Festival on Wheels catalog

Page 1

2-8 Aral覺k December Ankara 9-12 Aral覺k December Sinop 14-18 Aral覺k December 襤zmir


17. gezici festival 2011 17th festival on wheels 2-8 aral覺k december ankara 9-12 aral覺k december sinop 14-18 aral覺k december izmir


GOVERNORSHIP OF SINOP

MUNICIPALITY OF SINOP

MUNICIPALITY OF KONAK

IZMIR CINEMA AND AUDIOVISUAL ARTS ASSOCIATION


iletişim sponsorları media sponsors ankara

ife TM

BU DERGİNİN İÇİNDE HAYAT VAR

elçilikler, kültür merkezleri embassies, cultural centers

Finlandiya Büyükelçiği

SRE S E C R E TA R Í A DE RELACIONES EXTERIORES

SRE

S E C R E TA R Í A DE RELACIONES EXTERIORES

EMBAJADA DE MÉXICO EN TURQUÍA

İsviçre Büyükelçiliği

SRE EMBAJADA DE MÉXICO EN TURQUÍA

Norveç Büyükelçiliği


teşekkürler thanks 17. Gezici Festival’e katkıda bulunan bakanlık, kurum ve kuruluşlara teşekkür ederiz. We would like to thank the following ministries, institutions and companies for their contribution to the 17th Festival on Wheels. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hak. ve Sinema Gn. Müd. Sinop Valiliği Sinop Belediyesi Konak Belediyesi Sinop Kültür ve Turizm Derneği İzmir Sinema ve Görsel Sanatlar Derneği A.B.D. Büyükelçiliği (Thomas Leary, Thomas Pierce, Gözde Doğan, Nurdan Akbulut) Belçika Büyükelçiliği (Fethiye Has) Danimarka Krallığı Büyükelçiliği (Gülay Çoban) Finlandiya Büyükelçiliği (Mervi Nousiainen) Fransa Cumhuriyeti Büyükelçiliği Hollanda Kraliyeti Büyükelçiliği (Ertan Keskinsoy, Filiz Güneş) İsveç Kraliyeti Büyükelçiliği (Lars Hakan Akesson, Anna Hammarlund Blixt, Cemal Akyüz, Burcu Tazebay) İsviçre Büyükelçiliği (Urs Wueest, Esra Babacan, Arzu Öztaş Özmen) Meksika Büyükelçiliği (H.E. Jaime Garcia Amaral, Héctor Rodríguez) Norveç Büyükelçiliği (Eirik N. Mathisen) Polonya Büyükelçiliği (Patricia Özcan) Ankara Fransız Kültür Merkezi (Anne-Elisabeth Gautier-Budai, Özlem Gül) Avusturya Kültür Ofisi (Doris Danler, Meral Polat, Olgu Çoban, Mari Arapyan) Goethe Institut-Ankara (Thomas Lier, Emel Öztürk) Romanya Kültür Ofisi (Silvana Rachieru) 24 TV (Nagihan Ferah) Agos Gazetesi (Lora Baytar) Ajans Press (Serkan Keskin, Elif Türk) Altın Koza Film Festivali (Candan Yaygın, Kadir Beycioğlu, Ayşegül Öztürk, Bilge Oğuz) Altyazı Dergisi (Fırat Yücel, Senem Aytaç, Berke Göl) Ankara Kültür Sanat Haritası (Aslı Kaptan, Levent Kaptan) Ankara Life (Sevil Yücel) Arka Pencere (Emel Demirtaş Göral) Ase (Atalay Demirbaş, Hayriye Bay) Atabulo (Carolina Popolani) Austrian Film Commission (Anne Laurent) Bağlam Yayıncılık (İffet Baytaş) Beyazperde.com (Melis Zararsız, Tuğba Gül, Yalçın Parmaksız) Bianet.org (Korcan Uğur)

Bimüziklazım (Ahmet Kenan Bilgiç) Bir+Bir (Özay Selmo, Merve Erol) Birgün Gazetesi (Eylem Deniz Durgun) British Film Institute (Andrew Youdell) Danish Film Institute (Signe Egemose Agger) Datakal (Pavel Kalenda) Demir Tasarım (Yeşim Demir, Didem Uraler) Denk Ajans (İrfan Demirkol, İnci Demirkol) Dellers Film (Kilian Dellers) Disney (April Mcilroy) Doc & Film International (Hwa-Seon Choi) Eflatun Film (Funda Alp, Onur Ünlü) Eksisinema.com (Kaan Karsan) Evrensel Gazetesi (Ahmet Sami Belek) EYE Film Institute Netherlands (Marta Jurkiewicz) Express (Özay Selmo, Merve Erol) Filmhafizasi.com (Öncü Gülmez) Filmlerim.com (Soysal Demir, Nilay Dirim) Films Distribution (Sanam Madjedi) Final Touch (Stefan Prehn) Finecut Co., Ltd. (Yura Kwon, Namyoung Kim) Finnish Film Foundation (Marja Pallassalo, Otto Suuronen) Flaş Turizm (Şule Doğan, Gaye Hızarcı) Fono Film (Cemal Okan) Folimage (Jeremy Mourlam) Frakas Productions (Cassandre Warnauts) Gaïjin (Valérie Massadian) Galata Film (Muharrem Gülmez) Greek Film Center (Paola Starakis) Gölge e-dergi (Hasan Nadir Derin) Grizine.com (Papatya Tıraşın, Saliha Yavuz) Hollywood Classics (Geraldine Higgins) İzmir Life (Gülşah İnallez) Kamil Koç Yolculuk (Şebnem Türkoğlu) Kavaklıdere Şarapları (Murat Başman) Kimuak (Txema Muñoz) Kuru Kahveci Mehmet Efendi (Uğur Erkan Aydın, Birol Gün) Laterna (Burak Bekdil) Les Films du Fleuve (Tania Antonioli) Max-Replica (Tamer Adanalı) Merit Gümrük (Aslıhan Çelebi, Burak Bedir, Uğur Aktaş) Mexican Film Institute (Iván Gutiérrez Araico) Minerva Pictures (Lucia M. Merone) Ministry of Animation (Joke Van der Steen, Valère Lommel) Modern Zamanlar (Tuncer Çetinkaya)

Naked eye filmproduction (Sabine Lamby) Nar Film (Özcan Alper, Soner Alper) Norwegian Film Institute (Toril Simonsen, Arna Marie Bersaas) Notte Boutique Hotel (A. Sinem Sungur) Ofset Yapımevi (Tamol Küçükerol) Opus Film (Lukasz Dzieciol) Park Circus Limited (Nick Varley, Jack Bell, Mark Truesdale) Pelin Ofset (Sabri Çavuşoğlu, Basri Çavuşoğlu, Ahmet Akdoğan) Phanta Vision Film International (Maaike Benschop) Picofims (Francesca Dolzani) Radikal Gazetesi (Cem Erciyes, Berna Hamak, Serpil Seçen) Radyo ODTÜ (Levent Alptekin) Sadibey.com (Sadi Çilingir) Sinefesto.com (Gizem Uyanık) Sinema (Senem Erdine İşmen, Engin Ertan, Nihan Oral) Sinemazon.ekolay.com (Atilla Candemir) Sixpackfilm (Gerald Weber) Skytürk (Selin Sirer Eron) Star Gazetesi (Nagihan Ferah) Ströer-Kentvizyon (Tuğba Ünal, Kadir Naldöken) Su’dem (Fatin Kanat) Swedish Film Institute (Andreas Fock, Jon Wengström) Unifrance (Christine Gendre, Ainhoa Jauregui) Urban Distribution (Arnaud Bélangeon-Bouaziz) Wallonie-Bruxelles International (Emmanuelle Lambert) Yeni Bir Film (Ersan Çongar, Kemal Ural, Tunç Şahin) Yeni Film (Seray Genç) Yol Sinema (Aslı Erdem, Koray Çalışkan)


teşekkürler thanks 17. Gezici Festival’e yardımcı olan kişilere teşekkür ederiz. We would like to thank the people who have supported the 17th Festival on Wheels. Abdurrahman Çelik Adnan Ekinci Ahmet Cengiz Ahmet Haşim Köse Alin Taşçıyan Alissa Simon Andreas Fock Andreas Treske Ataman Yılmaz Aydın Karataş Bahar Çuhadar Baki Ergül Behiç Ak Binnur Feyizli Cem Altınsaray Cemalettin Kaya Cengizhan Ersoy Cenker Ekemen Ceylan Özçelik Çiğdem Vitrinel Dan Fainaru Dilek Tunalı Doğan Hızlan Doğan Ülgen Duygu Yiğit Ebru Uysal Edna Fainaru Emad Maher Erkan Aktuğ Ersan Ocak Ertuğrul Günay Ertuğrul Kürkçü Esin Küçüktepepınar Fahri Bostan Fatih Özgüven Félix Dufour-Laperrière Fırat Yücel Fulya Erdoğan Georges Schwizgebel Gülten Irgın Hakan Tartan Hala Omran Hassouna Mansouri Hayrettin Bozkurt Hülya Süngü

Hüseyin Ülger İbrahim Hamdan İhsan Yılmaz İsmail Güneş Ivars Pundurs Jay Weissberg Jenny van den Broeke Jukka-Pekka Laakso Kemal Fahir Genç Koray Çalışkan Korkut Boratav Kurtuluş Özyazıcı Luciano Rispoli M. Cem Erkul Maria Drandaki Marion Hänsel Meltem Cindarik Meltem Uzun Menend Kurtiz Metehan Ud Mieke Bal Mieke Driessen Mona Iraqi Murat Akal Musa Yıldırım Muzaffer Özdemir Namık Kuyumcu Necati Sönmez Necla Algan Nesim Ben Joya Niek Castricum Nil Kural Nuh Aktan Okan Cem Çırakoğlu Okan Yüce Onur Ünlü Oytun Süngü Özcan Alper Özcan Yağcı Özge Calafato Pınar Özdemir Pınar Yıldız Ridha Tlili Sadi Çilingir Safaa Haggag

Sare Doğan Selim Türkbaş Semra İrken Serhat Dalgıç Sevin Okyay Sırrı Süreyya Önder Sinan Yusufoğlu Suat Eroğlu Sümeray Yıldız Şebnem Vitrinel Şenay Aydemir Şükran Yücel Thom Palmen Tunca Arıcan Türkmen İşçan Ülkü Oktay Yeşim Demir Yusuf Güven Yüksel Aksu Zeki Demirkubuz


festival yönetimi festival board

festival yönetmeni director Başak Emre 
 genel sekreter general secretary Dr. Ahmet Boyacıoğlu 
 koordinatör coordinator Pınar Evrenosoğlu 

 program programme Başak Emre, Dr. Ahmet Boyacıoğlu, Pınar Evrenosoğlu 
 danışmanlar advisors Tuncel Kurtiz, Ahmet Gürata, Z. Tül Akbal Süalp gezici kitaplık koordinatörü editor Aslı Güneş mieke bal bölümü koordinatörleri coordinators of mieke bal section Ahmet Gürata, Ersan Ocak medya koordinatörü media coordinator Deniz Vidinli sosyal medya yönetimi social media management medya GaGa, Emrah Güler, Özge Gönenç basılı malzemeler tasarım printed materials graphic design Halit Serkan Toros
 katalog çevirileri catalogue translation Demet Evrenosoğlu, Lucy Wood, Ediz Evrenosoğlu
 konuk ağırlama hospitality Pelin Aytemiz, Elif Boyacıoğlu, Sera Sade 
 teknik koordinasyon technical coordinator eceworx çeviri koordinatörü subtitling coordinator Ebru Kardeşler altyazı ekibi subtitling team Aytuğ Yıldırım, Serdar Aygün çevirmenler translators Arzu Taşçıoğlu, Adile Sevinç İpekçi, Murat Kara, Burcu Şahinli, Murat Önol, Aytuğ Yıldırım, İrem Gülmez, Gürol Koca, Beril Sönmez, Deniz Vural gösterim koordinatörü film screenings coordinator Gürkan Büyükturan salon koordinatörleri theater coordinators Burak Kesimoğlu, Taylan Yılmaz 
 gönüllüler volunteers Metehan Selçuk, Recep Yıldız, Selin Yağcı, Melis Muz makinist projectionist Şefik Şahiner 
 festival afişi festival poster Behiç Ak 
 afiş grafik tasarım poster graphic design Yeşim Demir / Demir Tasarım festival tanıtım filmi promotion film Punctum Creative Productions
 yapım production Selda Taşkın, İ. Olgu Demir yönetmen direction Selda Taşkın, Ferdi Alıcı canlandırmalar ve tasarım animations & design Ferdi Alıcı, Emre Önol fragmanlar ve klip festival trailers and festival clip Punctum Creative Productions kurgu editing Selda Taşkın müzik music http://bimuziklazim.com/, Cüneyt Çağlayan ses tasarımı sound design Alican Okan

Abay Kunanbay Cad. 20/11 06700 Kavaklıdere Ankara Türkiye Tel:+90 312 466 34 84 / 466 47 28 Fax:+90 312 466 43 31 info@festivalonwheels.org www.festivalonwheels.org Bu festival 5224 sayılı yasa gereğince, Sanatsal Etkinlikler Komisyonu’ndan alınan izinle düzenlenmiştir.


içindekiler contents

dünya sineması world cinema

9

türkiye 2011 turkey 2011

21

zeki demirkubuz: kıskandığım amerikan filmleri zeki demirkubuz: american films i envy

29

dardenne kardeşler dardenne brothers

41

bahar isyancıdır spring is revolutionary

49

tuncel kurtiz’in göçmenleri tuncel kurtiz’s emigrés

57

sınıf - yakın plan class - close up

59

kültürün suskunlaştırdığı: mieke bal what culture silences: mieke bal

65

kısa iyidir short is good

71

kısaca finlandiya finland in short

81

kuzeyin kovboyları: aki kaurismäki cowboys of the north: aki kaurismäki

87

çocuk filmleri films for children

93



d羹nya sinemas覺 world cinema


akasyalar las acacias

arjantin, ispanya argentina, spain 2011, 35mm, 85’, renkli colour yönetmen director Pablo Giorgelli senaryo script Pablo Giorgelli, Salvador Roselli görüntü cinematography Diego Poleri kurgu editing María Astrauskas oyuncular cast Germán de Silva, Hebe Duarte, Nayra Calle Mamani yapım production Airecine, Utópica Cine, Proyecto Experience dağıtım distribution Urban Distribution International, Arnaud Bélangeon-Bouaziz, 14 rue du 18 Aout, 93100 Montreuil sous Bois France T +33 1 4870 4655 anne@urbandistrib.com ödüller awards Altın Kamera, ACID Ödülü, Genç Eleştirmenler Ödülü Camera d’Or, ACID Award, Young Critics Award Cannes • Latin Ufukları Ödülü Horizontes Latinos Award San Sebastian • Büyük Ödül, Fipresci Ödülü Grand Prize, Fipresci Prize Bratislava • Gümüş Ayna Silver Mirror Oslo • En İyi Film Best Film Molodist

Göçmen Jacinta ve bebeği Anahi’yi Paraguay sınırı üzerinden Buenos Aires’e götüren kamyon şoförü Ruben’in etrafında dönen sakin bir yol filmi. Jacinta ekonomik durgunluk döneminde Arjantin’de iş bulmayı umut etmektedir. Yolculuğun sona ermesini dört gözle bekleyen Ruben, beraberce geçirdikleri zaman ve sohbetlerin sonunda, yol arkadaşlarından ayrılmak istemediğini fark eder. Kamyon uğultusunu ve uzun bir yolculukta algıları ele geçiren miskin ruh halini ustalıkla kullanan yönetmen, seyirciyi de bu üç kişiyle birlikte bir yolculuğa çıkarıyor.

Pablo Giorgelli (Buenos Aires, 1967) 1991-1994 yıllarında Buenos Aires’te yönetmenlik eğitimi gördü. Tanınmış isimlerden oyunculuk, kurgu ve senaryo dersleri aldı. Birçok belgesel ve kısa filmde yönetmen ve senaryo yazarı olarak çalıştı. Akasyalar ilk uzun metrajlı filmidir.

A quiet road trip movie revolving around a truck driver named Ruben who is driving immigrant Jacinta and her baby Anahi, over the border from Paraguay to Buenos Aires. Jacinta is looking for work in times of recession and Ruben is looking to get to the end of this journey, but after some conversation and shared moments Ruben doesn’t want to leave his travelling companions. The director places you as a passenger joining the three along their way, with the whirring sound of the truck and the sleepy mood that comes with a long journey taking over the senses.

Anahi, sevimli yüzü ve çıkardığı sesler ile seyircileri gülümsetirken Ruben’in kalbini kazanmayı ve ruhuna dokunmayı başarıyor. Duygu ve düşünceleri hiçbir manipülasyona başvurmadan samimi biçimde aktarmayı başaran bu film, bir kamyon dolusu can sıkıntısı ile başlıyor. Ancak izlemeye devam edenler için dokunaklı, unutulmaz anlar içeren ve tüm duyguları harekete geçiren bir yolculuğa dönüşüyor.

Pablo Giorgelli (Buenos Aires, 1967) studied Film Direction in Buenos Aires between 1991 and 1994. He also studied acting, editing and scriptwriting with prestigious professionals. He worked in several documentaries and short films as a director and scriptwriter. Las Acacias is his debut feature.

Anahi provides some of the sweetest moments in the film guaranteed to bring a smile to your face, with her gurgling and facial reactions she wins over Ruben and sparks something in his soul. The heart and ideas at the centre of this film are all genuine and the director delivers without manipulation. It begins as a truckload of boring but it is worth sticking with as it delivers a satisfying conclusion and turns into a touching, sweet slow burner with some uplifting moments. It will leave you with a warm fuzzy feeling by the end of it. 10


nefes atmen breathing

Genç adam, henüz bir bebekken kendisini yetimhaneye bırakan annesiyle 19 yıl sonra ilk kez yan yana gelir. Bu ilk karşılaşmada, sigara içmekten söz ederler. Anne eskiden çok sigara içtiğini, ancak hamileliği süresince sigarayı bıraktığını söyler. Aldığı yanıt, sıkıntıdan patlayan bir ifade ile “Aferin sana” olur. Avusturyalı yönetmen Karl Markovics’in, buna benzer sahnelerle aynı anda hem güldürüp hem ağlatmayı başaran bu sıra dışı filmi, Viyana’nın ruh halini mükemmel biçimde yansıtıyor. Film, şehre methiye düzmekten uzak bir tonla, izleyiciyi ülkenin meşhur kara mizahıyla tanıştırıyor. Bu şehrin sokaklarında her an rastlayabileceğiniz karakterler bugüne dek Avusturya sinemasında bile az görülen bir özgünlükle ele alınıp, ustalıkla perdeye aktarılıyor.

avusturya austria 2011, 35mm, 93’, renkli colour yönetmen director Karl Markovics senaryo script Karl Markovics görüntü cinematography Martin Gschlacht kurgu editing Alarich Lenz müzik music Herbert Tucmandl oyuncular cast Thomas Schubert, Karin Lischka, Gerhard Liebmann, Georg Friedrich yapım production EPO Filmproduktion, Dieter Pochlatko, Nikolaus Wisiak dağıtım distribution Films Distribution, Sanam Madjedi, 34, rue du Louvre 75001 Paris France T +33 1 5310 3399 sanam@filmsdistribution.com www.filmsdistribution.com önemli ödülleri selected awards Europa Cinemas: En İyi Avrupa Filmi Label Europa Cinemas: Best European Film Cannes • En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu, CICAE Ödülü Saraybosna Best Film, Best Actor, CICAE Award Sarajevo • Büyük Ödül Grand Prize Molodist

Ancak Nefes sadece Avusturya seyircisine yönelik bir film değil. Kendi oyunculuk performansıyla adından sık sık söz ettiren Karl Markovics, muhteşem görüntülerle bezeli bu ilk filminde, güçlü, duygusal bir hikâyeyi, genç, amatör bir aktörün etkileyici doğal oyunculuğu ile bir araya getiriyor. Markovics, hem Avusturya sinemasının son yıllardaki en iyi yapıtları, hem de Cannes Film Festivali’nin en dikkat çeken filmleri ile boy ölçüşen bir yapıta imza atıyor. A young guy is sitting next to his mother, able to talk to her for the first time in around nineteen years, because she gave him away to an orphanage when he was still a baby. The topic of their discussion is smoking cigarettes. The mother mentions that she used to smoke a lot, but didn’t smoke when she was pregnant with him. “Good Girl” and a bored expression is what she gets for an answer.

Karl Markovics (Viyana, 1963) çok sayıda tiyatro oyunu ve müzikalde rol aldı. Stefan Ruzowitzky’nin 2007 yapımı, En İyi Yabancı Film Oscar’ını kazanan filmi Kalpazanlar’da Salomon Sorowitsch’i canlandırdı ve daha sonra Unknown Identity’de rol aldı. Hem yazıp hem yönettiği ilk filmi Nefes, 84. Oscar ödüllerinde En İyi Yabancı Film dalında Avusturya’nın adayı.

Scenes like this, which could make one cry and laugh at the same time, make Breathing by Austrian director Karl Markovics an extraordinary movie, that represents the mood of Vienna perfectly. Without trying to show the city in a glorified way, the film gives the audience a sense of the country’s famous black humour. Characters that pass you by in this city every day are captured in a way that even Austrian cinema has seldom portrayed so authentically.

Karl Markovics (Vienna, 1963) is a respected stage actor, appearing in many theatre plays and musicals. He starred as Salomon Sorowitsch in Stefan Ruzowitzky’s 2007 film The Counterfeiters, which won the Academy Award for Best Foreign Language Film and more recently in the film Unknown Identity. Breathing, his debut feature, is the Austrian nominee for the Foreign Language Film at the 84th Academy Awards.

Yet Breathing isn’t a picture for an Austrian audience only. Featuring a strong, emotional story with a central performance from an impressively naturalistic young amateur actor, Karl Markovics, usually known for his own acting work, manages to put his beautifully-shot debut movie on a level with the best Austrian movies of recent years - and with this year’s highlights of the Cannes Film Festival. Lukas Traber 11


melankoli melancholia

Kışkırtıcı Danimarkalı yönetmen Lars Von Trier’in dünyanın sonunu iki bölümde aktardığı filmin ilk bölümünde, bir reklam ajansında yönetici olarak çalışan ve iş arkadaşı Michael ile evlenen Justine konu edilir. Aşırı gösterişli, müsrifçe döşenmiş evlerinde düğüne ev sahipliği yapan ve tüm masrafları üstlenen kız kardeş Claire ile zengin kocası John, Michael ve Justine’in kutlama törenine saatlerce geç kalması üzerine çileden çıkarlar. Kız kardeşlerin zavallı babası, sağı solu belli olmayan eski hippi annesi, Justine’in arsız ve bencil patronu ve sinirli düğün organizatörü davetliler arasındadır. Sürekli bir depresyonun eşiğinde olan Justine, yoğun itirazlar karşısında ruhen dibe vurur. Justine nedeniyle çekilmez bir hal alan partide, giderek yaklaşan, tuhaf, parlak gökyüzü cismini tek fark eden yine Justine’dir. Filmin ikinci bölümünde, hayatının büyük bölümünü ablasına bakarak geçirmiş olan aklı başında Claire’i, bu kez onun evlilik sonrası depresyonuyla uğraşırken görürüz. Bu esnada, Justine’in daha önce fark ettiği gezegen, serseri bir mayın gibi giderek Dünya’ya yaklaşmaktadır [...]

danimarka, isveç, fransa, almanya denmark, sweden, france, germany 2011 35mm, 130’, renkli colour yönetmen director Lars von Trier senaryo script Lars von Trier görüntü cinematography Manuel Alberto Claro DFF kurgu editing Molly Malene Stensgaard oyuncular cast Kirsten Dunst, Charlotte Gainsbourg, Alexander Skarsgård, Brady Corbet, Cameron Spurr, Charlotte Rampling, Jesper Christensen, John Hurt, Udo Kier yapım production Zentropa Entertainments27 Aps, Memfis Film International Ab, Slot Machine Sarl, Liberator Productions Sarl, Arte France Cinéma, Zentropa International Köln Gmbh dağıtım distribution Bir Film, Sıraselviler Cad. Liva Sok. Vakıfpalas Apt. 3/3 Beyoğlu 34433 Istanbul T +90 212 251 8204 tunc.sahin@birfilm.com ödül award En İyi Kadın Oyuncu Best Actress Cannes

Özellikle Dunst ve Gainsbourg’un muhteşem bir performans sergilediği, göz kamaştırıcı görüntülerle bezeli Melankoli, Tarkovsky’nin güçlü atmosferi ve Matthew Barney’nin görkemli sürrealizmi ile erken dönem Duras’yı bir araya getirse de, bir von Trier filmi olduğunu ilk andan itibaren ele veriyor. Melankoli, yönetmenin Dalgaları Aşmak’tan bu yana duyguları en dolaysız biçimde aktardığı filmi olarak nitelendirilebilir. Danish provocateur Lars von Trier presents the end of the world – in two parts. The first section focuses on Justine, an ad executive who’s just married her colleague Michael. They show up hours late for the reception, infuriating Justine’s sister Claire and her rich husband John, who are paying for the event and hosting it on their obscenely lavish estate. The attendees include: the sisters’ ludicrously wasted father and foul-tempered ex-hippie mother, Justine’s vilely self-centred boss and one very aggravated wedding planner. Prone to intense, crippling bouts of depression, Justine falls off the deep end the minute she arrives to a chorus of disapproval. As the party deteriorates along with her, she’s the only one to notice a strange star looming closer in the sky.

Lars von Trier (Kopenhag, 1956) Kopenhag Üniversitesi’nde sinema, Danimarka Sinema Okulu’nda yönetmenlik eğitimi gördü.1984 yılında ilk uzun metrajlı filmi Suç Unsuru’nu gerçekleştirdi. 1992 yılında Zentropa film şirketinin kurucuları arasında yer aldı. Thomas Vinterberg ile birlikte, daha doğal filmlerin yapılabilmesi amacıyla bazı kurallar ve sınırlamalar getiren Dogma 95 hareketinin içinde yer almasıyla tanındı.

The film’s second section focuses on reliable, level-headed Claire, who’s spent much of her life caring for her sister – and is now dealing with her post-nuptial depression - as the errant planet that Justine spotted earlier moves nearer and nearer. [...]

Lars von Trier (Copenhagen, 1956) studied cinema at Copenhagen University and directing at the Danish Film School. He directed his first feature film in 1984, Element Of Crime. In 1992 he co-founded the production company Zentropa. He is well known for his involvement with the Dogme 95 movement he founded with Thomas Vinterberg, which established a set of rules and limitations for a more naturalistic style of filmmaking.

Brilliantly shot and acted (especially by Dunst and Gainsbourg), Melancholia weds the foreboding power of Tarkovsky and early Duras with the majestic surrealism of Matthew Barney, though one instantly recognizes it as a film by von Trier. It may be his most emotionally immediate film since Breaking the Waves. Steve Gravestock 12


umut limanı le havre

Hiçbir çağdaş sinemacı, duygularını belli etmeden, ironik mizahla sosyal eleştiriyi Finlandiyalı usta Aki Kaurismäki kadar iyi harmanlayamadı. Adı var kendisi yok bir Normandiya liman şehrinin karamsar, retro atmosferinde geçen olay örgüsü, Jean-Pierre Melville’in kara film öğeleri ile Jean Renoir’ın ince hümanizminin çok iyi bir birleşimi. Kuvvetli atmosferi ile sakin ve tamamen güvenli Kaurismäki, bu farklı unsurları bugünün Avrupasının güncel konusu olan yasadışı göçmenlik sorununu dile getirmek için kullanıyor. Film, Fransız liman şehri Le Havre’de köşesine çekilmiş, herkes spor ayakkabı giyerken, pek de geleceği olmayan ayakkabı boyacılığı ile geçinen samimi, eski bohem Marcel Marx’ın çevresinde dönüyor. Marcel, altın kalpli bir kadınla evlidir; tüm yoksulluklarına ve sınırlı olanaklara rağmen 1930’ların filmlerinden fırlamış gibi duran komşuları ile yaşamaktan memnundur. Bir gün yasadışı göçmenlerle dolu bir konteynerle İngiltere’ye ulaşmaya çalışan genç Afrikalı göçmen Idrissa ile tanışır ve bu masum çocuğa yardım etmeye karar verir. Fakat karşısında aynı kararlılıkla yasaları temsil eden müfettiş Monet’yi bulur. Kötü kalpli Monet iz sürerken, Marcel tüm yaratıcığıyla Idrissa’yı saklamaya çalışır.

finlandiya, fransa, almanya finland, france, germany 2011, 35mm, 93’, renkli colour yönetmen director Aki Kaurismäki senaryo script Aki Kaurismäki görüntü cinematography Timo Salminen kurgu editing Timo Linnasalo oyuncular cast André Wilms, Kati Outinen, Jean-Pierre Darroussin, Blondin Miguel, Elina Salo yapım production Sputnik, Pyramide Productions, Pandora Film dağıtım distribution Filmartı Ltd, Bülent Gündüz, Bestekar sokak 70/7 Kavaklıdere Ankara T +90 312 467 20 02 www.filmarti.com.tr ödüller awards Fipresci Ödülü Fipresci Prize Cannes • Arri-Zeiss Ödülü Münih Arri-Zeiss Award Munich • Altın Hugo Şikago Gold Hugo Chicago

Kaurismäki ilham veren, ince mizah anlayışını bu defa gerçekçi bir peri masalı yaratmak için seferber ediyor. Tüm peri masallarında olduğu gibi sürprizi bol bir öykü. No other contemporary filmmaker manages to blend deadpan, ironic humour with social commentary in quite the same manner as Finnish master Aki Kaurismäki. In Le Havre, the moody, retro ambiance of the film’s titular Norman port city enhances a tidy plot that blends the noirish elements of a Jean-Pierre Melville film with the gentle humanism of Jean Renoir at his best. Atmospheric, quiet and completely assured, Kaurismäki employs these diverse elements to tell a highly contemporary story about illegal refugees, a subject of immediate relevance in today’s Europe. The film circles around Marcel Marx, a warm, aging bohemian artist who has retreated to the French port city of Le Havre and taken up work as a shoeshine man - a profession with a limited future, as everyone seems to be wearing running shoes. He is married to a woman with a heart of gold and, despite their poverty and limited means, he finds joy in their local neighbours, all of whom seem as if they have emerged intact from a 1930s movie. One day, Marcel befriends Idrissa, a young African immigrant hoping to make his way to England in a shipping container with other illegals. Marcel is determined to extend a helping hand to the wide-eyed boy, but the law, in the form of Inspector Monet, is equally determined to stand in his way. An intricate dance of hide-and-seek ensues, Marcel using all his ingenuity to hide Idrissa while the nefarious Monet keeps hot on the trail.

Aki Kaurismäki (Orimatilla, 1957) Tampere Üniversitesi’nde gazetecilik okudu. Burada film derneklerinde çeşitli etkinliklere katıldı. Sinemaya, 1980’lerin başında ağabeyi Mika’nın filmlerinde oyunculuk ve senaryo yazarlığı yaparak adım attı. 1983’de Dostoyevski’nin romanından uyarladığı Suç ve Ceza ile ilk uzun metrajlı filmini çekti. Aki Kaurismäki (Orimatilla, 1957) studied journalism at the University of Tampere where he was active in film clubs. He entered into the film world in the early eighties as an actor and as a scriptwriter in his brother Mika’s films. He directed his first feature Crime and Punishment, an adaptation of Dostoyevsky’s novel.

Kaurismäki’s humour is always inclusive, insightful and intelligent, here deployed to assist what is in effect a realistic fairy tale. As with all fairy tales, surprises abound along the way. Piers Handling, Toronto Film Festival 13


artist the artist

1920’lerin Hollywood’una bir aşk mektubu... Michel Hazanavicius’in filmi, sessiz sinemayı, güçlü ve karmaşık bir anlatı aracı olarak yeniden canlandırıyor. Tamamen siyah-beyaz, sessiz ve o dönemin özelliği olan 1.33 formatında çekilen Artist, sessiz sinema değerlerine sadık, içi boş parodi tuzağından uzak duran ve o döneme içten bir saygı duruşu niteliğinde. Jean Dujardin, kadınların sevgilisi, yakışıklı, ukala ve iyi kalpli aktör George Valentin rolüyle, Douglas Fairbanks’in en parlak dönemlerini hatırlatıyor. Filmin başında, George, 1927 yılında kariyerinin zirvesindedir. Yeni filminin ilk gösterimine hazırlanırken, tesadüfen tanınmayan güzel bir kadın olan Peppy Miller’a rastlar ve yine tesadüfen çekilen bir fotoğraf bu güzel kadına hiç beklemediği bir ün kazandırır. Öte yandan, sesli sinemaya geçiş dönemi ile beraber, George’un yıldızı giderek söner. Bu yeniliğe karşı inatla direnen George, 1929’da kendi sessiz filmini finanse eder ve servetinin tümünü kaybeder. Karısı onu terk etmiş, hayranları çoktan unutmuştur. Beş parasız ve yapayalnız kalan George, eski Hollywood’un karanlığına karışır. Aynı anda, kendini sesli sinemanın en dikkat çeken isimlerinden biri olarak bulan Peppy, medyanın ilgi odağı haline gelmiştir. Yıldızı parladıkça, şöhretini borçlu olduğu adamı asla unutmaz ve ona elinden geldiğince yardım etmeye karar verir [...]

fransa france 2011, 35mm, 100’, siyah beyaz b&w yönetmen director Michel Hazanavicius senaryo script Michel Hazanavicius görüntü cinematography Guillaume Schiffman, AFC kurgu editing Anne-Sophie Bion, Michel Hazanavicius müzik music Ludovic Bource oyuncular cast Jean Dujardin, Bérénice Béjo, John Goodman, James Cromwell yapım production La Petite Reine, Studio 37, La Classe Américaine, JD Prod, France3 Cinéma, Jouror Production, uFilms dağıtım distribution Bir Film, Sıraselviler Cad. Liva Sok. Vakıfpalas Apt. 3/3 Beyoğlu 34433 Istanbul T +90 212 251 8204 tunc.sahin@birfilm.com ödüller awards En İyi Erkek Oyuncu Best Actor Cannes • İzleyici Ödülü Audience Award San Sebastian • İzleyici Ödülü Audience Award Mill Valley

Altın bir çağa neşeli bir bakış sunan Artist, izleyenlere bu dönemin nostaljisini yaşatırken, Hazanavicius sessiz sinemanın yankısının hala sürdüğünü kanıtlıyor. A love letter to 1920s Hollywood, The Artist resurrects silent cinema as a powerful and complex storytelling medium. Shot entirely in black and white, without dialogue and in a traditional 1.33 aspect ratio, the film remains faithful to the period it represents, avoiding the trap of pastiche through a sincere appreciation of the cinematic possibilities offered by classic silent film.

Michel Haznavicius (1967) Fransız yönetmen, yapımcı ve senarist. Başrolünde Jean Dujardin’in rol aldığı casus parodileri OSS 117: Cairo, Nest of Spies ve OSS 117: Lost in Rio ile tanındı. 1988 yılında Canal+’te yönetmen olarak çalışmaya başladı. Bir süre reklam yönetmenliği yaptıktan sonra, 1993 yılında televizyon için La classe américaine adlı ilk uzun metrajlı filmini çekti.

Jean Dujardin plays George Valentin, whose matinee-idol good looks and arrogant but goodnatured charm evoke Douglas Fairbanks at his best. George is at the height of his career in 1927 when The Artist begins. While working for the premiere of his new film, he accidentally bumps into a beautiful unknown, Peppy Miller, and the ensuing photo op sets her on the path to unexpected fame. George, however, quickly finds himself on the opposite track, as sound begins to dominate the screens. Refusing to accept this modern innovation, he finances his own silent feature in 1929 and loses it all. His wife leaves him and his fans forget him. Broken and alone, George fades into the shadows of old Hollywood. At the same time, new It-girl Peppy finds herself at the forefront of the sound phenomenon. As her star status rises, she never forgets the man who gave her the start she needed; she resolves to help George in any way she can [...]

Michel Haznavicius (1967) is a French film director, producer and screenwriter best known for his spy movie parodies OSS 117: Cairo, Nest of Spies and OSS 117: Lost in Rio, both of which star Jean Dujardin. He first worked in television, beginning with Canal+, where he started as a director in 1988. He then moved into directing commercials and made his first feature-length film, La classe américaine, for television in 1993.

The Artist offers a joyous look back to a golden age, and will leave audiences nostalgic for a cinematic form that, as Hazanavicius proves, hasn’t lost its resonance. 14


nana

fransa france 2011, 35mm, 68’, renkli colour yönetmen director Valérie Massadian senaryo script Valérie Massadian görüntü cinematography Léo Hisntin, Valérie Massadian kurgu editing Valérie Massadian, Dominique Auvray oyuncular cast Kelyna Lecomte, Alain Sabras, Marie Delmas yapım-dağıtım production-distribution Gaijin, Valérie Massadian, 4 Rue du Parc Orlérans 45000 France T +33 6 1049 5163 valerie@gaijin.fr www.gaijin.fr ödüller awards En İyi İlk Film Best First Feature Film Locarno • En İyi Uluslararası Film Best International Film Valdivia

Valérie Massadian’ın samimi, duyarlı ve aynı zamanda aşırı duygusallıktan uzak ilk uzun metrajlı filmi Nana, bir uyanış sürecinin tam içinde yer alan yaşam ve ölüme dair en temel soruları ele alıyor. Dört buçuk yaşındaki Nana, Fransa kırsalında yaşıtlarından uzakta, annesi, içine kapanık dedesi, doğanın güzelliği ve vahşiliği ile baş başa bir hayat sürer. Kameranın zaman zaman bir çocuğun göz hizasına yerleştirilmesini yönetmenin oyuncusuna duyduğu güvenin bir göstergesi olarak yorumlamak mümkün olsa da, Massadian bu cüretkâr kamera kullanımı ile izleyiciyi tıpkı algıları açık bir çocukmuş gibi olayları keşfetmeye davet ediyor.

Valérie Massadian: Görsel sanata, fotoğrafçılık kariyeri ve özellikle Nan Goldin ile yaptığı ortak çalışmalar ile adım atan Massadian’ın slayt gösterimleri Tokyo, Londra ve Porto’da sergilendi. Fotoğrafçılıktan gelen özgür yaklaşımı ve yüz planlarında gösterdiği özeni, farklı yönetmenlerle işbirliği içinde, fikir aşamasından sonuna kadar özveriyle yürüttüğü pek çok projede sürdürdü. Nana yönetmenin ilk filmi.

Intimate and sensitive – and completely devoid of sentimentality – Valérie Massadian’s debut feature Nana is about the basic questions of life and death as experienced directly in the middle of the process of awakening. Four-and-a-half year old Nana lives in the French countryside, apart from all other children, on a daily basis only interacting with her mother, her reserved grandfather and the natural world itself, its beauty and its violence. Massadian’s extremely confident camera is often placed low, on the eye level of the child, a device that might stem from the filmmaker’s attempting to gain confidence from her lead, but one that also places the audience as if we, too, were children, sense-remembering the experience of discovery.

Valérie Massadian: It’s through photography, and notably her collaboration with Nan Goldin, that Massadian came to image-making, creating slideshow screenings exhibited in Tokyo, London and Porto. What she has retained from photography is its freedom and the rigor of frontal contact. She has taken this same approach, committing to a project from concept to completion, in her collaborations with several film directors. Nana is her debut feature.

Mark Peranson 15


onun geldiği gün the day he arrives

Sungjoon, Bukchon bölgesinde yaşayan yakın bir arkadaşı ile buluşmak üzere Seul’a doğru yola koyulur. Arkadaşının telefonlarına cevap vermemesi üzerine Bukchon’da vakit geçirmeye başlayan Sungjoon, eskiden tanıdığı bir kadın oyuncuyla karşılaşır. İkili bir süre sohbet ettikten sonra ayrılır. Bunun üzerine Insadong’a yürür ve tek başına pirinç şarabını yudumlarken, aynı mekanda bulunan sinema öğrencileri, eskiden bir film yönetmeni olan Sungjoon’u masalarına davet ederler. Kısa sürede sarhoş olan Sungjoon, eski sevgilisine gitmek üzere yola koyulur.

güney kore south korea 2011, 35mm, 79’, siyah beyaz b&w

Sonraki sahnede, Sungjoon’ı hala Bukchon sokaklarında dolaşırken görürüz; ne kadar zaman geçtiği belli değildir. Tekrar kadın oyuncuyla karşılaşır ve kısa bir konuşmadan sonra tekrar ayrılırlar. Sonunda arkadaşı ile buluşur. Arkadaşı, tanıdığı bir kadın profesör ve Sungjoon, Novel adında bir bara giderler. Barın sahibi, Sungjoon’ın eski sevgilisine şaşılacak kadar çok benzemektedir. Sungjoon piyanoyu onun için çalmaya başlar.

yönetmen director Hong Sangsoo senaryo script Hong Sangsoo görüntü cinematography Kim Hyungkoo kurgu editing Hahm Sungwon müzik music Jeong Yongjin oyuncular cast Yu Jungsang, Kim Sangjoong, Song Sunmi, Kim Bokyung yapım production Jeonwonsa Film Co., Kim Kyounghee dağıtım distribution Finecut Co. Ltd, Yura Kwon, 4F Incline Bldg., 891-37 Daechi-dong, Gangnam-gu, Seoul 135-280 Korea T +82 2 569 6266 yura@finecut.co.kr

Sungjoon’un Seul’da ne kadar vakit geçirdiği ve ne yaptığı belirsizdir. Belki arkadaşıyla Seul’da birkaç gün geçirmiştir, belki de bu oradaki ilk günüdür. Eski sevgilisi ile karşılaşmasından ya bir ders çıkarmıştır ya da ona benzeyen kadınla tekrar karşılaşacaktır. Hayat bize sadece bugünün imkanlarını sunar, bu nedenle Sungjoon’ın kendi bugünüyle yüzleşmekten başka seçeneği kalmamıştır. Sungjoon heads to Seoul to meet a close friend who lives in the Bukchon area. When the friend doesn’t answer his calls, Sungjoon wanders around Bukchon and runs into an actress he used to know. The two talk for a while, but soon part. He makes his way down to Insadong and drinks rice wine by himself. Some film students at another table ask him to join them. Sungjoon used to be a film director. He soon gets drunk and heads for his ex-girlfriend’s house.

Hong Sangsoo, 1996 yılında yönettiği çok ses getiren ilk filmi Domuzun Kuyuya Düştüğü Gün’den sonra on bir filme yazar ve yönetmen olarak imza attı. Kendine özgü sinema dili ve benzersiz estetik anlayışı ile tanınan yönetmen, son dönem Kore sinemasının en önemli hikâye anlatıcıları arasında anılıyor.

Whether it’s the next day or some other day, but Sungjoon is still wandering around Bukchon. He runs into the actress again. They talk and soon part. He eventually meets his friend and they head to a bar called Novel with a female professor his friend knows. The owner of the bar has a striking resemblance to Sungjoon’s ex-girlfriend. He plays the piano for her.

Hong Sangsoo made the astounding debut with The Day a Pig Fell into the Well in 1996. Since then, he wrote and directed eleven films. Renowned for his unique cinematographic language and unprecedented aesthetics in filmmaking, he is considered as one of the most established auteurs in contemporary Korean cinema.

Sungjoon may have spent a few days in Seoul with his friend, or it may still be his first day there. He may have learned something from the encounter with his ex-girlfriend, or may have to meet the woman that resembles her again, for the first time. As life presents itself in no more than today’s worth of time, Sungjoon also has no other choice than to face his “today.” 16


volkan eldfjall volcano

Rúnar Rúnarsson’ın Volkan’ı, Dagur Kári’nin Noi Albinoi’undan bu yana İzlanda’da yapılan belki de en önemli ilk filmlerden biri. Noi absürd bir espri anlayışı ile doluyken, Volkan, İtalyan yeni gerçekçiliğinin ruhuna ya da Fransız yönetmen Maurice Pialat’ya daha yakın. Film, sıradan olana ve görünürdeki küçük olayların yol açtığı büyük sonuçlara odaklanıyor. Bir volkan patlamasının arşiv görüntüleri ile başlıyoruz. Bu felaket, İzlanda kırsal nüfusunun büyük bir bölümünü yerinden yurdundan etmiş, filmin inatçı kahramanı Hannes ve karısı Anna’yı başkent Reykjavik’e taşınmaya zorlamıştır. Daha sonra Hannes’in, beklenenden az insanın katıldığı emeklilik partisine geçiyoruz. Huysuzluğu ile ünlü Hannes’in bir ilkokulda hademelikle geçen 40 yılın ardından, yerine gelene önerisi, “Baştan işi sıkı tutmalısın! Senden korkmaları şart!” olur. Yeni kavuştuğu özgürlüğü ile başa çıkamayınca sürekli olarak karısı, çocukları ve torunu ile didişir. Fakat Anna aniden hastalanınca Hannes ona bakmak zorunda kalır. Bu deneyim, uzun süredir içinde saklı kalan bir şeyleri yavaş yavaş uyandıracaktır.

izlanda, danimarka iceland, denmark 2011, 35mm, 99’, renkli colour yönetmen director Rúnar Rúnarsson senaryo script Rúnar Rúnarsson görüntü cinematography Sophia Olsson kurgu editing Jacob Schulsinger müzik music Kjartan Sveinsson oyuncular cast Theódór Júlíusson, Margrét Helga Jóhannsdóttir, Elma Lísa Gunnarsdóttir yapım production Zik Zak Filmworks, Fine & Mellow A/S dağıtım distribution Danish Film Institute, Signe Egemose Agger, Gothersgade 55 DK - 1123 Copenhagen K Denmark T +45 3374 3464 signea@dfi.dk ödüller awards En İyi Yönetmen Transilvanya Best Director Transilvania • Altın Kurt, AQCC Eleştirmenler Ödülü Golden Wolf, AQCC Critics Award Montreal • Gümüş Hugo Şikago Silver Hugo Chicago

Volkan, duygusal olarak çok çarpıcı, sıra dışı bir duyarlılıkla çekilmiş, son derece insancıl bir film. Rúnar Rúnarsson’s Volcano may be the most important debut feature to come from Iceland since Dagur Kári’s Noi the Albino – though it would be hard to imagine a film more different in tone. Whereas Noi was fuelled by an absurdist sense of humour, Volcano is far closer in spirit to Italian neorealism or Maurice Pialat, focusing on the quotidian and the seemingly tiny actions that carry enormous import.

Rúnar Rúnarsson (İzlanda, 1977) Danimarka Ulusal Film Okulu’ndaki yönetmenlik eğitimini 2007 yılında tamamladı. Üç kısa filmi çeşitli uluslararası ödüllere layık görüldü: Last Farm (2006 Oscar adayı), Two Birds (2008 Cannes Altın Palmiye Adayı), bitirme projesi Anna (2009 Cannes Yönetmenlerin On Beş Günü gösterimi). Rúnarsson’un ilk uzun metrajlı filmi Volkan, Cannes Film Festivali’nde Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde gösterildi.

Beginning with archival footage of the eruption of a volcano – a catastrophe that uprooted a large portion of Iceland’s rural population and forced the film’s dogged protagonist, Hannes, and his wife Anna to move to Reykjavik – the film then cuts to Hannes’ sparsely attended retirement party. He’s spent the intervening four decades working as the caretaker at an elementary school, where he earned a reputation as the resident curmudgeon. He advises his replacement, “You need to be strict from the start… It’s a must that they fear you.” Unable to cope with his newfound freedom, he berates his children, grandson and wife. But when Anna suddenly falls ill, Hannes is forced to care for her. Little by little, the experience awakens something long dormant within him.

Rúnar Rúnarsson (Iceland, 1977) graduated in Direction from the National Film School of Denmark in 2009. He won international awards for his three short films: Last Farm (Oscar nomination in 2006), Two Birds (nominated for a Palme d’Or at Cannes in 2008) and his graduation film Anna (selected to Directors’ Fortnight, Cannes in 2009). Volcano, Rúnarsson’s feature film debut, was screened at Cannes’ Directors’ Fortnight.

A mature and emotionally devastating film directed with extraordinary sensitivity, Volcano is a profoundly humanist work. 17


ödül el premio the prize

meksika, fransa, polonya, almanya mexico, france, poland, germany 2011 35mm, 115’, renkli colour

“Bu otobiyografik bir hikâye. Sürekli rüyalarıma giren, çocukluğuma ait yerlerde geçiyor. Durmak bilmeyen nemli rüzgârın sesi hala kulaklarımda; hiç de dostane olmayan o sahil hala gözümün önünde… Sarı ve gri bir deniz. Duvarları titreten bir fırtına. Saldırganlığın hüküm sürdüğü bir dönem. Okulda sıradan bir faşizmin gülünç seremonilerine maruz kalıyoruz. Yedi yaşındayım. Okula gidiyorum ve diğer çocuklara kimliğim ile ilgili açık vermemem gerektiğinin farkındayım. Ailemin güvenliğinin, ağzımı sıkı tutmama bağlı olduğu konusunda uyarıldım. Ben de söz dinliyor ve tembihledikleri gibi yalan söylüyorum. Onları yalanlarıma inandırmayı başarıyorum. Diğerleri gibi olmaya çalışıyorum ama annem çok üzgün ve benden giderek daha çok nefret ediyor. Kötü ve aptalım ve ona acı çektiriyorum. Ne kadarını söylemem, ne kadarını kendime saklamam gerekiyor? Annemin beni tekrar sevmesi için, diğerlerini memnun etmek için ne yapmam lazım? Karmakarışık, korku dolu bu dünyada nasıl davranmamız gerekiyor?”

yönetmen-senaryo director-script Paula Markovitch görüntü cinematography Wojciech Staron (P.S.C) kurgu editing Lorena Moriconi müzik music Sergio Gurrola oyuncular cast Paula Galinelli Hertzog, Sharon Herrera, Laura Agorreca, Viviana Suraniti yapım production Izrael Moreno dağıtım distribution Urban Distribution International, Arnaud Bélangeon-Bouaziz, 14 rue du 18 Aout, 93100 Montreuil sous Bois France T +33 1 4870 4655 anne@urbandistrib.com ödüller awards Gümüş Ayı: Üstün Görüntü Yönetimi, Üstün Set Tasarımı Silver Bear: Outstanding Cinematography, Outstanding Set Design Berlin • İzleyici Ödülü Audience Award New Horizons En İyi Meksika Filmi Best Mexican Feature Guadalajara Paula Markovitch (Buenos Aires, 1968) 12 yaşında Cordoba’ya taşındı. Şiir, hikâye ve oyun yazmaya başladı. Meksika’ya göç ettikten sonra Film Enstitüsü IMCINE’de ve başka kurumlarda dramaturji dersleri verdi. Aralarında Tahoe Gölü’nün de bulunduğu uzun metrajlı filmlerin senaryo yazımına katıldı ve iki kısa film yönetti. Ödül ilk uzun metrajlı filmidir.

“This is an autobiographical story. The action takes place in the locations of my childhood, to which I always return in my dreams. I can still hear the sound of the wind clearly, never-ending and wet. I see the unfriendly beach. The sea is yellow and grey. Storms make the walls tremble. These are hostile times. At school we are exposed to the overwhelming mediocrity of fascism and its ridiculous ceremonies. I am seven years old. I go to school. I know I must not reveal my true identity to the other kids. I’ve been told that my family’s safety depends on my silence. I’m forced to lie. I lie, just as they told me to. I manage to make them believe my lies. I desperately try to look like all the others but now my mother feels sad and despises me. I am wicked and stupid and make her suffer. What should I say? What should I keep to myself? What should I do to earn my mother’s approval and please the others? In a world so full of confusion and fear, who are we supposed to be?”

Paula Markovitch (Buenos Aires, 1968) moved at the age of twelve to Córdoba, where she began to write poems, stories and plays. After emigrating to Mexico, she became a dramaturge and lecturer at the Film Institute IMCINE among other places. She has contributed as a writer to feature films such as Lake Tahoe and has directed two short films. El Premio is her debut feature.

Paula Markovitch 18


cesaret wymyk courage

polonya poland 2011, 35mm, 85’, renkli colour yönetmen director Greg Zglinski senaryo script Janusz Marganski, Greg Zglinski görüntü cinematography Witold Płociennik kurgu editing Leszek Starzynski PSM müzik music Jacek Grudzien, Mariusz Ziemba oyuncular cast Robert Wieckiewicz, Gabriela Muskala, Lukasz Simlat, Marian Dziedziel yapım-dağıtım production-distribution Opus Film, ul. Lakowa 29, 90-554 Lodz Poland T +48 42 634 5500 lukasz@opusfilm.com www.opusfilm.com ödüller awards En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Best Director, Best Screenplay, Best Supporting Actress Gdynia • En İyi Erkek Oyuncu Dalında Jüri Özel Ödülü Varşova Special Jury Award for Best Actor Warsaw

Alfred ve Jurek büyük bir şehrin banliyösünde kablolu televizyon şirketi işleten iki kardeştir. Jurek, hasta babalarından kalan şirketi büyütmek istemekte fakat despot ağabeyi buna karşı çıkmaktadır. Alfred’in arabası bozulunca, bindikleri trende bir grup holiganın dekolteli genç bir kadına saldırmalarına tanık olurlar. Jurek, kadını korumaya çalışırken Alfred korkudan donakalır ve kardeşinin hızla giden trenden atıldığına tanık olur. Jurek hastanede komada hayata tutunmaya çalışırken, Alfred utanç ve ızdırap içindedir. Akrabaları, eşi ve çalışanları ile yüzleşmek zorunda kalınca kendini bir kahraman olarak gösterir; güya adamlarla dövüşürken bayılmış ve bu nedenle kardeşine yardım edememiştir. Bir süre sonra, kardeşi acımasızca saldırıya uğrarken Alfred’in korkudan donmuş halde göründüğü cep telefonuna çekilmiş bir video internette ortaya çıkar. Alfred filmi çeken kişiyi bulmak ve videoyu ortadan kaldırmak isterken olaylar gelişir.

Greg Zglinski (Varşova, 1968) yönetmen, senarist, yapımcı, görüntü yönetmeni, film ve ses kurgucusudur. Kısa filmler için müzik besteledi, çeşitli müzik gruplarında gitar ve bas gitar çaldı. 1978 ile 1992 arasında İsviçre’de yaşadı. Lodz’da Polonya Ulusal Akademisi Film, Televizyon, Tiyatro Bölümü’nde okudu. Krzysztof Kieslowski’nin öğrencisi oldu.

Alfred and Jurek are brothers who run a cable TV company in the suburbs of a large city. Jurek has plans to expand the business they inherited from their sick father, but is opposed by his domineering older brother. When Alfred’s car breaks down, they take a local train where they witness a group of hooligans hassling a provocatively dressed young woman. When Jurek stands in her defense, Alfred is paralysed with fear. He sees his younger brother assaulted and thrown out of the speeding train. Jurek ends up in a coma, hanging on to dear life in a hospital. Alfred is stricken with shame and grief. When forced to face his parents, wife, and employees, Alfred makes himself out to be a hero that was knocked out in the scuffle and could not help his brother. Soon after, a cell phone video appears online that shows Alfred frozen with fear as his brother is mercilessly attacked. As Alfred attempts to find the person responsible for the video and to take it down, the film begins to surface.

Greg Zglinski (Warsaw, 1968) is a film director, screenwriter, producer, cinematographer, film and sound editor. Film score composer for short films, former guitar and bass player in several rock music formations. He lived in Switzerland from 1978 to 1992. He studied at the Directing department at the Polish National Academy for Film Television and Theatre in Lodz. He is a former student of Krzysztof Kieslowski. 19



t端rkiye 2011 turkey 2011


celal tan ve ailesinin aşırı acıklı hikâyesi the extremely tragic story of celal tan and his family

Çevresi ve ailesi tarafından sevilen ve örnek gösterilen anayasa profesörü Celal Tan, ilk eşini kaybetmesinin ardından hayatını kurtardığı genç öğrencisiyle evlenmiştir. Evliliklerinin üçüncü yılında ailenin büyük bir krizle karşı karşıya kalmasıyla Celal Tan ve ailesinin aşırı acıklı hikâyesi başlar. Aile, sırlarını saklamaya çalışırken, saçma ve trajikomik durumlara düşer. Ama ne olursa olsun Celal Tan, ailesini bir arada tutmaya kararlıdır. “İnsan anne babasını seçemez. Fakat bir ‘aile’nin bireyidir. Bu yalancı bireylik durumu, insanın aslında basitçe bütün hayatında çeşitli şekillerde karşılaşacağı statükoyla girdiği öldürücü işbirliğinin de başlangıcıdır. Statüko, risk almak istemeyen ve konforlarını devam ettirmek adına her türlü yalanı üretebilecek bireyler yaratır. Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi adlı film; bu zorunlu olarak bir arada durmaktan kaynaklanan konforun insanları ne hale getirdiği, insanı nasıl başka bir ‘şey’e dönüştürdüğü, zorla bir arada bulunmanın bir yerden sonra ne kadar sıkıcı ve ezici bir hâl aldığı fikri etrafında gezinir. Ve bunu yaparken bütün kurum ve durumlarla ince ince dalgasını geçer. Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi insana güvenmez. Çünkü Shakespeare’in de dediği gibi bilir ki, ‘İnsan, insandır’.”

türkiye turkey 2011, 35mm, 99’, renkli colour yönetmen director Onur Ünlü senaryo script Onur Ünlü görüntü cinematography Vedat Özdemir kurgu editing Ahmet Can Çakırca müzik music Attila Özdemiroğlu oyuncular cast Selçuk Yöntem, Bülent Emin Yarar, Ezgi Mola, Tansu Biçer, Türkü Turan, Güler Ökten, Cengiz Bozkurt, Köksal Engür yapım-dağıtım production-distribution Eflatun Film, Funda Alp, Orkun Ünlü, Mevlüt Pehlivan Sok. 26/6 Yılmaz Han Gayrettepe Istanbul T +90 212 274 9295 info@eflatunfilm.net ödüller awards En İyi Film, En İyi Senaryo, Jüri Özel Performans Ödülü Best Film, Best Script, Special Award of the Jury for Acting Adana

Onur Ünlü

Celal Tan is a well-respected constitutional law professor who lives in a provincial city. Many years after the death of his first wife, he married a woman much younger than him, a university student, whom he had saved. In the third year of their marriage, the extremely tragic story of Celal Tan and his family begins after the whole family inadvertently witnessed a moment of crisis. While trying to hide the secret, the family falls into absurd and tragicomic positions. Regardless of all happenings, Celal Tan tries to keep the family together.

Onur Ünlü (İzmit, 1973) Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nde lisans eğitimi aldıktan sonra, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yüksek lisansını tamamladı. 1997 yılından bu yana, senaryo yazarı, metin yazarı, yapımcı ve yönetmen olarak birçok projeyi hayata geçirdi.

“One can not choose their parents. However they are still members of the family. This false membership is just the beginning of a deadly partnership with the status quo that one will simply encounter in various ways throughout their whole life. The status quo will create individuals who do not want to take any risks and who are able to invent all kinds of lies so that they can continue to take advantage of their worldly comforts. The film shows us the levels that this forced togetherness and the comforts that it provides can bring a person to, how it can turn a person into a completely different ‘thing’ and what a boring and oppressive situation this forced togetherness can become. While doing this it also takes subtle jabs at various establishments and situations. The film does not trust people. Because it knows that just as Shakespeare said: What a piece of work is man.”

Onur Ünlü (Izmit, 1973) went on to complete his MA at Marmara University, School of Communication Sciences after graduating from Anadolu University, School of Communication Sciences. Since 1997 he has realized many projects as screenwriter, copywriter, producer and director.

22

Onur Ünlü


entelköy efeköy’e karşı ecotopia Ernest Callenbach, fütüristik romanı “Ecotopia”da ABD’nin bazı Kuzey eyaletlerini kapsayan, yenilenebilir enerji kullanan, video konferans aracılığıyla haberleşme yapılan, televizyonun demokratik amaçlarla kullanıldığı, monogaminin tercih edilmediği, yüksek teknolojili savunma silahlarıyla istilacıları caydıran Ecotopia adlı bir devlet modelini anlatır. Günümüz Avrupası’nda ekotopya terimi çok daha alçakgönüllü ve çok daha anarşizan yerleşimler ve yapılanmalar için kullanılıyor. Yüksel Aksu’nun Entelköy’ü bir grup kentli entelektüelin doğal tarım ve turizmin yanı sıra sanat yaptığı bir ekotopya. Ege’de bir yerdeki Efeköy’ün arazilerinin bir kısmını, eski taş evlerini, köylülerin dövdüğü eşekleri, kullanmadıkları kilim, heybe ve bakır kapkacağı iyi para verip satın alıyorlar. Buraya kadar her şey yolunda gidiyor ancak gelenekten çoktan kopmuş köylülerin önüne daha yüksek bir maddi çıkar elde edebilecekleri bir fırsat çıkıp, bu da anarşist ekolojistlerin projesini tehdit edince aralarında büyük bir çatışma başlıyor. Filmini bir antik komedya formunda kurgulayan Yüksel Aksu, politik argümanlar ve bölge kültürü kadar yerel ağza da hakim olmasının sağladığı avantajla güçlü bir mizah yaratıyor. Gücünü metninden alan, sözün aksiyonun önünde olduğu Entelköy Efeköy’e Karşı’da Yüksel Aksu mini ölçekte bir medeniyetler çatışmasına girmekten çekinmiyor. Bu çatışmayı Elen mitolojisinden efsaneler misali imkansız gibi görünen bir aşk öyküsü, başta türküler olmak üzere kulaklara şenlik bir müzik şöleni ve Ege ağzıyla sevimlileşen küfürlerle bezeli kavgalarla kamufle ederken değer erozyonuna uğrayan “kesim”e tatlısı az sertliği çok bir eleştiri getiriyor.

türkiye turkey 2011, 35mm, 117’, renkli colour yönetmen director Yüksel Aksu senaryo script Yüksel Aksu görüntü cinematography Ercan Yılmaz kurgu editing Levent "Lew Q" Çelebi müzik music Orhan Kaplan oyuncular cast Şahin Irmak, Ayşe Bosse, Emin Gürsoy, Nejat Yavaşoğulları, Mehmet Ali Alabora yapım-dağıtım production-distribution Galata Film, Muharrem Gülmez, Taha Altaylı, Muhtar Kamil Sok. Onur Apt. 5/5 Taksim İstanbul T +90 212 249 1071 dilekadas@galatafilm.com

Ernest Callenbach’s futuristic novel Ecotopia, describes a model society known as ‘Ecotopia’ which straddles a few of the northern states of the USA. Here, the lifestyle is based upon the use of renewable energy and video conferencing; television is used for democratic purposes, monogamy is discouraged and invading forces are deterred with high-technology defence systems. In the Europe of today, the term ‘ecotopia’ is applied to far more modest and anarchistic communities and developments. Yüksel Aksu’s ‘Ecovillage’ is an ecotopia where a group of city intellectuals occupy themselves with organic farming and environmental tourism as well as arts and crafts. Paying good money, they buy up some of the land owned by Efeköy, a village in the Aegean region, complete with its old stone houses, the villagers’ much abused donkeys, as well as kilims, saddlebags and copperware not used by the locals. So far so good; but when the villagers, long divorced from the traditional rural way of life, are presented with the chance to make more money, things start going awry, and a conflict erupts which threatens the anarchist eco warriors’ entire project.

Yüksel Aksu (Muğla, 1966) Dokuz Eylül Üniversitesi, Sinema Televizyon Bölümü’nden mezun oldu ve aynı üniversitede yüksek lisans yaptı. 2006 yılında senaryosunu yazıp yönettiği ve yapımcılığını üstlendiği düşük bütçeli filmi Dondurmam Gaymak Türkiye’nin Oscar adayı oldu. İstanbul Üniversitesi Televizyon Bölümü’nde senaryo dersleri veriyor.

Director Yüksel Aksu constructs the film in the form of an ancient comedy; he creates powerful humour which gains in equal amount from his knowledge of the political arguments and local culture as from his command of local dialect. Ecovillage draws its strength from the text, giving precedence to dialogue over action, and Aksu has no qualms about engaging in a micro clash of civilizations. That said, he uses a number of strategies to camouflage the conflict, incorporating a romance that looks as impossible as the legends of Greek mythology, a fiesta of music and folk songs, and altercations that drip with profanities somehow made endearing by an Aegean accent. And all the while, he delivers a less than playful criticism of the erosion of values marking a particular group in society.

Yüksel Aksu (Muğla, 1966) graduated from the Dokuz Eylül University Department of Film and Television and went on to complete a master’s degree. In 2006 he wrote, produced and directed the low budget feature film Ice Cream, I Scream which was the Turkish nominee for the Best Foreign Language Film Academy Award. He is also a scriptwriting tutor at Istanbul University Department of Television.

Alin Taşçıyan 23


gelecek uzun sürer future lasts forever

İstanbul'da bir üniversitede müzik araştırmaları yapan Sumru, ağıt derlemeleri ile ilgili tez çalışması için birkaç aylığına ülkenin güneydoğusuna yolculuğa çıkar. Kısa süreliğine çıktığı bu yolculuk, hayatının en uzun yolculuğuna dönüşür. Bu yolculukta Sumru'nun yolu Diyarbakır sokaklarında korsan DVD satan Ahmet, Diyarbakır'da tek başına kalmış yıkık dökük kilisenin bekçisi olan Antranik amca ve bölgede sürmekte olan 'adı konulmamış savaşa' tanıklık eden pek çok karakterle kesişir. Sumru, üç ay boyunca kaldığı Diyarbakır'da peşinde olduğu ağıtların hikâyelerini ararken kendi ertelediği acısıyla da yüzleşir. Diyarbakır'dan Hakkari'de bulunan boşaltılmış bir dağ köyüne doğru yola çıkarken bu tehlikeli yolculuğa anlam veremeyen Ahmet'in "Neden bu köy, orada ne var?" sorularını yanıtsız bırakır.

türkiye, fransa, almanya turkey, france, germany 2011, 35mm, 108’, renkli colour yönetmen director Özcan Alper senaryo script Özcan Alper görüntü cinematography Feza Çaldıran kurgu editing Ayhan Ergürsel, Thomas Balkenhol, Özcan Alper, Umut Sakallıoğlu müzik music Mustafa Biber oyuncular cast Gaye Gürsel, Durukan Ordu, Sarkis Seropyan, Osman Karakoç, Erdal Kırık yapım-dağıtım production-distribution Nar Film, Ersin Çelik, Soner Alper, Caferağa Mah. Sarraf Ali Sok. Kaan Apt. 25/3 Kadıköy Istanbul T +90 216 418 4206 info@narfilm.com ödüller awards Yılmaz Güney Ödülü, SİYAD En İyi Film Ödülü, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Müzik Yılmaz Güney Award, Turkish Film Critics’ Association Best Film Award, Best Actor, Best Cinematography, Best Music Adana

“Kürt sorunu gibi ağır bir konuyu, asla ajitasyona, didaktizme kaçmadan, büyük sözler söylemeden masaya yatırıyor Özcan Alper. Kurmaca ve gerçek görüntüleri birleştirerek hikâyeleri belgeliyor bir anlamda. Ve ilk filminde olduğu gibi, yine etkileyici bir görsellikle yapıyor bunu ve her sahnede Türkiye sineması için ne kadar önemli bir yönetmen olduğunu gösteriyor.” Hasan Cömert Sumru is doing music research at a university in İstanbul. To work on her thesis on gathering and recording an exhaustive collection of Anatolian elegies, she sets off for the south-east of the country for a few months. The brief trip turns out to be the longest journey of her life. In the course of the trip, Sumru crosses paths with Ahmet, a young guy who sells bootleg dvds on the streets of Diyarbakır, with Antranik, the ageing and solitary warden of a crumbling church in the city and with various characters who witness the ongoing “unnamed war.” During her three-month stay in Diyarbakır while she is looking for the stories of the elegies, she finds herself having to confront an agony from her own past which she has buried until now. While they set off for an evacuated mountain village in Hakkari, she does not respond the questions of Ahmet, who can not understand the reason why they take such a dangerous journey, “Why this village especially, what is there?

Özcan Alper (Artvin, 1975) İstanbul Üniversitesi’nde 1992-1996 yıllarında Fizik, 1996-2003 yıllarında Bilim Tarihi okudu. 1996-1999 yıllarında MKM Sinema Atölyesi’ne, 1999-2001 yıllarında Nazım Kültür Evi sinema seminerlerine katıldı. 2008’de yönettiği ilk uzun metrajlı filmi Sonbahar Türkiye ve dünyada 60’tan fazla festivalde gösterildi ve 33 ödül kazandı. Gelecek Uzun Sürer, Özcan Alper’in ikinci uzun metrajlı filmidir.

“If he takes up the heavyweight issue of the Kurdish question, Özcan Alper consciously avoids making any grand statements, resorting to provocation or didacticism. By blending real and fictional footage he is, in a sense, documenting the stories. And as in his first feature, he uses powerful visual language to do so, at the same time demonstrating in every scene how important a director he is for Turkish cinema.”

Özcan Alper (Artvin, 1975) studied physics at Istanbul University between 1992-1996 and History of Science between 1996 and 2003. He participated in MKM Cinema Workshops between 1996 and 1999, and also cinema seminars at Nazım Cultural House between 1999 and 2001. His first feature Autumn (2008) was screened at more than 60 festivals in Turkey and abroad, receiving 33 awards. Future Lasts Forever is the director’s second feature.

Hasan Cömert 24


geriye kalan what remains

Yedi yıldır evli olan Sevda'nın küçük ve düzenli dünyası, kocası Cezmi'nin, kendisini aynı hastanede çalışan Zuhal'le aldattığını fark etmesiyle sarsılır. Cezmi'yle olan evliliği Sevda'nın hayattaki en büyük başarısıdır. Cezmi onun koruyucusu, güvencesi, sosyal ve duygusal sığınağıdır. Yalnız kalmaktan, küçük kızını babasız büyütmekten, evini ve gelecek hayallerini kaybetmekten korkar. "Öteki kadın" Zuhal ise birkaç yıl önce kocasından ayrılmış, 10 yaşında hasta bir oğlan çocuğuyla yalnız kalmıştır. Bütün yalnız kadınlar gibi yetersiz bir zaman ve enerjiyi çok fazla şey arasında paylaştırmaya, ayakta durmaya çalışır. Cezmi, Zuhal'in endişeli ve yorgun hayatına beklenmedik bir heyecan, özlediği bir cinsellik ve erkeklerin sağlayabildiği türden bir güvenlik duygusu getirir. Sevda annesinin de öğüdüyle, Cezmi'ye hiçbir şey sezdirmeden evindeki saat gibi düzeni sürdürmeye devam ederken, aynı ev kadını titizliğiyle Zuhal'in peşine takılır. Evine bile girmeyi başararak onun günlük alışkanlıklarını, düzenini, saatlerini öğrenir. Her geçen gün Cezmi'nin kendisini bu ilişkiye biraz daha kaptırışını izler. Zuhal'in eski kocası Mustafa'nın, karısını yeniden kazanmak için geri dönüşüyle üçlü arasındaki nazik denge tamamen altüst olacak ve şiddet yüklü bir sona sürükleneceklerdir.

türkiye turkey 2011, hdcam, 97’, renkli colour yönetmen director Çiğdem Vitrinel senaryo script Çiğdem Vitrinel, Şebnem Vitrinel görüntü cinematography İlker Berke kurgu editing Arzu Volkan müzik music Olcay Saral oyuncular cast Devin Özgür Çınar, Erkan Bektaş. Şebnem Hassanisoughi, Burak Tamdoğan, Birsen Dürülü, Ulaş Kurt, Nisan Özcan yapım-dağıtım production-distribution Firuz Film, Şebnem Vitrinel, Çiğdem Vitrinel, Türkgücü Cad. Tombaz Sok. Barış Apt. 16-8 Beyoğlu Istanbul T +90 507 246 9469 cvitrinel@gmail.com ödüller awards En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu Best Director, Best Actress Antalya

Her small and safe life is shaken to the core when Sevda learns that her husband is having an affair with Zuhal who is his colleague at the hospital. Sevda’s biggest accomplishment in life is her marriage to Cezmi. Cezmi is her protector, her safety net, her social and emotional safe haven. She is afraid of being left alone, of having to raise her little daughter without a father, of losing her home and her dreams for the future.

Çiğdem Vitrinel (Karabük, 1973) Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi, Sinema Televizyon Bölümü’nden mezun oldu. Çalışma hayatına Mehmet Eryılmaz’a belgesel filmlerinde yönetmen yardımcılığı yaparak başladı. Daha sonra Ahmet Uluçay, Yeşim Ustaoğlu gibi yönetmenlerle uzun metrajlı film projelerinde çalıştı. Geriye Kalan ilk sinema filmidir.

The “other woman” Zuhal got divorced a couple of years ago and is now a single mother of a sick, 10-year-old boy. Like all single women, she tries very hard to stand alone, with many things taking up her time and energy. Her office affair with Cezmi isn’t only about an unexpected joy and sexual relief to her life, but it’s more importantly about an expectation of safety. Sevda, going along with her mother’s advice, keeps up the day to day flow of their home-life like clockwork, keeping Cezmi in the dark even while she sets out to find Zuhal using all the fastidiousness being a housewife has taught her. However in a short while she realises that Cezmi’s passion for Zuhal runs deep. With the return of Mustafa, Zuhal’s ex-husband, who wishes to win back his wife, the delicate balance between the three of them is completely upset and they are all pulled towards a violent end.

Çiğdem Vitrinel (Karabük, 1973) graduated from Anadolu University, Department of Film and Television. She worked as an assistant director to Mehmet Eryılmaz in his documentary films. Later on she worked with Ahmet Uluçay and Yeşim Ustaoğlu. What Remains is her directorial debut.

25


yangın var in flames

Trabzon’un Çayırbağı beldesi sık çıkan yangınlardan mağdurdur ama itfaiye aracı yoktur. İlçenin belediye başkanı, kardeş belediye ilan ettiği çevre kentler yardımına koşmayınca bir toplantıda tanıştığı Diyarbakır Belediye Başkanı’ndan yardım ister. Yanıt olumludur. Diyarbakır’a fazla gelen itfaiye araçlarından biri temizlenir, boyanır ve Trabzon’a gönderilmek üzere hazırlanır. İtfaiye aracını Diyarbakır’dan Trabzon’a getirmek için belediyede çalışan Koşman isminde bir şoför görevlendirilir. 30 yaşlarında, sevimli bir milliyetçi olan Koşman hayatında Kürtleri hiç tanımamış, yaşadıkları hiçbir yerde bulunmamıştır. Ülkenin güneydoğusuna dair bütün fikirleri kulaktan dolmadır. İtfaiye aracının Diyarbakır’dan gelmesinden hoşlanmamış, gitmemek için ayak diremiştir. Ancak sonuçta Koşman Trabzon’dan yola çıkar ve bir sabah hayatında ilk kez gördüğü Diyarbakır’a varır. Koşman geceyi Diyarbakır’da geçirir. Başkanın bir akrabası evlenecektir, oraların düğününü de görsün diye çağrılan Koşman düğünde Asya’yla tanışır. Ertesi gün, Diyarbakır’da itfaiye muhasebecisi olarak çalışan Asya’nın Trabzon’a dönüş yolculuğunda Koşman’a katılması gerekecektir. Büyük bir kalabalık tarafından uğurlandıktan sonra yeni ve süslü itfaiye aracının içinde yola koyulurlar. Yolculuğun başında birbirine yabancı olan bu ikili zamanla birbirine ısınır. Muhteşem bir doğa eşliğinde, Asya’nın doğduğu topraklardan, Koşman’ın Artvin’de yaşayan annesinin evine ve Asya’nın Rize’deki kardeşine, onları uzun bir yolculuk beklemektedir.

türkiye turkey 2011, 35mm, 98’, renkli colour yönetmen director Murat Saraçoğlu senaryo script Murat Batgi, Koray Çalışkan görüntü cinematography Gökhan Atılmış kurgu editing Erkan Erdem müzik music Erol Mutlu, Levent Güneş, Işın Kucur oyuncular cast Osman Sonant, Nesrin Cavadzade, Yavuz Bingöl, Erkan Can, Şerif Sezer, Reha Özcan, Gaffur Uzuner, Metin Yıldız, Mirgün Cabas yapım-dağıtım production-distribution Yol Sinema, Koray Çalışkan, Fecri Ebcioğlu Sok. 14/4 1. Levent Istanbul T +90 212 283 9792 info@yolsinema.com

The town of Çayırbağı in Trabzon province suffers from frequent fires, but is without a fire truck. When no support is forthcoming from the twin towns declared by the local mayor, he approaches the mayor of Diyarbakır for help when the two meet at an official function. The answer he receives is positive. One of the fire trucks surplus to Diyarbakır’s needs is cleaned up, painted and made ready to be sent to Trabzon. A municipal worker by the name of Koşman is delegated to drive the fire truck from Diyarbakır to Trabzon. Koşman, a likeable Black Sea nationalist of around 30, has never met a Kurd in his life, nor ever set foot outside his hometown. Worse still, his thoughts about the south-east of the country are based entirely on hearsay. So the idea of the fire truck coming from Diyarbakır is not to his liking, and he puts his foot down, refusing to go. In the end, however, Koşman is persuaded to set off from Trabzon, and one morning he arrives in Diyarbakır, seeing the city for the first time.

Murat Saraçoğlu (İstanbul, 1970) İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Radyo-TV Bölümü’nü bitirdi. Uzun yıllar sinema ve televizyon sektöründe farklı projelerde çalıştıktan sonra ilk uzun metrajlı sinema filmi 120’yi yönetti. İkinci filmi O... Çocukları ve üçüncü filmi Deli Deli Olma bir milyona ulaşan bir gişe başarısı elde etti. Orhan Kemal uyarlaması son filmi 72. Koğuş 2010 yılında tamamlandı.

Koşman spends the night in Diyarbakır. One of the mayor’s relatives is getting married and Koşman is invited along for a glimpse of local wedding traditions. Here he meets Asya. The following day, Asya, an accountant for the Diyarbakır fire brigade, has to join Koşman on his trip back to Trabzon as a matter of procedure. The two take to the road in the spruced up fire truck, sent on their way by a large crowd. Though strangers at the beginning of the journey, Koşman and Asya slowly begin to warm to each other. An epic trip lies ahead of the two from the land where Asya was born to Koşman’s mother’s house in Artvin and Asya’s brother in Rize.

Murat Saraçoğlu (Istanbul, 1970) graduated from the Department of Radio and Television at Istanbul University. After working several years for various projects in cinema and television, he directed his first feature 120 in 2007. His second film O... Çocukları and the third Deli Deli Olma were very successful in box-office attracting more than a million moviegoers. In 2010, he completed 72nd Ward, an adaptation of the novel by Orhan Kemal. 26


yurt home

Nuri Bilge Ceylan’ın ödüllü filmi Uzak’ın başrol oyuncusu olarak tanınan 56 yaşındaki Muzaffer Özdemir’in yavaş seyreden, derin düşünceli dağ yürüyüşü filmi, sabreden doğa tutkunları için gerçek bir şölen vaat ediyor. Huzur veren manzaraları, doğanın kalbine yönelen modern saldırı görüntüleriyle bir araya getiren, seyrek bir olay örgüsü, kısa diyaloglar ve sade bir anlatımla desteklenen film, “kendi kendini yok eden bir çağın” ayini niteliğinde. Doğaya yönelik bir güzelleme ve onu duyarsızca yok edenlere yönelik ısrarlı bir suçlama. Festivaller için ideal bir seçim olan Yurt, Adana Film Festivali’nde gösterildi ve gelecek ay Tokyo Film Festivali’nde yarışacak. Ağıtsal tonu ve çarpıcı görselliği ile geniş kitlelere yeterince hitap etmekte zorlanabilecek bu “ilk film” sanat filmi sevenlerin özellikle ilgisini çekiyor. türkiye turkey 2011, 35mm, 77’, renkli colour

Film, ormanda sineklerle kaplı bir hayvan leşi görüntüsüyle açılıyor. Bu görüntü, Özdemir için neredeyse bir takıntı halini almış olan ölüm ve insanın çıkarları doğrultusunda acımasızca yok edilen doğa temasının temelini oluşturuyor. Doktoru, orta yaş bunalımına giren ana karakter mimar Doğan’a gündelik koşuşturmaya bir süre ara vermesini tavsiye ediyor. Yönetmen Özdemir tarafından canlandırılan ortağının teşvikiyle, Türkiye’nin kuzeydoğusundaki ücra memleketine gitmek ve işlerine yarayabilecek özgün su değirmeni fotoğrafları çekmek üzere yola koyuluyor.

yönetmen director Muzaffer Özdemir senaryo script Muzaffer Özdemir görüntü cinematography İlker Berke kurgu editing Ayhan Ergürsel, Muzaffer Özdemir, Selda Taşkın müzik music Schumann Kinderszenen, Mozart Piano Concerto No 24 K491 oyuncular cast Kanbolat Görkem Arslan, Muzaffer Özdemir, Muhammet Uzuner, Pınar Ünsal yapım-dağıtım production-distribution Tutya Film, Muzaffer Özdemir, Sadık İncesu, Turan Emeksiz Sok. 7B Blok 3 G.O.P. Ankara T +90 312 466 8174 sadikincesu@gmail.com

Patient conservationists will feast on this slow-paced, contemplative mountain hike made by 56-year-old Muzaffer Özdemir, best known as the lead in Nuri Bilge Ceylan’s award-winning Distance. With barely a sliver of a plot to hold it together, this stunning collection of awe-inspiring landscapes combines with images of modern intrusions into the heart of nature, all of it backed by brief dialogues and spells of narration, for what would be best described as a litany for a selfdestructive age. An ode to nature and an insistent indictment of those who destroy it arbitrarily. Home is an ideal choice for festival exposure, screened at the Adana Film Festival and already on its way to the Tokyo competition next month, this debut shows a keen eye for visuals combined with a toned-down elegiac mood that may not be sufficient for mass audiences, but should draw the attention of art cinemas.

Muzaffer Özdemir (Gümüşhane, 1955) 1980’de İ.T.Ü. Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. 1975 yılında Süper 8mm’lik kamerasıyla ilk kısa filmini çekti. Yönetmenliğini Nuri Bilge Ceylan’ın yaptığı Kasaba (1997), Mayıs Sıkıntısı (1999) ve Uzak (2002) filmlerinde oyunculuk yaptı. Uzak filmindeki oyunculuğu ile 2003 Cannes Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü aldı. Yurt ilk uzun metrajlı filmidir.

The opening sequence in a forest, showing the carcass of a dead animal covered by flies, already prepares the ground for Özdemir’s obsessive theme – death and destruction of nature, forcibly harnessed by man to serve his own immediate interests. The main character, Doğan, is an architect suffering from an undefined mid-life crisis, who is told by his doctors to take some time off from the daily rat race hassle. His partner (played by director Özdemir) encourages him to go back to his home town, far in the mountains of Northeast Turkey and on the way, collect some pictures of original water mills they might use in their work.

Muzaffer Özdemir (Gümüşhane, 1955) graduated from the Istanbul Technical University, Department of Geological Engineering in 1980. He made his first short film with his Super 8mm camera in 1975. He acted in three Nuri Bilge Ceylan films: The Small Town (1997), Clouds of May (1999) and Distant (2002). His performance in Distant won him the Best Actor Award at the Cannes Film Festival in 2003. Home is his debut feature.

Dan Fainaru 27


28


zeki demirkubuz: kıskandığım amerikan filmleri zeki demirkubuz: american films i envy


in memoriam Ömer Lütfi Akad 1916-2011 saygıyla anıyoruz. 30


zeki demirkubuz: kıskandığım amerikan filmleri

zeki demirkubuz: american films i envy

Tek tek örnekler açısından bakıldığında, sinemanın en üst, en ideal ve aşkın halinin, Bresson, Bergman, Tarkovski, Antonioni, Ozu, Satrajit Ray gibi yönetmenler ve filmleri olduğunu söyleyebiliriz. Ama sinema sanatının temel unsurlarının bir bütünlük, hatta olgu halinde gerçekleşebildiği, neredeyse vatan duygusuna ulaştığı yer Amerika’dır. Bu teknik, bilimsel, endüstriyel ve ticari açılardan böyle olduğu kadar, haksız bir şekilde esirgenmiş olan artistik ve anlam açısından da böyledir.

On a case by case basis, cinema in its finest, most flawless and transcendent form is arguably represented by the work of directors such as Bresson, Bergman, Tarkovski, Antonioni, Ozu and Satrajit Ray. And yet it’s America that is recognized almost as the home of the filmmaking, where the fundamentals of the art coalesce as a whole, as a phenomenon even. This is true as much from a technical, scientific, industrial and commercial point of view as it is in terms of unfairly championed artistic style and content.

Kendi adıma, "kıskandığım filmler" başlığı altında önerdiğim dört filmi ve başka yüzlerce Amerikan filmini izlerken, en az yukarda bahsettiğim yönetmenler ve filmleri kadar Amerikan Sineması’ndan etkilendiğimi, kendimi onlarla karşılaştırdığımı, kafamın karıştığını ve Amerikan Sineması’nı birçok açıdan daha derin ve saygın bir yerde gördüğümü itiraf edebilirim.

Speaking for myself, when I sit down to watch the four titles I suggested for the ‘Films I Envy’ section, and indeed hundreds more American films, I freely admit to being at least as impressed by American cinema as by the directors I mentioned above and their films. Not only that, I compare myself and my work to them, my mind becomes a muddle and I find myself harbouring a deep respect for American cinema in many ways.

Bu büyük ve çok önemli sinemanın bizim açımızdan şanssızlığı, emperyal ilişkiler ve popüler kültürün ipoteği altında, çoğu zaman en kötü ve bayağı örnekleri ile karşımıza çıkmış olmasıdır. Ancak, bunu fark edebilen ve aşabilen seyircinin, başka hiçbir ülke ya da bölge sinemasının bizlere sunamayacağı büyüklük ve kalitede bir sinema hazinesine kavuşacağını kendimden biliyorum. Zeki Demirkubuz

No matter how great and important American cinema may be, it comes with a downside for the likes of us: namely that the industry as a whole remains in thrall to imperialist relationships and popular culture, as a result of which only the worst and most banal examples tend to reach us. All the same, I know for myself that the discerning and resourceful viewer has access to a treasure trove of films of a standing and quality that no other national or regional cinema can rival. 31


john huston

John Huston (1906-1987) Amerikalı yönetmen, senarist ve oyuncu. Yönetmenliğini yaptığı 37 filmden çoğunun aynı zamanda senaryosunu da kaleme alan Huston’ın filmlerinin çoğu bugün klasik olarak kabul ediliyor. 46 yıllık kariyerinde, 15 kez Oscar’a aday gösterildi ve bu ödülü iki kez kazandı. Babası Walter Huston ve kızı Anjelica Huston da, Huston’ın yönettiği iki farklı filmle, Oscar Ödülü’ne layık görüldüler. Huston’ın filmlerinde, gençlik yıllarında Paris’te aldığı güzel sanatlar eğitiminin ve ressamlığının etkisini görmek mümkündür. Kariyeri boyunca, filmlerini görsel bir keşif sürecinde tasarlayan Huston, filmin her karesini çekim öncesi bir kağıda çizdikten sonra, çekim sırasında karakterlerini titizlikle kadraja yerleştirir. Filmi son haline getirmek için çekim sonrasındaki kurguya yaslanan pek çok yönetmenin aksine, Huston’ın çekim sırasında şekillenen, hem daha ekonomik hem de daha ussal filmleri, kurguya az ihtiyaç duyar. Çoğunlukla roman uyarlaması olan filmlerinde, özellikle Moby Dick ve The Red Badge of Courage’de olduğu gibi bir kahramanlık arayışına sıklıkla rastlamak mümkündür. Aynı amaç uğruna bir araya gelmiş, birbirinden farklı insanların yıkıcı bir ittifaka dönüşen birliktelikleri, Huston’ın pek çok filminin dramatik yapısını ve görsel gerilimini oluşturur. Bunun yanı sıra din, anlam, gerçeklik, özgürlük, psikoloji, sömürgecilik ve savaş gibi 20. yüzyılın “büyük anlatıları”, filmlerinin önemli temaları arasındadır.

önemli filmleri selected films 1941 The Maltese Falcon Malta Şahini 1948 The Treasure of the Sierra Madre Altın Hazineleri 1948 Key Largo Ölüm Gemisi 1950 The Asphalt Jungle Elmas Kaçakçıları 1951 The Red Badge of Courage Kanlı Zafer 1951 The African Queen Afrika Kraliçesi 1953 Moulin Rouge 1956 Moby Dick Deniz Ejderi 1960 The Misfits Uygunsuzlar 1975 The Man Who Would Be King Kral Olacak Adam 1984 Under the Volcano Volkanın Altında 1985 Prizzi's Honor Prizzi’lerin Onuru 1987 The Dead Ölüler

John Huston (1906-1987) American film director, screenwriter and actor. He wrote most of the 37 feature films he directed, many of which are today considered classics. During his 46-year career, Huston received 15 Oscar nominations, winning twice, and directed both his father, Walter Huston, and daughter, Anjelica Huston to Oscar wins in different films. Huston was known to direct with the vision of an artist, having studied and worked as a fine art painter in Paris in his early years. He continued to explore the visual aspects of his films throughout his career: sketching each scene on paper beforehand, then carefully framing his characters during the shooting. In addition, while most directors rely on post-production editing to shape their final work, Huston instead created his films while they were being shot, making his films both more economical and more cerebral, with little editing needed. Most of Huston's films were adaptations of important novels, often depicting a "heroic quest", as in Moby Dick or The Red Badge of Courage. In many films, different groups of people, while struggling toward a common goal, would become doomed or "destructive alliances", giving the films a dramatic and visual tension. Many of his themes also involved some of the "grand narratives" of the twentieth century, such as religion, meaning, truth, freedom, psychology, colonialism and war. 32


uygunsuzlar the misfits

Ortalama zevklere sahip olan duygusal bunalımdaki Roslyn Taber (Marilyn Monroe) kocası Raymond Taber’den tek celsede boşanmak için Nevada’ya gelmiştir. Yaşını almış kovboy Gay Langland (Clark Gable) ile tanışınca en sonunda onu anlayan biri ile karşılaştığını düşünür. Bu sırada Gay, arkadaşları Guido ve Perce Howland (Eli Wallach ve Montgomery Clift) ile birlikte vahşi bir at sürüsünü yakalayıp bir köpek maması şirketine satma peşindedir. Efsanevi yönetmen John Huston’ı, yıldız bir oyuncu kadrosu ve ünlü oyun yazarı Arthur Miller’a ait senaryo ile buluşturan Uygunsuzlar, sinema tarihinin büyük beklenti yaratan filmlerinden biri oldu. Fakat, zorlu çekim mekanları, başroldeki dengesiz bir kadın ve yıllanmış bir erkek oyuncu, çatırdayan bir evlilik ve disiplinsiz bir yönetmen bir araya gelince, çekimler sırasında kamera arkasında yaşanan dramatik olaylar filmi gölgede bıraktı. Hayatla sanat arasında varolan o ince çizgi, Monroe, Gable ve Clift’in kendilerine çok benzeyen karakterleri canlandırdıkları Uygunsuzlar’da belirgin bir hal alıyor. Uygunsuzlar 1961’de vizyona girdiğinde eleştirmen ve seyircilerden beklediği ilgiyi görmese de, kendine özgü, az rastlanır gizemiyle, hala yaşayan bir film. Uygunsuzlar, modern Batı’da geleneksel değerlerin yok olup gidişine tanıklık eden bir örnek olarak bugün özel bir ilgi görüyor. Bir “karizmatik kaybedenler kulübü”nün John Huston imzalı alameti farikalarından biri olarak nitelendirilecek bu film, en büyük Hollywood yıldızlarından Monroe - Gable ikisinin de son filmi. Quasi-sophisticated but an emotional basket case, Roslyn Taber, Marilyn Monroe’s character, has come to Nevada to get a quickie divorce from her husband, Raymond Taber. After her landlady introduces her to aging cowboy Gay Langland (Clark Gable), Roslyn finds herself at last, seemingly, with a person with whom she can communicate. Meanwhile, Gay and his fellow horsemen, Guido and Perce Howland (played, respectively, by Eli Wallach and Montgomery Clift), scheme to capture a herd of wild mustangs, intending to sell them to a packing company for dog food.

abd usa 1961, 35mm, 124', siyah beyaz b&w yönetmen director John Huston senaryo script Arthur Miller görüntü cinematography Russell Metty kurgu editing George Tomasini müzik music Alex North oyuncular cast Clark Gable, Marilyn Monroe, Montgomery Clift, Eli Wallach yapım production Seven Arts Productions, John Huston Production, United Artists Release dağıtım distribution Park Circus Limited, Nick Varley, 1 Park Terrace, Glasgow G3 6BY UK T +44 141 332 2083 nick@parkcircus.com www.parkcircus.com ödül award En İyi Klasik Film Genesis Ödülleri 1993 Best Feature Film Classic Genesis Awards 1993

With legend John Huston directing a cast of movie icons, in a screenplay written by a famed playwright, The Misfits was one of the most anticipated films ever. However, difficult shooting locations, an unstable leading lady, an aging leading man, a crumbling marriage and an undisciplined director all combined to make the behind-the-scenes event of the film’s production more dramatic that The Misfits itself. The fine line that often exists between art and life is remarkable in The Misfits because Monroe, Gable and Clift played characters so much like themselves. Though greeted coolly by critics and audiences in 1961, it is, undeniably, a film that still lives. It has that rare element, mystique. Today, The Misfits holds special interest as an example of the loss of traditional values in the modern Western. It is one of John Huston’s trademark celebrations of a bunch of charismatic losers. It was the last film from two of Hollywood’s greatest stars. Joe Zentner 33


john schlesinger

Sinema ve tiyatro yönetmenliğinin yanı sıra oyuncu olarak da tanınan Schlesinger (1926-2003), İngiltere’de orta sınıf bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1950’lerde başladığı oyunculuk kariyerini, İngiliz filmlerinde yardımcı rollerde oynayarak sürdürdü. Yönetmenliğe 1956 yılında çektiği, Londra’daki Hyde Park’ı konu alan Sunday in the Park adlı belgesel ile başladı. 1960’ların başında oyunculuktan tamamen vazgeçerek, kariyerini yönetmen olarak sürdürmeye başladı ve 1961 yapımı Terminus adlı belgeseli ile Venedik’te Altın Aslan Ödülü’nü ve İngiliz Akademi Ödülü’nü kazandı. İlk iki filmi A Kind of Loving (1962) ve Billy Liar (1963) İngiltere’nin kuzeyinde geçiyordu. A Kind of Loving 12. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü’ne layık görüldü. 1970’lerde toplum hayatının dışına itilmiş insanlarla ilgili peşpeşe çektiği filmlerin yanı sıra, Royal Shakespeare Company için Timon of Athens adlı oyunu (1965) ve London's Piccadilly Theatre’da I and Albert (1972) adlı müzikali sahneye koydu. 1975 yılında Royal National Theatre’da yardımcı yönetmen olarak çalışırken, Shaw’un Heartbreak House adlı oyununu sahneye koydu. Ayrıca aralarında Covent Garden’da sahnelenen Les contes d'Hoffmann (1980) ve Der Rosenkavalier’in (1984) da bulunduğu çok sayıda opera yönetti.

önemli filmleri selected films 1962 A Kind of Loving 1963 Billy Liar 1965 Darling 1967 Far From the Madding Crowd Bir Aşk Yetmez 1969 Midnight Cowboy Geceyarısı Kovboyu 1971 Sunday Bloody Sunday Kanlı Pazar 1975 The Day of the Locust Çekirgenin Günü 1976 Marathon Man Vahşi Koşu 1979 Yanks Yankiler 1981 Honky Tonk Freeway Takma Kafana 1985 The Falcon and the Snowman Şahin ve Kardan Adam 1987 The Believers Tarikat 1988 Madame Sousatzka 1990 Pacific Heights Pasifik Tepeleri 1993 The Innocent Masumiyet 1996 Eye for an Eye Göze Göz 2000 The Next Best Thing Tatlı Sürpriz

English film and stage director and actor. Schlesinger (1926-2003) was born in London into a middle-class Jewish family. He worked as an actor. His acting career began in the 1950s and consisted of supporting roles in British films. He began his directorial career in 1956 with the short documentary Sunday in the Park about London's Hyde Park. By the 1960s, he had virtually given up acting to concentrate on a directing career, and another of his earlier directorial efforts, the documentary Terminus (1961), gained a Venice Film Festival Gold Lion and a British Academy Award. His first two fiction movies, A Kind of Loving (1962) and Billy Liar (1963) were set in the north of England. A Kind of Loving won the Golden Bear Award at the 12th Berlin International Film Festival in 1962. During the 1970s, he made an array of movies about loners, losers, and people outside the clean world. Schlesinger also directed Timon of Athens (1965) for the Royal Shakespeare Company and the musical I and Albert (1972) at London's Piccadilly Theatre. From 1973 he was an associate director of the Royal National Theatre, where he produced Shaw's Heartbreak House (1975). He also directed several operas, beginning with Les contes d'Hoffmann (1980) and Der Rosenkavalier (1984), both at Covent Garden. 34


geceyarısı kovboyu midnight cowboy

İngiliz yönetmen John Schlesinger imzalı Geceyarısı Kovboyu, karamsar ve ağır konusuyla ultra-gerçekçi bir yetişkin filmi. Evsiz, her türlü pisliğe bulaşmış iki serseri anti-kahramanın tuhaf dostluğu ve trajik hikâyesini masalsı bir dille anlatan film, Steinbeck'in Fareler ve İnsanlar romanını hatırlatıyor. Film, Amerikan toplumunun insanı tüketen sınıf yapısı hakkında bir ahlak dersi niteliğinde. Gösterime girdiğinde bazı izleyiciler filmin bir kovboy filmi olduğunu sanmışlardı. Oysa ki filmin iki ana karakterinden biri olan, püsküllü kovboy ceketini üstünden çıkarmayan, saf Teksaslı bulaşıkçı, çok para kazanan bir jigolo olmak umuduyla acımasız şehir New York’a geliyordu ve Geceyarısı Kovboyu, “erkek fahişe” anlamında kullanılıyordu. Geceyarısı Kovboyu, Akademi’nin En İyi Film Ödülü’ne layık gördüğü ilk ve tek yetişkin filmi. Seks ve uyuşturucu içeren cüretkar sahneleri nedeniyle ilk gösterimi, yetişkin film sınıflandırması (X rating) ile yapılan film, 1970 yılının sonunda tekrar gösterime girdiğinde genel izleyici kategorisine alındı. En İyi Erkek Oyuncu (Dustin Hoffman ve Jon Voight), En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (çok küçük rolüyle Sylvia Miles) ve En İyi Kurgu (Hugh A. Robertson) da dahil yedi dalda Oscar’a aday gösterilen Geceyarısı Kovboyu, En İyi Film, En iyi Yönetmen ve En İyi Uyarlama Senaryo (Waldo Salt: James Leo Herlihy'nin 1965 yılında yayımlanan romanından) ödüllerini kazandı. Film, seks ve uyuşturucu sahneleri, anti-totaliter tavrı ve özgürlük arayışı ile, 70’li yılların “Yeni Hollywood” akımının en tipik örneği kabul ediliyor.

abd usa 1969, 35mm, 113', siyah beyaz, renkli b&w, colour yönetmen director John Schlesinger senaryo script Waldo Salt görüntü cinematography Adam Holender kurgu editing Hugh A. Robertson müzik music John Barry oyuncular cast Dustin Hoffman, John Voight, Sylvia Miles, Brenda Vacarro, John McGiver yapım production Jerome Hellman, John Schlesinger dağıtım distribution Park Circus Limited, Nick Varley, 1 Park Terrace, Glasgow G3 6BY UK T +44 141 332 2083 nick@parkcircus.com www.parkcircus.com önemli ödülleri selected awards En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Uyarlama Senaryo Best Picture, Best Director, Best Adapted Screenplay Oscar • En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo, En İyi Kurgu, En İyi Erkek Oyuncu, Umut Veren Oyuncu Best Film, Best Director, Best Script, Best Editing, Best Actor, Most Promising Newcomer Bafta • OCIC Ödülü OCIC Award Berlin • En İyi Yabancı Yönetmen, En İyi Yabancı Oyuncu Best Director-Foreign Film, Best Foreign Actor David di Donatello • Üstün Yönetmenlik Başarısı Amerikan Yönetmenler Birliği Outstanding Directorial Achievement Directors Guild of America • Umut Veren Oyuncu Altın Küre Most Promising Newcomer Golden Globes • En İyi Yabancı Yönetmen İtalyan Film Eleştirmenleri Sendikası Best Director-Foreign Film Italian National Syndicate of Film Journalists

Midnight Cowboy is an ultra-realistic, adult film with sordid, downbeat and serious content, from British director John Schlesinger. The film portrays the unlikely companionship and poignant tragic drama of two homeless, down-and-out, anti-hero drifters who are powerfully bonded together in a tale resembling Steinbeck's Of Mice and Men. With a misleading title for the morality tale about the venomous American class system, some viewers thought it was a western; in fact, the film's title expresses the code name for a "male hustler" - the self-professed occupation of one of the characters, a slow-witted, fringe-jacketed Texan dishwasher transplanted to the big, apathetic city of New York to hopefully become a high-paid street gigolo. It was notable for being the first and only X-rated film (its nude scenes and bold content - sex and drugs - were shocking for its time, but its X-rating for its initial release was later downgraded to R when the film was re-released in late 1970) to receive the Best Picture Oscar from the Academy of Motion Picture Arts and Sciences. It garnered seven nominations, including Best Actor (Dustin Hoffman and Jon Voight), Best Supporting Actress (Sylvia Miles in an extremely brief on-screen role), and Best Film Editing (Hugh A. Robertson), and ended up with three Oscars - Best Picture, Best Director, and Best Adapted Screenplay (by Waldo Salt from James Leo Herlihy's 1965 novel). It was an archetypal film for the "New Hollywood" of the 70s, with its adult themes of alienation, sex and drugs, anti-authoritarianism, and a quest for freedom. 35


sam peckinpah

Sam Peckinpah (1925-1984) ilk olarak 1969 yapımı destansı kovboy filmi Vahşi Belde ile ün kazandı. Kovboy filmlerine yönelik farklı yaklaşımının yanı sıra, aksiyon ve şiddeti tüm açıklığıyla gözler önüne seren yenilikçi tarzıyla dikkat çekti. Genellikle değerler ve idealler arasındaki çatışma ve toplumun içine düştüğü şiddet yozlaşmasını konu eden Peckinpah, filmlerindeki şiddet dozu nedeniyle “Kanlı Sam” lakabıyla anıldı. Peckinpah’ın onur mücadelesi veren yapayalnız ya da başarıya aç kişileri resmeden karakterleri, nihilist ve vahşi dünyada hayatta kalabilmek için bazı fedakarlıklar yapmak zorunda kalırlar. Peckinpah’ın alkol ve uyuşturucu bağımlılığı ile şekillenen savaşçı kişiliği, profesyonel hayatını çoğu zaman gölgede bıraktı. Filmlerinin çoğu, kamera arkasında yapımcı ve set ekibiyle yaşanan kavgalar ile gündeme gelerek kariyerine ve ününe zarar verdi. Köpekler (1971), Pat Garrett ve Billy the Kid (1973) ve Bana Onun Kellesini Getirin (1974) gibi birçok filmi hala tartışılıyor.

önemli filmleri selected filmography 1961 The Deadly Companions 1962 Ride the High Country İz Peşinde 1965 Major Dundee Kahraman Binbaşı 1969 The Wild Bunch Vahşi Belde 1970 The Ballad of Cable Hogue Çöl Şeytanı 1971 Straw Dogs Köpekler 1972 Junior Bonner Vahşi Sürücü 1972 The Gateway Sonsuz Firar 1973 Pat Garrett and Billy the Kid Pat Garrett ve Billy the Kid 1974 Bring Me the Head of Alfredo Garcia Bana Onun Kellesini Getirin 1975 The Killer Elite Seçilmiş Katil 1977 Cross of Iron Zafer Madalyası 1978 Convoy Konvoy 1983 The Osterman Weekend Osterman

Sam Peckinpah (1925-1984) American filmmaker and screenwriter who achieved prominence following the release of the Western epic The Wild Bunch (1969). He was known for the innovative and explicit depiction of action and violence, as well as his revisionist approach to the Western genre. Peckinpah's films generally deal with the conflict between values and ideals, and the corruption of violence in human society. He was given the nickname "Bloody Sam" owing to the violence in his films. His characters are often loners or losers who desire to be honorable, but are forced to compromise in order to survive in a world of nihilism and brutality. Peckinpah's combative personality, marked by years of alcohol and drug abuse, has often overshadowed his professional legacy. Many of his films were noted for behind-the-scenes battles with producers and crew members, damaging his reputation and career during his lifetime. Many of his films, such as Straw Dogs (1971), Pat Garrett & Billy the Kid (1973) and Bring Me the Head of Alfredo Garcia (1974), remain controversial. 36


köpekler straw dogs

Sam Peckinpah’ın en iyi filmlerinden biri olarak kabul edilen Köpekler, şiddeti basitçe vahşet göstererek değil, karakterler üstündeki sarsıcı etkileri aracılığıyla aktaran çarpıcı bir inceleme. Hikâyenin doruk noktasındaki katliam sahnesinde, en şiddetten uzak, sakin izleyici bile kendini alkışlarken bulabiliyor; Köpekler işte tam da bu nedenle ürpertici bir film. Kendi halinde, bir matematikçi olan Hoffman, George ile evlidir. Şehir hayatının şiddetinden kaçan çift, George’un doğduğu küçük kasabaya yerleşir. Ama Hoffman’ın kasabada şiddete eğilimin hiç de az olmadığını kısa sürede fark etmesiyle, bu pastoral sakinliğin yanıltıcı olduğu anlaşılır. Köpekler 1971 yılındaki ilk gösteriminde büyük tartışma yarattı. Kimileri şiddet dozunu aşırı ve fazla sert bularak, filmin dili ve Hoffman’ın canlandırdığı karakterden de benzer biçimde rahatsız oldu. Kendini savunmak zorunda kalan bir pasifistin durumunun en uç noktaya taşındığı hikâyede, Hoffman’ın canlandırdığı karakterin maço bir erkek haline gelişine tanık oluruz: Şerefini ve yuvasını koruyarak, ona pek de inanmayan karısına evin gerçek reisi olduğunu kanıtlar. İlkel gibi görünse de tartışılmaz bir etkiye sahip bu bakış açısıyla Köpekler, sinema tarihinin şiddet üzerine yapılmış en iddialı filmlerinden biri olarak kabul ediliyor.

abd, ingiltere usa, uk 1971, 35mm, 112’, renkli colour yönetmen director Sam Peckinpah senaryo script David Zelag Goodman, Sam Peckinpah görüntü cinematography John Coquillon, B.S.C. kurgu editing Paul Davies,Tony Lawson, Roger Spottiswoode müzik music Jerry Fielding oyuncular cast Dustin Hoffman, Susan George, Peter Vaughan, T.P. McKenna, Del Henny yapım production David Melnick Production dağıtım distribution British Film Institute, Andrew Youdell, 21 Stephen Street London W1T 1LN UK T +44 207 255 1444 andrew.youdell@bfi.org.uk ödül award En İyi Yönetmen Kansas Film Eleştirmenleri Birliği Ödülleri Best Director Kansas City Film Critics’ Circle Awards

Straw Dogs is easily one of Sam Peckinpah’s finest films. A relentless study in violence that shocks, not with simple gore tactics, but with the jolting effect it has on its characters. Even the most passive viewer may find himself cheering on the carnage of the films’ climax, and in that respect, it’s absolutely chilling. Hoffman is a quiet mathematician married to George. To escape urban violence, they move to her birthplace, a small Cornish village. The pastoral setting is misleading, however, as Hoffman soon finds the town has more than its share of violence-prone louts. When Straw Dogs was released in 1971, it caused great deal of controversy. Some found its violence too graphic and gratuitous, and were equally offended by the film’s tone and depiction of Hoffman’s character. The basic premise of the film -a pacifist having to take a stand- is simply taken to its wildest extreme. Hoffman’s character is -in this vision of machismo- becoming a man: defending his honour, his home, and proving to his disbelieving wife that he is the king of the castle. It’s an admittedly narrow and primitive vision but a powerful one. Straw Dogs is simply one of the strongest statements about violence ever put on the screen. 37


sydney pollack

Sydney Pollack (1934-2008) Amerikalı yönetmen, yapımcı ve oyuncu. New York Neighborhood Playhouse’daki eğitimi sırasında Sanford Meisner ile çalışan Pollack, daha sonra aynı yerde oyunculuk eğitimi verdi. Sinemaya adım atmadan önce, 1960’lı yıllarda televizyonda çalıştı. Pollack 21’den fazla film ve 10 televizyon dizisi yönetti, 30’un üzerinde filmde ve televizyon dizisinde oyuncu olarak çalıştı, 44’ten fazla filmin yapımcılığını üstlendi. Jeremiah Johnson (1972), Bulunduğumuz Yol (1973), Akbabanın Üç Günü (1975) ve Yanlış Karar (1981) en ünlü filmleri arasında yer alıyor. Filmleri, 48 kez Oscar’a aday gösterildi ve 11 Oscar kazandı. 1969 yılında Atları da Vururlar ile ilk kez, 1982 yılında Tootsie ile ikinci kez aday gösterildi. Başrollerini Meryl Streep ve Robert Redford’un paylaştığı Benim Afrikam ile 1985 yılında yönetmen ve yapımcı olarak Oscar Ödülü’ne layık görüldü. Havana (1990), Şirket (1993), Sabrina (1995), Çevirmen (2005) ve hem yapımcısı olduğu, hem de oyuncu olarak rol aldığı Michael Clayton (2007) daha yeni filmleri arasında. Yönetmen Anthony Minghella ile birlikte Mirage Enterprises yapım şirketini kurdu. Yapımını üstlendikleri son film olan Okuyucu ile, her ikisi de ölümlerinin ardından En İyi Film dalında Oscar’a aday gösterildiler.

önemli filmleri selected films 1969 They Shoot Horses, Don't They? Atları da Vururlar 1972 Jeremiah Johnson 1973 The Way We Were Bulunduğumuz Yol 1975 Three Days of the Condor Akbabanın Üç Günü 1975 The Yakuza Yakuza 1979 The Electric Horseman Rodeocu 1981 Absence of Malice Yanlış Karar 1982 Tootsie 1985 Out of Africa Benim Afrikam 1990 Havana 1993 The Firm Şirket 1995 Sabrina 2005 The Interpreter Çevirmen

Sydney Pollack (1934-2008) American film director, producer and actor. Pollack studied with Sanford Meisner at the Neighborhood Playhouse in New York City, where he later taught acting. He began directing television shows in the 1960s before moving to films. Pollack directed more than 21 films and 10 television shows, acted in over 30 films or shows, and produced over 44 films. Some of his best known works include Jeremiah Johnson (1972), The Way We Were (1973), Three Days of the Condor (1975) and Absence of Malice (1981). Pollack's films received a total of 48 Academy Award nominations, winning 11 Oscars. His first Oscar nomination was for his 1969 film They Shoot Horses, Don't They? and his second in 1982 for Tootsie. For his 1985 film Out of Africa starring Meryl Streep and Robert Redford, Pollack won Academy Awards for directing and producing. His later films included Havana (1990), The Firm (1993), Sabrina (1995), The Interpreter (2005), and as producer for and actor in Michael Clayton (2007). He formed a production company called Mirage Enterprises with the English director Anthony Minghella. The last film they produced together, The Reader, earned them both posthumous Oscar nominations for Best Picture. 38


yakuza the yakuza

İlgi çekici, iyi oyunculuklarla öne çıkan, Amerikan yapımı bir Japon gangster filmi. Robert Mitchum, yakuza tarafından kaçırılan Amerikalı bir kızı kurtarmak üzere Japonya’ya giden özel dedektif rolünde, efsanevi Japon yıldız Ken Takakura ona yardım eden eski bir gangster. Kishi Keiko ise Mitchum’un İkinci Dünya Savaşı sonunda Japonya’da görevliyken bir aşk yaşadığı ve şimdi tekrar karşılaştığı kadın. Paul Schrader’in, kardeşi Leonard’ın bir hikâyesinden sinemaya uyarladığı Yakuza, Japon tür sineması geleneklerinin Amerikan seyircisine tanıtımı açısından kayda değer bir girişim. Halâ geçmişin değerleri ile yaşayan ve kapitalist Japonya’da var olmaya çalışan modası geçmiş bir yakuza olan Ken karakteri (kardeşi ona “yalnız kurt” diyor), eski ritüel ve geleneklerle çağdaş değerleri, ilgi çeken bir biçimde karşılaştırma imkanı sunuyor. Yönetmen Pollack bir zanaatkarın ustalığıyla, ne hikâyeyi parlatıyor ne de iyi bir fikri buyurgan bir yönetimle berbat ediyor. Kamerası sadece performansları kaydetmek için orada bulunuyor – asla daha fazlası için değil. İşte bu nedenle, bu film büyüleyici bir seyir yaratmayı başaran oyunculara ait.

abd, japonya usa, japan 1975, 35mm, 112’, renkli colour yönetmen director Sydney Pollack senaryo script Paul Schrader, Robert Towne görüntü cinematography Okazaki Kozo, I.S.C. kurgu editing Thomas Stanford, Don Guidice müzik music Dave Grusin oyuncular cast Robert Mitchum, Takakura Ken, Okada Eiji, Herb Edelman, Richard Jordan yapım production Sydney Pollack dağıtım distribution Warner Bros. Entertainment Europe, Warner House, 98 Theobalds Road, London WC1X 8WB UK

Interesting and well-acted, American take on the Japanese gangster genre. Robert Mitchum stars as a private detective who goes to Japan to rescue an American girl who has been kidnapped by a yakuza, with Japanese screen idol Ken Takakura as a former gangster who helps him in his quest. Kishi Keiko plays a woman with whom Mitchum had had a love affair while stationed in Japan at the end of Word War II, and whom he now re-encounters. Written by Paul Schrader from a story of his brother Leonard, The Yakuza was a commendable attempt to expose American audiences to some of the conventions of Japanese genre films. By making the Ken character an anachronistic yakuza who still lives by the codes of the past (he is described as a “lone wolf” by his brother) while trying to exist in present-day capitalist Japan, the filmmakers were able to interestingly compare ancient rituals and values with more contemporary practices. Director Pollack does a workmanlike job, neither giving added resonance to the material, nor ruining a good idea with overbearing direction. His camera is just there to record the performances and really does little else. The film belongs to the actors, and they succeed in making it fascinating viewing. 39



dardenne kardeĹ&#x;ler dardenne brothers


dardenne kardeşler

alkolik annesiyle bir karavanda barınan; iş uğruna kendi gibileri de ezen Rosetta’nın katlanmak zorunda olduğu sefalet, bu filmde öylesine natüralist biçimde gösteriliyordu ki Belçika hükümetini harekete geçirdi! Gençlerin başlarını sokacak bir evin kirasını bile ödeyemeyecekleri kadar düşük ücretlerle çalıştırılmasını önleyen yasaya Belçika’da “Rosetta Yasası” adı verildi! Her daim olan biteni, gerçekliği anlatmaktan öte bir amaç taşımadıklarını ileri süren, “Dünyayı değiştirmeye çalışmıyoruz” diyen Dardenne Biraderler Rosetta’nın hem sanatsal hem toplumsal başarısıyla bunun mümkün olabileceğini de kanıtlamış oldu.

Alin Taşçıyan Film dilinde yalınlık ve içtenlik büyük bir erdemdir yönetmenler için. Gerçekliği dürüstçe ve cesurca dile getirmeyi, adalet, eşitlik, dayanışma, vicdanlı ve affedici olma temalarını işlemeyi ilke edinmiş Dardenne Biraderler bu erdeme sahiptir. Dahası, günümüz sinemasında erdemliliğin örnek temsilcileri arasında sayılırlar. Gençlerin, çocukların, yoksulların, göçmenlerin durumuyla içtenlikle ilgilenir, gelecek ve umut üretirler. Virtus (erdem) onların sinemasında virtuosus’tan (teknik mükemmeliyet) önceliklidir. Ama bu öncelik iki Altın Palmiye sahibi nadir sinemacılar arasında yer almalarını sağlayan virtüozitelerine engel değildir elbette!

Dardenne’ler, genellikle üç bölümlü klasik bir dramatik yapıyı tercih eden, tek bir karaktere odaklanıp onun öyküsünü üçüncü tekil şahıs bakış açısından anlatan filmler yaptılar. Hızlı kamera hareketleri, kısa ve orta uzunlukta planlar, dinamik bir kurgu ile merak, heyecan, kuşku, kaygı, gerilim ögelerini yaratarak izleyiciyi çoğunlukla çocuk ve gençlerden oluşan karakterlerinin karmaşık hayatlarına dahil ederler. İzleyicide karakterlerine ve içinde yaşadıkları sosyal çevreye karşı duyarlılık yaratmayı filmlerinin temel amacı olarak gayet açık ve net biçimde hissettirirler. Bunun için tamamen pür sinemanın gücünden yararlanırlar. İyi bir senaryo, doğal oyunculuk, müziğe ve efektlere gerek duymayan sağlam bir mizansen damgasını vurur yapıtlarına. Dardenne Biraderler’in bir filmini izlediğinizde niyetlerini hemen anlarsınız. Lafı dolandırmazlar, oyun oynamazlar, kafa karıştırmazlar. Arkasını göremediğimiz bir kapıyı temkinli aralamaktansa nereye baktığını gördüğümüz bir pencereyi ardına dek açarız onların filmlerini izlerken. Cam gibi saydam, parlak, dayanıklı, doğal ve güzeldirler. Rosetta’dan sonraki bütün filmlerinin Cannes Film Festivali’ne seçilip her seferinde büyük ödüllerle dönmesini sağlayan da bu nitelikleridir. Dardenne’ler 2002’de bir marangozun, oğlunu öldürüp ıslahhanede yatan ergeni çırak almasını konu alan, formülleri ters yüz edip Katolik bir affedicilik kavramıyla yoğrulu Oğul ile yine Cannes’da yarıştı. Yüzü çok az görülen, ama boynunun büküklüğü ve sırtının kamburluğuyla acılı bir insanın beden dilini mükemmel canlandıran Olivier Gourmet En İyi Erkek Oyuncu seçildi. Film ise Ekümenik Jüri’den Mansiyon aldı.

‘80’li yılların sonunda siyasi yelpazenin iki ucunun birleşecek kadar birbirinden ayrıldığı ve bu gerilim sonunda kırılıp bütün kanatlarının dağıldığı, alışılagelmiş değerlerin altüst olduğu geçiş döneminde, toplumsal gerçekçilik sinemadaki itibarını büyük ölçüde yitirdi. İngiliz Free Cinema akımının ‘90’lı yıllara dek süren etkisi, sosyalizmi SSCB’nin dağılmasıyla hükmü kalmamış bir ideolojiye indirgemeye çalışan kapitalist baskıyla zayıfladı. Etik yönden muğlak olayların, moral yönden karanlık kahramanların, gerçek hayat kesitlerinin minimalist bir tarzla ele alındığı, bireyi sorgulayan, dolaylı anlatımın tercih edildiği, simge ve metaforlarla yüklü filmler gözde olmaya başladı. Toplumcu gerçekçi tavır, yalın biçem ve özellikle doğrudan siyasi ifadeler neredeyse aşağı görülür hale geldi. Dardenne Biraderler, Ken Loach misali bu itibarsızlaştırma harekatına karşı sağlam bir duruş sergiledi ve sinemada ayrımcılık karşıtı hümanizmalarıyla, sınıf bilinciyle, yeni dünya düzeninde işsiz sınıfı haline gelen işçi sınıfının haklarının korunması, toplumsal adalet ve fırsat eşitliği talepleriyle yer edindi.

2005 yılında Biraderler Çocuk ile ikinci Altın Palmiyelerini kazandı. Çalışmaktansa küçük suçlarla geçinmeyi tercih eden, kız arkadaşından olan bebeğini mafyaya satan, vicdan sahibi olma lüksüne erişmediğini sanan bir gencin dönüşümü herkesi derinden etkiledi. Belçika’daki Arnavut mafyasına çalışan bir kadının vicdanı elvermediği için işlediği suçun bedelini ödemeye çalıştığı Lorna’nın Sessizliği tematik açıdan Çocuk’u bütünlüyordu. Dardenne’ler Cannes’dan bu kez En İyi Senaryo Ödülü ile döndü! 2011 yılında Söz’den ve Oğul’dan izler taşıyan Bisikletli Çocuk, Cannes Film Festivali Jüri Büyük Ödülü’nü Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filmiyle paylaştı. Biraderler, önkoşulsuz sevmeyi anlatıyor bu kez. Öz oğlunu terk edebilen, onu yanında istemeyen bir baba ile kendi kanından canından olmayan bir çocuğu bütün hırçınlığına rağmen bağrına basabilen bir kadının çelişkisini gösteriyorlar. İyilikle kötülüğün yeryüzündeki ve insanın içindeki bitmeyen mücadelesinden sevgi dolu, vicdan sahibi ve affedici olarak çıkılabileceğini bir kez daha vurguluyorlar.

‘70’li yıllardan itibaren sinemayı bir mücadele alanı olarak gören ve çok sayıda belgesele yazar, yapımcı ve / veya yönetmen olarak imza atan Jean-Pierre ve Luc Dardanne Biraderler, bu birikimi 1987 yılında kurmacaya kaydırdı. Uluslararası arenaya çıkan belgesellerinde tamamen konuya göre belirledikleri bir biçem çeşitliliği gözlemlenen Biraderler, ilk kurmaca filmleri Falsch’ta da boş bir havaalanını Nazilerin soykırımı yüzünden dağılmış bir Yahudi ailesinin birleştiği sahne olarak değerlendirip tiyatro ışığı kullandı. Sonradan Lars von Trier’e de esin veren Derek Jarman ve Peter Greenaway’in varlığı farkedilir bu filmde. Belgesellerinden başlayarak, demir çelik işletmeleriyle ünlü Seraing’de doğup büyümenin etkisiyle işçi ve göçmenlerin hayatına odaklandılar. Ancak oyun yazarı Jean Louvet’yi anlatan Regard Jonathan - Jean Louvet, son oeuvre’de (Jonathan’a Bak - Jean Louvet, yapıtları) Alain Resnais esinlenmesinin sezildiği deneysel ve metaforik bir yaklaşımı tercih ettiler. İkinci kurmaca filmleri Je pense à vous’da Seraing’deki fabrikalar kapanınca işsiz kalan, umutsuzluğa kapılan ve ailesiyle ilişkileri bozulan bir çelik işçisinin öyküsünü konvansiyonel bir dille anlatan Dardenne’ler, bu dili git gide daha yalınlaştırdıkları bir filmografi çizdi. Nitekim, üçüncü filmleri Söz uluslararası alanda daha çok ses getirdi ve göçmenlere git gide daha duyarlı hale gelen Avrupa’da, hem siyasi hem sanatsal açıdan önemsenen bir film oldu. Valladolid Film Festivali’nde hem Altın Başak hem FIPRESCI ödüllerini; İran Fecr Film Festivali’nde ise Kristal Simurg’u kazandı.

filmleri filmography 1978 Le Chant du Rossignol (belgesel documentary) • 1979 Lorsque le Bateau de Léon M. Descendit La Meuse Pour la Première Fois (belgesel documentary) • 1980 Pour que la guerre s’achève, les murs devaient s’écrouler (belgesel documentary) • 1981 R... Ne Répond Plus (belgesel documentary) • 1982 Leçons d’une Université Volante (belgesel doc.) • 1983 Regarde Jonathan / Jean Louvet, Son Oeuvre (belgesel documentary) • 1986 Falsch (uzun feature) • 1987 Il Court... Il Court Le Monde (kısa short) • 1992 Je Pense à Vous I Think of You (uzun feature) 1996 La Promesse The Promise Söz (uzun feature) • 1999 Rosetta (uzun feature) 2002 Le Fils The Son Oğul (uzun feature) • 2005 L’Enfant The Child Çocuk (uzun feature) • 2007 Dans L’Obscurité Darkness (kısa short) • 2008 Le Silence de Lorna Lorna’s Silence Lorna’nın Sessizliği (uzun feature) • 2011 Le Gamin au Vélo The Kid With a Bike Bisikletli Çocuk (uzun feature)

Biraderler, 1999 yılında kariyerlerinin doruk noktasına tırmandı ve o doruktan hala inmedi. Başarı grafikleri biraz olsun irtifa kaybetmedi. Rosetta ile Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye aldılar ve gencecik Emilie Dequenne’e En İyi Kadın Oyuncu Ödülünü kazandırdılar. Onuruyla çalışıp kimseye muhtaç olmadan hayatta kalmaya çabalayan ama çıkış yolu bulamayan; 42


the dardenne brothers

The film won both the Golden Spike and FIPRESCI awards at the Valladolid Film Festival, as well as the Crystal Simorgh at Iran’s Fajr Film Festival. In 1999, the brothers rose to the climax of their career and have remained firmly there ever since. With Rosetta (1999), they picked up the Palme d’Or for themselves and Best Actress award for the young Émilie Dequenne at the Cannes Film Festival. At the centre of the film is the eponymous Rosetta, who lives in a caravan with her alcoholic mother and, desperate to work and become self-sufficient, tramples over others like her for the sake of a job. And so intensely naturalistic was the portrayal of the poverty Rosetta is condemned to endure that the Belgian government was moved to take action! Dubbed the ‘Rosetta Law’, the resulting new legislation prohibited employers from paying teenage workers so little that they couldn't even afford rent. The Dardenne Brothers have always claimed that they aim for no more than portraying reality. As they have said, “We aren’t trying to change the world.” Given the artistic and public success achieved in Rosetta they proved that this may well be the case.

Alin Taşçıyan When it comes to the language of film, simplicity and sincerity are a great virtue for directors. In making it a principle to portray reality with honesty and courage, and to work with themes of justice, equality, solidarity, being ethical and forgiving, the Dardenne Brothers possess this virtue. More than that, they rank among the exemplary representatives of virtuosity in contemporary cinema. They deal sincerely with the predicament of young people, children, the poor and émigrés and create a sense of hope and future. In their films, virtus (virtue) takes precedence over virtuosus (virtuosity). Priority it may be, but virtue is no obstacle to the virtuosity that has won the brothers the rare distinction of winning two Palmes d’Or.

The Dardennes have tended to make films that favour a classic, three-part dramatic structure, hone in on a single character and tell his/her story from the point of view of a third individual. They build a sense of curiosity, excitement, doubt, anxiety and tension through rapid camera movements, short and medium-length shots and dynamic editing, thereby engaging the audience in the confused lives of their mostly young characters. They let the audience know in no uncertain terms that the primary aim of their films is to create sympathy for their characters and the social milieu in which they live. And so they draw entirely on the power of pure cinema. Dardenne films are typically characterized by a good script, natural performances and a faultless mise-enscene that requires no music or effects. When you see a piece of their work, you understand the brothers’ intention at once; they don't beat about the bush, don't play games and don't set out to confuse. Rather than warily nudging open a door you can’t see behind, watching their films is more like opening windows you can see out of as wide as they’ll go. The films are transparent, shiny, robust, natural and beautiful as glass.

Social realism largely lost standing during the transitional period at the end of the 1980s when conventional values were turned upside down and the two extremes of the political spectrum diverged almost to the point of unity, then fell apart as a result of the tension, causing their various offshoots to disband. The influence of Britain’s Free Cinema movement lasted through to the 1990s, but went into decline under the pressures of capitalism as it sought to reduce socialism to an obsolete ideology with the collapse of the Soviet Union. Catching on instead were films charged with symbols and metaphors. They dealt with ethically ambiguous plots, morally dubious characters and slices of real life in a minimalist style; they examined the individual and favoured an oblique narrative. A socialist, realist approach, a spare style and, above all, direct political statements were almost looked down on. Like Ken Loach, the Dardenne Brothers took a firm stand against this campaign to discredit social realism and established a presence in film through their anti-discriminatory vision, their humanism and class awareness, through championing the rights of the working class - little more than an out-of-work class in the new world order - through their demands for social justice and equal opportunities.

Every film they’ve made since Rosetta has been selected for the Cannes Film Festival and won the brothers significant awards. In 2002, the Dardennes competed in Cannes again with Le Fils (The Son), the story of a carpenter who takes on the adolescent murderer of his son as an apprentice. It’s a film which reverses traditional formulas and is infused with a spirit of Catholic forgiveness. Though we rarely see his face, Olivier Gourmet is nothing short of superb in his rendition of a hunched and withered heartbroken man - a performance which won him Best Actor award. At the same time, the film itself received a Special Mention from the Ecumenical Jury.

Viewing cinema as a battleground, the brothers Jean-Pierre and Luc Dardenne started out in the 1970s, earning writing, producing and/or directing credits for numerous documentaries. Come 1987, they transposed this body of experience to the world of fiction. Their documentary work forged its way into the international arena, standing out for its diversity of style, which the brothers determined entirely according to the subject at hand. In their first feature, Falsch, they used a deserted airport as the setting for the reunion of a family of Holocaust survivors and employed theatre-style lighting. The film contains overtones of Derek Jarman and Peter Greenaway, who were later to inspire Lars von Trier.

In 2005, the brothers scooped their second Palme d’Or with L’Enfant (The Child), which won universal plaudits for its portrayal of the transformation of a young, small-time criminal who sells the baby he has with his girlfriend to the mafia, thinking he lacks the luxury of having a conscience. In terms of theme, The Child finds its counterpart in Le Silence de Lorna (Lorna’s Silence), the story of a woman working for the Albanian mafia in Belgium who struggles to pay the price of a crime her conscience won’t countenance. This time around, the Dardennes returned from Cannes with Best Screenplay award.

As early as their documentaries, the brothers took the lives of workers and émigrés as their focus, clearly influenced by having been born and raised in Seraing, the Belgian city better known for its iron and steel works. But in Regard Jonathan. John Louvet, son oeuvre (1983), a documentary about playwright Jean Louvet, they favoured an experimental, metaphorical approach which suggests the influence of Alain Resnais.

Six years on, Le Gamin au Vélo (The Kid with a Bike)shared the Grand Prix at Cannes with Nuri Bilge Ceylan’s Bir Zamanlar Anadolu’da (Once Upon a Time in Anatolia). The film, which contains overtones of La Promesse and The Son, takes up the theme of unconditional love. The plot hinges on the contrast between a father who rejects and abandons his own son, and a woman who for all her habitual sullenness finds it in her to embrace someone else’s child. And once more, the brothers make the point that there’s a way out of the unceasing battle between good and evil at both the individual and universal level; and this comes in the form of affection, human decency and forgiveness.

With their second feature, Je pense à vous, the Dardennes turn to conventional language to tell the story of a steel worker who loses his job when Seraing’s plants start closing down; he sinks into despair and grows ever more distant from his family. The brothers gradually pared down this language in their expanding filmography. In fact, their third feature, La Promesse (The Promise), made more of a splash internationally and became a film considered both politically and artistically important in Europe, which was growing increasingly sensitive towards immigrants. 43


söz la promesse the promise Dardennelerin çocuklukları, işsizlik oranının yüksek olduğu, ama grevlerin ve direnişlerin de çok olduğu bir bölgede geçti. Yaşadıkları ortam, önce işçi belgesellerine, sonra da uzun filmlerine yansıdı. Son derece gerçekçi ve doğal olan öyküler, karakterlerin peşinde koşan hareketli bir kamerayla ve uzun çekimlerle anlatılır. Üçüncü uzun filmleri olan Söz ile ülkelerindeki göçmenlerin sorunlarına kameralarını çeviren Dardennelerin ana konuları, işsizlik, yoksulluk ve göçmen olmak. Ülkelerinde göçmen sorunu o kadar çok ki, temelde işsizliği anlattıkları filmlerine bile Rosetta adını vererek satır arasında film karakterinin göçmen olduğunu ima ettiler. Bu konuların ele alınışında önemli olan temalar ise, ihanet etmek, suçluluk duygusu ve kişinin kendi vicdanıyla karşı karşıya kalması. Söz’ün hemen başında Igor, çalıştığı garajda bir kadının arabasından para çalar. Hırsızlık yapmakla suçlanmayacak kadar güzel ve sarışın bir çocuktur. Her fırsattan yararlanarak para kazanmak isteyen babası Roger, oğlunu da bu yolda kullanır. Birlikte, çeşitli ülkelerden gelen kaçak göçmenlerin sırtından para kazanırlar. Göçmenlerin sorunlarını, izleyici, Roger’nin ve Igor’un tarafında kalarak izler. Zengin bir ülkede her şey sanki hırsızlık ve açgözlülük üzerine kurulmuştur. Dardenneler, karakter yaratmada usta olduklarından Roger ve Igor, “klasik kötü adam” değildir. Burkina Faso’lu kaçak göçmenlerden Amidou kazayla ölünce Roger, “yasal” bile olmayan bu ölümü gizlemeye çalışır. Amidiou ölürken ona eşiyle ve çocuğuyla ilgileneceğine dair söz veren Igor’un vicdanı, babasının tüccar zihniyetiyle çatışacaktır. Dardennelerin karakterleri, gerçek yaşamda her an karşılaşılabilecek karakterlerdendir. Hem kötülüğü hem de iyiliği içlerinde taşırlar. Onları kötü yapan belki de yaşam koşulları ve hayalleridir (Roger’nin ev alma hayali gibi). Belki de Roger gibi bir babası olmasa, Igor saflığını ve yüreğini koruyabilecektir. The Dardenne Brothers grew up in a region where poverty and unemployment rates were high; strikes and resistance common-place. This environment influenced first their documentaries on workers and then their features. The realistic and natural stories are shot in long takes and an active camera follows the characters. The Dardenne Brothers, who with their third feature film The Promise, focused on the problems of immigrants living in their country, mainly use unemployment, poverty and immigrants as subjects. The problem of immigration is at such a rate in their country that, while the main subject of their film was unemployment, they named it Rosetta, hinting Italy in subtext to imply their main character was an immigrant. While expressing these subjects, the themes brought forth are betrayal, guilt and people confronting their conscience. At the beginning of The Promise, Igor steals money from a woman’s car in the garage where he works. He is blond and beautiful enough not to be accused of theft. His father, Roger, who is eager to get money by any means, uses his son. Together, they make some money using illegal immigrants. The viewer witnesses the problems of immigrants from Roger and Igor’s point of view. It seems that in a rich country everything is based upon theft and greed. As the Dardenne Brothers are skillful experts of characterization, neither Roger nor Igor can be seen as classical villains. With the accidental death of one of the immigrants from Burkina Faso, Amidou, Roger tries to hide this not even legal death. Igor’s conscience (he promised dying Amidou to look after his wife and child) will clash with his father’s money-centered mentality. The Dardenne Brothers’ characters are the kind that one can come across in real life. They carry both good and evil inside. Maybe what makes them evil is life itself and their dreams (such as Roger’s dream of buying a house). Probably, if Igor didn’t have a father like Roger, he would have been able to preserve his innocence and heart. S. Ruken Öztürk

belçika, fransa, lüksemburg belgium, france, luxembourg 1996, 35mm, 90’, renkli colour yönetmen director Luc & Jean-Pierre Dardenne senaryo script Luc & Jean-Pierre Dardenne, Léon Michaux, Alphonse Badolo, Christian Kmiotek görüntü cinematography Alain Marcoen kurgu editing Marie-Hélène Dozo müzik music Jean-Marie Billy, Denis M’Punga oyuncular cast Jérémie Renier, Olivier Gourmet, Assita Ouédraogo, Rasmané Ouédraogo yapım production Les Films du Fleuve, RTBF, Dérives, Touza Productions, Samsa Film ödüller awards En İyi Yabancı Film Amerika Ulusal Film Eleştirmenleri Birliği Best Foreign Language Film National Society of Film Critics USA • En İyi Yabancı Film Los Angeles Film Eleştirmenleri Birliği Best Foreign Film Los Angeles Film Critics Association • Yılın En İyi Filmi Seattle Film Eleştirmenleri Birliği Best Film of the Year Seattle Society of Film Critics CICAE Ödülü CICAE Award Cannes • En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu, İzleyici Ödülü Best Film, Best Actor, Audience Award Namur • Altın Başak, Fipresci Ödülü Golden Spike, Fipresci Award Valladolid • En İyi Belçikalı Yönetmen, En İyi Belçikalı Kadın Oyuncu, En İyi Belçika Filmi, Joseph Plateau Gişe Ödülü Best Belgian Director, Best Belgian Actress, Best Belgian Film Joseph Plateau Box Office Award Flanders • Kristal Simurg En İyi Film Ödülü Crystal Simorgh Award for Best Film Fajr 44


rosetta 1990’ların akıldan çıkmayacak filmlerinden biri. Duvara çarpan bir yaşam, genç bir insanın varoluşundaki canlılığın çekip alınması. Yeniyetme bir kız için varoluşun ne demek olduğunu ve ne demek olmadığını görmek acı verici; bir belgesel olarak bakılmadığı sürece bu filmi izlemek çok zor. Ahlaklı bir yaşam sürmenin ve ahlaklı olmanın olanaksız olduğu, ama kim ne yaparsa yapsın varoluşun her şeyin yerini aldığı bir tema. Dardenne Kardeşler, günümüzün ortak sorunu işsizliğe ve en alttakilerin adaletsiz istihdam koşulları altında sömürülmesine ilişkin bir film gerçekleştirmişler. Film, içine doğduğu yoksulluktan sıyrılmayı başaramayan genç bir kızın öyküsünü anlatır. İzleyiciyi kıza iç gözlemsel bir yolla bakmaya zorlar, kızın yoksulluğu, öyküdeki diğer ayrıntılarla silinemeyecek kadar gerçektir. Hollywood’un gişe geliri elde etmek amacıyla üzerini örttüğü yaşam gerçekleri açısından çok zengin bir film. Sol eğilimli, toplumsal sorunlara düşkün, deneyimli belgesel yönetmenleri olan Dardenne Kardeşler, cesur, duygusal olmayan usta işi, mükemmel bir film ortaya çıkarmışlar. Filmi bu kadar katı ve ironik yapan unsur, Rosetta’yı sevmemizin hatta kabullenmemizin talep edilmeyişidir, sadece yaptığı her şeyi varolmak için yaptığını anlamamıza izin verilir. Zaten gerçekte yaşam da böyle değil midir? Rosetta’nın normal bir yaşam için, yanında yattığını düşündüğü görünmez kişiyle yaptığı konuşmalar unutulacak gibi değildir. Kendi kendine “Senin adın Rosetta, benim adım Rosetta. Bir iş buldum, sen de buldun. Bir arkadaşım var, senin de var. Sıkıntı çekmeyeceğim, sen de çekmeyeceksin. Normal bir yaşam sürdüreceğim, sen de öyle. İyi geceler, iyi geceler” der. Bu bir insanın, hayal ettiği bir kişiye benzemek için giriştiği umutsuz bir çabadır. Birçok yönden onun öyküsü, bizim öykümüzdür, böylesine bir ıstıraptan bizi uzak tutacak ulusal sınırlar mevcut değildir. Bu filmin gösterime girmesinden sonra Belçika hükümeti “Rosetta Kanunu“ denilen ve işçilere daha iyi olanaklar sağlayan bir çalışma kanunu çıkarmıştır. One of the really haunting films of the 1990s. A film about a life hitting a wall and taking the starch out of a young person’s sense of being. It is so painful to see what existence means and doesn’t mean to a teenage girl, it is hard to look at this film without thinking of it as a documentary. Its underlying theme is about the impossibility of leading a moral life and being moral, that no matter what one does, existence supersedes everything else. The Dardenne Brothers have made a film about today’s job market that hits home on its universal pathos and how those on the bottom are taken advantage of by unfair employment practices. The film tells of how a young girl can’t maneuver out of the poverty she was born into. It’s a theme that forces you to look at the young girl in an introspective way and at her poverty as something that is real and not something that can be dismissed by other distractions in the story. This film is rich in all the things about life that Hollywood chooses to gloss over in its need to get a blockbuster film. The Dardennes are veteran documentary filmmakers of leftist leaning, with a penchant for making films about social problems. They have created a masterfully perfect visceral film, that is unflinching in its realism and unsentimental in its study of her. What makes this film so uncompromising and ironical is that we are not asked to like or even accept Rosetta, we are only allowed to understand that she does what she has to in order to exist. Isn’t that the way life really is, anyway? It is difficult to remove from one’s memory Rosetta’s prayers for normalcy, uttered to the invisible person she pictures herself sleeping next to, as she goes to sleep, telling herself “Your name is Rosetta, my name is Rosetta. I found a job, you got a job. I got a friend, you got a friend. I will not fall in a rut, you will not fall in a rut. I will lead a normal life, you will lead a normal life. Good night, good night.” This is the study of someone desperately trying to become the somebody she pictures for herself. In many ways, her story is ours, there are no national borders to separate us from such agony. As a result of this film, the Belgian government did pass a more favorable labour law, which it called “Rosetta’s Law”.

belçika, fransa belgium, france 1999, 35mm, 91’, renkli colour yönetmen director Luc & Jean-Pierre Dardenne senaryo script Luc & Jean-Pierre Dardenne görüntü cinematography Alain Marcoen kurgu editing Marie-Hélène Dozo oyuncular cast Emilie Dequenne, Fabrizio Rongione, Olivier Gourmet, Anne Yernaux yapım production Luc & Jean-Pierre Dardenne (Les Films du Fleuve), Michèle & Laurent Pétin (ARP Selection) dagıtım distribution Wallonie-Bruxelles International, Service Culturel, Emmanuelle Lambert, Place Sainctelette 2 B - 1080 Bruxelles T +32 2 421 8315 e.lambert@wbi.be ödüller awards Altın Palmiye, En İyi Kadın Oyuncu Golden Palm, Best Actress Cannes

45


oğul le fils the son

Dardenne Kardeşler’in Rosetta adlı filminde oynayan Olivier Gourmet, Oğul’da tekrar rol alıyor. Oyuncu üstün performansıyla Cannes’da En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’ne layık görüldü. Gourmet, bir meslek eğitim merkezinde marangozluk dersi veren ve 16 yaşındaki Francis’in bu derse katılma kararıyla hayatı altüst olan Olivier’yi canlandırıyor. İlk başta çocuğun, derse girme talebini reddeden Olivier, daha sonra çocuğa acıyarak ikna olur. Bu arada, çocuğu takibe alan Olivier, gizlice çocuğun dolabını kontrol eder, hatta evine girmek için dolabından ev anahtarlarını bile çalar. Sert bir sinema diline sahip olan Oğul, geçmişin yüküyle yaşamayı öğrenen iki kişinin hikâyesi. Dardenne Kardeşler, saplantı temasını işledikleri bu filmde, Olivier’nin hareketlerini, kimi zaman bedenine sadece birkaç santim uzaklıktaki bir el kamerasıyla izleyerek eşine az rastlanır bir anlatım dili yakalıyorlar.

belçika, fransa belgium, france 2002, 35mm, 103’, renkli colour

Oğul, izleyici üzerinde benzersiz bir duygusal etki bırakan doruk noktasına doğru adım adım ilerlerken, titizlikle işlenen detayları ve sade anlatımı sayesinde, ustalıkla işlenen kısa bir öyküyü andırıyor.

yönetmen director Luc & Jean-Pierre Dardenne senaryo script Luc & Jean-Pierre Dardenne görüntü cinematography Alain Marcoen kurgu editing Marie-Helene Dozo oyuncular cast Olivier Gourmet, Morgan Marinne, Isabella Soupart, Rémy Renaud, Nassim Hassaïni, Kevin Leroy, Félicien Pitsaer yapım production Luc & Jean-Pierre Dardenne (Les Films du Fleuve), Denis Freyd (Archipel 35), RTBF dagıtım distribution Wallonie-Bruxelles International, Service Culturel, Emmanuelle Lambert, Place Sainctelette 2 B - 1080 Bruxelles T +32 2 421 8315 e.lambert@wbi.be ödüller awards En İyi Erkek Oyuncu Best Actor Cannes • En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu Best Film, Best Actor Fajr • En İyi Belçika Filmi, En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu Brüksel Best Direction, Best Belgian Film, Best Actor Brussels

The Dardenne Brothers have again utilised Rosetta lead actor Olivier Gourmet, awarded Cannes prize for Best Actor for his commanding performance. Gourmet plays Olivier, a carpentry instructor at a vocational training centre whose world is turned upside-down when a 16-year-old boy, Francis, decides to take his class. At first, Olivier turns him away. Then he relents. Meanwhile, Olivier follows the boy, covertly inspecting his locker and even stealing keys to break into his flat. The Son is a cinematically rigorous film about two people learning to live with the weight of the past. In this sparse film essay on the theme of obsession, the Dardenne brothers follow Olivier’s movements with a hand-held camera at times only inches from his body. The Son is reminiscent of a finely-crafted short story that, through an economy of means and meticulous attention to detail, builds to a climax that produces a singular emotional effect on an observer. Melbourne Film Festival 46


lorna’nın sessizliği le silence de lorna lorna’s silence

Belgeselci geçmişleri sayesinde, Belçika’daki kent yoksulluğuna dair keskin ve özenli gözlemlerini gerçekçi, aşırı duygusallıktan uzak bir drama yaratmak için ustalıkla kullanabilen JeanPierre ve Luc Dardenne, kararlı bir izleyiciye her zaman paha biçilmez ödüller sunan ender yönetmenlerden. Yaşadıkları yer olan Seraing’in dışında çekmeyi tercih ettikleri ilk film olan Lorna’nın Sessizliği’nde, bu kez daha kalabalık olan Liege kenti, hayatlarını hiç de dürüst olmayan yollarla sürdürmeye çalışan göçmenlerin zorlu hikâyesinin arka planını oluşturuyor. Filmin başında, Arnavut bir kadın olan Lorna’yı cüzdanındaki paraları sayarken görürüz; olan bitenin maddi altyapısını sürekli hatırlatır nitelikteki bu sahne, film boyunca tekrar edilir. Film, bizi adım adım ve sürükleyici biçimde Lorna’nın karmaşık durumuna tanıklık etmeye davet eder: Mutsuz bir eroinmanla yaptığı anlaşmalı evlilik sonucunda Belçika vatandaşlığına kabul edilmek üzere olan Lorna, yüklü bir para karşılığında, kendisine Rus bir gansgterle tekrar evlilik ayarlayan serseri Fabio ile işbirliği yapar. Ancak Claudy’den boşanmak kolay olmayınca, Fabio Claudy’yi aşırı doz uyuşturucu vererek öldürmeyi aklına koyar. Açgözlü olsa da vicdanını tamamen yitirmemiş olan Lorna, bir yandan yetkililere yaptığı ev içi şiddet başvurusu ile boşanmayı hızlandırarak Claudy’yi korumaya çalışırken, diğer yandan sevgilisi Sokol ile ilişkisini yürütmek ve uyuşturucudan uzak kalmak için çaresizce yardım bekleyen Claudy ile uğraşmak zorundadır. belçika, fransa belgium, france 2008, 35mm, 105’, renkli colour

Few directors offer the patient viewer such consummate rewards as Jean-Pierre and Luc Dardenne, longtime documakers whose uncompromising, beautifully observed studies of Belgium’s urban poor reveal a peerless talent for conjuring drama out of the mundane and wresting emotion from determinedly unsentimental material. Lorna’s Silence is their first feature not set in their hometown, Seraing, but rather in the more densely populated city of Liege – a logical backdrop for a tale of hard-scrabble immigrants trying to secure their livelihoods through less-than-honest means.

yönetmen director Luc & Jean-Pierre Dardenne senaryo script Luc & Jean-Pierre Dardenne görüntü cinematography Alain Marcoen kurgu editing Marie-Hélène Dozo oyuncular cast Arta Dobroshi, Jérémie Rénier, Fabrizio Rongione, Morgan Marinne yapım production Luc & Jean-Pierre Dardenne (Les Films du Fleuve), Denis Freyd (Archipel 35) dağıtım distribution Bir Film, Sıraselviler Cad. Liva Sok. Vakıfpalas Apt. 3/3 Beyoğlu 34433 Istanbul T +90 212 251 8204 tunc.sahin@birfilm.com ödüller awards En İyi Senaryo Best Screenplay Cannes • Avrupa Parlamentosu Lux Ödülü Lux Award 2008 of the European Parliament • Altın İskender Selanik Golden Alexander Thessaloniki

Albanian Lorna is introduced rifling through euros in her wallet – an action that will be repeated throughout, pointing to the drama’s material underpinnings at every turn. Pic teases out the complexities of her situation in gradual but absorbing fashion: About to secure Belgian citizenship through her marriage of convenience to hapless junkie Claudy, Lorna is in cahoots with local lowlife Fabio, who has arranged for her to remarry a Russian mobster in exchange for a hefty sum. But when a divorce from Claudy proves hard to come by, Fabio plots to have him die by overdose. Venal but not without scruples, Lorna tries to spare Claudy and hasten divorce proceedings by feigning domestic abuse all the while holding down a job, carrying on a relationship with lover Sokol and putting up with clingy Claudy’s please for help and attention as he desperately tries to stay clean. 47


bisikletli çocuk le gamin au vélo the kid with a bike

Dardenne Kardeşler sinemasının ayırt edici özelliklerinden bazıları şöyle sıralanabilir: “Sıradan” işçi sınıfı hikâyeleri, nesiller arası ilişkiler, insanların doğru ya da yanlış biçimde genellikle “kefaret” ile ilişkilendirdikleri ahlaki ve psikolojik konular. Neredeyse belgesele yaklaşan doğalcı anlatımlarında bu üç özelliği barındıran filmlerin ilk 20 dakikasını sıradan bir hikâye izler gibi izliyoruz. Ancak filmin ilerleyen dakikalarında, Dardenneler bize çok özel bir eser seyrettiğimizi unutulmaz bir biçimde hatırlatıyor. Bisikletli Çocuk, bu niteliklerle birebir örtüşen bir film. Babası tarafından, vaat ettiği bir bisiklet dışında hiçbir iz bırakmadan terk edilen 12 yaşındaki sorunlu bir çocuk yetiştirme yurdunda yaşar. Çocuğa kol kanat geren kuaför sadece çocuğun şiddet eğilimi ile değil aynı zamanda mahalle çetesinin onu ayartma girişimleriyle de baş etmek zorundadır. Her ne kadar Dardenneler’in küçük ve yoğun hikâyelerine alışık olanlara benzer bir formülün tekrarı gibi görünse de, film yine taptaze ve zengin bir sonla tamamlanıyor.

belçika, fransa, italya belgium, france, italy 2011, 35mm, 87’, renkli colour yönetmen director Jean-Pierre & Luc Dardenne senaryo script Jean-Pierre & Luc Dardenne görüntü cinematography Alain Marcoen kurgu editing Marie-Hélène Dozo oyuncular cast Cécile de France, Thomas Doret, Jérémie Renier, Fabrizio Rongione yapım production Jean-Pierre & Luc Dardenne (Les Films du Fleuve), Denis Freyd (Archipel 35) dağıtım distribution Bir Film, Sıraselviler Cad. Liva Sok. Vakıfpalas Apt. 3/3 Beyoğlu 34433 Istanbul T +90 212 251 8204 tunc.sahin@birfilm.com ödüller awards Jüri Büyük Ödülü Jury Grand Prize Cannes

There are some very consistently distinctive things about the Dardenne Brothers’ films. They are about recognisably ‘ordinary’ working-class people; they are usually about inter-generational relationships; they deal with ethical (and psychological) issues in such a way that people often describe them, rightly or wrongly, as somehow concerned with ‘redemption’; they fall, for all their apparent documentary-like naturalism, into three fairly clear ‘acts’; and – perhaps most distinctive of all – they often feel, for one reason or another, a little… well, unremarkable for the first 20 minutes or so. Then something happens which makes you realize you’re watching something very special indeed. It’s not as if the situation here is exactly original: a troubled 12-year-old, reluctantly living in a home since his father abandoned him without leaving any forwarding details (let alone the titular promised bicycle), meets and is shown sympathy and understanding by a hairdresser, who finds herself having to deal not only with the kid’s own capacity for violence but with the temptations put in his way by a local gangleader. To anyone familiar with the Dardennes’ relatively small but very substantial body of work, this might sound as if it’s going over old ground – and maybe it is, but it’s still producing fresh and extremely fruitful results. 48


bahar isyanc覺d覺r spring is revolutionary

49


arap baharı: film tadında bir macera

Koray Çalışkan Ortadoğu uzun süre sabitliğin cenneti olarak anıldı. Hatta bazı aceleci yorumcular ‘herşey değişir orası değişmez’ deyip işin içinden çıkıverdiler. İşin ilginci yüzyıldır esas değişmeyen Ortadoğu değil, bölgeye dair fikirlerdi. 18. yüzyılın sonundan beri bütün şarkiyatçılar Ortadoğu’nun kültürel olarak değişime direnen balçık bir doğası olduğunu anlatmışlar, bunu kah kültüre kah dine bağlamışlardır. Sömürge Mısır’ın İngiliz valisi, kitaplarına hala referans verilen “uzman” Evelyn Cromer bunu iyice ileri götürmüş, Ortadoğuluların kendilerini yönetemeyecek kadar tabi bir karaktere sahip olduğunu anlatmış, ‘durağanlık bölgenin doğasıdır’ demişti. El-Cebra’nın cebir kitaplarıyla matematik öğrendiği halde Ortadoğuluların bilimden anlamadığını anlatmış, yıllarca Kahire’de yaşayıp günde beş vakit minarelerden şarkıyla melodiyle namaz çağrısı yapan müezzinleri dinlediği halde camide sanat olmaz demiş, kilisede evlendiği halde ‘Müslümanlar dinle hukuku ayıramıyorlar’ buyurmuştu.“Kısa bir hikâyeyi bile on kere kendisiyle çelişmeden anlatamayan” Ortadoğuluları Batılı okurlarına şikayet etmiş, kadının toplumdaki yerini erkeğe eşit görmediği için bölgenin kalkınamadığını eklemiş, sonra da emekli olup memleketi Londra’ya dönmüştü. Ayağının tozuyla, İngiliz kadınların oy vermesini engellemeyi amaçlayan ulusal örgütün onursal genel başkanı olmuştu. Bu komik sömürgeci, bölgeye dair yine de çok umutsuz değildi. Ortadoğulular harika taklitçiler olduğu için Batı’ya özenerek bir yerlere gelebilirlerdi. Cromer öldü, efkarı hala bizle. Son yüzyılın son devrimi Ortadoğu’da olduğu halde biz hala orası adam olmaz diye düşünüyoruz. Yeni yüzyılın da ilk devrimi Ortadoğu’da oluyor. Elitler biraz burun kıvırsa da, dünya halkları bu kardeşlerini heyecanla izliyor. Cromer duysa yüzü kızarırdı. Londralı, New Yorklu kardeşler elde pankart biz de Tahrir istiyoruz diyorlar. Hem de Arapça. Tunus’da bir insancığın narin bedeninin yanarak yaydığı ışık halkların geleceğini aydınlatıyor. Tüm bölge bir değişim döneminde. En uzun on yılını yaşıyor. Bununla kalmıyor, dünyaya örnek oluyor. Filmlere has bir büyülü gerçeklik dünyası vardır. Böyle zamanlarda hayat dünyanın en güzel şeyine, sinemaya yaklaşacak kadar heyecanlı bir hal halır. İnsan insan olduğunu anımsar, iplerini eline alır. Ortadoğu’da adına Arap Baharı denilen baş döndüren değişim rüzgarı bunun en güzel örneği. Ve sonuçları Dünya tarihini değiştirecek gerçek bir devrime gebe. Sömürgeciler gittikten sonra baş belası bir miras bırakmışlardı. Efendiler gitmiş, ama işlerini çevirdikleri sömürge devleti kalmıştı. Gaddarlık konusunda yanlarında ihtisas yapmış yerli askeri elit ise bu ceberrut devleti eline geçirdiği gibi en az eski efendileri kadar rezilleşmişti. Bu devlet dünya tarihinin en korkunç baskı rejimini kurmuş, sömürgecilik zamanında bir yüzyıl tüm gelirinin yarısını, evet onda birini değil, yalnızca güvenlik ve idare kalemlerine ayırmıştı. Sömürdüğü ve baskı altında tuttuğu halkı zapturapt altında tutmanın başka da yolu yoktu. Efendiler gidince bu garip sömürge devletinin üzerine şişman askerler kondu. Sonrasını biliyoruz. Ortadoğu hiç demokratikleşmedi. Soğuk savaş zamanında da her diktatör kendine destekçi bir kamp buldu. Desteği azaldı mı taraf değiştirdi. Bu arada Sovyet tehlikesine karşı Batı, İslamcıları destekledi, Sovyetler komünistleri. Komünistler kaybetti. Batı şimdi siyasi İslamı ne yapacağını bilmiyor. Durum buyken, Ortadoğu halkları isyan etti. Tunus, Libya, Yemen, Mısır liderleri devrildi. Suriye yolda. Cezayir reform yolunda. Filmlere has bir hızda, heyecanla güney komşularımız savruluyor. Başları dönüyor, sağa sola çarpıyorlar. Ama ilk kez, ve hatta dünya tarihinden ilk kez batının halklarına demokratikleşmeden korkmamaları için güven ve umut veriyorlar. Darısı bizim başımıza. Türkiye Baharı ne zaman başlar acaba? Biz ne zaman film kadar güzel günler göreceğiz? Yok bu sorularla festival festival canımızı sıkmayalım, örnek demokrasiyiz ya, arkamıza yaslanıp bu günlerin keyfini sürelim. İyi seyirler. 50


arab spring: a venture that smacks of cinema

to prayer five times a day, he claimed there was no art in the Mosque; despite marrying in church, he ordained that Moslems failed to make the separation between law and religion. Cromer complained to western readers that Middle Easterners lacked the wherewithal to recount even the shortest story a dozen times without contradictions. Adding that the region was incapable of developing because it refused to see woman’s place in society as equal to that of men, he then retired and returned home to London. No sooner had he arrived than he became honorary chairman of a national organization that sought to relieve British women of the vote. Then again, the risible colonialist wasn’t entirely bleak about the region. The people of the Middle East could get somewhere by emulating the West, he thought, because they’d perfected the skill of imitation. Cromer may be dead, but his ideas live on. No matter that the last revolution of the last century took place in the Middle East, we still cling to the belief that the region will never develop in a ‘meaningful’ way. The first revolution of the new century also happens to be unfolding in the Middle East. The elite may turn up their nose, but members of the public around the world are watching their brothers and sisters with bated breath. If Cromer could hear, he’d blush: supporters in London and New York hold up banners reading ‘We want Tahrir too!” In Arabic, what’s more. The glow cast by the slight, burning body of a person in Tunisia lights the future of a people. The entire region is caught up in a period of change; it’s living its longest decade ever. That isn’t all; the region is an example to the world. There’s a magical world of realism that is unique to films. At times like these, life becomes almost as thrilling as cinema itself. People remember that they’re human and seize the reins. Perhaps the best example of this are the dizzying winds of change currently sweeping the Middle East, otherwise known as the Arab Spring. And the consequences promise a true revolution that will alter world history. The colonialists left behind a troubling legacy when they packed up and left. The governors had gone, but the colonialist state that had served their dubious ends remained. The local military elite, who had mastered the art of brutality at the hands of the colonialists, acted at least as outrageously as their former masters once they took over the tyrannical state. This same state established the world’s most horrific and oppressive regime, allocating half the revenues accumulated over a century of colonialist rule to security and administrative items alone. There was no other way of maintaining law and order among the people when hitherto they’d been exploited and repressed. When the governors left, heavyweight soldiers settled at the head of this strange colonial state. The rest we know. The Middle East has never established democratic rule. Even at the time of the Cold War every dictator found a supportive camp somewhere. If the support diminished, he’d switch sides. Meanwhile, the West supported Islamists in the face of the Soviet threat; and for their part, the Soviets backed the communists.

The Middle East has long been known as a haven of constancy. In fact, some hasty commentators have even gone so far as to postulate that ‘while everything else changes, nothing there will’. Interesting, then, that what essentially remains unchanged for a century is not the Middle East itself, but notions of the region. Ever since the end of the 18th century, Orientalists have invariably spoken of the Middle East as having a quicksand disposition that is culturally resistant to change; and this has been attributed at times to culture, at times to religion.

The communists lost. The West isn’t sure now what political Islam will do. That said, the Middle Eastern people have rebelled. The leaders in Tunisia, Libya, Yemen and Egypt have been toppled. It’s only a matter of time before Syria goes the same way. Algeria is on its way to reform. Our southern neighbours are being furiously tossed about and at a pace unique to films. Their heads are spinning, getting knocked. But for the first time, and for that matter the first time in world history, they’re assuring the people of the West not to worry about the democratization process, giving them hope.

Evelyn Cromer, erstwhile British controller-general in colonial Egypt and ‘authority’ on the region (his books are still quoted), took this argument several steps further, maintaining that Middle Easterners were of such inferior character that they were impossible to govern. Inertia is the nature of the region, he once said. Despite having learned mathematics from the book of algebra written by al-Khowarizmi, he insisted the people of the Middle East had no conception of science; despite spending years in Cairo and listening to the melodious chant of muezzins making the call

May our turn come next... When, I wonder, will the Turkish Spring begin? When will we see better days, days from the stuff of films? But let’s not dampen our festival mood with such questions. After all, we’re a model democracy, aren’t we? So we can just sit back and enjoy the days ahead. Enjoy the films... 51


kahire merkez cairo downtown

duvar le mur the wall

italya italy 2010, digibeta, 26’, belgesel, renkli documentary, colour

tunus tunisia 2011, digibeta, 4’49”, kurmaca, renkli fiction, colour

yönetmen director Carolina Popolani senaryo script Carolina Popolani, Giorgio Stamatopoulos, Shahinaz Abdel Salam görüntü cinematography Sam Cole kurgu editing Laura de Meo müzik music Marco Ammar oyuncular cast Shahinaz Abdel Salam, Noha Atef, Wael Abbas, Mohamed Adel yapım-dağıtım production-distribution Atabulo, Carolina Popolani, Via Cairoli, 33 Rome 00185 Italy T +39 06 683 2740 caro.popolani@gmail.com

yönetmen director Rafik Omrani görüntü cinematography Aymen Omrani kurgu editing Rafik Omrani yapım-dağıtım production-distribution Majez Productions, Rafik Omrani, Rue Ibn Khaldoun 1er Etage Appart 12 Tunisia 1001 T +216 2543336530 omrani_rafik@yahoo.fr Regueb, Tunus. Bir duvar, devrimi anlatıyor. Film, Regueb şehrinde düzenlenen devrim festivalinde bir atölye çalışması sırasında çekildi. Regueb, Tunisia. The wall tells a revolution. The film was made at a workshop at the festival of the revolution in Regueb

2009 yılında çekilen Kahire Merkez, Mübarek’in iktidarını bırakmasına yol açan kitlesel gösterilerden ilham alarak Mısır toplumundan bir kesit sunuyor. İnterneti politik bir silah olarak kullanan Mısırlı genç muhalif blogçular, tüm Orta Doğu’da internet eylemciliğinin ustası olarak kabul ediliyorlar. Kahire Merkez, Mısırlı blogçulara ve onların muhalif hareketteki rollerine ışık tutuyor.

Rafik Omrani (Kef, 1979) Nabeul Güzel Sanatlar Enstitüsü’nde Bilim ve Sanat Teknikleri dalında yüksek lisans yaptı. Rafik Omrani (Kef, 1979) holds a master’s degree in science and art techniques at the Institute of Fine Arts of Nabeul.

Filmed in 2009, Cairo Downtown presents a cross section of the Egyptian society that inspired the mass protests which led to Mubarak being forced out of power. Young dissidents who use the net as a political weapon, Egyptian bloggers are considered masters of internet activism throughout the Middle East. The film sheds light on Egyptian bloggers and how they are used as platforms to express dissent and carry out political activism.

filmleri filmography 2008 Ali weld Soltana (kurmaca fiction) 2010 Sabaa’s Chicken (canlandırma animation) 2011 Fallega (belgesel documentary)

Carolina Popolani Milano’da filmlerde ve Rai Televizyonu’nda kurgucu olarak çalıştıktan sonra Roma’ya taşındı ve Arap uydu kanalı Orbit’te 13 yıl kıdemli yapımcı ve kurgucu olarak görev aldı. Belgeseller ve röportajlar üreten Atabulo şirketini kurdu. Carolina Popolani moved to Rome where she worked for 13 years as Senior Editor and Producer for the Arab satellite Television Orbit after working in Milan as an editor in film and Rai Television She founded Atabulo, a company for the production of reports and documentaries.

52


cuma hareketi friday of departure

gençlerin devrimi revolution of youth

mısır egypt 2011, dvd, 17’49”, renkli colour

mısır egypt 2011, dvd, 4’, kurmaca, renkli fiction, colour

yönetmen director Mona Iraqi senaryo script Mona Iraqi görüntü cinematography Mona Iraqi kurgu editing Mona Iraqi yapım-dağıtım production-distribution Alhayat TV, Mona Iraqi, Media City 6, October Cairo Egypt T +20 100 61 525 98 monairaqi@gmail.com ödül award En İyi Film Best Film Cam

yönetmen director Emad Maher senaryo script Emad Maher görüntü cinematography Mohammed Al Hadidi kurgu editing Emad Maher oyuncular cast Sherif El Desouky, Hakim Abdel Naiem, Mohamed Ramzy yapım-dağıtım production-distribution Emad Maher, 93 Taowniat Smoha, Alexandria Egypt T +201 221140350 3madmaher@gmail.com ödül award Jüri Ödülü İskenderiye Jury Prize Alexandria

Bu film, Mısır medyasının Tahrir Meydanı olayları karşısında aldığı tavrı ve olayların gidişatı üzerindeki etkisini mercek altına alıyor. Mısır medyasının protestoların patladığı ilk Cuma gününde sokakta olup bitenlere karşı mesafeli tavrı, Mısırlılar arasında hayal kırıklığı yarattı. Ancak ikinci Cuma, devrimin yönü tamamen değişti. Ogün devrimin Hüsnü Mübarek’e karşı zafer kazandığı gün oldu.

Gençlerin Devrimi, göstericiler ile kanlı çatışmalar sonrasında Mısır polisinin geri çekildiği 28 Ocak günü İskenderiye’de bir ailenin üç kuşaktan üyelerinin yaşadıklarını anlatıyor. A family of three generations in Alexandria, and their position on the 28th of January, the day of the withdrawal of the Egyptian police force from the streets after the bloody clashes with demonstrators.

This movie is about the attitude of the Egyptian media during the revolution and its influence on the course of events. The first Friday of the protests, the attitude of the media was very disappointing for all the Egyptians. The second Friday radically changed the direction of the revolution. This was just the day that the revolution won over Hosni Mubarek.

Emad Maher (1980) Jesuit sinema atölyesinde yönetmenlik dersleri aldı. Fig Leaf Stüdyosu’nda yönetmen, kurgucu ve görüntü yönetmeni olarak çalışıyor. İlk kısa filmi Lamba Neon, Al Sakia ve Goethe Enstitüsü Film Festivallerinde iki ödül aldı. İkinci kısa filmi, Atef İskenderiye’de Özel Mansiyon kazandı ve birçok ülkede gösterildi. Son projesi olan Zakaria adlı kısa filmi, Naguib Mahfouz’un Rüyalar adlı romanından uyarladı.

Mona Iraqi İranlı sinemacı ve TV yapımcısıdır. Özel Mısır uydu kanallarında araştırmacı gazeteci olarak Mısır toplumunda büyük değişimlere yol açan pek çok çalışma yaptı. Bunlardan biri, tıbbi atıkların güvenli biçimde yakılması ve yeni bir ürüne geri dönüştürülmesi konusunda yaptığı çalışmaydı.

Emad Maher (1980) studied filmmaking at Jesuit film-making workshop. He works as a director, editor and videographer at Fig Leaf Studio. His first film Lamba Neon won two awards at Al Sakia Film Festival and Goethe Institute Film Festival. His second short film Atef won a Special Mention at Alexandria as well as being screened in many countries. His latest project is the short film Zakaria, an adaptation of Naguib Mahfouz’s novel, Dreams.

Mona Iraqi is a filmmaker and TV producer. She has worked in private satellite Egyptian channels, specialised in investigation stories which made a big change in the Egyptian society, like establishing new ways to burn the dangerous hospital waste and recycling to new products.

53


tahrir: özgürlük meydanı tahrir liberation square

fransa, italya france, italy 2011, digibeta, 91’, belgesel, renkli documentary, colour yönetmen director Stefano Savona görüntü cinematography Stefano Savona kurgu editing Penelope Bortoluzzi müzik music Waheed Saad yapım production Pico Films (Penelope Bortoluzzi), Dugong (Marco Alessi) dağıtım distribution PICOFILMS, Francesca Dolzani, 25 rue du Faubourg Saint-Honoré 75008 Paris France T +33 1 7710 4463 picofilms@gmail.com www.tahrir-liberationsquare.com

Facebook’tan, taş ve sopalarla yürütülen çatışmalara uzanan, bir umut, korku, çaresizlik, öfke, gurur ve coşku hikâyesi. Tahrir: Özgürlük Meydanı, modern Mısır tarihinin en heyecanlı iki haftasını, eş zamanlı bir günlük olarak, olayların gerçek kahramanları tarafından aktarıyor. 25 Ocak’tan itibaren binlerce Mısırlı vatandaş gibi Noha, Ahmed ve Elsayed de özgürlükleri için kitlesel gösterilere katılıyordu. İlk haftanın sonunda şehir gerillaları ile acımasız devlet güçleri arasındaki çatışmalar Mübarek rejiminin devrilmesine yol açacak bir devrime dönüştü. Günler geçti, uykusuz geceler birbiri peşisıra geçip giderken film, bu beklenmedik genç kahramanları zorlu özgürlük kavgaları boyunca takip etti...Ta ki firavun devrilene dek.

Stefano Savona (Palermo, 1969) Roma’da arkeoloji ve antropoloji okudu. Sudan, Mısır, Türkiye ve İsrail’de çeşitli kazılara katıldı. 1995’den sonra bağımsız fotoğrafçı olarak çalıştı. 1999’da çalışma alanını belgesel ve video enstelasyonlarına kaydırdı. 2010’da Penelope Bortoluzzi ile birlikte Picofilms’i kurdu.

From Facebook thumbs up to the battle of stones, a history of hope, fear, despair, anger, pride and elation, Tahrir: Liberation Square is the real-time chronicle of the two most exciting weeks in the history of modern Egypt as lived by their protagonists.

Stefano Savona (Palermo, 1969) studied archaeology and anthropology in Rome and participated in various excavations in Sudan, Egypt, Turkey and Israel. Having worked as a freelance photographer since 1995, in 1999 he switched his principal area of activity to directing and producing documentaries and video installations. In 2010, he founded Picofilms with Penelope Bortoluzzi.

Since the 25th of January, together with thousands other Egyptian citizens, Noha, Ahmed and Elsayed have been involved in a massive movement of street protest for political freedom. By the end of the first week of urban guerrilla and brutal state reprisal, it has become nothing less than a revolution to overcome Mubarak’s regime. Day after day, sleepless night after sleepless night, until the capitulation of the defeated pharaoh, the film follows these young and unexpected heroes along their fierce fight to win their liberty. 54


devrim görüntüleri images of revolution

Arap dünyasını sarsan ayaklanmalar, sıradan vatandaşlar tarafından cep telefonlarıyla çekilen fotoğraf ve videolarla belgelendi. Tunus ve Mısır gibi ülkelerde sokağa inen insanlar, diktatörleri devirip, adalet talep ederken, dış dünya Twitter ve Facebook gibi sosyal medya platformları aracılığıyla dolaşıma giren bu görüntüler sayesinde bu ülkelerde neler olup bittiğine dair fikir sahibi oldu.

katar qatar 2011, digibeta, 42’, belgesel, renkli documentary, colour yönetmen director Ibrahim Hamdan senaryo script Ibrahim Hamdan görüntü cinematography Wael Yousef, Saleem Bin Saleh kurgu editing Fares Saed müzik music Waheed Saad yapım-dağıtım production-distribution Aljazeera Network, Ibrahim Hamdan, TV Roundabout, Doha Qatar T +974 55783282 hamdani@aljazeera.net

Bu görüntüler, uğruna savaştıkları şeyin geniş kitlelere duyurulmasını sağladı ve böylece başka devrimleri tetiklemiş oldu. Bu aynı zamanda kendi hikâyelerini anlatmak için, devlet kontrolündeki medyayı alteden sıradan vatandaşların, muhabir vatandaşa dönüşüm süreçlerinin öyküsü. Bu vatandaşların çoğu, etraflarında olup bitenleri belgelerken kendi hayatlarını tehlikeye attılar. Ancak elde ettikleri görüntüler o kadar etkili oldu ki, pek çok analist tüm dünyayı saran bu görüntüler olmasaydı Arap Baharı’nın bambaşka bir biçimde ilerleyeceği konusunda uzlaşıyor. Devrimin Görüntüleri Arap ayaklanmalarında ikon haline gelen görüntülerin hikâyesini, bu görüntüleri çekenlerin dilinden aktarıyor. The uprisings that have shaken the Arab world were galvanised by photographs and videos taken by ordinary citizens using their mobile phones. Spread via social media platforms like Twitter and Facebook, these images offered the outside world a glimpse inside the countries such as Tunisia and Egypt as the people took to the streets to overthrow their dictators and to demand justice.

İbrahim Hamdan 2003’te ilk belgeselini çektikten sonra Aljazeera için dış yapım olarak Palestine Under Scope adlı seri belgeseli çekti. 2005’te aynı kanala geçti. 2006’da kurulma aşamasında olan Aljazeera Belgesel Kanalı’nın program koordinatörü olarak görevlendirildi. 2007’de Aljazeera Arapça yayınlar bölümü kısa film yapımlarının sorumluluğuna getirildi.

These images publicised their cause and spurred on would-be revolutionaries elsewhere, in the process transforming ordinary citizens into citizen reporters who could circumvent state-run media to tell their story. Many of these citizens risked their own personal safety as they recorded the events unfolding around them. But the result was often iconic images that have come to symbolise the Arab Spring, a process many analysts speculate would have taken a very different course were it not for the images that captivated the world.

Ibrahim Hamdan after directing his first documentary in 2003, he started with Aljazeera series Palestine Under Scope with a private company. In 2005 he moved to Aljazeera Channel and in 2006 he was appointed as head of programming for the under construction Aljazeera Documentary Channel. In 2007 he moved to Aljazeera Arabic Channel and was responsible for commissioning and production of the short features.

Images of Revolution is the story behind the iconic images of the Arab uprisings as told by those who filmed them. 55


inşallah laik olacağız! laicité inch’allah! neither allah nor master!

Ağustos 2010: Ramazan’ın ortasında, Ben Ali rejiminin hüküm sürdüğü Tunus’tayız. Nadia El Fani’nin filminde, sansürün tüm ağırlığına rağmen vicdan özgürlüğünü ve İslam ile ilişkisinde liberal ilkeleri benimseyen bir ülkeye tanıklık ediyoruz. Üç ay sonra, Tunus Devrimi patlak verince Nadia olay yerindedir. Arap dünyası radikal bir değişime sahne olurken, bu devrim rüzgarını başlatan Tunus, dine yaklaşımı açısından yine bir laboratuar niteliği taşır. Peki, ya Müslüman bir ülkede ilk defa halkın iradesiyle seküler bir anayasa kabul edilirse? İşte Tunuslular gerçek bir devrimi o zaman başarmış olacaklar.

tunus, fransa tunisia, france 2011, digibeta, 72’, belgesel, renkli documentary, colour yönetmen director Nadia El Fani senaryo script Nadia El Fani görüntü cinematography Fatma Chérif, Dominique Delapierre, Nadia El Fani kurgu editing Jeremy Leroux yapım production K’ien productions, Z’Yeux Noirs Movies, Links productions dağıtım distribution Doc & Film International, Hwa-Seon Choi, 13, rue Portefoin 75003 Paris France T +33 1 4277 8966 hs.choi@docandfilm.com www.docandfilm.com

Filmin gösteriminden hemen sonra El-Fani, Hanibal TV’de Allah’a ya da başka hiçbir dine inanmadığını ve devrimden sonra herkesin artık kendini özgürce ifade edebilmesi sayesinde, bunu ilk defa kamusal alanda dile getirebilecek cesareti bulduğunu söyledi. Dini ve Allah’ı en kutsal şey olarak kabul eden, çoğunluğu Müslüman Tunuslular için bu oldukça sıradışı bir açıklama.

Nadi El Fani (1960) ilk kısa filmi Pour le Plaisir’i 1990 yılında çekti ve Z’Yeux Noirs Movies adlı yapım şirketini kurdu. Aynı zamanda yapımcılığını üstlendiği ilk uzun metrajlı filmi Bedwin Hacker’ın kurgusu için 2002 yılında Paris’e taşındı. Tunus’un bağımsızlığını kazanmasından sonra kurulan Komünist Parti’nin liderlerinden olan babasının hikâyesini anlattığı belgesel film Ouled Lenine’i 2008’de tamamladı.

August 2010: Tunisia is in the middle of Ramadan under Ben Ali’s régime. Despite the weight of censorship, Nadia El Fani films a country which seems open to the principle of freedom of conscience and is liberal in its relationship to Islam. Three months later, the Tunisian Revolution breaks out, Nadia is out in the field. While the Arab World enters an era of radical change, Tunisia, which initiated the wind of revolt, is once again a “laboratory country” for its outlook on religion. And what if, for once, by the will of the people, a Muslim country opted for a secular constitution? Then, Tunisians would really have made a revolution.

Nadia El Fani (1960) made her first short movie, Pour le plaisir in 1990, and created her own production company Z’Yeux Noirs Movies. She moved to Paris in 2002 for the editing of her first feature film Bedwin Hacker, for which she is also the producer. In 2008, she completed the feature documentary Ouled Lenine about her father who was one of the leaders of the communist Party in Tunisia after the country’s independence.

Right after the release of her film, El-Fani said on Hanibal TV, that she is not a believer of God or any other religion and she has now enough courage to say it on public after the revolution, since we can all enjoy freedom of speech in the new Tunisia. This statement is considered unusual for the Tunisian people; and in a country where the majority are Muslims and believers who consider God and religion as the most sacred matters in their lives without any acceptance to mess with them. 56


tuncel kurtiz’in göçmenleri tuncel kurtiz’s emigrés

57


gül hasan lyckliga vi hasan the rose isveç sweden 1979, 35mm, 83’, renkli colour yönetmen director Tuncel Kurtiz senaryo script Tuncel Kurtiz, Nuri Sezer görüntü yönetmeni cinematography Salih Dikişçi oyuncular cast Tuncel Kurtiz, Müjdat Gezen, Özcan Özgür, Nuri Sezer, Savaş Dinçel, Hasan Gül, Helena Vickstörm yapım-dağıtım production-distribution Swedish Film Institute, Jon Wengström PO Box 27 126, 102 52 Stockholm Sweden T +46 8 665 1124 Jon.Wengstrom@sfi.se ödüller awards En İyi Üçüncü Film, En İyi Senaryo, En İyi Görüntü Yönetmeni Third Best Film, Best Script, Best Cinematography Antalya • En İyi Yönetmen İsveç Film Enstitüsü Best Director Swedish Film Institute Tuncel Kurtiz’in uzun yıllara dayanan tiyatro sinema oyunculuğunun ve yönettiği kısa filmlerin ardından ilk kez uzun metraj için kamera arkasına geçtiği Gül Hasan yurt dışında bulduğu yankıyı Türkiye’de tekrarlayamamış, görmezlikten gelinmiş, biraz da hemen ‘unutulması’ arzulanmış bir film. Kurtiz’in Otobüs’ten Bereketli Topraklar Üzerinde’ye, Hudutların Kanunu’ndan Umut’a, Bitmeyen Yol’dan Sürü’ye kadar, sinemamızın çok önemli örnekleri arasına girmiş filmlerdeki yerinin ötesinde, sektördeki verili işlerle çelişkisini, hatta ‘kavgasını’ yansıtan bir çalışmadır karşımızdaki. Bir şebekenin lideri olarak çalışan üç kağıtçı yönetmenin, çekeceği filmde rol verme vaadiyle Avrupa’da çalışan vatandaşlarımızı dolandırmasını, sömürmesini ‘doğal bir abartı’ eşliğinde trajikomik yapıyla aktaran film, Kurtiz’in daha önce birlikte çalıştığı kimi yönetmenlere yönelik öfkesini de somut biçimde yansıtmaktadır. İlginç bir ´sinema sinemaya bakıyor´ örneği sunmasının ötesinde, yurtdışındaki işçilerimizin sorunlarına sınıfsal açıdan eğilen ayrıksı bir örnek de olan Türkiye-İsveç ortak yapımı Gül Hasan’daki oyunculuk performanslarının oldukça nitelikli olduğunu belirtelim ve filmin Kurtiz’e İsveç’te en iyi yönetmen ödülü kazandırdığını ekleyelim. Hasan the Rose, the first feature film for which Tuncel Kurtiz went behind the camera following his years as an actor of stage and screen and after the short films he has directed, didn’t receive the same attention here in Turkey as abroad. It was overlooked and was almost subject to a wish to be ‘forgetten’ immediately. What we have here is a work reflecting Kurtiz’s contradiction, even ‘struggle’ with the given relations in the sector apart from his participation in some of the most prominent films of Turkish cinema from The Bus to On Fertile Lands, from Law of the Borders to Herd. The film, narrating in a tragicomic style with ‘natural exaggeration’, the defrauding and exploitation of Turkish citizens working in Europe by a double-dealing director who’s the leader of a band, with the promise o giving them parts in the film he’s about the shoot, is a concrete reflection of the anger Kurtiz feels for some of the directors he has previously worked with. Let’s state that apart from presenting a interesting example of ‘cinema looks at cinema’ and dealing with the problems of our migrant workers with a perspective of class, the performances of the actors in Hasan the Rose are quite distinguished and that the film has brought Kurtiz a Best Director award in Sweden. Tunca Arslan 58


s覺n覺f - yak覺n plan class - close up

Van'a: Kapitalizm bir enkazd覺r. For Van: Capitalism equals rubble.

59


sınıf ilişkileri: sureti soldurulmuş bir resim mi? kitabı üzerine

çatışmaları, sınıf çatışmasını ve dinamiklerini ısrarla görmez ya da çatışmadan saymaz sorusu soruluyor ve bunun yanıtı sinemanın özellikle Türkiye’deki tarihsel gelişimi, bu gelişimin içinde farklı örnekler üzerinden içinde bulunduğumuz durumun tespiti yapılıyor. İşçi sınıfının sinemada yansıması, işçi sınıfı mücadelesinin seyri ve yoğunluğu ile doğrudan ilintilidir. 60’lı yıllarla birlikte yükselen toplumsal dalga ile işçi sınıfı, sinemanın ve aydınların gündemine girmiş, 70’li yıllarla birlikte popüler olana da sirayet etmiştir. 80’lerle birlikte global olarak başlatılan sınıfa saldırı sonucunda, işçi sınıfı, mücadelesi ve kavramları toplumsal gündemin dışına itilmiştir. Yeni çağın aydını (ya da sinemacısı) artık bir sınıfı değil, bireyi görmeye ve onun içinden çıkılmaz mutsuzluğunu, sorunlarını anlatmaya başlamıştır. Bu durum hem sinemacı hem de sinema üzerine düşünen-yazan eleştirmenler için geçerli hale gelmiştir. Bu bağlamda işçi sınıfının sinemaya yansıması açısından bir dönüm noktası olan Karanlıkta Uyananlar filmi ile 80’li yılların akışına ters bir şekilde işçi sınıfı ve sınıf hareketi üzerine en önemli yapımlardan biri olan Zengin Mutfağı ele alınıyor.

Yusuf Güven Taşrada Var Bir Zaman kitabından sonra uzun zamandır unutulan ya da çok sözü edilmeyen bir kavram olan “sınıf”ın tartışıldığı bir kitapla Gezici Festival seyircisini/okuyucusunu karşılıyor. Sinema kitabı alanındaki yayıncılık bir süredir tezlerden dönüştürülen akademik kitaplar, derinlikli olmayan oyuncu ve yönetmen kitapları ve de çeviri kitapları ağırlıklı devam ediyorken bir tema çerçevesinde değişik alanlardan, sinemadan, edebiyattan, akademiden kalemleri bir araya getiriyor bu kitaplar.

Yılmaz Güney sineması Türkiye’de 60’lardan itibaren hızlanan ithal ikameci ekonomi ve iç pazara dönük büyüme politikaları sonucunda hızla proleterleşen bir topluma ışık tutuyor. Umut ve Düşman’da yoksullar üzerinden, Sürü’de köylüler üzerinden, Endişe’de Çukurova’daki tarım işçileri üzerinden anlatılan bu durum Yol ile epik bir hikâyeye dönüştürülüyor. Yılmaz Güney sineması bu örnekleri içeren bir yazı ile kitapta yerini alıyor. Popüler sinemaya, Yeşilçam’a da sınıf ilişkileri ve işçi sınıfı mücadelesinin tarihsel gelişimi yansımaları iki ayrı yazı ile değerlendirilmiş. İlkinde, “fakir ama gururlu” tiplemelerin hakim olduğu filmlerde, hem sağ ideolojinin “namus ve iffet” gibi kadına yüklenmiş anlamlarını koruyan, hem de dönemin sol eğilimlerinin ivme kazanmasıyla birlikte “tanıdıklık ve aşinalık” yaratmak amacıyla anlatıda yer alması gereken “fakir ama gururlu/namuslu” bireyler adeta tek bir anlatıda, biri “muhafazakâr” diğeri “ilerici” olarak tanımlanan iki ayrı uca aynı anda nasıl bağlandığı anlatılıyor. İkinci yazı ise bir döneme damga vurmuş, hala televizyonlarda izleyicileri bıkmadan izlediği popüler filmlere imza atmış, bir ekol haline gelmiş Ertem Eğilmez’in Oh Olsun filmi üzerinden sınıfsal uzlaşının nasıl sağlandığı ele alınıyor. Türkiye sinemasında aile filmlerinin ve üretildiği dönemin genel özellikleri, Ertem Eğilmez ve Arzu Film ekolü filmlerinin anlatı yapılarındaki ortaklıklar; işçi, işçi sınıfı, işçi mücadelesi, işçi mücadelesinin biçimleri; “uzlaşma”nın nasıl yaratıldığı; anlatı ilkelerinin bu yönde nasıl işletildiği ve Gramsci’nin deyimiyle egemen iktidarın yönetiminin devamı için gerekli olan rızanın sağlanmasına nasıl katkıda bulunulduğu ve “her şey yolunda” mesajının nasıl verildiği incelenerek film çözümleniyor. Bu bölüm yine popüler sinemanın ürettiği kavramlardan biri olan “korku sineması”ndaki metaforlar üzerine bir yazı ile son buluyor.

Sınıf, işçi sınıfı, sinemamızın pek ilgi duymadığı ya da geri plana attığı bir kavram günümüzde; sadece sinemamızdan da değil düşün yaşamından ve pratik olarak toplumsal alandan da topyekun dışlanmışa benziyor. Kitap bu durumu bir soruya dönüştürerek çeşitli alanlarda yaşanan bu unutkanlığı sorguluyor. Bir grup yaratıcı ve teknik elemanın birlikte ürettiği, çoğu zaman kapitalist sistemle bütünleşmiş uluslararası şirketler tarafından pazara dağıtılan, insanların toplu olarak belli mekanlarda tükettiği sinemayı sadece bir sanat olarak ele almak mümkün olmadığı gibi bir sinema kitabı da politik, toplumsal ve ekonomik ilişkilerden kısacası üretim ilişkilerinden bağımsız ele alınamaz. On sekiz ayrı yazarın katkısı ile oluşturulan Sınıf İlişkileri kitabı bu durumu gözeten bir bütünlükle – benim adlandıracağım – üç bölümden oluşuyor diyebiliriz. Birinci bölümde proletaryanın tarihi, sınıf mücadelesinin geldiği nokta ve bu konudaki yeni tartışmalara odaklanıyor. Bu bölüm teorik çerçeveyi kurmanın ötesinde sınıfı soyut bir kavram olarak ele alan, marksizmi “sınıf indirgemeciliği” ile ekonomizm ile tanımlamaya çalışan düşüncelerin karşısında tarihselciliği ve determinizmi tekrar hatırlatıyor. Daha da somuta indirgersek sınıfa karşı özelleştirme, taşeronlaştırma vs. adı altında sürdürüle gelmekte olan politikalara dikkat çekiyor. Aynı zamanda son dönemdeki “yeni toplumsal hareketler” (çevre, barış hareketleri, ırkçılık karşıtı ve anti-nükleer hareketler, ulusal hareketler, feminizm) bir özne olarak proletarya ile ilişkisi, değişen ya da değiştiği söylenen sınıf üzerine yeni dönemdeki tartışmalar, sınıfın bölünmüşlüğü konuları ele alınıyor. Türkiye’de kapitalizmin tarihsel gelişimi ve bunun içinde işçi sınıfı mücadelesinin seyri iki ayrı yazıda değerlendirilmiş. İlk makale 1980’e kadar gelirken Türkiye’de bugünkü durumun 60-80 arasındaki sınıf mücadelesi ve sermayenin değişen konumu irdelenmedikçe anlaşılmasının güç olduğunu belirtiyor. Burada bir parantez açarak belirtmek isterim ki Sungur Savran’a ait bu yazının girişinde Kavafis’in Barbarları Beklerken şiirinin bir kısmına yer verilmiş. Bir şiir ancak bu kadar bağlamında kullanılabilir. İkinci makale ise 80’lerden günümüze, Özal’dan AKP iktidarına bir analiz sunuyor.

Üçüncü bölüm ise diğer sanatlara ayrılmış durumda. Müzik ve sınıf ilişkisi üzerine girişilen zorlu çabada müziğin tarihsel gelişiminin yanında aslında pek de ayrıntılı çalışmalara konu olmamış bu alanın, müziğin, sınıf perspektifi ile ele alınması gerektiğine vurgu yapılıyor. Roman üzerine ise üç ayrı yazı bulunuyor. Tıpkı sinemada olduğu gibi romanda da işçi sınıfına çok seyrek olarak rastlıyoruz. İşçi sınıfının hikâyesinin yazılması ihtiyacı devam ettiğine vurgu yapılırken bunu yapabilmiş bir yazar olarak Orhan Kemal’e yer veriliyor. Türk Romanının tarihsel gelişiminin ela alındığı yazıda ise içinde bulunulan ve postmodern edebiyat olarak adlandırılan dönem sinemadaki örneklerinde olduğu biçimde sorgulanıyor. Roman da sinema gibi sınıftan kaçmakta, kadının kötücülüğü gibi sahte çatışma kaynaklarına yönelmektedir. Çocuk edebiyatı ve eğitim sisteminin çocukları düzene nasıl eklemlediği üzerine bir yazı ile roman değerlendirmeleri son buluyor.

Sinemanın merkezde yer aldığı ikinci bölüm ise önceki bölümde yer alan yazılarda açımlanan siyasi atmosfer ile sinema alanındaki gelişmeleri birbirine bağlayan bir yazı ile başlıyor. Günümüzde dizi ya da film yaparken bu işin abc’si olarak illa bir çatışma arayan yapımcı, yönetmen ve/veya senaristler neden bizatihi yaşadığımız hayatın, gündelik yaşamın içindeki

Son olarak, Kavafis’in şiirine dönecek olursak barbarların istilasının yaşandığı bu çağda sınıfı tekrar hatırlatmak için hepimizin yapması gerekenler var, Sınıf kitabı bunun bir parçası olarak değerlendirilebilir. 60


on the book class relations: a timeworn representation?

proletariat offensive launched globally in the 1980s, the working class, the working class struggle and associated concepts were dropped from the social agenda. The new age intellectual (or filmmaker) was now interested in the individual rather than a class and duly set about portraying his problems and overwhelming unhappiness. This became true of both filmmakers and critics who wrote or reflected on cinema. In this context, the book takes a look at the 1973 title Waking in Darkness by Ertem Göreç, a turning point in terms of the representation of the working class on celluloid, and Başar Sabuncu’s Kitchen of the Rich made in 1988, one of the most important productions on the working class and class movement that ran counter to the tide of the 1980s. The cinema of writer-director Yılmaz Güney offers insight into a society rapidly becoming proletarian as a result of the growth policies favoured in Turkey from the 1960s on, for these were increasingly geared towards an import oriented economy and domestic market. Güney portrays the plight of the people through the poor in Hope (1970), through south-east Anatolian farm labourers in Anxiety (1974) and through village people in The Herd (1979), while in Yol (1982) he turns the conditions of the day into an epic story. The book features the work of Yılmaz Güney in an essay that cites these same films. Depictions of the history of class relations and the working class struggle in popular, or ‘Yeşilçam’ cinema are dealt with in two separate essays. The first looks at films dominated by ‘poor but proud’ character types and describes the co-existence of ‘poor but proud/honourable’ individuals who advocate the values of ‘virtue and modesty’ ascribed to women by right-wing ideology and those who, with the gathering momentum of left-wing tendencies at the time, needed to appear in the narrative in order to create a sense of ‘familiarity’. The writer goes on to explain how the two polar opposites - one ‘conservative’, the other ‘progressive’ - are coupled together in the same one narrative. As for the second essay, this explores how class reconciliation is achieved and takes up the example of Serves You Right, (1973). The film was produced and directed by Ertem Eğilmez, an influential filmmaker of his day who earned credits for a slew of popular films still eagerly watched on television today and whose production company, Arzu Film, took on the status of a ‘school’. Unravelling the film requires analysis of the following: the general characteristics of family films in Turkish cinema and the period of their making; alliances in the narrative structures of films by Ertem Eğilmez and the Arzu Film school; workers, the working class, the workers’ struggle and different forms of the workers’ struggle; how ‘reconciliation’ is forged; how narrative principles are handled in this respect and how, as Antonio Gramsci claimed, they contribute to achieving the acquiescence vital to the perpetuation of the hegemonic regime; and how the message that ‘all is fine’ is given. The second section ends with a piece on the use of metaphors in horror cinema, a concept for which popular cinema is again responsible.

Following the 2010 publication of A Time in the Country, the Festival on Wheels welcomes audiences and readers this year with another new title which discusses the long forgotten or little mentioned concept of class. When it comes to books on film, publishers have tended for some time to focus on academic tomes that are basically modified dissertations, or volumes about particular actors and directors which lack any depth. And in general they bring together writers from different fields, whether film, literature or academia, in the discussion of a stated theme. Class, specifically the working class, is a concept regularly shunned or cast into the background by Turkish cinema today; but not only filmmakers are guilty, the concept appears to have been marginalized altogether from the realm of thought and, practically speaking, from the social sphere. Class Relations turns this scenario around into a question and sets out to find an answer by looking into the sense of amnesia. Just as it’s impossible to address cinema, the collective product of a creative and technical team, as purely an art when it’s distributed more often than not by international companies integrated with the capitalist system and consumed en masse in specific venues, so a book on cinema cannot be considered independently of the political, social and economic relationships on which its production depends. Class Relations, a compilation of essays by 18 different writers, stands out from the norm, comprising three sections (I’ll go on to define them) drawn into a coherent whole.

özel gösterimler

The first section focuses on the history of the proletariat, the current state of the class struggle and new points of discussion on the subject. Beyond establishing the theoretical framework, this section provides a reminder of the role of historicism and determinism in relation to thinking that treats class as an abstract concept and seeks to define Marxism through class reductionism and economism. Reduced to more concrete terms, the writing draws attention to policies perpetuated against the working class under the name of privatization, outsourcing, subcontracting etc. Other issues are also covered, among them ‘new social movements’ (environmental and peace, anti-racism and anti-nuclear, national movements and feminism) and how they relate to the proletariat as a subject; the changing - or mooted to be changing - new-age debate on class; and the disunity of class structures. The historical development of capitalism in Turkey and, within this, the progress of the working class struggle are examined in two separate essays. While the first piece takes us up to 1980, it makes the point that the current status quo in Turkey is hard to make sense of unless the class struggle and shift in wealth between the years 1960-1980 is considered. I should add as a footnote here that Sungur Savran opens his essay with a quote from the Constantine Cavafy poem ‘Waiting for the Barbarians’. It would be hard to quote lines of verse in a more apt context. By contrast, the second essay takes up the period from the 1980s to the present day, offering an analysis of successive governments from the time of Turgut Özal to the AKP (Justice and Development Party).

Moving on to part three, the focus here switches entirely to other art forms. In a challenging attempt to examine music and class relations, the point is emphasized that this area, which - like the historical development of music - has yet to be explored in any detail, needs to be addressed from the perspective of class. On the literary front, the book includes three essays on the novel. Just as in cinema, we rarely come across the working class in fiction. While the continuing need for working class stories is underlined, one author who does receive coverage is realist author Orhan Kemal, who stands out as a notable exception in the literary realm. Another essay considers the historical development of the Turkish novel , exploring the contemporary postmodern period in literature with parallel examples in cinema. Like film, the novel shuns issues of class, favouring instead ‘bogus’ conflicts such as the malice of women. The third and final piece dealing with fiction looks at children’s literature and how the education system brings children into line with the social order.

Shifting the focus to cinema, part two of the book begins with an essay that links the political climate explored in the previous section to developments in the film industry. The essay posits this question: when conflict is a rudimentary part of any film or TV series today, why are producers, directors and scriptwriters resolutely blind to the contradictions, class conflict and dynamics of everyday life itself or why do they dismiss them? The answer lies in the development of cinema, particularly in Turkey, and an analysis of the current situation is given through different examples within this pattern of development. The portrayal of the working class in film is directly correlated with the progress and intensity of the working class struggle. With the social movement that gathered momentum in the 1960s the working class acquired currency for filmmakers and intellectuals and by the 1970s had spread to the realm of the popular. But consequent to the anti-

special screenings

In conclusion, if we return to Cavafy’s poem, it falls on us all in an age when the barbarians are invading to take action in order to return attention to the issue of class. And Class Relations can be considered a part of this. 61


pasolini’den öfke dolu bir belgesel: la rabbia

Necla Algan Burjuvazinin kara sinemacısı Pasolini’den öfke dolu bir belgesel, La Rabbia. Neo-Liberal çağın tüm anlatılarıyla, tüm rüyalarıyla sona erdiği bir zamandayız. Sinemanın da haliyle içinde olduğu bir kriz anı bu. İçine yuvarlandığımız bu çölle ilgili, bizi en doğru biçimde, en kâhince tespitlerle uyaran bir sinemacıdır Pasolini. Niçin hayatımız sefalet, acı, korku ve savaşla doludur? Pasolini, La Rabbia’da, bu soruya yanıt olarak, haber ve magazin görüntülerinin kronolojik sırasını altüst edip, düşünceyi ve duyarlığı körleştiren mantığı sarsmak amacıyla yeniden kurgulayarak politik ve şiirsel bir isyan filmi yaratmıştır. 1962 yılında, bir yapımcının isteğiyle gerçekleştirdiği bu filmde Pasolini, yeni bir film janrı yaratmayı amaçlamıştır. Kore Savaşı, Kongo’da karşı devrim, Macaristan, Cezayir Savaşı, Küba, Atom bombası, Kraliçe’nin tahta çıkış töreni, televizyondaki magazin programları gibi yirminci yüzyılı tanımlayan görüntülerden oluşan çekimleri, kendi şiirsel ve ideolojik mantığıyla kurgulayarak politik ve estetik bir manifesto oluşturmuştur. Bu film, burjuvazinin kendi suretinde yarattığı dünyanın gerçekdışılığına, ikiyüzlülüğüne, sahteliğine, endüstriyel, medyatik, teknolojik ve askeri şiddetine karşı duyulan öfke ve isyandır. Modern dünyanın en yıkıcı unsuru olan atom bombası patlamalarının görüntüleri üzerine şöyle der Pasolini. “İşte gerçek bu.” Modern kapitalizm, insanlığın ve doğanın tüm yaratılarını yok etme gücüne ulaşmıştır. Amerikan başkanı Eisenhover’ın seçim propagandası sırasında çekilen haber görüntülerine yazdığı metinde ise, burada oynanan demokrasi oyununun aslında bir yalan olduğunu, klasik dünyanın zanaatçılarının, köylülerinin hepsi öldüğünde ve endüstrinin üretimin tümünü kaplayıp sürekli bir tüketim döngüsü yarattığında, bizim tarihimizin de sona ereceğini söylemektedir. Ancak bu filmde yalnızca burjuvazinin suretindeki dünya ve onun yarattığı yıkımlar ve savaşlara duyulan öfke ve isyan yoktur. Bir yandan kendini var etmeye çalışan “Üçüncü Dünya”nın isyanı da vardır. Pasolini, hayatı boyunca dünyanın lanetlenmişlerinin yanında yer alıp, onların özgün kültürlerini, renklerini, masum şiddetlerini savunmayı da bir görev edinmiştir. Filmde de Küba’da savaşan halkın görüntüleri dolayımında o savaşçıların ölümlere rağmen yeni bir dünyayı kurmakta olduklarının bilincindedir. Aynı şekilde Marilyn Monroe’nun ölümünü ve bu dünyadaki varlığını kutsar. Kültür endüstrisinin kadın bedenini nesneleştirmesine karşı bir isyandır güzel yıldızın ölümü. Cezayir Savaşı’na, Küba’daki özgürlük savaşında öldürülen insanlara, Afrika’daki insanların özgürlük talebine saldırıda bulunanları lanetlemek ve onları kendi kardeşi olarak gördüğünü haykırmak için yapılmış bir filmdir La Rabbia. Sinema yoluyla politik ve şiirsel deneme gerçekleştirme bağlamında öncü bir başyapıttır bu film. Yönetmenin kendi deyimiyle neokapitalist, kimliksiz, sahte, endüstriyel üretimle tüm varlığı ve ruhu kapsama altına alınmış, burjuvazi hakimiyetindeki bu dünyaya karşı, onun yarattığı dünyanın görüntülerinden oluşturulan bir manifestodur. La Rabbia, 1963 yılında yapımcısı tarafından kısaltılır ve dönemin sağcılarının önemli simgelerinden Giovanni Guareschi’nin gerçekleştirdiği bir başka filmle birlikte gösterime sokulur. 2008 yılında Guiseppe Bertolucci tarafından, Pasolini’nin özgün notlarına sadık kalınıp restore edilerek, sinema dünyasının gündemine yeniden giren La Rabbia, yaratıcı, yenilikçi, uzlaşmasız muhalif boyutuyla, bugünün seyircisini de derin biçimde sarsacak derecede güncel ve düşündürücü. 62


a vitriolic documentary from pasolini

öfke la rabbia the anger

We’re cast back to a time when the neo-liberal age has died a death along with all its dreams and narratives. It’s a moment of crisis in which cinema, too, is inevitably embroiled. Pasolini is a filmmaker who cautions us in the most direct and prophetic way about the wilderness into which we have plunged. Why are our lives so racked by misery, anxiety, fear and war? Pasolini provides an answer in La Rabbia, a political and poetic protest film which he constructs entirely from news and paparazzi footage and clippings. But in so doing, he plays with the chronological order in a wilful attempt to subvert the underlying ‘logic’ given its tendency to numb the mind and sensibilities. Pasolini was hired by a producer to make the film in 1962, and in doing so he set out to create a new film genre... He crafted a political and aesthetic manifesto from a miscellany of footage defining the 20th century, assembling the material with his own poetic and ideological rationale to resemble popular programmes on television. The footage covered everything from the Korean War, the counter-revolution in Congo, the Hungarian Revolt and the Algerian War to Cuba, the atom bomb and the queen’s accession ceremony. The film is an expression of anger and defiance against a world created by the middle class in its own image, against the unreality of this world, its hypocrisy, its falseness, its industrial, media-staged, technological and military violence. Over images of the modern world’s most destructive invention, the atom bomb, exploding, Pasolini offers the laconic remark: “And here is the reality.” Modern capitalism has acquired the power to destroy all the creations of nature and the human race. Another piece of poignant commentary follows with newsreel footage of US president Eisenhower taken during the election campaign. Here, Pasolini suggests that the democracy game being played is actually a lie; that our history will end when the classic world, all artisans and peasants die, when industrial production encompasses them all and creates a continuous cycle of consumption. But the film doesn’t only feature anger and defiance against the middle-class world, the destruction it wreaks and the wars it creates. At the same time, there is the defiance of the ‘third world’ as it struggles to come into being. Throughout his life, Pasolini also made it his job to stand by ‘the damned’ of the world, to champion their unique cultures, colours and innocent violence. He’s aware that through images of the people fighting in Cuba, the revolutionaries are building a new world even as they die. In the same way, he glorifies Marilyn Monroe’s death and her life in this world. The dazzling star’s death is an act of defiance against the culture industry’s commodification of the female body.

özel gösterimler

italya italy 1963, 35mm, 53’, belgesel, siyah beyaz documentary, b&w

La Rabbia is a film made in praise of the Algerian War and the people killed in the Cuban Revolution, a film that condemned the forces attacking African demands for freedom and cried out with a message of solidarity to its African brothers. The film is an avant-garde masterpiece in as much as it brings off a political and poetic experiment through the medium of film. In the director’s own words, it’s a manifesto against the neo-capitalist, faceless, fake world, a world controlled by the middle class whose soul and entire existence has been subsumed by industrial production; and the manifesto comprises images of the world that it has created. Come 1963, La Rabbia was severely pruned by the producer and released in conjunction with another film made by Giovanni Guareschi, a prominent figure of the Italian right at the time. Some 45 years later, in 2008, the film was restored by Giuseppe Bertolucci true to Pasolini’s original notes, and re-launched into the realm of world cinema. Creative, innovative and uncompromising in its oppositional stance, La Rabbia retains a contemporary and thought-provoking quality that promises to shake up today’s audiences profoundly.

yönetmen director Pier Paolo Pasolini senaryo script Pier Paolo Pasolini kurgu editing Nino Baragli, Pier Paolo Pasolini yapım production Opus Film, Gastone Ferranti dağıtım distribution Minerva Pictures Group, Lucia M. Merone, Via del Circo Massimo N° 9, 00153 Rome Italy T +39 06 84242430

63


64


kültürün özel suskunlaştırdığı: gösterimler mieke bal what culture silences: mieke bal

special screenings 65


kültürün suskunlaştırdığı

what culture silences

Sanat dünyasının uygulamaya dayalı çalışma yöntemi ile akademinin kuramsal üretimi geçmişten günümüze hep mesafeli olagelmiştir. Birbirlerine en yakın oldukları noktada, sanat kendisine kuramsal temeller kazandırmaya çalışırken, akademi sanata eleştiriyle katkıda bulunmaya çalışmıştır.

There has always been a certain distance between the artistic practice and the scholarly theory. The closest encounter between the two has been the critical contribution of the academia to the art world and the theoretical foundations of the artwork itself. Cultural critic and video artist Mieke Bal’s films with the collective Cinema Suitcase pushes the relationship between academic/theoretical work and art to a new level. While ‘theorizing’ art, she enables an understanding of theoretical issues that theory itself cannot manage. Mieke Bal defines this new narrative form as ‘theoretical fiction,’ which intertwines art and theory while problematizing the relationship between spectator, screen and artist.

Akademinin ve görsel sanatların önemli ismi Mieke Bal’ın ‘Sinema Valizi’ kollektifi kapsamında geliştirdiği sinemasal üretimi, akademik/kuramsal çalışma ile sanat arasındaki ilişkiyi farklı bir noktaya taşıyor. Bal, sanatı görsel-işitsel yolla ‘kuramsallaştırırken’, kuramın çözemediği meseleleri de sinema aracılığıyla anlaşılır kılıyor. Mieke Bal, yaratıcısı olduğu bu yeni anlatı türüne ‘kuramsal kurmaca’ adını veriyor. Kuramsal kurmaca, sanat ve kuramı iç içe geçirerek, izleyici, ekran ve sanatçı arasındaki ilişkiyi sürekli sorunsallaştırıyor.

The latest collaborative project between Mieke Ball and Michelle Williams Gamaker that will be presented at the Festival on Wheels takes its name from French psychoanalyst Françoise Davoine’s book Mère Folle (Mother Folly, 1998). With Davoine as consultant, the project merges not only a number of artistic practices but different disciplines. While questioning the discourse around the concepts like ‘insane’ and ‘sane’ through the ages, Mother Folly questions the invisible boundaries constructed around us. ‘Imaging’ the subject of madness historically, geographically, and personally, the project makes visible what culture silences.

Mieke Bal’ın Gezici Festival’de sergilenecek olan ve Michelle Williams Gamaker birlikte gerçekleştirdiği son projesi, adını Fransız psikoanalist Françoise Davoine’nin Divane Ana (Mère Folle, 1998) kitabından alıyor. Davoine’nin danışmanlığında gerçekleştiriken proje, farklı sanatsal üretim biçimlerinin yanı sıra değişik disiplinleri de bünyesinde buluşturuyor. Çağlar boyunca ‘deli’ ve ‘akıllı’ gibi kavramlar çerçevesinde kurulan söylemi ele alan proje, içinde yaşadığımız görünmez sınırları sorguluyor. Divane Ana, delilik kavramını tarihsel, coğrafi ve kişisel açıdan ‘görüntülerken’ kültürün suskunlaştırdığını açığa çıkarıyor.

Together with Turkish premiere of Mieke Bal and Michelle Williams Gamaker’s A Long History of Madness, Festival on Wheels presents an exhibition which features six video works, Of What One Cannot Speak: What Culture Tries to Silence. Mieke Bal will also be giving a masterclass on “Theoretical Fiction,” and discussing this project together with the participants. Festival on Wheels invites you to witness this audio-visual experience and intellectual experiment.

Gezici Festival’de, Mieke Bal ve Michelle Williams Gamaker’ın Deliliğin Uzun Tarihi adlı filminin Türkiye’ye prömiyerinin yanı sıra altı farklı video çalışmasının sunulduğu Konuşamadığımız: Kültürün Suskunlaştırdığı adlı bir sergi de yer alıyor. Festival kapsamında Ankara’ya gelecek olan Mieke Bal, ‘Kuramsal Kurmaca’ başlıklı bir masterclass ile bu projeyi izleyicilerle birlikte tartışacak. Bu önemli görsel-işitsel deneyim ve düşünce yolculuğuna hep birlikte tanıklık edeceğiz.

66


masterclass: bir tür olarak kuramsal kurmaca

masterclass: theoretical fiction as a genre

Tanınmış akademisyen ve eleştirmen Mieke Bal, Michelle Williams Gamaker ile birlikte çektiği Deliliğin Uzun Tarihi isimli filminin gösteriminden sonra, Kültürün Suskunlaştırdığı teması çerçevesinde izleyicilerle buluşacağı bir çalışma düzenleyecek

Distinguished academic and critic Mieke Bal will come together with audiences in a master class on the theme of What Culture Silences after the screening of her and Michelle Williams Gamaker’s latest film A Long History of Madness.

“Kurgu, bir teorinin ortaya koyuluşu değil bir keşif sürecidir.” Freud’un mit anlatısı Totem ve Tabu’da kısmen keşfettiği, kısmen de ifade ettiği hadım edilme kompleksini açıklarken kullandığı bir terim bu. Teorik bir kurgu yapmak, bir başlangıç fikri ve bir duyumun yanı sıra film çekme, resim ya da heykel yapma sürecinde, bir sezgiye dayanan teorinin bütününü keşfetmek anlamına gelir. Bizim durumumuzda, teorik içgörüye katkıda bulunan şeyler, toplu performans, müzik, çocukların emprovize olarak canlandırdıkları roller ve kostümlerdi. Psikoz hastalarının tedavisinde analitik desteğin önemine yönelik teori, kitabın yazarı Mère Folle ve çalışma arkadaşları tarafından geliştirildi ve test edildi. Avrupa geleneklerinin bu iddiayı açıklayabileceği ve somutlaştırabileceğine dair sezgi, bir keşif süreci olarak kurguyu gerektirdi. Film çekim süreci ise, bu sezginin doğruluğunu kanıtladı ve teorik bir ifade kazandırdı. Düzenlenecek atölye çalışmasında bu konular, sadece psikoanalitik teori çerçevesinde değil, daha çok film izleme sürecinin izleyicilerin teorik bakışlarını nasıl güçlendirdiğine dair tartışmalar çerçevesinde şekillenecek. Tartışma, filmden bölümler ve kliplerle desteklenecek.

Fiction is not an illustration of a theory but a procedure of discovery. It was Freud’s term to explain his mythical narrative Totem and Taboo, through which he was able to partly discover, partly articulate, his theory of the castration complex. Making a theoretical fiction entails an initial idea, a speculation, and through the process of making – writing or filmmaking, painting or sculpting – discovering the precise theory of which the initial idea was an intuition. In our case, additional elements that contributed to the theoretical insights were the collective performance, the role of music, the way children improvised their roles, the functions of costumes. The theory – that psychotic patients could be helped analytically – was already elaborated and tested by the author of the book, Mère Folle and her colleagues. The intuition that older European traditions could explain and substantiate that claim, also in the book, required fiction as a discovery procedure. The actual filmmaking provided that intuition with theoretical articulation and evidence. But this process is unfinished, and cannot be finished. The workshop will be devoted to discussing these issues, not necessarily around the specific psychoanalytic theory but more about how, in other cases as well, making helps understanding, and watching films sharpens the theoretical insights of viewers. Clips and short segments from the film can help our understanding.

Sergi: Konuşulamayanlar: Kültürün Suskunlaştırdıkları Sergi altı video çalışmasından oluşuyor. Manzaralar, Delilik Su Yüzüne Çıkar, Savaşan Deliler, Morgue’un Hücresi, Sissi Dışarda, Haberler başlıklı çalışmalar, farklı kültürlerin delilik üzerinde türlü baskı kurma yöntemlerini ve deliliğin bunları aşıp su yüzüne çıktığı anları farklı biçimlerde aktarıyor.

Exhibition: Of What One Cannot Speak: What Culture Tries to Silence The exhibition presents six video works (Landscapes, Folly Resurfaces, Fools at War, Morgue’s Cell, Sissi Outside, Watching the News) that, each in a different way, address the repression of madness in a culture of streamlining, and the noises and echoes of madness that erupt when Folly resurfaces.

special screenings

67


mieke bal

michelle williams gamaker

Hollanda Kraliyet Akademisi Fen-Edebiyat Fakültesi’nde profesör. Kültürel Araştırmacı ve Eleştirmen. İlgi alanları: antik dönem, çağdaş sanat ve edebiyat, feminizm ve göçebe kültürü. Sanat ile ilgili yazılarında, teoriyi uygulamak yerine diyaloğu, tarihsel olarak yeniden inşa etmek yerine de anakronizmi tercih ediyor. Bal, aynı zamanda bir video sanatçısı, göç üzerine deneysel belgeseller yapıyor, zaman zaman bağımsız küratör olarak çalışıyor. Kitapları: Of What One Cannot Speak: Doris Salcedo’s Political Art (2011), Loving Yusuf (2008), A Mieke Bal Reader (2006), Travelling Concepts in the Humanities (2002) Narratology (2009).

Video ve performans sanatçısı, yazar. Tek kare portreler ve enstalasyonlardan, belgesel ve film yolu ile gerçekliğin karmaşık görüntülerini elde etmeye kadar farklı çalışma alanları var. Öykü anlatıcılığının incelikli, muhteşem yönlerinin gündelik olan dolayımıyla aktarılması, çalışmalarının temelini oluşturuyor. İlk olarak 2001’de Bloomberg New Contemporaries’de gösterilen video çalışması ile tanındı ve o günden bu yana çalışmaları uluslararası sergilerde yer alıyor. Doktora tezini Londra Üniversitesi Goldsmith College’da tamamladı. Burada sanatta yeterlilik programında ders verdi. Amsterdam’da yaşıyor, sanatçı ve performans eğitmeni olarak Gerrit Rietveld Academie’de çalışıyor.

Mieke Bal a cultural theorist and critic, has been Royal Netherlands Academy of Arts and Sciences Professor. Her interests range from biblical and classical antiquity to 17th century and contemporary art and modern literature, feminism, and migratory culture. When writing on art, she favors dialogue over the application of theory, and anachronism as a magnifying glass over historical reconstruction. Her many books include Of What One Cannot Speak: Doris Salcedo’s Political Art (2011), Loving Yusuf (2008), A Mieke Bal Reader (2006), Travelling Concepts in the Humanities (2002) and Narratology (3d edition 2009). She is also a video-artist, making experimental documentaries on migration and recently exploring fiction. Occasionally she acts as an independent curator.

Michelle Williams Gamaker (UK) is a video and performance artist and writer. Her work varies from single-frame portraits and installations to complex renderings of reality via documentary and fiction. The subtle and sublime potential of storytelling through the everyday is at the root of her work. Her video work was first recognized in 2001 at the Bloomberg New Contemporaries. Since then she has exhibited internationally. She taught on the MFA Art Practice at Goldsmiths College, University of London, where she completed her PhD dissertation entitled The Relocation of Art Experience: Social Interrelations and Therapeutic Negotiations in Art Practice. She lives in Amsterdam, where she works as an artist and performance tutor at the Gerrit Rietveld Academie.

www.miekebal.org

www.michellewilliamsgamaker.com

68


deliliğin uzun tarihi a long story of madness

Eğer bir akıl hastası ölürse, suçlu kimdir? Parisli psikanalist Dr. Françoise Davoine için bu soru, hastası Ariste’in ölümüyle birlikte, ne yazık ki gerçek olur. Davoine, yüzyıllar öncesinden gelen ortaçağ soytarılarınca alıkonulur ve mahkemeye çıkarılır. Bir ülkeden diğerine, bir asırdan ötekine savrulduğu cehennem gibi bir gece boyunca, kendini temize çıkarmak zorundadır. Bu yolculuk, Doktor Davoine’ın kendi hayatını sorgulamasına yol açarken, Mère Folle, bir kurmaca, belgesel ve kuram karışımı ile, seyirciyi delilerin ve onları iyileştirmekle görevli olanların zihinlerinde benzersiz bir yolculuğa çıkarır. Beş ülkede çekilen, 12 farklı dilin konuşulduğu, altı asıra yayılan hikâyesi, profesyonel ve amatör oyuncuların katkıları, kimi zaman şamatalı, bazen rahatsız edici sahneleri ile bu film, herkes için daha yaşanır, çok kültürlü bir Avrupa’yı keşfetmek için geleneksel olanı yeni uygulamalarla karşı karşıya getiriyor. Filmde, farklı türler, tarzlar ve gelenekler özellikle içiçe geçiyor. Anlatılan tüm psikanaliz vakaları gerçek olaylara dayanıyor ve en coşkulu canlandırmalar aslında gerçek belge çekimlerinden oluşuyor. Müzik ve şiirin yanı sıra toplu performanslar, doğaçlamalar, belgesel bölümleri, sinema ve tiyatro oyunculuğunun birbiriyle ebedi etkileşimi. hollanda the netherlands 2011 hdcam, 120’, psikolojik drama, renkli psychological drama, colour

If your mentally ill patient dies, are you to blame? For Dr Françoise Davoine, Parisian psychoanalyst, this question becomes disturbingly real as one of her patients, Ariste, dies. Davoine is abducted and put on trial by mediaeval fools and through the course of one hellish night – across several centuries and countries – must argue her case for exoneration.

yönetmen director Mieke Bal, Michelle Williams Gamaker senaryo script Françoise Davoine’ın bir romanından based on the novel by Françoise Davoine görüntü yönetmeni cinematography Mieke Bal, Michelle Williams Gamaker, Pascal Sentenac oyuncular cast Françoise Davoine, Murielle-Lucie Clement, Thomas Germaine, Mathieu Montanier, Louis de Villers, Fleur Sulmont yapım-dağıtım production-distribution ASCA Amsterdam School for Cultural Analysis University of Amsterdam, Mieke Bal, Spuistraat 210 1012VT Amsterdam, The Netherlands T +31 20 525 3821/3885 mieke.g.bal@gmail.com

As the journey forces Dr Davoine to question her own life, via a mix of fiction, documentary and theory, Mère Folle takes the viewer on a one-of-a-kind journey into the minds of the ‘mad’ and those designated to cure them. Set in five countries, spoken in twelve languages, spanning six centuries, and played by professionals and amateurs in sometimes hilarious, sometimes gripping scenes, this film confronts old traditions with new practices, in order to explore ways to make multicultural Europe a more liveable place for all. Genres, styles and traditions are deliberately mixed. All psychoanalytic case histories are based on real cases; and the most exuberantly fictional enactments are actually documentary footage. Collective performances, improvisation, documentary segments, and a constant interplay between cinematic and theatrical acting, as well as music, poetry, and turn an artistic experiment into a social one.

special screenings

69


70


özel gösterimler kısa iyidir short is good

special screenings 71


sert vuruş go bash!

trafik lambası ampelmann lights

almanya germany 2010, 35mm, 14'33'', kurmaca, renkli, siyah beyaz fiction, colour, b&w

almanya germany 2010, 35mm, 14’33”, kurmaca, renkli fiction, colour

yönetmen director Stefan Eckel, Stefan Prehn senaryo script Stefan Eckel, Stefan Prehn görüntü cinematography Matthias Lemmy Lehmann kurgu editing Nikolai Hartmann, Peer Arne Sveistrup müzik music Kelvyn Hallifax oyuncular cast Robin Möhler, Leonard Boes, Malika Reimann, Calvin Janssen yapım-dağıtım production-distribution Final Touch Filmproduktion, Stefan Prehn, Rödingsmarkt 52 Stella Haus 20459 Hamburg T +49 40 432 1660 info@finaltouch.de ödüller awards En İyi Alman Kısa Filmi Alman Film Eleştirmenleri Ödülü Best German Short Film German Film Critics’ Award • En İyi Kısa Film: Cinegate Ödülü Cinegate Award for Best Short Film Lübeck • Yılın En İyi Kısa Filmi Best Short Film of the Year Hamburg

yönetmen director Giulio Ricciarelli senaryo script Soern Menning görüntü cinematography Max Penzel kurgu editing Wolfang Weigl müzik music Alessandro Ricciarelli oyuncular cast Lisa Martinek, Johann von Bülow, Sven Walser, Beat Marti yapım-dağıtım production-distribution Naked Eye Filmproduction, Dachauer Straße 233, D-80637 Munich Germany T +49 89 17999220 mail@nakedeyefilm.de ödüller awards Altın Başak: En İyi Avrupa Kısa Filmi Golden Spike: Best European Short Award Valladolid • Kısa Film İzleyici Ödülü Audience Award for Best Short Film Cleveland • Fipresci Ödülü Belgrad Fipresci Award Belgrade

En mutlak engelle yüz yüze gelmek, hissetmek ve tatmak için duvara karşı koşan ve hatta bazen onu yıkıp aşan insanların hikâyesi.

Küçük bir kasabada çalışan ve kahraman olma hayali kuran bir polis ile ilgili bir komedi. Ancak kahramanlık için fazla olanak sunmayan bu huzurlu kasabada, polis hayalini gerçekleştirebilmek için dizginleri ele almaya karar verir.

Running against walls to feel, to taste, to come face-to-face with the ultimate barrier. And maybe even break through it.

Lights is a comedy. The story of a small town police officer who dreams of being a hero. As his peaceful village offers no opportunity for heroism, he decides to take matters in his own hands.

Stefan Eckel Hamburg’ta Felsefe ve Sanat Tarihi eğitimi aldı. Almanya’da senarist, TV ve sinemada yönetmen ve seslendirmeci olarak çalışmaktadır.

Giulio Ricciarelli (Milano, 1965) Münih’teki Otto-Falckenberg Okulu’nda oyunculuk eğitimi aldıktan sonra, pek çok tiyatro ve televizyon oyununda rol aldı. 2000 yılında Sabine Lamby ile Naked Eye yapım şirketini kurdu. Yönetmen, senarist, oyuncu ve yapımcı olarak çalışıyor.

Stefan Prehn Hamburg Sanat Okulu’nda Görsel İletişim eğitimi aldı. Almanya ve Fransa’da yönetmen, senarist ve kurgucu olarak çalışmaktadır.

Giulio Ricciarelli (Milan, 1965) studied acting in Munich at Otto-Falckenberg-School. He acted on stage of different theaters and started his TV career. He founded Naked Eye Filmproduction in 2000 with Sabine Lamby and works as director, scriptwriter, actor and producer.

Stefan Eckel studied Philosophy and Art History in Hamburg. He is working freelance as author and director for TV, film and dubbing in Germany. Stefan Prehn studied Visual Communication at Hamburg Art School. He works as director, author and editor in Germany and France.

filmleri filmography 2005 Vincent 2008 Love it like it is 72


pek yakında çekim alanında coming attractions

tırmanış stick climbing

avusturya austria 2010, 35mm, 25’10”, deneysel, siyah beyaz experimental, b&w

avusturya, isviçre austria, switzerland 2010, 35mm, 14’, deneysel, renkli experimental, colour

yönetmen director Peter Tscherkassky kurgu editing Peter Tscherkassky, Eve Heller yapım production Peter Tscherkassky dağıtım distribution Sixpackfilm, Gerald Weber, Neubaugasse 45/13 (PF 197) 1070 Vienna Austria T +43 1 5260990-12 gerald@sixpackfilm.com www.sixpackfilm.com önemli ödülleri selected awards Orizzonti Ödülü Venedik Orizzonti Award Venice • Avusturya Kısa Film Ödülü Viyana Bağımsız Kısa Filmler Festivali Austrian Short Film Award Vienna Independent Shorts • En İyi Kısa Film Best Short Film Gijon

yönetmen director Daniel Zimmermann senaryo script Daniel Zimmermann görüntü cinematography Andreas Hasenöhrl, Bernhard Braunstein, Raoul Schmitz, Anderes Kreimeier, Harald Höllwöger kurgu editing Bernhard Braunstein yapım production Daniel Zimmermann dağıtım distribution Sixpackfilm, Gerald Weber, Neubaugasse 45/13 (PF 197) 1070 Vienna Austria T +43 1 5260990-12 gerald@sixpackfilm.com www.sixpackfilm.com ödül award En İyi İsviçre Kısa Filmi Best Swiss Short Winterthur

Pek Yakında Çekim Alanında, erken dönem sinema, avangart sinema ve reklamcılık üçlüsünün kökenini mizah dolu bir dille araştırırken ortak bir tarih yaratıyor.

Meditatif bir yürüyüş, tuhaf bir tırmanış turuna dönüşür. Kamera bizi ahşap çıtaların yapımından, son derece tehlikeli bir dikey kaya tırmanışına götürür. Neredeyse imkansız gibi görünen bu tırmanışa, tırmanıcının gözünden tanıklık ederiz.

Coming Attractions seeks to humorously excavate the rhizomes of a mutual genealogy and to celebrate the trinity of early cinema, avant-garde film and advertising.

A contemplative walk leads to a bizarre climbing tour. The camera homes in on a construction of wooden slats to then follow a breakneck route up a vertical rock face. From the perspective of the climber, we experience a seemingly impossible ascent.

Peter Tscherkassky (Viyana, 1958) felsefe eğitimi aldı. Sixpack Film’in kurucusudur. Viyana’da birçok uluslararası avangart film festivalinin yanı sıra, yurt dışında gezici film festivalleri düzenledi. 1984 yılından bu yana, avant-garde sinema teorisi ve tarihi ile ilgili çok sayıda çalışma yayınladı.

Daniel Zimmermann (Thun, 1966) ağaç oymacılığı eğitimi aldı ancak görsel sanatçı olarak çalışmaktadır. 3D sinema, enstalasyon ve performans çalışmaları yapıyor. Çalışmaları uluslararası müzelerde, sergi alanlarında ve halka açık alanlarda gösterildi. Yönetmenliğini yaptığı kısa filmler, saygın uluslararası film festivallerine seçildi.

Peter Tscherkassky (Vienna, 1958) studied philosophy. He is the founding member of Sixpack Film. He organized several international avant-garde film festivals in Vienna and film tours abroad. Since 1984 numerous publications and lectures on the history and theory of avant-garde film. önemli filmleri selected filmography

Daniel Zimmermann (Thun, 1966) is a visual artist, originally trained as wood sculpturer. He works in film, stereoscopic cinematography, installation and performance. His artistic work has been shown internationally in museums, exhibition spaces and in public spaces. He is also a short film director, his films were presented at renowned international film festivals.

1982 Love Film; Erotique 1983 Freeze Frame 1985 Manufracture 1986 Kelimba 1987 Shot Countershot 1989 Tabula rasa 1992 Parallel Space: Inter​-View 1996 Happy​-End 1998 L'Arrivée 1999 Get Ready; Outer Space 2001 Dream Work 2005 Instructions for a Light and Sound Machine 2006 Nocturne (Mozart Minute 09)

73


kaplıcalar thermes thermal baths

sirk le cirque the circus

belçika belgium 2010, 35mm, 27’, kurmaca, renkli fiction, colour

fransa france 2010, 35mm, 7', canlandırma, renkli animation, colour

yönetmen director Banu Akseki senaryo script Banu Akseki görüntü cinematography Manuel Dacosse kurgu editing Banu Akseki müzik music Nicolas Boulinguez oyuncular cast Tom Boccara, Sophia Leboutte, Julie Neenemagi yapım production Frakas Productions dağıtım distribution Sixpackfilm, Gerald Weber, Neubaugasse 45/13 (PF 197) 1070 Vienna Austria T +43 1 5260990-12 gerald@sixpackfilm.com www.sixpackfilm.com önemli ödüller selected awards Büyük Ödül Grand Prize Ourense • Büyük Ödül Grand Prize Brest • İzleyici Ödülü Public Prize Belo Horizonte • Büyük Ödül Grand Prize Regensburg En İyi Kurmaca Kısa Film Best Short Fiction Media 10/10 • Basın Ödülü Press Prize Lille

yönetmen director Nicolas Brault senaryo script Nicolas Brault, Sylvain Charbonneau canlandırma animation Nicolas Brault kurgu editing Hervé Guichard müzik music Normand Roger, Pierre Yves Drapeau, Denis Chartrand yapım-dağıtım production-distribution Folimage, Pascal Le Notre, La Cartoucherie, Rue de Chony 26500 Valence France T +33 4 7578 4868 contact@folimage.fr www.folimage.com ödül award İzleyici Ödülü Public Prize Montreal Hastanede hasta annesiyle baş başa vakit geçirmek isteyen altı yaşındaki çocuğun bu isteği, hiç tanımadığı ziyaretçiler tarafından engellenir. At the hospital, a six year old boy wants to have a quiet moment with his sick mother, but a group of visitors that are unknown to the child create obstacles.

Joachim, bir kaplıca ve sağlık merkezine iki kişilik davetiye kazanır ve annesi ile gitmeye karar verir. İkili kendilerini farklı yönlere itildikleri olağandışı bir sağlık limanında bulur.

Nicolas Brault 1999’da Montreal Quebec Üniversitesi’nden grafik tasarım diploması aldı. Halen tasarımcı, senarist, yönetmen ve canlandırma sanatçısı olarak çalışıyor. Dört canlandırma filmi, uluslararası festivallerde ilgiyle karşılandı.

Joachim wins two invitations to a Spa & Health Centre and decides to go with his mother. They are projected into an unusual haven of good health that pulls them in diverging directions.

Nicolas Brault earned a bachelor’s degree in graphic design from Quebec University in Montreal in 1999 and now works as a computer graphic artist, graphic designer, scriptwriter, director and animator. Four of his animated shorts have attracted attention on the international festival circuit.

Banu Akseki (Ankara) Brüksel’de yaşıyor. Brüksel Üniversitesi’nde siyaset bilimi ve IAD Film Okulu’nda kurgu ve senaryo eğitimi aldı. Yıllarca kurgucu olarak çalıştıktan sonra, dünyadaki pek çok festivalden ödüllerle dönen ilk kısa filmi Songes d'une Femme de Ménage’ı çekti. Kaplıcalar yönetmenin ikinci filmi. Halen ilk uzun metrajlı filmi üzerinde çalışıyor.

filmleri filmography 1999 L’œil 2001 Vermino 2002 Antagonia 2003 Îlot 2008 Hungu

Banu Akseki (Ankara) has been based in Brussels for many years, where she studied political sciences at the ULB (University of Brussels) before completing a film editing and continuity degree at the IAD film school. After having worked for several years as an editor she turned to directing with her first short film Songes d'une Femme de Ménage that won many prizes in festivals all over the world. Thermes is her second film. She is currently working on her first feature. 74


kedi ve fareler kattenkwaad cat and mice

yok edici liquidator

hollanda the netherlands 2010, 35mm, 9’, kurmaca, renkli fiction, colour

hollanda the netherlands 2010, 35mm, 7’50”, deneysel, renkli experimental, colour

yönetmen director Nova van Dijk senaryo script Laura van Dijk görüntü cinematography Tjitte Jan Nieuwkoop kurgu editing JP Luijsterburg müzik music Jeroen Goeijers oyuncular cast Michiel Bijmans, Eric van der Donk, Christine van Stralen yapım production Keren Cogan Productions, Keren Cogan Galjé dağıtım distribution Phanta Vision Film International, Maaike Benschop, Gijsbrecht van Aemstelstraat 16-18, 1091 TC Amsterdam T +31 20 6260255 maaike@phantavision.com ödül award En İyi Kurmaca Film Best Short Live Action Film Palm Springs

yönetmen-senaryo director-script Karel Doing kurgu editing Karel Doing müzik music Michal Osowski yapım production EYE Film Institute, Doing Film dağıtım distribution EYE Film Institute Netherlands, Marta Jurkiewicz, Vondelpark 3, 1071 AA Amsterdam The Netherlands T +31 20 7582351 martajurkiewicz@eyefilm.nl Willy Mullen’in 1922 tarihli sessiz filmi Haarlem’in elde kalan arşiv görüntüleri ile gerçekleştirilen yenilikçi bir proje. A project making innovative use of existing archive images of Willy Mullens’ silent film Haarlem (1922).

Jonas hayatını, kedileri kaçırarak ve bulana bir ödül konduğunda onları sahiplerine geri götürerek kazanmaktadır. Günün birinde, kayıp bir kız için koyulan ödül ile ilgili ilan eline geçince hayatı tamamen değişir.

Karel Doing (Canberra, 1965) farklı formlardaki “şiir film”lerin yanı sıra, kişisel belgeseller, görsel müzik, masallar, zamana yayılmış film projeleri üretiyor. Yapımcı ve küratör olarak da çalışan Doing’in yapıtları film festivallerinden, müzelere, tiyatrolardan, çağdaş sanat enstitülerine kadar birçok farklı yerde gösteriliyor.

Jonas makes a living by kidnapping cats and returning them to their owners once a reward has been offered. Upon returning home one day with a flyer of a missing girl instead of a missing cat, his life changes dramatically.

Karel Doing (Canberra, 1965) makes film poems in various forms; personal documentaries, visual music, fairy tales and expanded cinema projects. His work is shown in a variety of contexts; film festivals, museums, theatres, and institutions for contemporary art. He is also active as a producer and curator.

Nova van Dijk 1995 ile 1999 arasında Hollanda’da çeşitli sanat okullarında okudu. 2004’te yönetmenlik eğitimi için Hollanda Film ve Televizyon Akademisi’ne kabul edildi. 2007’de kurgu eğitimi almak üzere bir yıllığına New York Film Akademisi’ne gitti. Hollanda’ya döndüğünde çeşitli yönetmenlere asistanlık yaptı. 2009’da Tzirk adlı belgeseliyle mezun oldu.

filmleri filmography 1991 Ultimatum 1993 Without Crocodiles; Nature Trail; Light Years 1994 Meni 1995 5 Portraits 1997 Maas Observation 1998 Whirlwind 1999 Energy Energy 2001 Images of A Moving City 2002 A Journey to Tarakan 2003 Rêve Rive 2004 Türchen Öffne Dich; Connections 2005 Jinx; Egg 2006 Happy End 2007 Tides; Servants 2008 Elvenland; Darkloupe 2009 Seven Days of Chaos 2010 Looking for Apoekoe

Nova van Dijk studied at various art schools in the Netherlands from 1995 to 1999. In 2004 she was accepted at the Dutch Film and Television Academy for the directors course. In 2007 she took a year off to study film editing at the New York Film Academy. Back in The Netherlands, she assisted various directors with feature films. She graduated in 2009 with the documentary film Tzirk. 75


amar ámár

büyük yarış la gran carrera the great race

ispanya spain 2010, 35mm, 8’, canlandırma, renkli animation, colour

ispanya spain 2010, 35mm, 7’, kurmaca, siyah beyaz fiction, b&w

yönetmen-senaryo director-script Isabel Herguera canlandırma animation Isabel Herguera, Rajiv Eipe görüntü cinematography Eduardo Elosegi kurgu editing Isabel Herguera, Eduardo Elosegi müzik music Xabier Erkizia yapım production Isabel Herguera dağıtım distribution KIMUAK, Txema Muñoz, Avda. Sancho el Sabio, 17 - trasera 20010 Donostia-San Sebastian Spain T +34 943 115 511 kimuak@filmotecavasca.com önemli ödülleri selected awards En İyi İspanyol Kısa Filmi Best Spanish Short Film Animadrid Jüri Özel Mansiyonu Special Jury Mention Zaragoza • Jüri Özel Mansiyonu Special Jury Mention Femina • En İyi Canlandırma Ödülü Best Animated Film Brooklyn

yönetmen-senaryo director-script Kote Camacho görüntü cinematography Kote Camacho kurgu editing Kote Camacho oyuncular cast Eriz Alberdi, Iñaki Urrutia, Charly Urbina, Puri Urretabizkaia, Ana Elordi, yapım production Txintxua Films, Marian Fernández Pascal dağıtım distribution KIMUAK, Txema Muñoz, Avda. Sancho el Sabio, 17 - trasera 20010 Donostia-San Sebastian Spain T +34 943 115 511 kimuak@filmotecavasca.com

Inés, yıllardır akıl hastanesinde olan arkadaşı Amar’ı ziyarete Hindistan’a giderken, beraber geçirdikleri son günleri ve geri döneceğine dair verdiği sözü hatırlar.

The year 1914. The Lasarte racetrack announces a race with a never-before-seen prize for the winning horse. Eight of the best horses and mares in the world have registered. Fans and heavy betters from all the continents gather to participate in the great event: the half million Grand Prize.

Yıl 1914. Lasarte yarışlarında kazanan at için daha önce görülmemiş miktarda bir ödül verileceği açıklanır. Dünyanın en iyi sekiz aygır ve kısrağı yarışmaya kayıt ettirilir. Bu büyük olayı görmek için, her kıtadan birçok meraklı ve bahisçi orada toplanır. Büyük ödül yarım milyon pesodur.

Inés travels to India to visit her friend Ámár, who has been living in a mental institution for years. Inés remembers the last days they spent together and her promise to return.

Kote Camacho (Oiartzun, 1980) Bask Bölgesi Üniversitesi, Güzel Sanatlar Bölümü’nden mezun oldu. Napartheid’da hem yazar hem de çizer olarak çalıştı. Julio Medem’in Caótica Ana ve Juan Carlos Fresnadillo’nun 28 Weeks Later adlı filmlerinde storyboard sanatçısı olarak görev aldı. Geleneksel canlandırma ve 3D sanatçısı ve post-prodüksiyon sorumlusu olarak çalıştı. Büyük Yarış ilk kısa filmi.

Isabel Herguera (San Sebastian, 1961) Los Angeles’ta canlandırma stüdyolarında çalıştı. 2003’te San Sebastian’a döndü, o tarihten beri Lleida kentinde Katalonya Uluslararası Canlandırma Filmleri Festivali ANIMAC’ın yöneticiliğini yapıyor ve Hindistan’da canlandırma dersleri veriyor. Isabel Herguera (San Sebastian, 1961) worked in different animation studios in Los Angeles, USA. In 2003 she returned to Donostia and since then manages ANIMAC, the International Animation Film Festival of Catalonia in Lleida, and gives classes on animation in India.

Kote Camacho (Oiartzun, 1980) graduated from the Fine Arts at the University of the Basque Country. He worked as a comic scriptwriter and artist for Napartheid. He has been a storyboard artist (Caótica Ana by Julio Medem; 28 Weeks Later by Juan Carlos Fresnadillo). He has also worked as traditional and 3D animator and in post production. The Great Race is his first short film.

filmleri filmography 1988 Spain Loves You 1989 Safari 1989 Cante de ida y vuelta 1993 Los muertitos 2005 La gallina ciega 76


las palmas

aşk romance

isveç sweden 2011, 35mm, 13’, kurmaca, renkli fiction, colour

isviçre, kanada switzerland, canada 2011 35mm, 7’10”, canlandırma, renkli, siyah beyaz animation, colour, b&w

yönetmen-senaryo director-script Johannes Nyholm görüntü cinematography Johannes Nyholm kurgu editing Johannes Nyholm müzik music Björn Olsson, Goyo Ramos oyuncu cast Helmi Hellrand Nyholm yapım production Joclo, Johannes Nyholm dağıtım distribution Swedish Film Institute, Andreas Fock, P.O. Box 27 126, SE-102 52 Stockholm Sweden T +46 8 665 1136 andreas.fock@sfi.se ödüller awards Kısa Film Ödülü, İzleyici Ödülü Short Film Award, Audience Award Goteborg

yönetmen director Georges Schwizgebel senaryo script Georges Schwizgebel canlandırma animation Georges Schwizgebel kurgu editing Georges Schwizgebel müzik music Serge Rachmaninov yapım-dağıtım production-distribution Studio GDS, Georges Schwizgebel, Vibert 15 Carouge 1227 Switzerland T +41 22 342 7236 schwizgebel@studio-gds.ch www.studio-gds.ch Uçaktaki sıradan bir karşılaşma ve ardından izlenen film, sanal bir aşka dönüşür.

Orta yaşlı bir kadın yeni arkadaşlar edinir ve güneşli bir tatilin keyfini çıkarır. Filmde, bir yaşındaki kız çocuğu dışında tüm roller ipli kuklalarca canlandırılıyor.

A casual meeting on a plane and watching a movie becomes a virtual romance. Georges Schwizgebel (Reconvilier, 1944) 1961-1965 yıllarında Cenevre Sanat Okulu’nda ve Dekoratif Sanatlar Koleji’nde okudu. 1966'dan 1970'e kadar bir reklam ajansında çalıştıktan sonra Claude Luyet ve Daniel Suter ile birlikte kurdukları GDS Stüdyosu'nda TV filmleri, posterler, reklam çizimleri ve kısa canlandırma filmleri üretti. 1974’te ilk filmi Le vol d'Icare’ı yönetti. Filmleri saygın uluslararası festivallerde birçok ödül aldı. Dünyanın birçok ülkesinde toplu gösterimleri gerçekleştirildi.

A middle-aged lady on a holiday in the sun tries to make new friends and have a good time. The role is played by a one year old girl, the rest of the cast are marionette puppets. Johannes Nyholm (Umea, 1974) film, video ve canlandırma sanatçısıdır. Lund, Kopenhag ve Göteborg üniversitelerinde film, sanat ve yeni medya alanlarında yüksek lisans yaptı. Eksjö'de klasik canlandırma eğitimi aldı. Birkaç kısa ve canlandırma filminin yanı sıra birçok müzik klibi hazırladı.

Georges Schwizgebel (Reconvilier, 1944) studied at the Art School and College of Decorative Arts in Geneva from 1961 to 1965. After working in an advertising agency from 1966 to 1970, he founded the GDS Studio with Claude Luyet and Daniel Suter, where they worked on TV titles, posters, advertising drawings and short animated films. In 1974, he released his first film, Le vol d'Icare. His films won numerous awards at prestigious international festivals. He has had numerous retrospectives all over the world.

Johannes Nyholm (Umea, 1974) is an artist in the fields of film, video and animation. He received his MA in film, art and new media from the universities of Lund, Copenhagen and Goteborg and a diploma degree in classical animation from Eksjö. Has made a few short films, some animated films and a bunch of music videos. filmleri filmography 2004 Alla sagor har ett slut (co) 2008 Sagan om den lille dockpojken The Tale of Little Puppetboy 2008 Dockpojken Puppetboy 2009 Drömmar från skogen Dreams from the Woods 77


striptiz strips

altın madeni la mina de oro the gold mine

kanada canada 2010, 35mm, 5’, deneysel, siyah beyaz experimental, b&w

meksika mexico 2010, 35mm, 10’, kurmaca, renkli fiction, colour

yönetmen director Félix Dufour-Laperrière ses sound Gabriel Dufour-Laperrière yapım-dağıtım production-distribution Félix Dufour-Laperrière, 2218 Darling, Montréal Québec, Canada H1W 2W8 T +1 514 521 6623 felixdlap@yahoo.ca www.lappentis.com ödül award Onda Curta Ödülü Onda Curta Prize Vila do Conde

yönetmen director Jacques Bonnavent senaryo script Jacques Bonnavent görüntü cinematography Ramón Orozco Stoltenberg kurgu editing Alexis Rodil oyuncular cast Paloma Woolrich, Alfonso Dosal, Cristina Michaus yapım-dağıtım production-distribution Mexican Film Institute, Iván Gutiérrez Araico, Insurgentes Sur 674, 2nd Floor, Del Valle 03100 Mexico City T +5255 54485345 difuinte@imcine.gob.mx ödüller awards En İyi Latin Amerika Kısa Filmi, Film Eleştirmenleri Ödülü Best Short Latin American, Critics Award Huesca • Festivalin En İyisi, En İyi Kısa Film (15 dakika altı), Sınır Tanımayan Sinema İkincilik Ödülü Best of the Festival, Best Short Film (under 15 min), 2nd Place: Cinema Without Borders Award Palm Springs

Striptiz şeritlere ayrılan ve tekrar birleştirilen eski tip bir erotik film. Yerleri değiştirilen şeritler sayesinde, biçimden soyuta doğru bir değişime tanık oluruz. Görüntüde gösterilen ve saklı kalan şeylere, varlığa ve yokluğa dair, erotizm üzerine bir görsel şölen. In Strips, a vintage erotic film is cut into stripes and then reassembled. As these filmstrips are displaced and manipulated, a shift from figuration to abstraction is occurring. A playful look at what is shown and hidden in the image, on the appearance of an erotism and on the ideas of presence and absence.

Betina aşkı internette bulur. Monoton hayatını geride bırakarak ülkenin diğer ucundaki sanal nişanlısı ile buluşmak üzere yola çıkar.

Félix Dufour-Laperrière (Chicoutimi, 1981) Montreal Concordia Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümünde eğitim aldı ve canlandırma yüksek lisansı yaptı. Filmleri birçok galeride, müzede, ulusal ve uluslararası festivallerde gösterildi ve ödüller aldı. lappentis.com. adlı online galerinin kurucuları arasında yer aldı.

Betina finds love over the internet. She leaves her monotonous life behind to go meet her virtual fiancé on the other side of the country. Jacques Bonnavent (Mexico City, 1975) drama yazarlığı ve tiyatro eğitimi aldıktan sonra oyunlar yazdı. Dünya Genç Oyun Yazarları Festivali’nde Meksika’yı temsil etti. 2000’de Ulusal Kültür ve Sanat Fonu’ndan burs kazandı. Sinema ve tv için senaryolar yazıyor. Altın Madeni, yönetmenliğini yaptığı ilk film.

Félix Dufour-Laperrière (Chicoutimi,1981) earned his BA in Fine Arts at Montreal's Concordia University, majoring in animation. His films have been presented and awarded in numerous national and international galleries, museums and festivals. He co-founded the online gallery lappentis.com.

Jacques Bonnavent (Mexico City, 1975) studied dramatic literature and theater. He wrote plays. He represented his country at the World Interplay Festival for Young Playwrights in Mexico. He received the scholarship of the National Fund for Culture and the Arts in 2000. He is writing scripts for TV and cinema. The Gold Mine is his directorial debut.

filmleri filmography 2003 Black Ink on Blue Sky 2006 One, Two, Three, Dusk; Head 2007 Variations sur Marilou 2008 Rosa Rosa 2009 M 2011 Canicule Summer Day

78


fotoğraf fotografia the photograph

taze açan nilüferler vannliljer i blomst water lilies in bloom

romanya romania 2010, 17’, kurmaca, renkli fiction, colour

norveç norway 2010, 35mm, 15’, kurmaca, renkli fiction, colour

yönetmen director Victor Dragomir senaryo script Victor Dragomir görüntü cinematography Mihai Marius Apopei kurgu editing Ştefan Matei oyuncular cast Şerban Pavlu, Victor Rebengiuc, Rãzvan Oprea, Luminita Gheorghiu yapım-dağıtım production-distribution National Theater and Film School, Bucharest (UNATC), Victor Gragomir, 26th Prevederii Street, Building G8, Ap. 11, District 3 Bucharest Romania T +40 722 121 370 victordragomir.wd@gmail.com ödüller awards Özel Mansiyon Special Mention Gijon Film Eleştirmenleri Ödülü, En İyi Ses Tasarımı Critics’ Award, Best Sound Design CineMAiubit En İyi Romanya Filmi Best Romanian Film Timishort

yönetmen director Emil Stang Lund senaryo script Emil Stang Lund, Tetyana Stang Lund görüntü cinematography Gaute Gunnari müzik music Georges Bizet, Sverre Indris Joner oyuncular cast Igor Gnezdilov, Maria Golibardova, Gørild Mauseth, Nina von Arx yapım-dağıtım production-distribution Norwegian Film Institute, Toril Simonsen, P.O. Box 482 Sentrum Norway T +47 2247 4574 toril.simonsen@nfi.no Görevinden uzaklaştırılmış olan senkronize yüzme hocası Labanosov, Isaac Newton’un teorisinin yanlış olduğunu kanıtlamak amacıyla aşırı kilolu kadınları kandırmaktadır. The suspended synchronized swimming guru Labanosov entices overweight women to join him in his mission to prove Isaac Newton was wrong at the Championships.

Claudiu bir iş toplantısına giderken, babasının uzunca bir süredir istediği fotoğrafı almak için onun evine uğrar. Yaşlı adam için fotoğrafın özel bir değeri olması nedeniyle başlangıçta kolay gibi görünen bu iş oldukça zorlaşır.

Emil Stang Lund (1963) Norveç film endüstrisinde farklı alanlarda çalıştı. 1989’da kısa filmi The New Pastor ile Norveç Ulusal Film Ödülü Amanda’yı kazandı. İlk uzun metrajlı filmi Bat Wings, 1993 Moskova’da En İyi Yönetmen ödülünü aldı. 1998 tarihli kısa filmi Eye for an Eye Venedik’te Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü.

On his way to a business meeting, Claudiu drops by his old man’s house to snap a photograph his father kept bugging him for. What initially seemed like an easy job proves quite difficult, as the picture is of particular significance to the old man.

Emil Stang Lund 1963) has held a versatile assortment of jobs within the Norwegian film industry. He received a Norwegian National Film Award Amanda for Best Short Film for The New Pastor in 1989, while his feature film debut Bat Wings garnered him the prize for Best Director at Moscow in 1993. His short Eye for an Eye won the Special Award of the Jury in Venice 1998.

Victor Dragomir (Campina 1984) psikoloji öğrenimi gördükten sonra Bükreş’teki Ulusal Tiyatro ve Sinema Okulu’nda yönetmenlik eğitimi aldı. Halen yüksek lisansının ikinci yılında. Victor Dragomir (Campina 1984) graduated from Psychology, then he took up directing for film at The National Theater and Film School in Bucharest (UNATC), where he is currently in his second Directing MA year of studies.

79


savaş nedeni casus belli

gezici festival festival on wheels

yunanistan greece 2010, 35mm, 11’, kurmaca, renkli fiction, colour yönetmen director Yorgos Zois senaryo script Yorgos Zois görüntü cinematography Yiannis Kanakis kurgu editing Ioannis Chalkiadakis oyuncular cast Marisha Triantafyllidou, Tzeni Theona, Iris Ponkena, Hlias Goyiannos yapım production Pan Entertainment SA, Maria Drandaki dağıtım distribution Greek Film Center, Paola Starakis, 7 Dionysiou Areopagitou Str. 11742 Athens Greece T +30 210 323 6239 paola.starakis@gfc.gr Yedi farklı kuyrukta her çeşit insan beklemekte. Her kuyruğun başındaki kişi, diğer kuyruğun sonunda olduğundan devasa bir insan zinciri oluşuyor. Fakat zincirin sonunda her şey başa dönüyor.

2011 Ankara Sinop İzmir

All kinds of people are waiting in seven different queues. The first person of each queue becomes the last of the next one, thus creating an enormous human line. But at the end of the line, it all begins backwards again. Yorgo Zois, Atina Teknik Üniversitesi’nde uygulamalı matematik ve fizik, Stavrakou Film Okulu’nda ve Berlin U.d.K’da yönetmenlik eğitimi aldı ve burada Costa Gavras bursu kazandı. Theo Angelopoulos’un asistanı olarak çalıştı. Savaş Nedeni, ilk yönetmenliği.

2002 Ankara Bursa İzmir

Yorgos Zois studied applied Math and Physics in N.T.U.A. and film direction in Stavrakou Film School, Athens and in U.d.K, Berlin, where he was awarded a scholarship by Costa-Gavras. He has worked as an assistant to Theo Angelopoulos. Casus Belli is his debut short film.

80

2010 Ankara Artvin Ordu

2001 Ankara Bursa Diyarbakır

2009 Ankara Artvin Üsküp

2008 Kars Artvin

2000 Ankara Bursa İzmir Eskişehir

2007 Ankara Kars Samsun Saraybosna

1999 Ankara Bursa İzmir Çanakkale Drama

2006 Ankara Kars Tiflis Bakü

1998 Ankara Bursa İzmir Mersin

2005 Ankara Bursa İzmir Kars

1997 Ankara Bursa İzmir Gaziantep

2004 Ankara Bursa İzmir Kars Van Kayseri 1996 Ankara Bursa İzmir Eskişehir

2003 Ankara Bursa İzmir Kars Kayseri Malatya 1995 Ankara İstanbul İzmir


k覺saca finlandiya finland in short

81


elsa

m.a numminen wittgenstein söylüyor m.a numminen sings wittgenstein

finlandiya finland 1981, 35mm, 5’, kurmaca, renkli fiction, colour

finlandiya finland 1993, 35mm, 2', belgesel, renkli documentary, colour

yönetmen-senaryo director-script Marja Pensala görüntü cinematography Kari Sohlberg kurgu editing Marja Pensala müzik music Matti Bergström oyuncular cast Juha Olavinen, Pijo Ravattinen yapım-dağıtım production-distribution Marja Pensala, Vironkatu 11C 34, 00170 Helsinki Finland T +358 505 834 172 marja.pensala@kolumbus.fi ödüller awards Büyük Ödül, İzleyici Ödülü Main Prize, Audience Prize Vevey • Onur Mansiyonu Honorary Mention Tampere • Onur Ödülü Jussi Ödülleri Honorary Award Jussi Awards Birincilik Ödülü First Prize Helsinki

yönetmen-senaryo director-script Claes Olsson görüntü cinematography Pertti Mutanen kurgu editing Claes Olsson müzik music M. A. Numminen yapım-dağıtım production-distribution Kinoproduction Oy, Claes Olsson, Pasilan Vanhat Veturitallit 00520 Helsinki Finland T +358 9 6850 4611 sukunimi@kinoproduction.fi Solist Numminen, dünyanın en önemli dil felsefecilerinden Ludwig Wittgenstein’ın ‘Tractacus Logico-Philosophicus’ adlı eserinden parçalar söylüyor. Numminen sings texts from Tractacus Logico-Philosophicus, a work by the world’s most renowned language philosopher Ludwig Wittgenstein.

Elsa, Marja Pensala tarafından çekilen muhteşem bir kısa film. Pensala, 80’lerin ilk yarısındaki yeşil hareketin “doğaya dönüş” trendini hicvediyor. Aynı zamanda, toplumda kadının konumu üzerine yeni ve keskin bir bakış açısına sahip.

Claes Olsson altı uzun metrajlı film ve 30’dan fazla kısa film yönetti. Klipler, canlandırmalar ve belgeseller çekti. Filmlerinden, Saara’s Love (1993), Amazing Women by the Sea (1998) ve Shades of Happiness (2005) pek çok ülkede gösterildi. 1977’de Finlandiya’nın önde gelen yapım şirketlerinden Kinoproduction Oy’u kuran Olsson, aynı zamanda uluslararası projelere de ortak yapımcı olarak imza atıyor.

Elsa is an excellent miniature film by Marja Pensala, a cinematic satire that parodies the enthusiastic ”return to nature” of the trendy green idealists of the early 1980’s. It also offers a poignant and fresh view on women’s position in our society.

Claes Olsson (1948) has directed six feature films and more than 30 short films, music videos, animations and documentaries. Olsson’s feature films Saara’s Love (1993), Amazing Women by the Sea (1998) and Shades of Happiness (2005) have been screened and broadcast all over the world. In 1977 he founded Kinoproduction Oy, which is one of the leading production companies in Finland today as well as an active international co-producer.

Marja Pensala, Helsinki Endüstriyel Sanatlar Üniversitesi, Film Bölümü’nden 1969’da mezun oldu ve 1975’te yüksek lisansını tamamladı. 1981’den bu yana bağımsız belgesel filmlerde yapımcı, senarist, kurgucu ve yönetmen olarak çalışıyor. Çalışmaları uluslararası festivallerde gösterildi ve farklı ödüllere layık görüldü. Marja Pensala graduated from the Helsinki University of Industrial Arts, Film Department in 1969, received her MA degree in 1975. She worked as scriptwriter, editor, producer and director. Since 1981 she is involved in independent documentary film production as producer, scriptwriter, film editor and director. Her documentaries are shown and awarded at international festivals.

önemli filmleri selected filmography 1987 Elvis-kissan jäljillä On the Trail of Elvis the Cat 1993 Akvaariorakkaus Saara’s Love 1998 Underbara kvinnor vid vatten Amazing Women by the Sea 2005 Onnen Varjot Shades of Happiness 2007 Colorado Avenue 82


dalış hyppääjä the diver

boş havuz telakka the dry dock

finlandiya finland 2000, 35mm, 21', belgesel, siyah beyaz documentary, b&w

finlandiya finland 2001, 35mm, 11'40'', belgesel, siyah beyaz, documentary, b&w

yönetmen-senaryo director-script PV Lehtinen görüntü cinematography Jyri Hakala kurgu editing PV Lehtinen müzik music Moby oyuncular cast Helge Wasenius, Max Grönwall, Markku Jäntti, Joonas Ventti yapım-dağıtım production-distribution Cineparadiso, PV Lehtinen, Hermanninrantatie 20, 00580 Helsinki Finland T +358 50 5828634 pvlehtinen@cineparadiso.fi önemli ödülleri selected awards Büyük Ödül, En İyi Film, Genç Jüri Ödülü, İzleyici Ödülü Grand Prize, Best Film, Youth Jury Prize, Audience Award Tampere • Gümüş Kurt Ödülü, Özel Mansiyon Silver Wolf Award, Special Mention IDFA • Genç Jüri Ödülü Youth Jury Prize Brest • En İyi Kısa Film Best Short Film Montreal

yönetmen director Tuukka Hari senaryo script Tuukka Hari görüntü cinematography Jukka Rouhuvirta, Tuukka Hari kurgu editing Sari Antikainen müzik music Tapio Hakanen yapım-dağıtım production-distribution Helsinki Metropolia University of Applied Sciences, Tuukka Hari, Helsinki Espoo Vantaa Finland T +358 20 783 5000 thari@me.com ödüller awards En İyi Görüntü Yönetmeni Cinematography Award Clermont-Ferrand • Başarı Diploması Diploma of Merit Tampere

Dalış, kule atlama sporuna ve devinimin estetiği için söylenmiş bir ilahi. Dünyanın en güzel sporu şerefine yapılmış, hareket, müzik ve anlatının bir rüyayı andıran kolajı. Filmin başrolünde, renkli ve cesur bir karakter olan efsanevi kule atlama sporcusu Helge Wasenis yer alıyor.

A dreamlike story describing one year at the dry dock of Suomenlinna. The time flies by in this film, thanks to the time lapse technique.

Zaman kaydırma tekniği ile Helsinki’deki Suomenlinna bölgesi gemi havuzlarının bir yılını anlatan rüya gibi öykü. Bu filmde, zaman hızla akıp gidiyor.

Tuukka Hari (Helsinki, 1973) 2001 yapımı Boş Havuz adlı kısa filmi festivallerde çok ilgi çekti. Hari, halen televizyon için çalışıyor.

The Diver is a hymn to diving and the aesthetics of movement. It is a dreamlike collage of movement, music and narration honouring the most beautiful sport there is. Helge Wasenius, the Grand Old Man of divers, is the principal character in the film, a colourful daredevil of the sport.

Tuukka Hari (Helsinki, 1973)’s short film The Dry Dock was a festival phenomenon when it was released in 2001. Nowadays Hari works in the field of television.

PV Lehtinen (Helsinki) Helsinki Sanat ve Tasarım Üniversitesi Sinema Televizyon ve Yapım Tasarımı Bölümü’nde yönetmenlik eğitimi aldı. 1999’da CineParadiso Oy adlı kendi şirketini kurdu. Bağımsız film yönetmeni olarak çalışan Lehtinen’nin filmleri birçok festivalde ödül aldı. PV Lehtinen (Helsinki) graduated as a director from the School of Motion Picture, Television and Production Design at the University of Art and Design Helsinki. He works as an independent filmmaker and founded in 1999 his own production company CineParadiso Oy. His films have been awarded at several international film festivals.

83


pyongyang robogirl

tutku pizzası pizza passionata

finlandiya finland 2001, 35mm, 4', deneysel, renkli experimental, colour

finlandiya finland 2001, 35mm, 13'25'', canlandırma, renkli animation, colour

yönetmen director Simojukka Ruippo, Jouni Hokkanen senaryo script Jouni Hokkanen görüntü cinematography Simojukka Ruippo kurgu editing Jouni Koponen müzik music Ari Leppä yapım-dağıtım production-distribution Soma Projects, Hannu Karisto, somajou@gmail.com ödül award Başarı Diploması Diploma of Merit Tampere

yönetmen director Kari Juusonen senaryo script Kari Juusonen, Leo Viirret canlandırma animation Kari Juusonen görüntü cinematography Jussi Eerola kurgu editing Riitta Poikselkä müzik music Markus Lahtinen yapım-dağıtım production-distribution Kinoproduction Oy, Claes Olsson, Pasilan Vanhat Veturitallit 00520 Helsinki Finland T +358 9 6850 4611 sukunimi@kinoproduction.fi ödüller awards Jüri Özel Ödülü Special Jury Prize Cannes • Jüri Özel Ödülü Special Jury Prize Arcipelago • Başarı Diploması Diploma of Merit Nordisk Panorama • En İyi Canlandırma Best Animation Imago

Kuzey Kore’nin başkenti Pyongyang’da aralarında Pyongyang Robogirl’ün de bulunduğu dünyanın en güzel kadınları trafik polisi olarak çalışıyor. Pyongyang, the capital of North Korea. The traffic police employ the most beautiful women in the world, among them Pyongyang Robogirl.

Tovio, yalnız ve utangaç bir adamdır. Oysa rüyalarında, kadınların taptığı, hayran olduğu kusursuz bir kahramandır. Rastlantılar Tovio'nun sıradan hayatını değiştirir ve bir an için her şey filmlerdeki gibi gelişmeye başlar.

Jouni Hokkanen (Kangasniemi, 1964) film eleştirmeni olarak çalışmaktadır. Simojukka Ruippo (Tampere, 1964) Helsinki Havaalanı’nda bagaj taşıma görevlisi olarak çalışan gerçek bir sinema aşığı. İki yönetmen de Tampere Film Festivali için çalışıyor. Pyongyang Robogirl ilk filmleri.

Toivo is a shy and lonely man. In his dreams, however, he is Mr. Perfect, a hero adored and admired by women. Coincidence interferes with Toivo's routines and for a moment everything seems to go as if life itself was a film.

Jouni Hokkanen (Kangasniemi, 1964) is a film critic by trade. Simojukka Ruippo (Tampere, 1964) is a real film buff, his day job is baggage handling at the Helsinki airport. Both filmmakers work for Tampere Film Festival. Pyongyang Robogirl marks their cinematic debut.

Kari Juusonen (Jyväskylä, 1967) 1990'da görsel sanatlar eğitimi almaya başladığından bu yana birçok sanat projesinde çalıştı. 1995'te eğitimini tamamladıktan sonra Helsinki Sanat ve Tasarım Üniversitesi’nde klasik canlandırma yüksek lisansını aldı. Kısa filmlerde, kukla canlandırmalarında, reklamlarda ve müzik videolarında sahne tasarımcısı olarak çalışıyor. Kari Juusonen (Jyväskylä, 1967) has worked in various art projects since the beginning of his visual arts studies in 1990. He received his BA in 1995 and finished his M.A. in classical animation at the University of Art and Design Helsinki (UIAH). He has been working as a set designer in short films, puppet animations, commercials and music videos. 84


balık kala fish

bir böceğin ölümü erään hyönteisen tuho the death of an insect

finlandiya finland 2002, 35mm, 11'30'', kurmaca, renkli fiction, colour

finlandiya finland 2010, 35mm, 7', deneysel, renkli experimental, colour

yönetmen director Jonathan Davies senaryo script Jonathan Davies, Leo Viirret görüntü cinematography Jyri Hakala kurgu editing Jonathan Davies, Juha Vanhanen müzik music ’Fascinacao’ sung by Elis Regina oyuncular cast Hannu Kivioja, Eva Mustonen, Kirsi Mustonen, Mirja Honkanen yapım-dağıtım production-distribution Vanilla Production Oy, Juha Vanhanen, Rapakiventie 12A 24, 00710 Helsinki Finland T +358 40 537 1932 info@vanilla.fi

yönetmen-senaryo director-script Hannes Vartiainen, Pekka Veikkolainen canlandırma animation Hannes Vartiainen, Pekka Veikkolainen kurgu editing Olli Huhtanen müzik music Joonatan Portaankorva oyuncular cast Hannu Kivioja, Eva Mustonen, Kirsi Mustonen, Mirja Honkanen yapım production Pohjankonna Oy, Hannes Vartiainen, Pekka Veikkolainen, Nilsiankatu 10-14 B 00510 Helsinki Finland T +358 50 320 9050 hannes@pohjankonna.fi Henüz yeni kozadan çıkmış kelebek, canlandırma tekniğiyle gerçekleştirilen büyüleyici dansı ve hareketleri ile göz kamaştırır. Bu kısa hayat döngüsünün öyküsü, tavan arasında ve ardiyede bulunan gerçek böceklerle oluşturulmuştur.

Bir kavanozun içinde sürdüğü umutsuz yaşam ve açlık, balığı kaderine doğru yönlendirmektedir. Helsinki’nin en hareketli caddesi üzerinde bir kavanozun içindedir ve sahibi kendisini düzenli olarak beslememektedir. Hayatta kalabilmek için gözünü tam karşıdaki eve diker. Ama gözü belki de oradaki kızdadır.

A newly hatched butterfly dazzles in an animated ballet of soaring heights and dizzying swarms. This short circle of life is constructed from real insects found in attics and tool sheds.

Hungry and desperate life in a fishbowl leads Fish to his destiny. He floats over the bustling streets of Helsinki, and his owner is not feeding him properly. In order to survive, Fish looks to the opposite house, maybe for help, but mainly for the girl.

Hannes Vartiainen (1980) 2000 - 2004 yıllarında Helsinki Politeknik Üniversitesi’nde yönetmenlik eğitimi aldı. Kinotar adlı şirkette yönetmen ve yapım sorumlusu olarak çalıştı. Pekka Veikkolainen (1982) Helsinki Sanat ve Tasarım Üniversitesi’nde grafik tasarımı, Prag’da canlandırma ve resim eğitimi aldı. 2000 yılından bu yana canlandırma ve tasarım alanlarında çalıştı. İkili kendi yapım şirketlerini 2008 yılında kurdular ve saygın festivallerde ödüller alan iki kısa film gerçekleştirdiler: Hanasaari A ve The Death of an Insect.

Jonathan Davies (1969) sanat tarihi, şehir planlamacılığı ve sosyoloji okudu. Aslında ressam olmak isteyen Davies, hala resim yapıyor. Filmlerinde renge ve kompozisyona önem veriyor. Yönetmenliğin yanı sıra televizyon için 3D canlandırmalar ve grafik tasarımı yapıyor. Jonathan Davies (1969) studied art history, urban design and sociology. He originally intended to become a painter and he still paints a lot. Colour and composition are also important to him in film. In addition to filmmaking, Davies has worked as a 3D animator and graphic designer with TV.

Hannes Vartiainen (1980) studied Film Directing at the Helsinki Polytechnic University from 2000 to 2004. He worked as a freelance director and as a production manager for Kinotar Ltd from 2004 until 2008. Pekka Veikkolainen (1982) studied Graphic Design in the University of Art and Design Helsinki. He studied animation and painting in Prague and has worked in the fields of animation and illustration since 2000. The two started their own production company in 2008 and they have so far completed two short films: Hanasaari A and The Death of an Insect, screened and awarded in prestigious film festivals all over the world.

filmleri filmography 2002 Kala Fish 2004 Perhonen 85



kaurismaki

kuzeyin kovboyları: aki kaurismäki cowboys of the north: aki kaurismäki


rocky VI

tellerin arasında thru the wire

finlandiya finland 1986, 35mm, 8’, siyah beyaz b&w

finlandiya finland 1987, 35mm, 6’, siyah beyaz b&w

yönetmen director Aki Kaurismäki senaryo script Aki Kaurismäki, Sleepy Sleepers görüntü cinematography Timo Salminen kurgu editing Aki Kaurismäki, Raija Talvio oyuncular cast Silu Seppälä, Saku Kuosmanen, Heinäsirkka, Mato Valtonen, Matti Pellonpää, Jaakko Talaskivi, Sakke Järvenpää, Neka Haapanan, Asmo Hurula, Jussi Kersch yapım production Villealfa Productions Oy, Aki Kaurismäki

yönetmen director Aki Kaurismäki senaryo script Aki Kaurismäki görüntü cinematography Timo Salminen kurgu editing Aki Kaurismäki müzik music Rauli Badding Somerjoki oyuncular cast Nicky Tesco, Marja-Leena Helin, Mato Valtonen, Sakke Järvenpää, Silu Seppälä yapım production Villealfa Productions Oy, Aki Kaurismäki

Özgür dünyayı savunan Rocky, Sibiryalı boksör Igor’a karşı dövüşür ve kaybeder.

Nicky, Alabama ve Utah arasında bir yerde, gelecek bir zamanda, hapishaneden kaçar. Barlarda ve otellerde dolaşarak kız arkadaşını aramaya başlar. Yeni özgürlüğü süresince gözlemlediği tek şey, insanlık kültürünün geleceğinin kimsenin umurunda olmadığıdır.

Rocky defends the Free World, fights against the Siberian boxer Igor - and loses.

Nicky escapes from a prison somewhere between Alabama and Utah – sometime in the future. He looks for his girl in various bars and hotels, but all that he sees in his new freedom is that no one cares for the future of human culture.

dağıtım distribution Marja Pallassalo, Otto Suuronen Head of Short and Documentary Film Promotion The Finnish Film Foundation Kanavakatu 12 • FI - 00160 Helsinki T +358 9 6220 3021 • marja.pallassalo@ses.fi • www.ses.fi

88


zengin küçük kaltak rich little bitch

ne güzel günlerdi those were the days

finlandiya finland 1987, 35mm, 5’, siyah beyaz b&w

finlandiya finland 1991, 35mm, 5’, siyah beyaz b&w

yönetmen director Aki Kaurismäki görüntü cinematography Timo Salminen kurgu editing Aki Kaurismäki oyuncular cast Melrose yapım production Villealfa Productions Oy, Aki Kaurismäki

yönetmen director Aki Kaurismäki senaryo script Aki Kaurismäki görüntü cinematography Timo Salminen kurgu editing Aki Kaurismäki müzik music Rauli Badding Somerjoki oyuncular cast The Leningrad Cowboys, Kirsi Tykkyläinen yapım production Sputnik Oy, Aki Kaurismäki

Hamlet Goes Business’in çekimleri sırasında Melrose, ‘Rich Little Bitch’ adlı şarkıyı seslendirir. Melrose performing their song ‘Rich Little Bitch’, filmed during the shoot of Hamlet Goes Business.

Leningrad Cowboys, Paris’te ünlü bir şarkıyı seslendirir: Bir eşekle dolaşan yalnız adam bir restoranın kapısından geri çevrilir. Bunun üzerine eşeğiyle beraber “La Maison du Vin”e doğru ilerler. “Eşekler Giremez” levhasına rağmen içeri girer ve eşeği beslemeye başlar. Grubun kadın solisti adamın hayvana gösterdiği ilgiden etkilenir; ziyaretçi ve solist birbirlerine yakınlaşırlar. Peki ama, beraber ortadan kaybolurlarsa eşeğe kim bakacaktır? Set in Paris, The Leningrad Cowboys perform their version of the known song: A solitary man leading a donkey is turned away at a restaurant door, he and the beast walk down to “La Maison du Vin” where, despite a “no donkeys” sign, they enter and the man proceeds to feed the donkey. His care and feeding of the animal impresses the women singing with the band – she and the visitor connect, but who will watch the donkey if they slip away?

89


çizmeler these boots

köpekler cehenneme gitmez dogs have no hell

finlandiya finland 1992, 35mm, 5’, renkli colour

finlandiya finland 2002, 35mm, 10’, renkli colour

yönetmen director Aki Kaurismäki senaryo script Aki Kaurismäki görüntü cinematography Timo Salminen kurgu editing Aki Kaurismäki müzik music Rauli Badding Somerjoki oyuncular cast The Leningrad Cowboys, Kirsi Tykkyläinen, Jaakko Talaskivi yapım production Sputnik Oy, Aki Kaurismäki

yönetmen director Aki Kaurismäki senaryo script Aki Kaurismäki görüntü cinematography Timo Salminen, Olli Varja kurgu editing Aki Kaurismäki müzik music Marko Haavisto, Pjotr Tšaikovski oyuncular cast Markku Peltola, Kati Outinen, Sulevi Peltola, Kirsi Tykkyläinen, Aarre Karén, Pirkko Hämäläinen yapım production Sputnik Oy, Road Movies Filmproduction GmbH Aki Kaurismäki, Nicholas McClintock, Nigel Thomas

Finlandiya’nın 1950-69 yılları arasındaki tarihi, rock grubu Leningrad Cowboys’un üyelerinden birinin çocukluk döneminde, onun gözünden aktarılıyor. Nancy Sinatra’nın “These Boots are Made for Walking” adlı şarkısının Leningrad Cowboys versiyonu.

Köpekler Cehenneme Gitmez, bir gece hapis yattıktan sonra salıverilen bir adamın öyküsünü mizahi bir dille anlatan 10 dakikalık bir kısa film. Adam, 10 dakika içinde hızla hayatını tekrar kurar: İşine geri döner, barda kız arkadaşıyla karşılaşır, yüzüklerini alır ve hatta onları Sibirya petrol yataklarına doğru yolculuğa çıkaracak trene bile yetişirler. Adam giderek karanlıklaşan manzarayı izlerken Anavatan’ın hala orada olup olmadığını düşünür. Tren, gecenin karanlığında kaybolur.

The history of Finland, 1950-69, seen through the eyes of a Leningrad Cowboy as a child. The Leningrad Cowboys version of “These Boots are Made for Walking” by Nancy Sinatra.

Dogs Have No Hell, a 10-minute short film filled with humor, is a story of a man who gets out after a night in jail. He quickly rebuilds his life in the ten minutes of the film: he gets back into business, meets his girlfriend in a bar, buys them rings and even makes it to a train that takes them on a journey towards Siberian oil fields. As they sit on the train, the man looks out into the darkening landscape and wonders if Fatherland is still there. The train disappears into the night.

90


bico

dökümevi valimo the foundry

finlandiya, portekiz finland, portugal 2004, 35mm, 5', renkli colour

finlandiya finland 2006, 35mm, 3’, renkli colour

yönetmen director Aki Kaurismäki senaryo script Aki Kaurismäki görüntü cinematography Timo Salminen kurgu editing Aki Kaurismäki müzik music Abel Alves oyuncular cast Brazélina Rodriques, Virginia Rodriques, Palmira Fernandes, Mariana LopesAlves, Abel Alves yapım production Sputnik Oy, ZDF/Arte, Aki Kaurismäki

yönetmen director Aki Kaurismäki senaryo script Aki Kaurismäki görüntü cinematography Olli Varja kurgu editing Aki Kaurismäki müzik music Rauli Badding Somerjoki oyuncular cast Matti Hyvönen, Arto Malmberg, Tarmo Nyholm, Jukka Rautiainen, Jukka Salmi yapım production Sputnik Oy, Aki Kaurismäki Dökümevi, Cannes Film Festivali için hazırlanan Yönetmenlerin Sinemaları adı epizodik filmde yer alan kısa filmlerden biri. Dünyanın en iyi yönetmenlerinden 35’inin sinema ile ilgili kısa filmler ile katıldıkları bu filmde Kaurismäki, Finlandiya’nın Karkkila bölgesinde, gündüz ve gece vardiyasında çalışan döküm işçilerinin hikâyesini aktarıyor. İşçiler, öğle tatilinde mahalle sinemasına giderler. Sinemada Lumière kardeşlerin 1985 yapımı, fabrikayı terk eden işçiler ile ilgili La Sortie de l’Usine Lumière à Lyon adlı filmi oynamaktadır.

Portekiz’de çekilen bu lirik belgesel, tarihe yön veren değişimlerin sürdüğü bir dönemde, kendi hayatını yaşayan küçük bir dağ köyünün hikâyesi. Filmde köyün geçmişi, geçirdiği yapısal değişimler ve taş kesme işi nedeniyle uzun süreliğine köyden ayrılmak zorunda kalan erkekler konu ediliyor. Karlı dağlarla kaplı bu köy, erkeklerin ayrılmasıyla kadınların egemenliğine geçer. Kuzu ve sığırlar eskiden yemyeşil olan çayırlarda otlarken, köpekler onları kurtlardan korumaktadır.

The Foundry is part of an episodic film celebrating the Cannes film festival, Chacun son Cinema. 35 of the world’s best directors were invited to shoot a short story for the film. The anniversary film’s theme was cinema. In his episode, Kaurismäki pictured foundry workers who work day and night shifts in Karkkila, Finland. On their lunch break, the men go to watch a movie at the local cinema. They see the brothers Lumière film about workers leaving a factory, La Sortie de l’Usine Lumière à Lyon, from 1895.

Shot in Portugal, this lyrical documentary is a story of a small mountain village that lives in its own time amidst changes that shape history. The film tells of the past of the village, of the structural changes it has faced, and of men who have to leave the village for long periods of time because of their stonecutting work. When the men are gone, the women rule this village surrounded by snowy mountains, and sheep and cattle wander on once green fields while dogs protect them from the wolves.

91



รงocuk filmleri films for children


delice masallar 2 les fables en délire 2e partie delirious tales part 2

delice masallar 3 les fables en délire 3e partie delirious tales part 3

fransa, belçika france, belgium 2004, 35mm, 10’, renkli colour

fransa, belçika france, belgium 2005, 35mm, 11’, renkli colour

yönetmen director Fabrice Luang-Vija senaryo script Fabrice Luang-Vija canlandırma animation Gabriel Jacquel, Vincent Bierrewaerts, Gilles Cuvelier, Cecilia Marreiros Marum kurgu editing Fabrice Luang-Vija müzik music Christophe Jacquelin - Studio Helios yapım production La Boîte,...Productions, Les Films du Nord, Fargo, Dynamo, Digital Graphics, Digit Anima, Suivez Mon Regard dağıtım distribution Les Films du Nord, Manon Guérin, 27 avenue Jean Lebas 59100 Roubaix France T +33 3 2011 1130 manon@euroanima.net

yönetmen director Fabrice Luang-Vija senaryo script Fabrice Luang-Vija canlandırma animation Gabriel Jacquel, Gilles Cuvelier, Claire Trollé, Samuel Guénolé, Cecilia Marreiros Marum, Vincent Bierrewaerts kurgu editing Fabrice Luang-Vija müzik music Christophe Jacquelin - Studio Helios yapım production La Boîte,...Productions, Les Films du Nord, Fargo, Digital Graphics, Digit Anima, Suivez Mon Regard, ASBL Hainaut Cinéma dağıtım distribution Les Films du Nord, Manon Guérin, 27 avenue Jean Lebas 59100 Roubaix France T +33 3 2011 1130 manon@euroanima.net

Çiftlik hayvanlarıyla orman hayvanları maceralar yaşamak için bir araya geliyor. Meşe palamutlarının ve yaramaz bir yumurtanın peşinde koşup, bazı mantarların yardımıyla yerçekimine karşı direniyorlar.

Çiftlik hayvanlarıyla orman hayvanları birbirleriyle uğraşmaya devam ediyor. Domuz yemek peşinde, inekten başka her hayvan süt derdinde. Farm animals and forest animals continue their run-ins with one another. Pig is after some food, all the other animals except the cow are after some milk.

Farm animals and forest animals come together for a set of adventures. They run after acorns and a mischievous egg, and defy gravity with the help of some mushrooms.

94


delice masallar 4 les fables en délire 4e partie delirious tales part 4

aklı bir karış havada la tete dans les étoiles the head in the stars

fransa, belçika france, belgium 2005, 35mm, 12’, renkli colour

fransa france 2005, 35mm, 8’35”, renkli colour

yönetmen director Fabrice Luang-Vija senaryo script Fabrice Luang-Vija canlandırma animation Gabriel Jacquel, Gilles Cuvelier, Claire Trollé, Samuel Guénolé, Cecilia Marreiros Marum, Vincent Bierrewaerts kurgu editing Fabrice Luang-Vija müzik music Christophe Jacquelin - Studio Helios yapım production La Boîte,...Productions, Les Films du Nord, Fargo, Digital Graphics, Digit Anima, Suivez Mon Regard dağıtım distribution Les Films du Nord, Manon Guérin, 27 avenue Jean Lebas 59100 Roubaix France T +33 3 2011 1130 manon@euroanima.net

yönetmen director Sylvain Vincendeau senaryo script Sylvain Vincendeau canlandırma animation Sylvain Vincendeau, Xavier Cruz, François Bertin kurgu editing Hervé Guichard yapım-dağıtım production-distribution Folimage, Jeremy Mourlam, La Cartoucherie, rue de Chony 26500 Valence France T +33 4 7578 4868 contact@folimage.fr www.folimage.com ödüller awards Ciné Court Ödülü Ciné Court Prize Bègles • Proje Büyük Ödülü Project Grand Prize Annecy Genç bir adam penceresinden yıldızları izlemek ister. Ancak kent ışıkları çok parlaktır. Genç adam kızar ve arabasıyla kenti terk eder. Güzel bir tepe bulana kadar arabasını sürer, bir çadır kurup mutluluğu bulur.

Hayvanların dünyası biraz daha uçuklaşıyor. Peşlerine takılan kötü niyetli bir bulut onlara hayatı zorlaştırırken, hayvanların rüyaları birbirine karışıyor. The world of animals becomes even more erratic. A malicious cloud is keen to give the animals a hard time, while the dreams of the animals interfere with one another.

A young man tries to see the stars from his window but the city lights shine too bright. He feels disappointed and takes his car to leave this city. He drives until he finds a nice hill where he settles his tent and starts being happy....

Fabrice Luang-Vija (Lyon, 1967) edebiyat ve sinema eğitimi aldı. Endüstri için 40’tan fazla film ve cd-rom, web sitesi gibi multimedya projeleri yönetti. 1998’de kendi yapım şirketi Fargo’yu kurdu. Halen iki dakikalık 52 filmden oluşan bir seri ve bir uzun metrajlı film üzerinde çalışıyor.

Sylvain Vincendeau Emile Cohl Okulu’nda canlandırma eğitimi aldı. Folimage’da Paroles en l’air adlı filmi yönetti. Tiyatro gösterileri ve koreografi çalışmalarının yanı sıra, 52 dakikalık The Knight with the Lion adlı filmi hazırlıyor.

Fabrice Luang-Vija (Lyon, 1967) studied literature and cinema. He directed more than 40 films for industry, and other multimedia projects (cd-roms, websites). In 1998, he founded his own production company, Fargo. He is now developing a 52x2’ series and a feature film.

Sylvain Vincendeau studied animation at the Emile Cohl School and came at Folimage where he directed Paroles en l’air. Besides his work dedicated to theatre show and choreography, he is now developing a 52’ film The Knight with the Lion.

filmleri filmography

filmleri filmography

2001 Square couine 2003 Les fables en délire - 1re partie 2004 Les fables en délire - 2e partie 2005 Les fables en délire - 3e partie 2007 Les fables en délire - 4e partie

1995 Paroles en L’Air 1998 Songe au Ciel 2001 Goutte a Goutte 2003 Si Demain 2005 La Tete dans les etoiles

95


dedikodu rumeurs rumours

sosisli sandviç hot dog

belçika, fransa belgium, france 2011, 35mm, 7’30, renkli colour

belçika belgium 2006, 8’, renkli colour

yönetmen director Frits Standaert senaryo script Frits Standaert canlandırma animation Hilère Van Den Broeck, Oskar De Rycker müzik music Simon Pleysier yapım production Frits GCV - La Boîte,...Productions - Les Films du Nord dağıtım distribution Les Films du Nord, Manon Guérin, 27 avenue Jean Lebas 59100 Roubaix France T +33 3 2011 1130 manon@euroanima.net

yönetmen director Joke Van der Steen, Valère Lommel senaryo script Joke Van der Steen, Valère Lommel kurgu editing Joke Van der Steen, Valère Lommel müzik music Bart Maris yapım-dağıtım production-distribution Ministry of Animation, J. Van der Steen, Valère Lommel 31, Rue Late 6750 Mussy-la-Ville Belgium T +32 6322 9735 ministry.of.animation@skynet.be Bu öykünün kahramanı çok sevimli bir yaban domuzu. Değerli sosisli sandviçleri geri getirerek yetimhanedeki çocukları kurtarıyor.

Sakin bir ormanda tuhaf bir ses tüm hayvanları korkutup paniğe yol açar. Dedikodu yayıldıkça mantıksız davranışlar ortaya çıkar.

The hero of this story is a very sweet wild boar. He saves the children of the orphanage, when he brings back there precious hot-dogs.

In the calm of the jungle, an unusual noise scares the animals who panic one after the other; as the rumour spreads, their behaviour becomes increasingly irrational.

Joke Van der Steen (Anvers, 1973) Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun oldu. (KASK) 1996-2001 yıllarında Neuroplanet Luxembourg, 2006-2009 yıllarında ise La Fabrique d’Images canlandırma stüdyolarında çalıştı.

Frits Standaert (1964) Brüksel’deki RITS Sahne Sanatları Okulu’nda danışman olarak çalışmakta, ayrıca reklam yönetmenliği ve yapımcılık yapmaktadır. Bütün filmlerinde bir durumun saçmalığını sonuna dek kullanmaktan hoşlanmaktadır.

Joke Van der Steen (Anvers, 1973) graduated from the Royal Academy of Fine Arts (KASK). She worked at the animation studio Neuroplanet Luxembourg between 1996-2001 and at the animation studio La Fabrique d’Images between 2006-2009.

Frits Standaert (1964) is an adverts director, producer and educational advisor at the RITS Performing Arts School in Brussels. He enjoys exploiting the grotesque nature of a situation to its maximum in all his films.

Valère Lommel (Liege, 1972) Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun oldu. 1996-2001 yıllarında Neuroplanet Luxembourg canlandırma stüdyosunda çalıştı. 2004-2006 yıllarında Arlon Güzel Sanatlar Akademisi’nde ders verdi. 2006-2009 yıllarında ise La Fabrique d’Images canlandırma stüdyosunda çalıştı.

filmleri filmography 1989 Jailbirds 1991 Wundermilch 1992 Kiss the Moon 2003 L'écrivain

Valère Lommel (Liege, 1972) graduated from the Royal Academy of Fine Arts (KASK). She worked at the animation studio Neuroplanet Luxembourg between 1996-2001. She teached animation at the Academy of Fine Arts of Arlon between 2004-2006. She worked at the animation studio La Fabrique d’Images between 2006-2009. 96


dizinler indexes

97


ülke indeksi abd geceyarısı kovboyu köpekler uygunsuzlar yakuza

35 37 33 39

almanya gelecek uzun sürer melankoli ödül sert vuruş trafik lambası umut limanı

24 12 18 72 72 13

arjantin akasyalar

10

avusturya nefes pek yakında çekim alanında tırmanış

11 73 73

belçika bisikletli çocuk dedikodu delice masallar 2 delice masallar 3 delice masallar 4 kaplıcalar lorna’nın sessizliği oğul rosetta sosisli sandviç söz

48 96 94 94 95 74 47 46 45 96 44

danimarka melankoli volkan

12 17

finlandiya balık bico bir böceğin ölümü boş havuz çizmeler dalış dökümevi

85 91 85 83 90 83 91

elsa köpekler cehenneme gitmez m.a numminen wittgenstein söylüyor ne güzel günlerdi pyongyang robogirl rocky VI tellerin arasında tutku pizzası umut limanı zengin küçük kaltak

82 90 82 89 84 88 88 84 13 89

fransa aklı bir karış havada artist bisikletli çocuk dedikodu delice masallar 2 delice masallar 3 delice masallar 4 gelecek uzun sürer inşallah laik olacağız! lorna’nın sessizliği melankoli nana oğul ödül rosetta sirk söz tahrir: özgürlük meydanı umut limanı

95 14 48 96 94 94 95 24 56 47 12 15 46 18 45 74 44 54 13

güney kore onun geldiği gün

16

hollanda deliliğin uzun tarihi kedi ve fareler yok edici

69 75 75

ingiltere köpekler ispanya akasyalar amar büyük yarış

isveç gül hasan las palmas melankoli

58 77 12

isviçre aşk tırmanış

77 73

italya bisikletli çocuk kahire merkez öfke tahrir: özgürlük meydanı

48 52 62, 63 54

izlanda volkan

17

japonya yakuza

39

kanada aşk striptiz

77 78

katar devrim görüntüleri

55

lüksemburg söz

44

mısır gençlerin devrimi cuma hareketi

53 53

meksika altın madeni ödül

78 18

37

norveç taze açan nilüferler

79

10 76 76

polonya cesaret ödül

19 18

romanya fotoğraf

79

tunus duvar inşallah laik olacağız!

52 56

türkiye celal tan ve ailesinin aşırı acıklı hikâyesi entelköy efeköy’e karşı gelecek uzun sürer geriye kalan yangın var yurt

22 23 24 25 26 27

yunanistan savaş nedeni

80


index of countries argentina las acacias

10

austria atmen (breathing) coming attractions stick climbing

11 73 73

belgium fables en délire 2e partie, les (delirious tales part 2) fables en délire 3e partie, les (delirious tales part 3) fables en délire 4e partie, les (delirious tales part 4) fils, le (the son) gamin au vélo, le (the kid with a bike) hot dog promesse. la (the promise) rosetta rumeurs (rumours) silence de lorna, le (lorna’s silence) thermes (thermal baths) canada romance strips

94 94 95 46 48 96 44 45 96 47 74 77 78

denmark eldfjall (volcano) melancholia

17 12

egypt friday of departure revolution of youth

53 53

finland bico dogs have no hell elsa erään hyönteisen tuho (the death of an insect) havre, le hyppääjä (the diver) kala (fish) m.a numminen sings wittgenstein pizza passionata

91 90 82 85 13 83 85 82 84

pyongyang robogirl rich little bitch rocky VI telakka (the dry dock) these boots those were the days thru the wire valimo (the foundry) france artist, the cirque, le (the circus) fables en délire 2e partie, les (delirious tales part 2) fables en délire 3e partie, les (delirious tales part 3) fables en délire 4e partie, les (delirious tales part 4) fils, le (the son) gamin au vélo, le (the kid with a bike) gelecek uzun sürer (future lasts forever) havre, le laicité inch’allah! (neither allah nor master!) melancholia nana premio, el (the prize) promesse, la (the promise) rosetta rumeurs (rumours) silence de lorna, le (lorna’s silence) tahrir liberation square tete dans les étoiles, la (the head in the stars) germany ampelmann (lights) gelecek uzun sürer (future lasts forever) go bash! havre, le melancholia premio, el (the prize) greece casus belli

84 89 88 83 90 89 88 91

iceland eldfjall (volcano)

17

italy cairo downtown 52 gamin au vélo, le (the kid with a bike) 48 rabbia, la (the anger) 62, 63 tahrir liberation square 54 japan yakuza, the

39

luxemburg promesse, la (the promise)

44

94

mexico mina de oro, la (the gold mine) premio, el (the prize)

78 18

95 46 48 24 13

netherlands, the kattenkwaad (cat and mice) liquidator long story of madness, a

75 75 69

14 74 94

56 12 15 18 44 45 96 47 54 95 72 24 72 13 12 18 80

norway vannliljer i blomst (water lilies in bloom) 79 poland premio, el (the prize) wymyk (courage)

18 19

qatar images of revolution

55

romania fotografia (the photograph)

79

south korea day he arrives, the

16

spain ámár gran carrera, la (the great race) las acacias

76 76 10

sweden las palmas lyckliga vi (hasan the rose) melancholia

77 58 12

switzerland stick climbing romance

73 77

tunisia laicité inch’allah! (neither allah nor master!) mur, le (the wall)

56 52

turkey celal tan ve ailesinin aşırı acıklı hikâyesi (the extremely tragic story of celal tan and his family) entelköy efeköy’e karşı (ecotopia) gelecek uzun sürer (future lasts forever) geriye kalan (what remains) yangın var (in flames) yurt (home)

22 23 24 25 26 27

uk straw dogs

37

usa midnight cowboy misfits, the straw dogs yakuza, the

35 33 37 39


yönetmen dizini index of directors

film dizini

aki kaurismäki 13, 87-91 banu akseki 74 carolina popolani 52 claes olsson 82 çiğdem vitrinel 25 daniel zimmermann 73 emad maher 53 emil stang lund 79 fabrice luang-vija 94, 95 félix dufour-laperrière 78 frits standaert 96 georges schwizgebel 77 giulio ricciarelli 72 greg zglinski 19 hannes vartiainen 85 hong sangsoo 16 ibrahim hamdan 55 isabel herguera 76 jacques bonnavent 78 jean-pierre dardenne 41-48 johannes nyholm 77 john huston 32, 33 john schlesinger 34, 35 joke van der steen 96 jonathan davies 85 jouni hokkanen 84 karel doing 75 kari juusonen 84 karl markovics 11 kote camacho 76 lars von trier 12 luc dardenne 41-48 marja pensala 82 michel hazanavicius 14 michelle williams gamaker 66-69 mieke bal 66-69 mona iraqi 53 murat saraçoğlu 26 muzaffer özdemir 27 nadia el fani 56 nicolas brault 74 nova van dijk 75 onur ünlü 22 özcan alper 24 pablo giorgelli 10 paula markovitch 18 pekka veikkolainen 85

akasyalar aklı bir karış havada altın madeni amar artist aşk balık bico bir böceğin ölümü bisikletli çocuk boş havuz büyük yarış celal tan ve ailesinin aşırı acıklı hikâyesi cesaret cuma hareketi çizmeler dalış dedikodu delice masallar 2 delice masallar 3 delice masallar 4 deliliğin uzun tarihi devrim görüntüleri dökümevi duvar elsa entelköy efeköy’e karşı fotoğraf geceyarısı kovboyu gelecek uzun sürer gençlerin devrimi geriye kalan gül hasan inşallah laik olacağız! kahire merkez kaplıcalar kedi ve fareler köpekler köpekler cehenneme gitmez las palmas lorna’nın sessizliği m.a numminen wittgenstein söylüyor melankoli nana ne güzel günlerdi nefes

peter tscherkassky pier paolo pasolini pv lehtinen rafik omrani rúnar rúnarsson sam peckinpah simojukka ruippo stefan eckel stefan prehn stefano savona sydney pollack sylvain vincendeau tuncel kurtiz tuukka hari valère lommel valérie massadian victor dragomir yorgos zois yüksel aksu

73 62, 63 83 52 17 36, 37 84 72 72 54 38, 39 95 58 83 96 15 79 80 23

10 95 78 76 14 77 85 91 85 48 83 76 22 19 53 90 83 96 94 94 95 69 55 91 52 82 23 79 35 24 53 25 58 56 52 74 75 37 90 77 47 82 12 15 89 11

oğul 46 onun geldiği gün 16 ödül 18 öfke 62, 63 pek yakında çekim alanında 73 pyongyang robogirl 84 rocky VI 88 rosetta 45 savaş nedeni 80 sert vuruş 72 sirk 74 sosisli sandviç 96 söz 44 striptiz 78 tahrir: özgürlük meydanı 54 taze açan nilüferler 79 tellerin arasında 88 tırmanış 73 trafik lambası 72 tutku pizzası 84 umut limanı 13 uygunsuzlar 33 volkan 17 yakuza 39 yangın var 26 yok edici 75 yurt 27 zengin küçük kaltak 89


film index acacias, las ámár anger, the (la rabbia) artist, the bico breathing (atmen) cairo downtown casus belli cat and mice (kattenkwaad) circus, the (le cirque) coming attractions courage (wymyk) day he arrives, the death of an insect, the (erään hyönteisen tuho) delirious tales part 2 (les fables en délire 2e partie) delirious tales part 3 (les fables en délire 3e partie) delirious tales part 4 (les fables en délire 4e partie) diver, the (hyppääjä) dogs have no hell dry dock, the (telakka) ecotopia (entelköy efeköy’e karşı) elsa extremely tragic story of celal tan and his family, the (celal tan ve ailesinin aşırı acıklı hikâyesi) fish (kala) foundry, the (valimo) friday of departure future lasts forever (gelecek uzun sürer) go bash! gold mine, the (la mina de oro) great race, the (la gran carrera) hasan the rose (lyckliga vi) havre, le head in the stars, the (la tete dans les étoiles) home (yurt) hot dog images of revolution in flames (yangın var) kid with a bike, the (le gamin au vélo) las palmas lights (ampelmann) liquidator long story of madness, lorna’s silence (le silence de lorna) m.a numminen sings wittgenstein melancholia midnight cowboy

10 76 62, 63 14 91 11 52 80 75 74 73 19 16 85 94 94 95 83 90 83 23 82 22 85 91 53 24 72 78 76 58 13 95 27 96 55 26 48 77 72 75 69 47 82 12 35

misfits, the nana neither allah nor master! (laicité inch’allah!) photograph, the (fotografia) pizza passionata prize, the (el premio) promise, the (la promesse) pyongyang robogirl revolution of youth rich little bitch rocky VI romance rosetta rumours (rumeurs) son, the (le fils) stick climbing straw dogs strips tahrir liberation square thermal baths (thermes) these boots those were the days thru the wire volcano (eldfjall) wall, the (le mur) water lillies in bloom (vannliljer i blomst) what remains (geriye kalan) yakuza, the

33 15 56 79 84 18 44 84 53 89 88 77 45 96 46 73 37 78 54 74 90 89 88 17 52 79 25 39













113


114


115


116


117


118


119


120



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.