Yeni Dünya İçin ÇAĞRI • Özel Sayı • Mayıs 2015 • Fiyatı: 1,00 TL
HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN OYLAR HDP’YE!
SOMA KATLİAMI DAVASI BAŞLADI...
METAL İŞÇİSİ DİRENİŞE GEÇTİ
Tunus Dersleri
Güvercin Anıldı
DANIŞTAY GREV YASAĞINI ONAYLADI!
BARAJLARI YIKALIM! Emekçiler Torba'ya Girmeyecek!
7 HAZİRAN’DA SEÇİM VAR: HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN, SAVAŞIN SON BULMASI İÇİN, BARIŞ İÇİN OYLAR HDP’YE!
Mayıs 2015 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
7 Ha zi r a n’ d a 25. dönem Milletvekili Genel Seçimleri yapılacak. Partiler adaylarını belirledi ve seçim çalışması başladı.
2
DÜZEN PARTİLERİNE OY YOK! Sermaye partilerinin, düzen partilerinin hiç biri bizim yaşadığımız temel sorunları çözemez. Hiçbiri gerçekte bizim dostumuz değil. AKP, CHP, MHP, BBP, SP, DP, DYP, DSP, VP vb. arasında tercih yapmak, veba ile kolera arasında; kırk katır mı, kırk satır mı, arasında tercih yapmaya benzer. Al birini vur ötekine! Egemen sınıf partileri arasında tercih yapmak; burjuvazinin hangi siyasi temsilcisinin/temsilcilerinin kuracağı hükümetler üzerinden bizim ezilip soyulacağımıza karar vermek demektir. 7 Haziran seçimleri bir bütün olarak ele alındığında iktidar partisi olan AKP ile AKP karşıtlığını siyasetlerinin merkezine koyan güçler arasında; AKP ile anti AKP cephe arasında geçecektir. Egemenler arasındaki iktidar kavgasında taraf olmamalıyız. Yalnızca AKP iktidarına değil bir bütün olarak egemen sisteme, işbirlikçi burjuvazinin faşist iktidarına karşı olmalıyız. AKP iktidarının alternatifi olarak ortaya çıkan CHP ve MHP, AKP’ne karşı olma adına bir adım bile birlikte yürünecek partiler değildir. CHP, MHP sermaye, düzen partisidir. AKP ile temelde bir farkları yoktur. BARAJ ÇÖPE! Dünyada çok yüksek seçim barajı sadece Kuzey Kürdistan Türkiye’de var. % 10 seçim barajı 12 Eylül askeri faşist darbesi tarafından getirilmiştir. Amaçları sivil siyasi İslam’ın, Kürt milli hareketinin meclis dışında tutulması ve siyasi istikrar sağlamaktı. Düzen partileri darbecilerin koyduğu seçim barajını tepe tepe kullandı. Barajın kaldırılması yönünde
ciddi hiçbir girişimde bu lu n m a d ı . Te k başına ele alındığında bu boyuttaki yüksek seçim barajı, Tü rk iye’ de yapılan seçimlerin gerici burjuva demokrasi leriyle k ıyaslandığında demokrasiden ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. HDP seçimlere parti olarak giriyor. E gemen ler i n koydu ğ u yüksek seçim barajını parçalamak, çöpe atmak, işlevsiz kılmak,
HDP’nin barajı geçmesi ile mümkündür. Tüm güçlerimizle seçimlerde HDP’ye destek verelim! HDP’nin barajı geçmesini sağlayalım! HDP’ye oy verelim! N E DE N H DP ’ Y E OY VERMELİYİZ? Kuzey Kürdistan/Türkiye’nin en önemli sorunu burjuva anlamda da olsa demokratikleşme sorunudur. TC devleti hala faşist
bir devlettir. 30 yılı aşkın süredir PKK önderliğindeki Kürt ulusal müc a¬ de le si , ülkelerimizde demokratikleşme süreci ni n en önemli itici güçlerinden biri olmuştur. Bu mücadelenin de zorlamasıyla burjuvazi Kürt sor u nu n¬ da belli adımlar at ma k zor u nda kalmıştır. Gel i nen a şa mada, Kuzey Kürdistan’da yaşanan savaşın sonlandırılması, Kuzey Kürdistan/Türkiye’de faşizmin
çözülmesi ve demokratikleşme sürecinin ilerletilmesi en önemli gerekliliklerden biridir. Kuzey Kürdistan’da savaşın sonlandırılması, hem Kuzey Kürdistan’da hem de Türkiye’nin diğer alanlarında, işçi sınıfının kendi sorunları ile yüzleşmesinin yolunu açacaktır. Sınıf mücadelesi için şartları olgun¬laştıracaktır. Biz bu nedenle Kuzey Kürdistan’da yürü¬yen ve gelinen yerde artık
halklara hiçbir yararı olma¬yan savaşın sonlandırılmasından yanayız. Kürt ulusal Hareketinin HDP üzerinden parlamento içinde yer alması öncelikli olarak bu açıdan yararlı ve gereklidir. HDP yalnızca ulusal sorunda değil, işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin birçok başka sorununda da burjuva demokratik hakları savunmaktadır. HDP’nin parlamentoda temsili, burjuva demokratik görüşlerin parlamentoya taşınması, Kuzey Kürdistan/ Türkiye de faşizmin çözülme sürecinin ilerletilmesi açısından da yararlı ve gereklidir. HDP’ye bu seçimlerde destek vermemiz, ona eleştirilerimizin olmadığı anlamına gelmiyor. HDP burjuva sistemi, burjuva demokratik açıdan değiştirmeye çalışan reformist bir partidir. Bu değişime destek vermeliyiz. K U RT U LUŞUMUZ DEVRİMDE! Seçimler egemenler için çok önemlidir. Çünkü burjuvazi sömürü düzenini sürdürmek istiyor. Seçimler yoluyla sömürü düzenine “demokratik meşruiyet” kazandırmak istiyor. Burjuvazinin, sermayenin egemenliği şartlarında, seçimler biz işçilerin, emekçilerin temel sorunlarını çözemez. Seçimler yoluyla sömürü düzeninin özünde bir değişiklik yapmak mümkün değildir. Eğer böyle olsaydı burjuvazi seçimleri yapmazdı. Seçimler kurtuluşumuz değil. Kurtuluşumuz işçi sınıfı önderliğinde, sosyalizmin yolunu açacak olan işçi sınıfı önderliğinde demokratik halk devrimindedir. Gerçek kurtuluş için, gerçek barış için, halkların eşit¬liği özgürlüğü için: Demokratik halk devrimi mücade¬lesini yükseltelim örgütlenelim! 7 Haziran’da sandık başına, HDP’ye oy vermeye! Nisan 2015
İŞÇİ ARKADAŞ! Yeni İşçi Dünyası gazetesi senin sesin, senin gazetendir. O’nu sahiplen. O’nu yazılarınla, haberlerinle destekle! Çevrende dağıt! Gönüllü muhabiri ol! Çalıştığın işyerinde yaşadığın sorunları, gelişmeleri bize bildir. Çevrende duyduğun işçi sınıfını ilgilendiren haberleri bizimle paylaş! İnternet kullanmıyorsan bize telefon et. Herhangi bir olay, gelişme olduğunda gazetemizden muhabir iste. Bizi ziyaret et!
Yeni İşçi Dünyasını yaşatmak hepimizin görevidir. Zira Yeni İşçi Dünyası işçi sınıfının sesidir. YİD senin sesin, senin mücadelendir! Gazetene sahip çık! Adresimiz: Fatih Mah. Bahçeyolu Cad. No: 11 Kat: 4 Esenyurt/İstanbul Eposta adresimiz: iscikosesi@gmail.com Tel: 0212/620 67 57 0535 484 13 44
13 May ı s 2014 t a r i h i nde Manisa’nın Soma ilçesinde Soma Holding AŞ’ye ait Eynez Maden Ocağında 301 maden işçisi hayatını kaybetti. Bu katliamın üzerinden 11 ay geçtikten sonra 8 kişinin tutuklu yargılandığı toplam 45 sanıklı dava, 13 Nisan Pazartesi günü başladı. Oldukça gergin başlayan davanın görüleceği Bülent Ciğeroğlu Kültür Merkezi’nin önü sabahın erken saatlerinden itibaren polis ablukasına alındı. TOMAlar yerleştirildi. Yaklaşık bin polisin görevlendirildiği bölgede adeta kuş uçurtulmadı. Duruşma salonu önünde yapılmak istenen çeşitli destek eylemleri polisin saldırı ve engellemeleriyle karşılaştı. Aralarında Soma A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan, Genel Müdür Ramazan Doğru ve İşletme Müdürü Akın Çelik›in de bulunduğu 8 sanık, tutuklu bulundukları İzmir Aliağa Şakran Cezaevi›nden duruşma salonuna getirilmedi. Çünkü Adalet Bakanlığı 19 Mart 2015 tarihinde davanın görüleceği Akhisar Ağır Ceza Mahkemesine bir yazı gönderdi. Yazıda tutuklu 8 sanığın “can güvenliklerinin olmadığı” gerekçesiyle ifadelerinin Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile alınmasını talep etmişti. Bunun üzerine mahkeme 24 Mart›ta aldığı kararla bu talebi kabul etti. Böylelikle takım elbiseleri ve kravatlarıyla cezaevinden sağlanan görüntülü sistem ile sanıklar ifade vermeye başladılar. Fakat hem avukatlar hem de ölen maden işçilerinin yakınları bu duruma itiraz edip protesto edince, mahkeme heyeti tutuklu sanıkların mahkemeye getirilmesine karar vermek zorunda kaldı. Duruşma 15 Nisan
2014 tarihine ertelendi. Yıllarca yerin yedi kat altında hiçbir can güvenliği tedbiri alınmadan 301 işçinin bile bile ölüme gönderilmesinde suç ortağı olanların, söz konusu olan holding sahipleri olunca ‘kişinin can güvenliği’ konusunda ne kadar da hassasmışlar meğer! Kaldı ki davanın görüleceği bölgede adeta sıkıyönetimin ilan edildiği yerde can güvenliği tehlikesinden söz etmek insanların zekâsı ile alay etmekten başka bir anlam ifade etmiyor! 15 Nisan’da yine polis müdahalesi nedeniyle gergin başlayan ikinci duruşmaya, tutuklu sanıklar getirildi. Fakat ne getirilme! Can güvenliklerine bir şey olacak diye o kadar çok korktular ki gece gizlice cezaevinden alıp, değişik güzergâhlardan dolaştırıp duruşma saatine kadar çelikten yapılmış özel bir nezarethanede tutup duruşma salonuna sıkı bir jandarma kordonu altında getirildiler! İkinci duruşmadan itibaren sekizi tutuk lu 37’si tutuksuz olmak üzere toplam 45 sanığın iddianamede yer alan savcılık ifadeleri okunmaya başlandı. Dava dosyasının bir numaralı sanığı Soma A.Ş Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan, ifadesinde
suçu Genel Müdür Ramazan Doğru’nun üzerine atıyor. Gürkan iş güvenliği konusunda azami dikkati gösterdiklerini belirterek şunları söylüyor: “Biz şirket olarak iş güvenliği tedbirlerinin alınmasında elimizden ne geliyorsa yapıyoruz. Biz bu işe gerek ben gerekse babam olsun bütün sermayemizi verdik, emeğimizi ortaya koyduk. 6 bin 400 kişiye ekmek kapısı açtık. Meydana gelen kazada en çok biz mağdur olduk. Bütün yatırımlarımızı güvenlik önlemlerine harcadık. Biz bütün işçilerimize, üst düzey amir ve mühendislerimize gerekli eğitimleri verdik. Her biri de belgelenmiştir. Söz konusu iş yeri devletin güzide maden ocaklarından bir tanesidir. Hatta bu maden ocağında profesörler olsun öğrenciler olsun madenle ilgili olarak bilgi amacıyla örnek madenlerden gösterilerek ziyaret edilmektedir. Biz iş güvenliği ile ilgili olarak emniyet iş güvenliği başmühendisimiz, iş güvenliği üç vardiya amirimiz iş güvenliğinden sorumlu vardiya amirleri, mühendisleri ve teknikerleri olsun yeterli sayılarda insan çalışmaktadır.”
Suçlamaları kabul etmeyen Genel Müdür Ramazan Doğru ise şunları söylüyor: “Ben bu işletmede 25 yıldan beri Soma Havzasında çalışıyorum. Ölenlerin çoğunu tanıyorum. Hepsi benim canımdan çok sevdiğim çalışanlarımdı. Böyle bir elim kaza yaşadık ve çok üzgünüm. Bu üzüntümü tarif edemem. Keşke bu kazada ben de ölseydim. Bu olaydan dolayı vicdani olarak bana gelebilecek her türlü cezaya razıyım. Burada kesinlikle kendimi kurtarmak adına savunma yapmıyorum. Ben vicdan muhasebesi içerisindeyim. Bu olayda bir kusurum olduğunu düşünmüyorum. Ve suçsuzum. Üzerime isnat edilen suçlamaları kabul etmiyorum. Savunma ve beyanlarım şu aşamada bundan ibarettir.” Tutuklu diğer sanıklar işletme müdürü Akın Çelik, mühendis Ertan Ersoy, vardiya amirleri Yasin Kurnaz, Hilmi Kazık, Mehmet Ali Günay Çelik ve İsmail Adalı’nın da iddianamede yer alan savcılık ifadelerinde, bu katliamın yaşanmasına ilişkin ihmallerinin olmadığını savunuyorlar. Bu yazıyı hazırladığımız 20 Nisan tarihinde duruşmanın beşinci oturumu yapılıyordu. Tutuksuz yargılanan 37 sanığın ifadelerinin alınmasına devam ediliyor. 230 sayfalık iddianamede tutuklu bulunan 8 kişi hakkında ‘olası kastla öldürme’ suçundan 301 kez 20 yıldan 25 yıla, ‘neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama’ suçundan artarak 162 kez 2 yıldan 6 yıla kadar hapisle cezalandırılmaları talep ediliyor. Bugünkü duruşmada sanık avukatlarının ‘güvenlik gerekçesiyle’
Mayıs 2015 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
SOMA KATLİAMI DAVASI BAŞLADI. ADALET YERİNİ BULACAK MI?
3
duruşmanın ya kapalı yapılması ya da başka bir ile taşınması talebinde bulundukları ortaya çıktı. Bununla amaçlanan, ölen maden işçilerinin ailelerinin ve duyarlı çevrelerin mümkün olduğunca bu davaya katılımını engellemek ve mahkeme üzerindeki haklı baskıları bertaraf
ederek istedikleri yönde kararlar vermektir. Bu davanın nasıl sonuçlanacağını hep birlikte göreceğiz. Fakat bizim adil bir yargılamanın yapılacağı konusunda hiçbir beklentimiz yok. Çünkü şimdiye kadar iş cinayetleri konusunda yargının al-
dığı kararlar, hükümet kanadının takındığı tavırlar vs. bunun açık kanıtlarıdır. Büyük ihtimalle göstermelik cezalarla bu işin içinden sıyrılacaklar. Çünkü zaten ölüm bu işin fıtratında vardır! Kaderdir! Alın yazısıdır! Bu alın yazısını silecek olan ise
işçi sınıfının kendisinden başkası değildir! 13 Mayıs 2014 Soma katliamı işçi sınıfının kara günüdür. Kapitalizmin genel kuralı daha fazla kârdır. Soma katliamının temelinde yatan gerçekte budur. 20.04.2015
Mayıs 2015 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
METAL İŞÇİSİ DİRENİŞE GEÇTİ
4
Türk Metal Sendikası’nın MESS ile imzaladığı 3 yıllık satış sözleşmesine karşı metal işçilerinin öfkesi gün geçtikçe büyüyor. Oldukça ağır koşullarda çalışan, sürekli mesai yapmak zorunda bırakılan, son derece düşük ücretlerle çalışmaya mahkum edilen ve işverenin fabrikalardaki bekçiliğini yapan Türk Metal’in baskısı ile karşı karşıya olan işçiler yaklaşık 2 haftadır düzenledikleri eylemlerle tepkilerini dile getiriyorlar. Esas olarak Bursa bölgesinde Türk Metal’e bağlı işyerlerinde ve başta Renault’ta olmak üzere Tofaş, Çoşkunöz, Mako, Ototirim gibi ana sanayideki fabrikalarda işçiler artık yeter diyerek Türk Metal’e karşı harekete geçtiler. Bu hareketliliği kamçılayan iki tane önemli gelişme yaşandı. Birincisi; 2012 yılında Bursa Bosch işçilerinin büy ük bir çoğ u n lu ğ u Tü rk Met a l ’ den istifa ederek Birleşik Metal İş Sendikasına üye oldu. Bosch i ş ç i si n i n Bi rle şi k Met a l İş Sendikasında örgütlenmesi hem MESS, hem Türk Metal, hem de hükümetin saldırıları ve müdahaleleri nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandı. İşçiler baskı altına alınıp tehdit edildiler, öncü işçiler işten atıldı vs. Uzun bir süre yetki tespiti yapılamadığı için işçiler yetkisiz kaldı. Sonuçta bir dizi ayak oyunuyla yetkiyi tekrar Türk Metal kazandı. Fakat her ne kadar Bosch işçisinin bu mücadelesi, Birleşik Metal İş Sendikasını fabrikaya sokmaya yetmemiş olsa da Türk Metal’in MESS ile imzaladığı sözleşmenin çok üzerinde bir ücret zammı elde etmesini sağlamış oldu. Türk Metal, işçilerin haklı tepkisini daha fazla büyütmemek ve olası kopuşları engellemek için bu sözleşmeyi yapmak zorunda kaldı. Bosch işçisinin bu kazanımı Türk Metal’e bağlı diğer fabrikalardaki işçileri cesaretlendirici bir rol oynadı. Bu hareketliliği tetikleyen bir diğer önemli etken, Birleşik Metal
İş Sendikasında yaşanan süreç idi. Birleşik Metal İş Sendikasının, MESS’in dayattığı sözleşmeyi kabul etmeyerek greve çıkması, grev yasaklanmasına rağmen bir dizi işyerinin MESS’den kopuşunu sağlayarak daha iyi sözleşmeler yapması, MESS’den ayrılmayanlar ile ek protokollerin imzalanması vb. Türk Metal’e bağlı işçilere, mücadele edildiğinde belli başarıların elde edilebileceğini gösterdi. İşçi ler Bu rsa Meyda nı nda yaptıkları kitlesel eylemliliklerinin yanı sıra fabrikalarda da vardiya giriş ve çıkışlarında, yemekhanelerde protestolar gerçekleştirip Türk Metal’i teşhir ediyorlar. ‘Satılık sendika istemiyoruz.’ Sloganıyla yola çıkan işçilerin üç tane temel talebi var. Eylemlere katılan veya destek veren hiçbir işçinin işten atılmaması. Temsilci seçimlerinin sandık kurularak noter huzurunda yapılması. Bosch fabrikasında yapılan sözleşmede alınan zamlar dikkate alınarak sözleşmenin yenilenmesi. İş ç i ler bu t a le pler k abu l edilmediği takdirde 5 Mayıs’ta Türk Metal’den istifa edeceklerini ilan ettiler. Eylemlilikler başladığından bu yana işçiler hem Türk Metal hem de patronlar tarafından tehdit ediliyorlar. Bu nedenle taleplerin en başına eyleme destek veren işçilerin işten atılmamasının konulması gayet anlaşılırdır. Şimdiye kadarki tecrübeler göstermiştir ki işçiler ne zaman hakları için mücadeleye kalkışsalar Türk Metal ve patron
işbirliğiyle ya korkutulup sindirilmiş ya da işten atılmışlardır. Eyleme katılan işçilerin kameralarla kaydedildiği, akşam saatlerinde fabrika önlerinde yapılan eylemlere katılan işçileri tespit etmek amacıyla spot ışıkların yerleştirildiği bilgisini veriyor işçiler. Eylemlerin artarak devam etmesi üzerine Renault ve Çoşkunöz patronları fabrikalara ‘uyarı yazısı’ astı. 24 Nisan tarihinde Çoşkunöz patronlarının ‘uyarı yazısı’nda şunlar ifade ediliyor: “Son günlerde işyerimizde topluca ve çeşitli şekillerde yapmakta olduğunuz eylemler, Çoşkunöz Metal Form A.Ş. yönetimi tarafından izlenmekte ve değerlendirilmektedir. Bu süreçte, Çoşkunöz Metal Form A.Ş. olarak ilk ve en önemli önceliğimiz işyerindeki huzurun bozulmaması, iş sağlığı ve güvenliği açısından da tehlike yaratılmamasıdır. Bu ancak bağlı bulunulan sendikaya geribildirimlerinizi uygun yöntemlerle dile getirmeniz sayesinde mümkün olur. Bildiğiniz gibi işletmemizin birden fazla üretim yeri bulunmaktadır. Bu açıdan baktığımızda, işyerinin vardiya çıkışlarında servis araçlarına zamanında ve kendi işletmelerinizin önünden binmeniz ve böylelikle iş güvenliği açısından sanayi bölgesi içinde d iğer biri m lere geçerek bir güvenlik riski çıkarmamanız önemlidir. Bugün 15:30 vardiya çıkışında KMF’ye yürümek suretiyle yapılan eylem, Şirket yönetimince değerlendirilmiş,
yukarıda belirtilen iş güvenliği riskine ilaveten kurum itibarının zedelenmesi noktasına da gelindiği tespit edilerek bu duyurunun yapılma zorunluluğu doğmuştur. Bu itibarla, Coşkunöz Metal Form A.Ş. yönetimince, bir haftadan fazla bir zamandır çeşitli şekillerde devam eden eylemlerinizin mevcut şekliyle sürdürülmesi halinde kurumun menfaatleri açısından gerekli tedbirleri almak durumunda kalınacağı ve sorumlular hakkında yasal yollara başvurulacağı ihtaren duyurulur.” Bu yazı ile amaçlanan açıktır. İşçilerin artarak devam eden mücadelesi ni engel lemek ve tehdit ve gözdağı ile boğmaya çalışmaktır. İşçilerin en ufak hak talebini bile baskı altına alanların işçilerin eylemlerinin ‘iş sağlığı ve iş güvenliği açısından tehlike yarattığını’ iddia etmeleri sahtekârlıktır. Bu mücadelenin yarattığı bir tek tehlike vardır. O da patronların çıkarlarıdır! Eylemlik ler devam ediyor. Biz bu yazıyı hazırladığımız 27 Nisan’da yüzlerce işçi Bursa Kent Meydanında bir araya gelerek, ‘satılık sendika istemiyoruz, Türk Metal şaşırma sabrımızı taşırma, Türk Metal gidecek bu iş bitecek, direne direne kazanacağız’ sloganları eşliğinde taleplerini haykırıyorlardı. Harekete geçen fabrikalarda düzenli toplantıların yapıldığı, komitelerin oluşturulduğu ve ortak kararların alındığı bilgisi veriliyor. Bu mücadelenin nasıl bir seyir izleyeceğini hep birlikte göreceğiz. Bu mücadelenin başarıya ulaşmasının en önemli önkoşulu işçilerin birlikte, örgütlü ve kararlı bir şekilde hareket etmesidir. Metal işçilerinin bu onurlu mücadelesi bizim de mücadelemizdir. Bu eylemleri desteklemek ve bu mücadeleyi sahiplenmek bizim de görevimizdir. Yaşasın metal işçilerin direnişi! Yaşasın işçilerin birliği! 27.04.2015
Birleşi k Meta l İşçi leri Sendikası’nın toplam 38 işyeri için ilkinin 29 Ocak, ikincisinin ise 19 Şubat’ta uygulanmasına karar verdiği grevleri, bilindiği gibi 30 Ocak’ta Bakanlar Kurulu tarafından “milli güvenliği bozduğu” gerekçesiyle yasaklandı. Bunun üzerine sendika 2 Şubat’ta “yürütmenin durdurulması istemiyle” Danıştay 10. Dairesine dava açmış, Danıştay ise 9 Şubat’ta Bakanlar Kurulundan “milli güvenliği bozucu hususların neler olduğunun açık ve tereddütte yer bırakmayacak şekilde açıklanması”nı talep etmişti. Danıştay, Bakanlığın savunmasını 10 gün içerisinde vermesini isteyerek Bakanlığın ek süre talebini reddetmişti. Ya ş a n a n b u g e l i ş m e l e r Danıştay’ın belki 60 günlük yasal süre dolmadan yürütmenin durdurulmasına ve böylelikle grevin devam etmesine karar verebileceği beklentilerini doğurmuştu. Fakat bu beklentiler boşa çıktı. Danıştay Bakanlar Kurulunun aldığı grev yasağını onayladı! Grev yasağının onaylanması Danıştay’ın 5 üyesinden üçünün çoğunluk oyu ile gerçekleşti. Birleşik Metal İşçileri Sendikası 6 Nisan’da Danıştay’ın kararının Adalet Bakanlığının bilgi sistemi “Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi” (UYAP)’ta yayınlanmasının ardından bir açıklama yaptı. Yapılan açıklamada Danıştay Tetkik Hakiminin (dosyayı inceleyip rapor sunan ve Danıştay üyesi olmayan hakim) detaylı bir rapor sunmasına ve sendikanın talebinin kabul edilmesi yönünde görüş belirtmesine rağmen bunun Danıştay’ın çoğunluğu tarafından kabul edilmediği belirtiliyor. Danıştay’ın çoğunluğunu oluşturan hakimlerin “bürokratik geçmişlerine” vurgu yapılarak, hakimlerden birinin, dönemin Cumhurbaşkanı A. Gül, diğer ikisinin de R.T. Erdoğan tarafından atandıkları dile getiriliyor. Aç ı k la ma n ı n de va m ı nd a ; Danıştay 10. Dairesinin 5 Mart 2015 tarihinde kararını vermiş olmasına rağmen bu kararını, 60 günlük grev erteleme süresinin bitiminden sonra ve sendikanın Yüksek Hakem Kuruluna (YHK) başvurduğu günden sonra açık-
lamasının bilinçli olarak yapıldığı, bununla bir yandan grevi bir bütün olarak ortadan kaldırma çabası içinde oldukları, diğer yandan ise verdikleri kararı savunamadıklarının açık göstergesi olduğu vurgulanıyor. Verilen bu kararın tamamen idari ve siyasi bir karar olduğu, Anayasa Mahkemesi ve AİHM dahil olmak üzere tüm hukuki yolların kullanılacağı belirtilen açıklamada son olarak şunlar dile getiriliyor: “Metal işçileri, grev haklarından hiçbir zaman vazgeçmediler ve vazgeçmeyecekler. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu, yargının bağımsız olduğuna artık onları kimse inandıramayacak.
Onlar, sermayedarlar ile işçilerin kanunlar önünde eşit yurttaşlar oldukları masalına da artık kanmayacaklar. Onlar, kağıt üzerine yazılmış grev hakkının egemenler tarafından bir kalem oynatması ile yok edildiğini gördüler. Onlar, siya sal iktidarın, Bakanlar Kurulu’nun sermayenin bir ofisi olarak çalıştığını gördüler. Onlar, mağdur, inanmış edebiyatı yapanların, sermayenin çıkarlarını her şeyin üstünde tuttuklarını gördüler. Onlar, yasama, yürütme ve yargının bütünleştiğini, sermayedar sınıfın çıkarları ve özel mülkiyetin savunulmasını temel görev bellediklerini yaşayarak
öğrendiler. Onlar, sermayenin iktidarının sadece iktisadi bir iktidar olmayıp, siyasal bir iktidar olduğunu gerçeğini gördüler. Onlar, gerçek grev hakkı için grev yapılması gerektiğini de gördüler. Metal işçileri bundan böyle “işçilerin ihtiyacından daha büyük yasa yoktur” şiarıyla hareket etme hakkı kazandılar.” Aslında bu gelişme burjuva sermaye iktidarının özüne uygun bir gelişme olmuştur. Bu gelişme burjuvazinin devleti, polisi, bakanı, yargısıyla ezilenlerin değil ezenlerin iktidarı olduğunu göstermiştir. Görev bunu işçi ve emekçi yığınlara göstermek, kavratmaktır. 07.04.2015
Mayıs 2015 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
DANIŞTAY GREV YASAĞINI ONAYLADI!
5
Mayıs 2015 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
SINIF DAYANIŞMASI GÜÇLENİYOR!
6
Dora Otel İşçileriyle Dayanışma Platformu 30. Pazar eylemini gerçekleştirdi. Eyleme 23 gündür grevde olan Bakırköy Belediyesi BYUAŞ taşeron işçileri, geçtiğimiz günlerde sendikalı oldukları için işten atılan Grand Hyatt Otel işçileri destek verirken, yürüyüş yolu üzerinde bulunan belediye işçileri de eyleme katılarak sınıf dayanışmasını güçlendirdi. Basın açıklamasını Tüm Emek Sen Genel Sekreteri İbrahim Akseloğlu okudu. Dora Otel işçilerinin 3.duruşmasının 9 Nisan Perşembe günü görüldüğünü, Dora Otel yönetiminin otel kamera kayıtlarının bilirkişi kontrolünden geçmesini talep ettiğini ve davanın 24 Haziran tarihine ertelendiğini belirten Akseloğlu, otel yönetiminin duruşmaları uzatma taktiğinin hiçbir işe yaramayacağını, Dora otel işçilerinin sendikal örgütlenmelerini koruyacaklarını ve işlerine geri dönünceye kadar mücadeleyi sürdüreceklerini söyledi. Tüm Emek Sen’de örgütlenen Grand Hyatt Otel taşeron işçilerinin, otel yönetimi ile taşeron firma arasında yapılan anlaşmanın feshi iddiasıyla işten çıkarıldıklarını, bunun tam da bir ayak oyunu olduğunu söyleyen Akseloğlu, Grand Hyatt işçilerinin kadrolu işçilerle aynı işi yaptıklarını ve aynı işi yapmaktan doğan haklarını kullandıklarını belirterek otel yönetiminin bu anti demokratik hukuk dışı tavrını kabul etmeyeceklerini ve 13 Nisan Pazartesi 09.30’da Grand Hyatt Otel İstanbul yönetiminin bu tavrını kamuoyu ile paylaşa-
caklarını belirtti. Bursa Bosch işçilerinin Türk Metal İş Sendikası’na grev kararı aldırdıklarını hatırlatan Akseloğlu TİS’in 3 yıllık olarak imzalanmasına karşı çıkan Bosch işçileri, sendikanın uzlaşma yanlısı tutumunu da işlemez hale getirdiklerini, AKP hükümetinin buna karşı tavrının ne olacağını merakla beklediklerini söyledi. Bakırköy Belediyesi BYUAŞ işçilerinin de taşeron çalışma sistemine karşı grevde olduklarını taşeronu tarihin çöplüğüne gömene dek onlarla birlikte mücadeleyi sürdüreceklerini belirten Akseloğlu, Küçükçekmece’de İşçilerin Birliği Derneği’nin kapatılmaya çalışılmasına da tepkilerini dile getirdi. 15 Nisan Çarşamba günü saat 10.00’da Küçükçekmece Adliyesi’nde kapatılma davasının görüleceğini söyleyen Akseloğlu emek dostlarının destek vermelerini istedi. Eylemde 23 gündür grevde
olan Bakırköy Belediyesi BYUAŞ işçileri, Tüm Emek Sen üyesi olmalarının ardından işten atılan Grand Hyatt Otel işçileri, İş Dayanışma Koordinasyonu destek verdi. Yürüyüş sırasında yol üzerinde çalışmakta olan Genel İş üyesi Belediye işçileri de katılarak sınıf dayanışmasında bulundu. Eylemde grevdeki BYUAŞ işçilerinden Erman Berk Çelik, Bakırköy Belediyesi‘nde Atatürk Spor ve Yaşam Köyü’nde Bakırköy halkına hizmet veren taşeron işçiler olduklarını Belediye İş Sendikası’nda örgütlenerek toplu iş sözleşmesi talebi ile 23 gündür grevde olduklarını bu süre içinde gerek Dora Otel, gerekse Grand Hyatt işçilerinin desteğini aldıklarını belirtti. Çelik, Dora Otel ve Grant Hyatt işçilerinin mücadelesini kendi mücadeleleri olarak gördüklerini ve kazanacaklarına olan inançla her zaman sınıf dayanışması içinde olacaklarını ifade etti.
Basın açıklamasında Dora Otel işçilerinin 14 Nisan’da Çağlayan Adliyesi’nde mahkemesi olduğu hatırlatılırken, 13 Nisan’da işten atılan Grand Hyatt Otel işçilerinin 08.30’da Harbiye’deki TRT Radyosu önünde buluşularak Grand Hyatt önüne yürünerek burada basın açıklaması yapılacağı belirtilerek emek dostlarına destek çağrısında bulunuldu. Eylemde sık sık “Yaşasın Sınıf Dayanışması”, “Taşeron İşçisi Köle Değildir”, “Dora İşçisi Yalnız Değildir”, Divan İşçisi Yalnız Değildir”, “Direne Direne Direnişe Zafere”, “BYUAŞ İşçisi Yalnız Değildir”, “Sendika Haktır Engellenemez”, “Taşeron Çalışma Yasaklansın”, “Direne Direne Kazanacağız”,”İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek ” sloganları atıldı. Eylem “Birleşe Birleşe Kazanacağız, Zafer Örgütlü Emekçinin Olacak” sloganlarıyla bitirildi. 12.04.2015
MART AYI İŞ CİNAYETLERİ Soma’da 13 Mayıs 2014 tarihinde yaşanan işçi katliamının ardından açılan davanın duruşmalarının yapıldığı şu günlerde işçiler ölmeye devam ediyor. İş çi Sa ğ l ığ ı İş Güven l iğ i Meclisinin verilerine göre bu yılın Mart ayında en az 139, yılın ilk üç ayında ise en az 351 işçi hayatını kaybetti. Havaların ısınması ile birlikte tarım ve ormancılık işkolunda çalışanların sayısının artması ve mevsimlik işçiliğin başlaması bu işkollarındaki ölümlerin de artmasına sebep oluyor. Mart ayında bu işkollarında çalışan 41 işçi ve emekçi hayatını kaybetti. Havaların ısınması inşaat sektöründe çalışanların da sayısının artmasını beraberinde getirirken, buna paralel olarak işçi ölümleri de arttı. Mart ayında yaşamını yitiren 139 kişiden 35’i inşaat işçisiydi. Mart ayında yaşamını yitiren 139 emekçinin 121’i işçi, memur statüsünde çalışan ücretlilerden; 12’si çiftçilerden/küçük toprak sahiplerinden ve 6’sı esnaflardan
olmak üzere 18’i kendi nam ve hesabına çalışanlardan oluşuyor. Mart ayında işçiler en çok trafik/servis kazaları, ezilme/göçük, düşme, boğulma/zehirlenme ve diğer nedenlerden dolayı hayatını kaybetti. İSİG Meclisi, diğer nedenler olarak işçilerin çalışırken yıldırım düşmesi, silahla vurulma, kalp krizi ve intihar sonucu ölümlerin kastedildiğini, hava koşullarına dikkat edilmediği için işçilerin üzerine yıldırım, çığ düştüğünü, ayrıca işçilerin çok çalışmaya bağlı olarak kalp krizi ya da beyin kanaması geçirdiklerini belirtiyor. Ulaşımda yaşanan iş cinayetlerinin birçoğunun trafik kazası ve bireysel hata olarak değerlendirildiği belirtilen raporda araç kontrollerinin yeterince yapılmadığı, yapılsa da maliyet olarak görüldüğü vurgulanıyor. Örneğin servis minibüsü şoförü Ali Pirli ölümünden iki gün önce ailesine fren sistemi bozuk olduğu için sanayiye gittiğini ve firmanın borcu olduğu için yaptıramadığını belirtiyor. Sonra el frenini çekmesine
rağmen araç üzerinden geçiyor ve can veriyor. İş cinayetlerinin önemli bir nedeninin de yüksekten düşme olduğu belirtilirken düşmelere en sık inşaatlarda rastlandığı bilgisi veriliyor. Oysa alınacak basit önlemlerle, örneğin düşme sonucu hayatını kaybeden 14 inşaat işçisinin ölmeyebileceği, standart bir iskele, uygun bir emniyet kemeri, kenar korumaları ya da en basitinden bir ağ gerilmesi bile düşmeleri önemli bir oranda engelleyebileceği fakat bu önlemlerin hep maliyet olarak değerlendirildiği vurgulanıyor. Mart ayında hayatını kaybedenlerin 126’sının erkek 13’ünün de kadın olduğuna dikkat çekilirken iş cinayetleri konusunda en az kadın iş cinayetlerinden haberdar olunduğu dile getiriliyor. Yaşamını yitiren 13 kadın işçi; tarım, tekstil, sağlık ve belediye işkollarında çalışıyor. Toplam 139 işçinin 4 tanesi çocuk, 47 tanesi yaşlı, 16 tanesi ise göçmen işçilerden oluşuyor. Ölen göçmen işçilerin büyük çoğun-
luğu Suriyeli işçiler. İşçilerin 16 tanesinin Urfa’da, 10 tanesinin Adana’da, 7’şer işçinin Bursa ve İstanbul’da, 6’şar işçinin Aydın Kocaeli ve Konya’da, 81 işçinin ise diğer illerde can verdiği belirtiliyor. Rapordaki verilere baktığımızda son dört yılın Mart aylarında işçi ölümleri artan bir seyir izliyor. 2012 yılında 59 işçi, 2013’de 73, 2014’te 122, 2015 yılının Mart ayında ise 139 işçi yaşamını yitiriyor. İşçi cinayetlerinin hız kesmeden devam etmesi devletin ve patronların ekonomik politikalarının bir sonucu olmasının yanı sıra, işçi ve emekçilerin örgütsüzlügünün boyutlarını da ortaya koyuyor. Yasal alanda var olan kimi önlemlerin alınmamasında bile bu alanda baskı yapacak ve zorlayıcı olabilecek bir örgütlü gücün yokluğu önemli rol oynuyor. Bu örgütlülüğü yaratma görevi ise işçi sınıfının öncülerinin omuzlarında duruyor. Nisan 2015
Seçimler yaklaşıyor. Meydanlar burjuva siyasetçileriyle dolup taşacak, taşmaya da başladı. Her gün kavga her gün gürültü kopuyor. Meydanlar yalanlarla dolmaya başlayacak, dolmaya başladı bile! Burjuva siyasetçiler halka vaat(yalan) üzerine vaat vermeye başlayacak, kimileri başladı bile! Hepsinin ortak vaadi ise “işsizliği bitireceğiz” kimileri ise biraz daha “dürüst” davranarak “işsizliği azaltacağız” diyor! Peki, bu mümkün mü hayır! Kapitalizm var olduğu sürece işsizlik devam edecektir. Çünkü kapitalistler işçi sınıfını korkutmak için sürekli bir işsizler ordusunu elinde koz olarak kullanır. Seçimler yaklaşırken işsizlik raporları açıklandı. Hem TUİK hem de DİSK-AR işsizlik raporlarını açıkladı. TUİK 2015 Ocak ayı verilerine göre işsizlik oranları şu şekilde: *Ocak 2014 verilerine göre 454 bin kişi artarak 3 milyon 259 bin kişiye yükselmiştir. *Yüzde olarak 1 puan artışla işsizlik oranı yüzde 11,3’e çıkmıştır.
*İş gücüne katılma oranı 1 milyon 452 bin artarak 28 milyon 713 bin kişi olmuştur. *Kayıt dışı çalışan sayısı yüzde 0.4 azalarak yüzde 32.4’e gerilemiştir! ( Büyük Başarı!) TUİK verileri bu şekilde açıklandı. Peki, gerçek işsizlik oranları bunlar mıdır? Bir de DİSK-AR’ın açıklamalarına göz atalım. DİSK AR verilerine Ocak 2015 verilerine göre işsizlik oranı şu şekilde: *İşsizlik oranı yüzde 18.5 *İşsiz sayısı 5 milyon 794 bin *İşsizlik verilerine kısa vadeli çalışanlar eklendiğinde işsiz sayısı
6 milyon 885 bin, bunun iş gücü içinde oranı ise yüzde 22.02 *15-24 yaş arası işsizlik oranı yüzde 30, işsizlikte artışın yüzde 35 bu yaş grubundan kaynaklı! İki kurumun verilerine baktığımızda ortada büyük bir uçurum söz konusudur. Verilerin doğruluğunda kullanılan yöntemlerde temel farklılık TUİK gerçek anlamda işsizlik verilerine odaklanmıyor. Bir işçi diyelim iki yıldır işsiz. Bu işçi geçici işler bulup çalışıyor ve buna da mecbur. İşte TUİK bu işçileri işsiz olarak saymıyor. Hangi veriler olursa olsun sonuç olarak ortada milyonlarca işsiz var! Patatesin dahi beş lira olduğu ülkelerimiz de (KK/T) işsizliğin bu kadar fazla olması ve artması anormal bir durum değildir. Ülke ekonomisi siyasi iktidarın iki dudağının ucunda bir laf söylese dolar fırlıyor! Elbette bunun ardında yatan nedenler farklı, ama ne olursa olsun ekonomide yer alan en ufak sorunlar işçinin emekçinin sırtına bir yük olduğu olgudur.
Seçime giderken zamların bu derece artması normal mi veya seçimden sonra zamların geri alınacağı kesin mi? Hayır, işsizlik azalacak mı veya ortadan kalkacak mı? İşsizlik sayısal anlamda düşebilir, ama bir bütün içinde ortadan kalkmayacaktır. Çünkü burjuvazinin buna hep ihtiyacı vardır. İşsizlik verilerinin gösterdiği bir diğer sonuçta giderek artan genç nüfusun işsizliğe dâhil olmasıdır. Kapitalizm şartlarında işsizlik hep vardı, var olmaya da devam edecek. Sermaye ülkelerimiz de varlığını güçlendirdikçe işçiler emekçiler daha fazla sömürülüyor. Geleceksizlik, esnek çalışma, taşeronlaşma, iş cinayetleri ve en önemlisi de işsizlik gün geçtikçe artıyor ve artmaya da devam edecek. Artmaya devam edecek çünkü son ayların verileri henüz yayınlanmadı. Ocak’tan bu yana doların artış seviyesi ortada! İşsizliğin artacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yok, patatesin fiyatına bakmak yeterli! 19.04.2015 Yeni İşçi Dünyası okuru işçi.
Mayıs 2015 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
İŞSİZLİĞİN ARTACAĞI PATATESE GELEN ZAMDAN BELLİYDİ!
7
KISTAS İş yerimizde, çalışma hayatımıza ne gözle bakmalı? Alınacak kıstas ne olmalı? Korunması gereken haklarımızın asıl kaynağı, karşılığı nedir? Ne olmalıdır? Bütün bu sorular ışığında ve daha fazla çoğaltarak bu sorguyu çalışma hayatımızı bir öne, daha da bir öne çekme faktörü pekala vardır. Olmayan bu sorular nezdinde düşünme eğiliminin ve dolayısıyla pratiğe geçme aşamasının eksikliği. Bunun için kendimize güvenmemiz, arkadaşla-
rımıza güvenmemiz, her şeyden önce doğru, tutarlı bir insan tiplemesi göstermemiz gerekli. Evet, bu gayet mümkün, fakat şu an gündelik yaşantımız asıl yürümekte olan döngü kirlenmeye ve sislenmeye bir o kadar da uygun. Barbar sistem insanlığımızla oynuyor, kötüleştiriyor. Bu durum içinde insanın bunu fark etmesi, mevcut sisteme, kirlenmeye karşı kendisini koruması barbar sisteme bir diyeceğinin olmasıdır, bizi daha da insanileştiren.
Aslında olan bitenlerden herkes rahatsız. Şikayetler diz boyu. Olumsuzlukların düzeltilmesine iş gelince başkalarından beklemek veya böyle gelmiş böyle gider tavırları. Ne güzel söylemiş büy ük usta komünist şairimiz Nazım Hikmet: "Yaşamak şakaya gelmez- Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın!" dizesi insani dolu dolu düşündürüyor. İnsan duyarlılığı sanırım burada başlıyor ve devam ediyor. Yaşamımızın önünü
arkasını tasarlayarak hareket etme. Attığımız her adımın nereye varacağını bilmeye çalışma. Onun için bilmek insanın temizlenmesi, arınmasıdır yanlışlara karşı aklanmasıdır. Bilgi okyanus gibidir, burada son nefesini veren ölümü hüsranla değil, mutlulukla karşılar. Kıstasımız mutlu olmayı, mutlu edebilmeyi önceliğimiz haline getirebilmemiz önemli. 18.04.2015 Yeni İşçi Dünyası okuru bir işçi.
Mayıs 2015 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
TOZ BULUTU ARKASINDAKİ GERÇEKLER
8
Ülkelerimizde siyasi gündem büyük hızla değişiyor. Daha doğ rusu siyasetin ne yazı k ki belirleyicileri konumunda olan egemen sınıf par ti leri tarafından bilinçli olarak jet hızıyla değiştiriliyor. Her gün bir önceki günde ne olmuş olduğunu unutturan “yeni” gündemlerle oy a l a n ı yor u z . E s a s ol a r a k biraz geniş alındığında AKP yandaşları ve AKP düşmanları; biraz dar alındığında RT Erdoğan taraf tarları ve RT Erdoğan karşıtları olarak ikiye bölünmüş medyanın da “ ŞOK…ŞOK… ŞOK… “ yayın siyaseti sayesinde acayip bir toz bulutu içinde kalıyoruz. Gerçekler bu toz bulutu altında kaybolup gidiyor. Gerçek yerine yaratılmış algılar geçiyor. Gerçek yerine geçirilen iki temel algı var: AKP’nin yandaş medyası tarafından sunulan Türkiye algısı: Türkiye 12 yıldır adım adım kaderi belirlenen bir ülke olmaktan, kendi kaderini kendi belirleyen, evet uluslararası alanda sözü dinlenen, oyun kurucular içinde yer alan bir ülke olmak yönünde ilerliyor. Bu 12 yılı aşkın AKP iktidarı döneminde Türkiye hem ekonomik açıdan, hem de demokrasi açısından daha önceki 80 yıllık TC tarihinde atılmış olan adımların çok ilerisine geçti. Türkiye’de kişi başına düşen gelir AKP iktidarı döneminde, iktidarı AKP’nin aldığı döneme göre 3 misli arttı. AKP iktidarı döneminde Türkiye’de var olan askeri vesayet ortadan kaldırıldı. Kürt meselesinin çözümünde büyük mesafeler kat edildi. Türkiye’nin böyle güçlenmesinden rahatsız olan dış güçler ve onların Türkiye’deki uzantıları AKP iktidarının önünü kesmek için çeşitli darbe girişimlerinde bulundular. Fakat AKP
iktidarı bütün bu darbe girişimlerini boşa çıkardı. Bugün de Türkiye’nin büyümesinden rahatsız olar dış güçler ve onların Türkiye’deki uzantıları, hainler, AKP’ni iktidardan uzaklaştırmak için her türlü yolu ve yöntemi kullanmaktadır. Fakat milletin teveccühünü kazanan AKP önderliğinde Türkiye bütün saldırıları göğüsleyerek 2023’te dünyanın en büyük 10 ekonomisi içinde yer alan ileri demokratik bir ülke olma hedefine kararlılıkla ilerleyecektir. Bunun için siyasi istikrar gereklidir. 7 Haziran’da yapılacak seçimlerde halk AKP’ye tek başına Anayasayı değiştirecek bir çoğunluk vermelidir. Bu durumda AKP içinde Başkanlık Sistemi de yer alan yeni bir Anayasa yaparak yoluna devam edecek, Türkiye emin adımlarla 2023 hedeflerine kilitli olarak yoluna devam edecektir. AKP karşıtı güçler içinde CHP/ MHP yanlısı medya tarafından sunulan algı: A K P i k t ida r ı dönem i nde Türkiye ileriye doğru değil, geriye doğru gitmiştir. Uluslararası alanda Türk dış siyaseti tam bir iflasa uğramıştır. AKP uluslararası alanda Türkiye’yi yalnızlaştırmıştır. İçte ekonomik politikada halk işsizlik, yoksulluk, açlık altında inim inim inlemektedir. Yolsuzluk AKP hükümetleri döneminde hiçbir dönemde olmadığından daha büyük boyutlara varmıştır. Şimdi kendine bir Padişah gibi, Atatürk’ün halka emanet ettiği arazide KAÇAK SARAY yaptırıp, orda oturan zat gerçekte “Baş çalan”, “Hırsız” ve “Katil”liği tescilli biridir. O ve çevresi har vurup harman savururken, halkımız ekonomik açıdan en kötü günlerini yaşamaktadır. Sade halkımız değil, AKP’nin yaptıklarına birazcık da olsa muhalefet eden ser-
maye kesimleri de AKP/ Erdoğan diktatörlüğünün saldırılarına uğramaktadır. Demokrasi açısından, Türkiye en kötü darbe dönemlerini bile aratan bir faşizme doğru, bir tek adam diktatörlüğüne doğru ilerlemektedir. Türkiye’de fikir özgürlüğü yoktur. Medya baskı, sansür ve kontrol altındadır. Yoksulluğa, yolsuzluğa, yasaklara karşı mücadele edeceği vaadiyle iktidara gelen AKP iktidarında yoksulluk, yolsuzluk Türkiye tarihinde görülmemiş boyutlarda büyümüştür. Yasaklar AKP iktidarı döneminde azalmamış, tersine çoğalmıştır. AKP iktidarına karşı her muhalif ses faşist yöntemlerle bastırılmaya çalışılmaktadır. KAÇAK SARAY da oturan Erdoğan şimdi Başkanlık sistemine geçerek, tek başına diktatör olmak istemektedir. 7 Haziran seçimlerinde istedikleri sonucu almak için her sahtekarlığı yapacaklardır. 7 Haziran seçimleri laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti ile İslamcı tek adam diktatörlüğü olan Tayyip Cumhuriyeti arasındaki seçimdir. Demokrasi ile diktatörlük arasındaki seçimdir. Bu her iki algı da, o algı yaratıcılarının kimi olguları kendilerine yarayacak biçimde büküp, çarpıtması sonucu ortaya çıkan propaganda yalanlarıdır. Seçime oldukça az süre kala bu dönemde bu propaganda yalanları çok daha yoğun bir biçimde pompalanıp duruyor ve seçime yaklaşılan her günle birlikte bu pompalama daha da çeşitlenerek artacaktır. AKP karşıtı güçler içinde yer alan “Sol”un büyük kesimi, aslında bugün esas meselenin “ne olursa olsun Tayyip’i önlemek/ indirmek” olduğu düşüncesiyle sonuçta değişik söylemler ve gerekçelerle egemen sınıf ların
temsilcileri arasında yürüyen iktidar savaşında “Anti AKP/ Anti Tayyip” cephesinin parçası olmaktadır. HDP’nin özel bir konumu vardır. O burjuva demokrasisi yanlısı görüşler savunmakta; egemen sınıfların temsilcilerinin iki siyasi bloğu arasında kendi bağımsız konumunu korumaya çalışmaktadır. Fakat o da, kimi taktik kaygılarla da olsa, sonuçta seçim kampanyasını Tayyip’e yönelik “Seni Başkan yaptırmayacağız” otomatiğine bağlamış görünmektedir. Komünistler açısından belirleyici olan şudur: Biz egemenlerin iktidar mücadelesindeki dalaşlarında, her iki kesimin de birbirinden berbat olduğunu; işçileri, emekçileri bunlar arasında tercihe yöneltmenin işçileri emekçileri kandırmak olduğunu söylüyoruz. İşçiler emekçiler açısından “Ne olursa olsun, Tayyip gitsin” siyaseti, bugün somut olarak onları CHP, MHP tarafından öncelikle temsil edilen burjuva kesimlerinin kuyruğuna takmak; “Tayyip ve AKP CHP ve MHP ne göre daha iyidir, onlara karşı Tayyip’i desteklemek gerek” siyaseti, onları AKP’nin, burjuvazinin AKP tarafından öncelikle temsil edilen kesimlerinin kuyruğuna takmak anlamına gelir. Hayır. Egemen sınıf partilerinin özde birbirinden farkı yoktur. İşçilerin, emekçilerin tek doğru siyaseti, kendi iktidarları için mücadele etme siyasetidir. Bunun için bilinçlenme, örgütlenme, örgütlenme, örgütlenme siyasetidir. Kendi sınıf partisi ile kendi sınıf siyasetini yürütmektir. Toz bulutu altında gömülmesine izin verilmemesi gereken temel gerçek budur. Nisan 2015
7 Ha zi ra n’ da 25. dönem Milletvekili Genel Seçimi yapılacak. Konuyla ilgili olarak seçimlerdeki tavrımızı daha önce açıklamış ve gerekçelendirmiştik. (Bkz. YDİ Çağrı, sayı 174, 20 Şubat 2015 tarihli açıklamamız.) Seçimler yaklaşırken seçim tavrımızı bir kez daha ana hatlarıyla özetlemek/hatırlatmak istiyoruz: *Kuzey Kürdistan-Türkiye’de seçimler önümüzdeki dört yıl için burjuvazinin hangi siyasi temsilcisinin ya da temsilcilerinin kuracağı hükümet/ler üzerinden sistemi korumak, devamlılığını ‘demokrasi’ adı altında sürdürmek, kendi diktatörlüklerine meşruiyet kazandırmak için yapılır. *Burjuvazinin iktidarını seçimler üzerinden değiştirmek mümkün değildir. Böyle bir durum olsaydı seçimler yapılmazdı! Eğer seçim sonuçları burjuvazinin iktidarında özsel değişikliklere yolaçacak şekilde sonuçlanırsa bu durum burjuvazi tarafından değişik yollarla, örneğin darbeyle, ‘düzeltilir’! Bugüne kadar bunun örneklerini gördük, yaşadık. *İşçi sınıfı ve emekçiler açısından seçimler, işçi sınıfı ve emekçilerin bilinçlenme düzeyini göstermesi açısından bir ölçü olması noktasında önemlidir. *Seçim dönemleri halkın en fazla siyaset içine çekildiği, işçi sınıfı ve emekçi yığınlar içinde ve arasında da siyaset üzerine en yoğun konuşulduğu ortamlardır. Bu ortam komünist düşüncelerin işçi sınıfı ve emekçiler içinde propaganda için, aydınlatma ve örgütlenme faaliyeti için fırsatlar sunar. Bu fırsatlardan maksimum yararlanmak bizim görevimizdir. Bütün komünist faaliyette temel sorun, işçi sınıfı ve emekçiler içine komünist düşünceleri, alternatifi, burjuva düşüncelerle çatışma içinde taşımak, işçi sınıfının ve emekçi yığınların bilinç ve örgütlenme seviyesini yükseltmektir. *Biz seçimleri, komünist faaliyet açısından dikkate alır, her seçimi içinde bulunulan somut şartlara göre değerlendirir, seçimlere katılıp katılmayacağımızı, katılacaksak nasıl katılacağımızı somut değerlendirerek uygun taktiği belirleriz. *Önümüzdeki seçimlerde gücümüzden dolayı kendi adaylarımızı çıkaracak durumda değiliz. Bu durumda seçimlere katılımımız esas olarak seçimin yarattığı
siyasi tartışma ortamından komünist görüşlerin yaygınlaştırılması, kitlelere doğru bilincin taşınması için azami ölçüde yararlanmaya çalışmak biçiminde olacaktır. *7 Haziran seçimlerinde de yapacağımız budur. Bu seçimlere % 10 barajıyla gidiliyor. 12 Eylül rejiminin getirdiği barajla „siyasi istikrarın korunması“ yanında sivil siyasi İslamın ve Kürt ulusal hareketinin meclis dışında tutulması hedefleniyordu. 12 Eylül’ün bu antidemokratik kararı takip eden yıllarda/seçimlerde, baraj tuzu kuru diğer partiler tarafından olduğu gibi korundu. Yalnızca bu boyutta yüksek bir ülke barajının varlığı, TC’de yapılan seçimlerin, gerici burjuva demokrasileriyle kıyaslandığında bile ne kadar demokrasiden uzak olduğunu göstermek için yeterlidir. *Bu seçimlerde Cumhurbaşkanı RTE, ki mevcut Anayasaya göre konumu gereği tarafsız olması gerekirken; üzerine vazife olmadığı halde AKP için hedefi 400
milletvekili kazanmayı hedef olarak koymuştur. Bu sayı Başkanlık sistemini getirmek için gereklidir. Bunun olmadığı yerde 330 sayısını yani referandum için gerekli olan çoğunluğu ifade eden RTE’nin isteğini kursağında bırakmak… cumhurbaşkanıyla, başbakanıyla, hükümetiyle… gerici AKP iktidarına verilecek en iyi cevap olacaktır. *Hâlâ faşist bir kurumsal yapıya sahip olan ülkelerimizin en önemli sorunu burjuva anlamda da olsa demokratikleşme sorunudur. Demokrasi ekmek kadar, su kadar gereklidir. Kürt ulusal mücadelesi Kuzey KürdistanTürkiye’nin demokratikleşme sürecinin en önemli itici güçlerinden biridir. Bu mücadelenin de zorlamasıyla burjuvazi Kürt sorununda belli adımlar atmak zorunda kalmıştır. Gelinen yerde Kuzey Kürdistan’da yaşanan savaşın sonlandırılması, Kuzey Kürdistan-Türkiye’de faşizmin çözülmesi ve demokratikleşme sürecinin ilerletilmesi
için en önemli gerekliliklerden biridir. Bu savaşın sonlandırılması hem Kuzey Kürdistan’da hem de Türkiye’nin diğer alanlarında sınıf mücadelesinin öne çıkmasının yolunu açacak, sınıf mücadelesi için şartları olgunlaştıracaktır. Biz bu yüzden Kuzey Kürdistan’da yürüyen savaşın sonlandırılmasından yanayız. Kürt ulusal hareketinin HDP üzerinden parlamento içinde yer alması öncelikli olarak bu açıdan yararlı ve gereklidir. *HDP, yalnızca ulusal sorunda değil, birçok başka sorunda da burjuva demokratik hakları savunmaktadır. Bu partinin parlamentoda temsili, liberal burjuva görüşlerin parlamentoya taşınması, Kuzey Kürdistan/Türkiye de faşizmin çözülme sürecinin ilerletilmesi açısından da yararlıdır. HDP’nin andaki kuralları kabul ederek gireceği 7 Haziran seçimlerinde % 10 dan bir eksik oy alması halinde bile parlamento dışında kalması öncelikle yürüyen savaşın sonlandırılması açısından da olumsuz bir rol oynayacaktır. *Bu seçimlerde HDP’yi bütün gücümüzle destekleyecek, bütün çevremizi HDP’ye oy verme yönünde seferber edecek, HDP’nin % 10 barajını aşmasını sağlamak için tüm gücümüzle çalışacağız. 7 Haziran seçiminde görev budur. *HDP’ne bu seçimlerde destek vermemiz, onu bir devrimci parti olarak değerlendirdiğimiz ya da kendini bir çatı partisi olarak tanıtan HDP’ye eleştirilerimizin olmadığı anlamına gelmiyor. HDP Kürt ulusal hareketinin legal partisi olarak, Türk şovenizmine ve Türk devletinin Kürt ulusu üzerindeki milli baskıya karşı çıkan tavrıyla, diğer burjuva partilerinden ayrılmakta, bu noktada demokratik bir mücadele yürüten bir parti olarak değerlendiriyoruz. *Bunun ötesinde savunduğu görüşlerin burjuva demokrasisisin sınırlarını aşmadığını s öy lü yor, onu önc e l i k l e Kürtlerin reformist bir burjuva partisi olarak değerlendiriyoruz. Biz bu görüşlerimizi HDP’ye oy isterken de açıklamaklama görevine sahibiz. „Halkların Kardeşliği için oylar HDP’ye!“ „Kuzey Kürdistan’da savaşın durması için oylar HDP’ye!“ 7 Haziran seçimindeki şiarlarımızdır. 18.04.2015
Mayıs 2015 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
BARAJLARI YIKALIM!
9
Mayıs 2015 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
KÖLN’DE SOYKIRIMLA YÜZLEŞME PANELİ
10
Almanya’nın Köln kentinde, Köln Ermeni Cemiyeti ve Köln Volkshochschule adına gerçekleştirilen Ermeni soykırımının 100. yılında “Nasıl bir yüzleşme, Almanya ve Türkiye’nin Sorumlulukları” başlıklı bir panel düzenlendi. Panel Ermenice açılış konuşması ile başladı. Moderatörlüğünü Dr. Bilgin Ayata’nın yaptığı panelde; Hayko Bağdat, Prof. Mithat Sancar, Talin Suciyan, Minu Nikpay birer sunum yaptılar. Sunumlar yapılırken aynı anda Almanca ve İngilizce’ye çevrildi. Açılış konuşmasının ardından Almanca soykırımı anlatan bir slayt gösterimi yapıldı. Slayt gösteriminin ardından panele geçildi. Dr. Bilgin Ayata kısaca su açıklamayı yaptı. “Bundan tam yüz yıl önce dönemin Osmanlı devleti 24 Nisanda Ermenilere karşı büyük bir soykırım ve tehcir hareketini başlatmıştı. Hareketin sonucunda ise, yaklaşık bir buçuk milyon Ermeni bu bağnaz soykırıma maruz kalmış, niceleri ise yerlerinden ve yurtlarından edilerek büyük acıların payelerini taşımış, böylelikle tarihe acı bir not düşmüştür. Buna istinaden Türkiye yüz yıldır kendi tarihi ile yüzleşmeyi ve soykırım kelimesini reddedip Ermeni meselesini tabulaştırırken, yine Almanya ve diğer güçler, bu meseledeki sorumluluklarını yerine getirmemiştir. Bugün gerçekleştireceğimiz panel tam da buna dikkat çekecektir.” diyerek sözü konuşmacılara bıraktı. İlk konuşmayı yapan Sancar; “Bugün, geçmiş geçmişte kalmıştır. Bırakın bunları” diyenlerin olduğunu, bunun yalnız bizim ülkemizde olmadığını, dünyanın bir dizi ülkesinde siyasi bir elitin bazı kesimlerinin de böyle düşündüğünü, bu elitin de “Geçmişi açmanın kimseye bir faydası yok, biz önümüze bakalım”, dediğini belirterek şu soruyu sordu. “Pekii biz niye ısrar ediyoruz? Ermeni soykırımı sıradan bir kaza, kötü bir felaket olarak nitelendirilemez. Yüz yıldır etkileri çok boyutlu devam eden siyasal, toplumsal, kültürel bir meseledir. En önemlisi kültürel bir meseledir. 1915’den soykırım planlandı. Plansız bir soykırım olmaz. Her ne kadar Cumhuriyet 1923’de kurulduysa da, Cumhuriyetin asıl kuruluşu 1915’tir.” diyen Sancar “Tekçi anlayışın temelinin 1915’den atıldığını, bunun Cumhuriyetle devam ettiğini belirtti. Bu ideolojinin daha sonra devletin resmi
ideolojisi olduğunu, bundan kastının da Sunni-İslam ya da Türk Sunni İslam toplumu yaratmak olduğunu belirtti. TC devletinin bu anlayışı daha sonra da devam etti. 1930’lı yıllarda Kürtlere karşı işlenen katliamlar 1938 Dersim, Çorum, Maraş, Malatya, Sivas… dan, Alevilere karşı işlenen katliamlar, Varlık vergisi, 6-7 Eylül olayları, askeri darbeler devletin bu anlayışı temelinde tek tip bir toplum yaratma anlayışının bir ürünü olarak hep süregelmiştir. 1915 soykırım ve devleti yönetme anlayışı esasta değişmemiştir. Toplumun geniş bir kesimi de ganimetten yararlanma adına bu soykırım suçuna ortak olduğunu belirten Sancar, insanları bu soykırımla yüzleştirmenin ve sonuçlarını üstlenmesini beklemenin hiç de öyle kolay olmadığını vurguladı. Bu sorunun çözümünde üç yöntemi düşündüğünü belirten Sancar; Birinci yöntem olarak; Devletin bir anda insafa gelip soykırımı kabul etmesi düşünülmemelidir. Bir taziye mesajı ile bütün bu suçlar birden bire aklanmış olmaz. Soykırımla yüzleşmek için açık bir özür ve sonuçlarına katlanmaya ihtiyaç vardır. Devlet buna hiçbir zaman, en azında şu anki haliyle hazır değildir. İkinci yöntem; Diplomatik kuşatmadır. Bu yolla devleti mecbur etmektir. Bununda etkisi sınırlıdır. Burada dış baskının etkisinin önemsiz olduğu çıkarılmamalıdır. Üçüncü yöntem; Türkiye’nin kendi içerisinde bir yüzleşme iradesidir. Güçlü bir toplumsal hareket sonucu, güçlü bir demokrasi hareketi ile halkı ikna ederek, birbirleri ile diyaloğa yöneltmektir. Geçmişin belasının sadece toplumun belli bir kesiminin acısı ola-
rak kalmadığını göstermektir. Sancar konuşmasının sonunda 2015’in Türkiye için yeni bir yılın başlangıcı olmasını diledi. İkinci konuşmacı olarak gazeteci, akademisyen, yazar olan Talin Suciyan yer aldı. Bir tarihçi olarak soykırımı değerlendirdi. Suciyan inkâr politikası üzerine durdu. Ermeni soykırımı öyle bir inkâr ki, evinde, sokakta hayatın her alanında artık kurumsallaştırılmış bir inkâr. Böyle bir inkâr ne Avrupa’da ne de dünyada görülmüştür. Dolayısıyla Türkiye özel bir örnektir. Varlık vergisi, 6-7 Eylül olaylarını şıp diye ortaya çıkaran bir tanım bulamazsınız. Bu ve buna benzer olaylar organize edilmiş olaylardır. Müslümanlaştırılmış Ermeniler konusuna değ inen Suciyan; Bazıları Müslümanlaştırılmış Ermenileri duyunca heyecanlandılar. Ben buna şaşırmadım. Şu cevabı verdim, pardon da biz Müslümanlaştırılmış Ermenilerin olduğunu zaten biliyoruz. Siz yeni öğrendiniz, sizin derdiniz. Siz akademisyenler, tarihçiler, sosyologlarla yüzyıllardır bunu farkedemediyseniz utanmanız lazım. Demek ki, hiçbir şey yapmadınız, utanmanız lazım. Bugüne kadar ne yaptığınızı sorgulamak zorundasınız. Şimdi dönmüş diyorlar ki niye kendiniz anlatmadınız. Kurban hiçbir şey anlatamaz, ne anlatsın ki? Yüzyıllık inkâr içerisinde siz niye konuşmadınız sorusunu soramazsınız. Niye fark etmediniz sorusunu sorabiliriz ancak. Şimdiye kadar Ermenilerin kaynağı yok, sordukları bir şey yok, Ermeniler yok zaten deyip şimdide birden bire aa varmış deyip yeni keşfediyorlar, konuyu obje haline getiriyorlar. Hayko Bağdat’a sorulan soru; “Ne oluyor?” sorusu. Bağdat “Ben Ermenilikten sıkıldım, hayatı-
mın nerdeyse her günü bununla geçiyor” diye başladı konuşmasına. Kimlik ve adalet üzerine sunumunu yaptı. Kimlik; “nesin sen abe?” diye sorarlar. Cevap, Ermeniyim ben, Elhamdüllülah Müslü ma nı m, İşçiy i m ben, Hristiyanım ben vs. Bu iş şöyle başlıyor. Kadınlarımız hamile olduğunda onlara oda yapmaya başlıyoruz. Yani çocuklarımızı nasıl yetiştirmek istiyorsak öyle başlıyoruz onları yetiştirmeye. Başına bir haç koyuyoruz ki Allah onu korusun diye, Aleviler Zülfikar kılıcını asıyor. Veya sakallıyı görsün solcu olsun vs. Daha sonra sokağa çıkıp top oynuyor. Edindiği o kimlik öldürülme nedeni oluyor. Alevileri, Kürtleri, Trans bireylerini çok öldürdüler. Her gün kadın öldürüyorlar. Ermenileri de çok öldürdüler. Yani annemiz hasta olsa ona dua edeceğimiz semboller katliamımıza sebep oluyor. Kimliklerimizin öldürülme sebebi olduğu ve duygularımızın bastırıldığı bir ortamda nasıl yaşayacağız? Bu her coğrafya da var ama bizim coğrafyada daha çok var. Kimliklerimizden dolayı öldürülmediğimiz bir adalet istiyoruz. Bu adaleti yüz yıldır istiyoruz. Yüz yıldır aradığımız adalet bir tane vaka değil ki, Sivas davasını da zaman aşımına uğrattılar, Erdoğan dedi ki; “Haydi hayırlı olsun milletin beklentisi buydu”. O Alevilik kimliği ile yaşayan herkes Madımak Otelinde yaşamakla cezalandırıldı. Cumartesi annelerinde biri dedi ki “Toprağa basamıyorum artık altında çocuklarımın kemikleri var”. Hocalı da öldürülen çocukların katili de evine hac asanlardı. Kendimize pay çıkarmayalım, hepimizin kahramanları diğerlerinin katili. Kaybettiğiniz hiçbir şey geri gelmez. Yüzleşmek artık başka katliamları belki engelleyecek. Çocuklarımız artık bir birini öldürmesin. Sokağın ortasında Hrant’lar katledilmesin diye uğraşalım.” Son konuşmayı Almanya da yaşayan biri olarak, Minu Nikpay yaptı. Almanya da ne olup bittiğini izleyiciler ile paylaştı. Konuşmasında; 1965 yılında Almanya’ya okumak için geldim. Ve burada kaldım. 1965 yılında Köln’de Ermeni Cemaatini kurduk. O dönem gençlik çalışması içindeydim. O günden bu güne bu cemaatin içinde çalışıyorum. 1965’den bu yana Almanların tu-
tumunda Ermenilere karşı fazla bir şey değişmedi. Aman Türk vatandaşlarımızı incitmeyelim, aman sorun çıkar mantığı ile hareket ediliyor. Türklerin yoğun yaşadığı mahallerde oturan Ermeniler kendilerini gizlemeye çalışıyor. 1980’li yıllara kadar bize üç tane kilise tahsis ettiler. 80 sonrası Lübnan’daki karışıklık ve İran’da Humeyni’nin iktidara gelmesiyle buralardaki Ermeniler canlarını kurtarmak için Avrupa ülkelerine göç etmek zorunda kaldılar. Sayımız çoğaldı ve yeni Kilise istedik. Boş kilise olmasına rağmen, Katolik ve Protestan kilise büyükleri kiliselerin yeri Türklerin oturduğu yer olduğu için bizi tam üç sene beklettiler. Bize açık açık “Orası bir Türk semti, Türklerle probleminiz olsun istemiyoruz” diyerek kilise vermediler. Soykırım tanınmalıdır. Buraya gelen Türk politikacılara çekinmeden soykırımdan bahsedebilmeliyim. Aman söylersem oradaki Ermenilerin başını koparırlar mı? Diye düşünmemeliyim. Türkiye’ye gidip geliyorum. Hep
korku içindeyim acaba bu konuştuklarımdan dolayı beni havaalanında tutuklayacak veya alıkoyacaklar mı diye tedirginlik içindeyim. Bundan dolayı da birçok insan böyle eylemlere katılmaya çekiniyor. Bunun için bu soykırım kabul edilmeli. Ondan sonra diyalog kurulmalı. Türkiye’deki bu tabanın değiştirilmesini istiyorsak, Türkiye’nin gerçekten demokratik bir ülke olmasını istiyorsak, aynı burada Almanya’daki gibi hür bir biçimde konuşmasını, eleştiri hakkını kullanmasını ve sokağa çıkıp protesto hakkını hür bir şekilde kullanması bu soykırımın kabul edilmesine bağlıdır. Bunlar gerçekleştiğinde, kanunlar değişecek en azından ümit ediyorum ki eğitimde reformlar olacak, kin ve nefret yavaş yavaş son bulacak. A rada n sonra i k i nci bölüme geçildi. Dr. Bilgin Ayata Almanya’nın neden soykırımı hala kabul etmediğinin üzerinde durdu. Almanlar bizzat soykırıma ortak olduğu için tanımak ve yüzleşmek istemiyorlar. “1948’de soykırım tanımı birleşmiş milletlerce
kabul edildi komik gerekçesinin arkasına sığınarak tanımaya yanaşmıyor” dedi. İkinci bölümde konuşmacılar inkârın Türkiye ile sınırlı olmadığının üzerinde durdular. Bu arada Alman bir faşist salonda provokasyona yeltenerek kitlede kısa bir panik havası yaşanmasına neden olduysa da, faşist kısa süre içinde salon dışına çıkarıldı. Mithat Sancar, Diasporadaki Ermenilerin soykırımın tanınması için çalışmanın ve uğraşmanın gayet doğal ve meşru olduğunu söyledi. Sancar; Soykırıma uğrayanlara düşen görevin acıyı öfkeye dönüştürmemek gerek, intikam duygusu ile hareket etmek de bir yoldur. Ancak, bizim amacımız halklar arasında düşmanlık değil, dostluk yaratmak olduğunun da altını çizdi. Geçmişte yalnız Hayko korkmadı, hepimiz korktuk. Ama artık korku duvarı yıkıldı. Bir daha korku duvarı inşa edemeyecekler. Bilsinler ki, biz burada intikam için değil, barış ve demokrasi için varız diyerek ko-
nuşmasını bitirdi. Hayko Bağdat ikinci konuşmasında andaki gerginliği örnek göstererek, sıkıntılı bir ortamı tartıştığımızı belirtti. Diasporada olmak hastalıklı bir durumdur. Yurdunda köyünde değilsin. Yaşadığım ülkenin her mahallesinde, hatta apartmanlarında Ogün Samastların olduğunu düşünüyor, onun tedirginliği ile yaşıyorum. Hrant Dink cenazesindeki o muhteşem kalabalıkla övünme zavallılığına düştük. Oysa biz cenazelerimizdeki kalabalıklar ile değil, düğünlerimizdeki kalabalıklarla övünmeliydik. Hayko bu ülkedeki cinayetleri, katliamları örnek göstererek, hala korku içinde yaşadığını anlattı. Son konuşmacı Minu Nikçay’dı. Nikçay; Değişimin Türk halkında tabandan olması gerektiğine vurgu yaptı. Türklerdeki ırkçılık Almanya’da da sürekli kendini gösteriyor. Buradaki ırkçılar ana dilde eğitim istiyor ama kendi ülkelerinde anadilde eğitime ateşli bir biçimde karşılar. 19.04.2014
“Burası Türkiye” dedirtecek skandal haberler, bu ülkede söz konusu Kürtler olduğunda artık rutin haline geldi. Mersin Polisi ve yargısı skandal üstüne skandal olaylara imza atmaya devam ediyor. Bu seferki akıllara durgunluk veren skandal 7 yaşındaki Ş.T. ile ilgili. Ş.T. “Kobane sınırında eyleme katılıp molotof attığı” ve “Polise mukavemet ettiği” gerekçesiyle gözaltına alınıyor. Kobanê sınırına hiç gitmeyen Ş.T., bir günü karakolda geçirdikten sonra çıkarıldığı savcılıkça serbest bırakılıyor. Ş.T.’nin ağır psikolojik sorunlar yaşadığı ve geceleri yataktan
fırlayarak uyandığı belirtiliyor. Ş.T. 24.08.2007 doğumlu, ilkokul 2. sınıfa gidiyor. Yaşıtları ile sokakta oyun oynayıp koşan bir çocuk. Bu çocuk hangi güçle taş ve Molotof atacak, polise karşı nasıl direnecek. Polisler 27.03.2015 tarihinde ailenin evine giderek Ş.T.yi karakola çağırıyor. Karakola götürülen Ş.T. bir gün sonra adliyeye sevk ediliyor. Çocuk hakkındaki iddiaları İHD Mersin Şube Başkanı Ali Tanrıverdi şöyle açıkladı: “Ş.T.nin Urfa ili Suruç İlçesine giderek, Kobane sınırındaki yasa dışı eylemlere katıldığı, yüzünü
maske ile kapattığı, güvenlik güçlerine taş attığı ve molotof fırlattığı, devlet malına zarar verdiği, polisin uyarısına rağmen bu saldırılarını sürdürdüğü iddia edilmiştir. Bu nedenle Ş.T. hakkında soruşturmanın başlatıldığı söylenmiştir. Bu bir şaka veya yanlışlık değildir. Gerçeğin ta kendisidir.” İHD Mersin Şube Başkanı Ali Tanrıverdi son iki gün yaşları 7 ile 15 arasında değişen yaklaşık 10 çocuğun gözaltına alındığını ve bu gözaltılarla ilgili suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi. İHD Mersin Şubesine müracaat eden aile, çocuklarına yaşatılan bu psikolojik baskının hesabının sorulmasını istiyor. Ş.T.’nin babaannesi: “Devlet bizim ailemiz üzerinde baskılar uyguluyor. Köyümüzü terk etmek zorunda kaldık. Mersin’e yerleştikten sonra eşim Salih Tuğrul tutuklandı. 20 yıl cezaevinde kaldı. Kendisi bay pas ameliyatı oldu.” Düşme sonucu tamamen felç olan ve ayağa kalkamayan ve konuşamayan Salih Tuğrul, ATK
raporu almasına rağmen dışarı çıkması toplum güvenliği açısından tehlikelidir gerekçesi ile zamanında tahliye edilmiyor. Şimdi ölümle pençeleşiyor. Bir oğulları hapiste olan ailenin, bir başka oğlu 2 yıl cezaevinde kalmış. Babaanne; “Bu nedenle Ş.T.yi şimdiden korkutmaya çalışıyorlar” diyor. Aile ise önümüzdeki günlerde suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor. Bu süreçte aileye destek vereceklerini belirten Tanrıverdi, sorumluların cezalandırılması için ellerinden geleni yapacaklarını söyledi. Tanrıverdi, benzer şekilde iki çocuğun kendilerine bildirildiğini ve bu sayının 7-8 civarında olduğunu tahmin ettiklerini de sözlerine ekledi. Bu ülkede çocuklara uygulanan baskı, taciz, tecavüz ve katliamlarda devlet sınır tanımıyor. İleri demokrasi adına söz konusu Kürtler olduğunda uygulanan bu faşist baskılar dur durak bilmiyor. Bu faşist uygulamaların hesabı bir gün mutlaka sorulacak. Yeni Dünya Gençliği/Mersin 03.04.2015
Mayıs 2015 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
“ŞAKA DEĞİL” ÇOCUKLARIN YARGILANMA YAŞI 7’YE İNDİ
11
BAKIRKÖY BELEDİYESİNDE GREV SONA ERDİ Bakırköy Belediyesinde taşeron işçilerin grevi 29. gününde kazanımla sona erdi. B e l e d i ye B a ş k a n ı B ü l e nt Kerimoğlu ve Belediye-İş Sendikası Genel Başkanı Nihat Yurdakul'un
imzasıyla uyuşmazlık tutanağı tutuldu ve toplu iş sözleşmesi Yüksek Hakem Heyetine gönderildi. Yaklaşık 2 aylık bir sürenin ardından sözleşme yüksek hakemden dönecek ve böylece işçiler söz-
leşmeden yararlanabilecek. İşçilerin temel taleplerinden olan işten atılan işçilerin işe iadesi ve hayvan barınağına sürgün edilen iş yeri temsilcisinin görev yerinin değiştirilmesi şartı kabul
edildi. Kararın açıklanmasının ardından işçiler hep birlikte Bakırköy Özgürlük Meydanı'ndaki grev çadırını söküp evlerine döndü. 20.04.2015
Mayıs 2015 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
BYUAŞ İŞÇİSİ YALNIZ DEĞİLDİR!
12
Yeni işçi Dünyası (YİD) çalışanı ve okurları olarak, Bakırköy B e l e d i ye s i n’ d e 2 8 g ü n d ü r grevde olan işçileri ziyaret ettik. Gazetemizin son sayısını ulaştırdık ve grevle ilgili sohbet ettik. Grev çadırı Bakırköy Özgürlük Meydanına kurulmuş, meydana vardığımızda seçim çadırlarının da kurulmuş olmasından dolayı biraz panayır yeri görüntüsü vardı. Hiç durmadan akan, geçip giden insanlar ve her şeye karşı kayıtsızlıkları; Grevci işçilerin toplumsal olarak ne kadar yalnız, destekten yoksun olduklarını gösteren en güzel örnekti. Çadıra varıp işçilerle selamlaşıyoruz. Bir kadın işçi çaylarımızı getiriyor. Her yerde olduğu gibi burada da kadınlar hizmet etmeyi kendilerine özel bir görev gibi görüyorlar. Başlıyoruz Grev süreciyle alakalı sohbete. YİD- Toplam çalışan sayınız kaç? S.G- Yanlış hatırlamıyorsam 500’e yakın. 210 civarı sendikalı ama biz 54 kişi greve çıktık. YİD- Grevin kaçıncı günü? S.G- Bugün 28’nci gün. YİD- Greve çıkış sebebiniz nedir? S.G- Greve çıkış sebebimiz toplu sözleşme imzalayabilmekti. Uzun süredir devam eden sorunlar vardı. Üç dört ayda bir çıkışlarımız veriliyordu. Çıkışların verildiği dönem çalışanlar 15 gün ücretsiz ve sigortasız çalışmak zorunda bırakılıyordu. Eski yönetimin yaptığı bir uygulamaydı, yeni yönetimin gelmesiyle birlikte bu durumun değişmesini umduk, ama aksine eski uygulamalar devam ettirildi. Ve bununla birlikte maaşlarımızda da düşüş yapıldı. Gerekçesiz işçi çıkarmaları başladı, bütün birimlere listeler gönderildi. Biz de bu duruma kaşı örgütlendik. Sendikalı olduk, Haziran ayında. Eylül ayında toplu sözleşme hakkımız doğdu. Bu süreçte 4,5 ay kadar bir süre toplu sözleşme görüşmeleri sürdü fakat bir sonuç alınamayınca bizde greve çıktık. YİD- Greve çıkılmasına sendika mı karar verdi yoksa işçiler mi? S.G- Bir yıllık süreç içerisinde
aldığımız toplantılarda, gerek sendikalı olmadan önce gerek sendikalı olduktan sonra sürekli tartışıp konuştuğumuz konulardı bunlar ve tamamen işçilerin kendi iradeleri sonucu grev kararı alındı. Esasen greve çıkmak için henüz erkendi, fakat üç arkadaşımız işten çıkarılınca bardağı taşıran son damla oldu. YİD- İşverenin İşçilere DİSK’e geçmeleri yönünde bir baskısı var dediniz! Bunun sebebi nedir? İşveren bununla neyi amaçlıyor? S.G- Bizim toplu sözleşme hakkımız Belediye İş’le, işveren bunu kabul etmediği için olmadı. Fakat DİSK’in sendikası da üyelik yapmaya başlayınca işveren tarafından destek gördü. İşçiler bilinçli bir tutumla işveren tarafından DİSK’e yönlendirilmeye başlandı. YİD- Greve çıkmayıp çalışmaya devam eden arkadaşlarınızın size desteği var mı? S.G- Bu mücadeleyi başarıya ulaştırabilmemiz için içerdeki arkadaşlarımızın desteğine ihtiyacımız var. O arkadaşlarımızın gönüllerinin bizden yana olduğunu da biliyoruz. Her şeyden öte haklı bir mücadele yürüttüğümüzü de biliyorlar. Fakat insanlarda var olan işsiz kalma korkusu, birçoğunun ödemesi gereken borçlarının, banka kredilerinin olması, maalesef pratikte bir şeyler yapmanın önün de engel teşkil etmekte. YİD- Grevde ki kadın erken oranı nedir? S.G- Hemen-hemen eşit gibi, çalışmaya devam edenlerde de oran buna yakın. Greve bütün bölümlerden işçiler katıldı. Hizmetlilerden idari personele kadar her kademede çalışan var. İlk olarak temizlik işçilerinin maaşları asgari ücrete düşürüldü. O
dönem bizler oturma eylemi yaptık ve her bölümden ve meslekten çalışanlar buna destek verdi. O ay için taleplerimiz kabul edildi ama iş güvencemiz yoktu ve bunun mücadelesini veriyoruz. YİD- Peki bu grevin nasıl sonuçlanmasını bekliyorsunuz? S.G- Biz ekmeğimiz için mücadele ediyor ve iş güvencesi istiyoruz. Bu grevin sonucu ne olursa olsun sonuna kadar gitmeye kararlıyız. YİD- Kadınların sosyal ve diğer alanlarda yaşadığı sorunları biliyoruz. Mücadele alanlarında bu durum nasıl? Cinsiyetçi ayırımlar burada da sürüyor mu? S.G- Yaşamın diğer alanlarında olduğu gibi burada da kadınların işi zor, çocuk sahibi olan fakat hem mücadeleyi yürütmeye çalışan hem de çocuğuna bakmak zorunda olan kadınlar var. Evde her ne kadar erkekler yardımcı olsa da işin çoğu gene kadınlara kalmakta, esasen yaşamın diğer alanlarında yaşadığımız zorluklardan çok farklı zorluklar yaşamıyoruz. Daha fazla fedakarlık yapmak burada da kadınlara düşüyor. YİD- Peki kadın ve erkeklerin aldığı ücretler arasında fark var mı? S.G- Hayır yok. Eşit iş yapıyorlarsa aldıkları ücretlerde aynı oluyor. Tabi bu durum aynı taşeron firma da çalışanlar için geçerli. Taşerona göre ücret farkları oluyor. Yani bir temizlik işçisi bir taşeron şirkette 1000 TL alıyorken bir diğer taşeron şirkette aynı işi yapan işçinin maaşı 900 TL olabiliyor. YİD- İçerdeki arkadaşlarınızın desteğini alamazsanız bu grevin sonu sizce ne olur? Şu anda grevde olan işçilerin on katı kadarı işlerinin başında ve çalışmaya devam ediyorlar. Bu konuda ne yapmayı düşünüyorsunuz? Söz konusu hak alma mücadelesi olunca bütün parti ve kurumlarıyla burjuvazi karşınıza dikilecektir. Bu mücadeleyi daha güçlü kılmak gerekmez mi? S.G- Bu anlamda insanları anlayabiliyorum, burası bir belediye ve haliyle siyasi bir partiyle bağı olan bir yer ve bu bağ üzerinden
burada çalışan çok insan var ve bu insanlar bu bağlarını kopartmak istemiyorlar. Ben de CHP’ye oy veren bir insanım ve bu durumu da gayet yanlış buluyorum. Bu şekilde davranan arkadaşların sadece kendilerini düşünüyor olmaları yanlış. Şahsi görüşüm olarak söylüyorum hiçbir partinin söylemini samimi bulmuyorum. Bize gelip destek verdiklerini söylüyorlar ama söz konusu kendi yönetimleri olunca onlarda farksız davranmıyorlar. Esas mesele kendilerine siyasi rant yaratmak diye düşünüyorum. YİD- Teşekkür ederiz, bizlere ve okurlarımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı? S.G- İnsanların hayata ve emeğe değer vermelerini istiyorum! Küçük çıkarlar yüzünden koca bir geleceği kaybediyoruz. Çocuklarına, torunlarına iyi bir gelecek bırakmak istiyorlarsa eğer biraz duyarlı olsunlar. YİD- Mücadelenizi selamlıyoruz ve elimizden geldiğince destekçiniz olmaya çalışacağız. Mücadelenizde başarılar. Bizler işçilerle sohbet ederken Bakırköy Belediyesi Başkan yardımcısı ve bir kısım çalışan, Özgürlük Meydanında Kutlu Doğum Haftası dolayısıyla vatandaşlara gül dağıtıyorlardı. İnsan bu manzarayı görünce düşünmeden edemiyor. Bu nasıl bir ikiyüzlülüktür! Bu nasıl bir pervasızlıktır? Sen insanları mağdur et. Emeklerinin karşılığını dahi ödeme ve karşılarına geçip onlardan gasp ettiğin paralarla insanlara şirin görünmeye çalış ve yüzün hiç kızarmadan yap bunu. Burjuva siyaseti öylesine bir çürümüşlük içinde ki kendisine yabancılaşmamış insanlarda bu çürümüşlüğün her bir derecesi ayrı bir şaşkınlık ve tiksinti uyandırmakta. İşçiler ve emekçiler bunlara kanmaya devam ettiği sürece bu çürümüşlüklerinin kokusunu daha çok yaymaya devam edecekler. İşçi sınıfı kendi partisinin öncülüğün de, bu asalakların iktidarını yıkarak, kuracağı demokratik halk iktidarı ile insanlığın kurtuluşunu sağlayabilir. 17.04.2015
Kısa... Kısa... ADORE İŞÇİLERİ KAZANDI D İ S K 'e b a ğ l ı L i m t e r -İ ş Sendikası'na üye oldukları için işten atılan ve 39 gün direnişte olan ve son 15 günde açlık grevi eylemini yapan Adore Oyuncak işçilerinin direnişi kazanımla sonuçlandı. Limter-İş Sendikası Genel Başkanı Kanber Saygılı, işçilere 16 maaş tutarında sendikal tazminat, ihbar ve kıdem tazminatları, yol ve mesai ücretleri ile direnişte geçen günlerin karşılığında ücret ödeneceğini belirtti. Anlaşma protokolle imza altına alındı.
Antep’te Başpınar Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulu bulunan Zeki Mensucat fabrikası işçileri, ücretlerine asgari ücrete yapılan zam oranın altında zam yapılmasına tepki göstererek 26
Martta iş bıraktılar. 2 gün devam eden eylemlerinin ardından, patronun zam oranını arttırmayı kabul etmesi üzerine yaklaşık 300 işçi yeniden işbaşı yaptı.
SF LEATHER DERİ FABRİKASINDA İŞÇİ KIYIMI
Ege Serbest Bölge’sinde kurulu olan ve 400 işçinin çalıştığı SF Leather Deri Fabrikasında işçilerin Deriteks Sendikası’nda örgütlendiklerini duyan patron, 25 Martta 14 işçiyi “performans düşüklüğü” gerekçesiyle işten çıkardı. Sendikalı işçiler üzerinde
baskıyı ise arttırdı. İşten atılan işçiler 26 Martta ESB girişinde direnişe geçtiler. Deriteks Sendikası yayınladığı açıklamada, patrona işçilerin sendikal haklarını tanıma ve atılan işçileri geri alma çağrısı yaptı.
Başba ka n l ı k Toplu Konut İd a re s i ’n i n ( T OK İ ) To k a t Turhal’da başlşadığı konut projesinde çalışan işçiler son altı aydır maaşlarını alamadıkları gerekçesiyle inşaatın çatısına çıktı. İhaleyi alan Karaahmetoğlu İnşaat’ın sadece işçilere borcu yok. Firma aynı zamanda inşaatın mekanik grup işlerini yapan bir firmaya 970 bin TL borcu var. Alacaklı firmanın sahibi Yusuf Taşcıoğlu, “Bundan 6 ay önce firma herkes işi aldıktan sonra or-
tadan kayboldu. Sonra öğrendik ki iflas etme kararı almış, ondan sonra bizim paraları ödemedi. 6 aydır çalışma yok şantiyede. Ayrıca şöyle bir durum yaşandı. İnsanları çağırdılar ‘ödeyeceğiz’ dediler ama gittiğimizde bizi polise şikayet ettiler. İş yapan firmalar hep icralık” diye konuştu.
TOKİ İŞÇİLERİNİN İSYANI
İşçilerin, hem Ankara TOKİ önünde hem de İstanbul’da firma önünde aynı anda eylem yaptığı dile getirildi.
Mayıs 2015 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
ZEKİ MENSUCAT’TA DİRENİŞ ÖFKELİ
13
VATAN KABLO’DA DİRENİŞ SÜRÜYOR Tekirdağ’ Çorlu’da faaliyet gösteren Vatan Kablo’da çalışan işçilerin büyük çoğunluğu kötü çalışma koşulları nedeniyle Şubat ayından itibaren Birleşik Metal İş’te örgütlenmeye başladı. Sendikaya üye olan 11 işçi işten atıldı. İşçiler fabrika önünde direnişe geçti. İşçiler 17 Nisan’da Çorlu Cumhuriyet Savcılığı önünde işten çıkartılan işçilerin mağduri-
yetlerinin giderilmesi ve bu yasa dışı durumun düzeltilmesi için işveren ve işveren vekilleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Atatürk Meydanı’nda toplanan işçiler, sloganlarla atarak Omurtak Caddesi’nden Çorlu Adliyesi önüne yürüdü. Basın açıklamasının ardından sendika yetkilileri, konuya ilişkin suç duyurusu dilekçesini savcılığa verdi.
TÜVTÜRK’TE SENDİKA DÜŞMANLIĞI Tüvtürk’ün Kocaeli’de bulunan araç muayene istasyonlarında işçiler TÜMTİS sendikasına üye oldular. Çoğunluğu sağlayan sendika, Tüvtürk’e bağlı TEM Kocaeli Araç Muayene İstasyonları A.Ş.’de yetki başvurusunda bulundu. İşçilerin sendikal örgütlülüğüne engel olmak isteyen TEM yönetimi, önce 11 işçiyi işten attı. Atılan işçilerin direnişe geçmesi üzerine Gebze ve Köseköy istasyonlarında çalış-
maya devam eden işçiler direnişçi arkadaşlarına destek verdiler. Fazla mesai dayatmasına karşı çıktılar. İşveren bunun üzerine iki istasyonda çalışan tüm işçileri işten çıkardı. 5 Nisanda 36 işçi önce fazla mesaiye bırakıldılar, akşam iş bitiminde ise işyerine çağrılan polis eşliğinde işten atıldılar. İşçiler diğer arkadaşları gibi direnişe katıldılar.
NESTLE İŞÇİLERİ AÇLIK GREVİNE BAŞLADI Tekgıda-İş Sendikasına üye oldukları için işten atılan 295 gündür direnişte olan 28 Nestle Gıda işçisi, Bursa Karacabey'de bulunan fabrikanın önünde açlık grevine başladı. Patrona açtıkları işe iade davasını kazanmalarına rağmen işe geri alınmayan işçiler, üçerli
gruplar halinde dönüşümlü olarak yapacakları açlık grevini, işe geri alınıncaya kadar sürdüreceklerini açıkladı. İşçiler, 24 saat boyunca fabrikanın önünde kurdukları direniş çadırında nöbete devam edeceklerini duyurdu.
zulmasının, suç işlenmesinin önlenmesi ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla 30 Mart 2015 günü yapılacak
açlık grevi ve çadır kurulmasının yasaklanmasına karar verilmiştir” dediği ifade edildi.
Mayıs 2015 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
AÇLIK GREVİ DE YASAK!
14
Çelik-İş Sendikası İskenderun Şube Yönetimi 23 Martta gerçekleştirdiği basın açıklamasında, OYAK ve İSDEMİR yönetiminin işçilerin sendikal tercihleri konusunda yaptıkları tehditler, baskılar ve işten çıkarmaların devam etmesi halinde 30 Mart’ta açlık grevine başlayacaklarını duyurdu. Açlık grevi Kaymakamlık tarafından yasaklandı. Gerekçe, milli güvenlik ve kamu düzenin bozulmasına engel olmak ve suç işlenmesinin engellenmesi! Sendika yönetimi, eylemlerinin yasaklanmasına dair yaptığı yazılı açıklamada, 27 Martta İskenderun Kaymakamlığına dilekçeyle başvuru yaparak açlık grevi için izin istediklerini belirtti. Kaymakamlığın dilekçeye
cevap olarak “5442 sayılı İl İade Kanununun 32/A, 32/B, 32/Ç maddelerine istinaden milli güvenlik ve kamu düzeninin bo-
Hukuk Köşesi Bu bölümde iş yasalarına göre açıklamalarda bulunmaktayız. Burjuva devletlerde yasalar patronlar ve sermaye yararına yapılır. İşçi sınıfı haklarını almak ve bu haklarını genişletmek için tüm yol ve araçlarla mücadele yürütmelidir. Bunlardan birisi de hiç kuşkusuz Hukuk mücadelesidir. Bu nedenle mücadele yürüten işçi sınıfı yasaları bilmek zorundadır.
İŞSİZLİK ÖDENEĞİ ALMA ŞARTLARI NELERDİR? 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 4. maddesine göre bir işyerinde sigortalı olarak çalışan işçiler işsizlik ödeneği alabilirler. İşsizlik Ödeneği alabilmek için işçinin kendi isteği veya kusuru dışında işsiz kalması, işsiz kaldığı tarihten önceki son 120 gün içinde sürekli çalışmış olması, son 3 yıl içerisinde de en az 600 gün süre sigortalı olarak çalışması ve işsiz kaldıktan sonraki 30 gün içinde İşkur’a başvuru yapması şarttır. Son 3 yıl içinde en az 600 gün ve son 120 günde de aralıksız olarak sigortalı iken işten çıkarıldıysanız işten çıkarılma tarihi itibariyle 30 gün içinde İşkur’a başvurarak İşsizlik Ödeneği
alabilirsiniz. Son 3 yıl içerisinde 600 gün sigortalı çalışanlar 180 gün, 900 gün sigortalı çalışanlar 240 gün, 1.080 gün sigortalı çalışanlar ise 300 gün boyunca İşsizlik Ödeneği alabilir ve diğer haklardan yararlanabilirler. İşten çıkarılmadan önceki 120 gün içerisinde Hastalık, Ücretsiz izin, Disiplin cezası, Gözaltına alınma, Hükümlülükle sonuçlanmayan tutukluluk hali, Kısmi istihdam, Grev, Lokavt, Genel hayatı etkileyen olaylar, Ekonomik kriz veya Doğal afet nedenlerinden herhangi biri dolayısıyla işyerinde faaliyetin durdurulması veya işe ara verilmesi halinde, bu durumlardan kaynaklanan eksik günler son 120 günün hesabında dikkate alınmaz. İşsizlik Sigortası kapsamında işsizlik ödeneği alınacağı gibi aynı süre içerisinde Genel Sağlık Sigortası primleri devlet tarafından ödenir. Yani sağlık hizmetlerinden ücretsiz olarak yararlanılabilir. Ayrıca bu süre içerisinde İşkur’un meslek geliştirme, edindirme ve yetiştirme eğitimlerinden yararlanılabilir. İşsizlik Ödeneği miktarı son 4 aylık sigorta primi ödenen brüt ücretin günlük ortalamasının %40’ı olarak hesaplanmaktadır. Verilecek işsizlik ödeneği miktarı aylık asgari ücretin brüt tutarının %80’ini geçemez. Ayrıca bu ödenek üzerinden binde 7,59 oranında Damga Vergisi de kesilmektedir??? Asgari ücretle (2015 ilk altı aylık asgari ücret) çalışan bir işçinin alacağı İşsizlik Ödeneği tutarı 476,95 TL’dir. Sorularınızı iscikosesi@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
BREZİLYA’DA İŞÇİLER TAŞERONA HAYIR DEDİ Taşeron çalışma, işçilerin daha fazla sömürülmesinde dünyanın her yerinde sermayenin kullandığı en önemli koşullardan biri. Sermayenin denetimindeki
devletler de bu temelde yasaları çıkararak sermayenin yanında durduklarını açık bir biçimde gösteriyorlar. Brezilya’da da ise işçi ve emekçiler, taşeron çalışmayı yaygınlaştıran yasayı bir günlük genel grevle protesto ettiler. Ülkenin en büyük sendikası CUT’un öncülüğündeki grev ve eylemlere Topraksızlar ve Çatısızlar Hareketleri (MST) destek verdi. YUNANİSTAN DA İŞCI EYLEMLERİ DEVAM EDIYOR Yunanistan'ın Halkidiki yarımadası Skuries bölgesindeki altın madeni ocaklarında çalışan bin-
lerce işçi ve aileleri, madenlerin kapatılmaması amaçlı gösterilerle meydanlara çıktılar. Ellerinde bayraklarla slogan atan ve meclise yürüyen madenciler, işsizler silahlı gücüne teşrif etmek istemediklerini haykırdı . Yeraltı Maden ocaklarının kapat ı l ma ması nı talep eden madenciler Çevre Bakanlığı Vekili Yannis Çironis i l e gör ü ş e re k müzakere taleplerini ilettiler ve fakat umduklarını bulamadılar. Bakanla görüşmeden umduğunu bulamayan işçiler gösterilerini artırarak devam ettireceklerini belirttiler.
FRANSA HAVALİMANLARINDA GREV Fransa’daki havalimanlarında hava trafik kontrolörleri iki günlük greve gitti. Grev, hava trafiği sendikası SNCTA tarafından, üyelerinin çalışma koşullarının iyileştirilmesi talebiyle başlatıldı. Grev nedeniyle yüzlerce uçuş ertelendi, uçuşların yüzde 40’ı yapılmadı. Fransız Havayolları’nda özellikle orta ve kısa mesafe uçuşları grevden olumsuz etkilendi. Grevden etkilenen İrla nda havayolu şirketi Ryanair ise 250’den fazla uçuşunu iptal etmek zorunda kaldı. 16-18
Nisan ve 29 Nisan-2 Mayıs arasında da havayolu trafiğinde grevler bekleniyor. Ç İ N: M O Ğ O L I S TA N ’ DA K İ M YA FABRIKASINA KARŞI PROTESTOLAR Moğolistan-Daqintale’de çevrenin tahribatına karşı protesto gösterileri gerçekleşti. Bir kimya fabrikasından zehirli gazların salınımını protesto eden bin kişiye karşı 2 bin polis göz yaşartıcı gaz, plastik mermi, tazyikli su kullanarak göstericilere saldırdı. Çin’in içindeki özerk bölge olan İç Moğolistan’da, madencilik şirketlerinin yarattığı hava kirliliği ve ekilebilir toprakları gasp etmelerine karşı çobanlar haftalardır protesto gösterileri düzenliyor. 21.04.2015
Mayıs 2015 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
DÜNYADAN İŞÇİ HABERLERİ
15
ATOM ÖLDÜRÜR! NÜKLEER ENERJİYE, NÜKLEER SANTRALLERE
! R I Y A H Yeni Dünya İçin ÇAĞRI Sahibi ve Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Hüseyin Gül • Yönetim Yeri ve Adresi: Fatih Mah. Bahçeyolu Cad. Ülbeği İş Merkezi No: 11 Kat: 4 Esenyurt - İstanbul • Tel/Fax: (0212) 620 67 57 • e-mail: info@ydicagri.com • web: www.ydicagri.com YDİ ÇAĞRI Sayı 175 nin İşçi Özel Sayısı •Mayıs 2015 • Fiyatı: Türkiye: 1,00 TL · Türkiye Dışı: 1,00 Avro Baskı: Berdan Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No: 215-216-239 Topkapı/İstanbul Tel: (0212) 613 11 12 • Yayın Türü: Yerel Süreli