PROLETER KURTULMAK YOK TEK BAŞINA ! YA HEP BERABER YADA HİÇ BİRİRMİZ CİLT 1, SAYI :1
21 ŞUBAT 2004
1
PROLETER KURTULMAK YOK TEK BAŞINA ! YA HEP BERABER YADA HİÇ BİRİRMİZ Cilt 1, Sayı :1
21 Şubat 2004
BAŞLARKEN "Değişmeyen tek şey değişimdir." Türkiye sol siyaseti son otuz yılda akıllara durgunluk veren değişimler göstererek bu gün bu siyasetin içinde bulunanlar dahil olmak üzere herkesi şaşırtıyor. Sol hareketin liberal-reformcu kesimlerini dışarda tutup diğerleri konusunda birkaç şey söyliyecek olursak değişimin (değişim burada ileri-geri ilerlemeler olarak ele alınmaktadır.) geneldeki görünümü hareketin daha çok geri yönde olduğudur. Bunun en belirgin göstergeleinden biri bölünme, ayrılma veya parçalanmalardır. Bu durumu açıklayan bir sözü burada aktarmak isterim. Bir sohpette siyasi grup ve partilerden kopmaların siyasi niteliği üzerine konuşurken bir arkadaşın bu konuda kopanların yada ayrılanların bir hizip bile örgütleyecek güçleri olmadığıyönündedir. Bu bir yılgınlık, bu bir çöküş demektir. Toplumsal ilerlemeyi sürekli kılacak, onu yönlendirerek sınıfsız toplum yolunda emin adımlarla yürümeyi sürekli kılacak kararlı adımlarla önde olmayı ilke edinmiş bilinçli ve bilimsel yollarla engelleri aşmasını bilen bir klavuz olmak, herkesin harcı değil elbette. Fakat bu tarihi görevi yürütecek, üstlenecek birilerinide tarih gösterecektir. Yönümüz bu yöndedir. 2
Bu yönde hareket ederken kalitemizin önemini akıldan çıkarmadan günümüz teknolojilerini, dizaynını yakalayarak toplumsal beklentilere uygun niteliklere sahip olmamız gerekmektedir. Sınıf beklentilerine yanıt verecek, kendisini dinleyen sorunlarına çözümler üreten, kazanımlarını sahip çıkan yeni kazanımlarla zenginleştiren , geleceğini karamsarlıktan kurtaracak, kendisininde içinde yaşadığı canlı, organik bir yapı ve faaliyet istemektedir. Yeni bir gelecek kurulması isteniyorsa eğer, daha bu günden yapının malzemesi en iyi olmalı, bu seçimle birlikte yapı bu güne kadar gelmiş, gelişimine hızla ilerletecek süreçlerde planlı ve programlı çalışmalar hızlandırılmalıdır. Günümüz ekonomik toplumsal gelişmeleri hızla değişirken kuralları ve lşartları yeni durumlara göre şekillenmektedir. Emperyalist güçler adını "Yeni Dünya Düzeni" "Globalleşme" dedikleri uluslar arası tekellerin dünya üzerindeki ekonomik, siyasi , askeri , kültürel ve benzeri egemenliği ve bunu pekiştirme mücadelesi , bu mücadele içerisinde gereksinim duyduğu normlar toplumsal gelişimin tüm alanlarında yeni normların oluşmasına eskilerinin terk edilmesine, yeni normların hemen hayata geçirilmesine zorlamaktadır. Onun içindirki Avrupa Birliği'ne giriş sürecindeki Türkiye ve Yunanistan için Kıbrıs Sorunu çözülmeli, Orta Doğunun
heğomanyası için sürecin diğer halkaları devreye sokulmalı, sinek sersemken halledilmelidir. Dünyada tekellerin tekellerle mücadelesinden doğan hegomonya sahasını genişletme çabaları tekellerin kendilerine bağlı gruplara kendi kurallarında hareket etmeyi zorladığı gibi taşeronlarınıda aynı normlarla hareket etmeyi zorunlu kılmaktadır. Bu baskı ve zorunluluklar yıllardır kazanılmış hakları, yapılan çalışmaları yıkmış, parçalamış işlevsiz hale getirmiştir. Onun için sendikalar boş bürolar, zorunlu aidat toplayan, üyesinin damarlarına yapışan parazitler haline gelmişlerdir. Yeni çıkarılan iş yasalarıyla sendikal örgütlenmeler olanaksız hale getirilmiş, örgütler işlevsesizleştirilmişlerdir. Bazı yeni olanaklar görülememiş, boş alanlar başkaları tarafından doldurulmaya çalışılmıştır. Yeni İş Kurumu Yasası ile getirilen boşluklar hiçbir biçimde değerlendirilmeye alınmamıştır. İş Kurumunun görevinin İşçi Sendikaların elinde olması gerekirken, İş Kurumu Yasasıyla İşçi Sendikalarının varlığı yokedilmeye çalışılmıştır. İşçi sınıfı karşıtları kendi çıkarlarına uygun örgütlenmelere şekil vermeye çalışırken işçi sınıfı kendi çıkarlarına uygun hareket etmeyi elbette unutmayacaktır. Zaten unutursa bunun bedelinin ne kadar acı olduğunu geçmiş pratikleiyle görecektir. Kimse köpeksiz köy bulup değneksiz gezmeyi göze alamayacaktır. ▲
SADDAM HÜSEYİN
SARAYDAN ÇUKURA"1 15.12.2003 tarihli Milliyet bu manşetle çıktı. Irak'ın işgalcileri Saddam Hüseyini, "O'nu yakaladık" diye duyurmuşlardı dünyaya. "Onun" yakalanışı ile ilgili olarak Türk "medyasında" yakalanışı ve tavrı üzerine yorumlar yapılıp gündem oluşturuldu. Bunlardan öne çıkan "saraydan çukura" düşüşü ve tek kurşun atmadan ,direnmeden teslim oluşuydu. Bu son beğenilmemişmiydi, yoksa içten içe seviniliyormuydu bunların hepsi birbirine karışmıştı. 1
"Saraydan Çukura, Saddam Hüseyin, Baas rejiminin temelinin atıldığı El Hodra bahçelerinde çukurda yakalandı" (Milliyet 15.12.2003) 3
Bugün Türk burjuvazisi ve çeşitli türden hizmetkarlarının yaptığı gibi, Irak burjuvazisi ve Saddam Hüseyinde şimdiki düşmanlarına hizmet etmişti. Her uşağın başına gelen onunda başına geldi. Layık olduğu yere tarihin çöplüğüne buruşturulup atılmıştı. Tarih uşaklardan çıkan Brütüslerle doludur. Saddam Hüseyin Irak'ı işgal savaşının ilk günlerinde olduğu gibi direnerek sona ulaşmış (ölmüş) olsada direnişçi, tarihi kahraman değil, olsa olsa bir Brütüs olurdu.2 Türk burjuva çevrelerinde bu yaygara neden koparılıyordu peki? Bu işgalden çıkar beklentisi içinde olan, kar hesapları yapan efendilerini darıltmamak için elinden gelen her şeyi yapanlar, bu sonu kendilerine yakıştıramıyorlardı, bunun korkusu içinemi düşmüşlerdi? 11 Eylül sonrasında ABD'li emperyalistler, kuyrukları İngiliz emperyalistleri ile birlikte "terörizm" ile mücadele adı altındadünyanın ezilen halk ve uluslarına karşı bir saldırı savaşı başlattılar. Önce Afganistan ardından Irak'ı işgal ettiler. Emperyalist saldırıları öncesinde yoğun bir propaganda yürüttüler. Ikiz kulelerin yıkılışı bu saldırı amacına hizmet eden en güçlü bir araca dönüştü. Istanbul'daki benzer "ikiz olaylar"da onların "haklılığını" canlı tutmaya yaradı. Dünya halklarının özgürlüğünün bekçiliğine soyunanların bugün Irak'ta yaptıkları onların "özgürlüğünün" nemenem bir 2
Onların sınıfları ve tarihteki akrabaları böyle çürüme dönemlerinde ancak Brütüs çıkardılar. Spartaküsler ise onların korkulu rüyası oldu. 4
şey olduğunu göstermekte. Onların "özgürlüğü" iş isteyenleri kurşunlamak, toplulukların üzerine gözünü kırpmadan ateş açmaktadır. Balkanlarda olduğu gibi Irak'ta da, uluslar arasındaki sorun (ulusal sorun) savaşa doğru yol almakta.3 Kuzey Irak'taki "ikiz" olaylarda Türk burjuvaziside nasibini aldı.4 Araplar, Kürtler ve Türkmenler arasında milliyetçilik doruğa doğru tırmanıyor. Irak'ta Federasyondan , toprak bütünlüğünden söz edenlerin yaptıkları, Irak'ta ulusların birbirini boğazlamasından başka bir sonuç vermiyecektir. Emperyalizm işçi sınıfının birliğini engellemeye çalıştığı gibi, ulusların gönüllü birliğini istemez. Onların sağladığı ulusal birlikler "terör" ile, baskı ve eritme ile asimilasyondur. Ezilen uluslar, ezen ulus içinde eritilip yok edilir. Işçi sınıfının ulusal sorundaki politikası, baskı ve köleleştirmeye karşı çıkıp, ezilen ulusların bağımsız devlet kurma hakkı dahil özgürlüğünü savunup, onların devrimci ulusal kurtuluş hareketlerini desteklemektir. Beyaz Sarayın emperyalistlerinin başını çektiği "Koalisyon Güçleri" Bağdat'ın saraylarını, teknolojik üstünlükleini kendilerine sergiledikleri bir görsel 3
"Kuzey Irak'ta kanlı bayram.KDP ve KYB bürolarına bayramlaşma sırasında intihar saldırısı oldu. Erbil Valisi dahil 56 kişi öldü. Ve bölgede olağanüstü hal ilan edildi. (Milliyet 02.02.2004) uluslara özgürlük vaadlerinin yüzü ortaya çıkıyor. 4 "Talabani Türkiye'yi suçladı." (Milliyet 03.02.2004) ölenlerin sayısı 109 a çıkmış. Açıklama 04.02.2004
şölen ile yerlebir ettiler. Bunun adı "Şok ve Dehşet Operasyonu" idi. Bununla hem şov yapıyor, hemde savaş sona erip Irak halkının teslim olacağını umuyorlardı. Bekledikleri son daha geç geldi. O da entrika ve satın almalarla -Empeyalist burjuvazinin ataları ortaçağın saraylarında oturanlar ile çatıştılar. Çok taşlar burjuvaların ayaklarının dibine düştü, çok saraylı kafa giyotinin çukuruna yuvarlandı.- bu burjuvazinin devrimler çağı idi. Bu çağda saray ve çukur birbirine çok sık dönüşüyordu. Burjuvazinin devrimci saldırıları ile saraylar soylulara ölüm çukuru haline geliyordu. Bugünkü çağda (Emperyalizm ve Proleter Devrimler Çağı) burjuvalar adı saray olan yerlerde (gerçekte kapitalizmin harikalarında) otursalarda yine sarayları çukura dönüştürmekle meşguller. Eskiden sarayların yıkılışı yeni bir çağın , yeni bir toplumsal düzenin doğuşunu müjdeliyordu. Bağdat'taki Saddam Hüseyinin saraylarının yıkılışı tıpkı yapılışları gibi, emperyalizmin egemenliğinin devamına sağlamak amacına hizmet etmekte- Emperyalizm döneminde mali sermayenin egemenliği halkların köleleştirilmesi, sömürge bağımlılığı içinde tutulması ile mümkün olmakta Sömürge bağımlılığını sağlamak, sermaye ihraçları ile (yeni tip sömürgecilik) yada Afganistan ve Irak'ta olduğu gibi işgaller ve emperyalist savaşlar ile mümkün olmakta. Emperyalist sömürü ile tekeller ekstra-karlarını gerçekleştirmekte , sermayenin anavatanında işçi sınıfına ayrıcalıklı bir kesimi (işçi aristokrasisi)
oluşmakta dünya nüfusunun büyük bir kısmı sömürge bağımlılığı içinde tutulmaktadır. Emperyalist ilişkilerin yarattığı kahramanlar George Bush, Usan Bin Ladin ve Saddam Hüseyinlerdir. Bunlar çağımızda, dünyada karşı-devrimin yükseldiği günlerin kahramanları oldu. Devrimin yükseldiği günlerin kahramanları ise Lenin, Rosa Lüksemburg ile Che Guevera ve Hoşi Minh oldular. Karşı-devrimci emperyalist burjuvazi sömürü, soygun ve köleleştirme savaşını "terörizmle mücadele" , "özgürlük ve demokrasi götürme" örtüsü altında yürütüyor. Sömürücü egemen sınıflar saraylarını hep gizleme ihtiyacını duydular . kendi çıkarlarını genel çıkar olarak sundular. Burjuvazi Betham ile bireysel çıkarı toplumsal çıkarın önüne koyarak, kaydi özgürlüğünde amentüsünü ortaya koydu. Bayağı bireyin kendi çıkarı için ne kadar çalışır ise aynı zamanda toplum çıkarı için çalışıyordu. "Terörizme karşımücadele", "özgürlük ve demokrasi için " örtüsü altında yapılan savaş aslında, kutsal özel mülkiyet ve bireysel çıkar için yapılan savaştı. Kutsal özel mülkiyet ve bireysel çıkarın kahramları emperyalist burjuvalar "terörizme" karşı savaşın özgürlük ve demokrasi savaşçısımıdırlar? Dünyada "diktatörleri" devirip demokrasi mi ihraç etmekteler? Peki "terörizm" nedir? "Terörizm" kavramı yer yer şiddet ve zor kavramları ile eş anlamlı kullanılır. Bu tarihsel olguyu sınıflar ve sınıf mücadelesi ile birlikte görüyoruz. Bütün sınıflar şiddete, teröre başvururlar. Bu gün karşı 5
olduğunu söyleselerde, kendileri terör uygulamaktalar. Ordularına "siz dünyanın en güçlü ordususunuz" böbürlenmeleri ile saldırı emri vermekte, üstün teknolojik güçlrini kullanarak savunmasız, zayıf, ezilen dünya halklarına kan banyolarına yatırmaktalar. Bizzat devlet örgütlenmiş terör aygıtıdır., zordur. Emperyalist-burjuva devletler sistemli zorun merkezleridir kendi dışlarında denetimleri dışına çıkan terör ile çatışmaya düşmekteler. Onların ki sistemli ve organize bir terör , mücadele ettiklerini söyledikleri ise genellikle "intihar eylemleri" biçiminde bireysel terördür. Yer yer bu terör türünde örgütlenmiş görüntüsü vermekte. Bireysel "terörizme" sınıf olarak küçük burjuvazinin eylemlerine rastlarız tarihte. Bu onun ekonomik temelinin tecrit olmuş, yalıtılmışlığından kaynaklanan umutsuz bir çabadır. Bu gün egemen eğilim olarak küçük çaplı üretimin sermayeye dayalı üretimin (kapitalist üretim) bir parçası haline geldiği için bu bağımsızlık görüntüsüde kaybolmuştur. Küçük burjuvazinin bir bölümü bireysel şiddete baş vurur, bir bölümü koyu bir "savaş karşıtı" kesilir. Bunun için ne zaman bir savaş sözkonusu olsa "savaşa hayır" şiarı ile ortaya çıkar. Devrimin en ateşli günlerinde de bu tutkusunu bırakmaz, duraklama ve kararsızlıklara neden olur. Duraksama ise devrimin ölümü demektir. Nasıl burjuvalar kendi düzenleri için teröre başvuruyor ise işçi sınıfıda teröre başvuracaktır. Onun diktatörlüğüde örgütlenmiş terördür. Bu diktatörlük bujuvazinin tüm kesimlerinin ezilmesi, bunun 6
sonucunda sınıfsız tolumun hazırlanmasıdır. Işçi sınıfı kendisi ile birlikte bütün sınıfların ortadan kalkışı tarihi misyonunu , burjuvaziyi tüm kesimleri ile ezmekle işe başlayarak gerçekleştirebilir. Bu ise proletarya diktatörlüğüdür. Onu ise terörsüz uygulaması mümkün değildir. Burjuvazi işçi sınıfı iktidarı altında ezilişine "diktatörlük","totaliter rejim" dedi, kendisinin genel oya dayanan egemenliğine ise demokrasi. Ilhak savaşlarına zemin hazırlarken, "dünya kamuoyu" nun önüne koyduğu tablonun bir yanında da diktatörlere devirip oralara demokrasi götürmekti. Saddam Hüseyin bir diktatördü, devrilmeliydi. Istese dünyanın en güzel köşelerinden birinde yine sarayda yaşardı. Ama eski efendilerini dinlemedi,saray yerine çukurda yaşadı. Saçı ve sakalı uzamış, elleri eldivenli bir doktor tarafından el feneri ile ağzının içinin kontrol edildiği görüntüsü ile TV ekranlarında görününceye kadar. Kitle imha silahı arayıcısı5, petrol avcıları, kimyasal silah bulamamışlardı ama işte onu yakalamışlardı. Demokrasi yerine çekilme takvimi, anayasa çalışmaları yapılıyordu. Aceleleri yoktu nasılolsa. Zaten gitmek için gelmemişlerdi. Yönetimde "geçici konsey" var. Genel seçimden uzak duruyorlar. Halbuki burjuvalar kendi demokrasilerinin üstünlüğünü "genel oy a" dayanmasında görürler. Monarşilere karşı mucadelelerinde , 5
Kitle imha silahlarını Saddamın ağzının içinde aramayıda ihmal etmediler.
"genel oy" un ona dayanan "ulusal meclis" lerin olduğu yönetim biçimlerinin üstünlüğünü, tek kişinin egemenliğinin ise saçma bulup birçok monarkın egemenliğine son verdiler. Bunun sonucunda monarşist diktatörlüklerin yerine kendi diktatörlüklerini kurdular. Çok geçmeden "genel oy" halkın onayını almadan vazgeçmeye başladılar. Bonapartçı krallıklar kendini göstermeye başladılar. Burjuvazinin egemenliğinin biçimleri çeşitliydi. Daha sonraki dönemlerde demokratik burjuva cumhuriyetleri yerini gerici burjuva cumhuriyetleri ve faşizm aldı bunların hepsine ekonomik ve toplumsal egemenlik burjuvazinindi, onun diktatörlüğüydü söz konusu olan. Ama biçim değiştiriyordu, bazılarında siyasi egemenlikleri halk tarafından onaylanıyor, bazılarında emin ellere (ordu vb.) emanet ediliyordu. Elbette işçi sınıfı için demokratik burjuva cumhuriyeti ile faşist diktatörlük aynı şeyler değildir. Birincilerde sınıf mücadelesi serbestçe gelişir ve burjuvazinin diktatörlüğü daha açık ve gözle görülür hale gelir. Burjuvalar ile temsilcileri arasındaki çıkar ilişkileri diğerlerindeki gibi gizlenemez, ezelen ve sömürülen yığınların gözünde teşhir olurlar. Genel olarak "terör" olmadığı gibi genel olarak "demokrasi" yoktur. Hepsinin sınıfsal bir temeli vardır. Sınıflar arasındaki ilişkilere dayanır. Demokrasi ve cumhuriyet bazen birbirlerinin yerine kullanılırlar ama aynışeyler değillerdir. Demokrasi yönetim biçimidir, cumhuriyet devlet biçimini ifade eder. Demokrasi ile yönetemeyen burjuvazi gerici
yönetim biçimlerine yönelmekten çekinmez. Düşmanlarına karşı ise iki yüzlü kampanyasını sürdürür. Işçi sınıfının iktidarında "çoğulculuk" olmadığı "genel oy"a dayanmadığı için totaliterdir.6 Aynı kriterlerle Irak'taki "Baas rejimini" devirir. Sonuç ise ortada onun için yegane amaç ekonomik ve toplumsal egemenliğini sürdürmektedir. Bunun için hertürlü çılgınlığı yapmaya hazırdır. Saddam Hüseyini çukura iter dün göklere çıkardığı özgürlük ve demokrasi kampanyasının yerini halkın kurşunlanması alır. Kapitalizmin sınırları içinde kalındığı sürece işçi ile kapitalist arasındaki ilişki ücretli kölelik olarak kalır. Işçinin sınıf çıkarı açısından bir kapitaliste toplumsal ortalamanın üstün bir ücretle (yüksek ücret) çalışmak kendi iktidarı altında bir kapitalisti yüksek ücretle (haraç ödiyerek) çalıştırmaktan daha aşağıdır. Bir kapitalisti çalışmaya zorlamak salt ekonomik tedbirler ile mümkün değildir. Ister istemez zor işin içine girecektir. Bu ise işçi için en geniş demokrasi kapitalist için diktatörlük demektir. Bu noktada burjuva demokrasisi işçi için çok gerilerde kalır. Ne patronuna haraç ödiyerek çalıştırmak, ne ona boyun eğdirmenin aracı olan terör, ne de kendi demokrasisi işçinin nihai 6
"Demokrasi zor zanaat... demokratik rejimde bir parti çoğunlukla iktidara gelse bile, totaliter güce (total güce-tek güce ) sahip olamıyor. Iktidara gelenler ne kadar çok oy alırlar ise alsınlar güçlerini paylaşmak zorunda kalıyorlar." Güngör Uras Milliyet 11.02.2004 7
hedefleri arasındadır. Bunların hiç biri olmadığı zaman özgürlükten , her kes için özgürlükten söz edilebilir. Irak'ın işgalcileri sömürgeci emperyalistlerin "özgürlük" ve " demokrasisi" işçi sınıfının hedefleri arasında yer almıyor. O "özgürlük" ki işçilerin efendilerini zenginleştirme , asalak aylaklar olarak kalmalarını sağlamalarını söylüyor, "Demokrasi" ile semirttiği asalaklardan hangisinin devletin tepesine işgal edip kasanın içine eline sokacağını seçerler. Deli bir kralın yada on üç yaşında tahta çıktıktan sonra sünnet olan padişahın (I Ahmet) monarşist iktidarları gibiler ortaya sıkça çıkıyordu. Feodal toplumların çözülme dönemlerinde . devrimci burjuvazi için kralın, padişahın ve çarın monarşist iktidarı akıldışı, akla uygun değildir. Burjuvazi kendisinden önceki kurum ve ilişkileri bu terazide tartıyordu. Burada ölçüsü aklilik ve doğallıktı. Onların yerine akli ve doğal olanlar gelmeliydi. Monarkın sınırsız keyfi iktidarının yerini burjuvazinin "genel oy"una dayanan iktidarı kişisel bağımlılık ilişkisinin yerini dolaysız para ilişkisi aldı. Toplumsal ilişkilere metalar arasındaki ilişkiler damgsını vurdu. Ne varki o da gerici duruma düşmekten kendini kurtaramadı. Onun şahsında kişileşen üretim ilişkileri üretici güçlerin önünde engel haline geldi. Şimdi yeni bir toplumsal devrimin önderi ve örgütleyicisi işçi sınıfı tarafından müzeye kaldılacak. Irak'ta "demokrasi kurma"7 iddiasındaki emperyalistler giderek 7
"Irak'ta savaşa yol açan gerekçelerin hala kanıtlarıyla ortaya konmamış 8
artan "direnişçi" eylemleri ile karşılaştılar. Işgalin ilk günlerinde kendilerini hedef aldılar. "Baas rejimi"ni yıkanlar şimdi yerel polis ve orduya oluşturma çabasındalar. Son günlerde "direnişçilerin" hedefleri arasına bu yerel güçler girmeye başladı. Işgalciler kendilerine yardım edecek yerel unsurları örgütlemenin yanında hedef olmaktan çıkmak istiyorlardı. Irak'taki "direnişin" durumu devrimin ve öncesindeki ilk adımların hedeflerinin emperyalistler ve "yerel ayaklar" olduğunu gösteriyor. "Direniş" savaşçılarının eylemlerinin biçimi "intihar eylemleri" kendileride "canlı bombalar" olmaktalar. Bu tür eylemlerde sonuçta "bireysel terör"ü temel almakta, yığın eylemlerden uzaktalar. Genel olarak sınıflara karşı mücadele sınıfa dayanarak yürütülür, başarıda bununla mümkündür. Ama tarih her zaman teori ve "nasihat"leri izlemez, olan tersidir, onlar tarihi izlerler.▲
olması ve savaşın üzerinden geçen neredeyse on aya yakın süre rağmen Irak'ta demokrasiye benzer bir yönetimin temellerinin atılmamış olmasının bedelini Bush ödemek zorunda kalacak gibi görünüyor." (Mehmet Y.Yılmaz Milliyet 12.02.2004)
" PARANIN DİNİ İMANI OLMAZ " Geçtiğimiz günlerde İzmir de 100 den fazla insan Türkiye'de adı ilk defa duyulan trişinozist hastalığına yakalanmasıyla ortaya çıkan yediğimiz içtiğimiz gıdaların sağlıklı olup olmadığı sorunu her olaya sulu,cıvık magazin kültürüyle yaklaşan burjuva görsel ve yazılı medyası tarafından ilk günlerde TV'lerin ana haberlerinde ciddiyetsizce geçiştirildi. Olayı izleyen birkaçgün televizyon ve basında pisliğe bulanmış domuz çiftlikleri, at ve eşek etleri, iğrenç görüntüler eşliğinde bunu yapanlar sözüm ona naletlenerek halk sağlığının ne kadar önemli olduğu bir çuval palavrayla bertaraf edildi. Işin bir diğer ilginç yanı domuz etinin en yoğun satıldığı marketler zincirinin patronunun sıkı bir müslüman , domuz etinden yapılan çiğ köfteleri afiyetle mideye indirenlerinde dini bütün, türbanlı, sakallı, bıyıklı müslüman kardeşlerimiz olduğu ortaya çıktı. Boşuna dememiş "paranın dini imanı olmaz" diye. Geçtiğimiz günlerde yine bir burjuva gazetesinin ilavesinde ekmeklerin gramajının devamlı düştüğü fiyatlarının arttığı halde nasıl olupda durmadan görünümleinin büyüdüğünden hayretle söz ediliyordu. Gramajı düşen ekmeğin boyunun uzaması ne olaki acaba? Kurban bayramının ikinci günü Konya'nın Selçuk ilçesinde on bir katlı bir binanın durduk yerde ne bir deprem, ne bir güçlü esen bir rüzgar hatta 80-100 km hızla geçen bir araç dahi olmadan kendi kendine
yüksekliğinden memnun olmayıp yerle öpüşmesi. Türkiye'nin jeolojik yapısında depremle ilşkisi olmayan tek bölge olarak gösterilen Konya'nın Tanrının hiçbir müdahalesi (Tanrının dediği olur), öfkesi olmadan yerle bir olması bir çok insanı öfkelendirmiş olmalı. Bir bina durduk yerde neden göçer? Haydi buyrun bu soruya yanıt verin? Kendileri için en az bir hafta zahmetsiz bedava haber bulmanın sevinciyle burjuva medyası cümbür cemaat olay yerine seğirtti. Hatırlanacağı gibi benzer olayların tümünde olduğu gibi uçuk demegojilerle olay sulandırılarak başsağlığı dilekleri, devlet büyükleri tarafından bu son olsun temennileri, sorumlular yakalanacaktır palavraları ve en sonu öfke yatıştırılır yatıştırılmaz konunun unutturulması ve unutulması izlenecektir. dAha birinci günden "mütahit faciası" başlığıyla basın sorunu tek bir kişiye indirgeme eğilimi göserdi. Burjuva basını dün depremlerde tükettiğimiz sağlıksız ürürnlerde vb. olduğu gibi burada da burjuva düzeninin aç gözlü para hısının kirlettiği toplumsal ilişkileri bundan zarar görenlerin nefretini tek tek insanlara yönelterek, hayali kişilere yönelterek rüşveti, talanı, aşağılık bürokrasiyi milyonlarca doların döndüğü yerel seçimleri, belediyeleri, parlamentoyu dolandıran meclis başkanlarını, binlerce ton kokuşmuş kanguru, bizon vb. etleri askerlere yediren çok rütbeli generallerin zenginliğini kısacası paranın egemen olduğu, paraya tapılan burjuva kapitalist rejimi saklamaya çalışıyor. Her iki olayın geçtiği yerlerin dini bütün , muhafazakar çevrelerde 9
geçmiş olması sadece raslantı. Bizim bunu vurgulamamız "İslamcı burjuvazinin” iki yüzlü palavralarını açığa çıkarmak içindir. Sorunun dinle imanla bir ilişkisi olmadığı "paranın dini imanı olmaz" sözündende anlaşılacaktır. Her iki olayda da sorunun kökeni kapitalizmdir. Paranın egemen olduğu, tek amacın parayı elde etmek ve yığmak olduğu toplumsal üretim ilişkileri yani kapitalist toplumda egemenlik, adalet, güç, saygınlık, efendilik, ayrıcalık ne kadar paran olduğuna bağlıdır. Satın alma aracı olarak parayı elinde bulunduran fiyatını ödeyerek herşeyi satın alabilir. Dolayısıyla önce satınalma aracına yani paraya sahip olmak gerekir. Durum böyle olunca ister istemez her türlü faaliyetin bir tek amacı parayı elde etmek üzerine kuruludur. Herkes başkalarının aleyhine kendi lehine daha çok para ve mülk sahibi olma rekabetindedir. Kapitalist üretim başlangıcında yağma, talan, hile, her türlü alçaklık sömürünün tüm çeşitleriyle birlikte gelişir. Kapitalizmi allayıp pullayanlar, onun yol açtığı sorunları görmezden gelip kapitalist yıkımın insan ve doğa üzerinde yol açtığı felaketlerin tümünü bireysel sapmalar, bazı kişi ve kurumların kötü niyetlerin sonuçlarıymış gibi göstermeye çalışırlar. Her olaya, olguya tek tek birbirinden bağımsız tesadüfi iyi ve kötü niyetli insanların ilişkileri olarak bakar ve göstermeye çalışırlar. O kötü niyeti yaratan domuz eti satıcısını, alçak mütahiti, rezil memuru, rüşvetçi bürokrasiyisürekli bir şekilde toplumun genel yapısı egemen biçimi haline getiren 10
üretim ilişkilerinin temel yapısına kapitalizme giremezler. Kapitalizm var olduğu, egemen olduğu sürece toplumun tüm bireyleri burjuvazinin kendiside dahil yaşamın her alanında bizzat kendisinin yol açtığı yıkım ve tehdit altındadır. Sahtekarlık, dolandırıcılık, rüşvet, güvenizlik, iki yüzlülük burjuva toplumu kapitalizmin öz çocuklarıdır., onun dölüdür. Kapitalizm yıkılmadan bunlar yıkılamaz. Bazıları bizde kapitalizm geri olduğu yeteri kadar gelişemediği için bu tür olaylarla felaketlerle karşı karşıya kaldığımızı düşünür ve söylerler. Oysa kapitalizmin daha çok geliştiği örneğin ABD de sokaklarda çöp yoktur belki ama dünyanın tümünün kirletilmesi bugün Amerika kıtası da dahil tüm dünyadaki afetlerin yıkımların baş sorumlusudur. ABD kapitalizmi tek tek binaların yıkımıyla bir siteyi sağlıksız gıda satma işiyle ilgilenmez, onlar dünyanın toptan yıkımıyla tüm dünyaya kokmuş bizon etlerini tonlarca ihraç etmeyle ilgilenirler.. türk, Alman, Fransız, ABD li kapitalistler ve kapitalizm arasındaki tek fark küçük hırsız ile büyük hırsız arasındaki farktır.▲ M.Mahir.
Okuyucu Köşesi Bu bölüm için okuyucu eleştiri, yorum ve düşüncelerine ayrılmıştır. Yazılarınızı bekleriz.