121

Page 1

SAYFA

2

Sendika.Org 10. y›l›na giriyor Sendika.Org 10. y›l›na haz›rlan›yor, 18 Aral›k’ta düzenlenecek yemekte dostlar›yla bulufluyor

SAYFA

7

Hastaneler sat›fla ç›kar›l›yor AKP, maliye politikalar›yla borçland›rd›¤› hastaneleri, borcu karfl›l›¤›nda sat›fla ç›kar›yor

SAYFA

13

Raylarda paylafl›m savafl› Haydarpafla Gar›, demiryollar›yla birlikte Türkiye’de emperyalizmin simgesi oldu

SAYFA

14

Barça’n›n temeli sa¤lam Real Madrit’i 5-0 yenen Barcelona, baflar›s›n› y›ld›zlar›na de¤il alt yap›s›na borçlu

10 Aral›k 2010 • 1 TL

Y›l 5 • Say› 121

‘Daha fazla yumurta’

Üniversiteleri dikensiz gül bahçesi olarak görmek isteyen AKP, soka¤a ç›kan gençlik hareketi karfl›s›nda iflin o kadar kolay olmad›¤›n› gördü

Üniversiteyi sermayeye, kamuyu güvencesizli¤e, do¤ay› talana açmaya haz›rlanan AKP, sokaktan yükselen muhalefete dayanam›yor

Militan ve ›srarl› bir halk muhalefetiyle bafla ç›kmak, egemenler aras› iktidar kavgas›nda has›mlar›n› alt etmek kadar kolay olmuyor

F tipi hayata dönüfl

Ulaşım hakkı denizleri aştı

Onuncu y›l dönümü yaklaflan 19 Aral›k katliam›n›, o dönem, mahpuslarla Adalet Bakanl›¤› aras›nda arabuluculuk yapan Metin Bakkalc› ile konufltuk S. 3

Ulafl›m hakk› mücadelesi Halkevcilerin eylemleriyle yay›l›yor. Eylemler denizleri afl›yor salonlara s›¤m›yor S. 6

AKP’N‹N B‹R DAVASI VAR, B‹Z‹M DE!

‘Asgari ücret kaç simit?’ D‹SK, insanca yaflanacak bir ücret talebiyle ‘Asgari ücret kaç simit?’ eylemlerini bafllatt› S. 8

AKP’nin ‘ideolojik’ hezeyanı Yumurtal› protestolar ve hak mücadeleleri karfl›s›nda AKP’nin halini anlatan en uygun kelime, ‘hezeyan.’ Bu hezeyan Erdo¤an’a yumurtal› protestolar için “belli ideolojilerin siparifli dedirtti

‹nand›¤› davas› ve davas›n›n peflinden gidecek yüre¤i olanlar bilmeliler ki; gün, de¤iflim ve dönüflüm günüdür... YOL YAZISI S. 3

Ferda Koç / Sayfa 4

Nuray Erça¤an / Sayfa 6

Kürt Özgürlük Hareketi ...

Yok baflka cehennem...

Kader Cihan / Sayfa 7

‹stanbul’u savunmak için...

AKP’nin TSK’y›, monfler bürokratlar› dize getirirken çizdi¤i kendinden emin, demokrat, halkç›, yenilikçi, aç›k, kat›l›mc› görünümüniversitelilerin bir yumurtas›yla yerle bir oluyor S. 4

Avrupa direniyor Avrupa’da hükümetlerin gittikçe yayg›nlaflt›rd›¤› neoliberal sald›r› paketlerine karfl› emekçiler ve ö¤renciler var gücüyle direniyor S. 5

Tufan Sertlek / Sayfa 9

Oyun bozan

Manavlar toprağı için kavgada Wikileaks gerçekten isyankar mı? Kocaeli’nin Kand›ra ‹lçesi’nde kendilerine ait tar›m topraklar›na organize sanayi bölgesi yap›lmak istenmesine karfl› eylem yapan ‹mranl› Köyü sakinleriyle görüfltük S. 11

ABD d›flifllerinin gizli yaz›flmalar›n› yay›nlayan Wikileaks adl› internet sitesi dünya gündemine oturdu. Wikileaks tafleron bir medya tetikçisi mi yoksa anarflist bir özgürlük savaflç›s› m›? S. 12

Kad›n araç, aile amaç Aile konferans› ad›yla yap›lan etkinliklerde AKP ve cemaatin, gericierkek egemen, kad›n düflman› alg›s› ortaya ç›k›yor S. 10


2

MEDYA 10 Aral›k 2010 / 23 Aral›k 2010

Halk›n Sesi

Kenar Notlar› Kolektifi anlayan beri gelsin ek çok İslamcı yayında dirsek çürütmüş “kıdemli gazeteci” Ahmet Taşgetiren, AKP iktidarının parıltılı ışıklarında gözleri kamaşmış genç melektaşlarını fırçalıyor. Bunun bir sebebi var. Ama hiç kimse onun kadar bu sebebin farkında değil… Dikensiz Gül-bahçesinde kendi gücüne aşık olan bu iktidar-sarhoşu medyatik entelektüeller, birkaç yumurta darbesiyle bozguna uğradılar. Her zaman yaptıkları gibi hemen bildik ezberlerine sarıldılar. Polis istihbaratlarını, çok kullanılmış gerici-liberal propaganda kalıplarını “öğrenci olayları”nın derin analizi diye medya piyasasına sürdüler. “Olayların ardındaki terör örgütleri”nden,” “öğrencilerin kafalarının ardındaki ideolojik niyetlerden,” “provokasyon”dan söz ettiler… Ettiler de ettiler. Ama bu sefer tutmadı! Üstelik AKP sözcüsü Hüseyin Çelik’in söylediğine göre, “Bu çocukların giydiği montlar bile aynı”ymış. Yani? “Üniversitelerde bu işi meslek edinmiş kadrolu öğrenciler var”mış. “Hatta okulu bitirmeyen, ders bırakan, birinci işi bu olan insanlar”mış bunlar… İşte yaratıcılığın zirvesi! Solcu öğrencileri “tek tip, tek ses, renksiz yaradılışları”ndan ötürü yerden yere vuran iktidar sözcüsünün, cümle iktidar seçkinleri adına “çeşitlilikte” geldiği son nokta. Ahmet Taşgetiren en çok da buna kızıyor. Biraz ciddi olalım beyler! Devrimci Gençlik sokakta ve onlar sokakta olduğu sürece, üniversiteye ve ülkeye demokrasi ve özgürlük vaat eden İslamcıliberal propaganda hegemonya tutmaz. Dikensiz Gül-bahçesine atanmış rektörleri otuz iki kısım tekmil birden dizmeye benzemez devrimci gençliği teslim almak. Onun yaratıcılığı şaşırtır sizi. Belki de en çok bu zorunuza gidiyor: Yumurtayla bozguna uğramak! Hani öyle koca koca adamların, bakanların, polis müdürlerinin, başbakanın dediği gibi, ellerinde taş yok, kasatura yok, molotof kokteyli yok. Olsa iyi; hem propaganda ezberinize oturur, hem… Size onurlu bir bozgun şansı yok!... İşte Ahmet Taşgetiren en çok da buna bozuluyor. Kozmik odaların su yolu edildiği istihbaratın altın çağında, “tek parti iktidarı”nı yumurtayla mı çizeceklerdi! Bu işte bir terslik var. İktidar entelektüellerinin anlayamadığı bir şeyler var. İşin sırrı yumurtada mı? Amerikan yerlilerinin öyküsünde olduğu gibi: “Parmak güneşi gösterdiğinde, yalnızca aptallar parmağa bakar. Güneşe bakıyorsa daha da aptaldır…” Ya nereye bakmalı? YÖK reformuyla İslamcı-liberal üniversite projesini yerleşik hale getirmeyi hedefleyen AKP iktidarı, daha hazırlık evresinde öğrenci hareketinden sarsıcı bir hamle yedi. İktidar odakları ciddi inandırıcılılk yetmezliği içine sürüklendi. Zayıflayan mevzilerini acil tahkimat telaşına kapıldı: “Nedir bu ‘öğrenci kolektifleri’ denen şey diye sorsam mesela bunun cevabını kaç kişi bilir? Halk Evleri uzunca bir süredir nasıl bir örgütlenmeye sahne oluyor bilen var mı? … Olayın siyasi boyutuna baktığımızda sıradan bir ‘öğrenci olayı’ ile karşı karşıya olmadığımızı görmezsek biz de ‘öğrenci’liği kullanan odakların aptallaştırma kervanına katılmış oluruz… Göründüğü kadarıyla polis, olan biteni doğru okuyamıyor ve dolduruşa geliyor… Ben, bizim medya dünyamızda jetonun biraz geç düştüğü kanaatindeyim. Medyamız olay boyutunu görür, arka planını çözünceye kadar da atı alan Üsküdar'ı geçer… Evet, medyada jeton geç düşüyor, bu doğru. Devlette de erken düştüğünü söylemek kolay değil. Onun için söylüyorum: Öğrenci kolektifini anlayan beri gelsin!” (Ahmet Taşgetiren, Bugün, 8 Aralık 2010) Onlar Öğrenci Kolektifi’ni ve Halkevleri’ni anlamaya çalışadursunlar, toplumsal muhalefet yeni bir siyaset evresine giriyor. Şimdiye dek siyaseti hep “iktidar oyunları”yla kurguladıklarından devrimci siyasetle karşılaştıkları yerde hemen afalladılar. Devrimci eylemi stilize edip siyaset piyasasına uygun hele getirmek istiyorlar. “Böyle protesto olmaz. Kusura bakmayın elinde yumurtalarla gezen gençlerle toplantı yapmayız” diyor Erdoğan. Emriniz olur; yumurtanızı nasıl alırdınız? Asıl sen kusura bakma ama parmak güneşi gösterdiğinde anlaşılan sen ele bakanlardansın. Bir de “parmakla güneş arasında uçan kuş”a bakanlar var ki, onlar, olanla olması gereken arasındaki mesafeyi; yani devrimci eylemin menzilini gösterenlerdir. Hiç kendinize sorduğunuz oluyor mu sayın başbakan, “acaba ne kadar şanslısınız?” İşte şimdi o menzildesiniz!

P

Cemaat basını hedef gösterdi urhan Kuzu’nun protesto edilmesini içine

B sindiremeyen cemaat basını Kolektifçileri

üyelerinin resimlerini manşetten yayınlayarak üniversitelileri dolaylı yoldan hedef gösteriyor. “Üniversite de Kuzu ve Batum’a protesto. İstanbul ve Ankara’da aynı öğrenci” başlığıyla veren Zaman üniversitelinin resimlerini yayınlayarak “Ankara'dan gelen otobüsler İstanbul girişinde gişelere geldiğinde polis tarafından durdurulmuş ve kimlik kontrolü yapılmıştı. Burada çıkan tartışmada polisle tartışan bir öğrenci bugün de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde yaşanan yumurtalı protestoda ortaya çıktı” şeklinde bir haber yaparak bir üniversite öğrencisini hedef göstermekte sakınca görmedi. Haber 8 Aralık gecesi gazetenin internet sitesinde yayınlandı.

Sendika.Org 10. yılına hazırlanıyor Dünyanın bütün işçileri birleşin!” nasihatine uyanlar, “dünya çapında ağ” kuran bir iletişim kanalı açığa çıktığında bunu elbette kendi davaları için değerlendirmenin yollarına bakacaktı. www; World Wide Web, yani Dünya Çapında Ağ demek… sendika; işçilerin ekonomik ve politik mücadele verdikleri öz örgütünün adı… org; örgütlenme… www.sendika.org da tüm bunların toplamı… Sendika.Org, on yıldır adına yakışır bir şekilde Türkiye’de emek ve hak mücadeleleri yürüten emekçileri birleştiren bir iletişim zemini sunmaya çalışıyor. Sendika.Org, yayın hayatını pasif bir iletişim kanalı değil emek hareketinin aktif bir bileşeni olarak sürdürüyor.

BU MEDYA, BAfiKA MEDYA Sendika.Org, egemen medyayı taklit etmiyor. Ne haberlerinin içeriğini ne de haberleri veriş biçimini Milliyet, Zaman, Sabah gibi yayınlarla yarıştırıyor. Çünkü o, egemen medyada yer bulamayanların sesi. Egemen medyada yer bulamayan işçi direnişleri, hak mücadeleleri bu siteden duyuruluyor. Egemen medyada biçare olarak gösterilenlerin, hayatın gerçek öznesi olduğunu hatırlatıyor. Egemen medya daha fazla “tık” için sansasyona sarılıp okuru içi boş flaş haberlere boğarken, Sendika.Org halkın yok sayılan gerçekliğine dikkat çekiyor. Sendika.Org, dünya çapında her türlü katkıya açık, kolektif bir üretimle yayın hayatını sürdürüyor. İşçi semtlerindeki gönüllü muhabirler de, uzmanından işçisine sendikacılar da, öğrencisinden profesörüne üniversiteliler de, işli işsiz profesyonel gazeteciler de, Kolombiya dağlarındaki çevirmenler de, ABD’li profesörler de, Avrupa’daki gurbetçiler de bu site için üretirken omuz omuza veriyor. Sendika.Org’da üreten herkes

Onuncu yayın yılına hazırlanan Sendika.Org yaş gününe, bugüne kadar biriktirdiklerini ileri taşıyacak bir yenilenme seferberliğiyle giriyor

para almadan ve tamamen gönüllü emekle kapasitesi kadar üretimini sunuyor, okur da ihtiyaç duyduğu bilgiyi para ödemeden ya da reklam bombardımanına maruz kalmadan alıyor. Fon almayı da reddeden Sendika.Org bu anlayışıyla, yazılarının içeriğinde karşı çıktığı piyasa ilişkilerine kendi var oluşuyla da meydan okuyor. Birbirinin yüzünü dahi görmemiş yüzlerce yazar, çevirmen, muhabir ve tasarımcıyla on binlerce okuru işçi sınıfı davası etrafında bir araya getiren Sendika.Org’a katkı sunmak isteyecek ya da bu sitenin okuru olabileceklerin sayısı ise mevcudun kat be kat üstünde. İşte Sendika.Org da 10. yılını böylesi bir genişlemenin vesilesi haline getirmek için 18

Aralık’ta bir yemekle gönüllülerini bir araya getirmeye çalışıyor. Sendika.Org, 10 yıllık öyküsü ve yenilenme önerilerini paylaşmak üzere 18 Aralık’ta İstanbul Cağaloğlu’ndaki Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde düzenlenecek olan yemeğe tüm dostlarını davet ediyor. ON YILIN ÖYKÜSÜ Sendika.Org, internetin toplumsal muhalefet tarafından henüz çok sınırlı bir şekilde kullanıldığı bir dönemde yola çıkarken, amacını şu sözlerle özetlemişti: "Ülkemizde emekçilerin güncel ve tarihsel sorunlarının çözümüne, sendikaların kendilerini yenilemeleri ve demokratikleştirmelerine, birleşik

bir sendikal hareketin yaratılmasına ve nihai olarak uluslararası emek hareketinin bir parçası olan yeni bir emek hareketinin inşasına katkı sunmak, bu amaçla elektronik ortamda temel bir referans, bilgi-belge kaynağı ve bu sürece katkı vermek isteyen bütün aktivistler için bir tartışma platformu olmak." Sendika.Org geride kalan on yıl içinde, solun ve toplumsal muhalefetin geniş kesimlerini içeren, düşünsel üretim adına harekete geçiren ve besleyen bir site olmayı başardı. Teknik altyapısından yazınsal üretimine kadar bütünüyle gönüllü emekle ve öz finansmana dayalı sıfıra yakın bir bütçeyle var olan Sendika.Org, emek hareketi ve sol içinde anonim bir karakter

kazandı. Sayısız yazarı, gönüllü çevirmenleri, gönüllü muhabirleri ve kolektif editörlüğü ile günlük 10-15 bin kişinin ziyaret ettiği ve 40-50 bin sayfanın görüntülendiği bir başvuru kaynağına dönüşerek gerek basın dünyası, gerek akademi açısından bir referans kaynak olarak kabul edildi. İngilizce sayfası ile Türkiye toplumsal muhalefetinin gündemini dünyaya taşımaya çalıştı. On yılda 2500'e yakın telif makale, 1000'i aşkın çeviri, 120 söyleşi ve on binlerce haber yayınladı. Latinbilgi.net, 5deniz.net ve sendika.tv gibi kardeş sitelerle yayın alanını zenginleştirdi. "Grev gözcüsü", "İş kazaları raporları", "Emeğin dünya günlüğü", "Emek kaynakçası", "10 soruda sendika", "Emekçiler için pratik hesaplar" gibi bölümleriyle sınıf hareketini ve sınıf hareketine dair teorik çalışmaları görünür kılmaya çalıştı. Kimi zaman sempozyumları, kimi zaman işçi direnişlerini canlı yayınla okuruna aktaran bir televizyona dönüştü, teknolojinin olanaklarını işçi sınıfı mücadelesi için seferber etti. Önümüzdeki yıl altıncısı düzenlenecek olan Uluslararası İşçi Filmleri Festivali'nin örgütlenmesini yürüten temel kurumlardan biri oldu. Forum sayfaları, işçiler için pratik bilgiler içeren kılavuz metinleri, internet üzerinden hukuki destek hattı ile kimi zaman emekçilerin gündelik sorunlarında bir destek, kimi zaman da grevlerin, direnişlerin ve dayanışma kampanyalarının örgütlenmesine katılan bir platform oldu. Bugün hala yarı amatör bir ruhla, özgücünün, parasız üretimin, gönüllü emeğin, sınıf dayanışmasının ve dost katkısının paha biçilmezliğine inancıyla, her zaman daha fazlasını ve daha iyisini yapmak gerektiğinin bilinciyle yoluna devam ediyor.

‘Radikal devrim’de aklın yandaşlık sınırı edyanın kan, gözyaşı ve şiddet susuzlu-

M ğu 4 Aralık’ta polisin İstanbul’un

muhtelif köşelerinde öğrencilere dönük saldırısıyla son buldu. Sırtına inen cop sayısı kadar ekrana çıkabilen üniversite öğrencileri medya kalemlerinin arayıp da bulamadığı, ‘hem bol bol şiddet olsun, hem de politik olsun’ temennisinin tezahürü gibiydi. Öğrencilerin ekrana çıkma ve söz söyleme hakkını “ne kadar dayak o kadar haber” formülüyle sınırlayanlar kendilerini eleştirmeden tartışmaya koyuldular. Polisin dizginlerinden boşanırcasına gerçekleştirdiği saldırı en ‘katı’ yürekleri bile yumuşatacak cinstendi. Olayın etkisi o denli büyüktüki ilk gün belki geçip gider diye umarak olayları görmezden gelen yandaş basın bile konuya daha fazla sessiz kalama-

yarak ilerleyen günlerde “bu kadar da olmaz” demek zorunda kaldı. Yeni Şafak’ın ‘abi’si Fehmi Koru’nun 7 Aralık tarihli ‘Gösteri yapanı dövmek mi lazım?’ yazısı bu kabildendi. Fakat bu denli aşikar bir şiddeti savunmakta beis görmeyenler de vardı. Anlaşılan bazen AKP’ye bağlılık akıl fikirden üstün geliyor, AKP, aklın sınırları zorlanarak savunuluyordu. Bunu en tipik örneği ‘Radikal devrim’in mimarı Eyüp Can ve AKP’nin Radikal temsilcisi olarak çalışan Akif Beki’ydi. (Beki’nin başbakanın eski basın danışmanı olduğunu hatırlatalım) Eyüp Can gazetesinin ilk iki günki polisi eleştiren ‘Ne hakla?’ manşeti ve ‘Öğrenciye aslan, holigana kuzu’ başlıklarını tekzip edercesine 7 Aralık günü yayımladığı

yazısında ‘orantısız eyleme hayır’ çağrısı yapıyor eylemcilerin yolu kapatıp toplantıyı basmaya çalıştığını iddia ediyordu. Aynı iddianın arkasına sığınıp eylemcilere saldıran bir diğer isim de Akif Beki oldu. Beki de aynı gün ‘Polise aslan baskıncıya kuzu’ diyerek gazetesinin önceki günki manşetine itiraz ediyordu. Aslında AKP’nin kalemşörü çoktu. Zaman’dan Mümtaz’er Türköne öğrencilere patolojik vaka diyor, Emre Aköz duygu sömürüsüyle suçluyordu. Engin Ardıç’ı saymaya bile gerek yok. Ama dikate değer olan ‘liberal sol’ gazete olma iddiasındaki Radikal’in sınırının yandaşlıkla çizildiğiydi. Ne demeli klavuzu Eyüp Can olanın burnu yandaşlıktan kurtulmaz. Geçmiş ola Radikal’in ‘özgürlükçü solcu’larına.

Başbakanın genelgesinden büyük ‘abi’ler var aşbakan Erdoğan şubat ayında bir genelge yayımlayarak “Kamu görevlilerinin memuriyet mahalli dışına yapılacak geçici görevlendirmelerin sürekli görevlendirme halini almamasını teminen gerekli tedbirler alınacaktır” talimatı verdi. Genelgeyle geçici olarak görev yeri dışına gönderilen memurların ve vekaleten atanan kamu yöneticilerinin uzun yıllar gittikleri yerde görev yapmasının engellenmesi hedefleniyordu. Genelge yayımlanır yayımlanmaz bakanlıklar çok sayıda geçici görevlendirilmiş memuru eski görev yerlerine gönderdi. Ancak genelge bir yerde öyle bir duvara tosladı ki, sağ siyasetin klasik “adam kayırmayı hukuka uydurma” yöntemine genelgelerin ve yasaların işlemeyeceği ayan beyan ortaya çıktı. Söz konusu yer Artvin’in 10 bin nüfuslu Borçka ilçesi. Başbakanın genelgesini kendi tabiriyle “Bakan makan bana vız gelir” diyerek hükümete yediren ise Borçka İlçe Milli Eğitim Müdürü Mehmet Dursun.

B

5 SENE ÖĞRETMENLİK 25 SENE MÜDÜRLÜK Mehmet Dursun kamu yöneticiliğinde kısa zamanda hızla yükselen bir isim olarak göze çarpıyor. Borçkalı Dursun, 30 senelik memurluk hayatının sadece 5 yılını öğret-

men olarak geçirdi. Tam 25 senedir de okul müdürlüğü, milli eğitim şube müdürlüğü ve ilçe milli eğitim müdürlüğü görevlerini yürütüyor. Aslında Mehmet Dursun’un abisinin Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Davut Dursun olduğunu söylediğimizde durum şaşırtıcılığını kaybediyor. “BAKIN NASIL GERİ GELECEĞİM” Mehmet Dursun’un ‘torpil hikayesi’ 2007 yılında başladı. Dursun, Borçkalı olduğu için, Borçka dışında ilçelerde görevlendirilebiliyordu. Ancak çevresi tarafından milliyetçi-muhafazakar kimliğiyle tanınan Dursun, kendisine ait süpermarketler zincirinin de bulunduğu Borçka’da görev yapmanın yolunu bulmakta gecikmedi. Milli Eğitim Bakanlığı 2007’de geçici görevlendirmeyle Fındıklı İlçe Milli Eğitim Müdürü olan Mehmet Dursun’u,

Borçka İlçe Milli Eğitim Müdürü Ali Yılmaz’ın yerine getirdi. Böylece Mehmet Dursun, hem sahibi olduğu “Çağ Süpermarketleri”nin başında durabildi, hem de kendi ilçesinde milli eğitim müdürlüğü yapabildi. Aslında Dursun’un uyguladığı bu yöntemi Türkiye’nin dört bir yanında AKP’ye yakın bürokratlar kullanıyordu. Ancak iş çığrından çıkınca Başbakan konuyla ilgili genelge yayımlamak zorunda kaldı. Başbakan’ın Şubat ayında yayımladığı 2010 / 2 sayılı genelgeye göre geçici görevlendirilen kamu memurları sürekli hale gelemeyecek, gereken tedbirler tavizsiz alınacaktı. Genelge yayınlanınca Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun imzasıyla Fındıklı ve Borçka ilçe milli eğitim müdürlerinin yer değiştirmesi için talimat gönderildi. Dursun bu kararla Fındıklı’daki asil görevine geri döndü. Ancak giderken Borçkalılara şu sözleri söylemeyi ihmal etmedi; “Bakan da kim oluyormuş. Bakın nasıl geri döneceğim, göreceksiniz”! SÖZÜNÜ TUTTU, 9 GÜNDE GERİ DÖNDÜ Mehmet Dursun, asli görevine dönerken Bakana meydan okumasının gereklerini çok kısa zamanda yerine getirdi. İlk olarak

9 günlük sağlık raporu aldı ve izne çıktı. Ancak bu 9 günü boş geçirmedi, Ankara’ya gitti. Ankara’da kimlerle ne konuda görüştüğü bilinmiyor, ama dönüşte elinde ‘kapı gibi’ Borçka’daki geçici göreve devam talimatı vardı. Başbakanın genelgesi Dursun’a sadece 9 gün işledi. Peki kim bu Mehmet Dursun? Borçka eşrafı tarafından milliyetçi-mukeddasatçı biri olarak biliniyor. Aynı zamanda Borçkalıların “off-record” aktarımlarına göre AKP Borçka teşkilatı tarafından dahi sevilmiyor. RTÜK Başkanı Davut Dursun’un da kardeşi. Yine Borçkalıların aktardığına göre, ilçedeki AKP’lilerin kardeşiyle ilgili şikayetlerine Davut Dursun’un; “Yahu bir tane kardeşim var. Bunu da idare etseniz nolur” dediği öne sürülüyor. Bu haber de bir bakıma Mehmet Dursun’un isteği üzerine yapıldı. Şöyle ki; Mehmet Dursun görevden alındığı 9 günlük süreci haber yapan yerel gazetecilere, Ankara dönüşünde “Alın işte geri döndüm. Gidin bunu da haber yapın” diyerek meydan okumaya devam etti. AKP’nin hukuk tanımazlıkla “adam kayırma, yolsuzluk, usülsüzlük” gibi uygulamaları nasıl açık açık yapabildiğinin örneği olarak Mehmet Dursun Borçka İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nü sürdürüyor.


3

GÜNDEM 10 Aralık 2010 / 23 Aralık 2010

Halk›n Sesi

F tipi ‘Hayata Dönüş’: 19 Aralık 9 Aralık 2000’de henüz hava ağarırken 20 hapishaneye yaklaşık 10 bin asker tarafından operasyon düzenlendi. Devlet, kendi yönetimindeki hapishanelere silahlarla, bombalarla, kimyasal gazlarla saldırdı. Operasyonda 2’si asker 30’u maphus toplam 32 kişi hayatını kaybetti. Operasyonun sürdüğü saatlerde DSP’li Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, televizyon ekranlarından onlarca kişinin öldüğü katliamın ismini açıklıyordu: “Hayata Dönüş Operasyonu” Devletin operasyonu yaparken gösterdiği gerekçelerden birisi de sürmekte olan açlık grevlerini durdurmaktı. Ancak operasyon sonrası ölüm oruçları daha da yaygınlaştı. Katliam sonrası 41 hapishanede ölüm orucuna yatan 122 kişi hayatını kaybetti. Devlet, operasyonu hapishane dışına yayarak sürdürdü, tüm toplumda korku atmosferi yaratmaya dayalı bir toplum mühendisliği projesi hayata geçirildi. Operasyonu protesto gösterilerinde 2145 kişi gözaltına alındı, 18 kültür merkezi ve dernek basıldı, 2 dernek kapatıldı. Katliamın 10. yıldönümünde, o dönem Türk Tabipler Birliği 2. Başkanı olan, aynı zamanda tutsaklar ile Adalet Bakanlığı arasındaki arabuluculuk görüşmelerine katılan Metin Bakkalcı ile görüştük.

1

OPERASYON ANLIK DEĞİLDİ Metin Bakkalcı, katliam öncesi uzun süredir hapishanelere dönük bir düzenleme olduğunun bilindiğini söylüyor. Türkiye kamuoyu ise 2000 yılının yaz ayında bunu fark etti. Bakkalcı,

Onuncu yıl dönümü yaklaşan 19 Aralık operasyonunu, o dönem mahpuslarla Adalet Bakanlığı arasında arabuluculuk yapan Metin Bakkalcı ile konuştuk toplumda konu gündeme geldiğinde siyasi iktidarın hapishane projelerini ilk önce reddettiğini, ancak sonra kabul ettiğini hatırlatıp ekliyor; “Türk Tabipler Birliği olarak uzman heyeti oluşturup yeni inşa edilen cezaevlerini ziyaret ettik. Gördüğümüz sağlığa tamamen zararlı, insanın izolasyonuna dayalı, kabul edilemez bir sistemdi. Bunu rapora döktük. Siyasi tutuklular da 20 Ekim’de kamuoyunda ölüm orucu olarak bilinen açlık grevlerini başlattı. Hayatları pahasına tecridi kabul etmeyeceklerini açıkladılar.” “Ölüm oruçlarının 40. gününde TTB, TMMOB, İnsan Hakları Derneği gibi kurumlar olarak bir deklarasyonla hükümeti sorumluluk

almaya çağırdık. Deklarasyona cevap olarak Adalet Bakanlığı bizlerle görüşmek istedi ve müzakare süreci başladı. Türkiye’deki tüm bilimsel çevreler, meslek odaları, emek örgütleri F Tipi modelinin kabul edilemez olduğunu açıklamıştı.” Katliamdan 10 gün önce Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, görüşmeleri kastederek “tam bir mutabakata varmadan adım atmayacağız” demişti. Bu sözler toplumda bir rahatlama yaratsa da uzun sürmedi. Metin Bakkalcı, Türk’ün sözlerinden sonra gelişenleri şöyle özetliyor; “Görüşmeler sürerken birkaç günde ortam gerildi. Önce çevik kuvvet otobüsüne düzenlenen saldırıda 3 polis

öldü, ardından polisler ‘kahrolsun insan hakları’ diyerek sokaklara döküldü. 13 Aralık günü RTÜK, bir karar çıkararak cezaevleri ile ilgili yayın yapılmasını yasakladı. 17 Aralık’ta ise DGM’den, cezaevlerini eleştirmenin terör örgütü üyesi olmak anlamına geleceği manasında bir karar çıktı. Tüm bunların ardından herkesin kaygıları artmaya başladı.” ARALIK 2000 ÖZEL BİR DÖNEM Bakkalcı, 1 Aralık’ta Emek Platformu tarafından vahşi kapitalizme karşı büyük bir miting yapıldığını hatırlatarak operasyonun bu uyanışın önüne geçme amacı taşıdığını belirtiyor. Bakkalcı’ya göre

operasyon süreci politik iktidar tüm araçlarını kullanarak ‘korku atmosferi’ yaratmayı başardı; “14 Aralık’tan sonra bize görüşmelerin artık devam ettirilemeyeceği söylendi. Daha ne yapacağımızı düşünürken iktidar medyanın da büyük desteğiyle operasyon sürecini hazırladı ve katliam gerçekleşti. Aralık 2000 özel bir dönemdir. Halk üzerinde korkuya dayalı baskı oluşturmak, devlet şiddetinin yeniden üretimini meşrulaştırmak için medya, yargı ve idari kurumlar ustaca kullanıldı”. Metin Bakkalcı 4 Aralık’taki öğrencilere dönük polis saldırılarını da 19 Aralık’ın taşıdığı zihniyetin ürünü olarak tanımlıyor. Bakkalcı, 27 Ocak 2007’de Behiç Aşçı’nın ölüm orucuyla bakanlığın, yayınladığı sınırlı bir genelgeyi bile hapishanelere uygulamamakta direndiğini ifade etti. TAKİPÇİSİ OLMALIYIZ Katliam sonrası katliamı gerçekleştirenler devlet tarafından korundu. Bakkalcı: “İnsan hakkı ihlaline yol açanlar hep korundu. Biz çoğu yerde dava dahi açamadık. Açtığımız davalar ise zamanaşımına uğratıldı. Onları korumak istiyorlar. Onlar korunacak ki yarın yine benzer şeyler yapılabilsin. Bunun adı ‘cezasızlık’tır.” Ancak Bakkalcı geçen ay Bayrampaşa ile ilgili dava açılabilmesini önemsediğini belirtiyor; “Bir dava başlatılabildi. Bu bir yanıyla başarıdır. Operasyonu komuta edenlerin yargılanmaması ise bilinçli. Erleri yargılayarak aklanmak istiyorlar. Bu davaların takipçisi olmak, o korku atmosferini yaratanlardan hesap sormak, toplumsal adaletin peşine düşebilmek için çok önemli.”

KESK olağanüstü genel kurula gidiyor amu Emekçileri Sendikalar› Konfederasyonu 8 Ocak 2011’de ola¤anüstü genel kurula gidiyor. KESK Merkez Yönetim Kurulu (MYK) üyelerinden birinin bir KESK çal›flan›n› taciz etti¤i iddialar›n›n tetikledi¤i tart›flma sonucu KESK Genel Baflkan› Sami Evren ve T‹S Hukuk Sekreteri Adnan Gölpunar’›n istifa etti. ‹stifalarla

K

bafllayan süreç MYK’n›n 2 Aral›k günü gerçekleflen toplant›s›nda örgütü ola¤anüstü genel kurula götürme karar›yla sonuçland›. Taciz iddialar›n›n muhattab› olan Genel Sekreter Emirali fiimflek ve Kad›n Sekreteri Songül Morsümbül de yaflanan tart›flmalara tepki olarak görevden çekildiklerini belirtti. 8 Ocak’ta gerçekleflecek ola¤anüstü genel kurulda seçilecek yönetimin

2011 Haziran’›nda gerçekleflecek ola¤an genel kurula haz›rl›k çal›flmas›n› yürütmesi bekleniyor. TBMM’ye gelen torba yasa ve eme¤e dönük yeni sald›r› yasalar›n›n gündemde oldu¤u bir dönemde KESK’i içe kapatan ola¤anüstü genel kurul tart›flmas› s›n›f mücadelesi aç›s›ndan önemli bir kay›p. Öte yandan henüz aç›kl›¤a kavuflmam›fl taciz iddialar› da KESK’in

ma¤duriyet ve üyelerinde ortaya ç›kan güvensizli¤i giderecek biçimde çözmesi gereken bir sorun olarak ortada duruyor. KESK içerisindeki ilerici unsurlar örgüte, KESK’in ola¤anüstü genel kurul sürecinde kamu emekçileri mücadelesinin birikim ve de¤erlerine sahip ç›kacak, kolektif bir haz›rl›k süreci örgütlenmesini öneriyor.

AKP'nin 'insani ve İslami' görevi srail’de 2 Aralık günü

İ çıkan ve 42 kişinin

ölümüne neden olan orman yangınını söndürmek için Türkiye de yangın söndürme ekibi yolladı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yardımların Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin düzelmesine vesile olacağını belirtirken Mavi Marmara katliamını da hatırlatarak “İki olayı birbirine karıştırmamak lazım. Biz insani ve İslami vazifemizi yaptık” dedi. Erdoğan'ın bu sözü ile devletin İslami bir vazifesi olduğu da ilan edilmiş oldu. İSRAİL’E YAKIN DERSİM’E UZAK Başbakanın konuşmaları yandaş medya tarafından ‘İnsanlık dersi’ başlığıyla manşetten verildi. Oysa AKP, aynı insanlık vazifesini Kürt illerinde aylarca süren orman yangınlarında göstermemiş, yandaş medya da gündemine taşımamış, insanlık dersi o zaman boş geçmişti. Dersim’in Ovacık İlçesi’ne bağlı Çambulak Jandarma Karakolu’ndan 25 Ağustos’ta yapılan top atışları sonrasında çıkan yangın bir haftadan fazla sürmüş, bölge halkı yangının çıktığı yerin operasyon bölgesi olması sebebiyle

gündüz saatlerinde yangını söndürmeye çalışmıştı. Çalışmalara devlete ait hiçbir yetkili ya da araç katılmamıştı. Temmuz ayında özellikle Dersim, Siirt, Şırnak, Diyarbakır, Hakkari, Bingöl ve Hatay’daki orman yangınlarında binlerce hektarlık alan kül olurken, yangınlar halkın çabalarıyla söndürülmeye çalışmıştı. Ortalama bir hafta süren yangınlara müdahale etmeye çalışan halk sık sık askerin engellemeleriyle karşılaşmıştı. Türkiye İsrail ilişkilerine gelince Almanya’nın devreye girmesiyle iki ülkenin diplomatik ilişkilerini “eski güzel günlere” kavuşturmaya dönük girişim, AKP’nin diklenmesi nedeniyle nihayete eremedi. Tabanının duyarlılıklarına seslenerek, İsrail’den özür ve tazminat talebini yeniden dillendiren Tayyip Erdoğan’ın karşısındaki İsrail yönetimi de kendi tabanını hesaba katarak bu talebi reddetti. Anlaşılan, AKP’nin askeri ve ekonomik alanda gayet iyi tuttuğu Türkiye-İsrail ilişkileri ve ikiyüzlü dış politikası hayatta karşılığı olmayan diplomatik sorunlarını muhafaza edecek.

AKP’nin bir davası var, bizim de! eşke beğenilmeyen hususlar gelişigüzel yerlerde, gelişigüzel mekanlarda başkalarını tedirgin edecek, başkalarının özgürlüklerini sıkıntıya sokacak, başkalarının huzurunu kaçıracak mekanlarda yapılmasa.” “Zaman zaman maalesef fiili durumlar olunca sizin sorularınıza da muhatap oluyoruz.” “Meseleye bu şekilde bakmakta da fayda var.” Bu üç cümle Tayyip’in başkanı olduğu hükümetin sözcüsü Cemil Çiçek’in, Tayyip’in de katıldığı Bakanlar Kurulu toplantısından sonra, “Cumartesi günü İstanbul'da gösteri yapan gençlere yapılan müdahale çok tartışılıyor. Müdahalenin dozu tartışılıyor, hatta yapılan yorumlarda da 'bu demokrasi anlayışıyla uyuşuyor mu?' deniliyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna verdiği yanıt. Söz konusu olan Tayyip ve onun demokrasi anlayışı olduğunda uyuşmak ne kelime cuk oturuyor! Aslında Cemil Çiçek, “Tayyiplik demokrasi”nin ilk üç şartını açıklamakta: 1-Tayyip’i tedirgin etmeyecek, Tayyip’i sıkıntıya sokmayacak, Tayyip’in huzurunu kaçıracak mekanlara yaklaşmayacaksınız. (100 km uzakta da olsanız, Dolmabahçe’deki evine gelmeye kalkarsanız copu kafanıza yersiniz.) 2- Tayyip’i ve şürekasını, copu kafanıza yediğinizde (fiili durum) sorularınızla muhatap hale getirmeyeceksiniz. 3- Meseleye, Tayyip’in ve şürekasının baktığı gibi bakacaksınız. “Tayyiplik demokrasi”nin sadece 3 şartı olduğunu sanmak saflık olur elbette. Çok şartı var çoook. Bir tanesini de kendi açıklıyor; “Sizi böyle bir toplantıya davet mi ettik de geli-

“K

yorsunuz?” Yani Tayyip gel deyince gelecek, konuş deyince konuşacaksınız. (O toplantılara çağırıp yanında oturttuğu kızı gibi.) Cumartesi günküne benzer bir olay 5 Kasım’da Tayyip’in Boğaziçi Üniversitesi’ne gidişinde de yaşanmıştı. Hatta Boğaziçi Üniversitesi’nden 211 akademisyen yayınladıkları bildiride “Boğaziçi kampüsü... resmi ve sivil emniyet güçleri tarafından adeta teslim alındı. Üniversitenin sokak ve meydanları öğrencilere ve öğretim üyelerine yasaklandı… Öğrenciler tartaklandı, ablukaya alındı, üzerlerine biber gazı sıkıldı” diyerek seslerini duyurmaya çalışmışlardı. Tekel işçilerinin mücadelesi nasıl ki Tayyip’in ve AKP’nin (aynı zamanda varlığını işçilere borçlu olan sarı sendikacıların) ne halt olduğunu gösterdiyse, Öğrenci Kolektifleri de yine Tayyip’in ve AKP’nin (aynı zamanda varlığını öğrencilere borçlu olan sarı rektörlerin) ne halt olduğunu bir kez daha göstermiştir. Unutmamak gerek ki benzer bir ifşaatı Halkevleri de Kadir Topbaş için icra etmektedir. Toplumsal sorunların, meşru bir önderlik ve meşru bir eylem tarzıyla “ifade edildiği” her durumda siyasal iktidar çuvallamakta, gayri meşru hale gelmektedir. Çuvallayanların ve gayri meşru hale gelenlerin biri de Burhanettin Kuzu oldu. “Kolektif yumurta şenliği”ne katılma “cesareti” gösteren Kuzu, nasibini aldı. Anayasa hukuku profesörü Kuzu, bunun üzerine rektörü ve dekanı istifaya çağırdı. İşte “Tayyiplik demokrasi” anlayışı özümsemiş bir AKP’liden beklenen budur. Üniversite rektörünün ve dekanının asıl görevi AKP’lileri korumaktır. Bunu yapmıyorsa orada oturamaz. Tüm bu kepazeliğin gözden kaçırılmaması gereken başka boyut-

ları da var elbette. Söz konusu olan, kahvaltılara katılan 153 rektörün (geçen hafta 79, bu hafta 74) onursuz duruşları değil sadece. Asıl görülmesi gereken Tayyip’in bu rektörlerle ne yapmaya çalıştığı? Ve onları neden şimdi topladığıdır? Neden şimdi ile başlayalım. Bilindiği gibi AKP iktidarı en önemli atamasını cumhurbaşkanlığı makamına yapmıştı ve o makama sahip olmasıyla, kendisinin en çok şikayet ettiği yasama ve üniversite alanına “uygun” atama yapabilme “hakkını” kazandı. Hazırlayıcısı Gül, uygulayıcısı Tayyip olarak. Artık bu sürecin kıvama geldiği kararı verilmiş olmalı ki tetikçilerden Yusuf Ziya Özcan’a yeni bir YÖK hazırlama görevi verildi. Ne yapmaya çalıştığını da Tayyip söylüyor zaten; “YÖK yasası konusunda kolları sıvadık... YÖK’ü düzenleme yapan, politika üreten bir kurum haline dönüştüreceğiz. Yani bir reform sürecini başlatacağız. Bazıları bana bir atıfta bulunuyor. YÖK’ü kaldıracağız diye. Yalan söylüyorlar. Benim bugüne kadar YÖK’ün kaldırılmasına yönelik hiçbir açıklamam olmamıştır.” Gerek toplantılarda konuşulanlardan gerekse de daha önce AKP’lilerin icraat ve ifadelerinden anlaşılmaktadır ki üniversitelere ilişkin “reform” üç ambalaj içinde yapılacaktır; Mali, idari, akademik özerklik. Bilindiği üzere mali (ekonomik) özerkliğin gerçek karşılığı, kamu (devlet) gelirleri içinden üniversiteye ayrılan payın nasıl harcanacağına üniversitenin karar vermesidir. Oysa AKP’nin mali özerklikten anladığı üniversitelerin kendi parasını kendisinin kazanmasıdır. Bu amaçla, özel üniversitelerin ödediği KDV’nin sıfırlanması ve özel üniversite müşteri-

lerine (öğrencilere) devlet bankalarından uzun süreli kredi verilmesi (bu krediler doğrudan özel üniversitelerin kasasına gidecek) Dolmabahçe toplantılarının ana gündemi olmuştur. Ayrıca devlet üniversitelerinin rektörlerinden de işletmelerini çok para kazanacak hale getirmeleri istenmektedir. AKP’nin idari özerklik kandırmacası da piyasanın ve gerici ideolojinin gerekli gördüğü uygulamaların parça parça devreye sokulmasıdır. Türban örneğinde yaşandığı gibi üniversite idarelerinin farklı kararları (şimdilik) alabileceği alıştırması yapılmaktadır. Akademik özerklikten anlaşılan ise para etmeyen ve iktidarı rahatsız eden toplum bilimler geri plana itilerek İslam dinine ilişkin derin araştırmaların yapılması, Osmanlı tarihinin Davutoğlu’nun vizyonuna uygun olarak yeniden yazılması, üniversitelerin kendilerini şirketlere para kazandıracak projeler üretmeye adaması ve patronların ihtiyaç duyduğu bilgiye rahatça ulaşabilmesidir. AKP’nin bu çarpık üniversite anlayışına, kendisi gibi çarpık rektörler aracılığıyla müdahale icraatlarına karşı durması gerekenler sadece üniversitede örgütlenen ilerici öğrenciler olamaz. Bırakın sosyalist olmayı, bilim üretimini yüce bir değer olarak gören tüm akademisyenler, aydınlar (üniversite içi ve dışındaki) AKP’yi üniversiteye sokmamakla yükümlüdür. Üniversitenin ilerici öğrencileri, mücadelelerini yaygınlaştırmak ve merkezileştirmek için çaba gösterirken üniversitenin ilerici öğretim üyeleri de çabalarını imza sirkülerinin ve sanal âlemin dışına taşırmak zorundalar. AKP’nin saldırısı ve çarpıklığı üniversite ile sınırlı değil elbette. Bu

saldırı ve çarpıklığın nadide örnekleri gün geçmiyor ki eğitim alanında yaşanmasın. Son örnek incilerini döke döke bitiremeyen Milli Eğitim Bakanı Çubukçu’dan yine. Eğitimcileri veznadar, işletmeci yaptıkları yetmiyormuş gibi şimdi de muhbir yapmanın icraatına girişmiş durumda. Bununla da yetinmiyor Çubukçu, Türk diline yeni değişiklikler öneriyor; adı muhbir değilmiş, “koordinasyon sağlayan idareci” imiş. AKP’nin eğitim sahasındaki atakları bitmek bilmeyecek, ta ki “birileri” o sahaya girene kadar…. AKP iktidarında saldırı ve çarpıklık biter mi? Bir başkası, “Torba yasa” olarak bilinen ve devlete borcu olan milyonlarca kişiye borç ödeme kolaylığı sağlayacak tasarı diye pazarlanmaya çalışılan süreçte yaşanıyor. Hatırlanacağı gibi “vergi, sigorta affı” gibi ‘şirin görünen’ söylemlerle duyurulan tasarı, AKP’nin ve sermayenin acil ihtiyacı olan maddelerle doldurulmuş ve 113 maddelik bir pakete dönüştürülmüştü. Bu “saldırı torbası”nın içinde yok yok. Birkaçını sıralayalım; “mahkemelerin özelleştirme davalarında verdiği yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarının uygulanmaması hüküm altına alınıyor”, “işçilerin ücretleri, işsizlik fonundan karşılanıyor”, “esneklik uygulamaları iş kanununa yeni çalışma biçimleri ile giriyor, esneklik yani kuralsızlık bir kural haline getiriliyor”, “işverenler özürlü istihdam etme yükümlülüklerinden kurtuluyor”, “ihtiyaç fazlası işçilerin, Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün taşra teşkilatındaki sürekli işçi kadrolarına atanmasının yolu açılarak sürgün ve taşeronlaştırma kolaylaştırılıyor”, “kısa süreli ya da çağrı üzerine çalıştırma yaygınlaştırılarak özellikle gençler ve

kadınlar asgari ücretin bile altında çalışmak zorunda bırakılıyor” vb… Bu arada Sağlık Bakanlığı’nın da Tam Gün Yasası’yla ilgili düzenlemeleri Torba Yasa’ya sokmaya çalıştığı biliniyor. Bu saldırı furyası, çarpıklıklarla da at başı ilerliyor. 7 Aralık’ta hükümetin yaptığı açıklamaya göre 113 maddelik Torba Yasa ikiye bölünmüş. Buna göre vergi ve prim borçları daha önce genel kurula gönderilecekmiş. Sakın ola kimse AKP’nin işi yavaşlattığını ya da vazgeçtiğini sanmasın. AKP’nin kendisini adadığı icraatlar bunlar. Amacı ise sorgulamaya gerek duyulmayacak kadar açık; vergi ve sigorta affıyla seçim öncesi oy avcılığı yapmak, topladığı parayı bütçe gelirlerinde göstermeyerek seçim harcamalarını karşılamak ve asıl sırtını dayadığı sömürü düzeninin geleceğini garanti altına alacak kalıcı/yasal düzenlemeleri gerçekleştirmek. AKP işi yavaşlatmayacak, vazgeçmeyecek ve kendisini adadığı “davasını” sürdürecek, pekiyi, ilerici emek ve meslek örgütleri, onların temsilcileri, “lider”leri ne yapacak, ne yapmakta? Söz konusu edilen asıl olarak DİSK’tir, KESK’tir ve TMMOB’dir. Kendisini “adadığı” davasını CHP’ye mi eklemleyecek, kendisini “adadığı” davasını karizmasını aklamak için mi kullanacak, kendisini “adadığı” davasını pasifizmin bataklığına mı gömecek? İnandığı davası ve davasının peşinden gidecek yüreği olanlar bilmeliler ki gün değişim ve dönüşüm günüdür. Bu sadece egemenler cephesi için değil, toplumu ve iktidarı değiştirecek cephe için de böyledir. Ve tarih ve gelecek, üzerine düşen görevi yapmayanları da yapanları da yazacaktır.


4

GÜNDEM 10 Aral›k 2010 / 23 Aral›k 2010

Halk›n Sesi

Kürt Özgürlük Hareketi ve sahte milliyetçilik emokratik Toplum Kongresi (DTK) 4-5 D Aralık'ta Diyarbakır'da “Demokratik Özerkliğin sağlık ayağını oluşturmak için” bir “Sağlık Kongresi” düzenledi. Son DTK kararlarını “Kürtlerin Savunma Gücü Planı” manşetiyle duyuran Milliyet, manşetin altına ek haber olarak bu kongrenin duyurusunu da girmişti. Eğitim hakkı, toplumsal yozlaşmaya karşı mücadele, yerinden yönetim organlarının güçlendirilmesinin ardından bir de sağlık alanında “Kürt inisiyatifi”nin yaratılması “tehlike”nin giderek büyüdüğünü gösteriyordu. Habere yapılan bu ek eğitim, sağlık, yerel ekonomi alanlarındaki çalıştayların, kongrelerin devlette ciddi bir tedirginlik yarattığını gösteriyor. Ancak “atılan bu taşlar”ın ürküttüğü kurbağalara değmediğini söylemek zorundayım. Milliyet'in hedef gösterdiği Sağlık Kongresi, Kürt Özgürlük Ferda Hareketinin (KÖH) bir büyük Koç sorununu ortaya koyarak tamamlandı. ferdakoc@ Bu sorun “sahte milliyetçilik” hotmail.com sorunu! KÖH’e bir “sahte Kürt milliyetçiliği”nin musallat olduğu biçimindeki kanım DTK'nın Sağlık Kongresi'yle iyice güçlendi. Lenin'in, “ezen ulusun devrimcilerinin, ezilen ulus milliyetçiliğini hoşgörmeleri gerektiği” biçimindeki telkinine yaşamım boyunca samimiyetle uydum. KÖH’teki “milliyetçi” tutumların tümünün öncelikle KÖH’te yer alan sosyalistler tarafından eleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak biraz sonra tanımlayacağım yaklaşımın “ezilen ulus milliyetçiliği” ile bir ilgisi yok. Bu yaklaşım, Kürt kökenli oportünist (fırsatçı) tacirlerin, Özgürlük Hareketine, milliyetçilik boyasıyla yutturmaya çalıştığı (ve ne yazık ki yutturduğu) bir zoka! Sağlık Kongresi tamamlandı tamamlanmasına ama ANF'nin haberine göre “bazı maddeleri üzerinde uzlaşma sağlanamadığı için” Kurultay'ın sonuç bildirisi yayınlanamadı. ANF, Kongrede üzerinde anlaşma sağlanan maddeleri açıkladı. Kurultay'da yapılan “Bölge'deki sağlık hizmetlerinin yapısı”na ilişkin tartışmalardan çıkarılan sonuç, bildirge taslağının 9. maddesinde formüle ediliyor: “Ulaşılabilir sağlık hizmeti talebinin yükseltileceği bir eylem hattının tüm güçlerle örülmesi Kurucu Meclis tarafından karar altına alınır.” İlk bakışta olumluymuş gibi görünen bir mücadele çağrısı değil mi? Ama dikkat ederseniz, sağlık hakkı mücadelesinin “formülü”nden ciddi bir indirim var! “Herkese eşit, parasız, ulaşılabilir sağlık” formülü budanmış, “ulaşılabilir sağlık” kalmış geriye. Bu “kesinti”nin arkasında yatan ise Kurultay'da ciddi bir tepki görmeden ileri sürülen bir tez: “Biz bir ulusal hareketiz. Ulusal sermaye birikimi ve ulusal burjuvazinin geliştirilmesi, ulusal bir hareketin gözetmesi gereken şeylerdir. Bu nedenle bizim, 'sağlığın ticarileştirilmesi'ne kategorik olarak karşı çıkmamız beklenmemelidir. Biz sadece 'sağlık piyasasının denetimi'ni öngörebiliriz." Bu tez “Sonuç Bildirgesi”ni hazırlayan kurul tarafından kabul edilmiş olmalı ki, Kongre'de SES ve TTB yöneticileri tarafından dile getirilmiş olmasına karşın, “Herkese eşit, parasız, ulaşılabilir sağlık” formülü budanmış. Aynı zihniyet, geçtiğimiz yıl yapılan Alternatif Ekonomi Çalıştayı'nda, İstanbul'daki apartman altı fason işyerlerinin büyük Kürt şehirlerine taşınarak, “güvencesiz Kürt işçiliği”nin Kürt ekonomisinin dinamosu haline getirilebileceğini savunabilmişti. Eğitim hakkına ilişkin mücadelede, “herkese eşit, parasız, kamusal eğitim” talebinin es geçilmesi de bu zihniyetin bugüne kadarki bir başka yansıması oldu. “Kamusal alanın ticarileştirilmesi”ni “ulusal sermaye birikimi süreci”nin bir zemini olarak tanımlayan ve milliyetçilik adına “değer verilen” bu yaklaşımın “milliyetçilik”le de ulusal sermaye birikimiyle de, ulusal burjuvazi yaratmayla da bir ilgisi olmadığını söylememizin bir gereği var mı? Yoksulluk ve yüzüstü bırakılmışlıkla tanımlanacak “Kürt Sağlık Sorunu”nun son derece güçlü bir kamusal sağlık hizmeti olmadan giderilemeyeceği ortadayken, sağlık hizmetleri alanından kamunun tasfiye edilmesini savunmayı “milliyetçilik” olarak yutturmak nasıl bir yüzsüzlüktür! Diyarbakır'ın göbeğine Dağkapı Meydanı'na kondurulan Alman Hastanesi, Batman'ın, Van'ın orta yerindeki Medical Park'lar ve bölgeye hücum eden diğer “sağlık eşkıyaları” nasıl bir “ulusal sermaye birikimi” zemini sunmaktadır! Bireysel çıkarlarını “milliyetçilik” boyasıyla yutturmaya çalışan sahtekarlara biraz teorik bilgi: Tarih boyunca, burjuva milliyetçiliği hareketlerinin herbiri kendisinden öncekine göre daha korumacı ve daha “devletçi” olduğu ölçüde “ulusal sermaye birikimi” sağlama amacına ilerleyebilmiştir. “Serbest piyasacılık”, ezen, egemen ulusların, bağımlı, ezilen ulusları köleleştirmek için dayattıkları bir sömürü düzeneği olagelmiştir. Gerçek milliyetçilik hareketleri “ulusal sermaye birikimi” sağlama işinin “burjuvaziye bırakılamayacak” kadar ciddi bir ulusal program olduğu bilinciyle hareket etmişlerdir. Hele de 21. yüzyılda “ulusal sermaye birikimi”ni burjuvaziye havale etmek, ciğeri kediye teslim etmekten başka bir şey değildir. Emperyalist merkezlerin dayattığı “yerelleştirme” politikalarını “bölgesel özerkliği” geliştirecek bir çerçeve olarak sunan; uluslararası tekelci sermayenin ve Türk işbirlikçilerinin operasyon merkezleri olan “Bölge Kalkınma Ajansları”nı “yerel sermaye birikimi” yönünde kullanılabilecek kurumlar olarak karşılayan; güvencesiz işçiliğin en ağır mağduriyetini yaşayan Kürt işçilerini, büyük Kürt kentlerinde aparman altı, kayıt dışı işletmelerde istihdam edip fason üretimi Kürdistan'a taşıyarak “Kürdistan'ı Çinleştirme” projeleri yapan Kürt “siyaset esnafı” ve liberal aydınlarının KÖH’teki etkinliklerini, “Sağlık Hakkı Mücadelesi”nin Kürtçe'ye tercümesine kadar yayabilmeleri doğrusu endişe verici.

AKP’nin ideolojik hezeyanı umurtalı protestolar ve hak mücadeleleri karşısında AKP’nin halini özetleyecek en uygun kelime, “hezeyan.” Bu hezeyanın veciz bir örneği de Erdoğan’ın yumurtalı protestolar için yaptığı “belli ideolojilerin sipariş üzere oraya getirilmesi” değerlendirmesiydi. Egemenler arası iktidar mücadelesinde sekiz yıldır oldukça başarılı ve sağlam bir ilerleme kaydeden AKP hükümeti, ezilenlerin sokağa çıkarak hak ve özgürlük taleplerini yükseltmesi karşısında aynı başarıyı gösteremiyor. AKP’nin TSK’yı dize getirip kozmik odalara girerken, monşer bürokratlarla kapışırken çizdiği kendinden emin, demokrat, yenilikçi, açık, katılımcı, halkçı görünüm üniversitelilerin bir yumurtasıyla yerle bir oluyor. Ünivesiteliler sokağa çıkınca iktidarın dışlayıcı, tedirgin, faşist, saldırgan yüzü açığa çıkıyor. İstanbulluların büyük tepkisini çeken ulaşım zamlarının ardından görüntüyü kurtarmak için Toplu Ulaşım Haftası düzenleyen AKP’li belediye, önce tüm İstanbulluları ulaşım sorunlarını tartışmaya çağırıyor. Sonra Halkevciler gidip “parasız ulaşım hakkımızı istiyoruz” diye seslerini yükseltince, ‘üzerinde kot pantolon olan herkes’ gözaltına alınıyor. “İleri demokrasi” iddialarıyla taban tabana zıt bu görüntüler karşısında kendini savunmaya çalışan AKP’li yöneticiler ise makul bir gerekçe gösteremedikleri gibi saçmalamaya başlıyor. O muhteşem hatipler gidiyor; içinde “ideolojik”, “başka rejimler”, “örgüt işi” gibi sözler geçen anlamsız cümleler kuran asabi ve

Y

E

gemenler arası iktidar mücadelesinde oldukça başarılı ve sağlam ilerleyen AKP, ezilenlerin hak ve özgürlük taleplerini yükseltmesi karşısında aynı başarıyı gösteremiyor

güvensiz yöneticiler geliyor.

BAfiBAKAN NE DEMEYE ÇALIfiIYOR? Tayyip Erdoğan 4 Aralık’taki rektörler toplantısı sırasında gerçekleşen öğrenci protestolarına yönelik polis şiddetini savunmak için göz göre göre yalan söyledi. Öğrencilerin molotof kokteyl-

leriyle, kasaturalarla vs. geldiğini, polisin de görevini yaptığını iddia etti. Polis saldırısında bir arkadaşları işkence ile tanınmaz hale getirilen, bir arkadaşları da bebeğini kaybeden üniversiteliler 8 Aralık’ta Ankara SBF’ye giden Burhan Kuzu’yu yumurta atarak protesto edince, Erdoğan yine gerçeklerle uyuşmayan ve bazıları

anlaşılamayan cümleler kurdu. Erdoğan, yumurtalı eylemin “İleri demokrasiyi hazmedemeyenlerin tavrı” olduğunu öne sürdü. “Özgürlüğün tanımında yumurta atmak varsa ayrı bir konu. Onu bilemem. Ama ben burada üniversite yönetimini bir defa suçlu buluyorum. Bu benim yaklaşımımdır. Bu yumurtalı öğrenciler üniversiteye nasıl

Türkler’in katili serbest Kemal Türkler D‹SK’in kurucu genel baflkan›yd›. Türkiye’de s›n›f mücadelesinin ilerici dinamiklerini örgütleyen bir iflçi önderi olarak birçok eylem örgütledi. Baflta DGM Grevi ve 15-16 Haziran direniflleri olmak üzere birçok eylem nedeniyle defalarca tutukland›.

evrimci İşçi Sendikaları

D Konfederasyonu’nun (DİSK)

Kurucu Başkanı Kemal Türkler cinayeti davası zamanaşımı süresinin dolmasının önü açılarak düşürüldü. 22 Temmuz 1980’de ülkücü faşist katiller Ünal Osmanağaoğlu, Aydın Eryılmaz, Abdülsamet Karakuş ve İsmet Koçak tarafından işlenen cinayetin davası devletin yürüttüğü aklama operasyonu ile kapandı. Dava, yıllardır doğal dava sürecinin uzatılması nedeniyle sonuçlanamıyordu. 1 Aralık’taki son duruşmada da, Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi, zamanaşımı süresinin dolduğuna ve dosyanın kapatılmasına hükmetti. Duruşmadan sonra bir açıklama yapan DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi davanın kapanmasının devlet eliyle kasıtlı olarak gerçekleştirildiğine dikkat çekti. Çelebi, “Bir kez daha buradan ilan ediyorum. Kemal Türkler davası bizim açımızdan katilleri belli olan davadır. Bu kararları verenler huzur içerisindeler ise, rahat uyuyacaklarsa, ne kadar uyuyacaklarını kendi vicdanlarına bırakacağız. Bizim açımızdan vicdani olarak aklanmış değildir. Bizim açımızdan hukuken aklanmış değildir. Diğerleri beyhude çabalardır. Diğer kararlar bizim açımızdan geçerliliği

olan vicdani kararlar değildir” dedi. Çelebi, hukuki mücadeleyi devam ettireceklerini, uluslararası mahkemelere başvuracaklarını açıkladı. Babasının katledilmesinin canlı tanığı Nilgün Soydan da, “Babamı devlet öldürdü ve devlet tetikçilerini akladı” diye konuştu. Kemal Türkler davasını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıyacaklarını belirten Soydan, Türkiye’deki yagılama sürecinde polis ve yargının açıktan katillerden yana

saf tuttuğunu vurguladı. Tutuklu sanık Osmanağaoğlu’nun yakalanmasının Türkler ailesinin avukatlarının zorlaması ile devletin istemi dışında tesadüfler sonucu gerçekleştiğini belirten Soydan, devletin zaman aşımı ile bu “aksiliği” giderip tetikçisine sahip çıktığını söyledi. Dava süreci, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri mahkemesinde açılan kamu davası ile başlamış, daha sonra sıkıyönetimin İstanbul’da kalkması gerekçe-

si ile dosya Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmişti. Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi 2003’te Osmanağaoğlu’na beraat vermiş, Yargıtay kararı bozmuştu. Ardından bu süreç iki kez tekrarlandı. Kemal Türkler davasının zamanaşımı ile düşürülmesi, “kontrgerillayı tasfiye etme” iddiasıyla yürütülen büyük iktidar çatışmalarına rağmen kontrgerillanın en aleni suçlarında dahi dokunulmazlığını koruduğunu ortaya koydu.

Binlerce öğrenci Aydın Erdem’i andı DTP’nin kapat›lmas›n› protesto etmek için 6 Aral›k 2009’da Diyarbak›r’da düzenlenen yürüyüfle kat›lan ve burada polis kurflunuyla yaflam›n› yitiren üniversite ö¤rencisi Ayd›n Erdem, ölüm y›ldönümünde Türkiye’nin dört bir yan›nda binlerce ö¤renci taraf›ndan an›ld›. Ö¤rencisi oldu¤u Dicle Üniversitesi’nde, Ziya Gökalp E¤itim Fakültesi önünden Dicle Üniversitesi Köprüsü’ne yürüyen ö¤renciler burada bir dakikal›k sayg› duruflunda bulunarak Erdem’in an›s›na nehre karanfil b›rakt›. Ayn› zamanda ders ve s›nav boykotu yapan binlerce ö¤renci “Ayd›n yoldafl ölümsüzdür” sloganlar› att›. Pekçok üniversitede an›lan Erdem, polis kurflunuyla hayat›n› kaybeden bir baflka üniversite ö¤rencisi fierzan Kurt’un davas›n›n ikinci duruflmas›n›n görüldü¤ü 8 Aral›k’ta da Kurt’la beraber an›ld›. fi›rnak Cumhuriyet

Meydan›'nda fi›rnak Ö¤renci Derne¤i, KESK fi›rnak Platformu, fi›rnak Belediyesi ve BDP fi›rnak il örgütü taraf›ndan yap›lan bas›n aç›klamas› ‘fierzan Kurt ‹çin Adalet’ ve ‘Ayd›n Erdem Ölümsüzdür’ pankartlar› önünde gerçeklefltirildi. Bas›n aç›klamas›nda Erdem ve Kurt’u anmak, faillerinin bulunup cezaland›r›lmas›n› sa¤lamak için adalet nöbeti gerçeklefltirildi¤i belirtilerek her iki dava sürecinde de herhangi bir geliflme sa¤lanamamas› elefltirildi. Davalar›n seyri hakk›nda bilgi verilirken, üniversite ö¤rencilerine uygulanan fliddet elefltirildi. Tüm bask›lara ra¤men mücadelenin büyütülece¤inin vurguland›¤› aç›klaman›n ard›ndan 5 dakikal›k oturma eylemi yapan grup s›k s›k ‘Katil polis hesap verecek’, ‘Faflizme karfl› omuz omuza’, ve ‘Bask›lar bizi y›ld›ramaz’ fleklinde sloganlar att›.

sokulmuştur” diyerek, yumurta taşımak gibi yeni bir suç icat eden Erdoğan, “Bu tür adımlar atıldığı sürece görevi güvenlik olan polisimiz de ortaya gerekli tavrını koyacaktır” sözleriyle, pek çok AKP yanlısı gazetecinin dahi kınadığı polis şiddetine sahip çıktı. “Bunların hangi yapının mensubu olduklarını bizler tahmin ediyoruz” diyerek yasadışı yapılanma imasında bulunan Erdoğan, medyayı da olayları sansürlemediği için “kınamamı yapıyorum” diye eleştirerek, tartışmaları şöyle yorumladı: “Bu yaklaşımlar yanlıştır ve yapılan yorumlar değerlendirmeler belli ideolojilerin sipariş üzere oraya getirilmesi suretiyle yaptıkları konuşmalardır.”

FAfi‹ZM‹N D‹L SÜRÇMELER‹ Bu dil sürçmeleri bir hatibe yakışmayan saçmalıkta olmanın yanı sıra, gençliğinde bir “komünizmle mücadele” militanı olan ve şimdi de devletin tepesine yerleşen Erdoğan’ın ideolojisinin dışavurumları olarak kendini gösteriyor. Karşısında el pençe divan duranlara liberal demokrasi tekerlemelerini gayet düzgün bir hitabetle sıralayan; ancak halkın herhangi bir kesiminden gelen bir tepki karşısında doğrudan küfre, yalana ve şiddete sarılan Erdoğan kendi ideolojisinin gereğini yerine getiriyor. Onun ideolojisi halkın siyasal ve ekonomik katılım mekanizmalarından mümkün olduğunca dışlanmasını, halkın iktidarı kutsal sayarak biat etmesini buyuruyor. İçi boş liberal demokrasi söylemiyle maskelenmeye çalışılan AKP faşizmi, sokak hareketlenince tetiklenen hezeyanlarda kendini ele veriyor.

Rektörler nereden nereye aşbakan Erdoğan 4

B Aralık günü rektör-

lerle Dolmabahçe’de buluştu. Daha doğrusu rektörler başbakanın huzuruna çıktı. Öğrenci protestolarının kısmen gölgesinde kalan görüşme sonrasında toplantıya katılan rektörler toplantıda konuşulanlar hakkında hiçbir şey söylemedi. Hatta Hacettepe Üniversitesi’nde rektörüne ‘İçeride neler konuşuldu?’ sorusunu soran öğrenciler, özel güvenlik biriminin saldırısına maruz kaldı. Bugün Erdoğan’ın karşısında el pençe divan, sus pus duran rektörlerin aksine, Abdullah Gül cumhurbaşkanı olup YÖK Başkanlığı’na Yusuf Ziya Özcan’ı atamadan önceki rektörler AKP’ye karşı eylemler yapıyor, AKP’nin davetlerine gitmiyordu. Şimdi gerici-liberallerin elindeki rektörlük makamı o zamanlar ulusalcı-liberallerin elindeydi. Üniversitede anti-demokratik ve piyasacı bir düzen tutturmakta AKP’yle hedefleri ortaktı ama iktidar kavgasında karşı taraflarda konumlanmışlardı. Bugünküne benzeyen bir manzara en son 1980’de, 12 Eylül askeri faşist darbesinin ardından Kenan Evren’in üniversite rektörlerini huzuruna çağırıp toplantı yaptığı gün yaşanmıştı. Yine rektörler, toplantı hakkında konuşmamışlardı. Ardından üniversitelerin neoliberal dönüşüm süreci başlamış ve süreç ilk meyvesini halen üniversiteler üzerindeki en büyük baskı mekanizması olan ‘YÖK’ olarak vermişti. Sonrasındaysa 1402’likler, soruşturmalar, üniversitelerde polis işgalleri gelmişti.


5

DÜNYA 10 Aral›k 2010 / 23 Aral›k 2010

Halk›n Sesi

Avrupa teslim olmuyor vrupa'nın dört bir yanında emekçiler ve öğrenciler yaptıkları grev ve eylemlerle, etkisini arttıran neoliberal saldırganlığa sessiz kalmayacaklarını gösterdiler. Yunanistan, İrlanda, Hollanda, Almanya, İspanya, İtalya ve İngiltere'de sokaklara çıkan binlerce kişi kesintilere, zamlara ve emperyalizmin kendi krizinin emekçilerin sırtına yüklenmesine “hayır” dedi.

A

KOMfiUDA ‹SYAN B‹TM‹YOR Küresel ekonomik krizi en ağır biçimde yaşayan ülkelerden biri olan Yunanistan'da eylem ve grevler aralıksız sürüyor. Son olarak 30 Kasım'da çalışma koşullarını protesto eden medyadaki gazeteci, teknisyen ve idari birim çalışanları 24 saatlik greve gitti. Grev nedeniyle televizyon ve radyolarda haber programları yapılmadı, internetteki haber siteleri güncellenmedi. Grev günü gazeteler de basılmadı ve ertesi gün gazete bayileri boş kaldı. 2 ve 8 Aralık'ta öğrenciler kemer sıkma politikalarına karşı eyleme gitti. Binlerce öğrencinin katıldığı her iki eylemde de öğrenciler neoliberal politikaları protesto etti. Polisin saldırdığı eylemlerde öğrencilerin meşru savunma hakkını kullanmasıyla çatışmalar çıktı. 6 Aralık 2008'de polis kurşunuyla katledilen Alexis Grigoropulos'un ölüm yıldönümünde sokaklara çıkan binlerce genç yine polis saldırısıyla karşılaştı. Çıkan çatışmalarda pek çok banka ve mağazanın camları kırılıdı. Eylemciler krizden çıkış için AB ve IMF ile yapılan anlaşmaları da protesto ettiler. 15 Aralık'ta ülkede son bir yıldaki 7. genel grev yapılacak. ‹RLANDA YIKIMA KARfiI SOKAKTA İrlanda hükümetinin dört yıllık kemer sıkma programını açıklamasının ardından binlerce kişi başkent Dublin sokaklarında protesto gösterisi yaptı. İrlanda hükümetinin bankaları krizden kurtarmak için AB öncülüğünde uygu-

Şili darbesi Fransa’da yargılanıyor 1 Eylül 1973'te Şili'nin

1 sosyalist devlet başkanı

Salvador Allende'ye karşı yapılan askeri darbe 27 yılı aşkın bir süreden sonra, Şili'den binlerce kilometre ötedeki Fransa'da yargılanacak. Darbenin lideri olan ve Şili halkına karşı acımasızca katliamlar gerçekleştiren Pinochet yargılanamadan öldü ancak darbede ve darbe sonrasında Pinochet'nin yanında aktif rol oynayan 14 kişi yargılanmaktan kurtulamadı. Hakkında dava açılan kişilerin tümü yıllar önce Fransız vatandaşlığına geçerek izlerini kaybettiren isimler. Haklarında uluslararası tutuklama emri bulunan çoğu yüksek rütbeli asker 14 darbeci, adam kaçırma, işkence ve adam öldürmek suçundan yargılanacak. Davaya müdahil olan, faşist darbeye kurban gidenlerin yakınlarının en büyük temennisi ise yargılanan 14 darbecinin sonunun eceliyle ölerek yargılanamayan Pinochet gibi olmaması. Yaşları 59 ile 89 arasında değişen sanıklardan istihbarat başkanı Juan Manuel Contreras Sepulveda, Pinochet rejiminde 1973-90 arası bir çok sol görüşlü insanı öldürmekle ve insan haklarını hiçe saymakla suçlanıyor. Şili'nin Paris Büyükelçiliği ise davaya müdahil olmayacağını açıkladı. Avukat William Bourdon de, mahkemenin Pinochet diktatörlüğünde acı çekenlerde ve uluslararası kamuoyunda önemli bir yere sahip olduğunu ifade etti. Bundan sonraki duruşmalarda aralarında Şilililerin de bulunduğu yaklaşık 30 tanığın dinlenmesi bekleniyor. Mahkemeye yoğun bir uluslararası ilgi var.

A

vrupa’da hükümetlerin gittikçe yaygınlaştırdığı neoliberal saldırı paketlerine karşı emekçiler ve öğrenciler var gücüyle direniyor

lamaya soktuğu ekonomi paketine karşı sokağa çıkan İrlandalılar IMF'nin dayattığı kemer sıkma politikalarının derhal geri çekilmesini istiyor. İrlanda Sendikalar Konfederasyonu tarafından yapılan açıklamalarda küresel ekonomik krizin faturasının emekçilere ödetilmeye çalışıldığı dile getirildi ve neoliberal politikaların geri çekilmesi istendi. Düşük kurumlar vergisi nedeniyle birçok uluslararası şirketlerin yoğun yatırım yaptığı İrlanda krizin ardından büyük bir borç yükü altına girmişti. Kemer sıkma politikalarıyla birlikte IMF'den 1 milyar dolar yardım almayı "hak edecek" olan İrlanda, bu yardımlarla birlikte 2014'e kadar bütçe açığını yüzde 3

seviyesine çekmeyi hesaplıyor. Üniversite harçlarının yükseltilmesi de kemer sıkma politikalarının en önemli maddelerinden biri. Aralık ayı başından beri yapılan pek çok eylemde bu politikaların hemen geri çekilmesi isteniyor; paket geri çekilene kadar eylemlerin devam edeceği ifade ediliyor. HOLLANDA'DA Ö⁄RENC‹LER AYAKLANIYOR Hollanda'nın Groningen kentinde Hanzehogeschool ve Groningen Devlet Üniversitesi öğrencileri 29 Kasım'da yapılan eylemlerde, hükümetin yüksek lisans öğrencileri için mevcut ödeneklerinde kesintiye gitme ve eğitim sürelerini bir yıl uzatan

öğrencilere 3 bin avroluk cezalar verilmesi kararını protesto etti. Delft ve Den Haag’da da mavi çöp torbalarına sarınarak eylem yapan öğrenciler eğitimde yapılan kesintilere izin vermeyeceklerini dile getirdiler. ALMANYA 'GASP' PAKET‹NE KARfiI Tüm Avrupa'da uygulanan neo liberal saldırı politikalarına karşı Almanya'da da binlerce kişi sokaklara çıktı. Muhafazakar-liberal hükümetin "kaynak yok" diyerek emekçilerden yaptığı kesintilerle bankaları kurtarmak için 500 milyar Avro'luk kurtarma paketi hazırlaması tüm ülkede tepkiyle karşılanıyor. Kemer sıkma poli-

tikalarıyla işsizlik parası alanlar ebeveyn parasından yararlanamayacak, kira yardımı alanlara yakıt yardımı kesilecek, işsizlere ödenen emeklilik sigortası yardımı kaldırılacak, devlet memuru statüsündeki 15 bin emekçi işten çıkarılacak ve kamu emekçilerinin maaşları yüzde 2,5 oranında kesilecek. Bu uygulamalara karşı sokaklara dökülen emekçiler de paket geri çekilene kadar eylemlerine devam edeceklerini açıkladı. ‹SPANYA'DA OLA⁄ANÜSTÜ HAL Küresel ekonomik krizi derinden hisseden ülkelerden biri olan İspanya'da da hükümetin emeklilik yaşını 67'ye çıkararak start vermeyi planladığı saldırı politikalarına karşı greve gidildi. Havaalanı trafik kontrolörlerinin eylemi ülkeyi adeta kilitledi. Havaalanlarında uçuşlar yapılamayınca 250 binden fazla yolcu havaalanlarında beklemek zorunda kaldı. Hükümet acil toplanarak olağanüstü hal ilan etti ve kontrolörlük görevini orduya vererek grev kırıcılığı yaptı. Kontrolörleri yolcuları rehin tutmakla suçlayan ve haklarında dava açmakla tehdit eden İspanyol hükümetinin "olağanüstü" çabaları sonucunda greve giden emekçilerin bir bölümü işe geri döndü. Hava trafiği kontrolörleri sendikası USCA Başkanı Camilo Cela yaşananlarla ilgili yaptığı açıklamada "Bu bir başkaldırıdır" dedi. 2011'de 160 milyar dolar borç ödeyecek olan İspanya hükümeti, bu yükü kaldırabilmek için emekçilere yükleniyor. Bu arada İtalya ve İngiltere'de de öğrencilerin ve emekçilerin eylemleri sürüyor. Üniversite harçlarının arttırılması ve eğitim bütçesinin kısılmasına direnen öğrenciler ve işten çıkarmalar, ücret kesintileri gibi saldırılara direnen emekçiler greve devam ediyor. Yapılan tüm eylemlerde neoliberal saldırı politikaları geri çekilene kadar mücadele edileceği söylemi ön plana çıkıyor.

Latin Amerika Filistin’i resmen tanıyor

7

iklim 5 kıta

Kosova NATO’ya yak›n arlamentoda yapılan güven oylaması sonu-

P cunda görevinden istifa etmek zorunda

kalan eski Kosova Başbakanı Hashim Thaci, yeniden seçilmesi durumunda Kosova'nın en geç 4 yıl içinde NATO üyesi olacağını açıkladı. Soğuk Savaş sonrası değişen NATO konseptinin ilk uygulama alanı olan Kosova, Birleşmiş Milletler’in 1244 no’lu kararına göre hala Sırbistan toprağı olark görülü-yor. Aralarında Rusya, Çin ve Sırbistan gibi ülkelerin de dahil olduğu birçok BM üyesi ve Yunanistan, Romanya ve İspanya gibi AB üyesi ülkeler Kosova'yı devlet olarak tanımıyor.

fiili’de hapishane yang›n›: 81 ölü ili'nin başkenti Santiago'daki San Miguel Ş Hapishanesi’nin 3. katında çıkan yangında ilk belirlemelere göre 81 kişi hayatını kaybetti. Başkent Santiago'nun güneydoğusundaki hapishanede çıkan yangınla ilgili açıklama yapan hapishane yetkilisi Jaime Concha Soto, yangının sebebini belirleyemediklerini ve herhangi bir ayaklanma olup olmadığını bilmediklerini açıkladı. Devlet televizyonuna açıklama yapan tutuklu yakınları ise yanan hücrelerde gardiyanların kapıları tutukluların üstüne kapadığını açıkladılar.

Aralık'ta Brezilya Dışişleri

3 Bakanlığı resmi sitesinden

Filistin'i 1967'deki sınırlarıyla devlet olarak tanıdığını duyurdu. Siteden yapılan açıklamada Brezilya'nın Filistin'i devlet olarak tanımasının Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas'ın ricası üzerine gerçekleştiği duyuruldu. 1 Aralık'ta Mahmud Abbas'a mektup gönderen Silva, "Brezilya, Filistin'i devlet olarak tanıyor ve umarız ki bu tanıma Filistin ve İsrail'e barış ve güvenlik getirir" demişti. Brezilya'nın 3 Aralık'ta Filistin'i 1967 sınırlarıyla devlet olarak tanıdığını açıklamasının ardından 6 Aralık'ta bir başka Latin Amerika ülkesi olan Arjantin Filistin’i "özgür ve bağımsız" bir ülke olarak tanıdığını ilan etti. Filistin'le İsrail arasında yapılan barış görüşmelerinin İsrail'in saldırgan politikalarına devam etmesi sonucu hüsranla sonuçlanmasının Arjantin'de üzüntüyle karşılandığı dile getirilen açıklamada Devlet Başkanı Cristina Fernandez'in Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmud

Lenin heykeline sald›r› usya'nın ikinci büyük kenti St. R Petersburg'da bulunan Lenin heykeline 6 Aralık günü bombalı saldırı yapıldı. Heykele Abbas'ı 6 Aralık pazartesi günü Arjantin'in Filistin'i devlet olarak tanıdığı konusunda bilgilendirdiği de dile getirildi. SIRA ARJANT‹N’DE Arjantin Dışişleri Bakanı Hector Timerman da yaptığı açıklamada "Artık Filistin'i devlet

olarak tanımanın zamanıdır" diyerek diğer Latin Amerika ülkelerinin bu konuda hala şüpheleri olduğunu ifade etti. Arjantin'in bu kararına sevindiklerini belirten Filistin Özerk Yönetimi Dışişleri Bakanı Riad Malki ise, diğer Latin Amerika ülkelerinden de aynı şekilde

hareket etmelerini beklediklerini dile getirdi. Malki, "Bu bir sembol, fakat bizim için önemli. Çünkü ne kadar çok devlet Filistin'i devlet olarak tanırsa, barışın sağlanması için o kadar baskı artar. İsrail, Filistin'i tanımazken diğer devletler tanırsa, bu fark yaratabilir" dedi.

yerleştirilen küçük bir bombanın patlaması sonucunda heykel zarar görürken çevredeki bazı araba ve binaların camları kırıldı. St. Petersburg Valisi Valentina Matviyenko yaptığı açıklamada, "Anıtlara el kaldıranlar tarihe ve halkımızın duygularına karşı olan kişilerdir" dedi. Rusya’daki şehirlerinin büyük bölümünde kent merkezinde olmak üzere en az bir Lenin heykeli bulunuyor.

Kuzey Kore’ye savaş tehdidi Kore Yarımadası'nda Güney Kore ile Kuzey Kore'yi sıcak savaşın eşiğine getiren, iki ülkenin aralarındaki husumeti en sıcak haliyle ortaya koyan askeri tatbikat, gündemdeki yerini koruyor. Güney Kore'nin Sarı Deniz'deki Kuzey Kore sınırında ABD ile birlikte yaptığı tatbikata Kuzey Kore de bir tatbikat başlatarak cevap verdi. Daha önce Güney Kore'nin yapacağı askeri tatbikatı savaş sebebi sayacağını açıklayan Kuzey Kore, tüm uyarılarına rağmen tatbikat yapmakta ısrar eden Güney Kore'nin üstüne üstlük Kuzey'e ait bir adaya top atışı yapmasıyla birlikte ipleri koparmış ve Güney Kore'ye ait bir adayı top atışına tutmuştu. Yaşanan çatışma sonu-

cunda 2 Güney Kore askeri hayatını kaybetmişti. Tüm bu gelişmelerin ardından Washington'da bir araya gelen ABD ve Güney Kore genelkurmay başkanları, Kuzey Kore'nin tatbikatını bir saldırı olarak niteledi ve "Kuzey'in acımasız saldırısı cezayı hak ediyor" dedi. Toplantıdan sonra yapılan açıklamada ABD ve Güney Kore, herhangi bir saldırı halinde askeri güçlerini birleştireceklerini belirtti. Askeri yetkililer, Kuzey'e karşılık vermede kararlı olduklarını ve saldırıya hazır olduklarını dillendirdiler. Açıklamanın ardından çok geçmeden Güney Kore Devlet Başkanı Lee MyungBak bir açıklama yaparak Kuzey

Kore sınırındaki 5 adayı kuvvetlendirerek saldırıya hazır hale getireceklerini açıkladı. 19-20 Kasım'da yapılan NATO zirvesiyle hedef tahtasına konulan ülkelerden biri haline gelen Kuzey Kore'ye karşı girişilen bu askeri ittifakın ne anlama geldiği önümüzdeki günlerde daha net anlaşılacak gibi görünüyor. Üye ülkelerin yanı sıra işbirliği yapan ülkeleri de koruma altına alan NATO'nun 5. maddesine göre bu ülkelerden birine yapılan bir saldırı tüm ülkelere yapılmış sayılıyor. Sarı Deniz'deki provokasyonları Kuzey Kore'ye karşı uluslararası bir yok etme kampanyasına dönüşüp dönüşmeyeceğini ise hep birlikte göreceğiz.

Çin’de grizu patlad›: En az 26 ölü in Haber Ajansı'nın geçtiği bir habere Ç göre ülkenin orta kesiminde yer alan Henan eyaletinin Mianchi bölgesinde bulunan bir kömür madeninde 7 Aralık'ta meydana gelen grizu patlaması sonucu 26 madenci hayatını kaybetti. Resmi kaynaklardan aktarılan bilgilere göre ülkede sadece geçen yıl meydana gelen maden kazalarında 2 bin 631 işçi hayatını kaybetti.


6

İNSANCA YAŞAM 10 Aralık 2010 / 23 Aralık 2010

Halk›n Sesi

Yok baflka cehennem yafl›yorsunuz iflte!

Denizleri aşıyor, salonlara sığmıyor

ok, Behçet Aysan şiiri hakkında yazılmıyor bu yazı. Yazıya başlığını koyduran olay Rize’de Derelerin Kardeşliği Platformu’nun çağrısıyla su ve doğa savaşçılarının katıldığı toplantıda gerçekleşti. Salarha Vadisi Andon mevkiinde yapılacak HES projesine karşı mücadele eden Kazım Delal, keşif bedeli için ineğini sattığını söyledikten sonra, “bismillahirrahmanirrahim” diyerek elindeki Kuran’ın sayfalarını çevirmeye başlıyor. Yazıya onun sözleriyle devam edelim: “Cennete gidenlere müjdeler olsun. Öyle bir yere gidecekler ki onun altından pınarlar şarıl şarıl akıyor. Ve onlar diyecekler ki; biz daha önce bu sulardan içtik, bu meyvelerden yedik.” Bu da demek oluyor ki dünyada yedik, yani dünya cennettir. Eğer bir yerde su varsa orada cennet var, haberiniz olsun. Ama sen suyumu kurutuyorsun be kafir insan, sen benim cennetimi cehenneme çeviriyorsun. Ne biçim insansınız, çekin bu vadilerden elinizi, tanımıyoruz sizi.” Kazım Amca yaşam savaşına bir de dere savaşını eklemiş Andon Vadisi’nden. Karadeniz’in bir ucundan diğer ucuna mısır ununu aşına katan, çay, fındık toplayan, Nuray kemençe ve tulumla coşan Erçağan Artvin’den Samsun’a kadar Samsun tüm kardeşler el ele tutuşup Halkevi sularına göz dikenlere karşı ortak mücadele edeceklerine söz veriyorlar. Sadece Karadeniz değil, derelerinin üzerinde HES kurulacak başka kardeş dereler de buradalar. HES’lere karşı mücadele veren 22 vadi temsilcisinin konuştuğu toplantıda genç yaşlı herkes söz alıyor. Konuşması biraz uzun sürenlere göz yumuluyor, herkes derdini kendince pek güzel anlatıyor. HES şirketlerinin arkasında yabancılar var Çevre ve Orman Bakanı’nın ve Tayyip Erdoğan’ın söylemiş olduğu “yabancı güçler” sözlerine herkes çok öfkeli. HES’lere karşı çıkan halktan özür dilenmesini istiyorlar. İkizdere üzerinde yapılacak HES’lerin durdurulduğunu, hükümetin “Tabiat ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanunu” ile tüm ormanların, meraların tehlikede olduğunu söyleyen konuşmacılar hukukla bir yere kadar gidildiğini, hukukun da arkasından dolanıldığını, halkın ve doğanın aleyhinde kararlar alındığını ancak halkın öz gücüyle verilen bu mücadelenin önüne geçilemeyeceğini ifade ediyorlar. Dışarıdan gelen sesler salondaki herkesin dikkatini çekiyor. Mekansızlar adlı bir grup Rizespor taraftarı "Dereler özgürdür, özgür akacak" sloganlarıyla katılıyorlar. Rizespor maçlarının 53. dakikasında bu sloganın atılacağını söylüyorlar. En son söz alan mavi atkılarıyla dikkatleri çeken Öğrenci Kolektifi temsilcisleri yaşam alanlarını katledenlere atılmak üzere yumurta hediye ederek “mücadeleniz mücadelemizdir” mesajı veriyorlar. “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısına” karşı imza kampanyası başlatıldığını belirtiyorlar. DEKAP sonuç metninden ve dere temsilcilerinin konuşmalarından ben kısaca şu sonucu çıkarıyorum: “Yaşam alanlarımıza ve yaşam hakkımıza saldıranlar; Unutmayın ki meşru müdafaa hakkımız doğmuştur! Su bizim olmazsa olmazımızdır! Doğa ve insan yaşamı tehdit altındadır! Bu mücadele varlık ve yokluk meselesidir. Su yoksa yaşam da yok!”

Y

Ulaşım zamlarını geri aldırma mücadelesi Halkevcilerin eylemleriyle yayılırken engelliler ve emek örgütlerinin eylemleriyle güçlendi stanbul’da ulaşım hakkı mücadelesi bayram tatilinin ardından hız kesmeden devam etti. Halkevciler, ulaşım zammını geri aldırmak için metrobüslerde ve bazı otobüs duraklarında başlatıkları “parasız ulaşım” eylemlerini şehir hatları vapuru ve metro istasyonlarına taşıdı. Emek örgütleri ve engelli örgütleri ayrı ayrı yaptıkları eylemlerle ulaşım hakkı mücadelesinin toplumsal muhalefetin gündemi haline gelmeye başladığını gösterdi.

İ

DENİZLERİ AŞTILAR Halkevciler ulaşım zammına karşı ilk ‘deniz aşırı’ eylemlerini 29 Kasım akşamı Karaköy İskelesi’nde gerçekleştirdi. Bugüne kadar metrobüs ve otobüs gibi karayolunu kullanan toplu taşıma araçlarında parasız ulaşım eylemi yapan Halkevciler, Karaköy turnikelerinden para ödemeden geçerek Kadıköy vapuruna bindi, iskeledeki yolcular da akbil basmadan turnikelerden geçerek eyleme katıldı. Yol boyunca vapur içerisinde zamların geri alınması talebi yinelendi. Tüm İstanbulluların akbil basmadan ulaşım hakkını kullanması için konuşmalar yapıldı. Ulaşım zamlarına karşı ‘doğrudan eylem’ yapan Halkevciler 2 Aralık günü zamlar konusunda doğrudan hesap sormak için İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın katılacağı ‘Toplu Ulaşım Haftası’ etkinliklerine katıldı. Büyükşehir belediyesi tarafından düzenlenen ve özelleştirilmesi düşünülen toplu taşıma hizmetlerinin adeta reklamının yapıldığı bu etkinlikte ulaşıma yapılan zamlara itiraz eden 26 Halkevci, polis, belediye görevlileri ve özel güvenlik birimlerinin saldırısına uğradı, gözaltına alındı. Etkinlik salonunda Halkevcilerin olduğu anlaşılınca etkinliğin açılışını yapacakları ilan edilen Topbaş ve Yıldırım’ın programa katılamayacakları duyuruldu. Saldırı, ertesi gün etkinlere ve saldırıya sahne olan Sütlüce’de bulunan Haliç Kongre Merkezi

önünde protesto edildi.

Etkinlik başladığında orada bulunan sivil polisler ve güvenlik görevlilerinde bir telaş vardı, başlar başlamaz çay ve kahve molası verildi. Programda ilen edildiği halde ne Ulaştırma Bakanı, ne Kadir Topbaş konuşmadı, anladık ki korktular. Ardından fuayede İETT Genel Müdürü’ne zamlarla ilgili soru soran bir arkadaşımıza güvenlik görevlileri saldırdı. O esnada protesto falan yoktu. Sonrası malum saldırı. Açıkçası biz oraya elbette protesto hakkımızı da gerekirse kullanma fikriyle gittik. Ama amacımız sadece protesto etmek değil, tartışmak, halkın ulaşımda yaşadığı sorunları anlatmak, toplu ulaşım etkinliğini sermaye temsilcileriyle değil halkla konuşmalarını kendilerine söylemekti. Bu açıdan bizi engelleme girişiminin ciddi bir korkudan kaynaklandığını düşünüyoruz. Hiçbir yetkili yapılanın arkasında duramamıştır. Diğer yandan yaşanılan olay “demokrasi, yönetişim, halka soruyoruz, birlikte çözüyoruz” gibi lafların yalan olduğunu gösterdi. İki gün sonra öğrencilere yapılan saldırıyla da bir kez daha net olarak göründü ki bunlar münferit olaylar değil; AKP’nin rutin poli-

GÜNAY: AKP’DE HALK KORKUSU VAR Eylemler ve ulaşım hakı mücadelesi hakkında İstanbul Halkevi Şube Başkanı Nuri Günay’la konuştuk. Ulaşım sempozyumunda yaptığınız eylem çok ses getirdi. Bu eylemi nasıl değerlendiriyorsunuz. Burada size dönük saldırı ve engelleme çabasını nasıl anlamak gerekli? Biz İstanbul’da ulaşıma zam geldiği anda eylemlerimize başladık. Bu zammın derhal geri çekilmesini talep ettik, aynı zamanda idare mahkemesine dava da açtık. Ardından binlerce bildiriyle İstanbulluları bilgilendirdik. Zammın hemen ardından başlayan “parasız ulaşım” eylemleri binlerce insanın katılımıyla defalarca değişik yerlerde gerçekleştirildi. Bu eylemler sürerken belediye “Toplu Ulaşım Haftası” etkinlikleri ilanlarıyla her yerde halkı etkinliğe davet ediyordu. Biz de internet üzerinden başvurumuzu yaparak, Halkevleri adına foruma katıldık. Sütlüce’deki forum alanına gittiğimizde birçok şirket temsilcisi de oradaydı.

tikalarıdır. AKP Başbakanı, belediye başkanlarını dokunulamaz hale getirmeye çalışıyor. “Güçlü” AKP karizmayı çizdirmek istemiyor ama beceremiyor. Ulaşım zammına karşı emek örgütleri bir eylem yaptı bu eylemleri nasıl değelendirmeliyiz? Ulaşım hakkı mücadelesinin toplumsal muhalefetin ortak gündemi haline gelmesi mümkün mü? Ulaşım diğer haklarla doğrudan bağlantılı. Eğitim, sağlık, güvenceli iş hakkından bahsederken mutlaka ulaşım hakkını mücadele başlığı olarak ele almak zorundayız. Bu açıdan elbette öğrencilerin, öğretmenlerin, işçilerin yani bütün halkın temel talebi. O yüzden toplumsal muhalefetin ortak gündemi olmalı. Üstelik sadece zam geldiğinde değil. Bu açıdan ulaşım konusunda yapılan bütün eylemleri hangi toplumsal muhalefet bileşeni yaparsa yapsın desteklemeyi görev biliriz. Meslek örgütü ve sendikaların yaptığı çağrıyı ve eylemi bu açıdan önemsedik, eyleme katıldık. Bu eylemin ulaşım hakkı mücadelesinin önümüzdeki dönemi açısından yetersiz ama önemli bir adımı olduğunu düşünüyoruz.

Engelliler ulaşıma erişemiyor Ulafl›m hizmetinin fiyat› kadar niteli¤i de önemli bir sorun. Farkl› toplumsal kesimlerin ihtiyaçlar› yerine kar zarar hesab›na dayanarak ulafl›m hizmeti veren ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi’ne bir tepki de engellilerden geldi. 3 Aral›k Dünya Engelliler Günü’nde ‹stiklal Caddesi boyunca yürüyüfl yapan Sakatlar Eriflim Platformu, belediyenin kendilerini görmezden gelen ulafl›m politikalar›n› protesto etti. Pankart yerine sesli ve yaz›l› uyar› sisteminin bulundu¤u, rampa sistemi olan otobüsleri temsil eden bezden bir ‘engelsiz otobüs’ kullanan engelliler yürüyüfl boyunca söyledikleri flark›larla belediyeyi elefltirdiler. Taksim Meydan›’na gelindi¤inde, eylemcilerin say›s› birkaç yüze ulaflt›. Türkiye Sakatlar Derne¤i Genel Baflkan Yard›mc›s› Turan Hançerli bir aç›klama yaparak “Yeter art›k! Herkes kadar eflit yaflamak istiyoruz!” dedi. Hançerli, hükümetin yasal düzenlemelerinin göstermelik oldu¤unu belirtti. Eylemin ard›ndan engelliler meydanda bir seçim sand›¤› kurdu. “Eriflebiliyorum” ve “Eriflemiyorum” yaz›l› oy pusulalar›n›n kullan›ld›¤› oylamada, engelliler belediyelerin ulafl›m politikalar›yla “Eriflemiyoruz” dedi.

Ulaşıma değil ücretlere zam sgari ücretin yoksulluk s›n›r›n›n çok alt›nda oldu¤u bir dönemde ald›klar› ücreti eritecek ulafl›m zamm›na tepki gösteren emek ve meslek örgütleri 1 Aral›k günü ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi önünde bulufltu. D‹SK ‹stanbul Merkez Temsilcili¤i, KESK ‹stanbul fiubeler Platformu ve ‹stanbul Meslek Odalar›

A

Haydarpaşa satılık değil oplum, Kent ve Çevre İçin Haydarpaşa Dayanışma

T Platformu Haydarpaşa Garı’ndaki yangının

ardından bölgenin çokuluslu emlak tacirlerine satılmak istenmesine karşı 5 Aralık Pazar günü bir eylem yaptı. Kadıköy İskele Meydanı’ndan buluşarak Gar’a yürüyen Platform bileşenlerinin eylemi Avrupa Yakası’ndan gelen eylemcilerin Vapurlarda açtıkları pankartlarla oldukça renkli görüntülere sahne oldu. Platform bileşenleri adına basın açıklamasını Bulutsuzluk Özlemi müzik gurbunun solisti Nejat Yavaşoğlu yaptı. Açıklamada yangındaki şüphenin sürdüğü, garın, limanın ve geri sahasının işlevi ile birlikte korunup toplumun eşit ve koşulsuz kullanımı için gelecek kuşaklara aktarılması gerektiği söylendi.

Koordinasyonu’nun kat›ld›¤› eylemde “Ulafl›ma zam de¤il ücretlere art›fl istiyoruz” denildi. Halkevleri, ESP, Gençlik Muhalefeti, Ö¤renci Kolektifleri, 3. Köprü Yerine Yaflam Platformu ve direniflteki Tekel iflçilerinin de kat›ld›¤› eylemde 200 kifli Saraçhane’den ‹BB binas› önüne yürüdü. Burada yap›lan aç›klamalarda ulafl›m›n bir hak

oldu¤u ve ulafl›m zamm›n›n yoksunluk, yoksulluk ve hak gasp› anlam›na geldi¤i söylendi. TMMOB ad›na konuflan Tores Dinçöz, “‹BB halk›n ulafl›m araçlar›n› soygun arac›na çeviriyor” diyerek ‹BB’nin halk› kand›rarak yönetimini sürdürdü¤üne iflaret etti. Sadece metrobüs üzerinden yapt›klar› hesaplamayla ‹BB’nin kâr etmedi¤i koflullarda kifli

bafl›na kullan›m bedelinin 70 kurufla gelece¤ini söyleyen Dinçöz, zamm›n emekliler, ö¤retmenler ve mavi kart› olanlar için yüzde 30’u buldu¤unu söyledi. AKP’nin kamusal haklara yönelik sald›r›lar›na sessiz kalmayacaklar›n› ifade eden Dinçöz, mücadelelerini sürdüreceklerini söyledi. Eylem aç›klaman›n ard›ndan sona erdi.

Çalışkan’ın davası başladı arınma hakkının en büyük

B düşmanlarından olan Ankara

Büyükşehir Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek mahkeme tarafından iptal edilen “Dikmen Vadisi 4. ve 5. Etap Projesi” yerine hazırlattığı “Dikmen Vadisi Son Etap Projesi”yle Dikmen Vadisi’ne saldırmaya hazırlanıyor. Barınma hakkı mücadelesi verenleri hala “işgalci” olarak tanımlamaya devam eden Gökçek, Dikmen Vadisi’ne saldıracağının ilk işaretini belediyenin çıkartmış olduğu bültende duyurarak verdi. Bu saldırı öncesi ufak çaplı hazırlıklar da yapan Gökçek, barınma hakkı mücadelesinin Dikmen Vadisi’nde simgeleşen ismi olan Tarık Çalışkan’a da tazminat davası açtı. Çalışkan’ın Cumhuriyet gazetesindeki “Melih Gökçek ben Ankara'nın mafyasıyım diyor, şiddette ısrar ederse buradan tabutlar çıkar, buraya yine aynı mantıkla gelirse buradan ölü çıkar,

buradaki insanların hakları iade edilmediği sürece, şiddet yoluyla elde edebilecekleri tek şey vardır, tabutları hazırlıyoruz ama tabuta kim girer onu bilmiyoruz" sözlerinin bahane edilerek 10 bin lira tutarında açılan tazminat davasının ilk duruşması 2 Aralık tarihinde başladı. ‘BİZİ DAVAYLA YILDIRAMAZLAR’ Ankara’da barınma hakkı mücadelesi verilen Yenimahalle ve Mamak’tan gelen genç, yaşlı, kadın, erkek herkesin “Barınma Hakkı Yargılanamaz” sloganıyla sahiplendiği Çalışkan’ın mahkemesi 26 Ocak 2011 tarihine ertendi. Bu davanın aslında barınma hakkına açıldığını söyleyen Çalışkan davanın yıldırma politikasının bir ürünü olduğunu ifade etti. Gökçek’in bu tarz yıldırma politikasını sürekli uyguladığını belirten Çalışkan, bu işlerin ancak diyalogla

çözülebileceğini belirtti. ŞİDDET KİME KAZANDIRMIŞ Kİ? İçinde kendilerinin yer almadığı hiçbir projeyi tanımadıklarını söyleyen Çalışkan “Bu projenin baskıyla, şiddetle çözülmesine imkan yoktur. Eğer şiddetle sorun çözülseydi ABD Irak’ı işgal ettiğinde çözerdi” dedi. “Birilerine şiddet uygulatırım, birilerine ceza verdiririm ama ben bu işi çözerim” tarzı bir üslubun doğru olmadığını belirten Çalışkan, haklarının iade edilmediği sürece hiç kimseyle masaya oturmayacaklarını söyledi. Ancak hakları verildikten sonra masaya oturacaklarını belirten Çalışkan insanları mağdur etmeyecek, sokağa atmayacak bir proje hazırlanması gerektiğini ifade etti. Bu tarz tehditlerle, yıldırma politikalarıyla kimseye verilecek bir karış topraklarının olmadığını söyledi.

Arızlı’da açlık grevi Ar›zl› depremzedeleri valilk taraf›ndan aç›lan icra davas›nda karar günü yaklafl›rken açl›k grevine bafllad›. 3 Aral›k sabah› gerçeklefltirdikleri bir bas›n aç›klamas›yla açl›k grevine bafllayan depremzedeler sorunlar›n›n çözümü ve bar›nma haklar›n›n garanti alt›na al›nmas› talepleri yok say›ld›¤› için Ar›zl› Konutlar›n›n hemen yan›nda açt›klar› bir çad›rda dönüflümlü olarak eylemlerini sürdürüyorlar.


7

İNSANCA YAŞAM 10 Aralık 2010 / 23 Aralık 2010

Halk›n Sesi

Bu sadece bir uyarıydı a b i a tı v e Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı, Meclis gündemine geldi. Çok sayıda örgütün oluşturduğu Suyun Ticerileştirilmesine Hayır Platformu (STHP), doğa ve tabiat varlıklarına dönük yağmanın önünü açacak olan tasarıya karşı Ankara’da bir eylem yaptı. Platformu oluşturan örgütlerin temsilcileri 26 Kasım günü Yüksel Caddesi’nde buluşarak buradan TBMM Dikmen Kapısı önüne yürüdü. Platform üyeleri yasa tasarısına karşı itirazlarını dile getirdi.

T

Tıp fakülteleri satışa çıkıyor evletten alacakları

D ödenmediği için mali

krize giren üniversite hastaneleri hükümetin IMF tipi anlaşmalarıyla önce borçlandırılıyor sonra Sağlık Bakanlığı’na devrediliyor. Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarafından 1 Aralık’ta yapılan basın açıklaması üniversite hastaneleri üzerindeki hükümet planını açığa çıkarttı. Hükümet tıpkı IMF gibi üniversite hastanelerine mali yardım yapıyor ve karşılığında hastane yönetimlerine ve hatta binalarına adeta el koyuyor. Oysa üniversite hastanelerinin mali krize girmesinde yine hükümetin payı var. TTB’nin açıklamasında üniversite hastanelerinin yurttaşlara verdiği sağlık hizmeti karşılığında devletten alacaklı durumda olduğu fakat hükümetin çıkarttığı yasalarla bu borçlarını sildiği belirtildi. IMF TİPİ TUZAK Bizzat hükümetin sağlık ve maliye politikalarıyla mali krize sürüklenen üniversite hastanelerinin ‘imdadına’ yine hükümet yetişti. Mali kriz içindeki 22 üniversite hastanesi hükümetle bir protokol imzalayarak ödenek alabildi. Aralarında Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin de olduğu 6 tıp fakültesine ise hastane binası karşılığında el konuldu. TTB, tıp fakültelerinin özerkliğini ortadan kaldıran

bu protokolün şöyle işlediğini belirtiyor: “Üniversiteler borç gelir oranlarına göre sıralandı, içlerinde çok köklü ve büyük tıp fakültelerinin de yer aldığı 22 tıp fakültesine imzalanan bir protokol karşılığında en fazlası 144 milyon TL olmak üzere koşullu para yardımı yapıldı. Her fakülteyle ayrı bir protokol imzalanırken, para yardımı belirli aralıklarla yapılacak mali denetimlere endekslendi. Mali denetimde sınıfta kalan fakülte yardımın devamını alamayacaktır. Böylece üniversitelerin mali özerkliği ortadan kaldırılmaktadır.” Protokollerin içeriğinin üniversitedeki öğretim üyeleri ve öreğncilerden saklandığını belirten TTB bilgi edinme hakkı kapsamında protokollerin içeriğini öğrenmek üzere yaptıkları iki başvurunun da reddedildiğini açıkladı. Bu mali anlaşmaların üniversite hastanelerinin mali özerkliğini by-pass etmenin yanı sıra hükümetin sağlığın ticarileştirilmesi planı kapsamında tasarladığı Sağlık Bilimleri Üniversitesi ile ilgili olabileceğine dikkat çekti. HASTANELERİ KENT DIŞINA TAŞIYACAKLAR Bu fikir, halkın sağlığa ulaşımının kısıtlanmasına yol açacak olan hastanelerin şehirlerdeki dev sağlık kampüslerine taşınmasını öngörüyor.

‹stanbul’u ve yaflam› savunmak için...

Konuk Yazar KADER CİHAN 3. KÖPRÜ YER‹NE YAfiAM PLATFORMU

AKP KENDİ ÇALIP SÖYLEMEK İSTİYOR STHP’nin eylemini Platform’un Halkevi temsilcisi Özge Ozan’a sorduk. Ozan, yasaya neden karşı olduklarını ve eylemi Halkın Sesi’ne anlattı. STHP olarak 26 Kasım'da Ankara'da bir eylem yaptınız Platform olarak bu yasaya neden karşısınız? STHP suyun ticarileştirilmesine karşı mücadeleyi temel alan bir platform. Bu yasası, sermayenin doğayı metalaştırma saldırısının ve karlarından başka bir şey düşünmeyenlerin doğayı yok etmesinin önündeki engelleri ortadan kaldırmak için AKP iktidarının attığı temel adımlardan biri. Bu yasa ile AKP iktidarı; İkizdere, Çağlayan, Arılı, Gürleyik sit alanları dahil olmak üzere tüm tabiat ve doğal sit kararları, Munzur Vadisi dahil tüm milli parklar, tabiat parkları, doğal alanların korunmasına ilişkin kararları iptal ettirmeyi, tabiat kararlarını alma yetkisini Çevre ve Orman Bakanlığı’na devretmeyi planlıyor. Bakanlığın çevre düşmanı sermaye dostu yaklaşım ve pratiklerini ise hepimiz biliyoruz. Evet AKP karar verme yetkisini elinde toplayarak kendi çalıp söyleyeceği bir süreci bu alanda da başlatmaya çalışıyor. YASA NEDEN TEHLİKELİ? Hali hazırdaki yasal düzenleme, kurul kararları ve işleyiş de çoğu yerde sermaye talanının önünü açıyordu; ancak AKP istisnaları da yok ediyor. Kısaca sermayenin önünü açıyor. Bu yasa birçok başka sonuçla birlikte su havzalarının ve akarsuların ticarileştirilmesinin, sermaye kullanımına açılmasının da önünü açacak. Yasa geçerse doğayı katleden ve su üzerinde şirket egemenliğini kurmanın aracı olarak işlevlenen HES projeleri hızla çoğalacak. 3. Köprü gibi su havzalarını kirleten, yok eden kentsel rant projelerinin de yaşama geçirilmesi

- İstanbul’u 2010 kültür başkenti ilan ediyoruz! - Peki, neden Haydarpaşa’yı yaktınız, Sulukule’yi yıktınız? - Masshattan, gökdelenler, Galataport, lüks oteller, yani para… Ayrıca İstanbul’da kişi başına düşen yeşil alan miktarını da her yıl biraz daha artırıyoruz… - Ya ormanlarımızın göbeğine yerleştirilen Acarİstanbul, Koç Üniversitesi, Kemer Country, bunlar neyin nesi? - Haaa tabii onlar da yetmez ama daha Sarıyer, Beykoz, Tozkoparan değişecek, dönüşecek; yani para… Hem İstanbul’un ulaşım sorununu da 3. Köprü’yle, tüp geçitle çözüyoruz, daha ne yapalım? - Ama kent hala yoksulluk yüzünden yoğun göç alıyor, trafiği yaratan özel araçlar her gün daha da çoğalıyor, toplu ulaşımdaki yetersizlikler, zam üstüne gelen zam… Hem ulaşım sorununu köprülerin birincisi, ikincisi neden çözmedi? - Ama olsun! Köprü ve otoyol gişeleri, petrol ve otomotiv devleri, İBB kar etmeli! Yani para… Uyarıyoruz! Önümüzdeki yıllarda İstanbul’da büyük su sorunu yaşayacağız. Bu nedenle kıt bir kaynak olan suyu tasarruflu kul-

Sermayenin doğa talanına karşı yaşamı savunanlar, AKP’nin yıkım getiren yeni yasasına ‘dur’ demek için Ankara’da buluşup meclise yürüdü kolaylaştırılacak. Ankara eylemini değerlendirecek olursak eyleme kimler katıldı? Eylem nasıl bir mesaj vermiş oldu? STHP olarak yasa hazırlıkları sürerken eylem ve etkinliklerinde yasa hakkında halkı bilgilendirici çalışmalar yapmış, AKP yasayı meclise gönderdiğinde ise ilk eylemi 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu ile birlikte gerçekleştirmiştik. Platform sermayenin doğaya ve suya karşı saldırılarına asıl engelin mevcut yasal düzenlemeler değil doğaya, suya, yaşama sahip çıkan halkın direnişi olduğunu biliyor. Bu yeni saldırının karşısında da halkın direnişini örgütleme

hedefi taşıyor. Bu bakımdan 26 Kasım’da gerçekleşen eylem bir uyarı eylemiydi. DİSK, KESK, TMMOB, TTB gibi bu ülkenin emek ve meslek örgütlerinin, Halkevi gibi kitle örgütlerinin, Munzur Koruma Kurulu, Derelerin Kardeşliği Platformu gibi HES’lere karşı mücadele eden örgütlenmelerin, suyun ticarileştirilmesine karşı mücadele eden akademisyen ve aydınların ortak platformu olarak STHP bileşenlerinin temsilcilerinin ve vadilerinde sermayeye karşı direnenlerin temsilcilerinin eylemiydi. Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu’nun 26 Kasım eylemine platform bileşeni kurumların temsilcileri dışında Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde suyun ve su

‘Yola devam edeceğiz’ Platformun bundan sonrası için bir hareket planı var mı? Platform suyun ticarileştirilmesine dönük her türlü saldırıya karşı mücadele etmeye devam ediyor. Yasayla ilgili süreçlerin takipçisi olmaya devam edeceğiz. Meclis komisyonunda ve mecliste görüşülürken eylemler sürecek. Bunun yanında mücadele edenlerin ve bu saldırıyla karşı karşıya kalanların bilgilendirilmesine dönük çalışmalar devam edecek.

lanalım. Diş fırçalarken muslukları kapatalım, bulaşıklar A sınıfı bulaşık makinelerinde yıkansın, beş dakikada, bilemedin on dakikada duştan çıkın. - Ya havuzlu villaları, yapı izni verip kirlettiğiniz su havzalarını ne yapacağız? Ya yeraltı sularını kene gibi çekip şişeleyen onlarca yasadışı su dolum tesislerini? - Ama eş, dost, akraba… Bildiğiniz hikâye, yani para… Hem biz çarpık kentleşmeyi de bitireceğiz. İstanbul’da 200 bin kaçak gecekondu rehabilite edilecek. Kentsel dönüşüm yasalarını çıkardık. Buraların tapularını parası olana veriyoruz. - Para olsa ne işimiz var bizim yolu izi olmayan, damı akan, ısınmak için onca yıl aile boyu yan yana uyuduğumuz bu viranede! - Valla anlamam. On bin peşin, daire senin! *** Haklısınız. Biraz kendi kendime konuştum galiba. Ama her geçen gün daha fazla İstanbullunun İETT otobüslerinde, metrobüste, işyerinde, mahallede, kahvehanede, sokakta mırıldanarak yarattığı devasa bir uğultu olarak duyuyoruz bu ve benzeri konuşmaları. Yetmez ama mazlum-demokrat iktidar AKP’nin İstanbul kenti ve

Örneğin 18 Aralık’ta İstanbul’da bu yasanın ve suyun ticarileştirilmesine dönük uygulamaların temel zeminlerinden biri olan bütünleşik havza planlamasının ne olduğunu tartıştığımız bir eğitim toplantısı yapacağız. Toplantı notları Anadolu’nun farklı yerlerindeki direnişlere ulaştırılmak üzere basılacak. Yine 26 Aralık’ta İstanbul’da Üçüncü Köprü’ye ve tabiat ve biyolojik çeşitliliği koruma yasasına karşı gerçekleştirilecek mitinge katılacağız.

İstanbullular için hazırladığı bir başka rant projesi tehdidiyle karşı karşıyayız uzunca bir süredir. 3. köprü AKP için hem İstanbul’da gerçekleştirdiği tüm icraatların üzerine tüy dikeceği bir sembol hem de kentte kalan ve halka ait olan son kamusal alanları ve doğal varlıkları sermayenin egemenliğine sunacağı geniş kapsamlı bir yağma planının da anahtarı konumunda. İkinci boğaz köprüsü yapıldıktan sonra, köprü ve bağlantı yollarının çevresinde gelişen yoğun yapılaşmanın İstanbul’un ormanları üzerinde yarattığı tahribatı göz önüne alırsak, 3. Köprü ve bağlantı yollarıyla birlikte, kalan ormanlık alanların üçte biri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. Bu aynı zamanda yoğun bir kirlilik tehlikesi altında olan su havzalarının da kullanılamaz hale gelmesi demek. Bağlantı yollarının geçtiği Çatalca ve İzmit ovalarındaki verimli tarım arazileri de Organize Sanayi Bölgeleri’nin ve arsa spekülatörlerinin hedef tahtası durumunda. Aynı zamanda her fırsatı değerlendirerek gecekondu mahalleleri üzerindeki baskıyı ve yıkım operasyonlarını yaygınlaştıran AKP belediyesi, 3. Köprü projesiyle birlikte sermayenin ilgisini daha fazla çeken

havzalarının ticarileştirilmesine karşı direnişlerden de katılım oldu. KARŞIMIZDA KİM OLDUĞUNU BİLEREK YÜRÜDÜK Yüksel Caddesi’nde gerçekleşen buluşmada polisin müdahale tehditlerine rağmen Meclis’e yürüme kararlılığını gösterdik. Tüm katılımcılar açısından eylemi engellemeye ve hegemonya kurmaya çalışan polis, vadilere giren dozerleri, paralı adamları ve özel güvenlikleriyle köylülere saldıran şirketleri, doğayı talan eden sermayeyi ve onun yanında yer alan siyasal iktidarı, mülki amirleri ve kolluk güçlerini temsil ediyordu. Bu nedenle geri adım atmak kimsenin aklından geçmedi. Platform meclis önünde yaptığı açıklamada da söylediği gibi AKP’yi, sermayeyi, sermaye yasalarını onaylayan meclisi ve tüm uygulayıcıları uyarmak için oradaydı. Eylem Anadolu’nun dört bir yanında süren bu mücadelenin AKP’nin karşısına, doğayı talan edenlerin ve ticarileştirenlerin karşısına dikileceğini göstermiş oldu. Ayrıca Türkiye’nin en büyük emek ve meslek örgütlerinin ve kitle örgütlerinin sermaye karşısında doğayı savunma mücadelesinin öznesi olduklarını; vadileri, meraları, ormanları, yaşadıkları kent için mücadele eden halkın yalnız olmadığını da gösterdi.

bu bölgelerde halkın barınma hakkına saldırmasını meşrulaştıracak yeni gerekçeler üretecek. Karadeniz halkını Sahil Yolu Projesi’yle sel felaketlerine terk eden, denizinden koparan AKP İstanbul’un gerçek sahiplerini de Boğaz’dan ve ormanlardan izole edip, bu doğal varlıkları, kapıları sadece parası olana aralanan bir rant kaynağına dönüştürecek. Başta sıraladığımız mırıltıların bir kısmı artık her gün biraz daha da yükselerek metrobüs turnikelerindeki alkışlara dönüşürken, Loç Vadisi’nde ormanlarımıza ve doğaya sahip çıkmak yoksul köylülere düşüyor. Mırıltılar sloganlara dönüştüğü Dikmen Vadisi’nde güçlü bir mevzi kazanıyor. 26 Aralık’ta bu kentin gerçek sahiplerinin mırıltılarını birleştirip yüksek sesle duyulur bir itiraza dönüştürüyoruz. İstanbul’u ve Marmara’yı talan edenlere karşı, ormanlarımızı, suyumuzu, barınma hakkımızı, nitelikli toplu ulaşım hakkımızı savunmak için bir araya geliyoruz. 3. Köprü cinayetine, İstanbul’un ve Marmara’nın talanına karşı yaşamı savunmak için 26 Aralık’ta Kadıköy’de miting alanındayız.

Kardeş dereler buluştu HES’lere karşı mücadele eden Doğu Karadeniz vadilerinin köylüleri, ‘Kardeş Dereler Buluşması’nda bir araya geldi. Derelerin Kardeşliği Platformu’nun çağrısıyla 4 Aralık Cumartesi günü Rize İsmail Kahraman Kültür Merkezi’nde bir araya gelen köylüler HES’lere karşı mücadele deneyimlerini paylaştı, dayanışmayı güçlendirme kararı aldı. Buluşmada, başta Platfonm sözcüsü Mehmet Gürkan ve avukat Remzi Kazmaz olmak üzere söz alan farklı isimler hukuki mücadelenin ancak fiili mücadele ile başarı elde edeceğini, aslolanın halkın örgütlü mücadelesi olduğunu vurguladı. Buluşmaya KTÜ Öğrenci Kolektifleri de katılarak kendilerini yöre halkının mücadelesinin bir parçası olarak gördüklerini söyledi. Buluşmanın ardından farklı yörelerden gelen HES karşıtlarının tartışmalarının yansıtıldığı bir sonuç deklerasyonu yayımlandı.

Başka Efe’ler ölmesin Geçen yıl Dumlupınar İlköğretim Okulu tuvaletinde yerine tutturulmayan lavabonun kırılması sonucu hayatını kaybeden Efe Boz’un ailesi yeni kazaları engellemek için bir imza kampanyası başlattı. “Okulların düzenli olarak denetlenebilmesi ve çocukların daha güvenli şartlarda eğitim görmesini” amaçladıklarını söyleyen Boz ailesi kampanya sonunda toplanan imzaları meclise vererek ihmal, aksaklıklar ve eksikler nedeniyle okullarda yaşanan ölüm olaylarını durdurmayı hedefliyor. Kampanyaya destek vermek için www.efeboz.com adresi ziyaret edilebilir. Çocuklarını okuldaki bir kazayla kaybeden aile olayın ardından sorumluların yargılanmasını istemiş fakat yetkililer kazada sorumluluğu olan isimleri ortaya çıkartmamış, ailenin taleplerini yerine getirmemişti.

İstanbul Tarabyaüstü Halkevi açıldı stanbul’un Sarıyer ilçesi ikinci Halkevi’ne merha-

İ ba dedi. Tarabyaüstü Halkevi 5 Aralık Pazar

günü Ömürtepe Mahallesi’nde yapılan bir yürüyüşle açıldı. Tarabyaüstü’nden ve Sarıyer’in mahallelerinden gelen Halkevciler Ömürtepe Meydanı’nda toplanıp yürüyüşe başladı. Yürüyüş süresince yapılan konuşmalarda, dört yıl önce başlayan Halkevi çalışmasıyla mahallede yürütülen mücadeleler anlatıldı. Yürüyüş boyunca çalan tulum ve atılan sloganlar mahalleli ve etkinliğe katılanlarda büyük coşku yarattı.Yürüyüşün ardından Halkevi binasında devam eden etkinlikte Halkevi’nin kuruluş sürecini anlatan bir sinevizyon gösterimi yapıldı. Gösterimin ardından yapılan konuşmalardan sonra etkinlik İlkay Akkaya’nın verdiği müzik dinletisi ve çekilen halaylarla sona erdi.


8

EMEK 10 Aral›k 2010 / 23 Aral›k 2010

Halk›n Sesi

‘Asgari ücret kaç simit’ mek hareketi, aralık ayında yapılacak olan asgari ücret görüşmeleri öncesinde sokağa çıktı. DİSK, 2 Aralık günü ‘Asgari ücret kaç simit?’ adlı bir kampanya başlattı. DİSK, bölge temsilciliklerinin bulunduğu illerdeki sosyal güvenlik kurumlarının önünde gerçekleştirdiği eylemlerde, “Asgari ücret için işçiye doğrudan söz hakkı”, “Artık yeter, insanca yaşam istiyoruz” dedi ve asgari ücretle ilgili taleplerini sıraladı. DİSK’in talepleri şu şekilde: “Asgari ücret, işçinin ailesi ile birlikte tüm zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde, insan onuruna yakışan bir düzeyde tespit edilmelidir. Asgari Ücret Tespit Komisyonu işçilerin ağırlığı artırılarak demokratikleştirilmeli, emek örgütlerinin katılımı konusundaki sınırlandırmalar kaldırılmalıdır. Görüşmeler kamuoyuna açık hale getirilmeli, anlaşmazlık durumunda işçilerin üretimden gelen güçlerini kullanabilecekleri yasal zeminler oluşturulmalıdır. Asgari ücret net olarak belirlenmeli, asgari ücret üzerinden alınan vergiler kaldırılmalıdır. Asgari ücretin herkes için bölge, yaş, işkolu vb. ayrımı yapılmaksızın aynı oranda belirlenmesi esas alınmalı, bölgesel asgari ücret uygulanması yolundaki girişimlerden uzak durulmalıdır. Asgari ücret gelir dağılımını düzenleyici yönde belirlenmeli ve ekonomik büyümeden pay almalıdır. Evlerde yapılan işler için de asgari ücret uygulamasına gidilmelidir.”

E

DEV SA⁄LIK-‹fi ANKARA’YA YÜRÜYECEK DİSK’in başlattığı kampanya öncesinde DİSK’e bağlı

DİSK, asgari ücretin insanca yaşanacak bir seviyeye getirilmesi talebiyle ‘Asgari ücret kaç simit?’ kampanyası başlattı Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası (Dev Sağlık-İş) asgari ücretin insanca yaşanacak bir düzeye getirilmesi için bir basın açıklaması yaptı. Dev Sağlık-İş, 6 Aralık’ta asgari ücretin insanca yaşayacak bir düzeye çekilmesi talebiyle imza kampanyası başlatıp örgütlü olduğu hastanelerde imza stantları açtı. Sendika, topladığı imzaları asgari ücretin belirleneceği toplantı sırasında Ankara’ya götürecek. Dev

Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, asgari ücretin insanca yaşanacak bir düzeye çekilmesi için verilen mücadelenin kamusal hakların kazanılması için veya gasp edilmesine karşı verilen mücadeleden ayrı görülemeyeceğini söylüyor. AÇLIK SINIRININ ALTINDA 2011 yılının ilk altı ayı için geçerli olacak asgari ücret, Çalışma ve Sosyal Güvenlik

Bakanlığı bünyesinde oluşturulan Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından bu ay belirlenecek. Bugün eşi çalışmayan ve iki çocuklu bir asgari ücretli asgari geçim indirimiyle birlikte aylık 626 TL ile geçinmeye çalışıyor. DİSK Araştırma Enstitüsü (DİSK AR) tarafından yapılan hesaplamalara göreyse bu durumdaki ücretli, ihtiyaçlarını tam olarak karşıladığında ancak 1 hafta geçinebiliyor; 3 hafta

muhtaç duruma düşüyor. Yani asgari ücretli 1 haftalık maaş ile 1 ayı geçiriyor. Aynı aile aylık gıda harcaması için 211 lira ayırabiliyor. Bu miktar günlük 7 liraya tekabül ediyor. Asgari ücretle çalışan emekçi, bu ücret ile ailesinin karnını doyurmaya çalışıyor. DİSK AR’ın hesaplarına göre 4 kişilik bir aile için aylık açlık sınırı 830 lira. Bir emekçinin ertesi gün işine devam edebilmesi için günde en

az 2.500 kalori gıda alması, evinden işine yorucu olmayacak bir şekilde ulaşması ve nitelikli bir şekilde dinlenmesi gerekiyor. Nitelikli dinlenme durumu başta emekçinin kendisine ayıracağı zaman ihtiyacı olmak üzere ısınma ve sağlıklı bir barınak ihtiyacını da beraberinde getiriyor. Emek gücünün sürekliliğinin sağlanması açısından emekçinin çocuklarının da emek gücünü kullanacak kadar yetişmesi, toplumsal üretime katkıda bulunması gerekiyor ve bu da emekçinin çocuklarının eğitim hizmeti almasıyla oluyor. Oysa, asgari ücretle çalışan bir emekçi, kendi gecekondusu ya da ailesinden kalan bir evi olmadığı durumlarda kirada oturmak zorunda kalıyor. Asgari ücretle geçinmeye çalışan bir aile ulaşım, kira, elektrik, su, doğalgaz faturaları, çocukların eğitim masrafları, olası bir sağlık sorunu karşısında yapılacak olan masrafları ve mutfak masraflarının bir ya da birkaçından kısmak zorunda kalıyor. Ülkemizde genelde faturalarını zamanında ödeyemeyen asgari ücretliler, işlerine yürüyerek gitmek ve mutfak masraflarından kısmak zorunda kalıyorlar.

Belediye-İş’te ‘zor’ kazandı

ki ay boyunca maaşlarını alamayan Bursa Özel Vatan Hastanesi çalışanları, tazminatları dahil tüm alacakları için 23 Kasım’da hastane önünde direnişe geçti. Hastane çalışanları 12 Kasım günü iş bırakma eylemi yaptıktan sonra hastane yönetimi işçilerin bir aylık maaşlarını yatırdı. Eylemle maaşlarını alan işçilerden 10’u daha sonra hastane yönetimi tarafından işten çıkarıldı. İşten çıkarılan işçiler de 23 Kasım günü hastane önünde eylemler yapmaya başladı ve işçiler eylemlerini sürekli hale getirdi. İşçiler, hastane önünde başlattıkları direnişlerinin yanı sıra işe iade davası da açtılar ve eylemlerinin dava sonuçlanana kadar süreceğini ifade ettiler. İşçiler, hastane çalışanlarının taşerona geçirilmek istendiğini ve bu yüzden kendilerine baskı uygulandığını dile getiriyor. İşçiler, emek ve demokrasi güçlerini desteğe çağırıyor.

B Kurulu 27-28 Kasım tarih-

Hastalandı, işten atıldı, işsiz öldü özleşmeli öğretmenler için 30 günden fazla

Srapor aldığında işten çıkarılıyor. Devlet, uzun

süreli tedavisi olan hastalıkları sözleşmeli öğretmenlere adeta yasaklıyor. Kanser hastalığına yakalandığı için sözleşmesi feshedilen öğretmen Metin Kurtçu tedavisinin sürdüğü Ankara Tıp Fakültesi Cebeci Hastanesi’nde 5 Aralık günü yaşamını yitirdi. Amasya Üniversitesi Eğitim Fakültesi mezunu olan Kurtçu’ya Yozgat’ta çalışırken akut meyiloid lösemi teşhisi kondu. Tedaviye başlayan Kurtçu, raporlu gün sayısı 30 günü geçtiği için 14 Eylül’de işten çıkarıldı. Kurtçu’nun sözleşmesi, tedavisi için 30 günden fazla rapor aldığı için bağlı olduğu okul tarafından feshedilmişti. İşsiz kalan öğretmen Yozgat İdare Mahkemesi’ne yürütmeyi durdurma davası açmıştı. Kurtçu gibi Elif Aybaç da tedavisi için 30 günden fazla rapor aldığı için işten çıkarılmıştı.

elediye-İş 9. Olağan Genel

lerinde gerçekleşti. Eski yönetim tekrar seçilirken genel kurula anti demokratik uygulamalar damgasını vurdu. Mevcut yönetime muhalif olan Demokratik Değişim Hareketi’nin listesinde yer alan bazı sendika üyelerinin genel kurula katılımı engellenmeye çalışılırken, işten çıkarılan bir işçinin konuşma yapması mevcut yönetimdekilerce zor kullanılarak engellendi. Demokratik Değişim Hareketi’nin adayı Nihat Altaş, taşeronlaştırma ve güvencesizleştirmeye karşı mücadele edilmesi ve bu mücadelenin sendikada hakim kılınması gerektiğine işaret eden bir konuşma yaptı. Demokratik Değişim Hareketi mevcut yönetimdekiler tarafından ‘Çetecilik yapmakla’ suçlandı. Mevcut başkan Nihat Yurdakul, genel kurul konuşmasında Radikal gazetesinin kuruldan önce çıkan ve Yurdakul’un akrabalarının belediyelerde getirildiği görevleri liste halinde verdiği haberini göstererek Demokratik Değişim Hareketi’nin Radikal gazetesini satın aldığını söyleyerek hakkında çıkan haberleri hazmedemediğini gösterdi. Yurdakul, akrabalarını göreve getirmesini, birçok düşmanı

editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

sonra tek başına direnişe geçen Zeynel Kızılaslan zafere ulaştı. Kızılaslan’ın 4 Aralık’ta sonuçlanan mücadelesi 114 gün boyunca aralıksız devam etti. Kartal 3. İş Mahkemesi Kızılaslan’ın işe iadesine karar verdi. İşveren, Kızılaslan’ın BETESAN Gemi’de değil, BETESAN Elektrik’te çalıştığını söyledi; ancak mahkeme, sigorta kayıtları sunulunca ilk celsede işe iade hükmünü verdi.

Direnen Tekel işçisine saldırı ek Gıda-İş Genel

T Merkezi önünde 4

Ekim’den beri direnen Tekel işçileri 24 Kasım günü Tek Gıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel’in korumalarının saldırısına uğradı. Türkel sendika binasına geldiği sırada bir Tekel işçisi Türkel’in aracına yumurta attı. Ardından Türkel’in korumaları yumurta atan işçiyi dövdü. Diğer işçilerin olay yerine gelmesinin ardından polis havaya ateş açarak işçileri uzaklaştırdı.

Demokratik De¤iflim Hareketi, mevcut baflkan Nihat Yurdakul’un kendisinden baflka aday ç›kmamas› konusundaki dayatmas›n›n ard›ndan kuruldu. Güvencesizli¤e ve tafleronlaflt›rmaya karfl› mücadeleyi öne ç›kard›. olduğunu ve akrabaları dışında kimseye güvenemeyeceğini ifade ederek savunmaya çalıştı. Yurdakul’un bazı akrabalarını kendi güvenliği için neden belediyelerin fen işleri gibi birimlerine getirdiği ise merak konusu. ‘MÜCADELE SÜRECEK’ Demokratik Değişim Hareketi

genel kuruldan sonra bir basın açıklaması yayımlayarak, tüm gücüyle sendikanın işçiler için yürüteceği mücadelelerde yer alacağını; ancak anti demokratik uygulamalara karşı da mücadelesine devam edeceğini söyledi. Genel merkez, muhalif bir hareketin ortaya çıkmasının ardından 2011 Mayıs ayında

yapılacak olan genel kurulu önce Şubat 2011’e ardından da Kasım 2010’a almıştı. Genel merkez, genel kurul sürecinde Demokratik Değişim Hareketi’nin başını çeken Belediyeİş İstanbul 1,2,5,6 No’lu şubelere çeşitli yaptırımlar uygulamış, 1 No’lu şubenin araçlarına el koymuştu.

Sağlık çalışanı kendi sağlığını tartıştı şçi Sağlığı ve İş Güvenliği Çalıştayı 27 Kasım günü İstanbul Tabip Odası’nda gerçekleştirildi. Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası (Dev Sağlık-İş), Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), Türk Hemşireler Derneği (THD), Türk Medikal Radyoteknoloji Derneği, Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarafından düzenlenen çalıştaya Türkiye’nin çeşitli illerinden sağlık emekçileri katıldı.

İ

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29)

ETESAN Gemi’de

B işten çıkarıldıktan

ÇAY, S‹M‹T, ASGAR‹ ÜCRET Asgari ücret bugün simit ve çayla özdeşleşmiş durumda, çünkü asgari ücretle geçinen bir aile en ucuza en fazla kalori sağlayan gıdalardan biri olan simidi bile alamayacak durumda. DİSK AR’ın hesaplarına göre mevcut asgari ücretle günde üç öğün yemek yiyen dört kişilik bir aile için öğün başına 2 lira 33 kuruş düşüyor. Simit 1 lira olduğuna göre kişi başına yarım simit ancak düşüyor.

Eylem yapan işçiler kapı önünde İ

BETESAN direnişçisi kazandı

Sa¤l›k çal›flanlar›, yaflad›klar› ifl kazalar›n› an› olarak anlatsalar da tüyler ürperten kazalar her gün hastanelerde yaflanmaya devam ediyor

KAZALARIN SEBEB‹ BELL‹ Çalıştayda yapılan sunumlarda sağlık alanındaki taşeronlaştırma ve güvencesizleştirmenin iş kazalarının artışına sebep olduğu belirtildi. Yapılan sunumlar ve çalıştay boyunca paylaşılan deneyimler, sağlık çalışanlarının uzun çalışma süreleri ile sağlık kuruluşlarının sağlık hizmeti için gerekli donanımdan yoksun olmasının iş kazalarının

başlıca sebepleri arasında oluğunu gösterdi. Çalıştayda işçi sağlığı ve iş güvenliği konuları fiili mücadele ve hukuki mücadele süreçleri iki ayrı atölyede tartışıldı. Atölyelerdeki tartışmalarda sağlık alanında verilecek mücadelenin AKP’nin sağlık politikalarından bağımsız olamayacağı ve başından itibaren politik bir mücadele olduğu vurgulandı. Atölyelerde iş kazası ve meslek hastalığı tanımının yeniden yapılması, bu konularda eğitim verilmesi, var olan mevzuatın uygulanması, SES, TTB ve Dev Sağlık-İş’in avukatlarının bulunduğu ortak bir hukuk komisyonu oluşturulması, iş kazalarının gündeme getirilmesi ve bu alanda medyanın etkin bir şekilde kullanılması önerileri yapıldı. Çalıştayda ayrıca 2011 yılında İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği ile ilgili bir Ulusal Kongre yapılması temennisinde bulunuldu.

MAS-DAF işçileri işe geri döndü üzce Organize Sanayi

DBölgesi’ndeki MAS-

DAF Makina’da, Birleşik Metal-İş üyesi işçilerin direnişi başarıya ulaştı. Sendika üyesi oldukları için işten çıkartılan işçiler anlaşma sağlanması üzerine 3 Aralık günü işbaşı yaptı. MAS-DAF direnişi patronların işçilere olan nefretini gözler önüne sermişti. 5 Kasım günü, MAS-DAF fabrikası idari amiri Sezgin Civelek otomobiliyle fabrika önünde direnişlerini sürdüren işçilerin arasına dalmıştı.


9

EMEK

Halk›n Sesi

10 Aral›k 2010 / 23 Aral›k 2010

Binlerce metal iflçisi yürüdü ‹SK Birleflik Metal-‹fl

D (BM‹S) toplu ifl

sözleflmesi sürecindeki Metal Sanayicileri Sendikas›’n›n (MESS) dayatmalar›na ve güvencesizlefltirmeye karfl› 28 Kas›m günü Kocaeli’nin Gebze ‹lçesi’nde bir miting düzenledi. MESS grup toplu ifl sözleflmesi görüflmelerinde anlaflmazl›k zapt› tutulmas›n›n ard›ndan BM‹S’in ald›¤› eylem kararlar› kap-

D‹SK: Acil demokrasi

sam›nda yap›lan mitinge Gebze baflta olmak üzere, Eskiflehir, Düzce, ‹stanbul, Kocaeli, Bursa, Tekirda¤, Çorlu’dan gelen metal iflçilerinin yan› s›ra çok say›da ilerici dernek, kitle örgütü ve siyasi parti kat›ld›. Mitingde iflçilerin aileleri de yer ald›. On bine yak›n kiflinin kat›ld›¤› mitingde güvencesizlefltirmeye ve kurals›z çal›flt›rmaya karfl› mücadele mesaj› öne ç›kt›.

‹SK, özgürlükçü,

D eflitlikçi, demokratik bir

anayasa talebiyle çeflitli yasal de-¤ifliklikleri hedefleyen ve bunun yan› s›ra güvencesiz çal›flt›rma, tafleronlaflt›rma, iflçi sa¤l›¤› ve ifl güvenli¤i konular›nda “Acil Demokrasi” ad›nda bir kampanya bafllatt›¤›n› duyurdu. D‹SK, kampanya çerçevesinde 2010 Aral›k ve 2011 Ocak ay›nda Edirne, Eskiflehir, Kocaeli,

Torbadan çıkan bela KP, Ulusal İstihdam Stratejisiyle gündeme gelen emeğe saldırı programının ilk adımları sayılan bir dizi yasal düzenlemeyi hayata geçirmeye hazırlanıyor. Değişiklikler, “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” adı altında TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'na sunuldu. Hükümete yakın çevrelerce ‘Vergi affı da içinde var’ sözleriyle anılan torba yasada yerindelik denetiminin kaldırılması, kamu çalışanlarının sürgününe ve fazla çalıştırılmasına yol açacak yasal düzenlemeler, esnek çalışmanın yaygınlaştırılması, sermayedarlara tanınan teşviklerin ve işçilere fazla mesai ücretlerinin verilmemesi ile ilgili değişiklikler bulunuyor. Tasarıya ilk tepkiler Türk-İş/ Basın-İş ve TMMOB’den geldi.

A

‹fiVERENE TEfiV‹K İşverenlere 5 puanlık prim indiriminin yanında, kadın işçi çalıştırma ve 39 yaşın altında işçi çalıştırma konularındaki teşviklerden aynı anda yararlanma imkanı sağlanıyor. Yasa, patronların İşsizlik Sigorta Fonu’ndan yararlanma kapsamını genişleterek fonu patronların zararlarını karşılamasnda kullanılabilir hale getiriyor. Tasarıda 657 Sayılı kanunun devlet memurlarının kişisel bilgilerinin korunmasını sağlayan 109. maddesi kaldırılıyor ve aynı

A

KP’nin ‘torba yasa tasarısı’ndan emekçiye güvencesizleştirme, esnek çalışma çıkarken, patrona ve işkenceciye teşvik çıktı

kanuna eklenen Ek 8’inci maddeyle kamu çalışanlarının rızası olmaksızın bir başka yerde 6 ay boyunca çalıştırılmasının önü açılıyor. HALKI MA⁄DUR EDEN MEMURA DAVA YOK Torba yasada devlet memurlarıyla ilgili bir diğer önemli değişiklik de bireyin devlet memuruna dava açamaması oldu. Bu kapsamda, polis tarafından

işkenceye uğrayanlar, haksız tutuklananlar, öğretmenden dayak yiyen öğrenci ve aileleri ve devlet memurları tarafından çeşitli biçimlerde zarar gören kişiler bundan dolayı sadece kurum aleyhine dava açabilecek. Mağdurlar, ‘kişisel kusur’ iddiasıyla bile olsa görevlerini yerine getiren personel aleyhine dava açamayacak. İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda da bu kapsamda yapılan değişikliğe göre, idare

Serkan’ı AKP’li Kiler öldürdü ylardır paralarını ala-

A mayan İstanbul

Sapphire işçileri, 4.Levent’te bulunan Sapphire Gökdeleni önünde 26 Kasım günü eylem yaptı. Sapphire işçilerine TEKEL işçileri, ÖDP’liler ve Gençlik Muhalefeti üyesi öğrenciler de destek verdi. Gökdelenin önünde bir araya gelen işçiler, “Serkan’ın katili AKP’nin Kiler’i”, “Direne direne kazanacağız” sloganları attı. “Bu gökdelen ödenmeyen işçi ücretleriyle yükseliyor” pankartı açan işçiler, yaptıkları açıklamada iki ay önce gökdelenin 2’nci katında çalışırken düşerek ölen ve cesedi 6 saat sonra

gökdelenin -5’inci katında bulunan Serkan Çetin’i unutmadıklarını söylediler. Güvencesizliğe, yoksulluğa ve taşeron şirketin dayatmalarına karşı mücadele ettiklerini vurgulayan işçiler, açıklamanın ardından gökdelenin diğer kapısına yürüyerek burada oturma eylemi yaptı. Sapphire Gökdeleni inşaatında çalışan Serkan Çetin’in iş kazası sonucu ölmesi üzerine Sapphire işçileri, gökdelendeki kötü çalışma koşullarını ve sömürüyü gazetecilere anlatmıştı. Aylardır paralarını alamadıklarını anlatan işçiler, basına konuştukları için tazminatsız işten çıkarıldı.

‹flçiler CHP’nin kafas›n› bozdu Buca Belediyesi bünyesindeki bir tafleron flirkette çal›fl›rken güvenceli ifl talep etti¤i için iflten ç›kar›lan Bat›gül Tunç’un 25 Kas›m’da bafllatt›¤› direnifl sonras›nda belediye 7 iflçiyi daha iflten ç›kard› ve iflten ç›kar›lan iflçiler de direnifle kat›ld›. Direniflin ilk gününde Bat›gül Tunç ve Tunç’a destek veren iflçiler polisin ve güvenlikçilerin sald›r›s›na u¤rad›. ‹flçilerin kararl› duruflu karfl›s›nda polis geri ad›m att› ve iflçiler belediye önünde direnifl çad›r› kurdu. Buca halk› iflçileri yaln›z b›rakm›yor. ‹flçileri, ‹zmir’deki sendikalar, ilerici dernek ve siyasi partiler de ziyaret ediyor. Buca’da park bahçe ifllerinde çal›flan iflçiler sendikal› olmak ve taflerona geçmemek için örgütlenmeye

mahkemeleri kararlarının 30 gün içinde yerine getirilmemesi halinde, lehine karar verilen ilgili sadece idare aleyhine davacı olabilecek ve kamu görevlisi aleyhine ‘kişisel kusur’ olsa bile tazminat davası açılamayacak. FAZLA MESA‹ ÜCRET‹ YOK Tasarı, iş akdi sona eren işçilerin iş sözleşmesinden veya toplu iş sözleşmesinden doğacak olan kıdem tazminatı gibi alacak-

larına ilişkin şikayetleri 15 güne indiriyor ve bu şikayetler Çalışma Bakanlığı tarafından görevlendirilecek memurlarca incelenecek. Tasarı, denkleştirme süresini 2 aydan 4 aya çıkarıyor. Daha önce 2 ay olan denkleştirme süresinin 4 aya çıkarılması önerisi MESS’in toplu sözleşme sürecinde sürekli olarak sunduğu bir maddeydi. 2003’te kabul edilen 4857 sayılı İş Kanunu ile çalışma süresinin günlere farklı biçimde dağıtılmasına olanak tanınmıştı. Yasaya göre işçi günde en fazla 11, haftada ise 66 saat çalışabiliyor. İşçinin fazla mesai ücreti ödenmeksizin çalıştırılmasını sağlayan denkleştirme süresi işveren açısından işgücü maliyetini ucuzlatan bir araç konumunda. Bu sürenin uzatılması işçilerin fazla mesai ücreti almadan daha fazla çalıştırılması anlamına geliyor. ESNEK ÇALIfiTIRMA Tasarı, esnek çalıştırma biçimlerini de yaygınlaştırıyor. Tasarının yasalaşması durumunda part time gibi esnek çalıştırma biçimleri yasalaşacak. Meslek lisesi mezunlarının çıraklarla aynı kapsama alınıp stajyer adı altında çalıştırılmasının önü açılacak. Stajyerlerin ücretlendirilmesi brüt değil net asgari ücret üzerinden hesaplanacak. Tasarı, özelleştirilen kurumların özelleştirmeden önceki hallerine dönmesinin önünü kapatıyor. Tasarıda özelleştirilen ancak özelleştirmelerle ilgili dava açılan durumlarda ‘davalardan feragat edilir’ ifadesi yer alıyor.

Elektrik artık özel ürkiye’nin elektrik dağıtımı böl-

T gelerinin özelleştirmeleri 7

Aralık günü yapılan üç ihalenin ardından son buldu. Türkiye’nin elektriği artık devlet tarafından değil tamamen özel şirketler tarafından dağıtılacak. Özelleştirilen elektrik dağıtımı toplamda 15.8 milyar dolara satıldı. 21 elektrik dağıtım bölgesi şu şirketlere satıldı: İstanbul (BEDAŞ ve AYEDAŞ) ile İzmir (GEDAŞ) bölgeleri Kazancı Karamehmet ortaklığı olan MMEKA’nın, Osmangazi (Eskişehir) ve Toros (AdanaAntep-Mersin) bölgeleri Yıldızlar SSS Holding’in Trakya, Çoruh, Van gölü, Fırat (Doğu Anadolu) bölgeleri AKP’ye yakınlığıyla bilinen Aksa’nın, Dicle (Diyarbakır) bölgesi Karavil-Ceylan ortak girişim grubunun, Yeşilırmak (Samsun)

bölgesi AKP yandaşı Çalık’ın, Uludağ (Bursa) bölgesi Limak’ın, Çamlıbel (Doğu Karadeniz) bölgesi Kolin’in, Aras (Erzurum) bölgesi AKP yandaşı Kiler’in, Meram (Konya) bölgesi Alarko’nun, Başkent (Ankara) bölgesi SabancıVerbund grubunun, Sakarya bölgesi AKP’ye yakın olan Ak Enerji ve Avusturyalı enerji şirketi Cez ortaklığının oluşturduğu Akcez’in, Akdeniz (Antalya) bölgesi Ciner’in oldu. Kayseri ile Aydın-Denizli-Muğla bölgeleri 3069 sayılı kanunla özel şirketler tarafından işletiliyordu. Göksu bölgesi, 3096 sayılı kanun çerçevesine alınmak için özelleştirme programından çıkartılmıştı. Dağıtım bölgelerini ihaleleri, yukarıda adı geçen şirketler arasında geçmişti.

Adana, Antep, Diyarbak›r, Bursa, ‹zmir, ‹stanbul, Konya bölgelerinde temsilcilik kurullar›n› toplayacak ve 13 fiubat 2011 tarihinde D‹SK’in örgütlü oldu¤u her yerden ve her iflyerinden temsilcilerin kat›laca¤› bir buluflma gerçeklefltirecek. 15 fiubat günü geniflletilmifl baflkanlar kurulu toplant›s› yapacak olan D‹SK, bu toplant›daki kararlara göre 2011 stratejisini oluflturacak.

Oyun bozan er şeyi yoluna sokmuş gibiydiler. Referandumla elde edilen güvencenin kendilerini 2011 seçimlerine kadar taşıyacağı da belli olmuştu. “İleri Demokrasi” diye bir de cafcaflı ad taktıktan sonra yaptıklarına, artık kim nasıl bozabilirdi oyunlarını? Ancak burası Türkiye! Sadece muhalefete değil iktidara da rahat yüzü yok. Öyle, yaptım oldu, bundan sonra böyle yok. Akşam yattığınla sabah kalktığın bir olmuyor. Bu herkes için böyle… Bize bunun böyle olduğunu Tekel işçileri daha 1 sene önce göstermişlerdi. Tam da “kozmik oda”ya dalmış, memleketin kudretli gücü orduyu bir o yana bir bu yana sallayıp dururken birden suratının ortasına okkalı bir yumruk yiyivermişlerdi. 3 aya yakın neye uğradığına şaşırdılar, sonunda çareyi danışıklı dövüşlü mahkeme kapılarında buldular. Vikiliks vs. işleri bu hükümete sinek vızıltısıdır. Siz bırakın internet manipülasyonlarını hayatın gerçeğine bakın.Tayyip’in ezberini bozan orası. Yoksa o bayılır İsviçre bankalarında parası var mıymış yok muymuş muhabbetleri yapmaya… Keşke bütün muhalefet bunu diline dolasa da başbakanımız sabah akşam yolsuzluk iddialarını yalanlasa… Sanki yolsuzluğun yolu Tufan sadece İsviçre’den geçiyor… Sertlek Oysa gerçek, yüzüne bir tokat gibi iniyor İstanbul’un Kabataş Dev Sağlık-İş sahillerinde. Öğrenciler demokratik Genel Sekreteri haklarını kullanabilirler mi kullanamazlar mı? Öğrenciler bir çırpıda yırtıp atıveriyor “ileri demokrasi” palavralarını. Görüntüler ne kadar tanıdık geliyor. Eski devletten yeni devlete geçen en önemli genetik mirasın zorbalık olduğu görülüyor. Haydi bir Aşık Veysel şiiri de bunun için oku bakalım! Haksızlığa, iftiraya uğramış adamı oynamaya bayılırsın ama zorbanın ta kendisi olunca bunu nasıl oynayacağın konusunda henüz ezberinde bir şey gelişmemiş olsa gerek. %50 oy, bütün dünya arkanda, uslu bir muhalefetle şefkat, merhamet, demokrasi nutukları atmak kolay oluyor. Ama senin kurallarını koyduğun oyunun dışına çıkıldığında hiç de sabırlı olamıyorsun. İlla ki her şey senin kontrolünde olacak. Senin istediğin gibi muhalefet edilecek ki demokratlığın tescil edilmiş olsun. Miting meydanlarında, büyük salonlarda hitabetinin havasından geçilmeyecek. Oysa demokrasi sınırların zorlandığı yerde başlar. Hele bir de ileri demokrasi olursa… Ama daha işin başında demokrasinin kılıcı iniyor öğrencilerin başına. Hem de binlerce değiller daha, onlarcalar, o kadar. Tıpkı ’90’lı yıllardaki gibi büyük bir hışımla saldırıyorlar öğrencilerin üzerine. İktidara söyleneni kendisine söylenmiş gibi anlıyor polis teşkilatı. İktidar partisinin devletle örtüşmeye başlamasının önemli ölçütlerinden biridir bu, yani faşizmin ayak sesleri.… Yere yatırdıkları öğrencinin üzerinde tepinirken Tayyip’in askeri olma görevini layıkıyla yerine getirmeye çalışıyorlar. O öfke Tayyip’in öfkesidir, O’nun polisiyle, polisin O’nunla kaynaşmış halidir bu. Demokrasi ancak demokrasi lütfedildiğinde değil bizzat istendiğinde, bizzat yaratıldığında gerçeklikle sınanıyor. Şimdi bunu sınama zamanıdır. Şimdi “oyun bozan” olma zamanı. Herkes her şeyi konuşabilir ama kimse hiçbir şey yapamaz riyakarlığını yırtıp atma zamanı! Ancak ezilenlerin, yoksulların, öğrencilerin kendi taleplerini kendi yöntemleriyle duyurmak ve haklarını istemek için sokağın diliyle konuşmaya başlaması olacaktır AKP’yi sarsacak olan. Evlerimize, kentimize, eğitim-sağlık hakkımıza sahip çıkarak demokrasi oyununu bozmak gerekiyor AKP’nin. Öyle ki, kimseye demokrasi, insan hakları mavalları anlatacak halleri kalmamalı. Onların verdiği kadarıyla değil kendi ihtiyacımızla çizelim yaşamımızın sınırlarını… Sonrası onlara kalmış olsun!

H

CHP’den coplu iflçi a¤›rlamas› bafllam›fl, CHP’li belediye ise iflçilere bas›n üzerinden gözda¤› vermiflti. Baflkan Ercan Tat› yerel gazetelere verdi¤i demeçlerde “Kafam› bozmas›nlar, iflçilerin maliyetlerinin yaz›l› oldu¤u afifllerle Buca’y› donat›r›m” ifadelerini kullanarak tehdide baflvurmufltu. Belediye, iflçilerin güvence talebinden korkuyor. Evli ve 2 çocuk sahibi olan Tunç, tafleronlaflt›rmaya karfl› mücadele etti¤i için önce çal›flt›¤› mimar arflivi bölümünden sürüldü, sonra iflten ç›kar›ld›. Tunç’un iflten ç›kart›lma sebebi “belediyeyle tafleron flirketi karfl› karfl›ya getirmek” olarak bildirildi. Belediye iflçileri 4 Kas›m günü taflerona karfl› eylem yapt›ktan sonra iflverenin ve belediye yöneticilerinin bask›lar› artm›flt›.

Mersin’de 27 Ekim’den bu yana direnifllerini sürdüren Akdeniz Çivi iflçileri 25 Kas›m günü patronlar›n›n üyesi oldu¤u CHP’nin il binas›n› iflgal etti. ‹fllerine geri dönmek için seslerini duyurmaya çal›flan iflçiler, 25 Kas›m sabah› 08.30’da CHP il Binas›’na gitti. Yetkililerin gelmemesi üzerine 57 iflçi binay› iflgal etti. Akdeniz Çivi iflçileri Birleflik Metal-‹fl üyesi olduklar› için iflten ç›kar›lm›flt›. Mersin’in emek ve demokrasi güçlerinin yan› s›ra çevredekiler de CHP ‹l binas›n›n önüne gelerek iflçilerin eylemine destek verdi. CHP Mersin ‹l Bafl-

kan› Y›lmaz fianl›, iflçileri misafir ettiklerini aç›klad›. fianl› aç›klama yaparken çevik kuvvet, çevrenin boflalt›lmas›n› istese de çevredekiler bunu kabul etmedi ve çevredekilerle polis aras›nda arbede yafland›. Polis, gece 03.30 s›ralar›nda kap›y› k›rarak girdi¤i CHP il binas›ndaki iflçileri zor kullanarak gözalt›na ald›. ‹flçilerin gözalt›na al›nmas›n›n ard›ndan Mersin Emek ve Demokrasi Platformu ile Birleflik Metal-‹fl bir eylem gerçeklefltirerek yaflananlar› protesto etti.


10

KİBELE 10 Aral›k 2010 / 23 Aral›k 2010

Halk›n Sesi

De¤erlerimizden taviz vermeyece¤iz Bizler, Halkevci kadınlar olarak, kadın ezilmişliğinin toplumsal düzeyde yeniden üretilmesine karşı mücadele etmek ve toplumsal muhalefet düzeyinde tüm kadınların kendilerini özgürce ifade edebildiği bir örgütlenme modelini savunmak amacıyla, 23 Mayıs 2010 tarihli 21.Olağan Genel Kurulumuzda Kadın Sekreterliği adına ilan ettiğimiz ilkelerden biri olan: “Yaşanan her türlü taciz, tecavüz ve şiddet vakası karşısında 'kadın beyanının esas alınması” ilkesinin sağlıklı ve tavizsiz bir biçimde yaşama geçirilmesi gerektiğini savunuyoruz. Bu ilkeyi zayıflatmaya çalışan her türlü tartışma, yorum ve yaklaşımın; yaşadığı tacizi, şiddeti, tecavüzü ifade dahi edemeyen milyonlarca kadını susturan erkek egemenliğine güç kazandıracağını, kadın özgürleşme Halkevci Kadınlar mücadelesinin tarihsel birikim ve kazanımlarını gerileteceğini düşünüyoruz. Taciz iddiasının gündeme geldiği her yerde “kadın beyanını esas alma” ilkesinin hayata geçirilmesi ve sağlıklı bir biçimde işletilmesi koşullarının demokratik kitle örgütlerinin tüzüksel mekanizma ve organlarının güvencesi altına alınması, gerek kadınlara yönelik taciz şiddetinin engellenmesinin ve açığa çıkartılmasının, gerekse toplumsal muhalefet örgütlerinin demokratik işleyişinin güvencesidir. Bu nedenle “kadın beyanını esas alma” ilkesinin gerek Halkevi örgütünde gerekse toplumsal muhalefet içindeki dost kurumlarda tavizsiz bir biçimde uygulanması gerektiğine inanıyoruz. Halkevci Kadınlar, KESK’te yaşanan taciz olayıyla ilgili olarak aynı tavrın hayata geçirilmesini savunmuş, ancak bu yöndeki çabalar sonuca ulaşmamıştır. Sonuçta sürecin kendisi ve ortaya çıkan durum, tacize uğrayan kadın arkadaşımıza, kadın hareketine ve kamu çalışanları hareketine zarar vermiştir. Ortaya çıkan bu olumsuz tabloyu emek hareketinin ve kadın mücadelesinin biriken sorun ve tıkanmalarının yeni bir sonucu olarak değerlendiriyoruz. Varılan noktayı yaratan cinsiyetçi, politik, örgütsel ve ideolojik nedenlerin ve sorumlulukların net bir biçimde değerlendirilmesi ve çıkartılacak derslerin kadın ve sınıf hareketinin geleceğine katkı sunacak yenileyici tartışmaların önünü açması acil ihtiyaçlardan biridir. Halkevci Kadınlar, kadınların ve emekçilerin özgürlük, eşitlik ve demokrasi mücadelesine ve kadın dayanışmasına karşı sorumluluklarının gereği olan bu ilkelerin tavizsiz ve yaygın bir biçimde hayata geçirilmesi için mücadeleye devam edecektir. Editör’ün notu: ‘Kadın beyanının esas alınması’ ilkesi kadının iddiasının koşulsuz kabul edilmesi anlamına gelmez. Kadının tacize, tecavüze uğradığını ispatlaması yerine erkeğin taciz, tecavüz etmediğini ispatlaması fikrine dayanır. Erkek egemen toplumda mağdur kadınların sessiz kalmaması için onlara güç verme, onlardan yana olma amacı taşır.

Hangi kadın hakları? ocumentarist-İstanbul Belgesel Günleri’nin

D ‘Hangi İnsan Hakları’ etkinliklerinden ikincisi bu yıl 8-11 Aralık’ta gerçekleşiyor. Etkinliğin temasıysa ‘Kadına yönelik şiddet biçimleri ve onunla mücadele yöntemleri’ olarak belirlendi. Söyleşi ve paneller, gündelikçi kadınlar ile ilgili forum, Türkiye’de ilk kez gösterilecek filmler ve tiyatro gösterisinin yer aldığı festivalin bu seneki tematik bölümlerinden biri Kadınlık Halleri başlığı ile gerçekleşiyor. Festival kapsamında gösterilecek belgesel filmlerden biri; Cesur bir direnişçi: Rachel Corrie. Film, 23 yaşında Gazze'de bir İsrail buldozeri tarafından ezilerek öldürülen Rachel Corrie’nin hikayesini anlatıyor. Festivalin bir diğer filmi ise Aung San Suu Kyi-Burma'nın Korkusuz Leydisi. Filmde Burma'da askeri cuntaya karşı on yıllardır mücadele eden ve geçtiğimiz günlerde ev hapsi sona eren Aung San Suu Kyi konu alınıyor. Festival kapsamında 11 Aralık saat 19:00’da Tütün Deposu’nda "Erkek Egemen Sistemde Şiddetle Mücadele" başlığı ile bir panel gerçekleştirilecek.

Kadın araç, aile amaç Aile konferansları adıyla yapılan etkinliklerde AKP ve cemaatin, gerici-erkek egemen, kadın düşmanı algısı ortaya çıkıyor. Konferansların sonuç metinleri bu bakış açısının manifestosu niteliğinde KP destekli aile konferansları kadın ve eşcinsel hareketinin tüm kazanılmış haklarına saldırılar içeren tartışmalarla sürdü. Fetullah Gülen’in kurduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı bünyesindeki Kültürlerarası Diyalog Platformu, Diyalog Avrasya Platformu ve Kadın Platformu, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Aile Konferansları Türkiye etkinlikleri kapsamında Antalya’da 26-27 Kasım’da ‘Din, Gelenek ve Modernite Bağlamında Bir Değer Olarak Aile’ başlıklı bir konferans gerçekleştirdi. Konferansa 53 ülkeden 600 akademisyen, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı S. Aliye Kavaf ve birçok milletvekili katıldı. Toplantının açılış konuşmasını Bakan Kavaf yaptı.

A

'NE KAZANILDIYSA AKS‹N‹ ‹ST‹YORUZ' Sonuç bildirgesini Allan Carlson, Naci Bostancı, Thomas Michel, Stephan Martin Kampowski, Ayşen Gürcan, Mustafa Yeşil ve kadının erkeğe itaat etmesinin doğal ilişki biçimi olduğunu söyleyen Zaman gazetesi yazarı, sosyolog Ali Bulaç ortak hazırladı. Bildirgenin 26 maddesinden her biri AKP'nin ve

Sonuç bildirgesi, erkek egemen aile yap›s›n› korumak u¤runa kad›n hareketiyle kazan›lm›fl haklara sald›r›yor cemaatin aileye ilişkin gerici-erkek egemen bakış açısını, eşcinselleri ve kadınları düşmanlaştıran algısını yansıttı. Bildirgede, kadın hareketinin en önemli kazanımlarından boşanma ve kürtaj hakkının önüne geçilmesi gerektiği belirtilirken, ensest ve eşcinsellik aynı kategoride mücadele edilmesi gereken konular olarak ifade edildi. Bildirge, aile kurumunu toplumsal çözülme, sorun ve çelişkiler karşısında bir çözüm unsuru olarak sundu. Metinde ‘sevgi dolu nesiller için’ heteroseksüel evlilikler şart koşuldu. Bu evliliklerin, geleneksel, hukuksal yollarla kurumsallaşmasına destek verildiği belirtildi. Din temelli nikâhın küçümsenmesi yadırganarak eleştirildi. Bildirgeyi hazırlayan komite, yapılacak evliliklerin sağlama alınması için uygulanacak devlet

politikalarını, din ve kültür yoluyla evliliklerin korunmasını hatta ‘neslin korunması’ esasına dayanarak, boşanmaların önüne geçilmesini desteklediklerini de açıkça belirtti. Boşanmaların nedenlerini aile içi şiddete maruz kalan kadınların evlilikten soğutulmasına indirgeyen metinde boşanmaların önüne geçilmesi için “bu durumun giderilmesi adına devletin ve sivil toplumun önlemlerini destekliyoruz” denildi. Bildirgede, genç nüfusun artırılmasına yönelik çokça öneride bulunan komite, kadınların kazanılmış hakları olan kendi bedenleri üzerindeki söz hakkını yok sayarak onların bedeni üzerinde de kararlar aldı. Sonuç metninde, kürtajın önlenmesi ve doğum oranlarının artırılması için özendirici politikalar üretilmesi gerektiği savunuldu.

‘HA ENSEST, HA EfiC‹NSEL ‹L‹fiK‹’ Bildirgede yer alan “Eşcinsellik ve aile içi zinaya (ensest) karşı yeterli tedbirlerin alınmasını talep ediyor, her toplumu tehdit eden bu hastalıkların önüne geçmek için elbirliği ile çalışılmasını destekliyoruz” ifadeleri ile eşcinsellik hastalık olarak nitelendirildi. Tüm mücadele çizgisini aileyi, devamını, gelecek nesilleri kutsayarak belirleyen bildirgenin, enseste karşı mücadele yürütülmesi gerekliliğini ortaya koyarken, hangi kıstasları ele aldığı ise belirsiz. Aile ve evlilik eğitiminin örgün eğitimde müfredata alınmasını isteyen komite, cinsellik eğitimi konusunda hâlihazırdaki yöntemi yeni bir fikir olarak ortaya koydu. Komite, cinsellik eğitimini ailelerin belirsiz bir zaman olan ‘uygun zamanda’ çocuklara vermesi gerek-

tiğini ifade etti. Böylece cinselliğin özel alana hapsedilmesi ile ortaya çıkan cinsel sağlıksızlığın yeniden üretilmesi desteklendi. Aynı bildirgede evlilik birliğini ve evlilik kurumunu tehdit eden cinsellik kınandı. Cinselliğin ‘aşırı’ vurgusunun cinsel sapmalara neden olabileceği öne sürüldü. Kadını eve kapatan ama parça başı ve ev eksenli çalışma biçimleri ile üretime katan politikalara olumlu bakan komite, kreş hakkı mücadelesinin zıttını destekleyerek, çocuklarla daha fazla vakit geçirilecek çalışma yöntemlerini önerdi. Kadın bedeninin metalaşmasını 'kadının ekranlarda, panolarda fazlaca görünmesinin ayıp' olmasından kuran komite kadının metalaşmasına karşı duruşunu “Tüketim kültürünün ağırlıklı olarak kadın üzerinden teşvik edilmesini, kadın bedeninin reklam, tanıtım, sözde sanat, eğlence, televizyon, yazılı basın ve magazinde bir meta, cinsel bir obje gibi kullanılmasını kınıyor ve bu hususta gerekli tedbirlerin alınmasını talep ediyoruz” sözleriyle özetledi. Metindeki ifadenin esin kaynağı yine Aile Konferansları kapsamında Temmuz'da ‘Ailede Rol Paylaşımı’ konulu konferans veren Psikiyatr Mustafa Ulusoy'un ifadeleri oldu. Ulusoy konuşmasında, kadını nesneleştiren reklam filmlerini muhafazakar, kadın düşmanı tutumla eleştirmişti. Ulusoy, “Ahlaksız” reklam filmlerinin kadını dikkat çekici bir obje olarak başköşeye oturttuğunu ve bunun kadınlarda sürekli ilgi beklentisi oluşturduğunu, böylece kadının ailedeki rolünün zedelendiğini söylemişti. Toplamda bildirgede, bol çocuklu, nineli, dedeli, kuzenli geniş ailelerin özendirilmesi, bireysel yaşamın aksine geniş aileyi özendiren mekanların kurulması, toplumun temel unsuru olarak görülen ‘ailenin korunması’ istendi.

Bize acil eşitlik gerek redi Yurtlar Kurumu

K (KYK) Genel Müdürü

Hasan Albayrak devlet kız yurtlarına giriş saatinin 21.00 olmasını savundu. Albayrak bir üniversiteli kadının gündüz ve geceleri yapabilecekleri aktiviteler üzerinde kafa yormuş olacak ki, “O yaşta kız çocuğunun başıboş sokakta dolaşmasını doğru bulmuyorum. O saatte çarşı pazar da açık değil, bara da gitmesin. Hem kız çocuğunun barda ne işi var?” ifadeleri ile kız yurtlarındaki giriş saatlerinin makul olduğu değerlendirmesinde bulundu. Albayrak kadın öğrencilerin, yurda erken girmelerini sağlayarak ders çalışmaya yönlendirmiş olduklarını iddia etti. Albayrak öğrenci-

lerin ve ailelerinin yurtlardaki uygulamalardan memnun olduğunu ve eskiden ocakta boşalan yurtların artık okullar kapanana kadar dolu olduğunu söyledi. ÜN‹VERS‹TEL‹ KADINLAR: 'SANANE HASAN' 3 Aralık'ta Ankara'da bir araya gelen Üniversiteli Kadın Kolektifi, KYK Genel Müdürü'nü ve 21:00 olan yurtlara giriş saatini oturma eylemiyle protesto etti. Öğrenciler, “Sanane Hasan! 21:00'de yurda girmiyoruz. Sokaktayız, bu zihniyete karşı isyandayız” yazılı pankartları ile 21:05'e kadar eylemlerini sürdürdüler. Albayrak'ın AKP'nin gerici algısını temsil ettiğini vurgulayan üniversiteli kadınlar yaptıkları basın

açıklamasında, Albayrak'ın yurtlardaki iyileştirme çalışmalarından öğrencilerin memnun olduğuna dair yaptığı açıklamaya yurt kapasitelerinin öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılamadığını ancak cemaat evlerinin sayısının sürekli arttığını belirterek karşılık verdi. ÜN‹VERS‹TEL‹LERDEN KAMPANYA Üniversiteli Kadın Kolektifi eylemlerinde, “Bize acil eşitlik gerek” diyerek, başlattıkları kampanyalarını hatırlattı. Üniversiteli kadınlar, 'erkek egemen dil'in kadınlar üzerindeki toplumsal baskı unsurlarından biri olduğunu belirterek, üç taleplerinden ilkinin, “Kız yurdu değil,

kadın yurdu” olduğunu söyledi. Üniversiteli kadınlar, eğitim hakkından en çok mahrum bırakılanların kadınlar olduğuna ve çalışmak zorunda bırakıldıklarına dikkat çekerek, “Burslarda pozitif ayrımcılık” istediklerini belirtti. Kadınların şimdilik diyerek, devamının geleceğine işaret ettiği son talepleri ise, “Kampüslerde Kadın Merkezleri'nin kurulması.” Üniversiteli kadınlar, her üniversitede karşılaştıkları her türlü psikolojik sosyal, hukuksal soruna çözüm bulabilecekleri kadın danışma ve araştırma merkezlerinin kurulmasını istediklerini belirtti.

Üniversiteli Kad›n Kolektifi kampanyas›n› 3 talep ile bafllatt›; 1) ‘K›z Yurdu’ yerine ‘Kad›n Yurdu’ ifadesi kullan›ls›n 2) ‘Burslarda kad›nlara pozitif ayr›mc›l›k’ yap›ls›n 3) ‘Üniversitelerde kad›n dan›flma merkezlerinin art›r›ls›n ve etkin hale getirilip, üniversiteli kad›nlar›n ihtiyaçlar›na cevap verecek niteli¤e kavuflturulsun

Şiddete karşı kadın dayanışması 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde her yıl olduğu gibi, ülkenin dört yanında sokaklar, kadınların dayanışma ruhunun sahnesi haline geldi

adına Yönelik Şiddete Karşı

K Uluslararası Mücadele ve

Dayanışma Günü’nde Eskişehir, İstanbul, Mersin, İzmir ve pek çok şehirde kadınlar, mor flamaları, mor kıyafetleri, mor dövizleri ile alanları doldurdu. Kadınlar 25 Kasım’da kadın cinayetlerine, kadına yönelik şiddete ve cinsiyetçiliğe karşı renkli yürüyüşler gerçekleştirdi. Mersin’de Halkevi önünden başlayarak Taş Bina (MBB) önüne kadar yürüyen Halkevci Kadınlar, kadınların namus, töre, kıskançlık ve sevgi adına erkeklerin işledikleri cinayetler sonucunda öldüklerini söyledi. Yapılan basın açıklamasında kadınlar, AKP’nin hazırladığı ‘Kadınlara Pozitif Ayrımcılık Yasası’nın kadına yönelik şiddeti önlemeye yetmeyeceğini belirtti. Basın açıklamasının ardından CHP binasını işgal eden Akdeniz Çivi işçilerine destek vermek için CHP il binasına yürünerek, kadın mücadelesinin sınıf mücadelesinin tümleyeni olduğu gösterildi. Halkevci Kadınlar, ‘Kadınlar burada, işçilerin yanında’ sloganları ile 25 Kasım’da özgün bir eylem biçimi sergiledi.

Eskişehir’de Eskişehir Demokratik Kadın Platformu’nun çağrısıyla gerçekleşen yürüyüş, Yediler Parkı’ndan, Adalar Porsuk Bulvarı Migros önüne kadar sürdü. Platform adına açıklama yapan Fatma Aslan, kadınlara ve lgbtt bireylere yönelik şiddeti engelleyen bir hukuk düzeni taleplerini dile getirdi. İzmir Bornova’da tecavüze uğrayan üniversite öğrencisini hatırlatılarak, tüm kadınları mücadeleye çağırdı. İzmirli kadınlar da Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nde kentin sorunlarına buldukları çözümle dışarı çıktı. İzmir Kadın Platformu, ulaşıma gelen zamları hatırlatarak, Karşıyaka’ya turnikelerden atlayarak bindikleri vapurla geçti. Karşıyaka Çarşı Caddesi’nde yürüyüş yapan kadınlar adına açıklama yapan Didem Tosun, AKP iktidarıyla birlikte kadın düşmanlığındaki artışa dikkat çekti. Tosun, kadına yönelik şiddeti yargının haksız tahrik indirimleri ile meşru kılmaya çalıştığına medyanın kadın düşmanlığının körüklenmesinde önemli bir paya sahip olduğuna dikkat çekti. Tosun, Buca Belediyesi’nde taşeron olarak çalışırken işten atılan Batıgül Tunç’a destek açıklamasında bulundu.

İstanbul’da istatistiklerle kadına dönük şiddetin yaygınlığını ortaya seren İstanbul Kadın Platformu, Tünel’den Taksim Meydanı’na yürüdü. Basın açıklamalarını Türkçe ve Kürtçe okuyan kadınlar, devletin kadınlara şiddet uygulayan erkekleri koruduğunu söyledi. Açıklamada “Koca dayağından kaçıp 'koruyucu yasaları' uygulamasını istediğimiz karakollardan eve geri gönderildik. Morarmış yüzümüz, patlamış dudağımız ile suç duyurusunda bulunmaya gittiğimizde savcılıklar takipsizlik kararı verdi. Tecavüz dosyalarında Adli Tıp Kurumu tecavüzcüleri korumaya devam etti. Mahkemeler kadın katillerine haksız tahrik indirimi yaparak cezalarını kuşa çevirdi. Devlet, sığınak açmadı. Bu tesadüf mü, 'Münferit' mi yoksa apaçık erkek bir sistemin erkek şiddeti mi?'' ifadelerine yer verildi. Sakarya Meydanı’na yürüyen Ankara Kadın Platformu, S›¤›nmaev-

leri aç›lana, TCK’da gerekli yasal düzenlemeler yap›lana, haks›z tahrik indirimleri ve tecavüz davalar›ndaki Adli T›p ›srar›ndan vazgeçilene kadar inad›na sokaklarda olunaca¤›n› belirtti.


11

YÜZ YÜZE 10 Aralık 2010 / 23 Aralık 2010

Toprak AKP’yi kabul etmiyor

Halk›n Sesi

Kocaeli’nin Kandıra ilçesine bağlı Kocayatmaz, İmranlı, Hacılar köyleri, kendilerinin ve Kocaeli halkının deyimine göre ‘manavlar’, Gıda İhtisas Organize Sanayi Bölgesi tehdidiyle karşı karşıya. Kocaeli – Kandıra yolunda Kandıra F Tipi Cezaevi’nin yanında kalan köylerde yaşayanlar sanayi istiyor ama ‘verimli tarım topraklarına kurulmasın’ diyor. Yüzyıllardır bu topraklarda oturan köylüler evlerine gelen

tebligatın ardından topraklarına Organize Sanayi Bölgesi yapılacağını duydu ve eylemlere başladı. Köylülerin ‘Kahve ektim o bile yetişti’ dediği topraklar plan üzerinde taşlık arazi olarak gösteriliyor. Köylüler, topraklarının verimli arazi olduğunu göstermek için mahsulleriyle Kocaeli Valiliği’nde eylem yaptı. Köyün yolunu trafığe kapatarak seslerini duyurmaya çalıştı. Halkın Sesi olarak o köylülerle görüştük...

AKP 700 YILLIK KÖYLÜYÜ 7 YILDA TOPRA⁄INDAN EDECEK

Manavlar toprakları için kavgada

K

aymakam beni çağırdı sicilimi okudu, kimlik numaramı her şeyimi söyledi. Oğlumun askerlik yaptığı birliği söyledi. Anlayacağın sopayı gösterdi

Biz sizi kabaklarla, ıspanaklarla Kocaeli Valiliği önünde eylem yaparken gördük. Eylemleri neden yaptınız? Hüsam Yılmaz: Eylem yaptık, her şey meydanda. Bizim için “valiliği basmaya geldiler” dediler. Basmaya gelsek kabakla pırasayla mı geliriz. Bıçakla sopayla, çapayla geliriz. Evimize kağıt yolladılar işte, anlaşmaya çağırdılar. ‘Şu kadar paraya topraklarınızı verin’ diyorlar, vermezsek kanunla alacaklarını söylüyorlar. Biz de valiliğe gittik. Topraklarımızı taşlık arazi olarak göstermişler. Bizim toprağımız birinci dereceden tarım toprağı. Biz de bunu kanıtlamak için kendi tarlalarımızda yetiştirdiğimiz mahsullerle valiliğe gittik. Kendi ürünlerimizi pazardan aldığımızı bile söylediler. Pazarda da bunları satan benim zaten. Bu toprakların taşlık arazi olarak gösterilmesi için bir heyetin en azından gelip inceleme yapması gerekir… H.Y: Tüm yetkilileri çağırdık hiç kimse gelmedi. Biz 700 yıldır buradayız bizim hiçbir şeyden haberimiz yok. Plan yapmışlar. Gelip demediler; hiç kimse de anlatmadı. Belediye Başkanı geldi “haberim yok” dedi. Ben burada evimi yaptım, o zaman kimse bir şey demedi. Toprağı aldın ben ne yapacağım, evi aldın nereye gideceğim. Bize “buradan git” diyen yarın silahı da dayar. Ne olacak o zaman? Buralar tarım bölgesi yalan mı şimdi, bu bizim yaptığımız tarım değil mi? 3 liraya 5 liraya kapatalım diyorlar. 15 bin verecekler, bugün bir daire ne kadar? Bizim arkadaşlarımızı makamına çağırmış kaymakam ki bu zamana kadar kaymakam yanına bir kere çağırmamış. Taner Zanar: (Kaymakamın tehdit ettiği köylü kendi ismini vermek istemedi, bu yüzden müstear isim kullandık) Kaymakam “Babanın yatağını ben verdim” dedi. Sonra benim sicilimi okudu, işte adresimi, baba adımı, kimlik numaramı her şeyimi söyledi. Sopayı gösterdi anlayacağın. Hüsam Yılmaz: Valilikte derdimizi anlatıyorduk Ali Ayaz geldi. İl Genel Meclisi Başkanı AKP’li. Ben sinirlendim sürekli “Bilmiyorum” diyordu. Derdimizi dinlemiyordu ben de “Yakarım kendimi” dedim; sonra Ali Ayaz kaçmaya başladı. Biz de peşinden çıktık yetişemedik. Cenazesi olduğunu söylediler. Daha önce köyün arazileri hiç kamulaştırıldı mı? H.Y.: Bizim topraklarımızı mahkeme kararıyla alacaklarını söylüyorlar. Biz mahkeme bilmeyiz. Biz ilkokul mezunu insanlarız. Onlar bizden daha iyi bilirler. Kestane fabrikası dediler, bizi işe alacaklarını söylediler, topraklarımızı aldılar. Mahkememiz sürüyor hala. Geldiler cezaevi yaptılar, bir şey demedik. “Yol devlete lazımdır” dedik, toprağımızı verdik. Buraya fabrika yapılacağı duyulduktan sonra civar köylerdekilerden sizin verdiğiniz mücadeleye destek oldu mu? H.Y.: Buraya sanayiyi yapınca buradaki tüm topraklar etkilenecek. Sadece bizim İmranlı köyü değil civardaki birçok köyün arazisi tehlikede. Çevremiz çok önem vermiş

T

oprağı aldın ben ne yapacağım, evi aldın nereye gideceğim. Bize “buradan git” diyen yarın silahı da dayar. Ne olacak o zaman? tarafında taşlık arazimiz var, oraya yapsınlar; biz de yardım edelim, hep beraber yapalım. Bizlere diyorlar ki, “Ceviz satacaksınız, fındık satacaksınız.” Bizim topraklarımızı aldıktan sonra biz bu cevizleri nerede yetiştireceğiz nerede satacağız. Bugün bizim başımıza gelen yarın başkasının başına gelecek. Bu topraklar kolay kazanılmadı bizim babalarımızdan, dedelerimizden kaldı. 700 yıldır buradalar.

bizim olayımıza. Bizim yer davası olunca diğerleri de buna bir bakmışlar. Burada hiç kimse gerçek tapu sahibi değil. Hepimizin tapuları babalarımızın dedelerimizin üzerine ama bizim köyde çatlak yok. Yani kimse arazisini bölmedi. Köyde duran kişi toprağı fiili kullanıyor. Önceden işte Hacılar karıştı, Kaymaz’ın şu kadar toprağı gitti derken sıranın bize de geleceği belli bir şey. Organize sanayi yapılacağı söylentisi epeydir dolanıyordu, 1995’ten beri. Bu şekilde olunca mirasçılara gün doğdu. Adam mirasçı, burada kalmıyor. Diyelim ki Himmet abi. Bunun tarlasına 22 kişi giriyor ama toprağın gerçek sahibi 5 ya da 6 kişi; onlar o toprağı işliyor. Geri kalan 16 kişi beleş. Şimdi sen bunlara deyince 20 milyar diye adamın gözü parlıyor. 80 dönüm. Ona 500 metrekare düşüyor. Onun hesabını yapmıyor. Bu hissedarlara sorsan ‘hangisi senin tarlan’ diye bilemez. Ben 80 dönümün taşını bile biliyorum. Hemen satacak orayı. Bu yüzden diyorlar ki, ‘köylü satıyor’. Ama o toprağı işleyene sormuyor ki. Onlar satmak istemiyor diye. Ha diyorlar “sattılar” diye ama 6 bin kişiden 30’u geçmez satan. Bunlar bu zamana kadar tam olarak sattıramadılar ve milletin gözü açıldı. Bundan 2 ay önce söylentiler

Buralar tarım bölgesi, yalan mı? Şimdi bu bizim yaptığımız tarım değil mi? Bu topraklar kolay kazanılmadı, dedelerimizden kaldı çıktı. Çok para vereceklerdi. Millette uçuk hayaller vardı. Kimisi İzmit’ten arsa alıyordu, kimisi Antalya’ya gidiyordu falan. Şimdi 3 liraya 5 liraya bu iş olunca hepimiz zıpladık. Çay parasına verecekler. Buradaki toprağın 10 dönümünü 24 milyara alan var. Bu alanda fabrikası olup yıkılacak olan Mümin Dizdar adında biri var, o da ‘Madem sanayi yapacaksın benim fabrikam var onu da dahil edin’ diyerek dava açmış. Topraklarınız için şimdikinden daha yüksek bir para önerseler satmayı düşünür müydünüz? Aynur Akay: Bizim

topraklarımızı alınca biz ne yapacağız? Para verecekler ama huzur olmayınca ne yapacağız? 46 senedir orda sabanla da motorla da tarla sürdük. 60 dönüm toprağım var 8 tane çocuğum var. Ben toprağı verdimden kelli çocuklar ne edecek. Ev yaptık. Yol vurdu, yıkıldı 20 dönüm gitti. Keten fabrikası yaptılar 22 dönüm gitti hangi çocuğumuz yemek yedi bir yudum su içti. Her şeyi yetiştiriyoruz, ne ekersek o yetişiyor. Bizim karnımız toprağımızla doyuyor, başkasını da doyuruyoruz, hep birlik doyacağız. Topraklarımızdan vazgeçmeyeceğiz. Bizde herkes çalışır. Kadın erkek çoluk çomak herkes çalışır bizde. Yadigar Derin: Biz bu toprakları çocukluktan beri sürdük. Atla, sabanla başladık, bugünlere geldik. Babam yatalak hasta, bitkisel hayatta. Biz kimseden bir şey istemedik, çoluğumuzun çomağımızın karnını doyurduk. Evlat yetiştirdik. Çocuğum şu anda askerde. Bizim topraklarımızı sanayi yapmak istiyorlar. AKP Milletvekili Fikri Işık’ı aradım telefonla, dedim ki “Biz sizin için mücadele verdik, bizim topraklarımızı istiyorlar.” Dedi ki “Siz fabrikaya karşısınız.” Biz sanayiye karşı değiliz ama gelsinler bizim Kandıra yolunun öbür

BU TOPRAKLARI BU VERİMLİ HALİNE BİZ GETİRDİK Gece saat üçte bu toprakları yeri geldi işledim. Ben sabah başlayıp gecelere kadar çilek yetiştirmek için çalıştım. Çoluğumu çomağımı rezil etmemek için çalışıyorum. Kendi sigortamı kendim ödüyorum, devletten de hiç yardım beklemedim. Topraklar babamın üzerine ama babam yatalak hasta bu yüzden toprağı işleyen benim. Ben babamın bitkisel hayatta olması sebebiyle devletten bazı yardım taleplerinde bulundum ancak devlet bana yardım vermedi. Nitekim uğraştım mücadele verdim, üç beş hayvan edindim. Bir manada kendi fabrikamı kurdum. Şimdi birileri gelip diyor ki, “Senin fabrikayı kapatalım biz fabrika kuralım. Sizi işe alalım.” Gelsin görsün benim ahırımı. Biz yetiştirdiğimiz mahsulleri pazarda pazarlıyoruz, İzmit’te duran vatandaş da buradan gıdalanıyor. Devlet bizden 500 liraya alıyor buğdayı, ekmeği satıyor şu fiyattan. E biz buğday yetiştirmezsek buradaki vatandaş ne yiyecek. Et ithal ettiği gibi buğday ithal edecek. Ben daha önce samancılık yaptım, Pendik’te evvelden hayvan yetiştiriyorlardı şimdi hepsini kapattılar ve eti dışarıdan ithal ediyoruz. Bizim burayı kapatırsa yarın öbür bölgeleri de kapatacak sonunda buğdayı da dışarıdan ithal edeceğiz. Bakanlar, milletvekilleri hiç gelmediler. BANA FIRSAT VERİN TAVŞANTEPE’Yİ DOYURAYIM Bana destek versinler, Tavşantepe’yi besleyebilirim. Çalışarak bunu yapabilirim. 40 milyar borcumu ödedim. Her bir şeyimizi çalışarak aldım. Eti dışarıdan almasınlar bana imkan versinler eti ben yetiştireyim. Kandıra’nın hindisi meşhurdur ama 3 sene öncesi kuş gribi var dediler, tavuk, hindi hepsini telef ettiler. Şimdi de topraklarımızı öldürmeye çalışıyorlar.

‘Topraklarımızı satmıyoruz, üretmek istiyoruz’ ocaeli’nin Kandıra ilçesindeki çiftçiler

K topraklarının Organize Sanayi Bölgesi

(OSB) yapımı için istimlak edilmek istenmesini 7 Aralık günü TBMM önüne giderek protesto etti. Kandıra’dan Ankara'ya iki otobüsle gelen çiftçiler, yetiştirdikleri sebze ve meyvelerle TBMM önünde eylem yaptı. Çiftçiler, topraklarının OSB için kamulaştırılacağını söylediler ve verimli tarım arazisi statüsündeki topraklarının planda taşlık arazi olarak gösterildiğini belirttiler. Çiftçiler adına açıklama yapan Ahmet Uzun, Sanayi ve Ticaret Bakanı, AKP Kocaeli Milletvekili olan Nihat Ergün’e seslenerek, “Sen gelmedin ama biz geldik. Topraklarımızı kapalı kapılar ardında kim-

lere peşkeş çektin? İşte senin köylülerin geldi, sen nerdesin? Kendi siyasi egoların için milleti perişan ettin” dedi. Köylülerden Nuran Derin 1 kilo domates fiyatına topraklarını vermeyeceklerini belirterek “Hepimiz AKP’ye oy verdik. Bize neden destek olmuyorlar. Biz toprakların kaç paraya verildiğinde değiliz. Biz ne kadar olursa olsun topraklarımızı vermeyeceğiz. Ne yiyip ne içeceğiz. Açlıktan ölelim mi” diyerek tepkisini dile getirdi. Konuşmaların ardından meclise girmek isteyen Kandıralılar içeriye birkaç kişi alınacağını duyunca “Madem hiç birimiz giremiyoruz gerek yok” dediler ve “bundan sonra hiçbir AKP’li oy istemeye köyümüze gelmesin” diyerek eylemlerini bitirdiler.

‘Valilik ancak 10 lira ediyor’ Sevim Yılmaz: Hayvancılıkla uğraşıyorum, çiftçilikle karnımız doyuyor. Eşim Oluşum Kimya’da çalışıyor asgari ücretle ama hiçbir şeye yetmiyor. 4 çocuğum var onları okutmaya çalışıyorum. Biz bir sürü eylem yaptık, onları kime yaptık. Seyretmesinler varsa cesaretleri halkımızla yüz yüze konuşsunlar, Avrupa’ya gidiyor da Kandıra’ya mı gelemiyorlar. “Paralar yatmış” diyorlar para istemiyoruz. Biz verelim parasını onların topraklarını alalım. Bizim toprağımızın metrekaresi 3 liraya geliyor. Ben de Valilik’te onların odası için 10 lira teklif ettim. Dedim ki “Al şu 10 lirayı, buraları bana ver.” Anlamadı, ben de dedim ki, bizim toprağımızın metrekaresi 3 lira ediyorsa sizin burası 10 lira ediyor. Benim kızım 26 yaşından beri 13 yıldır diyaliz makinesine bağlı. Benim adamın güvencesi yok, bu yüzden çocukların da güvencesi yok. Hep yeşil kartla idare ettik. Benim adamın 33-34 milyar Bağkur borcu var ödeyemedik. O yüzden çocukları da sigortalı yaptıramadık.

Bize ‘manav’ derler Kezban Arık: Diyorlar ki, “Ekip biçmeyle karın mı doyar?” Ama bizim karnımız yıllardır ekip biçmeyle doyuyor. Gitsinler taşa kıraca yapsınlar. Bize destek vermeleri lazım ki daha çok üretelim. Biz verimli topraklarımıza sanayi yapılmasın diyoruz, topraklarımızın satılmasını istemiyoruz. İnşallah bunlara (AKP) bir “dur” diyen olacak. 2007’de Meral Akşener sanayiyi olumsuz görmüş de şimdi mi olumlu gördüler. Sen kim oluyorsun? Bir tane memurun kararıyla “organize sanayi bölgesi olur” dediler. Daha önceden verimli tarım toprakları olarak geçiyordu. Sonradan taşlık arazi dediler. Böyle olunca çok ucuz oluyor toprak. Buranın yerlisine manav diyorlar. Manavlık da topraktan geliyor. Bizim atalarımızı 700 yıl önce buralara yerleştirmişler. O zamandan beri burada tarımla uğraşırlar. Osmanlı saray mutfağında kullandığı tüm sebzeleri buradan almış. Meşhur Türk yemekleri de buranın sebzeleriyle yapılmış yüz yıllardır. Bizim atalarımız sebze işiyle uğraştıkları için onlara manav denmiş. Bize bu yüzden de manav derler.


12

DOSYA 10 Aralık 2010 / 23 Aralık 2010

Halk›n Sesi

Wikilea ks isyankar mı? ran Wikileaks Tüm dünyayı kasıp kavu yarıyor? olayı ne? Bu site ne işe var? Gizli Yayınladığı belgelerde ne leri nasıl ele olduğu söylenen bu belge rkiye’ye ilişkin geçirdiler? Belgelerde Tü filitrelenerek neler anlatılıyor? Belgeler en öte mi yayınlanıyor? Hepsind ettiği gibi Wikileaks kimilerinin iddia oyun bozan demokrasi savaşçısı bir ı çatışmada mı yoksa egemenler aras bir medya tetikçisi mi?

Wikileaks vakası demokrasi kavgası mı, çıkar çatışması mı? Wikileaks adlı bir site ABD dışişlerinin gizli yazışmalarını yayımladı. Belgeler ABD’li diplomatların dünya çapındaki etkinliklerini ve ülkelere ilişkin istihbaratını içeriyor

İkibine Doğru, Taraf ve Wikileaks

Wikileaks nedir?

HASAN PALA

ikileaks ne demek? Wiki

W kelimesi "Bildiğim odur ki"

sözcüklerinin İngilizce karşılığı olan What I Know İs sözcüklerinin baş harflerinden oluşuyor. Wiki ön ekiyle başlayan farklı konularda ansiklopediler, sözlükler bulunuyor. Leaks kelimesi ise İngilizce açığa vurmak, ifşa etmek, sızmak anlamına geliyor. Wikileaks sitesi de zaten çeşitli düzeylerdeki 'gizli' belgelerin kamuoyuna sunulduğu bir site. Site Aralık 2006'da kuruldu. Kuruluşunun hemen ardından Somalili bir politikacının siyasi rakipleri hakkında kaleme aldığı 'ölüm fermanı’nı yayımladı. Daha sonra Irak'ta ABD askerleri tarafından 12 sivilin öldürülmesi, Kenya'da yaşanan yargısız infazlar, Afganistan'da görev yapan ABD askerlerinin günlükleri gibi çeşitli gizli belgeler yayımladı. Sitenin yapısı ve işleyişi bilinmiyor. Şimdilik tüm bu işlerin ardında Julien Assange adlı bir hacker varmış gibi gösteriliyor. Fakat sitenin kaç yetkilisi olduğunu ve kimlerin site için çalıştığını bilen yok. Wikileaks'in en büyük ve önemli sızdırması ABD'nin yaklaşık 270 ülkedeki diplomatik temsilcilerinin 2004 yılından 2010 Mart'ına kadar yaptığı yazışmalarının yer aldığı 250 binden fazla belgenin yayınlanması oldu. Bu belgelerde ABD'li diplomatların bulundukları ülkeler hakkındaki istihbarat, yorum ve önerileri yer alıyor. Belgelerin yayımlanması, dış siyasetin belirlenmesindeki haber akışı ve mekanizmaların ortaya çıkmasına yol açtığı ve dedikoduya varan kimi özel bilgi ve kanaatleri ortaya döktüğü için ABD dış siyasetinin bütün gizliliğini ortadan kaldırıyor. Wikileaks'in iddiasına göre ABD dış siyasetinin bu gizli ve 'özel' yazışmalarına ulaşmasını

Wikileaks olayında birden fazla ülkeye ve odaklara hizmet eden taşeron bir medya tetikçisiyle mi karşı karşıyayız? Yoksa kahraman bir anarşist grupla mı?

sağlayan Bağdat'ta görev yapan Bradly Manning adlı istihbarat analisti bir er. Manning 8 ay boyunca bu belgeleri, bu gibi yazışmaların tutulduğu Siprnet ağından indirerek Wikileaks'a ulaştırmış. Siprnet, Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı'nın yazışmalarının yürütüldüğü bir veri sistemi. Sisteme veri yükleme yetkisi olan her kişi yazdığı raporları buraya kaydediyor. Kaydedilen veriler ya da raporlar gizlilik düzeyine göre sınıflandırılıyor. Sisteme yaklaşık 3 milyon kişinin giriş yapabildiği söyleniyor. Fakat herkesin erişim yetkisi aynı düzeyde değil. Belgelerin gizlilik düzeyine göre erişim sınırlandırılıyor. Örneğin Wikileaks'te yayınlanan hiçbir belge yetkililer dışında hiç kimse tarafından görülmemesi gereken 'top secret' belge değil. Yayımlananların çoğu, "ortaya çıkması durumunda ABD ile diğer ülkeler arasındaki ilişkilere zarar verebilecek" Secret ya da "hiçbir biçimde yabancı ülke temsilcileri tarafından görülmemesi gereken" Noform belgeler.

Aydınlık, İkibine Doğru dergisini hatırlar mısınız? Malum merkezlerden servis edilen birtakım raporlarla, kamuoyunu yönlendirmek amaçlı haberleri nasıl yayınladıklarını yaşı 40 ve üzeri olan herkes hatırlar. Bir zamanların İkibine Doğru dergisini ya da Hürriyet gazetesini Türkiye’de insan, toplum mühendisliği yapmak isteyen birtakım güçlerin kullandıklarını biliyoruz. Bugün de Taraf gazetesinin bir başka iktidar odağının servis ettiği özel haberlerle diğer odağa karşı savaşında “medya tetikçiliği” yaptığı aklı başında olan herkesin malumu. Ama bir başka ülkede yaşayan Türkiye’nin koşullarını bilmeyen birisi olup bitenlere baktığında bizimle aynı şeyi görmeyebilir. Pekala Taraf gazetesinin birilerinin kirli çamaşırlarını ortaya çıkarmasını demokrasiye hizmet olarak görebilir. Konvansiyonel medya araçlarının gizli servisler tarafından kullanılmasına birçok örnek verilebilir. 6-7 Eylül olaylarını tetikleyen Selanik’te Atatürk evinin bombalandığı haberi ve sonrası iletişim araçlarının manuplatif olarak kullanılmasına iyi bir örnektir. 6 Eylül 1955 saat 13.00’te radyo haberlerinde bombalama haberi yayınlanmıştı. “Atamızın evi bombalandı” manşetiyle ikinci baskı yapan DP yanlısı İstanbul Ekspres gazetesi genelde tirajı 20 bin civarında olduğu halde 6 Eylül'de 290.000 basmış ve o dönemde kurulmuş olan Kıbrıs Türktür Derneği üyelerince İstanbul'da satılmış, halkı galeyana getirmek üzere kullanılmıştır. Öncelikle İstanbuldaki Rumlar ve diğer azınlıkların “kovulması”

operasyonunda medya rolünü iyi oynamıştır. Anadolu’da yerel medyanın Kürt tarım işçilerine yönelik faşist linç girişimlerindeki rolü üzerine de birçok örnek bulunabilir. Bir dönem için görece daha hızlı ve etkili olan iletişim araçlarının, (cep telefonu, sms ve otomatik arama sistemleri), internet ile karşılaştırıldığında hedeflenen sonucu vermesi her zaman mümkün değildir. Belki de bu araçlar miadını doldurmuş eski bir dönemin aracı oldu artık. İnternetin iletişim aracı olarak geleneksel medyaya göre çok önemli avantajlarının sözkonusu olduğu malumdur. SİLAH OLARAK MEDYA İngilizcede “shooting” kelimesi iki anlamda kullanılır. Bunlardan birisi silahla ateş etmek, diğeri ise kamera çekimi yapmak. Bunun tesadüf olmadığı ortadadır. İnternetin yaygınlaşması ile birlikte iletişim dünyasında yeni bir silah bulundu demek abartılı olmaz. Etki seviyesi yüksek, çok hızlı yaygınlaşan bir silah bu. CHP genel başkanını bir haftada devre dışı bırakan bu silah, Wikileaks ile aynı teknoloji ile üretilmiş bir silahtı. Deniz Baykal olayında kullanılan “silah” ile Wikileaks’te kullanılanı karşılaştırırsak, kullanıcısı, mermilerini sağlayanı farklı olan farklı model silahlardan söz edebiliriz. Wikileaks, Deniz Baykal’daki gibi “tek sıkımlık” olmayan oldukça etkili bir modeli kullanıyor görünüyor. Wikileaks “silahı”na ilişkin eldeki bilgilerle şunları söyleyebiliriz. Şimdilik sahibi belli olmayan ancak patladığında birilerine zarar verdiği görülen, bir süre daha değişik hedeflere nişan alınarak kullanılacağı

aşikar olan bir silahla karşı karşıyayız. Ancak kime ne kadar zarar vereceği ya da vermeyeceğini söylemek için erken. Wikileaks olayının görünenden daha karmaşık olduğunu düşünüyorum. Wikileaks’in kurucusu mahkumiyet almış bir bilgisayar korsanı olarak sunuluyor. Kendi ifadesi ile eski gizli servis elemanları da Wikileaks ekibi içindeymiş. Başlığın seçiminde ve giriş bölümündeki örneklerde bu yazının yazarının Wikileaks konusundaki kaygıları ve bazı erken yargıları görülmektedir. Ancak acele ile bir son yargıya ulaşmadan sadece bazı sorular sormakla yetinmek istiyorum: -Wikileaks’te sunulan bilgiler basitçe sızdırılarak alınabilecek bilgiler midir? -Wikileaks’e bilgi sızdıranlar neden 2006 yılında kurulmuş bir web sitesi olan Wikileaks’i tercih ediyorlar? Güvenilirliği nereden geliyor? - Bu yazı yazıldığında 250.000’den fazla sayfanın henüz 600’ü yayımlanmış durumda idi. Yayımlanacak

diğer belgelerde ABD’nin CIA’nın neredeyse her ülkede yürüttüğü kirli operasyonların diplomat raporlarında olmaması sizi şaşırtmaz mı? -ABD’nin politikasının merkezindeki Ortadoğu’da İsrail’den, Irak’taki Kürt aktörlerden diplomatlar hiç konuşmamış olabilirler mi? Bu belgeleri ne zaman görürüz? –Wikileaks’teki 3-5 kişinin bu kadar büyük patırtıyı çıkarabileceğine gerçekten inanıyor musunuz? -Gizli servislerin, bir ülkedeki güç odaklarının çıkar çarpışmasının arenasında, Wikileaks’in özel rol üslenmesi olasılığı var mıdır? -ABD’de başka bir restorasyon sürecini başlatanlar Wikileaks sürecini kendi lehlerine mi çevirmektedir? -Wikileaks ABD’deki egemenler içi mücadelenin bir aktörü olmuş mudur? -The New York Times gazetesi belgeleri yayımlamadan önce ABD hükümetine gönderdi ve belgeler ABD denetimi filtresinden geçerek mi yayınlandı? -Birden fazla ülkeye ve

Wikileaks’te Türkiye’nin payına düşenler ikileaks'te yayımlanan 250

W binden fazla belgenin 8 bini

Türkiye'ye ait. Bu rakamlar 270 farklı ülkeden yapılan yazışmalarda Washington'dan sonra Ankara'nın en fazla yazısı olan ikinci merkez olduğunu gösteriyor. Ankara'dan yapılan yazışmalarda 2004'ten itibaren Ankara'da görev yapan üç ABD büyükelçisinin imzası bulunuyor. Türkiye'ye ilişkin yazışmalarda kimi zaman hükümete yakın kaynaklardan alınan bilgilere, kimi zaman analizlere yer veriliyor. Toplanan bilgilerin doğruluğu, kaynakları bilinmediği ve ne kadar manipülatif amaçla kullanıldığı netleşmediği için şüpheli olsa da ortaya bir dizi yolsuzluk ve 'özel' iddia atılmış gibi görünüyor. YOLSUZLUĞA ADI KARIŞANLAR Wikileaks belgelerindeki Türkiye'yle ilgili yazışmalarında AKP ile ilgili yolsuzluk iddiaları var. 30 Aralık 2004 tarihli, büyükelçi imzalı AKP ve iki yıllık iktidarı konulu belgede büyükelçi "iki kontağımızdan Erdoğan'ın İsviçre bankalarında sekiz hesabı olduğunu öğrendik" diyor. Raporun devamında Erdoğan'ın zenginliğinin kaynağı için oğlunun düğününde takılan takıları göstermesi ve bir Türk işadamının

Bakanlar Kuruilu toplant›s›ndan sadece fedakarlık amacıyla çocuklarının okul masraflarını karşıladığı yönündeki açıklamalar yavan kalıyor" deniliyor. Aynı raporda AKP'de ismi yolsuzluğa fazlasıyla karışan üç isim olduğu belirtiliyor. Bunlar İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, eski Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen ve eski AKP İstanbul İl Başkanı Mehmet Müezzinoğlu olarak sıralanıyor. BAKANLARIN KİMİ MAFYA KİMİ TAKIM SEVDALISI 8 Haziran 2005 tarihli kabine değişikliği konulu belgede büyükelçi

kabinenin Gül'ün AKP içindeki ve bakanlar düzeyindeki etkisini azaltmak için yapıldığı yorumuna yer veriyor. Aynı belgede kabinedeki bazı bakanlar hakkında özel bilgilere yer veriliyor. Bu raporda (eski) Tarım Bakanı Sami Güçlü'nün ABD ile ilgili konularda ilerleme göstermediği belirtiliyor. Abdülkadir Aksu içinse şu ifadelere yer veriliyor: "Aksu'nun Kürtleri kayırması, eroin ticaretiyle ilişkisi olduğu iddiaları, genç kızlara olan bilinen ilgilisi ve oğlunun mafyayla bağlantıları kabine içinde onu zayıf halka haline getiriyor." Yine aynı raporda Kürşat

Tüzmen'in Irak’la gıda karşılığı petrol işine bulaştığı, "her türlü rüşvete açık" bir isim olduğu söyleniyor. Eski Bayındırlık ve İskan Bakanı Faruk Nafiz Özak'ın örtülü ödenekten Trabzonspor'a transfer için para aktardığı bir diğer iddia. Başbakanın dostu Cihan Kamer'in İran'la elektrik ticareti yapması gibi dış politika ve ticaret arasındaki ilişkinin yer aldığı bazı istihbarati bilgiler de bulunuyor belgelerde. İran'la ilişkilerin anlatıldığı bu belgelerde hükümetin İran'a diğer Türk firması yerine Kamer'e ait Savk'la ticaret yapması için baskı yaptığı anlatılıyor.

İSRAİL BİLE ANLAMIŞ Belgelerde Türkiye siyaseti ve dış politikası hakkında bilgi ve yorumlar da bulunuyor. Israil'in Türkiye Büyükelçisi Gaby Levy'nin Türkiyeİsrail geriliminden Erdoğan'ı sorumlu tuttuğu, Erdoğan'ın "Gazze'deki insani durumla ilgili öfkeli açıklama yapmasının iç siyaset malzemesi olduğu" tespiti ABD raporlarında yer alıyor. 4 Aralık 2009 tarihli bir raporda Türkiye’nin İran politikasının İran karşıtı ülkelerle İran arasında denge oluşturarak bölgede bir güç haline gelme amacı taşıdığı söyleniyor. Belgelerde AKP siyaseti sıklıkla pragmatist olarak niteleniyor. AKP'ye ilişkin analizlerde milletvekili ve yöneticiler dindarlar, milliyetçiler, pragmatistler ve Kürtler olarak sınıflanıyor. Erdoğan'ın bunları yönetebildiği söyleniyor. Arınç'ın Erdoğan'dan sonraki en önemli lider figürü olduğu söylenen raporlarda onun vekiller ve parti tabanında Erdoğan kadar bir desteği bulunmadığını da kaydediyorlar. Tabii tüm bu belgelerde ABD'nin edilgen, dinleyen ve bilgi toplayan bir aktör olarak yansıtılması belgelerin sızdırılmadan önce filtrelenmiş olması ya da ayıklanmış olması ihtimalini akla getiriyor.

odaklara hizmet eden taşeron bir MEDYA TETİKÇİSİ mi? Kahraman bir anarşist grupla mı karşı karşıyayız? Wikileaks ile ilgili yukarıdaki soruları sorarken diğer taraftan süreci basitçe komplo senaryolarının içine yerleştirmenin doğru da olmadığını düşünüyorum. Görünenden daha karmaşık bir araçla ve bir silahla karşı karşıyayız. Wikileaks’ten ortaya saçılan verilerden yola çıkarak bazı sonuçlara ulaşmak bugün bizim için anlamlı. Eksik manipülasyona açık veriler olduğunu da bilerek okumalı ve değerlendirmeliyiz tabii. İlgiyi abartmamak kaydıyla Wikileaks’tan ortaya dökülenleri incelemekten, izlemekten vazgeçmemeliyiz. Ancak Wikileaks isimli siteyi ve son olup bitenleri kimse alternatif medyanın başarısı, teknolojiye sahip olanın sermayeden, yönetenlerden bağımsız olunabileceğinin ispatı olarak sunmasın. Çünkü bu kadar etkili ve güçlü bir silah basitçe birkaç bilgisayar korsanının boyunu asar.

Filtreleme var mı? Amerikal› ayd›n Noam Chomsky, Wikileaks'in yay›mlad›¤› belgelerin bir filtreleme sürecinden geçti¤ini, belgelerdeki bilgi ve ifadelerin çarp›t›ld›¤›n› belirtti. Yay›mlanan belgelerin “seçilmifl ve süzgeçten geçirilmifl bilgiler” oldu¤una da dikkat çeken Chomsky “Bir filtreleme ifllemi var. Gerçe¤in ne kadar bozuldu¤unu bilmiyoruz. Ama radikal bir çarp›tma oldu¤u konusunda hiç flüphe yok” dedi. Amerikal› gazeteci Amy Goodman'a röportaj veren Chomsky, “Devletin gizlilik için en önemli nedenlerinden biri, hükümeti kendi halk›ndan korumakt›r” derken, daha önce kendisinin de dahil oldu¤u bir ekibin Vietnam savafl› ile ilgili gizli belgeleri aç›klad›klar›n› hat›rlatt›. Chomsky, “Belgeler bize diplomasinin nas›l çal›flt›¤›n›, Bat› liderlerinin kim oldu¤unu gösteriyor” dedi. www.kronikmuhalif.com sitesinden al›nm›flt›r.


13

TARİH 10 Aralık 2010 / 23 Aralık 2010

Halk›n Sesi

Raylar üzerinde paylaşım savaşı smanlı’nın Tanzimat programıyla, ülke topraklarının kaynaklarını işletebilmek için ulaştırma araçları sağlanması ve bölgelerin birbiriyle bağlantısını sağlayacak demiryolu hatlarının döşenmesi öngörülmüştü. Dönemin devlet adamları da ülkenin gelişmesi ve devletin askeri hareket kabiliyetinin sağlanması açısından bir an önce çalışmalara başlanmasını istiyordu. Ancak Osmanlı Devleti o dönemde böyle bir ulaştırma sistemini gerçekleştirecek ekonomik yapıya sahip değildi.

Meşrutiyet’in ilanı, Abdülhamit'in yönetimden uzaklaştırılması, işletmelerde çalışanların başlattığı grev, Almanları zora soktu. Bütün bunlara rağmen 1911'de bir dizi ek imtiyazla hatların devamı sağlandı ve I. Dünya Savaşı'na kadar yaklaşık 887 km’lik daha hat inşa edildi. Osmanlı’nın yenik düştüğü savaştan sonra yaptığı Mondros Ateşkesi ve Sevr Antlaşması’na göre; İngiltere ve Fransa tarafından bir bölümü işgal edilen Bağdat demiryolu hattı, 1928’de devletleştirildi. Bütün bu süreç boyunca, Osmanlı topraklarında inşa edilen demiryollarının sağladığı ulaşım imkanları yeni ve geniş alanların tarıma açılmasını sağlayıp yetiştirilen ürünlerin sevkiyatını kolaylaştırırken diğer taraftan da dış borçlanma ve dışa bağımlılığı artırdı. Dış baskılarla şekillenmek zorunda kalan, Cumhuriyet döneminin “anayurdu dört baştan demir ağlarla ören” demiryollarını aksine birbirinden kopuk bir yapıda ağaç biçiminde yayılan kısa bağlantı hatları şeklinde gerçekleşen demiryolları Osmanlı Devleti’nden çok emperyalistlere fayda sağlamıştır.

O

İLK İMTİYAZ İNGİLTERE’YE Bu nedenle demiryolu yapım ve işletilmesi bir imtiyaz olarak yabancı şirketlere, ilk olarak da 1851’de İngilizlere verildi. Sanayi devrimini tamamlayarak rakipsiz bir güç haline gelen İngiltere, hem hızla artan tüketim fazlası mamul mallarını satarak yeni pazarlar bulmayı, hem de Doğu ülkelerinin zengin hammadde kaynaklarından yararlanmayı istiyordu. Bunun için de başta Hindistan olmak üzere, Asya ile ucuz, hızlı ve güvenli bir ulaşım köprüsünün kurulması gerekliydi. En uygun araç da demiryollarıydı. Yapım izni 1856'da verilen Köstence-Çernovada ve İzmir-Aydın hatları ise Rumeli ve Anadolu'da inşa edilen ilk demiryolları oldu. GARANTİLİ SİSTEM Osmanlı demiryolu politikasının en önemli özelliği demiryollarının inşa ve işletilmesinin bir imtiyaz olarak şirketlere verilmesidir. Kilometre garantisi denilen sistemle demiryolu şirketlerinin karları, Osmanlı devletince garanti altına alınıyor, şirketlerin garanti edilen karın altında kar etmeleri halinde aradaki farkı devlet ödüyor, doğacak farkı ödemek için de vilayet öşürlerini karşılık gösteriyordu. Böylece her demiryolu imtiyazının verilmesi yeni bir borçlanmaya yol açıyordu. Borçlar, demiryolu politikasının belirlenmesinde önemli bir etkendi. Osmanlı, ya borç karşılığında bir imtiyaz veriyor ya da borç istediğinde yeni bir imtiyaz isteğiyle karşılaşıyordu. Osmanlı’nın mali yön-

Çatısında çıkan yangınla bir kez daha gündeme gelen Haydarpaşa Garı, demiryolunun ve beraberinde emperyalizmin bu topraklara girişinin simgesi oldu den sıkıntısını bilen Avrupalı devletler de bu durumdan faydalanmaya çalışıyorlardı. Böylece demiryolları, ülkenin kendi çıkarlarına göre değil, aralarında önemli rekabet olan emperyalist devletlerin ekonomik, siyasi, askeri çıkarlarına göre belirlenmiştir. Demiryolu imtiyazları sadece kilometre garantisi ile sınırlı değildi. Hattın geçeceği devlet arazisi şirkete bedelsiz devrediliyor, şirket hat boyundaki devlet ormanlarını ve taş ocaklarını hiçbir bedel ödemeden kullanabiliyor, demiryolunun kenarlarında 40–45 kilometrelik şeritler içindeki petrol de dahil bütün madenleri işletme hakkına sahip oluyordu. Yine demiryolu yapımı, bakımı ve işletilmesi için gereken malzeme gümrüksüz olarak ithal ediliyordu.

Osmanlı Devleti’ndeki yoğun demiryolu yapımları esas itibarıyla II. Abdülhamit döneminde Düyun-u Umumiye İdaresi’nin kurulması ile başlamış; İdare, teminat gösterilen vergilere el koyarak, onları şirketlere aktarma işini gönüllü olarak yerine getirmiştir. İdarenin devreye girmesinden sonra garantili büyük karlar sağlamayı hedef alan demiryolu şirketleri, Osmanlı'nın sömürgeleştirilmesi sürecinde önemli bir etken olmuşlardır. BAĞDAT DEMİRYOLU Bu demiryolu projelerinden en ünlü ve etkileri açısından en önemli olanı Bağdat demiryolu hattıdır. Bağdat demiryolu, sadece bir demiryolu olmanın ötesinde çıkacak dünya savaşı öncesi Avrupa ülkelerinin

Osmanlı toprakları üzerindeki iktisadi ve siyasi nüfuz çatışmalarını yansıtan önemli bir örnek olaydır. O dönem Osmanlı’nın içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik şartlar Almanya ile yakın ve kalıcı ilişkiler kurulmasını kolaylaştırdı. 1888’de Anadolu demiryollarının inşa ve işletme imtiyazı Deutsche Bank’a verildi. 1898’den sonra imtiyazı yine Almanlara verilecek olan Bağdat demiryolu ise, o tarihe kadar yabancı sermayeye sunulan en büyük demiryolu yatırımı olacaktı. Hat, yabancı sermaye rekabetinin artmasına zemin hazırladığı gibi, siyaset alanında da çekişmelere yol açtı. Demiryolunun Almanlara ihale edilmesi İngiltere ve Rusya’yı rahatsız etti. Zamanla diğer Batılı devletlerin de gelişmelere müdahil olmak istemesi yüzünden

proje, devletler arasında bir rekabet ve mücadele konusu haline geldi. İlk planda İstanbul'dan (Haydarpaşa İstasyonu) İzmit'e demiryolu hattı döşendi ve Bağdat demiryolunun da ilk başlangıcı olarak kabul edildi. 1889'da hattı Ankara’ya kadar uzatmak için Deutsche Bank'ın sermayesini sağladığı Anadolu Osmanlı Demiryolu Şirketi kuruldu. Raylar, Ocak l893'te Ankara'ya, yeni bir imtiyaz ile de l896’da Konya'ya ulaştı. Böylece Almanlar, 19. yüzyılın sonlarında Haydarpaşa'dan Konya'ya yaklaşık 1.000 km’lik bir demiryolu hattını döşediler. Hattın, Konya'dan Bağdat’a, oradan Basra'ya kadar uzatılması konusunda da anlaşma sağlandı ve 1903'te de hattı inşa etmek için Osmanlı Bağdat Demiryolu Şirketi kuruldu. Ancak 1908’de

“DEMİRYOLU KOMÜNİST İŞİ” Cumhuriyet döneminde ulaşımda demiryoluna ağırlık veren politikalar DP iktidarı ile birlikte terk edilmiş, Marshall yardımları ile karayollarına dayalı bir ulaştırma sistemine geçilmiştir. 1950–60 arası dönemde toplam 24 bin km olan karayolu uzunluğu 42 bin km’ye çıkarken yeni yapılan demiryolları ise sadece 224 km’dir. Üstelik karayolu yapımı, yolcu taşıma maliyeti daha yüksek olduğu halde. 1980'e kadar karayollarına yatırım yapan hükümetler, Özal iktidarı ile birlikte otobanlara yöneldi. Bir otoban yapımını incelemeye giden Özal, Japonya ve Avrupa’yı örnek göstererek demiryolu hatlarının ne zaman iyileştirileceğini soran gazetecilere “Demiryolları komünist işi” cevabı vererek tercihinin gerekçesini anlatmıştı. Bu ulaşım politikaları sonucunda, 2000’lerde karayolu uzunluğu %80 artarken, demiryolu sadece % 11 artmıştır.

Yurdu demirağlarla örenler Osmanlının geniş topraklarına yayılan demiryolları ülkede ekonomik, toplumsal dönüşümler yaratırken beraberinde işçi sınıfının yeni evlatlarını ve onların sınıf mücadelesini de getirdi. Grevler demiryollarından eksik olmadı smanlı topraklarına demiryol-

O larının girmesiyle beraber hatırı

İstanbul’un Anadolu’ya açılan kapısı umhuriyet döneminde bavullu

C insan manzaralarıyla İstanbul’a

göçün simgesi olan Haydarpaşa Garı, İstanbul'un Anadolu'ya açılan ilk kapısıdır. Gara adını veren Haydar Paşa’nın, III. Selim’in paşalarından, Selimiye Kışlası'nın yapımında emeği geçen paşa olduğu da söylenir, Kanuni döneminde yaşamış, padişahın Üsküdar’daki Kavak Sarayı’nı inşa etmiş mimar Koca Haydar Paşa olduğu da. İstanbul-Bağdat demiryolu hattının inşası kapsamında, Haydarpaşa başlangıç noktası olarak kabul edilir, Anadolu Demiryolları’nın sıfır noktası olur. Günümüzde demiryolu trafiğinde de bu konumlandırma geçerlidir, Haydarpaşa sıfır noktasıdır. 30 Mayıs 1906 tarihinde Dikimevi mevkindeki eski garın yerine yapımına başlanan Haydarpaşa Garı, Otto Ritter ve Helmut Cuno adlı Alman mimarlar tarafından inşa edilir, 19 Ağustos 1908 tarihinde de tamamlanıp hizmete girer. İstanbul'un işgaliyle, işgal kuvvetlerinin eline geçen gar, askeri bir birim olarak kullanıldığı I. Dünya Savaşı sırasında Anadolu'ya sevk edilmek üzere deposunda bulunan

cephanelere 6 Eylül 1917 günü yapılan bir sabotajla çıkan yangın sonucu hasar görür. Yangınla birlikte garda harekete hazır bekleyen ve gara girmekte olan cephane ve asker dolu çok sayıda vagon da yok olur. Garın o tarihlerdeki adının Enver Paşa Garı olduğunu da not etmek gerek. Özgün kuleleri de bu yangında yok olan gar, uzun yıllar yıkık kuleleri ile hizmet vermeye devam eder kuleler ancak 1928’de yenilenir. 1976 yılında geniş çapta onarıma alınan garın dört dış cephesinin ve iki kulesinin restorasyonları 1983’de tamamlanır. 15 Kasım 1979’da mendireğin açığında akaryakıt yüklü bir tankerin bir gemi ile çarpışması sonucu meydana gelen patlama ile binanın vitrayları hasara uğramış ve aslına uygun olarak onarılmıştır. 2004 yılında çıkartılan bir yasayla gar ve liman arazisi otel/alışveriş merkezinden oluşacak bir rant alanına dönüştürülmek istenmekte. Böylece halkın kullanımına açık, yaşayan bir tarihi bina sadece üst gelir grubuna yönelik bir alan haline gelecek. Göçle gelen yoksulun geçtiği kapı da kapanacak.

sayılır bir miktara ulaşan demiryolu işçileri, talepleri, direnişleri, grevleriyle Osmanlı’da en radikal tavrı gösteren işçi kitlesi olmuştu. Anadolu ve Bağdat hattında çalışan işçilerin ücretleri düşük, çalışma saatleri uzundu. Üstelik bu yıllarda hayat pahalılığının hızla artması gerçek gelirlerini sürekli düşürüyor, durumları her geçen gün daha kötüye gidiyordu.

İLK DİRENİŞLER Şirketin 1899 yılında çalışma koşullarıyla ilgili olarak çıkardığı, öğle yemeği gibi gereksinimlere ayrılan zamanların ücret dışı olduğu, yağmur, kar gibi işçinin iradesi dışında çalışmanın durduğu durumlarda ücretlerin derhal kesileceğini belirten genelge durumu açıkça ortaya koymakta. Demiryolu işçileri, ilk dönemlerde ücretlerin ödenmemesi, geç ödenmesi veya işten çıkarmalar gibi nedenlerle direnişe geçmişler, örneğin; Haydarpaşa-İzmit demiryolu yapımında çalışan bir grup işçi, taşeron tarafından işten çıkarılınca, demiryolunu tahrip etmiş, Yarımburgaz-Ömerli demiryolu yapımında iş bırakan bazı işçiler raylar üzerine kurdukları çadırlarda üç hafta boyunca oturma eylemi yaparak yapım çalışmalarına engel olmuşlardı. Direnişler, açığa alma ve işten çıkarmalarla kontrol edilmeye çalışılıyordu. DEMİRYOLU İŞÇİLERİ ÖRGÜTLENMEYE BAŞLAR İşçilerin ilk örgütlenme deneyimleri, yardım sandıkları türünden başlamış olup 1895 yılında Anadolu Demiryolları Yardım Sandığı kurul-

muştu. Sandık, 13 Ağustos 1908’de de sendikal örgütlenme özelliği taşıyan Anadolu Bağdat Demiryolları Memurin ve Müstahdemin Cemiyet-i Uhuvvetkaârisi’ne öncülük etmiştir. Cemiyet, demiryollarında çalışan farklı millet ve dinden işçi, memur ve müstahdemin ortak örgütü olması özelliğiyle önemlidir. Cemiyet, kuruluşundan birkaç gün sonra çektikleri telgraflarla ücretlerin arttırılması yönündeki taleplerini dile getirdi. Ancak işçilerin telgraf metnine, “Osmanlı olsun olmasın bütün kapitalistlerin mülkünü kutsal saydıklarını” ilave ettiklerini belirtmek gerek. ŞİRKETİN ZAM TEKLİF OYUNU, HÜKÜMETİN BASKISI DEVREDE Başlayan görüşmelerde cemiyet, sendikanın şirket tarafından işçiişveren ilişkilerinde tek yetkili örgüt olarak tanınması, yılda bir kez ikramiye ödenmesi, sağlık giderlerinin şirket tarafından karşılanması, işgününün kısaltılması, pazar gününün tatil olarak kabul edilmesi, yılda dört hafta ücretli izin gibi isteklerini de dile getirdi. Ancak İttihatçılar ve işverenler için işçiler imkansızı istiyordu: “İşçilerin istek listesinde öyle kişisel ve öyle ekonomik talepler var ki Avrupa’da sosyalistlerin bile bunları talep etmeye dili varmaz.” Görüşmeler sonuçsuz kalınca 14 Eylül’de işçi ve memurlar greve başladı, grev komiteleri oluşturuldu. Grev devam ederken, şirketin maaşlı personele zam ve ikramiye vermeyi kabul etmesi, grev komitesinin bölünmesine yol açtı. Demiryolu çalışanları arasında etnik açıdan bir işbölümü oluşmuştu ve çok büyük ücret farklılıkları mevcut-

Y›l 1903. ‹flçiler demiryolu yap›m çal›flmas›nda tu. Üst düzey görevler genellikle Avrupalılara veriliyor, orta kademede Osmanlı, Rum ve Ermeniler, kalifikasyon gerektirmeyen işlerde Müslüman Türk işçiler çalışıyordu. Hıristiyanlardan oluşan sendika yönetimi, denetimi kaybedeceklerinden korkarak grevi sona erdirmek istemişler, Türk işçiler ise sendika yönetiminin kendilerini işverene teslim ettiğini düşünerek, grevi sürdürmek istemişlerdi. Şirketin zam teklifi hükümetin baskıları ile birleşince zam teklifinde bir miktar artış sağlanarak grev sona erdirildi. Ancak cemiyet bütün diğer isteklerinden vazgeçmek zorunda kaldı. Nitelikli yabancı ve Hıristiyanların haklarında önemli düzeltmelere yol açarken, Müslüman ve niteliksiz

yerli işçilerin durumunda bir değişiklik olmaması örgüte olan güveni sarstı, bölünmenin temellerini oluşturdu. İşçilerin grevleri kimi zaman silahlı çatışmalar şeklinde de sonuçlanıyordu. 1908’den sonra Aydın demiryolu grevlerinde işçiler ve askerler arasında kanlı çatışmalar olmuş, Develi istasyonundaki çatışmada bir işçi ölünce hükümet İzmir’e asker göndermiş, Enver Paşa da grevi sonlandırmak için bizzat bölgeye gitmişti. 1919 ve 1922 yılları arasında da işgal altındaki İstanbul’da gerçekleşen 19 grevin tamamına yakını ulaştırma sektöründe, özellikle de demiryolu şirketlerinde gerçekleşmiştir.


14

SPOR 10 Aral›k 2010 / 23 Aral›k 2010

Halk›n Sesi

Polisin vazifesi belli Aralık Cumartesi oynanan Beşiktaş-Bursaspor maçında çıkan olaylar sonrası gündem futbol açısından epey yoğunlaştı. Gözaltına alınanlar, yaralananlar, -sonrasında 7 Aralık günü iki taraftar tutuklandı- gazete başlıkları, futbol ve şiddetle ilgili bir sürü haber… Futbolla alakası olan olmayan neredeyse herkes konu hakkında bir söz söyledi. Bütün spor yazarları ve birçok köşe yazarı maç sırasında çıkan olayları ve yaşananları kınadı. Sanki ilk kez yaşanıyormuş gibi. Ne ilk kez yaşandı bu olaylar, ne de bu gidişle son olacak. Bir ay önce “Sporda Şiddet Yasası” çıkarılması için meclise önerge verildi ve herkes bu yasanın geç kaldığını söyledi. Yasa çıksa ne olacak peki? Gerçekten de caydırıcı olacak mı? Tabii ki de hayır. Spor sadece rekabet, hırs, para olarak görüldüğü sürece ne çıkarsa çıksın hiçbir şey değişmez, kavgalar ve şiddet sürer. Bedava bilet verip stada holigan getiren, çetevari örgütlenmeler yaratan kulüp yöneticileri olduğu Yılmaz sürece hiçbir şey Bozkurt değişmez. Beşiktaş yöneticisi Yıldırım Demirören’in Kadıköy “Bursaspor taraftarı Halkevi gelmesin İnönü’ye” demesi bile şiddete davettir, bir şiddetin başlangıcıdır. Şiddet olayları daha önce sadece haber olarak yer alıyor, neredeyse hiç tartışılmıyordu. Tartışılsa bile eski futbolcular, eski teknik direktörler veya hakemler kendi aralarında çay sohbeti gibi tartışıyorlardı. Oysa bu sorun yıllardan beri var ve sadece Süperlig’de cereyan etmiyor. Amatör küme maçlarına kadar futbol maçlarında tabiri caizse kan gövdeyi götürüyor. Hatırlasınız belki geçen sezon Bank Asya Ligi’nde Kocaelispor- Kartalspor maçında bir Kartalspor taraftarı yaralanmıştı. Olayın ardından, Kocaelispor taraftarlarının Kartal deplasmanına gelmesini düşünün. Ya da olayların yaşandığı maça giden biri olarak ben anlatayım size. Küfürler, maç sonrası olaylar, kırılan camlar, polisin meşhur saldırısı. Buna benzer örnek çok aslında. Deplasmana gelen taraftarlar oraya maç seyretmeye değil gövde gösterisi yapmaya gelir gibi geliyor. Kulüp yöneticilerinin maçlar öncesinde yaptığı ve önceki maçtan kalan gerilimi tırmandıran açıklamalar, olayların büyümesinde etkili oluyor. Sonra ‘taraftarlar birbirine girdi’, ‘maç sonrası olaylar yaşandı’ deniliyor. Bu suç taraftarın değil. Suç rekabette, parada, güçte. Ne denir ki başka. Beşiktaş – Bursaspor maçına dönelim. Medya, olayların hemen sonrasında boy boy kareler sundu izleyicilerin, okurlarının karşısına. Medyada gösterilen bu kareler gerçekten eleştirmek için miydi? Yoksa daha fazla kine sebep olması için mi? Sizce hangi etkiyi daha fazla yarattı? Medya patronları daha çok kan resmi çekilmesi için özel bir çaba harcıyorlar adeta ve toplum içinde var olan geçim sıkıntısı, yoksulluk gibi derin sorunların önlenemez ve kör bir şiddet şeklinde ortaya çıkmasına aracılık ediyorlar. Öfke patlamasının hedefi ise rakip takım taraftarı oluyor. Beşiktaş- Bursaspor maçında çıkan olaylarda emniyeti eleştiren az oldu. Almadığı önlemleri pek kimse dillendirmedi. Maçta bu tür olayların olacağı biliniyordu ama emniyet güçlerinin daha önemli işleri vardı o gün. Öğrenci Kolektifleri Ankara’dan, İstanbul’da başbakanın rektörler buluşması sırasında gerçekleştireceği foruma geliyordu. Genç-Sen Dolmabahçe’ye yürüyordu. E tabii onların oradaki varlığı Beşiktaş – Bursaspor maçında yaşanacak olaylardan çok daha tehlikeliydi. Başbakanları oradaydı. Rektörlerle toplantı yapıyorlardı. Kimin umurunda ölen bir taraftar olmuş. Yaralanan olmuş. Kolektifçileri İstanbul’a sokmadılar, dövdüler hastanelik ettiler. Genç-Sen’lileri Dolmabahçe’de dövdüler. Asıl büyük ödül buydu emniyet için.

4

Barça’nın ‘temeli’ sağlam ünyanın en büyük maçları arasında gösterilen Barcelona-Real Madrid maçı, teknik direktörler Mourinho ile ivme yakalayan Real Madrid için tam bir kabus oldu. Bütün maç Barcelona’nın hakimiyetinde geçti ve Barcelona beklenenin aksine çok rahat bir galibiyet aldı. Maçın Barcelona ile Real Madrid’ten çok Real Madrid’in teknik direktörü Jose Mourinho ile Barcelona arasında geçeceği belliydi. Mourinho’nun, Barcelona ile arasındaki düşmanlığı bile kendini överek açıklaması, yıllar önce Chelsea’nin başındayken, Barcelona ile yaptığı maçın akabinde ‘Hakemin (Collina) satıldığına’ yönelik sözleri unutulmuyordu. Bu nedenle maçın ardından herkes, Mourinho’nun ne diyeceğini bekledi. Ve Mourinho, belki de ‘ilk kez’ bir konuşmasında kendine pay çıkarmayarak ‘Barcelona’nın tamamlanmış bir ürün olduğunu, Real Madrid’in ise zaman zaman iyi oynasa da böyle olmadığını’ söyledi. Mourinho’nun tamamlanmış ürün dediği Barcelona’nın altyapısı La Maisa, takımın harcamalarından oldukça büyük bir pay alıyor ve altyapı okulunu 15 takım oluşturuyor. Bu takımlara genç oyuncuların kiralandığı 30 kadar pilot kulüp de ekleniyor. La Maisa, Nou Camp’ın hemen yanında bulunan konutlardan oluşuyor. İspanya’nın ve dünyanın çeşitli yerlerinden Barcelonalı yetenek avcıları tarafından bulunan 7-8 yaşlarındaki çocuklar burada yaşamaya başlıyorlar ve Barcelona’nın oyun anlayışı ile eğitiliyorlar. Teknik direktör Guardiola eski hocası ve şu anda Katalan Milli Takımı’nı çalıştıran Johan Cruyff’la birlikte Barcelona’ya yerleşen bu eğitimi

D

Barcelona, 29 Kasım’da Real Madrit’i 5-0 yendi. Galibiyetin sırrı Barça’nın yıldız oyuncularında değil...

Hakkari’ye Metin Oktay Kütüphanesi alatasaray taraftar grubu

G Tekyumruk, Hakkâri

şöyle anlatıyor: “Cruyff bize topu çok çabuk nasıl dolaştırarak baskılı oynayabileceğimizi öğretmişti. Sadece çok özel teknik becerisi olan futbolcuları oynatırdı. Bugün de futbolcu ararken bu özelliklere bakılıyor.” Guardiola’nın anlatımı tam da 5-0 biten Real Madrid maçını özetliyor. Barcelona’nın Real Madrid’den en önemli farklarından biri istikrar. Son 20 yılda sadece 10 teknik direktörle çalışan Barcelona’nın aksine Madrid, bu sürede 24 hoca değiştirdi. R.Madrid, sürekli hoca değiştirerek ‘Yıldızlar karması’ oluşturmak için her sezon dev transferler yaparken Barcelona, çocukluklarından itibaren birlikte yaşayan futbolculardan bir yıldızlar kar-

ması oluşturdu. Bu karma Barcelona’yı dünya devi yaptığı gibi Dünya Kupası’nı alan İspanya’nın omurgasını oluşturdu. Bu istikrar, zamanla takımın tamamına hakim oluyor. Barcelona teknik ekibindeki Guardiola ile birlikte yardımcısı Francesco "Tito" Vilanova di Bayó ve antrenör Guillermo Amor Martínez Barcelona altyapısından çıkan eski futbolcular. Diğer antrenörlerden Zubizaretta ve Luis Enrique ise uzun zaman Barcelona’da oynadı. Barcelona, birbirine sıkı sıkıya bağlı futbolcuları ve teknik ekibi –ve elbette çoğunun Katalan olması sebebiyle ait oldukları ortak kültür- sayesinde hocalarını da kendi içinden çıkarmaya başladı. Böylece takım

gençliğinden itibaren kulübün içinde olan kimseler tarafından yönetilmeye başladı ve hala bu şekilde yönetiliyor. Bugün Barcelona orta sahasının beynini oluşturan Xavi, ilk kez A takıma çıktığında ‘Yeni Guardiola’ olarak lanse edilmişti. Guardiola tipi orta saha olmakla kalmayan Xavi yanına gelişkin ofansif özelliklerini de katarak Guardiola gibi bir efsane oldu. Barcelona’nın bugün geldiği nokta, Xavi futbolu bıraktığında altyapıdan ‘Yeni bir Xavi’ çıkmasını ve Xavi’nin önce altyapının sonra da Barcelona’nın başına geçmesini gerektiriyor. Eğer tarihte bir kırılma olmazsa sürekli kusursuzluğa doğru giden Barcelona’yı izlemeye devam edeceğiz.

Çimenli Köyü İlköğretim Okulu’na Metin Oktay Kütüphanesi kuruyor. Tekyumruk Taraftar grubunun 15 Kasım’da başlattığı kampanya 5 Ocak 2011’e kadar devam edecek. Taraftar grubu, topladığı kitapları 7 Ocak günü kendi elleriyle Hakkari’nin Çimenli Köyü İlköğretim Okulu’na teslim edecekler. Kitaplar, ilköğretim öğrencileri için olacak. Katılmak için iletisim@tekyumruk.com adresine e-posta gönderebilir.

Engellileri Beşiktaş hatırladı Aralık Dünya Engelliler günü,

3 Türkiye’deki büyük klüpler

arasında Bedensel Engelliler Şubesi’ne sahip olan ilk kulüp olan Beşiktaş tarafından kutlandı.

İkinci ve üçüncü ligi İddaa yönetiyor Spor Toto, haftada 3,5 milyon kişinin oynadığı bahisleri ve 8 milyar doları denetliyor. Spor Toto ve bağlı şirketler, bahis pazarında hızla büyürken parayla birlikte sporu da yönlendiriyor ürkiye’de bahis oyunlarını denetleyen

T kuruluş olan Spor Toto, Türkiye Futbol

Süper Ligi’nin isim haklarını alırken amaçlarının, yabancı bahis şirketlerini devre dışı bırakmak olduğunu söylemişti. Spor Toto daha önce yasak olan bahis oyunlarının büyüyen pazarına el atarak yılda 8 milyar dolarla dünyada resmi bahis piyasalarında üçüncü duruma geldi. Her hafta 3,5 milyon kişinin resmi olarak bahis oynadığı bahis pazarını Spor Toto denetliyor. 2004 yılında kurulan “İddaa” ilk resmi bahis şirketi olurken, 2008 yılında yeni düzenlemeler yapıldı. Yabancı şirketlerin internet üzerinden oynamasını da yasaklayan Spor Toto, kazandığı paraların yarısını kendi kasasına atarken diğer yarısını da spor kulüplerine hediye ediyor. Spor Toto şu an Türkiye’de Nesine,

Söylentiye dayal› provokatif tarz›yla ‘çakma’ haberlere imza atan Zaman gazetesi için haber önerisi...

Yumurtan›n seyir defteri

YUMURTA, makam› mevkii yok

BDDK Baflkan› Tevfik Bilgin

ÖSYM Baflkan› Ünal Yar›ma¤an

Tuttur, Oley, Misli ve Bilyoner isimli özel bahis şirketlerine bayilik veriyor. Nesine’yi Doğan, Tuttur’u Saran, Oley bahis sitesini ise Doğuş holding yönetiyor. Misli ise Şansal Büyüka’nın oğlu Hazar Büyüka’nın Yönetim Kurulu Başkanı olduğu bir şirket… Futboldaki parayı yönlendiren bahisin futbol oyununu yönlendirmesine örnek olarak 2. ve 3. ligdeki maçların hafta içi öğlen saatlerinde oynatılması gösterilebilir. Nitekim Göztepeli taraftarlar kasım ayının son haftasında 2. ve 3. lig maçlarının İddaa’da yer alması için hafta içi öğlen saatlerine alınmasını protesto etti ve bu uygulamaya karşı bir kampanya başlattı. GÖZ GÖZ’DEN ‹DDAA ‹SYANI Göztepeli taraftarların yaptığı basın açıklamasının bir bölümü: “Türk futboluna

hizmet etmeyi bir kenara bırakıp, İddaa gelirlerini ve İddaa oyuncularını düşünen, Türk futbolunu ikinci plana atan Türkiye Futbol Federasyonu’nu protesto ediyoruz. Türkiye’de Spor Toto 2. lig ve 3. lig lig olmaktan çıkmış ve sadece İddaa adlı oyunun maşası haline gelmiştir.” Hafta içi İddaa gelirleri, Süperlig ve Bankasya Ligi’ndeki maçları hafta sonu oynandığı için düşüyor. Bu yüzden 2. lig ve 3. lig’de maçlar hafta içi saat 13.30’da oynanıyor. Böylece 13.30’daki maçlara kupon yapan İddaa oyuncuları için akşam oynanacak olan maçlara da kupon yapabilmesi için gerekli zaman dilimi ayrılıyor. 13.30’da kupon yapan İddaa oyuncusunun oynadığı maçlar 15.30 civarında bitiyor ve İddaa oyuncusu akşamki maçlar için de yeni kupon yapacak zamanı buluyor.

Polis, ö¤rencileri ‘severek’ dövdü

Alyona m›yd› fleyin ad› neydi ki?

Baflbakan rektörlerle buluflurken Ankara’dan ‹stanbul’a gelen ö¤renciler Kurtköy giflelerinde polisin sald›r›s›na u¤rad›. Sald›r› sonucu 30 ö¤renci yaraland›. AKP’li Hüseyin Çelik, sald›r›n›n ard›ndan ö¤renciler için “Onlar bizim can›m›z, ci¤erimiz” dedi.

Milli Savunma Bakan› ve AKP ‹zmir Milletvekili Vecdi Gönül, ‹zmir’in Bergama ‹lçesi’nde bulunan, bir kültür ve tarih miras› olarak kabul edilen ancak bölgeye yap›lacak olan Yortanl› Barajgölü’nün sular› alt›nda kalmas›na AKP’lilerce izin verilen Allianoi için “Alyona m›yd›, fleyin ad›?” dedi.

Sanayi ve Ticaret Bakan› Nihat Ergün

Sabanc› Holding CEO’su Ali Sabanc›

AKP Milletvekili Egemen Ba¤›fl

Anayasa Mahkemesi Baflkan› Haflim K›l›ç

Anayasa Komisyonu Baflkan› Burhan Kuzu


KÜLTÜR SANAT

15

10 Aral›k 2010 / 23 Aral›k 2010

Halk›n Sesi

Özlemle an›yoruz... 30 Kasım, yönetmen Ahmet Uluçay’ın hayatını kaybedişinin 1. yılı. Basit fikirlerden büyük filmler çıkaran yönetmen kısıtlı olanaklara rağmen çektiği filmlerle onlarca ödül almıştı. Son uzun metraj filmi "Bozkırda Deniz Kabuğu" hala Ahmet Uluçay’ın yönetmen dostlarınca tamamlanmayı bekliyor

Frida ve Diego

Kara Gök Kara Deniz

Meksika kültürüne damga vuran eserleriyle 20. yüzyılın efsane çifti haline gelen Frida Kahlo ve Diego Rivera'nın eserleri, Türkiye'de ilk kez Pera Müzesi'nde sergilenecek. Çiftin Meksika dışında çok az sayıda sergilenen en önemli eserlerinden oluşan 40 yapıt, 20 Mart 2011'e kadar ziyarete açık kalacak.

Türk asıllı Norveçli yazar İzzet Celasin’in, Norveç'te en iyi siyasi roman seçilen 'Kara Gök, Kara Deniz'i Türkçe’ye çevrildi. Kanlı 1 Mayıs 1977 olaylarıyla başlayan romanda, liseli bir gencin dünya görüşünün toplumsal olaylardan etkilenerek şekillenmesi anlatılıyor.

ist‹LA... Farklı disiplinlerden gelen 9 sanatçının kentsel dönüşüm ve İstanbul’un yağmalanması temasıyla ürettiği kavramsal, soyut ve belgesel çalışmalar bir sergide bir araya geldi. istİLA isimli sergi, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Dış Karakol Binasında 18 Aralık’a kadar izlenebilir.

Atlı Tomofil: Bir yok oluşa tanıklık Atlı Tomofil Fotoğraf Sergisi, nesiller boyu farklı kültürlerin bir arada yaşattıkları, ancak günümüzde unutulmaya yüz tutmuş ustalıklardan faytonculuğun yok oluşunu tarihe not düşüyor. GONCA fiAH‹N otoğrafçı Nursel Özkan ve Erol Yılmaz, bir yıl boyunca objektiflerini Türkiye’nin son fayton ustası Mustafa Serin’in atölyesine çevirerek bir faytonun aylar süren üretim sürecini fotoğrafladı. Bu fotoğraflar aynı zamanda faytonun bitiminden kısa süre sonra kentsel dönüşüme kurban giderek yıkılan atölyenin de son görüntüleri oldu. Proje, yok olmaya yüz tutan fayton geleneği ve kentlerin kar hırsıyla dönüşümü üzerine. Serginin sahiplerinden Nursel Özkan ile sohbet ettik. Özkan, projenin ortaya çıkışını şöyle anlatıyor: “Bu proje ile amacımız, ölmekte olan el sanatlarından biri olan faytonculuğu, kentsel dönüşüm ve kâr hırsının yıkıcı-postmodernist bir anlayışla nasıl yok ettiğini vurgulamaktı. Elsanatlarını/ustalarını ve onların üretim yerleri olmakla birlikte tek geçim kaynağı olan küçük üretim atölyelerinin yok edilmelerine ilişkin karşı duruşu oluşturabilmek, hak ettikleri değeri onlara az da olsa yansıtabilmek; diğer yandan İstanbul’un tek ve son fayton ustası Mustafa Usta ve onun el sanatı olan faytonculuğu görsel ve yazılı belgeye dönüştürebilmek.” Faytonculuğun döşemesinden fenerine, tekerleğinden güneşliğine kadar her detayı ayrı bir ustalık istiyor. Fayton imalatına yönelik İstanbul’da geriye kalan tek usta ise serginin baş kahramanı, 1933 Bulgaristan doğumlu, 1935 yılında Türkiye’ye göçmüş Mustafa Serin. Özkan’ın anlatımıyla “Mustafa

F

Serin’in ustası, Ermeni Kirkor Usta’nın çırağı olan Nazmi Usta’dır. Fayton iskeleti keserken sıçrayan bir demir ile gözünü kaybeden Nazmi Usta, Kadıköy’de Kirkor Usta’nın yanında fayton yapmaya başladığında henüz 12 yaşındaymış. Nazmi Usta, 33 yaşında Büyükada’da ilk atölyeyi açmış. Geçmişte, Haldun Taner Tiyatrosu’nun bulunduğu yer sebze haliymiş ve önünde at arabaları ve faytonlar iş almak için sıra beklerlermiş. Kadıköy’de ayrı bir sektör olan “faytonculuk” bir zamanlar fayton ustası Kirkor Balyozyan, Saraç İbrahim Gürgönül ve Turan Örnek, Yemci Zino ve Laki Pavlidis Kardeşler, Nalbant Nuri Usta ve Ömer Dönmez, yedek parçacı Yusuf Hepal, Çinici Quant ve Arto Kasaryan ile farklı kültürlerin bir arada yaşamasını da barındırıyormuş.” ATÖLYE YIKILIYOR Seneler içinde faytonculuk benzer el sanatlarının kaderini paylaşır ve unutulmaya yüz tutar. Mustafa Usta’nın 1955 yılından beri kullandığı, serginin hazırlık sürecinde de fotoğraf çalışmalarının büyük bölümünün mekanı olan Merdiven/Kadıköy’deki atölye ise bulunduğu arazi Vakıflar’a ait olduğu için kat karşılığı inşaat firmasına verilmesi sonucu 2009’un sonlarında yıkılır… Sergideki fotoğraflar, 50 yıllık bu atölyenin son ve belki de tek fotoğrafı olma özelliğiyle de tarihe not düşüyor. Çalışma; 2009 yılı Nisan ayında başlayarak, yaklaşık bir yıl boyunca Mustafa Usta’nın bir faytonu bitirmesini belgeliyor ve atölyesinin yıkılmasına dek sürüyor. Projede,

Son Fayton ustası Mustafa Serin’in dilin den: “3 Paytonun her kısmını seviyorum her yerini yapmak ayrı bir zevk ve keyif. En üzüldüğüm şey yaptığım paytonlardan birinin Burgaz Ada'da çıkan yangında yanması... Yangın çıktığında bir eyvah dedim bir eyvah dedim!!!!! " Mustafa Usta’dan başka onun ustası Adalar’daki Nazmi Usta ve Yalova’da yaşayan Türkiye’deki tek ‘Fayton Sepeti Ustası’ Ali Usta ile de fotoğraf çalışmaları yer alıyor. TANRILARIN VE GÜNEfi‹N ARABASI FAYTONLAR Efsaneye göre fayton, adını Güneş Tanrısı Helios’un oğlu Phateon’dan alıyor. Phateon, babasının her gün güneşi arkasına alarak kullandığı atlı arabayı sürerken, Tanrı Zeus tarafından yıldırım çarptırılarak öldürülür. O tarihten bu yana atlı arabaların adı Phateon olarak kalır. Halk dilinde fayton

değil de payton denmesi belki de bundandır. MUSTAFA USTA’NIN D‹L‹NDEN: "Bir daha dünyaya gelsem yine payton ustalığı yapardım,böyle bir dükkanım olsun isterdim. Yıkılmasaydı dükkanım, kömürden doğal gaza geçirecektim tesisatı. Dükkanı boşalt dediklerinde ‘elimde üç araba işim var’ dedim. ‘Kiraya zam yaparız’ dediler ve yaptılar da. Dükkan boşaltma yazısı geldi denildiğinde; söyledim ‘bahara kadar izin yapılsın’. İhbarname eski eve gelmiş, biz sonraları gördük. İfade vermem istendi. 15 gün izin süresi verildi. Elim kolum

kırıldı. İçim sıkıldı... Tek çalışınca Payton yapımı uzun sürer, 6 ay kadar. Hanım yardım edince 52 günde yapıp çıkarırdık bir paytonu. Paytonun her kısmını seviyorum her yerini yapmak ayrı bir zevk ve keyif. En üzüldüğüm şey yaptığım paytonlardan birinin Burgaz Ada'da çıkan yangında yanması... Yangın çıktığında bir eyvah dedim bir eyvah dedim!!!!! " Özkan, yıkım sonrası durumu şöyle anlatıyor: “Şu anda atölyenin yerine iki bloklu binalar dikilmiş vaziyette. Yıkım sonrası gittiğimizde yeri tanınmayacak kadar değişmişti. Bir yıl boyunca paytonun (Mustafa Serin hep payton der)

her aşamasını görüntülemeye çalıştık. Mustafa Amca’nın sağlık durumuna göre bazen haftada bir bazen de ayda iki kez kendisini ziyaret ettik. Yaşı ve sağlığı itibariyle sıkça hastalanıp çalışamıyordu ama çalışınca da gözleri ışıl ışıldı. Atölyenin yıkılmasından sonra iki kez anjiyo olmuş, bize söylediği " üzüntüden hasta olmuş" Mustafa Usta, hala bir yerlere saklamaya çalıştığı malzemeleriyle yeni bir atölye kurup yeni ‘paytonlar’ yapma umuduyla beklemekte...” Nursel Özkan ve Erol Yılmaz’ın Atlı Tomofil isimli fotoğraf sergisi 12 Aralık’a kadar Caddebostan Kültür Merkezi’nde görülebilir.

Son durak Eskişehir ve Kocaeli ayıs ayında İstanbul, Ankara ve İzmir’de

M eşzamanlı gösterimlerle başlayan 5.

Uluslararası işçi Filmleri Festivali yıl boyunca Anadolu’nun çeşitli kentlerini dolaştı. 2010 yılının son durakları ise Eskişehir ve Kocaeli. İzmit’te festival 4 Aralık günü Halk Eğitim Merkezi salonunda düzenlenen açılışla başladı. Açılış öncesinde kent merkezinde gerçekleştirilen yürüyüş ile Kocaeli halkı festivale davet edildi. Yürüyüş sırasında festivalin de simgesi olan maket araba üzerinde ellerinde meşalelerle yürüyen Karagöz ve Şarlo ilgi odağı oldu. Açılışta ilk olarak, Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencileri tarafından gerçekleştirilen, işçilerin güvencesizliğini ve mücadelesini konu alan ve kapitalizmin eleştirisinin yapıldığı bir perfor-

mans gerçekleştirildi. Açılış gecesi, festival komitesinden Selim Işık’ın konuşmasını ardından Dario Fo'nun Japon Kuklası oyununun sahnelenmesi, Fatih Pınar'ın Tekel İşçileri ve

Ankara Halkevi Sahnesi ilk oyununu sahneledi

nkara Halkevi Sahnesi, yaklaşık bir yıl önce sokaktaki çığlığı kendi seslerine katıp sahneye koymak için çıktıkları yolda yoğun ve yorucu çalışmaların ardından ilk oyununu sahneledi. 1950’li yıllarda geçen “8 Kadın” adlı polisiye oyun, 15. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali kapsamında seyirciye merhaba dedi. Hazırlıkları süren iki oyundan biri olan “8 Kadın”, 30 Kasım akşamı Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Gösteri Merkezi’nde sahnelendi. Yaklaşık iki buçuk saat süren oyun boyunca seyirciler merakla oyunun çözülmesini ve katili tahmin etmeye çalıştılar. Ankara Halkevi Sahnesi oyuncularının iki

A

Konfeksiyon işçilerini hikayeleyen belgesellerin gösterilmesiyle devam etti. 3 farklı yoksulluk hikayesini konu alan Kahpe Devran isimli kısa filmle gece sona erdi. Festival merkez, mahalle, köy, fabrika ve üniversite gösterimleri ile sürecek. Eskişehir’de ise festival 11 Aralık Cumartesi günü Taşbaşı Kültür Merkezi'nde yapılacak açılış etkinlikleriyle başlayacak. Festival afişleri, kentin bir çok noktasında bulunan bilboardlardaki yerini alırken belediye otobüslerine ve tramvay duraklarına da asılan afişlerle Eskişehir halkı festivale davet ediliyor. Festivalin açılış gününe kadar, Eskişehir'in dört bir yanında yapılacak broşür dağıtımlarıyla, festival hazırlıkları devam ediyor.

buçuk saat süren sahne performansının ardından 15. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali komitesi, ekibin yönetmeni Çiğdem Özer’e gecenin anısına çiçek ve plaket verdi. Festival komitesi yetkilisinin 15. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali kapsamında bu oyunu Ankaralılar ile buluşturan Ankara Halkevi Sahnesi’ne teşekkürünün ardından gece son buldu. Ankara Halkevi Sahnesi şimdi de “8 Kadın” adlı oyunu Halkevi şubelerine oynamaya hazırlanıyor. Bunun yanı sıra hazırlıkları süren “Dudağımda Karanfil Kanaması” adlı oyun da aralık ayının sonlarına doğru sahneye konulacak.

Kürtçe müziğe yeni bir soluk Bir süredir internetteki müzik sitelerinde dolasan Kecaperî (Perik›z›), Baranek Diyarbekir (Diyarbekir Ya¤muru), Çav Derya(Deniz Gözlü) flark›lar›n›n yorumcusu Jan Arslan'in ilk albümü EvînPerwer yay›nland›. Kürtçe pop-rock müzik yapan Arslan’›n albümünde flehir yanl›zl›¤›, aflk, hüzün ve kaybolmuflluk temalar› ön plana ç›k›yor. Albümde yer alan 12 flark›dan 10 tanesinin sözleri Jan Arslan imzal›; iki flark›n›n sözleri ise ünlü iki Kürt flairi Cegerxwin ve Bro Omeri’nin fliir-

lerinden al›nm›fl. Albümün prodüktorlü¤ünü yapan Ayhan Evci’nin besteledi¤i Jîn flark›s› d›fl›ndaki tüm flark›lar›n besteleri de Jan Arslan’a ait. Arslan albümdeki flark›lar›n dilini Kürtçe’nin saf, bozulmam›fl hali olarak tan›ml›yor. Rumen as›ll› Alman flark›c› Maria ile “Kengî” adl› flark›da düet yapan Arslan’›n albümüne Tobi Hang, Gilberto Torres, Olaf Gödecke, Martin Drees, Chris Harms, Tobias Heinshon gibi müzisyenler de katk›da bulundu.


SOKAĞIN SESİ

ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ

10 Aral›k 2010 / 23 Aral›k 2010

16 Halk›n Sesi

SORUfiTURMALAR, HAP‹S CEZALARI, POL‹S COPU K‹FAYETS‹Z

‹stanbul’da polis barikat›na direnen Kolektifçiler tüm engellemelere ra¤men Büyük Üniversite Forumu’nu yapt›.

Ankara, Eskiflehir ve ‹zmir’den gelen ö¤renciler Kurtköy’de polisin önce kuflatmas›na sonra sald›r›s›na maruz kald›.

Gençlikle başa çıkamıyorlar Başbakanın rektörlerle buluşmasına davetli olmayanlar kendi üniversite hayallerini sokakta konuşmak istedi. Onların itirazı AKP’nin planlarını bozunca devreye polis copu ve gazı girdi ''Sizi böyle bir toplantıya davet mi ettik de geliyorsunuz? Bizim şimdi gençlerle de toplantımız olacak ama biz, kusura bakmayın elinde sopayla, taşla, molotofkokteyli ile yumurtalarla gezen gençlerle toplantı yapmayız'' (Başbakan Erdoğan) "Çok vahim olayların olacağı istihbaratı alınmışsa biber gazı nihai olarak kullanılabilir. ...Üniversitelerde bu işi meslek edinmiş kadrolu öğrenciler var. Bu çocukların giydiği montlar bile aynı" (AKP Gnl Bşkn Yrd. Hüseyin Çelik) “Öğrencilerimiz ne kadar ileri gideceklerini bilmiyor" (YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan) Bu sözlerde AKP'nin üniversiteyi bir türlü teslim alamamaya duyduğu öfke var. Üniversitelerin yönetimlerini YÖK ve Cumhurbaşkanı'nın yaptığı atamalar sayesinde AKP'ye yakın isimlerden oluşturan, yasal düzenlemelerle üniversitelerdeki öğretim üyelerini yola getirmeye çalışan iktidar, üniversitenin temel unsuru olan öğrenci gençliği bir türlü susturamıyor. Üstüne üstlük bu 'isyankar çocuklar' üniversitenin neoliberal dönüşümünü sağlayacak ‘reform’ sürecini habire baltalıyorlar. 4 Aralık günü Kabataş'ta, Dolmabahçe'de, Çamlıca Gişeleri'nde inip kalkan coplar, sıkılan gazlar, savrulan tehdit ve küfürler son bir gayretin göstergesiydi. Soruşturmalarla, hapis cezalarıyla yıldıramadıkları öğrencileri bu sefer dizginlerinden boşanmış bir şiddetle durdurabilme, susturup sahneden indirebilme gayretinin. Fakat sonuç değişmedi. Beşiktaş'ta Yıldız Yokuşu'ndan iskeleye doğru flamaları, trampetleri ve sloganlarıyla yürüyen üniversiteliler, Kurtköy'de kol kola girerek polis barikatının üstüne yürüyen üniversitelilerin söylediği gibi "AKP'den hesabı gençlik soracak"tı.

Tam 4 milyon liseli

Genç Umut

DIfiARDA KALANLAR BULUfiTU 4 Aralık Cumartesi günü İstanbul'da toplantının yapılacağı Dolmabahçe'nin çevresinde ve Büyük Üniversite Forumu'na katılmak üzere yola çıkanların durdurulduğu Çamlıca Gişeleri'nde öğrencilere dönük polis saldırısı AKP'nin demokrasi maskesini düşüren önemli bir olay olarak şimdiden toplumsal belleğe kazındı. Başbakan'ın ilki 27 Kasım Cumartesi, ikincisi 4 Aralık Cumartesi günü gerçekleşen rektörler buluşmasının sessiz sedasız geçmesi elbette düşünülemezdi. Fakat üniversitelerin konuşulduğu bu toplantıya çağrılmayanların da söyleyecek sözü vardı. Öğrenci Kolektifleri "Tayyip rektörleri, Kolektif seni çağırıyor" diyerek üniversitelileri rektörler buluşmasının gerçekleştiği Dolmabahçe Sarayı'nın hemen yanına çağırıyordu. Büyük Üniversite Forumu düzenlemeye hazırlanıyordu.

“Genciz genç” diyerek çıktık yola. Eğitim sistemi üzerinde sürekli yapılan değişikliklere karşı hep birlikte karar verdiğimiz 5 talebimiz için bir imza kampanyası başlatıyoruz. Liselerimiz üzerinde yaşanan dönüşümlerin dersaneleri, ölümüne yarışılan sınavları, okulda toplanan paraları, gerici, piyasacı, cinsiyetçi eğitimi ortadan kaldırmadığı çok açık. “Devlet büyüklerinin” bir araya geldiği her toplantı sonucu okulda toplanan paraların miktarı daha da artıyor, sınav sistemi değiştirilerek dersaneye bağımlılık arttırılıyor. Bizlerin ne ulaşım sorunu, ne beslenme sorunu çözülüyor. Laboratuarları olmayan okullar, kalabalık sınıflar ortadayken bilimsel, nitelikli eğitimden söz etmek mümkün olmuyor. Liselerimiz, eğitim hayatımız ve geleceğimiz üzerine alınan kararlar gösteriyor ki “her şey öğrenci için” diyenler yalan

Rektörler ve başbakan kapalı kapılar ardında üniversitenin geleceğini konuşurken dışarda toplantıya davetli olmayanlar buluşacaktı. Öğrenciler, öğretim üyeleri, aydınlar ve sanatçılar da 'sokakta' üniversitelerin geleceğini konuşacaktı. Foruma Ankara, Eskişehir ve İzmir'den de öğrenciler gelecekti. Fakat 4 Aralık günü sabah saatlerinden itibaren Dolmabahçe civarı polis tarafından bir savaş alanına çevrildi. Kabataş’ta buluşan Genç-Sen’liler Akaretler’de buluşan Gençlik Muhalefeti üyeleri toplantının yapıldığı Dolmabahçe’ye yürümek istedi. Fakat polisin saldırısıyla engellendiler. Beşiktaş Yıldız Yokuşu'nda toplanan Öğrenci Kolektifi üyeleri de forumu gerçekleştirecekleri Özgürlük Meydanı'na yürümek istedi fakat polis tarafından engellendi. Öğrencilerin kararlı duruşu sonucu polis yolu açtı ve öğrenciler sloganlarla Beşiktaş yönüne doğru yürüyüşe geçti. Renkli meşaleler-

söylüyor. Yani “çocuk sandıkları biz gençler” bu yalanların hiçbirine kanmıyoruz. Bizler bu kadar sorunla boğuşurken AKP bir gün FATİH projesi “tokadını” yüzümüzde patlatıyor bir gün “düz liseleri ortadan kaldırıyoruz bakın şimdi hepiniz eşit oldunuz” diyor. Darbenin getirdiği zorunlu din dersini kaldırmak bir yana, Milli Eğitim Şurası’nda alınan karar din derslerinin saatini arttırıyor. Bu ülkede tam 4 milyon liseli genç var. Bizlere söz hakkı tanımadan kararlar alan 4 kişiye; Milli Eğitim Bakanı’na, YÖK Başkanı’na, ÖSYM Başkanı’na ve Tayyip Erdoğan’a karşı 4 milyon genç. Yapılan her değişiklikle kobay olarak görüyorlar ya bizi... Hani her yaptıklarını robot gibi kabul edeceğimizi sanıyorlar ya... Toplamaya çalıştıkları her para ile bizi müşteri yerine koyuyorlar ya... Yanılıyorlar. Biz bu ülkenin

le, trampetlerle yürüyüş boyunca atılan sloganlarla üniversiteliler susmadı. Beşiktaş Özgürlük Meydanı’na yaklaşıldığında polis tekrar öğrencilerin yolunu kesti. Polis barikatı önünde yaklaşık 45 dakika bekleyen üniversiteliler kendi yaptıkları şarkılarla, çaldıkları ıslıklarıyla polis barikatının önünde kararlı duruşlarıyla coşkularını hiç kaybetmediler. Üniversiteliler sloganlarla konuşmalarla bu barikatı da kaldırttılar ve meydana girdiler. Meydanda üniversiteliler söz alarak yaşadıkları sorunları, nasıl bir üniversite istediklerini anlattı. Foruma katılan Doç. Dr. Kerem Cankoçak bir konuşma yaparak üniversitelilerin yanında olduğunu söyledi. Kerem Cankoçak’ın ardından tutuklama cezası alan öğrencilerden birinin babası söz alarak “Başbakan yasaklar yasaklanmalı diyor ama en büyük yasak olan YÖK’e dokunulmuyor” diyerek öğrencilerin yanında olduğunu vurguladı. Forum

sonunda İlkay Akkaya “Ben her zaman sizin yanınızdayım” diyerek Çav Bella marşını seslendirdi. Marş esnasında bütün öğrenciler ayağa kalkarak hep bir ağızdan Çav Bella’yı söylediler. ‹STANBUL S‹ZE YASSAK İstanbul'da buluşmaya katılabilen öğrenciler barikatları aşa aşa forumlarını gerçekleştirirken Ankara, İzmir ve Eskişehir'den yola çıkan öğrenciler ise anayasal hakları olan seyahat özgürlükleri ellerinden alınarak İstanbul'a alınmadı. Büyük Öğrenci Forumu'na gelmek için 3 otobüsle yola çıkan yaklaşık 150 üniversiteli, sabah saat 08.00 civarında Çamlıca Gişeleri'nde polis tarafından durduruldu. Otobüsteki üniversitelilere Genel Bilgi Taraması (GBT) yapan polis, üniversitelilerin dışarı çıkmasına, tuvalete gitmesine dahi izin vermedi. Otobüsü neden durdurduklarını söylemeyen polis, nedeni sorulduğunda hiçbir gerekçe sunmadan "İstanbul'a girmeniz yasak" dedi. Üç otobüs, polis eşliğindeKurtköy Mehmetçik Vakfı tesislerine girdi. Tesise varır varmaz öğrenciler aşağı indi. Polisler otobüsten inen üniversitelilere biber gazı ve coplarla saldırdı. Aşağı inemeyen üniversitelilerin olduğu otobüslere de biber gazı sıkıldı. Polisin vahşice saldırısının sonunda 2 öğrenci bayıldı ve hastaneye kaldırıldı. Saldırının ardından, polisler otobüslere ‘belgeleri eksik’ diyerek el koydular. Saat 10.00'dan 12.30'a kadar polis ablukası altında bekleyen üniversiteliler daha sonra İstanbul'a yürüme kararı aldı. Ancak yürümeye başlayan üniversitelilere polis tekrar biber gazlarıyla ve coplarla saldırdı. Polisin coplu saldırısı sonucu yaklaşık 30 öğrenci çeşitli yerlerinden yaralandılar.

gençleri, geleceğin ta kendisiyiz. Çizdikleri sınırların ötesine geçeceğiz. Liselerimizde, sokaklarımızda, ülkenin dört bir yanında bir araya geleceğiz. Sesimiz sığmayacak alanlara. Sınıflarımızda, sokaklarımızda, meydanlarımızda yükselteceğiz taleplerimizi, şimdi harekete geçme zamanı. Şimdi imza toplama zamanı. Acil talepler için imza ver Duyanlar duymayanlara anlatsın. Türkiye’nin dört bir yanında başlayacak olan imza kampanyasına katılmak için www.gencumut.org adresinde bulunan imza föyüne ulaşabilirsiniz. Sorularınız için iletisim@gencumut.org mail adresinden iletişim kurabiliriz. Şehir meydanlarında, okullarda açılacak stantlarda imza verebilir, arkadaşlarınıza da imzalatmak için föy alabilirsiniz. Böylece imza kampanyamız yaygınlaşır, sesimiz ve taleplerimiz herkese ulaşır.

Nedir bu taleplerimiz? 1. Liselerde herkese sağlıklı, parasız bir öğün yemek verilmesini 2. Okullarımıza gidip gelirken ulaşımın parasız olmasını 3. Okullarımızda kayıt, tebeşir, spor, temizlik vs. diyerek ailelerden toplanan paraların son bulmasını 4. Sürekli değişen, bizi

kobay yerine koyan, sınavlarla dershaneye mahkum eden bir eğitim modeli değil; en geniş katılımlı, bilimsel, demokratik bir eğitim modelinin oluşturulmasını 5. Nitelikli bir eğitim için öğretmenlerimizin kölelik şartlarında değil kadrolu, güvenceli ve bilimsel çalışma koşullarında çalışmasının sağlanmasını istiyoruz.

Her şehir isyanı duydu stanbul’da yaşanan

İ saldırıların ardından

Türkiye’nin farklı şehirlerinde dayanışma sesleri yükseldi. Saldırının ardından ilk protesto Kocaeli’nde bizzat Kurtköy’de rehin alınan öğrenciler tarafından gerçekleştirildi. Çamlıca gişelerinde durdurularak İzmit’e kadar polis kordonunda geri götürülen öğrenciler, İzmit’e geldiklerinde otobüslerinden inerek eylem yaptı. Yaklaşık 45 öğrencinin Merkez Bankası önündeki eylemi polis tarafından engellenince polisle arbede yaşandı. 10 öğrenci gözaltına alındı. Öğrenciler ertesi gün serbest bırakıldı. Saldırının ertesi günü Antalya Kışlahan’da toplanan Akdeniz Üniversitesi Öğrenci Kolektifleri bir basın açıklaması yaptı. İstanbul’da 5 Aralık günü Öğrenci Kolektifleri, TKP'li Öğrenciler, Gençlik Muhalefeti ve Emek Gençliği Galatasaray Meydanı’nda buluşup Taksim Tramvay durağına yürüdü. Eskişehir’de, Öğrenci Kolektifleri, Emek Gençliği, Gençlik Muhalefeti, TKP ve Genç-Sen 5 Aralık’ta bir basın açıklaması yaparak yaşanan polis terörünü protesto etti. Saat 15.00’de Eskişehir İl Sağlık Müdürlüğü önünde toplanan üniversiteliler, Adalar Migros önüne kısa bir yürüyüş gerçekleştirdikten sonra burada bir basın açıklaması yaptı. Aynı gün Ankara’da da Öğrenci Kolektifleri, Gençlik Muhalefeti ve TKP’li Öğrenciler polis terörünü protesto etti. Öğrenci Kolektifleri adına açıklamayı yapan üniversiteli, Kurtköy’de yapılan polis müdahalesinde gözaltına alınan Miraç Ekrem Efe’nin gözaltına alınırken çekilen resimleri ile gözaltı sonrası getirildiği Adli Tıp’ta çekilen resimlerini basına dağıttı. Açıklama, “Bunlar AKP’nin ileri demokrasisinin ürünüdür. İstanbul’da yaşanan polis terörünün ürünüdür. AKP’nin ürünüdür. Üniversiteliler mücadelelerine tüm baskılara rağmen devam edecekler” sözleriyle noktalandı.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.