahit ise, onun yüzünü çirkinleştirir, saçını yolar ve elbisesini yırtar. Arif ise, yalnızca Allah ile meşgul olup onunla hiç ilgilenmez der. Buraya kadar hikakatını, faziletini ve belirtilerini zikretmeye çalıştığımız zühdün tam ve mükemmel olması, ancak tevekkül ile mümkün olduğu için, Allah dilerse tevekkül konusunda açıkalamak istiyoruz. TEVHĐD VE TEVEKKÜL

1

Đbn Mace, Ceyyid bir senedle rivayet etmiştir.


143 Tevekkülün Fazileti:

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Mü’minler, yalnız

Allah’a dayanıp güvensinler” (Al-i imran, 122) “Kim Allah’a güvenirse O, kendisine yeter..” (Talak, 3) Peygamber (s.a.v) ümetinden yetmiş bin kişinin hesapsız olarak cennete gireceklerini anlattıktan sonra, vasıflarını şöyle açıklamaktadır. “Onlar öyle kimselerdir ki dağlanmazlar, üfürükçülerin nefesiyle tedavi istemezler, herhangi bir şeyde uğursuzluk aramazlarv e ancak Rablerine tevekkül ederler.” (Buhari, Müslim) Hz. Ömer (r.a) da Rasulullah (s.a.v) den şöyle dediğini işittiğini söylemektedir: “Şayet siz, Allah’a hakkıyla tevekkül etseydiniz (güvenip dayansaydınız) Allah, aç olarak sabahyapı akşamyelin yuvasına tok dönen kuşu rızıklandırdığı gibi, sizi de rızıklandırırdı.”1 Tevekkülün aslı olan Tevhid’in dereceleri: Tevhidin dereceleri şunlardır. Birincisi, delilini bilmediği halde kalbin, Yüce Allah’ın vahdaniyeti (birliğini ifade eden (Arapçayı yaz) s.148) Cümlesinin manasını (yani Allah’tan başka ilah olmadığını, O’nun bir ve ortaksız olduğunu, mülk ve hamdin ancak O’na ait olduğunu, O’nun gücünün her şeye yettiğini) tasdik etmesidir. Bu avam Müslümanların inancı tevhididir. Đkincisi, insanın muhtelif olmakla birlikte bütün eşyanın bir tek zattan (Allah’tan) meydana geldiğini görmesidir. Bu da Allah’ın has kulları (mukarrabin) in makamıdır. Üçüncüsü, basireti açık insanın, Allah’tan başka yaratıcının olmadığını görüp O’ndan başkasına iltifat etmemesidir. Yani sadee O’ndan korkup, O’na ümit bağlar. O’na güvenip O’na dayanır. Zira hakikatte yegane fail O’dur. Diğer şeyler ise O’nun emrine göre hareket eden hizmetçileridir. Meselâ, ekinin çıkmasında yağmura, yağmrun yağmasında buluta, geminin seyrinde rüzgara itimat etmez. Çünkü bunlara itimat etmek, eşyanın hakikatını bilmemektir. Eşyanın hakikatını bilen, rüzgarın kendi kendine esmediğini, bilakis onu estiren bir Zat’ın olduğunu da bilir. Tevekkülün kuvvet ve zayıflık dereceleri de tevhid ve yakin derecelerine göredir. TEVEKKÜL, SEBEPLERĐ ĐŞLEMEĞE MANĐ DEĞĐL

1

Tirmizi, Hakim, sahih olarak rivayet etmişlerdir.


144 Bilinmesi gereken hususlardan biri de hiç şüphesiz, gerek fayda getiren, gerekse zararı defeden sebepleri terketmenin tevekkülün şartından olmadığını bilmektir. Onun içindir ki, yırtıcı hayvan (canavar)ları çok olan yerde veya sel yatağında veya yıkılma tehlikesi

bulunan

duvar

altında

uyumak

caiz

görülmemiştir.

Bütün

bunlar

yasaklanmıştır. Keza, savaşta zırh giymek hırsızlara karşı kapıyı kapamak ve kaçmaması için deveyi bağlamak da tevekküle zıt değildir. Nitekim, Yüce Allah: “...Ve silahlarını da (yanlarına) alsınlar...) (Nisa, 102) buyurmaktadır. Peygamber (s.a.v)’e gelip

“Ey Allah’ın Rasulu! Devemi bağlayıp da mı

tevekkül edeyim, yoksa serbest bırakıp da mı tevekkül edeyim”, diyen bir adama peygamber (s.a.v): “Deveni bağla ve tevekkül et” buyurur. 1 Ancak, kulun mütevekkil (tevekkül eden) sayılabilmesi için yukarıda örnekleri verilen sebeplere değil, bizzat müsebbibin (Allah’ın kendisine tevekkül edip Allah’ın kendisi hakkında ve her hükme razı olması gerekir. O bu yüzden “eşyası çalındığında mani olsaydım çalınmazdı” diye dşünen veya başına gelen olaydan dolayı şikayet etmeye başlayan kimse, bu haliyle, açıkça tevekkülden uzak olduğunu göstermiştir.

ALLAH SEVGĐSĐ Şüphesiz, Allah sevgisi, makamların en yükseği ve en son gayesidir. Çünkü şevk, üns ve rıza2 gibi makamlar Allah sevgisinin birer eseri olduğu gibi tevbe, sabır, zühd ve benzeri makamlar da Allah sevgisine götüren makamlardır. Allah ve O’nun Rasulü’nü sevmek, tüm ümmetin icmaı ile farzdır. Şu âyet-i kerimeler muhabbetin delillerindendir: “...Allah, onları sever,

onlar da O’nu

severler...”(Maide, 54) “.. Đman edenler ise, Allah’ı daha çok severler...” (bakara, 165) Bu ayetler, hem Allah sevgisini hem de bu konuda insanların birbirinden farklı olduğnu ispatlayan delillerdir. Sahih bir hadiste rivayet edildiği üzere, adamın biri Rasulullah (s.a.v)e kayımetin ne zaman kopacağını sorar. Rasulullah (s.a.v) da adama “Sen kıyamet için ne hazırladın?” diye sorar, Adam:

1

Đbn Huzeyme, Tebarani, ceyyid bir senedle rivayet edilmiştir. Şevk. Allah’a kavuşmak için duyulan şiddetli arzu, üns: Allah’ın cemalini düşünmekle duyulan sevinç; Rıza, Allah’tan gelen herşeye razı olmak. 2


145 -Ey Allah’ın Rasulu! Ben o gün için ne çok namaz, ne de çok oruç hazırladım. Ancak, ben Allah’ı ve O’nun Rasulünü seviyorum, deyine, Rasulullah (s.a.v) “Kişi sevdiği ile beraberdir. Sen de sevdiklerinle beraber olacaksın” buyurdu.1 Ravi der ki: Müslümanlar (ashabı kiram) islamdan sonra buna sevindikleri kadar hiçbir şeye sevinmediler. ALLAH SEVGĐSĐNĐ KUVVETLENDĐREN SEBEBLER Şüphesiz, ahirette insanların en mutlusu, yüce Allah’ı ençok sevenlerdir. Çünkü, ahiretin manası, Yüce Allah’ın huzuruna varıp, O’nun cemalini görme bahtiyarlığına ermektir. Uzun müddet duyduğu aşırı arzudan sonra sevgilisine kavuşup, kendisini tasalandıracak hiçbir şeyle karşılaşmadan sürekli O’nu seyreden aşığın kavuştuğu (içinde bulunduğu) nimetten daha büyük ne olabilir? Ancak, bu nimetler sevgi oranında olmaktadır. Onun içn arttıkça hezzetler de artar. Bunu kazanmanın yeri ise dünyadır. Haddi zatında Allah’ı tanımayan hiçbir mü’min olmadığı için, O’nu sevmiyen mü’min de yoktur. Ancak, birçok mü’min kalbi istila edecek şekilde kuvvetli bir Allah sevgisinden mahrum bulunmaktadır. Allah sevgisi, ancak iki şeyle kuvvetlenir: Birincisi, dünya bağlarından sıyrılıp, kalpten Allah’tan başka her şeyin sevgsini çıkarmaktır. Çünkü, Allah sevgisinin zayıf olmasının sebeplerinden birtanesi, aşırı dünya sevgisidir. Kalbin, dünyaya duyduğu ilgi ve yakınlık (ünsiyet) ölçüsünde Allah ile dostluğu eksilir. Zira, dünya ile ahiret iki kuma gibidir. Dünya sevgisini kalpten çıkarmanın yolu ise, daha ince bahs ettiğimiz korku, ümit, tevbe ve diğer makamlara mülazemet (aşırı bağlılık) edip zühd yoluna görmektir. Allah sevgisini kuvvetlendirmenin ikinci yolu ise, Yüce Allah’ı iyi tanımaktır. Çünkü, böyle bir marifet oluştuğunda ardından Allah sevgisi kendiliğinden gelir. Ancak, böyle bir marifetin oluşması için, kalpten dünyevi bağları söküp attıktan sona, safi bir düşünceye, sürekli zikre, ciddi biri araştırmaya; Yüce Allah’ın fiilerine sanatına; göklere, yere ve diğer mahlhukatına ibretle bakmak gerekir. YÜCE ALLAH’IN KULLARINI SEVMESĐ Kur’an’ı Kerim’de, Yüce Allah’ın hangi kullarını sevdiğ açıkça belirtilerek şöyle buyurulmaktadır: “ Şunu iyi bilin ki Allah tevbe edenleri sever, temizlenenleri de

1

Buhari, Müslim tarafından rivayet edilmiştir.


146 sever.” (Bakara, 222), “Şüphesiz Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” (Saf, 4) Yine Yüce Allah, sevdiği kullarına azap etmiyeceğine işaret edip Allah’ın sevgili kulları olduklarını iddia eden yahudi ve Hristiyanları redderek şöyle buyurmaktadır: “ De ki: öyleyse (madem ki Allah’ın oğulları ve sevgili kullarısınız) günahlarınızdan dolayı size niçin ahirette azap ediyor?” (Maide, 18) Yüce Allah, günahların bağışlanmasını kendi sevgisine bağlayarak şöyle buyurmaktadır: “ Rasülüm De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” (Al-i Đmran, 31) Sahih bir hadiste Ebu Hureyre’nin Rasulullah (s.a.v)’dan rivayetine göre Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kulum, nafile ibaretler işleyerek sürekli bana yaklaşmaktadır. Öyle ki artık ben onu severim” (Buhari) Yüce Allah’ın kulunu sevdiğinin belirtilerinden bir tanesine peygamber (s.a.v) şu sözü ile işaret etmektedir: “Şüphesiz Allah, bir kulunu sevdiği zaman onu musibet sahibi kılar.”1 Yüce Allah’ın kulunu sevdiğinin en kuvvetli belirtilerinden biri de kuluna güzel tertip-düzen vermesidir. Yani, onu çocukluktan itibaren en güzel şekilde terbiye etmesi, kalbine imanı yerleştirmesi, akl-ı selim sahibi kılarak onu kendisine yaklaştıran şeye tabi kılıp, kendisinden uzaklaştıran şeyden nefret ettirmesi, onun insanlara karşı zillete düşmemesi için bütün işlerini kolaylaştırması, içini ve dışını düzgün (müstakim) kılma ve bütün himmetini (niyetini ve gayeseni) bir tek şeye (Allah’a) yöneltmesi ve nihayet, kuluna olan sevgisi artınca da onu sadece kendisi ile meşgul hale getirmesi. KULUN YÜCE ALLAH’I SEVMESĐNĐN BELĐRTĐLERĐ Şüphesiz herkes, Yüce Allah’ı sevdiğini iddia eder. Ancak, böyle bir iddiada bulunmak kolay da olsa, mahiyeti son derece zordur. Yüce Allah’ı sevdiğini iddia ettiği zaman insan nefsini bir takım belirtilerle imtihan edip, ondan birtakım deliller istemedikçe onun ve şeytanın oyunununa gelip aldanmamalıdır. Bu belirtilerden bir tanesi, cennette Yüce Allah’ın cemalini görme arzusudur. Zira, kalp, birini sevdiğinde ona kavuşup, onu seyretmek istememesi düşünülemez.

1

Tirmizi sahih bir isnadla rivayet edilmiştir.


147 Şunu belirtmek gerekir ki Allah’ın cemalini görmenin ölümden sonra olması, mü’minin ise ölümden hoşlanmaması, Allah’ın cemalini görme arzusuyla zıtlık teşkil etmemektedir. Bu belirtilerden biri de her hususta Yüce Allah’ın sevdiği şeyleri kendi sevdiklerine tercih etmesidir. Onun için heva ve hevese uymaktan, rehavet ve gevşeklikten sakınması ve sürekli Yüce Allah’ın emirlerine uygun hareket etmesi, nafile ibaretler yaparak ona yaklaşmaya çalışması gerekir.

Nitekim, sahih bir hadiste

Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Hevası getirdiklerime uymadıkça hiç biriniz gerçek anlamda iman etmiş sayılamaz.”1 Yüce Allah’ı seven, O’na isyan etmez. Ancak, bununla beraber isyan, muhabbetin aslına değil, kemaline aykırıdır. Bu belirtilerden bir tanesi de Yüce Allah’ın zikrine düşkün olmasıdır. Öyle ki, bıkıp usanmadan her zaman dili ve kalbi O’nun zikri ile meşgul olmalıdır. Zira, bir şeyi seven, zorunlu olarak sürekli ondan ve onunla ilgili şöylerden bahseder. Yüce Allah’ı seven mü’min belirtisi O’nun zikrini, O7nun kelamı olan Kur’an’ı Kerim’i ve Rasulullah (s.a.v)’ı sevmektir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Rasülüm! De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Al-i Đmran, 31) Yüce Allah’ı sevmenin belirtilerinden biri de halvete2 çekilip Yüce Allah’a yalvarıp yakarmakla, Kur’an’ı Kerim’i okumakla huzur bulması, onun için de gecenin sakinliğini ganimet bilerek teheccüd namazına devam etmesidir. Çünkü sevginin en düşük derecesi, sevgili ile başbaşa kalıp, O’nunla konuşmaktan zevk duymaktır. O belirtilerden biri de Allah’ın bütün mü’min kullarına karşı şefkatlı ve merhametli, düşmanlarına karşı ise şiddetli ve onurlu olmasıdır. Yani, Yüce Allah7ın şu ayette

belirttiği

gibi,

olmasıdır.

“Kafirlere

karşı

çetin,

kendi

aralarında

merhametlidirler.” (Fetih, 29) Ayrıca, hiçbir kınayanın kınamasına aldırmadan Allah yolunda cihad etmesi, Allah’ın dinine yapılan saldırılardan dolayı hiç kimsenin, öfkesinin önüne geçmesi de işke kulun, Yüce Allah’ı sevmesinin belirtileri: Kendisinde bu belirtilerin tamamı bulunan kimsenin Allah’a olan sevgisi tam, ahiretteki içeceği saf içki; Allah sevgisine başka sevgileri karıştıranın ahiretteki mutluluğu, sevgisi ölçüsünde, içeceği ise ancak has kulların içkisi ile biraz karıştırılarak alacaktır. Nitekim,

1

Bağavi, Şerhü’s-Sünne ‘de sahih bir senetle rivayet edilmiştir. Halvete çekilmek, ibaret, riyazet, zikir ve murakebe maksadıyla bir hücreye kapanma, herkesten uzak bir yerde yaşamaya başlama. (çev.) 2


148 Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Đyiler kesinkes cennettedir. Onlar orada koltuklar üzerinde etrafa bakarlar. Onların yüzünde nimetin ve mutluluğun sevincini görürsen. Kendilerine mühürlü halis bir içki sunurlur ki onun mührü veya sonu misktir. Đşte yarışmak isteyenler, bunun için yarışsınlar. O şarabın karışımı tesnimdendir. (O şaraba tesnimden karıştırılmıştır.) Allah’a yakın olanların içecekleri bir kaynaktır ve o tesnim.” (Muttafifin, 22-28) Yani, Allah sevgisine başka sevgiyi karıştırmayan, halis bir Allah sevgisine sahip olan ‘mukarrebun’ hiç karışığı olmayan halis şaraftan içerler, Allah sevgisine başka sevgileri karıştıran, mukarrebun derecesinde olmayan diğer ashab-ı yemin ise memzucen (halis şaraftan biraz karıştırılmış olarak) içerler. Zira “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (Zilzal, 7-8) Allah sevgisinin belirtilerinden biri de, kulun, sevgisinde heybet ile tazim1 arasında bir korkuya sahip olmasıdır. Ki zannedildiği gibi, bu sevgiye zıt değildir. Zira, Allah sevgisini taşıyan has kullar için; muhabbet makamında başkaları için olmayan, bazısı bazısından daha tehlikeli olan bir takım engeler bulunmaktadır ki bunların ilki, sevgilinin kendisinden yüz çevirme korkusu, bundan daha tehlikelisi, sevgilisi ile aralarına soğukluk girme korkusu, bundan da daha tehlikelisi ise sevgilinin, kendisini uzaklaştırma korkusudur. Bu belirtilerden biri de Allah’a göstermesi gereken saygı ve koruması gereken sırdan dolayı sevgisini gizlemesi, böyle bir iddiadan kaçınması ve vecdini (ilahi aşkın doğurduğu heyecan ve bundan dolayı kendinden geçme) açığa vurmaktan sakınmasıdır. Çünkü, sevgi, sevgililer arasında korunması gereken sırlardan bir sırdır. Ancak, dehşete düşüp kendinden geçmesi ve böylece elinde olmayarak sevgisinin ortaya çıkması durumunda mazur sayılmaktadır. ÜNS’ÜN MANASI VE ALLAHIN KAZASINA RIZA Muhabbetin eserlerinden bri olan üns, ruhun, sevgilinin (Allah’ın) cemalini düşünmekten aldığı lezzet ve duyduğu mutluluktur. Şüphesiz, kendisine üns halinin galip geldiği kimse, yalnızlık ve halvetten başka bir şeyi arzulamaz. Çünkü Allah ile ünsiyet kuran kimse, başkasından sıkılır ve ruha en ağır gelen şey, yalnızlığına (Allah ile başbaşa kalmasına) mani olan şeylerdir ki bu, aynı zamanda ünsün de belirtisidir.

1

Heybet, korku, saygı ve hayranlık uyandıran ululuk, ta’zim saygılı davranma. (çev.)


149 Allah’ın kazasına rıza göstermeğe gelince bu da muhabbetin eserlerinden Allah dostlarının en yüksek makamlarındandır. Rıza’nın hakikatı, Yüce Allah’ın kendilerine dini bilgi ve anlayış kabiliyeti verdiği kimseler hariç bir çoklarınca bilinmemektedir. Rıza, ancak nefsin arzularına muhalif olan şeylerde tasavvur edilir. Aksi takdirde günahlara da rıza göstermek gerekecektir ki bu, sapıklıktır. Allah’ın kazasına (yaptıklarına) rıza gösteren insan, kendisine bir şey ile karşılaştığında, acıyı hissettiği halde ona razı olur ve hatta tabiatıyla hoşlanmadığı halde, elde edeceği sevabı düşünerek aklıyla onun artmasını arzular. Tıpkı, haccama (kan alana) gidip kan aldıran kimsenin acıyı hissettiği halde sağlığı için buna razı olması, istek duyması ve hatta haccama minnet duyması gibi. Allah’ın kazasına rıza göstermenin üç sebebi vardır: Birincisi: Mü’min bilmektedir ki Yüce Allah’ın tedbiri (bir işin sonunu hesaplaması) kendi tedbirinden daha hayırlıdır. O halde, O’nun yaptığı her şeyde kendisi için bir hayır olduğu için razı olmalıdır. Đkincisi, sevabını umduğu için acıya dolayısıyla Allah’ın kazasına razı olmasıdır. Yukarıda geçtiği üzere, tıpkı kan aldırmakla sağlığına kavuşacağını veya ilaç kullanmakla şifa bulacağını uman kimsenin kan aldırmaya veya ilaç kullanmaya razı olması gibi. Üçüncüsü, acının ardında umduğu herhangi bir faydadan dolayı değil, bilakis sadece sevgili (Allah) öyle istediği iin razı olmaktır. Onun için, nefsinin helakı bile söz konusu ise yanında en zevkli şey, sevgilisini memnun edeceği şeydir. Nitekim, zatlardan biri: “Acısına razı olduğunuz yara size ne yapabilir? Demektedir. MUHASEBE VE MURAKEBE Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kitap ortaya konmuştur: suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. “Vay halimize derler, bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!” Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf, 49) “O gün insanlar amellerini görmeleri (karşılığını almaları) için geri dönüp gelirler. Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (Zilzal, 6-8) Bu ve buna benzer ayetler ahiretteki hesabın şiddetine işaret etmektedir. Basiret sahibi kemseler bilirler ki, kendilerini hesabın şiddetinden ancak sürekli nefis muhasebesini yapmaları ve murakabe (kendilerini denetlemeleri) kurtarır. Çünkü


150 dünyada nefis muhasebesini yapanın kıyamette hesabı hafifleyip mekanı cennet olacak, muhasebeyi ihmal edenin ise üzüntüsü devam edecektir. Bunun sebebi şudur: Çünkü Allah’ın emirlerine uygun hareket etmenin ve takva sahibi olmanın yolu, muhasebedir. Yüce Allah: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes yarına ne hazırladığına baksın.” (Haşr, 18) buyurmaktadır. Basiret sahibi kimseler kurtuluşlarının ancak Allah’a itaat ve takva ile olduğunu bildikleri için, öncelikle kendi nefisleriyle şartlaşarak nefislerine bir takım vazifeler yüklemiş ve onları kurtuluşa götüren yola irşad etmişlerdir. Đkinci olarak, şartlarını yerine getirip getirmediğini, verilen vazifeyi yapıp yapmadığını öğrenmek için nefislerini murakebe

(denetleme, kontrol) ederlerdi. Çünkü, hiçbir zaman nefsin

vefasızlık ve hiyanet yapmayacağından emin olnamaz. Üçüncü olarak da verilen vazifeyi yaptıktan sonra istenilen şekilde yapıp yapmadığını öğrenmek için nefis muhasebesini yaparlardı. Şeddad b. Evs’in rivayetine göre Peygamber (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Akıllı kimse kendini hesaba çekip, ölüm sonrası için amel işleyen kimsedir. Ahmak ise, nefsinin hevasına tabi olduğu halde Allah’ın bağışlanmasını (cennet ve cemalini) uman kimsedir.”1 Hz. Ömer (r.a) de şöyle buyurur: “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz, tartılmadan önce kendi (amellerinizi tartınız ve büyük arza (amellerin ortaya döküleceği büyük güne, kıyamete) hazırlanınız ki “o gün (hesap için) huzura alınırsınız; size ait hiçbir sır gizli kalmaz.” (Hakka, 18) Allah’a ve ahiret gününe iman eden azim sahibi her mü’minin nefsinin muhasebesinden onu, bütün tavır, hareket ve düşüncelerinde sıkıştırmaktan gafil olmaması gerekir. Çünkü hayatın her bir nefsi, paha biçilmez son derece değerli bir cevherdir. Akallı kimsenin, sabahleyin kalkarken nefsini şartlandırıp, ona birtakım vazifeler yüklemesi, sonra gün boyunca onu kontral etmesi ve akşamın bir saatinde de onu bütün yaptıklarından dolayı hesaba çekmesi gerekir. Tıpkı bir tüccarın ortaklarıyla –özellikle kendilerinden hiyanet sezdiği zaman- şartlaşması, bütün tavır ve davranışlarını kontrol etmesi sonra akşamleyin onlarla hesaplaşması gibi. Zira, bir hadiste varid olduğu gibi: “Senin en büyük düşmanın iki yanın arasında bulunan nefsindir.”2

1

Tirmizi, 2461; Ahmed, 4/124; Đbn Mace, 4260 Beyhaki, Zühd’de zayıf bir senedle rivayet etmiştir. Ancak Enes’ten hadisi destekleyen bir rivayet vardır. 2


151

TEFEKKÜR1 Yüce Allah, Kur’an’ı Kerim de tefekkür ve düşünmek (tedebbür)yi emredip, düşünenleri överek şöyle buyurmaktadır: “Onlar... göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler ve: “Rabbimiz, bunu boş yere yaratmadın, sen yücesin, bizi ateşin azabından koru” derler.” (Al-i Đmran, 191), “O, yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve akan ırmaklar yaratan ve orada büyütn meyvelerden iki çift yaratandır. Geceyi de gündüzün üzerine o örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (Ra’d, 3) Abdullah b. Ömer’in rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın nimetleri hakkında düşününüz. Allah’ın zatı hakkında düşünmeyiniz.”2 Ebu’d-Derda: “Bir saat tefekkür etmek, gece boyunca ibadet etmekten daha hayırlıdır” demektedir. Vehb b. Münebbih şöyle der: “kişinin uzun boylu düşünmesi onu anlamaya; anlama ilme, ilim ise amel vardırır.” Bişr el-Hafi de şöyle der: “Şayet insanlar Yüce Allah’ın büyüklüğünü düşünselerdi, asla O’na isyan etmezlerdi.” Firyabi, uzaklaştıracağım.”

“yeryüzünde (A’raf,

haksız

146)

ayetini

yere

böbürlenenenleri,

“kalplerini

emirlerini

ayetlerimden düşünmekten

alıkoycağım” şeklinde yorumlamaktadır. Yukarıda geçtiği üzere Peygamber (s.a.v) Yüce Allah’ın zatını düşünmekten menetmiştir. “Allah’ın nimetleri hakkında düşününüz. Allah’ın zatı hakkında düşünmeyiniz.” Zira, O’nun zatını düşünmek, akılları hayrete düşürür. O akılların ve kalplerin kendisini tefekkür veya tevehhüm (hayal) ile tasvir etmekten daha yücedir. “Çünkü O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.” (Şura, 11) ÖLÜMÜ HATIRLAMANIN FAZĐLETĐ Ebu Hureyre’nin rivayetine Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Lezzetleri tarumar eden ölümü çok anın” (Tirmizi

1

Tefekkür: Kainatı, kainatın içindeki şeylerin yaratılışı üzerinde akıl yorup, bir fikir edinerek hakikata varma. Bir de her şeyin akibetini düşünme vardır. Ona da “tedebbür” denir. Dilimizde her ikisi de düşünme olarak tercüme edilmektedir. (çev.) 2 Taberani, el-Evsat, Beyhaki, Şuab, Đbn Ebi’d-Dünya, et-Tefkir.


152 Şüphesiz ölüm, büyük ve korkunç bir olaydır. Hal böyle iken insanların ölümden gafil olmalarının sebebi onu az düşünüp, az anmalarıdır. Ananlar ise ancak gafil bir lapfle anmaktadırlar. Bu ise, onlarda bir etki yapmamaktadır. Ölüm düşüncesinin etkili olmasının yolu, kulun, kalbinden ölümden başka her şeyi atıp sadece ölümü düşünmesidir. Tıpkı tehlikeli bir çölde veya denizde yolculuk yapmak isteyen kimsenin bu yolculuğundan başka bir şey düşünmediği gibi. Bunun için de en faydalı yol, ölen akranlarını, onların ölümlerini, toprağın altındaki yatışlarını, kabri, kabir nimetini ve azabını düşünmektir. Çünkü bir hadiste varid olduğu gibi “Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur.2 (Tirmizi) Đbn-i Mes’ud (r.a) der ki: “Bahtiyar kimse, başkasından ibret alandır.” Ebu’dDerda (r.a) da “Ölülerden bahsedilince sen dendini sanki onlardan biriymişsin gibi say” demektedir. Ayrıca, sık sık kabir ziyaretine gitmeli ve nefsi, dünyalık herhangi bir şeye meylettiğinde derhal, dünyadan ayrılacağını düşünerek istek ve arzularına sınır koymalıdır. Abdullah b. Ömer (r.anhüma) der ki: Rasulullah (s.a.v) elini omuzuma atarak: “Dünyada bir yabancı veya bir yolcu gibi ol” buyurdu. Öbn Ömer de şöle derdi: “Akşamlandığın

zaman

sabahı,

sabahladığın

zaman

da

akşamı

bekleme.

Hastalanmadansağlığını, ölmeden önce de hayatını ganimet bil.” (Buhari)

PEYGAMBER (S.A.V) SEVGĐSĐ, ĐYĐ DOSTLAR EDĐNMEK VE KUL HAKKINDAN SAKINMAK Buraya kadar zikredilen hal ve makamlardan aciz kalırsan Rasulullah (s.a.v) ı sevenolmalı, sünnetine aşırı saygı duymalısın. Umulur ki bu sayede ahirette sana şefaat eder. Çünkü o, şefaatta bütün Peygamberlerden öndedir. Allah’tan ümmetinden büyük günah sahiplerini affetmesini ister ve onları kurtuluşa erdirir. Ayrıca salih kimselerden de çok dost edinmelisin. Çünkü Allah katında makam sahibi olan her mü’min de şefaat edecektir. Ancak ümit adına buna aldanıp, ibadette gevşeklik göstermemelisin. Zira, bir şeyi ümit eden gereğini yaparak ona talip olur. Kul haklarından da sakınmalısın. Çünkü, üzerinde kul hakkı bulunup da sahibine iade etmeden ölen kimseyi, alacaklıları haklarını almak için kıyamet gününde çepeçevre kuşatırlar. Biri, bana zulmetti der. Biri benimle alay etti, eder. Biri, bana kötü komşuluk


153 yaptı der, biri de beni aldattı, der. Đşte o zaman sen onlardan kurtulamıyacaksın. Kurtulacağını zannettiğinde ise, sana: “Bugün haksızlık yok” denilecektir. Ebu Said el-Hudri (r.a)’nin rivayetine göre peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Mü’minler kıyamet gününde cehennemden kurtulduktan sonra, dünyada aralarında bulunan bir köprüde bekletilirler. Nihayet, tamamen ödeştikten sonra cennete girmelerine izin verilir.” (Buhari) Ebu Hüreyre (r.a)nin rivayetine göre Peygamber (s.a.v) “Müflis kimdir, bilir misiniz?” diye sordu. Sahabiler: “bizim yanımızda müflis, parası mal ve serveti olmayan kimsedir” dediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v): “Ümmetimdin müflis olan, kıyamet gününe namaz, oruç ve zekatla gelir. Bununla beraber, buna sövmüş, şuna namus iftirası atmış, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş, şunu dövmüş olarak gelir. Buna iyiliklerinden verilir, berikine iyiliklerinden verilir. Hak sahipleriyle ödeşmeden iyilikleri tükenince kendisine hak sahiplerinin günahları yüklenir. Sonra da cehenneme atılır” buyurdu. (Müslim) Ebu Hüreyre (r.a)’nin rivayet ettiği başka bir hadiste is, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurur. “Elbette, kıyamet gününde sizler herkesin hakkını sahibine ödeyeceksiniz. Hatta boynuzsuz koyun bile boynuzlu koyundan hakkını alacaktır.” (Müslim) Sahih kitaplarda rivayet edilen bu hadisler doğrultusunda kul hakkına rivayet ettikten sonra Allah’ın yardımıyla iyiliklerinin riya, gıybet vesaireden uzak olmasına, nefsine karşı uyanık olmaya, vakitlerini fani şeylerle zayi etmemeye bakmalısın. Çünkü miskin (zavallı) kimse, geçici lezzetleri tercih edip ebedi ve şiddetli azabı satın alandır. Yüce Allah’tan kurtuluş, yardım ve kendi yolunda başarıya uluştırmasını dileriz. YÜCE ALLAH’IN GENĐŞ RAHMETĐ Kitabımızı, fazlını umarak Yüce Allah’ın geniş rahmetini zikrederek bitirmek itiyoruz. Zira, O’nun rahmet ve kereminden başka affımıza vesile olacağını umduğumuz bir amelimiz bulunmamaktadır. Yüce Allah: “Rasülüm! Benden onlara de ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki o, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer, 53) buyurmaktadır. Ebu Hureyre (r.a)dan rivayetle Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır “Yüce Allah mahlukatı yarattıktan sonra, arşın üstünde, yanında bulunan bir kitapta: Şüphesiz benim rahmetim gazabımı yanında bulunan bir kitapta: Şüphesiz benim rahmetim gazabıma galip geldi diye yazdı.” (Buhari, Müslim)


154 Yine Ebu Hureyre (r.a)’dan rivayetle Peygamber (s.a.v) Allah’ın yüz rahmeti vardır. Onlardan bir tanesini insanların, cinlerin, haşerelerin ve hayvanların arasına indirmiştir. Ki bunlar o rahmet ile birbirlerine şefkat gösterip, merhamet ediyor, vahşi hayvanlar da bununla yavrularını esirgelip şefkat ediyorlar. Rahmetin doksan dokuzunu ise, (kendi yanında bırakmıştır. Ki kıyamet gününde kullarına merhamet eder” buyurmaktadır. (Müslim) Đbn Abbas (r.anhüma)dan rivayetle Rasulullah (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Şüphesiz sizin Yüce Rabbiniz sonsuz rahmet sahibidir. Herkim bir iyiliğe karar verip yapmazsa ona bir iyilik yazılır. Şayet yaparsa, kendisine on iyilikden yedüyüz misline kadar hasenat yazılır. Her kim de bir kötülüğe (günaha) karar verip yapmazsa ona biriyilik (sevabı) yazılır. Şayet yaparsa kendisine bir tek günah yazılır veya Allah affeder. Ve, Allah ancak geniş rahmetine rağmen helakı hidayete tercih edenleri helak eder.” (Buhari, Müslim) Ebu Zer (r.a)’ın rivayetine göre Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurur: “Yüce Allah: Her kim bir iyilik işlerse ona o iyiliğin on misli, hatta daha fazlası sevap vardır. Kim de bir kötülük işlerse işlediğinin misliyle cezalandırılır veya onu affederim. Bana bir karış yaklaşana ben bir arşın yaklaşırım.Bana bir karış yaklaşana ben bir arşın yaklaşırım. Bana bir arşın yaklaşana ben bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene ben koşarak gelirim, buyurmaktadır. (Müslim, Ahmed) Ebu Hüreyre (r.a)nin rivayetine göre Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Bir kişi bir günah işledi ve Ey Rabbim günah işledim, beni affeyle, dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: Kulum, günahları bağışlayan ve cezalandıran bir Rabbinin olduğunu bildi. Ben de kulumu bağışladım, dedi. Sonra adam Allah’ın dilediği kadar durduktan sonra başka bir günah işledi ve: “Ey rabbim! Günah işledim, beni bağışla, dedi. Yüce Allah da: Kulum, günahları bağışlayan ve cezalandıran bir Rabbinin olduğunu bildi, ben de kulumu bağışladım, buyurdu. Sonra adam Allah’ın dilediği kadar durduktan sonra başka bir günah işledi ve: Ey Rabbim! Günah işledim, beni bağışla, dedi. Yüce Allah da: Kulum günahları bağışlayan bir Rabbinin olduğunu bildi, Şahid olunuz ki ben kulumu bağışladım ve artık dilediğini yapsın, buyurdu.” 1 Sahih-i Buhari ve Müslim’in Hz. Ömer (r.a)dan rivayet ettiklerine göre: Rasulullah (s.a.v)’a bir miktar esir getirildi. O esirlerden bir kadın esirlerin içinde bir çocuk gördüğünde hemen ona koşar, bağrına basar ve emzirirdi. Bunu gören Rasulullah 1

Buhari, Müslim.


155 (s.a.v): “Bu kadıının hiç çocuğunu ateşe atacağını düşünür müsünüz?” buyurdu. Biz : “Hayır, vallahi! dedik. Rasulullah (s.a.v): “Allah’ın, kullarına merhameti bu kadının çocuğuna olan merhametinden daha çoktur” buyurdu. Buhari ve Müslim’in Ebu Zer (r.a)den rivayetlerine göre Peygamber (s.a.v): “La ilahe illallah” deyip bunun üzerine ölen her kul cennete girecektir” buyurdu. Ben: “zina işleyip, hırsızlık yapsa da mı?” dedim. Bunun üzerine (üç kez): “Zina işleyip, hırsızlık yapmışsa bile” buyurduktan sonra dördüncü de: “Ebu Zer’in rağmına, onun hoşuna gitmese bile öyledir” buyurdu. Ümit bahsinde zikrettiğimiz hadislerle birlikte bu ve benzeri hadisler de bizlere Yüce Allah’ın lütfunu, rahmet ve cömertlik onun genişliğini müjdelemektedir. Biz de yüce Allah’tan müstahak olduğumuz ile değil, fazlıyla bize muamele etmesini, davranışlarımızla çelişen sözlerimizden, kendimizi insanlara süslü göstermek için yaptıklarımızdan dolayı bağışlamasını diler; ilim, amel ve niyetlerimize karışan riyadan dolayı da O’nun lütuf ve keremine sınınırız. Şüphesiz o, yakın olandır, duaları kabul edendir. Alemlerin Rabbi olan Allah’a Rabbimizin isteyip, razı olduğu, O’nun şanına yaraşır, tertemiz duygularla eksilmeyip artan sayısız hamdu senalar olsun! Efendimiz Hz. Muhammed, O’nun al ve ashabına da Allah’ın sonsuz salat ve selamı olsun.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.