07 2014

Page 1

Yeni Dünya İçin ÇAĞRI • Özel Sayı • Temmuz 2014 • Fiyatı: 1,00 TL

VEBA MI KOLERA MI, AİDS Mİ KANSER Mİ TERCİHİNE HAYIR!

1 NO’LU ŞUBEDE BİR DEVİR KAPANDI

İHANETE UĞRAYAN DİRENİŞ

Tunus Dersleri

Güvercin Anıldı

SEYİTÖMER’DE DİRENİŞ

MADIMAK KATLİAMI LANETLENDİ! Emekçiler Torba'ya Girmeyecek!


YİNE SEÇİM ZAMANI Egemenler 30 Mart yerel seçimlerinden sonra yine bizleri sandık başına çağırıyor. Bu defa Cumhurbaşkanını seçmemiz için. Cumhurbaşkanı adayları belli oldu ve yarış başladı…

çim yapmaktır. Aids’mi, kanser mi seçimi yapmaktır. Tayyip ile Ekmeleddin arasında özsel hiçbir fark yoktur. İkisi de işçi, emekçi, halk düşmanıdır. İkisine de oy vermemeliyiz! Eğer seçim ikinci tura kalırsa, seçimin Erdoğan ve Ekmeleddin arasında geçeceği bizim için kesindir. Bu durumda ikinci turu boykot etmek tek doğru seçenektir.

Temmuz 2014 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

SEÇİMLER NEYİ DEĞİŞTİRİR?

2

Kapitalizmde seçimler gerçekte sömürü sisteminin sürdürülmesinin halkoyuna dayandırılması için vardır. Seçimler yoluyla burjuvazi sömürü düzenine demokratik meşruiyet kazandırır. Seçimler yoluyla sömürü düzeninin özünde hiç bir değişiklik yapmak mümkün değildir. Seçimler işçilerin emekçilerin temel sorunlarını çözemez. Seçimler özde bir şey değiştirecek olsaydı, burjuvazi seçimleri yapmazdı. İşçilerin, emekçilerin temel sorunlarının çözümü için devrim gereklidir. İşçi ve emekçi yığınların kendi iktidarı gereklidir. Burjuvazinin iktidarda olduğu şartlarda bizim açımızdan seçimlerin anlamı şudur: Seçimlere işçilerin-emekçilerin katılması, oy kullanması yönünde çağrı yapılıyorsa, bu sonuçta işçi sınıfı ve emekçi yığınlar arasında komünist, sosyalist, devrimci düşüncelerin etki alanını ölçmek için, işçi ve emekçilerin siyasi olgunluk derecesini ölçmek için bir araçtır. Daha fazlası değil. Biz seçimleri, komünist faaliyet açısından dikkate alır, her seçimi içinde bulunulan somut şartlara göre değerlendirir, seçimlere katılıp katılmayacağımızı, katılacaksak nasıl katılacağımızı somut değerlendirerek uygun taktiği belirleriz. Seçim ortamları halkın en fazla siyaset içine çekildiği, işçi sınıfı ve emekçi yığınlar içinde ve arasında da siyaset üzerine en yoğun konuşulduğu ortamlardır. Bu ortam komünist düşüncelerin işçi sınıfı ve emekçiler içinde propagandası için, aydınlatma ve örgütlenme faaliyeti için fırsatlar sunar. Bu fırsatlardan maksimum yararlanmak bizim görevimizdir. Bütün komünist faaliyette temel sorun, işçi sınıfı ve emekçiler içine komünist düşünceleri, alternatifi, burjuva düşüncelerle çatışma içinde taşımak, işçi sınıfının ve emekçi yığınların bilinç ve örgütlenme seviyesini yükseltmektir. Hangi taktik bunun için daha elverişli şartlar yaratır? Somut koşullar değerlendirilerek uygun

NE YAPMALI?

taktik belirlenmelidir. GÜL GİDİYOR! Cu mhurbaşka nı Abdu l la h Gül’ün görev süresi 28 Ağustos’ta sona eriyor. 2007 yılında Anayasa değişikliği referandumu ile gerçekleşen Anayasa değişikliğiyle, TC tarihinde ilk defa bir Cumhurbaşkanı halk oylaması ile seçilecek. 12. Cumhurbaşkanını belirlemek için seçimin ilk turu 10 Ağustos’ta yapılacak. Seçimin ikinci tura kalması durumunda, -adayların ilk turda kullanılan oyların %50+1’i alamaması durumunda- en çok oyu alan iki adayın katılacağı ikinci tur 24 Ağustos’ta yapılacak. Yu r t D ı ş ı n d a y a ş a y a n TC vatandaşları ilk defa bu Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy kullanacaklar. YSK tarafından birinci tur seçim için 31 Temmuz-3 Ağustos, ikinci tur için 17-20 Ağustos oy kullanma tarihleri olarak belirlendi. 30 Mart yerel seçimlerinde kayıtlı seçmen sayısı 52.695.831 idi. Yurt dışındaki seçmen sayısı 2 milyon 734 bin.

CUMHURBA ŞK ANI NA SIL OLUNUR?

Cumhurbaşkanının nitelikleri anayasanın 101. maddesinde belirtilmiştir. Cumhurbaşkanın görev süresi 5 yıldır. Cumhurbaşkanı adayının 40 yaşını doldurmuş, yüksek öğrenim yapmış olması, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip TC vatandaşı olması gerekmektedir. Bir kişi iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir. Cumhurbaşkanlığına aday olabilmek için en başta en az yirmi milletvekilinin imzasının adaylık müracaatı için gerekliliği şartı, üniversite/yüksek okul mezuniyeti şartı antidemokratiktir. Bu gerçek anlamda devrimci, bağımsız bir kişinin Cumhurbaşkanlığına

aday olmasını en baştan engelleyen şartlardır.

YETKİLERİ

Türkiye’de Cumhurbaşkanının önemli yetkileri vardır. Bu yetkilerden bazıları şunlardır: Meclisin kabul ettiği yasaları onaylamak, yayınlamak, Meclisten geçmiş yasaları tekrar meclise geri göndermek, Anayasa değişikliğine ilişkin yasaları halkoylamasına sunmak, Başbakanı atamak, istifasını kabul etmek, Bakanları atamak, TSK başkomutanı olmak, Genelkurmay başkanının atamasını yapmak, Milli güvenlik kurulunu toplamak ve başkanlık etmek, üniversite rektörlerini atamak, Anayasa mahkemesi üyelerini atamak, Yargıtay cumhuriyet başsavcısını atamak vb.

ADAYLAR

Recep Tayyip Erdoğan. AKP adayı, Başbakan. Ekmeleddin İhsanoğlu. Eski adı İslam Konferansı Örgütü olan İslam İşbirliği Teşkilatı eski Genel sekreteri. MHP, CHP ortak çatı adayı. DSP, BTP, DP tarafından destekleniyor. Selahattin Demirtaş. Avukat, HDP Eş Başkanı. HDP/BDP adayı. MHP, CHP din soslu bir aday göstererek AKP tabanından oy olma hesabı yapıyor. Bu hesap boş bir hesaptır. Cemaat, MHP, CHP ittifakının çatı adayının AKP tabanından oy alma şansı yoktur. Cumhurbaşkanlığı seçimi bugünkü güç dengesinde egemen sınıfların kendi aralarındaki iktidar dalaşına sahne olacaktır. Esas olarak AKP ile AKP karşıtı cephe arasında bir yarış yaşanacaktır. Egemenler arasındaki iktidar mücadelesinde taraf olmamalıyız. Ne Erdoğan’ı ne de İhsanoğlu’nu destek lemel iy i z . Tay y ip i le Ekmeleddin arasında seçim yapmak, veba ile kolera arasında se-

HDP/BDP’nin Cumhurbaşkanı aday ı S ela hat t i n Dem i r t a ş, Tay y ip’ten, Ek meledd i n’ den farklı bir adaydır. Diğerleri ile aynılaştırılamaz. Selahattin Demirtaş Tayyip ve Ekmeleddin’den değişik olarak burjuva demokrasisine yakın görüşlerin temsilciliğini yapmakta; objektif olarak TC’de burjuva demokrasisine doğru gelişmede şu an en olumlu rolü oynayan partinin adayı olarak seçimlere katılmaktadır. Bizim bu seçimde kendi adayımızı çıkarma imkanımız yoktur. Selahattin Demirtaş’ın alacağı oylar Türkiye, Kuzey Kürdistan’da şu anda sonuçta burjuva demokrasisine verilmiş oylar olacak, burjuva demokrasisinin anda geçerli oylar bazında gerçek gücünün ne olduğunu gösterecektir. Bu devrimci ve komünist güçlerin gerçek durumu daha iyi görmesi açısından iyi olacaktır. B u n e d e n l e r l e Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda Selahattin Demirtaş’ı desteklemeliyiz. Selahattin Demirtaş’ın alacağı oy BDP/HDP’nin ve onun kuyruğundaki kimi devrimci örgütlerin toplam % 6,5 olan oyunun ne kadar üzerine çıkarsa, bu burjuva demokrasisinin bu arada bu hareketin en kitlesel gücü olan Kürt ulusal hareketinin pazarlık gücünü o kadar arttıracaktır. Burjuva demokrasisi, faşizm ile karşılaştırıldığında, tercih edilebilir bir yönetim biçimi olsa da, sonuçta o da burjuva diktatörlüğüdür. Burjuva demokrasisi faşist tedbirlerle el ele yürüyen bir diktatörlüktür. Biz burjuvazinin diktatörlükleri altında yaşamaya mecbur değiliz. Faşizm karşısında burjuva demokrasisini tercih etmeye mecbur değiliz. Bizim kendi alternatifimiz var. Halk demokrasisi, halk iktidarı! Seçimler kurtuluş değil! Kurtuluş halk iktidarında, devrimde! 04.06.2014


Son dönemlerin belki de en popüler olayları seçim süreçleri oldu. Malum daha yakın zaman içinde oldukça gürültülü seçim kampanyası içinden geçtik ve önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, 2007 yılında AKP tarafından referanduma sunularak Anayasaya eklenmiş bir maddedir. Meclis içerisinde AKP tek başına cumhurbaşkanını seçmek için yeterli 367 sandalye sayısına sahip olamadığından yola çıkarak son çare anayasal bir değişikliğe gitmiş ve aldığı yüksek oylara güvenerek -madem mecliste Cumhurbaşkanını seçemiyoruz öyleyse seçimi halk yapsın- deyip böylesi bir madde eklenmiştir ve yakın zamanda yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçiminin yolunu da açmıştır. 1982 referandumuyla zorla kendini kabul ettiren darbe döneminin faşist karakteri Kenan Evren Cumhurbaşkanlığını saymazsak İlk kez halk tarafından seçilecek bir cumhurbaşkanı olacak. Cumhurbaşkanının ilk kez halk tarafından seçilecek olması kimileri için önemli görülebilir, fakat nihai olarak adaylar yine meclisin inisiyatifine bırakılmış durumda. En az 20 milletvekilinin imzasının gerekli kılınması, başka adayların belirlenmesin de en önemli etkendir ve aslında seçime gidecek olan halkın sadece oy kullanmaktan öteye gidemeyeceğidir. Kısacası bize sunulacak adaylarla yetinmekten öteye gidemiyoruz ve bunun adına demokratik seçim, halk seçimi demek ne kadar mantıklı olabilir? Bu koşullarda seçimlerin ne kadar demokratik ve halkçı yanı olduğunu oy kullanacak olanlara bırakıyorum. Seçim kampanya ları na damga vuran bir diğer konu ise adayla r ı n k i m l i k ler i. Cumhurbaşkanlığ ından çok adayların muhafazakar mı, laik mi, milliyetçi mi, seküler mi tartışmaları öne çıktı. Geçmiş deneyimlerden yola çıkarak gördük ki laik ya da milliyetçi vb. olan yöneticilerin toplumun çıkarlarına hizmet etmediğidir. Yanılgı adayların kimliklerini teşhis etmekte de kendini göstermektedir. Seçimin siyasi partiler için de önemi oldukça büyük. CHP-MHP çatı siyaseti için asıl mesele AKP karşısında güç kazanma, AKP karşıtlığı üzerinden bir seçim pro-

pagandasını devam ettirerek yerel seçimlerde kaybettikleri enerjiyi Çankaya üzerinden toparlama yolu izliyor. AKP için ise başkanlık sistemine gidecek yolda önemli bir alan açma ve 2023 hedef siyasetini sağlama almak peşinde. Bu anlamda RTE’nin adaylığını koyup seçilmesi AKP’nin politikalarını devam ettirmesi için önemli olabilir ya da AKP için büyük bir pişmanlık. Çünkü AKP’nin sonunun da Özal-ANAP bir diğeri Demirel-DYP döneminde olduğu gibi Erdoğan’sız partiyi de aynı son bekleyebilir düşüncesi AKP içinde de hakim. HDP’nin adaylardan umduğunu bulamaması ve yakın zamana kadar CHP’ye el uzatmasına rağmen CHP’nin bu yakınlaşmaya sırt çevirmesi HDP’yi de kendi adayını belirlemeye götürdü. Aslında herkesin beklediği bir durumdu bu. Çünkü ne CHP, ne de AKP HDP ile ortak bir zeminde buluşma taraftarı olmadıklarını göstermişti. Kaldı ki HDP seçimlere ilkesel yaklaştığını belirterek kendi ilkeleri doğrultusunda adaylar araştırmasına girmişti. Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı makamı önemli bir alan olara k gözü k se de esası nda Cumhurbaşkanının siyaseti yürütme, belirleme yetkisi yok. Fakat önemli yetkilere sahip, partilerin üzerinde durduğu en önemli konu da bu. Hükümetin çıkartacağı her yasa ve kararnameler Cumhurbaşkanının onayından geçmesi gerekiyor. Bürokrasideki atamalar da yine Cumhurbaşkanlığınca belirleni-

yor. AKP hemen her alanda yürütme ve yasamada etkin bir güce sahip ve bu makamı da kaptırmak istemeyecektir. Asıl vahim olanı yeni Cumhurbaşkanlığı seçim yasası ile bugüne kadar bildiğimiz “Cumhurbaşkanı tarafsız olmalıdır” kuralının da artık tamamen değiştiğidir. Adayların partilerin yürüteceği ve destekleyeceği kampanya ile seçime gidilmesi “tarafsızlığı” da gölgede bırakıyor. Bütün bunların dışında yakın zamanımızdan da yola çıkarsak köşke çıkan her Cumhurbaşkanı iktidardaki gücün temsilcisi olmaktan öteye gidemediğini de gördük ve biliyoruz. Gelelim asıl meseleye. Seçim süreçlerini kapitalizmin iktidarlığında kitleleri uyutma, yalan vaatlerle oyalama, burjuvazinin işçiler ve ezilenler üzerindeki oyunlarını meşrulaştırma politikalarına hizmet ettiğini biliyoruz. Kuşkusuz bu seçime katılan bütün siyasi partiler için geçerli değil. Devrimci, demokrat, sosyalist adaylarda kendini seçimlerde gösterebilir. Ezilenlerin temel hak ve hürriyetleri için parlamenter yolla mücadele yürütebilir. Fakat bu de-fakto bir durumdur. Güç dengeleri arasında aşılması gereken bir sorundur. Bugünkü koşullar içinde bu sorunun henüz aşılmadığı ortadadır. Gerçek anlamda bir sınıf partisi seçimlerde kendini gösteremez durumdadır. Bunun koşulları henüz hazır değildir. Fakat HDP bu misyonu üstlendiğini göstererek seçimlere katılıyor. HDP oluşum aşamasında bir çok çevreyi kendi içerisinde entegre etti. Bunlara sosyalist olduğunu söyleyen çev-

relerde dahil. HDP içinde birçok yanlışı, eksikliği barındırmasına rağmen (konumuz dışında kaldığı için yanlışlara ayrıca değinilebilir ya da YDİ ÇAĞRI sayfalarında katıldığım eleştirilere bakılabilir) bu yanlışların içindeki siyasi çevreler tarafından dillendirilmediği ortada. HDP/BDP her ne kadar ezilen ulus partisi olarak örgütlenmiş bir yapı olsa da, egemen sınıf partileri ile arasında fark olsa da sınıfsal karakteri açısından sistem içi bir partidir. Sistemi devrimle yıkma programına sahip değildir. Gelinen yerde BDP’nin programı ile Kürt liberal burjuvazisinin programı örtüşmektedir. BDP’nin seçimlerde güç elde etmek istemesi ve bütün kesimleri kapsayacak bir Türkiye partisi olmak istemesi de bu karakterinden kaynaklıdır. Bu doğrultuda Cumhurbaşkanlığı seçimine kendi adayı ile katılması anlaşılır bir durumdur. Siyasilerin bu güç savaşında yürütülen kampanyalar işçilerin ve emekçilerin gündeminden hiç düşmediği ortada. İşçiler arasında da büyük ayrışmalara yol açıyor. Her seçimde olduğu gibi kamplaşma işçiler arasına da yansımış durumda. Kendi sınıf sorunları bir kenara bırakılıp siyasi partilerin lakırdılarına daha çok kulak verilmekte. İşçiler ve emekçiler seçim malzemesi olarak kullanılmakta. Tüm bunlardan daha da vahimi toplumu ilgilendiren bütün kritik kararlar sadece birinci ya da ikinci kişilerin inisiyatifine bırakılmakta. Bu durumun gerçek demokrasi ile örtüşen bir yanı yoktur. Demokrasi RTE’nin savunduğu biçimiyle sadece “sandık” değildir. Toplumun bütün alanlarına özgürlüğün yaygınlaştırılması demektir. Halkın yönetime parlamentarizm ya da başkanlık gibi dolambaçlı yollarla değil doğrudan müdahil olması ve müdahale edebilmesi demektir. En ileri burjuva demokrasileri bile bu hakkı tanımazken Türkiye-Kuzey Kürdistan’da ki sözde demokrasilerden özgürlük beklemek büyük bir yanılgıdır. İşçilerin, ezilen halkların bu yanılgılardan kendilerini kurtararak haydutların diktatörlüklerine karşı proletaryanın diktatörlüğü doğrultusunda sınıf mücadelesini yükseltmek görevine sıkıca sarılmalıdırlar. 30.06.2014 YİD okuru

Temmuz 2014 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ NEYİ DEĞİŞTİRİR?

3


Temmuz 2014 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

1 NO’LU ŞUBEDE BİR DEVİR KAPANDI

4

Tez Koop İş Sendikası İstanbul 1 No’lu şubenin 20. Olağan Genel Kurulu, 28 Haziran Cumartesi g ü nü Topkapı Hol iday Inn Otelinde yapıldı. Tez Koop İş Sendikası içinde 1 No’lu şube önemli şubelerden biridir. Yıllarca aile şirketi gibi yönetildi. Şube başkanlığı kayınpeder, damat, yeğen arasında el değiştirdi. Tez Koop İş Sendikası genel başkanlığını bir dönem yapan Gürsel Doğru aynı zamanda temizlik şirketi sahibi bir patrondu. Gürsel Doğru sendikanın örgütlü olduğu işyerlerinde, örneğin Carrefour’un temizlik işlerini de yapıyordu. Sendika ağası aynı zamanda Carrefour’da TİS imzalıyordu. 1 No’lu şubenin son yapılan Genel Kurulun da aile yönetimi yıkılmış görünse de, yönetimin bir bölümünün taşeron ile hareket etmesine, kayyum istemesine karşı mücadeleci işçiler karşı çıktılar. 20 Olağan Genel Kurul’da aile yönetimi kalıntılarını yönetimden çıkarmak için ayrı liste oluşturdular. Sabahın erken saatlerinde otel önüne gelen Carrefour, Real işçileri “Birlik, mücadele, zafer!, İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!, Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz!, Zafer direnen emekçinin olacak!” sloganları ile salona girdi. Genel Kurul’un yapıldığı salona şu pankartlar asılmıştı: “Emeğ i m i z , onu r u mu z ve sendikamız için ayağa kalk!”, “Soma katliamını unutmayacağız, unutturmayacağız!”, İşçilerin birliğ i sermayey i yenecek!”, “Taşeronlaştırmaya, güvencesizleştirmeye, sendikasızlaştırmaya hayır!” Divan başkanlığına sendika genel başkanı Osman Gürsu, divan üyeliklerine genel merkez yöneticileri seçildi. Konukların konuşması bölümünde iki kişi konuştu. Sefa A rsla n Tez Koop İş Sendikası 5 No’lu şube üyesi: “Sendikamıza kayyum gelmesini kabullenemedim. Kayyum işçilerin içine saplanan hançerdir. Kayyum istemek ihanettir. İşçi arkadaşlar bilinçli olsa kayyum gelemezdi. Bu nedenle işçi eğitimlerine öncelik verilmelidir. Carrefour işçilerini takip ediyorum. Mücadelelerini takdir ediyorum. Tüm şubelerimizde böyle işçiler olmalı. 1 No’lu şube sendikamızda dönüm noktası olacak.”

Mustafa Barın Ankara 2 No’lu şube başkanı: “Kayyum istendi. Geldi. Genel Kurul yapıldı. Yine mahkemeye gidildi, kayyum istendi. Yaşadığımız süreç hiçbir sendikada yaşanmıyor. Sendikamız işlevsiz hale getirildi. 2 yıl kaybedildi. Kendine endeksli, kişisel çıkar, hırs olduğu sürece bu sorunlar devam edecek. Gelecekte Türk İş’i şekillendirecek büyük sendikalardan biriyiz. Bunu engellemek istiyorlar.” Sendika Genel Başkanı Osman Gürsu kısa bir konuşma yaptı: “Sendikamıza bu süreci yaşatanlar işçi arkadaşlarımız değil. Profesyonel sendikacılık yapan kadrolar ve bu arkadaş-

ların peşine takılan artıklardır. Tez Koop İş Sendikası sabırlı bir

sendikadır. Sendikaya zarar vermek isteyenlere artık hoşgörülü


vermiştik. Fakat gerçek durum bu değildi. Yönetim olarak yaptığımız ilk toplantıda önemli kararlar aldık. Mağazalara gittiğimizde işveren vekilleri ile yalnız görüşmeme, görüşmelerde mutlaka temsilci arkadaşların olması, bölgelerde aylık temsilci toplantılarının yapılması, genel anlamda işçilerin Toplu İş Sözleşmesi süreçlerine katılımlarının sağlanması kararlarını aldık. Uygulamada şube başkanı bu kararlarımızı uygulamadı. İşveren vekilleri ile yalnız görüşmeyi tercih etti. İşverenle görüşmelerde temsilci arkadaşlarımız bulunmadı. İşyerlerine gidilerek temsilcilerle birlikte işçi arkadaşlarımız bölümlerinde ziyaret edilmedi. Aylık temsilci toplantıları yapılmadı. İşçi arkadaşlarımızın Toplu İş Sözleşmesi süreçlerine katılımları sağlanmadı. İlk kırılmayı böyle yaşadık. Kısa süre içinde yönetim ikiye ayrıldı. Şubemizin başkanı ve onu yönetim içinde destekleyen arkadaşlar, eski bilinen yöntemle hareket ettiler. Sarı sendikal anlayış doğrultusunda taşeron ile bağlarını sürdürdüler. Kayyumcuların saflarında yer aldılar. Şube başkanı işçilerle hareket etme yerine üstten işveren vekilleri ile çalışmayı tercih etti. Şube başkanı Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinde, pasif, edilgen, sorunları genel merkeze havale eden bir yaklaşım sergiledi. Sendikal çalışma anlayışımız farklı olduğu için birlikte çalışma durumumuz maalesef olmadı. Sendikamızda kadın işçilerin yönetici pozisyona gelmesi için pozitif ayrımcılık uygulanması gerektiğini, özel kadın çalışması yapılması gerektiğini düşünüyor ve öneriyorum. Bunun için sen-

dikamız merkezi düzeyde kadın komisyonu oluşturmalı, bilinçli kadın çalışması yürütülmelidir. Biz şubemizde özel kadın çalışması yapacak kadın komisyonu oluşturacağız. İşyeri komiteleri, genç işçiler komisyonu, engelli işçiler komisyonu, örgütlenme ve eğitim komisyonu, TİS komisyonu, basın yayın komisyonu, sosyal etkinlikler komisyonu kuracağız. Bu komisyonlara işlerlik kazandıracağız. İşçilerin söz ve karar sahibi olmasını, karar süreçlerinde yer almasını sağlayacağız. TİS sürecinde tüm işyerlerinde işçilerin önerileri temel alınarak taslak oluşturacağız. TİS için bölge ve il komiteleri oluşturacağız. Komitelerde öneriler tartışılacak, talepler doğrultusunda hazırlanan taslak TİS görüşmelerinde anlatılacak, olmazsa olmazlar belirlenecek, TİS masasında mücadeleci bir anlayışı işçi arkadaşlarımızla birlikte ortaya koyacağız. Her TİS görüşmesinden sonra, masada ne görüşüldüğü konusunda işçi arkadaşlarımıza bilgi vereceğiz. Şubemizde çalışma ilkemiz işçiler arasında güveni, dayanışmayı ve iletişimi sağlamak olacaktır. Soma’ daki sendikacı tipine, madene inmeyen, mağazalara gidip işçi arkadaşları görmeyen sendikacı tipi Erdal Şahin sendikacılığına son vereceğiz! Aidat sendikacılığına son vereceğiz. İşçi arkadaşlarımızla işçilerinin sorunlarını işçilerle birlikte çözmeyi hedefleyen sendikal anlayışı şubemizde egemen kılacağız. Taşeronların, kayyumcuların, işbirlikçilerin sendikamıza verdiği zararın hesabını sormak

için geliyoruz! Bugün bu genel kurulda işçiler ile hanedan karşı karşıya! Bizim rakibimiz Erdal başkan değildir. Erdal Şahin bir Truva atıdır. Bu Truva atı içinde taşeronlar, kayyumcular, işbirlikçiler, patronlar var. Bizim kavgamız, mücadelemiz bunlarladır. Bu mücadelenin adı sınıf mücadelesidir. Örgütlü işçilerin gücüyle bu hanedanlığı yıkacağız!” Necla Önder’in konuşması sırasında “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!, Susma haykır taşerona hayır!, İşçilerin birliği taşeronu yenecek!, Susma haykır kadına şiddete hayır!, Yaşasın örgütlü mücadelemiz!, Özgürlük savaşan işçilerle gelecek!, İnadına sendika inadına Tez Koop!” sloganları atıldı. Mevcut şube başkanı ve başkanlığa aday Erdal Şahin yaptığı konuşmada şunları söyledi: “En çok eğitim yapan şubelerden biriyiz. Hatalarımız varsa ortak, sevaplarımız varsa da ortaktır. 3 yıl önce Erdal’sız olmaz denildi. Genel kurul yapıldı. Arkadaşlarımla yönetime geldim. 2 ay sonra Olağanüstü istendi. Neden? Ekip değilsiniz denildi. 2 ay önce ekiptik, 2 ay sonra ekip olmadık. Olağanüstü genel kurulara karşıyım. Kayyuma bende karşıyım. Kim kayyum istiyorsa Allah belasını versin. Alpark protokolünü Gürsel Doğru ve Rahim Sarıpolat imzaladı. Benimle bir ilgisi yok. Rahim beye rakip oldum, seçimi kazandım. Aynı anlayışı nasıl sürdürebilirim? Herkese sahip çıktım, sahip çıkmaya devam edeceğim. Kendisini para için satan maldır. Bu sendikaya bir kara sürdüysem çıkın söyleyin. İşverenlerle toplantı yaptığım doğrudur. Toplantılarda yalnız değildim. Yönetimden diğer arkadaşlarım da vardı. Kimseyi satmadım.” Necla Önder, Erdal Şahin’in şube başkanlığına aday olduğu iki ayrı liste temelinde seçim yapıldı. 114 delegeden 112 delege oy kullandı. 3 delegenin oyu geçersiz sayıldı. Necla Önder 63 oy alarak şube başkanı seçildi. Erdal Şahin 46 oy aldı. 1 No’lu şube yönetiminde hanedanlık, aile yönetimi yıkıldı. Kalıntılar temizlendi. Yeni bir yönetim seçildi. Yeni başkan Necla Önder konuşmasında programını açıkladı. Şimdi yapılacak şey programımın gereğini yerine getirmektir. Bizler de bu programın takipçisi olacağız. 29.06.2014

Temmuz 2014 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

davranmayacağız. İşçiler bizimle dalga geçiyor. Bir kayyum gidiyor, yeni bir kayyum isteniyor. Tez Koop İş Sendikasının eksiklikleri, yanlışları vardır. Bunları düzeltme mücadelesi veriyoruz.” Delegelerin konuşması bölümünde 10 delege konuştu. 5 delege yönetime aday Necla Önder’e desteklerini açıklayıp, mevcut şube yönetimi Erdal Şahin’i eleştirdi. 5 delege de mevcut şube başkanı Erdal Şahin’e desteklerini açıklayarak genel merkez yöneticilerini eleştirdi. Necla Önder listesini destekleyen delegelerin mevcut şube başkanına getirdikleri en önemli eleştiriler şunlar: “İşyerlerinin düzenli ziyaret edilmemesi, işyerlerine gidildiği durumlarda işçi, temsilci arkadaşlarla görüşülmemesi, üstten işveren vekilleri ile görüşülmesi, işbirlikçi sendikal anlayışın geliştirilmesi, işverenlerle görüşmelerde pasif, edilgen bir tutum izlenmesi, taşeron ve kayyumcuların safında yer alınması, disiplin kurullarında işçilerin yanında yer alınmaması, işçi haklarının tam anlamıyla savunulmaması, eğitime önem verilmemesi, temsilci toplantılarının düzenli yapılmaması vb.” Mevcut şube başkanının destekleyen delegelerin getirdikleri eleştiriler kısaca şunlar: “Şube başkanın çalışması engellendi, şubede ayrıştırmaya gidildi, demokrasi yok ötekileştirme var, Real TİS sözleşmesi satış sözleşmesidir, sendikada muhalefet istenmiyor, sendika işçiye sahip çıkmıyor vb.” Delegelerin konuşması bölümünde iki listeyi destekleyen delegeler arasında yer yer gerginlik yaşandı. Karşılıklı laf atmalar, sataşmalar yaşandı. Divanın müdahalesi ile gerginliğin büyümesi engellendi. Şube başkanlığına aday Necla Önder yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Carrefour, Real işçileri 1 Nolu şubenin hanedanlıkla, aile şirketi gibi yönetildiğini gördü. Kayınpederden damada, damattan yeğene, yeğenden kalıntılara geçen şube yönetimine hakim olan anlayış patronlarla çıkar ilişkisine dayalı bir anlayıştı. Bu işleyiş işçi sendikasında olmaması gereken bir anlayıştı. Bu anlayışa karşı arkadaşlarımla bir mücadele yürütmeye çalıştık. Şubemizin son genel kurulunda yeni bir yönetim işbaşına geldi. Şubemizin hanedanlıkla yönetilmesine, aile şirketi gibi yönetilmesine görünürde son

5


ŞİŞECAM DA GREV Şişecam’a ait 10 fabrikada çalışan 5800 cam işçisi greve çıktı. Grev, Kristal-İş Sendikası ile Cam İşverenleri Sendikası arasında sürdürülen 24. Dönem Cam Grup Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine başladı. Kristal İş Sendikası, görüşmelerde ücret zammı, düşük ücretli çalışanlar için talep edilen iyileştirme zammı, işe giriş ücreti ve bazı parasal haklar üzerindeki anlaşmazlıkların giderilemediğini açıkladı. Ayrıca iş güvencesi ve kazanılmış haklara dönük iki idari madde de uyuşmazlık konuları arasında yer alıyor. Greve çıkan fabrikalar şunlar: Paşabahçe Cam Sanayi A.Ş (Kırklareli, Mersin, Eskişehir Fabrikaları), Anadolu Cam Sanayi A.Ş. (Mersin fabrikası), Trakya Cam Sanayi A.Ş. ( Trakya Düz Cam, Trakya Otocam ve Mersin Fabri ka lar ı), A nadolu Ca m Yenişehir Sanayii A.Ş., Trakya Cam Yenişehir Sanayii A.Ş. ve Cam Elyaf Sanayi A.Ş. Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları

Anonim Şirketi’ne (ŞİŞECAM) bağlı işyerlerinde K ristal-iş Sendikası’nın başlattığı grev, 7. Gününde “genel sağlığı ve milli güvenliği bozucu” gerekçesiyle Bakanlar Kurulu tarafından “2 ay süresince ertelendi.” Resmi Gazete’de yayımlanan kararda; “Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları Anonim Şirketine bağlı işyerlerinde Kristal-İş Sendikası tarafından uygulanmakta olan grevin, genel sağlığı ve millî güvenliği bozucu nitelikte görüldüğünden 60 gün süreyle ertelenmesi;18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Kanunun 63

üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 25/6/2014 tarihinde kararlaştırılmıştır.’’ denildi. Kristal İş Sendikası 20 Haziran tarihinde, 10 fabrikada 5800 işçi ile greve çıkmıştı. Grev boyunca şişe cam patronları grev kırıcılığı yaptılar. Tırlarla fabrikalardan malzeme kaçırmaya çalıştılar. Fakat işçilerin kararlı mücadelesi ile karşılaştılar. İşçilerin taleplerine kabul etmeyen patronların imdadına hükümet yetişti. Grev 2 ay ertelendi. Bu karar bir kez daha hükümetlerin sermaye yararına çalıştığını, karar aldığını göstermektedir.

Hükümetlerin grevleri erteleme, yasaklama hakkı olmamalıdır. Kristal-İş Sendikası, grev kararının Bakanlar Kurulu kararıyla ertelenmesi üzerine pek çok kentte eylem yaptı. Yapılan eylemler Ankara’ya taşındı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na yürüyen Şişecam işçileri, yürüyüşlerinde grev hakkına yönelik sloganlar attı, dövizler tuttu ve öfkelerini dile getirdi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Ba ka n l ığ ı önü nde konuşa n Kristal-İş Genel Başkanı Bilal Çetintaş; Grevin kazanılmış ve yasal bir hak olduğunu, erteleme ve yasaklama kararlarıyla grevsiz toplu sözleşmenin dayatıldığını söyleyerek, “Grevin ertelenmesi fiilen yasaklama demektir. Bu yasak akılla mantıkla açıklanamaz. AKP’nin söz konusu işçi hakları olunca hukuk tanımadığını bir kez daha görmüş bulunuyoruz” dedi. Açıklamanın ardından işçiler siyah kurdeleli anahtarı bakanlığa teslim etti. 01.07.2014

Temmuz 2014 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

İHANETE UĞRAYAN DİRENİŞ

6

Aliağa Belediyesinin işten çıkarılan 104 taşeron işçisinin 07.05.2014’de başlattıkları direnişleri hakkında Yeni İşçi Dünyası’nın Haziran 2014 sayısında etraf lı bilgi vermiştik. Aradan 45 gün geçti ve direniş başka bir boyutta, ihanete uğramış olarak güdük bir şekilde devam ediyor. Mevzuyu iyi anlamak için yapılan bir röportajı buraya olduğu gibi aktarıyoruz. Y.İ.D- Merhaba, kolay gelsin. H.S - Merhaba, merhaba Y.İ.D- Ne o? Bugün azsınız? H.S -Dört -beş Arkadaş da bak şurada ağacın gölgesinde oturuyorlar. Y.İ.D-Diğer arkadaşlar? Yani direnişinizin o ilk zamanlarındaki kalabalık lığı, heyecanı, militanlığı? H.S -Diğer arkadaşlar maalesef gelmiyorlar artık. Toplam, bak şuraya listeyi yazıp asmışız: kala kala 27 kişiyiz. Gelmeyenlerin bir bölümü hem yardım almaya devam ediyor, hem de başka işlerde çalışıyorlar. Burayada uğramıyorlar. Bir diğer yarısı da aldığımız duyumlara göre MHP’li belediye

başkanından işe alınacaklarına dair söz almışlar. Başkanın şartı da direnişçilerin yanında görünmemeleri ve onlara destek vermemeleri yönünde. Bu arkadaşlar davaya ihanet ettiler. Bizlerle yüz yüze gelemiyorlar, orda burda karşılaşsak dahi bizi görmemezlikten gelip kaçıyorlar. Yüzümüze bakamıyorlar! Y.İ.D- Peki sendika ne diyor bu konuda? H.S. – Petrol İş Sendikası Şube Başkanı Ahmet bey, Disk iş yeri

temsilcisi, Demokrasi platformu bileşenleri belediye başkanı Serkan Acar’la bizim adımıza randevu aldı. Bizim yani direnişe devam eden 27 kişinin yeniden işe alınması için konuşulacaktı. Serkan Acar son anda toplantıdan kaçtı, kıvırttı. Yapacak bir şey yok..27 kişi kalmışız ama direnmeye devam edeceğiz. Buna zaten mecburuz! Y.İ.D- Yemek, çay, su vb. sendika mı karşılıyor? H.S - Hayır, Aliağa halkı karşı-

lıyor. Gerçekten halkımız bizi hiç yalnız bırakmadı. Halk dediysem, Aliağa nüfusunun ezici çoğunluğu işçi kesiminden oluşuyor. Tersane işçileri, metal işçileri, gıda ve tarım sanayin de çalışan işçiler vb. İşte bunların dayanışması, bunların yardımları bizim direnmemizdeki en büyük güç. Y.İ.D- Anlayamadığım bir şey var. Hem Aliağa halkının ezici çoğunluğunun işçi sınıfından oluştuğunu söylüyorsun, hem de tutup bakıyoruz burada, Aliağa da MHP belediye başkanı çıkarmış! Aliağa’nın işçi sınıfı MHP eğilimli mi yoksa? H.S.-Hayır..Aliağa belediyesi bundan önce CHP’nin elindeydi. Bu seçimlerde üç aday çıkardı. AKP’de üç aday çıkardı. Oylar hem bölündü hem de CHP adayları rekabet yüzünden birbirlerine girdi. Yapılan tahminlere göre CHP’nin altı bin, AKP’nin dört bin oyu MHP’ye kaydı ve ondörtbin oy ile belediye başkanlığını ele geçirdi. Y.İ.D-CHP kazansaydı çıkışınızı vermezmiy di? Veya şöyle sorayım: CHP veya AKP işçiden


yana partilermidir? H.S.- Ben ne CHP’nin ne de AKP’nin işçiden yana partiler olduğunu söylemedim. İşçiden yana olacaklarını sanmıyorum da. Ancak önemle CHP içerisinde şövenist olmayan, demokratik yönleri ağır basan kişilerin de olduğu düşüncesindeyim. Genel’i değil Aliağa somutsalını kastediyorum. Söz gelimi 7 Haziran

2014 Cumartesi günü İzmir milletvekili Mustafa Balbay yanımıza geldi, yığınla vaatlerde bulunup gitti. Bir kez iş bitirecek adam hafta sonu değil de hafta içinde yanımıza gelir ve en azından biz alevi ve Kürtleri işten atan belediye başkanını yakalar ve konuşur. Sonra güya İzmir Büyük Şehir Belediye başkanı Aziz Kocaoğlu ile konuşacaktı.. Büyük Millet

Meclisinde gündem maddesi yapacaktı vb. tabii ki hepsi palavra! Ses seda bugüne kadar çıkmadı, çıkmayacak da. Bu işçilerin sorunu, yani bizim sorunumuz ve aslına bakılırsa bizden başkası da bizim sorunlarımızı halledemez! Mustafa Balbay’dan başka yine iki CHP millet vekili de gelmişlerdi: Alaaddin Yüksel ve Aytunç Çıray! Tabii aynı palavralar..

Y.D.İ- Gerçekten sizin direnişiniz ihanete uğramış! Ama sadece sırt sırta verdiğiniz işçi arkadaşlarınız tarafından değil, oylarınızla seçtiğiniz milletvekilleriniz tarafından da! Bize bu röportajı yapma olanağını tanıdığınız için size teşekkür ediyor, direnişinizin başarılı olmasını diliyorum. 23.06.2014, İZMİR

TEKSİF Sendikası Ocak ayından bu yana Örma Tekstil’de örgütlenme çalışması yürütüyor. Örgütlenme çalışmasını öğrenen patron Hak İş’e bağlı Öz İplik İş Sendikası ile anlaşarak işçileri bu sendikaya üye yapmaya başladı. Esenyurt Örma’da çalışan işçilerin E devlet şifrelerini alarak işçileri bu sendikaya üye yaptı. Patronun bu gayreti ve yardımı ile Öz İplik İş çoğunluk tespit belgesini aldı. 9 Mayıs’tan itibaren Esenyurt Ö r ma’ d a ör g üt leme ç a l ı ş ması yürüten Teksif Sendikası Örg üt lenme Daire Ba şka nı Asalettin Arslanoğlu ve işten atılan Mesut adlı işçi görüştük. Asalettin Arslanoğlu şu bilgileri verdi: Teksif Sendikası’nın Burcu ve Örma Tekstil’in Esenyurt ve Düzce’de bulunan fabrikasında Ocak ayında örgütlenme çalışması başladı. Bir fabrika içinde iki şirket yan yana çalışıyor. Burcu Tekstil’in sahibi oğul Murat Delibalta. Örma Tekstil’in sahibi baba Nihat Delibalta. Bakanlık kayıtlarında Esenyurt’ta Örma’da 4 kişi görünüyor. Büyük çoğunluk Düzce fabrikasında göründüğü için sendika Düzce fabrikasına öncelik vererek örgütlenme çalışması başlatıyor. Patron Mart ayı içinde sendikal çalışmayı fark ediyor. Tesadüfen seçilmiş 50 işçiyi işten çıkarıyor. Sendika 11 işçi için sendikal tazminat talepli dava açıyor. Fabrikada örgütlenme çalışması devam ediyor. Gelişmeleri takip eden patron, Hak İş’e bağlı Öz İplik İş Sendikası ile anlaşarak işçileri bu sendikaya üye yapmaya başlıyor. Öz İplik İş yılbaşına “bir ikramiye verin yeter” diyor. Nisan ayı içinde şef ler, müdürler işçilerle konuşarak; işçileri bu sendikaya yönlendirmeye çalışıyorlar. “Patron bu sendika ile anlaştı. Bu sendikaya üye olun” demeye

başlıyorlar. İşçiler “patron sendikası istemiyoruz” diyerek tepki gösteriyor. Düzce’de Teksif ’in çalışmaları devam ediyor. Mayıs ayı içinde Esenyurt’ta Örma’da çalışan işçilerin Öz İplik İş Sendikası’na üye oldukları duyulunca, Teksif Esenyurt’ta bulunan Örma fabrikasında örgütlenme çalışması başlatıyor. Fabrika önüne gelen Teksif Sendikası örgütleme çalışması yapan sendika çalışanlarına güvenlik saldırıyor. Ses aracının mikrofonu gasp ediliyor. Birinin kablosu kopartılıyor. 9 Haziran Pazartesi günü Murat Delibalta işçileri topluyor, “PTT hizmetinizi de biz yaptık. Daha ne istiyorsunuz? E devlet şifrelerinizi getirdik. Bize destek olun. Teksif gelirse fabrikayı kapatırız. Bizim istediğimiz sendikaya üye olun.

Size bir maaş ikramiye vereceğiz. Sendika ile anlaştık” diyor. İşten çıkarılan Mesut adlı işçi itiraz ediyor. Örgütlü olan fabrikalardan duyduğunu aktarıyor. Kaç ikramiye vereceksiniz diye soruyor. Patron “onu nereden çıkarıyorsun” diyor. Bir ikramiye vereceğiz. Onu da 12 aya böleceğiz diyor. Fabrika önünde sendika aracı işçilere yönelik sesli propaganda yapıyor. İşçiyi fabrika dışına bırakmıyorlar. Odaya kapatıyorlar. Ses yayını yapan sendika aracının sesi duyulmasın diye pencereler kapatılıyor. Bir işçinin içeri alınmaması sonucu, diğer işçiler tepki koyunca, fabrika bahçesine çıkmalarını sağlayan işçi işten çıkarılıyor. Esenyurt Örma’da çalışan işçilerin E devlet şifrelerini PTT’den patron tarafından alınıyor. Bu suçtur. İşçiler iste-

medikleri sendikaya üye yaptırılmaya çalışılıyor. Büyükçekmece Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunuldu. Düzce fabrikasında 200 işçi Burcu’da, 400 işçi Örma’da çalışıyor. Esenyurt Örma’da 300 işçinin olduğu söyleniyor. Bu kadar işçi yok. Burada 30-40 işçi var. Karşıda taşeron işçiler var. Onları Örma yapmış olabilirler. Evren Sanayi Sitesinde bir atölyesi var. Kayıtları aldığımız zaman tam net sayıları öğrenilmiş olunacak. Örma’da patronların bilindik oyunu sahneleniyor. Patron işçileri kendi istediği sendikaya üye olmalarını sağlamaya çalışıyor. Bu oyuna son verilmeli, işçiler patronun istediği değil, kendi seçtikleri, istedikleri sendikaya üye olmalıdırlar. Bu oyunu da bozacak olan işçilerin kendileridir. 14.06.2014

Temmuz 2014 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

ÖRMA VE BURCU TEKSTİL DE SENDİKAL ÖRGÜTLENME ÇALIŞMASI DEVAM EDİYOR

7


SEYİTÖMER’DE DİRENİŞ VE İŞTEN ATMA SALDIRISI Kütahya'da bir süre önce özelleştirilen Çelikler Seyitömer Elektrik Üretim A.Ş.'de 18 işçinin işten çıkarılmasına tepki gösteren işçiler oturma eylemi başlattı. Gece vardiyasında çalışan 300 kadar işçi sabah iş çıkışında tesislerin önünde oturma eylemi başlattı. İşçiler, çıkarılan işçi arkadaşlarının işe geri alınmasını isteyerek, "Özelleştirmeden sonra daha önce de arkadaşlarımız işten çıkarıldı. Bugün de 18 arkadaşımızın işten çıkarıldığını öğrendik. Bu arkadaşlarımızın tekrar işe alınmasını istiyoruz" dedi. Kütahya'daki Çelikler Seyitömer Linyitleri işletmesi önünde oturma eylemi yapan işçiler, yaktıkları lastiklerin etrafında toplanarak ısınmaya çalıştı. İşçiler daha sonra çadır kurdu. Gündüz vardiyasında çalışan işçiler saat 16.00'da mesai çıkışında oturma eylemi yapan arkadaşlarının yanına geldi. 16.00-24.00 vardiyasında çalışacak olan işçiler ise işbaşı yapmadı. Kurdukları çadırın içerisine giren işçiler, işten çıkarılan 18 arkadaşlarının geri alınmasını isteyerek, "Arkadaşlarımız işlerine dönene kadar eylememiz sürecek" dedi.

(DHA) Bu gelişme üzerine, eylemin 10. gününde Seyitömer Linyit İşletmeleri patronu, işten atma saldırısına karşı iş bırakan 750 işçinin tamamını “Kanun dışı eylemle işi aksattıkları” iddiasıyla işten attığını açıkladı. Yaptıkları yürüyüşle işten atmalara tepki gösteren işçiler, “Mücadeleye devam” dedi. İşçi kıyımına tepki gösteren işçiler Türkiye Maden-İş Kütahya ve Havalisi Şubesi önünde top-

lanarak, Zafer Meydanı’na kadar yürüdü. Burada açıklama yapan Türkiye Maden-İş Şube Başkanı Bülent Aydın, “Bizler artık yaşarken de anılmak, saygı görmek istiyoruz. Dün Türkiye, madenlerde verdiği şehit işçilerine ağlıyorken, bugün Seyitömer’de yaşanan işten çıkarmalar görmezden geliniyor. Maden işçisini anlamak, anmak için ölmemizi mi bekliyorsunuz” dedi. Güvenceli çalışma, eşit muamele

ve örgütlü olmak istediklerini dile getiren Aydın, şöyle devam etti: “Türkiye Cumhuriyeti devletinin yetkililerine sesleniyorum. Bizi yöneten siyasi iktidara sesleniyorum. İlimizin Milletvekillerine sesleniyorum, Muhalefet partilerine sesleniyorum. İşimizi istiyoruz, horlanmak değil saygı görmek istiyoruz. Bizi duyun, bize kulak verin, insanların işleri ile onurları ile oynamayın” dedi. Aydın, talepleri yerine getirilene kadar mücadelelerini sürdüreceklerini bildirdi. İşçiler de haklı bir mücadele verdiklerini dile getirerek “Hiç kimsenin bizim ekmeğimizle oynamaya hakkı yok. Bizden oy isteyen vekiller, seçim zamanları yanımızdalar ama şimdi burada değiller. İşçilerin hakları sadece seçim döneminde hatırlanıyor. Haklarımızı kazanana kadar mücadele edeceğiz” dediler. (Evrensel) Yapılan açıklamanın ardından maden işçileri bir süre “İşçiler burada vekiller nerede”, “Seyitömer bizimdir bizim kalacak”, “İşçiyiz, haklıyız, kazanacağız” sloganlarıyla Sevgi yolu üzerinde yürüyüş yaptı. Mayıs 2014

Temmuz 2014 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

ADANA GREİF İŞÇİLERİ İLE DAYANIŞMA PLATFORMU PANELİ’NDEN…

8

Ad a na Grei f İ ş ç i ler i i le Dayanışma Platformu, 14 Haziran Cumartesi günü, Greif ve Feniş işçilerinin konuşmacı olarak katıldıkları bir panel düzenledi. Panel emek mücadelesinde yitirilen işçiler için bir dakikalık saygı duruşu ile başladı. Ardından açılış konuşması yapıldı ve 15 -16 Haziran büyük işçi direnişinden günümüze kadar çeşitli grev ve direnişlerin anlatıldığı bir sinevizyon gösterimi yapıldı. Gösterimin ardından Greif ve Feniş direnişinden katılan iki işçi sırasıyla direniş deneyimlerini, bu süreçte yaşadıklarını, çıkardıkları dersleri anlattılar. Son olarak katılımcılara söz verildi. Bu arada etkinlik salonunun dışında Yusuf Aslan’a ait olan “So(r)mayı Unutma” isimli Soma katliamında çekilmiş olan fotoğraflardan oluşan bir sergi yapıldı. Sergi katılımcılar tarafından oldukça ilgi gördü. Açılış konuşmasında “Sermaye sınıf işçi ve emekçilere yönelik saldırılarına her geçen gün yenilerini ekliyor. Haklarımız gasp

ediliyor, geleceğimiz çalınıyor. Patronların kar hırsları uğruna esnekleştirilme adı altında güvencesiz ve kuralsız çalışma dayatılıyor. Taşeronlaştırmanın işçi ve emekçilere yönelik kölece çalışma demek olduğu Soma işçi katliamında gözler önüne serilmişken, meclisteki taşeron yasasıyla köleliği baki hale getirmeye çalışıyor. Kısacası patronlar istiyor, hükümet yasa düzenliyor. Çalınan, gasp edilen bizlerin yaşamı ve ço-

cuklarımızın geleceği oluyor. Evet, bir yanda ayakkabı kutularından çıkan milyonlar, bir yanda sefalet ücretleri karşılığında iş cinayetlerine verilen kurbanlar. Ancak sömürü, baskı ve zorbalık artarken buna karşı örgütlü tepkilerde yükseliyor. …'Her yer Feniş, her yer Direniş' diyerek Haziran ruhunu sürdüren Feniş işçileri de sömürüye ve köleliğe hayır dediler. Soma, Seyitömer, Yatağan, Kazova ve

daha nicelerinde işçiler emeklerini çalmaya kalkanlarla hesap sormak için eylem geçti, geçmeye devam ediyor.” Denildi. Ve 15- 16 Haziran işçi direnişine ortam hazırlayan ve sonrasındaki sürece değinildi. Bu büyük işçi kalkışmasından öğrenilecek çok fazla şey olduğu vurgulandı. Panelde ilk sözü alan Greif işçisi Engin Yılgın direniş sürecini anlattı. 60 günlük direniş sürecini özetleyen Yılgın, üyesi oldukları sendikanın ihanetine rağmen direnişi sürdürdüklerini, kendi aralarında komiteler oluşturduklarını ve kararları geniş toplantılarda aldıklarını ifade etti. Feniş işçisi Mehmet Doğan’da Feniş direnişinin en uzun soluklu direnişlerden birisi olduğunu, tam 270 gündür sürdüğünü ifade etti. İşçilerin üretimden gelen gücünü kullanmayı öğrenmeleri gerektiğini ifade etti. Söz alan katılımcıların konuşmalarının ardından etkinlik sonlandırıldı. 17.06.2014


13 Mayıs 2014, Türkiye tarihinde kara bir gün olarak yerini aldı. Soma katliamından bahsediyoruz. Soma katliamı, işçilerin ilkel koşullarda, vahşi ve acımasız bir sömürü çarkı içerisinde adeta köle gibi çalıştırıldığını bir kez daha ortaya çıkardı. AKP hükümeti, Soma katliamını „kader“, „takdiri ilahi“ gibi gerekçelerle açıklamaya çalışarak, katliamın gerçek nedenlerini ve sorumlularını gizlemeye çalıştı, çalışıyor. Soma, T.C tarihinde en büyük işçi katliamıdır. Neden katliam? Çünkü Soma patronu ve Soma’da çıkarılan linyit kömürün alıcısı durumunda olan T.C devleti açısından işçinin hiçbir değeri yoktur. Onlar açısından önemli olan daha fazla sömürü ve kâr hırsıdır. İşçilerin güvenliği, işçilerin sağlığı onlar için önemli değildir. Önemli olan, zenginliklerine zenginlik katmak ve işçileri iliğine kadar sömürmektir. Tehlikeli iş olarak adlandırılan maden ocaklarında işçiler kölece çalıştırılıyor. İşçiler arasında rekabet körüklenerek güya daha fazla kömür çıkaranlar ödüllendiriliyor! Buna da prim sistemi diyorlar! Soma’da işçileri katleden kapitalizmdir. İşçileri Soma’da kapitalizm öldürdü. Kâr hırsı uğruna işçiler, en ilkel koşullarda çalıştırıldı, çalıştırılıyor. Kapitalizm, üretim araçları üzerinde özel mülkiyete sahip çok küçük bir azınlığın, büyük çoğunluğu sömürmesi, ezmesi demektir. Bir yanda zenginlik içinde yaşayan küçük bir azınlık, diğer yanda açlık ve sefalet içinde yaşayan zenginliğin yaratıcıları olan işçiler, emekçiler. Bir yanda sömürücü sınıf lar, diğer yanda yaratan ve üreten büyük çoğunluk. Kapitalizmin kısa genel bir resmi budur. Bu anlamda, Soma katliamının sorumlusu faşist Türk devletidir. Bu sömürücü düzen sürdüğü sürece, işçi katliamları devam edecektir. Soma’da katledilen 301 işçinin ölümü sonrasında taşeron sistemi, taşeron işçiler sorunu yeniden tartışılmaya başlandı. Hükümetin yeni “Sosyal Güvenlik Paketi”ni yasallaştıracağı ve taşeron işçilere kimi hakların verileceği yazılıp, çizilmeye başlandı. Peki, nedir taşeron sistemi? Ana firmanın işlerini genelde götürü usulü olarak alan yan firma anlamına gelir. Örneğin Koç Holding’e bağlı Arçelik kendine kadrolu işçi alma yerine kısa veya uzun süreli aldığı yeni bir işi genelde götürü olarak yan bir firmaya havale etmesi/vermesidir.

Çalışma mekânı, Arçelik’in fabrikalarıdır. İş bittiğinde Arçelik herhangi bir sorumluluk üstlenmez. İşi alan firmanın yeni anlaşmaları yoksa çalıştırılan işçi sokaktadır. Çalışan işçi ihtiyaca göre kullanılmıştır. Hakları, Arçelik’te aynı işi yapan kadrolu işçiden çok geri düzeydedir. Kısacası patronlar bu tür firmalar aracılığı ile işçileri bir kez daha bölüp, aralarında yeni rekabet durumları yaratmaktadır. Türk iye’ de 4857 say ı lı ‘İş Kanunu’nda taşerona, “alt işveren” ismi verilmiştir. ‘İş Kanunu’nun 2. maddesinde işveren-alt işveren ilişkisi şöyle tanımlanmaktadır: “Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur.” Örneğin bir okulda eğitim verilmesi işi “asıl” iş, okulun temizlik işlerinin yapılması ise “yardımcı” iştir. Bu okulun temizlik işleri bir firmaya verilebilir. Bu firma kendi işçilerini bu okulun temizlik işlerinde çalıştırırsa taşeron işveren halini alır. Aynı şekilde okulun elektrik işlerinin yapılması da işin niteliği gereği “uzmanlık gerektiren” iştir. Taşeron işçilerine

karşı asıl işveren ve taşeron (alt işveren), birlikte yükümlülük taşır. Temizlik işini yapan taşeron işçilerin ücretlerinin ödenmemesinden veya diğer haklarının ihlal edilmesinden dolayı, taşeron firma ile birlikte asıl işveren de doğrudan sorumludur. Bir işyerinde yalnızca yardımcı veya uzmanlık gerektiren işler taşerona devredilebilir. Asıl iş taşerona devredilemez. Örneğin okulda eğitim verilmesi işi taşerona verilemez. Eğer böyle bir devir yapılmışsa asıl işveren ile taşeron arasındaki sözleşme geçersiz sayılır. Bu durumda taşeron işçileri, asıl işverenin işçisi kabul edilir. Türkiye’de resmi istatistiklere göre kamuda 661 bin, özel sektörde 572 bin taşeron işçi çalışıyor. Kadrolu bir işçinin sahip olduğu haklara, taşeron işçileri sahip değil. Taşeron işçilerin, kıdem tazminatı, yıllık izin hakkı ve sendikalaşma hakkı yok. İş kazalarının yüzde 90’a yakını taşeron olan işyerlerinde meydana geliyor. Taşeron işverenler (alt işverenler) bir çok halde işçilerle 11 aylık sözleşme yapıyor. 12 aylık sözleşmesi olan bir işçinin kıdem tazminatını almaya hakkı var. Taşeron işçisi, bulunduğu işyerinde tam bir yılı doldurmak üzereyken, işveren tarafından işten çıkarılıyor. Böylece kıdeme bağlı haklarını vermiyorlar, sendikal faaliyetler içerisine girmelerine engel oluyorlar. Taşeron uygulamasının temel hedefi, patronların sömürü çarklarının daha da arttırılması, işgücü maliyetinin düşürülmesi, işçilerin ilkel koşullarda, sendikasız ve güvencesiz çalıştırılmasıdır. Bu sistem, çalışma ilişkilerini güvensizleştirmekte, sendikasız ve toplu sözleşmesiz çalışmayı ve

hatta kâğıt üzerinde yazılan yasaların pratikte uygulanmamasını beraberinde getirmektedir. Özel sektörde başlayan taşeronlaşma sistemi, devlet kurumlarında da uygulanmaktadır. Kamuda da alt işveren, hizmet alımı gibi adlar altında kadrolu kamu çalışanı yerine taşeron işçi çalıştırılmaktadır. Taşeron işçi uygulaması, eğitim ve sağlık sektöründe ciddi boyutlara ulaşmış durumdadır. Soma k at l ia m ı er tesi nde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Haziran 2014’e kadar “Sosyal Güvenlik Paketi”nin çıkarılacağını açıkladı. Yandaş medya açıklanacağı ilan edilen “Sosyal Güvenlik Paketi”ni “taşeron işçilere müjdeli haber” şeklinde propagandasını yapmaya başladı. Elimizde AKP hükümetinin çıkaracağı söylenen “Sosyal Güvenlik Paketi”nin taslak metni yok. Ve taslak hakkında hükümet ve yandaşları ile hükümet karşıtları birbirine çok zıt iddialar ileri sürüyor! Biz, hükümetin çıkaracağı söylenen yasaya yöneltilen eleştirenlerin iddiaları temelinde tavır takınacağız. Öncelikle bu yasanın bir kötüleştirme anlamına geleceğini savunanların iddialarına dayanarak getirileceği söylenen kimi noktalar üzerinde durmak istiyoruz. Hükümetin taslak metni ortaya çıktığında andaki yasayla doğrudan karşılaştırma içinde bir değerlendirme yapacağız. Bizim genel yaklaşımımız şudur: Taşeron sistemi kapitalizmin vaz geçmeyeceği bir sistemdir. Taşeronsuz bir kapitalizm “sosyal pazar sistemi” “sömürüsüz kapitalizm” vb. olmaz. Taşeron sistemini kapitalizmden ayrı düşünmek bir kandırmacadır. Taşeron sistemi ancak kapitalizmle birlikte ortadan kalkar. Taşeronluk meselesinde biz taşeronluk sistemi ile kapitalizm arasındaki bağı doğru bir şekilde ortaya koyma görevine sahibiz. Biz her işçinin, o ister esas ister yardımcı işte çalışsın, iş güvencesinin olmasını, sözleşmeli olmasını, sigortalı olmasını, sendikal örgütlenme hakkının olmasını vs. savunuruz. Aynı işte çalışan bütün işçilerin eşit haklara sahip olmasını, eşit işe, eşit ücreti savunuruz. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın tasarısını eleştirenlere göre önerilen yeni tanımla alt işveren, iş verenin asıl işlerini de yapacak duruma getiriliyor. Bundan böyle asıl işler de taşerona verilebilecek. Yürürlükteki

Temmuz 2014 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

TAŞERON SİSTEMİ TARTIŞMALARI ÜZERİNE!

9


Temmuz 2014 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

10

yasa da, asıl işlerin alt işverene verilmesi için, “ işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler dışında asıl iş bölünerek alt işverenlere verilemez” hükmü yer almaktadır. (İş Kanunu 2. Madde, c fıkrası) İddiaya göre, “işletmenin gereği” ve “işin gereği” olmasa da asıl işler taşerona verilebilecek. Ayrıca, “teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektirme” koşulu yasadan çıkartılacak, bunun yerine “asıl işin teknoloji veya uzmanlık gerektiren bölümlerinin” başkaca bir koşul aranmaksızın alt işverene verilebilmesi sağlanacak. Bu yönde bir değişiklik yapılırsa bu ülkelerimizde taşeronlaştırmanın daha da yaygınlaşması anlamına gelir. Yasa taslağına eleştiri getirenlerin verdiği bilgilere göre, taşeronların hileli işlemleri ile ilgili denetim ve yaptırımlar gevşetilecek. Bakanlık müfettişlerinin hileli ve kanuna aykırılık denetimi yapma olanakları ortadan kaldırılacak. Böyle bir değişiklik gerçekleşirse, alt işverenleri denetleyen müfettişlerin devreden çıkarılması ile taşeron firmalar, sömürü çarklarını daha da ilerletecektir. Hükümet tasarısına eleştiri getirenlerin iddialarına göre hileli iş yapan taşeron firmalara yaptırımlar da gevşetilecek. Taşeron sisteminin en önemli sonuçlarından biri işçilerin sağlık ve güvenliklerinin hiçe sayılmasıdır. Bunun nedeni, daha fazla para kazanmak ve iş gücü maliyetini daha da düşürmektir. İş kazalarının taşeron şirketlerde daha yaygın görülmesi bunun önemli bir göstergesidir. İş sağlığı ve güvenliği yasası pratikte uygulanmamaktadır. Getirileceği iddia edilen yeni yasada, daha önce çıkarılan iş sağlığı ve güvenliği yasasında ki hükümlerin tekrarlanacağı belirtilmektedir. Bakanlık taslağı, İş Yasası’nın 2. maddesinde var olan ama uygulamada işlemeyen asıl işverenin alt işverenle birlikte sorumluluğu hükmünü tekrar etmektedir. Bakanlık tasarısında, „taşeron işçiler“in yıllık ücretli izin hakkına kavuşacakları belirtilmektedir. Taşeron işçiler de iş hukukuna tabi idi ve diğer işçiler gibi izin hakları vardı. Fakat taşeron firmalar hile yaparak işçilerin ücretli izinlerini ödemiyordu.

Hile yapan taşeron firmalara uygulanacak yaptırımlar gevşetildiği oranda taşeron işçiler açısından durum değişmeyecektir. Bakanlık taslağına göre ücretlerini tam ve düzenli alamayan taşeron işçilerin tam ve düzenli ücret alması sağlanacaktır. İş Yasası’na

göre asıl işveren taşeron işçilerin hakları konusunda, alt işveren ile birlikte sorumludur. Uygulamada bu birlikte sorumluluğun ve asıl işverenin denetimi yapılmıyordu. Bunun da boş bir vaadin ötesine geçmeyeceği bilinmelidir. İf las ettirilen taşeron firmaların yerine yenilerin kurulması onca zor değildir. İflas durumlarında işçilerin hakları uçup gidip kül olmaktadır. Bakanlık taslağına göre, birey-

sel kıdem tazminatı hesabı sistemine geçilecek ve tüm işçilerin kıdem tazminatı sorunu çözülecekmiş! Kıdem tazminatı taşeron işçilerin de yasal

hakkı idi. Ancak işverenler hile yaparak taşeron işçilerin kıdem tazminatını ödemiyordu. İşçilerin kıdem tazminatına hak kazanmaması için, işçiler on bir ay çalıştırıldıktan sonra iş akitleri feshediliyor. Ülkelerimizde taşeron işçiler için ayrı bir çalışma hukuku yoktur ve onlar da diğer işçiler gibi kıdem tazminatı hakkına sahiptir. Sorun, taşeron işçilerin kıdem tazminatı hakkı olmaması değil, alt işveren ve asıl işverenlerin hileli işlemlerle taşeron işçilerin kıdem tazminatı haklarını gasp etmeleridir. İşçilerin kıdem tazminatı sorununun çözülmesi ve hile yapan işverenlere karşı cezai yaptırımlar gereklidir. İddiaya göre, özel istihdam büroları kurulacak! Bunun Türkçesi işçi kiralayan firmaların kurulmasıdır. Özel istihdam büroları ile mevcut taşeron sisteminin daha pervasız ve esnek bir uygulaması anlamına gelmektedir. Özel istihdam büroları, işçileri geçici olarak bir başka işverene kiralayan ve kendileri asıl işveren olan kurumlara dönüşecektir. İş bulma büroları, işçileri isteyen işverenlere geçici iş sözleşmesi ile kiralayacaktır. İşçilerin patronları, çalıştıkları işyerindeki işverenler değil iş bulma büroları olacaktır. İşçi kiralama sistemi ile işçinin ücret, kıdem tazminatı, iş güvenliği, sigorta primi gibi haklarından işveren yerine özel istihdam büroları yükümlü olacaktır. Kiralık işçilik uygulaması “modern amele pazarı”dır. Kiralık işçi uygulaması bütün emperyalist ülkelerde kullanılan bir modeldir. Ucuz işçi çalıştırmanın önemli araçlarından biri kiralık işçi uygulamasıdır. Asıl işverenler, modern simsarlık yapan kiralık işçi şirketlerine başvurarak her an işten atabileceği, daha ucuz, daha örgütsüz işçi kiralama uygulamasına yönelerek daha fazla kâr yapmaktadır. Kiralık işçiler, ağır sömürü koşullarında „ikinci sınıf işçi“ olarak çalıştırılmaktadır. Kiralık işçi uygulaması ile işçiler

arasındaki rekabet ve bölünmüşlük daha da derinleştirilmektedir. Aynı fabrikada çalışanlar, “ana işçiler” ve “kiralık işçiler” olarak ikiye bölünmüş ve aldıkları ücretler arasında büyük farklar yaratılmıştır. Taşeron işçilik, kiralık işçilik gibi uygulamalar, yalnızca geri ve bağımlı ülkelerde değil ileri kapitalist ülkelerde de uygulanmaktadır. Taşeron, sözleşmeli, ya da kiralık işçi statüsünde çalışan işçilerin sayısının sendikalı işçileri geçtiği işyerlerinin sayısı her gün artmaktadır. Bu durum, işçilerin birliğine ve hak arayışlarına büyük zararlar vermektedir. Kiralık işçi uygulaması, kadın ve çocuk emeğinin sömürüsünün artmasına, yetişkin işçilerle çocuk işçiler, erkek işçilerle kadın işçiler arasındaki rekabetin daha da artmasına yol açmaktadır. Kiralık işçi uygulaması kapitalizmden bağımsız olarak ele alınamaz. Kapitalizm sömürü çarkı üzerinden besleniyor. Kapitalist emperyalist sistem insanlığı felaketlere doğru sürüklemektedir. Taşeron sistemi, “kiralık işçi” uygulamaları, kapitalist ekonominin yansımalarıdır. Tüm kapitalist ülkelerde uygulanan da budur. AKP hükümeti, işçilerin lehine değil patronların çıkarlarını temel alarak yasa çıkarmaktadır. Çıkarılan yasalarda, işçi sınıfının gelişebilecek mücadelesini engellemek için patronların çıkarlarını zedelemeyen kimi iyileştirmeler de yapılmaktadır. Soma katliamından sonra, taşeron sisteminin düzeltileceği, işçilerin haklarının korunacağı yönünde yapılan açıklamalar ile işçiler kandırılmaktadır. AKP hükümeti, taşeron uygulamasını sınırlamayı değil tersine yaygınlaştırmayı hedeflemektedir. Basına yansıyan bakanlık tasarısı yasalaşırsa, genişleyen taşeron uygulamasının yanına kiralık işçilik de eklenerek taşeron sistemi adeta bir çığ gibi büyüyecektir. Taşeron işçisine “müjde” diye sunulan değişiklikler, işçilerin daha fazla bölünmesi, daha fazla köleleştirilmesinin yasalaştırılmasıdır. Taşeron sistemi, çalışma ilişkilerini güvensizleştiren, sendikasız ve toplu sözleşmesiz ve hatta çalışma yasalarının da dışında denetimsiz işçi çalıştırmanın yolunu açan bir sistemdir. AKP hükümeti, taşeron uygulamasını tüm hızıyla daha da yaygınlaştırma çabasındadır. Soma katliamı ertesinde, basın yayın organlarında “taşeron işçilere müjde” başlığı altında çıkan haberlerle işçi sınıfının olası mücadelesinin önüne geçilmek istenmektedir. İşçi sınıfının bir parçası olan kamu taşeron işçilerinin

mücadelesinde bir yol ayrımına gelinmiştir. Taşeron işçiler, kendi bağımsız sınıf siyasetleri etrafında örgütlenmeli ve sendika ağalarına karşı mücadeleyi merkeze koymalıdır. İşveren, alt işveren ayrımına son verilmelidir. Örgütlenmenin, grev hakkının önündeki tüm engeller ile birlikte milyonlarca işçiyi köleleştiren, örgütsüzleştiren taşeron düzeni derhal kaldırılmalıdır. Biz taşeron sisteminin tümüyle ortadan kaldırılmasını talep ediyoruz. AKP hükümetinin saldırılarına karşı sendika bürokratları, işçilerin bu alanda hak eylemlerini en geri düzeyde tutmak için ellerinden gelen her şeyi yapmaktadır. İşçilerin sendikalarda ki örgütlenme oranı % 10’dur. Hemen, hemen tüm sendikalarda sendika ağaları egemenliğini sürdürmektedir. Sendikalar, en büyük işçi sendikası konfederasyonlarının tümü, genel yönelimleri itibariyle, kapitalist düzene karşı köklü bir itirazı olmayan örgütler konumundadır. Büyük sendika konfederasyonlarının köşe başları, düzenin ayrılmaz birer parçası haline gelmiş bürokratlaşmış-aristokratlaşmış işçi önderleri olan sendika ağaları tarafından tutulmuş durumdadır. Bunlar kendi iktidarlarını korumak için her türlü üçkâğıdı yapmaktadır. Sendika içi demokrasi yoktur. Diğer yandan bunlar sınıf mücadelesinde görevlerini işçi sınıfı ile patronların çıkarlarını uzlaştırmak olarak kavramakta ve ona uygun davranmaktadır. Var olan sendikalar parçalanmış ve sendikalar arasında ki rekabet had safhaya ulaşmıştır. Bu rekabet, işçi sınıfının en basit ekonomik hakları için bile birleşik bir sınıf olarak hareket etmesinin önüne engel olarak dikilmekte, patronların işini kolaylaştırmaktadır. Sendikal hareket içinde her iş kolunda birleşik tek sendika, sendikaların, sendikal hareketin birliğinin sağlanması için mücadele özel önem kazanmaktadır. Uyuyan dev uyanmalı ve mücadeleyi eline almalıdır. Bu düzen yıkılmadan, sendika ağalarının egemenliğine son verilmeden, işçiler üzerindeki sömürü çarkları ortadan kaldırılamaz. Görev, hâkim sınıf ların saltanatına ve sermayenin egemenliğine son vermek için mücadeleyi gerektirir. Görev, taşeron sisteme, kölelik koşullarına karşı mücadeledir. Görev, üretenlerin yönetici konumuna gelmesidir. Görev, her türlü sömürüye karşı mücadele etmek ve küçük bir azınlığın saltanatına son vermektir. 31.05.2014


Y İD Oca k 2014 say ısında “İktidar Blokunda İç Savaş Ve Ekonomide Dış Stres 2014, Yıkıcı Bir Krize Doğru” başlıklı Volkan Yaraşır imzalı bir yazı yayınlandı. YİD Yazı Kurulu, bu yazıdan kendisini ayıran herhangi bir görüş belirtmemiştir. Biz bir grup YİD okuru olarak, bu yazıda ortaya konan kimi görüşlerle hemfikir olmadığımızı ve yazıda yapılan kimi değerlendirmelerin abartılı, yanlış değerlendirmeler olduğunu tespit ediyoruz. Bu yazıya getireceğimiz eleştirilerin YİD’de yayınlanmasının doğru olacağını düşünüyoruz. Volkan Yaraşır, Tez-Koop-İş sendikasının genel eğitim uzmanıdır. Anladığımız kadarıyla VY, işçilere eğitim vermekte ve yazılar yazmaktadır. İşçileri eğiten bir uzmanın anlaşılır kelimelerle konuşması ve yazması gerekmektedir. Görebildiğimiz kadarı ile VY, yazılarında hiç kimsenin anlamayacağı ve anlaşılmaması için sözlüklere başvurulması gereken kavramlar kullanmaktadır. İşçilerin anlamadığı, anlamayacağı kelimeleri yazının içerisine serpiştirmekle yazı anlaşılamaz. Yazar “Türkiye ekonomisi çok vektörlü bir kırılganlık yaşıyor.” diyor. “Vektör” fizikte kullanılan bir kavramdır. Biyolojide de taşıyıcı olan bütün canlılara verilen genel bir isimdir. Yazar, “vektör” yerine yönlü kelimesini kullansa okuyucular ne denmek istendiğini daha iyi anlar. Özellikle işçilere eğitim veren bir eğitim uzmanının anlaşılmaz kelimelerle konuşması işçilerin eğitilmesinden ziyade kafaların karıştırılmasına neden olur. Yöntem sorununa dikkat çektikten sonra, yazıda bize yanlış görünen noktalar üzerinde durmak istiyoruz. Yazar, dış ticaret açığını temel almakta ve bu temel üzerinden yola çıkarak 2014 yılının “yıkıcı bir krize doğru” geliştiğini iddia etmektedir! Dış ticaret açığı, cari açık üzerinde en çok etkisi olan faktördür. Türkiye’de ithalatın ihracattan yüksek olması nedeniyle ithalat ve ihracat arasında oluşan farka cari açık denmektedir. Cari

açık, toplam ithal edilen ürün ve hizmetlerin değerinden ihraç edilen ürün ve hizmetlerin değerinin çıkarılması ile elde edilir. Eğer ihracat, ithalattan yüksek olsaydı, bu sefer dış ticaret açığı yerine dış ticaret fazlasından bahsedilecekti. Cari açık 2013’te 60 milyar dolar değil, 65,4 milyar dolardır. Türkiye ekonomisinin gelişimi ve durumu nedir? Türkiye ekonomisinin büyüme oranı 2013’te % 4’tür. Türkiye’nin 2013 milli geliri TUİK verilerine göre 820 milyar dolardır. Türkiye ekonomisi 2009’un son çeyreğiyle başlayan büyüme serüvenine hız kesmeden devam etmiştir. 2013 yılı tamamında, iktisadi faaliyet kollarına göre GSYH gelişme hızları incelendiğinde, en yüksek büyüme oranı yüzde 17,4 oranı ile mali aracılık hizmetleri ve ikinci sırada yüzde 12,4 oranı ile finans ve sigorta faaliyetleri olduğu görülmektedir. Üçüncü olarak, en yüksek gelişme hızı ise yüzde 6,2 ile inşaat sektöründe gerçekleşmiştir. Diğer yönden, üretim için en önemli göstergelerden birisi olan 2013 yılı son çeyreğinde sanayi üretimi artışının hızı ise yüzde 4,9 olarak gerçekleşmiştir. 2013 yıl sonu verilerine bakıldığında, Çin yüzde 7,7 büyüme ile yıllık en yüksek ekonomik büyüme oranını gerçekleştirmiştir. Çin’i yüzde 5,7 ile Endonezya takip etmektedir. Yüzde 4,7 oranıyla

üçüncü sırayı Hindistan almıştır. Türkiye ise yüzde 4,0 oranında büyüyerek, gelişmekte olan ekonomiler arasında 4. sıraya yerleşmiştir. 2013’te Türkiye’de milli gelir yüzde 4 artmıştır. 2013’ün son çeyreğinde milli gelir yüzde 4,4 çoğalarak Avrupa’nın en hızlı artışını göstermiştir. Avrupa Gümrük Birliği’ne üye 29 ülke arasında en yüksek büyüme hızına Türkiye’nin ulaştığını belirtmek gerekir. Türkiye ekonomisinin 2010’da yüzde 9,2, 2011’de yüzde 8,5, 2012’de yüzde 2,1 ve 2013’te yüzde 4 büyüdüğü dikkate alınırsa, son dört yılda ortalama yıllık büyüme hızının yüzde 6 düzeyine ulaştığını söylemekte fayda var. Türkiye tabii ki 2008/2009 mali krizinden etkilendi. Ama bu etkilenme birçok diğer ülkelerden değişik olarak banka çöküşleri vb. ni beraberinde getirmedi. RTE deyimiyle mali kriz Türkiye’yi „teğet geçti“. Türkiye ekonomisinin kimi göstergeleri böyledir. Göstergeler böyle olduğuna göre yazar, Türkiye ekonomisini değerlendirilirken, 2014’te “yıkıcı bir krize doğru” başlığını atarak subjektif değerlendirmeler yapıyor. Yukarda aktardığımız veriler Türkiye burjuvazisi açısından ekonomik durumun iyi olduğunu gösteren verilerdir. “Cari açık” başlı başına evet, bir sorundur. Bu ama kapitalist ekonominin çarpık ve dengesiz işleyi-

şinin ortaya koyduğu bir sonuçtur. Yazar, Türkiye ekonomisinin iç pazara yönelik olduğunu, döviz girdilerine dayandığını ve bunun sonucu olarak cari açığın arttığı tespitlerini yapmaktadır. Yazara göre; 2014’te döviz girdilerinin kritik bir rol oynayacağını, olası kur şokları ile ekonomik büyümeyi bloke edecek riskler taşıdığını ve bu durumun ekonomide bir dizi negatif gelişmeyi tetikleyeceğini belirtmektedir. Yazarın bu öngörülerinin 2014’te açıklanan ilk çeyrek verileri ile yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Türkiye ekonomisi 2014 yılının ilk çeyreğinde yüzde 4,3 büyümüştür. Üretim yöntemine dayanılarak hesaplanan gayri safi yurt içi hasıla birinci çeyreği 2013‘ün aynı dönemine göre sabit fiyatlarla % 4,3 oranında artmıştır. Gayri safi yurt içi hasıla birinci çeyreği cari fiyatlarla bir önceki yılın aynı çeyreğine göre % 14,8’lik artış göstermiştir. 2014 yılı birinci çeyreğinde sabit fiyatlarla mal ve hizmet ihracatı % 11,4, devletin nihai tüketim harcamaları % 8,6, hane halklarının nihai tüketim harcamaları % 2,9 artarken; gayri safi sabit sermaye oluşumu ise % 0,5 azalmıştır. 2014 yılı birinci çeyrek büyümesine en önemli katkı net ihracat kaleminden gelmiştir. Buna göre, yılın ilk çeyreğinde net ihracatın büyümeye katkısı yüzde 2,7’dir. Görüldüğü gibi yazarın tespitlerinin aksine 2014’te Türkiye ekonomisi „yıkıcı bir kriz“ yönünde gelişmemektedir. R İ S K L E R VA R A M A FIRSATLAR DA VAR. “Dış kaynak ihtiyacı yapısaldır” tespiti yapılıyor. Bu tespit yerine Türkiye’nin emperyalizme bağımlı olduğu ve bu bağımlılığın ne ölçüde olduğu anlatılırsa, okuyucular ne denmek istediğini daha iyi anlar. Türkiye emperyalizme bağımlı ve orta düzeyde gelişmiş bir kapitalist ülkedir. Türkiye kapitalizminin temel özelliği emperyalizme bağımlı olmasıdır. Kapitalist bağımlılığının en temel unsuru borçlar üzerinden mali bağımlılıktır. Mali ba-

Temmuz 2014 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

“İKTİDAR BLOKUNDA İÇ SAVAŞ VE EKONOMİDE DIŞ STRES 2014, YIKICI BİR KRİZE DOĞRU” BAŞLIKLI YAZI ÜZERİNE

11


Temmuz 2014 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

12

ğımlılık, Türk ekonomisinin mali bakımdan bağımlı olunan güçler tarafından belirlenmesi anlamına gelmektedir. Ekonomik bağımlılığın bir başka göstergesi, “yabancı sermaye”nin Türkiye’deki yatırımlarıdır. Bunun yanında enerjide petrol, doğalgaz, askeri ve ileri teknoloji konusunda Türkiye emperyalizme bağımlıdır. Cari açık ta bu bağımlılığın sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Borç balonlarının şişmesi ve ödeme zorluklarının ortaya çıkması sadece Türkiye ekonomisine özgü değildir. Devletlerin borç balonları şişiyor. Gezi eylemleri kısa süreli olarak bir sıcak para kaçışını birlikte getirdi. Borsalarda kısa sürede sert bir düşme yaşandı. Ama birincisi bu eğilim haline gelmedi, İkincisi reel ekonomiye olumsuz yansıması ise hemen hemen hiç olmadı. 2011’de izlenen para politikası ile hızı kesilen büyüme, şimdi batılı emperyalist devletlerin büyüme hızı oranından daha yüksek olan, dünya ortalamasının da üzerinde olan bir oranla sürüyor. Olgu budur. Yazar, „iktidar bloğunda yaşanan iç savaş, son derece istikrarsız bir konjonktürün önünü açtı“ğını iddia ediyor! Yazar, politik belirsizlik ve şiddetli gerilim yaşandığını, TC’nin Ortadoğu’da ekarte olduğunu ve bu sarsıcı gelişmelerin ülke ekonomisinin hızla alt üst sürecine girdiğini iddia ediyor! Bu tespitlerin yapılmasının üzerinden altı aylık bir zaman geçti. Geçen zaman süresi yazarın öngörülerini doğrulamadı. Türkiye bir kutuplaşma sürecine girmiştir. Bir yandan güçlü halk desteğine sahip olan ve iktidarını sürdüren AKP hükümeti var. Diğer yandan anti AKP cephesi var. Gülen cemaati de iktidar ortaklığından anti AKP cephesi saflarına geçmiştir. Gülen cemaati ile AKP hükümeti arasında ki mücadele devam ediyor. Bütün bu gelişmeler ülke ekonomisini alt üst edecek bir seviyeye ve politik belirsizliklerin yaşanmasına neden olmadı. Gezi eylemleri ile birlikte belirleyici ölçüde sıcak para yurtdışına kaçtı. Borsada kısa süreliğine dalgalanmalar oldu. Döviz kurları yükseldi. Ama tüm bunlar sürekli bir eğilim haline gelmedi. Reel ekonomiye olumsuz yansıması hiç fazla olmadı. Olgular üzerinden konuşacaksak olgular böyledir. Yazar, „Türkiye’nin sert bir döviz krizi yaşamasının yüksek bir olasılık“ olduğunu, „Türkiye’nin çok vektörlü ekonomik kırılganlık içinde olması“ nedeniyle „olağanüstü yıkıcı sonuçların

önünü“ açabileceğini söylüyor. Devam ediyor yazar; ekonomide eş zamanlı sarsıntılar yaşanabileceğini, ardından yıkıcı bir emlak krizinin yaşanabileceğini ve ardından eş zamanlı çöküntünün ayağının bankacılık krizi olduğunu belirtiyor. Yazar bütün bu öngörülerinin sonucu olarak „yıkıcı bir krize“ doğru tespitlerini yapıyor. Türkiye ekonomisi, diğer emperyalist ekonomilerden bağımsız olarak el alınamaz. Bir ülkede ortaya çıkabilecek kriz, mali kriz, borsaların çökmesi vb. eş zamanlı olarak bütün ülkeleri etkilemeyebilir. 2008’de ortaya çıkan mali kriz Türkiye’yi „teğet geçti“ Andaki durumda dünya ekonomisinin durumu şöyledir: 2008 üçüncü çeyreğinden itibaren başlayan, 2009’da dibe vuran devrevi krizin depresyon evresinde tam bir çöküş yaşanmış, 2009’da dünya çapında büyüme ikinci dünya savaşından bu yana ilk kez sıfırın altına düşmüştü. 2009’un ikinci çeyreğinden itibaren dipten çıkış ile birlikte yeniden pozitif ekonomik büyüme başladı. Bu, yaşanan devrevi krizde canlanma aşamasına girildiği anlamına geliyordu. Dünya ekonomisi 2009’un dördüncü çeyreğinden itibaren başladığı büyüme eğilimini küçük kırılmalarla sürdürüyor. Şimdi devrevi krizin kalkınma aşamasındayız. Büyüme giderek uzun vadedeki ortalama büyüme hızını yakalama yönünde. Görünen bu eğilimin 2014‘de de süreceği, kalkınma evresinin bu kez dalgalanmalarla biraz uzun süreceği ve 2015’in ikinci yarısından itibaren kalkınma aşamasının da sonuna varılıp, yeni bir devrenin başlayacağıdır. Gelişmeler bu yöndedir. Yazarımızın 2014 Türkiye ekonomisi ile ilgili öngörüleri gerçekçi değil. Türkiye’de 2001 krizinde kimi bankalar battı. 2001 krizinden sonra Türkiye, bankaları sıkı denetime tabi tuttu. 2001 krizinden bu yana 13 yıl geçti. Bu süre içerisinde Türkiye’de hiçbir banka batmadı. Yazar, “AKP’nin geleceği artık tartışmalı bir konudur” diyor. 30 Mart yerel seçimleri bir kez daha AKP’nin kitle desteğine sahip olduğunu ve önümüzdeki kısa dönem içerisinde AKP’nin seçimlerle götürülmesinin mümkün olmadığını göstermiştir. Yazar diyor ki; „Uluslararası basın, Taksim Ayaklanması’yla başlayan, son olarak iktidar bloğu içindeki iç savaşla daha da artan bir ilgiyle AKP ve Türkiye’deki siyasal İslam üzerinde durmaya ve sert eleştiriler ve risk tanımları yapmaya

başladı.“ Kimdir bu uluslararası basın? Uluslararası basın emperyalistlerin kalemşörlüğünü yapan basındır. Batılı emperyalistlerin RTE’yi istemediği olgudur. Emperyalizmde dostluk yoktur çıkar vardır. Türkiye, emperyalist emeller peşinde koşan ve Ortadoğu’da pay kapmaya çalışan ve yeni Osmanlıcılık siyasetini gütmeye çalışan bir ülkedir. RTE, güya mazlumların rolüne soyunduğunu sanan bir kişiliktir. Emperyalistlerin çıkarlarına göz diken, laf dinlemeyen bir konuma geldiği zaman, RTE istenmeyen bir adamdır. Batı basınının eleştirilerinin nedeni budur. Yazar, Gezi eylemlerini bir „ayaklanma“ olarak değerlendirmektedir! Gezi Direnişinin değerlendirilmesi ve direnişten öğrenilmesi gerektiği açıktır. Devrimci çevrelerde yanlış değerlendirme ve harekete onda olmayan misyonlar biçme hastalığı var. Yazarımız da bu hastalıktan etkilenmiş görünüyor. Taksim Direnişi bir halk “ayaklanma”sı ise, bu “ayaklanma”nın talepleri nedir? Bu “ayaklanma”nın hedefi T.C. devleti mi, yoksa AKP hükümeti mi? Bu soruya doğru cevap verildiğinde, Gezi Direnişinin hedefinin ne olduğu ortaya çıkar. Gezi Direnişi, doğaya, kendi doğal yaşam alanına, kentine sahip çıkan; kendi yaşam alanı hakkında kendilerine danışılmadan karar alıp uygulanmasına tepkili kentli orta sınıf gençliğinin küçük bir bölümünün demokratik, barışçı bir direniş hareketi olarak başladı. Gezi, kendiliğinden ortaya çıkan bir direnişti. Gezi Direnişi haklı bir te­melde başladı ve daha sonra AKP karşıtlarının ey­l emlerine dönüştürüldü. Evet, devrimciler bu direniş içerisinde yer aldı. Ama devrimciler Gezi Direnişini iyi okuyamadı. Belli bir noktadan sonra, ülkelerimize yayılan eylemlere damgayı devrimciler değil, burjuvazinin anti-AKP cephesi vurdu. Anti-AKP cephesinin eylemlerini “devrimci isyan” ve “ayaklanma” olarak tespit etmek yanlıştır. Yazar, Türkiye ekonomisinin „bugün açısından tam anlamıyla belirsizlik, aşırı ısınma ve ciddi bir yavaşlamayla karşı karşıya“ olduğunu belirtiyor. Bu tespitler subjektif tespitlerdir. Yazının akışı içerisinde andaki durumda Türkiye ekonomisinin durumunu rakamlarla açıkladık. Gezi eylemleri, 17 Aralık süreci, borsaların yükselmesine ve döviz kurlarının dalgalanmasına neden oldu. Bu dalgalanmalar geçici oldu ve reel ekonomiye yansıması

olmadı. Yazar, çözüm olarak “İlla sokak ve illa kavga... Sokak ve kavga özgürlüğün ateşiyle kendini yeniden yaratmak, geleceği fethe çıkmak ve geleceğe doğru soluksuzca koşmaktır.” diyor. Çözüm olarak önerilen çözümsüzlüktür. Sarılınması gereken halka parti inşa halkasıdır! Leninist teori çözümün ne olduğunu ortaya koymuştur. Tanığımız Lenin’dir. “Şunları iddia ediyorum: 1Sürekliliği sağlayan istikrarlı bir önderler örgütü olmadan hiçbir devrimci hareket varlığını sürdüremez; 2- hareketin temelini oluşturan ve harekete katılan, mücadeleye kendiliğinden çekilen kitleler ne kadar geniş olursa, böyle bir örgüte duyulan gereksinim o kadar acil bir hal alır ve bu örgüt o ölçüde sağlam olmak zorundadır (çünkü her türlü demagogun kitlelerin geri kesimlerini peşlerinden sürüklemesi o kadar kolay olacaktır); 3- böyle bir örgüt esas olarak, devrimci faaliyeti meslek edinmiş insanlardan oluşmalıdır; 4- otokratik bir ülkede böyle bir örgüte üyeliği, ancak meslekten devrimciler, siyasi polise karşı mücadele sanatında profesyonelce eğitilmiş insanlar üye olabilecek şekilde ne kadar çok sınırlarsak, örgütün ele geçirilmesi o kadar zor olacaktır; 5gerek işçi sınıfından gerek diğer toplumsal sınıflardan, harekete katılma ve içinde aktif olarak çalışma imkânına sahip olacak kişiler çevresi de o kadar geniş olacaktır.” (Lenin, Ne Yapmalı?, İnter Yayınları, sf.132-133) Günün can alıcı meselesi tam da budur. Türkiye’de işçi sınıfı ile sosyalizm ayrı kulvarlarda yürümektedir. Devrimin öznesi olan işçi sınıfı ile sosyalizmin birleştirilmesi ve Bolşevik tipte bir partinin işçi sınıfı içerisinde yaratılması gerekmektedir. İşçi sınıfının bilinç ve örgütlenme seviyesi geridir. İşçi sınıfı kendi talepleri için bile yeterli bir mücadele yürütmemektedir. İşçi sınıfının sendikalarda örgütlülüğü % 10 düzeyindedir. Uyuyan devin uyandırılması ve işçi sınıfına doğru bilincin taşınması hayati önemdedir. İşçi sınıfı içerisinde kök salmış Bolşevik Parti yaratılmadan, işçi sınıfı kazanılmadan devrim hayaldir. Görev „illa sokak ve illa kavga“ değildir. Görev uzun vadeli düşünerek, işçi sınıfını örgütlemek, işçi sınıfı içerisinde örgütü inşa etmek ve uyuyan devi uyandırmaktır. Görev budur… 04.07.2014 Bir Grup YİD Okuru


PARÇALA YÖNET (ORTADOĞU) Sünni kökenli terör örgütlerinin Sünnilerin ağırlıkta olduğu bölgelerde oldukça geniş bir yer edinme olanağı yarattı. Bu durum IŞİD’in g ü ç

k a z a nması için oldukça uygun bir zemindi ve öylede oldu. Özellikle IŞİD lideri Ebu Bekir Bağdadi’nin Selefi yönetimlerden Suudi Arabistan başta olmak üzere gördüğü destek duyumları da hesaba katılınca bölgedeki gelişmelerin etnik ve mezhepsel nedenleri daha da iyi anlaşılır. IŞİD kendi hukuki düzenini yerleştirme peşindeyken, diğer taraftan bölge ve bölgeden çıkarları olan diğer devletler açısından da tehlike olarak gösteriliyor. IŞİD’in bölgede terör ve şeriatçı politikaları kuşkusuz büyük bir tehlike addediyor. Fakat bölge yönetimlerinin de (Irakta Maliki yönetiminin Sünnileri görmezden gelmiş olması, Suriye de faşist Baas yönetimi, İran, Ürdün, Lübnan gibi gerici şeriatçı yönetimler) bir bütün olarak bölge halkları için tehdit olduğunu da gözlerden gizlememek gerekiyor. Kuşkusuz Güney Kürdistan bölgesel Kürt

yönetimiyle yaşanan canlılık ve Maliki’nin ılımlı siyaseti Irak açısından önemli bir dönüm noktası oluştursa da, bölge bir bütün olarak bağımsızlığını koruyamadığı için halk lara yönelik tehdit hala devam ediyor. Peki, şimdi ne olacak? IŞİD günlerdir Musul ve çevresini abluka altına

almış du r u mda ve Bağdat’ı tehdit ediyor. Bir taraftan Türkiye konsolosluğu basılıp rehin alınırken, diğer taraftan Alevilerin hayatlarına kastedildiği bilgileri yansıyor. Ortadoğu da ki her yaşanan olaylar sonucu koltuğunda zıplayıp duran “Türk” hükümeti yine camın arkasından konuşarak dış politikalar konusunda pespayelik yaratmak peşinde. ABD gerekirse Irak’a yine askeri müdahale bulunuruz diyerek gözdağı vermeye çalışıyor. Biliyoruz ki ABD ve diğer emperyalist güçlerin bölgede seçilmiş merkezi yönetimlerin uzun vadede kendi işlerine gelmeyeceğidir. Batılı emperyalistler için asıl sorun yönetimdeki iktidarlar değil, asıl sorun lağvedilebilir iktidarların olmasıdır. Gelen her ge-

rici iktidar her koşulda emperyalistlerle işbirliğine girebilir. Kalıcı yönetimler ise emperyalistler arası dalaşta sorun yaratabilir. Beklenti Irak’ta ki gelişmelerin sürecini tamamlayıp parçalanmış yönetimlerin oluşturulmasına olanak hazırlamak. Bütün bunlardan çıkarılacak sonuç, bölgedeki istikrarsızlığın devam etmesi orta vadede Irak ve Suriye gerçeğinden yola çıkarak bölgede parçalanmış yönetimlerin oluşturmasını bekleyebiliriz. Özellikle mezhepsel temelde oluşturulacak bu federe yönetimlerin kaçınılmaz olduğu bir gerçek. IŞİD yakın zamanda konuşlandığı bölgelerde Sünni bir yapı oluşturursa bu durumun Türkiye’nin Ortadoğu politikalarında köklü bir değişiklik yaratacağı da doğru. Türkmen yoğunluklu bölgelerde Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olacak bir Türkmen yönetimi Türkiye’nin daha çok işine gelirdi ama buda olanaksızlığını koruyor. El Kaide ve türevleriyle yürütülen kirli ilişkilerin IŞİD’in güç kazanmasında önemli bir payı da olmuştur. Dış politikanın nabzını keser sapı gibi tutarsan keserin dönme ihtimalini de göze alacaksın. Son olarak Ortadoğu kaynamaya devam ettiği sürece bunun yansımaları Ortadoğu halklarının omuzlarına yüklenecektir. Yaratılan kirli savaşların içinde halkların bu savaşları kendi lehlerine çevirip hem ulusal bağımsızlıklarını ve de gerici, şeriatçı yönetimlerin varlığına son verip bir an önce demokratik halk yönetimlerine geçmek için mücadele etmelidir. 13.06.2014 YİD Okuru

BAYRAK “PROVOKASYONU” VE LİCE Günlerdir çatışmalarla gündeme gelen Lice son olarak bayrak krizi ile gündemde ve bu kriz ile çatışmalara yeni bir boyut kazandırılmaya çalışılıyor. Devlet birçok gencin canına kastedip ve günlerdir zor kullanmakla yetinmeyip şimdi de bayrak sevdasına bürünerek direnen Kürt halkına tehditler yağdırmaya devam ediyor. Siyaset ve toplum gündeminden olayların özü geçiştiriliyor. Öldürülen Kürt gençlerinin, yaralanan kadın ve çocukların hiçbir önemi yokmuş gibi davranılıyor.

Devlet bayrağın indirilmesi olayını kullanarak yaptıkları zulmü meşrulaştırmaya çalışıyor. Bunlarla birlikte devlet ve hükümet toplumsal algıyı yine kendi lehine çok rahat çevirmiş oldu. Öyle ki bu yaşanan bayrak krizi HDP ve Öcalan cephesinden dahi provokatif eylem olarak gösterilmeye çalışıldı. Hoş, olayın provokasyon olmadığı çok açık. Devletin silahlı güçlerinin “sabrı” nasıl ki tükenebiliyorsa, bu tür eylemlerde gençlerin de sabrının tükenmesi bir o kadar anlaşılır bir durumdur. Hele

birde Kürt siyasi mücadelesinde politikleşmiş bir Kürt genci halkına yapılan zulüm karşısında bu denli sabırla hareket edebiliyorsa bunlara provokasyon değil insanların sabrını taşırıyorsunuz artık denir. Öyle ya bu ülkenin başbakanı bunu çok iyi bilir. Öldürülen gençler yetmezmiş gibi “nasıl sabrediyorlar anlamıyorum” diyen de kendisiydi. Demek ki sabır ve tahammül kafada durduğu gibi durmuyormuş ve an geliyor tükenebiliyormuş işte. Devletin samimiyetsizliğinin

yanına birde Kürt halkının siyasi kanaat önderlerinin aynı samimiyetsizlikle olaya dahil olması ve bayrağı kutsamaya çalışmaları kendi gerçekliğini yok saymak olmuyor mu? Hükümet ve devlet çözümü ve demokratikleşmeyi ölüler üzerine kurmaya çalışırken asıl amaçlarının Kürt halkının özgürleşmesi olmadığını göremiyorlar mı? Aslında gördüklerinden kuşku yok. Kuşkulu olan bu çarpık siyaset sarmalarında bir umut çözüm aramaları ve PKK-TSK’nın çatışmasızlık ortamının her an

Temmuz 2014 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

Ortadoğu da sınırlar yeniden mi revize ediliyor? Bu söylem henüz çok erken bir öngörü olsa da coğrafyanın geneline yansıyan olaylar yeni bir Ortadoğu’nun şekilleneceğinin habercisi. Irak işgalinden hemen sonra artan cihadi grupların ve ardından diktatörlük rejimlerin bir bir köşeye sıkışması, aşiretlere bölünmüş emirlik ve bölge yönetimlerinin merkezi bir otoriteden yoksunluğu Ortadoğu’yu içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Bu durumun sancılarını kuşkusuz bu bölge halkları kadar kimse yaşamıyor. Etnik ve mezhepsel ayrımcılığın getirdiği kırılgan yönetimler istikrarsızlıklarını korumaya devam ederken, bir yandan da tarihi haksızlıklarla yüz yüze kalmış Kürt halklarının Suriye ve Irak’ta yeni ulusal bütünlüklerini oluşturduklarını da gözlemliyoruz. Görünürde başlıca sorun radikal İslamcı gruplar arasındaki mezhep ve çıkarlara dayalı çatışmalar olarak gözükse de madalyonun arkasında duran belirleyici etken uluslararası güçlerin Ortadoğu da oynadıkları politikalarda yatmasıdır. Özellikle ABD işgalci güçlerinin önemli bir bölümünü Irak’tan çekmesinin ardından -Erbil ve Bağdat yönetimini dışta tutarsak- bölgede büyük bir kaos peyda olmuş durumda. Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) güçlerinin Rakka ve Deyr Ez-Zor kentlerinin ardından Musul’u da kontrol altına alması bölgedeki parçalanmışlığı daha da toparlanamaz hale getiriyor. Özellikle ekonomisi güçlü bölgelerin Şii mezhepli ve Kürtlerin oluşturmasının getirdiği sonuç IŞİD gibi

13


bitebileceği kuşkusu. Yaşanan gerilmelerin yarattığı sancı, bölgede süre gelen Kalekol yapımları, seçimlerde BDP’ye yönelik bölgedeki baskılar vd. bu kuşkuları daha da artırıyor. HDP’nin ve Öcalan’ın demokratik özerklik siyaseti burada da çamura saplanıyor. Devletin Rojava’da ve Kuzey Kürdistan’da kanlı bir savaşın başrolüne soyunmaları bu kadar açık iken çözüm süreci üzerinden pasifist ve uzlaşmacı siyaset yürütmek mücadeleci bir tavır değildir. Öcalan ve HDP her ne kadar süreç içinde rölanti görevini üstlenmiş olsalar da çatışmaların kaynağı Kürt halkı değil devletin kendisidir. Bu da durumun en kısa özetidir. Devlet ve toplumun önemli bir çoğunluğu olayları hala saksıdan konuşarak yorumluyor. PKK ye katılan gençler veya çocuklar üzerinden kirli siyaset yapmaları bunun kanıtıdır. Bu çocuklar hapse atılırken, işkence görürken çocuk

olarak değerlendirilmiyor. Kendi inisiyatifleriyle PKK ye katılırken çocukların ne işi var orada diye veryansın ediliyor. Özgürlük bi-

linci oturmuş her birey ister çocuk olsun ister kadın ya da genç kendi iradesiyle hareket edebilir. Bunu belirleyen kriter yaş değil

bilincin kendisidir. Bunun en yakın örneğini yine bu topraklarda Çanakkale savaşı sırasında okullarını bırakıp cepheye giden çocuklar göstermişlerdir. Çanakkale’de savaşan çocuklar için onur atfedilirken, gerillaya katılan çocukları kaçırılma ya da bu çocukların inisiyatifi olamaz demekte ayrı bir onursuzluktur. Devletlerin bayraklarını kutsamak aklı geçmişliğin ve milliyetçiliğin en iğrenç yansımasıdır. Bayraklar halkların sembolleri olmamışlardır hiçbir zaman ve biliyoruz ki bu bayraklar altında bir çok devlet kendi halkını katletmiş, zulme ve yoksulluğa hapsetmiştir. Bayraklar ancak bu devletlerin gerçek yüzlerinin sembolleri olabilirler. Tarihte göstermiştir ki tüm dünya halklarının bir tek bayrağı vardır o da işçilerin ve emekçilerin kendi elleriyle yarattıkları kızıl bayraktır. 10.06.2014 YİD okuru

Temmuz 2014 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

MADIMAK KATLİAMI LANETLENDİ!

14

30 Haziran 2014 Pazartesi gecesi saat 20.30 da İzmir-Narlıdere Demokrasi Meydanı’ndan başlayan meşaleli yürüyüşe 500’e yakın kişi katıldı. 2 Temmuz 1993’de Madımak otelinde diri diri yakılan 35 devrimci-demokrat kişi atılan öfkeli sloganlarla yeniden anıldı. Ölenlerin sahipsiz olmadıkları, yapılan tüm katliamların hesabının er veya geç mutlaka sorulacağı devrimci bir kararlılıkla vurgulandı. Burjuva tarihi katliam ve cinayetler tarihidir. 1871 Paris komüninin yenilgisi sonrası binlerce işçi canice öldürüldü, binlercesi de uzak Fransız sömürgelerine sürgüne gönderildi. 8 Mart 1857’de New York’ta greve giden Tekstil işçileri fabrikaya kilitlenip tıpkı Madımak’ta olduğu gibi fabrika ateşe verildi. 129 kadın tekstil işçisi diri diri yakıldı. Türkiye-Kuzey Kürdistan bağlamında toplu katliamlar öylesine çok ki. Hangisini anlatmalı ki? Hepsi de birbiriden daha vahşice ve daha insanlık dışı. Ermeni katliamını, Süryani katliamını(Seyfo katliamı), Yezidi cinayetlerini, Kürt katliamlarını burada anlatmıyorum. En yakın tarihimize bakarsak: 11 Aralık 1977 Malatya katliamı 19 Aralık 1978 Maraş katliamı 5 Temmuz 1980 çorum katliamı 2 Temmuz 1993 Sivas katliamı, ilk akla gelenler. Sivas, Madımak otelinde 35

kişi diri diri yakıldığında DYPSHP koalisyon hükümeti iş başındaydı.Reisicumhur Süleyman Demirel’di. Katliam sonrası ilginç bir açıklama yaptı: “ Olay münferittir. (Kendi başına olan ) Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş..Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır. Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır”..Bir ülkenin reisicumhuru böyle konuşabiliyor!

Tansu Çillerin açıklaması da Demirel’in açıklaması kadar vahim. O da şöyle bir açıklama daha doğrusu (açıklamama) da bulunuyor : “ Çok şükür, otel dışındaki halkımız bu yangından zarar görmemiştir, halktan kimsenin burnu kanamamıştır ve ölenler de çıkan yangından boğularak ölmüşlerdir. Olayı bu kadar büyütmek yanlış! Bir futbol maçında da bu kadar insan ölebilirdi.” Erdal İnönü’ye ne demeli? Aziz Nesin, olaylar başladığında dö-

nemin başbakan yardımcısı en azından demokrat geçinen Erdal İnönü’ye telefonla durumu bildiriyor. Erdal İnönü, “en kısa zamanda takviye güç gönderileceğini, kimsenin kılına dahi zarar gelmeden kurtarılacağını” söylüyor. Sonradan da katliam olup bittikten sonra eleştirilere oldukça pişkin ve soğukkanlılıkla şöyle bir yanıt verebiliyor : “ Ne yapayım yetkim yoktu! ” Vay be! Olacaklardan haberdar edilmiş! Biliyor! Ama yetkisi olmadığı için sadece seyretmekle yetiniyor. Bu yetkisi olmayan kişi, dönemin başbakan yardımcısı! Yani 3.adam! Al birini vur ötekine. Kapitalizm var oldukça dönem dönem katliamlar da olacaktır. Bu canilikler ne ilk ne de sondur. Her vesile ile burjuvazi barbarlığından yeni tipte örnekler sunacaktır. Tabii ki işçiler ve emekçiler, işçiden ve emekçiden yana olan sanatçılar, yazarlar hedefin en önünde nasiplerine düşen ölmeleri, katledilmeleri, sakat bırakılmaları alacaklardır. Çözüm ? Var ebetteki.. Yeni bir dünya kurmak için, bu barbarlık, cinayet, katliam düzeni olan kapitalizmin yıkılması için, Demokratik Halk Devrimi için, sosyalizm ve komünizm için: Bütün dünyanın işçileri ve ezilen halkları birleşiniz! 03.07.2014 YDİ Çağrı, İzmir okurları


Kısa... Kısa... İstanbul Halkalı’daki Gümrük Müdürlüğü’nde 16-17 saatlik kölelik koşullarındaki çalışma süresine isyan eden işçiler ve küçük gümrükleme şirket sahipleri 29 Haziran’da iş bırakma eylemi başlattı. 10 gün boyunca ihracat çıkış işlemlerinin yapılamadığı TIR’ların uzun kuyruklar oluşturduğu, bazı TIR’ların park alanlarına taşınmaya mecbur bırakıldığı, taşıma yapacak gemilerin zor durumda kaldığı Halkalı’daki Gümrük Müdürlüğü’nde işçi temsilcileri ile müdür arasında yapılan görüşmeden sonuç çıktı. Gümrük müdürü, bakanlık ve Uluslararası Nakliyeciler Derneği’nin eseri olan düzenlemeyi, işçilerin ve küçük şirket sahiplerinin talepleri doğrultusunda değiştirme kararı aldı. Kararın ardından iş bırakma eylemlerini sonlandıran işçiler, “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” sloganlarıyla gümrük sahasında yürüdü. SENDİKASIZ ÇALIŞTIRILMAYA KARŞI DİRENİŞ

30 Mart yerel seçimlerinde Susurluk Belediye Başkanlığını kazanan AKP’li Hüseyin Hızlıoğlu, göreve başladığında 131 işçiyi “kanunsuz çalıştırıldıkları” gerekçesiyle işten çıkardı ve yeni bir şirket kurarak işçilere bu şirkete bağlı olarak çalışma teklifinde bulundu. Ancak 76 işçi, teklifte bulunan “sendikasız çalışma” ve “geri dönük hakların saklı olarak kalması” maddelerini kabul etmedi, direnişe başladı. Belediyenin karşısında eylemlerine ara vermeden devam eden işçilerin üye olduğu Belediye-İş

Sendikası işçilerin işe iadesi için dava açtı. Dava hakkında bir açıklama yapmak için Susurluk Beled iyesi ’n i n önü ne gelen Belediye-İş Balıkesir Şube Başkanı Yüksel Özden, işçilerin belediyenin karşısından ayrılmadığını, sık sık sloganlarla belediye başkanını protesto ettiklerini söyledi. Yüksel Özden “Burada direnen arkadaşlar Susurluk Belediyesi’nde 4-5-6 yıldır kanalda, suda, greyderde, şoförlük yapan arkadaşlar. Susurluk Belediye Başkanı Hüseyin Hızlıoğlu çalışanların çalışmalarının yasal olmadığı gerekçesi ile yeni bir şirket kurdu ve işçilerimizin 14 Haziran itibari ile iş akdi fesh edildi. 76 arkadaş adına davamızı açıyoruz. Artık bu meseleyi yargıya taşıdık ve bu davayı kazanacağımızdan eminim” dedi. İşçilerin tek isteğinin çalışmak ve evlerine ekmek götürmek olduğunu söyleyen Özden, işçiler işe alınana kadar eylemlerine devam edeceklerini duyurdu. (sendika. org) KİMBERLY CLARK FABRİKASINDA GREV

Tüm Kağıt ve Selüloz Sanayi İşçileri Sendikası (Tümka-İş) İstanbul Pendik’te faaliyet gösteren Kimberly Clark adlı işyerinde greve başladı. Kimberly Clark Pendik işletmesinde çalışan 236 işçi ücretlerin artırılması, kıdem ve ihbar tazminatlarının sürelerini uzatmak, iş güvenliğinin sağlanması talepleri ile greve çıktı. 60 ülkede 150 ye yakın fabrikası bulunan Kimberly Clark’ın dünyadaki bebek bezi markası Huggies ve kadın pedi Kotex markalarının sahibi Amerikalı bir şirket. Bebek bezi satışında ki yıllık cirosu 3,5 milyar dolar. Üreticisi olduğu bebek bezi markası Huggies 140 ülkeden 55'inde pazar lideri. Kadın pedleri ve çocuk bezi üreterek Ortadoğu, yakın ve uzak Doğu ve Güney Afrika ülkelerine ihracat

yapan fabrikada işçiler insanca bir ücret istiyorlar. (sendika.org) YILDIZ SUNTA DA DİRENİŞ Yıldız Sunta MDF Fabrikası’nda çalışan 40 işçi işten çıkarılmalarının ardından fabrika önünde direnişe geçti. İşçilerin işten çıkarılmalarına gerekçe olarak gösterilen ekonomik daralmanın gerçeği yansıtmadığı dile getiren Yıldız Sunta işçileri, asıl nedenin sendikaları Ağaç-İş Kocaeli Şubesi’nde daha mücadeleci bir yönetimin iş başına gelmesi olduğunu söylediler. Ağaç-İş Kocaeli Şubesi’nde amatör olarak şube başkanlığı yapan ve işten atılan işçilerden olan Şener Furuncu, seçimleri kaybeden eski yönetim ve işveren vekillerinin baskılarıyla işçilerin sendikadan istifaya zorlandığını söyledi. Fabrika yöneticilerinin seçilen yeni yönetimi tanımadıklarını beyan edip, işyeri temsilcilerine görev yaptırmadığını, temsilcilik odasının dahi kapatıldığını anlatan Furuncu, tüm yaşananların kendi güdümünde hareket eden bir sendika yönetimi isteyen fabrika yöneticilerinin eseri olduğunu söyledi. Furuncu “İşçiyi bölüp, kaostan faydalananın kimin olduğu aşikardır. Yetmezmiş gibi seçilmiş yönetime kimler destek verdi ise bu kişilerin işten çıkarılacağı, sendikadan istifa edin yoksa atılacaksınız tehditlerinin ayyuka çıktığı, bizi destekleyen arkadaşların bile korkutulup sindirildiği bir süreç yaşanmaktadır” diye konuştu. (Evrensel) TAŞERON İŞÇİLERİN DİRENİŞİ SÜRÜYOR Ko c a e l i Ün i ve r s it e s i Tıp Fakültesi Hastanesi’nde üyesi oldukları Dev Sağlık-İş’in iş bırakma eylemine katıldıkları gerekçesiyle işten atılan 5 taşeron işçi direnişlerini sürdürüyor. Direnişin 28. gününde basın açıklaması yapıldı. Tıp Fakültesi önünde bir araya gelen Dev Sağlık-İş üyesi işçiler ve çeşitli

siyasi parti kurum temsilcileri, işçilerin bir an önce işlerine geri dönmesini istedi. Dev Sağlık-İş Kocaeli Şube Başkanı Talat Tunç, sendikaya üye olmanın, herkesin olduğu gibi taşeron işçilerinde hakkı olduğunu söyledi. Basın açıklaması esnasında Acil binasının çatısına çıkarak “Atılan işçiler geri alınsın” pankartı açan iki taşeron işçiye özel güvenlik müdahale etti, işçiler “Zafer direnen emekçinin olacak” sloganlarıyla pankartlarını indirdiler. YATAĞAN İŞÇİLERİ TÜRK-İŞ GENEL MERKEZİ’Nİ BASTI

Özelleştirmeye karşı Ankara’da eylem yapan Yatağan işçileri Türk İş Genel Merkezi’ne giderek 90 kişi ile birlikte başkanın odasını işgal etti. Türk İş başkanı ile görüşmek istediğini söyleyen işçilere Ergün Atalay’ın Cenevre’de olduğu söylendi. İşçiler adına konuşan bir temsilci 10 aydır iş yerlerinde ki özelleştirmeye karşı direndikleri, bu direnişi özelleştirmenin yapılacağı tarihlerde yükselterek Ankara’ya taşıdıklarını ifade etti. Tüm bu süreçlerde Türk İş yönetiminin yanlarında olmadığını belirten işçi yönetimi, Ankara’da Kurtuluş parkında devam ettirdikleri direnişi sahiplenmeye, Yatağan işçilerinin taleplerine kulak vermeye çağırdı. Bu nedenle bugün burada olduklarını ifade etti. Kısa açıklamanın ardından Türk İş başkanın koltuğuna ‘Özelleştirmeye hayır’ önlüğünü asan işçiler, masaya da baret bıraktı. Muğla’nın Yatağan ilçesinde enerji ve maden işçileri ile aileleri, özelleştirmeye karşı yaklaşık 3 aydır Ankara’da eylem yapıyor.

Temmuz 2014 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

DİRENİŞ GERİ ADIM ATTIRDI!

15


İŞPORTACILIĞI MESLEK EDİNEN İŞSİZLER ORDUSU Kapitalizm, işsizlik ve insanların yarınlarından emin olmamaları demektir. Bu gün herhangi bir işte çalışan kişi ertesi gün işsizlikle yüz yüze gelebilir. Bugün az çok karnı doyan bir kişi ertesi gün aç kalabilir. Kapitalizm insanlığı bilinmezliklere, meçhule, şansa, kadere tutsak eden bir yazgıcılık, bilinmezcilik sistemidir. Sömürülen, ezilen halk katmanları bu sistem içerisinde giderek aptallaşmakta sistemin istediği ölçülere uyumlu birer nesneye dönüştürülmektedir. Kapitalizmin en büyük silahı da işsizliktir. İşsizler ordusu kapitalizm için şimdilik bir ayak bağı değil, sömürü sisteminin güçlenmesindeki en büyük kozlarından biridir. İşsizler ordusu sayesinde kapitalizm, çalışan proletaryaya çalışmayan aç ve sefil proletaryayı göstererek gözdağı vermekte, onları en kötü şartlarda, en düşük ücretlerle çalışma zorunda bırakmaktadır. İşçileri taşeron firmaların köleleri durumuna ge-

Kadın-erkek parfümü satıyor

tirmekte, onların sendikalara girmelerine engel olmakta, günde 1015 saat çalıştırıp, tam anlamıyla modern kölelik-modern sahiplik ivmesini canlı tutmaktadır. Bu ivme aslında çoktan ‘modern’ lik olmaktan çıktı. ‘Modern’ liğin ‘ post modern’ kategorisine girmesi onlarca yıl oluyor ve post modern olduğundan beri de sömürü, açlık, sefalet kat be kat arttı. İşsizlik had safhaya ulaştı. İşçi hakları had saf hada budandı. Ücretler had safhada düşürüldü. Bu çığ gibi büyüyen işsizler ordusu önemle büyük kentlerde bir işportacılar ordusuna dönüştü. Kentlerin en işlek caddelerinin köşe başlarını akla gelen-gelmeyen yüzlerce değişik şey satan çocuk- genç -ihtiyar, kadın-erkek yüzlerce işportacı doldurdu. Biz bunlara sefaletin ve çaresizliğin işçileri diyoruz. Akşam olunca evlerine üç-beş kuruşluk öteberi götürebilmenin savaşını veren bizim ezilenlerimizin bir başka çehresi ve öyküsüdür bu. Çok kez bu insanlar belediye zabıtasının baskınları ile ellerindeki malı kaptırırlar. Bu baskınlara genelde hazırlıklıdırlar. Sürekli tetikte beklerler. Tezgahlarını da baskın anında hemen sırtlayıp kaçacak şekilde oldukça pratik hazırlamışlardır. Ama zabıtalar da oldukça şeytani taktiklerle işportacıların kaçmalarına olanak vermemeye çalışırlar. Tüm gün boyu zabıtalarla işportacılar arasında sessiz bir savaş sürüp gider. Bu sessiz savaşı bazen işportacı bazen de zabıta kazanır. Türkiye’de zabıta ile kovalamaca oynayarak ekmek parası kazan-

Yakalanıyor ve şiddet görüyor

maya çalışan onbinlerce işportacı var. Ama egemen güçler dolaysız vergi alamadıkları bu onbinleri ekonomi dışı saydıklarından onlara yaşam hakkı tanımamaktadırlar. Belediyeler bünyelerinde bir zabıta ordusu beslemekte, onbinlerce (belki de yüz bin! Belirli bir sayı vermek olanaksız çünkü kayıt dışı. Merdiven altı imalat ve satışlarını da işportacılık kategorisinde alacak olursak bu rakamın yüzbinleri çok aşacağı muhakkak.) işportacıdan alamadıkları dolaysız vergilerin kat be kat fazlasını bu zabıta ordularına harcamaktadırlar. Asıl amacı fiyatları kontrol ve halkın sağlığına uygun hijyen tüketim maddelerinin satımını sağlamak olan zabıta memurluğu, gelinen yerde bu öncelikli amacını yitirmiş, işportacıları kovalayıp yakalamayı, onlara bir tür zulüm vermeyi ve işkence çektirmeyi öncelikli görev edinmiş değişik tipte bir polis teşkilatına dönüşmüştür. Kapitalizm, sömürülen ve ezilen halklar için acımasız bir kıyım, işkence, zulüm ve açlık demektir. Kapitalizmde hiç bir emekçi yarınından emin değildir. Her an sürprizlerle ve muamma ile doludur. İşsiz kalabilirsin, hasta olup ‘ilaç’ diye eczane köşelerinde sürüm sürüm sürünebilirsin, bir inşaatın en üst katındaki çürük iskeleden yere çivilenip ölebilirsin. (Tabii çoluk-çocuğun da sefil olur, beş kuruşa muhtaç olur böylece) Yerin yüzlerce dibinde en düşük ücret karşılığında yaşamını ortaya koyup da cehennem ateşinden daha korkunç ateşlerde üç kuruşluk kömür için yanıp kömürleşebi-

lirsin. Elçiler vasıtasıyla kamyonlara, traktörlere bir mal gibi yüklenip günde 30-40 lira karşılığında 12-14 saat tarlalarda, bahçelerde çalıştırılabilirsin. Hiçbir suçun yokken dahi her an tutuklanıp ne olduğunu anlayamadan kendini mahpus damlarında bulabilirsin. Haksızlığa karşı boynunu biraz dikleyip de yükseğe kaldırdın mı anında zindanlarda, işkencelerde gözünü açabilirsin ve sana kendini savunma hakkı tanıdıklarında belkide artık ölmüş olursun. Demokratik haklarına sahip çıkarken vahşice ve kasıtlı olarak atılan gaz bombası yüzünden komalarda sürünüp sakat kalabilir, can verebilirsin! Sözün kısacası kapitalizm her geçen gün biz emekçiler ve sömürülenler üzerinde vahşetini ve barbarlığını giderek ölçüsüz boyutlara yükseltiyor. Bunalıma ve krize girdikçe bunun bedelini biz emekçilere yüklemek istiyor. Son gelinen yerde toplu iş kıyımları, işçilerin taşeron firmalara resmen bir mal satar gibi satılmaları, devredilmeleri, işçilerin sendikalarda örgütlenmelerinin engellenmesi ve sendikaya üye işçilerin toplu halde işten çıkarılmaları örnek olarak gösterilebilir.(Soma kömür ocaklarında can veren 301 proleterin taşeron firma tarafından nasıl acımasızca sömürüldüğünü ve sadece daha çok kar ve daha çok para kazanmayı ilke edinmiş patronların, proletaryanın can güvenliğini zerre kadar düşünmediğini de tüm dünya dehşetle izledi, bu vahşete tanık oldu.) Burjuvazinin vahşetine, barbarlığına ve sömürüsüne son vermek için, tüm emekçilerin yarınlarından emin olabilecekleri, yarınlarına güvenebilecekleri bir düzenin var olması için tek çare sosyalist devrimdedir. Bunun da öyle ha deyince olacak bir şey olmadığı ortadadır. Proletaryanın ve ezilen sömürülen halkların ML’i bayrağına yazmış komünist partide örgütlenmesi zafere giden yolun ilk adımıdır. 23.06.2014 Yeni İşçi Dünyası okuru, İzmir

Yeni Dünya İçin ÇAĞRI Sahibi ve Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Metin Yoksu • Yönetim Yeri ve Adresi: Fatih Mah. Bahçeyolu Cad. Ülbeği İş Merkezi No: 9 Kat: 4 Esenyurt - İstanbul • Tel/Fax: (0212) 620 67 57 • e-mail: info@ydicagri.net • web: www.ydicagri.net YDİ ÇAĞRI Sayı 170 nin İşçi Özel Sayısı •Temmuz 2014 • Fiyatı: Türkiye: 1,00 TL · Türkiye Dışı: 1,00 Avro Baskı: Berdan Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No: 215-216-239 Topkapı/İstanbul Tel: (0212) 613 11 12 • Yayın Türü: Yerel Süreli


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.