SAYFA
2
Kendi medyan› kendin yap Köprü Yerine Yaflam Platformu internette seslerini duyurmak için bir blog sayfas› kurdu
SAYFA
6
Karadenizin sabr› taflt› HES projelerindeki ›srar Karadenizliyi yaylalarda HES’çileri kovalayacak kadar öfkelendirdi
SAYFA
13
‘Padiflah›m çok yafla’ Erdo¤an’›n Konya’da gördü¤ü karfl›lama, Padiflah› selamlama törenlerini hat›rlatt›
SAYFA
14
Son sar› yaprak... Ankara’y› bir ahtapot gibi saran Gökçek ailesi, Ankaragücü’nü bo¤mak üzere
24 Aral›k 2010 • 1 TL
Y›l 5 • Say› 122
Hakk›n› arayan iflçiye, susmayan gençli¤e tahammülleri yok
AKP ‘tehlike’nin farkında
‹ktidar yumurtaya tak›ld› kald›. Tüm yandafllar›yla gençli¤e sald›r›yor. Balyozlar›n v›z geldi¤i iktidar yumurtayla sars›l›yor
‹ktidar›n bu h›rç›nl›¤› Tekel direniflinden, itfaiye iflçilerinin, doktorlar›n ve eczac›lar›n eylemlerinden de hat›rlan›yor
2010’da, iktidar›n›n k›r›lganl›¤›n› gösteren gerçek muhalefet tehditlerinin tad›na bakan AKP’yi daha zorlu bir y›l bekliyor
‘Biz zaten yoksuluz’ Kot kutlama iflçileri ‘sa¤l›k ve sosyal güvenlik hakk›’ diye halihaz›rda yararland›klar› ‘yoksullara’ yönelik yasal düzenlemelerin önlerine getirilmesine karfl› Ankara’ya gitti S. 9
Yumurtadan yana m›s›n›z? Yumurtaya karfl› m›s›n›z? Bu soruya verece¤iniz yan›t hangi tarafta oldu¤unuzu göster YOL YAZISI S. 3
Dosya: 2010 Yetmez ama idare eder Halk›n Sesi 2010 y›l›nda hem egemenler hem de muhalefet cephesinden ak›lda kalanlar› derledi. S. 12
Halkın Sesi tüm okurlarına iyi yıllar diler Tekel direnifliyle bafllayan 2010’u Taksim zaferinden ve gençlik hareketinden al›nan umutla geride b›rak›yoruz
Toplumsal muhalefetin yükseltti¤i talepler kurultayda CHP’nin vaatlerine dönüfltü. CHP’nin bu vaatleri gerçeklefltirmesinin önündeki engel yine kendisi
2010’u nas›l an›msayaca¤›z? Dünyada y›la damgas›n› vuran 10 olay› hat›rlat›yoruz S. 5
S. 4
Ferda Koç / Sayfa 4
Faruk Eren / Sayfa 7
Kürtlerin sol çözümü
Yüreklerin kula¤› sa¤›r
Çocu¤unuza duydu¤unuz sevgiyi piyasalaflt›ranlar, göçmen iflçi düflmanl›¤›n› körükleyecek yay›nlar yapmakta sak›nca görmüyor S. 10
2011, AKP’ye teslim olmayanlar›n, yüre¤i eflitlik, özgürlük, bar›fl için atanlar›n yüzünün güldü¤ü bir y›l olsun
41 vaat yerine getirilebilir mi?
Dünya 2010’u isyan ile uğurluyor
‘Anneler dikkat!’
Yumurta nelere kadir? Ö¤renci Kolektifleri’nden bir ö¤renci, Sendika.Tv’de kat›ld›¤› canl› yay›nda sorulan sorular üzerine yumurtal› eylemleri flöyle özetledi: “Ak› AKP’ye, sar›s› ‘sar› solculara’ gelsin” S. 3
Tufan Sertlek / Sayfa 9
Y›lmaz Bozkurt / Sayfa 14
Askeri yaflamak ...
Sovyetler ve futbol
Mülkiyeliler tek ses Burhan Kuzu protestosu sonras› AKP’nin hedefi haline gelen Mülkiye’nin, hocas›, mezunu, ö¤rencilere sahip ç›k›yor S. 11
2
MEDYA 24 Aral›k 2010 / 6 Ocak 2011
Halk›n Sesi
AKP’nin yumurtayla imtihan› - Ö¤renci Kolektifleri
Kendi medyanı kendin yap
“Y
Köprü Yerine Yaşam Platformu internette kurduğu bir blog sayfasıyla üçüncü köprüye karşı mücadelenin sesini kendi olanaklarıyla sanal dünyada duyurmayı başardı
eter, çok konuştunuz! TV ekranlarını, billboardları, yüksek katlı çirkin binalarınızla kentlerimizi işgal ettiniz! Şimdi de üniversiteyi işgale geldiniz! Ama yeter! Burada sen susacaksın, biz konuşacağız! Nasıl konuşacağımıza da biz karar vereceğiz! Biz yumurtayla konuşmaya karar verdik! Sizinle sizin anladığınız dilden konuşmaya karar verdik! Üniversite sınırlarında bizim kurallarımıza göre oynayacaksın! Geliyorsan yumurtayı kafana yemeyi göze a-la-cak-sın! Sonra da tıpış tıpış gide-cek-sin!” Onların derdi yumurta değil. Birilerinin karşı çıkmasına tahammül edemiyorlar. Konuşmaya çalışanın ağzını kapat, başını kaldıranı copla, çok yazarsa hapse at! AKP’nin “ileri demokrasi”sine hoş geldiniz! O kadar kudretlidir ki bu insanlar bir anda seni sahneden silip atacaklarına inanırlar ve inandırırlar. Yumurtayı biz keşfetmedik. 1700’lerden beri ezilenler, beğenmediği yöneticilere karşı kullanırlar. Bir nevi “ezilenlerin dili”dir yumurta. Ama biz AKP’nin o kudretli görünümünün arkasındaki zavallılığı “yumurta”nın nasıl da gözler önüne serdiğini keşfettik! Artık yumurta AKP’ye karşı üniversitesini savunan gençlerin “dili” olmuştur. Egemenleri bir korkudur sardı. Burhan Kuzu protestosunu destekleyeninden karşı çıkanına kadar hepsi “yumurta atmayı” eleştirdi. Demokratik protestolarda yumurta kullanılmazmış diye buyurdu efendiler. Orada bir dakika duracaklar! Nasıl protesto edeceğimizi onlardan öğrenmeyeceğiz! Amacımız da protesto etmek değil, amfilerden kovmak! Amacımız AKP’yi önce amfilerden, sonra bu ülkenin her bir köşesinden temizlemek. Kirlettiler her tarafı! Dillerinde ağızlarına yakışmayan “demokrasi”, “özgürlük” laflarıyla pis işlerinin üstünü örtmeye çalışırken kandırdıkları da oldu! Cemaatlerin kucağına attığı yoksullar da… Ama bizi kandıramadılar! Korkuttukları, sindirdikleri oldu. Korkudan sessizce küfretti insanlar yıllarca. Dişini sıktı. Haksızlıkları gördükçe susmaya alıştı. Koca bir ülkeyi “onursuzlaştırmaya” giriştiler! Onlarca soruşturma, ceza ve dayakla sindirdiler. Ama bizi korkutamadılar! Bu ülkenin onurlu genç erkek ve kadınlarını kandırmaya “ileri zeka”ları yetmedi. Bizi sindirmeye “İleri demokrasi” leri yetmedi. Gaflet içinde geldikleri SBF’de hak ettikleri karşılamayı kendilerine hazırladık. Yumurta şenliğimizin özel konuğu Burhan efendiydi. Faşizmin anayasasını “demokrasi” diye yutturmaya kalkan şarlatan “akademisyen”! Milyonların sesi olduk. Dereleri satılan köylülerin, evleri yıkılan yoksulların, üniversiteye alınmayan yoksul gençlerin, saatlerce çalıştırılan güvencesiz işçilerin, okulları muhbir yuvasına dönen liselilerin, yok sayılan Kürtlerin, iki defa ezilen kadınların ve piyasanın kucağına terk edilmiş üniversite öğrencilerinin! İnsanların evlerini alabilirsiniz. İnsanların cebindeki son kuruşu alabilirsiniz. İnsanların işini elinden alabilirsiniz. Ama insanların umutlarını yok etmeye çalışırsanız… İşte o zaman öfkesine katlarsınız! Eminiz ki 15 dakika içinde yok edilmeye çalışılan umutlar yeniden yeşerdi. İftiralar art arda geliyor ama inandırıcı değiller! Bu ülke gençliğini, egemenlerin siyasetinin pisliğine zerre bulaşmamış gençliğini yaftalamaya çalışırken iyice saçmalıyorlar, kah “bölücü” ilan ediliyoruz, kah “darbeci”… Biz ilan edelim kendimizi: Biz Kolektifçiyiz! Üniversitesini, ülkesini AKP’ye bırakmamaya söz vermiş üniversitelileriz! Bugün sizi korkudan titreten, yarın sizi hak ettiğiniz yere, tarihin çöplüğüne gönderecek olan halkın haklı mücadelesinin en ön safında yer alan gençleriz. Bir yumurtayla ülke sarsılır mı? Neden korkuyorlar bu kadar? Biz söyleyelim : Bir yumurta ülkeyi sarsmaz ama sarsılabilirliğini gösterir! Umudunu yitiren binlerce insana umut olur. Kafasını kuma gömenlerin gözlerini açar. Şartlarımızı söyledik, yerine getirirlerse atmayacağız yumurta : 1)Tayyip efendi özür dileyecek üniversitelilerden! 2)Harçlar kaldırılacak! Ama merak etmesinler, talepler gerçekleşinceye kadar daha atacak çok yumurtamız, tertipleyeceğimiz çok şenlik var!
Sendika.Org sosyal ağlarda
S
ınıf hareketinin internetteki adresi Sendika.Org, görünmeyenleri daha çok kişiye gösterebilmek, sesi duyulmayanların sesini daha çok duyurabilmek için twitter ve facebook’ta. Sosyal paylaşım ağlarının bilgi akışındaki etkisinin giderek arttığı bir dönemde Sendika.Org’da parçası olduğu internetin farklı mecralarını kullanarak okurlarına ulaşmayı hedefliyor. Twitter’da sendika_org, Facebook’ta Sendika.Org yazıp aratarak Sendika.Org sayfalarına ulaşabilirsiniz. Yayınlanan tüm haberleri, makaleleri, yazıları, çevirileri, dosyaları ve söyleşileri hızlı bir biçimde ve yakından takip edebilirsiniz. Sendika.Org’a ilişkin görüş ve önerilerinizi, bilgi@sendika.org adresine ulaştırabilirsiniz.
İ
nternet dünyası sunduğu olanaklarla bazen sınıf mücadelesini anlatmanın etkili bir aracına dönüşüyor. Herkesin rahatlıkla ulaşabilmesi, kolay kullanım özellikleri ve kimi olanaklarının parasız olması, interneti geniş kitleler tarafından kullanılabilir hale getiriyor. Kendi içinde sınırlılıkları olmakla beraber ezilenlerin sesini duyurması açısından önemli olan bu aracı mücadeleyi örgütlemek için kullananlar var. İstanbul’da 3. boğaz köprüsünün yapılmasına karşı çıkan kurumların oluşturduğu 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu basit ama kullanışlı olan bir internet teknolojisini seslerini duyurmak ve haberleşmek için kullanıyor. Kopruyerineyasam.blogspot.com platformun miting çalışmalarında etkili kullandığı bir site oldu. Platformun yaptığı eylemler, yayımladığı bildiriler, katıldığı etkinlikler bu blog sayfasından takip edilebiliyor. Sayfayı ziyaret edenler platform için hazırlanan videoları izleyebiliyor, çalışmalara destek veren aydın ve sanatçıların listesini görebiliyor. Eylem takvimine ulaşabiliyor. Ezilenlerin kendi medyasını yaratma deneyimi açısından oldukça anlamlı olan blogu yapanlardan Engin Boncuk’la bu ‘alternatif medya’ deneyimini konuştuk. Üçüncü köprü çalışmaları için blog kullanma fikri nerden aklınıza geldi? 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu, 2007 Mart ayında, Sarıyer Halkevi ve TMMOB Orman Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nin çağrısıyla kuruldu. Bu süreç içinde platform köprünün daha önceki güzargahı olarak açıklanan Tarabyaüstü
Blog nedir? Türkçe’ye a¤ günlü¤ü olarak çevrilen blog, teknik bilgi gerektirmeden, insanlar›n kolayca ve kurallara ba¤l› olmadan oluflturabildikleri, günlü¤e benzeyen web sitelerine deniyor. Genellikle güncelden eskiye do¤ru s›ralanm›fl yaz› ve yorumlar›n yay›mland›¤› Bloglar tüm dünyada kurumlar›n ve yürütülen sosyal kampanyalar›n arac› olarak bulunuyor. Bugün Türkiye’de 15 milyon blog bulunuyor.
Mahallesi’nde, Sarıyer'de ve daha sonra da Beşiktaş'ta çok parlak eylemler gerçekleştirdi ve gerek bu eylemler gerekse 3’üncü köprü karşıtı muhalefet basında yoğun ilgi görmeye başladı. Bu hareketlilik içinde daha sonra bir web sitesine dönüştürmek üzere bir blog hazırlama fikri oluştu. Ne kadar zamandır var bu blog? Bloga ilk giriş, 11 Ekim 2009 Beşiktaş eylemiyle başlıyor, "Rant değil insanca yaşam" başlığıyla yer alan bu haberde 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu bileşenleri tarafından Beşiktaş meydanında yapılan eylemin fotoğraf ve ayrıntıları yer alıyor. Bloga daha sonra "Boğaza değil kardeşliğe köprü" başlığıyla duyurulan "Barışa Köprü Ol" kampanyası ve 28 Mart 2010 tarihinde 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu
tarafından Hacıosman-Parkorman arasında gerçekleştirilen ve 1000'den fazla insanın katıldığı "İnsan Zinciri" eyleminin çağrı, haber ve fotoğrafları da eklendi. Blogda neler var? Giren bir kişi neleri görmüş öğrenmiş oluyor? Şu anda miting için kullandığımız Blogta 26 Aralık mitingi çağrı metni, 20 Aralık’ta gerçekleştirdiğimiz son basın toplantısı metni, mitinge destek veren sanatçı, aydın, akademisyenlerin listesi, Sine-Sen’in desteğiyle hazırlanan "geniş aile" ekibinin miting çağrı videosu, Ayazma mağdurları tarafından hazırlanan "ayazma benim dünyam" ve şişelenmiş suyun öyküsünü anlatan kısa filmler var. Blog’u ziyaret eden birisi 26 Aralık mitingi öncesi düzenlenen etkinliklerin, söyleşi ve panellerin bu konudaki radyo ve televizyon programlarına ilişkin
bilgileri de rahatça görebiliyor. Miting çalışmalarında blogu nasıl ve neler için kullandınız? Bloğu güncellenme fikri 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu tarafından yaz ayları boyunca sürdürülen Kadıköy mitingi çalışmalarında yeniden canlandı. Platformun miting için bir blog oluşturma kararını varolan blogu güncelleyerek daha pratik bir biçimde çözdük. Miting çalışması sırasında bloğun okunma istatistikleri ciddi oranda yükseldi. 26 Aralık Kadıköy mitinginin İstanbul, Marmara ve hatta tüm Anadolu'yu kapsayan bir içeriğe sahip olması ve platform bileşenlerinin ortak bir mail listesinden haberleşmeleri nedeniyle blog miting çalışmalarının derli toplu görünmesi için çok kolaylaştırıcı bir etkide bulundu.
Etkisi ne oldu sizce. Yani sizin gibi hak mücadelesi veren isimlere blog kullanmayı tavsiye eder misiniz? Bloğun birçok siteye link olarak verilmesi mitingle ilgili gelişmelerin duyurusunu kolaylaştırdı. Ayrıca mitingle ilgili bilgi almak isteyen herkese kolaylıkla kaynak olarak gösterilebiliyor. Kimler yürüttü bu blog çalışmasını. Aranızda nasıl bir iş bölümü vardı? Sarıyer Halkevi ve Orman Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’ndeki arkadaşlar yürüttü. Grubun e-posta listesine gelen mesajlardan yararlandık. Aslında blogda e-posta listesine atılan bilgi ve yazışmaları haberleştirerek derli toplu hale getirdik. Böylece bir seferde ihtiyaç duyduğumuz her türlü bilgiye rahatlıkla ulaştık.
Dikkat haberlerde karartma var! B
irbirleriyle her zeminde çatışan düşman kardeşler iş kirli savaşa gelince hemen aynı saflarda birleşiyor. Aralarındaki çıkar kavgası herkese aşikar olan AKP ile Doğan Medya Grubu bir süredir Kürt illerinde yapılan polis-jandarma katliamlarını karartan haberlere imza atıyor Doğan Medya gurubu içinde en keskin AKP karşıtı haberlere imza atan Vatan gazetesi bugün (19 Aralık pazar) Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde gerçekleşen eylemde BDP İlçe Başkanı’nın ifadesine göre emniyet müdürlüğü tarafından atılan el bombası sonucu yaşanan karmaşayı okurlarına ‘sebebi bilinmeyen bir patlama’ olarak duyurdu. Vatan gazetesinin internet sitesine giren ilk haberde 'BDP eyleminde patlama' başlığıyla 'eylemde sebebi
bilinmeyen bir patlama yaşandığı' ifade edildi. Olayda üç kişinin yaralandığı bildirildi. Diyarbakır'ın Silvan İlçesi'nde BDP’lilerin 19 Aralık cezaevi katliamını protesto yürüyüşü sırasında patlama meydana geldi. Kitlenin Silvan İlçe Emniyet Müdürlüğü önünden geçtiği sırada meydana gelen patlamada 5 kişi yaralandı. BDP ilçe başkanı da patlama sonrası olayın failinin Silvan Emniyeti olduğunu belirtti. Haber Vatan gazetesinde önce ‘sebebi bilinmeyen bir patlama’ olarak duyuruldu. Daha sonra ise bu haber içeriği tamamen değiştirilerek önce ‘Diyarbakır karıştı’ daha sonra ise “Bu gençlerin hali ne olacak başkanım” başlığıyla duyuruldu. Diyarbakır’da yapılan 19 Aralık protesto eyleminde olaylar çıktığı anlatılarak
polisin Baydemir’e ettiği sitem manşete çıkartıldı. Yeni haberde Silvan’daki patlamaya ise yer verilmedi. Benzer bir karartma ve dezenformasyon girişimi de Hakkari'nin Yüksekova İlçesi'nde Devrimci Yurtsever Gençlik Meclis Sözcüsü Sedat Karadağ'ın vurulmasında yaşanmıştı. Karadağ Yüksekova’da jandarma tarafından yapılan yol denetiminde başından vurulmuştu. Olay yaygın medyanın neredeyse tamamında 'Yüksekova'da garip intihar girişimi' başlığıyla verilmiş, Karadağ’ın jandarma tarafından üst araması yapılmak istenirken kendini vurduğu duyurulmuştu. Olayın bir yargısız infaz olduğunun anlaşılmasından sonra bu haberin doğrusunu anlatan aksi yönde bir haber medyada kendisine yer bulamamıştı.
CHA bir öğrenciye bir içkiye dayanamıyor Y
andaş basının AKP’ye-polisecemaate destek çıktığını bildirdik de işi eline sopa alıp polisle beraber öğrenci dövecek kadar ileri götüreceğini bilemezdik. Bu ‘ileri habercilik’ olayına Başbakan’ın rektörlerle buluştuğu 4 Aralık günü İstanbul’a sokulmayan öğrencilerin Mehmetçik Vakfı Dinlenme Tesisleri’nde yaşadığı polis saldırısında tanık olundu. Cemaate yakınlığıyla bilinen Cihan Haber Ajansı (CHA) sadece manipülatif haberler yaparak yandaşlık görevini icraa etmiyor. Bazen doğrudan bazen de dolaylı olarak faşist-polis saldırılarında görev alıyor. 1994 yılında kurulan Türkiye’nin 81 ilinden ve 250’den fazla ilçesinden haber servisi yapan ajans Gülen cemaati’ne yakınlığıyla biliniyor. Ajansın genel müdürü Abdülhamit Binici zaman gazetesinde köşe yazarı. Gülen hakkında 2000 yılında DGM tarafından açılan örgüt davasında CHA’da cemaatin kontrolündeki medya kuruluşu olarak tanımlanmıştı. Bu ajansın son bir aydaki parlak icraatlarından en çarpıcı olanı 4 Aralık günü, İstanbul’da gerçekleşecek Büyük Üniversite Forumu’na gelmek üzere yola çıkan fakat Çamlıca gişelerinde ve Mehmetçik
Vakfı Dinlenme Tesisleri’nde polis saldırısına maruz kalan Ankaralı öğrencilerin başına gelenlerdi. Dinlenme tesisinde önce rehin alınan daha sonra saldırıya uğrayan öğrenciler, haber amacıyla orada bulunan CHA kameramanının polisle beraber kendilerine saldırdığını anlatıyor. Olayı Halkın Sesi’ne anlatan bir öğrenci kameramanın önce bir kadın öğrenciyi çelme takarak düşürdüğünü, yere düştükten sonra da öğrenciyi tekmelemeye başladığını anlatıyor. Kameramanı durduran ise ekip arkadaşı olan muhabir olmuş. Öğrenciler kamerada bulunan armada kendilerine dönük saldırıya katılan ve yere düşen arkadaşlarını tekmeleyen kişinin CHA’dan olduğunu rahatlıkla gördüklerini söylüyor.
‹ÇK‹N‹N ADI B‹LE HABER OLUR Ajansın üniversite öğrencilerine takıntısı sadece fiziki saldırılarla sınırlı değil. Son bir ayda ajans içkili etkinlikler nedeniyle Eskişehir Anadolu Üniversitesi öğrencilerini hedef göstermeye başladı. Anadolu Üniversitesi’nde düzenlenen bazı etkinlikleri özenle haberleştiriyor. Önce İletişim Fakültesi’nde ardından da Güzel Sanatlar Fakültesi’nde düzenlenen etkinliklerin gazete sayfalarında gördüğü teveccühün sebebi etkinliklerin konusu değil içkili olması. Gazetenin internet sitesinde 21 Aralık günü yayımlanan bir haber ‘Üniversite öğrencilerine sıcak şarap ikramı’ başlığı taşıyor. “Eskişehir Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde öğrencilerin yaptığı resimlerden oluşan serginin açılışında öğrencilere kazanda kaynatılan sıcak şarap ikram edildi” spotuyla duyurulan haberde bazı öğrencilerin şarap kokusu yüzünden mide bulantısı yaşayarak ‘istifra ettiği’ yazılıydı Gazete 30 Kasım’da da Cihan Haber Ajansı’ndan Mehmet Kuru imzasıyla yayımlanan ‘Üniversite kantininde içkili parti’ haberiyle benzer bir habercilik
başarısına imza atmıştı. Haberde hiçbir detay atlanmayarak okuyuculara İletişim Bilimleri Fakültesi kantinindeki içkili ‘80'ler 90'lar Partisi’ duyurulmuştu. TEKEL ‹fiÇ‹S‹ DE AYYAfiTI Gerçi ajansın içki konusundaki hassasiyeti de yeni değil. İşte CHA’nın direnişleriyle sınıf mücadelesine umut iktidara ise ‘dert’ olan Tekel işçileri hakkındaki 18 Aralık 2009 tarihli bir haberi: “TEKEL işçileri, 4/C kapsamında çalıştırılmaya karşı çıkarak üç gündür sürdürdükleri eylemi bugün Ak Parti Genel Merkezi önünde tekrarladı. Sabah saatlerinde AK Parti genel merkez binası önüne eylem için gelen TEKEL işçileri otobüsten çok sayıda bira şişesi çıkardı. “İşçiler, otobüs içindeki bira şişelerini çöp poşetleriyle bir kenara kaldırdıktan sonra eyleme başladı. Bu sırada bir TEKEL işçisinin dili boğazına kaçtığı için fenalaştı. AK Parti önünde polisin eyleme izin vermemesi üzerine eylemci işçilerle güvenlik güçleri arasında kısa süreli bir arbede yaşandı. TEKEL işçileri kendileri için gösterilen Sıhhiye'ye hareket etti.”
GÜNDEM
3
24 Aral›k 2010 / 6 Ocak 2011
Halk›n Sesi
Yumurta nelere kadirmiş? Ü
niversite öğrencilerine Kurtköy ve Dolmabahçe’de yapılan polis saldırısıyla başlayan ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’ya yapılan yumurtalı protestoyla doruğa ulaşan üniversite tartışmaları hala sürüyor. Ulusal basının en çok satan 11 gazetesinde 23 Aralık tarihine kadar konuyla ilgili 375’ten fazla köşe yazısı çıktı. Ülke gündemine yerleşen ‘yumurtalı protesto’ AKP iktidarını oldukça tedirgin etti. Başbakan Erdoğan İstanbul’daki polis vahşetinin ardından polisi “Polisimi ezdirmem” diyerek korurken yumurtalı protestonun ardından öğrencileri ‘ileri demokrasiyi hazmedemeyenler’ olarak ilan etti ve tehditlere başladı. Protestoyla birlikte tüm bakanlar ağız birliğiyle “Bu işin arkasında terör örgütleri var” derken Erdoğan “Polis gereğini yapacaktır” diyerek açık bir şekilde polise talimat verdi. Ancak öğrencilere savaş açan sadece Erdoğan ve bakanlar olmadı. Olayla birlikte YÖK Başkanı ve savcılara, MHP gibi ‘muhalefet’ partilerinden iktidarın yan kuruluşu gibi işlev gören liberal, muhafazakâr ve gerici gruplara kadar geniş bir çevre öğrencilere savaş açtı. Avrupa’nın dört bir yanında öğrenciler resmi binaları işgal edip sokakları tutuştururken, sadece yumurta atmakla sınırlı bir eylem, yılın 365 günü istedikleri yerde konuşabilen iktidar ve yandaş basın tarafından ‘Şiddet içeren ve ifade özgürlüğüne engel olan eylemler’ olarak sunuldu. Ancak yumurtalı protesto ve ardından gelen iktidar tepkisi karşısında Cengiz Çandar, Ergun Babahan gibi AKP destekçisi bazı liberaller dahi AKP’yi bu konuda desteklemeyi reddetti. AKP’N‹N ‹MDADINA KOfiANLAR İktidar ile üniversiteliler arasındaki mücadele tırmanarak sürerken, Öğrenci Kolektifleri ve Gençlik Muhalefeti üyeleri "Çok kültürlülüğün Perspektifinde Barışın Dilini Kurmak" paneline katılmak üzere Çanakkale’ye gelen Taraf yazarı ve DSİP üyesi Roni Margulies’i protesto etti. İktidarın kendisine
Öğrenci Kolektifleri’nden bir öğrenci, 21 Aralık akşamı SendikaTv’de katıldığı canlı yayında yumurtalı eylemleri şöyle özetledi: “Akı AKP’ye, sarısı sarı solculara gelsin”
AKP’liler flemsiyesiz soka¤a ç›kamaz oldular. Üstte Burhan Kuzu, Yanda Mardin gezisinde günlük günefllik havada Erdo¤an’›n korumas› yumurta nöbetinde sağladığı olanaklarla sol düşmanlığı yapan Margulies’in protesto edilmesinin ardından öğrencilere yönelik saldırı dalgasında yeni bir cephe açıldı. Burhan Kuzu’nun “Bu işin arkasında Ergenekon” var ifadelerinden ders çıkaran DSİP ve EDP etrafında kümelenen küçük liberal gruplar ‘Ergenekon’ imaları eşliğinde öğrencileri ırkçı ilan eden ve ifade özgürlüğünü engellemekle suçlayan bir kampanya başlattı. Bu çevreler, AKP faşizminin herkes için görünür hale geldiği bir süreçte, AKP’yi ve polis şiddetini eleştiren kampanyalar düzenlemek yerine öğrencileri hedef almayı tercih etti. Bu saldırı dalgasıyla, bir yandan öğrenci hareketine yönelik kitlesel destek zayıflatılmaya çalışılırken bir yandan da öğrencilerin yumurtayla ifade ettikleri temel talepler görmezden gelinmeye ya da değersizleştirilmeye çalışıldı. Öğrenci Kolektifleri ise
fırsat buldukça temel taleplerinin şunlar olduğunu yineliyor: “Harçlar ve YÖK kaldırılsın. Üniversitede öğrencilere söz, yetki ve karar hakkı tanınsın. Üniversitede bilimin önünde bir tehdit olan gerici yapılanma engellensin. Bütçeden üniversitelere daha fazla kaynak ayrılsın.” İktidar ‘Fikri olmayanlar yumurta atar’ demagojisinin arkasına sığınarak öğrencilerin bu taleplerini tartışmayı reddetti. ÜN‹VERS‹TE AKP’YE D‹Z ÇÖKMÜYOR AKP ilk iktidar döneminde ele geçiremediği ancak Abdullah Gül’ün YÖK Başkanlığı’na Yusuf Ziya Özcan’ı atamasıyla denetim altına almaya çalıştığı üniversitelere hala istediği biçimi veremedi. Gül’ün atadığı rektörleri 4 Aralık’ta huzuruna çağıran Erdoğan, toplantı salonunda kendisine biat eden bir üniversite görüntüsü vermeye çalışırken, öğrencilerin dışarıdaki protestosu bu
görüntüyü bozdu. Öğrencilerin hareketliliği, AKP’nin üniversiteye yönelik kapsamlı bir saldırıya hazırlandığı dönemde karşısında güçlü bir direniş bulacağını gösteriyor. Bu öğretim yılı boyunca AKP’nin türban düzenlemesi dahil tüm icraatları öğrencilerin direnişiyle karşılaştı, AKP’li bakanlar ve sermaye temsilcileri gittikleri hiçbir üniversiteden protestosuz dönmedi. Yumurta üniversitedeki bu direnişin simgesine dönüştü. Burhan Kuzu’ya yönelik yumurtalı protestodan tam bir hafta sonra, YÖK başkanı bile ‘Siyasiler üniversiteye gitmesin’ demişken Erdoğan altı bakanını da yanına alarak, 15 Aralık Çarşamba günü gizlice ODTÜ’ye gitti. Erdoğan’ın rektöre bile haber vermeden yaptığı bu çıkartma, boyun eğdiremediği üniversitede görüntüyü kurtarma çabasında olduğu izlenimini verdi. Bu çıkartma sırasında Erdoğan’ı
protesto eden 20 öğrenci gözaltına alınırken yüzlerce ODTÜ’lü Erdoğan’ın gelişini ve polis şiddetini protesto etti. ODTÜ’lülerle polis arasında çatışma çıktı. Erdoğan’ın üniversitelerdeki ikinci durağı ise Konya Selçuk Üniversitesi oldu. Erdoğan’ın Konya’ya gelişi tıpkı Dolmabahçe’deki rektörler buluşmasında olduğu gibi AKP’nin istediği üniversiteyi gözler önüne serdi. Dışarıda protesto eden öğrenciler gözaltına alınıp dövdürülürken içeride ‘terbiye’ edilmiş bir grup öğrenci Erdoğan’ı çiçeklerle karşıladı. AKP’nin meşruiyet zemini, üniversite öğrencilerinin eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim ve özerk demokratik üniversite talepleri karşısında sarsıldı. “İki yumurta”yla ülke gündemine müdahale eden üniversiteliler karşısında iktidarın yaşadığı tedirginlik ve dört koldan yapılan saldırı, AKP iktidarının kırılganlığına işaret ediyor.
Talebeye destek ebedi... A
KP’nin tehdit ettiği öğrencilere toplumun her kesiminden destek var. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) öğretim üyeleri ve idari personeli, 15 Aral›k günü yapt›klar› bir aç›klamayla öğrencilere sahip ç›kt›. Öğretim üyeleri ve üniversite çal›şanlar›ndan 110’unun imzas›yla yay›mlanan bildiride "Hak verilsin verilmesin, öğrenciler nedenleri kolayca anlaş›labilecek bir protesto gerçekleştirmişlerdir" denilerek öğrencilere destek verildi. Aç›klamada öğrencilerin yapt›ğ› protesto etkinliğinin, terörle ya da çeşitli karanl›k odaklar›n faaliyetleriyle ilişkilendirilerek kriminalize edilmeye ve bunun üzerinden öğrencilere yönelik soruşturmalar›n hakl› ç›kar›lmaya çal›ş›ld›ğ› ve baz› yay›n organlar›n›n öğrencileri hedef gösterdiği belirtildi. İstanbul’daki emek ve meslek örgütleri öğrenci gençliği hedef tahtas›na oturtan AKP hükümetini uyard›. DİSK, İMOK (İstanbul Meslek Odalar› Koordinasyonu), KESK ve Öğretim Üyeleri Derneği’nin 16 Aral›k Perşembe günü Taşk›şla (İTÜ Mimarl›k Fakültesi) önünde gerçekleştirdiği aç›klamada son günlerde öğrencilerin gerçekleştirdiği eylemlerin iktidar ve destekçileri taraf›ndan çarp›t›larak yaftalanmaya çal›ş›ld›ğ› belirtilerek “Öğrenciler hakl›d›r, Seslerine kulak verin kumpas kurmaya kalkmay›n” denildi. Eğitim-Sen İstanbul Üniversiteler Şubesi 21 Aral›k’ta yapt›ğ› aç›klama ile üniversite öğrencilerine sahip ç›kt›ğ›n› duyurdu. “Üniversitelere sat›r girerken ses ç›karmayanlar, yumurta karş›s›nda şahin oldu” diyen üniversite bileşenleri öğrencileri hedef göstererek yay›n yapan medya organlar› hakk›nda da suç duyurusunda bulundu. Öte yandan Mersin Halkevleri’nin 11 Aral›k’ta öğrencilere dönük sald›r›lar› k›nad›ğ› eyleme kat›lan Mersin Halkevleri Şube Başkan› Şamil Iş›k Cevahir’e Cumhuriyet Başsavc›l›ğ› taraf›ndan ‘suçu ve suçluyu övme’ suçlamas›yla soruşturma aç›ld›.
Yumurta yiyen tarafta m› olacaksan›z yoksa atan tarafta m›?
Y
umurtadan yana mısınız, yumurtaya karşı mısınız?
Bu soruya, “ama” bağlacı kullanmadan vereceğimiz yanıt toplumsal ilişkide/çatışmada ne tarafta olduğunuzu başka hiçbir açıklamaya gerek bırakmadan en açık haliyle ifade etmekte artık. Oysa çok değil daha birkaç hafta önce, “yumurta”nın bu tür “nimet”lerinin olduğunu “kullananların” dışında kimse bilmiyordu. Kuzu’yu hedef alan 21. yumurta eyleminin, bu kadar çok ses getirmesinin, toplumda Tekel eylemine benzer bir taraflaşma yaratmasının nedeni; medyanın bu seferkine olan yoğun ilgisi ve elbette Tayyipgillerin müthiş katkısıdır. Ancak üniversitenin birikmiş sorunları ve üniversitede de örgütlenmiş bir güç olduğu sürece bu durum eninde sonunda gerçekleşecekti. Üstelik geç bile kalmıştı. Birilerinin “AKP, Wikileaks’i gündemden düşürmek için bunu büyüttü” türünden saçmalıklarını dikkate bile almamak gerek. Tüm bu süreç içinde Tayyipgillere özel bir yer açmak zorunlu. Birkaç yumurta, Tayyip ve şürekasının (Kuzu, Bağış, Atalay, Beki…) şatafatlı “değişim, dönüşüm, ileri ve katılımcı demokrasi” safsataları ile bezenmiş cilalarını bir anda kazıdı ve arkasındaki gerçek kimliklerini/zihniyetlerini açığa çıkarıverdi. Tayyipgiller iktidarı kaybetme, iktidardan nemalanma olanaklarının kesilmesinden çok korkuyorlar. İkiyüzlülükte sınır tanımıyorlar, Mümtazer Türköne ideal örnek. Medya böylesi süreçlerde alışkanlık olduğu üzere bir “maymun” yaratıyor. Hatırlanacağı gibi referandum sürecinin “medya maymunu” Doğan Tarkan’dı. Bu sefer ki “maymun” ise Mümtazer Türköne oldu. Ne diyor Türköne; “şiddeti yöntem olarak kabul ediyorsanız, bu patolojidir.” Bu lafı söyleyen bir şahıstan doğal olarak “şiddeti bir
yöntem olarak” reddetmesi beklenir değil mi, yoksa şahıs kendini hastalıklı ilan etmiş olur! Bilindiği gibi Mümtazer’in eşi, Özlem Piltanoğlu Türköne AKP milletvekili. Son dönemde çok tartışılan silah yasasının biçimlendirildiği Meclis Komisyonunun tek kadın üyesi. Ve bu kadın üye sahip olduğu taşıma ruhsatlı 3 adet silahtan birinin kendisine Mümtazer tarafından hediye edildiğini açıkladı. Eski eşinin, şiddet uyguladığı için boşandığı, yeni eşine üçüncü silahını hediye eden bu şahıs diğer Tayyipgiller içinde “vaka”nın önde gideni. Tayyip’in ve Tayipgillerin yumurtaya karşı bu kadar tahammülsüz olmalarının çok önemli bir nedeni daha var; yaklaşan seçimler, daha doğrusu seçim öncesi propaganda dönemi. Bu dönem boyunca karşılaşacakları yumurta sarıları ve yumurta akları ve yumurta kabukları. Akıllarınca ideolojik, psikolojik, patolojik, kriminolojik önlem alıyorlar. Ama artık çok geç, yumurta küfeden çıktı bir kere. Ve “herkesin” kullanabileceği bir “kendiliğinden protesto aracı” haline geliverdi. Yumurta yiyenlerden mi olacaksınız, yumurta atanlardan mı? Bu düzeni açık ya da gizli savunanlardan mı olacaksınız yoksa bu düzeni değiştirmek için kolunuzu hareket ettirecek misiniz? Bir de yumurta yiyenleri korumayı amaç edinen, yumurta atanların kollarını tutan, toplumsal muhalefeti çarpıtmaya çalışan, sol gösterip sağ vuranlar mevcut. Evet, söz konusu olan Taraf gazetesi adı altında örgütlenmiş bir avuç “besleme”. Ve kendini Marksist solun düşmanlığına adamış Roni Margulies. Bilindiği üzere Roni, önce ÖDP içerisinde tufeyli olarak yaşadı, büyüdü, sonra Taraf’taki köşesinden sola olan düşmanlığını fütursuzca, desteksiz sürdürdü. Özellikle Halkevlerine, Halkevcilere yönelik saldırganlığını içerikten yoksun, sade küfre ve kara propagandaya indirgedi. Ve son
olarak da Kuzuvari bir cengaverlikle yumurta yiyeceğini bilmesine rağmen Çanakkale’ye gitti. Bu çokkonaklı tufeyli bu kez anaorganizma olarak İHD’yi seçmişti. Amacı da Tayyip’e ve Tayyip’in üniversite projesine yönelmiş tepkilerin hedefini farklılaştırarak sulandırmaktı. Böylece Tayyip’in gemisinde yaşadığını bir kez daha kanıtlamış oldu. Bununla yetinmedi doğal olarak Roni. Aynı misyonu bu kez mağdur edebiyatı yaparak, "Düşünce ve ifade özgürlüğüne yapılan şiddeti kınıyoruz" bildirisini örgütleyerek sürdürmekte. Roni’nin köşesinden sürdürdüğü her türlü karalama, iftira, hakaret, küfür “düşünce ve ifade özgürlüğü”ne girecek, yumurtayı yiyince bu da şiddet olacak. (Bir de Roni Margulies’in devrimcilerin protestolarına hedef olmasını Yahudi kimliğine bağlama zorlaması var ki; söyleyen ahlaktan, inanan akıldan yoksun olmalı). Roni’ye denecek bir laf yok artık. Ama o bildiriye imza atan “arkadaşlar”ın kendilerine ve Roni’ye sormaları gereken bir soru var. Neden? Neden Roni’cim bu insanlar sana bu kadar öfkeli? Neden bu insanlar liboş dediklerine karşı Engin Ardıç’a olduğundan bile daha tepkili? Sakın bu soruların cevabı solun tabağından beslenmelerine rağmen o tabağa pislediklerinden olmasın! *** Son on beş günün diğer önemli iki gelişmesi ise Demokratik Toplum Kongresi’nin Diyarbakır’da topladığı Demokratik Özerklik Çalıştayı ve CHP’nin yeni Parti Meclisi’ni belirlediği kongresi oldu. Kürt siyasal hareketi, genel seçim sürecini “ulusal birlik projesi” adını verdiği bir stratejiyle geçireceğini zaten açıklamıştı. Son dönemdeki gelişmeler bu projenin uygulamaya geçtiğinin göstergeleri. Böyle bir proje adından da anlaşılacağı üzere Kürt ulusunun tamamının
sahipleneceği hedeflerden oluşmak zorunda. Bunun için de “dil” en uygun ortak hedef. Kürtçenin meşrulaşması ve yasallaşması kampanyası; Apo’ya özgürlük kampanyasından, Kuzey Irak’la birleşme hedefinden ya da yoksulluk karşıtı faaliyetlerden çok daha birleştirici. “Kürtçe hakkı” üzerinden birleşen Kürt halkı, AKP ne kadar çırpınırsa çırpınsın seçimlerde BDP’ye oy verecektir. Bu tercih bir seçim taktiği açısından da başarılıdır. Kuşkusuz hedefin işaret edilmesi yetmemekte bu hedefin örgütlenmesi de gerekmektedir. Diyarbakır’da yapılan çalıştay bu hedefin genişletilerek örgütlenmesi amacını göstermekte. Her ne kadar medyada asıl öne çıkarılan “özgün bayrak ve semboller” ve “öz savunma gücü” gibi başlıklar olsa da asıl dikkat çekici olan Kürt halkının örgütlenmesine ilişkin yapılan vurgudur; “Köylerden başlamak üzere en tabandan komünler ve şehirlerde meclisler, demokratik özerk sistemin demokratik kurumlarıdır. Başta kadınlar ve gençler olmak üzere tüm kesimlerin tabanda meclisler oluşturarak politikaya katılımları demokratik sistemin demokratik işleyişi, ahlaki politik toplumun gereğidir.” “Kürtçenin kamusal alanda kullanımı önündeki engellerin kaldırılarak anaokulundan üniversiteye kadar eğitim dili haline getirilmesi” vurgusuyla sağlanan birleştirici amaç, Demokratik Toplum Kongresi ile meşru hale getirilen Kürtlerin Yasama Meclisi ve köylere kadar inen örgütlendirilmiş bir toplum. Egemenlerin ve AKP’nin panik yapması için yeter de artar bile. Ama bu paniği göstermemeliler çünkü seçim var. Görünürde eli ayağına dolaşan sadece MHP oldu. Diyarbakır’a ilk giden (ilk uyanan) TÜSİAD oldu. (Ülkenin içinde bulunduğu değişim sürecinin farkında olan TÜSİAD zaten bir süredir başkanı Ümit Boyner’i siyasi parti lideri gibi
çalıştırıyordu) Abdullah Gül yılbaşında Diyarbakır’a gideceğini açıkladı ve alelacele Talabani Türkiye’ye çağrıldı. Bu arada Yüksekova’nın ve Cizre’nin il yapılacağı açıklandı. Hatırlanacağı gibi Özal da benzer amaçla Batman ve Şırnak’ı il yapmıştı. Amaç, Kürt siyasal hareketini kontrol altında tutmak. Kürt sorununu “ezilen halk sorunu” olarak tanımlayan sosyalistler için Kürt hareketinin örgütlenme tercihleri değil ama siyasal tercihleri kaygıyla izleniyor. Bilindiği üzere Kürtlerin uluslaşmasının öncüsü sürdürücüsü Kürt egemen sınıfları değildir, tam tersine bu süreç Kürtlerin ezilen kesimlerinin direnişinin ürünüdür. Durum böyle iken gelinen noktada Kürt egemen sınıflarının sürece üstelik belirleyici olabilecek bir biçimde dahil edilme çabaları bundan sonraki gidişatı etkileyecektir. Bu etkilemenin de Kürt yoksul halkının çıkarına olmayacağı aşikardır. Kürt sorununda kalıcı, yapısal bir çözüm sürecinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise ancak seçimden sonraki gelişmelere bağlıdır. *** Seçim sonrası gelişmelere bağlı bir diğer konu CHP’nin ne olacağı, neye dönüşeceği, kaça bölüneceğidir. Hala umut pazarlanmakta. Son Parti Meclisi oluşturulmasında da görüldüğü üzere artık umut, hisselere bölünüp dağıtılmaya başlanmış durumda. 80 kişilik parti meclisi, koalisyon anlaşmalarına uygun olarak oluşturuldu. Üç-beş Baykal’cılara, üç-beş Sav’cılara verildi. DYP Ankara il başkanlığı yapmış Bülent Kuşoğlu, Kamil Koç’un sahibesi Sena Kaleli, Diyanetten Muhammet Çakmak, DSP’den Emrehan Halıcı, Diyarbakır Barosu eski başkanı Sezgin Tanrıkulu, birkaç tane de orta halli solcu ile vitrin tamamlandı.
Bu fotoğrafı tamamlayan açıklama ise yine Gürsel Tekin’den geldi; “8 siyasi parti CHP çatısı altına girecek” ve ekledi Tekin “bu seçim ittifakı değil, CHP çatısı altında birleşmektir”. Sormazlar mı adama, hangi siyasi amaçta, hangi siyasi stratejide/taktikte birleşiyor bu insanlar ve partiler? Bunlar, iktidara giden yolun “AKP’yi sevmeyenler derneği” teşkilatlamaktan geçtiğini sanıyor. Kalıcı ve dönüştürücü siyasal güç oluşturmak, siyaset üretmekten geçer yoksa sözde siyasetçileri bir araya toplayıp denge gözetmekten değil. Gözlerini AKP’ye dikmişler ama AKP’den öğrenmiyorlar sadece taklit ediyorlar. Nasıl ki AKP tüzüğünü birebir kopyaladılar şimdi de AKP’nin bir koalisyon olduğunu (MHP’lisi, DYP’lisi, BBP’lisi, tarikatçısı, eski solcusu...) keşfetmişler onu kopyalamaya çalışıyorlar. Kopyacı Tekin, Halkevleri‘nden kopyaladığı Cumhuriyet Halkevleri yutturmacısı gibi yeni atraksiyonlar peşinde. Ancak bu tür CHP’liler bilmeli ki sosyal-demokrasinin tabanı da, ideoloji de gericiliğinki ile aynı şey değil, Kemal Kılıçdaroğlu Tayyip Erdoğan değil, CHP örgütü AKP örgütü değil. Aşık atmaları gereken yer orası değil. Kılavuzu karga olan misali… Seçim sürecine girilmiş olan bu dönemde siyaset yapma konusunda gerçekleşen iki olay önemli dersler içeriyor. Kuşkusuz bunlardan en önemli olanı Kürt siyasi hareketindeki gelişmeler (DTK), daha küçük ölçekte olanı ise üniversitedeki gelişmeler. Her ikisi de siyasetin parlamento ile sınırlı olmadığını ve siyasal aracın da sadece yasal parti olmadığını tekrar tekrar kanıtlar nitelikte. Ve üstelik bu “denenmemiş yolun” açtığı yeni kanallarla, keşfettiği yeni araçlarla ne ölçüde zengin, ezber bozucu ve sonuç alıcı olduğu her geçen gün kendisini gösteriyor. Her koşulda; Kolektif bir amaç, kolektif bir araç bulunabilir pekâlâ!
4
GÜNDEM 24 Aral›k 2010 / 6 Ocak 2011
Halk›n Sesi
Kürtlerin sol ‘çözüm’ü ürtler atakta. İki dilliliğe fiili geçiş tartışmalarının ateşi soğumadan, “ayrı bayrak”, “ayrı marş”, “ayrı kolluk kuvveti” taleplerinin öne çıktığı bir “Demokratik Özerklik Projesi”yle gündeme yeniden yön verdiler. Burada sorulacak soru “Kürtler neden aşırı talepler ileri sürüyorlar?” değil. Çünkü, çözüm için “müzakere” sürecinin doğası, tarafların kendi çözüm programlarını ortaya koyması ve tartıştırmasıdır. Ve her pazarlık “en yüksek fiyattan” başlar. Sorulması gereken asıl soru, iktidarın sorunun çözümüne ilişkin herhangi bir politika sunamamasının ne anlama geldiği. İktidarın dilinden düşürmediği “Demokratik Açılım” torbasının dibi, Habur'un ardından yaşanan U-dönüşüyle çoktan delindi; içinde ne varsa döküldü gitti. Geçtiğimiz hafta Ferda “koster arızası” veren “diyalogKoç müzakere arası sürecin”, AKP'nin referandum ve genel ferdakoc@ seçim takvimi ile PKK'nin hotmail.com yeniden başlattığı silahlı mücadele arasında sıkışmasıyla başladığını (veya salt seçime kadar ateşkes sağlamak için başlatılır gibi yapıldığını) da biliyoruz. Yani büyük bir olasılıkla iktidar, son pazarlığa cebi boş oturdu. Bu nedenle de Kürtler konuştukça, çözüm önerilerini dile getirdikçe, hükümet polis çağırıyor. Son olarak BDP'nin kapatılması gündeme getirildi. Türkiye Sosyalist Hareketi'nin “Demokratik Özerklik Projesi Taslağı”nı doğru anlaması önemli. Selahattin Demirtaş'ın dile getirdiği gibi, “bu sadece bir taslak”, “bir grup arkadaşın sunduğu bir tartışma metni”. Taslak, Çalıştay'da yalnızca “tartışılmış”, karara dönüştürülmemiş. Genel bir tartışmaya konu edilmesi için de kamuoyuyla paylaşılmış. Yani bu “taslağın” Kürtlerin çözüm programına dönüşmesi için hem Kürt özgürlük hareketi içinde, hem de genel politika düzleminde imbikten geçirilmesi gerekiyor. Demokratik Toplum Kongresi bünyesinde tartışmaya sunulan bu taslağın sosyalistler açısından en önemli yönü, Kürt sorununun çözümünü, adını koymaksızın, bir devrim sorunu olarak ortaya koymasıdır. Marks'ın toplumsal devrimi tasvir ederken dile getirdiği karakteristik özellik, Taslağın Kürt sorununun çözümü için önerdiği modelde de görülüyor. Marks, “eskisinin yerini alarak” toplumsal devrimi gerçekleştiren “yeni devrimci sınıfın” “kendisini, bir sınıf olarak değil de, hemen bütün toplumun temsilcisi olarak sunduğunu”, “bunun onun için olanaklı olduğunu” söylüyordu. Taslak da, “Demokratik Özerklik” olarak tanımladığı çözüm modelini Türkiye'nin bütününe uygulandığında Kürtlere de haklarını kazandıracak bir genel siyasitoplumsal düzen olarak ileri sürüyor. “Özgür birlik”lere dayalı bir “doğrudan demokrasi”, “yerinden yönetim” ekseninde örgütlenen siyasi modelin toplumsal ve ekonomik temeli de aslakta ihmal edilmiyor. Demokratik Özerkliğin ekonomik modeli olarak, “Herkesin kendi işinin ve işyerinin emekçisi (“sahibi” olmalı – FK) olduğu kadın istihdamına öncelik veren azami karı hedeflemeyen kullanım değerini esas alan anti tekelci eşitlikçi dayanışmacı bir ekonomik sistem” öngörülüyor. “Çoklukların demokratik konfederal birliği” gibi kavramların sınıfsal birlikler açısından ne anlama geldiği tartışılabilir olsa da bir bütün olarak ele alındığında, taslak, Kürt Özgürlük Hareketinin sosyalist yöneliminin damgasını taşıyor. Zaten bu özelliği nedeniyle Taha Akyol'dan “totaliter” damgasını yedi bile! Kısacası Demokratik Özerklik Projesi, Kürtlerin “sol çözüm”ü. Kürtlerin çözüm önerisinin bu “sosyalizan” biçimiyle tartışmaya sunulması, kim ne derse desin, Türkiye Sosyalist Hareketi tarafından gargaraya getirtilmemesi gereken olumlu bir şeydir. Sosyalistlere düşen, tartışmanın bu “olumlu” yönünü derinleştirmektir. Tartışma, pekala, çeşitli mecralarda dile getirilen “Tayyip Erdoğan'ın 2004'teki özerklik planı”nın, yani neoliberal yeni sömürgecilik programının tamama erdirilmesi üzerinden başlatılabilirdi. Taslakta, Kürtlere dostmuş gibi görünen, daha da ötesi Kürt hareketinin içinde, çevresinde yer alan liberal aydınların “bugün ne söylenirse söylensin işin varacağı yer” olarak pazarladıkları bu “çözüm” perspektifine itibar edilmemesine bakarak “rahatlanılmamalı”dır da. Çünkü “Kürt tarafı”nda, “yüksekten”, sosyalizmden açılan “pazarlığın”, “oluru”nu söylemeye, “neoliberal yeni sömürgecilik programına bağlılık sözü” vermeye hevesli kimi “sözcüler”in oldu bittileri daha şimdiden sahneye çıkmaya başladı. Müzakereyi bu biçimde yönlendirmenin Türkiye Kürtleri açısından son derece ağır politik ve toplumsal sonuçlarının olacağını söylemek gerekiyor. ABD'nin Irak'tan çekilmesinin muhtemel bir sonucunun Irak Kürdistanı Federe Yönetimi'nin “bağımsızlık ilanı” zorunluluğuyla yüz yüze gelmesi olduğu biliniyor. Türkiye politikasının ABD ile çatışmadan böylesi bir durumu “idare edebilmesi” için “Türkiye Kürtlerinin kumandalı özerkliğine” ihtiyaç duyacağı aşikar. Bu “kumandalı özerkliğin” de “Bağımsız Filistin Devleti” ile Irkçı Güney Afrika'daki “Bantustanlar” örneğine benzer “ezilen halk hapishanelerine” dönüşmesi hiç uzak bir ihtimal değil. Tarihsel deneyim gösteriyor ki, egemenlerin manipüle ettikleri “rejim değişiklikleri” dönüşüm değil, “yama” şeklinde oluyor.
K
CHP sokakta duyduğunu evine getirebilir mi? C
HP’nin beklenen Olağanüstü Genel Kurul’u 18 Aralık’ta Ankara Arena’da kitlesel katılım ve kamuoyunun büyük ilgisi altında gerçekleşti. Kemal Kılıçdaroğlu, Sav ve Baykal karşısında ipleri ele geçirdiği Kurultay’da kadrosuyla, vaatleriyle, söylemiyle geniş kitleleri kucaklama iddiasını öne çıkardı. Kılıçdaroğlu, espri konusu haline gelen yalpalamaları ve tutarsızlıklarının yerine bu kez daha özenli bir söylem tutturmaya ve kendinden emin, kararlı bir görüntü vermeye gayret etti. Bu tavrıyla da egemenlerin ve burjuva medyanın takdirleri topladı. Kılıçdaroğlu’nun ‘Yoldaşlar’ sözü ile başlayan Kurultay konuşmasında son yıllarda sokak hareketlerinde dile getirilen pek çok talebe yanıt vermeye çalıştığı gözlendi: “Özel yetkili mahkemeler kaldırılacak. YÖK kalkacak. Üniversitelere özerklik tanınacak. Öğrencilere yönetimde söz hakkı verilecek. Yurt sorunu çözülecek. Harçlar kaldırılacak. Kamuda taşeronluk kaldırılacak. 4/C statüsü kaldırılacak. Ataması yapılmayan öğretmen kalmayacak. Seçim barajı kaldırılacak. Çevre talanına dur denecek. Mazotta ÖTV kaldırılacak. Rant yasaları değil, kent yasaları çıkacak…” Bu vaatler, kelimesi kelimesine Tekel direnişinde, Dev Sağlık-İş’in taşerona karşı mücadelesinde, Öğrenci Kolektifleri’nin parasız eğitim ve demokratik üniversite
K›l›çdaro¤lu’nun CHP’si kadro ve söylemde “yeni”lendi. Toplumsal muhalefetin sokakta yükseltti¤i talepler CHP’nin vaatleri oldu. CHP’nin bu vaatleri gerçeklefltirmesinin önündeki en büyük engel yine kendisi
mücadelesinde, Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu’nun kadro eylemlerinde, Çiftçi-Sen’in mazot kampanyasında, köylülerin HES’lere karşı mücadelesinde, insan hakları ve demokrasi mücadelesinde yükseltilen taleplerden alınmış. Bugüne kadar rejimin temel ilkelerini savunma üzerine devletçi bir çizgi izleyen CHP’nin
vaatleri bu kez sokaktan devşirilerek belirleniyor. Bu da partinin devletçi eğilimleri geri plana iterek halkçı bir imaj çizme çabasıyla öne çıkacağını gösteriyor. Vaatlere yansıyan değişim jargonda da karşılığını buldu. Kitleye “yoldaşlar”, “devrimci CHP’liler” diye hitap eden, kendisine “işçi Kemal” diyen Kılıçdaroğlu, “halkın iktidarını kuracağız” gibi sol jar-
gondan söylemler kullandı. CHP’li gençler bir yanında yıldızlı bereli bir Kılıçdaroğlu bir yanında Deniz Gezmiş fotoğrafı duran ‘68 ruhu ile halk iktidarını kurmaya geliyoruz’ yazılı bir pankart sallandırdı. Ancak, Kürt sorunu konusunda, daha önce “Onu da çözeceğiz” sözüyle ifadesini bulan dengeci yaklaşım, Kılıçdaroğlu’nun Kurultay konuşmasında yerini
daha çekingen bir siyasete bıraktı. ‘Kürt’ kelimesini kullanmaktan imtina eden Kılıçdaroğlu, Kürt sorununu “ekonomik tedbirlerle çözülebilecek Güneydoğu sorunu”na indirgeyen bir konuşma yaptı. Ne var ki, Kılıçdaroğlu’nun halkçı bir politika izleyip izleyemeyeceğini belirleyen şey jargon değil. Parti gerek kadro gerek örgüt yapısıyla gerekse sosyal demokrat partilerin “üçüncü yol” ezberiyle, vaat ettiği değişimi gerçekleştirmekten çok uzak. Parti yönetiminde sendikal hareketten ve insan hakları mücadelesinden birer ismin var olması; ekonomi politikalarının devredileceği Umut Oran gibi patronların, sağa şirin görünme kaygısıyla devşirilmiş Fethullah Gülen sempatizanı ilahiyatçıların ve “solcularla çalışmam” diyen Faik Tunay gibi eski ANAP’lıların ağırlığı karşısında pek bir umut vaat edemiyor. Sorun kadroyla da sınırlı değil. Emekçilere kapitalizmle uzlaşmayı vaat eden “Üçüncü Yol” çizgisi bugüne kadar emekçiler lehine bir gelişme sağlamadı. Daha çok sosyal demokrat partilere bel bağlayan emekçilerin, taleplerini asgariye indirerek ya da erteleyerek sistem karşısında taviz vermesine yaradı. Bu nedenle de sermaye kesiminden de destek gördü. Emekçilere vaatler yağdırırken “Biz üçüncü yoluz” diyen Kılıçdaroğlu’nun sermayeden gördüğü desteğin sırrı da burada yatıyor.
Katliamın 32. yılında katiller sahnede Marafl Katliam›’n›n 32. y›l›nda binlerce kifli katliam› yerinde protesto etti, kaybedilen 111 kifliyi and›. Ülkücü faflist bir güruh ise kaybettikleri canlar› ananlara sald›r› girifliminde bulunarak katliam› sahiplendi
1
9 Aralık 1978’de MHP’li komandoların kente kendilerinin getirdiği “Güneş Ne Zaman Doğacak” filminin gösterimine attığı bombayla başladı Maraş Katliamı. Kentteki gerici kitleler kontrgerillanın resmi görevlilerinin yönlendirdiği ülkücü faşistler tarafından Maraş’ın solcu, Alevi, demokrat halkına karşı kışkırtıldı. Bir hafta boyunca özellikle Alevi mahallelerine devletin seyrinde gerçekleştirilen saldırılarda 111 kişi hayatını kaybetti. Katliamdan sonra olayların çok önceden kontrgerilla tarafından planlandığı, kente piyango bileti satıcısı, seyyar satıcı kılığında çok sayıda ‘kimliği belirlenmeyen’ kişinin katliam öncesi Maraş’a yerleştirildiği ortaya çıktı. Olayın ardından ise Maraş’taki Alevilerin büyük kısmı kent dışına göç etti, kalanlar ise daha da kapalı bir yaşam sürmek zorunda kalarak yalnızlaştı.
ANMA ‹LK KEZ MARAfi’TA Katliamın 32. yılında anma ve protesto ilk kez Maraş’ta gerçekleştirildi. Alevi Bektaşi Federasyonu ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin çağrısıyla Maraş’a gelen binlerce insan yitirdiği canları andı, katliamın dava dosyasının yeniden açılmasını istedi. Mitingin ana konuşmasını yapan ABF
Genel Başkanı Ali Balkız, Maraş’a neden geldiklerini açıklayarak başladı; “Maraş’a yaraları kaşımak için değil, yitirdiğimiz canları anmaya, katliamın hesabını sormaya geldik.” Balkız, katliam sorumluların devlet tarafından sürekli korunduğunu belirterek “Bu katliamı tertipleyen karanlık güçler öylesine pervasızlardı ki, katilleri değil mağdurları yargıladılar. Katanlık bir sis perdesiyle gerçeklerini üzerini örtmeye çalıştılar” dedi. Balkız, Alevilerin yıllarca incitile incitile incitilecek yerleri kalmadığını, bu nedenle örgütlenmelerini genişlettiklerini ifade etti. Ali Balkız, konuşmasını şöyle noktaladı; “Bu katliamı bir kez daha lanetliyor, şehitlerimizi bir kez daha sevgiye anıyoruz. Aziz anılarını dünya durdukça yaşatacağımıza dair ant içiyoruz.”
KATL‹AMCILAR Y‹NE SAHNEDE Ali Balkız, yaraları kaşımak için değil, canlarını anmak ve hesap sormak için Maraş’a geldiklerini belirtti, ancak kentteki faşist odaklar 111 kişinin öldürüldüğü katliama sahip çıktıklarını göstermekten geri durmadı. Miting sırasında alana yakın bir yerde toplanan 40-50 kişilik Ülkü Ocakları üyesi “Burası Maraş buradan çıkış yok”, “Maraş bunlara mezar olacak” gibi ırkçı sloganlarla saldırı hazırlığına başladı. Bozkurt işaretleri
yapıp tekbir getiren gruba polisin gösterdiği ‘hoşgörü’ provokatörlerin sayısının artmasına neden oldu. Mitinge saldırma girişimleri ise engellendi. Ancak gözaltına bile almayarak valisiyle, kaymakamıyla, polisiyle devlet katliamı açıktan sahiplenen faşist güçlere yine arka çıkmış oldu.
KATL‹AMCI ESER‹N‹ SEYRETT‹ Miting sırasında en tepki toplayan olay ise katliamın bir numaralı sanığı Ökkeş Kenger’in mitingi bürosundan seyretmesiydi. Ökkeş Kenger, yargılanıp beraat ettirildikten sonra soyadını ‘Şendiller’ olarak değiştirmiş, MHP’den milletvekili olmuştu. Daha sonra da BBP’ye geçti. Katliamın 32. yılında ise bu bir numaralı
sanık kaybettiği canları anan, yitirdiği çocuklarının resimlerini taşıyarak ağlayanları “İrtibat Bürosunun” penceresinden izledi. Kenger bürosundan anmayı izlerken bina önünde faşistler anmaya saldırı hazırlığı yapıyordu. Kenger’in bir diğer tepki toplayan hareketi ise olayın ardından 111 kişinin öldürüldüğü bir katliamla yumurtalı protestoları aynı kefeye koyarak “Abartmaya gerek yok” demesi oldu. Balkız ise Alevilerin artık bu tür provokasyonlarla hedef alınamayacağını, saldırganlara karşı daha örgütlü, daha uyanık olduklarını belirterek bu tür saldırıların değerlerine sahip çıkma konusunda duyarlılıklarını güçlendirdiğini söyledi.
AKP ve TSK iki dile karşı bir oldu Kürt siyasetçileri, ayd›nlar› ve kitle örgütleri Kürtçeyi hayat›n her alan›na yaymak için harekete geçti. TSK ve AKP ise Kürt hareketinin ‘iki dilli hayat’ seferberli¤i karfl›s›nda tek vücut oldu
K
ürt hareketi, Kürtçenin kullanımını yaygınlaştırmak için çabalarını büyüterek sürdürüyor. Bu yıl okullar açıldığında “anadilde eğitim” talepli okul boykotu ile başlayan Kürtçe tartışmaları, BDP’li milletvekillerinin TBMM’de Kürtçe konuşmalarının ardından tekrar sıcak gündem maddesi oldu.
ANAD‹L MÜCADELEN‹N MERKEZ‹NDE 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde BDP’li milletvekilleri Hasip Kaplan ve Sırrı Sakık, meclis kürsüsünden Kürtçe konuşma yaptı. Sakık, kürsüden “İnsan Hakları Günü’nde
ben ana dilimle size buradan merhaba demek istiyorum” derken, Kaplan da Kürt şair Cigerxwin’un şiirini okudu. Hasip Kaplan’ın konuşması sırasında Meclis TV’nin sesi kesildi, iktidar milletvekilleri “Sizi anlamıyoruz, Türkçe konuşun” tepkisi gösterdi. Kürtçe için adım atan bir diğer kurum ise Demokratik Toplum Kongresi’ydi. DTK’nın organizasyonunda bir araya gelen onlarca aydın, toplantı sonucunda “Anadilde eğitim hakkımı istiyorum” kampanyası başlattı. Kürtçe üzerindeki tüm yasakların kaldırılmasını isteyen aydınlar, talepleri için imza toplayacak. Tartışmaları asıl alevlendiren BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın, bölgede iki dilli bir sosyal yapı kuracaklarını açıklaması oldu. Demirtaş, mecliste milletvekillerinin Kürtçe konuşmasıyla kopan kıyametin önemli olduğunu belirterek; “Bu ülkede Türkçe için olimpiyatlar yapılacak ama Kürtçe sadece bir davetiyeye yazıldı diye belediye başkanı mahkeme ile belediye arasında mekik dokuyacak. Böyle bir aldat-
maca olabilir mi? Türkçe için çalışmalar yapılacak ama ‘bu ülkenin asli unsuru’ dediğiniz Kürt halkına bir davetiye çok görülecek” dedi. Demirtaş, kurmayı planladıkları iki dilli sosyal yapı için ise şunları söylüyor; “İki dilli tabelalarımız olacak. Köy ve mezraların isimleri de iade edilecek. Esnafın alışveriş dili, ticarethane isimleri, markalar, restoranlardaki menüler iki dilli olacak. Yaşamın tüm alanlarında iki dilli hayat olacaktır.”
AKP VE TSK’DAN ORTAK TEPK‹ İki dil tartışmalarının Kürt hareketi tarafından gündeme sokulmasıyla planlamadığı bir konunun ortasına düşen AKP, istemediği bir sınava girdi. KCK’nin ateşkes ilanıyla seçime kadar Kürt sorunu konusunda sıkıntı yaşamayacağını düşünen AKP, Kürt halkının anadili eksenine yerleştirdiği ve talep etmenin yanında fiilen uygulamaya da dayanan mücadelesi karşısında sendeledi. İlk tepkiyi veren Bülent Arınç, “Meclis’te Kürtçe değil, Türkçe konuşacaksınız. Ben Kürtçe bilmiyorum” diyerek 80’li yıllarda
darbenin uyguladığı “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyasının bir benzerini tekrarladı. TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin ise, Kürt hareketinin taleplerinin anayasaya aykırı olduğunu öne sürerek “Savcılar gerekeni yapar” tehdidinde bulundu. TSK ise Işık Koşaner’in göreve gelmesinin ardından yaptığı ilk açıklamada iki dilli hayat projesini hedefe aldı. TSK açıklamasında AKP ile ortaklaşarak; “Gelişmeleri endişeyle izliyoruz. Ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasında her zaman tarafız” dedi. Kürt hareketi ise anadil mücadelesini baskılara karşın sürdürüyor. Nitekim Demokratik Toplum Kongresi, 20 Aralık’ta düzenlediği Demokratik Özerklik Çalıştayı’nın sonuç bildirgesinde Kürtçe için taleplerini yineledi. Çalıştay sonrasında AKP yöneticilerinin “gerekeni yapar” dediği savcılar harekete geçti ve BDP-DTK ilişkisini araştırmaya başladı. Hukukçular bağlantı kurulması halinde yeniden bir parti kapatma sürecinin yaşanmasının kaçınılmaz olduğunu belirtiyor.
5
DÜNYA 24 Aral›k 2010 / 6 Ocak 2011
Halk›n Sesi
Neoliberalizme geçit yok Dünya 2010’a Haiti’de yaşanan deprem ve ağır neoliberal saldırı paketleriyle girdi. 2009’daki küresel kapitalist krizi emekçilerin sırtına basarak aşmaya çalışan kapitalistler dünyanın her yerinde tokat yedi
1
Haiti’de deprem Dünya 2010 yılına Haiti’nin başkenti Port-Au-Prince’in 15 km batısında meydana gelen 7.1 büyüklüğündeki depremle başladı. 12 Ocak’ta meydana gelen depremde 100 binden fazla insan hayatını kaybetti. Venezüella ve Küba gibi ülkeler Haiti’ye karşılıksız sağlık, yiyecek,
2
Neoliberal saldırı artıyor Fransa’da yıl boyunca süren ve milyonlarca emekçinin sokaklara dökülmesine neden olan emeklilik reformunun çalışmalarına başlanacağı duyuruldu. Yunanistan’da krizin ardından gelen neoliberal yıkım politikalarına karşı
giyecek desteği verirken ABD ve Kanada gibi emperyalist ülkeler Haiti’ye askeri üs kurmanın peşine düştüler. Depremin getirdiği yıkıma neoliberal sömürünün de eklenmesiyle Haiti’de yaralar hala sarılamadı. Ülke 2010 yılı sona ererken 1100 kişinin hayatına mal olan kolera salgınıyla boğuşuyor.
Yunanistan’da emekçiler sokağa indi. 2010 yılının en çok konuşulan gündem maddelerinden olan füze kalkanı projesinin ilk adımları Polonya’da atıldı. Rusya’nın sert muhalefetine rağmen Polonya’ya ABD menşeli Patriot füzeleri yerleştirildi.
Kırgızistan isyan etti Kırgızistan’da 2005 yılında “Lale Devrimi” adı verilen bir ayaklanmayla iktidara gelen Kurmanbek Bakıvey, büyük bir halk isyanı sonucunda devrildi. 7 Nisan’da başlayan ayaklanma 24 saatini doldurmadan muhalifler devlet binalarını
3
ele geçirdi. Bakıyev’in ülkeden kaçmasıyla Roza Otunbayeva öncülüğünde geçici hükümet kuruldu. Kırgızistan Orta Asya’daki enerji kaynakları ve Afganistan’a giden kritik yolların üzerinde bulunması nedeniyle emperyalist devletler için çok önemli bir konumda bulunuyor.
4
kapağın çalışmaması üzerine Meksika Körfezi’ne 4 milyon varilden fazla petrol sızdı. Ancak eylül ayında durdurulabilen sızıntı körfezde bir çok canlı türünün yok olmasına neden oldu ve ekosisteme büyük bir darbe vurdu. Şu ana kadar BP’ye 80 binden fazla kişi tazminat davası açtı.
Meksika Körfezi’nde sızıntı Uluslararası petrol tekeli BP’nin Meksika Körfezi’nde bulunan dev petrol platformunda meydana gelen patlama dünya gündeminden uzun süre düşmedi. Kaza sırasında denizin dibindeki petrol çukurnu kapatacak olan
Toplad›klar› yard›m› Gazze’ye götürmek isteyen ‹nsani Yard›m Vakf› üyeleri Mavi Marmara gemisiyle yola ç›kt›lar. Gemiye ‹srail ordusu sald›rd›, 9 kifli öldürüldü
5
Mavi Marmara baskını İsrail’in Gazze’ye yardım götüren gemilere yaptığı saldırı tüm dünyada uzun süre konuşuldu, tartışıldı. İnsani Yardım Vakfı’nın topladığı yardımları Gazze’ye götüren Mavi Marmara gemisine İsrailli komandolar çıkarma yaptı.
Yunanistan, Fransa, İtalya, ve daha birçok Avrupa ülkesinde neoliberal saldırı paketlerine karşı direnişe geçen emekçiler hayatı durdurdu. Şilili madenciler ve Mavi Marmara saldırısı da 2010’da belleklere kazındı
Baskın sonucunda gemide bulunan 9 kişi öldü, 54 kişi yaralandı. Baskının ardından Tayyip Erdoğan “İsrail özür dileyecek” dedi. Ancak iş İsrail’le ilişkileri tamamen koparmaya gelince “Bakkal yönetmiyoruz” demekle yetindi. Baskınla AKP’nin ikiyüzlü siyaseti bir kez daha gün yüzüne çıktı.
Halk sokağa indi haklarını istedi 2
010, dünyanın her yerinde küresel ekonomik krizin faturasını emekçi halk yığınlarına ödetmeye çalışan emperyalizmin ekonomik-politik baskı aygıtlarına ve onların ülkelerdeki temsilcileri olan hükümetlere karşı baş kaldırışın yılı oldu. İşinden atılan, çalışma koşulları zorlaştırılan, emeklilik hakları gasp edilen, ücretlerinden kesinti yapılan işçiler, krizin yükünü iki defa çekmek zorunda bırakılan kadınlar, eğitim reformu adı altında yapılan paralılaştırma politikalarıyla harçları kat be kat arttırılan öğrenciler, 2010 yılında neoliberalizme geçit vermeyeceklerini gösterdiler. Yunanistan’da nakliye işçilerinin hak gasplarına karşı başlattıkları eylemler, Fransa, İspanya, Almanya, Finlandiya, İngiltere, İtalya, Hollanda, Belçika, İrlanda, Portekiz, Çek Cumhuriyeti, Avusturya ve Macaristan’a yayıldı ve yıl boyunca Avrupa’da yüzlerce eylem, onlarca grev yapıldı. Fransa’da Sarkozy hükümetinin emeklilik reformu adı altında çıkardığı yasaya karşı milyonlarca Fransalı emekçi sokaklara çıktı. Emeklilik yaşının 60’tan 62’ye, tam primli emeklilik yaşınınsa 67’ye çıkarılmasına karşı “Geleceğimizi karartmalarına izin vermeyiz” diyerek karşı çıkan öğrenciler de sokaklara inince 3,5 milyon kişinin katıldığı eylemlere tanık olduk. Fransa’da toplam 241 eylem ve grev yapıldı; her defasında hayat durdu. İngiltere’de öğrenciler yıllar sonra sokaklara indi. Harçların %300 zamlanarak 9 bin Sterlin’e çıkarılmasına seyirci kalmayan öğrenciler İngiltere sokaklarını mesken belledi. On binlerce öğrenci sokaklara çıktı, “Öğrenciyiz, yoksuluz, ödemiyoruz” dedi. İktidardaki Muhafazakâr Liberal Par-
ti’nin binasını işgal eden, Prens Charles’ın yolunu kesen, polisle çatışan, “Eğitim hakkımız engellenemez” diyen öğrencilerin eylemleri 2011’de de devam edecek. 2010’da gençlik hareketinin en dinamik olduğu ülkelerden biri de Yunanistan oldu. Yıl boyunca yapılan tüm grevlerde, eylemlerde en ön saflarda yer alan Yunanistanlı öğrenciler neoliberal yıkım politikalarının ülkelerini daha fazla talan etmesine karşı olduklarını tüm dünyaya gösterdiler. Artan harçlara, IMF ve AB’yle yapılan anlaşmalar uyarınca uygulanmaya çalışılan kemer sıkma politikalarına karşı gözünü budaktan esirgemeyen gençler polisle çatıştı, hükümet binalarını kuşattı, okullarını işgal etti. Eylemlerine emekçi halka yönelik saldırılar sona erene kadar devam edeceklerini de sık sık dile getiriyorlar. İtalya’da da Berlusconi hükümetinin kemer sıkma politikalarına karşı direnişte olan öğrenciler yıl boyunca sokaklardaydı. Eğitim Bakanı Gelmini’nin “Eğitim Reform Paketi”ne karşı hükümet binalarını, okulları, meydanları işgal eden öğrenciler “Krizin yükünü bize ödetmeye kalkanlar yok olana kadar savaşmaya devam edeceğiz” diyor ve sokakları sahipsiz bırakmıyorlar. Bu ve buna benzer pek çok örnek yukarıda saydığımız tüm ülkelerde de yaşandı. Emekçiler, öğrenciler, işçiler, kısacası hakları gasp edilen, edilmeye çalışılan herkes 2010 yılını sokakta, kavgada, direnişte geçirdi. 2011 de neoliberal saldırılara karşı yeni direnişler, başkaldırılar, devrim sloganları, yumurtalar, ayakkabılar, taşlar ve bayrak sopalarıyla geçecek bir yıl olacak. Şimdiden kolay gelsin…
Pakistan’ı sel vurdu Temmuz’un son günlerinde Pakistan’ı vuran sel felaketi ülkede hala devam eden büyük bir yıkıma yol açtı. 875 binden fazla evin yıkıldığı, tarım arazilerinin su altında kaldığı ülkede, selden 20 milyon kişi etkilendi. ABD, Afganistan savaşı için çok önemli bir
6
konumda olan Pakistan’ın askeri harcamalarına 1 milyar dolar hibe ederken, sel felaketi için yapılan yardım birkaç milyon dolarla sınırlı kaldı. Ülkede büyük çadır fabrikaları bulunmasına rağmen halk çadır bulamıyor; çünkü çadırlar yurt dışına satılıyor, ya da fahiş fiyattan satılıyor, kapitalistlerin kârı korunuyor.
Şilili madenciler kurtarıldı Şili’nin Capiapo kenti yakınlarındaki San Jose madeninde meydana gelen patlama, tüm dünyanın yakından takip ettiği bekleyişi başlattı. Yerin 700 metre altındaki bir sığınakta mahsur kalan 33 madenci, 8 cm genişliğindeki
7
bir tünelle 69 gün boyunca hayata tutundu. 69 gün sonunda özel kapsüllerle kurtarılan işçilerin ilk sözleri, dramatik hikâyelerin arkasına gizlenmeye çalışılan suçluyu ortaya çıkardı: “Biz işçiyiz, öyle kalacağız. Bir an önce çalışma koşulları düzeltilmeli ve gereken önlemler alınmalı.”
Ekvador’da tanıdık senaryo Latin Amerika ülkelerinden Ekvador’da meydana gelen olaylar “Yeni bir ABD darbesi mi?” sorularını akıllara getirdi. Kamu görevlilerinin ücretlerinde yapılan değişikliği bahane eden bir grup polis ve asker, başkan Rafael Correa’yı baş-
8
kent Quito’daki bir hastanede rehin aldı. Bolivarcı Latin Amerika ülkeleri hemen toplanarak Ekvador halkından başkanlarına sahip çıkmalarını istedi. Darbenin püskürtülmesinden sonra, ABD’den darbe için destek aldığı düşünülen 40 kişi tutuklandı; halk ülkesine sahip çıktı.
9
enerji kaynakları, su havzaları ve balistik füzeleri konseptine aldı. Daha önce konsept olarak belirlediği her şeyi bahane edip dünya halklarına karşı mücadeleye girişen NATO’nun önümüzdeki dönemde de halklara karşı kanlı bir savaş yürüteceği ise değişmeyecek bir gerçek olarak kaldı.
Yeni konsept, eski misyon 19-20 Kasım’da Lizbon’da yapılan NATO zirvesiyle, SSCB’nin çökmesinden bu yana NATO’nun 3. kez yenilediği konsepti belirlendi. Kurulduğu günden bu yana dünya halklarına karşı saldırı örgütü olan NATO yeni döneminde
69 gün boyunca yerin 700 metre alt›nda mahsur kalan fiilili madencilerin 13 Ekim’deki kurtar›lma anlar› heyecanla izlendi. ‹flçilerin tümü sorunsuz kurtar›ld›.
10
Dünya deşifre mi oldu? Wikileaks adlı site Kasım ayının sonunda yayınladığı gizli belgelerle dünya gündemini alt üst etti. Çoğunlukla ABD’nin dünyadaki casusluk faaliyetlerinin aktarıldığı belgelerin yayımlanmasının ardından,
belgelerde adı geçen ülkelerden birer birer yalanlamalar geldi. Türkiye’yle ilgili olarak hem iç siyaset hem de dış siyasetle ilgili belgeler de sitede yer aldı. Sitenin kurucusu Julian Assange taciz iddiasıyla hapse atıldı ancak sonra serbest bırakıldı. Belgelerse siteden yayımlanmaya devam ediyor.
6
İNSANCA YAŞAM 24 Aralık 2010 / 6 Ocak 2011
Halk›n Sesi
‹kinci Halk›n Haklar› Formuna do¤ru alkevleri, Halkın Hakları Forumu’nun ikincisini 21-22-23 Ocak 2011 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirecek. Forumun ilki 8-9-10 Haziran 2007 tarihlerinde düzenlenmişti. 2007 Halkın Hakları Forumu’yla hak mücadelelerinin günümüz sınıf mücadelesi içindeki kurucu niteliğinin bilince çıkartılmasında kritik bir eşik atlandı. Forumda sürdürülen tartışmalar ve sonuçlarda açığa çıkan kimi öneriler toplumsal muhalefetin temel dinamikleri haline geldi. Kapitalizmin tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşadığı ve yeni yönetme stratejilerini devreye soktuğu bu üç yıl içinde ülkemizde de egemenler arası iktidar mücadeleleri yeni bir uzlaşma sürecine yöneldi. Neoliberal gericiliğin organik iktidarı AKP, bu uzlaşmanın temsilcisi olarak sermaye sınıflarından yana bir “dönüşüm ve saldırı politikasını” yaşama geçirme sürecini hızlandırdı. Neoliberal gericiliğin organik iktidarı olarak baskı ve zor siyasetini tırmandırdı. Halkın Hakları Forumu’nun ikincisiyle işte böyle bir dönemde emeği, insanı ve doğayı hedef alan neoliberal kapitalist saldırganlığa karşı mücadelenin yeni evresini Özge yaratmada kritik bir adım daha Ozan atmaya hazırlanılıyor. Neo-liberİstanbul al saldırganlık, emperyalist Halkevi savaş ve bağımlılık ilişkileri, Kürt sorununda çözümsüzlük, siyasal-dinci gericilik ve halkın siyasetten dışlanması temel eksenleri üzerinden kurulan hâkim siyaset sahnesinin karşısında, halkın bağımsız siyasetini inşa eden bir sınıfsal direniş düzlemi olarak hak mücadelelerinin politik mücadeledeki anlamını bilince çıkaracak ve bu düzlemi inşa etme yolunda adımlar atılacak. . Halkın Hakları Forumu’nun somut hedeflerinden biri hak mücadelelerini yaygınlaştırıp yeni kazanımlar elde etme yolları aramak; hak mücadelesi alanlarının ihtiyaçlarından doğan yeni kurucu inisiyatifleri belirginleştirmek; hak mücadelelerinin dayanışma ağlarını, deneyim paylaşımı ve ortak mücadele zeminlerini güçlendirmek ve büyütmek. Bu nedenle Anadolu’nun neresinde hakları için mücadele eden birileri var ise orada Halkın Hakları Forumu çağrısı duyulmalı. Halkevleri şubelerinin bulunduğu illerden başlamak üzere bu çağrıyı hak mücadelesi veren tüm öznelere, haklar mücadelesinin bileşeni, parçası olan/olabilecek herkese ulaştırmak ve Halkın Hakları Forumu’nu birlikte örgütlemek hak mücadelelerinin yaygınlaşmasında kritik adımlardan biri olacaktır. Halkın Hakları Forumu hakları için mücadele eden ve neoliberal saldırganlıktan etkilenen herkesin Forumu’dur. Halkın Hakları Forumu-2011’in üç ana teması Güvencesizliğe Karşı Mücadele; Doğanın Metalaştırılmasına/Yok edilmesine Karşı Mücadele ve Sermayenin Kent Politikalarına Karşı Mücadele olarak belirlendi. Öte yandan cinsiyetçiliğe, gericiliğe ve ırkçılığa karşı halkların eşitlik ve özgürlük talepleri forumun bütün çalışma başlıklarına taşınacak. 21 Ocak’ta kadınların eşitlik ve özgürlüğü tartışmak için bir araya geleceği kadın forumu; 22-23 Ocak’ta ana oturumlar ve eğitimden sağlığa, engelli haklarından emeklilik hakkına, su hakkından barınmaya ve üniversite mücadelesine kadar 14 hak mücadelesi başlığında düzenlenecek atölyeler, dünyanın farklı coğrafyalarında süren hak mücadelelerinin yabancı konuklar ve akademisyenlerle birlikte ele alınacağı dünya hak mücadeleleri forumu ile Halkın Hakları Forumu halkın hakları mücadelesine ışık tutacak çok önemli bir olanağa işaret ediyor. Üstelik Türkiye’nin yeni bir genel seçim sürecine girdiği bir tarihte yapılacak olan bu forum hak mücadeleleri açısından izlenecek ortak mücadele hattını ve programını belirginleştirmek; saldırıları durduracak-geriletecek bağımsız bir direniş çizgisini ortaklaştırmak açısından etkili bir kürsü oluşturacak. Şimdiden ilimizde, bölgemizde bu ülkede hakları için mücadele eden herkesin, ana dilde eğitim hakkı isteyenlerin, eşitlik ve özgürlük isteyen kadınların, insanca yaşam, eşit yurttaşlık için mücadele edenlerin Türkiye emek ve demokrasi güçlerinin takvimlerine bu tarihi “21-22-23 Ocak Ankara’da büyük buluşma” olarak yazdırmak sınıflar mücadelesinde halkın hakları mücadelesi çizgisinin tarihini yazanların bugünkü acil görevlerinden biridir.
H
Karadeniz’in sabrı taşıyor HES projelerinde ısrar, Karadenizliyi yayla yollarında kurulan barikatları aşacak, ilçe merkezinde yapılan toplantıları durduracak kadar öfkelendirdi
F
ındıklı ve Hopa’dan art arda gelen haberler HES konusunda bölgede ısrarla süren çalışmaların Karadenizlilerin sabrını taşırdığını gösterdi. Rize Fındıklı’da halk, koruma kurulu kararına itiraz eden HES’çi şirket yetkililerinin peşini bırakmayarak yayla yollarına düştü. Kendisini engelleyen jandarma barikatlarını aştı. Artvin’de Hopalılar ise içme suyu kaynağının bulunduğu vadi üzerine kurulmak istenen Güneşli HES projesi hakkında yapılmak istenen bilgilendirme toplantısını engelledi. Rize'nin Fındıklı ilçesinde, enerji şirketlerince, Arılı Vadisi'nin ''sit alanı'' olmaktan çıkartılması için açılan davada, mahkeme ve bilirkişi heyetinin incelemesi, köylülerin tepkilerine sahne oldu. Vadide bulunan köylerden keşif alanına ulaşmak üzere yola çıkan köylüler üç noktada jandarma barikatını aştı. Köylüleri HES’çi firmalar kadar firma ile işbirliği yapan hemşerileri de öfkelendirdi. Yaylalarda süren kaçma kovalamaca tüm Fındıklı halkını da teyakkuza geçirdi. VADİDEKİ KÖYLERDEN HALK YAYLALARA AKTI Gazetemizin ulaştığı Fındıklı Derelerin Kardeşliği Platformu'ndan Avni Ertaş, Fındıklı’yı ayağa kaldıran eylemi ve öncesini anlattı. Ertaş’ın anlattığına göre olay sadece HES’çi şirkete karşı gelişen bir öfkeden değil onunla işbirliği yapan köylülere karşı da gelişen bir tepkiden doğdu. “HES’çilerle işbirliği yapanlar var aramızda” diyen Ertaş bazı hemşerilerinin ‘ekonomik çıkarlar’ için HES’çi firmalarla işbirliği yaptığını anlattı. Daha önce gizli yollarla şirket çalışanlarını vadiye sokmaya çalışan bu kişilerin Arılı Vadisi’ne ilişkin mahkeme sürecinde karşılarına HES’çi şirket yetkilisi olarak çıkmasına öfkelendiklerini aktardı. Arılı Vadisi 7 ay önce 1. dereceden sit alanı ilan edildi. Bu karar yüzünden HES projesini hayata geçiremeyecek olan şirket vadiden kendisine birkaç işbirlikçi bularak
Hopa’da yap›lan eylemde kad›nlar en öndeydi.(Büyük foto¤raf) F›nd›kl›’da halk buldu¤u araçlarla ya da yaya olarak yaylalara ak›n etti. (Afla¤›da küçük foto¤raf)
imza toplayıp itiraz davası açtı. Ertaş mahkemenin kararı yerinde incelemek için bir bilirkişi heyeti görevlendirdiğini, kendilerinin de uzun süredir bu heyetin ne zaman ve nerede keşif yapacağını öğrenmeye çalıştıklarını anlattı. Bir takım aldatmacalara ve heyetin yanlış bilgi yayarak köylüleri atlatma çabasına rağmen 17 Aralık günü keşfin Arılı Vadisi’nde yapılacağını tespit ettiklerini söyleyen Ertaş bu bilgiye ancak keşif işinin yapılacağı sabah heyeti takip ederek ulaştıklarını anlatıyor. Kendilerinden gizlenen bu bilgiye kararlılıkla ulaşan Fındıklılılar bu noktadan sonra keşif ekibinin peşine düşmüş. İlçe ve köylere keşfin Arılı’da yapılacağı haber edilmiş. Ertaş bundan sonra yaşananları şu sözlerle anlatıyor: “Halk kamyon kasalarında, arabalarla, yaya olarak yollara düştü. Adeta bir seferberlik oldu. Arılı Vadisi'ne çevreden, birlikte mücadele ettiğimiz vadilerden müthiş bir destek geldi. HES'çilere karşı adeta ayaklandık. Yaklaşık 3
saatlik bir yolculuktan sonra keşif yerine ulaştık. Yolculuğumuz boyunca karşımıza jandarma barikatları çıktı. Onları aştık. Önce yaya olarak sonra araçlarla aştık barikatları. Düşe kalka keşif noktasına vardık." Ertaş, yaylalara doğru yolculuk sırasında aşağıda bulunan köylerde ve ilçelerde de insanların eylemden gelecek haberleri almak üzere yollarda beklediklerini belirtti. İŞBİRLİKÇİ HEMŞERİLERLE HESAPLAŞILIYOR Ertaş, keşif noktasında jandarma ve keşif heyetiyle bir sorunları olmadığını, sadece HES'çiler adına keşfe gelen ve aslında yöre insanı olan işbirlikçilerle davalarının olduğunu belirten bir konuşma yaptıklarını aktardı. Keşif noktasında halkın çok öfkelenerek HES'çilerin araçlarına taş atmaya başladığını söyleyen Ertaş tansiyonun yükseldiğini bir süre sonra araya jandarmanın girmesiyle öfkenin arbedeye dönüştüğünü belirtti.
Eylemin heyetin Vadi'den ayrılmasıyla sona ermediğini ifade eden Ertaş ilçeye geri dönüp burada bir yürüyüş yapıp ardından yaşanan gelişmeleri aktardıkları bir basın açıklaması gerçekleştirdiklerini aktardı. Ertaş’ın aktardıkları işbirlikçilik konusunda meselenin eylemden sonra daha yakıcı bir sorun haline geldiği yönünde. Şirketle ittifak halindeki kişilerin ilçede HES karşıtı mücadelenin önde gelen isimlerini tehdit ettiğini mafyatik yöntemler kullanmaya çalıştığını belirten Ertaş, tehditleri şu sözlerle yanıtlıyor: “Bizi kimsenin tehdit edemeyeceğini dosta düşmana anlattık. Biz biliyoruz ölümden öte köy yok.” Ertaş’ın bize verdiği mesaj HES’lerle mücadelenin sadece onun arkasındaki tekelci sermaye güçleriyle olmadığı projeye yataklık eden işbirlikçi hemşerilerle de olduğu yönünde. Fındıklılılar bundan sonrası için ne yapacaklarını gerçekleştirilen halk toplantılarında belirleyecek.
HOPALILAR TOPLANTIYI YAPTIRTMADI Hopa halkı, ilçenin içme suyu kaynağının bulunduğu vadi üzerine kurulmak istenen Güneşli HES projesi hakkında yapılmak istenen bilgilendirme toplantısını kitlesel eylemle engelledi. Hopa Öğretmenevi’nde yapılmak istenen toplantı halkın muhalefeti sayesinde yapılamadı. 20 Aralık günü toplantı için ilçeye gelen Artvin Çevre ve Orman Müdürü, Bölge DSİ temsilcileri, Karayolları Bölge Müdürlüğü temsilcileri ve ERVA HES şirketi yetkilileri tutanak tutarak toplantının halkın tepkisi sonucu yapılamadığını belirtti. HES’lere karşı kurulan Hopa Derelerini Koruma Platformu’nun çağrısıyla Belediye Parkı’nda toplanan halk, horon ve sloganlarla eylem başlattı. Sloganlarla Hopa Öğretmenevi’ne yürüyen Hopalılar, toplantı iptal edilene kadar bina önünden ayrılmadı.
‘Biz de üç hastane istiyoruz’ E
skişehir Tepebaşı bölgesinde bulunan Zübeyde Hanım Kadın Doğum Anne ve Çocuk Sağlığı Hastanesi 1 Kasım’da kapatıldı. Hastanelerinin kapatılmasını istemeyen Şirintepe Mahallesi, muhtar Nurten Kahraman öncülüğünde imza kampanyası başlattı. Toplanan imzaların valiliğe verilmesinin ardından bir de eylem yapan Tepebaşı halkı “hastanemizi geri istiyoruz” dedi. 19 Aralık’ta yapılan eylemde İl Sağlık
Müdürlüğü önüne siyah çelenk, kartondan tabut ve yumurta bırakıldı. Yapılan açıklamada ise; hastanenin kapatılmasının ardından anne ve çocuk sağlığı üzerine sorunlar yaşıyoruz” denildi. Ayrıca Tepebaşı bölgesinde hastane sayısının bire düşmesi sonucu sağlık hizmetlerinin niteliksiz bir hale geldiği belirtildi. Yunusemre Devlet Hastanesi’nin bünyesine 600 yatak kapasiteli kadın doğum ve çocuk ünitesi eklenene kadar hastanelerinin açılmasını talep
eden Tepebaşı halkının eylemine onbir farklı mahallenin muhtarı da destek verdi. Eylemde taşınan “Bizden üç çocuk isteyen başbakandan biz de üç hastane istiyoruz. Bir çocuğumu bile hastane kabul etmiyor” yazılı dövizlerde mahalle halkı AKP iktidarını hedef aldı. Konuyla ilgili görüşüne başvurduğumuz Eskişehir Halkevi yöneticisi Gürkan Çelik, Tepebaşı halkının başlattığı ve çevre muhtarlıkların da destek verdiği sağlık hakkı mücadelesinin
takipçisi olduklarını söyledi. Zübeyde Hanım Kadın Doğum Anne ve Çocuk Sağlığı Hastanesi’nin kapatılmasının ardından Eskişehir Halkevi’nde bir basın açıklaması düzenlediklerini belirten Çelik, mahalle halkının yaptığı eyleme de destek verdiklerini, kapatılan hastanenin fizik tedavi merkezi yapıldığını ama bu durumun yaşanan mağduriyeti gidermediğine değindi. Çelik, mahalle muhtarları ve Tepebaşı halkıyla birlikte süreci takip edeceklerini söyledi.
Sarı yazma direnişi İstanbul’a taşındı Yaşımı savunanlar buluşuyor K
astamonu Loç Vadisi’nde yaşamı öldürecek olan HES projelerine karşı mücadele eden köylüler direnişlerini İstanbul’da HES’çi şirketin önüne taşıdı. Loç Vadisi üzerindeki HES’leri inşa edecek olan Orya Enerji (Ümran Boru) İstanbul Kabataş’ta bulunan binası önünde 8 Aralık günü oturma eylemine başlayan Loçlular yörelerinin simgesi olan sarı yazmalarla şirket önünde seslerini duyurmaya çalışıyor. 8 Aralık günü başlayan oturma eylemi hergün gerçekleşen destek ziyaretleriyle güçleniyor. Polis yığınağına rağmen oturma eylemlerini sürdüren Loçlulara farklı yörelerde HES’lere karşı mücadele
edenler destek veriyor. Oturma eyleminin yapıldığı Oryahan önünde bekleyen sarıyazmalılara üniversite öğrencileri, Rizeli, Giresunlu HES karşıtları, Bartınlı termik santral karşıtları
ziyaretler gerçekleştirdi. Marsis müzik grubu direnişin ziyaretçileri arasında yer aldı. Soğuk hava koşullarına rağmen süren eylemi, İstanbul Halkevi üyeleri de ziyaret etti. 18 Aralık günü
gerçkeleşen ziyarette Halkevciler ve direnişçiler birlikte horon tepti. 21 Aralık günü Politeknik de Loçluların direniş alanını ziyaret etti.
‹stanbul’un ve Marmara’n›n talan›na karfl› insan›, suyu, orman›, do¤ay› ve yaflam› savunanlar Kad›köy’de gerçekleflecek mitingde bulufluyor. Aralar›nda Suyun Ticarilefltirilmesine Hay›r Platformu, Topraklar›n Kardeflli¤i Platformu, GDO’ya Hay›r Platformu gibi birlikteliklerin, Halkevleri, Politeknik Ekoloji Kolektifi gibi kitle örgütlerinin, D‹SK, KESK, TMMOB gibi meslek örgütlerinin bulundu¤u yüzden fazla kurum ‹stanbul’u savunanlar› mitinge ça¤›r›yor. Üçüncü Köprü Yerine Yaflam Platformu’nun bafl›n› çekti¤i kurumlar, kentin sermayenin
talan›na aç›lmas›n› engellemek için güç birli¤i yaparak sokaklara ç›k›yor. 26 Aral›k günü Kad›köy’de gerçekleflecek mitingde kentin su havzalar›n›, suyunu orman›n› kirletece¤i; yeni trafik sorunlar› yarataca¤›; çarp›k kentleflmeyi tetikleyece¤i için 3 Köprü’ye karfl› ç›kanlar AKP Hükümetine ve AKP’li ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi’ne dur diyecek. Mitinge Aralar›nda Edip Akbayram, Onur Ak›n, Hayko Cepkin, Bandista, Ezginin Günlü¤ü gibi isimlerin bulundu¤u çok say›da ayd›n sanatç› da destek veriyor.
7
İNSANCA YAŞAM 15 Ekim 2010 / 28 Ekim 2010
Halk›n Sesi
Okullar patronlara emanet ‹LHAN Y‹⁄‹T*
Ç Zabıtalardan keyfi yıkım ‹stanbul Sar›yer’de bulunan Maden Mahallesi’nde bir ev zab›ta teröründen nasibini y›k›m olarak ald›. Evi y›k›lan Topçu ailesinin iddialar›na göre kendilerinden rüflvet isteyen zab›ta amiri reddedilince hiçbir gerekçe göstermeden evlerini y›kt›. Üstelik bu y›k›m ilk de¤ildi. Ayn› ailenin evi bundan önce dört defa daha y›k›lm›flt›. Bo¤aziçi ‹mar Müdürlü¤ü’ne ba¤l› y›k›m ekipleri 14 Aral›k günü Sar›yer Maden Mahallesi’nde bulunan Topçu ailesinin evini y›kt›. Y›k›m ifllemleri s›ras›nda h›z›n› alamayan ekipler komflu evin salonunu da y›kt›. Y›k›mdan haberi olmayan Topçu ailesi sabah›n erken saatlerinde kap›lar›na dayanan y›k›m ekiplerine direndi. Say›lar› yüzü aflan zab›ta ve çevik kuvvet polisi, evini savunan aileye sald›rd›. Y›k›m s›ras›nda polis evini y›kt›rmak istemeyen ailenin d›fl›nda olay yerinde bulunan mahallelilere de coplarla sald›rd›. Polisin sald›r›s›na maruz kalan kad›nlar polise kaynar su ve evde bulduklar› malzemelerle direndi. Polisin sald›r›s› s›ras›nda babannesinin dayak yedi¤ini gören ve gözalt›na al›nmas›na engel olmak isteyen bir genç evin çat›s›na ç›kt›. Zab›tan›n
sald›r›s› sonucu çat›dan düflen genç yaraland›. Polisin sald›r›s› sonucu iki kifli gözalt›na al›nd› ve 2 saat sonra serbest b›rak›ld›. ‘ÖNCE RÜfiVET ‹STED‹’ Evleri y›k›lan Topçu ailesi, y›k›mdan önce zab›ta amiri Turan Duran’›n kendilerinden 25 bin lira rüflvet istedi¤ini iddia etti. ‹ddiaya göre Zab›ta amiri kendilerinin verdi¤i paray› az buldu. Topçu ailesi evlerinin daha önce 5 defa y›k›ld›¤›n› ve hepsinde de ayn› zab›ta amirinin rüflvet istedi¤ini söyledi. Aile, avukata durumu anlatacaklar›n› ve haklar›n› arayacaklar›n› ifade etti. Evi y›k›lan Dilber Topçu olay› flöyle anlatt›: “Uyuyordum, dozer sesleriyle uyand›m. Geldiler evimi y›kacaklarm›fl! Ne bir tebligat ne bir belge var ellerinde. Bizden önceden hep rüflvet istiyorlard›, kap›m›zdan ayr›lmad›lar. Rüflveti vermezsek evimizi y›kacaklar›n› söylediler. Vermek zorunda kald›k. Ama yetmezmifl. 25 milyarl›k, rüflveti karfl›layamad›¤›m için evimizi y›kmaya geldiler. Ben 5 ayd›r iflsizim. Hatam›n evimde izinsiz tadilat yapmak oldu¤unu söylediler. Ne konuflmam›za müsaade ettiler nede evimizi boflaltmam›za. Benim eflyalar›m enkaz›n alt›nda kald›.”
FARUK EREN GAZETEC‹ - KAYIP YAKINI
PLANLI HAREKET Hükümetin eğitim alanına yaptığı saldırı planlarından önemli parçası olarak 2010-2014 stratejik planlaması ve 18. MEB Şura kararları önümüzde duruyor. Ancak daha bunların mürekkebi kurumadan Çalışma Bakanlığı Müsteşarı Birol Aydemir, meslek liselerinin özel sektöre devredileceğini bir sermaye grubunun düzenlediği toplantıda söyleyerek AKP’nin eğitimi sermayenin kar hırsına terk etmesinin ibret bir örneğini karşımıza çıkarıyor. Müsteşar Aydemir, "Meslek liselerindeki teçhizatın yenilenmesi ve okul saatinden sonra sanayi ve ticaret odalarının açacağı kurslara; meslek liselerinin işverene, özel sektöre devri için pilot proje olarak bakıyoruz" diyerek AKP’nin eğitim alanında önümüzdeki dönem saldırı politikalarını açıkça ortaya koyuyor. AKP’nin çeşitli uygulamalarla eğitimin bir hak olmaktan çıkarılıp alınıp satılabilir bir metaya dönüştürmekte önemli adımlar attığı ortada. Özellikle eğitim politikaları, okul türleri, eğitim planlamaları, eğitime özel hizmet alımı vb. gibi konular bu alandaki özelleştirme uygulamalarının önemli parçaları olarak uygulandı ve uygulanmaya devam ediyor. Son olarak, Çalışma Bakanı Müsteşarının bir sermaye
umartesi Anneleri’nin, Galatasaray’daki oturma eylemlerinin 300’üncü haftasındayız. 300 haftadır devlet güçleri tarafından gözaltına alınan evlatlarının, eşlerinin akıbetini soruyorlar. Bu sürede 10 hükümet değişti. Hepsi Cumartesi Anneleri’nin ellerinde taşıdıkları fotoğraflardaki kişilerin gözaltına hiç alınmadığını söylüyor. Hitler’in Başkomutanı Wilhelm Keitel, insanlık tarihinin utanç sayfalarından birini oluşturan ünlü ‘Gece ve Sis’ kararnamesini yayınladığında 1941’in sonlarıydı. Naziler gecenin ve sisin kaybedilen binlerce insanın izini örtebileceğini düşünüyordu. Avrupa’nın dört bir yanından Nazi karşıtı binlerce insan tutuklanıp trenlere bindirildi ve bir daha kendilerinden hiç haber alınamadı. ‘Ceset yoksa cinayet de yoktur’ diye düşünen birçok iktidar benzer yöntemlerle muhaliflerini yok ettiler. Bu yöntemi 20. yüzyılda en çok sevenler ise Şili ve Arjantin’in askeri diktatörleri oldu. Arjantin’de 20 binin üzerinde aydın, sendikacı ve üniversite öğrencisi yok edildi. Kurbanların büyük çoğunluğunun dev nakliye uçaklarına bindirilip okyanusa atıldığı ortaya çıktı yıllar sonra. (Katiller kaybettikleri kişilerin küçük çocuklarını da kendilerine evlatlık olarak alıyordu ve yıllar sonra büyük dramlar yaşandı. Birçok çocuk babası diye bildiği kişinin aslında anne ve babasının katili olduğunu öğrendi, bazıları da kendilerinin hiçbir dahli olmadığı bu durumu kaldıramayıp intihar etti.)
Yüreklerin C kulaklar› sa€›r
Konuk Yazar
alışma Bakanlığı Müsteşarı Birol Aydemir 20 Aralık’ta Koç Üniversitesi ve TÜSİAD'ın rüzenlediği Ekonomik Araştırma Forumu'nda meslek liselerini yakından ilgilendiren bir konuşma yaptı. Aydemir meslek liselerini işverenlere (özel sektöre) devretmek üzere bir çalışma başlattıklarını anlattı. Bu pilot çalışmaya göre Milli Eğitim Bakanlığı, sanayi ve ticaret odası ile Çalışma Bakanlığı'nın yer aldığı üçlü bir yönetim modeli oluşturularak meslek liseleri bu yönetime devredilecek. Bu toplantıda konuşan Aydemir, “Devletin artık meslek liselerinden çıkması lazım. Sanayici 'Aradığım elemanı bulamıyorum' diyor. Bu projeyle sanayici aradığı elemanı meslek lisesinde yetiştirecek…” dedi. Aydemir’in açıklamalarını hafife almamak gerekiyor. Çünkü o, meclisteki 'torba yasa' içinde yer alan ve alt komisyonda görüşülmeye başlayan çalışma hayatına ilişkin emekçi aleyhine düzenlemeler içeren yasa tasarısının mimarı.
Meslek liselerinin özel sektöre devredilmesi planlanıyor. Bu planı AKP’nin istihdam politikalarıyla birlikte değerlendirmek gerekli
grubunun huzurunda endam ederek söylediği meslek liselerinin özel sektöre devri konusu MEB’in bu döneme kadar uyguladığı eğitim politikalarının bir devamı. Yani AKP hükümetinin tüm bakanlık örgütleri birbiriyle koordineli olarak emek karşıtı politikalar belirliyor ve uyguluyor. Eğitim alanındaki meslek liseleri, çalışma yaşamındaki istihdam politikaları ile doğrudan ilgili. Çalışma Bakanlığı müsteşarının meslek liseleri ile ilgili herhangi bir konuda görüş beyanının da ötesinde belirleyici rol alabilmesi de bunu doğruluyor. MESLEK L‹SELER‹ NEDEN ÖNEML‹? Meslek liselerinde uygulanan mesleki eğitim politikaları sermayenin iştahını kabartıyor. Buralardaki eğitim süreçleri, (içeriği, uygulaması yönetimi ile) staj adı altında sömürünün en katmerli halinin görüldüğü yerler. Öyle ki meslek liselerine ilişkin birçok sermaye grubu özel yatırımlar bile yapmışlardır. Bunların en başında geleni Koç grubu sermayesidir.
Arjantin’de evlatlarını kaybeden anneler, daha diktatörlük sürerken her perşembe Plazo de Mayo’da toplanarak çocuklarının akıbetini sormaya başladı. Plazo de Mayo annelerinden bazıları evlatları gibi kaybedildi. Ancak tüm baskılara rağmen ısrarla eylemlerini sürdüren beyaz başörtülü anneler kayıplara karşı mücadelenin simgesi oldu. Arjantin dışında da dünyanın birçok köşesinde diktatörlükler ve ‘demokrasiler’ kendilerinden yana olmayan insanları kaybetmeyi bir politika haline getirdi/getiriyor. Guetamala’dan Avrupa’nın göbeğinde Sırbistan’a, Çeçenistan’dan Meksika’ya kadar birçok yerde on binlerce insan kaybedildi. Peki ya burası! Bu topraklardaki iktidarlar General Keitel’den önce aynı alçak yöntemi düşünmüştü. Örneğin 1915’te imparatorluğun başkentinde 220 Ermeni aydını bir gecede gözaltına alındı. Aralarında Meclis-i Mebusan üyeleri bile vardı. Gözaltına alınanlar İstanbul hapishanelerindeki kısa tutukluluğun ardından Haydarpaşa Garı’ndan trenlere bindirilerek ülkenin çeşitli yerlerine gönderildi. 220 kişiden 81’inin öldüğü tespit edildi/açıklandı. 139 kişinin ne olduğu ise hala bilinmiyor. 1921’de, 14 yoldaşıyla birlikte Anadolu’daki mücadeleye destek vermek için Anadolu’ya gelmeye çalışan TKP lideri Mustafa Suphi önce linç edilmek istendi. Ardından Ankara hükümeti tarafından SSCB’ye geri gönderilmek üzere Trabzon’dan bir takaya
Meslek lisesi memleket meselesi sloganı ile büyük sermayenin koçbaşı Koç Holding’in bu alandaki iştahlı tutumu biliniyor. Bu konuda özel projeler geliştiren Koç Holding bu projeleri MEB’le işbirliği içinde yürütüyor. Koç Holding’in 09.04.2010 tarihinde düzenlediği bir toplantıda MEB Nimet Çubukçu’nun yaptığı konuşmada bakanlığı dolayısıyla da hükümetin politikalarının hedefi açıkça görülmektedir, Bakan Çubukçu’nun konuşmasında 7 yıl içerisinde ekonomi ve iş gücü piyasasının beklentilerine uygun olarak mesleki eğitim ve teknik eğitimde ciddi bir değişim ve dönüşüm süreci başlattıklarını belirterek '60. Hükümet Programı Eylem Planı' doğrultusunda mesleki ve teknik ortaöğretimin, ortaöğretim içerisindeki payını nasıl arttıracaklarını aktarmıştı. Bu açıklamayla yoksul halk çocuklarını sermaye köleliğine terk etmenin modelini ortaya koymuştu. Bakan Çubukçu, bunların yanı sıra okullardaki fiziki altyapı, atölye ve laboratuarların donatımının, gelişen teknolojiye
bindirildi. Mustafa Suphi ve 14 arkadaşı yıllar sonra Latin Amerika’da uygulanacak bir yöntemle katledildi. Arjantin’de okyanusa atılan kurbanlar gibi Mustafa Suphi ve 14 arkadaşı öldürülüp Karadeniz’in diplerine yollandı. (Suphi’nin eşine ne olduğu ise bir başka trajedidir.) Cumhuriyet döneminde de gözaltında kayıplar sürdü. Cumhuriyet döneminde tek tük görülen bu alçak yönteme iktidar 12 Eylül 1980 faşist darbesinin hemen ardından yeniden sarıldı. Devrimci gençler Cemil Kırbayır, Hayrettin Eren, Nurettin Yedigöl 12 Eylül işkencehanelerinde kaybedildiler. Ancak ülkemizde esas felaket 12 Eylül diktatörlüğünde değil ‘demokrasi’ döneminde yaşandı. 1980’lerin sonundan 2000’lere kadar gözaltında kaybetme adeta bir devlet politikası haline dönüştü. Bu dönemde güvenlik güçleri tarafından (asker, polis, korucu) gözaltına alınan yüzlerce kişinin akıbeti hala bilinmiyor. Tam 300 hafta oldu. Türkiye’de gözaltında kayıp olaylarının dönüm noktası Hasan Ocak oldu. 21 Mart 1995’te gözaltına alınan Hasan Ocak’ın cesedinin kimsesizler mezarlığında bulunmasının ardından, Ocak ailesi, diğer kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları Galatasaray Lisesi önünde oturma eylemlerine başladı. 27 Mayıs 1995’te başlayan bu sessiz oturma eylemleri ilk başta terörle bastırılmaya çalışıldı. Cumartesi eylemlerine katılanlar dövülerek gözaltına alındı. Ancak aileler ve insan hakları savunucuları ısrarlıydı. Eylem kısa
uyumlu olmasının büyük önem arz ettiğini vurgulayıp, sektörle yakın bir işbirliği ve gereken destek olmadan Türkiye'nin nitelikli eleman sorununu çözebileceğini söylemenin mümkün olamayacağını ifade ederek halkın eğitim hakkının yerine sermayenin ihtiyacını rahatlıkla koyabilmiştir. Bu toplantıda konuşulanlardan da anlaşılacağı gibi meslek liselerinin sermayeye nitelikli ara elaman yetiştirmenin dışında hiçbir işlevi yok. Yani meslek liseleri eğitim hakkının kullanıldığı yer değil, sermayeye kul, köle yetiştirmenin yeri olarak kurgulanmıştır. Meslek lisesi memleket meselesi değil sermaye için ucuza çalıştırılan yerler meselesi olarak görülmektedir. BU PLANDA YOKSULUN YER‹ BELL‹ Bakanlığın 2010-2014 strateji planında ifade ettiği üzere dersanelerin özel okula dönüştürülmesi konusu ve meslek liselerinin genel liseler içerisindeki oranını %65 düzeylerine çıkarma politikaları ile birlikte yapılan bir değerlendirme MEB'in asıl amacının ne olduğunu bizlere daha iyi gösterecektir. Genel liselerin anadolu liselerine dönüştürülmesinde yaşanacak olan, dersaneye gitme olanağı bulamayıp da sınavı kazanamayan yoksul çocukların meslek lisesine mahkûm olmasıdır. Çünkü Anadolu liseleri sınavla öğrenci almaktadır. Sınavlarda dersaneye gidemediği için veya gündelik hayatının çeşitli sorunlarıyla kuşatılmış bir öğrenci ya meslek liselerine ya da stratejik planlamada öngörülen dersanelerden devşirme özel liselere gitmek zorunda kalacaktır. Bu durumda yoksul ailelerin çocuklarına meslek liseleri dışında başka bir seçenek kalmamaktadır. Çeşitli sanayi çevrelerinin, sermaye gruplarının eğitim alanıyla bu kadar ilgilenmesinin arkasında yatan amaç, ihtiyaçlarını giderecek bir düzenleme ile MEB'in eğitim alanını sermaye gruplarının daha fazla kar elde etmeleri için yeniden düzenlemek amacıyla attığı adımlarla doğrudan ilişkilidir. Böylesi bir bakış açısıyla eğitimin toplumsal eşitlik, dayanışma ve adalet gibi işlevlerini bir yana bırakarak, sermaye çevrelerinin sorunlarına yönelmek öğrencileri insan sermayesi olarak görmekten başka sonuç doğurmayacağı aleni olarak görülmektedir. * Eğitim Sen Ankara 2 No’lu Şube üyesi
sürede tüm ülkede büyük yankı bulmaya başladı, kayıp yakınları ve insan hakları savunucularına sosyalistlerden, aydınlardan ve toplumun diğer kesimlerinden destek yağmaya başladı. Ama ülkeyi yönetenler, yani insanları kaybedenler bu ‘sivil itaatsizlik’ eylemine de fazla tahammül edemedi. 1998’in Ağustos’unda saldırılar yeniden artmaya başladı. Artık sadece eyleme katılanlar değil, katılmaya teşebbüs edenler de Galatasaray civarındaki kafelerden, ara sokaklardan gözaltına alınıyordu. 13 Mart 1999’a kadar süren bu saldırılarda binin üzerinde kayıp yakını ve insan hakları savunucusu gözaltına alındı. Birçoğu hakkında davalar açıldı. Gözaltılar sırasında insanlar kıyasıya dövüldü, tıkıldıkları araçların içine biber gazı sıkıldı. Artan terörün ardından Cumartesi anneleri 200’üncü haftada eylemlerine ara verme kararı aldı. Mücadelelerini başka bir platformda sürdüren Cumartesi Anneleri, 2010 başında bazı itirafçıların ifadelerinde ayrıntılarıyla kayıp olaylarından bahsetmeleri üzerine Galatasaray’daki sessiz oturma eylemlerini yeniden başlattı. Talepleri yine aynıydı, evlatlarının, sevdiklerinin başına neler geldiğini öğrenmek ve faillerin cezalandırılmasını istiyorlardı. Bu cumartesi, anneler ve insan hakları savunucuları tam 300. kez Galatasaray’da oturacak. 300 haftadır duyulmayan sessiz çığlıklarını atacaklar. Cumartesi Anneleri tıpkı Arjantin’de Şili’de ve diğer ülkelerdeki kayıp yakınları gibi adalet arayışlarını sürdürüyor.
Mamak’ta veliler buluştu
H
alkevleri Eğitim Hakkı Meclisi velilerle öğretmenleri buluşturdu. Meclis 18 Aralık Cumartesi günü ‘eğitim hakkı’ üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi. Eğitim-Sen üyesi öğretmenlerin katıldığı söyleşiye Mamak Halkevi’nde ilköğretim destek kurslarına gelen öğrencilerin velileri katıldı. Söyleşide aidat uygulamasının kaldırılması, kadrolu öğretmen atanması, zorunlu din derslerinin kaldırılması talepleriyle imza toplanmasına karar verildi.
Samsunlu santral istemiyor
S
amsun Tekkeköy’de Cengiz Enerji Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi’ne ait termik santralin kapasite artırımı için 22 Aralık günü düzenlenen bilgilendirme toplantısı Tekkeköy halkı tarafından protesto edildi. Toplantı’dan iki gün önce 20 Aralık’ta Samsunlu Halkevciler bir eylem yaparak şirket yetkililerini uyarmış, temiz bir çevrede yaşamanın hak olduğunu belirterek kapasite artırımı projesinin iptal edilmesi isteklerini dile getirmişlerdi.
Halkevleri Takvimi çıktı
H
alkevleri tarafından hazırlanan ve gelenekselleşen maarif takvimi çıktı. Takvim her sayfasıyla dünya ve ülke tarihinin derinliklerine uzanıyor, tarihsel olaylarını hatırlatıyor, sayıların diliyle ilginç veriler sunuyor. Ayrıca “ağzından çıkanı kulağın duysun” bölümüyle ülkemizi yönetenlerin sarf ettiği sözleri hatırlatıyor. Takvim aynı zamanda bitkilerin faydalı dünyasına pencere açıyor. Takvime mahallenizde bulunan Halkevi şubelerinden ulaşabilirsiniz.
8
EMEK 24 Aral›k 2010 / 6 Ocak 2011
Halk›n Sesi
BEDAŞ’ta isyan sesi var B
oğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş. (BEDAŞ) Gaziosmanpaşa işletmesinde çalışan taşeron işçiler aylardır maaşlarını alamadıkları için 13-1 4 Aralık'ta iş başı yapmadılar. Taşeron firma sahibi ve BEDAŞ yetkililerinin yoğun baskı ve tehditlerine rağmen eylemlerine devam eden işçiler, firma yetkililerinin ödemelere ilişkin protokol imzalamayı kabul etmeleri ile eylemlerine son verdiler. TAfiERON ÖLÜM GET‹R‹YOR İstanbul Avrupa Yakası elektirk dağıtım hizmetinde asıl işveren olan BEDAŞ asıl işi muvazalı (hileli) bir şekilde taşeron firmalar aracılığıyla yürütüyor. Asıl işin taşeron firmalar aracılığıyla yerine getirilmesi açık bir şekilde yasak olmasına rağmen enerji sektöründe özelleştirme taşeronlaştırma-güvencesizleştirme-esnekleştirme polikaları nedeniyle bu uygulamalara göz yumuluyor. Bundan patronun payına kar, işçinin payına düşük ve zamanında yatmayan maaşlar, keyfi kesintiler, iş güvencesinden yoksun çalışma koşulları düşüyor BEDAŞ'ın Gaziosmanpaşa, Sefaköy ve Beyoğlu işletmelerinin işlerini ALKAMA Grup adlı taşeron şirket yürütüyor. Şirket bünyesinde çalışanlar neredeyse tüm gün çalışıyor. Örneğin, şoförler günde 18 saate kadar çalışmaya zorlanıyor, çalışmayanların ise işine son veriliyor. Ağır çalışma koşullarında işçiler ölümle burun buruna çalışmalarına rağmen düzenli maaşları ödenmediği gibi maaşlarında keyfi kesintiler ile karşı karşıya kalıyor. Eylül ayında aynı şirket bünyesinde çalışan işçilerden Erkan Keleş çıktığı direkte elektrik akımına kapılarak yaşamını yitirmişti. ‹fiÇ‹LER AYAKLANDI BEDAŞ Gaziosmanpaşa işletmesine bağlı Sultangazi ve Arnavutköy elektrik idaresinde çalışan ve aylardır maaş alamayan işçiler 13 Aralık sabah
İşçilerin tamamının Enerji Sen yöneticilerine sahip çıkması üzerine bu hamle de boşa çıkarıldı.
BEDAŞ’ın Sultangazi ve Arnavutköy bölgelerinde çalışan taşeron elektrik işçileri ödenmeyen maaşlarını iş bırakma eylemi yaparak kazandı. İşçiler patrona değil Enerji Sen’e kulak verdi
BEDAfi'IN ‹fiÇ‹LER‹Y‹Z Akşam saatlerinde BEDAŞ Taksim'den gelen yetkililer ile yeniden görüşmeler yapılarak talepler yinelendi. İşçileri ikna edemeyen yetkililerin gitmesi ardından BEDAŞ bölge müdürü bir kez daha işçilerin yanına gelerek ikna etmeye çalıştı. “Siz bizim işçilerimizsiniz, sizlerin mağdur olmasını istemiyoruz” diyen bölge müdürüne işçiler “Sizin işçilerinizsek şimdiye kadar neredeydiniz, kadrolu çalışanlar ayın on beşinde maaş alırken bizim maaşlar neden aylarca yatmıyor?” sorusunu sordular. İşçilerden gelen tepkilerin ardından müdür salonu terk etmek zorunda kaldı.
Enerji Sen Gen. Bflk. Kamil Kartal
BEDAfi Gaziosmanpafla’da direniflteki iflçiler
08.00'dan itibaren iş başı yapmadılar. İstanbul Gaziosmanpaşa bölgesinde BEDAŞ taşeronu olan ALKAMA Grup LTD şirketi üzerinden muvazalı (hileli) bir şekilde çalıştırılan teknisyen, şoför ve yeraltıcılardan oluşan yaklaşık 120 işçi maaşlar yatana kadar, maaşlardaki düzensizlik ve keyfi kesintiler son bulana kadar iş başı yapmayacaklarını duyurdu. “Daha önce de iş başı yapmamıştık, ancak firma yetkilileri bizlere söz vermiş biz de inanmıştık” diyen işçiler artık bu kadar kolay ikna olmayacaklarını söyleyerek maaşların derhal yatırılmasını istediler. Öğlen saatlerinden itibaren Enerji Sen (Elektrik, Su, Gaz ve Baraj Çalışanları Sendikası) başkanı Ö. Kamil Kartal ve
Örgütlenme Sekreteri Ali Tosun da eylemdeki işçilere katıldı. İşçilerle yapılan konuşmalarda yasanın 34. maddesinin çok açık olduğu, 20 gün boyunca maaşlarını alamayan işçilerin iş edinimini yerine getirmeme hakkı olduğu hatırlatılarak hem yasal hem de fiili olarak meşru oldukları söylendi. İşçiler arasından tüm birimlerden çalışan birer kişi temsilci olarak seçilerek bundan sonraki görüşmelerin temsilciler üzerinden yapılmasını oylayarak kabul etti. “EV‹M‹ZDE ELEKTR‹K YOK” Akşam saatlerinde taşeron firma yetkilisi işçilerin yanına gelerek maaşların elden verileceğini, paralarını almak isteyenlerin bir an önce sıraya girmesi-
ni istedi. Yapılan toplantıda elde olan paranın işçilerin tümü için yeterli olmadığı, yeni bir sus payı verilmeye çalışıldığı söylenirken işçiler maaşını alıncaya kadar eylemi sonlandırmama kararı aldı ve kararı patrona bildirdi. Ertesi gün taşeron firma sahibi ve BEDAŞ bölge müdürü işçilerin yanına gelerek eylemi sonlandırmaları, koşulları beğenmeyenin işten çıkarılacağını söyleyerek açıkça tehdit etti. İşçilerin yasal haklararını kullandıklarını söylemesi üzerine taktik değiştiren patron “vallahi param yok, beni düşünmüyorsanız dışarıda bu soğukta elektriksiz kalan yüzlerce insanı düşünün” dedi. Bu sözler üzerine işçiler kredi kartı faturalarını, haciz bel-
Fındık-Sen yüksek faize karşı çıktı
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
gelerini ve ödenmemiş elektirik faturalarını göstererek “bizim de evimizde elektirik yok” cevabını verdiler. Bu sözler üzerine BEDAŞ ve taşeron firma yetkilileri salonu terk etmek zorunda kaldılar. POL‹S ÇA⁄IRDILAR İşçilerin sendikadan güç aldığını gören yetkililer bu sefer tehditleri Enerji Sen Başkanı Kamil Kartal'a yönelttiler. Kamil Kartal'ın dışarı çıkmasını aksi takdirde polis zoru ile çıkartacaklarını söyleyen BEDAŞ müdürü olumsuz yanıt alması üzerine polis çağırdı. Bu esnada işçilerle bir konuşma yapan Kartal “Buradan ancak işçiler istediği sürece çıkacaklarını, aksi halde buradan çıkmayacaklarını” söyledi.
‹fiÇ‹LER ÖNCEL‹KLE PROTOKOL ‹MZALANDI İş bırakma eyleminin ikinci gününün akşam saatlerinde işçiler kendi aralarında bir toplantı daha düzenleyerek yetkililer ile bir protokol imzalamak şartı ile eylemi sonlandırma kararı aldılar. Yapılan iş bırakma eylemi sonrası hiçbir işçinin işten atılmayacağı, Kasım ayı maaşlarının belirtilen zamanda yatırılacağı ve geçmişe dönük alacakların en geç Ocak ayının ilk haftasında ödeneceğini belirleyen protokol işçiler ve işveren arasında imzalandı. Şartların yerine getirilmemesi halinde iş bırakma eyleminin yeniden gerçekleştirileceği belirtildi.
Metal işçisi MESS’in kurallarına uymuyor
F
ındık Üreticileri Sendikası (Fındık-Sen) Genel Başkanı Kutsi Yaşar yayımladığı basın açıklamasında çiftçilerden iki yılda kullandıkları kredi kadar faiz alan bankalara karşı mücadele çağrısı yaptı. Kutsi Yaşar, özel bankaların çiftçilere kredi vermek için yarıştığı haberlerinin gerçeği yansıtmadığını, aksine özel bankaların çiftçiyi sonuna kadar sömürme yarışına girdiğini söyledi. Yaşar, özel bankaların çiftçilere 2500 liraya kadar düşük miktarda kredi kullandırdığını belirterek çiftçilere tüm masraflar dahil yüzde 40 ile 45 oranında faiz yükü getirildiğini ifade etti. Yaşar, durumu bir örnekle gözlere önüne serdi ve şunları söyledi: “Bulancak Hisarkaya köyünden 2.500 lira kullanan bir köylü 3.493 lira ödeyerek yaklaşık 1.000 lira, Giresun Merkez İlçe’nin köylerinden bir köylü de 1.000 liralık krediye karşılık 1.439 lira ödeyerek yaklaşık 5.000 lira faiz ödediklerini belgeleriyle göstermişlerdir. Banka yetkilileri faiz yükünün aylık olarak ve yüzde 2,75 olarak uyguladıklarını ifade etseler de çiftçilerin kredi kullanımlarında hasat dönemlerine göre ödeme yaptıkları bilinmektedir. Kaldı ki bankaların mevduat faizlerine yıllık yüzde 8-10 verdiği, ihtiyaç ve diğer kredilerin aylık yüzde 1’in altında seyrettiği bir dönemde aylık yüzde 2,75 bile yüksek oran olup ülkenin en yoksul kesimine kat be kat faiz uygulanmaktadır. Bu çiftçinin canına kastetmek, orta ve küçük çiftçiliği yok etmektir.”
‘GÜCÜMÜZÜ GÖRDÜK’ Bekleyiş akşam saatlerine kadar sürerken işçiler de sürekli olarak toplantılar düzenleyerek hem durum değerlendirmesi hem de bundan sonra neler yapılabileceğini tartıştılar. Bunca yıldır ilk defa BEDAŞ yetkililerini karşılarında gördüklerini dile getiren işçiler sonuç ne olursa olsun kazananın kendileri olduğunu söylediler.
Birleşik Metal-İş Merkez Toplu İş Sözleşmesi Komisyonu, 11 Aralık’ta yaptığı toplantıda grev kararını tartışmaya açtı
D Sinter işçisi kazandı Kriz bahanesiyle 2008’in Aralık ayında işten çıkarılan Sinter işçilerinin iki yıl süren mücadelesi kazanımla sonuçlandı. 400 işçi 23 Aralık 2008’de işten çıkarılmaları üzerine Ümraniye’deki Yukarı Dudullu Organize Sanayi’de bulunan Sinter Metal’i işgal etmişti. Direnişle birlikte işe iade davası açan işçiler 16 ay sonunda bir karar çıkmadığı için açlık grevine de başlamıştı. BMİS’e üye oldukları için işten çıkarılan işçilerin mücadelesi, 13 Aralık günü mahkeme kararının açıklanmasıyla kazanımla sonuç-
landı. Mahkeme kararının açıklanmasının ardından 15 Aralık’ta Sinter Metal önünde eylem yapan işçiler, Sinter Patronu’nu dava kararlarına uymaya, iade kararı verilen işçilere işbaşı yaptırarak işyerinde çalışanların sendikal haklarını tanımaya ve işyeri daha fazla zarar görmeden toplu iş sözleşmesi için masaya oturmaya davet etti. DİSK Başkanı Süleyman Çelebi’nin de katıldığı eylemin ardından aralık ayının ilk haftasında işten çıkarma saldırısının yaşandığı Balnak Lojistik işyerine gidildi.
İSK Birleşik Metal İşçileri Sendikası (BMİS) Merkez Toplu İş Sözleşmesi Komisyonu, Metal Sanayicileri Sendikası’nın (MESS) grup görüşmelerinde yaptığı teklifin kabul edilemez olduğunu belirtti. MESS daha önce aynı öneriyi 3 Aralık’ta yapmış ve BMİS, 4 Aralık’ta yaptığı toplantının ardından ‘eylemlere devam’ kararı almıştı. BMİS, 2010-2012 Metal Grup Toplu İş Sözleşmesi sürecinde uyuşmazlık zaptı tutmuştu. BMİS İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı Yılmaz Bayram, kararın geç kalınmış bir karar olduğunu belirtirken, metal işçilerinin önünde tarihi bir fırsat bulunduğunu söylüyor. Gelişmeleri değerlendireceklerini belirten Bayram, yasal süreci bekleme niyetlerinin olmadığını, hızlı bir şekilde greve hazırlanacaklarını ifade etti.
EYLEMLER SÜRYOR Uyuşmazlık zaptı tutulmasının ardından BMİS’in eylemleri sürüyor. Son olarak, 10 Aralık günü Kocaeli’ndeki Standart Depo ve Raf Sistemleri A.Ş fabrikasında işçiler eylemdeydi. İşe giriş saatinde fabrika önünde eylem yapan işçiler patronları uyardı ve MESS’in yüzde 5,35’lik teklifini kabul etmeyeceklerini söyledi. BMİS’in örgütlü olduğu DİSA Otomotiv’de ise toplu iş sözleşmesi görüşmeleri 6’ncı görüşmede anlaşmayla sonuçlandı. İşçilerin ücretlerinde net 164 liralık bir artış sağlandı. Tekirdağ’ın Çorlu İlçesi’ndeki fabrikada patron, sendika üyesi işçileri işten atmaya başlamış, işçiler de temmuz ayında direnişe geçmişti. İşçilerin direnişi sonuç vermiş ve işten çıkarılan işçiler işbaşı yapmıştı.
Emekli maaşına ‘Bakan’ ne görüyor? Emekliler, açlık sınırının altındaki maaşlarıyla geçinemiyor, bakan fazla buluyor
D
İSK Emekli-Sen, 12 Aralık’ta Ankara’da bir miting gerçekleştirerek, AKP’nin emeklilere yönelik politikalarını protesto etti. Türkiye’nin birçok yerinden gelen Emekli-Sen’liler Kolej Meydanı’nda buluşup Sakarya Caddesi’ne kadar yürüdü. Mitingde söz alan EmekliSen Genel Başkanı Veli Beysülen, AKP politikalarının ülkede yaşayan 9,5 milyon emeklinin çok büyük
bölümünün maaşını açlık sınırının altına çektiğini söyledi. Maliye Bakanı Şimşek, Türkiye’deki yüksek emekli maaşlarının çılgınlık derecesinde olduğunu söyledi. Türkiye’yi ziyaret eden yabancı gazetecilerin sorularını yanıtlayan Şimşek, Türkiye’de 50 yaşında emekli olunabildiğini ve bunun gurur duyulamayacak bir şey olduğunu ifade etti. Şimşek’in açıkla-
maları 15 Aralık’ta Halkevleri Emekli Hakları Atölyesi ve DİSK Emekli-Sen tarafından Maliye Bakanlığı önündeki bir basın açıklaması ile protesto edildi. Basın açıklamasında söz alan Halkevleri Emekli Hakları Atölyesi’nden Zülküf Laçin, “Yüzsüzlüğe varan emeklilerle ilgili açıklamaları yalan ve dolanlarını yumurta hesaplarıyla çarpıtanların hak ettiği yumurtadır” dedi.
Çiftçi-Sen: ‘ÖTV kaldırılsın’
Ç
iftçi-Sen mazotta uygulanmakta olan Özel Tüketim Vergisi’nin kaldırılması için imza kampanyası yapıyor. Çiftçi-Sen kampanyayı Denizli’de yaptığı bir basın açıklaması ile başlattı. Denizli’de Delikli Çınar Meydanı’nda bir araya gelen 100’e yakın Çiftçi-Sen üyesi ve çiftçi aileleri basın açıklaması yaptı. Çiftçi-Sen Genel Başkanı Abdullah Aysu tarafından okunan açıklamada üretime devam edebilmeleri için ÖTV’nin kaldırılması gerektiği dile getirildi.
İşçi sağlığı piyasa malı olamaz
İ
stanbul Tabip Odası, TMMOB İstanbul İKK, DİSK İstanbul Merkez Temsilciliği ve KESK İstanbul Şubeler Platformu’nun oluşturduğu İşçi Sağlığı Çalışma Grubu, Çalışma Bölge Müdürlüğü önünde 18 Aralık günü bir eylem yaparak AKP’nin işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında yaptığı değişiklikleri protesto etti. Eylemciler, işçi sağlığı ve iş güvenliği hizmeti sunumu ve eğitim hizmetlerinin taşerona devredildiğine dikkat çekerek bakanlığın piyasa aktörlerinin önünü açtığını söyledi.
‘Rekortmen’ Limak’ta iş cinayeti
S
iirt’in Aydınlar İlçesi’nde Botan Çayı üzerinde bulunan Limak’a ait Alkumru Barajı ve HES inşaatında çalışan Orhan Çelik (48) adlı işçi elektrik çarpması sonucu 17 Aralık’ta yaşamını yitirdi. Başbakan Erdoğan olaydan bir hafta önce Limak Grubu’nu vatansever ilan etmiş, Limak Başkanı Nihat Özdemir de barajın 3 yılda bitirildiğini söyleyip dünya rekortmeni olduklarını açıklamıştı. ‘Dünya rekortmeni’ barajın inşaatında 10 ayda, 2 işçi öldü, 16 işçi ise yaralandı.
9
EMEK 24 Aral›k 2010 / 6 Ocak 2011
Halk›n Sesi
Belediye iflçleri iflsizlik telafl›nda
B
elediye-İş, 17-18 Aralık tarihlerinde AKP’nin torba yasasını İstanbul, İzmir, Kocaeli, Zonguldak, Düzce, Adana, Antalya, Düzce, Samsun ve Iğdır başta olmak üzere örgütlü olduğu kentlerde eylemlerle protesto etti. Birçok yasada değişiklik öngören tasarı, belediye işçilerini işsizlik tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor. Belediyelerde sürekli kadrolu olarak çalışan işçilerin norm kadro fazlası bulunmasa bile ihtiyaç fazlası
KESK’ten torba yasa protestolar›
oldukları gerekçesiyle başka kurumlara atanmasını öngörüyor. Bu durum, 100 bin belediye işçisinin işten çıkarılması ya da sürgün edilmesi anlamına geliyor. Belediye iş kolunda sürgün, oldukça sık başvurulan bir ‘yıldırma’ ve baskı yöntemi olarak kullanılıyor. Belediye-İş üyeleri, tasarının içinde yer alan esnek çalıştırma modellerinin yaygınlaştırılarak çalışma yaşantısının güvencesizleştirilmesine de karşı çıkıyor.
T
orba Yasa’ya karşı Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) sessiz kalmadı. KESK üyeleri 14 Aralık günü İstanbul, İzmir, Mersin, Zonguldak Çaycuma ve Adana’da eylem yaparak, tasarının geçmesini engelleyeceklerini duyurdu. KESK’lilerin eylemlerinin adresi AKP binaları oldu. Torba yasa, getirdiği “evden çalışma”, “uzaktan çalışma” gibi yeni tanımlarla esnek çalışmayı genişletiyor. Çırakların ücret-
‘Biz zaten yoksuluz’ S
ilikozis hastası kot kumlama işçileri, 20 Aralık günü Ankara’ya giderek, hükümetin “Silikozis hastalarına müjde” diyerek torba yasa tasarısına dahil ettiği değişikliğin hiçbir olumlu gelişme yaratmamasını protesto etti. Petrol-İş Sendikası Ankara Şube binasında 15 gün boyunca kalacak olan işçiler için Türk Tabipleri Birliği'nin de katkılarıyla hasta yatakları hazırlanacak. İşçiler, başta TBMM'de grubu bulunan partiler olmak üzere, diğer siyasi partiler ve demokratik kitle örgütlerinden randevu talep ediyorlar. İşçilerin talepleri şu şekilde: I Sigortası olup olmadığına bakılmaksızın, ilgili hakem hastanelerce silikozis hastalığına yakalandığı tespit edilen tüm hastaların, hastalıklarının ağırlıkları oranında sosyal güvenlik haklarından yararlanmaları için 5510 ve 506 sayılı kanunda gerekli düzenlemenin gerçekleştirilmesi. I Meslek hastalıkları hastanesinden silikozis raporu alan işçilere iş göremez gelirinin bağlanması için, işçinin çalıştığını ispat yükümlülüğünün kaldırılması. AKP HAKkA ‘MÜJDE’ D‹YOR Torba yasanın taslağını inceleyen silikozis hastası işçiler, AKP’nin ‘Silikozisli işçilere müjde’ olarak sunduğu yasa değişikliğinin kelime oyunundan ibaret olduğunu ortaya çıkardı. AKP, işçilere malullük aylığı bağlamak yerine işçileri, zaten yararlandıkları yoksul engelli maaşından 2022 sayılı yasaya dahil ediyor.
A
KP, ‘Silikozis hastası işçiye müjde’ dedi; ancak müjdenin, slikozis hastası işçilerin zaten yararlandığı bir hak olduğu ortaya çıktı
Silikozis hastası işçilerle 11 Kasım günü görüşen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, "Meslek Hastalıkları Hastanesi'nden silikozis raporu alan işçilere iş göremez gelirinin bağlanması için, işçinin çalıştığını ispat yükümlülüğü kaldırılıyor" demişti. Bakanlık, Dinçer’in açıklamasının ardından silikozis hastalarının nihayet sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınacağını duyurmuştu. O fiEMS‹YE SU GEÇ‹R‹YOR Bakanlığın duyurusunun ardından sosyal güvenlik şemsiyesinin yırtık olduğu ortaya
çıktı. Bakanlığın açıklaması: “Bu vatandaşlarımızın 65 yaşını doldurmuş olmaları veya muhtaç durumda olmaları şartları aranmadan, meslekte kazanma gücünü yüzde 40 - 59 arasında kaybedenlere 2022 sayılı yasadan yararlananların aldığı aylık tutarında (100 TL), 60 - 79 arasında kaybedenlere bu aylığın iki katı tutarında (200 TL) ve 80 ve üzerinde olanlara üç katı tutarında (302 TL) aylık bağlanacaktır. Bu şekilde silikozis hastalığı tespit edilen vatandaşlarımız sosyal güvenlik kapsamına alınacak, eş ve çocuklarıyla birlikte sağlık yardımlarından da yararlanabile-
ceklerdir.” Bakanlığın açıklamasının ardından silikozis hastası işçiler bir açıklama yaparak AKP’nin silikozis hastası işçileri engelli kapsamına alarak mağduriyetini gidermiş gibi gösterdiğini söyledi. İşçiler, bakanlığın yaptığı tek değişikliğin, 2022 sayılı yasadan yararlanmaları için ‘Yoksul’ ifadesi yerine ‘silikozis hastası’ ifadesi getirdiğini belirten işçiler zaten yoksul olduklarını ifade ederek “Yüzde 80 ve yukarısı iş göremeyen silikozis hastası ölüm döşeğinde demektir ona 302 TL aylık bağlayacağını açıklayan bakan, bununla gurur mu duyuyor? Bunu davul zurnayla
kutlamamızı mı bekliyor?” dedi. Mevcut durumda; Meslek Hastalıkları Hastanesi’nden silikozis raporu alan işçilere, "Bu bir meslek hastalığıdır" raporu veriliyor. Ancak çalıştığı işyerindeki koşulları ispat etmek üzere müfettiş tahkikat raporu isteniyor. İşyerleri kapanmış ya da taşınmışsa, işçi sigortasız çalıştırılmışsa, müfettiş "Tespit yapamadım" diye rapor yazıp, sonuç alınması için mahkeme yolunu gösteriyor. S‹L‹KOZ‹S‹N TEDAV‹S‹ YOK Silikozis, taş ocağı, tünel ve diğer maden işçilerinin, diş teknisyenlerinin, silisyum tozlarını uzunca bir süre solumaları sonucu gelişen bir hastalıktır. Hastalığın gözle görülür belirtilerinin ortaya çıkması için en az 10 yıl geçmesi gerekir. Bilinen bir tedavisi olmayan silikozisin önlenebilmesi için çalışma koşullarının sağlığa uygun bir düzeye yükseltilmesi, işyerinde koruyucu maske ve benzeri araçların bulunması, çalışma alanlarının havalandırılması ve tozlardan yeterince temizlenmesi gerekir. ‹fiÇ‹N‹N MESLE⁄‹ ÖNEML‹ Slikozis bir meslek hastalığı. Türkiye’de bir işçinin meslek hastalığı tedavisi olabilmesi için hastalığının meslek hastalığı olduğundan şüphelenmesi gerekiyor. Birçok hekim, işçiye sadece adını soruyor. Fakat dünyada meslek hastalıkları ile ilgili ilk en kapsamlı çalışmayı yapan hekim Ramazzini, hekim açısından işçinin mesleğinin adından daha önemli olduğunu söylüyor.
Bakan Yıldız: İşçiler 16 - 18 saat çalışmalı E
Neredeyse tamam› güvencesiz olan konfeksion iflçileri günde 14-15 saat çal›flt›r›l›yor. Enerji ve Tabii Kaynalar Bakan› Taner Y›ld›z bu süreleri az buluyor. Y›ld›z’›n istedi¤i olursa foto¤raf› çeken kifli bu ‘mutlu’ an› bile yakalayamayacak
nerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Türkiye’nin kalkınması adına işçilerin, eğer gerekiyorsa 16-18 saat arasında çalışması gerektiğini öne sürdü. Türk-İş’e bağlı Tes-İş Sendikası’nın 9. Olağan Genel Kurulu’nda konuşan Yıldız, “Bizler gelişmekte olan Türkiye olarak mutlaka yeri gelecek 16-18 saat çalışabileceğiz. Değişimi iyi idare edebilmek adına bunu mutlaka yapmak lazım. Ben biliyorum ki benim işçim işini bitirmeden çıktığı direkten inmez. O direkte sorunu 8 saatte çözerse 8 saat, 18 saatte çözerse 18 saat çalışır. O yüzden biz uzlaşı içerinde bütün emeklerimizi beraber ortaya koyarak Türkiye’yi geliştireceğiz” dedi. Öte yandan Koç Üniversitesi’nce düzenlenen “Türkiye’de İstihdam Politikası” başlıklı konferansta konuşan Ömer Dinçer, esnek çalışma modellerinin önemli olduğunu iddia etti. Dinçer, ABD’nin esnek
Tuzla Boya-Vernik OSB’ye sendika girdi, sald›r› bafllad› Tuzla Boya-Vernik Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Sa-Ba Endüstriyel Ürünler ‹malat ve Ticaret A.fi’de Petrol-‹fl üyesi 104 iflçi, patron taraf›ndan iflten ç›kar›ld›. Patronun iflten ç›karma sald›r›s› Petrol-‹fl’in yetki tespiti için Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤›’na yapt›¤› baflvurunun hemen ard›ndan gerçekleflti. Yetki tespiti konusunda yap›lan baflvurunun ard›ndan Sa-Ba patronu, Petrol-‹fl üyesi 4 iflçiyi ‘performans yetersizli¤i’ gerekçesiyle iflten ç›kard›. Arkadafllar›n›n iflten ç›kar›lmas›n›n ard›ndan fabrikada çal›flan sendika üyesi 100 iflçi 20 ve 21 Aral›k gün-
lerinde ifl b›rakma eylemi yapt›. Petrol-‹fl, SaBa’da iki ay önce örgütlenmeye bafllam›flt›. Sa-Ba patronu, eylemin ard›ndan 100 iflçiyi ‘‹fle mazeretsiz olarak iki gün üst üste gelmeme’ gerekçesiyle tazminats›z olarak iflten ç›kard›. 104 iflçinin iflten ç›kar›lmas›n›n ard›ndan Petrol-‹fl üyesi iflçiler ve Petrol-‹fl yöneticileri OSB’de eylem yapt›. Sa-Ba önündeki polis barikat› iflçiler taraf›ndan afl›ld› ve ard›ndan iflçiler, Sa-Ba’da yaflanan iflten ç›karma sald›r›s›n› OSB’de bulunan tüm fabrikalarda çal›flan iflçilere duyurdu. Eylem sürerken, Sa-Ba patronu iflten ç›kard›¤› iflçilerin yerine 45 yeni iflçi ald›.
Organize sanayi bölgelerinde çal›flan birçok iflçi sendikas›z. Petrol-‹fl, Tuzla Boya-Vernik OSB’ye giren ilk sendika oldu. Mühendis ve müdürlerle birlikte 220 kiflnin çal›flt›¤› Sa - Ba plastik oto aksesuar› fabrikas›, bulundu¤u OSB içinde en çok iflçi çal›flt›ran fabrikalardan biri. Petrol-‹fl yetkilileri, otomobillere plastik aksesuar üreten Sa-Ba’n›n sat›fl yapt›¤› firmalarla görüfltüklerini belirtti. Sa-Ba, Ford, Renoult, Iveco ve Isuzu gibi firmalara mal üretiyor ve bu firmalar Sa-Ba’da üretimi yapan iflçilerin kendileri taraf›ndan e¤itilmifl olmas›n› tercih ediyor.
çalışma uygulamaları ile işsizliği yendiğini öne sürdü. ‘BAKANLAR HALT ETM‹fi’ Bakan Yıldız’ın sözlerine Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal tepki gösterdi. “Bakan halt etmiş” diyen Kartal, enerji işkolunda son yıllardaki iş kazalarının aşırı derece artmasının en önemli nedeninin taşeronlaştırma ve bunun sonucu olarak insanların 15 saate kadar çalıştırılması olduğunu belirtti. Kartal, “Enerji Bakanı insanlara 18-20 saat çalışmayı önereceğine, iş güvenliği kurallarına gerçekten uyulmasını ve 20-30 bin işçiyle yapılacak işin 10 bin işçinin sırtına yüklenmemesini sağlasın” diye konuştu. Çalışma Bakanı’nın açıklamalarına da değinen Kartal, “İnsanları fazla çalışmaya zorlamak yerine, çalışma saatlerini 35 saate indirirlerse istihdam zaten iki katına çıkacaktır” dedi.
lerinden 80 lira kesinti yapacak olan tasarıda, kamu emekçilerinin çalışma saatlerinin çalıştığı kurum tarafından belirlenmesinin önü açılıyor. Sicili kaldıran tasarı bunun yerine performans uygulamaları ve disiplin hükümleri getirmeyi ön görüyor. Tekel eylemiyle ülke gündemine gelen ve bir güvencesiz çalıştırma biçimi olan 4/C uygulaması tasarıyla birlikte genişletiliyor. Kamu çalışınları ise esnek çalışmanın yasalaştırılmasına itiraz ediyor.
Askeri yaflamak skeri yaşamak istemiyoruz! Askeri ücret, asgari ücretin işçilerin (büyük çoğunluğunun) dilindeki karşılığıdır. Devrimci Sağlık İş Sendikası Aralık ayında yurt çapında yaptığı etkinliklerle asgari ücretin belirlenme şekline karşı çıktı. İşçiler “Askeri yaşamak istemiyoruz” diye sokakları inlettiler. Bildiğiniz üzere yılda bir kez Asgari Ücret Komisyonu diye göstermelik bir komisyon toplanıp işçilerin en az kaç paraya karnını doyuracağını hesaplıyor ve işçilerin temsilcisi olarak TÜRK-İŞ’in sendika ağaları da toplantıya katılarak bu komedide rol alıyorlar. Ne yazık ki işçi kesiminin de büyük çoğunluğu asgari ücretin öneminin farkında değil. Oysa asgari ücret ülkenin en büyük toplu sözleşmesidir. Sadece çalışanların değil, ailelerinin de hangi standartta yaşayacağının belirlendiği bir toplu sözleşmedir. Eskiden şöyle bir laf çok dolanır ve etkili olurdu: “Canım kimse asgari ücretle çalışmıyor ki, hükümet sembolik bir şey yapıyor, o kadar.” Asgari ücretin sembolik bir şey Tufan olmadığı artık çok net biliniyor. Sertlek Asgari ücretin 600 TL olduğu bir ülkede 700 TL alan bir işçi Dev Sağlık-İş “asgari ücretin üzerinde” bir Genel Sekreteri ücret almış oluyor, yani iyi ücrete çalışmış oluyor. Bunun yanında artık asgari ücretle çalışanların sayısı toplam çalışanlar içinde çok büyük çoğunluğu oluşturmaya başladı. Özellikle kamu veya özel sektörde taşeronlaşmanın artmasıyla asgari ücretle çalıştırmanın boyutları neredeyse çalışma hayatının bütününe doğru genişliyor. Dolayısıyla asgari ücret konusu sadece asgari ücretle çalışanların değil bütün çalışanların temel konusu olabilecek kadar önemlidir. Sağlık emekçileri “askeri yaşamak istemiyoruz” derken çok çıplak bir gerçeği herkesin gözüne sokuyorlar. Çünkü vahşi kapitalizm, bütün emekçileri “askeri yaşama” mecbur bırakıyor. Eskiden şöyle bir teori vardı, “Kapitalizm mecburen çalışanların ücretlerini arttıracak ki çalışanlar da alışveriş yapsın, kapitalistlerin ürettiği malları-hizmetleri satın alsın, böylece sistem ayakta kalsın.” Artık çalışanların ücretlerini arttırmadan da bunu başarabiliyorlar. Çünkü “çok iyi” kurulmuş bir borçlandırma sistemiyle emekçiler ömürleri boyunca sistemin kölesi haline getiriliyorlar. Borçlandırma sistemiyle güçlendirilmiş bir kölelik ücretiyle askeri yaşamın sürdürülme imkanları oluşturulmuş oluyor. İşçi örgütleri ise tam anlamıyla kış uykusuna yatmış durumdalar. Hani nerede işçilerin yumurtaları. Öğrencilerin sorunları daha mı yakıcı ya da öğrenciler daha mı cesur işçilerden. Yoksulluk, yoksunluk, kötü eğitim hizmeti, kötü sağlık hizmeti…, daha ne olsun. Cesaret dersen, Tekel direnişçilerini daha unutmadık. Peki nerede o zaman işçilerin yumurtaları! İşçiler, kendilerini askeri yaşamaya mahkum eden bu hükümetin bir üyesini nerede görürlerse kafasına yumurtayı indirmeyi bir namus borcu olarak görmelidir. Bu ülkede hiç kimsenin, ne hükümetin, ne başbakanın ne çalışma bakanının ne de bir başka devlet yetkilisinin bu ülkenin insanlarını köle gibi bir yaşama layık görme hakkı yoktur. Hükümet olmak buna cesaret etmek için ne kadar meşruysa, buna karşı isyan etmek de ondan bin kat daha meşrudur. Öğrencilerin yumurtalı isyanının en büyük manası da budur zaten. Muktedirlere karşı isyan meşrudur ve haktır! Bu, askeri yaşama mahkum edilmiş işçiler için bin kat daha böyledir.
A
10
KİBELE 24 Aral›k 2010 / 6 Ocak 2011
Halk›n Sesi
Bir güvencesizlik hali: Göç H
ürriyet gazeteciliğe bağlı “anneyiz.biz” haber portalında, anneler, göçmen ev işçisi kadınlara karşı uyarıldı. Sitede yayımlanan 'Anneler Dikkat' başlıklı yazıda annelerden evlerinde çalıştıracakları göçmen ev işçilerinden pasaportlarını istemeleri, ilk üç ay maaşlarının yüzde 20'sine el koymaları, maksimum 500 TL/350 Euro ödemeleri istendi. Annelerin, kaçak olarak çalıştırılan göçmen ev işçilerinin ülkelerine dönmeleri durumunda oluşabilecek ‘mağduriyetleri’ için çeşitli önlemler almasını tavsiye eden yazıda daha bir çok ayrımcı, ırkçı ifadeler yer alıyor. 18 Aralık'ta Taksim Tramvay Durağı'nda buluşan ev işçisi kadınlar, göçmen ve ucuz kadın emeğini görünür kılmak ve meslekte yaşanan problemlere dikkat çekmek için bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Anneyiz.biz haber portalındaki yazıyla ilgili açıklama yapan ev işçileri, yazıda yer alan ifadelerle kadınların özgürlüğü ve bedenlerinin gasp edilmesi öğütlerinin verildiğini söyledi.
Anadolu’nun kad›n iflçi ezgileri Araflt›rmac› Filiz Lütfiye Bingölçe, Türkiye’nin çeflitli illerinden kad›nlar›n çal›fl›rken söyledi¤i mani ve türkülerin yer ald›¤› bir belgesel haz›rlad›. ‘Kad›n ‹fl Türküleri’ belgeseli kad›nlar›n yaflam›ndaki direnifllerin, elefltilerin, isyanlar›n, kayg›lar›n ve mizah duygusunun yans›d›¤› türküleri ele al›yor. Bingölçe ve ekibi, Anadolu’nun de¤iflik yerlerinde, Ankara, Adana, Rize, Trabzon, Artvin, Çanakkale, Bal›kesir, Konya, Mersin, Mu¤la, Antalya, Kars, Ardahan, Burdur, Afyon, Kastamonu, Kayseri, Samsun ve Giresun’daki de¤iflik ifllerde çal›flan 36 kad›n ile sohbet ederek bir gezi gerçeklefltirdi. Gerçeklefltirdi¤i projeyle ilgili Bingölçe, “Kad›nlarla hem çal›fl›p hem e¤lenerek geçirdi¤im günler bana çok de¤erli bir belgesel oluflturma flans› sa¤lamakla kalmad›, kolektif kad›n bedeni ve eme¤ine duydu¤um sayg›y› bir kat daha art›rd›. Bu belgeselin yönetmenli¤ine giriflmeden önce uzun y›llar kad›n dili ve kültürü üzerine çal›flm›fl biri olarak hep kad›n›n elefltirel dilinin çok kuvvetli ve her alana kök salm›fl oldu¤unu düflünmüfltüm. Ama kad›n yarat›c›l›¤› benim hayal etti¤imden de daha çeflitli alanlarda kendini gösterdi” dedi. Ayr›nt›l› bilgi için: www.kadinisturkuleri.com
'EV ‹fiÇ‹S‹Y‹Z, KÖLE DE⁄‹L‹Z' Eyleme destek veren 23 kadın örgütü adına açıklama yapan Ev İşçileri Derneği'nden Öznur Polat, göçmen ev işçilerinin yabancı düşmanlığına, ırkçı cinsiyetçi tutumlara maruz kaldığını ve kaçak olarak çalışmak zorunda bırakıldığına dikkat çekti. Polat, ev işçiliğinin meslek tanımının yapılmadığını ve kendilerine sigorta sağlanmadığını, çalışma gün ve saatlerinin belirli olmadığını söyledi. Tüm bunların yanında iş yerlerinde sağlıklı yiyecek bulamadıklarını, kimi zaman aç bırakıldıklarını sözlerine ekleyen Polat, temizlikte kullandıkları kimyasal maddeler nedeni ile sağlıklarının bozulduğunu ifade etti. Polat ayrıca, “Çocukların sözde güvenliği için, yatak odalarımız, banyolarımız gözetlendiğinden, yoğun olarak psikolojik rahatsızlıklar yaşıyoruz” dedi. Kadınlar yaptıkları eylemle şu taleplerini dile getirdi: “Ev işçisinin iş tanımı yapılsın, mesleki standartlar getirilsin ve çalışma süresi insani bir düzeye indirilsin. Hiçbir şarta bağlı olmadan göçmen ev işçisi kadınlara çalışma izni verilsin, tüm ev işçileri
Ç
ocuğunuza duyduğunuz sevgiyi piyasalaştıran gazeteler, internet siteleri, göçmen işçileri düşmanlaştıran ırkçı yazılar yayımlamakta sakınca görmüyor
eşit koşullarda ve eşit haklarla çalışsın.” İstihdam büroları ile köle ticareti yapıldığını ve 4857 sayılı İş Kanunu kapsamına alınmak istediklerini dile getiren ev işçileri, hükümeti, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nı, İŞ-KUR'u, Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü'nü, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları’nı, sendikaları, kitle örgütlerini göreve davet etti. Eylem “Ev işçisiyiz köle değiliz', “Göçmen ev işçileri yalnız değildir”, “Göç, suç değildir” sloganları ile bitirildi. GÖÇ SUÇ DE⁄‹LD‹R Türkiye her yıl sayısı artarak, göç alıyor. Ancak oturma ve çalışma izni alma işlemleri hem pahalı hem zahmetli. Göçmenler çoğunlukla, turist
vizesi ile ülkeye girip, yasal süreyi geçirerek ülkede kalıyorlar. Sağlık hizmetlerinden yararlanamayan ve banka hesabı açamayan göçmen kadınlar, can ve mal güvenliğinden yoksun bir hayata mecbur bırakılıyor. Göçmen kadınlar yaşamlarını idame ettirebilmek için, kaçak olarak ev işlerinde çalışmak veya seks işçiliği yapmak zorunda kalıyor. Ancak meslek tanımı yapılmayan, yasal güvencesi olmayan ev işçiliği yapan kadınlar, işverenlerle aralarındaki iletişimi sağlayan ajanslar, bizzat işveren ve hükümet tarafından daha fazla istismara açık hale getiriliyor. Tüm bunların yanında sınır dışı edilme korkusu ile yaşayan göçmen kadınlar, haklarını arayacakları bir düzleme çok uzaklar.
Neyse ki camlar temiz Ev iflçisi kad›nlar, 18 Aral›k'ta yapt›klar› eylemde yaflad›klar› ifl kazalar›na da dikkat çekti. Bas›n aç›klamas›n› yapan Öznur Polat, geçirdikleri ifl kazalar›n›n arkadafllar›n›n ölümüne neden oldu¤unu söyledi. Temizlik yaparken pencereden düflerek hayat›n› kaybeden Gültekiye Özmen'i and›. Gültekiye Özmen(47), 15 Aral›k'ta ‹stanbul Kad›köy'de ev iflçisi olarak çal›flt›¤› evin pencerelerini silerken, sürgülü
pencere ile birlikte üçüncü kattan, 10 metre afla¤›ya düflerek hayat›n› kaybetti. Sandalye üzerinde pencereleri silmekte olan Özmen 10 y›ld›r ayn› evde çal›fl›yordu. Ev iflçisi kad›nlar Özmen'in ölümünün, di¤er ev iflçilerininki gibi, mesleki standartlar› ve haklar› bulunmad›¤› için ifl kazalar› kapsam›nda ele al›nmamas›na tepki göstererek Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤›'n› göreve davet etti.
Hamileyim eylemdeyim kime ne! 4
Aralık’ta İstanbul’da katıldığı eylemde polisin tekmesi sonucu bebeğini düşeren E.Ö.’ye yönelik saldırılara kadınlar cevap verdi: “Kadınım, hamileyim, eylemdeyim, kime ne?” Bursa Kadın Platformu 19 Aralık’ta Fomara Meydanı’nda yaptığı eylemde erkek egemen düzenin medyasının ve hükümetinin, bir kadının bedenine yönelik saldırıları meşrulaştırdığını dile getirdi. Platform adına açıklama yapan Seher Tahra, yandaş medyanın, arkadaşlarının ismi ve fotoğrafıyla birlikte hazırlanan asılsız haberlerle başlattığı karalama kampanyasına tepki gösterdi. İstanbul, İstiklal Caddesi’nde 13 Aralık’ta yürüyüş yapan 13 kadın örgütü, medya-polis elbirliği ile asılsız iddialarla örtülmeye çalışılan devlet şiddetine karşı öfkesini dile getirdi.
Ölüm ‘doğal’ son! G
eçen yıl 9 Eylül’de İstanbul Halkalı’da yaşanan selde servis aracı olarak kullanılan kapalı kasalı minübüste boğularak yaşamını kaybeden 8 kadın işçi ile ilgili görülen dava için Prof. Dr. Metin Ergeneman’ın hazırladığı bilirkişi raporuna göre, suçlu, ölen kadınlar ve sel. Raporda, işçilerin çevredeki sular nedeni ile dışarı çıkmadığı ancak kendisini dışarı atanların kurtulduğu belirtiliyor. Daha önce verilen ve Pamteks avukatları tarafından itiraz edilen bilirkişi raporunda kadınların kusursuz olduğu işverenin tali derecede kusurlu olduğu ifade edilmişti. İkinci bilirkişi raporu ise, ölümlerin yerel idarenin önlem almaması nedeniyle gerçekleştiğini belirtti. Raporda ölümlere sebep olanın “sel felaketi” olduğu belirtilerek “İşverenden idare amirinden ve aracın şoföründen sel felaketine karşı önlem almalarını beklemek mümkün değildir” denildi.
Etraflarını mor kurdele ile çevreleyen kadınlar, Taksim Tramvay Durağı’nda bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamayı yapan SDP’li Kadınlardan Aylin Mert “Genç-Sen’li kadın arkadaşımızın polis darbesi yüzünden bebeğini kaybetmesi polis şiddetinin geldiği son noktayı göstermiştir. Arkadaşımız, kaldırıldığı hastanede kanaması başlamasına rağmen polis tarafından acile alınmamıştır. Korkunç saldırı yüzünden büyük bir travma geçirmiştir” dedi. Mert, polisin çeşitli internet sitelerinde yazdığı ‘Polise sopa ile saldırdı, hamileyim demedi, hiç yakalanmadı, darp edilmedi’ gibi ifadelere de dikkat çekerek, İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın, onun yardımcısı Gökhan Özsavaş ve Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürü Osman Yıldırım hakkında avukatlar
aracılığı ile suç duyurusunda bulunduklarını ifade etti. Mert, basın açıklamasını, “Biz kadınlar, burada kadın dayanışmasından aldığımız güçle sesleniyoruz; bebeğini kaybeden kadın arkadaşımızın yanındayız ve onu daha fazla yıpratmanıza izin vermeyeceğiz” diyerek bitirdi. İzmir Kadın Platformu da 11 Aralık’ta Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde yaptığı meşaleli yürüyüşle, polisin kadına yönelik şiddetini protesto etti. “Devlet elini bedenimden çek” sloganlarının atıldığı eylem, çevreden gelen alkışlarla büyük destek gördü. Basın açıklamasını okuyan GençSen’li Senem Alp, meclis kürsüsünde hamile bir kadına yönelik devlet şiddetinin değil, kadının yargılandığına dikkat çekti. Alp, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı’nı, İçişleri Bakanı’nı, Adalet Bakanı’nı göreve davet etti.
Engelliler için ırkçı öneri Kocaeli’nde engellilere yönelik cinsel şiddet tartışmasında ırkçı öneriler getirildi. Sevil Çağlar ‘Koruyamıyoruz, kısırlaştıralım’ dedi
K
ocaeli İl Sosyal Kurulu’nda, Diş Hekimi Sevil Çağlar “Engelli kadın veya erkeklerin kısırlaştırılması uygun olacaktır” dedi. Kocaeli Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Sevim Gökalp öneriyi programlarına alacaklarını, Kocaeli Valisi Ercan Topaca ise araştıracaklarını açıkladı. Kocaeli İl Sosyal Kurulu’nun 6 ayda bir yaptığı toplantılarından sonuncusu 12 Aralık’ta yapıldı. Toplantının katılımcıları arasında Kocaeli valisi, Kocaeli üniversitesi rektör yardımcısı, çok sayıda doktor ve iş dünyasından isimler vardı. Açılış konuşmasından sonra ‘engelli yaşamını kolaylaştırmak amaçlı’ öneriler sıralandı. Diş Hekimi Sevil Çağlar, Vali Topaca’nın “insanların gelecek kaygısı içinde olmamaları” temen-
nisini bir öneri ile pekiştirdi. Çağlar, "Engelli kadınlara yönelik olarak tecavüz vakaları yaşanmaktadır. Bunların önüne geçilemiyor. Bunun için engelli kadın veya erkeklerin kısırlaştırılması uygun olacaktır. Engelli kadın hamile kaldığında dünyaya yine engelli bir çocuk getirmektedir. Bunun önüne geçilmesi gerekiyor" dedi. Konuyla ilgili konuştuğumuz Halkevleri Engelli Hakları Atölyesi’nden Hatice Allahverdi, “Öncelikle engelli nüfusunun yoğun olduğu ve engelliler için birçok faaliyetin olduğu bir kent olan Kocaeli’nde yapılan bu toplantıda “kısırlaştırma” fikrinin düşünülmüş olması ve buna cesaret edilmesi çok kötü” dedi. Allahverdi, Diş Hekimi Sevil Çağlar’ın önerisine Vali Ercan Topaca’nın tecavüzün önünü aça-
cak şekilde “araştırılsın” talimatını vermesi insanlık dışı olarak değerlendiklerini söyledi. Engelli vatandaşların insanca yaşamaları için eğitim, sağlık, barınma ve güvenliklerinin devlet tarafından ücretsiz olarak sağlanması gerektiğini belirten Allahverdi, bu konuda özellikle engelli kadınların mağdur edildiğini söz konusu önerinin tecavüzü önlemek bir yana engelli kadınlara dönük taciz tecavüz girişimlerini arttıracak nitelikte olduğuna dikkat çekti. İl Sosyal Kurulu’nun toplantı tutanaklarını istediklerini; ancak henüz cevabın gelmediğini ifade eden Allahverdi, kendilerine cevabın ulaşmasının ardından sonucunda Vali Topaca’nın istifasını isteyeceklerini, bunu bir faks çekme eylemiyle kamuoyuna duyuracaklarını söyledi.
‘Sanane Hasan’ yayılıyor K
redi Yurtlar Kurumu Genel Müdürü Hasan Albayrak’ın kız yurtlarında giriş saatinin 21.00 olması gerektiği yönündeki açıklamaları üniversiteli kadınlardan tepki almaya devam ediyor. 17 Aralık’ta Anadolu Üniversitesi yurtları önünde basın açıklaması yapan Eskişehir Üniversiteli Kadın Kolektifi, Albayrak’ın yurtlarında
olmalarını istediği saatte 21.00’de toplanarak “Sanane Hasan, istediğimiz zaman yurtlara gireriz” dedi. Üniversiteli kadınlar ellerinde “AKP’nin uygulaması ile yurt giriş saatleri 2 saat geri(ciliğe) alındı” dövizleri taşıdı. Üniversiteli Kadın Kolektifi adına açıklama yapan Alçay Çelik, yürüttükleri ‘Üniversiteli Kadınların Acil Talepleri’
kampanyasını hatırlatarak ‘Kızyurtlarının isimlerinin kadın yurdu olarak değiştirilmesini, burslarda kadınlara pozitif ayrımcılık yapılmasını, üniversitelerde kadın dayanışma merkezlerinin etkin hale gelmesini istiyoruz’ dedi. Gitar ve halaylarla protestolarını renklendiren kadınlar, eyleme saat 21:30’da son verdi.
11
YÜZ YÜZE 24 Aralık 2010 / 6 Ocak 2011
Halk›n Sesi
Mülkiyeliler öğrencilerin yanında
AKP, Burhan Kuzu’nun karşılaştığı yumurtalı protestonun ardından yalnızca öğrencileri değil yönetiminden öğretim üyesine bütün Siyasal Bilgiler Fakültesi, nam-ı diğer Mülkiye’yi karşısına aldı. Polis üniversiteyi bastı, dekan ve rektör istifaya davet edildi. Halkın Sesi de bu kez Mülkiyeliler’e gitti ve son dönem öğrenci hareketleri karşısında AKP ile üniversite arasında açığa çıkan yeni gerilim üzeri-
ne konuştu. Mülkiyeliler Birliği’nin eski başkanı Ali Çolak ve yeni başkan İhsan Fevzibeyoğlu ile ayrı ayrı görüşme yaptık. AKP’nin ünivesiteden yükselen bu muhalefet karşısındaki tahammülsüzlüğünü, öğrenci hareketinin politik etkisini değerlendirdi. Mülkiyeliler AKP’nin meydan okurcasına otoritesini kabul ettirmeye çalışması karşısında öğrencilerin itiraz hakkı olduğunu vurguluyor.
Ö⁄RENC‹ DE ‘SEN‹ KONUfiTURMAM ARKADAfi’ DEME HAKKINA SAH‹PT‹R
AKP SBF’ye meydan okuyunca E K endilerine karşı gelinebileceği ihtimali bile iktidar mensuplarını rahatsız ediyor. Otoriter kişilikleri, geçmişten gelen antisol kimlikleri nedeniyle doğaları böyle
niversite öğrencilerinin Burhan Kuzu’ya yönelik yumurtalı protestosunun ardından iktidar üniversite öğrencilerine savaş açmış gibi. Geçiştirilebilecek bir eylemken, Tayyip Erdoğan'ın da sürekli gündemde tutması, öğrencileri hedef alması ve İslamcı - liberal kesime hedef göstermesiyle birlikte büyüdü. Sizce iktidar neden böyle bir tepki verdi? Ali Çolak: AKP ideolojik pozisyonunun tersine dönüştürücü, değiştirici, demokratikleşme yolunda adım atan bir parti olarak algılanıyor ve algılatılıyor. Ancak genel başkanından başlamak üzere bütün yönetici kadrosunun ruhuna sinmiş olan bir derin antikomünizm ve anti-solculuk var. Bir de Tayyip Erdoğan’ın otoriter kişiliği var. Bu tip zamanlarda çok açığa çıkıyor. Kendilerine karşı gelinebileceği ihtimali bile rahatsız ediyor. Otoriter kişilik ve geçmişteki antisol kimlikleri nedeniyle böyle bir doğaları var. Öğrencilerin bu eylemliliklerinin, hak arama mücadelelerinin özellikle AKP’ye, hükümete dönük olması rahatsız ediyor. Kendileri aleyhine gelişen her süreci bir komployla açıklama çabaları var. Askerden kaynaklanıyorsa asker komplo içerisinde, Wikileaks’ten kaynaklanıyorsa Wikileaks komplonun ürünü, öğrencilerden kaynaklanıyorsa bunun arkasında bir örgüt vardır. Evet bir örgüt vardır. Ama şunu da hatırlatmak lazım ki örgütlenmek bir haktır. Örgütlenmek sadece muhafazakarların başvurduğu bir araç değildir. Örgütlenmek herkes için bir haktır. Bu gençler için de bir haktır. Bu gençler örgütlenmişlerdir. Evet bir örgüt vardır ya da birden fazla örgüt vardır ve bu da anayasadan doğan bir hakkın kullanımıdır. Bunu böyle yorumlamak gerekirken o bahsettiğim dönemin ürünü olarak “bu ülkenin başına ne geldiyse örgütlerden dolayı geldi” propagandasıyla bu korkulara hitap ediyorlar. “Bu ülkenin başına ne geliyorsa üniversite gençliğinden geliyor, bu ülkenin başına ne geliyorsa solculardan geliyor” refleksine hitap etmek için bu korkuları sürekli beslemek zorundalar. Süreci böyle izah etmek gerektiğini düşünüyorum. İhsan Feyzibeyoğlu: İstanbul'daki olaylarda beklenenin ötesinde şiddet uygulandı. Dolayısıyla bu da kamuoyuna yansımış oldu. Herkesin gündemine geldi. Orada bir öğrencinin burnunun kırılması, öğrencilerden birinin bebeğini kaybetmesi uzun yıllardır görülmemiş bir şiddetin göstergeleri diye düşünüyoruz. Arkasından da fakültemizde önceden öngörülebilir bir protesto gerçekleştirildi. İstanbul'daki olaylardan sonra bir AKP temsilcisinin protesto edilmesi kaçınılmaz bir şeydi. Eylemin yöntemi, şekli o öğrenci arkadaşlarımızın takdiri. O protestoyu göze alarak katıldı Sayın Kuzu ve beklenen bir protesto ortaya çıktı. Yöntemle ilgili farklı seçenekler ebette vardı ama öğrenciler onu tercih etmişler. Sonuçta baktığımız zaman bu konferans gerçekleştirilemedi. Binadan çıkış sırasında bir polis müdahalesi söz konusu oldu. O olaylarla ilgili üzüntümüzü arttıran bir sonuçtur. Eğer Sayın Kuzu dekanla görüşme
ğitim hizmeti, sağlık hizmeti gibi temel hizmetlerden giderek uzaklaşılıyor. Yeni bir öğrenci gösterileri çağı başlarsa şaşırmamak lazım
tir ve konuşturmamıştır. Burada her şey devreye girmiştir öğrenci buna rağmen kendi eylemini koymuştur ve başarılı olmuştur. Burada ne dekanlığı ne de üniversiteyi tartışacak hiçbir durum yoktur. Ne yapacaktı? Yumurta dedektörleri mi koyacaktı! Dekanlık 200 değil de 400 polis mi çağıracaktı. Polise bilgi verilmiştir. Dekanlık onca güvenlik önlemine rağmen bir ek şemsiyeler mi koyacaktı ne istiyordu Burhan Kuzu! Dekanlığın yapabileceği hiçbir şey yoktu. Burada amaç eylemi küçültmek, amacından saptırtmaktır. İ.F.: Şu anki dekanımız Celal Göle 17 yıldır orada görev yapıyor. Mülkiyeye çok hizmeti ve emeği geçmiş bir hocamız. Böyle bir sebepten görevden alınması veya ona zorlanmasını içimize sindiremeyiz. Hem ona hem de öğrencilerimize sonuna kadar destek olma kararlılığındayız.
Ü
ihtiyacı duymaksızın çıkıp arabasına binseydi o en sondaki polisin müdahalesi belki de hiç gerçekleşmeyecekti. Arkasından ODTÜ'de de benzer durumlar ortaya çıktı. Bu yüzden de biz bugün bunun başka üniversitede başka olaylara yol açabilecek gelişmeler olduğundan endişe ediyoruz. En başta üniversite özerkliğine dikkat çekilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu nedenle de hem basın açıklaması yaptık arkasından mezunlarımıza ve öğrencilerimize bir duyuru yaptık ve daha sonrada fakültemize giderek orda bir basın toplantısı düzenledik. Orda görüşlerimizi açıkladık. Onlar tabii benim kişisel görüşlerim olmadığı gibi Mülkiyeliler Birliği’nin de ötesinde mezunlarımızın da katıldığı bir toplantıda saptanmış bir metindir. Biz seçim bildirimizde de "birlikte yönetelim" sloganıyla katıldık, onu da büyük ölçüde gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bu çalışmaya katılan mezunlarımızın bir görüşüdür. Orda da ifade ettik bu tür olayları çok yanlış buluyoruz. Öğrencilerin, üniversite yönetimlerinin, fakülte yönetimlerinin haksız eleştirilmesi özerklikle ilgili bir konudur. Üniversite özerkliği de çok haklı temellere dayanan bütün batılı demokrasilerde var olan ve var olması gereken bir kurumdur. Başka bir ifade özgürlüğü, fikir özgürlüğü olamaz. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'ndeki protestonun ardından
İktidar mensubu olarak siz meydan okuyorsunuz. Girer misin, giremez misin? Öğrenciler de bunu sordu. Demek ki giremezmiş. sadece üniversiteler değil, üniversite yönetimi de hedef alındı. Bunun özel bir nedeni var mı? A.Ç.: Süreci doğru analiz etmek lazım. Bir öğrenci protestosuyla karşı karşıyayız ve bu protesto binlerce yıldır yapılan bir demokratik hakkın kullanımıdır. Bunun her dönemde çeşitli biçimleri vardır. Yani sırtınızı dönebilirsiniz, yuhalayabilirsiniz ya da bir cisim atabilirsiniz; ayakkabı atmak, yumurta atmak gibi. Bu binlerce yıllık bir demokrasi geleneğinin iz düşümüdür aslında. Şimdi bunu şiddetle özdeşleştirmek bunu diyenlerin şiddeti bilmediğine işaret eder. Şiddet diyorsanız önce bir Avrupa’ya bakın. İngiltere, Yunanistan, Fransa’ya bakın şiddet buralarda var. Yoksa, yumurta atılması bir iktidar mensubunun
dinlenmek istenmediğinin ifadesi. Çünkü iktidarın eylemleri, politikaları doğrudan öğrencileri ilgilendiriyor. Bu politikalar onların eğitim haklarına doğrudan müdahale ediyor ve buna ilişkin bir direnç gelişiyor. Bu direncin çeşitli yöntemlerle bir mücadeleye dönüşmesi demokratik bir hakkın kullanımıdır. Bunu da gayet doğal karşılamak lazım. Öğrenciler sadece yumurta atarak, protesto ederek değil farklı şekillerde de mücadele edebilirler. Etmelidirler de zaten. Mücadele ve örgütlenme bir hak ise eğer bunun çeşitli yöntemlerini geliştirebilirler. Son derece masumane bir eylemi şiddetle özdeşleştirmek kasıtlı olarak yapılmış, eylemi çarpıtmaya dönük, yer yer de eylemi küçültmeye dönük girişimlerdir. SBF Dekanlığı açısından yapılabilecek bir şey yoktur. Öğrencinin protesto etmesine ne yapabilir! Siz iktidar mensubu olarak 200 polisle gelmişsiniz ve salona meydan okur bir tarzda girmişsiniz. Siz meydan okuyorsunuz. “Gerekirse SBF’ye arkama 200 polisi de alarak girerim.” Girer misin girmez misin? Öğrenciler de bunu sordu. Demek ki giremezmiş. Yani girmenin bir meşru zemini olması lazımdı. Bir siyasetçiysen, eğer orda söz söylemek istiyorsan, bunun meşru zeminlerini yaratırsın. Bunun zor araçlarını sen yaratırsan öğrenciye senin iradene rağmen ben burada konuşurum diyorsan öğrenci de seni konuşturmam arkadaş deme hakkına sahip-
Açığa çıkan yeni öğrenci hareketi için değerlendirmeniz nedir? Bu hareketin politik anlamı nedir? İ.F.: 20. yüzyıl öğrenci olayları çağı oldu. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın bütün ülkelerinde bu böyle. Az gelişmiş ülkelerde bu tam bağımsızlık, gerçek demokrasi için yapıldı. Gelişmiş ülkelerde kapitalist sistemin yol açtığı sorunlar; yabancılaşma, paylaşım, pahalı eğitim gibi sebepler. Şu anda da Türkiye’de iki temel konu var öğrenciler için. Harçların yüksekliği yani giderek eğitimin pahalı ve paralı hale gelmesi, diğeri de istihdam sorunları. Bu sorunlar İngiltere’de de var. Öğrenci gösterileri çağı, küçük bir aradan sonra tekrar başlayabilir. Bu küçük aranın da bir sürü sebebi var. Geçtiğimiz 20-30 yıl boyunca insanların yaşam tarzında çok köklü değişiklikler oldu. Yani o tek kutuplu dünyaya geçiş, globalleşme, tüketimin çok öne çıkması, insanların zihninin karıştırılması, depolitizasyon süreci şimdi bunların olumsuz etkileri. Kapitalizmin de altın çağı diyebileceğimiz bir dönem var. 46’dan 73’lere kadar süren sosyal devlet uygulamalarını çok öne çıkaran bir dönem yaşandı. Ondan sonra duraksama dönemine girildi. Şimdi birçok ülkede sağlık hizmeti, eğitim hizmeti gibi temel hizmetlerden giderek uzaklaşılıyor. Türkiye’de zaten sosyal devlet olamamıştı gerçek anlamda. Diğer ülkelerde de bu sorunlar ortaya çıkıyor. O yüzden yeniden bir öğrenci gösterileri çağı başlarsa şaşırmamak lazım.
Bu hareket 30 yıllık dayatmanın tozunu alıyor
F
ransız İhtilali’ne bakarsak eşitlik, özgürlük, kardeşlik üzerine kurguludur. Ama burjuva devrimi sonrasında eşitlik kağıt üzerinde kalmıştır. Ekonomik ölçüde değil kağıt üzerinde hukuksal bir eşitliğe indirgenmiştir. İkincisi de fırsat eşitliği anlamına indirgenmiştir. Fırsat eşitliğini sağlayan temel faktör ise eğitimdir. Ancak eğitim neoliberal model açısından çok karlı bir alandır. Fırsat eşitliğini de öldürecek biçimde eğitim alanına olabildiğince yükleniyorlar. Özel okulların açılması, harçların her sene katlanarak büyütülmesi gibi “Kullanan bedelini öder. Bu bedeli ödeyen yararlanır. Ödeyemeyen de ne olursa olsun” diyen bir modele doğru gidiyoruz. Buna üniversite gençliğinin de dünyanın her
yerinde haklı bir itirazı var. Avrupa’da krizin tetiklediği bir şey bu. Kriz aileleri vurmuşken bir de harçlara yapılan zamlar oradaki harekete bir ivme kazandırmıştır. Bunun Türkiye’de de bir izdüşümü vardır. 68 ile kıyasladığımızda şu an itibari ile öyle bir sosyal dalganın oluştuğu kanısında değilim ama uzun süredir öğrenci gençliğin üzerinde olan 30 yıllık o dayatmanın bir ölçüde tozunun alındığını düşünüyorum. Hem Avrupa’da gelişen sürecin hem de Türkiye’de gelişen gençlik hareketinin de neoliberal sürece karşı bir itiraz olduğunu düşünüyorum. Önemli olan bu itirazı bir politik doğrultuya getirebilmek. Yoksa sadece itiraz edilmesi bu hareketlerin sonuç alıcılığını çok etkileyecektir.
Sa¤ baflta Mülkiyeliler Birli¤i’nin eski baflkan› Ali Çolak
‘Mülkiyelileri unutmayın!’ A.Ç: Yumurta atılması, domates atılması bunlar dünyanın çeşitli ülkelerinde zaman zaman ortaya çıkıyor ve farklı değerlendirmelere tabi tutuluyor. Türkiye’de de buna benzer bir olay var zaten. Benim sınıf arkadaşım sayın Mesut Yılmaz’a domates atıldı ve hatırladığım kadarıyla da dava beraatla sonuçlandı. Henüz bu emsal bir karar durumuna gelmemiş bir karar olabilir ama bildiğimiz kadarıyla bu konuyla ilgili bir karar var ve yargı domates atan kişiyi suçsuz bulmuştur. Kabul edilebilir bir davranış olarak görülmüştür. Yumurta için de pek çok örneği var. Öğrencilerimizin tutumuyla ilgili kendi aramızda toplantılar yapıyoruz. Biz 68’li yıllarda başkaları 70’li yıllarda o sıralardaydık. Olaylardan önce de biz sürekli fakülteyle, öğrencilerle ilişki içerisindeydik. Dekanımızla ilgili, öğrencilerimizle ilgili bir işlem yapılacaksa mülkiye mezunları aynı işleme muhatap olmaya hazırdırlar.
Mülkiyeliler Birli¤i’Baflkan› ‹hsan Fevzibeyo¤lu
‘Talepler öne çıkarılmalı’ İ.F.: Neoliberal modele, emperyalist modele itiraz yükselten bir dalganın eğer başındaysak da çok başlarındayız. Bu, krizin ne kadar derinleşeceğiyle ilgili gibi geliyor bana ve buna itiraz zeminlerinin ne kadar ortaklaştırılabileceğiyle ilgili. Yani sınıf hareketinin gelişip bununla buluşması, küresel modelin çevreye tahribatının artık sınır noktalarına dayanmış olması nedeniyle çevre hareketinin bir şekilde bununla buluşması, kadın hareketinin buluşması… Krizin derinleşmesi ve alternatiflerinin yaratılmasıyla ilgili. Burada yükselen öğrenci hareketlerine medya ciddi anlamda ilgi gösterdi, görünür hale getirdi. Bu görünür hale getirmenin tabii aşırı güç kullanımıyla da ilgisi var ama gençlere bir söz söyleme olanağı sundu. Ben bu olanağın da çok iyi kullanılamadığı kanısındayım. Yani bu protestonun geri planı çok iyi anlatılamadı. Mesele bu bir şiddet midir değil midir tartışmasına sıkıştırıldı. Bence, asıl mücadelenin içeriği öne çıkarılmalı. Özerk, demokratik üniversite mücadelesi nedir? Gençliğin talebi nedir? Bunların öne çıkarılması gerekli.
12
DOSYA 24 Aralık 2010 / 6 Ocak 2011
Halk›n Sesi
2010’u nasıl hatırlayacağız? n Sesi 2010 sona eriyor. Halkı enler 2010 yılında hem egem esinden hem de muhalefet ceph Elbette akılda kalanları derledi. yapmak bütün bir yılın dökümünü unutulamümkün değildi. Fakat mayacak çok şey vardı.
2010: Yetmez ama idare eder 2010 yılını geride bırakıyoruz. Tekel direnişi ile açılışı yapan 2010 yumurta eylemleriyle perdelerini kapatıyor. 2010 yoksulların emekçilerin mücadelesine umut verecek bir dizi eylem ve direnişe tanıklık etti
Egemenler cephesinde referandumda simgeleşen yeni bir dönemin kurucu adımları atıldı. AKP neoliberal, faşist, gerici iktidarını tahkim ederken CHP siyasetine ‘yeni’lenme tartışmaları damgasını vurdu
2010’da neler duyduk?
2
010 AKP için hem iktidarını tahkim ettiği hem de iktidarını tehdit eden dinamiklerle yüz yüze geldiği zorlu bir yıl oldu. Egemenler arası mücadelede en zorlu rakipleri karşısında dahi sarsılmayan AKP, sokağa çıkan halk muhalefeti karşısında o kadar da sağlam duramadığını gördü. AKP iktidar sokaktan yükselen toplumsal muhalefetin talepleri karşısında hırçınlaştı. Tekel işçileri ile başlayan kavgasında karşısına, ilaç sözleşmelerinde eczacılar birliğini aradan çıkartmak isteyince eczacıları, tam gün yasasıyla doktorları, eşitlik taleplerini kabul etmediği kadınları, ulusal kimlik taleplerini kabul etmediği Kürt halkını, isyanlarını bastıramadığı öğrencileri aldı. Dış politikada ise AKP’nin iddialı söyleminin ne kadar kof olduğu açığa çıktı. ‘Sıfır sorun’ yerini Mavi Marmara saldırısı sonrası somut bir karşılığı olmayan, popülist bir İsrail karşıtı söyleme bıraktı. İran’la kurulan ilişkiler eksen kayması tartışmalarını gündeme getirse de NATO zirvesinde İran’ı hedef alan füze kalkanının Türkiye’ye yerleştirilmesi karara bağlanarak işbirlikçilik ekseninin yerli yerinde durduğu gösterildi. Ancak AKP topu hep kazandığı egemenler arası mücadele sahasında tutmaya gayret etti. HERKES ERGENEKONCU OLABİLİR Erdoğan, her kesimden muhalefeti Ergenekonculukla
2010, Tekel iflçilerinin direnifliyle aç›ld› (Yukar›da, iflçilerin Abdi ‹pekçi Park›’ndaki direnifli), ö¤rencilerin yumurtal› protestosuyla kapand›. (Yanda Kolektifler’n eylemi) suçladı; ne zaman zora düşse türbana sarıldı. 2010’un ilk günlerinde Tekel direnişini gündemden düşürmek için türban sorunu ısıtıldı. Emine Erdoğan’ın türbanla GATA’ya alınmadığı haberi basına yansıdı. Bu mağduriyet öyküsü siyasetin gündemini bir süre oyaladı. 2010 yargının egemenler arasındaki çatışmanın odağına oturduğu bir yıl oldu. HSYKAKP çatışması Erzincan Başsavcısı’nın tutuklanmasıyla tırmandı. Adalet Bakanlığı’nın HSYK’yı işlemez hale getirerek kilitlemesiyle devam etti. Çatışmanın galibi anayasa değişikliği sayesinde şimdilik
HSYK’yı da ele geçiren AKP oldu. BALYOZLA GELEN ZAFER Balyoz operasyonu ile TSK’ya etkili bir darbe indirildi. Mart ayı başında aralarında eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek, eski Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına’nın da olduğu 101 sanık ‘AKP ve Gülen hareketini bitirme planı belgesi’ nedeniyle yargılanmaya başladı. Aktif görevdeki 13’ü general 70 subayın yargılandığı dava Yüksek Askeri Şura’yı etkiledi. AKP’nin borusunun öttüğü YAŞ toplantısında bu
davada sanık olan 11 isim terfi alamadı. Yeni komuta kademesi ise TSK’nın teamüllerine göre şekillenmedi. AKP’nin tercihlerine göre belirlendi. Kara Kuvvetleri Komutanı olması beklenen Hasan Iğsız yerine Erdal Ceylanoğlu atandı. REFERANDUM RÜZGARI Nisan ayında TBMM’ye gelen anayasa değişiklik paketi oylandı. 26 maddeden oluşan değişiklik paketi 12 Eylül’de yapılan referandumda %58’lik evet oyu ile kabul edildi. Paket AKP iktidarının yargıda ipleri ele almasının önünü açarken yürütmeye güçlü yetkiler
verdi. AKP’nin iktidarını sağlamlaştıran, neoliberal dönüşümün önünü açan bir sonuç ortaya çıktı. AKP referandumda sandıktan sağ ittifakın partisi olarak çıktı. Referandum sürecinde darbeyle hesaplaşma söylemini öne çıkartsa da başta MHP tabanı olmak üzere sağ seçmenin oylarını alacak ırkçıgerici-erkek egemen bir çizgiyi benimseyerek sağın biricik partisi oldu. Referandum sonrası AKP’nin gündemini yaklaşan seçimler ve o tarihe kadar Anayasa değişikliği göz önüne alınarak yapılması gereken yasal düzenlemeler oluşturuyor.
I Paras›z ulafl›m isteyenler “Millet de¤il illet”mifl. Baflbakan Erdo¤an Ankara’da yap›lan paras›z ulafl›m eylemleri için söyledi: “Bunlar milletten de¤il illetten yana!” (19 Mart 2010) I Madencilerin kaderi ifl kazas›nda ölmekmifl. Baflbakan Erdo¤an Zonguldak’ta 30 madencinin hayat›n› kaybetti¤i kazan›n ard›ndan “Bu mesle¤in kaderinde bu var” dedi. (21 May›s 2010) I Alliaonoi yokmufl. Paflasuyu Il›cas› varm›fl. Çevre ve Orman Bakan› Veysel Ero¤lu Yortanl› Baraj›’n›n dolmas›yla su alt›nda kalacak antik kent Alliaoni ile ilgili sorular› yan›tlarken bu gerçe¤i aç›klad›. Yine Veysel Ero¤lu’ndan ö¤rendik Tarkan’›n burnu uzunmufl. ‹fli olmad›¤› halde barajlara itiraz ediyormufl. (Bakan Ero¤lu’nun 1 Eylül tarihli bas›n beyanat›ndan) I Barajlara karfl› ç›kmak bölücülükmüfl. Baflbakan Il›su baraj› ma¤durlar› için yap›lan toplu konutlar›n 29 Ekim’de yap›lan aç›l›fl›nda baraj karfl›tlar›n›n bölücü örgüt üyesi oldu¤unu söyledi. Baflbakan›n bu fikri kabul görmüfl olmal› ki Il›su Baraj›’na karfl› olmak KCK davas›nda örgüt üyeli¤ine delil olarak gösterildi.
I Youtube ve Google Türk adaletinden kaçamazm›fl. Ulaflt›rma Bakan› Binali Y›ld›r›m, Türk’ün gücünü dünyaya gösterdi. Google ve Youtube’u dize getirmek için savafl açt›. Bakan’›n 8 Haziran tarihli iki kuruma yönelik flu ça¤r›s›na baksan›za: “Bizim ça¤r›m›z fludur. Gelin yetkililerle masaya oturun. Yasalara uyun, Türkiye bir hukuk devletidir. Yasalar›m›z›n istedi¤i flartlar› yerine getirin. Ondan sonra istedi¤iniz kadar yay›n›n›za devam edin.” I Kad›nla erkek eflit de¤ilmifl. Baflbakan say›s›n› ve zaman›n› bile hat›rlayamad›¤›m›z kadar çok yerde birçok defa tekrarlad› bu görüflünü. Hatta kad›n örgütü temsilcileriyle bulufltu¤u toplant›da bile. I Fazla jöle beyine zarar veriyormufl. Baflbakanla söylefli program› yapan Yi¤it Bulut’tan ö¤rendik. Referandum sürecinde Baflbakan’la söylefli yap›p suya sabuna dokunan tek bir soru sormadan program yapmas›n›, iktidara sansür kurulu önerimesini baflka türlü aç›klayamad›k. I Dayakç› polis yokmufl kendini yere atan ö¤renci varm›fl. Beflir Atalay, bas›n›n, polisi ö¤rencileri döverken görüntüledi¤i sald›rlar› 20 Aral›k’ta TV’de böyle yorumlad›.
Bir direniş, bir zafer, bir ittifak, bir eylem 2
010 Türkiye sol muhalefeti açısından önemli direniş, eylem ve zaferlere tanıklık etti.
Rize’de kad›nlar HES eyleminde
2010’da neler gördük? I Youtube iki yıllık yasağın ardından açıldı. Sonra tekrar kapandı sonra sınırlı açıldı şimdi… I Eczacılar miting yaptı, Doktorlar yolları kesti. Vakıf Gureba hastanesinde çalışan asistan doktorlar hastanenin bir vakıf üniversitesine devredilmesini protesto için yolu trafiğe keserek bir eylem gerçekleştirdi. I Radikal’de çok büyük “devrim” oldu. ‘Özgürlükçü sol’ bir gazete olmak isteyen gazetenin genel yayın yönetmeni Gülen cemaatine yakın bir isim olan Eyüp Can Sağlık oldu. I 26 yıl aradan sonra bir Anadolu takımı 1. Lig’de şampiyon oldu. Bursaspor kupayı aldı. I 2010 İstanbul’a Metrobüs zammıyla geldi metobüs zammıyla gitti. Geçen yılın ilk günlerinde yapılan zam parasız ulaşım eylemleri ve hukuki mücadele soncu geri alınmıştı. 1 Kasım’da yapılan zamlara karşı eylemler sürüyor.
I HES projeleri Karadeniz’den Ege’ye ülkenin her yanında köylüleri ayağa kaldırdı. Sopalarla derelerin başında nöbet tutan köylü kadınlar Rize’den Köyceğiz’e HES’çi şirketlere göz açtırmadı. I Niğde Ulukışla’da halkın direnişine dayanamayan siyanürcü maden şirketi tasını tarağını toplayıp ilçeyi terk etti. I Başbakan işsizliğin çözümünü TOBB’un sırtına yükledi. TOBB çözemeyince başbakandan zılgıtı yedi. İş burada da kalmadı TOBB ticari iştiraklerine polis operasyonu yedi. I Memleketin hayvanlarına kıran girmiş olacak ki ucuz et için hükümet ithalat yoluna gitti. Güney Amerika’dan Türkiye’ye gemilerle angus taşındı. I U2 Türkiye’ye geldi. Bono bile tahmin edemezdi ama AKP’nin referandum kampanyasına meze oldular. U2’nun muhalif imajını konserinde sahne alan Zülfü Livaneli bile kurtaramadı.
KIŞ: DİRENİŞ Yeni yıl Abdi İpekçi Parkı’nda polis terörüne direnen Tekel işçileriyle başlamıştı. Polis saldırısı karşısında kararlı bir direniş sergileyen yüzlerce Tekel işçisi direnişi 78 gün boyunca Ankara Sakarya Meydanı’nda sürdürdü. Kurulan çadırlarla bir direniş mahallesi haline gelen Sakarya tüm Türkiye’den insanca bir yaşam, güvenli bir gelecek için mücadele edenlerin akıp buluştuğu bir direniş odağına dönüştü. 2010 kışının sonu Tekel işçileri önderliğinde neoliberalizme karşı yükselen muhalefetin baharı oldu. BAHAR: ZAFER Baharın son günlerinde on binlerce emekçi otuz iki yıl aradan sonra 1 Mayıs’ta yeniden Taksim Meydanı’na girdi. Yüz binden fazla emekçi Türkiye’nin her yanından hatta yurt dışından 1 Mayıs’ı 1 Mayıs alanında kut-
lamak için Taksim’e geldi. Miting sendikal bürokrasiye karşı güvencesiz işçilerin isyanına da sahne oldu. YAZ: İTTİFAK Anayasa değişiklik paketinin oylanacağı referandum yaz aylarında tansiyonun hiç düşmediği günler yaşanmasına neden oldu. AKP hükümeti bir yandan kendi iktidarını sağlamlaştırmak bir yandan neoliberal dönüşüm için gerekli yasal düzenleri yapmak üzere ‘evet’ cephesini örgütledi. Sokaklarda ‘halkın hayır’ını örgütleyenler de vardı. Türkiye solunun dört güçlü örgütü ÖDP, EMEP, TKP ve Halkevleri ‘halkın hayırı var’ çağrısı etrafında bir araya geldi. Referandum sonucunda ‘evet’ %58’lik oy oranıyla sandıktan galip çıkarken, sürece emek eksenli bir müdahalede bulunan sosyalistler sokakta etkili ve anlamlı bir birlikteliğe imza attı. GÜZ: EYLEM Sonbaharda egemenler arası
2010’da yaflananlar› unutma unutturma
1 May›s 2010 - Taksim çatışmanın odağına üniversiteler oturdu. YÖK’ün İstanbul Üniversitesi’ne gönderdiği bir yazı ile türban yasağı fiili olarak kalktı. Eşzamanlı olarak üniversitede polisin varlığı YÖK eliyle yaygınlaştırılıp yasal bir zemine oturtuldu. Aynı dönemde hükümet üniversite reformu, YÖK’ün yapısında değişiklik gibi düzenlemeler tartışmaya başladı.
Kürt sorununda aç›l›m denilenin Kürt hareketini tasfiye oldu¤u 2010’a varmadan anlafl›lm›flt›. Egemenlerin yükseltti¤i ›rkç›floven-gerici havan›n sokaklara tehlikeli biçimlerde yans›d›. I 12 May›s’ta Mu¤la’da faflistlerin Kürt ö¤rencilere dönük sald›r›lar›yla bafllayan çat›flmada fierzan Kurt adl› Kürt ö¤renci, polis kurflunuyla hayat›n› kaybetti. Katil zanl›s› polisin yarg›land›¤› dava geçmiflte U¤ur Kaymaz’› öldüren polisler için beraat karar› veren Eskiflehir A¤›r Ceza Mahkemesi’nde sürüyor.
Üniversite herkes tarafından konuşuluyorken üniversite öğrencilerinin sessiz kalması düşünülemezdi. Yıl boyunca üniversitelere gelen tüm AKP’lileri ve sermaye temsilcilerini yumurtalayanlar 4 Aralık’ta başbakanın rektörlerle buluşmasını protesto ederken polis şiddetine maruz kaldı. Bu ağır saldırıyı 8 Aralık günü
I 27 Temmuz’da Hatay Dörtyol’da 4 polisin öldürüldü¤ü bir çat›flma sonras› faflistler Kürt mahallelerine sald›r›ya geçti. Kentte iki gün süren olaylar boyunca Kürt mahallelerinde barikatlar kuruldu, mahallelilerin can güvenli¤i sa¤lanamad›. Faflist provokasyon linç girifliminde etkin rol alan baz› isimlerin derin iliflkileri deflifre edilerek yat›flt›r›labildi. Benzer bir linç giriflimi bir önceki gün 26 Temmuz’da Bursa ‹negöl’de yafland›. Basit bir adli kavga Kürtlere dönük linç giriflimine dönüfltü. I 21 Eylül akflam› ‹stanbul Tophane’de
Ankara Üniversitesi’ne bir panel için gelen AKP milletvekili ve Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’yu yumurtalarla protesto etmeleri eklenince ülkenin gündemi birden yumurta ve gençlik mücadelesi oldu. Üniversitelilerin eylemi AKP’nin baskı ve yıldırma politikalarının etkisizleştirilip tersine çevrilebileceğini gösterdi.
sanat galerilerine dönük sald›r›lar oldu. Geçmiflte solculara dönük sald›r›lara imza atan Tophane’de örgütlü cemaatler aç›l›fllar›nda içki içildi¤i gerekçesiyle ayn› gece üç ayr› sanat galerisine sald›rd›. Olay Kültür ve Turzim Bakan› Ertu¤rul Günay’›n bir kutu baklavayla mahalleye gelmesi sonras› ‘tatl›ya’ ba¤land›. AKP sald›rgan cemaat üyelerine sahip ç›kt›. I 1 milyondan fazla üniversite mezununun ifl bulmak için umut ba¤lad›¤› KPSS’de kopya çekildi¤i anlafl›ld›. 250 binden fazla ö¤retmen aday› yeniden s›nava tabi tutuldu.
13
TARİH 24 Aralık 2010 / 06 Ocak 2011
Halk›n Sesi
ASLIND A NE DE MEK
? Maraş katliamı: Var
olmakla yok olmak arası M
araş Katliamı’nın ardından 32 yılı geride bıraktık. Katliamın ardından ilk kez Maraş’ta yapılan anma törenlerine de saldırma girişimi ve saldırganların “sakinleştirilmeye çalışılmaları” geçen 32 yılda memlekette pek bir şeyin değişmediğini gösterdi. O günlerde Maraş’ta 111 kişinin öldürüldüğü geçti kayıtlara. Bugün belki o 111 kişinin, her birinin hayat hikayesini bilmek mümkün değil ama o dönemi yaşamış ve sağ kalabilmeyi başarmış olanlardan biri, Hamit Kapan’ın kişisel tarihi üzerinden 32 yıl önceki katliamı okumak mümkün.
Boykot kelimesine ad›n› veren ‹ngiliz Boycott ve ailesi, bu yolla protesto edildi¤i ‹rlanda’dan ‹ngiliz askerleri eflli¤inde ayr›lmak durumunda kald›. Osmal›’da ise ‹lk kez 1908 y›l›nda Avusturya’ya karfl› ilan edilen “boykotaj” nedeniyle Avusturya yap›m› fes giyilmedi. (sa¤da)
Bir direniş biçimi: Boykot Bir mal› ya da hizmeti almayarak protesto etmek anlam›nda kullan›lan ‘boykot’a ismini veren, ‹ngiltere ordusunda yüzbafl› olan Charles Cunningham Boycott’tur (1832-1897). ‹ngiltere’nin en eski sömürgesi olan ve 800 y›ldan fazla ‹ngiliz iflgali alt›nda yaflayan ‹rlanda’da ‹ngiltere toprak sahiplerinin mülklerine el koymufl ve bu mülkleri d›flar›dan getirterek yerlefltirdiklerine da¤›tm›flt›. Boycott da 1873’de ‹rlanda’n›n kayal›k Bat› k›y›s›ndaki County Mayo’da baz› topraklar› kiraya verdi. Bir toprak lordu olarak öncelikli görevi 38 küçük kirac› çiftçiden kiray› toplamakt›. Öte yandan bu y›llarda Vatan Yönetimi Hareketi’nin bir parças› olarak Mayo Ulusal Toprak Birli¤i kurulmufl, mevcut toprak kanunlar›nda reform yaparak yerel köylülerin ç›karlar›n› korumaya çal›fl›yordu. K›tl›k y›llar›nda h›zla büyüyen Toprak Birli¤i, County Mayo’da da güçlü hale geldi, düzenledi¤i bir mitinge binlerce insan›n kat›l›m›n› sa¤layabiliyordu. Toprak Birli¤i’nin ilk stratejisi, “topraklar› boflalt›n” uyar›s›n› dinlememekti ancak bu konuda baflar›s›z olunca kiralamalara iliflkin strateji belirlendi. 1880 Eylül’ünde ‹rlandal› Charles Stewart Parnell’in kirac› köylülerin birbirlerini denetlemesi için dile getirdi¤i “kirac›y› görünce yolunu de¤ifltir, onun ortak oldu¤u suça karfl› nefretini göster, hemflehrilerinden tecrit et” takti¤i ilerleyen günlerde Boycott’a karfl› kullan›ld›. Parnell’in bu takti¤ini dile getirdi¤i konuflmas›ndan günler sonra Boycott ile kirac›lar aras›nda bir önceki y›ldan al›nan zay›f hasada ba¤l› olarak kiralar›n tekrar belirlenmesi hususunda anlaflmazl›k ç›k›nca öfkeli kalabal›k Boycott’un evine yürüdü ve evde,
Son dönemin çok konuşulan yumurta atma eylemleri, beraberinde protesto şekillerini de gündeme getirdi. Biz de protesto çeşitlerinden biri olan “boykot”un tarihsel kökenine baktık toprakta çal›flanlar› ifllerini terk etmeye ikna etti. ‹fl b›rakma eylemi bununla da s›n›rl› kalmad›, yöre halk›ndan hiç kimse Boycott’a hizmet etmedi, dükkanlar mal vermedi. Erzaklar›n› bile uzaktan tekneyle getirmek zorunda kalan Boycott, Times’a yazd›¤› mektup ve Daily News muhabirinin haberleri ile ‹ngiltere’de toplumsal bir dava haline geldi, yard›mlar topland›. Birkaç hafta içinde de ‹ngiliz birlikleri ‹rlanda’ya giderek aileyi korumalar eflli¤inde evden alarak ‹ngiltere’ye götürdü. Taktik tüm ‹rlanda’da yay›l›rken, boykot kelimesi de hemen hemen bütün Avrupa dillerine yeni bir protesto biçimini tan›mlayan kelime olarak de¤iflikli¤e u¤ramadan geçti. Türkçede boykot ilk kez, 6 Ekim 1908'de Bosna-Hersek’i topraklar›na katan AvusturyaMacaristan ‹mparatorlu¤u ürünlerine karfl› ilan edilen “boykotaj” nedeniyle kullan›ld› ve sonras›nda yayg›nl›k kazand›. O dönem özellikle ‹stanbul ve Selanik’teki ithal mallar›n büyük bir k›sm› Avusturya’dan geliyordu. Avusturya’y› protesto etmek için bu ülkeden gelen mallar›n sat›n al›nmamas› ile bafllayan boykot, h›zla
Her kültürün çorbası: Aşure Muharrem ay›n›n 10. gününde Anadolu topraklar›nda dili, dini, mezhebi, ›rk› ne olursa olsun herkese ikram edilen bir çorba kaynar. Tatl› ile tuzlunun kar›flt›¤› bu çorba birbirlerinden farkl› olan herkesi de bir araya getirip kaynaflt›r›r. Aflure’nin öyküsü her bir dini inanca göre farkl› bir efsaneye dayan›r. ‹çindekiler kadar onun ortaya ç›k›fl öyküsü de çeflitlidir. Aleviler için Aflure Hüseyin’in ve beraberindeki 72 kiflinin Kerbela’da aç ve susuz b›rak›ld›ktan sonra katledildi¤i gün an›s›na tutulan yas›n ard›ndan kaynat›l›r. Suni mezheplere göre ise Aflure inanc›, Hüseyin’in katledildi¤i günle beraber ayn› zamanda Nuhun gemisinin Cudi da¤›na demir-
lemesinin ard›ndan kaynatt›¤› kazanda piflen çorbaya dayan›r. ‹slam inanc›nda Aflure günü ayn› zamanda Yûnus'un bal›¤›n karn›ndan ç›kt›¤›, ‹brahim'in ateflten kurtuldu¤u, ‹dris'in gö¤e ç›kar›ld›¤›, Yakub'un o¤lu Yusuf'a kavufltu¤u, Musa'n›n K›z›ldeniz'i geçti¤i, ‹sâ'n›n do¤umu ve ölümden kurtulup, diri olarak gö¤e ç›kar›ld›¤› gündür. Museviler Yom Kipur bayram›nda aflure kaynat›r. Aflure onlar için ‘büyük kefaret günü’ anlam›na gelir. Anadolu’da Ortodoks mezhebinden gelen Hristiyanlar ise Noel’de veya cenazelerinde aflure kaynat›r. Semavi dinlerin her birinde yer alan Aflure kimi kitaplarda ‹branice “aflur” kelimesine
dayand›r›lsa da asl›nda dinler üstü bir gelenektir. Araplar taraf›ndan ‹slamiyet öncesi dönmede yap›ld›¤› bilinir. Fakat bundan da eskiye gidildi¤inde aflurenin tek tanr›l› dinler öncesi dönemde Mezopotamya co¤rafyas›nda yap›ld›¤› görülüyor. Hatta ad›n›n Asur krall›¤›ndan geldi¤i düflünülüyor. Aflure (Assyre) Asur'lular›n yiyecek ve bereket tanr›s› olarak biliniyor. Her y›l bereket tanr›s›na flükran için tutulan orucun ard›ndan Aflure yaparak tap›naklara götürüp tanr›lar›na sunduklar› düflünülüyor. Aflurenin ortaya ç›k›fl›na dair öyküler, onun vatan› olan Mezopotamya ve Anadolu co¤rafyas›n›n geçmifli binlerce y›l önceye dayanan bir gelene¤i oldu¤unu gösteriyor.
di¤er kentlere de yay›ld›. R›ht›m hamallar› ile mavnac›lar›n birleflerek, boykotu sonuna kadar sürdürmeleri bir hayli etkili oldu. Boykot karar›na uymayanlar do¤rudan eylemlerle karfl› karfl›ya kal›yor, boykot kurallar›na uymayan birçok tüccar›n mal› kamusal bir mekanda yak›larak imha ediliyordu. Boykotun en önemli hedefi olan Avusturya yap›m› fesler de gösterilerin hedefi oluyordu. Avusturya yap›m› fes giydi¤i düflünülen insanlar›n bafllar›ndan fesler al›narak yere çal›nmaya bafll›yor ve bu durum “fes y›rtma bayram›” olarak tan›mlan›yordu. Ancak boykotun hesapta olmayan etkisi de kendini hissettirmeye bafllad›. Birçok mal›n fiyat› h›zla f›rlad› pahal›l›k artt›. Boykot süresince 26 Avusturya gemisi, limanlarda boflaltma yapamadan dönmüfl, 1908 sonlar›na kadar geçen devrede Avusturya fabrikalar›n›n zarar› 100 milyon Frank’› aflm›flt›. Bu boykot hareketi, Avusturya ile 26 fiubat 1909’da bir anlaflmaya var›ld›¤› tarihe kadar devam etti. Anlaflmaya göre, Yenipazar sanca¤›nda bulunan Avusturya garnizonlar› çekilmifl, Avusturya hükümeti, Bosna, Hersek vilayetlerindeki devlet mallar› karfl›l›¤›nda iki buçuk milyon alt›n lira ödemeyi kabul etmifl, ayr›ca Osmanl› gümrüklerinin yüzde 11’den 15’e ç›kar›lmas›na raz› olmufltu. Fakat tüm bunlar, di¤er büyük devletler taraf›ndan da kabul edilince uygulanabilecekti. Ancak birkaç ay sonra bu kez, Girit meselesi yüzünden Yunanistan, 9 A¤ustos 1909 günü Yunan vapurlar›ndan mal indirmeyen kay›kç›larca bafllat›lan boykota maruz kald›, boykot 1911 Kas›m›’nda sona erdi.
HEM SALDIRIYA UĞRADI HEM YARGILANDI O dönem üniversite sınavlarına hazırlanan bir öğrenci olan Kapan, Dev Savaş içinde örgütlüdür. Katliamı başlatan olaylardan birisi olan, yakından tanıdığı TÖB-DER’li iki öğretmen vurulduğunda koşarak olay yerine gider, öğretmenlerden Hacı Çolak orada ölmüştür, Mustafa Yüzbaşıoğlu ise ağır yaralıdır. Yüzbaşıoğlu ölmeden önce hastanede verdiği ifadede “Arkadan gelen, daha önce görmediğim ancak görürsem tanıyabileceğim bir kişi önce Hacı'yı, sonra beni vurdu” der. Ökkeş Şendiller’in verdiği ifadeyle Kapan öğretmenleri vurmakla suçlanır. Saldırı günlerini “Çatışmalar bir buçuk gün sürdü. Silah da kullandık o sırada, artık orada var olmakla yok olmak arasındaydık, ya ölecektik ya öldürecektik” şeklinde anlatan Kapan, bir evin çatısında yakınlarıyla birlikte mahalleliyi korumaya çalışır. Ancak saldırganların mahalleye sızmalarını engelleyemezler, üçü akrabası olmak üzere beş kişi öldürülür. Kapan’ın katliama ilişkin dile getirdiği bir başka önemli nokta da gayrimüslimlere yapılan saldırıları anımsatan bir şekilde “Alevilerin,
komünistlerin evlerine el koyacağız, onların bütün mallarını size vereceğiz” diyerek dağ köylerinden Maraş’a köylülerin getirilmesidir. Öyle ki, kentte ilan edilen sıkıyönetimden sonra köyden giden erkekler gelmeyince köydeki kadınlar, Maraş’a onları aramaya gider. Sıkıyönetime sorguya çıkarılan kadınlar, “Buradan mal gelecekti, hatta iki-üç kamyon gönderdiler, ama nasıl paylaşacağımızı bilemedik, erkeklerimizi aramaya geldik” derler. Kayseri Hava İndirme Tugayı’nın kente gelişiyle 26 Aralık’ta sokağa çıkma yasağı ilan edilmesinin ardından Maraş’ta göçler başlar. Ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleşen Kapan, katliamın yıldönümünde “Yörükselim Mahallesi’ni dümdüz edecekleri”ne dair tehditler çoğalmaya başlayınca Maraş’a dönmeye karar verir ve burada silahla yakalanır, cezaevine girer. Darbeyi cezaevinde karşılayan Kapan, darbeyle birlikte de cezaevinden çıkartılıp Maraş’a sorguya götürülür, yedi ay gözaltında kalır, bütün olaylardan sorumlu tutulur ve davalar onun üzerinden şekillenir. EN UZUN SÜRE İŞKENCE GÖREN O OLDU Nokta dergisinin 14 yıl önceki işkence kapağında yaptığı işkenceleri itiraf eden polis Sedat Caner'in “en uzun süre işkence gören mağdur” olarak anlattığı Hamit Kapan, olayların sorumluluğunu üstlenmesi için 200 gün boyunca işkence yaşar, o gün yanından bile geçmediği Çiçek Sineması’na atılan bombadan sorumlu tutulur, tanıdığı iki öğretmeni öldürmekle suçlanır. Böylece bir numaralı sanık haline getirilir, idam cezasıyla yargılanır ancak karar Yargıtay’dan bozulunca beraat eder, örgüt üyeliğinden 12.5 yıl ceza alır, devletten dört yıl alacaklı olarak tahliye edilir.
Padişahım çok yaşa B
aşbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerdeki Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi ziyaretinde birkaç öğrenci yoluna karanfiller attı. Bu organize karşılama hem Erdoğan'ı hem de YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ı oldukça mutlu etti. Öğrencilere başarılar dileyerek alkışlayan Erdoğan “Niye yumurta atmıyorsunuz? Dostun yumurtası karanfilmiş” diyerek “dost öğrenci” tanımını da yaptı. Açılışta Erdoğan’a çerçeveletilmiş bir tuğra ile tepsi hediye edildi, tuğrada “Başvekil Recep Tayyip bin Ahmet Erdoğan muzaffer daima” yazıldığı ifade edildi. Liderlerin çeşitli merasimlerle iktidarlarını onaylatmaları, “yönetilen”le bu yolla bir ilişki kurmaları tarih boyunca süregelen bir durum. Uzun yıllar boyuca halife-sultan iktidarına biat edilmiş bu topraklar bunun örnekleri ile dolu.
Sultan portrelerinin hükümet daireleri ya da kamusal yerlerde asılmasını yasaklayan Abdülhamid, bunların yerine aynı amaca, hükümete bağlılığı göstermeye hizmet eden “Padişahım çok yaşa!” yazan tek biçimli sancaklar ikame etmişti. Bu nida kimi kamusal olaylarda da söylenmek durumundaydı ancak Mekteb-i Harbiye ve Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane öğrencileri gibi muhalifler sadece mırıldanıyorlardı. Bağlılık göstermenin bir başka şekli de bayramlarda etek öpmekti. Her ne kadar padişahın giydiği kaftanın yerini setre takım ya da üniformanın almasıyla etek öpmek yerini nakışlı mendil öpmeye bıraksa da anlamından bir şey yitirmemişti. Abdülhamid’in Ramazan Bayramı’nda etek öpme merasimi “Yaver-i padişahiler iki yanında dikilirken altın nakışlı mendillerini tutarlardı. Bu
‹ktidara ba¤l›l›k göstermek Osmanl›’da da önemliydi. Padiflah›n cami ç›k›fllar›nda okunan çeflitli dualar vard›. (Resim - Padiflah›n Y›ld›z Camii ç›k›fl›nda tasviri) törende gerçekten etek öpmekten çok her bir grup geçtikçe bir biat işareti olarak mendillerden birini öper ve başına koyardı” şeklinde aktarılmaktadır. İktidarı övmek, kutsamak o kadar önemliydi ki Osmanlı’da işi dua ettirmek olan alkış (sesli dua) çavuşları vardı.
Muzıka-i Hümayun hademeleri 6, 8 ya da 12 kişi, halka olarak dizilir, dua edilirdi. Padişah herhangi bir merasim için saraydan çıkarken ve cami çıkışlarında ata, arabaya binerken veya inerken söylenen çeşitli dualar vardı: “Uğurun hayır ola,
yaşın uzun ola, Hak Teala efendimize ömürler vere, devletinle çok yaşa!” Bugün de iktidar partisi mensuplarının gittikleri heryerde abartılı merasimlerle karşılanması biat kültürüne dayalı geleneğin bir devamı. İktidar için de meşruluk sağlamanın bir yolu.
SPOR BİLİM
14
24 Aral›k 2010 / 6 Ocak 2011
Halk›n Sesi
Sovyetler ve futbol por, bireysel gelişim için gerekli olan bir aktivite olmanın yanı sıra kolektif bir aktivitedir. Sporun rekabet ve kazanma hırsı olmaksızın gönüllülük esasına dayanarak da gelişebileceğini ve toplumsallaşabileceğini Sovyetler Birliği’nde görmek mümkün. Ekim Devrimi’nin ardından spor alanındaki çalışmalarına hız veren Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), ilk sendika kulübü olan Lokomotiv’i kurdu ve bu kulüp birçok işçi takımının da önünü açtı. Demiryolu ve Metro Taşımacılık ve Yapım İşçileri Sendikası olan Lokomotiv’in spor kulübü, 1923 yılında Moskova’da kuruldu ve bu kulüp 40 spor branşında binlerce sporcu yetiştirdi. 1972 yılında Lokomotiv kulübünün, 36 yüzme havuzu, 500 çok amaçlı spor merkezi, 230 kayak kampı, 6 bin spor salonu vardı.
S
SSCB Futbol tak›m› Jimnastik, atletizm, satranç, basketbol, yüzme Yılmaz gibi birçok spor dalında Bozkurt dünya çapında başarılara imza atan Sovyetler, futKadıköy bolda da sistemli ve proHalkevi gramlı bir çalışmayla önemli başarılara imza attı. Sovyet futbol kulüpleri, futbolu keyifli kılan ve seyir zevki veren bir oyun tarzına sahipti ve bu kulüpler uzun süre işçi sınıfının sesi oldu; çünkü bu kulüpler aldıkları kupaları kendi camialarına değil halkına ve işçi sınıfına ithaf ediyordu. Sovyetlerin ülke futbol takımı sadece işçi sınıfının sesi olmakla kalmadı, faşist darbeci Pinochet iktidarına karşı Şilili sosyalistlerin de sesi oldu. İlk olarak Çarlık döneminde, 1911-1914 yılları arasında 8 tanesi resmi, toplam 10 milli maça çıkan Rusya İmparatorluğu futbol takımı Macaristan’a karşı alınan 9-0 ve 12-0’lık iki ağır yenilgi, 11-0’lık İngiltere mağlubiyeti ve 16-0’lık Almanya hezimeti ile pek de parlak bir tablo oluşturmamıştı. Ancak Sovyetler Birliği döneminde birçok spor dalında olduğu gibi futbolda da ciddi bir atılım söz konusu. Sovyet futbolunun gelişimi için ilk yapılması gereken, denk bir rakip bulmaktı. Bu rakip Türkiye’ydi… İlk resmi maçına Türkiye karşısına çıkan SSCB; 16 Kasım 1924 tarihinde Moskova Vorovskij Stadında 15.000 seyirci önünde, kaptan Buttusov’un iki ve Shpakovsky’nin golleriyle sahadan 3-0 galip ayrılıyordu. İki takım arasında ikinci maç ise bu kez Ankara İstiklal Stadı’nda, 15 Mayıs 1925 tarihinde yaklaşık 5000 seyirci önünde oynanmıştı. Moskova’da ki maçı da yönetmiş olan Türk hakem Hamdi Emin Çap yönetiminde oynanan bu maçı da Sovyetler Birliği kazanıyordu. SSCB sadece ilk maçını değil, ilk 15 maçını Türkiye’ye karşı oynamıştı. 1924-1935 yılları arasında oynanan bu maçlarda sadece Türkiye bir kez kazanabiliyor. Dört maç ise berabere kalıyordu. FIFA Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni tanıyana kadar Türkiye, A Milli Takım olarak katılması mümkün olmayan bu maçlara Halkevi Karması ya da Üniversiteler Karması olarak çıkmıştı. 1974 Dünya kupasında ise play-off maçında Şili ile rövanş maçını oynamayı reddeden Sovyetler, FIFA tarafından diskalifiye edildi. Dönemin Şili Devlet Başkanı olan Sosyalist lider Salvador Allende’nin, 1973 yılında ABD güdümlü General Augusto Pinochet tarafından düzenlenen askeri darbe ile devrilmesini ve Allende’nin de aralarında bulunduğu birçok Şili’li sosyalistin idam edildiği Santiago Ulusal stadında rövanş maçının oynanmasını kabul etmeyen SSCB, bu maçta sahaya çıkmamış ve ilginç bir uygulamayla sahaya çıkan Şili takımı santra yaparak maça başlamış ve gol atmıştı. Karşı tarafta santra yapacak bir rakip takım olmadığı için de hakem maçı hükmen Şili lehine tescil etmişti.
Son sarı yaprak düşecek mi?
Genel kurulla kulübü ele geçiremeyen Gökçekgiller borç sopasını sallayarak saltanat peşinde… Ankara’yı bir ahtapot gibi saran Gökçek ailesinin kolları kentin takımını boğmak üzere. ‹HSAN GÜLHAN
B
abasını aratmayan Ahmet Gökçek, Ankaragücü’nü kaosa itti. Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesi 400 kişinin usulsüz üye yapılmasını gerekçe göstererek 30 Ağustos 2009 ve 3 Ocak 2010 tarihlerinde yapılan genel kurulları iptal etti. Mevcut yönetim Yargıtay kararına kadar görevde kalabiliyor ama kulübe haciz getiren yöneticilerin yönetimde olduğuna bakılırsa bu pek mümkün görünmüyor. Belediye başkanlarının profesyonel spor kulüplerinin başkanlığını yapması yasaklandığından beri kendini onursal başkan olarak atayan Melih Gökçek’in yerine kulüp başkanlığını oğlu Ahmet Gökçek yürütüyor. Gökçekgiller’in Ankaragücü yönetimine geldiği bir yılın sonunda kulübün 50 trilyon borcu bulunuyor. Futbolculara 11 aydır ödeme yapılmamasına rağmen bu kadar borcun nasıl oluştuğu muamma. Zabıta müdürlerine bile borcu olduğu söylenen kulübün, Ankaraspor’la birleşmesi şüphe uyandırmıştı. Bu birleşmenin Ankaraspor’daki yolsuzlukları silip borçlarını Ankaragücü’ne yıkmak için yapıldığı görüşü hakim.
Taraftarların yönetimi devralmasını istediği isimler ise Melih Gökçek’in santajları nedeniyle karar veremiyor. Melih Gökçek mali tabloyu ve borçların vadelerini açıklamaya yanaşmıyor, Saray tesislerini geri almakla tehdit ediyor, bu şartlarda kimse yönetime aday olmaya cesaret edemiyor. Kulübün iddaa, reklam, yayın vs. gelirlerinin ise Ayhan Atalay tarafından kurulan Ankaragücü A.Ş.’nin hesabına yatırıldığı söyleniyor. Bu şirket, kamu yararına dernek statüsünde bulunan Ankaragücü’nü yandaş 400 üyenin de oylarıyla özelleştirme amacıyla kurulmuş, kulübü kendi mülkiyetine geçirme yolunda önemli bir kilometre taşıydı. YANDAfi TARAFTAR YARATTI Gökçekgillerin yönetme biçimleri her yerde aynı. Ahmet Gökçek başkan olduktan sonra yandaş taraftar grupları oluşturdu. Tribündeki grup sayısı yapay olarak 10’a yükseldi. Kongreler mahkeme kararıyla iptal edildiğinde yandaş gruplara Büyükşehir Belediye binası önünde kendilerine destek eylemi yaptırdılar. Belediye çalışanlarının zorla katıldığı bu eylem mesai çıkışında
yapıldı. Adem Koçak gibi yandaş futbolculara da “Yönetimi çok seviyoruz, başkan giderse biz de gideriz” gibi demeçler vermek düştü. Parasını alamadığı için federasyona şikayette bulunan futbolcuların başında Adem’in bulunmasının ise henüz bir açıklaması yok. Ankaragücü’nü zor bir sezon bekliyor. 23 futbolcu alacakları ödenmediği için kulübe ihtarname çekti. Bu futbolcular 26 Aralık’ta serbest kalacak ve kulüp yönetimi bu futbolcuların yerlerine transfer yapamayacak. Kalan maçlara A2 takımı oyuncularının çıkması bekleniyor. Bu durum da küme düşme tehlikesine işaret ediyor. Her konudaki etik anlayışa özenle uzak duran Melih Gökçek, spor etiğine de sırtını dönerek paranın gücünü kullanıyor. Ankaraspor’un “onursal başkanı” iken Ankaraspor-Ankaragücü maçına taraftarların girememesi için bilet fiyatlarını 150-250 lira yapmıştı. Ankaragücü yönetimine gelince de 2 hafta önce oynanan Fenerbahçe maçında biletleri 120-130 lira arasında sattı. Ancak diğer taraftan yarattığı yandaş taraftarlara bedava bilet dağıttı.
Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), İtalya’nın Piomonte bölgesinde yetiştirilen “Nebbion” adlı üzüm çeşidini, şarap markası zannetti ve NTV’de yayınlanan ünlü gurme Vedat Milor’ün “Tadı Damağımda” adlı yemek programına ceza verdi. RTÜK üyesi Hülya Alp’in ‘’Piomento, Torino yakınlarında bir bölge ve nebbion da burada yetiştirilen üzüm çeşididir, şarap markası değildir” uyarısı da sonucu değiştirmedi. NTV’ye “Gizli reklam yapıldığı” gerekçesiyle ve oy çokluğu ile uyarı cezası uygulandı. Gurme Milor bile RTÜK’ün gazabından kurtulamadı.
KEND‹N‹ TÜRK FUTBOLUNA ADAMIfi Hayali ihracatçı Hasbi Ağalar, Nurettin Güven’ler, Jet Fadıllar boşuna mı spor kulübü yöneticiliği yapmışlardı? Melih Gökçek’in neyi eksikti? Üstelik o geçen gün yandaş kanalı (ya da ‘sahibi’ olduğu) Beyaz TV’de söylediği gibi kendini Türk sporuna adamış biriydi.
Fenerbahçe voleybolda dünya şampiyonu Fenerbahçe kadın voleybol takımı Dünya Kulüplerarası Voleybol Şampiyonası’nı kazandı
D
ünya Kulüplerarası Voleybol Şampiyonası'nda Fenerbahçe Kadın Voleybol Takımı, finalde Brezilya ekibi Sollys Osasco ile karşılaştı ve rakibini 3-0 yenerek şampiyon oldu. Fenerbahçe, Dünya Kulüplerarası Voleybol Şampiyonası'na finalde oynadığı Sollys Osasco takımını 3-0 yenerek turnuvaya başlamıştı. Turnuvadaki ikinci maçında da Tayland şampiyonu Federbrau'yu 3-0 mağlup ederek yarı finale çıkan Fenerbahçe Dominik Cumhuriyeti'nden Mirador'u da aynı skorla sahadan silerek final oynamaya hak kazanmıştı.
Fenerbahçe Sollys Osasco karşısındaki final maçında ilk seti (2523), ikinci seti (25-22) ve üçüncü seti (25-17) kazanarak şampiyonayı rakiplerine set vermeden bitirdi. Geçen sene Avrupa ikincisi olan Fenerbahçe, kazandığı şampiyona ile Türkiye’nin voleybol dalında uluslararası alandaki en önemli başarısını elde etmiş oldu. Geçtiğimiz yıl katıldığı 5 kupanın ikisini kazanan Fenerbahçe’nin teknik direktör Ze Roberto, bul yıl için hedeflerinin katıldıkları beş kupanın tamamını kazanmak olduğunu belirtiyor.
Öldü diye üzerini örttüler
RTÜK, üzümü şarap sandı Milör’e ceza
GÖKÇEKG‹LLER‹N FUTBOL DENEY‹M‹ SINIRLARI AfiIYOR Melih Gökçek ve oğlunun kıtalararası spor kulübü yöneticiliği deneyimi her yerde aynı sonucu verdi. 2006 yılında Almanya’da amatör bir takım olan ‘Berlin Athletik’ kulübünün başına şampiyonluk vaadi ile Ahmet Gökçek geçti. Kulubün adı Berlin Ankaraspor yapılırken logosu da Ankaraspor’un logosunun aynısı oldu. Gökçek 1 yıl sonra kulübü dünya kadar borçla ortada bırakıp geldi. Borçları ödeyemeyen Alman yöneticilerin tutuklanması istendi. Yönetimi ele geçirmek için ustaca oyunlar oynayan Gökçekgillerin ardında yerle yeksan olmuş takımlar bırakmalarını beceriksizlikle açıklamaya kalkmak saflık olur. Para trafiğini ve bu paranın hangi renkleri aldığını izleyebilseydik keşke…
15 Aral›k günü Okmeydan› 0-1 Karayolu'nda karfl› yöne geçmek isteyen 47 yafl›ndaki Mehmet ‹rhan'a otomobil çarpt›. ‹rhan'›n nabz›n› kontrol eden polis ekipleri öldü diye üzerine gazete örttü; ancak ‹rhan hayattayd›. Bir süre sonra olay yerine gelen sa¤l›k ekipleri, yaral›y› hayata döndüremedi.
Öğrencilikte olur böyle şeyler’ Beflir Atalay, polisin üniversite ö¤rencilerine 4 Aral›k günü Dolmabahçe ve Kurtköy’de gerçeklifltirdi¤i sald›r›n›n ard›ndan konufltu: “Ö¤renciler kendilerini yere at›yor, ö¤rencilikte olur böyle fleyler.” Mümtazer Türköne de kendini bu aç›klamalar› desteklemeye vakfetti.
Depremzedeye TOKİ ‘kıyağı’ Elaz›¤’da 8 Mart’ta meydana gelen depremde 32 kifli hayat›n› kaybetmiflti. Depremde oluflan hasar, yetkililer ve AKP’li belediyeler taraf›ndan ‘Kerpiç’e fatura edildi. Depremin ard›ndan Baflbakan Recep Tayyip Erdo¤an TOK‹’nin depremzedelere ev yapaca¤›na dair söz verdi. TOK‹ Baflkan› Erdo¤an Bayraktar o dönem zor günler geçiriyor ve kazand›¤› yüzbinlerce liran›n geçinmesini sa¤lamad›¤›n› söyleyerek a¤l›yordu. Nitekim TOK‹, depremzedelere evleri yapt› ancak ufak bir sorun var. Evlerin içine kar ya¤›yor ve duvarlar buz tuttu.
KÜLTÜR SANAT
15
24 Aral›k 2010 / 6 Ocak 2011
Halk›n Sesi
Panahi’ye 20 y›ll›k yasak İran yönetimi, politik ve sosyal filmlerle tanınanünlü yönetmen Cafer Panahi'ye 20 yıl boyunca film çekmeme ve senaryo yazmama ve 6 yıl da hapis cezası verdi. Muhalif film yapımcısı Muhammed Resulov'un da aynı suçlamayla cezalandırıldı.
Alt›n H›zma veda etti
Nesin 95 yafl›nda
Sevilen türkülerin derleyicisi Abdurrahman Kızılay 72 yaşında hayatını kaybetti. Kızılay’ın TRT repertuarına kazandırdığı en önemli eser, bir anonim Kerkük türküsü olan “Altın Hızma” idi. Bu eser Ruhi Su, Rahmi Saltuk gibi isimlerce de seslendirildi.
Türk edebiyatı ve mizahının en büyük isimlerinden Aziz Nesin, doğumunun 95. yılında anılıyor. Nesin’in 1973’te eğitim olanaklarından yoksun çocuklara eğitim vermek amacıyla kurduğu Nesin Vakfı’nın 25 Aralık günü düzenleyeceği etkinlikle çocuklar “Aziz dedelerini” anacak.
Teoman’›n filmi Berlinale’de Seyfi Teoman'ın yönetmenliğini yaptığı "Bizim Büyük Çaresizliğimiz" adlı film, 61. Berlin Film Festivali’nde büyük ödül "Altın Ayı" için yarışacak. Filmde İlker Aksum, Fatih Al, Güneş Sayın, Baki Davrak, Taner Birsel ve Mehmet Ali Nuroğlu rol alıyor.
Kültür başkentinin bir yılı İ
stanbul, “Avrupa Kültür Başkenti” ünvanına 2010’un bitimiyle veda etti. Üç yıldır hazırlık yürüten 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu, yıl boyu sergi, konser, etkinlik ve yenileme projeleri gibi birçok etkinliğe imza attı. Kültür Ajansı’nın etkinlik harcamalarına dair detaylar 2011 Haziran ayında açıklanacak; ancak yıl boyunca harcanan bütçenin 320 milyon TL olduğu biliniyor. Senenin sonuna gelinmesiyle birlikte Kültür Ajansı’nın 320 milyon TL’lik bütçeye dair harcama politikaları da tartışmaya açıldı. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Başkanı Şekib Avdagiç, verdiği bir röportajda “6 bin proje gerçekleştirdik. Her biri 1000 kişiye ulaşsa altı milyon kişi eder.” sözleriyle geçen bir yılı nitelik değil nicelik hesaplarıyla değerlendirdiğini ortaya koydu. Eleştirilerin önemli bir kısmı da bu yönde: bütçenin çok büyük bir kısmı U2 konseri gibi parlak birkaç etkinliğin yanında sergi, konser gibi geçici, iz bırakmayan etkinliklerle binlerce eşantiyon kitapçık, broşürü içeren reklam faaliyetlerine ayrıldı. Adı sanı duyulmamış, sadece 2010 Kültür Başkenti etkinlikleriyle ortaya çıkan onlarca kişi ve şirkete dair hortum iddiaları da kayda değer. Diğer taraftan tek bir kalıcı eser ortaya çıkarılamaması; özellikle de İstanbul’un en önemli kültür merkezlerinden AKM’ye (Atatürk Kültür Merkezi) tadilat için bütçe ayrılmaması çeşitli kitle ve meslek örgütlerinin ve İstanbulluların tepkisine neden oldu. Örneğin diğer bir 2010 Avrupa Kültür Başkenti olan Macaristan'ın 150 bin nüfuslu Pecs kentinde bu vesileyle görkemli bir konser salonu inşa edilirken iki yıldır tadilat yüzünden AKM’nin kapalı oluşu İstanbulluları çileden çıkarıyor. AKM RANT KURBANI MI? Atatürk Kültür Merkezi tadilat çalışmalarının başladığı 2008 yılı Haziran ayından bu yana tüm
Gençlik Filmleri Festivali Kolektif Sinema Ekibi’nin bu yıl ilk kez düzenlediği Uluslararası Gençlik Filmleri Festivali, İstanbul, Ankara ve İzmir’de coşkulu açılışlarla başladı. 21 Aralık günü Ankara, İstanbul ve İzmir’de açılışı gerçekleştirilen festivalde tüm etkinlik ve gösterimler parasız. ODTÜ Necdet Bulut Amfisi’nde 500’den fazla öğrenci ve akademisyenin katılımıyla gerçekleşen Ankara’daki açılış Çoğunluk filminin gösterimiyle başladı. Ardından pek çok üniversiteden öğretim görevlisinin katıldığı bir forum düzenlendi. İstanbul’da ise İTÜ Maçka G Amfisi’nde gerçekleşen açılışın sunuculuğunu oyuncu Mert Fırat ve Kolektif Sinema Ekibi’nden bir üniversiteli yaptı. Açılışta İlkay Akkaya ve Bulutsuzluk Özlemi sahne aldı. İzmir’de de festival Selahattin Akçiçek Kültür Sanat Merkez'inde görkemli bir gala ile start aldı. Film gösterimini Marsis konseri takip etti.
‹
stanbul, “Avrupa Kültür Başkenti” ünvanına 2011’le veda etti. Etkinliklerle dolu bir yıldan geriye yangın, yıkım ve sanata saldırılar kaldı
etkinliklere kapalı. “Bu bina ranta kurban edilmek mi isteniyor?” sorusu da ciddiye alınmaya değer. İlk kez 2005'te dönemin Kültür Bakanı Atilla Koç tarafından AKM'nin yıkılması yönündeki planlar dillendirilirken tepkiler üzerine hükümet bu niyetini hayata geçiremedi. Binada yürütülen tadilat çalışmaları da tartışma yarattı. 1. derecede tescilli kültür varlığı yapısı olan AKM’nin ön cephesinin ana karakterini bozacak olan tadilat projesi hakkında Kültür-Sanat Sen’in açtığı dava sonucu proje yasaya ve mevzuata aykırı bulunarak iptal edildi. Atatürk Kültür Merkezi tadilatı ile ilgili anılan iptal kararından sonra proje bakanlık tarafından yenilendi; yapının tamiri ve tadi-
görev süresi dolmadığı halde, yasayla kendisine verilmiş olan bu görevi yerine getirmedi.
latı için yeni projeler hazırlanarak mayıs ayında İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansına gönderildi. Ancak AKM’nin onarımı ve gerekli olan ödeneğin sağlanması İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın sorumluluğunda olmasına rağmen ajans, süresinin 31.12.2010 tarihinde sona ereceğini belirterek tadilat için gerekli olan ödeneği sağlamama kararı aldı; henüz
KÜLTÜR BAfiKENT‹ M‹, O DA NE? 2010 yılı içerisinde İstanbul, “Bu kent gerçekten kültür başkenti mi?” dedirtecek olaylara sahne oldu. İşte yaşanan skandallardan seçmeler: Kentsel dönüşüm projesinin yürütüldüğü Sulukule’de, alanın kentsel ve tarihi sit olması nedeniyle inşaattan önce İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından bilimsel araştırma kazısı yapılıyordu. Kazı alanına 12 Haziran günü iş makineleri girdi. Arkeologlar, bilgileri dahilinde olmayan bu müdahaleye karşı
çıktı. Ancak çabaları yeterli olmadı ve yaklaşık 2,5 aydır elle kazdıkları alanlar kepçeler tarafından tahrip edildi. İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin en deneyimli uzmanlarından Dr. Şeniz Atik, kazıda görevli arkeologlarla birlikte iş makinelerine karşı vücutlarıyla direndi. İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Ajansı desteğiyle düzenlenen Avrupa Yazarlar Parlamentosu'nun açılış konuşmasını yapacağı duyurulan Nobel ödüllü yazar V.S. Naipaul'e ‘islam düşmanı’ olduğu iddiasıyla 'İstanbul'a gelme' denildi. Naipaul’ün programı iptal oldu, İstanbul’a gelmedi. Beyoğlu’nda Emek Sineması, İnci Pastanesi ve Yeni Rüya Sineması’nın da içinde bulunduğu alandaki tarihi binalar ‘yenileme projesi’ adı altında yıkılıp alışveriş merkezine dönüştürülmek isteniyor. Beyoğlu’nun en geniş kapasiteli sineması olan Emek Sineması’nın kapısı aylardır kilitli. Son olarak yenilenme projesinin İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nce durdurulmasının ardından bilirkişi heyeti Emek Sineması’nda incelemelerde bulundu. İstanbulluların “Emek’i yıktırmayacağız” eylemleri ise sürüyor. Tophane’deki bir sergi açılışına katılanlar biber gazlı ve sopalı saldırıya uğradı. Çok sayıda kişi yaralandı. Saldırıyı gerçekleştirenler saldırı sebebini “açılışın sokağa taşması ve içki içilmesi” olarak açıkladı, olayla tahammülsüzlüğün sınırları gözler önüne serilmiş oldu. Olayın ardından Tophane bölgesindeki birçok sanat galerisinin bir süredir tehditler aldığı ortaya çıktı. Yaklaşık 5 sene önce yerine gökdelen yapılması gündeme gelen tarihi Haydarpaşa garının çatısında ‘tadilat sırasında’ yangın çıktı. Yönetimin önlem alma konusundaki yetersizliği ve yangına geç müdahale edildiği haberleri “tarihi gar bilerek mi yakıldı?” sorusunu akıllara düşürdü.
Türküler Sarp için sustu M
ersin Müzisyenler Platformu, 17 Aralık tarihinde çalıştığı barda bir magandanın silahından çıkan kurşunlarla hayatını kaybeden müzisyen Sarp Öztürk için eylem yaptı. Birçok müzikli eğlence mekanı müzik yapmadı Sarp’ın cenaze töreninin ardından bir araya gelen Mersin Müzisyenler Platformu bir toplantı yapıp ertesi gün sahne almama kararı aldı. Sahne alınan yerlerde de Sarp’ın öldürülmesini kınayan açıklamalar yapıldı ve istek şarkı kabul edilmedi. 19 Aralık günü, olayın gerçekleştiği DT Jasmin’in önünde bir basın açıklaması yapıldı. Basın açıklamasının ardından müzikli mekanları gezen platform üyesi müzisyenler dolaştıkları yerlerden 19 Aralık günü için müzik yapmamasını istedi. Birçok mekan sahibi müzisyenlerin çağrısına uydu ve 19 Aralık günü Mersin’deki Doba, Kordon, Flaş, Dolphin, I See, Her yer Fıstık, Naturel 81, Viking, Baraka, Yelken, Pasha, Ocean,
MobyDick, Kafe Keyf, Barcelona, Üç Maymun, Capito, Rıhtım Türkü Bar, Halay Türkü Evi, Mersin Türkü Evi, Çağlayan Türkü Evi, Seyhan2, Şimay Yıldızı, Turkuaz, Düşev adlı mekanlarda müzik yapılmadı. Sarp Öztürk’ün öldürülmesi olayı için ‘olayın muhatabıyız’ diyerek yola çıkan Mersin Müzisyenler Platformu eylem-
lerinin devam edeceğini belirtiyor. Ana akım medya Sarp Öztürk’ün müşterinin istediği Kürtçe parçayı çalmadığı için öldürüldüğünü duyurmuştu. Oysa olay anında barda bulunan kişiler, mekana gelen ve Sarp'tan Kürtçe parça isteyen kişinin mekan sahibiyle öncesine dayanan bir husumeti
bulunduğunu ifade ediyor. Olayın tanıklarının ifadesine göre Sarp Öztürk’ün katili olay günü Kürtçe parça istedi; ancak bu istek Sarp’a hiç ulaşmadı. Parçanın çalınmamasının ardından mekandan çıkan Sarp’ın katili birkaç saat sonra mekana gelerek rastgele ateş açtı.
Sanat›n toplumsal dönüflüm üzerindeki rolü stanbul Halkevi Kültür-Sanat Atölyesi çalışmaları sırasında genel anlamda sanatın bir yan kol olarak görülmesinin alanın genişlemesi önünde oluşturduğu engellerden konuştuk. Sanata ve sanatçıya erişme imkanının azalması; toplumda sanatın, toplumun fikirlerini etkileme özelliğini de görünmez kılıyor. Bu durum üzerine kültür-sanat faaliyetlerinin toplumların –ve tabi sanatçının- yaşantılarını değiştirebileceğinden kısaca bahsetmeye çalıştığım bu yazıyı yazma ihtiyacı duydum. Kavram olarak bakarsak kültür, bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı maddi ve manevi özelliklerdir. Kültür, bir toplumun kimliğini oluşturur, onu diğer toplumlardan farklı kılar. Kültür, toplumun yaşayış ve düşünüş tarzıdır. Bu sebeple bir toplumu değiştirmek için kültürel değerlerini değiştirmek ya da yok etmek gerekir. Bu nedenledir ki; egemenler kendi gibi olmayan, rahatsızlık duydukları bütün kültürlerle savaş halindedirler. Egemen kültür anlayışı özellikle kitle Ça¤la iletişim araçları sayesinde Ayd›n alt ve azınlık kültürleri yok Halkevleri Kültür etmeye çalışmaktadır. Sanat Atölyesi Egemen anlayışa karşı kültürel değerlerin çeşitliliğine sahip çıkmak, onları geliştirmek gerekir. Toplumsal kültürü yaratan en önemli değerlerden biri sanattır. Toplumsal değişime göre sanat anlayışı da her dönem yeniden şekillenir. Dünyanın birçok yerinde devrimlerin yaygınlaşmasında, halkların özgürlük mücadelesinde sanat önemli bir yer tutar. Sovyetler zamanından kalan yaşanmış ünlü bir hikâye bu duruma örnek oluşturuyor: Rusya’nın bir bölgesinde sırayla birçok köyde Çar’a karşı isyan başlar. Beyaz Ordu askerleri tam birini bastırmaya çalışırken diğer köyden isyan haberi… Askerler, köylülerin silah ve cephaneleri olduğundan şüphelenir. Arama yaptıkları köylerin hiçbirinde herhangi bir silaha rastlamazlar. İsyana teşvik ettirenin ne olduğunu anlamaya çalışırken öğrenirler ki bu köylerin hepsinde sırayla gezici bir tiyatro ekibi köylülerin yaşantılarını konu alan sokak gösterileri yapmıştır ve tiyatrocuların geçtiği her köyde sırasıyla isyan başlamıştır. Yine Rusya’da, çarlık rejimine karşı mücadele verilirken sosyalist bir işçinin yaşantısını anlatan “Ana” romanı için Lenin, Gorki’ye “bu kitap tam zamanında yetişti” demiştir. Lenin bu sözüyle sanatın ve edebiyatın toplumların gelişimi için ne kadar önemli olduğu göstermiştir. Ekim devriminden önce sanata verilen önem, sisteme karşı alternatif kültürel değerlerin yaygınlaştırılmasına yardımcı olmuştur. Latin Amerika ülkelerinde de benzer şekilde devrimci sanatçılar, halkın öz kültürünü ilerletmek ve yaygınlaştırmak için uğraşmışlardır. Sanatçı Pablo Neruda “Şiirlerimde sokağa açılan kapıyı kapatmam mümkün değildi; nasıl ki genç şair kalbimde aşka, yaşama, sevince ve üzüntüye kapıyı kapatamıyorsam” diyerek sanatının toplumla nasıl iç içe geçtiğini anlatmıştır. Yine sanatı ve şarkılarıyla devrim mücadelesinin sesi olan Viktor Jara’nın tutuklandığı zaman bir daha gitar çalmaması için işkenceciler tarafından elleri kırılmıştır. Jara ise hala Venceremos’u söylemektedir. Devrimden sonra da bu ülkelerde kültür-sanat faaliyetlerine verilen önem azalmamıştır. Küba’da da kültür-sanat alanına ilişkin yoğun bir çalışma sürmektedir. 1959 yılında Fidel ve arkadaşları iktidarı ele geçirdikten sonra sanat ve edebiyat, devletin en çok ilgilendiği alan olmuştur. Sovyetler Birliği’nde 1960 yılının tiyatro mevsiminde yaklaşık 1 milyar kişinin tiyatroya gittiğini, 1969 yılında 500’ün üzerinde tiyatro olduğunu, bunların her birinin yılda 300’den fazla gösteri yaptığını belirtmeden geçmeyelim. Sanat kitlelere düşüncelerin ifade edilmesi noktasında en önemli araçlardan biridir. Yediğimiz yemekten içtiğimiz suya, sağlık hizmetlerinden okuduğumuz kitaba kadar her şeyin maddi çıkar ilişkisine dönüşmesine, dayanışma yerine sadaka kültürüne, gerici bir kültür anlayışının topluma aşılanmaya çalışılmasına karşı biz de kendi halktan yana kültürümüzü yaygınlaştırmak zorundayız. Bu noktada sadece yoksulluk yüzünden sanata ulaşamayanların sanat yapma hakkına sahip çıkmak değil, sanat sayesinde bu insanlarda farkındalık yaratmak da gerekiyor.
İ
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ
24 Aral›k 2010 / 6 Ocak 2011
Halk›n Sesi
‘Tayyip sen yaşa 599 liraya’ Mutfak 500 lira, elektrik 100 lira, ulaşım 150 lira, su 50 lira, yakacak 60 lira, kira 500 lira, toplam giderler 1360 lira; asgari ücret 599 lira…
D
İSK’e bağlı Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası (Dev Sağlık-İş) asgari ücretin insanca yaşanacak bir düzeye çekilmesi talebiyle sokakta. Dev Sağlık-İş üyeleri, Türkiye genelinde örgütlü oldukları hastanelerde ve kentlerde imza topladı, basın açıklamaları düzenledi. İstanbul, Antalya, Bursa, Kocaeli, Adana, Dersim, Diyarbakır, Ağrı, Patnos ve Yüksekova’da eylemler yapıldı. Asgari ücret eylemlerine, eylemlerin yapıldığı yerlerdeki ilerici kurum ve örgütler de katıldı. PATRONLAR MASADA YOLCU YOLUNDA Taşeron sağlık emekçileri, topladıkları imzaları TBMM’ye götürmek üzere 21 Aralık günü İstanbul ve Diyarbakır’dan iki kol halinde Ankara’ya doğru yola çıktı. Dev Sağlık-İş hareket saati olarak Ankara’da Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun asgari ücretin belirlenmesi çalışmaları kapsamındaki üçüncü toplantısının başlangıç saatini seçti. Komisyonun ilk toplantısında asgari ücrete yüzde 4 artı 4 zam yapılması gündeme gelmiş, ikinci toplantı ise anlaşmazlıkla sonuçlanarak 27 Aralık’a ertelenmişti. Dev Sağlık-İş asgari ücret ile ilgili kampanyasını 22 Kasım günü İstanbul Okmeydanı Devlet Hastanesi Poliklinikleri önünde yaptığı eylemde duyurmuştu. 22 Kasım tarihinden itibaren örgütlü oldukları hastanelerde toplantılar yapan Dev Sağlık-İş üyeleri, aralık ayının ikinci haftasında kent meydanlarında ve hastane önlerinde eylemler düzenledi. Dev Sağlık-İş bu kampanya çerçevesinde Yüksekova, Patnos gibi kentlerde de ilk eylemlerini yapmış oldu. Eylemlerde, “Tayyip sen yaşa 590 liraya” sloganı öne çıktı. Dev Sağlık-İş’in eylemlerinde asgari ücretin düzeyi ile ilgili talep-
lerinin yanı sıra kamusal hakların parasız sağlanması ile ilgili talepler de ağırlıklı olarak ifade edildi. Dev Sağlık-İş, asgari ücretin insanca yaşanacak bir düzeye çekilmesi için verilen mücadelenin, kamusal hakların paralılaştırılmasına karşı verilen mücadeleden ayrı görülmemesi gerektiğini yaptığı eylemlerde sık sık dile getirdi. Bugün Türkiye’de 4 milyondan fazla işçi asgari ücretle çalışıyor. Asgari ücretli çalışanların çok büyük bir kısmı bu ücretle sadece kendisini değil ailesini de geçindirmeye çalışıyor. Asgari ücret öte yandan diğer emekçilerin ücretlerinin belirlenmesinde de referans kabul ediliyor. Bu özelliğiyle asgari ücret, Türkiye’de 40 milyondan fazla kişiyi direk ve dolaylı olarak ilgilendiren bir konu oluyor. Bugün, brüt asgari ücret 720 lira iken işçinin eline geçen net asgari ücret 599 lira. Bu rakam, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde oluşturulan Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından belirleniyor. Komisyonda, Türkiye’de en çok üyeye sahip işçi sendikası olan Türk-İş’ten beş, Türkiye İşveren Sendikaları
Konfederasyonu’ndan beş ve hükümetten de beş üye yer alıyor. Bir devlet kurumu olan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından belirlenen harcama kalıplarına göre hesaplanan dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 772 lira. Öte yandan DİSK Araştırma Enstitüsü’nün belirlediği rakam ise 924 lira. Asgari Ücret Tespit Komisyonu da TÜİK’in harcama kalıplarına benzer kalıplar kullanarak bir asgari ücret belirliyor. Komisyon tarafından ‘asgari geçim kriterleri’ dikkate alınarak belirlenen brüt asgari ücretten devlet belirli oranlarda vergi kesiyor ve asgari ücret emekçinin eline devletin dikkate aldığı asgari geçim kriterlerinden daha az bir miktar olarak ulaşıyor. On beş kişiden oluşan komisyon, milyonları ilgilendiren asgari ücretin düzeyini kapalı kapılar ardında görüşerek belirliyor. T‹SK: ‘ASGAR‹ ÜCRET FAZLA’ Açlık sınırının altında kalan asgari ücret TİSK’e göre hala yüksek. TİSK, 20 Aralık günü yayımladığı bir bildiride asgari ücretin toplu iş sözleşmesi uygulanan ve uygulanmayan işyer-
lerinde farklı düzeylerde belirlenmesini istedi. TİSK, toplu iş sözleşmesi uygulanan yerlerde asgari ücretin işverene maliyetinin 1.600 liraya yaklaştığını iddia ederek bu işyerlerinde yasal asgari ücretin uygulanmamasını istedi. Bu işyerlerinde asgari ücretin sendika ile işveren arasında yapılacak olan anlaşmalarla belirlenmesini isteyen TİSK’in gerekçesi ise toplu iş sözleşmesi uygulayan işyerleri ile toplu iş sözleşmesi uygulamayan işyerleri arasında haksız bir rekabetin cereyan etmesi. Toplu iş sözleşmesini işçiye çok gören TİSK, bu koşulların sağlanması durumunda asgari ücret hesaplanırken işçilerin toplu iş sözleşmesiyle kazandıkları ek ödemelerin dikkate alınmasını talep etti. Asgari ücreti bir maliyet unsuru olarak gören TİSK’in taleplerine karşılık, asgari ücreti geçinmek ve hayatını devam ettirmek için gerekli ücret olarak gören Dev Sağlık-İş’in talepleri şu şekilde: Asgari ücret, ailemizle birlikte tüm zorunlu ihtiyaçlarımızı karşılayacak, insanca yaşamamızı sağlayacak bir ücret olmalıdır. Asgari ücretli çalışanlar için
ev Sağlık-İş’in 21 Aralık’ta İstanbul ve Diyarbakır’dan iki kol halinde başlattığı yürüyüş her durağında kitlesel karşılama ve uğurlama eylemlerine sahne oldu ve 23 Aralık’ta Ankara’ya ulaştı. D‹YARBAKIR KOLU Dev Sağlık-İş’in Ağrı merkez, Patnos, Diyadin Doğu Beyazıt ile Dersim, Hakkari Yüksekova ve Diyarbakır’daki üyelerinin temsilcileri Diyarbakır’da buluştu. Dev Sağlık-İş’liler, SES ve Genel-İş’in destek verdiği ve 300 kişinin katıldığı görkemli bir eylemle uğurlandı. Ankara’ya doğru yola
elektrik, su, doğalgaz kullanımı asgari ihtiyaç sınırına kadar parasız olmalıdır. İşe gidip geldiğimiz sabah 06.00 – 09.00 ile 17.00 – 20.00 saatleri arasında ulaşım parasız olmalıdır. Eğitimde hiçbir kalemde para alınmamalı, eğitimin okul dışı giderleri de devlet tarafından karşılanmalıdır. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun yapısı emekçilerin ağırlığı artırılarak genişletilmelidir. Asgari ücretin belirlendiği görüşmeler kamuoyuna açık hale getirilmeli, anlaşmazlık durumunda örgütlü, örgütsüz tüm işçilerin “genel greve gitme hakkı” olmalıdır. Asgari ücret net olarak belirlenmelidir. Bölgesel asgari ücret uygulanması yolundaki girişimler terk edilmelidir. Taşeron çalıştırma yasaklanmalı ve tüm güvencesiz çalıştırma biçimlerine son verilmelidir. Başta hastanelerde çalışan taşeron sağlık emekçileri olmak üzere gelirleri asgari ücrete odaklanmış tüm emekçiler için asgari ücret bir pranga olmaktan çıkarılmalıdır.
599 liraya nasıl geçinilir? Ankara’ya giden Dev Sa¤l›k-‹fl üyesi iflçilerden Mümtaz Yerli ve Erol Akarslan ile görüfltük. ‹ki iflçi de Taksim ‹lkyard›m Hastanesi’nde çal›fl›yor. Mümtaz Yerli, tafleron flirketin zaman›nda maafllar›n› yat›rmad›¤›n› söylüyor. Alt› kiflilik nüfusa bakan Yerli, 450 liraya kirada oturuyor. ‹flyeri, yol paras› olarak Yerli’ye 74 lira veriyor. “Bu ay elektrik faturas› 160 lira geldi” diyen Yerli, asgari ücretle geçinemediklerini ve temel ihtiyaç kalemlerinin baz›lar›ndan feragat ettiklerini dile getiriyor. “K›fl aylar› oldu¤u için önceli¤imiz
elektrik ve yakacak oluyor” diyen Yerli, telefonun kesik oldu¤unu, uzun süredir su faturas›n› ödeyemedi¤ini ve mutfak masraflar›ndan k›st›klar›n› ifade ediyor. Dört kifliye bakan Erol Akarslan ise asgari ücretle geçinilemedi¤ini ve bu yüzden ek ifl yapt›¤›n› söylüyor. Gün boyu yaklafl›k 10 saat hastanede çal›flt›ktan sonra çeflitli binalarda temizlik ifli yapt›¤›n› belirten Akarslan, bir ayda evlerine giren paran›n afla¤› yukar› 800 lira oldu¤unu söylüyor.
Yol belli, istikamet Ankara D
16
çıkan sağlık emekçilerinin ilk durağı Adana oldu. Adana’da İşçi Filmleri Festivali’nin açılış yürüyüşüne katılan işçiler coşkulu bir eylemle uğurlandı. İşçileri, Mersin’de direnişlerini sürdüren Birleşik Metal-İş üyesi Akdeniz Çivi işçileri ile emek ve demokrasi güçleri karşıladı. Mersin’deki uğurlama da oldukça coşkulu geçti. ‹STANBUL KOLU İstanbul’da Okmeydanı, Koşuyolu, Taksim İlkyardım, Süreyyapaşa hastanelerinden gelen Dev Sağlık-İş temsilcileri Kadıköy’de bir basın açıklaması
yaparak yola çıktı. Taşeron sağlık işçilerini ilk durakları olan Kocaeli’nde Kocaeli Emek ve Demokrasi Platformu üyeleri “Asgari ücret insanca yaşanacak bir ücret olmalıdır” pankartıyla karşıladı. 100 kişinin katıldığı karşılama sonrasında toplu şekilde yemek yenildi ve Dev Sağlık-İş, Kocaeli’ndeki temsilcilerinin katılımıyla yürüyüşüne devam etti. İşçilerin ikinci durağı Bursa’ydı ve işçiler Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi önünde alkışlarla, sloganlarla karşılandı. Karşılamanın ardından kitlesel bir basın açıklaması yapıldı. Açıkla-
maya Bursa Tabip Odası Başkanı Kayhan Pala, DİSK Güney Marmara Bölge Temsilcisi Ayhan Ekinci, DİSK Tekstil Bursa Şube Başkanı Celal Çam, SES Bursa Şube Başkanı Candan Coşkun, EMO Bursa şube yöneticileri, Halkevleri ve Öğrenci Kolektifleri katıldı. Basın açıklamasının ardından Dev Sağlık-İş’liler Bursa’dan ayrıldı. İşçilerin Ankara’dan önceki son durağı Eskişehir’di. İşçiler Eskişehir emek ve demokrasi güçleri tarafından coşkuyla karşılandı. Buradaki uğurlamanın ardından işçiler Ankara’ya doğru yol çıktı.
Hakkari’den İstanbul’a eylemler Antalya: 13 Aralık günü, Kapalı Şarampol Caddesi Halkbank önünde buluşan Dev Sağlık-İş üyeleri, Kışlahan Oteli’ne kadar yürüdü. Dev Sağlık-İş üyeleri, asgari ücret için yapılan görüşmelerin, işçilerin temel geçim hizmetleri dikkate alınmadığı için kabul edilemez olduğunu söyledi. Eylemde konuşan DİSK Bölge Temsilcisi Matoş Konca da taşeronlaştırma uygulamalarına dikkat çekerek tüm taşeron işçileri DİSK bünyesinde örgütlenmeye çağırdı. Adana: Dev Sağlık-İş üyeleri 20 ve 21 Aralık günlerinde kentin merkezi bölgelerinde açtıkları imza stantlarında asgari ücretin insanca yaşanacak bir düzeye çekilmesi talepleriyle imza topladılar. İmza stantlarına yoğun ilgi vardı. Bursa: 18 Aralık günü Şehreküstü Meydanı’nda imza standı kuran Dev Sağlık-İş üyeleri bir basın açıklaması yaparak taleplerini dile getirdi. İşçiler 11 Aralık günü de çalıştıkları Uludağ Üniversitesi Hastanesi’nde stand açarak imza toplamışlardı. İşçilerin basın açıklamasına EMO Bursa Şube Sekreteri Neriman Usta, EğitimSen Şube Sektereti Betül Öztürk, Enerji-Sen Eğitim Sekreteri Elif Güven, SES Bursa Şube Başkanı Candan Coşkun, ZMO, Kolektifler ve Halkevleri üyeleri destek verdi. Ağrı: 17 Aralık günü Ağrı Devlet Hastanesi’nde Dev Sağlık-İş üyelerinin gerçekleştirdiği eyleme SES, Genel-İş ve Tüm Bel-Sen destek verdi. Polisin hastane bahçesini doldurduğu bir ortamda gerçekleşen basın açıklaması polis baskısına rağmen coşkulu geçti. Ağrı - Patnos: Ağrı’nın Patnos ilçesinde de 15 Aralık günü bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Polis basın açıklamasına katılan iki işçiyi açıklamadan sonra gözaltına aldı. Dersim: Tunceli Devlet Hastanesi’nde Dev Sağlık-İş üyesi işçiler 15 Aralık günü gerçekleştirdikleri bir eylemle açlık sınırının altında bir asgari ücreti kabul etmediklerini ve insanca bir yaşam, güvenceli iş istediklerini dile getirdiler. Hastane önünde yaklaşık 1 saat süren eyleme 50 kişi katıldı. Eyleme KESK Şubeler Platformu da destek verdi. Diyarbakır: Dev Sağlık-İş üyesi işçiler, 17 Aralık günü Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekimliği önünde gerçekleştirdikleri eylemle “İnsanca yaşayacak asgari ücret” talepli imza kampanyasını ve Ankara’ya yapılacak yürüyüşü duyurdular. Basın açıklamasına 100’ün üzerinde işçi katıldı. Hakkari - Yüksekova: Dev Sağlık-İş Yüksekova Temsilciliği, asgari ücretin insanca yaşayacak bir düzeye çekilmesi talebiyle 15 Aralık günü Yüksekova Devlet Hastanesi Başhekimliği önünde bir basın açıklaması yaptı. Eyleme KESK, DİSK, DİVES, SES, Eğitim-Sen temsilcileri ile Yüksekova Devlet Hastanesi çalışanları katıldı.